DÖNEM:
24 CİLT:
15 YASAMA
YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
75’inci Birleşim
7 Mart 2012 Çarşamba
(TBMM Tutanak Hizmetleri
Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip
üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALARI
1.- Kahramanmaraş
Milletvekili Nevzat Pakdil’in, Almanya’daki Neonazi cinayetlerine ilişkin
gündem dışı konuşması
2.- Niğde Milletvekili
Doğan Şafak’ın, Niğde ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Orman
ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
3.- Isparta Milletvekili S.
Nevzat Korkmaz’ın, Sağlık Bakanlığında göreve başlatılan uzman erbaşların
durumuna ilişkin gündem dışı konuşması ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
IV.-
AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul Milletvekili
İhsan Özkes’in, TBMM Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın Genel Kuruldaki
uygulamalarına ilişkin açıklaması
2.- İstanbul Milletvekili
Kadir Gökmen Öğüt’ün, İstanbul’da aile hekimliği uygulamasıyla ilgili sorunlara
ilişkin açıklaması
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Cemil Çiçek’le birlikte, Polonya Meclis Başkanı Ewa Kopacz’ın
vâki davetine icabet edecek olan Parlamento heyetini oluşturmak üzere siyasi
parti gruplarınca isimleri bildirilen milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/799)
B) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır ve 21 milletvekilinin, başta Afşin-Elbistan Termik Santrali olmak
üzere ülkemizde faaliyet gösteren tüm termik santrallerin çevreye verdikleri
zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/182)
2.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır ve 20 milletvekilinin, ülkemizde kalsit üretiminin artırılması ve
üretilen kalsitin dünya pazarlarında hak ettiği yeri bulması için yapılacak
düzenlemelerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/183)
3.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır ve 21 milletvekilinin, çiftçilerin sulama amaçlı kullandıkları
elektrik borçları ve aylık fatura uygulamasından kaynaklanan sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/184)
VI.-
ÖNERİLER
A) Danışma Kurulu Önerileri
1.- Gündemdeki sıralama ile
Genel Kurulun 8/3/2012 Perşembe günkü birleşiminde 118 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarına devam etmesine
ilişkin Danışma Kurulu önerisi
VII.-
SEÇİMLER
A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim
1.- İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
2.- Ailenin Korunması ve
Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı ile Cumhuriyet Halk
Partisi Grup Başkanvekili İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin;
Kadını Şiddetten Koruma Kanunu Teklifi, Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın;
Türk Medeni Kanunu ile Ailenin Korunmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in; 5237 Sayılı
Türk Ceza Kanunu ve 4320 Sayılı Ailenin Korunması Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın; Türk
Medeni Kanunu ve Ailenin Korunmasına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun;
Ailenin Korunmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi
ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları
(1/572, 2/38, 2/51, 2/145, 2/328, 2/383) (S. Sayısı: 181)
IX.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, Sakarya-Kocaali’deki bazı köylerde oturan vatandaşların kredi
borçları sebebiyle yaşadıkları mağduriyete ilişkin sorusu ve Başbakan
Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı (7/3302)
2.- Adana Milletvekili Ali
Halaman’ın, Aladağ, Karataş, Kozan, Seyhan, Feke, Çukurova, Karaisalı,
Saimbeyli, Pozantı, Yumurtalık, Sarıçam, İmamoğlu ve Tufanbeyli’de yürütülen
proje ve yatırımlara ilişkin soruları ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın
cevabı (7/3399), (7/3400), (7/3401), (7/3402), (7/3403), (7/3404), (7/3405),
(7/3406), (7/3407), (7/3408), (7/3409), (7/3410), (7/3411)
3.- Zonguldak Milletvekili
Ali İhsan Köktürk’ün, bazı yükseköğretim yurtlarında cemaat propagandası
yapıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın
cevabı (7/3562)
4.- İstanbul Milletvekili
Durmuşali Torlak’ın, İstanbul’daki yükseköğrenim öğrenci yurtları ile
öğrencilere verilen kredi ve burslara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı
Suat Kılıç’ın cevabı (7/3564)
5.- Gaziantep Milletvekili
Mehmet Şeker’in, aile hekimleri ve aile sağlığı personelinden damga vergisi
alınmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı
(7/3765)
6.- Diyarbakır Milletvekili
Altan Tan’ın, Van depremi sonrasında TOKİ tarafından yapılan ve yapılacak
ihalelere ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın
cevabı (7/3769)
7.- Tokat Milletvekili
Reşat Doğru’nun, Tokat’ta hava kirliliği oranlarına ilişkin sorusu ve Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/3806)
8.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, Merkez İnköy 2. Etap Alt Gelir Grubu Konut Projesi kapsamında
yaptırılan iş merkezine ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik
Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/3892)
9.- Malatya Milletvekili
Veli Ağbaba’nın, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına yöneltilen yazılı ve sözlü
soru önergelerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar’ın cevabı (7/3973)
10.- Diyarbakır
Milletvekili Altan Tan’ın, Diyarbakır Bismil imar planına ilişkin sorusu ve Çevre
ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/3975)
11.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, Zeytinbağı beldesinin adının Tirilye olarak
değiştirilmesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in cevabı
(7/4044)
12.- Adıyaman Milletvekili
Salih Fırat’ın, sivil toplum örgütleri tarafından Vanlı depremzedelere destek
amacıyla yaptırılacak binalar için kullanılacak malzemelerden KDV alınmamasına
ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/4094)
13.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, Bozdağ’da kurulmak istenen çimento fabrikası ve klinker tesisine
ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı
(7/4207)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat
15.03’te açılarak dört oturum yaptı.
Artvin Milletvekili İsrafil Kışla,
Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan,
7 Mart Artvin’in kurtuluşunun 91’inci yıl dönümüne,
İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.
Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, tarım ve hayvancılıkta
yaşanan sorunlara ilişkin gündem dışı konuşmasına Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanı Mehmet Mehdi Eker cevap verdi.
Erzincan Milletvekili Muharrem Işık, bakanlıklara bağlı kurum ve
kuruluşlara işçi alımı sınavlarındaki uygulamalara,
Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir, Sivas’ta yoğun kar yağışı
nedeniyle yaşanan mağduriyetlere ve Hükûmetten acil yardım talebine,
Tokat Milletvekili Reşat Doğru, İç Anadolu Bölgesi’nde artan göçün
sebeplerine,
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, Artvin’in 91’inci zafer yıl
dönümüne ve “kurtuluş yıl dönümü” yerine “zafer yıl dönümü” tabirinin
kullanılması gerektiğine,
Adana Milletvekili Muharrem Varlı, çiftçilerin sorunlarına ve
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in bu sorunlarla ilgili
somut açıklama yapması gerektiğine,
Erzurum Milletvekili Oktay Öztürk, Erzurum’da Et ve Balık
Kurumunun üç şubesinin açılmasına,
Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu, TMO’nun piyasaya
fındık sürme kararının sonuçlarına,
Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri, Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in gündem dışı konuşmaya verdiği cevabı yetersiz
bulduğuna,
Yozgat Milletvekili Sadir Durmaz, sahte fatura mağduru çiftçilerin
sıkıntılarının giderilmesi gerektiğine,
Bursa Milletvekili İlhan Demiröz, tarım sektörüyle ilgili
sorunlara,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
Avrupa Parlamentosu Kadın Hakları ve Cinsiyet Eşitliği Komisyonu
tarafından 8 Mart 2012 tarihinde Belçika’da düzenlenen “Eşit Değerde İşe Eşit
Ücret” konulu Parlamentolar Arası Komisyon toplantısına katılacak olan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu üyelerinden bir
heyeti oluşturmak üzere siyasi parti gruplarının bildirmiş olduğu isimlere
ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tezkeresi Genel Kurulun
bilgisine sunuldu.
İzmir Milletvekili Erdal Kalkan’ın, İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi Genel Kurulun bilgisine
sunuldu.
Konya Milletvekili Kerim Özkul ve 25 milletvekilinin (10/176),
Ankara Milletvekili Tülay Selamoğlu ve 21 milletvekilinin
(10/177),
Adana Milletvekili Ali Halaman ve 20 milletvekilinin (10/178),
Yalova Milletvekili Temel Coşkun ve 23 milletvekilinin (10/179),
BDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın (10/180),
Yalova Milletvekili Muharrem İnce ve 22 milletvekilinin (10/181),
Esas numaralı, üstün yetenekli çocukların keşfi, eğitimleriyle
ilgili sorunların tespiti ve ülkemizin gelişimine katkı sağlayacak etkin
istihdamlarının sağlanması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin, Danışma Kurulu kararı gereğince 6/3/2012 Salı
günkü birleşiminde yapılacağı açıklandı.
Bazı milletvekillerine, Başkanlık tezkeresinde belirtilen sebep ve
sürelerle izin verilmesi kabul edildi.
İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, (2/209) esas
numaralı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin
doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi, yapılan görüşmelerden sonra kabul
edilmedi.
181 ve 180 sıra sayılı kanun tasarılarının kırk sekiz saat geçmeden
gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler”
kısmının 2 ve 3’üncü sıralarına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre
teselsül ettirilmesine; gündemde yer alan (10/136) esas numaralı Meclis
araştırması önergesi ile aynı konudaki (10/176), (10/177), (10/178), (10/179),
(10/180) ve (10/181) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin
görüşmelerinin birleştirilerek Genel Kurulun 6/3/2012 Salı günkü birleşiminde
yapılmasına; 6/3/2012 Salı günkü birleşiminde Meclis araştırması önergelerinin
görüşmelerinin tamamlanmasına, 8/3/2012 Perşembe günkü birleşiminde ise 181
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanmasına kadar
çalışmalarını sürdürmesine; 181 ve 180 sıra sayılı kanun tasarılarının
İçtüzüğün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesine ilişkin
Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.
Gündemin “Sözlü Sorular” kısmının:
1’inci sırasında bulunan (6/15),
28’inci “ “ (6/75),
112’nci “ “ (6/205),
187’nci “ “ (6/328),
188’inci “ “ (6/329),
201’inci “ “ (6/347),
237’nci “ “ (6/395),
239’uncu “ “ (6/403),
240’ıncı “ “ (6/404),
245’inci “ “ (6/409),
275’inci “ “ (6/462),
359’uncu “ “ (6/595),
415’inci “ “ (6/675),
818’inci “ “ (6/1104),
821’inci “ “ (6/1107),
823’üncü “ “ (6/1109),
824’üncü “ “ (6/1110),
Esas numaralı sözlü sorulara, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç
cevap verdi.
Soru sahiplerinden İstanbul Milletvekili İhsan Özkes, Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt, Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu, Kütahya
Milletvekili Alim Işık, cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da bu görüşlerle ilgili
açıklamada bulundu.
İstanbul Milletvekili Halide İncekara ve 27 milletvekilinin
(10/136), Konya Milletvekili Kerim Özkul ve 25 milletvekilinin (10/176), Ankara
Milletvekili Tülay Selamoğlu ve 21 milletvekilinin (10/177), Adana Milletvekili
Ali Halaman ve 20 milletvekilinin (10/178), Yalova Milletvekili Temel Coşkun ve
23 milletvekilinin (10/179), BDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan’ın (10/180), Yalova Milletvekili Muharrem İnce ve 22
milletvekilinin (10/181) esas numaralı, üstün yetenekli çocukların keşfi,
eğitimleriyle ilgili sorunların tespiti ve ülkemizin gelişimine katkı
sağlayacak etkin istihdamlarının sağlanması amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri, yapılan ön görüşmelerden sonra kabul edildi.
Kurulacak komisyonun:
17 üyeden teşekkül etmesi,
Çalışma süresinin, başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye
seçimi tarihinden başlamak üzere, üç ay olması,
Gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi,
Kabul edildi.
Alınan karar gereğince, 7 Mart 2012 Çarşamba günü saat 13.00’te
toplanmak üzere, birleşime 21.17’de son verildi.
Mehmet
SAĞLAM
Başkan
Vekili
Tanju ÖZCAN Bayram
ÖZÇELİK
Bolu Burdur
Kâtip Üye Kâtip
Üye
II. - GELEN KÂĞITLAR
No:
101
7 Mart 2012 Çarşamba
Teklif
1.- Bilecik Milletvekili
Bahattin Şeker ile Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır ve İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın; Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/398) (Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/03/2012)
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Tunceli Milletvekili
Kamer Genç’in, MİT Müsteşarı ve bazı MİT mensuplarının ifadeye gitmemelerine
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1224) (Başkanlığa geliş tarihi:
21/02/2012)
2.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına hizmet binası
yapılmasına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1225) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
3.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, binaların yalıtımıyla ilgili konut sahiplerine
destek verilip verilmeyeceğine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1226)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
4.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, Maliye Bakanlığına yeni bir sosyal tesis
yapılacağı iddialarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1227)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
5.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, Ekonomik ve Sosyal Konsey toplantılarına
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1228) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/02/2012)
6.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, asgari gelir desteği sisteminin uygulanıp
uygulanmayacağına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1229) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22/02/2012)
7.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, asgari ücret tespit komisyonuna ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1230) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
8.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, gençlerin, kadınların ve engellilerin
istihdamının teşvik edilmesine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1231)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
9.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, işsizlik sorununa ilişkin Başbakandan sözlü
soru önergesi (6/1232) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
10.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, canlı hayvan kaçakçılığına ilişkin Başbakandan
sözlü soru önergesi (6/1233) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
11.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, ülkemizde tüketilen kaçak çaya ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1234) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
12.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, yeni bir sendikal mevzuat hazırlanıp
hazırlanmayacağına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1235) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
13.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, kayıt dışı istihdam ile mücadeleye ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/1236) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22/02/2012)
14.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, çalışanların kıdem tazminatına ilişkin Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/1237) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
15.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, çalışma hayatında taşeronlaşma ve bu
şirketlerde çalışanların sendikal örgütlenmesine ilişkin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/1238) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/02/2012)
16.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, sevgi ve çocuk evlerine ilişkin Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanından sözlü soru önergesi (6/1239) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/02/2012)
17.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, yetiştirme yurtlarından zorunlu ayrılan
çocukların istihdamına ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1240) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
18.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, aile yanında bakım hizmetine ilişkin Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanından sözlü soru önergesi (6/1241) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
19.- Adana Milletvekili Ali
Halaman’ın, Tufanbeyli’de kurulacak termik santrale ilişkin Orman ve Su İşleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1242) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
20.- Adana Milletvekili Ali
Halaman’ın, Tufanbeyli’de kurulacak termik santrale ilişkin Orman ve Su İşleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1243) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
21.- Adana Milletvekili Ali
Halaman’ın, Türkiye’de kullanılan ilaçların zararlarına ilişkin Sağlık
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1244) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
22.- Adana Milletvekili Ali
Halaman’ın, Adana ve ilçelerinde şiddetli yağışlardan etkilenen çiftçilerin
mağduriyetine ve alınacak önlemlere ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1245) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
23.- Tokat Milletvekili
Reşat Doğru’nun, Tokat’taki hava kirliliğine ilişkin Çevre ve Şehircilik
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1246) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
24.- Tokat Milletvekili
Reşat Doğru’nun, son yasal düzenlemelerle Devlet ve üniversite hastanelerinden
ayrılan doktor sayısına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/1247)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
25.- Tokat Milletvekili
Reşat Doğru’nun, Tokat’taki engelli sayısına ve yapılan yardım miktarına
ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanından sözlü soru önergesi (6/1248)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
26.- Ankara Milletvekili
Zühal Topcu’nun, obezite hastalığına ve bununla mücadeleye ilişkin Sağlık
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1249) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
27.- Kastamonu Milletvekili
Emin Çınar’ın, Kırık ve Oyrak Barajı Projelerine ilişkin Orman ve Su İşleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1250) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
28.- Ankara Milletvekili
Zühal Topcu’nun, GDO’lu ürünlere ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından
sözlü soru önergesi (6/1251) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
29.- Ankara Milletvekili
Zühal Topcu’nun, Ankara Cengiz Topel Mahallesinde yaşanan toprak kaymalarına
ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1252) (Başkanlığa geliş
tarihi: 23/02/2012)
30.- Kastamonu Milletvekili
Emin Çınar’ın, 1999-2011 yılları arasındaki terör saldırılarına ve KCK
yapılanmasına ilişkin Başbakan Yardımcısından (Beşir Atalay) sözlü soru
önergesi (6/1253) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
31.- Kastamonu Milletvekili
Emin Çınar’ın, çiftçilere verilen kredilere ve bankacılık sistemindeki yabancı
sermaye oranına ilişkin Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) sözlü soru
önergesi (6/1254) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
32.- Kastamonu Milletvekili
Emin Çınar’ın, 2002 yılından bu yana TRT Genel Müdürlüğü’ne açıktan atanan
personel sayısına ve TRT tarafından özel şirketlere yaptırılan programlara
ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) sözlü soru önergesi (6/1255)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
33.- Muğla Milletvekili
Mehmet Erdoğan’ın, Başbakanlık uçağının kullanımına ilişkin Başbakandan sözlü
soru önergesi (6/1256) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
34.- Kastamonu Milletvekili
Emin Çınar’ın, Kastamonu Havaalanı ve Kastamonu-Ilgaz Dağı tünel inşaatına
ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından sözlü soru önergesi
(6/1257) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
35.- Tunceli Milletvekili
Kamer Genç’in, bir ABD firmasının Türkiye’de rüşvet verdiği iddia edilen
firmalara ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/1258) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23/02/2012)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal’ın, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay Başkanlarına tahsis
edilen makam araçlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4461)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
2.- İstanbul Milletvekili
Osman Oktay Ekşi’nin, güvenli internet kapsamındaki bazı uygulamalara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4462) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
3.- İstanbul Milletvekili
İhsan Özkes’in, Vakıflar Genel Müdürlüğünce kiraya verilen cami alanı
kapsamındaki gayrimenkullere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4463)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
4.- İstanbul Milletvekili
İhsan Özkes’in, cami lojmanlarında ikamet eden ve hakkında ecrimisil davası
açılan din görevlilerinin sorunlarının çözümüne yönelik çalışmalara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4464) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
5.- İstanbul Milletvekili
İhsan Özkes’in, cami lojmanlarında ikamet eden ve haklarında ecrimisil davası
açılan din görevlilerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4465)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
6.- İstanbul Milletvekili
İhsan Özkes’in, cami alanları içinde yer alan gayrimenkullere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4466) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
7.- İstanbul Milletvekili
İhsan Özkes’in, cami lojmanlarında ikamet eden ve haklarında ecrimisil davası
açılan din görevlilerine ve görev yaptıkları camilere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/4467) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
8.- Adana Milletvekili
Osman Faruk Loğoğlu’nun, uluslararası kuruluş ve örgütlerin raporları
bağlamında ülkemizin özgürlük, uygarlık ve gelişmişlik düzeyine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4468) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
9.- İstanbul Milletvekili
Osman Oktay Ekşi’nin, kamu kurumlarının yazışmalarındaki dil ve imla hatalarına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4469) (Başkanlığa geliş tarihi:
21/02/2012)
10.- İstanbul Milletvekili
Umut Oran’ın, Van’daki depremzedelerin mağduriyetine ve konteyner tahsisi ile
ilgili bazı iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4470)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
11.- İstanbul Milletvekili
Umut Oran’ın, Futbolda Şike Soruşturması ile ilgili bazı iddialara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4471) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
12.- Ankara Milletvekili
İzzet Çetin’in, sokakta yaşayan çocuklara yönelik çalışmalara ve bir
açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4472) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21/02/2012)
13.- İstanbul Milletvekili
İhsan Barutçu’nun, MİT Kanununda yapılan bir değişikliğe ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/4473) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
14.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, Çanakkale’deki tarihi bir binanın kiliseye çevrileceği
iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4474) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
15.- Adana Milletvekili Ali
Halaman’ın, Adana’da yapılması planlanan bazı yatırım ve projelere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4475) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
16.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, görevleri dışında işler yaptıkları gerekçesiyle bazı MİT
görevlileri hakkında soruşturma açıldığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/4476) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
17.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, kamu çalışanlarının maaşlarının düzeltilmesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4477) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
18.- Yozgat Milletvekili
Sadir Durmaz’ın, Yozgat’ta işsizlik ve göçün önlenmesine yönelik kamu
yatırımlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4478) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22/02/2012)
19.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, TOKİ’nin son 10 yıl içinde ücretsiz verdiği
konutlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4479) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
20.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, TOKİ tarafından başlatılan restorasyon kredisi
uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4480) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22/02/2012)
21.- İstanbul Milletvekili
Osman Oktay Ekşi’nin, valiliklerin resmi internet sitelerindeki Atatürk
resimlerinin kaldırıldığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/4481) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
22.- İstanbul Milletvekili
Osman Oktay Ekşi’nin, Türk subaylarının Suriye’de yakalandığı iddialarına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4482) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/02/2012)
23.- Antalya Milletvekili
Gürkut Acar’ın, kamuda çalışan avukatların özlük haklarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/4483) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
24.- Diyarbakır
Milletvekili Nursel Aydoğan’ın, TOKİ’nin Üç Kuyular Projesinde yaşanan
sorunlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4484) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
25.- Diyarbakır
Milletvekili Altan Tan’ın, medya yetkilileri ile yaptığı bir toplantıdaki
konuşmalarının kamuoyu ile paylaşılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/4485) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
26.- Aydın Milletvekili Ali
Uzunırmak’ın, MİT Kanununda yapılan değişikliğin uygulamasına ve bir
açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4486) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23/02/2012)
27.- Trabzon Milletvekili
Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, Trabzon’a yapılan ve yapılacak yatırımlara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4487) (Başkanlığa geliş tarihi:
23/02/2012)
28.- Uşak Milletvekili
Dilek Akagün Yılmaz’ın, iki milletvekilinin Ergenekon Soruşturmasıyla ilgili
yaptıkları açıklamalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4488)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
29.- Erzincan Milletvekili
Muharrem Işık’ın, yapılan protesto gösterilerinde gözaltına alınan ve
haklarında dava açılan kişilere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/4489) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
30.- Balıkesir Milletvekili
Namık Havutça’nın, kamuda çalışan taşeron işçilerin sosyal hakları ve
güvencelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4490) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23/02/2012)
31.- Ankara Milletvekili
Levent Gök’ün, Haymana’daki elektrik arızası nedeniyle yaşanan mağduriyete
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4491) (Başkanlığa geliş tarihi:
23/02/2012)
32.- Ankara Milletvekili
Levent Gök’ün, Çıkrıkçılar Yokuşunda meydana gelen yangın neticesinde esnafın
mağduriyetinin giderilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4492)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
33.- İstanbul Milletvekili
Osman Oktay Ekşi’nin, kamu ihaleleriyle ilgili bir habere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/4493) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
34.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, zorunlu eğitim konusunda yapılacak düzenlemeye
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4494) (Başkanlığa geliş tarihi:
23/02/2012)
35.- Kocaeli Milletvekili
Lütfü Türkkan’ın, 2011 yılı dış ticaret açığına ve cari açığın önlenmesine
yönelik çalışmalara ilişkin Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru
önergesi (7/4495) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
36.- Osmaniye Milletvekili
Hasan Hüseyin Türkoğlu’nun, Osmaniye’de camilerden merkezi sistemle vefat
duyurularının yasaklanmasına ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bekir Bozdağ)
yazılı soru önergesi (7/4496) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
37.- Osmaniye Milletvekili
Hasan Hüseyin Türkoğlu’nun, yabancı bankalar tarafından verilen zirai kredilere
ilişkin Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/4497)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
38.- Ankara Milletvekili
Sinan Aydın Aygün’ün, kredili mevduat hesaplarına ilişkin Başbakan
Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/4498) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
39.- Diyarbakır
Milletvekili Altan Tan’ın, Diyarbakır Ulu Cami restorasyonuna ilişkin Başbakan
Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/4499) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
40.- Diyarbakır
Milletvekili Altan Tan’ın, Diyarbakır’da yürütülen restorasyon çalışmalarına
ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/4500)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
41.- Diyarbakır
Milletvekili Altan Tan’ın, bazı müzisyenlere ait plak ve bant kayıtlarının TRT
arşivlerine alınmasına ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı
soru önergesi (7/4501) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
42.- Aydın Milletvekili
Metin Lütfi Baydar’ın, Ergenekon davasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4502) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
43.- Diyarbakır
Milletvekili Nursel Aydoğan’ın, kadın mahkumlara şiddet uygulandığı iddialarına
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4503) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
44.- Antalya Milletvekili
Gürkut Acar’ın, ABD ve İngiltere’den hâkim ve savcı danışman istendiği
iddialarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4504) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23/02/2012)
45.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bayburt cezaevinde bir hükümlünün tez
çalışmasıyla ilgili bazı iddialara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4505) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
46.- Tekirdağ Milletvekili
Emre Köprülü’nün, noterlerde çeviri işlemlerinde notere ve tercüme bürosuna
ayrı ayrı ücret ödendiği iddialarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4506) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
47.- Adıyaman Milletvekili
Salih Fırat’ın, Besni Adliyesi Asliye Hukuk Mahkemesine hakim atanıp
atanmayacağına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4507)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
48.- Osmaniye Milletvekili
Hasan Hüseyin Türkoğlu’nun, özürlü ve muhtaç aylıklarının ödenmesindeki
sorunlara ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4508) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
49.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal’ın, kamu kaynaklarının Bakanlık tarafından kullanımına ilişkin
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4509) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22/02/2012)
50.- Tokat Milletvekili
Reşat Doğru’nun, son beş yılda meydana gelen boşanma sayısına ilişkin Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4510) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
51.- İstanbul Milletvekili
Abdullah Levent Tüzel’in, bakıma muhtaç çocuklara ve çocuk yuvaları, yetiştirme
yurtları, sevgi evleri ve çocuk evlerine ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4511) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
52.- Bilecik Milletvekili
Bahattin Şeker’in, Bakanlığın yürüttüğü proje ve yatırımlara ilişkin Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4512) (Başkanlığa geliş
tarihi: 23/02/2012)
53.- İstanbul Milletvekili
Ayşe Eser Danışoğlu’nun, kadına karşı şiddet ve kadın cinayetleri ile ilgili
veri tabanı oluşturmaya yönelik çalışmalara ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4513) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
54.- Ankara Milletvekili
Bülent Kuşoğlu’nun, TSE’de idareciler arasında yaşandığı iddia edilen darp
hadisesine ilişkin Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4514) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
55.- Ankara Milletvekili
Bülent Kuşoğlu’nun, TSE’den görüş istenen bir konuda TSE’nin verdiği cevap
yazısına ilişkin Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4515) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
56.- Van Milletvekili Nazmi
Gür’ün, KOSGEB tarafından Van’daki esnafa verilecek olan kredilerin koşullarına
ilişkin Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanından yazılı soru önergesi (7/4516)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
57.- Yozgat Milletvekili
Sadir Durmaz’ın, basınçlı sulamada hibe desteğine ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4517) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
58.- Bilecik Milletvekili
Bahattin Şeker’in, Vakıflar Genel Müdürlüğünün Bilecik’te yürüttüğü proje ve
yatırımlara ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi
(7/4518) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
59.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, Anadolu Ajansı Haber Akademisi Ajans Haberciliği
Sertifika Programa ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru
önergesi (7/4519) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
60.- Ankara Milletvekili
Bülent Kuşoğlu’nun, İstanbul Sosyal Güvenlik İl Müdür Yardımcılıklarına yapılan
atamalara ve Antalya Sosyal Güvenlik Müdürü hakkındaki müfettiş raporuna
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/4520)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
61.- Ankara Milletvekili
Bülent Kuşoğlu’nun, üst düzey yönetici kadrolarında vekaleten görev yapan
sigorta müfettişleri ve denetmenlere ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4521) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
62.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, SGK’da banka promosyonlarının personele dağıtılmasına
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/4522)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
63.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, kamuda 4/C uygulamasının kaldırılmasına ilişkin Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/4523) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
64.- Tokat Milletvekili Reşat
Doğru’nun, 2010-2011 yıllarında Bağ-Kur ve SSK’lı çalışan sayısına ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/4524) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22/02/2012)
65.- Samsun Milletvekili
Ahmet İhsan Kalkavan’ın, il özel idareleri, belediyeler ve belediyelerin bağlı
kuruluşlarında çalışan geçici işçilere kadro verilmesine ilişkin Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/4525) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/02/2012)
66.- Kars Milletvekili
Mülkiye Birtane’nin, bir kişiye mobbing yapıldığı iddialarına ve mobbingin
önlenmesine yönelik çalışmalara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4526) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
67.- Hatay Milletvekili
Hasan Akgöl’ün, Bakanlık bünyesinde çalışan personel ile ilgili bir
açıklamasına ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4527) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
68.- Sakarya Milletvekili
Engin Özkoç’un, Sakarya Korucuk 3. Etap TOKİ evlerinin bazı sorunlarına ilişkin
Çevre ve Şehircilik Bakanından yazılı soru önergesi (7/4528) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21/02/2012)
69.- Ankara Milletvekili
İzzet Çetin’in, Bakanlıkta görevli işçilerin emekli edileceği iddialarına
ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanından yazılı soru önergesi (7/4529)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
70.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, Bursa-Orhaneli’deki bir köyde taş ocaklarının meydana
getirdiği çevre kirliliğine ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4530) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
71.- Antalya Milletvekili
Mehmet Günal’ın, Antalya-Kemer’deki Karaburun bölgesinin bir spor kulübüne
tahsisine ve bu bölgede dinlenme tesisi inşa edileceği iddialarına ilişkin
Orman ve Su İşleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4531) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/02/2012)
72.- Osmaniye Milletvekili
Hasan Hüseyin Türkoğlu’nun, TOKİ tarafından yapılan konut sayısına ve elde
edilen gelire ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4532) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
73.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, Bakanlık merkez teşkilatında çalışan taşeron
firma elemanlarına ve sorunlarına ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4533) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
74.- İstanbul Milletvekili
Sırrı Süreyya Önder’in, şehir merkezlerindeki askeri kışlaların şehir dışına
taşınmasına ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4534) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
75.- İstanbul Milletvekili
Aydın Ağan Ayaydın’ın, bir yabancı diplomatın karıştığı iddia edilen olaya
ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4535) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
76.- İstanbul Milletvekili
Umut Oran’ın, yeni Libya yönetimiyle olan ilişkilere ve ülkemizde bulunan
Libyalı mültecilere ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4536)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
77.- Adıyaman Milletvekili
Salih Fırat’ın, İzmir-Karaburun’un bazı köylerindeki rüzgar enerjisi üretme
projelerine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4537) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
78.- İstanbul Milletvekili
İhsan Barutçu’nun, Yunanistan’a doğal gaz verilmesine ilişkin Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4538) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/02/2012)
79.- Samsun Milletvekili
Cemalettin Şimşek’in, tarımsal sulama borçlarının yeniden yapılandırılmasına
ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4539)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
80.- Diyarbakır
Milletvekili Altan Tan’ın, Erzurum-Karayazı’daki bir köyün elektrik sorununa
ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4540)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
81.- Kahramanmaraş
Milletvekili Durdu Özbolat’ın, Afşin-Elbistan A Termik Santraline personel
almak için EÜAŞ’in yaptığı sınava ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4541) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
82.- Bursa Milletvekili
Turhan Tayan’ın, Uludağ Elektrik Dağıtım Anonim Şirketinin özelleştirme
şartnamesine riayetine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4542) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
83.- Bartın Milletvekili
Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, Bartın-Amasra’ya kurulacak olan termik santralle
ilgili bir açıklamasına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4543) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
84.- Hatay Milletvekili
Hasan Akgöl’ün, Ziraat Bankasının ve Tarım Kredi Kooperatiflerinin verdiği
yatırım kredilerine ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4544) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
85.- Hatay Milletvekili
Hasan Akgöl’ün, Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerinin verdiği zirai
kredilere ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4545) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
86.- Balıkesir Milletvekili
Ayşe Nedret Akova’nın, kanatlı hayvan üretimi ve yumurta sektörlerinin sorunlarına
ve dışa bağımlılığa ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4546) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
87.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, Bakanlıkta yüksek lisans ve doktora öğreniminin özür
grubu tayin sebebi sayılmamasına ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4547) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
88.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, bal üretimi ve satışlarının denetimine ve alınacak
önlemlere ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4548) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
89.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, çiftçilerin kredi kullanımına ve haciz
işlemlerine ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4549) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
90.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, Elbistan’da çiftçilere verilen destekleme
primlerinin geri alınacağı iddialarına ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4550) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
91.- Bilecik Milletvekili
Bahattin Şeker’in, Bilecik’teki proje ve yatırımlara ilişkin Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4551) (Başkanlığa geliş tarihi:
23/02/2012)
92.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, GDO’larla ilgili yönetmelikte yapılan değişikliğe ilişkin
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4552) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23/02/2012)
93.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, esnaf ve sanatkârların alışveriş merkezlerinden
kaynaklanan mağduriyetlerinin giderilmesine ilişkin Gümrük ve Ticaret
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4553) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
94.- İstanbul Milletvekili
Durmuşali Torlak’ın, kaçak sigara satışına ve alınacak önlemlere ilişkin Gümrük
ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/4554) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/02/2012)
95.- Artvin Milletvekili
Uğur Bayraktutan’ın, valiliklerin resmi internet sitelerinde Atatürk
resimlerinin kaldırıldığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4555) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
96.- Bursa Milletvekili
Kemal Ekinci’nin, ülkemize tedavi amaçlı gelen Libyalı askerlere ve mülteci
kamplarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4556)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
97.- Sivas Milletvekili
Malik Ecder Özdemir’in, Köylere Hizmet Götürme Birliklerinde çalışan geçici
işçi statüsündeki personelin özlük haklarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4557) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
98.- Kırklareli
Milletvekili Mehmet Siyam Kesimoğlu’nun, valiliklerin resmi internet
sitelerinde Atatürk resimlerinin ve ille ilgili sözlerinin kaldırıldığı iddialarına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4558) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21/02/2012)
99.- Balıkesir Milletvekili
Ayşe Nedret Akova’nın, Balıkesir’in Büyükşehir Belediyesi olup olmayacağına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4559) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21/02/2012)
100.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, Ordu-Aybastı’daki bazı yer adlarının değiştirilmesine
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4560) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
101.- İstanbul Milletvekili
Durmuşali Torlak’ın, kaçak sigara satışına ve kaçakçılıkla mücadeleye ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4561) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/02/2012)
102.- İstanbul Milletvekili
Durmuşali Torlak’ın, İstanbul’da ilk ve orta öğretim kurumları için ayrılan
arazilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4562) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22/02/2012)
103.- Yozgat Milletvekili
Sadir Durmaz’ın, Yerköy Adalet Meslek Yüksek Okulunun atık su tahliye sorununa
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4563) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
104.- Aydın Milletvekili
Metin Lütfi Baydar’ın, valiliklerin resmi internet sitelerinden Atatürk
resimlerinin kaldırıldığı iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4564) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
105.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, bazı illerde KÖYDES kapsamında yapılan
çalışmalara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4565)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
106.- İstanbul Milletvekili
Aydın Ağan Ayaydın’ın, bir yabancı diplomatın karıştığı iddia edilen bir olaya
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4566) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
107.- Kars Milletvekili
Mülkiye Birtane’nin, Kars merkez köylerinin su sorununa ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4567) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
108.- Diyarbakır
Milletvekili Altan Tan’ın, Hakkâri merkez içme suyu ve kanalizasyon ihalelerine
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4568) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
109.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, şehit ve gazi yakınlarının istihdamına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4569) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
110.- Kahramanmaraş
Milletvekili Durdu Özbolat’ın, Kahramanmaraş merkez ve ilçelerindeki yol açma
çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4570)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
111.- Ankara Milletvekili
Gökhan Günaydın’ın, bir tarihi yapının yıkılmasına ilişkin Kültür ve Turizm
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4571) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
112.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, Topkapı Sarayındaki Kutsal Emanetler bölümünde yaşandığı
iddia edilen bir olaya ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4572) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
113.- İstanbul Milletvekili
İhsan Özkes’in, Hacı Bektaşi Veli Türbesinin ücretsiz ziyaret edilip edilmeyeceğine
ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/4573) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22/02/2012)
114.- Ankara Milletvekili
Ayşe Gülsün Bilgehan’ın, sanatçıların Devlet tarafından yetiştirilmesi ile
ilgili yasal mevzuata ve uygulamasına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4574) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
115.- İstanbul Milletvekili
Durmuşali Torlak’ın, sigaradaki vergi oranlarının yüksek olmasına ve kaçak
sigara satışlarına karşı alınacak önlemlere ilişkin Maliye Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4575) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
116.- Manisa Milletvekili
Sümer Oral’ın, yeniden yapılandırılan vergi borçlarına ilişkin Maliye
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4576) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
117.- Aydın Milletvekili
Metin Lütfi Baydar’ın, Bakanlık bünyesinde çalışan iç denetçilere ilişkin
Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/4577) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/02/2012)
118.- İstanbul Milletvekili
Umut Oran’ın, akaryakıt fiyatlarındaki artışa ve TOKİ’den ihale alan firmalara
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/4578) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
119.- Ankara Milletvekili
Sinan Aydın Aygün’ün, vergi indirimlerinin maliyet-fayda analizine ilişkin
Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/4579) (Başkanlığa geliş tarihi:
23/02/2012)
120.- Kocaeli Milletvekili
Lütfü Türkkan’ın, AB müzakereleri kapsamında sınıf geçme notunun
yükseltilmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4580)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
121.- Eskişehir
Milletvekili Kazım Kurt’un, spor meslek liselerinde spor salonu olmadığı
iddialarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4581)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
122.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Bakanlıktaki şeflerin özlük haklarına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4582) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
123.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Okullar Hayat Bulsun Projesi ile ilgili
sorunlara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4583)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
124.- Batman Milletvekili
Ayla Akat Ata’nın, Erzurum’daki bir ilköğretim okulu müdürünün bir toplantıda
sarfettiği sözlere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4584) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
125.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, okullarda okutulacak yabancı dile ve
ilköğretimde Arapça öğretimine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4585) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
126.- Sinop Milletvekili
Engin Altay’ın, Eğitime %100 Destek Kampanyasına ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4586) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
127.- Sinop Milletvekili
Engin Altay’ın, eğitim fakülteleri ve öğretmenlerle ilgili bir açıklamasına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4587) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21/02/2012)
128.- Sinop Milletvekili
Engin Altay’ın, ilk ve ortaöğretimde ikili eğitim yapan okullara ve okul arsası
hükmünden çıkan arsa sayısına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4588) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
129.- Diyarbakır
Milletvekili Altan Tan’ın, ilk ve ortaöğretim tarih kitaplarındaki bazı
iddialara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4589)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
130.- Diyarbakır
Milletvekili Altan Tan’ın, Şeyh Said ile ilgili Devlet arşivlerindeki bilgilere
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4590) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
131.- Çanakkale
Milletvekili Ali Sarıbaş’ın, zorunlu eğitim konusunda yapılacak düzenlemeye
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4591) (Başkanlığa geliş
tarihi: 23/02/2012)
132.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, zorunlu eğitim konusunda yapılacak düzenlemeye
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4592) (Başkanlığa geliş
tarihi: 23/02/2012)
133.- Kocaeli Milletvekili
Lütfü Türkkan’ın, Türkiye Üsküp Büyükelçiliğinde Eğitim Müşavirliği açılmasına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4593) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
134.- Sinop Milletvekili
Engin Altay’ın, Okul-Aile Birliklerinin yönetimine ve gelirlerine ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4594) (Başkanlığa geliş tarihi:
21/02/2012)
135.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, hastanelerdeki kalite yönetim sistemi
uygulamasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4595)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
136.- Kocaeli Milletvekili
Lütfü Türkkan’ın, sağlık kurumlarında çalışan personelin sorunlarına ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4596) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/02/2012)
137.- Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcı’nın, tedavi edilmek amacıyla ülkemize gelen Libyalılara ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4597) (Başkanlığa geliş tarihi:
23/02/2012)
138.- Antalya Milletvekili
Arif Bulut’un, Antalya Kemer Devlet Hastanesinde meydana geldiği iddia edilen
bir olaya ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4598) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23/02/2012)
139.- Adana Milletvekili
Ali Demirçalı’nın, Türkiye’de tedavi edilen Libyalı askerlerle ilgili bazı
iddialara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4599) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23/02/2012)
140.- Tekirdağ Milletvekili
Faik Öztrak’ın, Tekirdağ Limanının kapatılmamasına yönelik tedbirlere ilişkin
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/4600)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/02/2012)
141.- Ankara Milletvekili
Aylin Nazlıaka’nın, Ankara-Beypazarı duble yoluna ilişkin Ulaştırma, Denizcilik
ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/4601) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21/02/2012)
142.- Antalya Milletvekili
Mehmet Günal’ın, ulusal siber güvenlik tatbikatına ve siber saldırı bakımından
risk taşıyan kamu kurumlarına ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4602) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
143.- Bursa Milletvekili
Sena Kaleli’nin, taşımacılık sektörünün ihtiyacı olan kamyon sayısına ve yetki
belgesi yönetmeliğine ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4603) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
144.- Diyarbakır
Milletvekili Altan Tan’ın, Diyarbakır’da yürütülen projelere ilişkin Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/4604) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22/02/2012)
145.- Muş Milletvekili
Demir Çelik’in, Erzincan-Tunceli-Bingöl-Muş hattına yapılacak hızlı tren
projesine ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4605) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
146.- Kocaeli Milletvekili
Lütfü Türkkan’ın, Genelkurmay internet sitesinden Anıtkabir istatistiklerinin
kaldırılmasına ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4606)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/02/2012)
147.- İstanbul Milletvekili
Umut Oran’ın, 2012 Avrupa Spor Başkenti kapsamında yapılan çalışmalara ilişkin
Gençlik ve Spor Bakanından yazılı soru önergesi (7/4607) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/02/2012)
148.- Ankara Milletvekili
Sinan Aydın Aygün’ün, ithalat ve ihracata ilişkin istatistiklerin kamuoyuna
açıklanmasına ilişkin Ekonomi Bakanından yazılı soru önergesi (7/4608)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23/02/2012)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır ve 21 Milletvekilinin, termik santrallerin çevreye verdikleri
zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi. (10/182) (Başkanlığa geliş tarihi:
20/10/2011)
2.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır ve 20 Milletvekilinin, kalsit üretiminde yaşanan sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi. (10/183) (Başkanlığa geliş tarihi:
20/10/2011)
3.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır ve 21 Milletvekilinin, çiftçilerin elektrik borçları ve aylık
fatura uygulamasından kaynaklanan sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi.
(10/184) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/10/2011)
7 Mart 2012 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.03
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Özlem Yemişçi (Tekirdağ), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 75’inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı
vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce 3
sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim, konuşma süreleri beşer
dakikadır. Hükûmet bu konuşmalara cevap verebilir, Hükûmetin cevap süresi yirmi
dakikadır.
Gündem dışı ilk söz,
Almanya’daki Neonazi cinayetleri hakkında söz isteyen, Kahramanmaraş
Milletvekili Sayın Nevzat Pakdil’e aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Pakdil.
III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil’in, Almanya’daki
Neonazi cinayetlerine ilişkin gündem dışı konuşması
NEVZAT PAKDİL
(Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sanayileşmenin kaçınılmaz
sonuçlarından biri olan göç hareketlerinden bir tanesi de uluslararası iş gücü
göçüdür. Ülkemizin de göç veren bir ülke olduğu düşünüldüğünde, yurt dışında
yaşayan vatandaşlarımızın olduğu, beraberinde bu vatandaşlarımızın çeşitli
problemler yaşadığı bilinmektedir. Özellikle Almanya’da yaşayan
vatandaşlarımıza karşı işlenen son Neonazi cinayetleri incelendiğinde, bu
problemlerin ne tür boyutlara ulaşabileceği farklı bir boyutuyla gözler önüne
serilmektedir. Öncelikle insan canına kastetmenin hiçbir ahlaki, dinî ya da
siyasi bir açıklaması olamayacağını belirtmek istiyorum.
AHMET YENİ (Samsun) – Sayın
Başkan, çok gürültü var.
BAŞKAN – Arkadaşlar, yoğun
bir gürültü var, biraz sakin ve sükûnet içinde dinleyelim.
NEVZAT PAKDİL (Devamla) –
“Neonazi seri cinayetleri” adıyla anılan, 2000-2006 tarihleri arasında 8
vatandaşımız öldürülmüştür. Nasyonal Sosyalist yeraltı örgütünün gerçekleştirdiği
bu cinayetlerle ilgili olarak terör örgütünün 3 üyesinden 2’sinin bir karavanda
intihar etmek suretiyle ölü olarak bulundukları, fakat intihar etmeden önce
örgüt üyelerinin polis telsizini dinledikleri, yakalanacaklarını anlamaları
üzerine örgütün diğer üyesi olan kadın teröriste delilleri yok etme talimatı
verdikleri, gözaltına alınan otuz altı yaşındaki teröristin ifadeleri sonucu
ortaya çıkmıştır.
Özellikle 2000 yılından bu
yana işlenen cinayetlerin faillerinin yakalanamaması, Alman yetkililerinin bu
konuya olan samimiyetsizlik ve ciddiyetsizliğini gözler önüne sermektedir ve
Almanya’da yaşayan Türklerin büyük bir bölümü de bu tür cinayetlerin devam
edeceği kanaatindedir. Bu cinayetlerle ilgili olarak, 21-24 Şubat 2012
tarihleri arasında, Almanya’daki Neonazi cinayetlerini yerinde inceleyip
vatandaşlarımıza destek olmak için, Sakarya Milletvekili, Komisyon Başkanı
Sayın Ayhan Sefer Üstün Bey’in Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İnsan Hakları Komisyonu olarak Almanya’da bir dizi ziyaretlerimiz ve
görüşmelerimiz oldu. Görüşmelerimizin ilk gününde Federal Parlamento Neonazi
Cinayetleri Araştırma Komisyonu, Federal Hükûmet İnsan Hakları Komiseri,
Hükûmet ile maktul aileleri arasında arabulucu olarak atanan ombudsman ile daha
sonra, ırkçı Neonazi teröründe hayatlarını kaybedenler için düzenlenen anma
töreni ve sonrasında Şansölye Sayın Merkel, Federal Parlamento Başkanı, Anayasa
Mahkemesi Başkanı ve bakanlarla görüşmelerimiz oldu. Bu cinayetlerde
hayatlarını kaybeden vatandaşlarımızın aileleri onuruna Türk Evinde bir yemek
düzenlendi ve bu yemekte Cumhurbaşkanı Adayı Sayın Gauck bir konuşma yaptı. Bu
toplantıda, ayrıca maktul aileleri ile tek tek görüşüldü. Bu görüşmelerde,
cinayetlerin işlendiği yerlere intikal eden Alman güvenlik güçlerinin
vatandaşlarımıza suçlu gibi davrandıkları, cinayet sonrasında hiçbir gerekçe
göstermeksizin kendilerinin on-on iki saat gözaltında tutuldukları beyan
edildi. Bu görüşmelere ek olarak, Türk toplumu temsilcileriyle Sayın
Büyükelçinin konutunda bir görüşme gerçekleştirildi. Sayın Başbakanımızın
Türkiye’den Avrupa’ya göçün 50’nci yılı vesilesiyle düzenlenen etkinliklerde
dile getirdiği gibi, artık, yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarımızın
sahipsiz olmadıklarını, kendi vatandaşlarımızın hak ve hukuklarını her yerde
sonuna kadar savunacağını belirterek vatandaşlarımızın da, özellikle üçüncü ve
dördüncü nesil olarak nitelendireceğimiz gençlerimizin, kendi inanç, dil ve
kültürel değerlerinden vazgeçmemelerini, asimilasyona karşı tedbirli olmalarını
vurgulamışlardır. Sayın Başbakanımız açıklamalarının devamında “Elli yıl önce
misafir işçi olarak gelen, bugün üçüncü ve dördüncü nesille Almanya’nın sosyal
dokusunda tartışmasız yer edinen Türklerin fırsat eşitliğinden, eşit katılımdan
ve birlikte yaşama imkânlarından ne kadar istifade ettiğini sormak ve
sorgulamak bizim hakkımızdır.” diyerek 11 Eylül saldırılarından sonraki dönemde
genelde Müslümanlara ve özelde Almanya’da yaşayan vatandaşlarımıza birer tehdit
unsuruymuşlar gibi bakılmalarının ne denli yanlış olduğunu bir kez daha dünya
kamuoyuna açıklamışlardır.
Hükûmet olarak yurt dışında
yaşayan vatandaşlarımızın gerek kendi işlerinde ve gerekse farklı kültür ve
gruplar ile uyum içinde yaşamaları gerektiği, ayrıca Türkiyeli göçmen
vatandaşlarımızın, Anayasamız’da da belirtildiği gibi, gereken tüm devlet
desteğinin sağlanması ve ana vatanla koordinasyon içinde olmaları hasebiyle
Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı kurulmuş, yurt
dışında unutulmuş vatandaşlarımızı kucaklayıcı ve vatanlarıyla bütünleştirici
politikalar geliştirilmeye gayret gösterilmiştir.
Bu cinayetlerle ilgili
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükûmet olarak konunun sonuna kadar takipçisi
olacağımızı, bilerek ve tasarlanarak işlenen…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
NEVZAT PAKDİL (Devamla) –
…bu cinayetlerin faillerinin yakalanması ve yargı önüne çıkarılmaları yönündeki
hassasiyetlerimizi Alman yetkililerine anlattık. Türk milleti adına bu işin her
kademesinde konunun takipçisi olacağımızı açıkça belirtmek istiyorum. Kaldı ki
bu cinayetlerin faillerinin yakalanmaması veya yakalanamaması Alman güvenlik
güçlerinin ve Alman yargısının çok ağır bir kusuru ve ayıbıdır.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
NEVZAT PAKDİL (Devamla) –
Ümit ediyoruz ki bu cinayetlerin failleri yakalanacak ve yargı önüne
çıkarılacaktır.
Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan, bir gün siz de o kürsüye geçebilirsiniz, unutmayın!
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Başkan, hem eski Meclis Başkan Vekili hem Kahramanmaraş Milletvekili,
davet ediyorum, iki dakika daha verin Sayın Başkanım. Hiç mi ayrıcalık yok?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan Vekiline bir dakika tolerans gösterebilirdiniz efendim.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Bizim hakkımızdan alıp verseydiniz Sayın Başkana.
BAŞKAN – Bir dahaki sefere
dinleriz efendim.
Gündem dışı ikinci söz,
Niğde’nin sorunları hakkında söz isteyen Niğde Milletvekili Sayın Doğan Şafak’a
aittir.
Buyurun Sayın Şafak. (CHP
sıralarından alkışlar)
2.- Niğde Milletvekili Doğan Şafak’ın, Niğde ilinin sorunlarına
ilişkin gündem dışı konuşması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı
DOĞAN ŞAFAK (Niğde) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Niğde ilimizin sorunları hakkında şahsım adına
gündem dışı söz almış bulunmaktayım.
Değerli milletvekilleri,
Niğde’nin yıllardır sorunları çözüm beklemektedir. 1996 yılında Niğde’nin Emen
Ovası’nda yapımına başlanmış olan stol tipi havaalanı on altı yıldır bir türlü
bitirilememiştir. Şu anda havaalanının inşaat tabelası ve tel örgüleri
sökülmüş, arazi hayvanların otlak yeri hâline gelmiş, tamamlanmayan havaalanı
ihmal alanına dönüşmüştür.
Ecevit Hükûmeti döneminde
tüneliyle birlikte büyük bölümü tamamlanan Pozantı-Niğde-Ankara otoban yolu
çalışmaları bu Hükûmet döneminde kağnı gibi ilerlemektedir.
Niğde’nin Tepeköy-Çiftlik
yolunun tamamlanmasını Çiftlik halkı yıllardır beklemektedir.
Ayrıca, Pozantı-Çamardı
yolu da bir an önce tamamlanmalıdır.
Niğde Üniversitesinde
13.913 öğrenci eğitim ve öğretim görmektedir. Maalesef, 1.500 öğrenci yurt
bulamadığından dolayı kayıtlarını dondurmuş veya kayıt yaptıramamıştır.
İlimizde sadece 4 bin yatak kapasiteli yurt bulunmaktadır. Öğrencilerin büyük
bir bölümü barınma sorunuyla karşı karşıyadır.
1999 yılında, ilimizde
bulunan gümrük müdürlüğü kapatılmıştır. Bu müdürlüğün kapatılması ihracatçıları
hem maddi hem de manevi yönden büyük zarara uğratmıştır. Madencilik sektöründe
ve tarım alanında gelişmeye açık olan ilimizde gümrük müdürlüğünün tekrar
açılması gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri,
Niğde-Bor Şeker Fabrikası satılmak üzeredir. Burada çalışan işçi ve memur
sayısı 583’tür. Üretilen şeker 49.550 ton, işlenen şeker pancarı 410 bin
tondur. Ortalama 4.500 civarında şeker pancarı çiftçisi şeker fabrikasına ürün
satarak geçimini sağlamaktadır. Bunun dışında 1.500 civarında nakliyecimiz yine
şeker pancarının nakliyesini yaparak bu sektörden geçimini sağlamaktadır.
2,5 trilyon kâr eden
fabrikanın özelleştirilmesi durumunda bölge ekonomisine verdiği bu katma değer
kaybolacaktır. Tarımda ağır sorunları olan ilimizde nüfus işsizlik nedeniyle
388 binden 325 bine düşmüştür. Türkiye’de 4,5 milyon ton patatesin, patates
üretiminin yüzde 20’si Niğde’de gerçekleşmektedir; buna rağmen patates
üreticisi açlıkla karşı karşıyadır. Elektrik borçlarından dolayı icra
vatandaşların kapısına dayanmıştır. MEDAŞ avukatları tarafından jandarma
eşliğinde haciz yapılmakta ve yüzlerce insan borcunu ödeyemediğinden dolayı
Niğde Kapalı Cezaevine, toplama kampına getirilmektedir.
Patatesin maliyeti 60
kuruştur, şu anda 300 kuruşa alıcı yoktur. 800 bin tonluk patates ürününün 200
bin tonu donmuş, Hükûmet çiftçiye ödemesi gereken afet paralarını ödememiştir.
Bunun dışında sadece Niğde’de, Niğde ilinde geriye kalan 600 bin tonluk patatesin
büyük bir bölümü de satılmadığı için şu anda ambarlarda çürümeye terk edilmiş
durumdadır; bu da yaklaşık olarak 360 trilyona yakın bir ekonomik kayıptır. Bu
durum da Niğde esnafını zor duruma sokmaktadır. Nevşehir, Aksaray ve Konya’da
da durum aynıdır. AKP Hükûmeti ise bu gerçekleri görmezden gelmektedir.
Trilyonlarca hayvancılık kredisi iktidar yandaşları tarafından yağmalanmıştır,
hayvancılık kredileri doğru adrese ulaşmamıştır. Hayvancılığı meslek edinen
çiftçimiz yerine bu krediler AKP’nin il genel ve belediye meclis üyelerine
verilmiştir.
Niğde ile Bor ilçesi
arasında yer alan, uluslararası öneme sahip sulak alan ilan edilen ve tarımsal
sulamada kullanılan Akkaya Barajı kirlilik sebebiyle insan sağlığını önemli
derecede tehdit etmektedir. İlimize bağlı İçmeli beldesine 1992 yılında
kadastro girmesi ve yanlış işlem yapılması sonucu vatandaşlarımızın
arazilerinin yüzde 85’e yakını hazine adına tescil edilmiştir. Bu nedenle köylü
tarlasına kaçak girip çıkmaktadır. Çamardı ilçesi Bademdere Bulanık Göleti ve
on yıldır bir türlü bitmeyen Ulukışla Porsuk Göleti Hükûmetten ilgi
beklemektedir.
Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şafak.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Cevap mı vermek
istiyorsunuz?
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Evet.
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; ben
de Niğde Milletvekili Sayın Doğan Şafak’ın gündem dışı konuşmasına cevap vermek
üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evvela, Niğde ile alakalı
yatırımlardan kısaca bahsedeyim müsaadenizle. Yani Niğde, Hükûmetimiz döneminde
gerçekten bütün büyük yatırımlara imza atmıştır. Esasen bunlardan birkaçını
söyleyeyim.
Evvela, Niğde’de sulama çok
önemli bizce. Hükûmetimiz döneminde tam 14 bin, geçen yıl sonuna kadar 14.900
dekar araziyi tarıma kavuşturduk. Ayrıca çok sayıda dere ıslahı yaptık. Bunun
dışında, Bor ve Niğde’de pek çok sulama göletleri tamamlandı. Ayrıca, Niğde’de
içme suyunda problem vardı, arsenik problemi. Bakanlığımız bu arsenik
problemini tamamen çözmek için oraya çok ileri bir içme suyu arıtma tesisi
kurdu. Bu, geçtiğimiz yılda işletmeye alındı. Yani Hıdırlık Kırüstü deposuna 65
litre/saniye kapasitede su arıtacak, Niğde’ye tertemiz su verecek bir tesis
inşa edildi ve Niğde’mizin hizmetine sunuldu. Ayrıca, Bor Bostanlı Göleti ve
sulamasını tamamen açtık, 3.060 dekar arazi sulanıyor. Uluağaç Göleti
sulamasını biz tamamladık, 5.940 dekar arazi sulanıyor. Altunhisar Göleti
rezerv alanının yenilenmesi, 2.740 dekar alanın sulama şebekesini yeniledik.
Yeşilburç Barajı ve derivasyon tesisleri inşaatı devam ediyor. Şu anda, Sayın
Vekilim, yüzde 50 bir gerçekleşme var, onu inşallah kısa zamanda bitireceğiz,
bizzat ben de kendim el atıyorum. Niğde bahçeleri sulaması ve yenilenmesi
inşaatı devam ediyor. Bunu da 4.500 dekar yeni su tesisi, ayrıca 4.800 dekar da
yenilemeyle bu da hızla tamamlanacak.
Sizin bahsettiğiniz
göletlerden de bahsetmek istiyorum. Altunhisar Göleti derivasyon kanalı yapımı,
bunu inşallah yapacağız. Çiftlik Azatlı Göleti sulaması, 2.200 dekar arazi
sulanacak, bu yıl ihalesini yapıyoruz. Ulukışla Darboğaz Göleti ve sulaması,
bunun yüzde 90’ı bitti, 1.960 dekar, bunun bu sene tamamını bitireceğiz Sayın
Vekilim.
Taşkın korumayla ilgili 3
tane dere ıslahı talep edildi bizden. Merkez Azatlı kasabası, Güllüce Göğüs
Deresi, Çamardı Eyneli köyü dere ıslahı ve Merkezde Gümüşler kasabası dere
ıslahlarına da başladık, bu sene bitiririz.
Ayrıca, 9 tane gölet ve
sulamasını da planlamaya aldık. Bunlardan inşaatı devam eden, Ulukışla’da
Darboğaz Göleti sulaması. Bunun dışında, planlaması ve projesi yapılan
göletlerin isimlerin vereceğim: Niğde’de Çiftlik Azatlı Göleti sulaması,
Merkezde Hançerli Göleti ve sulaması, Ulukışla Handeresi Göleti sulaması,
Çamardı Ören Göleti sulaması, Bor’da Kılavuz Göleti sulaması, Çiftlik’te
Kayırlı Göleti sulaması, Çamardı Bademdere Göleti ve sulaması, Merkez
Hacıabdullah Göleti ve sulaması. Bunların da planlama ve projeleri hızlanıyor,
parası hazır, projeleri bittiği zaman onların da inşaatına devam edeceğiz, onu
ifade edeyim.
Tabii, Niğde’de
taşkınlardan korumak için ağaçlandırmada Sayın Vekilim, çok büyük adım attık. Niğde
orman açısından oldukça fakir yani ancak yüzde 8’i ormanlık alan. Bunu artırmak
için biz, 2003-2011 yılları arasında -bakın, tam rakamı veriyorum- 315.280
dekar arazide çalışma yaparak 27 milyon adet fidanı toprakla buluşturduk.
Ayrıca, 2008-2012 yılları arasında da 121.500 dekar arazide çalışma yapılması
planlandı. 2 tane orman içi dinlenme tesisi kuruldu. Ayrıca, ORKÖY Genel
Müdürlüğümüz destek veriyordu, şimdi Orman Genel Müdürlüğü destek verecek.
Bunun dışında, Meteoroloji
Genel Müdürlüğümüz, oraya 2 tane otomatik meteoroloji gözlem istasyonu kurdu,
Niğde ve Ulukışla. Bir de Çamardı’dan talep ettiler, onun da bu sene kurulması
talimatını verdim.
Ayrıca, biliyorsunuz,
geçmişte Çevre Orman Bakanlığı döneminde gerek katı atık gerekse atık su arıtma
tesisi için Niğde’deki belediyelere -merkezde katı atık bertaraf tesisi olmak
üzere- gerçekten büyük destek verildi; onun yerinin seçimi, katı atık projesinin
hazırlanması, maddi açıdan desteklenmesi konusunda. Geçen yılın sonuna kadar
Çevre Orman Bakanlığı 6 milyon 395 bin 583 TL Niğde’mize hibe olarak tamamen
çevre desteği göndermiş. Ayrıca, Bor, Edikli, Sazlıca ve Niğde’deki Düzenli
Katı Atık Depo İşletme Birliğine de özel katı atık bertaraf tesisleri taşıma
araçları göndermiş.
Tabii, sadece biz yatırım
yapmıyoruz, aynı zamanda -Sayın Sağlık Bakanımız burada, kendileri
söyleyeceklerdir- 38 milyon TL’lik yatırım yapılmış. Bor Fizik Tedavi ve
Rehabilitasyon Merkezi, merkezde çocuk hastanesi, Çamardı Entegre İlçe
Hastanesi, 9 adet sağlık ocağı ve 1 adet sağlıkevi Niğde’de hizmete alındı.
Millî Eğitim Bakanlığı 766
yeni dersliği tamamladı ve okullara 4.375 adet bilgisayarı gönderdi. Bunun
dışında, şartlı nakit transferinden yaklaşık 8 milyon TL oradaki çocuklarımıza,
okuması için destek parası gönderdi.
Bunun dışında, Ulaştırma
Bakanlığımız -bakın, siz bahsettiniz- Niğde’de destan yazdı, hiçbir dönemde
görülmemiş yatırımlar yaptı. Bakın, rakamı veriyorum. Geçen seneki rakam yok,
2009 yılı sonuna kadar Ulaştırma Bakanlığının Niğde ili için harcadığı parayı
söylüyorum: 1 milyar 89 milyon 358 bin 968 TL. Yani şimdi, bu seneyle birlikte,
tahmin ediyorum 1,3 milyar TL’yi yani 1,3 katrilyonu aşmış olacak. 173 kilometre
bölünmüş yol yapıldı, 173; geçen yıl sonuna kadar. Ayrıca, çok sayıda asfalt
onarımı vesaire yapıldı.
TOKİ keza Niğde’de destan
yazıyor. 2.560 tane konut inşa ediliyor, yüzde 90’ı bitti.
Tarım sektöründen
bahsettiniz. Tarım sektöründe de 155 milyon TL geçen yıl sonuna kadar bir
destek var. Geçen yılki rakamlar bende yok şu anda. Bakın, 8 bitkisel ürün işleme
ve paketleme tesisi, 4 hayvansal ürün işleme-paketleme tesisi, 9 tarımsal ürün
depolama projesi uygulanmış, 1 adet sulama sistemi ekipman, 12 adet balya ve
silaj makinesi, 2 adet soğuk taşıma aracı alımı gerçekleştirilmiştir.
Şimdi, siz diyorsunuz ki “Ya,
falanca filancaya verildi.” Efendim, özellikle bu hayvancılık kredileri herkese
açık, şartları sağlayan herkese. Biz onların kimliğine bakmıyoruz. Yani bunu
özellikle lütfen “Falanca aldı, filanca aldı.” diye böyle bir iddiada bulunmak
fevkalade yanlış olur.
Köylere hizmet götürme
adına Niğde’mize 35 milyon TL’den fazla destek verildi. Biliyorsunuz, neredeyse
içme suyu olmayan köy kalmadı, BELDES kapsamında destek verildi.
Şimdi, patatese gelince…
Şimdi, benim memleketimde de çok patates ekiliyor -Niğde, Nevşehir,
Afyonkarahisar- ama geçen sene, biliyorsunuz, aynı problemle 2011 yılında da
karşılaştık ama biz o zaman işte gerek Niğde, Afyonkarahisar, Nevşehir’deki
bütün patates üreticilerini, hatta ticaret odalarını Ankara’da topladık nasıl
bir çözüm bulacağız diye. Hakikaten geçen sene başlangıçta 11 kuruşken,
sonradan hatırlarsanız patates neredeyse 1 liraya kadar çıktı ama bu sene
-tabii geçen sene para ettiği için- haddinden fazla eken oldu. Bir de maalesef
kış şartlarıyla bazı patatesler de dondu. Tabii, bunlarla ilgili, biliyorsunuz
sigorta sistemi işliyor, ayrıca gerekli destekler de verilecektir. Ben de zaten
patates meselesini yakından takip ediyorum.
Bunun dışında, bu Akkaya
Barajı’yla ilgili de arkadaşlara talimat verdik yani Akkaya Barajı’nda
hakikaten kirlenme var. Bunu ben de kabul ediyorum. Hatta Niğde
milletvekillerimiz de burada, bugün de benden randevu istediler, siz de
buyurun, Akkaya Barajı’ndaki bu problemi -yeni oluşan bir şey değil, yılların
problemi- birlikte, neyse hep beraber yapalım. Bunu da yapmak için, hatta ben
dün akşam buraya geleceğim için dedim ki benim Müsteşarıma, Akkaya Barajı’yla
ilgili sorumluluğu biz üstlenelim, her ne kadar pek çok bakanlığı
ilgilendiriyorsa da bir kısmı Çevre ve Şehircilik Bakanlığında ama neticede biz
Niğde’nin bu Akkaya meselesini, problemini çözelim dedim. Sizlerin de
tavsiyeleri varsa bu konuda memnuniyetle bunu yapmamız gerekir diye
düşünüyorum, memnun oluruz. Ayrıca kadastroyla ilgili problemleri gerek
İçmeli’de gerek de Çamardı’da ormanla ilgiliyse lütfen bize verin, ben onlara
bakayım ama tapu kadastroyla ilgiliyse onu da hangi ada, hangi pafta ise onları
vermediniz, onları verdiğiniz zaman birlikte çözebilirsek çözeceğiz inşallah,
bir kanuni mani yoksa onu da çözeriz.
Ben hepinize saygılar
sunuyorum. Ayrıca Sayın Milletvekilimiz Doğan Şafak’a da böyle bir açıklama
imkânını verdiği için bana, ayrıca teşekkür ediyorum. Ayrıca Niğde
milletvekillerimiz de burada, onlar da Niğde’yle ilgili her şeyi her gün takip
ediyor neredeyse, sadece burada takip etmekle kalmıyor, e-posta mesajıyla bana
neredeyse her gün mesaj gönderiyorlar ama biz de Niğde için ne yaparsak
gerçekten her şey yakışır.
Ben bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlıyorum efendim.
Sağ olun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Bakan.
Gündem dışı üçüncü söz,
Sağlık Bakanlığında göreve başlatılan uzman erbaşların durumu hakkında söz
isteyen Isparta Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz’a aittir.
Buyurun Sayın Korkmaz. (MHP
sıralarından alkışlar)
3.- Isparta Milletvekili S. Nevzat Korkmaz’ın, Sağlık Bakanlığında
göreve başlatılan uzman erbaşların durumuna ilişkin gündem dışı konuşması ve
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir hukuk garabetine parmak basmak ve
Meclisimizi bilgilendirmek üzere söz aldım, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Türk Silahlı Kuvvetlerinde
uzman erbaş olarak görev yapıyorken çoluk çocuklarının geleceği kaygısıyla bu
görevinden ayrılıp onların nafakalarını temin etmek maksadıyla diğer kamu
kurumlarında görev yapan arkadaşlarımız bugünkü konuşmamın konusu.
6000 sayılı Kanun çıkardı
23’üncü Dönem Meclisi, buna istinaden istifa etmiş binlerce uzman erbaş kamu
kurumlarına dilekçeler vererek görev almak istediklerini ilettiler, Sağlık
Bakanlığı da bu kurumlardan biriydi. Sağlık Bakanlığınca uzman erbaşlar için
ayrılan 100 kişilik kontenjan için ikinci dönem açıktan atama kurasına bu arkadaşlar
müracaatlarını yaptılar. Müracaatları internet üzerinden, kura çekimleri de
noter huzurunda yapıldı. Herkes “Allah devletimize, milletimize zeval vermesin,
bizleri sahipsiz bırakmadı.” derken Devlet Personel Başkanlığı bu atamaya karşı
çıktı. Atanan toplam 243 kişi içinden uzman erbaş kontenjanına müracaatta
bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları seçilerek bir kenara ayrıldı,
diğerleri görevlerine başlatıldı. Bu anlattıklarımın doğruluğunu Sağlık
Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünün resmî sitesinden de teyit edersiniz
değerli arkadaşlar.
Sonra ne oldu? Âdeta üvey
evlat gibi kenara ayrılan 80 uzman erbaş idare mahkemesine haklarını aramak
üzere dava açtılar. İşte, hukuk garabeti ve AKP’nin ülkeyi nasıl bir
haksızlıklar yurdu hâline getirdiği bir kez daha bu tarihten sonra görüldü.
Önce mahkeme başvuruları haklı buldu ve arkadaşlar on ay önce görevlerine
mahkeme kararları ile başladılar.
Devlet Personel Başkanlığı
davayı Danıştaya, temyize götürdü. Danıştay 12. Dairesinin ilk kararı da bu
arkadaşları haklı bulan bir karardı. Bunun üzerine oluşan iyimser hava ile kimi
arkadaşlar evlendiler, evli olanlar ödeyebilecekleri inancı ile bankalardan
kredi çekerek ev aldılar, araba aldılar, borçlandılar. Ancak sanki ilk davayı
sonuçlandırırken hukuku bilmiyorlarmış da sonradan öğrenmişler gibi, sadece,
evet sadece kırk gün sonra ne olduysa Danıştay 12. Dairesi kararını değiştirdi
ve kendisine gelen son dört dosyayı bu arkadaşların aleyhine karar vermeye
başladı.
Değişen ne olmuştu, mevzuat
mı değişmişti? Hayır. İstihdam şartları mı değişmişti? Hayır. Hatta yargıçlar
bile değişmemişti, sadece davaya bakan hâkimlerin görüşleri değişmişti. Nasıl
oldu, nasıl bitti, gözlerine görünenler mi oldu bilinmez, sadece kırk gün sonra
aleyhe çıkan kararlar üzerine bu arkadaşlara, işten çıkarıldıkları ve aldıkları
maaşları geri ödemeleri gerektiği bildirildi. Aslında verilen karar yürütmenin
durdurulması kararıydı yani bildiğiniz üzere ara karar niteliğinde. İdare sanki
bir yerlerden talimat almış, zehrini kusuyormuşçasına işten çıkartmalar
başladı.
Bu insanlar için yarın
karanlık, ne yapacaklarını bilmiyorlar. İşsiz güçsüz, parasız pulsuz, bu
soğukta esas kararı bekliyorlar. Hani derler ya “Hükûmetin vatandaşına yaptığı
eziyeti gâvur olsa yapmaz.” diye. Böyle bir zulüm olur mu? Bunun adına adalet
denir mi?
Değerli milletvekilleri,
ülkemizde kırk günde doğru değişiyor, hâkimler görüş değiştiriyor, sizce bir
yerlerde bir sakatlık yok mu, yoksa hukukun üstünlüğünden anladığınız bu muydu?
Devlet Personel Başkanlığı
mahkemeye 6000 sayılı Kanun’u gerekçe göstererek itiraz ediyor, diğer taraftan
da bu arkadaşlara “Siz 6000 sayılı Kanun’a tabi değilsiniz.” diye yazı veriyor.
Bu yazıların hepsi bende mevcut arkadaşlar. Diyorsunuz ki: “Mevzubahis olan
80-100 kişi.” Arkadaşlar, hukukun bu kadar pespaye edilmesine seyirci mi
kalacağız? Öte yandan sizler değil misiniz “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.”
diyen. Kaldı ki buna benzer binlerce adaletsiz uygulama ve hukuk garabeti var
on yıldır yönettiğiniz ülkemizde.
Bu somut meselenin çözümü
için Hükûmetin, kurumları arasındaki bu çekişmeyi gidermesi gerekiyor. Devlet
Personel Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Danıştay arasında sıkışıp kalan ve ne
yapacağını bilemez hâlde Meclisten çıkış yolu arayan insanlar… Gelin, Hükûmetinizin
çare makamı olduğunu gösterin, partinizin adaletle ilgisinin bir isim
benzerliği olmadığını gösterin. Devlet Personel Başkanlığı ve Sağlık Bakanlığı
karşılıklı olarak davalarını geri çeksin, bu arkadaşlar ister eski kurumlarında
ister yeni kurumlarında göreve başlatılsın. Aksi takdirde, bir insanın
ağlamasının millî vicdanları da gözyaşına boğacağının ve bunun hem Allah
nezdinde hem de vicdanlarda sorumluluğunun Hükûmetinize ait olacağının
bilinmesini istiyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Korkmaz.
Sayın Bakanım, buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Erzurum) – Sayın Başkan, değerli Meclisimizin değerli üyeleri; bu uzman
çavuşların istifa sonrası yeniden atanmaları hakkında benden hemen önce yapılan
konuşmaya cevap vermek üzere huzurunuzdayım.
Aslında Milletvekilimiz
buraya çıktığı zaman, konuşma yapmak üzere Meclis Başkanımıza müracaat etmeyi
çok da düşünmemiştim çünkü önemli bir meseleye işaret edecek, biz de bu
meseleyi değerlendireceğiz diye düşünmüştüm. Şu sebeple söz aldım: Gerçekten,
Değerli Milletvekilimizin hassasiyetine, yani kendi gönül hassasiyeti sebebiyle
gündeme getirdiğine inandığım bu konuda, aslında bence, bu kürsüden sarf
edilmemesi gereken sözleri Değerli Milletvekilimiz sarf etti. Bunlar biraz
incitici oldu.
Şimdi, “İdare bir yerlerden
talimat almış, zehrini kusuyormuşçasına...” ifadesi, Değerli Milletvekilim, çok
yakışık almıyor.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Devlet Personel Başkanlığını kastetmiştim, sizi değil.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) – Devlet Personel de olsa Hükûmetin talimatı altındaki Devlet
Personel ya da “Hükûmetin vatandaşına yaptığı eziyeti gâvur olsa vatandaşına
yapmaz.” falan... Bunlar, gerçekten bu Meclisin mehabetine yakışmayan ifadeler.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Efendim, siz çözün bu meseleyi.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) – Şimdi, şunu ifade etmek istiyorum değerli milletvekilleri: Konu,
belli ki aslında çözülmesi arzulanan bir konu ve bir hukuki problem hâline
gelmiş. Sonuçta biz de zaman zaman hukukun uygulamalarından şikâyet ettik,
ediyoruz, Değerli Milletvekilimizin de bu uygulamadan şikâyet etmesi çok tabii
olabilir. Bir karar verilmiş, önce başka bir karar verilmiş, sonra başka bir
karar verilmiş. Bu şikâyeti yapalım ama bu şikâyeti yaparken... Hatta “Buna
başka bir çözüm bulalım.” önerisini de çok saygıyla karşılıyorum, bunu da ifade
etmek isterim.
Nitekim Devlet Personelle
ben görüşerek, Devlet Personelden sorumlu Bakanımızla görüşerek konuya bir
çözüm bulabilir miyiz, nasıl bir çözüm bulabiliriz, bu konuşmadan sonra
üzerinde çalışacağım; Değerli Milletvekilimiz bundan emin olabilir. Ama hukukun
verdiği kararlara hepimizin uymak zorunda olduğu açık; beğenmeyebiliriz,
istemeyebiliriz, sonra da onlara uyuyoruz. Özellikle idare mahkemelerinin ya da
Danıştayın verdiği kararlara, biliyorsunuz, bir ay içerisinde idarenin uyması
gerekir.
Şimdi, bunu, bu ifadelerle,
bu cümlelerle tarif etmek gerçekten biraz incitici oluyor. Sadece bunu...
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Efendim, ara kararı, yürütmenin durdurulması kararı; esas karar değil.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) – Şimdi, Değerli Milletvekilim oradan uyarıda bulununca belki
vatandaşlarımız onun sesini işitmiyorlar ama ben işitiyorum, cevap veriyorum.
Şimdi vatandaşlarımız da neye cevap verdiğimi bilsinler.
Yürütmeyi durdurma kararına
da uymak zorundasınız, bu çok bilinen bir şey.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Çok örnekleri var efendim, inanın çok örnekleri var.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) – Yok, hiçbir örneği yok. Yürütmeyi durdurma kararına idare uymazsa
bu yürütmeyi durdurma kararına uymadığı için idare hakkında bu sefer soruşturma
açılıyor, idare hakkında kararlar veriliyor. Bizim birçok bürokratımız, bir gün
geçirdiği için yürütmeyi durdurma kararının uygulamasını, ceza aldılar, başka
yürüyen birtakım davalar var bir gün gecikmiş diye.
Dolayısıyla yargının
verdiği kararlara uymak zorundayız. Yargının verdiği kararlara uyduk diye
“zehri kusmak” ya da “gâvur eziyeti yapmak” gibi bunu bence ifade etmemek
lazım. Ama Değerli Milletvekilimizin bu uyarısı için ben kendisine teşekkür
ediyorum. Meselenin başka bir çözümü olabilir mi, bunu Devlet Personelden
sorumlu Değerli Bakan Arkadaşımla çalışacağım, bir çözüm arayacağım. Tekrar
Milletvekilimize teşekkür ediyorum.
Yüce Meclisinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Bakan.
İki arkadaşımız sisteme
girmiş, sırasıyla söz vereceğim.
Sayın Özkes…
IV.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul Milletvekili İhsan Özkes’in, TBMM Başkan Vekili
Mehmet Sağlam’ın Genel Kuruldaki uygulamalarına ilişkin açıklaması
İHSAN ÖZKES (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bin dört yüz yıl önce Sevgili Peygamberimiz
Hazreti Muhammed bile eleştirilebiliyordu. Ama bugünün muhteremlerinin hiçbir
eleştiriye tahammülü yoktur. Sayın Sağlam dün beni konuşturmadı. Sayın Sağlam
sadece AKP’lilere sağlam duruyor, muhalefete ise sağlam davranmıyor. Sayın
Sağlam Genel Kurulu AKP’lilerin telkinleriyle yönetiyor. Türkiye Büyük Millet
Meclisi AKP’nin çiftliği değildir. Yüce Mecliste “Egemenlik kayıtsız şartsız
milletindir.” yazıyor. AKP’lilerin baskısıyla beni konuşturmayan Sayın Sağlam’ı
kınıyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Özkes.
Dün, karşılıklı, Sayın
Bakanla görüşmeleriniz oldu. Zabıtları getirttim. Size de izah ettim. O
zabıtlarda sizin sözleriniz ve Sayın Bakanının sözleri arasında keskinlik
bakımından siz galiptiniz. O kanaate vardığım için size söz vermedim ve ilgili
maddeye göre de buna yetkim var.
Teşekkür ediyorum.
Şimdi, Sayın Öğüt…
İHSAN ÖZKES (İstanbul) –
Sayın Başkan, kendiniz konuşuyorsunuz, kendiniz duyuyorsunuz, ondan sonra söz
hakkı vermiyorsunuz.
BAŞKAN – Ama tek taraflı
itham ederseniz tabii ki cevabınızı alacaksınız.
İHSAN ÖZKES (İstanbul) –
Konuşturmuyorsunuz.
BAŞKAN - Yalnız, sizin
kadar benim de bana söylediğiniz sözlere cevap hakkım var. Ben, bu Meclisi
tarafsız yönetiyorum ve böyle iddia ediyorum.
İHSAN ÖZKES (İstanbul) –
Taraflı yönetiyorsunuz efendim. Taraflı yönetiyorsunuz.
BAŞKAN - İlgili maddeyi de
size hatırlattım. Başka yapacağım bir şey yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Lütfen yerinize oturun.
İHSAN ÖZKES (İstanbul) –
Taraflı yönetiyorsunuz.
BAŞKAN - Sayın Öğüt, şimdi
size söz veriyorum.
Buyurun.
2.- İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ün, İstanbul’da aile
hekimliği uygulamasıyla ilgili sorunlara ilişkin açıklaması
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT
(İstanbul) – Sayın Başkan, pilot uygulamanın Düzce’de 2005 yılında
başlamasından beri yedi yıl, İstanbul ilinde 1 Kasım 2010 tarihinde başlayan
aile hekimliği sisteminin başlamasından beri bir yıl geçmesine rağmen, hâlen
İstanbul’da 100 bine yakın vatandaşın sabit bir aile hekimi bulunmamaktadır.
Son birkaç yerleştirmede
boş birimlerin sayısını vermek istiyorum: 12’nci yerleştirme duyurusunda 72
birim; 13’üncü yerleştirmede 78; 14’üncü yerleştirmede de 68 birim için
başvurular alınmıştır. Bu duyurularda bildirilen birimlerin yaklaşık yarısı
nakillerle, yer değiştirmeler veya oradan oraya geçici görevlendirmelerle
bunalmış hekimlerce doldurulmuşken, yaklaşık yarısı tekrar tekrar duyurulara
çıkmasına rağmen doldurulamamaktadır. 13’üncü yerleştirme sonunda açıklanan 78
birimden 36’sı, 14’üncüdeki 68 birimden 35’i doldurulamamıştır. Tekrarlayan
duyurulara rağmen, doldurulamayan ve bazen adı geçen Sanal Aile Sağlığı
Merkezinin tamamının boşalmasına neden olan birimlerle ilgili pozitif ayrımcılık
yapmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Öğüt.
Sayın milletvekilleri,
başka söz isteyen yok.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilginize sunacağım.
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek’le birlikte,
Polonya Meclis Başkanı Ewa Kopacz’ın vâki davetine icabet edecek olan
Parlamento heyetini oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca isimleri
bildirilen milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/799)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in, Polonya Meclis Başkanı Sayın Ewa
Kopacz’ın davetine icabet etmek üzere, beraberinde bir Parlamento heyetiyle
12-15 Mart 2012 tarihleri arasında Polonya’ya resmî ziyarette bulunması TBMM
Genel Kurulu’nun 28 Şubat 2012 tarih ve 71. birleşiminde kabul edilmiştir.
Anılan Kanun’un 2. Maddesi
uyarınca, heyetimizi oluşturmak üzere Siyasi Parti Gruplarınca bildirilen
isimler Genel Kurul’un bilgisine sunulur.
Cemil
Çiçek
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Adı Soyadı: Seçim
Çevresi:
1. Mehmet Necati Çetinkaya (Adana)
2. Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
3. Mine Lök Beyaz (Diyarbakır)
4. Altan Tan (Diyarbakır)
5. Adnan Şefik Çirkin (Hatay)
BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur.
Meclis araştırması
açılmasına ilişkin üç önerge vardır; okutuyorum:
B) Meclis Araştırması
Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 21 milletvekilinin, başta
Afşin-Elbistan Termik Santrali olmak üzere ülkemizde faaliyet gösteren tüm
termik santrallerin çevreye verdikleri zararların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/182)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Başta Afşin-Elbistan Termik
Santrali olmak üzere ülkemizde hâlen faaliyet göstermekte olan tüm termik
santrallerin çevreye verdiği zararların ve alınması gereken önlemlerin tespiti
amacıyla Anayasanın 98 ve içtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis
Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
Gerekçe:
Son yıllarda gelişme
yolundaki ülkeler hızlı bir ekonomik büyüme göstermişler ve enerji
tüketimlerini yaklaşık iki katına çıkarmışlardır. Ülkeler, artan enerji
ihtiyaçlarını karşılamak için kaynaklarının elverdiği ölçüde değişik üretim
tekniklerine başvurmaktadırlar.
Dünya enerji ihtiyacının
büyük bir kısmını fosil yakıt kaynaklarından, hidrolik enerji, nükleer
santraller, güneş ve rüzgar enerjisi tesisleri ile gidermektedir.
1970’li yıllar artan enerji
ihtiyacının giderek hızlandığı yıllar olup; Türkiye de bu yıllarda çabuk
yapılabilirliği, ucuza mal edilmesi ve dış kredi kaynaklarının kolay
bulunabilirliği nedeniyle termik santrallere yönelmiştir. O yıllarda termik
santrallerin yapabileceği çevre sorunları konusunda Türkiye’de ve dünyada
yeterli bilgi birikiminin ve dolayısıyla kamuoyunun bu konuda hassas olmaması
nedeniyle çevre sorunları akla gelmeden ve önemsenmeden hızla termik santraller
inşa edilmeye başlanmıştır. Yapımları sırasında projelerinde hiç gözükmeyen
birçok çevre sorunu termik santraller ile Türkiye gündemine girmiştir.
Yüksek kullanım payına
sahip fosil yakıtlı termik santrallerin hava kirliliği ekolojik dengenin
bozulmasına olumsuz etkilerde bulunmaktadır. Kömüre dayalı termik santrallerin
külleri atık olarak sorun olmakla birlikte, toprak üzerinde depolanması
sonucunda, kül içindeki zararlı bileşenlerin yağmur suları ile toprağa sızması
sonucu yer altı suları ile de geniş bir alanda zararlı etkisini sürdürme
özelliği bulunmaktadır. Termik santraller için gerekli madencilik ve taşıma
faaliyetleri de yaratılan diğer çevre sorunları da olmaktadır. Bütün bu olumsuz
etkilerine rağmen kömür hâlâ enerji üretiminde tercih edilen bir kaynak olmayı
sürdürmektedir. Bu gerçeği dikkate alarak mevcut termik santrallerin kontrollü
ve çevresi ile dost bir şekilde işletilmesine olanak sağlayacak yeni
teknolojiler monte ettirilmelidir.
Afşin-Elbistan Termik
Santralı da Türkiye’nin büyük santrallerinden biri olup, önemli ölçüp çevre
kirliliği yaratmakta ve bu çevre sorunları karşısında yalnız yöre halkı değil,
yerel, resmî ve özel kuruluşlar da sağlıklı olmayan tespitlerde bulunmuşlardır.
Afşin-Elbistan civarında
düşük kaliteli linyit rezervini değerlendirmek amacı ile çevreye vereceği
zararlar hiç düşünülmeden kurulmuş olan termik santral baca gazı emisyonlarının
ve santralden sorumsuzca çevreye bırakılan uçucu küllerin santral çevresindeki
insan, toprak, su, hava ve bitkilere etkisi önemli safhalara ulaşmıştır.
Gazi Üniversitesi
tarafından hazırlanan raporda santralden her yıl Çernobil kazasının yaklaşık
2,5 katı kadar radyoaktif madde yayıldığı, Çukurova Üniversitesi’nden gelen üç
kişilik profesörler heyetinin verdiği raporda ise; “Bu kül ve duman havaya
böyle savrulması devam ettiği takdirde bölgede toplu ölümler olabilir”
denilmektedir.
Ancak ulusal kaynaklarımızı
değerlendirmek zorunda oluşumuz ve diğer enerji kaynaklarına göre kömürün elimizde
bulunan en fazla potansiyele sahip enerji kaynağı olması nedeniyle, özellikle
linyitlerin çevreyi en az kirletecek şekilde kullanımı için yanma öncesi, yanma
sırasında ve yanma sonrasındaki teknolojilerin incelenmesi, geliştirilmesi ve
ülke koşullarına uyarlanması gerekmektedir. Yanlış alan ve yanlış teknoloji
yüzünden, kurulduğundan bugüne değin çevresindeki tüm varlıklara (insan,
toprak, su, hava ve bitki) sürekli zarar vermekte olan Afşin-Elbistan Termik
Santralinin zararlarının en aza indirgenmesi zorunludur.
Anayasanın 98. içtüzüğün
104 ve 105. maddeleri gereğince başta Afşin Elbistan Termik Santrali olmak
üzere Türkiye’deki tüm termik santrallerin çevreye verdiği zararlarının
araştırılması ve alınması gereken tedbirlerin tespiti için bir Meclis
Araştırması Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.
1) Mehmet Şandır (Mersin)
2) Ali Uzunırmak (Aydın)
3) Mehmet Erdoğan (Muğla)
4) Enver Erdem (Elâzığ)
5) Alim Işık (Kütahya)
6) Ali Öz (Mersin)
7) Seyfettin Yılmaz (Adana)
8) Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
9) Zühal Topcu (Ankara)
10) Sümer Oral (Manisa)
11) Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
12) Bülent Belen (Tekirdağ)
13) Ahmet Duran Bulut (Balıkesir)
14) Necati Özensoy (Bursa)
15) Oktay Öztürk (Erzurum)
16) D. Ali Torlak (İstanbul)
17) Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
18) Celal Adan (İstanbul)
19) Erkan Akçay (Manisa)
20) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
21) Atila Kaya (İstanbul)
22) Emin Çınar (Kastamonu)
2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 20 milletvekilinin,
ülkemizde kalsit üretiminin artırılması ve üretilen kalsitin dünya pazarlarında
hak ettiği yeri bulması için yapılacak düzenlemelerin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/183)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Gerekçesini ekte
sunduğumuz, ülkemizde madencilik sektöründeki kalsit üretimi, hammadde ve
rezerv bolluğuna rağmen istenilen düzeye gelmemiştir. Sektörde faaliyet
gösteren kalsit üreticileri, “Türk kalsitinin standardını, uluslararası
standartlara çekmek için doğru teknik bilgilere ve üreticilerin desteğe ihtiyaç
duyduğunu” ifade etmektedirler. Ülkemizde üretimin arttırılması ve üretilen
kalsitin, dünya pazarlarında hak ettiği yeri bulması amacıyla, alınması gereken
tedbirlerin ve bunlara ilişkin yapılacak düzenlemelerin ele alınabilmesi için,
Anayasa’nın 98’inci, TBMM İçtüzüğünün 104. ve 105’inci maddeleri gereğince,
Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
Gerekçe:
Kalsit, kimyasal yapısı
CaC03 olan ve mikronize boyutlarda öğütüldükten sonra başta, boya, kâğıt,
plastik vs. gibi birçok sektörde olmak üzere, beyazlık, ucuzluk ve kazandırdığı
özellikler nedeniyle mümkün olduğu kadar fazla kullanılan bir dolgu ve katkı maddesidir.
Kalsit, çevreye en az zarar veren minerallerden olduğu için, birçok yabancı
ülkede toprağa zenginleştirmek için karıştırılmakta ve kirlenen göllerin
asiditesini düşürmek için de kullanılmaktadır.
Devlet Planlama
Teşkilatının Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı çerçevesinde hazırlattığı
Madencilik Sektörü Özel İhtisas Komisyonu Raporunda;
“Cevher olarak ocaktaki
değeri ton başına 3-5 $ (ABD Doları) olan kalsit, öğütülüp torbalandıktan sonra
tonu 40 ila 200$ (ABD Doları) değerlere ulaşmaktadır. Ton başına katkı payı
çimentodan daha yüksektir. Yüksek tonajlarda üretilip, Avrupa ve yakın ülkelere
ihracı teşvik edilmelidir. Bu teşvikte tüm maden ihracatında yapılması
gerektiği gibi, limanlarımızı yükleme imkânlarıyla donatmak, maden
yüklemelerinden diğer birim satış fiyatı yüksek ihraç mallarından alınan
yükleme masraflarından daha düşük bir bedel almak, üreticimizin elektriği rakip
ülkelerin fiyatlarıyla kullanmasını sağlamak gerekmektedir.
Kalsit, temel birçok
sanayiinin ana girdisi olmakta, Titanyum dioksit gibi çok pahalı pigmentlerin
daha az kullanılmasını sağladığı için gerek ekonomik, gerekse çevre sağlığını
artırıcı (kâğıt sektöründe daha az selüloz kullanılmasına neden olarak) etkisi bulunmaktadır.
Sektörde yerli veya yabancı ayrımı yapılmadan;
• Tekelleşmenin
engellenmesi,
• Yabancı kuruluşların yurt
içi fiyatları ile dünya fiyatlarının uyumluluğunun sağlanması,
• Üretim faaliyetinde
bulunmadıkları halde Maden Kanununun boşluklarından istifade edilerek ihtiyacın
çok üzerinde bir rezervin bloke edilmesinin engellenmesi (Bu yapılmadığı
takdirde yaygın olmasına rağmen kalsit rezervleri bir kaç kuruluşun tekelinde
kalabilir.) gerekmektedir.
Hâlihazırda mevcut
kuruluşlar yarı kapasite ile çalışmaktadır. Yâni % 50 kapasite fazlası vardır.
Bu sorun ihracat yoluyla çözülebilir. Aksi hâlde kuruluşların satışı, kapanması
kaçınılmaz olacaktır.” şeklinde görüşler beyan edilmesine rağmen, sektör temsilcileri
bu konularda hiçbir gelişme olmadığını ifade etmektedirler.
Kalsit üreticileri, düşük
döviz değerleri, yüksek enerji, lojistik maliyetleri, kalifiye personel
yetersizliği vb. gibi sorunların sektörel gelişmeyi yavaşlattığını, üretimin
dünya standartlarına uygunluk hususunda değişkenlik göstermesinin öncelikli
olarak ele alınması gerektiğini, üretim sahasında arzu edilen canlılık için,
enerji maliyetlerinin mümkün olan en alt seviyeye çekilmesi ve enerji konusunda
uluslararası standartlarda özel bir tarife uygulanması gerektiğini belirterek,
mevcut demiryollarının, deniz taşımacılığının maksimum faydalanacağı şekilde
yeniden rehabilite edilmesini talep etmektedirler.
Yukarıda açıklanan
sorunların çözümü için alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
Araştırması açılması gerekmektedir.
1) Mehmet Şandır (Mersin)
2) Alim Işık (Kütahya)
3) Ali Uzunırmak (Aydın)
4) Erkan Akçay (Manisa)
5) Enver Erdem (Elâzığ)
6) Emin Çınar (Kastamonu)
7) Mehmet Erdoğan (Muğla)
8) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
9) Ali Öz (Mersin)
10) Seyfettin Yılmaz (Adana)
11) Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
12) Zühal Topcu (Ankara)
13) Celal Adan (İstanbul)
14) Sümer Oral (Manisa)
15) Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
16) Mustafa Kalaycı (Konya)
17) Oktay Öztürk (Erzurum)
18) Mehmet Günal (Antalya)
19) D. Ali Torlak (İstanbul)
20) Atila Kaya (İstanbul)
21) Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 21 milletvekilinin,
çiftçilerin sulama amaçlı kullandıkları elektrik borçları ve aylık fatura
uygulamasından kaynaklanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/184)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Çiftçilerimizin sulama
amaçlı kullandıkları elektrik borçları ile yine bu kesime yönelik başlatılan
aylık fatura uygulaması konusunda araştırma yapılarak, sorunların çözümüne
yönelik alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98. ve TBMM
İçtüzüğünün 104 ve 105. maddesi uyarınca Meclis araştırması açılmasını
saygılarımla arz ve talep ederiz.
Gerekçe
Ülkemizde ekonomik alanda
baş gösteren kriz, toplumun tüm kesimlerinde etkisini artırarak sürmektedir,
kriz, toplumsal alanda en fazla etkiyi işsizlik konusunda göstermiştir. Türkiye
İstatistik Kurumu’nun son verilerine göre ülkemizdeki işsizlik sayısı her yıl
artarak 3 milyon 471 bin kişiye yükselmiştir.
Üretim düşmüş, sanayi
küçülmüştür. Kapanan fabrika ve işyerleri küçülmesi ve kapanması yüzünden
istihdam iyice azalmıştır. Günlerce siftah yapmadan kepenk kapatmak zorunda
kalan esnaflarımıza yeni esnaflar eklenmiştir. Takibe düşen kredi borçları
artmış, işçi, memur, emekli ve esnaf kesimi konut, taşıt ve ihtiyaç gibi
kredilerini ödeyemez hale gelmiştir.
7 yıldır hiç aralıksız
süren ekonomik krizden en fazla etkilenen kesimlerden birisi de çiftçi kesimi
olmuştur. Bu kesimde verim düşmüş, girdiler artmıştır. Çiftçilerimiz tarlasına
gübre ve ilaç atamaz duruma gelmiştir. Çiftçilerimizin mazot, gübre ve elektrik
gibi borçları her yıl katlanarak artmıştır. Banka, tarım kredi ve Medaş gibi
kurumlar çiftçileri kara listeye almıştır.
Ürettikleri ürünlere yanlış
hükümet politikaları nedeniyle para ettiremeyen ve emeklerinin karşılığını
alamayan çiftçilerimiz, her yıl “seneye” diyerek borçlarını ertelemiş ve bir
türlü ödeyememiştir. Anaparaya eklenen faizler çiftçilerimizin borçlarını
ikiye, üçe katlamıştır. Büyük bir borç yükü altına giren çiftçilerimizin sadece
sulama amaçlı elektrik borçları 1 milyar lirası gecikme faizi olmak üzere
toplam 2,5 milyar liraya yükselmiştir.
Ülke genelinde 27 bölgede
toplam 2 bin 500 sulama kooperatifi bulunmaktadır. Bu kooperatiflerin hemen
hemen hepsinin ödenememiş elektrik borcu mevcuttur. Ödenemeyen elektrik
borçları nedeniyle çiftçilerimize yönelik başlatılan icra takipleri artarken,
onlarca sulama kooperatifi başkanı kefil oldukları sulama borçlarını
ödeyemedikleri için hapse atılmıştır. Üretim ve istihdamın öncüsü konumundaki
çiftçilerimizi hacizlik ve hapislik olmaktan kurtaracak politikalar ivedilikle
hayata geçirilmelidir. Bu konuda çiftçi kesimi üzerinde büyük bir beklenti
oluşmuştur. Adeta çiftçilerimizin gözü ve kulağı Türkiye Büyük Millet
Meclisi’ne çevrilmiştir.
Ülkemizde tarım alanındaki
istihdam halen sanayiden yüksektir. Tarımda istihdam yüzde 23,7 iken, sanayide
istihdam yüzde 21’dir. Buna karşılık, hükümet tarafından sanayiye yatırım
indirimleri ve sigorta primi gibi teşvikler getirilirken, halen sanayiden daha
fazla istihdam sağlayan tarım sektörünün gübre, mazot ve elektrik gibi temel
girdilerinde herhangi bir indirime gidilmemektedir.
Daha sulama amaçlı eski
elektrik borçlarını ödeyemeyen ve ödeme konusunda çare arayan çiftçilerimiz,
şimdi de her ay elektrik faturası uygulaması ile karşı karşıya
bırakılmışlardır. Bu uygulama dönemlik gelir elde eden çiftçilerimizi, daha da
büyük sıkıntıya düşürecektir. Çiftçilerimiz, aylık fatura ödemek yerine iki
dönemlik fatura ödeme konusunda düzenleme istemektedir.
Bu nedenle, çiftçilerimizin
sulama amaçlı kullandıkları elektrik borçları ile yine bu kesime yönelik
başlatılan aylık fatura uygulaması konusunda araştırma yapılması için
Anayasa’nın 98. ve TBMM içtüzüğünün 104 ve 105. maddesi uyarınca bir Meclis
Araştırma Komisyonu kurulması yerinde olacaktır.
1) Mehmet Şandır (Mersin)
2) Ali Uzunırmak (Aydın)
3) Mehmet Erdoğan (Muğla)
4) Enver Erdem (Elâzığ)
5) Alim Işık (Kütahya)
6) Ali Öz (Mersin)
7) Atila Kaya (İstanbul)
8) Seyfettin Yılmaz (Adana)
9) Zühal Topcu (Ankara)
10) Emin Çınar (Kastamonu)
11) Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
12) Sümer Oral (Manisa)
13) Bülent Belen (Tekirdağ)
14) Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
15) Necati Özensoy (Bursa)
16) Celal Adan (İstanbul)
17) D. Ali Torlak (İstanbul)
18) Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
19) Oktay Öztürk (Erzurum)
20) Erkan Akçay (Manisa)
21) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
22) Ahmet Duran Bulut (Balıkesir)
BAŞKAN – Araştırma
önergeleri bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler
sırası geldiğinde yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri,
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza
sunacağım:
VI.- ÖNERİLER
A) Danışma Kurulu Önerileri
1.- Gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun 8/3/2012 Perşembe günkü
birleşiminde 118 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanmasına
kadar çalışmalarına devam etmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
Tarih:7/3/2012
Danışma Kurulunun 7/3/2012
Çarşamba günü yaptığı toplantıda, aşağıdaki önerilerin Genel Kurulun onayına
sunulması uygun görülmüştür.
Cemil
Çiçek
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Mustafa Elitaş Muharrem
İnce
Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu
Başkan Vekili Başkan
Vekili
Oktay Vural Hasip
Kaplan
Milliyetçi Hareket
Partisi Barış
ve Demokrasi Partisi
Grubu Başkan Vekili Grubu
Başkan Vekili
Öneri:
Gündemin Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler Kısmının 74 üncü ve 79 uncu
sıralarında bulunan 110 ve 118 sırasayılı kanun tasarılarının Gündemin 3 ve 4
üncü sıralarına alınması,
Genel Kurulun 08/03/2012
Perşembe günkü Birleşiminde 118 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar çalışmalarına devam etmesi,
önerilmiştir.
BAŞKAN – Danışma Kurulu
önerisi üzerinde söz isteyen? Yok.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Gündemin “Seçim” kısmına
geçiyoruz.
VII.- SEÇİMLER
A) Komisyonlarda Açık
Bulunan Üyeliklere Seçim
1.- İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda açık bulunan üyeliğe
seçim
BAŞKAN - İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonunda boş bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1
üyelik için Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner aday gösterilmiştir.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor, gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı:
156)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan,
Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı ile
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin; Kadını Şiddetten Koruma Kanunu Teklifi, Antalya Milletvekili
Gürkut Acar’ın; Türk Medeni Kanunu ile Ailenin Korunmasına Dair Kanunda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Sebahat
Tuncel’in; 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ve 4320 Sayılı Ailenin Korunması
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, Ankara Milletvekili
Aylin Nazlıaka’nın; Türk Medeni Kanunu ve Ailenin Korunmasına İlişkin Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Mustafa
Sezgin Tanrıkulu’nun; Ailenin Korunmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Teklifi ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ile Adalet
Komisyonu raporlarının görüşmelerine başlayacağız.
2.- Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair
Kanun Tasarısı ile Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin; Kadını Şiddetten Koruma Kanunu Teklifi,
Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın; Türk Medeni Kanunu ile Ailenin Korunmasına
Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel’in; 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ve 4320 Sayılı
Ailenin Korunması Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, Ankara
Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın; Türk Medeni Kanunu ve Ailenin Korunmasına
İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun; Ailenin Korunmasına Dair Kanunda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği
Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/572, 2/38, 2/51, 2/145, 2/328,
2/383) (S. Sayısı: 181) (x)
BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu 181 sıra
sayıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri,
alınan karar gereğince bu tasarı, İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel
kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde
görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.
Tasarının tümü üzerinde söz
isteyen Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ruhsar Demirel, Eskişehir
Milletvekili.
Sayın Demirel, buyurun.
(MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakika.
(x)
181 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
MHP GRUBU ADINA RUHSAR
DEMİREL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Ancak bir sitemimi ifade
etmek istiyorum. Böyle bir yasanın, kadına şiddetin konuşulduğu bir oturuma
başta kadın milletvekillerimizin duyarsız ve ilgisiz kalmalarından ötürü
hakikaten hicap duyuyorum. Mecliste şu anda sayının artmış olması hep dile
getiriliyor “Kadın milletvekili sayımız arttı.” diye ama kadın
milletvekillerimiz, kadınla ilgili bir yasanın konuşulduğu oturuma ilgi
göstermiyorlarsa bu, başta çoğunlukla bulunan siyasi partideki kadın
milletvekillerimizin konuya bakışını da gösteriyor diye düşünüyorum ve bu
konunun Türkiye Büyük Millet Meclisi kameramanları tarafından milletimize de
gösterilmesini rica ediyorum.
Efendim, bugün, burada,
biliyorsunuz, kadına şiddet konusuyla ilgili bir yasa tasarısı üzerine
konuşacağız ancak bu yasa tasarısının Meclis gündemine gelmeden önceki arka
planını paylaşmak istiyorum.
Türkiye Büyük Millet
Meclisinde muhtelif komisyonlar var. Bunlardan biri de Kadın Erkek Fırsat
Eşitliği Komisyonu. Ancak kadınlarla ilgili daha eşitlikçi bir yaşam
sürdürmeleri adına yapılmaya çalışıldığı ifade edilen bu yasal düzenleme bile
asli komisyon olarak Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonuna yönlendirilmedi.
Sayın Meclis Başkanımız bu yasanın Adalet Komisyonunun asli komisyon olarak
değerlendirilmesini uygun bulmuşlar. Bu konudaki çekincemizi, komisyonun
elverdiği ölçüdeki o iki saatlik görüşme süresinde ifade etmeye çalıştık çünkü
alt komisyon olmasına rağmen kadın-erkek fırsat eşitliği konusunda, başta kadın
konusunda bilirkişi bile olabilecek durumda olan komisyon üyelerinin yeterince
konuyu tartışmalarına bile mahal vermeden, tanınan iki saatlik süre içinde bu
konunun bir an önce toparlanıp Adalet Komisyonuna yollanmasını isteyen
komisyondaki yetkili arkadaşlarımıza da sitemimizi ifade ettik. Ancak o gün
orada başka konular da konuşuldu ve sonuçta Adalet Komisyonuna hep beraber
gittik ve o gün tanık olduğum bir olay gösterdi ki, 8 Marta yetiştirilmeye
çalışılan bu yasa tasarısından ötürü, 8 Martın Parlamento çatısı altındaki
milletvekillerimiz tarafından çok da iyi bilinmediği. Çünkü bir parlamenterimiz
şöyle bir ifade kullandı. Bu konuyu çok da uzatmanın lüzumu olmadığına dair bir
imayla, kelimeler bu olmasa da “Bu güzel güne biz o yasayı yetiştirelim.” dedi.
8 Mart güzel bir gün değildir. 8 Martın anlamını, 8 Martın neden tespit
edildiğini bilmeyen parlamenterlerimiz olduğuna göre, bence, 8 Martın ne
olduğunu konuşmak gerekir diye düşünüyorum.
8 Mart, 1857 yılında New
York’ta bir tekstil fabrikasında çalışma koşullarının kötü olması nedeniyle
grev yapan işçilerle ilgili bir gündür ve o işçiler, polis müdahalesi sırasında
fabrikaya kilitlendiklerinden daha sonra çıkan yangında kendilerini kurtaramamış
ve ölmüşlerdir. 129 tane ölen kadın adına, 1857 yılında olan bu olay, ta ki
1977’lerde dünyada kadınların, emekçi kadınların günü diye tespit edilmiştir.
Dolayısıyla 8 Mart güzel bir gün değildir ama ben o zihniyeti çok da
kınamıyorum çünkü maden ocağında ölenlere “Güzel öldüler.” demekten çok farklı
bir şey değildir. Ancak şöyle bir durum da var tabii. Neden yapıldığını, ne
amaçla tespit edildiğini, yani öyküsünü bilmediğimiz günler için “kutlama
günleri” tabirini kullanıyoruz. Oysa öyle günler, öyle olaylar yaşanıyor ki
memleketimizde, hafızalarımızda o kadar canlı ki bunlar, başka ülkelerin
kadınlarının ölümleri üzerine yapılan günleri anarken kendi kadınlarımızı
atlıyoruz. Bakın, ben size birkaç isim okuyacağım: Güldane Çiftçi, Özlem Ünal,
Bircan Karataş, Naciye Karadeniz, Nebahat Salkım, Altun Yüksek, Fikriye
Özentürk ve Nuriye Can. Sanıyorum, bu kişileri, bu merhumeleri tanıyanlar
dışında hemen hiçbiriniz hatırlamıyorsunuz. Tarih çok eski değil, 9 Eylül 2009.
İstanbul’da bir sel felaketinde, Trafik Kanunu’na aykırı bir şekilde
düzenlenmiş bir servis aracında, taşımaya uygun olmayan bir servis aracında,
çalıştıkları tekstil fabrikasına gitmeye çalışırken araçta sel felaketi
sırasında kilitli kalarak ölen 8 tane kadın. 1857 yılında New York’ta kilitli
kalıp ölen kadınlar için 1970’lere kadar varan bir mücadele sürdüren dünyanın
farklı ülkelerindeki insanlar kendi kadınlarının ölüm günlerinin bütün dünyada
anılması için çalışırken, biz, daha Eylül 2009’da ölmüş 8 tane kadınımızı hiç
hatırlamıyoruz. E, peki, biz hatırlamıyoruz da başkaları hatırlıyor mu?
Mahkeme tutanaklarından ben
size birkaç cümle okumak istiyorum. İş yeri sahibi, iş yerinin idare amiri,
bunlar mahkemede ifade verirken bu 8 tane, sel felaketinde ölen kadın işçi için
şunları söylemişler… “Maalesef kader ağlarını örünce insan neticeye mâni
olamıyor. Ateşin çaresi su, suyun çaresi yok. Beraatimi talep ediyorum.” diyen
yöneticilerin olduğu bir ülkedeyiz. Dolayısıyla, başkalarının günlerini kutlama
konusunda, başkalarının tespit ettiği günleri yâd etme anlamında çok cevval
davranıyoruz: Aman, 8 Marta bir yasa yetiştirelim!
Hanımefendiler,
beyefendiler; 25 Kasıma şiddetle ilgili sözleşmeyi imzalayıp yetiştirdik; sizce
hayatımızda ne değişti, şiddet mi azaldı? Hiç azalmadı. Bakınız gazete
sayfalarına, bakınız televizyon ekranlarına ve kulağınızı sokağa çeviriniz. Her
yer şiddet içinde. Pozantı’yı hiçbirimiz konuşmuyoruz ama 8 Marta bir şey
yetiştirmeye çalışıyoruz.
8 Mart -dünyadaki herkesin
insan olması, dünyadaki her insanın kıymetli olması bir mutlak kabulümüz
olmakla beraber- 1857 yılında New York’ta ölmüş 129 tane kadının anısına
yapılan bir gün. Peki, biz bugün yaşayanlarımızı koruyabiliyor muyuz?
Yaşayanlarımızı korumak adına ne yapıyoruz? Aslında bu yasa tasarısına
baktığınızda, şiddete uğradıktan sonra sağ kalma becerisi gösterebilmiş şiddet
mağdurları için yapılmış bir düzenleme olduğunu hepiniz çok da kolaylıkla
göreceksiniz. Ama bir şeyi tekrar ifade etmek istiyorum: Pozantı’yı hiç
unutmayınız çünkü şiddet kadın, çocuk, genç, yaşlı, engelli, hiç, hiç bunların
birini ayırt etmiyor. Her gün her an karşımızda bir şiddetle karşılaşıyoruz. Bu
şiddetin, sözel, yazılı, fiziksel, ruhsal olması hiç önemli değil. Evrensel
bazı tanımlar var ama bu tanımlara sığınıp bunları detay detay konuşmaya da
gerek yok. Aslında şiddet, bizatihi, insanın kendi iradesi dışında genel
sağlığına etki eden, olumsuz yönde etkileyen her tür eylem. Niye böyle
söylüyorum? Çünkü sağlık, topluma ifade edildiği gibi, hastaneye erişme,
doktora kavuşma değildir. Sağlık, insanların fiziken, ruhen, sosyal çevresiyle
bir bütün hâlinde iyilik hâlidir. Dolayısıyla, şiddet mağduru hiç kimse sosyal
çevresiyle birlikte bence iyilik hâlinde değildir. O yüzden daha kısa, daha
özet olması adına böyle bir tanım yapmayı uygun buldum. Ve 8 Mart, 1977
yılından bu yana dünyada kutlanan bir gün, anılan bir gün ama ne olarak
anılıyor? Kadınların sürdürdüğü eşitlik mücadelesinin bütün süreç içindeki
çabaları anlatılmakla beraber, kadınların güncel sorunlarının bir kez daha dile
getirildiği bir gün olarak anılıyor, sorun çözen bir gün değil, geçmiş
mücadelelerin tekrarı, mevcut sorunların dile getirilmesine sebep olan bir gün.
Biz de bu yasa tasarısıyla -gördüğümüz kadarıyla- bir sorun çözmeye değil,
yalnızca “‘8 Martta biz bu konuda bir yasa çıkardık.’ demeye çalışıyoruz.” diye
bir kaygım var. Bu kaygımı destekleyen sebepleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle, bu yasa
tasarısının Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun asli komisyon olarak
belirlenmemesi konusundaki gönül kırgınlığımızı, ben, bütün kadın
parlamenterlerimiz adına tekrarlamak istiyorum çünkü ben, inanıyorum ki, her
partideki kadın milletvekillerimiz bu konuda gönüllerinde bir kırgınlık
yaşıyorlar.
İkincisi:Yasanın genel
gerekçesinde, 4320 sayılı Ailenin Korunması Kanunu’na ve CEDAW’a, kadına karşı
eşitsizliklerin önlenmesiyle ilgili uluslararası sözleşmeye atıf olmakla
birlikte, işte o 25 Kasıma yetiştirilerek imzalanan İstanbul Sözleşmesi’ne atıf
olmaması da sanıyorum bir eksiklik, ya genel gerekçe daha önce yazıldı ya da
imzaladığımızı birileri unuttu!
Bu yasa tasarısındaki
maksat, ismi her ne olursa olsun, başında “Ailenin Korunması” olmakla beraber,
önlemeyi içermeyen, şiddeti önlemek için bir tedbir getirmeyen, yalnızca
koruma, tedbir ve yargılamayla beraber kovuşturmayı içine alan bir süreç.
Şiddeti önlemeye dair bazı ibarelerin bulunmadığını detaylı baktığımız zaman
hepimiz görebiliriz, biraz sonra ben sizlerle bunu paylaşacağım. Bu şiddetle
ilgili tasarıda, toplumsal cinsiyet eşitliğine, kadın-erkek eşitliğine,
kadın-erkek fırsat eşitliğine ve mobbinge hiç yer verilmiyor. Mobbinge yer
verilmemesini ironi de olsa anlayabiliyorum, çünkü istihdamda kadın
bırakmadınız, hamdolsun! Dolayısıyla mobbing muhakkak ki düşüyor ama bu
toplumsal bir sorun. Çünkü şiddet bir halk sağlığı sorunu, şiddet bir sağlık
sorunu.
Ben “şiddeti önleme ve
izleme merkezleri” adı altında bir kuruluştan söz edildiğini görüyorum yasa
tasarısında, sizlerin de dikkatini çekmiştir sanıyorum. İşte, bu şiddeti önleme
ve izleme merkezlerinin tamamlayıcısı konumundaki sığınma evlerinden tasarılarda
söz edilmemesi de enteresan, onların göz ardı edilmesi, çok ufak detaylarla
geçiştirilmiş olması da bizim için en büyük sorunlardan biri.
Bu arada tasarının 16’ncı
maddesinin 3’üncü bendinde, şiddeti önlemenin değil oluşacak şiddetle mücadele
etmek için bir çabanın olduğunu hepimiz görüyoruz. Çünkü, o 3’üncü bentteki
ifadelerden sonra 6’ncı bentte müfredattaki düzenleme var. Müfredattaki
düzenlemeyi kendi başımıza yapamayız ta ki madde 22’de Millî Eğitim Bakanlığını
bu sistemin içine sokmuyorsak. Evet, eğitim şiddetin önlenmesi için mutlaka
olmalı. Elbette ki 16’ncı maddedeki bu eğitim birimlerinin, eğitimle ilgili
müfredat düzenlemelerinin bulunması hepimizin talebi ancak Millî Eğitim
Bakanlığını işin içine dâhil etmezsek, yalnızca Adalet Bakanlığını, İçişleri
Bakanlığını, Sağlık Bakanlığını ve Maliye Bakanlığını kapsam içine alırsak,
Millî Eğitim Bakanlığını burada zikretmezsek yapacağımız müfredat düzenlemesini
kiminle yapacağız? Ben Sayın Bakandan bu konuda bir cevap istiyorum.
Millî Eğitim Bakanlığının
en kısa sürede o kapsama alınması hepimizin arzusu çünkü hatırlayacaksınız,
Sayın Millî Eğitim Bakanı göreve geldiğinden hemen sonra, ağustos ayında Talim
Terbiye Kuruluyla yaptığı bir çalışmanın neticesinde millî eğitim müfredatında
daha önce bulunan CEDAW ve empati konularını millî eğitim müfredatından
çıkardı. Dolayısıyla Sayın Bakan, sizin o maddede eğitimin yer alması
konusundaki talebinizi hep beraber o gün dile getirdik, burada yer almasından
mutluyuz ama Sayın Millî Eğitim Bakanını sanıyorum bu konuda ikna etmek ve ona
bu konuda gereklilikleri izah etmek sorumluluğu düşecek size çünkü Millî Eğitim
Bakanı CEDAW’ı ve empatiyi çıkarırken, müfredata ne koymuştu hatırlıyorsunuz,
toplam kaliteyi. İşte, biz de sanki bir toplam kalite çalışması yapıyoruz.
Bizim bir şiddet önleme yasamız var mı? Evet, var, toplam kalite anlamında bir
artı ama niteliği nedir, neyi elde etmeye çalışıyoruz, “şiddeti önlemek” derken
ne yapmaya çalışıyoruz, bunların detayı yok.
Ayrıca, ülkemizde zorunlu
bir askerlik sistemi hâlihazırda varsa ve askerlik kaçırılmış fırsatlarla dolu
bir zaman dilimiyse bu fırsatı kaçırmamak adına Millî Savunma Bakanlığıyla iş
birliği yapılması da sanıyorum bu düzenlemeler içinde yer almalı.
Ayrıca, yükseköğretim
kurumlarının eğitim müfredatlarına bu konularda bir bilgilendirme konulmasının
neden atlandığını da ben anlamakta güçlük çektim ama sanıyorum, eğitimi bir
bütüncül zihniyet altında düşünmüyoruz, ne Millî Eğitim Bakanlığı var o
düzenlemenin içinde ne Yükseköğretim Kurumu ne Millî Savunma Bakanlığı. Ben
Sayın Bakanın bu konuları dikkate alıp Bakanlar Kurulunda gündeme getirmesini
arzu ediyor ve umuyorum.
Ayrıca, bu yapılan
düzenlemeyle kadınlara maddi yardım yapılacağına dair bir ibare var. Sayın
Bakan gayet iyi hatırlayacaktır, bütçe görüşmelerinde de bu konuyu dile
getirmiştik hepimiz, Bakanlığının yaklaşık 8 milyar bütçesi var, bunun 4,1
milyarı görev zararı diye görünüyordu bütçe yapılırken. Bütçe zamanı zaten
Bakanlığın bütçesinin yarısı zarardı. Peki, Sayın Bakan, bu konuda kaynakları
nereden bulacaksınız? Bu konuda bir çalışmanız var mıdır? Çünkü Sayın Maliye
Bakanının bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı bir konuşma var, dağıtılan
kitapçıklarda da mevcut, istihdamın üzerindeki yükü azaltmak adına kreş açma
zorunluluğunu esnetmek gibi bir yaklaşımı olduğunu Sayın Maliye Bakanı Şimşek o
toplantılarda zikretmişti. Ancak siz bu parayı nereden bulacaksınız; bu
kadınlara bunu vadederken gerçekleştirme yüzdeniz ne olacaktır; ben merak
ediyorum. Ama bir şeyi de hatırlatmak isterim: Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
olarak, benim de imzamın bulunduğu, Sayın Mehmet Şandır ve Zühal Topcu
Hanımefendi ile birlikte verdiğimiz nafaka alacaklarından doğan hak
kayıplarının telafisi için sunduğumuz bir yasa tasarısı var, belki o yasa
tasarısı size kaynak bulma konusunda yardımcı olur. Biz umuyoruz ki bir an önce
o yasa tasarısı Meclisin gündemine gelsin ve nafaka alacaklarından doğan hak
kayıpları telafi edilsin.
Koruma anlamında şiddeti
önleme ve izleme merkezlerinin açılacağı
-az önce de söyledim- var. Tabii ki, bunların destek kurumları olan
sığınma evlerine daha fazla atıf yapılabilirdi ancak bu merkezlerin pilot
uygulaması eğer daha önceki tasarı nedeniyle gördüğümüz 14 tane ille sınırlı
kalacaksa bu 14 il neye göre seçildi; Batman gibi kadın intiharlarının çok
yüksek olduğu bir il bu kapsama neden alınmadı; ben merak ediyorum.
Medyayla ilgili, orada
detaylı ifade ettiğiniz “Televizyonlarda haftada 90 dakika” sözünün ötesinde
yazılı basınla ilgili ne gibi bir çerçeve çiziyorsunuz? Yazılı basındaki şiddet
objelerinin, şiddete dair ifadelerin ve haberlerin ne şekilde düzenleneceğini
bizimle paylaşırsanız memnun olacağız.
Aile mahkemesi kaç tane
ilimizde var, kaç tanesinde yeterli personel var, ben bu bilgiye sahip değilim.
Sanıyorum Sayın Bakan bu bilgiye sahiptir ama aile mahkemelerinin olmadığı
yerlerde sanıyorum asliye cezalar uygun yerler olacaktır. Ama yine yasa
tasarısında unutulan bir şey var; azmettiriciler. Hiç kimsenin değinmediği bir
konu bu. Yalnızca şiddeti yapan değil, şiddeti azmettirenlerin de bir şekilde
bu şiddetle mücadeleyle ilgili olduğunu umut ettiğimiz yasa tasarısının
kapsamına alınmasını istiyor ve diliyoruz.
Sonuç olarak, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına yasa tasarısıyla ilgili çekincelerimizi,
önerilerimizi komisyon toplantılarında, bire bir görüşmelerimizde Sayın Bakan
ve diğer partilerdeki milletvekili arkadaşlarımızla paylaştık. Ancak bir
konudaki talebimizi Sayın Meclis Başkanına buradan iletmek istiyorum: Eğer
kadın gündem konusuysa, eğer bir yasa tasarısının öznesinde kadın varsa, eğer
bir yasa tasarısı kadın-erkek arasındaki eşitsizlikleri, fırsat
eşitsizliklerini, hakkaniyetsizlikleri bir nebze de olsa iyileştirecekse Kadın
Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun asli komisyon olarak görevlendirilmesi
sanıyorum buradaki bütün kadın parlamenterlerin birinci derecede talebidir. Bu
talebi ben buradaki bütün kadın milletvekilleri adına ve bütün Türk kadınları
adına Sayın Meclis Başkanına bir talep olarak iletiyorum.
Evet, bu defa bu tasarı
geçti komisyondan. Ama bu tıpkı da referandumlarda birilerinin söylediği gibi
“Yetmez ama ‘evet’.” şeklinde geçti Sayın Başkan. Biz kadın parlamenterler
yalnızca sayı olarak ifade edilmek istemiyoruz, biz bildiğimiz konuda yetkili ve
asli komisyon olmak istiyoruz.
Bir sözüm de erkeklere: Bu
tasarı gündeme geldiğinden beri elektronik posta adreslerimize, telefonlarımıza
pek çok erkek ulaştı ve şunu söylüyorlardı: “Hep kadını konuşuyorsunuz. Biz
erkeklere pozitif ayrımcılık yapılmayacak mı?” diye. Ben bana ulaşan erkeklerin
birçoğuna şu soruyu sordum, bence televizyon başındakiler ve bu salondaki
erkekler de bunu kendine sormalı: “2010 referandumunda hanım kardeşlerimize
ayrımcılık yapacağız. Bu, eşitsizlik sayılmaz.” denilen referandum maddelerine
“evet” derken beyler, bunu hiç düşünmemiş miydiniz?
Yasa tasarısı mevcut
hükûmet eden partinin milletvekillerinin sayısının çok olması nedeniyle mutlaka
geçecek ama eksikleri var. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu eksiklerin
tamamlanması konusunda bizden bir yardım istenirse her zaman hazırız.
Nafakayla ilgili yasa
tasarımızı da tekrar hatırlatıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Demirel.
İkinci konuşmacımız Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Sebahat Tuncel.
Buyurun Sayın Tuncel. (BDP
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakika.
BDP GRUBU ADINA SEBAHAT
TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ailenin Korunması ve
Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı geneli üzerine Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Benden önce Sayın
Milletvekilinin ifade ettiği gibi, aslında buradaki tabloya baktığımızda,
izleyicilere ya da buradaki katılıma, özellikle iktidar partisinin hem kadın
milletvekillerinin hem erkek milletvekillerinin bu yasaya ilgisine baktığımızda
neden bu yasanın isminin değiştiğine de anlam vermek mümkün çünkü bu Genel
Kurulda aslında genel olarak kadın sorunlarının, kadın politikasının
konuşulmasına dair bir yaklaşım yok, daha çok gündelikçi, toplumsal baskı
genelinde işte yapılan değişiklikleri “Alelacele yapalım.” yaklaşımı var. Ben
de bunu eleştirerek başlamak istiyorum çünkü bu sadece kadınları ilgilendiren
mesele değil, aslında bir bütün toplumun hepsini ilgilendiren bir mesele ve de
Türkiye Büyük Millet Meclisini ilgilendiren bir mesele çünkü buradan başlamak
lazım toplumsal cinsiyet eşitliğine, eşitlik politikalarına. Buradan
başlamayınca tabana kadar da farklı yansımaları oluyor.
Sayın milletvekilleri, yasa
tasarısı hakkındaki görüşlerimizi belirtmeden önce, yarın 8 Mart Dünya Kadınlar
Günü, birçok çevre de “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak ifade ediyor. Ben bu
vesileyle bir kez daha 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü tüm kadınlara kutlu
olsun diyorum ve 8 Mart dolayısıyla alanlarda olan, eşitlik, demokrasi ve
özgürlük talebini haykıran kadınlara da buradan sevgilerimizi ve selamlarımızı
iletiyoruz.
Diğer bir konu,
biliyorsunuz, “KCK” adı altında yürütülen siyasi soykırım davalarında en çok
kadınlar, politika yapan, siyaset yapan kadınlar zarar gördü. 500’e yakın kadın
şu an tutuklu. Bu Parlamentonun 2 kadın üyesi şu an tutuklu ve açlık
grevindeler. Bu, Parlamentonun gündemi değil tabii, hiçbir zaman burada, Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu dışında arkadaşlarımız buna değinme gereği bile
duymadılar. Cezaevinde bulunan 2 arkadaşımız, Profesör Büşra Ersanlı ve Ayşe
Berktay, kimlik ismi Ayşe Hacımirzaoğlu, bu arkadaşlarımız, bu yıl PEN Duygu
Asena Ödülü’nü kazandılar. Ben, bu arkadaşlarımız şahsında, tüm cezaevinde
bulunan kadınların, hem politik nedenlerle hem adli nedenlerle cezaevlerinde
bulunan tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yine, aslında bu kanun tasarısı gündeme geldiğinde, benden
önce Milliyetçi Hareket Partisinden Sayın Milletvekili de ifade etti, görüşülen
komisyon meselesi de bizim açımızdan eleştiri konusudur. Kadın Erkek Fırsat Eşitliği
Komisyonu bunu tali komisyon olarak değerlendirdi, asıl komisyon Adalet
Komisyonu oldu. Biz, Komisyonda da buna itiraz ettik, asıl olması, asıl
konuşulması gereken komisyonun Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu olması
gerektiğini söyledik. Hatırlarsanız, aslında Kadın Erkek Fırsat Eşitliği
Komisyonu kurulduğunda da burada ciddi anlamda sorunlar yaşadık. O zaman,
kadın-erkek eşitlik komisyonu olarak kadınlar çalıştı, bunu bin bir emekle
getirdik ve buradan bütün partilerin ortaklaşmasıyla, üstelik o zaman
komisyonda da kadın-erkek eşitlik komisyonu olarak çıkmıştı ama buraya geldi,
fırsat eşitliğine dönüştü burası, yine AKP’nin oylarıyla. Burada da benzer bir
yaklaşımı gördük aslında çünkü AKP karar vermişti nerede görüşüleceğine dair.
Sayın Bakan da buna hukuki bir gerekçe yaratmaya çalıştı. Biz buradan bir kez
daha gördük ki Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu hikâye. Kadınlar adına
dair bir konuyu bile konuşamıyoruz, tartışamıyoruz. En çok kadın üyenin olduğu
komisyon, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu sayın milletvekilleri ama
kadınlara dair şeyi Adalet Komisyonunda biz görüştük. Adalet Komisyonundaki
kadın üye sayısına baktığınızda aynı derecede değil. Bu, ciddi bir sorun.
İkincisi, ikinci eleştiri
konumuz bu kanun tasarısına ilişkin, kadın örgütleriyle o kadar çok çalışma
yürütüldü, Sayın Bakanımız bu konuda altı ay öncesinde bazı çalışmalar yürüttü.
Parlamentoda bulunan milletvekilleriyle kahvaltılar yaptı. Bu kahvaltının
faturası kamuoyuna da yansıdı. O, kadın örgütleriyle yapılan kahvaltının
faturası mıydı, bilmiyorum. Yine, kadın örgütleriyle görüştü. 237 kadın örgütü
diyelim ki o kadar çalışma yürüttü ve kadın örgütleri bu konuda, gerçekten,
kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda, yine, şiddete dair önleyici
tedbirler alınması konusunda çok önemli çalışmalar yürüttü.
Bu altı ayın sonunda gördük
ki en azından, kadın örgütlerinin 12, 13 ve 15 Şubat 2012 tarihinde ve 31 Ocak
tarihine kadar Bakanlığın önerisi, taslağı üzerinde yaptığı çalışmalar ve
Başbakanlığa sunulan tasarı bile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonuna geldiğinde
tamamen değişmişti. Bu ciddi bir durum. Yani hem Bakanlık kadın örgütlerinin bu
konudaki çalışmasını kabul etmedi, “Tamam, biz sizin çalışmanızı kabul
etmiyoruz ama bizim çalışmamız üzerinde çalışabilirsiniz.” denildi hem bu
çalışma da sonra kuşa çevrildi. Sonra da kadın örgütlerine bari… Yani kadın
örgütleri bu tasarıyı bile eksik ve yetersiz görmüşken, “Komisyonda
düzeltebiliriz, bunun mücadelesini verebiliriz.” diye bu konuda Komisyonda
görüşülürken bile “Bari Başbakanlığa giden olsun.” denildi. Şimdi, orada da
kısmen bu düzenlemeler yapıldı ancak hâlâ ismi değişmedi.
Bu yasa tasarısı “Kadın ve
Aile Bireylerinin Şiddetten Korunması Yasa Tasarısı” iken Komisyona gelirken
Başbakanlıktan… Ki muhtemelen Sayın Başbakan buna müdahale etmiştir -Kadın Erkek
Fırsat Eşitliği Komisyonunda da böyle olmuştu- ya da erkek yöneticiler müdahale
etmiştir buna. Çünkü kadınlar olarak, Sayın Bakanın da ben kadın-erkek fırsat
eşitliğine inandığını düşünüyorum. Çünkü uzun süre kadın politikaları yürütmüş,
kadın kolları başkanlığını yapmış, kadın politikalarını bildiğim için, onun bu
referansına da güveniyorum; muhtemelen erkek arkadaşlarının düşüncesini
değiştiremediği için “aile” kavramı oldu. “Aile ve Kadına Yönelik Şiddetin
Önlenmesi” bu da temel eleştiri konusu.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Kahrolsun erkeklerin bu düşüncesi o zaman.
SEBAHAT TUNCEL (Devamla) –
Sayın milletvekilleri, arkadaşlarımız şunu diyebilir: “Yani isimde bu kadar ne
var, önemli olan içerik.” Aslında öyle değil, önemli olan isim.
4320 sayılı Kanun’da da
aslında kadın örgütleri ailenin korunması meselesine bu kadar itiraz ettiler.
Dediler ki: “Mesele ailenin korunması değil çünkü aileyi korudukça siz aile
içerisindeki şiddeti görünmez kılıyorsunuz.” Bu ciddi bir problem. Bugün
aslında Bakanlık da bir şekilde bunu kabul etmiş durumda. Biz, bu konudaki
eleştirilerimizi de Sayın Bakana iletmek istiyoruz.
Sayın Bakan, bu, 237 kadın
örgütünün emeği değil; bu, AKP İktidarının düzenlemiş olduğu bir kanun
tasarısı. Biz kadınlar, günde 5 kadının öldürüldüğü bir Türkiye’de bir an önce
kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve bu konuda koruyucu tedbirler alınması
gerektiğini tabii ki savunuyoruz. O açıdan, bu yasaya ilişkin, mümkün
olduğunca, gün boyunca konuşulduğunda yasanın daha etkin olması konusunda yine
önerilerimizi sunacağız. Umuyorum, AKP İktidarı ve Sayın Bakan bu konudaki
görüşlerimizi en azından dikkate alır diye düşünüyorum.
Diğer bir nokta, aslında
AKP İktidarının sürekli yaptığı bir şey. Bu kanun tasarısında öncesinden bunu
reddediyor yani ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi bir durum. Şimdi bize
yapılan şey de bu. Bu ciddi bir sorun.
Sayın milletvekilleri, bu
yasanın en temel problemi, toplumsal cinsiyet eşitliğini esas almaması,
kadın-erkek eşitliğini esas almaması. Kadın örgütlerinin itirazlarıyla bu
kelimeler yasaya girdi kısmi olarak ancak bu, bu zihniyetin değiştiğini
göstermiyor. Kadın-erkek eşitliğine inanmayan, kadın-erkek eşitliği
perspektifinden bir siyaset yürütmeyen ve buradan bakmayan hiçbir yasanın
toplumsal olarak karşılığı yok. Genelgeler çıkartmak, yasalar yapmak, bu
konudaki ne yazık ki sorunlarımızı çözmüyor. Biz, bugüne kadar bunu çok gördük.
En çok AKP İktidarı döneminde genelgeler çıktı, kadına yönelik şiddet konusunda
çalışmalar yürütüldü ama görüyoruz ki AKP döneminde kadına yönelik şiddet de
yüzde 1.400 arttı, günde 5 kadın öldürülür hâle geldi. Öyle Sayın Bakanın ifade
ettiği gibi “Eskiden de kadın ölümleri vardı, şimdi görünür oldu.” meselesi
büyük bir aldatmacadır.
Evet, eskiden de kadına
yönelik şiddet vardı ama sizin döneminizde arttı çünkü sizin döneminizde
kadın-erkek eşitliğine dair ortaya çıkan durum kendi elinizle ortadan
kaldırıldı. Bu ciddi bir sorun diye düşünüyoruz ve bundan bir an önce
vazgeçilmesi gerekiyor. Mesele çünkü sadece bu yasa değil, bundan sonra da birçok
çalışmalar yürütülecek. Eğer böyle olmadığı takdirde önümüzdeki dönem kadınlar
hâlâ şiddete maruz kalacaklar, her gün kadınlar öldürülecek, her gün aslında
biz kadına yönelik şiddeti konuşuyor durumda olacağız. Biz bunları istemiyoruz
kadınlar olarak. O yüzden de kadına yönelik şiddet meselesini de siyasi
partiler üstü, kadın politikalarını siyaset üstü ele alıyoruz. Kadına yönelik
yapılacak her türlü düzenlemeyi Barış ve Demokrasi Partisi olarak
destekleyeceğimizi ifade ettik.
Sayın milletvekilleri, kadın
örgütlerinin bu yasa tasarısına ilişkin birkaç önemli tespiti var, eksik
olarak, hâlâ eski yasa tasarısı sanki görüşülüyormuş gibi denilse de bunları
birkaç başlıkta sizlere sunmak istiyorum.
Kadın örgütlerinin yasaya
ilişkin başlıca talepleri şudur: Ayrımcılık yasağı, fiilî eşitsizlikler gibi
şiddetin arkasındaki dinamiklere dair düzenlemelere yer verilmesi, cinsel
yönelim ve cinsiyet kimliği ifadesinin yasaya eklenmesi, mağdur yakınlarının ve
şiddete tanıklık edenlerin de koruma kapsamına alınması, kadın örgütlerinin
şiddet ile ilgili her türlü davada müdahilliklerinin kabul edilmesi, sığınaklar
ve cinsel şiddet kriz merkezlerine ilişkin düzenlemeler yer alması, tedbir
kararlarının gerektiğinde süresiz verilmesi, çocukların velayet hakkının koruma
sürecinde kadının talebiyle şiddet mağduru tarafından kullanılacağı, çocukların
şiddet uygulayan ile kişisel ilişkisinin bu süre boyunca kaldırılacağı veya
denetime tabi tutulacağı düzenlemelere yer verilmesi, şiddet uygulayanların
yanı sıra şiddeti azmettirenlere ve yardım edenlere karşı da tedbir alınması ve
bu kişilerin de tedbir kararına aykırılıktan ötürü cezalandırılması, hâkim ve
savcılar dahil olmak üzere bu vakalarda görev alacak herkese yönelik kadının
insan hakları, toplumsal cinsiyet, kadın-erkek eşitliği konularını içeren
eğitimler verilmesi. Bu yasada kısmen eğitim düzenlemesi var ancak bu eğitimi
kim yapacak, hangi kadroyla yapılacak, nerede başlayacağı meseleleri çok muğlak
çünkü hâkim ve savcılar çoğu zaman kadınları aslında geleneksel toplumsal
cinsiyet algısına göre, erkek algısına göre yargılamakta, bu ciddi bir sorun.
Yine, şiddetle ilgili yasal
başvuru süreçlerinde taraflar arasında ara buluculuk ve uzlaşma girişiminde
bulunamayacağının düzenlenmesi. Bu ara buluculuk meselesi ciddi bir durum,
yasada yok ancak genel olarak zihniyette kadınlar şiddete uğradığında genel de
evine gönderiliyor “Gidin bu işi çözün.” ya da ara bulucular bulunuyor. En son
mesela Adana’da yaşanan olay. Genç kadın 8 defa savcılığa suç duyurusunda
bulunmuş ama sonra ölümden kurtulamadı çünkü savcılık gereğini yerine
getirmedi. Birçok vakada benzer durumla karşılaşıyoruz. Yani başvuru var, bunun
dışında gereğini yapmıyor çünkü oradaki kolluk kuvvetleri, idare amiri, hâkim,
savcı aslında erkek egemen zihniyete göre yaklaşıyor, erkekçe düşünüyor,
dolayısıyla ona göre karar veriyor bütün duygusu, hissiyatı buna göre olduğu
için. Bunun önlenmesi gerekiyor, bu konuda mutlaka eğitim verilmesi şart.
Yine, yasanın uygulanmasını
etkili şekilde izleyecek ve denetleyecek “şiddet önleme ve izleme
merkezleri”nin kurulması ve kadın örgütleriyle eş güdümlü çalışması… Bu
merkezler kuruluyor aslında bu kanun teklifinde ama kadın örgütleriyle eş
güdümlü çalışması önemli. Çünkü kadınların olmadığı yerlerde ne yazık ki
kadınlar lehine kararlar alınmıyor sayın milletvekilleri. Madem burada bir yasa
düzenliyoruz kadınların yaşamını etkileyecek, dolayısıyla aslında toplumun
yaşamını etkileyecek, onun için daha sağlıklı şeyler yapmak gerekirdi.
Biz, bu yasa tasarısı
konuşulurken Sayın Bakana söyledik, “Tamam, 8 Marta ulaştırmak, kadınlara bu
konuda müjde vermek önemli bir şey, biz de bunu isteriz. Ancak bu yasayı iyi
çalışalım, birlikte çalışalım ve gerçekten bir daha düzenlenmemek üzere bir
yaklaşım sergileyelim.” Sanırım Meclis Başkanımız söylemişti; artık her gün
yasa şeyine döndü burası, sürekli yasalar çıkartıyoruz çünkü çıkarttığımız
yasalar yeterli olmuyor, sonra onu düzenlemek için yasalar çıkartıyoruz,
fiiliyatta bu eşitliği sağlayamıyoruz.
Yine, sayın
milletvekilleri, tabii -biraz önce de söyledik- mesele yasalar değil, mesele bu
yasaları uygulayan kişiler. Eğer uygulayan kişiler gerçekten eşitlik
politikalarına inanmıyorsa, bu ülkede kadın ve erkeğin eşit olduğuna
inanmıyorsa yapacağı uygulamalar da buna göre geliyor. Dolayısıyla, bu ülkenin
yapması gereken temel şeylerden birisi kadın ve erkek eşitliğini sağlamak. Bu
Parlamento, Avrupa Sözleşmesi’ni, kadına yönelik sözleşmeyi, Avrupa Konseyi
İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ülke olmakla övünüyor. O sözleşme çok
önemli; evet, kadın erkek eşitliğini içeren bir nokta. Özellikle “özel alan”
diye tabir edilen, aile içi şiddete yönelik önlemlerin alınması konusunda
önemli kararları var. Biz, bu Parlamentonun bunu uygulamasını bekliyoruz. Sadece
imzaladık, burada kalsın değil. Bunun için de burada zihniyet değişimi önemli.
Yine, sayın
milletvekilleri, tabii ki kadınların sorunları sadece işte bu yasalarla
düzenlenecek sorun değil, sadece şiddet sorunu değil, kadınlar birçok alanda
aslında ciddi olarak sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Özellikle kadın
istihdamı sorunu Türkiye’nin en büyük sorunlarından birisidir. Türkiye, 2011
Temmuz ayı istatistiklerine göre, yüzde 30 kadın istihdamı oranıyla Avrupa
Birliği ülkelerindeki yüzde 62’nin çok gerisinde yer almakta. Yine, kadınların
işgücüne katılım oranı yüzde 30’larda seyretmektedir. İşsizlik oranı tüm
Türkiye için yüzde 11’lere çıkmış durumdayken kadınlar için bu oran yüzde
13’lerde.
Kadınların iş gücüne
katılım oranlarına baktığımızda ise tablonun 2002 yılından beri hiç
değişmediğini görmekteyiz. Yani, o kadar yasal düzenlemeler yapıyoruz, sözde
kadınlar lehine etkinlikler yapıyoruz ama 2002’den beri, yani sizin
iktidarınızdan beri hiç değişmiyor bu tablo ve kadınlar giderek yoksullaşıyor.
Aslında, bu yoksulluk aynı zamanda kadına şiddet olarak dönüyor. Bu, şiddet
politikalarının ortadan kaldırılması meselesi açısından da önemli.
OECD Kadın Raporu’na göre
yüzde 20’lerin altına düşmektedir Türkiye’deki kadınların istihdam oranı, oysa
bu oran Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 45 civarındadır. Biz her yasayı
Avrupa’ya göre çıkarıyoruz ya, niye istihdamı Avrupa’ya göre düzenlemiyoruz o
zaman? Yani Avrupa Birliği sürecinde, bütün yasalarımıza oradan atıfta
bulunuyoruz. Bu çok ciddi bir sorun, bunların geliştirilmesi bizim temel
sorunlarımızdan birisi.
Yine, diyelim ki ev eksenli
çalışan kadınların durumu çok daha vahim. Hani, genel tablo vermek istemiyorum
ama bu kadınlar işçi bile sayılmıyor, sömürüleri var. Diyelim ki bir evde
çalıştığı için pencereden düşüp hayat mücadelesi verenler var ve ne sigortası
karşılanıyor, çünkü bunlar kayıt dışı çalışıyor ve bu kadınların… En azından
ILO’nun 189’uncu maddesinin imzalanması konusunda kadın bakanlığımızın, daha
doğrusu, kadın bakanlığı değil, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının daha
etkin görev alması gerekir diye düşünüyorum çünkü mesele sadece istihdamdaki
kadınlar değil, yaşamın alanındaki tüm kadınlarda bu şeyden bahsetmek önemli
diye düşünüyorum.
Sayın milletvekilleri,
tabii ki, yani bu Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı neler yapabilir
meselesinde, aslında bunları yapabilir. Aileyi ve sosyal politikaları yanına
getirdiğinizde, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının ortaya çıkartacağı yasa
tasarısı da Ailenin Korunması Yasa Tasarısı olur doğal olarak. Oysa aileyi
korumanın temel şeylerinden birisi aile bireylerinin daha etkin birey olabilme
koşullarını sağlayabilmektir. Şimdi, siz “Aileyi koruyalım.” derken aslında
aile içerisindeki sorunları hep örtüyorsunuz çünkü aile içerisindeki hiçbir şey
yansımıyor. Bu yaklaşımla yapılacak yasal düzenlemelerde ne yazık ki önce aile
korunacak, sonra birey korunacak.
Yine, bu “aile” kavramı
nasıl olacak? Sadece evli olanlarla mı ifade edeceksiniz? Bu, aile bireyleri
içerisindeki durum nedir? Evli olmayan ve birlikte olanlar, diyelim ki imam
nikâhlı olanlar –Türkiye’de böyle bir gerçeklik de var- yine diyelim ki bu
ülkede eş cinseller gerçeği var, bütün bunları nasıl olacak da bu “aile”
kavramı içerisine koyacaksınız, çok merak ediyoruz. Dolayısıyla, bu yasa
tasarısı, Türkiye’nin ihtiyacını, kadınların ihtiyacını karşılayan bir yasa
tasarısı değildir. Bölümlerde de bu konudaki önerilerimizi, değişiklik
önerilerimizi ifade edeceğiz maddelere ilişkin. Bu ciddi bir sorun.
Son olarak, sayın
milletvekilleri, tabii, bu Parlamentonun 550 milletvekilinden sadece 78’i
kadın. Şu an kadın konusuyla ilgilenen 6 tane kadın var, toplam 10 tane kadın
yok, erkekler zaten yok; demek ki ciddi bir sorun.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Yok olur mu, olur mu?
SEBAHAT TUNCEL (Devamla) –
Ben sizi katmıyorum.
Dolayısıyla, bu ciddi bir
problem. Yani şu an yüzde 14,2’yle övünüyoruz Parlamentodaki temsil konusunda.
Özellikle, bu konuda, AKP İktidarı döneminde politika yapan kadınların ne büyük
bir baskıya uğradığını en çok biz biliyoruz. Şu an 500’den fazla kadın
arkadaşımız, siyaset yapan, politika yapan kadın arkadaşımız tutuklu ve bu
kadınlar siyaset yaptıkları için tutuklu, Türkiye gündeminde de kadın
politikası yaptıkları için tutuklu çünkü AKP İktidarının Barış ve Demokrasi
Partisini tek yenemediği konu kadın konusu. Yüzde 40 cinsiyet kotası
uyguluyoruz, eş başkanlık uyguluyoruz. Bu ülkede 26 kadın belediyesi var, bunun
14 tanesi BDP ama şimdi 3 tane kadın belediye başkanımız tutuklu. Parlamentoda
diyelim ki yüzde 30 üzerinde temsil bizim temsilimiz. Avrupa’da sorduklarında
bir tek diyorlar ki: “Barış ve Demokrasi Partisine biz kadın konusunda bir şey
diyemiyoruz.” Peki, ne yapacağız o zaman? BDP’li kadınları tutuklayacağız;
kadın da olsa, çocuk da olsa gereğini yapacağız. Kadınlara siyasetin önünde nasıl
engel olacağız yaklaşımından öte bir şey değildir. Eğer böyle olmasaydı…
Dün Sayın Bakan, Roboski’ye
gitti. Bu ülkenin temel sorunu Kürt sorunu. Oradan, oradaki annelerle ağlarken
barış mesajları verdiler. Bu ülkenin temel sorunu bu; bu kadınlar barış
meselesiyle ilgilendikleri için tam da gözaltına alındılar, tutuklandılar, bu
insanlar “Kürt sorunu çözülsün.” dedikleri için… Madem öyle, o kadınların
acılarını anlıyorsunuz, o kadınların gözyaşını anlıyorsunuz, o zaman gelin önce
politika yapan kadınları özgürlüğüne kavuşturun, en azından 8 Martta onlara
açık görüş izni verin. Şimdi, böyle yapmayacaksınız, onun üzerinden gidip
politika yapacaksınız, barış meselesine geldiğinizde kılınızı
kıpırdatmayacaksınız, sonra diyeceksiniz ki: “Biz kadınlar üzerinde politika
yapıyoruz, kadınların gelişmesini istiyoruz.” AKP’nin tek derdi, biz bu konuda
nasıl reklam yapabiliriz, şunu yaptık, bunu yaptık, dolayısıyla bazı gelişmeler
sergiledik diye…
Bu konuda ben bir kez daha
özellikle kadınların siyasete katılımı önündeki engellerin kaldırılmasını,
TMK’nın bir an önce kaldırılmasını da kadınlar lehine talep ediyorum ve
sözlerimi bitirirken bir kez daha tüm kadınların 8 Mart Günü’nü kutluyorum.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Tuncel.
Gruplar adına üçüncü
konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Sayın
Ayşe Nedret Akova.
Buyurun Sayın Akova. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AYŞE NEDRET
AKOVA (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ailenin Koruması ve
Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı hakkında konuşmak üzere
CHP Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
4320 sayılı Kanun 4
maddeden ibaret iken bugün Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilen 181 sıra
sayılı Yasa Taslağı 25 maddeden ibaret olup bu olumlu bir gelişmedir ve
önemlidir. Sayın Bakanın da gayret ve çalışmalarını biliyoruz. Ancak
muhalefetin, kadın kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin görüşleri de
yeterince yansıtılmamıştır.
Kadın ve çocuklarımızın
maruz kaldığı şiddet, tehdit, sindirme, baskı ve zulmün engellenmesi için bir
kanunun çıkartılmasına uzun zamandır toplumun bütün kesimleri tarafından
ihtiyaç duyulmaktaydı. Kadına karşı şiddeti engellemek için çıkarılmak istenen bu
kanunun Dünya Kadınlar Günü’ne yetişmesi için komisyonlardan çok hızlı
geçirtilerek Genel Kurul gündemine getirilmesi birçok eksikliği de beraberinde
getirmektedir.
Hazırlanan kanun
tasarısında, taslağında kadınları şiddete karşı korumak için çok önemli adımlar
atılmıştır. Şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde herkesin
bu durumu resmî makam veya mercilere ihbar edebilmesinin yolunun açılması çok
önemli bir değişikliktir.
Şiddet uygulanan kişi çoğu
zaman korku, eğitim yetersizliği ve maddi imkânsızlıklar yüzünden kendisine
şiddet uygulandığını ihbar etmemekte, şiddete karşı devlet tarafından
korunabileceğini bilmediğinden dolayı da şiddete boyun eğmektedir. Şiddetle
mücadele yollarının varlığından habersiz olan mağdurun hayatı ve vücut bütünlüğü
çoğu zaman da tehlikeye girmektedir. Bu vahim sonuçları ortadan kaldırabilmek
için şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı durumunda şiddet
uygulanan kişinin haricindekilerin de yetkili mercilere ihbarda bulunabilmesi
çok önemlidir.
Kolluk görevlilerinin,
konuyla ilgili görev yapacak kamu kurum ve kuruluşlarının personelinin çocuk ve
kadının insan hakları, kadın erkek eşitliği konularında eğitim almaları
gerektiğinin kabulü kanunun amacına uygun şekilde görevlerini yerine getirmeyi kolaylaştıracaktır
elbette.
Grubumuzca verilen
değişiklik önergesiyle, koruma tedbirinde, korunan kişinin şikâyeti olmasa dahi
hâkim kararıyla tedbirlerin devamına karar verilmesi konusu çok önemlidir.
Yine grubumuzca verilen
değişiklik önergesiyle ilköğretim, ortaöğretim müfredatına toplumsal cinsiyet,
kadının insan hakları ve kadın erkek eşitliği konusunda eğitime yönelik
derslerin konulmasının kabul edilmesi, toplumsal zihniyet değişmesinde önemli
bir adım olacaktır.
Toplumsal zihniyet değişimi
için erken yaşta çocuklara bireyin cinsiyet temelinde ayrımcılığa uğramaması,
kamusal ve özel hayatın tüm alanlarında her iki cinsin de eşit şekilde yer
alması, görülebilmesi, güçlenmesi, temsil edilebilmesi ve katılım hususlarında
verilecek eğitimle, erken yaşta bilinçlerde kadın erkek eşitliği sağlanarak
kadına ve ev içi şiddete karşı önleyici tedbir alınmış olunacaktır.
Kanun maddeleri her ne
kadar mükemmel olsa da toplumsal değişiklik, toplumsal zihniyet değişimine
neden olacak eğitim hükümleri düzenlenmeden kadına karşı şiddetle mücadele
etmek mümkün değildir.
Toplumsal cinsiyet eşitliği
hususunda gerek ilköğretim seviyesinde verilecek zorunlu ders ile gerekse
ilgili kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personelin alacağı toplumsal
cinsiyet eşitliğine dayalı eğitim çalışmaları ile kadına karşı şiddetle ilgili çok
daha etkili adımlar atılması ve kanunun uygulanabilirliğinin artırılması mümkün
olacaktır.
Bakanlığın özellikle kreş
imkânı sağlama ve sağlık alanında kabul ettiği yükümlülükler ile girdiği bütçe
yükü takdir edilmektedir. Ancak Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin
Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın uygulanmasından sorumlu Bakanlık olarak
içinde “kadın” ismi geçmeyen bir Bakanlığın sorumlu olmasını ve kanunun adında
bile önceliğin “Ailenin Korunması”na verilmesini şiddetle eleştiriyoruz.
Başta, kadın “aile” kavramı
içerisine hapsedilerek tek başına yaşayabileceği ve birey olabileceği kabul
edilmemekte, aile kavramı içinde değilse dikkate alınmayacağı ve korunmayacağı
mesajı verilerek şiddete örtülü destek olunmaktadır.
Kanunun adının İstanbul
Sözleşmesi ile uyumlu olması için, Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten
Korunması ve Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı olarak değiştirilmelidir.
Bu konuda Gaziantep Milletvekilimiz Sayın Mehmet Şeker’in de kanunun adının
değiştirilmesi ve “kadın” adının konulması konusunda bir kanun teklifi vardır.
Gelin, hep birlikte, bu kanun tasarısında birlikte olarak kanunun adını
değiştirelim ve kadının adını kanuna ekleyelim.
Benzer şekilde, kanunun
adının da “Ailenin Korunması” olarak başlaması, kadın şiddet görse de öncelikle
aile birliğinin korunması, kolun kırılıp yen içinde kalması mesajını toplumsal
zihniyete işlemektedir.
Kadın şiddet görse de aile
birliğinin devamına öncelik verilmektedir. Mükemmel yasalar hazırlansa dahi, bu
şekilde gizlenen mesajlar ile yola çıkılınca, kadını ikinci sınıf gören, evinde
en az çocuğa bakmakla yükümlü kılan geleneksel toplumsal zihniyetin değişimine
hiçbir katkı yapılamayacaktır.
Kanun tasarısının “Ailenin
Korunması” ifadesiyle başlaması, yasanın evli olmayan, nişanlı, sevgili,
boşanmış ya da evlilik birliği olmadan birlikte yaşayan kadınları korumama,
hâkimlerin kanaatini bu konuda kullanmama olasılığına mahal vermektedir. Kadını
şiddete karşı korumada kadının içinde bulunduğu duruma göre ayrım yapılması,
bizzat şiddete davetiye çıkarmaktadır.
Ayrıca, tasarının adı,
CEDAW’ın kadınların medeni durumlarına bakılmaksızın gerekli tedbirlerin
alınması yükümlülüğünü yerine getirmekten uzaktır. Tasarının adı, yanlış
algılamalara ve psikolojik baskılara gayet açıktır. Kadınlara Yönelik Şiddet ve
Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi
Sözleşmesi’ni imzalayan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylayan ilk ülke
olmaktan her yerde gururla bahsediyorsak, bunun iç hukukumuzda karşılığını da
vermekten çekinmemeliyiz. Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin diğer Avrupa Konseyi
üyelerinin yeteri kadar imzası olmadığı için yürürlüğe girmediğini hatırlarsak,
bu Sözleşme’de kabul ettiğimiz çok önemli yükümlülüklerin bu kanun tasarısıyla
hayata geçirilmesi gerekliydi. İstanbul Sözleşmesi’yle kabul ettiğimiz devletin
şiddete uğrayan vatandaşın zararını tazmin etmesi gerektiği, sığınma evleri
açmanın zorunlu hâle getirilmesi, uyuşmazlık çözüm yollarının uygulanamaz
olmasının kabul edilmesi, tek taraflı ve resen yargılamalar için gerekli hukuki
ve diğer tedbirlerin alınması gerektiği, mağdurların ücretsiz adli yardım ve
destek alma haklarının sağlanması haklarına bu kanun tasarısında yer
verilmemiş, ilk imzalamak ve onaylamakla övündüğümüz Sözleşme de görmezden
gelinmiştir. Buradan çıkan sonuç, iç hukukumuzda bu Sözleşme’yi uygulamaktan
kaçınıldığıdır.
Üstelik, kanun tasarısında
“Amaç, Kapsam ve Temel İlkeler” başlığı altında uluslararası sözleşmelerin,
özellikle Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ndeki diğer kanuni düzenlemelerin esas
alınacağının belirtilmesine rağmen, bu hüküm kanunun diğer hükümleri
tasarlanırken dikkate alınmamıştır. En temel insan hakkı olan yaşam hakkının
korunması için devletimiz, uluslararası sözleşmelerle de kabul ettiği görevi ve
sorumluluğu yerine getirmek için daha geniş kapsamlı yasalar çıkartmalı,
uygulamada başarılı olabilmek için eğitim ile destekleyerek toplumsal zihniyet
değişimini de mutlaka ve acilen sağlamalıdır.
İlk tasarıya göre “şiddet”
tanımı daha kapsamlı hâle getirilmesine rağmen, yazılı tutum ve davranışları
içeren şiddet unsuruna dikkat edilmemiştir. TRT ile ulusal, bölgesel ve yerel
yayın yapan özel televizyon kuruluşları ve radyoların ayda en az doksan dakika
yapacağı yayınların içeriğinde konular daha net belirtilmeliydi. “TV
yayınlarının toplumsal cinsiyet eşitliği veya kadın-erkek eşitliği, çocuk ve
kadının insan hakları konularında yayın yapması.” ifadesi açıkça tasarıda yer
almalıydı. Keyfiyete bırakılan her türlü düzenleme, ileride daha büyük sorunlar
yaratacak şekilde ortaya çıkacaktır. Görüşler alınabilir ama zihniyet, yine
istediği gibi yoluna devam edebilir.
Sığınma evi açma
zorunluluğunun getirilmesi gerekliydi. İstanbul Sözleşmesi 30’uncu maddede
kabul ettiğimiz gibi, devlet, çocuk ve kadını şiddetten koruyamıyorsa tazminat
ödeme yükümlülüğünü kabul etmelidir.
Şiddet sonucu bedeni zarar
görmüş ya da sağlığı bozulmuş olan ya uğradıkları zarar, fail, sigorta ya da
devlet tarafından finanse edilen sağlık ve sosyal hizmetler gibi diğer
kaynaklar tarafından karşılanmayanlara yeterli miktarda tazminatı da devletin
ödemesi gerekmektedir.
İstanbul Sözleşmesi 48’inci
maddede de kabul ettiğimiz gibi, her türlü şiddete ilişkin olarak, ara
buluculuk ve uzlaştırma dâhil olmak üzere, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm
süreçlerini yasaklamak üzere, gerekli hukuki veya diğer tedbirlerin alınması kanun
tasarısında yer almalıydı. Zaten baskı altında olan kadın şiddete karşı
koyamazken, ara buluculuk ve uzlaştırma baskısıyla karşı karşıya kalınca
alacağı tavrın da sonucu bellidir. Bu sefer, devletin aracı olacağı baskıyla,
kadın farklı bir tür şiddet ile de karşı karşıya kalacaktır.
Şiddet mağdurunu korumak ve
şiddet uygulayana gerekli tedbir kararlarını etkin bir şekilde uygulayabilmek
için tasarıda yer alan, önemli bir yenilik olan “zorlama hapsi”nin altı ay
süreyle geçerli olması ise bir eksikliktir. Altı aydan sonra mağduriyet devam
ederse ne olacağı belirsiz kalmıştır. Yani şiddet uygulayan kişi altı ay dişini
sıkarsa zorlama hapsi kalkacaktır, suçu önlemek için gerekli, önemli bir
tedbirin etkinliği de yok olacaktır.
Tasarıda kullanılan “kadın
erkek eşitliği” kavramı eğer daha geniş bir anlam içeren “toplumsal cinsiyet
eşitliği” kavramını da kapsayacak şekilde kullanılıyorsa, neden aslı yerine
süreci kullanılmaktadır? “Toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramından neden
çekinildiği, Sayın Bakanım, anlaşılamamaktadır.
Kolluk birimleri içinde
kadın ve çocukları şiddetten koruma özel birimlerinin kurulmaması yine büyük
bir eksikliktir. Kadını şiddetten korumak için kolluk birimlerine bu kanun
tasarısıyla önemli görevler veriliyorsa, bu görevlerin özel birimler tarafından
yerine getirilmesi gerekliydi.
Kadın ve çocuğa karşı
şiddetle mücadele için, bu konuda eğitim alıp ihtisaslaşmış, kadını ve çocuğu
şiddetten koruma özel birimlerinin kurulması zorunluluktur.
Özel kolluk birimlerinin
görevini tüm sorumluluğuyla yerine getirebilmesi için, sadece bu kanunda
belirtilen hizmetlerle ilgili değil, işin felsefi temeli hususunda da eğitim
alması gereklidir.
Özel kolluk birimleri,
toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda alacağı eğitim ile kişinin cinsiyet
temelli olarak ayrımcılığa uğramaması, kamusal ve özel hayatın tüm alanlarında
her iki cinsin de eşit şekilde yer alması, görülebilmesi, güçlenmesi, temsil
edilmesi ve katılımı hususunda bilinçlendikten sonra, kanundan doğan
yükümlülükleri hakkaniyetle yerine getirebilir.
Şiddet gören kadın
çalışmıyor, öğrenim görüyor olabilir. Bu yüzden, şiddete uğrayan bireyin sadece
iş yerinin değiştirilmesi değil, eğer öğrenim görüyorsa öğrenim yerinin de
değiştirilmesi çok önemlidir.
Korunan kişi çalışmıyorsa,
ekonomik açıdan bağımlığının azaltılması için istediği takdirde istihdam
edilmesinin sağlanması devletin yükümlülüğü altında olmalıdır çünkü bireyin
ekonomik açıdan yetersizliği şiddet görmesini ve şiddetin sürdürülebilmesini
kolaylaştırmaktadır. Şiddet gören mağdur, ekonomik açıdan bağımsızlığını elde
ederse şiddete karşı devlet tarafından da aynı zamanda korunmuş olacaktır.
Sadece şiddet uygulayana
değil, şiddet uygulayana yardım edene de yönelik olarak önleyici tedbirlerin
uygulanması gereklidir. Toplumumuzda şiddet uygulayan kocaya ailenin diğer
bireyleri tarafından da destek verildiği hepimiz tarafından gayet açık bilinmektedir.
Mağdur şiddet görürken ev içindeki diğer bireyler de şiddet uygulayana yardım
ederek veya aile dışındaki başka bireyler de şiddet uygulayana yardım ederek
şiddetin boyutunu arttırmaktadır. Bu yüzden şiddet uygulayana yardım edene
yönelik olarak da önleyici tedbir kararı hâkim tarafından gerekli görüldüğü
durumlarda mutlaka alınmalıdır.
Geleneksel bir toplumda
yaşayan kadının şiddete maruz kalınca bunu yaşadığı ortamdan dışarı taşıması ve
buna karşı tedbir alınması için mücadele etmesi çok zordur. Gelenekler
çerçevesinde şiddet olmamış gibi hayatına devam etmesi hatta böyle bir ortamda aile
birliğini devam ettirmesi baskısıyla karşı karşıya kalması da hepimizin çok iyi
bildiği vakıadır. Burada kadını şiddete karşı korumak için en büyük sorumluluk,
kolluk kuvveti, mülki amir, hâkim, Bakanlığın il ve ilçe müdürlüklerine aittir.
Şiddete karşı kadını koruyucu ve önleyici tedbirlerle korumakla görevli kişiler
aldıkları sorumlulukları yerine getirmezlerse mutlaka tazminat ödeme
yükümlülüğü altına girilmelidir. Tazminat ödeme yükümlülüğü altında oldukları
bilinciyle görevlerine karşı daha sorumlu davranacaklardır.
Kusursuz bir anayasa ve
kurumlar oluştursak, uluslararası ve ulusal bütün yasalar kadın-erkek eşitliği,
kadın ve çocuğun korunması ve güçlenmesi için mükemmel bir şekilde düzenlense
dahi demokrasiye uygun bir siyasal kültür ortamı olmadan ve kadını aşağılayıp
eve kapatıp en az 3 çocuk doğurmakla yükümlü kılan, güçsüzleştiren, kocanın
yanında sesini çıkarmadan oturmasını nasihat eden toplumsal zihniyette değişim
olmadan kadın ve çocuklarımız hususunda var olan sorunlar giderek de ağırlaşıp
devam edecektir. Her ne kadar yasal zeminde kadın ve çocuğumuzun hakları
korunup insanca yaşamak için gerekli düzenlemeler yapılsa da uygulamada bunlar
hayata geçmeden yine biz bu sorunları konuşup duracağız.
Eşitlik ilkesi: Tasarıdan
çıkarılmış olan “kadın-erkek eşitliği”, “fiilî eşitlik”, “toplumsal cinsiyet
eşitliği” ve “ev içi şiddet” gibi kavramlar mutlaka, Sayın Bakanım, tekrar
konulmalıdır. Uluslararası insan hakları standardı, uluslararası insan hakları
belge ve sözleşmelerinde olduğu gibi, tasarıda kadın-erkek eşitliğine atıf
yapılmalıdır.
Koruma: Türkiye’de kamuya
ait sığınak sayısı 40, yetersizdir. Önce, her ilde mutlaka sığınak yapılması
mecburiyeti getirilmeli ve mevcut sığınaklar da iyileştirilmelidir acilen
diyoruz.
2008 yılında yapılan Kadına
Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’na göre, Türkiye’de kadınlarımızın yüzde
42’si yaşamın herhangi bir döneminde fiziksel veya cinsel şiddete maruz
kalmıştır. Dünya Ekonomik Forumu Cinsiyet Uçurumu Endeksi 2011 yılı
derecelendirmesine göre 135 ülke arasında Türkiye 122’nci sıradadır.
Bu nedenle, biz diyoruz ki
kadınların her alanda erkeklerle eşit hakları elde etmesi, her türlü
istismardan ve şiddetten korunması, karar alma mekanizmalarında yer alması,
siyasette temsil oranının yükselmesi bir demokrasi, hukuk, eğitim ve toplumsal
zihniyet dönüşümü sorunudur.
Saygıdeğer milletvekilleri,
ben Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunda da bilgilendirdim. Geçmişte bir
lisede müstahdem olarak çalışan bir müvekkilimin kocasından şiddet görmesi
nedeniyle, hiçbir avukat ücreti almadan, masraflarını da karşılamak kaydıyla
şiddetli geçimsizlikten boşanmasını karar altına aldım ancak tehdit ve şiddet
devam etmişti, karakollara müracaat ettik, savcılıkla müracaat ettik ancak,
tabii, biz bunu önleyemedik. Ne oldu? Benim müvekkilim köprü başında kocası
tarafından öldürüldü. Bundan sonra da müvekkilimin sorumluluğunu taşıyarak
ailesinin yine vekâletini aldım, yine hiçbir ücret almadan müdahil oldum ve
öldükten sonra müvekkilimin haklarını savunmaya ve devam ettirmeye çalıştım.
Onun için -hepimizin
yaşadığı olaylar vardır, etkilendiği olaylar vardır- ben bu kadına şiddet
konusunu çok önemsiyorum. Hakikaten önemli bir gelişmedir, önemli bir gelişme
olduğunu da kabul ediyorum ancak bizlerin ve kadın örgütlerinin verdiği
maddeler üzerindeki değişiklik tekliflerinin dikkate alınarak daha mükemmel bir
yasa yapılacağını tahmin ediyorum ve bu konuda hep birlikte olacağımızı ve
destek istiyoruz sizlerden birlikte.
Yine, Samsun ilinde diz
seviyesinin altında, Kılık Kıyafet Yönetmeliği’ne uygun olarak giyilen bir
eteğe bile tahammül gösteremeyen ve bu nedenle kadın bir meslek elemanını
işinden eden, Van depremi nedeniyle oluşturulan kriz masasında bile akşamları
kadınlar ve erkeklerin bir araya gelmesini yasaklayan zihniyet kamusal alanda
var oldukça kadınlara karşı işlenen şiddet de devam edecektir maalesef diyorum.
Bu nedenle, bu kanun
tasarısı üzerinde yürütmenin daha fazla sorumluluk alması, Dünya Emekçi
Kadınlar Günü arifesinde bu konuda daha duyarlı olacağınızı bekliyor, selam ve
saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Akova.
Gruplar adına son
konuşmacı, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kocaeli Milletvekili Sayın
Azize Sibel Gönül.
Buyurun Sayın Gönül. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA AZİZE
SİBEL GÖNÜL (Kocaeli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan
181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair
Kanun Tasarısı üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Tüm dünya
ve ülkemiz kadınlarının eşitlik, kalkınma ve daha huzurlu yaşam özlemlerini
dile getirdikleri 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyor, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, az
önceki konuşmacı arkadaşlarımızın, milletvekillerimizin, bu kanunun
görüşmelerinde Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun esas komisyon olmaması
konusundaki görüşlerine katılmakla birlikte, Komisyonumuzun, bu kanunun uygulamada,
özellikle uygulama konusunda hassasiyetler konusunda izleyici ve takip edici
bir esas komisyon olarak görev yapacağını buradan duyurmak istiyorum.
Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası, kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığının tanımlandığı
17’nci maddesi ile herkesin yaşam hakkını garanti altına almayı ve kimsenin
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamayacağını
taahhüt eder. Kadına karşı şiddet bu anayasal hakkın ihlali anlamına gelmekte,
bu ihlalin önlenmesi için devlete önemli sorumluluklar düşmektedir.
Yine Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’na göre ülke sınırları içinde yaşayan herkesin sağlıklı bir çevrede
yaşayabilmesi bir devlet görevidir. Biyolojik ve fiziksel çevrenin yanında
sosyal çevrenin de sağlıklı olması bireyin en temel anayasal hakkıdır.
Bu bakımdan, şiddetin
tanımına bakacak olursak, şiddet, kişinin fiziksel, cinsel, psikolojik veya
ekonomik açıdan zarar görmesi ve acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması
muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî
engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen
fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış
biçimi olarak tanımlanmaktadır.
Kadına yönelik şiddet ise,
kadınlara yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen
cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol açan her
türlü tutum, davranış ve şiddet biçiminde tanımlanmaktadır.
Şu bilinmelidir ki, kadına
yönelik şiddet sorunu ne Türkiye ile başlamıştır ne de Türkiye’ye özgüdür.
Dünya Sağlık Örgütü
tarafından on ülkede 24 bin kadınla görüşülerek gerçekleştirilen araştırmaya
göre, eşleri tarafından fiziksel şiddete maruz kalan kadınların oranı ülkeden
ülkeye yüzde 13 ile yüzde 61 arasında değişmektedir. Bir başka araştırmada ise
Amerika Birleşik Devletleri’nde her 15 saniyede 1 kadının kocasının,
partnerinin fiziksel şiddetine maruz kaldığı ortaya konulmuştur.
Türkiye’de Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu tarafından 1993 ve 1994 yılları arasında yürütülen “Aile İçi
Şiddetin Sebep ve Sonuçları” adlı ilk ulusal çaptaki araştırmadan sonra,
2006-2007 yılları arasında Altınay ve Arat tarafından yürütülerek TÜBİTAK’ın
desteğiyle on sekiz ayda tamamlanan “Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddet: Sorun
Tespiti ve Mücadele Yöntemlerinin Analizi” adlı ulusal çaptaki 2’nci
araştırmada kadına yönelik şiddet konusunda çok çarpıcı sonuçlara ulaşılmıştır.
Araştırmaya göre, hayatı boyunca eşinden an az 1 defa şiddet görmüş kadınların
oranı Türkiye örnekleminde yüzde 35, Doğu örnekleminde yüzde 40’tır. Bunların
Türkiye örnekleminde yüzde 49’u, Doğu örnekleminde ise yüzde 63’ü bu durumdan
kimseye bahsetmediğini söylemiştir. Yani Türkiye’de kadınların 1/3’ü fiziksel
şiddete maruz kalmakta, bunların da sadece 1/4’ü açığa çıkmaktadır.
Dolayısıyla, yaşanan şiddet çoğunlukla gizlenmekte, şiddet gören kadınlar
bununla tek başına mücadele etmek durumunda kalmaktadırlar.
Kadına yönelik şiddet
uluslararası toplumun gündemine “kadının insan hakları” kavramı çerçevesinde
girmiştir. Türkiye’de ise özellikle 80’lerden sonra kadına yönelik şiddetle
mücadele için yürütülen kampanyalarla konu kamuoyu gündeminde yer almıştır. 90
yılında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün kuruluşu bu konudaki ilk somut ve
önemli gelişme olmuştur.
Toplumsal yaşamın her
alanında kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasını ve kadın-erkek rollerine dayalı
ön yargıların ve ayrımcılık içeren uygulamaların ortadan kaldırılmasını
amaçlaması nedeniyle “kadınların insan hakları beyannamesi” olarak da
tanımlanan Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi
Sözleşmesi Türkiye tarafından 1985 yılında imzalanmış ve 86 yılından itibaren
de yürürlüğe konulmuştur. Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi’nin 99’da aldığı 12 sayılı Genel Tavsiyesi,
devletleri kadına yönelik şiddetle mücadele etmeye davet etmiştir. Bu konuda
istatistiksel verilere ihtiyaç duyulduğunu belirlemiştir. Komitenin 92 yılında
19 sayılı bir tavsiyesi ise -genel tavsiyesi ise- toplumsal cinsiyete dayalı
şiddeti, kadınların erkeklerle eşit hak ve özgürlüklerden faydalanabilmelerini
engelleyen bir ayrımcılık türü olarak tanımlamıştır. Bu karar, Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu tarafından yayınlanan Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi
Bildirgesi’ne de temel teşkil etmiştir. Bu Bildirge, devletlerin “gelenek,
görenek veya din” gibi gerekçeler öne sürerek kadına yönelik şiddetle mücadele
alanındaki sorumluluklarını aksatmamaları gerektiğini vurgulamıştır.
Aile içi şiddete maruz
kalan kadınların korunması amacıyla 98 yılında yürürlüğe giren ve 2007 yılında
yeniden düzenlenen 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’la önemli bir
adım atılmış ve hem “aile içi şiddet” kavramı ilk kez hukuksal bir metinde tanımlanmış
hem de aile içinde şiddete maruz kalan bireylerin korunmasına yönelik olarak
aile mahkemesi hâkimleri tarafından alınabilecek tedbirler düzenlenmiştir.
Bu gelişmeleri takiben,
11/10/2005 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde töre ve namus cinayetleri
ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir komisyon kurulmuş ve komisyonun
raporu esas alınarak kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için alınması
gereken önlemler ve sorumlu olacak kuruluşların belirlendiği 2006/17 sayılı
Başbakanlık Genelgesi yayınlanmıştır. 2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesi,
konunun ülke gündemine oturması ve en üst düzeyde sahiplenilmesi bakımından bir
milat olmuş, kadına yönelik şiddetle mücadeleyi bir devlet politikası hâline
getirmiştir. Uygulamanın geliştirilmesi için Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
tarafından Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı
hazırlanmıştır.
Türkiye’nin hazırlanmasına
öncülük ettiği Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve
Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da kısa adıyla İstanbul
Sözleşmesi olarak anılan Sözleşme, Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya
açılmış ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu on üç ülke tarafından
imzalanmıştır. Sözleşmeyi imzalayan ilk ülke olan Türkiye, Meclisinde 25 Kasım
2011 tarihinde onaylayarak yasalaştıran ilk ülke olmuştur.
Değerli milletvekilleri,
Başkanlığını yaptığım Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, kadınının sağlık
hakkı, insan hakkı, maddi ve manevi bütünlük hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkı, çalışma hakkı gibi temel hak ve özgürlüklerinden tam olarak yararlanmasını
engelleyen ve toplumun kanayan bir yarası olan kadına yönelik şiddet konusunda
duyarsız kalmamıştır. Bu bağlamda, Komisyon olarak, kadına yönelik şiddetin
önlenmesinde mevzuattaki ve uygulamadaki noksanlıkların tespitine ilişkin bir
alt komisyon oluşturulmuş, konuyla ilgili uzman kişiler dinlenilmiş, yerinde
incelemeler gerçekleştirmiş ve bütün bu görüşmelerden elde edilen bulgulara
dayalı olarak da, kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin mevzuattaki ve
uygulamadaki noksanlıklar tespit edilip çözüm önerileri geliştirilmiştir. Söz
konusu rapor ilgili tüm kurumlara gönderilmiştir.
Yine bu dönemde, bu çalışma
döneminde İnsan Hakları Komisyonu tarafından, kadına yönelik şiddetin önlenmesi
amacıyla “Kadın ve Aile Bireylerine Yönelik Şiddetin İncelenmesi” başlıklı bir
alt komisyon kurulmuştur, komisyon çalışmalarını tamamlamıştır.
Tüm bunların ışığında, 4320
sayılı Kanun’un ihtiyaçlara cevap vermemesi gerçeğinden hareketle ve reformist
bir anlayışla yeni bir kanun tasarısı hazırlanmıştır. Tasarının hazırlanmasında
şiddet konusu olay ve süreçlerden, konuyla ilgili STK’ların gözlem, talep ve
önerilerinden, akademik çevrelerden ve yargı pratiğinden en üst düzeyde
yararlanılmıştır. Yani tasarı, toplumsal katılımı ve birikimi esas alan bir
zeminde geliştirilmiş ortak bir çabanın ve iş birliğinin somut bir neticesidir.
Tasarının amacı ise şiddete
uğrayan veya uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin
ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere
yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve
esasları düzenlemektir.
Tasarının 1’inci maddesinde
amaç ve kapsam açık bir şekilde ortaya konulmaktadır. Salt evlilik birliğinden
kaynaklanan şiddetin engellenmesi değil, aksine 4721 sayılı Kanun uyarınca
kurulmuş bir evlilik birliğinden ari olarak maddede zikredilen şiddet
mağdurları da korunduğundan CEDAW’ın taraf devletlere yüklediği “kadınların
medeni durumlarına bakılmaksızın gerekli tedbirlerin alınması” yükümlülüğü de
yerine getirilmiş olmaktadır.
Diğer taraftan, şiddetin
engellenmesi ve önlenmesi amacıyla gerek mülki amirlere gerek hâkimlere ve
gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde de kolluk amirlerine tedbir alabilme
yetkisi verilerek en hızlı şekilde sonuç alınmasının yolu açılmaktadır yani
4320 sayılı Kanun’da şiddetin engellenmesi ve önlenmesine ilişkin tedbirler
yetersiz olmasına rağmen tasarıda kapsamlı ve sonuç odaklı tedbirlere yer
verilmiştir.
Etkin uygulamayı sağlamak
için tasarıda yer alan önemli yenilik ise zorlama hapsidir. Zorlama hapsi, bir
suç karşılığı uygulanan ceza yaptırımı değil, aksine şiddet uygulayanı tedbir
uygulamaya zorlamayı amaçlayan önleyici nitelikte bir müessesedir. Mevcut
uygulamada tedbir gereklerine aykırı davranılması hâlinde oluşan suç nedeniyle
açılan davaların uzun sürmesi ve öngörülen hapis cezalarının ise çok nadiren
uygulanması dolayısıyla caydırıcılık etkisi olmadığı yolundaki haklı
eleştiriler tasarıda zorlama hapsi müessesesi ile giderilmektedir.
Bu tasarının getirdiği en
önemli yeniliklerinden bir tanesi de şiddete maruz kalmış bireyin
mağduriyetinin çok kısa sürede giderilmesi, hizmetlerden ücretsiz yararlanması
ve şiddeti uygulayanın da rehabilite edilmesidir.
Kanun tasarısı, imza
koyduğumuz ve Meclisimizden geçerek yasalaşmış uluslararası anlaşmalara uygun
olarak, şiddete maruz kalan kadınlarımızla ilgili koruyucu ve önleyici
tedbirlerle, sadece şiddete maruz kalan kadın hakkında tedbir almak değil, bu
şiddetin meydana gelmesini önleyici tedbirleri de almayı hedeflemiştir. Bununla
birlikte, şiddete maruz kaldıktan sonra ikincil bir mağduriyete maruz kalmaması
da bu tasarının getirdiği önemli düzenlemelerden biridir.
Verilecek koruyucu tedbir
kararlarının takibinin teknik araç ve yöntemler kullanılmak suretiyle de
yapılabileceği, buna ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenleneceği
öngörülmüştür. Teknik yöntemlerle takip, şiddet uygulayan veya uygulama
ihtimali olan kişiye yönelik olarak çeşitli alternatifler aslında
görüşülmüştür. Bunu bugün kanunda da belki detaylandıracağız. Elektronik
kelepçe veya bileklik, korunan kişinin sabit ev içi ikaz cihazı veya mağdura
hareket özgürlüğü tanıyan ev dışında da kullanabileceği telefon görünümlü mobil
cihazın kullanılması gibi yöntemlerle de yapılabilecektir.
Değerli milletvekilleri,
koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak kullanılmasına yönelik destek
hizmetlerinin verildiği ve izleme çalışmalarının yedi gün yirmi dört saat esası
ile yürütüldüğü şiddet önleme ve izleme merkezlerinin kurulması öngörülmüştür.
Mağduru korumaya yönelik sadece koruyucu ve önleyici tedbirlere karar vermek
değil, aynı zamanda bu tedbirlerin uygulanabilirliği ve takibi anlamında bu
merkezlerin kurulmuş olması şiddetle mücadelede önemli bir adımdır.
Bu tasarı ile hâkim tarafından
alınacak koruyucu ve önleyici tedbirlere geniş bir şekilde yer verilmiştir.
Tedbir kararlarının hızlılığı ve gizliliği için düzenlemelere gidilmiş olması
da bu tasarının önemli yeniliklerindendir. Bununla birlikte, sadece şiddete
maruz kalmış kişileri değil, aynı zamanda asılsız bir şekilde suçlanan
tarafları da koruyucu itiraz müessesine de yer verilmiştir.
Değerli milletvekilleri,
tasarıda ihbar mükellefiyetinin getirilmesi önemli yeniliklerden yine bir
tanesidir. İhbarı alan kamu görevlisi için de gecikmeksizin kanun kapsamında
görevini yerine getirmek yükümlülük hâline getirilmiştir.
Son olarak da, bu kanun
kapsamında mağdura yönelik geçici maddi yardım yapılmasıyla nafaka ile
kolaylaştırıcı hükümlere harç, masraf ve vergilerden muafiyet, şiddet mağdurunu
korumaya yönelik düzenlemeler olduğu belirtilmektedir.
Ben öncelikle tasarıda
emeği geçen başta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımıza, komisyonlarda görev
yapan değerli milletvekili arkadaşlarımıza, sivil toplum kuruluşlarımıza,
akademisyenlerimize, bürokratlarımıza velhasıl emeği geçen herkese teşekkür
etmek istiyorum. Kanunumuzun milletimize, ülkemize ve ülkemiz kadınlarına
hayırlı olmasını temenni ediyorum ve özellikle şiddet konusunda, gerek kadına
karşı şiddet gerek toplumsal şiddet konusunda toplumun tüm katmanlarının ve
kurumlarının hassasiyetle bu konu üzerine eğilmesi gerektiğini düşünerek bu
konuda topyekûn bir mücadele verilmesini, başta Meclisin -şiddetle ilgili-
topluma örnek olacak davranışları sergilemesini, bu davranış kalıplarının
düzeltilmesi konusunda topyekûn bir çalışma yapılması gerektiği inancımla, yine
bir son dörtlükle sizleri selamlamak istiyorum, diyorum ki:
“Kavgayı ağacın yaprağına
yazmak isterdim,
Sonbahar gelsin yapraklar
dökülsün diye.
Nefreti bulutların üstüne
yazmak isterdim,
Yağmur yağsın bulutlar yok
olsun diye.
Öfkeyi karların üstüne
yazmak isterdim,
Güneş açsın karlar erisin
diye.
Sevgiyi ve dostluğu yeni
doğmuş, tüm bebeklerin kalbine yazmak isterdim,
Onlar büyüsün tüm dünyayı
sarsın diye.”
Sevgiyle, dostlukla kalın
diyorum, hepinize saygılar sunarım. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Gönül.
Şimdi, gruplar adına
konuşmalar tamamlanmıştır.
Şahıslar adına İstanbul
Milletvekili Sayın Türkan Dağoğlu.
Sayın Dağoğlu, buyurun.(AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ailenin Korunması ve Kadına Karşı
Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış
bulunuyorum.
Öncelikle, Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkan Vekili olmamın yanı sıra, bir kadın
olarak Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun
Tasarısı hazırlığında emeği, kararlılığı ve entelektüel birikimlerini cömertçe
ortaya koyan tüm ilgili arkadaşlara, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın
Fatma Şahin’in şahsında tüm Bakanlığa tebrik ve teşekkürlerimi iletmek isterim.
Bu anlamda, seçim
beyannamemizde, kadının sorunlarını parti olarak çözme yönündeki
kararlılığımızı da belirtmiş, kadına yönelik şiddetin önlenmesini öncelikli
politikalarımız arasına almıştık. 4320 sayılı Ailenin Korunması Kanunu’ndaki
boşluklardan ve değişen koşullardan da yararlanarak kadın cinayetlerinin ne
boyutlara vardığına hepimiz şahit olduk. Erkekler, her ay onlarca kadını
öldürme, onlarcasını yaralama ve tacizde bulunma hakkını kendilerinde
bulabiliyorlardı. İşte, bu yeni kanun tasarısının yasalaşmasıyla birlikte,
kadının statüsünün güçlendirilmesine yönelik tüm tedbirler bir bütünsellik ve
güncellik içinde gündelik hayatımıza girecek ve kadınlara zarar verme hakkını
kendinde bulan da en ağır yaptırımlarla cezalandırılacaktır. Türkiye’de kadına
yönelik şiddet ile ilgili tartışmalarda çok sık dillendirilen bir eleştiri, bu
şiddetin yeni yasalar getirerek önlenmesinin mümkün olmadığı, pratiğe,
uygulamaya dönük bir modele geçilmesi gerektiği fikridir. Bu anlamda, söz
konusu yasa tasarısında, Batı’nın mevcut en iyi uygulamalarını derinlemesine
incelemek suretiyle Avusturya modelinin örnek alınmasını oldukça önemsiyorum.
Keza bu model, yasa ile uygulama arasındaki boşlukların, yasalarla paralel
çalışan kurumlar getirerek söz konusu boşluğun önüne geçmeyi öngörüyor. Örneğin
karakollarda kadın bürolarının açılması ve şiddet gören kadına temin edilen
sabit ev içi cihaz, ikaz cihazlarının acil arama tuşuna basılmasıyla birlikte
söz konusu büronun devreye girmesi oldukça yenilikçi ve etkin bir çözüm
olacaktır.
Birleşmiş Milletler
Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi, kadına yönelik şiddeti,
toplumsal cinsiyete dayalı ve bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya
da orantısız bir şekilde kadınları etkileyen bir şiddet olarak tanımlıyor.
İktidar partisi olarak,
şiddeti sadece fiziksel şiddetle sınırlandırmayıp kadının onurunu zedeleyen,
haysiyetini kıran her türlü şiddet biçimini de önlemeyi son derece önemsiyoruz.
Bu anlamda yeni yasa tasarısında şiddetin tanımını genişleterek şiddet tehdidi,
hakaret gibi davranışları da şiddet kapsamına dâhil ediyoruz.
Değerli milletvekilleri,
kadına karşı şiddetle mücadele etmek ve elde ettiğimiz olumlu sonuçları kalıcı
hâle getirmek için bir zihniyet devrimini gerçekleştirmeliyiz. Bu anlamda, yeni
yasa tasarısıyla da kabul edilen, şiddet uygulayan kişiye zorunlu öfke
kontrolüne dair rehabilitasyon programları uygulanması, Diyanet İşleri
Başkanlığının cuma hutbelerini kadına yönelik şiddete ayırması bence önem
taşıyor.
Dolayısıyla, erkeklerde
zihniyet devrimini tetikleyecek ve şiddete yönelimi sorgulayacak bir zihinsel
ortam yaratmalıyız. Ailenin korunmasına, kadına yönelik şiddette çocukların
varlığını da unutmayarak bu yeni yasa tasarısıyla birlikte korunan kişinin çalışması
durumunda çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere varsa çocukları için
iki aylık süreyle gerektiğinde ücreti karşılanmak üzere kreş imkânı
sağlanabilecektir. Öte yandan, şiddet mağruru kadınların birer yaralı ruh
olarak varlıklarını sürdürmesinin önüne geçmek için bu yasa tasarısıyla da
birlikte psikolojik, mesleki, hukuki ve sosyal bakımdan rehberlik ve
danışmanlık hizmeti verilebilecektir. Şunu unutmayalım ki: Türk kültüründe
kadın her zaman son derece önemli bir yere sahip olmuştur. Bunun bilincinde
olan bizler de gerek bu tür yasal tedbirleri alarak gerekse Avrupa Birliği,
Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlardan sağlanan hibe programlarından da
yararlanıp kadının sosyoekonomik gücünü ön plana çıkartarak bu iradesini en
başından beri sergilemektedir.
Şiddete uğrayan kadının
sessizlik çemberini kırması için AK PARTİ olarak elimizden gelen özveriyi
gösteriyoruz ve göstereceğiz. Bunun için de kadının ekonomik anlamda güçlenerek
kocasının karşısında daha dik bir duruş sergilemesi için birçok önemli girişimde
bulunuyoruz. Uzun süredir yürütülen mikrokredi projelerinin özellikle kırsal
alanda kadının aile içinde statüsünün güçlendirilmesi açısından başarısı
aşikârdır. Bunun yanı sıra, şubat ayında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı arasında imzalanan protokolle İŞKUR’un
toplum yararına yürüttüğü çalışma programlarında kadın sığınma evlerinde kalan
şiddet mağduru kadınların iş edinmelerine öncelik verilecektir. Kadına yönelik
şiddetin tam anlamıyla önlenebilmesi için yasal ve uygulamaya dönük
düzenlemelerin yapılması elbette bir kazançtır ancak yeterli değildir. Bu
anlamla ilgili tüm paydaşların bu süreçte ellerini taşın altına koymaları
gerekir. Örneğin, barolar ve kadın sivil toplum kuruluşları kanun konusunda
bilgilendirme toplantıları düzenlemelidir. Kırsal kesimdeki kadınlara erişmede
görsel ve yazılı medya, yasa ile gelen haklar hakkında bilgilendirmelerde
bulunmalıdır.
Değerli milletvekilleri,
bütün dünler bugünleri aydınlatan fenerlerdir. Kadına karşı şiddetin önlenmesinde,
geçmişte yaşanan cinayetler, şiddet vakaları, intiharlardan ders çıkararak
hataları tekrarlamamak adına hangi partiden, hangi ideolojiden, hangi
cinsiyetten olursa olsun herkesi bu insanlık görevinde bir rol üstlenmeye davet
ediyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Dağoğlu.
Şimdi, Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanı Sayın Fatma Şahin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Şahin.
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181
sayılı, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun
Tasarısı üzerinde Hükûmet adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle, Parlamentonun
bütün milletvekillerine, bütün partilere, grup başkan vekillerine bu konudaki
şükranlarımı sunmak istiyorum çünkü kadın meselesinin toplumsal bir mesele
olduğu, kadına yönelik şiddetle mücadelenin toplumsal bir mesele olduğu, bu
yüzden topyekûn hareket edebilmemiz gerektiği, hızlı bir şekilde sürecin
hazırlanması, komisyonlarda çalışılması; katılımcı demokrasi adına sivil
toplumla, üniversitelerle, herkesle, bu konuda fikri olan herkesle iş birliği
yaparak çok uzun bir hazırlık sürecini geçirmiş bulunuyoruz. Hızlı bir şekilde
de Parlamentoya getirdik ve bugün inşallah bütün partilerin buradaki
mutabakatıyla da bu süreci götüreceğiz, kadına yönelik şiddetle ilgili önemli
bir hukuki temelin altyapısını oluşturacağız.
Nedir bizim 4320’de
eksiğimiz, neden buna ihtiyaç hissettik demeden önce, bizim on yıllık siyasi
geçmişimizde gördüğümüz bir şey var ki, toplumsal huzur ve barış, kadının ve
erkeğin, toplumun her kesiminin potansiyelini kullanmaktan ve sürdürülebilir
kalkınmadan geçmektedir. O yüzden 74 milyonun potansiyelinin kullanıldığı,
burada hiçbir ayrımcılığa gitmeden, kadın demeden, erkek demeden, engelli
demeden, engelsiz demeden, yaşlı demeden, genç demeden herkesin olan
kapasitesini kalkınma hamlesinin içerisine koymak için bu yola çıktık.
Çıktığımız günden beri söylediğimiz bir şey var ki “Kadını dışlayan siyaset,
siyaset olmaz.” dedik, “Kadına karşı her türlü ayrımcılığı reddediyoruz.”
dedik, kadınla ilgili olan sürecin bir insan hakkı süreci olduğunu ve kadına
yönelik şiddetin de bir insan hakkı ihlali olduğunu düşündük.
Her türlü ayrımcılığı
reddederken kadınımızın renginden, kılığından kıyafetinden dolayı yaşadığı
bütün sorunların da önemli bir sorun olduğunu ve mutlaka hızlı bir şekilde
düzeltilmesi, çözülmesi gerektiğine inandık. O yüzden biz kadına yönelik
mücadelemizi de bugün yalnızca şiddetle bir mücadele olarak değil, bir
medenileşme, bir demokratikleşme, bir çağdaşlaşma mücadelesi olarak gördük.
Biz kadınlarla ilgili
süreçte bir taraftan şiddetle ilgili süreci yönetirken birey olarak kadının
güçlenmesinde üç kalemi çok önemsedik: Onurluca yaşam mücadelesinde kız
çocuklarının eğitilmesini, eğitimle ilgili fırsat eşitliğinin mutlaka hayata
geçmesine inandık. O yüzden son on yılda herkesin ama herkesin desteğiyle
“Eğitim olmazsa olmaz.” dediğimizde büyük kampanyalar düzenledik, Millî Eğitim
Bakanlığıyla beraber yapılan çok olumlu çalışmalar sonucunda ve Anayasa’nın
10’uncu maddesinin bize getirmiş olduğu pozitif ayrımcılığı eğitim hakkını
artırmada kullandığımız için, beraber, birlikte bir şeyi başardık. Bugün yüzde
98 temel eğitime ulaşmış, temel eğitimde kız çocuklarıyla erkek çocuklarına
eşit fırsatlar sunmuş bir ülkeyiz.
Sağlıkla ilgili, her doğan
çocuğun sigortalı doğduğu ve herkesin, 74 milyonun sağlık imkânlarından eşit
bir şekilde istifade ettiği bir Türkiye için reformlar yaptık, çok radikal
tedbirler aldık. Bugün, Avrupa Birliği standartlarında “2015 hedefi” dediğimiz
anne ve çocuk ölümü hızlarındaki oranı yakaladık. Anne ve çocuk ölümü hızlarını
yüzde 76 gibi, son on yılda, hızlı bir şekilde düşürdük çünkü can hakkı, yaşam
hakkı, bizim “Olmazsa olmazımız.” dedik.
İstihdamla ilgili, kadının
birey olarak eğitim hakkını kullanırken ekonomik olarak mutlaka desteklenmesi
gerektiğine inandık. O yüzden, İş Kanunu’nda çıkarttığımız eşit işe eşit
ücretle beraber başlayan süreçte istihdamla ilgili, 2008’de çıkan istihdam
paketinin içerisinde kadın ve gençlerimiz, engellilerimiz için konan pozitif
ayrımcılıkta son iki yılda iş gücü piyasasında kadının oranını yüzde 4
arttırdık. Çok net bir artıştır bu ve ilk kez şeytanın bacağını kırarak yüzde
30’lara çıktık. Bu gelişmeleri, bu değişimi ve her alanda ama her alanda aktif
ve etkin kılacak bir şekilde kadınımızı, sürecin takipçisi oluyoruz.
“Neden bu kanunu yapma
ihtiyacımız oluştu?” diyecek olursak, aslında şiddetle mücadeleye de bugün
başlamadık biz. Özellikle Töre ve Namus Cinayeti Araştırma Komisyonu Başkanlığı
yaptığım sırada, o sırada Millî Eğitim Bakanımız olan, daha önceden de Devlet
Bakanımız olan Sayın Bakanımızın, Sayın Çubukçu’nun da o gün verdiğimiz
mücadeleyle başlayan bir süreçtir bu süreç ve ondan sonra 2008’de çıkan
Başbakanlık genelgesiyle “Kadına yönelik şiddet toplumsal bir sorundur ve
derhâl gereği yapılmalıdır.” anlayışı önemli bir siyasi iradenin başlangıcıdır.
Çünkü “Kol kırılır yen içinde kalır.” anlayışıyla toplum olarak hep üç maymunu
oynadık; duymadık, görmedik, işitmedik. Bunların bu şekilde devam
edemeyeceğine, toplumsal kalkınma hamlesinde artık sorunların çözülebilmesine,
bunların mutlaka görülmesi gerektiğine inandık.
2008’de çıkan o Başbakanlık
genelgesiyle beraber bugün çok önemli bir hukuki temelin altyapısını da
oluşturuyoruz. 4320, 1998’de çıkmış bir kanundu ama 2003 yılında aile mahkemesi
hâkimliği oluşmasıyla uygulaması başladı. Uygulama başladığı zaman… Bir de 2003’te
hep beraber bu Parlamento, TCK’da otuz beş yıl sonra önemli bir değişim yapıp
kadının insan hakkıyla ilgili cezalarda ve çocukların hakkıyla ilgili cezalarda
önemli artırımlar getirince, uygulamalarda kadın artık hakkının, hukukunun
korunduğunu, karakola gittiği zaman “Sen ne yaptın da bunu hak ettin?” veya
“Kocan sever de döver de.” anlayışının bittiği, kurumsal manada her birimin,
Adalet Bakanlığının, İçişleri Bakanlığının, Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığının, Sağlık Bakanlığının, Millî Eğitim Bakanlığının aktif bir şekilde,
diğer bütün bakanlıkların da desteğiyle bu süreç bir toplumsal çalışmaya, bir
kurumsal mutabakata dönüşmeye başlayınca, uygulamalarda Ayşe Paşalı gibi birçok
olayın yaşanmaya başladığını ve koruyamadığımızı gördük. Boşanma öncesi ve
boşanma sonrasında yaşanan bu olaylar ve yaşanan kadın sığınma evlerinde
yaptığımız görüşmelerde, cezaevindeki erkeklerle yaptığımız görüşmelerde yeni
bir kanunu mutlaka hazırlamamız gerektiğine inandık.
Bu kanunun temeline
baktığınız zaman, koruyucu ve önleyici tedbirlerin hayata geçtiği,
koruyamadığınız ve önleyemediğiniz zaman da kurumsal manada kim, nasıl hareket
edecek, kadının yaşam hakkını derhâl nasıl koruyacağız, bunun temel bir
mantığını görüyorsunuz. Tanımı genişlettik, “kadın, aile bireyleri ve çocuk”
diye ısrarlı takibi de koyduk.
Özellikle Osmaniye’de,
yaklaşık on gün önce olan ve hepimizin içini, canımızı yakan bir kız
çocuğumuzun, on altı yaşındaki kız çocuğumuzun “Bundan sonra hukuki temelde
böyle bir boşluk var.” diyeceği boşluğu doldurduğumuz, tek taraflı ısrarlı
takibe de önlem alan ve mağdur erkekse… Bakın “Aile Bakanısınız, siz hep
kadınları korumaya çalışıyorsunuz.” diyorlar. Mağdur erkekse aile bireyi olarak
biz erkekleri de koruyacağız. Erkekler “Ben mağdurum.” dediği ölçüde bu kanunun
bütün haklarından da istifade edecekler.
İstanbul Anlaşması’nda
koyduğumuz şiddet tanımını -psikolojik, ekonomik- uluslararası sözleşmeye uygun
tanımı genişlettikten sonra “Nasıl koruma tedbiri koyacağız?” dediğimizde,
özellikle gece yarısı olan ve bu noktada yaşadığımız sıkıntıda, kadınların elindeki
koruma kararıyla öldürüldüğü olayları yaşadığımız zaman derhâl korumada mülki
amirlere yetki vermemiz gerektiğini gördük. Daha da ileri gittik, bir kolluk
kuvvetindeki birisinin “Burada yaşam hakkıyla ilgili bir sorun var ve hemen
tedbir alınmalı, hemen geçici barınma, mali yardım ve ihtiyacı olan desteğin
verilmesi.” dediği bir sistemi hayata geçirdik. Hâkimlerimizin koruma
tedbirinde de iş yerini değiştirme hakkını, beraberinde aile konutu şerhinde de
şerh koyabilmesinin fırsatını bugün bu kanunda koyuyoruz.
Önleyici tedbir: Bir erkek
sürekli şiddet uyguluyorsa bunun öfke kontrolüyle, stresle mücadele etme gibi
bir sorunu vardır yani hastadır ama hasta olduğunun da farkında değildir.
Önleyici tedbirde de burada kadın istediği takdirde psikolojik desteğin verileceği,
erkeğe de beraber psikolojik destek verileceği, bunun da bütçesinin
Bakanlığımız tarafından karşılandığı önemli radikal tedbirleri hayata
geçiriyoruz. Çocuğun gizlilik bilgisiyle, okula yaklaşmadan ve oradan kadına
ulaşmadan dolayı farklı hayati tehlikenin yaşanmasına karşı önlem alıyoruz.
Eğer silah bulunduruyorsa, kendini kontrol edemiyorsa o silahı elinden alacak
şekilde tedbirler alıyoruz. Hele bir de kolluk kuvvetiyse, silah bulundurma
onun zaten görev alanı içerisindeyse onun da silahını elinden alarak önemli
yaptırım güçlerini hayata geçiriyoruz.
“Koruyamadığımız ve önleyemediğimiz zaman, bu
olay olduğunda peki ne olacak?” diyecek olursanız; hâkimlerimizin verdiği
kararla altı aylık tedbir getiriyoruz. Tedbire ya uymuyorsa, hâkim karar
vermesine rağmen, alkollü bir şekilde, uyuşturucu alarak, her şekilde, ne
şekilde olursa olsun o mahkeme kararına rağmen yeniden eve ulaşıyorsa, burada
önemli bir, yeni bir tedbir kararı getiriyoruz “zorlama hapsi” dediğimiz bir
hapis. Hâkim “Kardeşim, ben sana bu eve yaklaşma diyorum. Sen buna rağmen
yaklaşıyor ve benim kararıma uymuyorsan, ben temel hak ve özgürlüklerinden de
seni yoksun bırakıyorum.” dediğimiz, aslında bunun caydırıcı olduğu ve eve
yaklaşmasını da engelleyecek bir sistem olduğu, üç günle on gün arasında bir
zorlama hapsini de bu kanun tasarımıza koymuş oluyoruz.
Biz peki Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı olarak ne yapacağız? Biz tamamen burada koordinasyon
bakanlığı olarak görev yapacağız. Bunun için de kadın izleme merkezleri
dediğimiz pilot çalışmalarla veri tabanlarının oluşturulduğu, UYAP sisteminin
takip edildiği, Adalet Bakanlığındaki mahkemelerle ilgili sürecin takip
edildiği, profesyonel ekiplerle bu olayların tamamen izlendiği,
değerlendirildiği ve kimin ne yapması gerektiğini, yapmaması durumunda da Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak ne tür destek vermemiz gerektiği 15
maddelik önemli bir değişim olarak Bakanlığımız burada görev almıştır.
Geçici mali yardımı
önemsiyoruz çünkü sığınma evlerine gittiğimiz zaman, kadınlarla görüştüğümüz
zaman “Bakanım, zaten ekonomik olarak ciddi sorunumuz var. Okumamız yazmamız
yok, mesleğimiz yok. Bu süreci geçirene kadar, bizim bu süreçte yanımızda
olmanızı, ekonomik destekle bizim bu süreci daha kolay atlatmamıza, bize
yardımcı olun.” talebine karşı geçici mali desteklerle, kadınımızın hayatını
normalleştirene kadar ve kendi ayakları üzerinde durana kadar yanında olduğumuz
ve radikal tedbirler aldığımız bir kanunun altyapısını oluşturuyoruz.
Nafaka sistemini
kolaylaştırıyoruz. Sosyal güvenlik sisteminin içindeyse ihtiyacı ve talebi,
daha doğrusu talebi olmadan, otomatik olarak nafaka sisteminin çalışmaya
başladığı önemli bir yasal düzenlemeyi hayata geçiriyoruz.
Konuşmamın içinde
söylediğim gibi, bütün sağlık tedbirlerinin, sosyal güvenlik sistemi olsun
olmasın, Bakanlık olarak biz bunun takipçisi olacağız.
Çalışan kadınlarımızla
ilgili, eğer şiddet görüyorsa, çocuğu da varsa, bu süreçte onlara kreş desteği
vererek çocukların daha az mağdur edildiği önemli bir yan desteği de hayata
geçirmek istiyoruz.
Aslında bu yasanın temeline
baktığınız zaman, hakikaten çok olumlu, pozitif bir tarafı var ama ben bunu
hazırlayan ve buna emek çekmiş bir Bakan olarak biliyorum ki uygulamada bunu
hızlı bir şekilde çözmemiz çok kolay değil. Bu, topyekûn bir seferberlik
istiyor, iyi bir zihinsel dönüşüm istiyor. Kadının ve erkeğin, birbirinin
nimetinin ve külfetinin eşit bir şekilde paylaşıldığı, kadının insan hakkının,
erkeğin insan hakkının, ikisinin de insan olduğu ve burada, ortak alanlarda,
ortak paylaşım alanlarının normalleştiği bir sistemi hayata geçirmediğimiz,
kafalarımızı bu şekilde, zihinlerimizi bu şekilde aydınlatmadığımız sürece,
dünyanın en iyi, hakikaten en kapasiteli bir yasasını da çıkarmış olsak, en
mükemmel yasasını da çıkarmış olsak buna mutlaka toplumun inanması, bilincinin
yükselmesi, farkındalığının artırılması gerektiğine inanıyoruz. O yüzden, kamu
spotlarıyla da bir ayda doksan dakika -günlük ortalama bir buçuk dakikadan- hem
kanunla ilgili, değişimle ilgili bilgilendirmenin olduğu hem Bakanlığımızla
ilgili, “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı nedir, kapsama alanı nedir, aile
nasıl korunacaktır, nasıl tedbirler alınacaktır?” kısa filmlerle bunları
halkımıza, radyo ve televizyon aracılığıyla duyuracağımız kampanyaların
düzenlendiği yeni bir dönemin de başlangıcındayız.
İnşallah, nasıl 2003’te
TCK’yı çıkardığımızda önemli bir devrim yaptıysak, nasıl aile mahkemelerinin
hâkimlerini çalıştırmaya başladığımız zaman uygulamalarda önemli bir değişim
yaptıysak, bugün hep beraber şiddetle mücadelede de önemli bir hukuki devrimi yapacağımıza
ben bütün gönlümle inanıyorum. Diğer devrimler için de el ele vermemiz
gerektiğine, insan olma ortak paydası içerisinde kadını ve erkeği güçlendiren
destek mekanizmalarını mutlaka hayata geçirmemiz gerektiğine inanıyorum.
Desteklerinizden dolayı, katılımlarınızdan dolayı, bugüne kadar verdiğiniz
bilgi birikiminiz ve tecrübelerinizle uygulamalardaki yaşadığınız olayların
çözümünde gelen bütün destekten dolayı bütün milletvekili arkadaşlarıma bütün
kalbimle teşekkür ediyorum. Yasa tasarısının ülkemize ve ülkemizin tüm
kadınlarına hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (AK
PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Bakan.
Şimdi şahsı adına
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mesut Dedeoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
MESUT DEDEOĞLU
(Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı
Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nda
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygılarımla
selamlıyorum.
Dünya üzerinde değişen
toplum düzeni ve beraberinde getirmiş olduğu şartlar ülkemizde de ailenin
konumunu yakından etkilemiştir, kadını iş dünyasında yer almaya zorlamıştır.
Sanayi Devrimi’ne kadar kadınların görevleri arasında ev, bahçe ve tarla gibi
işlere yer verilmiştir. Sonraki dönemlerde kadınların toplumdaki yeri giderek
değişmiştir. Özellikle 1980’li yıllardan itibaren Türkiye’de kadınlar ekonomik
ve sosyal alanda daha aktif bir şekilde yer almaya başlamıştır. Batı
ülkelerindeki kadar olmasa da kadınlar yalnızca belli bir meslek kolunda
çalışan olarak değil, aynı zamanda bir girişimci olarak da yeteneklerini ortaya
koymaya başlamışlardır. Türkiye’deki kadınların iş gücüne katılım oranı oldukça
düşüktür. Bunun tek nedeni “Evin geçimini erkek sağlar.” anlayışıyla kadınların
iş hayatına çok geç atılmalarıdır. Zaten ülkemizde eğitime erişim de kızlar
açısından önemli bir sorun olarak devam etmektedir. Kırsal kesimde kız
çocuklarının eğitim ve öğretime tüm çabalara rağmen istenilen düzeyde
ulaşamayışı, kadınları hem eğitim hem de istihdam konusunda erkeklerin
gerisinde bırakmıştır.
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt
Sistemi 2010 yılı verilerine göre Türkiye’nin toplam nüfusunun yüzde 50,2’si
erkekler ve yüzde 49,8’i de kadınlardan oluşmaktadır yani erkek nüfusu ile kadın
nüfusumuz neredeyse birbirine eşit durumdadır. Nüfusumuza göre erkek ve kadın
dağılımı bu şekildeyken ülkemizde kadınların iş gücüne katılımı ve ekonomik
özgürlüğünü kazanması oranı daha düşüktür. Türkiye’de kadınların iş gücüne
katılım oranı erkeklerin iş gücüne katılım oranının üçte 1’i kadardır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yine Türkiye İstatistik Kurumunun 2011 yılı Ekim ayı
verilerine göre 11,9 milyon düzeyindeki ev hanımı sayısı kasım ayında 150 bin
kişilik bir artış göstererek 12,1 milyon düzeyine çıkmıştır. Aynı dönemde
kadınların iş gücüne katılım oranı ise yüzde 28’den yüzde 27,5’e düşmüştür.
Kadınların annelik görevlerinin yanı sıra toplumun büyük bir kesimi tarafından
eş ve ev hanımı olarak görülmesi kadınların ücretli bir işte çalışması önündeki
en büyük engellerden birini oluşturmaktadır. Hâlbuki pek çok konuda olduğu gibi
savaş yıllarında vatan hizmetlerinde bulunmuş kahraman Türk kadınları vardır.
Bunlar hem cephede hem de cephe gerisinde büyük kahramanlıklar yapmışlardır. Balkan
Savaşı, Çanakkale Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda yaralı askerlerimizin bakım
hizmetlerini üstlenen kadınlarımız, kimi zaman sırtlarında cephane taşımış,
kimi zaman da en ön cephelerde erkeklerle birlikte işgal güçlerine karşı cesur
bir şekilde mücadele etmişlerdir.
Bugün gelinen noktada
ülkemizde ekonomik ve sosyal sorunlar artmış, 2000 yılında 34.862 olan
ülkemizdeki boşanma sayısı 2010 yılında 118.568’e yükselmiştir.
Ülkemizde intihar
olaylarında da artış meydana gelmiştir. Yine, 2000 yılında 1.802 olarak
gerçekleşen intihar olay sayısı, 2010 yılında 2.933’e çıkmıştır. Her gün
ağırlaşan ekonomik şartlar, ülkemizde açlık ve yoksulluk sınırı altında kalan
kişi sayısını da artırmıştır.
Bugün ülke nüfusumuzun
yüzde 17’si yani 12,5 milyon insan yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır.
Ekonomik alanda yaşanan bu sıkıntılar sosyal alanda da kendisini
göstermektedir.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye genelinde hizmet veren 89 yetiştirme yurdunda 4.342 korunmaya muhtaç
çocuk kalmaktadır. Ayrıca 53 sevgi evinde 3.004 ve 448 adet çocuk evinde ise
2.994 olmak üzere toplam 5.998 korunmaya muhtaç çocuk da bulunmaktadır.
Bütün bu gelişmeler Türk
aile yapısına zarar verdiği gibi kadına karşı gösterilen şiddeti de
artırmaktadır.
Hükûmet tarafından ekonomik
ve sosyal alanda uygulanan yanlış politikalar toplumun pek çok kesiminde
yaralar açmıştır, açılan bu yaralar giderek de derinleşmektedir. Tüm dünyaya
örnek teşkil eden Türk aile yapısında, bugün -maalesef üzülerek belirtmeliyiz
ki- kadına karşı gösterilen şiddet olayları artarak devam etmektedir.
Ülkemizde kadına şiddet,
fiziksel olarak görülebildiği gibi ekonomik, sosyal, sözel, psikolojik ve
cinsel olarak da farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır.
Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğü tarafından 51 ilimizde ve 24 bin kişi üzerinde, kadına karşı aile içi
şiddet konusunda bir araştırma yapılmıştır. Kadının Statüsünün bu araştırmasına
göre, Türkiye genelinde kadınların yüzde 39’u hayatlarında en az 1 defa
fiziksel şiddete, yüzde 15’i cinsel şiddete, yüzde 23’ü ekonomik şiddete, yüzde
44’ü duygusal ve psikolojik şiddete maruz kalmışlardır.
Ayrıca, eğitim seviyesi
düşük kadınların yüzde 56’sı şiddete maruz kalırken lise ve üstü okul mezunu
kadınlar da şiddete maruz kalmaktadırlar.
Refah seviyesinin düştüğü
ailelerde kadının şiddete maruz kalma oranı yüzde 50 olarak gerçekleşmektedir.
Kadının, sırf kadın
olmasından dolayı şiddete maruz kalmasının temelinde yatan nedenler ülkemizde
pek çok kurum tarafından araştırma konusu yapılmıştır. Bugüne kadar
gerçekleştirilen yasal düzenlemeler ve açılan kadın konukevleri, kadına karşı
şiddetin önüne geçememiştir. Kadına uygulanan şiddet, belirli bir süre sonra
bazı ailelerde cinayete dönüşmektedir.
Kadın cinayetleri son on
yıl içinde ülkemizde artmıştır. Gazete ve televizyon ekranlarında “Devlet yine
koruyamadı.” şeklinde haberlere sık sık şahit olmaktayız. Devlet koruması
isteyen kadınların bile cinayete kurban gitmesi, insanı daha da fazlasıyla üzmektedir.
Ülkemizde kadına karşı gösterilen şiddet, genelde toplumun erkek egemen
yapısından kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda toplumsal, hukuksal, sosyal ve
ekonomik nedenlerden dolayı da yine kadınlar şiddete maruz kalmaktadırlar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
uygulanan şiddet, boyutuna göre, kadını intihara sürükleyebileceği gibi
cinayete kurban gitmesine de neden olmaktadır.
Şiddetin fiziksel ve ruhsal
boyutu ise sosyal ve duygusal olarak bireyi, aileyi ve toplumun tümünü olumsuz
yönde etkilemektedir.
Türkiye’deki araştırmaya
göre şehirlerde evli kadınların yüzde 18’i, köylerde ise yüzde 76’sı eşleri
tarafından dövülmektedir. Kadınların yüzde 57’si, evliliklerinin ilk gününden
şiddete maruz kalmaktadırlar.
Yine, ülkemizde aile içi
suçların yüzde 90’ını kadına karşı işlenen suçlar oluşturuyor.
Başbakanlık Kadının Statüsü
ve Sorunları Genel Müdürlüğü tarafından yapılan bir araştırmaya göre, aile içi
şiddetin yüzde 87’si kadınlara karşı işlenmektedir. Şiddetin yüzde 34’ü
fiziksel, yüzde 53’ü sözlü olarak gerçekleşiyor. Bu oran gecekondu semtlerinde
yüzde 97’ye kadar çıkabilmektedir. Kadınların yüzde 20’si okuryazar değil. Lise
ve daha üstü eğitimli on beş-yirmi dört yaş grubunda bulunan kadınların yüzde
39,6’sı işsiz durumdadır. Kadınların yüzde 43’ü görücü usulüyle evleniyor,
yüzde 20’si ise nikâhsız yaşamaktadır. Bu nedenle hükûmetler uyguladıkları
ekonomik ve sosyal politikalarda refahı artırıcı düzenlemelere ağırlık
vermelidirler.
Köylerden şehirlere yapılan
göçler çok önemlidir. Kadın konukevleri, sığınma evlerinin işlevi artırılmalı
ve ilgili kurumlarla koordineli çalışma sağlanmalıdır. Kamuda ve özel sektörde
kadın istihdamına ağırlık verilmelidir. Kadın konukevi ve sığınma evlerinden
ayrılan kadının devlet imkânıyla bağımsız yaşaması sağlanmalıdır. Yoksulluğu ve
işsizliği yönetmek yerine ortadan kaldırılması konusunda çalışmalar
yapılmalıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle
yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Dedeoğlu.
Sayın milletvekilleri,
şimdi yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi yapacağız. Sisteme girmiş olan
arkadaşlarımıza sırasıyla söz vereceğim.
Birinci sırada Sayın Ata,
buyurun efendim.
AYLA AKAT ATA (Batman) –
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Aracılığınızla Sayın
Bakanıma sorumu ifade edeyim: Sayın Bakanım, kolluk güçleri tarafından
toplumsal eylem ve etkinliklerde “genel müdahale” adı altında uygulanan şiddet
ne yazık ki yediden yetmişe herkesi hedef almakta, ağır yaralanmalara ve hatta
ölümlere sebebiyet vermektedir. Ben de bu şiddete defalarca maruz kalmış olan
bir kadın olarak bu şiddete maruz kalan kadınların kendilerini ifade etmeleri
ve konuyu yargıya taşımalarının önünde gerçekten ciddi sorunlar olduğunu
görebiliyoruz. Bu konuda Bakanlığınız tarafından hem bu şiddeti görünür kılmak
hem kadınları bu şiddete karşı koruma noktasında ve kendilerini yargıya
taşıyacak mekanizmalara güç vermek ve ulaşılabilir olmalarını sağlamak adına
herhangi bir çalışma var mıdır öğrenmek istiyoruz?
Teşekkürler.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Kaplan…
Sayın Alim Işık… Yok.
Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU (Tokat) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Altmış beş yaş üzerindeki,
2022 sayılı Kanun’la muhtaçlık aylığı alan vatandaşlara verilen aylık çok
düşüktür. Bunun yükseltilmesi noktasında, en az asgari ücretin yarısının
verilmesi noktasında bir çalışma yapmayı düşünür müsünüz?
İkinci olarak da, altmış
beş yaş üzerindeki bakıma muhtaç anne ve babaların yaşlı bakım merkezlerinde
bakılmaları çok zordur ve çok da ciddi sıralar vardır. Bu noktada kendi
çocuklarının veyahut da akrabalarının yanında bakılmasıyla ilgili olarak
bunlara herhangi bir maddi yardım yapılamaz mı? Hani özürlülere verilen,
özürlülerin ailelerin yanında bakılması gibi yaşlı insanların da kendi
ailesinin yanında bakılmasıyla ilgili bir çalışmanız var mıdır?
Bunu öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Vural…
OKTAY VURAL (İzmir) –
Teşekkür ederim efendim.
Grubumuz adına konuşma
yapan Ruhsar Hanım bir sual tevcih etti: “Bu yasa tasarısında birtakım maddi
yardımlar öngörüyorsunuz. Bu maddi yardımlar eğer bu sene başlayacaksa bunların
kaynağı nedir acaba?” Çünkü bütçenin -8 milyar TL- 4,1’i de görev zararı.
Kaynağını nereden bulacaksınız?
Bir de, altmış beş yaş
üzerinde dul kadınlara iki ayda bir ödeme yapılacağı ifade ediliyor. Bu
konudaki düzenlemenin kapsamı ve kimleri kapsayacağı konusunda bir bilgi
verebilir misiniz?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Eşi vefat edenlere mi?
OKTAY VURAL (İzmir) – Evet.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Vural.
Sayın Şeker…
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Taslağın adı “Ailenin
Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi.” Kadınlar zaten aile içinde
şiddetle karşı karşıya geliyorlar. Bu durumda, hem ailenin hem de kadının
korunması tabii ki mümkün değil. Kadın örgütleri taslağın adının İstanbul
Sözleşmesi’yle uyumlu olması için “kadın ve aile bireylerinin şiddetten
korunması ve şiddetin önlenmesine dair kadın tasarısı” olarak değiştirilmesini
istiyorlar. Türkiye’de her gün kadınlar öldürülüyor. Öldürenler de eş, sevgili,
baba, erkek kardeş gibi ailenin bireyleri. Burada temel sorun kadının bağımsız
bir birey olarak görülmemesi, kadının sadece ailenin bir parçası olarak
değerlendirilmesi. Oysaki kadını bağımsız bir birey olarak gören Bakanlığın
adının “kadın, aile ve sosyal politikalar bakanlığı” olması gerekirdi ve buna
göre de yapılandırılmalıydı.
Buna ilişkin verdiğim kanun
teklifini de bu vesileyle desteklemenizi bekler, saygılarımı sunarım.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Şeker.
Sayın Ağbaba…
VELİ AĞBABA (Malatya) –
Sayın Bakan, ben geçtiğimiz hafta sonu Bakırköy Kadın Cezaevini ziyaret ettim.
Oradaki izlenimlerimden birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yasemin Karadağ, tutuklu,
bir böbreği yok, bir böbreği yüzde 18 çalışıyor, beyin kanaması geçirmiş,
tutuklu olmasına rağmen, her türlü raporu olmasına rağmen serbest bırakılmıyor.
Fatma Tokmak, kalp hastası, hayati risk taşıyor cezaevinde yatmaktan dolayı.
Hediye Aksoy, iki gözü görmüyor, kanser hastası, tek başına kendi yaşamını
idame ettirmekten yoksun. Bu hasta tutuklular hakkında bir şey yapmayı
düşünüyor musunuz?
Bir de, Şeyma Özcan,
Boğaziçi tarihte okuyor, Türkiye’nin en parlak öğrencilerinden birisi.
Tutuklanmasındaki tek kanıt avukatla telefonla görüşmek. Avukat serbest. Derya
Gönen, yine ona benzer bir öğrenci. Öğrencilerin öğrenim hakkıyla ilgili bir
şey düşünüyor musunuz?
Yine aynı cezaevinde Nazire
Ayata Civelek ve Serpil Aslan Düzgün isminde 2 tane anne çocuklarıyla beraber
cezaevinde yaşıyorlar. Bunların yaşam kalitesini yükseltmeyle ilgili bir
projeniz var mı, çocuklu tutuklularla ilgili?
Bir de, buradan huzurunuzda
Bakırköy Cezaevi Müdürüne ve yönetimine ve oradaki savcıya teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Demiröz…
İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Gündem dışı konuşmalar
bölümünde bir dakikalık söz alacaktım ancak Anıtkabir’deki Artvinlilerin törenine
katılmam nedeniyle bu bölümde konuşuyorum.
Bugün 7 Mart, Artvin’in
düşman işgalinden kurtuluşunun 91’inci yıl dönümü. Tüm hemşehrilerimin bu
kurtuluş gününü kutluyorum.
Bursa Milletvekiliyim.
Doğduğum, büyüdüğüm il Artvin, doyduğum yer Bursa. Artvin ve Bursa’ya selam ve
saygılar.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Tuncel…
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Aracılığınızla Sayın Bakana
soruyorum.
Birincisi, bu Parlamentonun
2 tane kadın milletvekili şu an cezaevinde. Acaba Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı, bir grup kadınla birlikte -siyasi partilerden olabilir- bu kadın
milletvekillerimizi ziyaret etmeyi düşünüyor mu?
İkincisi, bu kadar kadın
meselesini konuşuyoruz. Kadınların siyasette katılımını artırmak için kotanın
yasal güvenceye kavuşması konusunda herhangi bir çalışma yapılması düşünülüyor
mu?
Üçüncüsü de: Biraz önce
konuşmamda da bahsetmiştim, Türkiye’de iş gücünün yaklaşık yüzde 10’unu
oluşturan ev eksenli çalışan kadınların öncelikli olarak “işçi” olarak
tanımlanmaları ve sosyal olarak sosyal güvenceye alınmaları konusundaki
talepleri konusunda herhangi bir çalışmaları var mı ya da aslında bu statüde
çalışan kadınların sayısı yani ne kadar kadın çalışıyor bu konuda, kayıt dışı
istihdamı konusunda bir bilgi var mı? Çünkü bu konuda ciddi bir mağduriyet var.
Ev hizmetlerinin İş Yasası kapsamında yeri yok. Bu konuda bir çalışma yapacak
mısınız?
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Tuncel.
Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Teşekkür ederim Başkan.
1) Yasamanın 24’üncü
Döneminde kaç tane müsteşar var, bunların kaçı kadındır?
2) Yasamanın 24’üncü
Döneminde kaç tane müsteşar yardımcısı vardır, bunların kaçı kadındır?
3) Bugün itibarıyla
bürokrasinin başında kaç tane genel müdür vardır, bunların kaçı kadındır?
4) Bugün itibarıyla kaç
tane bölge müdürü vardır, bunların kaçı kadındır?
5) İçişleri Bakanlığında en
üst seviyede 11 bürokrat olduğu söyleniyor, arasında hiç kadın olmadığı
söyleniyor; doğru mudur, değilse doğru bilgi nedir?
6) Türkiye’deki öğretmenlerin
yüzde 40’ı kadındır. Millî Eğitim Bakanlığında en üst düzeyde, 27 kişi arasında
hiç kadın yok denilmektedir; doğru mudur, değilse doğrusu nedir?
7) Türkiye’deki
mühendislerin yüzde 35’i, doktorların yüzde 30’u kadın olmasına rağmen Tarım
Bakanlığında, Enerji Bakanlığında, Ulaştırma Bakanlığında, Sağlık Bakanlığında
üst düzey pozisyonda tek kadın bürokrat olmadığı söyleniyor; bu doğru mudur,
doğrusu nedir?
8) Ülkedeki avukatların
yüzde 33’ü kadın olmasına rağmen Adalet Bakanlığında üst düzeyde bürokrat
bulunmamaktadır; doğrusu nedir efendim?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Tanal.
Sayın Tüzel…
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) – Sayın Bakan, kadına şiddeti ve ailenin korunmasını konuşuyoruz.
Pozantı Çocuk Tutukevinde Kürt çocuklarına dayak, taciz ve tecavüzde
yaşadığımız insanlık dramı bugün gazetelerde. Bu çocukların Sincan Cezaevine
nakledilmesiyle üzeri örtülmek, kapatılmak isteniyor. Şimdi, burada asıl
sorumluyu hep birlikte sorgulamalıyız. Bize göre, Adalet Bakanlığı ve Ceza
Tevkifevleri Genel Müdürlüğüdür çünkü İnfaz Kanunu çok açık bir şekilde çocuk
tutukluları suç tipine göre gruplandırmayı gerektirir. Toplumsal olaylardan
dolayı tutuklanmış bu çocukların adli suçlular içerisine atılmasının,
cezaevinde güvenlik ve otorite mülahazasıyla yapıldığı açıktır. Oysaki,
çocukların fiziksel, ruhsal bütünlüğü gözetilmeliydi. Sindirme ve ıslah etme
yöntemi olarak bunun yapılmış olmasında Bakanlık birinci dereceden sorumludur.
Şimdi bu çocuklar Sincan’a nakledildi. Bu çocukların aileleri, avukatları ve
yargılamayı yapacak olan mahkeme bu ulaşımı nasıl sağlayacak, bu savunma hakkı
nasıl yerine gelecek? Bunu yanıtlamanızı bekliyoruz.
BAŞKAN – Sayın Yılmaz…
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Öncelikle, bugün, Çetin
Emeç’in öldürülmesinin yıl dönümü. Ben hem faili meçhul tüm cinayetler için hem
Çetin Emeç için buradan Adalet Bakanlığına ve tüm yetkililere bir çağrı yapmak
istiyorum: Bu faili meçhullerin artık katilleri bulunmalı, bu insanların kanı
yerde kalmamalı, verilen sözler tutulmalı. Çetin Emeç’in ailesine de başsağlığı
diliyorum.
Onun dışında, Sayın
Bakanım, biliyorsunuz, Adalet Komisyonunda bu konuyu görüşürken, İstanbul
Sözleşmesi çerçevesinde, devletin, cismani zararlar ve yaşamsal tehlike söz
konusu olduğunda bu zararların, şiddet görenin bu zararlarının karşılanmasıyla
ilgili bir tazmin yükümlülüğü var, bunu biz ne yazık ki bu tasarıya koyamadık.
Bu konuda ileride herhangi bir değişiklik yapmayı düşünüyor musunuz? Ne zaman
böyle bir değişikliği yapabilirsiniz? Çünkü insanlar gerçekten çok zor
şartlarda yaşıyorlar hem şiddet görüyorlar hem yaşamlarını tehlikeye atıyorlar
ve de ölüyorlar ama devlet onlara yeterince sahip çıkmıyor diye düşünüyorum.
Onun dışında, Sayın
Bakanım, bir de…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Yılmaz.
Sayın Bakan…
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Ayla Akat Hanım’ın
sorusuna cevap vererek, Sayın Vekilimin sorusuna cevap vererek başlamak
istiyorum: Özellikle şu anda emniyet teşkilatımızda, toplumsal olaylara
müdahaleyle ilgili Çevik Kuvvet birimlerinin tüm personelinin insan ve kadın
haklarıyla ilgili ciddi bir eğitim çalışması başlamıştır. Bu işin topyekûn bir
eğitim seferberliğiyle düzeleceğine ben de inanıyorum. Biz Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı olarak da, Birleşmiş Milletlerle beraber, İçişleri
Bakanlığıyla, kolluk kuvvetiyle, 45 bin polisimizin hem kadının insan
haklarıyla ilgili hem de şiddetle mücadelede kolluk kuvvetine düşen görevlerle
ilgili önemli bir eğitim kampanyasının çalışmasını tamamladık. Hukuk devleti
olmak, tabii ki hukuki temeli oluşturmak ama sizin de belirtmiş olduğunuz gibi,
kadının insan hakkında ve bu tür toplumsal olaylarda da gerekli hassasiyeti
göstermek gerektiğine ben de inanıyorum. Biz de Bakanlık olarak sizinle aynı
hassasiyette sürecin takipçisi olacağız.
Sayın Doğru’nun altmış beş
yaş aylığıyla ilgili, bakıma muhtaçlar aylığıyla ilgili sorusuna cevap vermek
istiyorum. Burada biz altmış beş yaş aylığının miktarıyla ilgili ne yapılabilir
diye Sosyal Yardımlaşma Genel Müdürlüğünde bir çalışma başlattık. Maliye
Bakanlığımızla beraber, elimizdeki bütçe imkânlarına göre nasıl bir yol
gideceğiz, bunun çalışmasını yapıyoruz, ilerlediği süreçte de sizinle bunu
paylaşacağız. Yaşlı olsun, genç olsun, bizim herkesin, özellikle yaşlılarımızın
yanında olmak ve ekonomik desteğini sağlamak adına bir politikamız ve irademiz
var. Bu konuda da önümüzdeki günlerde gerekli çalışmaları yapıp tamamlayacağız.
Sayın Ruhsar Hanım’ın mali
yardımın kaynağıyla ilgili sorduğu bir soru vardı. Biz bu kanunla ilgili süreci
başlattığımızda Bakanlığımızın vereceği mali destekle ilgili kısımda Maliye
Bakanlığımızın onayını aldık. Kendi bütçemiz imkânları içerisinde bunu
tamamlayacağız, tamamlayamadığımız, talep fazla geldiği zaman da Maliye
Bakanlığımızdan destek alacak şekilde süreci takip edeceğiz. 2012 ve 2013
bütçesinde de bu gelen talepler doğrultusunda bütçemizi revize edeceğiz.
Eşi vefat edenlerle ilgili
mali destekteki çalışmamız da şudur: Yaklaşık bir buçuk yıl önce Boğaziçi
Üniversitesiyle bir çalışma yapılmıştır. Eşi vefat eden kadınların şu andaki
ekonomik durumları, sosyal durumları, çocuklarıyla ilgili durumlar… Burada
yapılan araştırmanın sonunda, 150 bine yakın eşi vefat etmiş kadınımızın eşleri
vefat ettiği zaman ekonomik olarak da ciddi bir sorun yaşadığı, çocuklarıyla
ilgili, eğitimleriyle ilgili de ciddi bir sorun yaşadığı araştırmamızda çıkınca
biz bunu Sayın Başbakanımıza ilettik. Sosyal Yardımlaşma Genel Müdürlüğü
bütçesi içerisinde zaten bizim Fon Kuruluyla beraber oluşturduğumuz bir
bütçeleme var. Bu bütçelemede bunlarla ilgili kısma ne kadar destek vererek
düzenli yardıma geçmemiz gerektiğini gördük çünkü zaten bir kısmı da bizim
Sosyal Yardımlaşmadan destek alan haneler bunlar. Bunların gelir-gider
dengesine baktığımız zaman, 250 TL aylık düzenli yardıma geçtiğimiz zaman
sosyal devlet olarak onların yanında olacağımızı gördük, bu kararı verdik.
Sosyal Yardımlaşma SOYBİS Sistemi bilgi ve teknoloji altyapısı, TÜBİTAK’la
beraber çalışıldı. Nisan ayı itibarıyla artık gelip kaymakamlık önünde
beklemeden, valiye söylemeden evlerine düzenli yardım ulaşacağı bir sistemi
hayata geçiriyoruz. Bunun hakikaten sosyal devlet olma adına ve kadınlarımız
adına, yanlarındaki çocuklar adına da önemli bir çalışma olduğunu düşünüyoruz.
Mali olarak gerekli çalışmayı yaptık ve 250 TL’yi bizim şu anda bütçemizin
kaldırdığını gördüğümüz için de bu kararı verdik. Sayın Başkanım, bilgisine
sunuyorum.
Sayın Şeker ailenin
korunmasıyla ilgili, isimle ilgili süreçte sorduğu soruyu ve kanun teklifini
söyledi. Aslında bunu çok konuştuk. 4320 sayılı Ailenin Korunması Kanunu’yla
ilgili süreçte bize özellikle 4320’yi, Ailenin Korunması Kanunu’nu bilen,
183’le beraber, Alo Şiddet hattıyla beraber toplumun farkındalığının arttığı,
bilincinin yükseldiği bir süreçte tamamen biz bunu kadına yönelik şiddet diye
devam ettiğimiz zaman geçmişe yönelik bütün süreci toplumsal hafıza olarak
bitireceğimizi, bu yüzden hem 4320’nin revize edilmesi manasında bu ismi koyup,
yanına da kadına yönelik şiddetle de tamamladığımızda ve ikisini
birleştirdiğimiz zaman kanunun ruhuna aykırı olmadan süreci yönetmeye çalıştık.
Ailenin korunması kadının zayıflaması anlamına kesinlikle gelmiyor. Biz güçlü
ailenin güçlü kadın, güçlü çocuk, güçlü erkekten oluştuğuna, ailenin
güçlenmesinin kadını zayıflatmadığına inanıyoruz. İsimlerin içeriklerine
baktığımız zaman da, kadın üzerindeki şiddetle mücadelede yapılan yapısal
dönüşümlere de baktığınız zaman da buradaki, bizim, içerikte ne kadar güçlü
bir, kadını koruyan ve kadının yanında olan bir desteği güçlendirdiğimiz bir
yasal altyapının da olduğunu yeniden hatırlatmak istiyorum.
Sayın Ağbaba’nın Bakırköy
Cezaevindeki kadın hastalarla ilgili, yaşlılarla ilgili, cezaevindeki
çocuklarla ve öğrencilerle ilgili sorduğu soruya cevaben şunu söylemek
istiyorum: Adalet Bakanlığımız yaptığı çalışmada… Bir kısmı komisyonlara ve
Meclise sevk edildi, bir kısmı şu anda Bakanlık bünyesinde çalışıyor. Bu konuda
neler yapılabilir? Özellikle hakikaten kendi başına artık kalamayacak, aşırı
hasta olan ve bakıma muhtaç olan tutuklularımız ve hükümlülerle ilgili Adalet
Bakanlığımızın yeni bir yapılandırması var, yeni bir çalışma sistemi var. Bu
hayata geçtiği zaman da Sayın Ağbaba’nın gördüğü birçok örneğin düzeltildiği
yeni bir sistemi hayata geçireceğimizi umuyoruz ve bizim de Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı olarak da bu işin rehabilitasyonunda sosyal
çalışmacılarımızla, çocuk psikiyatrlarımızla, psikolojik ve psikososyal
desteklerimizle de, rehabilitasyon sistemlerimizle de Adalet Bakanlığımızla
beraber çalıştığımızı ifade etmek istiyorum.
Sayın Tüzel’in Pozantı’daki
çocuklarımızla ilgili söylediği ve son günlerde kamuoyunda dikkatle takip
edilen bir süreç var. Ben orada “Kürt çocuğu” kavramının doğru olmadığını,
çocuğun “Kürt” ve “Türk” diye ayrılmayacağını, çocuğun, bizim, 74 milyonun,
hepsinin bizim çocuğumuz olduğunu ifade etmek istiyorum. Adalet Bakanlığı bu
konuda zaten gerekli idari ve adli soruşturmayı başlatmıştır. Sayın Bakanımız
bunun sonucunda aydınlatılmamış hiçbir şeyin karanlıkta kalmayacağını bir irade
beyanı yapmıştır. Şu andaki rehabilitasyon, Sincan’daki sistem de yaşlarına göre,
cinsiyetine göre ve mağdur ve failin suç gruplarına göre rehabilite edildiği,
yeni bir sistemle çalışıldığı bir sistem hayata geçecek. Biz de yine Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak bu sistemin takibinde, koordinasyonunda,
izlenmesinde bunun bire bir takipçisi olacağımızı ifade etmek istiyorum.
Sayın Tuncel’in sorusuna
cevap vermek istiyorum. Tabii, kayıt dışılık bizim en önemli sorun
alanlarımızdan bir tanesi. Özellikle kadınlarla ilgili, çalışan kadınlarımızın
kayıt dışı oranlarının daha yüksek olmasıyla ilgili de sosyal güvenlik
sistemiyle ve Çalışma Bakanlığımızla önemli çalışmaların şu anda takibini
yapıyoruz. Burada, kayıt dışını nasıl önleyeceğiz, nasıl radikal tedbirler
alacağız, nasıl yapısal dönüşümler yapacağız, sosyal güvenlik sistemiyle ilgili
kısmı olgunlaştığı zaman da yeniden sizlerle paylaşmak istiyoruz.
İki önemli çalışmayı hem
Çalışma Bakanlığımızla hem Sanayi Bakanlığımızla yaptık. Özellikle Sanayi
Bakanlığımızla, organize sanayide kadın çalışanların fazla olduğu konfeksiyon,
tekstil, gıda gibi alanlarda kreş açılarak çalışan kadının çocuk desteği
almasıyla ilgili çalışmamızı ve protokolümüzü yaptık. Şu anda, Sayın
Bakanımızla beraber, hangi illerde bunu yapacağız, uygulamada bunu nasıl takip
edeceğiz, bunun çalışmasını yapıyoruz. Aynı şekilde, Çalışma Bakanlığımızla da
bizim kadına yönelik şiddetle mücadelede kadın sığınma evlerinde meslek
kurslarının açılması, Millî Eğitim Bakanlığımızla okuma yazma kursu veya
eğitimine devam etmek isteyenlere orada kurs açılacağı ve şiddet görmüş kadına
İŞKUR bağlantısıyla öncelik verileceği ve daha hızlı iş bulacağı, uygulamada da
yasal altyapıyla beraber bunu takip edeceğimiz bir çalışmayla…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bakanım.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Tasarının bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Şimdi, birinci bölümün
görüşmelerine başlıyoruz.
Birinci bölüm 1 ila 13’üncü
maddeleri kapsamaktadır.
Birinci bölüm üzerinde söz
isteyen, gruplar adına, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Ruhsar
Demirel, Eskişehir Milletvekili.
Buyurun Sayın Demirel. (MHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
MHP GRUBU ADINA RUHSAR
DEMİREL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Malum, 8 Marta yasayı
yetiştirmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bazı hatalar, bazı yol kazaları da var.
Ben, daha önce parti grubumuz adına yirmi dakikalık bir konuşma yaptım. O
konuşmam sırasında bir konuyu altını çizerek de ifade ettim. Komisyon
görüşmeleri sırasında eğitim konusundaki talebimizin Bakanlık tarafından
değerlendirildiğini ve metne bu konuda bir ibare konulduğunu ancak Millî Eğitim
Bakanlığının unutulduğunu söylemiştim. Dolayısıyla benzer şey ihbar konusunda
da var. “İhbar” diye bir madde konulmuş ama metin içinde hiçbir şekilde ihbar
konusu ele alınmamış.
Bakın, size metinden bir
cümle okuyorum: “İlgilinin talebi üzerine tedbir kararının verilmesi.” Efendim,
eğer “İhbar” maddesini koyduysak “ilgilinin talebi” ya da “ihbar üzerine” diye
bunu detaylandırmamız lazım.
Sayın Bakan, aceleye
getirmek her zaman fayda sağlamıyor. Hatırlarsınız, geçtiğimiz günlerde de
aceleye getirilmiş bir organ nakli faciası yaşadık. Ben eminim ki yarın 8 Mart
itibarıyla bütün gazeteler bu yasanın eksiklerini, bu yasanın yanlışlıklarını tartışacak.
İsterdik ki hepimiz, daha sağlam, daha ayakları yere basan, ihtiyaca cevap
veren, hiç değilse bir grup kadının hayatını koruyan, bir grup çocuğun daha
sağlıklı bir aile ortamında yaşamasına sebep olabilecek bir yasa tasarımız
olsun ancak maalesef bunu bu metinde göremiyoruz. Ama ben bir şey ifade etmek
istiyorum: Sıklıkla aile ve kadın konuşulurken ülkemizde bebek ve anne
ölümlerinin azaldığına atıf yapılır. Türkiye’deki anne ve bebek ölümlerinin
azaltılması hiçbir bakanın, hiçbir kabinenin “Ben”, “Biz” diye ifade
edebileceği bir durum değildir ve kimsenin de haddi değildir.
Türkiye, 1961’de çıkan 224
sayılı Yasa’yla beraber 1978 yılında Almaata’da dünyaya örnek gösterilmiştir bu
konuda ve dünya döndüğü sürece, gelişmeler yürüdüğü sürece nasıl ki insan
ömrümüz artmışsa bebek ölümlerimiz ve anne ölümlerimiz de azalmaktadır ancak
aile hekimliğine yüzde yüz geçildiği günden bu yana “Ne kadar bebek
kaydedilmemiştir, ne kadar gebe tespit edilmemiştir?” diye bakarsak ben size
bazı örneklerle anlatayım. Tespit etmediğiniz gebe sizin değilse ölmüş anneyi
de kayda alamazsınız. On bir, on iki yaşlarında gebe kızlar bulundu
biliyorsunuz ülkemizde, biri de Sayın Bakanın memleketi Antep’teydi ve Sayın
Bakan hemen refleks gösterdi “Bunların kemik yaşı on yedi.” diye. Sayın Bakan,
eğer bu kızların gebelikleri gebelik kaydına geçmiyorsa, Sağlık Bakanlığı
bunları doğru takip etmiyorsa sizin onların yanlış bilgilendirmesiyle şu
kürsüde “Bebek ölümlerini, anne ölümlerini düşürdük.” ifadesini kullanmanızdan
ben hicap duyarım çünkü bazı gerçekler istatistiklerde göründüğü gibi değildir
eğer bir gebeyi kaydetmiyorsanız o gebe sizin için zaten ölemez, bir bebeği
doğduğunda kaydetmiyorsanız o bebek sizin için zaten hiç var olmamıştır ama siz
diyorsunuz ki: “Can hakkı, yaşam hakkı, bunlar bizim için önemlidir.” Can hakkı
ve yaşam hakkı sizin için önemliyse bu küçük yaşta hamile bulunmuş genç
kızların yaşam hakları, hayata daha sağlıklı başlama hakları ve o an itibarıyla
doğuracakları çocukların daha refah bir aile ortamında yaşama hakları önemli
değil miydi ki bu kızlar için “On yedi yaş kemik yaşı” dediniz? Siz bu kızlar
için eğer “On yedi yaşında kemik yaşları var bunların.” diyorsanız bir başkası
da cinayet işleyen bir delikanlı için “Bunun kemik yaşına bakalım.” demez mi?
Münevver Karabulutlar böyle ölmedi mi? Yalnızca Ayşe Hanım’ı, merhumeyi
hatırlamak burada yetmiyor. Bu şekildeki cinayetler de var. Bu ülkede bir kez
insanların kemik yaşına bakmaya kalkarsanız birileri insanların zekâ yaşına,
akıl yaşına bakar. Dolayısıyla siz kadınla ilgili konuları da içeren Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanı olarak kadının adının geçtiği her yerde refleks
olarak telefona sarılıyorsunuz, takdir ediyoruz ama sizin telefona sarılmanızı
beklemekle geçmesin bu kadınların, çocukların hayatı. Ne Pozantı’dakilerin ne
Osmaniye’de okul servisinde öldürülen kızlarımızın ne diğer kadınlarımızın.
Mesela hep ısrarla söylüyorsunuz “Kamu personelini eğittik, emniyet
mensuplarını eğittik, yargı mensuplarını eğittik.” Peki İzmir’de karakolda
dövülen kadına ne oldu da böyle bir şey oldu? Ne oldu da onu döven insanlara
ceza verilmedi. “Bazılarını eğittik, bazılarını eğitmedik.” derseniz eğer bunu
hepimiz kabul ederiz ama “Biz yıllardır bu insanları eğitiyoruz.” diyorsunuz. O
zaman, eğitim programınızda ne vardır? Biz hiçbir şey göremedik burada, eğitim
programınıza dair hiçbir ibare yok.
TRT’nin yayın yapacağını
söylüyorsunuz. TRT’nin şu anda bir sürü kanalı var. TRT’nin hangi kanalıyla ne
yapmayı düşünüyorsunuz?
Diyebilirsiniz ki
“Kazuistik bir yasa çıkarmayalım.” dedik. Eğer öyleyse bu yasada o kadar
detaycı ifadeler var ki onlardan yola çıkarak diyebilirim ki ben de öyleyse,
“sözlü” diye şiddete tanım getirirken sözlü şiddet de yasada yer alıyorsa
yazılısı da bulunsun, yazılısı bulunuyorsa görseli bulunsun. Bu kadar detaya
girmeyelim ama daha genel, daha kapsayıcı bir ifadeyle, mesela azmettiricileri
yasa tasarısına bir önergeyle koymayı düşünür müsünüz? Kolluk kuvvetleri
görevini ihmal ederse ne olacak, bunun yaptırımı nedir? 362 personelle bütün
Türkiye’de ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Bu yasayla beraber izleme
birimleri kuracağınızı ifade ediyorsunuz. Hangi illerde? İki yıl uzun bir süre
değil mi? “Türkiye’de kadınlar hiç ölmesin, çok acelemiz var, 8 Marta yasayı
yetiştirelim.” diyorsunuz, arkasından, yasa tasarısında iki yıl sonra kurulacak
izleme komitelerinden bahsediyorsunuz. Madem kadınlar için biz 8 Marta bir şey
yetiştiriyoruz, bu kurulacak kuruluşların -ki bunlar sığınma evlerinin
destekçisi, sığınma evlerinin yardımcısı olacaktır diye düşünüyorum- bu
kuruluşların çok daha öncelikle kurulması, İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük illerin
ilçelerinde de kurulması gerekmez mi? Ama personel kısıtlılığınızı gördüğümde,
o zaman kaynak kısıtlılığınız için söylediğiniz şeye inanmakta güçlük
çekiyorum: “Maliye Bakanlığıyla görüşüldü, kaynağımızı verecek.” diyorsunuz.
Siz personel alamıyorsunuz Sayın Bakan, 362 tane personel. Bu personelle hiçbir
şey yapamazsınız, ancak yaptığınız bir pansuman olur, hastalığı çözemezsiniz.
Bizlerin, hepimizin derdi bence şu anda bu konuda katkı sağlamak.
Ama ben tekrar, ilk
konuşmamda da ifade ettim ve Meclis TV’nin kameramanlarından tekrar rica
ediyorum: Şu Genel Kurulu vatandaş görsün. Bu yasayı bu memlekette pek çok
insan bekliyor, pek çok insanın emeği var bunda. Bu yasa Türkiye’de belki de
çıkan en önemli yasalardan biri. Hepimiz bir ailenin içinde dünyaya geldik.
Hayatımızdaki ilkler hep ailelerimizle oldu. İlk gülüşümüz, ilk ağlayışımız,
ilk yemeğimiz, ilk açlığımız, ilk üzüntümüz, ilk sevincimiz, ilk adımımız, ilk
düşmemiz, ilk ağlamalarımız hepsi bu ailelerin içinde oldu ve bizler bu ailenin
güçlenmesiyle millet olarak bir bütün, bir güçlü duruş sergilemek için
kültürünün getirdiği birikimi paylaşmaya çalışan bir milletiz fakat milletin bu
kadar derinden ilgilendiği bir konuya sayın parlamenterlerin bu kadar kayıtsız
kalmasını anlamakta güçlük çekiyorum.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) –
Kendi grubuna bak!
RUHSAR DEMİREL (Devamla) –
İnteraktiviteyi her zaman takdirle karşılamışımdır ama “sen” hitabıyla kurulmuş
cümlelere cevap bile vermeye tenezzül etmeyeceğimdir, çünkü “sen” deme
samimiyetimizin olduğunu düşünmüyorum Beyefendiyle.
Dolayısıyla, aile
kavramının bu kadar önemli olduğu bir toplumda yaşıyoruz, hepimiz bir aile
içinde dünyaya geldik ve bu aileleri yaşatmaya çalışıyoruz, tek yaşayan
kadınlar, tek yaşayan erkekler de olsak hepimiz büyük ailelerin içindeyiz.
Dolayısıyla, ben bütün Parlamentonun, bütün parlamenterlerin bu yasa tasarısına
katkı sağlayacaklarını umardım, burada bulunarak çekincelerini, doğru
bulduklarını, desteklediklerini ifade etmelerini isterdim, özellikle kadın
parlamenterlerden.
Son cümle olarak şunu
söylemek istiyorum: Biz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bundan sonraki
süreçte de ailenin güçlendirilmesi, kadının, çocuğun, dezavantajlı tüm
grupların desteklenmesi için yapılacak her tür yasal düzenlemede destek olmaya,
bildiğimizce, bilgi birikimimizle katkı sağlamaya çalışacağız. Ancak, bu
katkılarımızın yapılan düzenlemelerde yer alacağını umarak bu cümleleri sarf
ediyorum çünkü geçtiğimiz günlerde komisyonlarda yapılan ifadelerin büyük bir
kısmı bu sözleşmelere, bu yasalara, bu yürütmelere uygulanmıyor.
Mevzuatı düzenlemekten öte
mevzuatı yürütmek çok önemli, dolayısıyla yasa yapmak bizlerin görevi ama bu
yasayı yapıldıktan sonra yürütmede nasıl gittiğini, denetimini yapmak Sayın
Bakanın sorumluluğunda. Bu ağır bir sorumluluk ama bu sorumlulukta destek
isterlerse, dediğim gibi Milliyetçi Hareket Partisi olarak her zaman
kendilerine katkı vermeye hazırız.
Ben yasa tasarısının
milletimize, bütün Türk ailesine, çocuklarına, kadınlarına, hepsine hayırlı
uğurlu olmasını temenni ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Demirel.
Gruplar adına ikinci
konuşmacı Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Batman Milletvekili Sayın Ayla
Akat Ata.
Buyurun Sayın Ata. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA AYLA AKAT
ATA (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı Ailenin
Korunmasına ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın
birinci bölümü üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
konuşmama başlamadan önce 8 Martın geçmişinde eşitlik için direnen kadın
gerçeğinin olması ve yaşanan bir katliamın söz konusu olması dolayısıyla,
bugüne kadar kadın özgürlük mücadelesinde yaşamını yitiren tüm kadınların anısı
önünde saygıyla eğiliyorum.
Yine, siyasi iktidarlar
tarafından, yönetenler tarafından korunamadıkları için, önleyici tedbirler
alınamadığı için, düzenlemeler yapılamadığı için katledilen tüm kadınlara
Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine de sabır diliyorum.
Değerli milletvekilleri,
tasarının oluşum sürecine baktığımızda Sayın Bakanımızın gerçekten mesaisini
harcayarak, yine meşakkatli bir çalışma, özverili bir çalışma ortaya koyduğunu
ifade edebiliriz. Hem Parlamentoda grubu bulanan tüm siyasi partilerin konu
hakkında bilgi sahibi olmasının ve görüşlerini ifade etmesinin önü açılmıştır
hem de Parlamento dışında kadına yönelik şiddetin önlenmesi noktasında çalışma
yürüten tüm kadın kurumlarının bir şekilde ilgisi ve dikkati çekilmiş, yine bu
konu hakkındaki görüş ve önerileri alınmıştır. Ama tasarının oluşum sürecinde
alınan bu katkı tasarının şu anki metnine yansımamıştır. Bu nedenledir ki iki
yüz otuz yedi kadın örgütünün bir araya gelerek oluşturduğu Şiddete Son Kadın
Platformu ve buna destek veren diğer kadın platformları yasanın bu hâlinden ne
yazık ki rahatsız olmuşlardır.
Yine, şunu ifade etmek
gerekir: Bu tasarının Başbakanlıkta, Bakanlıkta ve hatta -kadın örgütleri ifade
ediyorlar ki- Parlamentoda bir odadan diğerine giderken bazı değişikliklere
uğraması üzüntü vericidir ve buna tanıklık etmiş olmaktan dolayı da kaygı
duyduklarını ifade ediyorlar.
Sayın Bakanım, burada
“Müdahaleyi kim gerçekleştirdi?” diye düşünmek lazım. Biz bu konuda sizin iyi
niyetinize ve samimiyetinize inanıyoruz ama bu müdahale kimin tarafından
gerçekleşmiştir?
Şunu kabul etmek gerekir:
Sadece sayısal olarak değil Parlamentoda da Hükûmet içerisinde de erkek egemen
bir anlayış vardır ve bu anlayış, işte, bu yasa gündeme geldiğinde, bu yasanın
oluşum sürecinde titiz davranılmış olmasına rağmen şu an önümüze gelen tasarı
metninden açığa çıkıyor ki hâlâ bu anlayış tüm Türkiye’nin izlediği ve belki de
birtakım sonuçların çıkması için umut beklediği bu Meclis çatısı altında da
yine o erkek egemen bakış açısının, eril anlayışın var olduğunu ortaya
koymaktadır.
Tabii, bundan üzüntü
duyuyoruz ama bu bizim bir mücadele gerekçemiz olmalıdır hem Parlamentodaki
kadın vekillerin sayısının arttırılması süreci -ki bunun yöntemi tabii ki-
kotanın, siyasi partilerin liderlerinin iki dudağı arasında olmaması gerekiyor
kadın temsiliyet oranının, en kısa zamanda yasal bir statüye kavuşması ve bu
vesileyle de bunun, erkeklerin ya da siyasi parti liderlerinin insafına değil
kadınların yürüttükleri örgütlü mücadele sonucu yasada yapacakları değişim
vesilesiyle gerçekleşmesi gerekiyor.
Diğer bir boyutu değerli
milletvekilleri, bu kadın kuruluşları tabii ki yasanın oluşum sürecinde heyecan
duydular. Ve bizler Parlamentoda 23’üncü Dönemde de görev aldık. 23’üncü Dönem
öncesinde de biliyorum ki buradaki birçok kadın arkadaşımız, kadın özgürlük,
eşitlik mücadelesinin değişik alanlarından geliyorlar ve yine, bu mücadelenin
örgütlü yapıları içerisinde gönüllü olarak ya da örgütlü olarak görev yaptılar.
Ama şu anki tasarı metnine baktığımızda yasanın ismi dahi bu ortaya konulan
örgütlü kadın mücadelesini ne yazık ki dikkate almıyor.
2005 yılında Türk Ceza
Kanunu’muzda düzenleme yapılırken -ki o dönemde de kadın örgütleri gerçekten
ciddi bir mücadele yürütmüşlerdi- yasada, o güne kadar, 765 sayılı TCK’da
sekizinci bapta “Adabı umumiye ve nizamı aile aleyhinde cürümler” başlığı
altında yer alan kadına yönelik şiddet hükümleri, düzenlemeleri yasanın, 5237
sayılı TCK’da ikinci kısımda “Kişilere Karşı Suçlar” babının altıncı bölümünde
“Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” şeklinde değiştirildi. Bugün İstanbul
Protokolü’nde bile -ki bugün bu yasanın çıkmasına vesile olan protokoldür-
“Kadın ve Aile Bireylerinin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi”
başlığı taşınırken biz tekrar yasanın ismini “aileyi koruma” şeklinde ele
aldık.
Sayın Bakanım, 2002 yılında
yani ilk seçildiği dönemi, AKP’nin iktidara ilk geldiği dönemi “Acemilik
dönemi” olarak ifade ediliyor ama sadece kadına yönelik şiddetin önlenmesi
boyutuyla değil birçok alanda sizin acemilik dönemi pratikleriniz şu anki pratiklerinizden
çok çok daha iyi.
Biz, o dönemde TCK’da
yapılan değişikliğin de tarafıydık, mücadele ettik, örgütlü bir kadın
mücadelesiydi, Türkiye’deki tüm kadın hareketleri bu sürecin içerisinde yer
aldılar ve bu bir olması gerekendi Türk Ceza Kanunu’muzda. Kadına yönelik
şiddetin karşısında korunan kamu düzeni olmamalıydı, aile olmamalıydı ve
düzenleme gerçekleşti. Ama bugün bakıyoruz, böyle bir yasada -ki referans
aldığı İstanbul Protokolü’dür- İstanbul Protokolü’ne de aykırı bir şekilde
aileyi korumak esas alınmıştır. Bu konudaki eleştirilerimiz de kadın
örgütleriyle benzerdir.
Yine Saygıdeğer Bakanım,
şiddete uğrayan kadınların tek adımda yardım ve koruma alabileceği yedi gün
yirmi dört saat çalışacak merkezlerin teşkilat, görev ve kadrolarının kadın
örgütlerinin talepleri doğrultusunda düzenlenmediği gerçeğiyle karşı
karşıyayız. Bu önemli bir konu. Öncelikle, her yıl sonunda bütçe belirleniyor,
kadına yönelik şiddetin önlenmesi noktasında ayrılan, Bakanlığınıza ayrılan
bütçe ortadadır. Bunun yetersiz olduğunu bütçe görüşmeleri sırasında
söylüyoruz. Aynı şekilde, her bakanlığın ilgili birimleri içerisinde bu
politikaların, eşitlik politikalarının hayata geçirilmesi için bir bütçe
ayrılması gerektiğini söylüyoruz.
Eğer biz kadına yönelik
şiddeti gerek kamusal alanda gerek özel alanda yaşanan şekliyle bir toplumsal
sorun olarak görüyorsak, bu sorunun çözümü için ortaya koyacağımız
politikaların ya da iradenin gerçekçi olması gerekir.
Sayın Bakanım, biz başarı
istiyorsak bir kadromuzun olması gerekir, başarı istiyorsak bir ekonomimizin
olması lazım. Bir ekonomi ve kadro ve bunun özerk bir şekilde tanımlanması
gerekiyor ki bir bağımlılık ilkesinden kurtulsun ve gerçekten açığa çıkarmış olduğu
çalışma sonuç alıcı olsun.
Sonuçta, bunlar ifade
edilirken bir eğitim boyutu var. Tabii, bu merkezlere giden kadınların
karşılaşacağı uygulama da çok önemlidir çünkü hâlâ toplumumuzda -biz çok iddia
etsek de siz bunun kalktığını söylediniz ama maalesef öyle değil, gönül ister
ki öyle olsun ama maalesef öyle değil- kadın gittiğinde “Sen kadınsın, kocan
sever de döver de.” anlayışı hem kollukta hem yargıda karşısına çıkıyor. Hâlâ
aile içinde yaşananın aile içinde kalması gerektiği ve sorunun çözüm yerinin
sorunun yaşandığı yer olan aile olması gerektiği noktasında bir irade var ama
bizim şunu kabul etmemiz lazım: İçinde yaşadığımız toplum dinin yanlış
yorumlanması ve yine feodal değer yargılarının gerçekten hâlâ yaşamda var
olması olumsuz olanların, işte berdel gibi, töre cinayeti gibi, beşik kertmesi
gibi değer yargılarının hâlâ kendini koruyor olmasından kaynaklı kadına yönelik
şiddet konusunda elimizdekinden fazlasını hayata geçirmemiz gerekiyor. Ama şu
durumda bakıyoruz, bu merkezlerin çalışma usulü, içinde barındıkları kadrolar
ve sadece “Eğitim vereceğiz, bunu gidereceğiz” anlayışı ne yazık ki yeterli
değil. Bizim rol model olarak da rolümüzü oynamamız gerekiyor.
Kendisine kota sorulduğunda
Ruanda’yı örnek gösteren bir Başbakan ya da bir toplumsal eylemdeki bir genç
kızımız için “Kadın mıdır, kız mıdır belli değildir.” diyen bir Başbakan ne
yazık ki, topluma ya da kadına “Üç çocuk doğur.” diyen bir Başbakan ne yazık ki
kadının toplumsal konumu noktasında değişim, dönüşümün öncülüğünü üstlenebilecek
bir model ortaya koymamaktadır. Birçok insan kendini örnek alıyor, bir
Başbakansınız; bunun sorumluluğuyla hareket etmeniz lazım.
Eğer şiddeti, kadına
yönelik şiddeti bir sorun olarak görüyorsanız, ortaya koymuş olduğunuz
pratikte, hem eylemde hem sözde samimi olmanız gerekiyor ve yine yasada Cinsel
Şiddet Kriz Merkezlerinin yer alması var.
Biz, kadına yönelik şiddet
boyutuyla cinsel şiddeti ayrı değerlendiriyoruz. Çünkü cinsel şiddet, hem ilk
karşılaşıldığı anda hem de yargıya taşındığı mekanizma boyutuyla da gerçekten
ayrı değerlendirilmesi, bununla ilk ilgilenen psikologdan tutun sosyal hizmet
uzmanına ve yine hukukçuya kadar daha özenli, daha eğitimli bir şekilde ele
alınması gereken bir konu. Bu merkezlerin ne yazık ki yasada yer almamasını da
biz eleştiriyoruz. Cinsel şiddetle ilgili daha özgün bir çalışmamızın olması
gerekiyor çünkü bu alanda yaşanan şiddet daha çok aile içerisinde kalıyor. Her
ne kadar kadın örgütlerinin vermiş olduğu mücadele dolayısıyla Yasa’mızda bir
değişiklik yapıldıysa da aile içerisinde de, evlilik içi tecavüz vakası kabul
edildiyse de henüz kadının bu konuda konuşmasını sağlayacak, yaşadıklarını
anlatmasını ve bunun için koruyucu önlem talep ettiğinde karşılık bulmasını
sağlayacak mekanizmalar hayata geçirilmiş değildir.
Yine Sayın Bakanım, şunu
ifade edelim: Kadın örgütlerinin şiddet ve cinayet davalarına katılımı, bizim
bu davalara müdahilliğimiz kabul edilmedi. Bizim ulaşamadığımız koruma altına
alınan kadınlara failleri ulaştılar, katilleri ulaştılar. Bu bizim için can
alıcı bir noktadır. Bu kadınların kimsesizler mezarlığına gömülmesini ya da
davaları takip edilirken yalnız olmalarını bizler kabul etmiyoruz. Bu davalara
müdahilliğimizin mutlaka ama mutlaka yasal statüye kavuşması gerekiyor ki
edilmese de kadın örgütleri bu kadınları yalnız bırakmayacaklar, isimlerini
yaşatacaklar.
Tekrar saygılarımı
sunuyorum, teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Ata.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Uşak Milletvekili Sayın Dilek Akagün Yılmaz. (CHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun Sayın Yılmaz.
Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA DİLEK
AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Yarın 8 Mart Dünya Emekçi
Kadınlar Günü. Tüm dünyanın ve ülkemin emekçi kadınlarına selam olsun, günleri
kutlu olsun diyorum.
8 Mart 1857, Amerika’nın
New York kentinde 40 bin dokuma işçisi kadın daha iyi çalışma koşulları için
greve gittiğinde polisin saldırısına uğramış, çıkan yangında 129 kadın işçi can
vermiştir. İşte bu nedenle 8 Mart günü, 1910 yılında toplanan Uluslararası
Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda alınan karar uyarınca tüm dünyanın emekçi
kadınlarının mücadele günü olmuştur.
İşte böylesine anlamlı bir
mücadele gününde, Türkiye’deki kadınların, kadın örgütlerinin büyük uğraşıları
ve emekleri sonucunda Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bir insanlık suçu olan
kadına karşı şiddetin önlenmesi tasarısını görüşüyoruz. Ülkemizde son yıllarda
kadın cinayetleri, kadına karşı şiddet o denli arttı ki artık bu insanlık dışı
duruma daha fazla seyirci kalınamazdı. Nedendir kadına karşı bu kadar şiddet?
Nedir eşlerin, babaların, kardeşlerin bu büyük vahşetinin nedeni? Nedir kadın
cinayetlerinin temelinde yatan şey? Bu kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik
şiddetin nedeni, görünürde, töre, namus, öfke gibi nedenler gösterilse de asıl
neden, erkekler tarafından kadının, üzerinde hak iddia ettikleri bir mal gibi
görülmesi, ikinci sınıf bir insan gibi görülmesidir. İşte bu nedenlerle
erkekler, kadınlara yaptıkları her türlü ezayı cefayı kendi hakları gibi
görüyorlar.
Cumhuriyet dönemiyle
beraber kabul edilen Medeni Kanun, kadını ilk kez eşit haklara sahip bir birey
olarak görmüş, bizim kadınlarımız Avrupa’daki pek çok ülkeden daha önce seçme
ve seçilme hakkına kavuşmuşlardır. Ancak bu haklar kadınların Amerika’daki gibi
dişe diş mücadelesi sonucunda alınmadığından, ne yazık ki bu hakların içi
doldurulamamış, kadınlar bu hakları yeterince kullanamamışlardır. Cumhuriyetin
kurulmasının üzerinden seksen dokuz yıl geçmesine rağmen, ülkemizde hâlen töre,
namus ve öfke cinayetleri oluyorsa kadını ve erkeğiyle herkesin kendisini
sorgulaması gerekmektedir. Bizlerin, bu ülkeyi yönetmeye talip olmuş 550
milletvekilinin, bu ülkenin insanlarına, kadınlarına, erkeklerine, çocuklarına
ve yaşlılarına karşı sorumluluğumuz var, bu ülkenin var olan sorunlarını görüp
arkamızı dönemeyiz, görmezden gelemeyiz. İşte bu nedenle, Türkiye’deki
kadınlara uygulanan şiddetin önlenmesi, kadını ve erkeğiyle tüm bireylerin
eğitilmesi, kadın erkek eşitliği konusunda farkındalık yaratılması ve zihniyet
dönüşümünün sağlanması için her türlü önlemi almak zorundayız. Bugün
görüştüğümüz tasarı -işte bu sorumluluğumuzun gereği- bireyin üzeride özenle
durmamız gereken bir tasarıdır. Her türlü siyasi kimliğimizi bir tarafa
bırakarak bu tasarının eksiklerini tamamlayıp en iyi şekilde toplumun önüne
sunmalıyız.
Bu tasarının hazırlanma
sürecinde Sayın Bakan Fatma Şahin’in kadın örgütleriyle birlikte yaptığı
katılımcı ve yapıcı çalışma yöntemlerinin tüm bakanlara örnek olması
gerektiğini düşünüyorum ve Sayın Bakan Fatma Şahin’e bu tasarıya verdiği emek
için teşekkür ediyorum. Her ne kadar kadınlar tarafından ilk taslakta daha
sonra bazı değişiklikler olmuş olsa da, Bakanın ve bizlerin de çok ciddi
çabaları sonucunda, taslak yeniden daha kabul edilebilir bir hâle getirilmiştir.
Bu nedenle de bütün arkadaşlara, bütün kadın örgütlerine bu konuda harcadıkları
çaba için de teşekkür ediyorum.
Bugün görüştüğümüz tasarı,
şu anda yürürlükte bulunan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Yasa’ya göre
daha ayrıntılı düzenlenmiş olup daha geliştirilmiş olmasına rağmen, kadının ve
şiddet mağdurlarının korunmasını tam olarak sağlayamayabilir. Çünkü şiddete
başvuran ve bunu alışkanlık hâline getiren, yaptığı davranışları haklı gören,
ısrarcı şiddet uygulayıcılarını caydırıcı nitelikte değildir. Bu nedenle,
grubumuz tarafından verilen önergelerin kabulü eksiklerin tamamlanmasında katkı
sağlayacaktır. Bu konuda Adalet Komisyonundaki görüşmeler sırasında da
önergeler vermemize rağmen ne yazık ki o önergelerimizi kabul ettiremedik.
“Zorlayıcı hapis” diye bir
hapis cezası var; koruma tedbirlerine uymayan, şiddet uygulayanlara her
seferinde on beş ila otuz gün arasında bir zorlama hapsi getirilebiliyor ama bu
zorlama hapsi en fazla altı ayla sınırlandırılmış durumda.
Ben, burada şimdi bütün arkadaşlarıma
soruyorum: Bir şiddet uygulayan kişi, düşünün, her seferinde gitti, karısının
iş yerinde kendisini rahatsız etti, okulunda rahatsız etti ve her seferinde
otuz gün üzerinden hâkim kendisine bir hapsen tazyik cezası verdi. Peki altı
aylık süre dolduğunda, 7’nci kez yaptığında, aynı işi yaptığında, aynı şekilde
rahatsız ettiğinde ve koruma tedbirlerine uymadığında ne olacak? İşte bu
nedenle şiddet uygulayıcılığını ısrarlı hâle getirmiş olan kişiler açısından ne
yazık ki bu yasada yetersizlikler vardır.
Öncelikle tasarının ismine
ilişkin kamuoyunun, kadın örgütlerinin ve grubumuzun itirazları hiç dikkate
alınmamıştır. Kamuoyunda yaygın bir şekilde tasarının adının “Kadın ve Aile
Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı” olması yönündeki
istemler makul ve haklı bir gerekçe gösterilmeksizin reddedilmiştir. Sayın
Bakanımızın bu konuda söylediği gerekçeler ne yazık ki yeterince doyurucu
değildir. Tasarının dayanağı olan uluslararası anlaşmanın ismi “Kadınlara
Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin
Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olmasına rağmen bu dahi göz ardı edilmiştir. Söz
konusu uluslararası anlaşmayı İstanbul’da ilk imzalayan ülke olmaktan ve
Türkiye Büyük Millet Meclisinde ilk onaylayan ülke olmaktan haklı olarak gurur
duyarken, aynı duyarlılığın tasarının hazırlanması ve isimlendirilmesi
konusunda gösterilmemesi ciddi ve sorgulanması gereken bir çelişkidir. Bu
durumda “Uluslararası anlaşma sadece Türkiye’nin imajını düzeltmek amacıyla mı
imzalandı?” diye sormak gerekiyor çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
tarafından 9 Haziran 2009 tarihinde Nahide Opuz davasında Türkiye kadına karşı
şiddeti önleyememekten dolayı ilk ve tek mahkûm olan ülke unvanını almıştır. Bu
durum doğal olarak ülkemizin uluslararası itibarını zedelemiş ve ardından ise
Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi
İstanbul’da imzalanmıştır. Ancak, uluslararası anlaşmaların imzalanması ve
Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylanması, ne yazık ki ülkemizde kadına,
çocuklara ve aile bireylerine yönelik şiddeti ortadan kaldırmaya yetmeyecektir.
Öncelikle bu konuda bir zihniyet dönüşümü gerekmektedir. İşte bunun içindir ki
tasarının adı “kadın ve aile bireylerinin şiddetten korunmasına dair kanun
tasarısı” olmalıdır yani kadın önce eşit haklara sahip bir birey olarak kabul
edilmelidir.
Aile içinde ya da dışında,
evli, boşanmış, bekâr ya da on sekiz yaş altında çocuk yaşta olsun, öncelikle
kadının şiddetten korunması düşünülmelidir. Kadına ve çocuğa uygulanan her
türlü şiddetin bir insan hakkı ihlali olduğu kabul edilmelidir. Yani “Ailenin
korunması adına, kadına ve çocuğa, diğer aile bireylerine yapılan şiddete ve
eziyete göz yumabiliriz.” gibi bir anlam çıkabilecek bu tasarının ismi
değiştirilmelidir.
Öncelikle, tasarıya dayanak
olarak aldığımız İstanbul Sözleşmesi’ne tasarının gerekçesinde yer verilmemiş,
atıf dahi yapılmamıştı. Bu nedenle, uluslararası anlaşmaların yanında İstanbul
Sözleşmesi’ne de tasarıya dayanak anlaşma olması nedeniyle yer verilmesi
gerektiği önerilmiş ve bu önergemiz komisyon tarafından kabul edilmiştir.
Tasarıda uluslararası bu
Sözleşme’ye atıf yapılması çok önemlidir çünkü yasayı uygulayan hukukçular,
genel olarak yasa metnine bakmakta ve Anayasa gereği de olsa uluslararası anlaşmaları
göz ardı etmekte ya da bilmemektedirler. Bu durumda ise uygulamadan kaynaklanan
tereddütler uluslararası anlaşmalar dikkate alınmaksızın hâkimin takdirine göre
çözümlenebilmektedir. Bu nedenle, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin
Önlenmesine ve Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ne tasarının 1’inci
maddesinde yer verilmesi, uygulayıcılara yol göstermek, uluslararası
anlaşmaların hukukumuzdaki yerinin anlaşılması ve bir iç hukuk kuralı olarak da
uygulanmasının sağlanması sonucunu doğuracağından, yerinde ve doğru bir karar
olmuştur.
Tasarının en önemli
eksiklikleri ise, dayanak İstanbul Sözleşmesi’nde olmasına rağmen “devletin
şiddete uğrayan vatandaşın zararını tazmin, sığınma evlerini açma zorunluluğu,
ara buluculuk ve uzlaştırma yasağı, şikâyete bağlı olmama, hukuki ve adli
yardım” hükümlerine tasarıda yer verilmemiş olmasıdır.
Tümü hukukçu olan komisyon
üyeleri tarafından, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 24 Kasım 2011 günü
onayladığımız Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesine İlişkin
Sözleşme’nin bir iç hukuk kuralı olduğu bilinmesine rağmen, işbu Uluslararası Anlaşma’da
açıkça düzenlenen haklara tasarıda yer verilmemesi, bu hakların iç hukukumuzda
uygulanmaması, gözden kaçırılması sonucuna neden olabilecektir.
Bu durumda uluslararası
kamuoyuna, Türkiye’nin “ileri demokrasi” propagandası yapılırken gerçekte bu kuralların
uygulanmayabileceği gizlenmekte, bu durum ise AKP’nin ileri demokrasi ve sosyal
devlet anlayışını açıkça gözler önüne sermektedir diye düşünüyorum.
Grubumuz tarafından…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz,
teşekkür ediyorum efendim.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ
(Devamla) – Teşekkür ederim arkadaşlar, sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Şimdi, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Kırıkkale Milletvekili Sayın Ramazan Can.
Sayın Can, buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra
sayılı Kanun Tasarısı üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
“Sizin en hayırlınız eşine
en iyi davrananınızdır. Eğer içerinizden biri eşine karşı el kaldırıyorsa
bilesiniz ki o hayırlı değildir.” hadisi şerifi ile konuşmama başlamak
istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; netameli konulara el atan, gerçekten gayretkeş, çalışkan,
başarılı Bakanımız bu konuyu da gündeme getirdi. Huzurlarınızda Sayın
Bakanımıza da özellikle teşekkür etmek istiyorum.
Gerçekten netameli bir
konuydu. Bu netameli konuya bu zamana kadar el atılmadı. Her ne kadar 4320
sayılı Kanun 1998 yılında yürürlüğe girmiş olsa da üzerinden yaklaşık on dört
yıl geçti. Bu on dört yıl süre zarfında teknolojik, içtimai ve sosyal alanda
bir sürü gelişmeler oldu. Bu gelişmelere ayak uyduramayan, iyi niyetli
hazırlanmış bu kanunun uygulamasındaki sıkıntılarından mütevellit yeni bir
kanun hazırlama ihtiyacı hasıl olmuştu. Gerçekten, Sayın Bakanımıza da bu
konudaki gayretlerinden dolayı teşekkür ediyorum.
Özellikle Anayasa’nın
41’inci maddesine göre “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında
eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve
refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri
alır ve teşkilâtı kurar.”
Burada, Sayın Bakanım
haricindeki konuşmacıların kahir ekseriyeti özellikle kadın vurgusu üzerinde
mesaj vermek istedi. Hâlbuki aile Türk toplumunun temelidir. Aile olmadan kadın
olmaz, erkek olmaz. Burada bir sıralama yapmak gereği hasıl olacaksa
-katılmıyorum ama- bu sıralamada aile ön planda olmalıdır diye düşünüyorum.
Sonra çocuklar, sonra kadın, erkek… Eğer eşitler arasında önde gelen olmak,
sıralamak gerekiyorsa hadi kadınları öne alalım diyorum ama aile, Türk
toplumunun temelidir. Eğer bir toplumda aile çatırdayacak olursa o ülkenin
geleceği, o milletin geleceği de tehlikededir diye düşünüyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Anayasa’nın 41’inci maddesinde devlete aileyi korumak üzere
görev verilmiştir. Yine, TCK 86’ncı maddesinde “Kasten yaralama suçunun üst
soya, alt soya, eşe ve kardeşe karşı işlenmesi hâlinde şikâyet aranmaksızın
verilecek ceza yarı oranında arttırılır.” hükmü… Yine, cumhuriyet savcıları
tarafından aile içi şiddete maruz kalındığının öğrenilmesi hâlinde bu konuda
herhangi bir şikâyet de gerekmediğinden derhâl soruşturmaya geçilmesi, koruma
kararı için derhâl aile mahkemesine bilgi verilmesi, mahkeme tarafından tedbir
içeren koruma kararı verilen hâllerde kararın uygun bir biçimde infazının
sağlanması da mevzuatımızda vardır. Ayrıca, kadınlar lehine pozitif ayrımcılık
içeren, referandumdan geçen Anayasa’nın 10’uncu maddesinde de lehe düzenlemeler
yapılmıştır.
Gerçekten kadının,
zulmedilen, baskı altında tutulan bir insan olarak bulunması her şeyden önce
temel insan haklarına aykırılıktır. Fakat kadına karşı pozitif ayrımcılık
uygulayalım derken kadının aile içerisindeki statüsünü zayıflatmaya,
dolayısıyla aileyi zayıflatmaya sebep olacak şeylerden de kaçınmalıyız.
Unutulmamalı ki her kadın aslında bir aile bireyidir. Kadının birey olarak
hakkı elbette önemlidir fakat ailenin dağılmaması daha önemlidir. Kadına
pozitif ayrımcılık tanınması durumundaki bütün hâllerde ailenin hukukunu
muhafaza etmek şartıyla bir anlam ifade eder çünkü biz eğer kadını koruyorsak
insanı koruyoruz, oysa insanı korumanın birinci önceliği aileyi sağlıklı olarak
muhafaza etmektir. Pozitif ayrımcılık uygulamaları boşanmayı kolaylaştıracak, ailenin
çabucak dağılmasına sebep olacak uygulamalara dönüştürülmemeli, bir denge
gözetilmesi, tercih yapılması, birey olarak kadının haklarıyla birlikte ailenin
hakları ve hukuku muhafaza edilmelidir diye düşünüyorum.
Bu meyanda,
televizyonlardaki evlilik programlarının kadın onuruna yakışmadığını, TV’lerin
buna riayet etmelerini özellikle istirham ediyorum. Her türlü aşırı tavırdan ve
uçtan uzak durulmalı. “Erkeğin otoritesini, egemenliğini kıralım.” derken
feminizme de davetiye çıkarmamak gerekir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tüm dünya kadınlarının ülkemizin vefakâr, cefakâr, onurlu
kadınlarının 8 Mart Kadınlar Günü’nü yürekten tebrik ediyorum. Dokuz yıldır
Türkiye’de AK PARTİ olarak her alanda gerçekten çok yoğun bir mücadele
yürütüyoruz. Yurt içinde demokrasinin standartlarını daha ileri seviyelere
taşımanın, ekonomiyi büyütmenin, huzuru, güvenliği, istikrarı pekiştirmenin
mücadelesini veriyoruz. Eğitim, sağlık, adalet ve emniyet başta olmak üzere
Türkiye’yi her alanda çok daha huzurlu, kalkınmış, müreffeh bir ülke hâline
getirmek için gayret ediyoruz, çalışıyoruz. Hiç kuşkusuz, bütün bu mücadeleyi
insanlık için, adalet için veriyoruz. Ama bu mücadelede kadınların ve
çocukların özellikle gözetildiğini, dikkate alındığını, her ne yapıyorsak öncelikle
onlar için yaptığımızı vurgulamak istiyorum.
Dünyanın neresinde olursa
olsun, savaşlar ve çatışmalar en önce kadınları ve çocukları hedef alıyor, en
fazla onları vuruyor. Ekonomik krizler toplumda en fazla kadınları ve çocukları
etkiliyor. Terör, göç, yoksulluk, aynı şekilde herkesten önce kadınları ve
çocukları hedef alıyor. Antidemokratik uygulamalar, baskılar, zulümler,
dayatmalar, kısıtlamalar maalesef en çok kadınlarımızı ve çocuklarımızı tahkir
ediyor.
İşte, AK PARTİ olarak
Türkiye’de dokuz senedir gerçekleştirdiğimiz reformlar, yaptığımız yatırımlar,
uygulamalar ve icraatlar, attığımız adımlar herkesten çok kadınları mutlu etti,
onların yaşamlarında âdeta sessiz devrimler gerçekleştirdi. Eğitim
imkânlarından en önce kadınların, kızların istifade etmesini amaçladık. Dokuz
yılda eğitim noktasında, kızların okuma noktasında önemli başarılar elde ettik.
Kızların okullaşma oranını yükselttiğimiz kadar üniversitelerde kız çocuklarına
kılık kıyafetlerinden dolayı uygulanan faşizan dayatmaya ve baskıya biz son
verdik. Sağlık alanındaki reformlarla en çok anneleri, çilekeş Anadolu
kadınlarını biz gözettik. Terörle mücadeleyi “Bu ülkenin anneleri ağlamasın,
kadınları dul kalmasın, çocukları yetim kalmasın.” diyerek kadınlarımız adına
bir daha azimle, kararlılıkla yürüttük, yürütmeye devam edeceğiz.
İşkenceye sıfır tolerans
gösterdiğimiz kadar kadınlara yönelik şiddete sıfır tolerans gösterdik. Bu
tasarıyla da kadınlara yönelik şiddete en kapsamlı, en kararlı şekilde önlemler
getiriyoruz. Tabii burada sadece “kadın” demeyeceğiz, “mağdur” diyeceğiz çünkü
bu kanun kapsamında gerek çocuklar gerekse erkeklerin de yararlanma durumu
vardır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; AK PARTİ olarak sadece Türkiye’de değil, bölgemizdeki,
dünyadaki kadınların da haklarını en güçlü şekilde savunan biz olduk. Tunus’un,
Fas’ın, Cezayir’in kadınları için sesimizi yükselttik. Afganistan’ın,
Somali’nin, Bosna’nın, Irak’ın, Filistin’in, Suriye’nin kadınları için,
çocukları için biz yüreğimizi ortaya koyduk.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü
vesilesiyle özellikle Van’ın kadınlarının, depremzede hanım kardeşlerimizin,
Uludere’de çocuklarını kaybetmiş mahzun annelerimizin, Kuzey Afrika’nın,
Somali’nin, Orta Doğu’nun yüzyıllardır çile çeken kadınlarının, Filistin’in,
özellikle Gazze’nin, Şam’ın, Halep’in, Hama’nın, Humus’un, Itlip’in, Dera’nın
mazlum ama mağrur kadınlarının 8 Mart gününü de tebrik ediyorum.
Anadolu’nun elleri nasır
tutmuş emektar annelerimizin de günlerini tebrik ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; biz bu yasayla neler getiriyoruz? Bu yasayla getirmek
istediğimiz en büyük şey, özellikle kurmuş olduğumuz aile merkezleriyle birlikte,
şiddete maruz kalan kişinin, öncelikle şiddet uygulayanla arasındaki husumeti
derinleştirmemek babından, öncelikle adliyeye gitmeden önce bu merkezlerde
gerekli rehabilite ve eğitim çalışmalarına önem verilecektir. Dolayısıyla,
adliyeye gidildikten sonra yapılacak koruma tedbirlerinin belki de ailenin bir
araya gelmesine, buradaki huzursuzluğu derinleştireceğinden dolayı bu önleyici
bir tedbirdir, önemlidir diye düşünüyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi
sözcüsü, burada, eğitimle ilgili herhangi bir şey olmadığından bahsetti.
Hâlbuki “Eğitim ve koordinasyon” başlıklı madde vardır. Diğer taraftan da
ilköğretimde ve ortaöğretimde kadın fırsat eşitliğine inanmış, kadın haklarını
üstün, hukukun üstünlüğünü kabul eden müfredatı, Millî Eğitim Bakanıyla Sayın Bakanımızın
da protokolü çerçevesinde, inşallah müfredat programına da bu eklenmiştir ve
burada öncelikle neslimiz bu konuda bilgilendirilecektir, bu konuda
desteklenecektir diye düşünüyorum ben. Özellikle kız çocuklarımızın eğitimi
alanında, okula yöneltilmeleri anlamında Sayın Bakanımızın özellikle katkıları
oldu, bu desteklerinden dolayı teşekkür ediyorum.
Netice itibarıyla, bu
kanunun öncelikle Türk milletine, Türk ailesine, kadınlarımıza, gençlerimize,
çocuklarımıza hayırlı olmasını temenni ediyorum. İnşallah bu kanun neticesi
itibarıyla şiddetin bir daha tansiyonu artmaz, şiddet bitirilir.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) –
İnşallah önce sizi değiştirir, sonra…
RAMAZAN CAN (Devamla) – Ama
her şeyden önce şunu söylemek istiyorum ben: Aile bireyleri arasında sadakate,
nezakete ve saygıya, sevgiye önem verdiğimiz sürece şiddet önlenecektir diye
düşünüyorum ben. Tabii ki Türk milleti yapı itibarıyla muhafazakâr bir aile,
geleneklerine, göreneklerine, dinî değerlerine, millî örf ve ananelerine bağlı
bir ailedir. “Ailemizi önemsemeliyiz.” diyorum.
Tekrar, bu duygular
içerisinde tasarının kanunlaşmasını diliyor, “Hepimize hayırlı uğurlu olsun.”
diyor, teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Can.
Gruplar adına görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi şahısları adına
Sermin Balık, Elâzığ Milletvekili.
Sayın Balık, buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
SERMİN BALIK (Elâzığ) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 181 sıra sayılı
Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı
hakkında görüşlerimi bildirmek üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu
vesile ile Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.
Toplumumuzda ne yazık ki
var olan fiziksel, cinsel, psikolojik ve sözlü şiddetin artık yaşanmaması ve
önlenmesi, en temel insan hakkı olan yaşam hakkının korunması, siyaset üstü
olarak düşündüğümüzde hepimizin ortak paydasıdır. Bu bakış açısıyla, topluma şekil
veren, yeni nesiller yetiştiren kadınlarımızın, geleceğimizin umudu
çocuklarımızın ve şiddetin her türüne maruz kalmış insanlarımızın korunması
ortak hassasiyetimizdir.
Bugün görüştüğümüz bu kanun
tasarısının amacı, şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan
kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru
olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla
alınacak tedbirleri düzenlemektedir. Bu tasarıyla birlikte, şiddetin
engellenmesi ve önlenmesi amacı ile mülki amirlere, hâkimlere ve kolluk
amirlerine tedbir alabilme yetkisi verilerek hızlı bir şekilde sonuç
alınabilmesinin yolu açılmaktadır. Tasarıdaki ana amaç şiddetin önlenmesidir,
ancak aksi durumlarda da şiddete maruz kalan mağdurların korunması ve şiddet
uygulayanlarla ilgili tedbir kararlarının süratle alınması ve etkin bir biçimde
uygulanmasıdır. Tasarıyla, şiddet mağdurlarının şiddetten korunması ve
sonrasında toplumsal hayatta var olabilme mücadelelerine yönelik tedbirler alınmaktadır.
Bu tedbirler geçici maddi yardım, sağlık yardımlarından faydalandırılması,
barınma ihtiyaçlarının karşılanması, meslek edindirilmesi, çocuklarının kreş
ihtiyaçlarının giderilmesi, adli yardımda bulunulması ve hatta, gerekirse,
kimlik değiştirilmesi olarak sıralanabilir.
Bu tasarıdaki yeniliklerden
biri de şiddet uygulayanlara yönelik düzenlenen önleyici tedbirlerdir. Bu
tedbirler “süre kısıtlaması olmaksızın müşterek konuttan veya bulunduğu yerden
uzaklaştırılması ve konutun korunan kişiye tahsis edilmesi, uzaklaştırılma emrinin
çıkarılması, öfke kontrolüyle ilgili eğitim ve rehabilitasyon programlarına
katılması, herhangi bir bağımlılığı olması hâlinde tedavi olması, meslek
edindirme kurslarına katılması” olarak sıralanabilir. Elbette ki etkin
uygulamayı sağlamak için de en önemli yenilik zorlama hapsidir. Bu tedbir, bir
suç karşılığı uygulanan bir ceza yaptırımı değil, aksine, şiddet uygulayanı
tedbirlere uymayı zorlamayı amaçlamaktadır. Önleyici ve caydırıcı bir
uygulamadır. Mevcut uygulamada tedbir kararına aykırı davranılması hâlinde
gelen suç, açılan ceza davalarının uzun sürmesi ve öngörülen hapis cezasının
çoğu zaman verilememesinden, uygulanmamasından dolayı etkin olunamazken bu
kanun tasarısıyla zorlama hapsinin uygulanması caydırıcı olacaktır. Şiddeti
önlemek ve koruyucu tedbirleri etkin olarak uygulamak için destek ve izleme
hizmetlerinin verildiği, “yedi gün, yirmi dört saat” esasına dayalı, tercihen
kadınların istihdam edileceği şiddet önleme ve izleme merkezleri bu tasarıyla
hayata geçirilecektir. Bu merkezlerle birlikte, destek hizmetleri ve ilgili
kurumlar arası koordinasyon sağlanarak çağrı merkezleri kurulacak, kayıt altına
alınan vakaların izlenmesi sağlanacak ve bu şekilde kanunun daha etkin bir
biçimde uygulanması sağlanacaktır.
Bugün bu tasarıyı
görüşmemiz vesilesiyle, fedakâr, cefakâr ve onurlu kadınlarımızın Dünya
Kadınlar Günü’nü kutlarım.
Çıkacak bu kanun ile
birlikte Gül Dünya, N. Ç. ve Ayşe Paşalı olaylarının yaşanmadığı, herkesin
birbirinin yaşam hakkına saygı duyduğu bir dünya dileklerimle, bu tasarıda
emeği geçenlere teşekkür eder, hayırlara vesile olmasını diler, Meclisimizi
saygılarımla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Balık.
Şahsı adına Ankara
Milletvekili Sayın Nurdan Şanlı, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
NURDAN ŞANLI (Ankara) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve
Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’yla ilgili ben de şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
hepimizin bildiği üzere, 8 Mart yani yarın Dünya Kadınlar Günü. Ben bugün
burada, söz almam vesilesiyle, tüm kadınlarımızın bu özel gününü yürekten
kutluyorum. Dünya Kadınlar Günü’nün kutlanmasının yanı sıra 8 Mart ve onu
izleyen günlerde kadın haklarından daha etkili bir biçimde söz etmeli ve
gündeme getirmeliyiz.
Kadın hakları ilk kez
18’inci yüzyıl düşünürleri tarafından gündeme getirilmiş ve kadın haklarını
savunmaya başlamışlardır. Kadın haklarının en önemlilerinden birisi kadın erkek
eşitliğidir ve bu eşitliğin sağlanmasıdır. Çağdaş devlet olabilmenin en temel
fonksiyonlarından birisi kadın erkek eşitliğinin sağlanmasıdır. Demokratik
çağdaş bir devlet olabilmenin yolu bu anlayışın gerçekleşmesinden geçer ve bu
anlayış tüm insanlığın ortak davranış biçimlerinden birisi olmalıdır.
Değerli milletvekilleri,
ülkemizin en önemli sorunlarından birisi de kadına uygulanan şiddettir. Bu
bağlamda, bugün burada Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine
Dair Kanun Tasarısı’nı görüşmekteyiz ve bunun amacı, şiddete uğrayan ve şiddete
uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı
ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin
önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.
Özellikle kadınlara karşı uygulanan şiddet yalnızca ülkemizin değil, tüm
dünyanın ortak sorunlarından birisidir. Tarih boyunca erkek egemenliğine
dayanan toplumlar kadınları dışlamış ve onları ikinci sınıf olarak görmüştür.
Şiddetin önlenmesine yönelik çalışmalar ancak 1970’li yıllardan sonra gündeme
gelebilmiştir. Savaşta, yoklukta ve tüm zorlu anlarda kadınımızın erkeklerle
beraber analık duygusunun da vermiş olduğu güçle nasıl kahramanlık gösterdiği
bilinen bir gerçekken kendilerine yapılan zulmü anlamak mümkün değildir.
Özellikle kadınlar başta olmak üzere yaygınlaşan şiddet olaylarının boyutları
küçümsenemeyecek boyutlardadır. Gerek yazılı gerekse görsel medyada sık sık
gördüğümüz dayak, işkence ve öldürme olayları konunun ne kadar vahim olduğunun
önemli bir göstergesidir. Elbette ki bu eylemlerin ekonomik, toplumsal,
kültürel, psikolojik ve birçok nedeni bulunmaktadır. Aile ve toplum bu tür
davranış biçimlerinden fevkalade olumsuz şekilde etkilenmektedir. Ayrıca töre
cinayetleri de kabul edilemez feodal bir anlayışın ürünüdür.
Şiddetin azaltılmasının,
hatta yok edilmesinin en önemli güvencelerinden birisi de eğitimdir. Uygulamaya
koyduğumuz “Haydi Kızlar Okula”, “Baba Beni Okula Gönder”, “Ana-Kız Okuldayız”
kampanyalarıyla kazanılan ilerleme ve ülke genelinde başlatılan eğitim
seferberliği bu tip anlamsız ve çağ dışı alışkanlık ve gelenekleri yok edecek
ve daha çağdaş, daha eğitimli bir toplumu kazanmamızda önemli bir aşama
olacaktır. Ne var ki daha çağdaş, daha insancıl değerleri kazanmamızda eğitimin
yanı sıra ilgili kurum ve kuruluşlara, basına, sivil toplum örgütlerine ve tüm
toplum kesimlerine büyük görevler düşmektedir. Herkes üzerine düşen görev ve
sorumlulukları layıkıyla yerine getirirse eminim ki çok önemli mesafeler
katedebileceğiz.
Kişinin fiziksel, cinsel,
ekonomik veya psikolojik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan
veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da
özgürlüğün keyfî engellenmesini; fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya
ekonomik her türlü tutum ve davranışı ifade eden, şiddeti önlemeye yönelik
hazırlanan kanun tasarısı çok önemli bir gelişmedir. Bu kanunla birlikte
şiddetin önleneceğine inancımla, ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin
önlenmesine dair yapılan bu düzenlemenin ülkemize hayırlı olmasını diliyor,
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şanlı.
Sayın milletvekilleri,
birinci bölüm üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi, on beş dakika
süreyle soru-cevap kısmına geçiyoruz. Sisteme giren arkadaşlarımıza sırasıyla
söz vereceğim.
Sayın Belen…
BÜLENT BELEN (Tekirdağ) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, özel bir TV
kanalında yayınlanmakta olan polisiye bir dizi var, adı da “Behzat Ç.” Bu
dizide Türk ailesinin temeline dinamit konuluyor. Bir savcı, üstelik kamu
görevlileri; birisi savcı, diğeri emniyet görevlisi; evlenmeden, nikâhsız bir
şekilde birlikte yaşıyorlar ve emniyet görevlisi, savcı rolündeki bayana karşı
rolü gereği çok sert davranıyor, kadını aşağılayıcı sözler ve davranışlarda
bulunuyor. Bu konuda Bakanlığınız herhangi bir girişimde bulunmuş mudur?
RTÜK’ten veya ilgili bakanlıktan bu dizideki bu tür sahnelerin çıkartılmasını
isteyecek misiniz? Bunun örneği daha birçok dizide var. Birçok dizide maço
erkekler kadına karşı şiddet uygulamaktadır. Bu konuda bir şey yapmayı
düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Ata…
AYLA AKAT ATA (Batman) –
Sayın Başkanım, teşekkürler.
Aracılığınızla, Sayın
Bakanıma sorumu yöneltiyorum:
Sayın Bakanım, maddi ve
manevi kayıpları tartışmasız olan; henüz savaş mı, çatışma mı, şiddet mi
tartışmalarını bile tüketemediğimiz Türkiye gerçeğinin demokratik, barışçıl bir
temelde çözümü noktasında ne yazık ki Parlamento rolünü oynamamaktadır. Aile ve
sosyal politikalardan sorumlu Bakan olarak, yaşanan büyük acılar
düşünüldüğünde, en çok ailenin etkilendiği gerçeğiyle ortak bir barış dili ve
yaklaşımının açığa çıkması için yürüttüğünüz bir çalışma var mıdır? Eğer yoksa
bu konuda herhangi bir planlamanız mevcut mudur?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Tuncel…
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Biraz önce, Sayın Bakana
iki sorumun cevabını alamadım. Bir soruma ek yapıyorum. Cezaevindeki
milletvekillerini ziyaret etmeyi düşünüyor musunuz diye, buna belediye
başkanlarımızı da ekliyorum. Sayın Bakanımız belediye başkanlarımızı ve
milletvekillerimizi ziyaret etmeyi düşünüyor mu? Bu konuda eğer bir heyet
oluşturursa bu heyette biz de yer almak isteriz tabii.
İkincisi, bu kanun
tasarısında, şiddeti önleme merkezleri var ancak kadınların birçoğu cinsel
şiddete maruz kalıyorlar ve bunu ifade edecekleri mekanizmalar yok. Kadın
örgütleri ısrarla bunu çok istediler. Cinsel şiddeti izleme ve önleme
merkezleri kurmayı düşünüyor musunuz? Bu kanun kapsamında bu olmadı ama bu çok
ciddi bir sorun.
Üçüncüsü yine, biz çok
uğraştık ama kanunda yer almadı, bu eşcinsellere yönelik, LGBT bireylerine
yönelik herhangi düzenleme yok ve bunlar en çok şiddete maruz kalanlar.
Özellikle trans bireyler çok yoğun…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) -
…şiddete maruz kalıyorlar. Bu konuda herhangi bir çalışma yapmayı düşünüyor
musunuz?
BAŞKAN – Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU (Tokat) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Son yıllarda, çeşitli
sebeplere bağlı olarak boşanmalar artmış, aileler dağılmaktadır. Bundan da en
çok çocuklar zarar görmektedir. 2011 yılında kaç aile boşanmıştır? Ayrılan
ailelerin çocuklarına ve eşlere psikolojik destek verilmesi düşünülüyor mu?
Ayrıca, 2011’de boşanma sebepleri nelerdir? Bunları öğrenmek istiyorum.
Bir diğer soru da eşi vefat
eden kadınlara maaş bağlanacağı ifade edildi. Aynı durumda olan erkeklere de
maaş bağlanamaz mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Alim Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, özellikle son
dört yıldır Hükûmetin değişik bakanları ve Sayın Başbakan tarafından şehit ve
gazi ailelerine ikinci bir iş istihdamı konusunda verilen sözler ne aşamadadır?
Şu anda Bakanlık olarak sizin de kamuoyuna yaptığınız açıklamalar doğrultusunda
iş bekleyen şehit ve gazi ailelerine nasıl bir müjde vermeyi düşünüyorsunuz?
İkinci sorum: Pozantı Çocuk
Cezaevinde meydana gelen insanlık dışı olaylar hakkında Bakanlığınızın nasıl
bir müdahalesi olmuştur? Altı yedi aydır kamuoyundan gizlendiği iddia edilen bu
konuyla ilgili açıklamanız nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Tan…
ALTAN TAN (Diyarbakır) –
Sayın Bakan, iki sorum var. Bunlardan birincisi Pozantı’da yaşanan rezaletle
alakalı. Bu çocukların uğradıkları bu mağduriyetle ilgili şu ana kadar neler
yapıldı? Ciddi bir yaptırım var mı?
İkincisi: Şırnak’ın Uludere
ilçesinde 34 vatandaşımızın katledildiği olayda katledilenlerin büyük bir
çoğunluğu çocuk yaştaki vatandaşlarımızdan oluşmaktadır. Bunların aileleriyle
bir irtibat kurdunuz mu? Geride kalanlarla ilgili bir rehabilitasyon çalışması
yaptınız mı? Ve bu çocukların mağduriyetlerinin giderilmesi, katillerinin
bulunması için neler yaptınız?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Sakık… Yok.
Sayın Tüzel…
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) – Sayın Bakan, Anadolu Ajansında çalışan kadın basın emekçileriyle
ilgili son zamandaki gelişmeleri sizle paylaşmak istiyorum. Bugün Başbakanın
konuşmasında da Türkiye Gazeteciler Sendikası, Gazetecilere Özgürlük Platformu
ve tutuklu gazetecilerden bahsedilmiştir bu konuyla ilgili. Bir zamandır
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a bağlı Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal
Öztürk’ün sürdürdüğü âdeta bir operasyon söz konusudur. Özellikle sendikanın bu
faaliyetlerinden ötürü Genel Başkan Ercan İpekçi’yi hedef alır şekilde,
sendikayı suçlayan bir metne imza toplanmakta ve bu metni imzalamayan Anadolu
Ajansı çalışanları “Haritadan yer seçin.” diyerek tehdit edilmekte. Bir
zamandır toplu emekliliğe, sürgüne ve sendikadan istifaya zorlanan Anadolu
Ajansı emekçileri üzerindeki bu baskı sendikal hak ve özgürlükler açısından son
derece tehlikelidir. Halkın doğru haber alma hakkı, gerçekleri öğrenme
açısından…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu…
Yok mu efendim?
Sayın Yılmaz…
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Sayın Bakanım, ben size şu konuyu sormak istiyorum, daha önce Çalışma
Bakanımıza da sormuştum: Şimdi, sigortalı kadınlar için doğum borçlanması var,
iki doğum için borçlanabiliyorlar ama BAĞ-KUR’lu kadınlar için ve Emekli
Sandığına tabi kadınlar için geriye doğru doğum borçlanması yok, çocuklarının
doğumu nedeniyle. Aslında bu çok ciddi bir dengesizlik ve eşitsizlik.
Sayın Bakana da biz daha
önce söylemiştik ama Sayın Bakan bu konuda çok fazla ilgili olmadı. Ben, sizin
de kadınlar adına yani aynen işçi kadınlar gibi, esnaf kadınların, tarım işçisi
olarak çalışan kadınların, BAĞ-KUR’lu kadınların ve Emekli Sandığındaki
kadınların askerlik borçlandırılmasındaki gibi geriye doğru bir borçlanma
yapabilmesi konusunda desteğinizi istiyorum. Bu konuda yakın bir zamanda bir
yasa teklifi vereceğiz. Bütün kadınlar bunu bekliyorlar. Bu, devlete hiçbir yük
de getirmeyecek aslında borçlanma için bedelini ödeyecekleri için yani ödenen
bir bedel olacak. Buna devletin…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Buldan…
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Teşekkür ederim.
Sayın Bakana sormak
istiyorum: 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün resmî tatil edilmesi konusunda
kadın örgütlerinin yoğun talepleri var. Bu konuda biz de Barış ve Demokrasi
Partisi olarak 8 Martın resmî tatil olması konusunda kanun teklifi hazırladık.
Bakanlığınızın bu konuda herhangi bir girişimi var mı? Yani 8 Martı resmî tatil
günü ilan edecek misiniz diye sormak isterim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Bakan
buyurun.
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Sayın Belen’in dizilerle ilgili genel olarak
-Behzat üzerinde sordu ama- baktığımız zaman -bizim son yaptığımız araştırmada,
genel olarak medya üzerinde yapılan araştırmalarda- Türk toplumunun kadını
ikincilleştiren, şiddeti artıran, kadının cinselliğini öne çıkaran dizilerle
ilgili genel manada yüksek oranda şikâyeti olduğunu çıkan araştırmalar da
gösteriyor, ben de 2 çocuk annesi olarak da hakikaten bu dizilerden, kadını
ikincilleştiren ve şiddeti artıran dizilerden şahsi olarak da rahatsız olduğumu
ifade etmek istiyorum fakat şimdi Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Kanunu’na ve
Basın Kanunu’na göre şikâyete bağlı bir süreç çalışıyor. Toplum hem şikâyet
ediyor hem izliyor. Ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Medya okuryazarlığı
dediğimiz şey de eğer rating’le ilgili bir süreç çalışıyorsa, eğer reklamlar ve
rating ticari ve mali kaygıyla çalışıyorsa, bizim, farkındalığı artırarak,
bilinci yükselterek şunu başarmamız gerekiyor: Ya seyretmeyeceğiz ya da şikâyet
mekanizmasını güçlendireceğiz. Bir gerçekle daha karşı karşıyayız; şikâyet
edilen oran yüzde 2,5. Radyo ve Televizyon Üst Kuruluyla görüştüğümüz zaman
onlar da diyorlar ki: “Biz gelen şikâyetler üzerine hukuki süreci başlatıyoruz.
Dolayısıyla bize bu konuda eğer hakikaten ciddi bir şikâyet alanı varsa şikâyet
edecek mekanizmanın güçlendirilmesi gerekiyor.” Bizim burada sivil inisiyatifi
geliştirerek, toplumsal duyarlılığı artırarak ve özellikle Amerika merkezli,
Amerika’da reklamlar üzerinde yapılan bir sivil inisiyatif var, güçlü bir etik
kurulu var. Eğer toplumun yapısını bozuyorsa, aile değerlerini yıpratıyorsa ki
güçlü bir sivil inisiyatif reklamlar üzerinden o dizilerin ve o yayınların
toplumsal baskı üzerinden kaldırılmasını sağlıyor. Bunu da güçlendirmemiz
gerekiyor. Bu konuda biz de halkımızın duyarlılığını artıracak çalışmaları
önemsiyoruz ayrıca Radyo ve Televizyon Üst Kurulu sisteminin daha aktif hâle
getirilmesi gerekiyor, kamu spotlarıyla da bunun duyurulmasını önemsiyoruz.
Çünkü halkımız çok az okuyor, en fazla televizyon seyrederek ve görsel olarak
bilgi sahibi olduğu için, bizim bu alanlarda daha toplumsal duyarlılığı
artıracak çalışmaların güçlendirilmesi ve desteklenmesi gerektiğini
düşünüyorum. Sizinle bu konuda da aynı fikirde olduğumu belirtmek istiyorum.
Sayın Akat’ın… Şimdi,
tabii, özellikle Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi’yle ilgili başlattığımız
süreçte -Ayla Hanım’ın hassasiyeti üzerinde başlamış bir süreçtir- biz burada
bölgesi, mezhebi, dili, dini ne olursa olsun herkesin birinci sınıf vatandaş olduğu
ve herkesin onurluca bir yaşam mücadelesi sürmesi gerektiğine inandığımız için
demokratik açılımı önemsedik ve temel hak ve özgürlüklerde, hukuk devleti olma
noktasında, ileri demokrasiye gitme noktasında bölgeden gelen birisi olarak da
bu hassasiyetlerinizi paylaşıyorum. Bunun hem ekonomik kalkınmayla hem de temel
hak ve özgürlükleri artırarak, Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi’nde sizlerin
de desteğiyle bu süreci tamamlamamız gerektiğini düşünüyorum.
Ayrıca biz Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı olarak da ASDEP dediğimiz önemli bir projeyi hayata
geçiriyoruz, çalışma modelimizi oluşturduk. ASDEP dediğimiz proje, aile sosyal
destek uzmanlığı yani nasıl her ailenin bir aile hekimliği varsa onların bir
sosyal hizmet uzmanı olacak. Koruyucu ve önleyici tedbirler dediğimiz, şiddetle
mücadelede de, toplumun bugün yaşadığı birçok sorunda da kadının, çocuğun
hakkının, hukukunun korunmasında da bu uzmanlarımızın tespitlerine göre hızlı
bir şekilde çözüm bulacakları, her aile bazlı, her birey bazlı, onların yaptığı
araştırmalara dönük bir çalışma sistemini önemsiyoruz. İki ilde şu an pilot
çalışma olarak başlatacağız bu ay itibarıyla, Kırıkkale ve Karabük’te.
Arkasından iki ayrı modeli çalışacağız. Hangi model üzerinde karar verirsek de
daha geniş bir pilot çalışmayla, özellikle göç alan şehirler ve güneydoğudaki
iller başta olmak üzere bunu önemsiyoruz. Eğer bu sosyal destek sistemini
hayata geçirebilirsek, sosyopsikolojik desteği uzmanlarımız aracılığıyla
güçlendirebilirsek bugün sizin söylemiş olduğunuz birçok alanda da koruyucu ve
önleyici tedbir alabileceğimizi düşünüyoruz ve bunun da takipçisi olduğumu
ifade etmek istiyorum.
Boşanma oranlarıyla ilgili
olan bir soru var. Şimdi, özellikle açık topluma gittiğimiz, temel hak ve
özgürlüklerin arttığı, kadının birey olarak güçlendiği noktada bu kadar
sosyolojik olarak yaşanan boşanma oranlarının artması bir sosyolojik vaka
olarak karşımızda duruyor. “Biz burada hangi aşamadayız, dünyadaki durum
nedir?” diyecek olursanız, son on beş yılda binde 2’lik bir artış gözüküyor.
Yani binde 14’ten binde 16’ya yükselmiş gözüküyoruz ama dünya ortalamalarına
baktığınız zaman burada binde 25 ile binde 50 arası, şu andaki Türkiye’deki
boşanma oranlarının 4 katı dünya ortalamalarının olduğunu görüyoruz.
Dolayısıyla, aile, şu anda bizim toplumumuzun en önemli temeli olarak duruyor
ve bu bizim açımızdan, özellikle toplumsal sorunlarda parçalanmış ailelerde
daha çok sorun yaşandığından dolayı sevindirici bir noktadır. Biz de Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak hem evlilik öncesi destek mekanizmalarını
güçlendirecek evlilik öncesi eğitim programlarını hem de evlilik sonrası bir
danışma sistemini, danışmanlık mekanizmasını güçlendirecek şekilde
ailelerimizin yanında olmayı, ailelerin sorun çözme kapasitesini artırıp
kadınıyla erkeğiyle onların yanında olacağı, iletişim mekanizmalarını
güçlendireceği bir politikayı da hayata geçirmek için büyük bir gayret
içerisinde çalışıyoruz.
Sayın Tüzel’in sendikayla
ilgili, Anadolu Ajansındaki sendikayla ilgili sorduğu soruyla ilgili detayları
bilmiyorum. Bunu hem Sayın Başkanla hem de Sendika Başkanıyla görüşeceğim, bize
düşen bir şey varsa da bunu sizinle de konuşup takipçisi olacağımızı ifade
etmek istiyorum.
Şehit yakınları ve
gazilerle ilgili gelen bir sorumuz vardı. Burada şehit yakınlarıyla ilgili,
Başbakan Yardımcımızın Başkanlığında beş bakanlığımız beraber bir çalışma
yaptık. Özellikle şehit yakınları ve derneklerle, vakıflarla yaptığımız
çalışmada onların talepleri doğrultusunda birçok düzenlemeyi hayata geçirecek
bir taslağı oluşturduk. İkinci istihdamın da içinde olduğu, birçok sağlık
hizmetlerinin güçlendirildiği, ulaşılabilirlikle ilgili sorunların çözüldüğü,
muhtaçlık belgesinin aranmadığı, birçok sorunun çözüldüğü bir taslak şu anda
çalışıldı. Sayın Başbakanımıza şu anda taslağı anlatacak aşamaya geldik, ona
vereceğimiz bilgiler doğrultusunda Sayın Başbakanımızın bunu halkımıza
anlatacağı şekilde, hızlı bir şekilde, bir on beş-yirmi gün içerisinde süreci
tamamlayacağımızı da ifade etmek istiyorum.
Pozantı’yla ilgili...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bakanım.
Sayın milletvekilleri,
birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi oturuma on dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 17.24
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.42
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 75’inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
181 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon yerinde.
Hükûmet yerinde.
Birinci bölüm üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştı.
Şimdi, birinci bölümde yer
alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra
ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.
1’inci madde üzerinde
tasarının başlığını da kapsayan iki önerge vardır, okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
181 sıra sayılı kanun
tasarısının isminin “Kadına Yönelik Her Türlü Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun
Tasarısı” olarak değiştirilmesini teklif ediyoruz.
Ayla Akat Sırrı Süreyya Önder Sebahat Tuncel
Batman İstanbul İstanbul
Erol Dora Levent Tüzel Ertuğrul Kürkcü
Mardin İstanbul Mersin
Hasip
Kaplan
Şırnak
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 181
sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun
tasarısının isminin “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair
Kanun Tasarısı” olarak değiştirilmesini ve 1. maddesinin 1. fıkrasına “ısrarlı
takip mağduru” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve cinsel tercih farklılığı”
ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Nedret Akova Dilek Akagün Yılmaz Sena Kaleli
Balıkesir Uşak Bursa
Sakine
Öz Sedef
Küçük
Manisa İstanbul
BAŞKAN – Okunan son önergeye Komisyon
katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge sahibi,
İstanbul Milletvekili Sedef Küçük.
Buyurun Sayın Küçük.
Süreniz beş dakika.
SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve
Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi
üzerine söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 25
Kasımda büyük bir mutabakatla Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni Meclisimizden
geçirdik. Aradan yaklaşık yüz gün geçti, o günden bu yana onlarca kadın daha
öldürüldü. Her geçen gün kadınlarımızı böylesi kör bir şiddete kurban vermeye
devam ettik. Umudumuz yeni hazırlanan tasarıdaydı. Bakanlığın bu konuda
caydırıcı olabilecek bir tasarı ortaya koyacağını, Meclisimizin tüm
partileriyle uzlaşma içinde, 25 Kasımda yaptığı gibi büyük bir mutabakat
göstereceğini ve hep beraber bu sorunun çözümü konusunda olumlu bir adım atmış
olacağımızı umuyorduk ama gördük ki, ortaya vadedilen tasarının silik bir
gölgesi çıkmış.
Bu, yalnızca bizce böyle
algılanmadı. Bu tasarıya katkı veren 200’ü aşkın sivil toplum örgütü de aynı
hayal kırıklığını yaşadı. Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu bu tasarıyı
görüşürken, toplantıya katılan kadın örgütleri temsilcileri, yetersiz bir
kanunun çıkmasındansa sorunun acil çözüm bekliyor olmasına rağmen
beklenebileceğini, “8 Marta yetiştireceğiz.” diye eksik ve yetersiz bir kanun
çıkarmanın yanlış olacağını ifade etmişlerdir. Bu doğru bir yaklaşımdır.
Elbette böyle bir kanunun 8 Marta yetiştirilmesinin büyük bir sembolik değeri
vardır ama sembolik olmasından daha değerli olan, bu kanunun çözüm üretmesidir.
Kanunlar çözüm ürettiği sürece anlamlıdır.
Sayın Bakanın bunu
gerçekleştirebilmek için gösterdiği çabanın hepimiz farkındayız. Kimsenin iyi
niyetinden kuşkumuz da yoktur. Ancak, iyi niyet, tarihin hiçbir döneminde
sorunların çözümü için yeterli olmamıştır. Tarih, niyetleri değil, yapılanları
yazar, hangi hakları verdiğinizi, eşitliği nasıl sağladığınızı yazar.
Değerli milletvekilleri,
yapılan kanunları hayata geçirebilmek kanunları yapmak kadar önemlidir, hatta,
belki de daha önemlidir. Bunun için size bir örnek vermek istiyorum: Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye aleyhine verdiği bir kararda bakınız ne diyor:
“Türkiye’de gerçekleştirilen tüm yasal reformlar kadın-erkek eşitliğinin
gerçekleştirilmesinde yetersiz kalmıştır. Türkiye’de siyasi irade, fiilen
kadın-erkek eşitliğini sağlamakta isteksiz, kararsız ve duyarsız bir görünüm
sergilemektedir. Bu da yasalardaki olumlu düzenlemelerin uygulamaya geçmesini,
çoğu kez kamu görevlilerinin keyfî uygulamalarına bırakılmasına neden
olmaktadır.” Bu tasarıda söz konusu eleştirileri ve saptamaları ortadan
kaldıracak bir düzenleme var mıdır? Kamu görevlilerinin keyfî uygulamalarını
engelleyecek tek bir satır var mıdır? “Seviyordum öldürdüm.”, “Namusumu
kirletti, öldürdüm.” diye savunma verene haksız tahrik indirimi yapan hâkime
karşı bir yaptırım var mıdır? “O zaten konsomatristi, öyleyse karakolda yediği
dayağı hak etmiştir.” diyen kamu görevlisine karşı herhangi bir düzenleme var
mıdır? Oysa kamu görevlilerinin alışkanlıklarını değiştirmeleri için zorlayıcı
tedbirler konulması gereği açık bir şekilde önümüzde durmaktadır.
Kadın cinayetleri,
toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucudur. Bu, altında imzamız olan bütün
sözleşmelerde yazıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin, bunu sağlayacak
mekanizmalara ilişkin yirmi beş maddelik kanunda tek bir kelime var mıdır?
Değerli milletvekilleri,
“toplumsal cinsiyet eşitliği” yalnızca bu kanun tasarısıyla sınırlı kalmaksızın
yaşamın her alanında vurgu yapılması gereken bir kavramdır. Kadına yönelik
şiddetin azaltılmasının ancak ve ancak toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanarak
aşılabileceği görülmektedir. Buna değinmeyen bir kanun, kadın ve erkeğin her
koşulda eşitliğini amaçlayan mekanizmaları kurmayan bir kanun eksik kalmaya
mahkûm bir kanundur. Bu nedenle, bu düzenlemenin de yetersiz kalacağı kaygısını
taşımaktayım. Bu kaygının yalnızca benim kaygım olmadığını, sivil toplum
örgütlerinin de aynı kaygıyı paylaştığını belirtiyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Küçük.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Bir önceki önergeyi
okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
181 sıra sayılı kanun
tasarısının isminin “Kadına Yönelik Her Türlü Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun
Tasarısı” olarak değiştirilmesini teklif ediyoruz.
Ayla
Akat Ata (Batman) ve arkadaşları
BAŞKAN – Sayın Komisyon,
önergeye katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçe mi? Kim
konuşacak?
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Levent Tüzel konuşacak.
BAŞKAN – Sayın Tüzel,
İstanbul Milletvekili.
Buyurun efendim. (BDP
sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla
selamlıyorum.
“Kadınlarımızın yüzü acılarımızın
kitabıdır.
Acılarımız, ayıplarımız ve
döktüğümüz kan
Karabasanlar gibi çizer
kadınların yüzünü.”
Nâzım Hikmet’in dizeleriyle
bu yasa tasarısı üzerine görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle, Hükûmetteki tek
kadın Bakanı, Meclisimizin kadın milletvekillerini ve Komisyon üyelerini
selamlıyorum. Aynı şekilde, bu tasarıya emek eden ama karşılığını bulamayan iki
yüz altmış yedi kadın örgütünün çatısı Şiddete Son Platformu’nda buluşan kadın
örgütlerinin yöneticilerini selamlıyorum. Keza, ülkemizde iş cinayetlerinde
hayatını kaybeden, işten atılmalarla karşı karşıya kalan, cinsel şiddet altında
emeği sömürülen, evlatlarını, eşlerini, kardeşlerini bir bombalanma sonucu
kaybeden Roboski’deki Kürt kadınlarını, keza düşünceleri, özgürlükleri, gelecekleri
için cezaevinde yatan bütün kadınları, ülkemizin kadınlarını selamlıyorum.
Önce Hükûmetin bu yasa
tasarısını hazırlarken yaklaşımına değinmek istiyorum. Âdeta 8 Mart Dünya
Emekçi Kadınlar Günü’ne dönük, birkaç gün kala bu yasa tasarısı bir hediye ve
bir prestij yapmak adına, Hükûmetin prestijini yapmak adına hazırlanıyor ama
gördüğümüz kadarıyla uygulamalar ve politikalarıyla Hükûmet yine kadına dönük
şiddeti bünyesinde barındırıyor.
İşte, 4 Mart günü Hatay
Antakya’da Emekçi Kadınlar Günü’nü kutlayan kadınların üzerine polis copla,
gazla saldırmıştır. Keza “Üç çocuk” söylemi arkasında sosyal güvencesiz, işsiz,
son 4+4+4 eğitim yasa tasarısıyla eğitimsiz bırakılmaya hazırlanan, eve tıkılan
kadınlar, yine aynı şekilde giyimi kuşamı, yaşam biçimi sorgulanarak “Fiş ile
priz” benzetmeleriyle, “Perdesiz ev” söylemleriyle âdeta şiddete davet çıkaran
bir devlet bürokrasisi karşısında elbette bütün bu söylenenler, kadını koruma,
aileyi koruma, şiddete karşı bir yasa çalışması gerçekten sözde kalmaktadır.
“Korunan ailenin durumu
nedir?” dersek, Dünya Ekonomik Forumu’nda “Cinsiyet Eşitsizliği Raporu”nda
ülkemiz kadınları 135’inci sırada yani sondan 9’uncudur. Kadının ekonomideki
payı yüzde 29 olarak belirtilmektedir. On beş yaş üstü 20 milyon kadın, ülkemiz
kadını evinde oturmaktadır. Küçük fabrikalara dönen evlerde çocuk, hasta,
yaşlılarıyla üç kuruş karşılığında parça başı işlerle aileyi korumaya çalışan,
emek eden kadınlar ülkemiz kadınlarıdır. İşsizlik korkusuyla hakarete, tacize
sessizlikle boyun eğmeye zorlanan kadınlar, yine işe girerken hamile
kalmayacağına dair söz veren kadınlar bizim gerçekliğimizdir.
100 kadından fazla işçinin
bulunduğu iş yerlerinde kreş hakkı yasalarda yazar ama uygulanmaz. Yine aynı
şekilde, Başbakanlık genelgesiyle iş yeri denetiminde cinsiyet eşitliğine
uyulup uyulmadığı denetlenecektir ama denetlenmez.
Dünya Emekçi Kadınlar
Günü’nün kutlandığı yüz elli beş yıldır, işte sekiz saat çalışma hakkı için
fabrikasında yanarak can veren kadınlardan sonra, bugün ülkemiz kadınları on
iki, on dört saat çalışmaktadır. Zorunlu mesailer, düşük ücret, performans
uygulaması, kuralsız esnek çalışma yine ülkemiz kadınlarının gerçekliğidir.
Çocuk yaşta evlendirilen kadınlar, savaşın mağdur ettiği, parçaladığı,
dağıttığı aileler…
Ülkemizde kadınları korumak
adına sığınma evi oluşturulmuştur ama bunların sayısı 78’dir. Yine, Bakanlığın
bu yasa tasarısıyla oluşturduğu personel sayısı 320’dir ama istenen 5.577’dir.
Şimdi, bununla yapılmak istenen, eğitimsiz personelle, âdeta onları angarya
olarak değerlendirmektir.
İnsanca iş, gerçek eşitlik
ve özgürlük, barışın sağlandığı bir düzen ancak şiddeti ortadan kaldıracaktır.
Böyle bir düzeni sağlamak için bütün ülkemiz kadınlarını el ele vermeye
çağırıyorum.
Teşekkür ederim. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Ben teşekkür
ederim Sayın Tüzel.
Sayın Tüzel ve
arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
1’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.
2’nci maddeyi okutuyorum:
Tanımlar
MADDE 2-
BAŞKAN – 2’nci madde
üzerinde üç önergemiz var, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 181
sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun
tasarısının 2. Maddesine h) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki ı) bendinin
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Nedret Akova Sakine Öz Hülya Güven
Balıkesir Manisa İzmir
Aylin Nazlıaka Dilek Akagün Yılmaz Sedef Küçük
Ankara Uşak İstanbul
“ı) Toplumsal cinsiyet:
Toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan
cinsiyetçi roller, beklentiler, tutum ve davranışları ifade eder.”
TBMM Başkanlığına
181 sıra sayılı kanun
tasarısının 2. maddesinin “şiddet mağduru” tanımının sonuna “trans kadınlar,
lezbiyen, gay ve eşcinseller” ibaresinin eklenmesini,
h) bendinden sonra gelmek
üzere; ı) Toplumsal cinsiyet: Toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve
sosyal olarak kurgulanan cinsiyetçi roller, beklentiler, tutum ve davranışları”
bendinin eklenmesini teklif ediyoruz.
Ayla Akat Ata Sırrı Süreyya Önder Sebahat Tuncel
Batman İstanbul İstanbul
Hasip Kaplan Levent Tüzel Erol Dora
Şırnak İstanbul Mardin
Ertuğrul
Kürkcü
Mersin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin
Önlenmesine Dair Kanun Tasarısının 2 nci maddesinin birinci fıkrasının b)
bendinin madde metninden çıkartılmasını ve diğer bentlerin buna göre teselsül ettirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Ahmet Aydın Mehmet
Doğan Kubat A. Sibel
Gönül
Adıyaman İstanbul Kocaeli
Mustafa Elitaş Sermin Balık Nurdan Şanlı
Kayseri Elâzığ Ankara
Zeynep
Karahan Uslu Oya
Eronat
Şanlıurfa Diyarbakır
BAŞKAN – Son okunan
önergeye Sayın Komisyon katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Takdire bırakıyoruz Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Başkan…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Gerekçe.
BAŞKAN – Gerekçe…
Gerekçe:
Bakanlık il ve ilçe
müdürlüklerine bu Kanun hükümleri çerçevesinde atfedilen görevler geçici madde
1 ile düzenlenmiş olduğundan, uygulamada karışıklığa meydan vermemek üzere
Bakanlık il ve ilçe müdürlüklerinin tanımının madde metninden çıkarılması için
bu önerge verilmiştir.
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
181 sıra sayılı kanun
tasarısının 2. maddesinin “şiddet mağduru” tanımının sonuna “trans kadınlar,
lezbiyen, gay ve eşcinseller” ibaresinin eklenmesini,
h) bendinden sonra gelmek
üzere; ı) Toplumsal cinsiyet: Toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve
sosyal olarak kurgulanan cinsiyetçi roller, beklentiler, tutum ve davranışları”
bendinin eklenmesini teklif ediyoruz.
Ayla
Akat Ata (Batman) ve arkadaşları
BAŞKAN – Sayın Komisyon
katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kim konuşacak?
AYLA AKAT ATA (Batman) –
Ben konuşacağım.
BAŞKAN - Sayın Ata,
buyurun.
AYLA AKAT ATA (Batman) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülen yasanın 2’nci maddesi üzerine
vermiş olduğumuz değişiklik önergesi üzerine konuşmak üzere söz aldım, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
önergemizde öncelikle toplumsal cinsiyet tanımı bir maddede atıfta bulunulmuş
olmakla beraber ne yazık ki tanımlar içerisinde yer almıyor. Toplumsal
cinsiyetin de tanımının yapılması gerektiğini düşünüyoruz 2’nci madde
içerisinde.
Ve yine, şiddet mağduru
kadınların dışında aynı zamanda “trans kadınlar, lezbiyen, gay ve eş cinseller”
ibaresinin de eklenmesini istiyoruz. Biz ne kadar yok sayarsak sayalım
toplumumuzun bir gerçekliğidir ve herkesin… Biz eğer cinsiyet eşitliği politikalarını
hayata geçireceksek, ki biz burada ifade ediyoruz, kadın olarak ikinci cins
olarak adlandırılıyoruz ama onlara üçüncü cins olarak bile bir değer
verilmiyor, var sayılmıyorlar, hakları korunmuyor ve bu çerçevede de her gün
şiddet mağduru oluyorlar. Bu konuda öncelikli olarak biz nefret suçlarıyla
ilgili değişik yasa tasarıları, teklifleri hazırladık, değişiklik önergeleri
ama bu nefret suçlarının da en büyük mağduru olanlar yine trans kadınlar,
lezbiyenler, gay ve eş cinseller. Bu tanımın da mutlaka yasa içerisinde yer
alması gerektiğine inanıyoruz.
Değerli milletvekilleri,
“Toplumsal cinsiyet: Toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve sosyal
olarak kurgulanan cinsiyetçi roller, beklentiler, tutum ve davranışları”
bendinin eklenmesi şeklinde ifade ettik. Şöyle ki: Ne yazık ki bizlerin
cinsiyet eşitliği politikalarını hayata geçirme mücadelemiz yanında yine
toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması noktasında da bir mücadele içerisinde
görüyoruz kendimizi. Bizim mücadele etmemiz toplumumuzun bu konudaki, esasında,
gerçeğini açığa çıkartır ki bu noktada da Parlamentonun bu konu üzerinde
çıkarılan yasa gerekçe görülerek bir düzenleme yapması gerekiyor, bu tanımlara
mutlaka yer verilmesi gerekiyor.
Bunun dışında değerli
milletvekilleri, Türkiye’de en çabuk olabildiğiniz şey terörist ki bugün
özellikle Barış ve Demokrasi Partisi üzerinde yürütülen bir şiddet söz konusu
ki bunda en büyük mağduriyeti yine kadın siyasetçilerimiz ve seçilmişlerimiz
yaşıyor. “KCK” adı altında yürütülen soruşturmalar vesilesiyle toplumda
ötekileştirme mantığının en somut örneğiyle karşılaşıyor kadınlar. Bizler
cinsiyet kotası noktasında yürütmüş olduğumuz mücadeleyi kendi siyasi partimiz
içerisinde, yine temsiliyetini şahsımızda gördüğümüz tabanımız için
yürütüyoruz. Ama şu bir gerçek, hem parti içerisinde hem de topluma karşı
verilen bu mücadele karşısında zaten kadın yalnız iken bunun yasalarla da
korunmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Ama buna rağmen bir de yargıyla bastırılma
sürecini yaşıyoruz.
Şu an Diyarbakır’da
görülmekte olan KCK ana davasında yargılanan kadın arkadaşlarımızın
iddianamesinde şu ifade yer alıyor: “Sadece cinsiyet kotasını savunmadılar, bir
de seçilebilecek yerlerde kadınlara yer vererek ve kadınları seçtirerek bunu
başardılar.” Bu, hepimiz için bir ayıptır ve bunu savunmak eğer KCK’li olmaksa,
cinsiyet eşitliği politikaları noktasında mücadele etmek eğer KCK’li olarak
sayılmaksa, evet, biz bu suçu işlemeye devam edeceğiz; cinsiyet kotasını
savunacağız, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesi için politikaları
ortaya koyacağız ki bu amaçla attığımız bazı adımlar ve yürüttüğümüz bazı
çalışmalar var. Bunların en çok görünür olanı, eş başkanlık sistemimiz, yine
parti içerisinde oluşturduğumuz cinsiyet kotası, tüzüğümüze aldığımız cinsiyet
kotasıyla ilgili düzenleme ve yine iktidarda olduğumuz illerde yerel
yönetimlerimizde oluşturduğumuz, işçiyle kurmuş olduğumuz hizmet akitlerinde
kadını koruyan hükümlerle bunu görünür kılmaya çalışıyoruz.
Kadına şiddet uygulayan ve
yine bu şiddetin meşru görülebilmesi koşullarını yaratmaya çalışan erkek
arkadaşlarımız için bu sözleşmelerde ortaya konulan hükümlere uyma
zorunluluğunu, eğer şiddet uygularsa öncelikle maaşının kesilmesi, daha
sonrasında gerekirse kendisi işten çıkarılarak eşinin alınması noktasına varan
düzenlemelere yer veriyoruz.
Ve yine şunu belirtmek
istiyoruz: Bu verilen mücadele, toplumsal cinsiyet eşitliği noktasında verilen
mücadele toplumun çok çabuk kabul edebileceği bir mücadele değil çünkü verilen
roller ve statüler var ve bu statüleri değiştirme noktasında ne yazık ki azim
ve kararlılık gerekiyor ve yine destek gerekiyor. Sadece kadının bu noktada
yaşadığı toplumsal konumu doğru tahlil edebilmesi yeterli değil, aynı zamanda
erkeğin de beş bin yıllık egemenlikten kaynaklı feodalizmiyle buluşması
gerekiyor, bunu tanımlayabilmesi gerekiyor ki ortak mücadelenin sonucu olan
eşitliğin sağlandığı bir toplumsal süreç de yaşanılır olabilsin.
Ben yine saygılar sunuyor,
teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Ata.
Sayın Ata ve arkadaşlarının
önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Bir sonraki önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 181
sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun
tasarısının 2. Maddesine h) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki ı) bendinin
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Ayşe
Nedret Akova (Balıkesir) ve arkadaşları
“ı) Toplumsal cinsiyet:
Toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan
cinsiyetçi roller, beklentiler, tutum ve davranışları ifade eder.”
BAŞKAN – Sayın Komisyon
katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sedef Küçük,
İstanbul.
Buyurun Sayın Küçük.
SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci
maddesi üzerine söz aldım, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
bütün çağdaş ülkeler toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermek için kadın odaklı
bir yaklaşım benimsemektedir. Biz ise hâlâ aile odaklı bir yaklaşım
benimseyerek kadına yönelik şiddetin önlenmesinde eksik bir çerçeveden
bakmaktayız. Elbette aile çok önemlidir ama unutulmamalıdır, Türkiye’de
kadınlar aile bireyi olsun ya da olmasınlar kadın oldukları için şiddet
görmektedir. Kadının varlık nedenini yalnızca eş ve anne rolüne indirgemek,
yalnızca bu iki role sıkıştırmak rahatsız edici olduğu kadar olumsuz sonuçlara
da yol açmaktadır.
Bu anlayış, kadını yaşamın
dışına itmektedir, eğitimin dışına itmektedir, çalışma hayatının dışına
itmektedir. Bu anlayış, kadınlarımızı kurban vermektedir. Geçtiğimiz yıl 232
kadının canına kıyılmıştır. 600 kadın tacize, 180 kadın tecavüze uğramıştır. Bunlar
yalnızca basına yansıyanlar, buz dağının görünen yüzü. Ne üzücü ki bu konuda
herhangi bir veri tabanımız bile yoktur. Hepimiz, ancak bunları basına
yansıdığı kadar ve basının yansıttığı kadar öğrenebiliyoruz. Bu ülkenin
insanları böyle bir ülkeyi değil, kadınların payına, şiddetin ve ölümün düştüğü
bir Türkiye’yi değil, eşit hakların, eşit koşulların, eşit paylaşımın olduğu
bir Türkiye’yi hak ediyorlar.
Değerli milletvekilleri,
cumhuriyet ilan edileli seksen dokuz yıl, Medeni Kanun kabul edileli seksen
altı yıl, kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkının verilmesinin üzerinden yetmiş
sekiz yıl geçmiştir. Bugün, kadın-erkek eşitliğinin neresinde olduğumuza
bakılınca görünen durum hiç de iç açıcı değildir. Nerede durduğumuzu anlamak
için, bir hayli olumsuz olan uluslararası performansımızdan bahsetmeyeceğim
bile. Çalışma yaşamındaki kadınların oranına, şiddet karşısında polisinden
bakanına kadar gösterilen tavra, kadının görünürlüğü meselesine, hatta
gazetelerin 3’üncü sayfasına bakmak bile ne hâlde olduğumuz hakkında net bir
fikir vermektedir. Ne yazık ki kadınla erkeğin eşit olmadığı ve olamayacağı
gibi bir anlayış, kadınların yaşadıkları sorunların çözümü konusunda ilerleme
sağlayamamaktadır.
Kadınlar ve eşitlik
konusunda toplumun büyük çoğunluğuna hâkim olan ön yargılar, düşünce biçimleri
ne yazık ki yönetime de hâkimdir. Kadın-erkek eşitliği konusunda kaydedilen
bütün mesafe, bir karakolda kadının gördüğü şiddet ve idarecilerin buna karşı aldığı
tavırla altüst olabiliyor. Birtakım gelişmeler var mıdır? Elbette vardır.
Avrupa Konseyi sözleşmesine imza attık, Meclisimizde onayladık. Daha önce
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi’ni
imzaladık. Bugün tüm eksiklerine rağmen bu tasarı kanunlaşacak. Bunlar
gelişmedir. Ancak uygulamaya gelince işin rengi değişmektedir. Ben, tüm idare
kötü niyetlidir demiyorum ama uygulama konusunda yıllardır aksaklıkların
sürdüğü ve bunun önlenemediği de aşikârdır. Anlaşılan kadınların sorunlarını
çözmeden hiçbir sorunun çözülemeyeceğine önce idarenin ikna olması
gerekmektedir. Bu ön yargılar ve duyarsızlıklar bizlerin kadınsız bir demokrasi
ve uygarlık kurulamayacağını anlatmak konusunda hayli mesafe kaydetmemiz
gerektiğini de ortaya koymaktadır.
Kadınsız bir demokrasi ve
uygarlık olamayacağının altını bir kez daha çizmek istiyorum. Kadınsız bir
barış da mümkün değildir. Bakın, Bosna eski Başbakanı Haris Silajdzic ne diyor:
“Masanın etrafında kadınlar oturuyor olsaydı savaş olmazdı. Kadınlar
evlatlarını diğerlerinin evlatlarını öldürmesi için göndermeden önce uzunca
düşünür.” Kadının ikinci sınıf görüldüğü bir yerde ne barıştan ne demokrasiden
ne de özgürlükten söz edilebilir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yarın 8 Mart. Bütün kadınlarımızın Dünya Kadınlar Günü’nü
kutluyorum. Her şeye rağmen, daha eşit bir dünya için hiçbir kadının umudunu
yitirmemesi gerektiğini düşünüyorum çünkü haklıyız ve biz kazanacağız; biz
kazandığımızda Türkiye kazanacak.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Küçük.
Sayın milletvekilleri,
Sayın Küçük ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
2’nci maddeyi kabul edilen
önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
3’üncü madde üzerinde üç
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan “Ailenin
Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı”nın 3 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Sermin Balık Ahmet Aydın Mehmet Doğan Kubat
Elâzığ Adıyaman İstanbul
Mustafa Elitaş A. Sibel Gönül Nurdan Şanlı
Kayseri Kocaeli Ankara
Oya
Eronat Zeynep
Karahan Uslu
Diyarbakır
Şanlıurfa
“d) Gerekli olması halinde, korunan kişinin çocukları varsa
çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması
halinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından
büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını
geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden
karşılanmak suretiyle kreş imkanının sağlanması.”
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına
karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 3.maddesinin ç) bendinin
“ilgilinin talebi üzerine veya resen” ibaresinden sonra gelmek üzere aşağıdaki
ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
“kendisinin, çocuklarının ve yakınlarının”
Nedret Akova Sakine Öz Aylin Nazlıaka
Balıkesir Manisa Ankara
Dilek Akagün Yılmaz Sena Kaleli Sedef Küçük
Uşak Bursa İstanbul
Ayşe
Eser Danışoğlu Hülya
Güven
İstanbul İzmir
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
181 sıra sayılı kanun
tasarısının 3. maddesinin 1 inci fıkrasında geçen “”veya uygun görülecek benzer
tedbirlere” ibaresinin çıkarılmasını,
1 inci fıkranın ç bendinde
“hayati tehlikesi bulunması halinde” ibaresinden sonra “ihbar” kelimesinin eklenmesini,
1 inci fıkranın d bendinde
bulunan “çalışması durumunda varsa çocukları için tedbir kararı sürecince,
çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere varsa” ibaresinin çıkarılmasını,
2 nci fıkrası çıkarılarak
“(2) Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde birinci fıkranın (a) ve (ç)
bentlerinde yer alan tedbirler, ilgili kolluk amirlerince alınır. Bu işlem
tatil günleri hariç olmak üzere, en geç kırk sekiz saat içinde mülki amirin
onayına sunulur. Mülki amir tarafından kırk sekiz saat içinde onaylanmayan
işlemlerin uygulanmasına son verilir.” ibaresi ile değiştirilmiştir.
Ayla Akat Sırrı Süreyya Önder Ertuğrul Kürkcü
Batman İstanbul Mersin
Pervin Buldan Sebahat Tuncel Sırrı Sakık
Iğdır İstanbul Muş
BAŞKAN – Son önergeye Sayın
Komisyon katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Pervin Buldan,
buyurun.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür
ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; vermiş olduğumuz 3’üncü madde değişikliği dolayısıyla söz
aldım, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Aynı zamanda, yarın 8 Mart
Dünya Emekçi Kadınlar Günü, bu vesileyle, bütün kadınlarımızın 8 Martını kutluyorum.
Evet, kadına yönelik
şiddetle mücadelede hukuksal gelişmeler oldukça önemlidir. Kadın hareketinin
yoğun ve uzun çabaları ve Avrupa Birliğinin olumlu baskılarıyla Medeni Kanun ve
Ceza Kanunu kadınlara karşı ayrımcılık içeren maddelerinden arındırılarak
yeniden kabul edilmiştir. Birçok uluslararası anlaşmalar da yine bu dönemde
imzalanmıştır. Gelişen süreçte bu yasal düzenlemeler kadına yönelik şiddeti
sona erdirmemiş, şiddete uğrayan kadın sayısı gittikçe artış göstermiştir. Bu
can yakıcı sorunu bir nebze de olsa çözeceği umuduyla beklediğimiz, bugün
gündemimizdeki, adı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi” olan
yasa ne yazık ki beklentileri tam olarak karşılayacak nitelikte değildir.
Yasayı 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü öncesinde yasalaştırarak kadınlara bir
hediye vermek niyetinde olan Hükûmet ve Bakanlık, tasarıyı yasalaştırmak için
gereksiz bir acelecilik içindedir. Zira, Bakanlık, söz konusu kanun tasarısı
çalışmalarında bu tasarının belki de en önünde yer alması gereken kadın
hareketlerini, onların talep ve itirazlarını gereği gibi dikkate almamıştır.
Türkiye’de kadına yönelik
şiddetle mücadelede kadın hareketlerinin yeri büyüktür. Şiddetin ekonomik,
psikolojik veya fiziksel, çok çeşitli boyutlarının sıradanlaştığı Türkiye’de,
kadın hareketi kadına karşı şiddete bir başkaldırı olarak gelişmiştir.
Değerli milletvekilleri,
Hükûmet, Avrupa Konseyinin “kadına yönelik şiddet” konulu İstanbul
Sözleşmesi’nin ilk imzacıları arasında olduğunu dile getirmekte, bununla
sürekli övünmekte, fakat Bakanlık ve Hükûmet yetkilileri tarafından kamuoyuna
açıklanan pek çok olumlu düzenleme, kanun tasarısında yer almamaktadır.
Hükûmet, kadınlara yönelik şiddetle mücadeleye dair kadınlara ve kadın
hareketlerine verdiği sözleri tutmamıştır. Bu tasarı bu nedenle kadın
örgütlerinin taleplerini ve beklentilerini karşılamamaktadır.
Değerli milletvekilleri,
kanunun adı “Ailenin Korunması” ile başlamakta, kanunun amacı olan “Kadına
Karşı Şiddetin Önlenmesi” ise daha sonra gelmektedir. Kanunun adı ile bile,
kadını aileden sonra gören ve bu hâliyle korumak isteyen ya da aile içinde
görmek isteyen bir yaklaşım hissedilmektedir. Ayrımcı ve ataerkil bir
zihniyetin devamı niteliğindeki bu bakış açısı ile bu kanun tasarısı şu an
yürürlükteki Ailenin Korunması Kanunu’ndan farklı olmayacağı endişesini
doğurmaktadır.
Yasa tasarısının 3’üncü
maddesinde koruyucu tedbir kararlarına mülki amir tarafından karar verileceği
düzenlenmiştir. Yürürlükte bulunan yasa ve diğer yasalarda şiddetin önlenmesi
için gerekli tedbirler hâkim tarafından verilmekte idi. Yasada mülki amire de
tanınan bu yetkinin etkin bir biçimde yerine getirileceği tartışmalıdır. Bu
konuda yeterli donanıma ve tecrübeye sahip olunmaması ayrı bir sorundur. Bu
nedenle bu kişilerin, kadın hakları ve şiddet konusunda eğitimden geçmeleri
gerekmektedir. Yasa tasarısının aynı maddesinde “Mülki amir tarafından 48 saat
içinde onaylanmayan işlemlerin uygulanmasına son verilir.” hükmü ile iş
yoğunluğu nedeniyle bu sürenin aşılması durumunda kadın yine şiddet uygulayanın
kollarına terk edilmektedir.
Bu vesileyle değişiklik
önergemizin kabul edilmesini arzu ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Buldan.
Sayın Buldan ve
arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Bir sonraki önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 181
sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun
tasarısının 3. maddesinin ç) bendinin “ilgilinin talebi üzerine veya resen”
ibaresinden sonra gelmek üzere aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Aylin
Nazlıaka (Ankara) ve arkadaşları
“kendisinin, çocuklarının
ve yakınlarının”
BAŞKAN – Sayın Komisyon?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Nazlıaka,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ailenin Korunması ve Kadına Karşı
Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde konuşmak
üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.
Değerli milletvekilleri,
hepimizin bildiği gibi, kadına karşı şiddet bir insanlık suçudur. Kadın
örgütlerinin aylardır üzerinde çalıştığı tasarı maalesef Bakanlar Kurulundan
Meclise değişerek, dönüşerek ve eksilerek gelmiştir. Aslında bu yasa
tasarısında kadını göz ardı eden zihniyet 12 Hazirandan bu yana kendini
göstermektedir. İlk olarak Bakanlığın isminden “kadın”ın adı çıkartılmıştır,
daha sonrasında Bakanlar Kurulunda maalesef sadece tek bir kadın temsilci
bulundurulmuştur. Bu anlamda 96 ülke içerisinde kabinede kadın temsili
açısından maalesef Türkiye 90’ıncı sırada yer almaktadır.
Daha sonra öğrencilerimizin
eğitim hayatına yönelik de birtakım değişiklikler yapılmaya başlanmıştır.
Örneğin, vatandaşlık ve demokrasi dersinin içerisinden CEDAW, yani Kadına Karşı
Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’yle ilgili bölüm çıkartılmıştır.
Yine, aynı dersin içeriğinden “Haydi Kızlar Okula” kampanyasıyla ilgili bölüm
de çıkartılmıştır. Şimdi -ben o dönem de Sayın Bakana, Millî Eğitim Bakanına
bunu bir soru önergesi olarak yöneltmiştim- anlıyorum ki aslında bu kampanya
artık devam etmeyecek, artık, kampanyanın adı 4+4+4 eğitim tasarısından sonra
“Haydi Kızlar Okula” değil, “Haydi Kızlar Kocaya” şeklinde değişecek, öyle
görünüyor.
Yasa taslağında öncelikle
isimden başlayarak itiraz ettiğimiz birtakım unsurlar var bildiğiniz gibi.
“Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı”nın ismi
neden sizi rahatsız etmiştir, bunu merak ediyorum. İstanbul Anlaşmasını ilk imzalayan
ve onaylayan ülke olmakla gururlanan AKP Hükûmeti, Meclise gönderdiği yasa
taslağında İstanbul Sözleşmesi’ne ve diğer uluslararası hiçbir sözleşmeye yer
vermemiştir. Adalet Komisyonuna gelen yasa taslağının üzerinden önergelerle
tekrar uluslararası sözleşmeler yasa metnine eklenmiştir. Şimdi anlamakta
zorluk çektiğim konulardan bir tanesi de kadın örgütlerinin aylarca uğraşarak
hazırladığı bu yasa taslağı neden böylesine eksiltilerek, dönüştürülerek
Meclise gönderilmiştir.
Yasanın bir önemli eksiğini
daha vurgulamak isterim. Yasa tasarısında trans kadınlardan bahsedilmemektedir.
2011 yılında 9 trans kadın öldürülmüştür. Tabii, bu sayı, LGBT örgütleri
tarafından iletilen bir sayıdır, resmî rakamın ne olduğunu maalesef bilmiyoruz
ama çok daha yüksek olduğunu tahmin ediyoruz. Ve bu yasa trans kadınları yok
sayarken trans kadın cinayetlerini nasıl engelleyecektir? Cinsiyet kimliği,
cinsel yönelim kavramları, bir kez daha mı yok sayılacaktır?
Yasa tasarısının 3’üncü
maddesinde, mülki amirlere verilen yetkilerin hâkimlere verilmemesi, ciddi
sorunlara ve şiddet mağdurlarının korunmasının gecikmesine, koruma
tedbirlerinin yetersizliğine neden olacağı için, alt komisyonda, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu olarak verdiğimiz önergeyle, hâkimlere de mülki amirlere
verilen yetki verilmiştir.
Kadının siyasette temsil
oranında 143 ülke arasında 88’inci sırada olduğumuz, kadın istihdamında OECD
ülkeleri içerisinde en alt sırada yer aldığımız, devletten koruma isteyen
kadınların yüzde 73’ünü koruyamadığımız, son on yılında kadına yönelik şiddetin
yüzde 1.400 arttığı, kamuda ve siyasette kadının varlığının yok sayıldığı
ülkemizde, kadın sorunu partiler üstüdür.
8 Mart Dünya Emekçi
Kadınlar Günü, kadınların tırnaklarıyla kazıyarak, canlarıyla bedel ödeyerek
elde ettikleri hakları hatırlatan gündür. Kadınlara yönelik şiddetle mücadele
ediyormuş gibi davranarak 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutlamamalıyız
diye düşünüyorum.
Bu ülkenin kadınları,
Erzurum’da Nene Hatun’dur, Sultanahmet Meydanı’nda “Ey özgürlük!” diye bağıran
Halide Onbaşı’dır, kadının Meclisteki ilk temsilcilerinden Ankaralı Satı
Kadın’dır, devrimci Behice Boran’dır, ömrünü kız çocuklarının eğitimine ayıran
Türkan Saylan’dır, bilimin aydınlık yüzü Bahriye Üçok’tur, töre bahanesiyle
öldürülen Güldünya’dır, eşinden ayrıldığı için koruyamadığımız Ayşe Paşalı’dır.
Ülkemin tüm emekçi
kadınlarını saygıyla selamlıyorum ve yüce Meclisin huzurunda, ülkemin tüm
kadınlarından, böylesine eksik bir tasarının…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) -
…yasalaştırılarak çıkartılacak olması nedeniyle özür diliyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Nazlıaka.
Sayın Nazlıaka ve
arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Bir sonraki önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan “Ailenin
Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı”nın 3 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Mustafa
Elitaş (Kayseri) ve arkadaşları
“d) Gerekli olması halinde,
korunan kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere
dört ay, kişinin çalışması halinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak
kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari
ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla Bakanlık
bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak suretiyle kreş imkanının sağlanması.”
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılıyoruz Sayın Başkan.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkanım, bu önergede bu “tedbir kararı süresince” çıkarılmış. Yani hangi süre
için ödenecek? Tedbir kararı süresince mi yoksa sadece dört ay mı? Yani süre,
ne olursa olsun dört ay mıdır, iki ay mıdır, yıllık mıdır?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Önergedeki gibi Sayın Başkan, dört ay ve iki
ay.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Efendim?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Önergedeki gibi, dört ay ve iki ay.
OKTAY VURAL (İzmir) – Dört
ay ve iki ay, tamam da tedbir kararı süresince mi?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Hayır, hayır; dört ay ve iki ay.
OKTAY VURAL (İzmir) – Yani
dört aydan fazla verilmeyecek anlamı…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Evet.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Sadece dört ay verilecek.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Evet.
OKTAY VURAL (İzmir) – Ondan
sonra ihtiyaç olursa…
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – İş imkânı bulana kadar yardımcı destek
veriyoruz.
OKTAY VURAL (İzmir) – Ondan
sonra yardımcı destek ama sadece dört aylığına veriyorsunuz, anlıyorum, bir
defalığına dört ay.
BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Maddede korunan kişiye kreş
imkânının sağlanması ve verilecek koruyucu tedbir kararının açık ve net bir
şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla bu önerge verilmiştir.
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
3’üncü maddeyi kabul edilen
önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
4’üncü madde üzerinde dört
önerge vardır, önergeleri sırasıyla okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 181 sıra
sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun
Tasarısı”nın 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “3 üncü maddede
öngörülenlerin yanı sıra” ibaresinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif
ederiz.
A. Sibel Gönül Ahmet Aydın Mustafa Elitaş
Kocaeli Adıyaman Kayseri
Sermin Balık Mehmet Doğan Kubat Nurdan Şanlı
Elâzığ İstanbul Ankara
Oya
Eronat
Diyarbakır
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına
Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısının 4. maddesinin 1.fıkrasının ç)
bendine “tanık koruma kanunu hükümlerine göre” ibaresinden sonra gelmek üzere
aşağıda belirtilen ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Nedret Akova Dilek Akagün Yılmaz Hülya Güven
Balıkesir Uşak İzmir
Aylin Nazlıaka Sakine Öz Sena Kaleli
Ankara Manisa Bursa
Sedef
Küçük
İstanbul
“ve bu kanunda öngörülen makam ve merciler tarafından uygulanmak
üzere kendisinin, çocuklarının ve yakınlarının”
TBMM Başkanlığına
181 sıra sayılı kanun tasarısının 4. maddesinin ç bendinden sonra
gelmek üzere “d) Şiddet mağdurunun çalışma yaşamına katılımını desteklemek
üzere varsa çocukları için gerektiğinde ücreti bu Kanun kapsamında karşılanmak
suretiyle kreş imkânının sağlanması” bendinin eklenmesini teklif ediyoruz.
Sebahat Tuncel Hasip Kaplan Sırrı Süreyya Önder
İstanbul Şırnak İstanbul
Ertuğrul Kürkcü Ayla Akat Erol Dora
Mersin Batman Mardin
Levent
Tüzel
İstanbul
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte olan 181 sıra sayılı kanun tasarısının 4. maddesinin
(1) fıkrasında geçen “yanı sıra” ibaresinden sonra gelmek üzere “ilgilinin
bilgilendirildikten sonra alınmış rızasına dayalı olarak” ibaresinin ve (ç)
bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki (d) bendinin eklenmesini arz ederiz.
d) Hakim tarafından verilmiş veya verilecek kişisel ilişki
kararlarında, tarafların ortak tanıdıkları veya Bakanlığın belirleyeceği ve
giderleri Bakanlık tarafından karşılanan uzman görevliler refakatinde çocuk
teslimlerinin gerçekleştirilmesi.
Oktay Vural Alim Işık Mehmet Erdoğan
İzmir Kütahya Muğla
Reşat Doğru Enver Erdem Mustafa Kalaycı
Tokat Elâzığ Konya
Ruhsar
Demirel Seyfettin
Yılmaz
Eskişehir
Adana
BAŞKAN – Sayın Komisyon,
son önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Katılmıyorsunuz.
OKTAY VURAL (İzmir) – Alim
Işık konuşacak.
BAŞKAN – Alim Işık.
Sayın Işık, buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar)
ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 181 sıra sayılı Ailenin
Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 4’üncü
maddesi hakkında vermiş olduğumuz önerge üzerine söz aldım, bu vesileyle
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
8 Mart Dünya Kadınlar
Gününden bir gün önce o güne yetiştirilmek üzere başladığımız kanun
görüşmelerinin her şeye rağmen kadınlarımıza hayırlı olmasını diliyorum. Eksiği
de olsa Türk aile yapısında ve Türk kültüründe kadının yerinin hepimiz
tarafından iyi bilindiği düşüncesindeyim.
Bu önergeyle ailenin en
önemli ürünü ve varlığı olan çocukların anne ve babadan ayrı kalmaları hâlinde
bunların en azından istedikleri zaman bireylerin çocuklarını görmesi,
istedikleri zaman da çocukların anne ve babalarına rahat kavuşabilmesini
sağlayacak bir düzenlemeyi öngördük. Sayın Bakanın ve Komisyonun katılmamasına
şaşırmadım ama Allah kimsenin başına vermesin, bir ailede böyle bir durumun
yaşanması hâlinde önergemizde yer alan ek bendin ne kadar önemli olduğunu
umarım siz değerli milletvekilleri daha iyi anlarsınız.
Buradaki amaç şudur değerli
milletvekilleri: Bugün yürürlükte olan mevzuata göre tedbir kararıyla
uzaklaştırma kararı verilen birey bir anne veya baba ise çocuklarıyla da hâkim
tarafından verilmiş bir kişisel ilişki kararı varsa çocukla uzaklaştırılan
birey arasında kişisel ilişki icra müdürlüğü aracılığıyla tesis
ettirilmektedir. Bu amaçla birey yani anne veya baba eğer çocuğunu görmek isterse
bir günlüğüne teslim almak için gidecek ilgili icra memuruna önce 50+50=100 TL,
daha sonra sosyal hizmet uzmanına 100+100=200 TL, toplamda da 100+200=300 TL
para yatıracak ve hâkim kararı doğrultusunda çocuğunu bir gün görebilecek.
Önergedeki bentte, söz
konusu ödemenin, ödeme gücü olmayan bireylere, Bakanlık tarafından karşılanmak
kaydıyla hiç olmazsa hafifletilmesi amaçlanıyor ve söz konusu hâkim kararı
doğrultusunda çocuğun geleceği ve ailenin dağılmış yapısının birleşmeye yönelik
bütünlüğünü öngören düzenleme garanti altına alınmak isteniyor. Fakat tabii ki
bugün aile bireylerinden, özellikle nafakayı sağlamak durumunda olan erkek, bir
taraftan kira, bir taraftan çocuğun nafakası, bir taraftan hanımına ödenecek
nafakayı karşılamanın yanında, dışarıda -kendisi kirada- lokantada karnını
doyuracak, para artırırsa da bahsettiğim bir günlük görüşme için 300 TL yatırıp
çocuğunu görebilecek.
Bu düzenlemenin önemli
olduğunu düşünüyoruz ancak takdir tabii ki yüce Kurulumuzun. Bu vesileyle, bu
konuyu sizlerle paylaşmanın yararlı olduğunu düşünüyorum.
Diğer taraftan, söz konusu
düzenlemeyle Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler yanında Medeni
Kanun’daki hükümlere de uyulmuş olacağını düşünüyor, önergeye desteğinizi
bekliyor, tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Işık.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Bir önceki önergeyi
okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
181 sıra sayılı kanun
tasarısının 4. maddesinin ç bendinden sonra gelmek üzere “d) Şiddet mağdurunun
çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere varsa çocukları için gerektiğinde
ücreti bu Kanun kapsamında karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması”
bendinin eklenmesini teklif ediyoruz.
Hasip
Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları
BAŞKAN – Sayın Komisyon?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kim konuşacak?
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Altan Tan konuşacak.
BAŞKAN – Altan Tan,
buyurun.
Sayın Tan, imzanız var
mıydı burada? Galiba yok, bir imza atarsanız…
ALTAN TAN (Diyarbakır) –
Şimdi mi atıyorum Sayın Başkanım?
BAŞKAN – Evet.
Teşekkür ederim.
Buyurun Sayın Tan.
ALTAN TAN (Diyarbakır) –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; “Şiddet mağduru kadınların çalışma
yaşamına katılımlarını desteklemek üzere varsa çocukları için gerektiğinde
ücreti bu Kanun kapsamında karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması”
bendinin yasaya eklenmesini teklif ediyoruz.
Malumunuz, şiddet mağduru
kadınlar toplumumuzun büyük bir yarası ve bu kadınlarımızın sürekli olarak bu
şiddete maruz kalmalarının belki de en önemli sebebi ekonomik özgürlüklerine
sahip olmamaları çünkü ekonomik özgürlüğü olan bir kadının uzunca bir müddet
böyle bir baskıyı, şiddeti ve kötü muameleyi kabul etmesi mümkün değil, bir
şekilde kendi yaşantısını eşinden veya beraber yaşadığı insandan ayırarak
yoluna devam etme imkânı var.
Bugün Türkiye’de şiddet
mağduru kadınların barınabilmeleri için, korunabilmeleri için yetersiz de olsa
bazı çalışmalar var ve bu konuyla ilgili kullanılan mekânlar da var, kadın
sığınma evleri gibi. Ancak, tabii ki sizin de takdir ettiğiniz gibi, konu bu
şekilde bitmiş olmuyor, kadının sığınmasından sonra bir de yaşamını sürdürebilmesi
lazım, yaşamını sürdürebilmesi için de mutlaka çalışması lazım. Bu çalışmada da
yine çoğu çocuklu olan kadınlarımızın en büyük engelleri çocuklarına bakacak
kimselerinin olmaması. Zaten kadın sığınma evine sığınan veya bir şekilde
dışlanmış olan kadınların kendi aileleriyle de irtibatları önemli oranda kopmuş
bulunuyor.
Bizim teklifimiz, bu
durumdaki kadınlarımızın insanca bir yaşam şartına sahip olabilmeleri için,
barınma ve iş imkânlarının yanında çocuklarının da bakımlarının sağlanması.
Gayet insani ve vicdani bir teklif ama her ne hikmetse, bu Meclis Genel
Kuruluna muhalefetin getirdiği hiçbir öneriyi, hiçbir teklifi maalesef iktidar
partisi kabul etmiyor, “Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.”
denilip gidiliyor. Gönül ister ki arkadaşlar, bu maddeleri eğer bizim
getirmemiz sorun ise siz getirin, bizler “Evet.” diyelim ama burada belli
müzakerelerle doğruyu bulmaya çalışalım. Yoksa böyle sürekli olarak, karşılıklı
olarak getirdiklerimizi reddedersek bir yere varmamız mümkün değil.
Aynı şekilde, bunun bir
örneği: Parlamento çalışmaları bu sene 1 Ekimde başladıktan hemen sonra
grubumuza mensup olan bazı arkadaşlar, benim de içinde, dâhil olduğum kişiler
bir kanun teklifi verdi. Burada hem pantolon giyilmesinin yani bayan
milletvekillerinin, kadın milletvekillerinin pantolon giymesinin önü açılıyordu
bununla hem de başörtülü olarak, inancından dolayı baş örtüsü örten kadın
milletvekillerinin baş örtüsüyle Meclise girebilmelerinin önü açılıyordu, bir
de kravat takma mecburiyeti kaldırılıyordu. Ancak yine her zamanki gibi, başta
iktidar partisi milletvekillerince bu önerimiz de reddedildi; 8 Mart Dünya
Kadınlar Günü’nü kutlamakta olduğumuz bugünlerde -ki yarın; bütün
kadınlarımızın 8 Mart Kadınlar Günü’nü, emekçi kadınlarımızın Kadınlar Günü’nü
kutluyorum- bu da reddedildi.
Siyaset tarihinde başörtülü
kadınlar kadar istismar edilen başka bir zümre olmadı ve bugün, iktidar partisi
de dâhil olmak üzere, bundan önceki birçok parti en az yedi sekiz seçimi bu
istismarla kazanma yoluna gittiler. En büyük emeği, kapı kapı gezen, mahalle
mahalle dolaşan, yazısıyla, oyuyla, her türlü desteğiyle, sandık başından
tutun, entelektüel katkısına kadar sunmuş olan başörtülü kadınlar maalesef
Mecliste temsil edilemedi ve bu mağduriyet hâlen de devam ediyor. 2002
seçimlerinde duayen bir politikacımız Maraş Meydanı’nda “Baş örtüsü sorunu
bizim namus borcumuzdur.” dedi, ondan sonra da beş yıl Meclis Başkanlığı yaptı,
bu borç hâlâ Maraş Meydanı’nda duruyor.
Sevgili arkadaşlar, kılık
kıyafet, işte, kravatın mecburi olmaması, bunun da şöyle bir gerekçesi vardır:
Dünyada kendi millî kıyafetiyle kendi millî Meclisine giremeyen ender
milletlerden birisiyiz. İsrail Meclisinde Başbakan kafasına kipasını, takkesini
takıp, gidiyor; Araplar, Hindistanlılar, Pakistanlılar kendi millî
kıyafetleriyle giriyor; İngiliz lortları peruklarıyla katılıyor toplantıya.
Bunu da dikkatlerinize sunuyorum.
Saygılar sunuyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Tan.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Bir önceki önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 181
sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun
tasarısının 4. maddesinin 1. fıkrasının ç) bendine “tanık koruma kanunu
hükümlerine göre” ibaresinden sonra gelmek üzere aşağıdaki ibarenin eklenmesini
arz ve teklif ederiz.
Hülya
Güven (İzmir) ve arkadaşları
“ve bu kanunda öngörülen
makam ve merciler tarafından uygulanmak üzere kendisinin, çocuklarının ve
yakınlarının”
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kim konuşacak?
Hülya Güven, buyurun
efendim.
Süreniz beş dakika.
HÜLYA GÜVEN (İzmir) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair
Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi birinci fıkrası (ç) bendi için verdiğimiz
önerge hakkında görüş belirtmek üzere Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum.
Öncelikle, teklif edilen
kanun tasarısı hakkındaki gerekçeleri okuyacak olursak, bugüne kadar sivil
toplum kuruluşları “Kadına şiddetin önlenmesi gerekiyor, şiddet artıyor.” diye
çırpındıkları hâlde mevcut iktidarın bugüne kadar yine önlem almadığını itiraf
ettiğini görüyoruz.
Kanun tasarısının gerekçesi
aynen şöyle diyor: “Son yıllarda başta kadınlar olmak üzere kişilere karşı
işlenen şiddet olayları toplumumuzu sarsan boyutlara ulaşmıştır. Her geçen gün
yaşanan dayak, işkence ve cinayet gibi şiddet olayları görsel ve yazılı basında
izlenmektedir. Bu olaylara daha çok kadınlar ve çocuklar maruz kalmaktadırlar.”
deniyor, bu devam ediyor. Bunun sebebi olarak da 1998 tarihli Ailenin
Korunmasına Dair Kanun’un içerik olarak zayıf olduğunu ve onun için
yenilendiğini bu sene, bu yıl yenilendiğini söylüyoruz. Hâlbuki 2007 yılında da
Kanun’da düzenlemeler yapılmıştı, unutuldu herhâlde.
Sivil toplum örgütlerinin
yasalarımızda olduğu hâlde, istedikleri ama yapılamayan neler var?
Bu istekleri gözden
geçirecek olursak, birinci istekleri, şiddete uğrayan kadınlar için başvuru ve
sığınma evlerinin sayılarının artırılması. Bunda bir yasal engel var mı? Yok.
Bugüne kadar pekâlâ yapılabilirdi.
Bir diğeri, şiddete uğrayan
kadınlara danışmanlık, psikolojik ve tıbbi destek, yasal yardım yapılması. On
yıldan beri yapılması gereken ama yapılamayan, yeterli eleman yetiştirilmeyen
bir süreç geçti.
Bir üçüncü olarak da
cinsiyet ayrımcı politikalar. Yasalar ve uygulamaların kaldırılması, eylem ve
eğitim projelerinin kadın örgütleriyle birlikte yapılmasını istiyorlar. Biz ise
iktidarın, kadın örgütleriyle birlikte çalışmak yerine, onların hazırladığı
önerileri bir çırpıda yok etme çabasını gösteriyoruz, gösterdik.
Kadınların ekonomik
özgürlüğü için, çalışmasının önündeki engellerin kaldırılmasını istiyor sivil
toplum kuruluşları. Kadın çalışması, her ne kadar “Biz teşvik ediyoruz.”
deniliyorsa da aslında teşvik edilmemekte, aksine, engellenmektedir. Genellikle
kadınlar alt düzeyde ve düşük ücretli işlerde çalıştırılmaktadırlar. Yönetici
kadın sayısı ise parmakla sayılacak kadar çok azdır.
Evde, sokakta, iş yerinde,
gözaltında, cezaevinde yaşanan kadına ve çocuklara yönelik şiddetin
sorumlularının yargılanmasını ve caydırıcı yasal tedbirler alınmasını
istiyorlardı. Bugün, saçını kesti diye üniversite öğrencilerimiz
cezalandırılırken, karakolda kadına dayak atan görevlilere gereğinin
yapılmadığını yaşıyoruz. Tüm bu isteklerin karşılığı mevcut yasalarımızda
varken uygulamada yetersiz kalındığı görülmektedir.
Sığınma evleri yetersiz.
Bugüne kadar çoğalamaz mıydı?
Kadınların iş gücüne
katılma oranı düşük. 181 sıra sayılı Kanun Tasarısı bile bir yıldır
çıkarılamadı; son iki gün içinde, yeterince tartışılmadan çıkarılmaya çalışılıyor.
Sağlık hakkı için…
Biliyoruz ki artık sağlık paralı oldu, geliri olmayan yurttaşlarımız bile
giderek artan katkı paylarıyla karşı karşıyalar.
Tüm bu nedenlerle, kanunun
her maddesinin yanlış yorumlanmaması ve daha geniş olarak uygulanabilmesi için,
4’üncü maddenin birinci fıkrasının (ç) bendinin önerdiğimiz şekilde
düzenlenmesini öneriyoruz.
Bu vesileyle tüm
kadınlarımızın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyor, saygılarımı
sunuyorum.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Güven.
Sayın Güven ve
arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Bir önceki önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 181 sıra
sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun
Tasarısı”nın 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “3 üncü maddede
öngörülenlerin yanı sıra” ibaresinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif
ederiz.
Oya
Eronat (Diyarbakır) ve arkadaşları
BAŞKAN – Sayın Komisyon,
önergeye katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Maddede belirtilen koruyucu
tedbirlerin birine, birkaçına veya uygun görülecek tedbirlere hâkim tarafından
karar verilebileceği belirtilmek suretiyle, sayılan tedbirlerin tahdidi
olmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, “3 üncü maddede öngörülenlerin yanı sıra”
ibaresine ihtiyaç bulunmamaktadır. Ayrıca, 3 üncü maddede belirtilen ve mülki
amirce verilecek bu tedbirlerin, uygulamada, bu kararların mutlaka hâkim
tarafından verilmesi gerektiği şeklinde yanlış yoruma neden olmaması ve böylece
tedbirlerin hızlı ve etkin bir şekilde alınmasının sağlanması amacıyla bu
önerge verilmiştir.
BAŞKAN - Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
4’üncü maddeyi kabul edilen
önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
5’inci madde üzerinde iki
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 181
sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun
tasarısının 5. maddesinin 1. fıkrasının “Şiddet uygulayanlarla” ibaresinden
sonra “, şiddet uygulama ihtimali bulunan ve şiddet uygulayanlara yardımcı
olanlarla” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Ayşe Nedret Akova Hülya Güven Dilek Akagün Yılmaz
Balıkesir İzmir Uşak
Sakine Öz Aylin Nazlıaka Ayşe Eser Danışoğlu
Manisa Ankara İstanbul
Sedef
Küçük
İstanbul
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
181 sıra sayılı kanun tasarısının 5. maddesinin 1. fıkrasında
“Şiddet uygulayanlarla” ibaresinden sonra “veya uygulama ihtimali bulunan
bireylerle” ibaresinin eklenmesini,
ç bendinden sonra gelmek üzere “d) Şiddet mağdurunun çalışma
yaşamına katılımını desteklemek üzere varsa çocukları için gerektiğinde ücreti
bu Kanun kapsamında karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması” bendinin
eklenmesini teklif ediyoruz.
Ayla Akat Sırrı Süreyya Önder Ertuğrul Kürkcü
Batman İstanbul Mersin
Sırrı
Sakık Sebahat
Tuncel
Muş İstanbul
BAŞKAN – Son okunan
önergeye Sayın Komisyon katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Kim konuşacak?
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Sebahat Tuncel.
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Tuncel. (BDP sıralarından alkışlar)
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; madde üzerinde verdiğimiz değişiklik
üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Doğrusu, bu yasa tasarısı
tartışılırken bu kadar az milletvekillinin olması -hem aslında iktidardan hem
muhalefetten- Türkiye’de kadın-erkek eşitliğine, kadın politikalarına ne kadar
önem verdiğimizin de göstergesi. Hâlâ bu konuda çok yol almamız gerektiğini bir
kez daha hatırlatmak istiyorum. Başka konularda milletvekilleri burada daha
heyecanlı oluyor, oysa bu, bizim yaşamımızı etkileyen bir nokta.
Şimdi, genel olarak şöyle
bir şey ifade edildi: “Bu kanun tasarısı da kadınlara hayırlı olsun.”
deniliyor. Oysa erkekler de bundan etkilenecek yani bir bütün yaşamı
değiştirecek bir nokta.
Şimdi, genel olarak burada
ailenin korunması meselesine karşı olduğumuz yaklaşımı bazı eleştirilere neden
oluyor neden aileyi korumak gerektiği üzerinden. Oysa, aileyi koruyalım, evet,
ama hangi aileyi koruyacağız? Bu önemli bir nokta. Yani demokratik bir aileyi
mi? Aile bireylerine şiddet uygulamayan bir aileyi mi? Gerçekten geleceğimizi
ifade edecek bir aileyi mi, yoksa geleneksel aileyi mi?
Sayın milletvekilleri,
unutmayın ki erkek egemen sistem, binlerce yıldır -beş bin yıllık bir geleneği
var- bütün yaşamımızı, siyaseti, ekonomiyi, politikayı, kültürü, dilimizi buna
göre şekillendirmiş durumda yani beş bin yıllık gelenekçi bir yaklaşım, aile
modeli bugün 21’inci yüzyılda insanlığın sorunlarına çözüm olmamaktadır. Onun
ürettiği geleneksel, öğretilen erkeklik ve kadınlık rolleri, aslında bugün
karşı karşıya olduğumuz tablonun sorumlusudur. Bu değişmediği sürece, siz
geleneksel aile yapısını korumaya çalıştığınız sürece, ne yazık ki şiddet devam
edecektir. Şiddetin kaynağında tahakküm vardır, iktidar vardır, gasp vardır.
Şimdi, mevcut durumda, aile kurumu içerisinde tam da bu vardır. Bu
değiştirilecek ilişkiler iktidar ilişkisidir; eşitsizlik yok bu temel
içerisinde.
Diyelim ki kadın ve erkeğin
eşit olmadığı bir ailede çocuklar, yetiştirilen aile bireyleri de eşit olarak
yetiştirilmiyor. O açıdan, bu aile kurumunu reddetmek, yeni demokratik,
eşitlikçi, aile bireylerinin birbirine tahakküm uygulamadığı, birbirini ezmediği,
ne yaş hiyerarşisi ne de kadın-erkek ilişkisini, eşitsizliğini koruyan bir
noktada olmadığı bir aile modeli. Evet, bu aileyi koruyalım, destekleyelim ama
buradaki korunmak istenen mesele bu değil.
Diğer bir nokta: Özellikle
feminizm mücadelesi tam da bu noktanın görünür kılınması açısından önemli bir
noktadır. Şimdiye kadar, erkek egemen sistem ve zihniyet, feminizmi hep “erkek
düşmanlığı” olarak anlattı. Oysa feminizm, kadın kurtuluş ideolojisidir, kadın
perspektifinden bakmaktır topluma. Erkeklerin de bu konuda, kadın bakış açısına
göre yeniden sistemi yorumlaması gerekir, aksi takdirde bir değişimden
bahsetmek mümkün değildir. O açıdan, aile kurumunu yeniden ele alacağız.
Diyelim ki demokratik ailenin gelişimi konusunda birlikte mücadele edeceğiz. Ama
geleneksel olarak bize öğretilen kadınlık ve erkeklik rollerini reddederek,
kadın ve erkeklik rollerini yeniden tanımlayarak, yeni bir dil oluşturarak, beş
bin yıldır bize öğretilen dili, kültürü, kimliği, zihniyeti değiştirerek ancak
yeni bir toplum yaratabiliriz; o zaman bu kanunun bir anlamı olacak.
Şimdi kanun çıkıyor;
yakında göreceğiz, pratikte hiçbir sonucu olmayacak çünkü bunu uygulayanlar
hâlâ erkek zihniyetine göre devam edecek. Hatta birçok kadın bu zihniyeti devam
ettiren konumda ne yazık ki.
O açıdan, sayın
milletvekilleri, sadece kanun çıkarmak yetmez. “Farkındalık” denildi, evet,
farkındalık yaratalım, farkındalık yaratarak toplumsal değişimi, dönüşümü
sağlayalım; toplumdaki bireylerin değişimini, dönüşümünü sağlayalım ki bu
çıkarttığımız kanunlar, yasalar bir anlam bulsun. O açıdan, işte Adana’dan
örnek verildi, kadın 8 defa başvuruyor ama 8 defa da evine gönderiliyor işte
aile bireyini korumak adına. Çoğu zaman işte namus adına, çoğu zaman dedikodu
çıkmasın diye, çoğu zaman “Aman, nasıl benim kızım böyle olur?” yaklaşımıyla
kaç tane kadın öldürülüyor, farkında mısınız? Yani bugün bu zihniyet değil
midir namus adına, töre adına, sevgili adına kadınları öldüren ve hepsine de
bir gerekçe bulan, kadını suçlayan üstelik? Erkeği hiçbir zaman suçlamıyor.
Namus meselesi gelince ilk kadın akla geliyor, hiçbir zaman erkek gelmiyor.
Dolayısıyla, bu yaklaşım değişmediği sürece, biz istediğimiz kadar yasal
değişiklik yapalım hiçbir anlamı yok.
O açıdan, iktidar
milletvekilleri başta olmak üzere bu Parlamentoda bulunan herkese, özellikle
erkeklere, toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmadan yeni bir değişim olmaz,
şiddet de ne yazık ki ortadan kalkmaz diyorum, hepinizi saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Tuncel.
Sayın Tuncel ve
arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Bir sonraki önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 181
sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun
tasarısının 5. maddesinin 1. fıkrasının “Şiddet uygulayanlarla” ibaresinden
sonra “, şiddet uygulama ihtimali bulunan ve şiddet uygulayanlara yardımcı
olanlarla” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Hülya
Güven (İzmir) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet,
önergeye katılıyor musunuz?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Hülya Güven,
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
HÜLYA GÜVEN (İzmir) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına
Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 5’inci maddesinin birinci
fıkrası için verdiğimiz değişiklik önergesi hakkında söz almış bulunuyorum.
Sayın milletvekilleri,
araştırmalara göre, Türkiye’de kadınların en az yüzde 40’ının yaşamlarının en
az bir döneminde eş şiddetine uğradığını göstermiştir. Tasarının gerekçelerinde
de belirtildiği gibi, iktidarın son on yılda gösterdiği içten olmayan tutum ve
davranış nedeniyle de şiddetin hızla arttığını görüyoruz. Aslında, hazırlanan
kanunun hedefi öncelikle bir insan hakları olan kadının ve çocukların şiddetten
korunması yani can güvenliğini korumak olduğuna göre, kadını ve çocukları
şiddetten korumak için alınması gereken önlemlerin içinde şiddetin uygulanması
sırasında şiddete karışan diğer yakınlarının da kanun kapsamına alınması
gerekmektedir. Bunun için çok çeşitli örnekler verebiliriz yaşantımızda,
gazetelerden, birçok duyumlar ve görsel basında görüyoruz. Örneğin, bir kuma
olayı. Bu bir şiddet değil de nedir? Buna göz yuman, teşvik eden kişiler de
şiddete ortaktırlar. Gazetelerimiz yakın zamanda Urfa’da kuma nedeniyle intihar
eden kadınlardan bahsetmektedir. Bir başka örnek, çocuk çırak ve çocuk gelinler.
Eğitimde 4+4+4 uygulamasıyla çocuk gelinleri, çocuk çırakları teşvik
etmekteyiz. Eğitimlerini daha baştan bırakan çocuklar büyüdükleri zaman aynı
şiddeti kendi çocuklarına ve eşlerine uygulayacaklardır. Böylece eğitimsiz,
şiddet uyguladığını bile bilmeyen bir kitle yetişecek ve ülkemiz ileriye değil
geriye gidecektir bu koşullarda.
Bugün, yine, son dönemlerde
giderek artan çocuk gelinlerden bahsetmek istiyorum. Aileler bilerek ya da
bilmeden, zorunluluktan, çocuklarını küçük yaşta evlendiriyorlar. Hamile
kalarak çocukken çocuk doğuran anneler yaş uygun olmadığı için bebeklerini bile
kucaklayamıyorlar, çocuğumuz diyemiyorlar, kayınvalidenin üstüne kayıt oluyor
ve bu çocuklar henüz oyuncak bebeklerle oynayacaklarına sahici bebek ile karşı
karşıya kalıyorlar. Kendisinin ve bebeğinin sağlıkları ise bu arada yok oluyor
tabii ki.
Kız çocuklarının erken
evlendirilmelerinin başta gelen nedenleri yoksulluk yani geçim sıkıntısı, yine
geleneksel olarak da kocaya itaatin erken yaşta öğretileceği bilgisidir. Bugün
Türkiye’de her 3 kadından 1’inin çocuk evliliği yaptığı ortaya çıkmış ve bugün
çocuklar kırk yaşında, elli yaşında, altmış yaşında, hatta yetmiş yaşındaki
erkeklerle para karşılığı evlendirilmektedirler. Annelerle konuştuğumuz zaman,
küçük yaşta evlenen anneler, kızlarının erken yaşta evlenmesini kesinlikle
istemediklerini söylüyorlar. Ancak geçim sıkıntısı çektiklerini ve işsizlik söz
konusu olduğu için başka çare bulamadıklarını, bu nedenle de çocuklarını, kız
çocuklarını evlendirdiklerini söylemektedirler.
Yine, biliyoruz ki
ülkemizde kadınlar yaşamın her alanında çeşitli biçimlerde başka çeşitli
şiddetlere de maruz kalıyorlar. Hâlâ ülkemizde taşlanarak öldürülen, namus
cinayetlerine kurban giden, topluca tecavüze uğrayan, nedeni belirsiz bir
biçimde intihar eden kadınlara ilişkin haberler de giderek artıyor.
Kadına yönelik şiddetin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılmasının, öncelikle devletin ve siyasal
iktidarların sorumluluk duyarak, hukuki ve sosyal politikaların yaşama
geçirilmesiyle mümkün olacağı açıktır. Bu nedenle, kanun tasarısının 5’inci
maddesinin birinci fıkrasına “şiddet uygulayanlarla” ibaresinden sonra “şiddet
uygulama ihtimali bulunan ve şiddeti uygulayanlara yardımcı olanlara”
ibaresinin de eklenmesi gerekmektedir.
Teşekkür ediyor, saygılarımı
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Güven.
Sayın Güven ve
arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
5’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 5’inci madde kabul edilmiştir.
6’ncı madde üzerinde bir
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 181
sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun
tasarısının 6. maddesinin 1. Fıkrasının b) bendinin son ibaresi olan “saklıdır”
ibaresinin kaldırılarak aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Ayşe Nedret Akova Dilek Akagün Yılmaz Hülya Güven
Balıkesir Uşak İzmir
Sakine Öz Aylin Nazlıaka Sena Kaleli
Manisa Ankara Bursa
Sedef
Küçük
İstanbul
“uygulanmaz.
Bu kanuna ilişkin koruma
tedbirlerinin uygulanması sırasında şiddet uygulayanlar tarafından işlenen
suçlarda erteleme, paraya çevirme, hükmün açıklanmasının ertelenmesi hükümleri
uygulanmaz.”
BAŞKAN – Sayın Komisyon,
önergeye katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Yılmaz,
buyurun.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi, burada, biraz önce oylanan
maddeyle ilgili üzüntüleri bildirmek istiyorum çünkü biz 4’üncü maddede hep
beraber Adalet Komisyonunda konuşmuş ve şöyle bir karar vermiştik: 3’üncü madde
mülki amirlerin yetkilerini ve alabilecekleri tedbir kararlarını belirtiyordu,
4’üncü maddede de hâkim tarafından verilebilecek tedbir kararlarından
bahsediliyordu. Biz mülki amire verilen yetkilerin aynı şekilde hâkime de
verilmesi gerektiğini düşünerek, çünkü hâkimin bu konuda daha geniş yetkileri
olması gerektiğini düşünerek, 3’üncü maddedeki yetkilerin hâkime de verildiğine
dair “3’üncü maddedeki öngörülenlerin yanı sıra” diye bir madde eklenmiştik
Adalet Komisyonu görüşmeleri sırasında ama ne yazık ki biraz önce arkadaşlarımızın
bir grubu -AKP Grubundan- bu şekilde, sonradan eklenen maddenin çıkartılmasına
ilişkin bir önerge verdiler ve bu önerge kabul edildi. Bence bu, çok ciddi bir
hata durumundadır yani siz mülki amire verdiğiniz bir yetkiyi, örneğin barınma
hakkının sağlanması, örneğin maddi yardım sağlanması gibi konuları hâkime
vermezseniz bu konuda uygulamada o kadar ciddi sorunlar çıkartırsınız ki. Yani
mülki amir bunu reddettiğinde, itiraz üzerine ancak aile mahkemesi hâkimine
gidilebilecektir, aile mahkemesi hâkimi de uygun olduğu zamanda verecektir;
işte o zaman acil olarak kullanılması gereken bu yetkiler kullanılamayacak ve
insanlar, şiddete maruz kalmaları nedeniyle şiddet eylemlerinden korunamayacak
duruma geleceklerdir. Bu nedenle de, ben, burada bunun çıkartılmasının hiç
uygun olmadığını ve bu yapılanı, Adalet Komisyonunda hep beraber görüşmüş,
konuşmuşken ve karar vermişken bu şekilde bir maddenin çıkartılmasını, bir
ibarenin çıkartılmasını hiç hoş görmediğimi ve şiddetle protesto ettiğimi
söylemek isterim, bu yasanın amacına uygun değil çünkü.
Onun dışında, şu anda 6’ncı
madde için söz aldım sevgili arkadaşlar ve ben özellikle sevgili hanımlara
sesleniyorum: Şimdi, burada koruyucu tedbirler sırasında eğer bir suç
işlenirse, örneğin eve yaklaşmama kararı verildi ama o adam ya da baba ya da
erkek kardeş ya da koca, geldi, evin kapısını, bacasını indirdi, dövdü, sövdü,
her türlü şeyi yaptı, örneğin yaraladı oradaki insanı, kadını, çoluğu çocuğu,
işte o zaman bu durumda verilecek cezalarda, koruma tedbirleri sırasında
verilecek olan cezalarda paraya çevrilmeme, ertelenmeme ve hükmün
açıklanmasının ertelenmesi yani CMK 231’in uygulanmaması yolunda önerilerimiz
oldu çünkü koruma tedbiri veriyorsunuz siz. Nedir hâkimin verdiği ya da mülki
idarenin verdiği koruma tedbirleri? “Siz oraya yaklaşmayacaksınız.”, “Eşinizin
iş yerine gitmeyeceksiniz.”, “Çocuğunuzu okulda rahatsız etmeyeceksiniz.”
diyorsunuz ancak ondan sonra bu ihlal edildiğinde ve özellikle saldırgan bir
tutum içine girildiğinde, yaralama ya da öldürmeye kadar giden olaylar
olduğunda da, hâkimler, bu sefer, denetimli serbestlik, paraya çevirme gibi bu
türden cezaları bu şekilde azaltabilecekleri ya da paraya çevirebilecekleri,
denetimli serbestliğe dönüştürebilecekleri için işte o zaman bu yasa amacına
ulaşmamış oluyor.
Ben biraz önce geneli
üzerine konuşurken bundan dolayı da bahsettim zaten, caydırıcılık konusu bu
yasada yeterince öne çıkartılmamış durumda. Bu nedenle de bu konuya karşı
çıktığımızı, bu önergemizin kabul edilmesi gerektiğini özellikle -belki tarihe
not düşmek açısından- kadın arkadaşlarımızın bu önergeyi kabul etmesi
gerektiğini düşünüyorum.
Bir de arkadaşlar -bir daha
söz alamayabilirim- şu konudan bahsetmek istiyorum: Bizim dayanak yaptığımız
İstanbul Sözleşmesi’nde aynı zamanda sığınma evlerinin kurulması gerektiği,
devlet tarafından da bu konuda gerekli yatırımların yapılması gerektiği söyleniyor
ama ne yazık ki biz Adalet Komisyonunda tasarıya verdiğimiz önergelerde bunu
kabul ettiremedik. Biraz sonra önergelerimiz gelecek. O konuda da ben bütün
arkadaşlarımızın desteğini bekliyorum çünkü siz evden uzaklaştırıyorsunuz
kadını, çocuğu ya da aile bireylerini, eğer yeterince barınma yerleri
açmazsanız, güvenli bir şekilde o insanları orada bulunduramazsanız o zaman
aldığınız tedbirlerin -hâkim tarafından olsun ya da mülki amir tarafından
olsun- hiçbir anlamı kalmayacaktır. Bu koruma altına alınan kişilerin,
kadınların, çocukların ve aile bireylerinin mutlaka güvenli bir şekilde
sığınabilecekleri sığınma evlerinin olması gereklidir. Üstelik yapmış olduğumuz
sözleşmeler, uluslararası anlaşmalar, Meclisten geçirdiğimiz uluslararası
anlaşma, İstanbul Sözleşmesi bize bu konuda böylesine bir yükümlülük yüklerken
bunu göz ardı etmemiz, bunu görmezden gelmemiz ve yasaya dercini yapmamamız çok
ciddi bir hata olacaktır. Üstelik Sayın Başbakan bu söz konusu İstanbul
Sözleşmesi’ni Meclise sevk ederken gerekçesinde aynen şunu söylüyor: “Kadınlar
ve şiddet gören insanlar daha iyi korunacaklardır. Onlara verilen…”
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Yılmaz.
Sayın Yılmaz ve
arkadaşlarının önergelerini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önergeler kabul edilmemiştir.
6’ncı maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 6’ncı madde kabul edilmiştir.
7’nci madde üzerinde bir
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 181
sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun
tasarısının 7. maddesinin 1. Fıkrasının “ihbar edebilir” ibaresinin
kaldırılarak “ihbar eder” ibaresinin konulmasını arz ve teklif ederiz.
Ayşe Nedret Akova Hülya Güven Sakine Öz
Balıkesir İzmir Manisa
Aylin Nazlıaka Sena Kaleli Dilek Akagün Yılmaz
Ankara Bursa Uşak
Sedef
Küçük
İstanbul
BAŞKAN – Sayın Komisyon,
katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI
ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Yüceer,
Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CANDAN YÜCEER (Tekirdağ) –
Sayın milletvekilleri, 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı
Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 7’nci maddesi üzerine söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.
Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanı Fatma Şahin’i gayretli çalışmalarından ve diğer bakanlarla
karşılaştırıldığında uzlaşmacı kişiliğinden dolayı kutluyorum ancak
komisyonlardan geçerek Genel Kurula inen bu tasarının eksiklik içerdiğini de
belirtmek zorundayım.
Tasarıda özellikle
toplumsal cinsiyet eşitliği, kadının insan hakları, kadın-erkek eşitliği
kavramlarına yer verilmemiştir. Bir ülkede toplumsal cinsiyet eşitliğini
sağlayamadan uygarlaşmadan, insan haklarından söz etmek mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri,
Millî Eğitim Komisyonunda kıymetli milletvekili arkadaşımız Sayın Engin Özkoç
tam on iki saat konuştu. Kendisini bu performansından dolayı bir kez daha
yürekten kutluyorum. Diğer birçok milletvekili arkadaşım da bu toplantıya
katılıp Komisyondan geçirerek Genel Kurula getirmeye çalıştığınız 4+4+4’ün
baştan sona yanlışları üzerine konuştu. Kadın sorunu ve eğitim, bir ülkenin
parti üstü, ideoloji üstü, yani siyaset üstü kavramlarıdır. Bu kavramlara
Cumhuriyet Halk Partisinin bakışı budur ama maalesef, AKP’nin bakışı bu değil.
Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak haksıza “haksız” demeye, yanlışa “yanlış”
demeye ve daha iyi yarınlar için direnmeye devam edeceğiz. Yanlış yaparak
doğruya gitmeyeceğiz, yanlışa doğruyu öğreteceğiz. Evet, bunun için gerekirse
yirmi dört saat de, kırk sekiz saat de konuşacağız.
Değerli milletvekilleri,
cumhuriyetimizin kuruluş dönemindeki kadın hakları alanındaki süratli
reformlardan sonraki dönemlerde aynı gelişme çizgisi sağlanamamış olsa da
kadına şiddetin önlenmesine ilişkin uluslararası sözleşmelerde yeterince
imzamız, ülkemiz mevzuatında da yasal düzenlemelerimiz vardır. Kadına karşı
şiddet en sık rastlanan insan hakları ihlalidir ancak en az cezalandırılanıdır.
Bugünkü durumumuz ibret verici ve üzücüdür. İnsan hakları, demokrasi,
kadın-erkek eşitliği, insani gelişmişlik, siyasette kadın konusu temsil olunca
dünya ülkeleri arasında hemen son sıralarda yerimizi alıyoruz. Oysaki mevcut
yasalarla yetinmeyip yeni düzenlemeler yapıyoruz bu tasarıda olduğu gibi. O
zaman, bir türlü lehimize çeviremediğimiz bu rakamların, şiddetin, cinayetlerin
sebebi ne? Bizim sorunumuz ne? Uygulanmayan, kâğıt üzerinde kalan sözleşmeler
ve yasalar bu sorunun çözümünü sağlamıyor ve bu sorun, toplumsal kanayan bir
yaraya dönüşüyor. Devlete düşen görev, kanunları iyileştirmek ve mevcut
yasaları uygulamaktır. Aslında bütün sorunların temelinde kadın-erkek
ayrımcılığı yatıyor. Kadınlar, kanunlardan çok, birtakım sosyal ve kültürel
zorluklarla karşılaşıyor. Yaşadıkları şiddeti kimseye anlatamayan kadınların
oranı yüzde 48,5. Kadın, yaşadığı şiddete bırakın “Yeter artık, dur!” demeyi,
kadın bu şiddeti anlatamıyor bile, utanıyor, korkuyor.
Değerli milletvekilleri, bu
utanç, demokrasiyi sindirememiş, sosyokültürel oluşumunu tamamlayamamış, fizik
gücünü akıl gücünün önüne geçiren kişilerin ve bu toplumun yarısının haklarını,
can güvenliğini, kötü muameleye maruz kalmamasını sağlayamayan devletin
utancıdır. “Öpülesi ayakları olan analarımız.” deriz, “Ailenin direği
kadınlardır.” deriz ancak aile içi şiddet korkutucu boyutlarda. “Kadın toplumun
yapı taşıdır, kadın olmazsa olmaz.” deriz ama toplumsal alanlarda biz kadınlar
var-yok arasındayız. Siyasi partiler, her fırsatta başarılarını gerek partide
gerek sahalarda kadın kollarının, kadınların özverili çalışmalarına borçlu
olduklarını söylerler ancak dönüp baktığınızda partilerin yönetiminde ve karar
organlarında kadınlar yoktur. Bakanlar Kurulunda sadece 1 kadın Bakanımız var,
onun da Bakanlığının adında “kadın” adı yok. Amacı kadına şiddeti önlemek,
kadını korumak olan bu tasarının adı “Ailenin Korunması.” Ne önemi var
diyebilirsiniz, diyorsunuz da zaten ancak bu, kadını sadece aile ve sosyal
politikalar bünyesinde hapsetmek, aile yaşamı dışındaki sorunları yok
saymaktır. Sadece aile içindeki kadını, aile içindeki sorunları meşru
göstermektedir. Bu tasarının adı, asıl önceliğinin kadını korumak değil, aileyi
korumak olduğunun ispatıdır. Kadına “Ne yaşarsan yaşa ama aileni koru.”
denilmektedir. İşte, ülkemizdeki sorunun asıl çözümü, kadının adını ve “kadın”
kelimesini kullanmaktan bile imtina eden bu zihniyetle mücadele ve toplumsal
zihniyet dönüşümünü sağlamaktan geçer. Bundan dolayı, kadının adını, varlığını
silmek yerine her alanda var olmasını sağlamak için geçerli adımlar atılmalıdır.
Ben bu anlamda,
ayrımcılığın olmadığı, kadın erkek eşitliğinin her alanda olduğu bir Türkiye’de
yaşamak umuduyla, başta fedakâr analarımız olmak üzere, tüm kadınların 8 Mart
Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Yüceer,
teşekkür ederim.
Sayın Yüceer ve
arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
7’nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
8’inci madde üzerinde üç
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı’na,
Görüşülmekte olan “Ailenin
Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı”nın 8 inci
maddesinin üçüncü fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini, dördüncü ve
beşinci fıkralarının metinden çıkarılmasını ve fıkra numaralarının buna göre
teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.
“(3) Koruyucu tedbir kararı
verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz.
Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Bu kararın verilmesi, bu
Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.”
Mustafa Elitaş Mehmet Doğan Kubat İlknur Denizli
Kayseri İstanbul İzmir
A.
Sibel Gönül Sermin
Balık
Kocaeli Elâzığ
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin
önlenmesine dair kanun tasarısının 8. maddesinin 3. fıkrasının “delil ve belge
aramaksızın” ibaresinden sonra gelmek üzere “derhal karar” ibaresinin
eklenmesini ve ikinci fıkrasındaki “altı ay” ibaresinin “sekiz ay” olarak
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Ayşe Nedret Akova Hülya Güven Dilek Akagün Yılmaz
Balıkesir İzmir Uşak
Sakine Öz Aylin Nazlıaka Ayşe Eser Danışoğlu
Manisa Ankara İstanbul
Sedef
Küçük
İstanbul
TBMM Başkanlığına
181 sıra sayılı kanun
tasarısının 8. maddesinin 1 inci fıkrasında “tedbir kararı” ibaresinden sonra
gelmek üzere “ihbar” kelimesinin eklenmesini,
2 inci fıkrasının aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini,
“Tedbir kararı ilk defasında
en çok altı ay için verilebilir. Ancak şiddet ve şiddet uygulama tehlikesinin
devam edeceğinin anlaşıldığı hallerde, karar süresiz olarak da verilebilir.
Süresiz verilen tedbir kararları, korunan bireyin ya da Bakanlık görevlilerinin
talebi üzerine değiştirilebilir veya kaldırılabilir.”
3 üncü fıkrasında “hakim
tedbir kararı” ibaresinden sonra “derhal” kelimesinin eklenmesini,
4 üncü fıkranın
çıkarılmasını teklif ediyoruz.
Ayla Akat Sırrı Sakık Sırrı Süreyya Önder
Batman Muş İstanbul
Sebahat Tuncel Ertuğrul Kürkcü Hasip Kaplan
İstanbul Mersin Şırnak
BAŞKAN – Sayın Komisyon,
son önergeye katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI
ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN –Sayın Kaplan,
buyurun
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Değerli milletvekilleri, bu önergemizle caydırıcı tedbirleri artırıyoruz.
Takdir sizin ancak şunu ifade etmek istiyorum: Ailenin korunması denildiği zaman
çocuklar başta gelir, kadınlar, tabii ki anneleri başta gelir ve en önemli
sorunlardan birisi velayet ve çocuk kaçırma davaları. En çok baskı, en çok
şiddetin uygulandığı alan bu. Bunu ben yirmi sene yaşadım ve kitabını sonunda
yazdım, Anne Çığlığı, burada. Burada bir uluslararası sözleşmeye dikkat çektim,
HUGE Sözleşmesi, şimdi Lahey Sözleşmesi olarak geçiyor ve kabul ettik. Üstelik
bu davada Hükûmetin bir bakanıyla karşı karşıyaydık, ikimiz beraber “Evet.” oyu
verdik. Bu kadar acıları yaşamak için çok uzun şeylere gerek yok.
Şuna dikkat çekmek
istiyorum: Şiddet, şiddet, şiddet… Devletin şiddeti ne olacak? Siyasi
temsiliyetin dibe vurduğu Türkiye’de, yüzde 14 olduğu Meclisinde, 500’ün
üstünde kadın siyasi tutuklunun olduğu ülkemizde, devletin kapıları kırarak tek
başına yaşayan belediye başkanlarının evlerini basarak aramasını, özel
timlerin, kar maskeli görevlilerin terörü, şiddeti ne olacak, bunu sormak
istiyorum?
Burada şunu açıklamak
istiyorum: Bu yasanın bir ruhu eksik, bir eksik yanı var. Bu eksik yanı da
devletin şiddetini kutsayan yaklaşımına hiç dokunulmamasıdır. İlk şiddete
uğrayanın gittiği yer polistir, karakoldur, jandarmadır. Buradaki önlemlerden
başlayarak, uluslararası sözleşmenin Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre
uygulanması gerekmiyor mu? Sayın Bakanım, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne konan
çekincelerin hepsi birer şiddet değil, birer darbedir darbe. Nasıl bu Çocuk
Hakları Sözleşmesi’ndeki çekincelere tahammül ediliyor? Kendi kimliğini,
kültürünü, dilini yaşamak isteyen çocuklara nasıl çekince konuluyor? Bu şiddet
ve zorbalık değil midir? Bu şiddeti ve zorbalığı bu Meclisin kaldırması
gerekiyor.
Yine, Birleşmiş Milletler
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne konan çekinceler şiddetin ta kendisidir.
Bu sözleşmeler, bu hukuk maalesef bu yasada yok. Çocukları kaçırılanlarla
ilgili bir koruma yok, velayetle ilgili yok. Görüşememenin müeyyidesi on beş gün
ceza, bir ay ceza, altı ay ceza olduğu sürece kimse kimseye çocuğunu
göstermiyor. Bunun önlemi yok. Bu çok önemli ve bu Lahey Sözleşmesi’nin
önlenmesi elbette ki önemli.
Ben buradan devletin
siyasal şiddeti nedeniyle cezaevinde olan Büşra Ersanlı’dan 8 Mart mesajını
okumak istiyorum. “Bakırköy L tipi cezaevinde karşılıyorum.” diyor bir
akademisyen. Bir öğretim üyesi siyaset akademisinde ders verdiği için, KADER’e
kitap yazdığı için, eğitimi için, bilimi için, ilimi için, insanlığı için
zindandaysa bunun ötesinde kadına şiddet uygulanabilir mi bir ülkede? Bakın,
Fatma Kurtulan grup başkan vekiliydi, bir önceki dönem bu Meclisteydi. Ne
diyor: “Benim için kadınların ortak coşkusu. 8 Mart, erkek egemen sisteme,
haksızlığa, adaletsizliğe, yok sayılmaya, zulme, dilsiz, sözsüz bırakılmaya
karşı başkaldırımızdır, direnişimizdir.” Evet, bu değil sadece, Sakine Güven,
Hatice Vural, Lütfiye Gürbüz, Hediye Aksoy ve daha birçok kadın siyasi yönetici
ve belediye başkanlarımızı… Ve yirminci gününde açlık grevinde olan Selma
Irmak’a uygulanan devlet şiddeti değil midir? Bu Meclisin milletvekili hâlâ
tutuklu. Milletin iradesiyle Gülser Yıldırım milletvekili değil midir? Açlık
grevinde, bu Meclisin tutuklu, tutsak, esir milletvekilli; milletin iradesi
kelepçeli.
Meydanlarda… Kürtçe bir
atasözü var “… …”(x) Bunun çevirisini isteyenlere şunu söyleyeyim: “Aslan
aslandır, ha kadın ha erkek.” diyor. İşte eşitlik burada yatar. Meydanlara
bakın, şu yoksulluğun çemberindeki kadınlara. Meydanlar rengârenk, yüz otuz
yerde miting yapılıyor, farkında mı Meclis? Renklere bakın… KESK üyeleri
içeride, sahip çıkılıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
HASİP KAPLAN (Devamla) -
İşte resimler, işte 8 Mart, işte istek, direniş, işte hayat. Doğru konuşmanın
zamanıdır artık Mecliste. Öyle eksik kadın hakları olmaz, aile korunmaz, çocuk
korunmaz. Gerisi hikâye… Biraz geniş düşünelim arkadaşlar.
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
teşekkür ederim.
Sayın Kaplan ve
arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir.
Bir sonraki önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz
Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının
8. maddesinin 3. fıkrasının “delil ve belge aramaksızın” ibaresinden sonra
gelmek üzere “derhal karar” ibaresinin eklenmesini ve ikinci fıkrasındaki “altı
ay” ibaresinin “sekiz ay” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Ayşe
Nedret Akova (Balıkesir) ve arkadaşları
BAŞKAN – Sayın Komisyon?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kim konuşacak?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sakine Öz.
BAŞKAN – Sayın Öz, buyurun
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
SAKİNE ÖZ (Manisa) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin
Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 8’inci maddesi için söz aldım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
(x)
Bu bölümde, Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
Kadına şiddet Türkiye’nin
kanayan yaralarından biridir ama bu yara yaklaşık on yıldır, yani AKP döneminde
çok daha fazla kanamıştır. Gün geçmiyor ki basında bir kadının öldürüldüğünü
anlatan bir haber çıkmasın. İşte, kadına şiddetin önlenmesiyle ilgili tasarının
böyle bir sıkıntıya çözüm olması gerekiyor ancak tasarıdaki maddeler üzerinde
birtakım değişiklikler yapılmazsa bu çözüm mümkün olmayacaktır.
Hepinizin bildiği gibi,
cinayete kurban giden kadınların bir bölümü “Can güvenliğim tehlikede.” diyerek
devlete başvurmuşlardır, buna rağmen bu kadınlar korunamamış, canlarını devlete
emanet ettikleri hâlde şiddetin önüne geçilememiştir. Bazı kadınlar ise tehdit
altında olduklarını hissettikleri için koruma tedbirlerinin alınmasına dair
başvuru bile yapamaz durumdadır ancak çoğu zaman komşuları, yakın çevresi,
akrabaları şiddete uğradığını bilmektedir. Bunun için, bir önceki ihbar
maddesiyle alınan tedbiri çok önemli bulmaktayım. Bu yöndeki bir düzenleme, göz
göre göre yaşanan dramların, saldırıların ve ölümlerin önüne geçecektir.
Yine, tedbir kararlarının
Adalet Komisyonunda altı ayla sınırlandırılmasına karşı çıkmış ve önerge
vermiştik fakat bu önergemiz reddedilmişti. Şimdi bunun sekiz aya yükseltildiği
bilgisini aldık ancak bunun da yeterli olmadığını düşünüyoruz.
Değerli milletvekilleri,
sürekli şiddet görme tehlikesi altında bulunan bir insanın her altı ya da sekiz
ayda bir kararın uzatılmasını beklemesi, sürekli bu tedirginlikle yaşaması
hangi vicdana sığar? Burada yapılması gereken, tedbir kararlarının gerekirse
süresiz olarak verilmesini sağlamaktır. Bu süresiz verilen kararın daha sonra
talep üzerine kaldırılması mümkündür. Ancak bu yapılmadı, bu noktada kadın
örgütlerinin talepleri hiçe sayıldı.
Yine, maddede hâkimin
tedbir kararını duruşma yapmaksızın, delil veya belge aramaksızın verebileceği
hükmü var ama mağdur kadın canının korunması için zamanla yarışıyor olabilir,
bu nedenle bu fıkraya “derhâl” ibaresinin eklenmesi yönündeki önergemize destek
olmanız kadınlarımız açısından çok önemlidir. Hâkim bu kararı derhâl vermelidir
ki mağdur kadın hemen korunmaya başlayabilsin. Bu insanın hayatından daha ivedi
hiçbir şeyin olmayacağını herhâlde buradaki tüm milletvekilleri takdir eder.
Tasarının adıyla ilgili
AKP’nin ısrarına anlamlı hiçbir gerekçe görmemekteyim. Düzenlemenin adının
“Kadın ve aile bireylerinin şiddetten korunmasına dair kanun tasarısı” olması
yönünde kamuoyundan yükselen ve partimizin de ısrarla dile getirdiği talep AKP tarafından
reddedilmiştir. Böylece tasarıda kadın odak noktası olmaktan çıkarılmış,
tasarının odağına aile konulmuştur.
Şimdi soracaksınız “Siz
aileye karşı mısınız?” Elbette değiliz, ailenin kutsallığına elbette
inanıyoruz, hepimizin aileleri var ama biz iktidara soruyoruz: Siz henüz bir
aile kurmamış kadınlara şiddet uygulanmasına karşı değil misiniz? Karşıysanız
kadınların kendini daha güvende hissetmesini sağlayacak bu kadar basit bir
değişikliğe neden “Evet.” demediniz. Bir kadının şiddetten korunması için evli
ya da bekâr olmasının ne gibi bir önemi var. Yarın gözünüzün önünde şiddete
uğrayan bir kadına yardım etmek için nüfus cüzdanını mı soracaksınız?
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu yasa tasarısı üzerinde gerekli düzenlemeler yapılmazsa 8
Martta kadınlara bir armağan vermeye çalışan Hükûmet boş yere uğraşıyor
demektir. Bunun, bizlere, yani kadınlara parlak bir kâğıda sarılmış, kurdelesi
takılmış ama içi bir boş bir hediye paketi verilmesinden farkı yoktur. Gelin,
bu değişiklikleri yaparak kadınlara gerçek bir armağan verelim.
Bu tasarıda yer alan
tedbirlerin alınması önemlidir ama elektronik kelepçelerden daha önemlisi
zihinlerdeki kelepçeleri çıkarmaktır. Kadınlar için en iyi koruma, onları eve
kapatmak yerine, hayatın içine katmak, ekonomik bağımsızlıklarını kazanacakları
ortamı hazırlamak ve yaşamın her alanında erkeklerle omuz omuza çalışmalarına
olanak sağlamakla olacaktır.
Böyle bir Türkiye’de
yaşayacağımız 8 Martların bir an önce gelmesini diliyor, tüm emekçi kadınların
Kadınlar Günü’nü kutluyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Öz.
Sayın Öz ve arkadaşlarının
önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan “Ailenin
Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı”nın 8 inci
maddesinin üçüncü fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini, dördüncü ve
beşinci fıkralarının metinden çıkarılmasını ve fıkra numaralarının buna göre
teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.
“(3) Koruyucu tedbir kararı
verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz.
Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Bu kararın verilmesi, bu
Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.”
Mustafa
Elitaş (Kayseri) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılıyoruz Sayın Başkan.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Gerekçe.
BAŞKAN – Gerekçe lütfen.
Gerekçe:
Şiddete maruz kalan veya
maruz kalma tehlikesi altında bulunan kişi ile ilgili olarak koruyucu tedbir
kararı verilebilmesi için, herhangi bir delil araştırması veya belge ibrazı
aranmaması gerekir. Aksi yöndeki uygulamalar göstermiştir ki, koruyucu tedbir kararı
verilmesi yönünde talepte bulunulmasına rağmen, bu yönde karar verilebilmesi
için örneğin kişinin şiddete uğradığına dair bir sağlık kuruluşundan rapor
alınmasının istenmesi, şiddetin devam etmesi sonucunu doğurmakta ve daha büyük
mağduriyetlere sebebiyet vermektedir. Bu nedenle, ister hâkim, ister mülki amir
ve hatta ister kolluk tarafından verilsin, delil araştırmasına veya belge
ibrazına ihtiyaç olmadan, başvuru hâlinde derhal koruyucu tedbir kararının
verilebilmesi gerekmektedir.
Buna karşılık, önleyici
tedbir kararı verilebilmesi için, kişinin şiddet uyguladığı veya uygulama
tehlikesinin bulunduğu hususunda olguların bulunması gerekmektedir. Aksi
yöndeki uygulama, kötüye kullanmalara sebebiyet verebilir. Keza, önleyici
tedbir kararları, kişi hak ve özgürlükleri bakımından önemli sınırlamalar
doğurmaktadır. Ancak, önleyici tedbir kararının olgulara dayalı olarak
verilebilmesi gerekliliği, bu kararın verilmesini geciktirmeye matuf bir sonuç
doğurmamalıdır. Aksi takdirde, koruyucu veya önleyici tedbir kararı verilmesine
rağmen, bu Kanunla güdülen amaç gerçekleşmemiş olur.
Ayrıca, Tasarıda tedbir
kararlarına karşı kanun yolu belirlenmiş olduğu için, korunan kişinin talebi
olmaksızın tedbir kararı verilmesi hâlinde bu yola başvurulabileceği gibi,
ayrıca korunan kişinin her durumda sahih rızasının tespitinin mümkün
olamayacağı değerlendirilmiştir.
Belirtilen sakıncaları
giderebilmek amacıyla işbu değişiklik önergesi verilmiştir.
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge
doğrultusunda 8’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… 8’inci madde kabul edilmiştir.
9’uncu madde üzerinde iki
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 181
sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun
tasarısının 9. maddesinin 3. Fıkrasının “itiraz” ibaresinden sonra gelmek üzere
“edilen” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Ayşe Nedret Akova Hülya Güven Dilek Akagün Yılmaz
Balıkesir İzmir Uşak
Sakine Öz Aylin Nazlıaka Sena Kaleli
Manisa Ankara Bursa
Sedef
Küçük Ayşe Eser
Danışoğlu
İstanbul İstanbul
TBMM Başkanlığına
181 sıra sayılı kanun tasarısının 9. maddesinin 1. ve 3.
fıkralarının metinden çıkarılmasını aşağıdaki fıkraların eklenmesini teklif
ediyoruz.
“Madde 9: Aleyhine tedbir kararı verilen, kararın tebliğinden
itibaren 7 gün içinde, tedbir kararının kaldırılmasını veya değiştirilmesini
kararı veren hâkimden isteyebilir. İtiraz durumunda öncelikle hakkında koruma
kararı verilmiş olan kişilerin beyanı alınır ve bu beyan aksi ispat edilip gerekçeli
olarak kararda gösterilmediği sürece hükme esas alınır.
(2) Lehine tedbir kararı verilen kişi her zaman, verilen kararın
eksikliği, yetersizliği, yeni ya da ek tedbirler alınmasını, kararı veren
hâkimden talep edebilir.
(3) Hâkim, talep üzerine veya resen tedbirleri bütünüyle veya
kısmen kaldırabilir, değiştirebilir ya da kişiyi bunlardan bazılarına uymaktan
geçici olarak muaf tutabilir ya da itirazın niteliğine göre, itirazcı aleyhine
yeni ek tedbirlere hükmedebilir.
(4) Tedbirin uygulanması, kararda öngörülen sürenin dolması veya
altı aylık sürenin bitmesiyle kendiliğinden sona erer.”
Ayla Akat Sırrı Süreyya Önder Levent Tüzel
Batman İstanbul İstanbul
Hasip Kaplan Altan Tan Erol Dora
Şırnak Diyarbakır Mardin
Sebahat
Tuncel Ertuğrul
Kürkcü
İstanbul Mersin
BAŞKAN – Sayın Komisyon,
son okunan önergeye katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?..
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Ata.
AYLA AKAT ATA (Batman) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülen yasanın 9’uncu maddesi üzerine
vermiş olduğumuz değişiklik önergesi üzerine söz hakkı almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
bugün bu salonda açığa çıkan tablo budur; siyasi iktidar, bazı maddeler için
bazı düzenlemeler öngörmüştür, değişiklik önergeleri getirmiştir, o konudaki
düzenlemeler geçmiştir ama bunun dışında, muhalefet partilerinin ortaya koyduğu
hiçbir düzenleme, buraya sunduğu hiçbir düzenleme kabul edilmemiştir. Yani bu,
bizde bir tabir var, diyor ki. “Ben bana hayran, ben bana kurban.” mesele bu
yani en iyisini ben bilirim, en iyisini ben yaparım anlayışını ortaya koyuyor.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Ben bana kurban, el bana kurban!
AYLA AKAT ATA (Devamla) -
Şimdi, birçok milletvekili arkadaşımız söz hakkı aldı ve şunu belirtti, dedi
ki: Kadına şiddet konusunda yaklaşım siyaset üstü olmalıdır. “Partiler üstü,
siyaset üstü” kavramlarını kullanıyoruz. Sayın İyimaya bu konuda itiraz ettiği
için aklıma geldi. Kendisi, partiler üstü değil, siyaset üstü ele alınması
gereken bir konu olduğunu düşünüyor. Bu temelde bir araya gelip, ortak
üretebileceksek çözümü neden bu kadar bir direnç var ve çözümsüzlükte ısrar
var?
Sayın Bakanım, siz de
biliyorsunuz, biz de biliyoruz ve bu Parlamentoda oturan ve bu kadar ilgisiz
davranan siyasi iktidarın saygıdeğer milletvekilleri de biliyor, Türkiye’de
kadın katliamı bugün sırtımızı dönebileceğimiz bir gerçeklik değildir, çok
açıktır. Bizim sizden alabildiğimiz tek sonuç şudur: 2002-2009 yılları
arasındaki artış yılda yüzde 1.400 oranındadır. 2002 yılında 66 kadın
katledilmiştir, 2009 yılında bu rakam 953’e çıkmıştır; artış yüzde 1.400.
Şimdi, daha önce bu
kürsüden şunu ifade ettiniz: “Bizim dönemimizde kadına yönelik şiddet görünür
oldu, bilinir oldu. O nedenle bu sayıdaki artış söz konusudur.” Böyle bir
yorumu açıkçası ortaya koymuş olduğunuz samimiyete uygun görmüyorum. Niye? 1
kadın bile olsa bu bizim problemimiz, öldürülen 1 kadın bile olsa ki, doğrudur,
kadına yönelik şiddeti görünür kılamıyoruz, bilinir kılamıyoruz. Bunun önünde
toplumsal değer yargıları engeldir. Bunun içerisinde kadını eve hapseden
politikalar engeldir. Bunu biliyoruz ama bunu kırmanın yöntemi de başta
yasalarda düzenlemeler yapmaktır ki, kaldı ki, sadece yasalarda düzenleme
yapmak yeterli değildir. Hepimiz biliyoruz ki burada 2005, 2006 yılında yapılan
değişikliklerin toplumdaki yansıması istediğimiz gibi olmamıştır. “Artık,
ailenin reisi erkek değildir.” dediğimizde, bu, aile içerisinde karşılığını
bulmamıştır. Niye? Çünkü ortada bir geleneksel aile modeli var ve bunun
değişebilmesi için önce bu sürecin farkında olan, eşitlik politikalarını hayata
geçirebilecek bir siyasi iktidar ve Parlamento iradesiyle mümkün olabilir.
Görünür, bilinir kılmamız gerekiyor. “Neden erkek değildir?”i eğitimle, her
türlü materyali kullanarak, her türlü enstrümanı araç olarak kullanarak ortaya koyabilmeliyiz
ama bundan çok uzak bir politika içerisindeyiz.
Şimdi, biz yarın bu yasayı
çıkartacağız. Gönül rahatlığıyla çıkmayacak bu yasa. Ama nasıl? Buradaki hiçbir
kadın milletvekili de bu yasanın çıkmasında “hayır” demeyecektir çünkü var olan
duruma göre daha bir iyileştirme öngörüyor ama açıkçası bu yasayı çıkarırken de
vicdanımız rahat değildir. Yarın gerçekleşecek aile bireyi olmayan bir kadının
katliamı karşısında “Biz masumuz.” diyebilecek miyiz? Bunu yapabilecek miyiz?
Hayır. Bu, bile bile lades olmaktır, bile bile “Bu sonucu kabul ediyorum.”
demektir, “Kadın katliamına göz yumuyorum.” demektir. Bunlar yaşanmış, toplum
tarafından görülmüş, hatta biz engel olamadığımız için bazı araçlar, bazı
enstrümanlar kullanarak yaygınlaştırılmış ama buna karşı şimdi bir önlem alma
durumumuz söz konusuyken, Parlamentoya yasa tasarısı gelmişken, biz bunu
bilerek “hayır” diyeceğiz. Bu demektir ki: Biz yaşanan katliamlar karşısında
sessiz kalmayı tercih ediyoruz. Esasında sorunun farkındayız, sorunun hangi
toplumsal kaynaklarının olduğunun farkındayız, bunu değiştirebilmenin yöntemini
biliyoruz. Zor olacaktır, bu bir gerçektir çünkü mevcut statüye karşı bir adım
atıyoruz, zor olacağı kesindir. Tabii ki eleştirilecektir, birçok insan kalkıp
birçok şey söyleyecektir ama bunu göze almamız lazım çünkü ortada, insan yaşamı
söz konusudur çünkü ortada, karartılacak yaşamlar söz konusudur. Bizim
tercihimiz, insan yaşamından, yaşama hakkından taraf olmalıdır, kim olursa
olsun. Aksi hâlde, kadını katledip buna gerekçe bulan, kadını katledip “Hak
etmişti.” diyenlerden farkımız kalmaz. Bugün, hepimiz biliyoruz ki kadın
katliamlarında failler çoğu zaman toplum tarafından kahraman olarak
gösteriliyor. Biz buna boyun mu eğeceğiz? Biz bunu kabul mü edeceğiz? Hayır.
Buradaki değişiklik
önergelerine karşı biraz daha duyarlı olunmasını beklerdik ama hiçbir önerge
kabul edilmedi. Bu önergemizde de bir hususun altını çiziyoruz. Yıllardır bunun
mücadelesini verdik. Kadına yönelik şiddet vakalarında kadının beyanı esas
alınmalıdır. Bu, soruşturma aşamasında, bu daha sonra, itirazın geliştiği,
aleyhine tedbir uygulanan şahsın itirazının geliştiği aşamada da söz konusu
olmalıdır. Kadının beyanı esas alınmalı hükmü esas olmalıdır.
Teşekkür ediyorum, saygılar
sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Ata,
teşekkür ediyorum.
Sayın Ata ve arkadaşlarının
önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 181
sıra sayılı ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun
tasarısının 9. maddesinin 3. fıkrasının “itiraz” ibaresinden sonra gelmek üzere
“edilen” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Ayşe
Eser Danışoğlu (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN – Sayın Komisyon,
okunan önergeye katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Danışoğlu…
BAŞKAN – Sayın Danışoğlu, buyurun
lütfen. (CHP sıralarından alkışlar)
AYŞE ESER DANIŞOĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı Ailenin
Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 9’uncu
maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum. Hepinizi, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bilindiği üzere 8 Mart
Dünya Kadınlar Günü 1857 yılından bu yana kadınların eşitlik mücadelesinin bir
simgesi hâline geldi. Günümüzde ise yalnızca eşitlik mücadelesinin değil,
kadına karşı her türlü ayrımcılığın kaldırılması, kadınların karar
mekanizmalarında yer alması ve kadına karşı şiddete son verilmesi konularının
vurgulandığı bir gün olma özelliği taşıyor. Ailenin Korunması ve Kadına Karşı
Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunda onaylanmasının bu tarihe denk getirilmesi elbette ki tesadüf değil.
Ancak, aynı şekilde, bu kanun tasarısının “kadına karşı şiddetin önlenmesi” adı
altında duyurulmuş olmasına rağmen aileyi odak alması da tesadüf değil. Bu, kadını
birey olarak kabul etmeyi içine sindiremeyen zihniyetin siyasi politikasının
bir uzantısıdır.
Türkiye’nin taraf olduğu
uluslararası sözleşmelere bağlı kalması gerekmektedir. Kadından ve aileden
sorumlu Devlet Bakanlığının kaldırılması ve yerine Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığının kurulması kadın çalışmaları adına bir geriye gidişin ifadesidir. Türkiye’nin
taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve Avrupa Birliği müktesebatı Türkiye’yi
kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığı sona erdirmekle ve kadın-erkek eşitliğini
güçlendirecek politikalar izlemekle yükümlü kılıyor.
İsminde “Kadın” ifadesi yer
alan bir bakanlığın kaldırılarak Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlanmasıyla kadın-erkek eşitliğini sağlayacak
mekanizma zayıflatıldı ve bu adımla kadın birey olarak değil, ailenin bir
unsuru olarak konumlandırıldı.
Değerli milletvekilleri,
ülkemizin kadına karşı şiddeti önlemeye, kadının statüsünü güçlendirmeye
yönelik çalışmalara ihtiyacı var ancak yasal düzenlemelerin kadınlara yönelik
insan hakkı ihlallerini azaltmaya yetmediğini de biliyoruz. Uygulamadaki sıkıntıların
giderilmesi için önemli olan, kadına karşı şiddetle mücadelenin bir devlet
politikası olarak Hükûmet tarafından ana eksene konulmasıdır. Kadın-erkek
eşitliğinin toplumun sosyokültürel yapısına yerleştirilmesi, önleme ve koruma
mekanizmalarıyla gerçekleştirilebilir.
Çocuklarımızın “toplumsal
cinsiyet”, “kadın-erkek eşitliği”, “kadının insan hakları” kavramlarıyla küçük
yaşta tanışması, gelecek nesillerde, mevcut toplumsal zihniyetteki erkek egemen
anlayışın ortadan kalkmasını sağlayacaktır. Bu eğitimin öğretmenlerin algısı
çerçevesiyle sınırlı olmaması, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler
kapsamında gerçekleştirilmesi ise ayrıca önemlidir.
Bulguları bir gün önce
yayımlanan bir araştırmaya göre kadınların yüzde 80’i şiddet karşısında
adaletin yerine gelmediğini savunuyor. Evlilerde bu oran yüzde 78,6, bekârlarda
ise yüzde 85,8. Şiddet gördüğünü söyleyen kadınların da yüzde 87,4’ü verilen
cezaları yetersiz buluyor.
Adaletin sağlanması koruma
tedbirlerinin sağlam temellere oturtulmasıyla gerçekleşebilir. Bunun için ise
hâkimlerin, savcıların, kolluk görevlilerinin düzenli olarak ve sık sık
eğitimlere tabi tutulması şarttır.
Değerli milletvekilleri,
kadına karşı şiddetle mücadele etmek hem siyasi hem de insani görevimiz. Bu
görevi layıkıyla yerine getirmemiz için öncelikle kadını “aile” kavramı
içerisinden çıkarmalı ve kendisini birey olarak görmekten korkmamalıyız. Kadına
karşı şiddetle mücadelenin olumlu sonuçlarını görebilmek adına toplumsal
zihniyeti değiştirmek öncelikli hedefimiz olmalı. “Toplumsal cinsiyet”,
“kadının insan hakları” ve “kadın-erkek eşitliği” kavramlarını benimsemek,
çocuklarımızı bu doğrultuda eğitmek bu yolda atmamız gereken adımlardır. Bu
kavramları içselleştiremediğimiz, uygulamadaki sorunları çözmediğimiz sürece
kadınlarımızı da, çocuklarımızı da şiddetten koruyamayız.
Hepinize teşekkür eder,
saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
9’uncu maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Dilek Akagün, oturduğu
yerden bir dakikalık bir söz istedi.
Buyurun efendim.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, biraz önce
de çıktığım konuşmamda söyledim. 4’üncü maddede hâkimin yetkilerini sınırladık.
Aynı şekilde 8’inci maddede de, yine, korunan kişinin hâkimin dinlemesi
sonucunda eğer hâkim uygun görürse, onun kabul beyanını aramaksızın tedbirlerin
devamına ilişkin, biliyorsunuz uzun tartışmalar sonucunda bir karar vermiştik.
İstanbul Sözleşmesi’nde çok açıkça diyor ki: “Şikâyete bağlı olmama ilkesi
benimsenmelidir bu türden şiddet konularında.” Öte yandan, Opuz kararını ben
size, bütün Komisyon üyelerine de anlatmıştım. Hâl böyleyken niye bu korunan
kişinin onayına bırakılıyor, koruma kararı alınan kişinin onayına bırakılıyor,
yeniden o madde çıkartılıyor? Yani ben gerçekten üzüntülerimi bildiriyorum. Her
iki maddede de uzun tartışmaların sonucunda karar vermiştik, ben sizin o
maddelere sahip çıkmanızı beklerdim.
Çok teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Buyurun, siz de yerinizden
lütfen kısa…
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Dilek Hanım’ın söylediği hassasiyetten dolayı zaten bu önergeyi
verdik. “Kavram kargaşası olur, mülki amirler ve hâkimler birbirlerinin üzerine
atar ve burada kadın mağdur olur.” anlayışından dolayı korumak için bunu
yaptık. Biraz önce Ayla Hanım da konuşmasında söyledi ama biz, Komisyonda,
Komisyon Başkanımız, Komisyondaki milletvekillerimizin hepsi şahit, sivil
toplumumuzun ve muhalefetteki bütün milletvekili arkadaşlarımızın olumlu bütün
görüşlerini alarak buraya getirdik. Dolayısıyla, buradaki, Dilek Hanım’ın
söylediği şey de uygulamada zaten sorun yaşanmasını düzeltmek için bu önergeyi
verdiğimizi ifade etmek istiyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
efendim.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Sayın Bakanım, 8’inci maddede de benzer bir şey yapıldı. 8’inci maddede de,
benzer bir şekilde, 4’üncü, 5’inci maddede de çıkarılmış efendim.
BAŞKAN – 10’uncu madde
üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 181
sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun
tasarısının 10. maddesinin 7. Fıkrasının “merci veya kişi tarafından”
ibaresinden sonra “en geç bir ay içinde” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif
ederiz.
Ayşe Nedret Akova Hülya Güven Dilek Akagün Yılmaz
Balıkesir İzmir Uşak
Sakine Öz Sena Kaleli Ayşe Eser Danışoğlu
Manisa Bursa İstanbul
Sedef
Küçük
İstanbul
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin
Önlenmesine Dair Kanun Tasarısının 10 uncu maddesinin altıncı fıkrasının ikinci
cümlesinde yer alan “benzeri yerlerde” ibaresinden sonra gelmek üzere “geçici
olarak” ifadesinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Ahmet Aydın Mehmet Doğan Kubat A. Sibel Gönül
Adıyaman İstanbul Kocaeli
Mustafa Elitaş Sermin Balık Nurdan Şanlı
Kayseri Elâzığ Ankara
Oya
Eronat
Diyarbakır
BAŞKAN – Sayın Komisyon,
son okunan önergeye katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılıyoruz Sayın Başkan.
MEHMET DOĞAN KUBAT
(İstanbul) – Gerekçe…
BAŞKAN – Gerekçe lütfen…
Gerekçe:
Kamu kurum ve kuruluşlarına
ait sosyal tesis yurt ve benzeri yerlerde geçici olarak barındırılmasını temin
için bu önerge verilmiştir.
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 181
sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun
tasarısının 10. maddesinin 7. Fıkrasının “merci veya kişi tarafından”
ibaresinden sonra “en geç bir ay içinde” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif
ederiz.
Ayşe
Nedret Akova (Balıkesir) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Ayşe Eser
Danışoğlu, buyurun.
AYŞE ESER DANIŞOĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı Ailenin
Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısının 10’uncu
maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi yeniden selamlıyorum.
Hepimiz biliyoruz,
Türkiye’de eşlerinden şiddet görmüş ya da görmeye devam eden kadın sayısı çok
ciddi rakamlara ulaşıyor. Özellikle, boşanmış ya da dul kadınlarda şiddet görme
oranı çok daha yüksek. Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonunun kadına ve aile bireylerine yönelik şiddetin incelenmesi amacıyla
kurulan alt komisyon raporu verilerine göre, 81 ilde aile içi şiddet kapsamında
yapılan başvurular 2011 yılında toplam 80.398’i buldu. Ulusal bir gazetenin
yaptığı son bir araştırmaya göre ise Türkiye’de kadınların yüzde 41,5’i
eşlerinden şiddet görüyor. Ev hanımı olan kadınlarda bu oran yüzde 71,4’e
çıkıyor.
Dünya Ekonomik Forumu’nun
2011 raporuna göre, kadınların ekonomik hayata katılımı ve fırsat eşitliği
konusunda Türkiye 135 ülke arasında ancak 132’nci sıraya yerleşebildi. Kadına
karşı şiddetin büyük ölçüde kadın ve erkek arasındaki ekonomik ve sosyal
dengesizlikten kaynaklandığını düşünürsek sıralamanın çok da yersiz olmadığını görüyoruz.
Kadınların Türkiye’de istihdam içindeki payının düşüklüğü, uluslararası
platformlarda, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler yetkilileri tarafından
çeşitli raporlarda zaman zaman belirtiliyor. Peki, bu şartlar altında Avrupa
Birliğine tam üye olmayı hedefleyen Türkiye, Avrupa Birliğinin kadın
istihdamını yüzde 60’a çıkarma hedefine nasıl ulaşacak? 1990 yılında kadınların
istihdama katılımı yüzde 34 oranıyla bu hedefe daha yakınken şu anda yüzde 30’u
bile tutturamıyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; biraz önce belirttiğim gibi, ev hanımlarında şiddet görme
oranı yüzde 71,4. Kadının yüksek eğitim görmesi, istihdama katılması ve
ekonomik özgürlüğünü kazanması birey olarak güçlenmesine yardımcı olacak ve
şiddet görme olasılığını düşürecektir. Maalesef, toplumumuzda kadınların bir
kısmı kendilerini birey olarak görmemektedir. Bunun göze çarpan kanıtlarından
biri, eşlerinden dayak yemeyi doğal kabul eden kadınların yüzde 20,3 gibi
müthiş yüksek bir oranda olmasıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; son olarak sizlerle paylaşmak istediğim bir nokta daha var.
Bildiğiniz üzere, görüşmekte olduğumuz bu kanun tasarısı, sivil toplum
kuruluşlarının, kadın örgütlerinin uzun süredir üzerinde çalıştığı ve
mutabakata vardığı metinden yola çıkarak hazırlandı. Zaten katılımcı demokrasi,
sivil toplum örgütlerinin yasama faaliyetlerine doğrudan katılması anlamını
taşımaktadır. Ancak, Komisyon görüşmelerinde kanunun özünü etkileyecek
değişiklikler yapılmış ve 237 kadın örgütünü temsil eden Şiddete Son
Platformunun isyanını da beraberinde getirmiştir.
Bu çerçevede, tasarıda
emeği bulunan sivil toplum örgütlerinin çekincelerini duyurabilmesi adına
Şiddete Son Platformunun başlıca itirazlarını da sizlerle kısaca paylaşmak
istiyorum. Onların ifadesiyle: “Şiddete Son Platformu olarak, şu andaki hâliyle
yasanın adının, kadın değil, aileyi korumak üzere düzenlenmiş olmasına; şiddete
uğrayan kadınların yardım ve koruma alabileceği yedi gün yirmi dört saat ve
‘tek adım’ ilkesiyle çalışacak merkezlerin teşkilat, görev ve kadrolarının
kadın örgütlerinin talepleri doğrultusunda düzenlenmemiş olmasına; yasada
sığınaklar ve cinsel şiddet kriz merkezlerinin yer almamasına; kadın
örgütlerinin şiddet ve cinayet davalarına müdahilliğinin kabul edilmemiş
olmasına itiraz ediyoruz.”
Tüm kadınların Dünya
Kadınlar Gününü kutluyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Danışoğlu.
Sayın Danışoğlu ve
arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
10’uncu maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 10’uncu madde kabul edilmiştir.
11’inci madde üzerinde bir
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 181
sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun
tasarısının 11. maddesine aşağıda belirtilen 2. Fıkranın eklenmesini arz ve
teklif ederiz.
Ayşe Nedret Akova Dilek Akagün Yılmaz Hülya Güven
Balıkesir Uşak İzmir
Aylin Nazlıaka Sakine Öz Ayşe Eser Danışoğlu
Ankara Manisa İstanbul
Sedef
Küçük Candan
Yüceer
İstanbul
Tekirdağ
“(2) Kolluk birimleri
içinde bu kanunda belirtilen hizmetlerin yürütülmesi için kadın ve çocuğu
şiddetten koruma birimleri kurulur ve bu birimlerde yeteri kadar kadın personel
istihdam edilir.”
BAŞKAN – Sayın Komisyon,
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR
BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kim konuşacak?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Candan Yüceer…
BAŞKAN - Sayın Yüceer,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CANDAN YÜCEER (Tekirdağ) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve
Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 11’inci maddesi
üzerine söz almış bulunuyorum. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Kadına yönelik ayrımcılık
hayatın her aşamasında kendini farklı boyutlarda gösteriyor. Kız çocukları
doğduğu günden itibaren başlayan bu süreç, kadının yaşamı boyunca devam ediyor.
Ataerkil bir aile ve toplum yapısına sahip ülkemizde gerek bu düşünce yapısıyla
gerekse ekonomik güçlükler sebebiyle kız çocuklarının eğitimi ikinci plana
atılıyor. Kız çocuklarımız daha ergenlik çağında kendilerinden yaşça çok büyük
kişilerle zorla evlendirilebiliyor. Erkek kardeşleri kadar sevgi ve ilgi
görmüyorlar ama aile bireylerinden baskı, şiddet hatta taciz görüyorlar.
Doğduğu gün başlayan bu ayrımcılık hayatları boyunca sürüyor. Zaten eğitim
olanaklarından erkeklerle eşit oranda yararlanamamış kadın iş yerinde de
ayrımcılığa, tacize ve şiddete uğruyor. Kadın hem siyasette hem aile hem de
toplum içinde kendine biçilen rolleri kabul ediyor, kabul etmek zorunda
bırakılıyor. Hayatı boyunca bu kadar çok ayrımcılığa maruz kalan kadının
çalışma hayatında başarılı olması, yönetim ve karar aşamalarında söz sahibi
olabilmesi, aile yaşamında mutlu olabilmesi oldukça güçtür.
Ülkemizde kadınlar hâlâ
eğitim hakkına ulaşmakta karar alma süreçlerinin dışında bırakılmakta, baskı,
taciz, şiddete maruz kalmakta, “töre, namus” adı altında cinayetlere kurban
gitmektedirler. Bugün, bilim ve teknoloji çağında kadın sığınma evi diye bir
şey varsa, sığınma evleri şiddeti gören kadınlara yetmiyorsa, kadına uygulanan
şiddetin, cinayetlerin durdurulması, kadının eğitimde yerinin artırılması için
bu kadar çaba gösteriliyorsa bu bizim aslında insanlık, demokrasi, gelişmişlik
adına ne kadar geride kaldığımızı gösteriyor. Diğer taraftan, kadın, erkeğin
yanında ikinci sınıf olarak sayılıyor hatta bu, kadınlar tarafından bile yaygın
olarak doğal düzen, din, gelenek gereği olarak kabul görüyor. Kadın hakları
konusunda istediğimiz hedeflere ulaşamamamızın en önemli nedenlerinden biri de
kendi gücünün, kendi haklarının farkında olamaması kadınların maalesef çünkü
bunu düşünecek, irdeleyecek, gerektiğinde karşı duracak eğitimden yoksun
bırakılıyor, aile içine, dört duvar arasına hapsediliyor.
Değerli milletvekilleri,
ailemiz bizim kutsalımız, önceliğimiz; ailemiz, yuvamız, yavrularımız bizim
için her şeyin önünde. Söz konusu aile olunca akan sular durur bizim için.
Özveriliyizdir, fedakârızdır ancak yıllardır yapıldığı ve bu yasa tasarısıyla
yapılmaya çalışıldığı gibi ailenin tüm sorumluluğunu, manevi yükünü kadınların
omzuna yüklemek, üzerine bir de baskı, şiddet, taciz uygulamak ve buna göz yummak;
bu, aileyi korumak değildir; bu, sağlıklı bir yaklaşım da değildir. Bu ailede
yetişen çocuklar sağlıklı yetişmez.
Değerli milletvekilleri,
artık kadınların şu gerçeğin farkına varması lazım: Evet, ailemiz önceliğimiz
ancak kadınlar, anneler, kızlarımız, bu toplumda hak ettiği yeri almadığı
sürece, erkeklerle birlikte eşitlik ve özgürlük ilkesine dayalı bir yaşam
paylaşmadığı sürece ne çocuklarımız ne de ailelerimiz rahat ve huzurlu bir
ortam görecek. O yüzden, bizler, kadınlar, emeğimizin sömürülmesine, kadın
haklarının göz ardı edilmesine, kadına şiddete, kadının dört duvar arasına
hapsedilmesine, siyasi görüşümüz, mesleğimiz, eğitimimiz ne olursa olsun hep
beraber karşı duracağız. Kadının sadece kaç çocuk doğuracağıyla ve sadece
ailenin korunmasıyla ilgilenen zihniyetle de mücadeleye devam edeceğiz.
Değerli milletvekilleri, 8
Mart kazandığımız hakların anlamı ve değerinin sadece bir sembolü. Bu alandaki
eksikliklerimizi ve gerçekleştirmemiz gereken pek çok reformu düşünmemize,
konuşmamıza, farkındalık yaratmamıza bir vesile olarak düşünüyorum. Umarım,
2012 yılında bu vesileyi en iyi şekilde hep beraber değerlendirebiliriz.
Hepinize sevgi ve
saygılarımı sunuyorum.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Yüceer.
Sayın milletvekilleri,
Sayın Yüceer ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
11’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 11’inci madde kabul edilmiştir.
Çalışma süremizin sonuna
geldiğimizden dolayı, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer
işleri sırasıyla görüşmek üzere, 8 Mart 2012 Perşembe günü, alınan karar
gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.