DÖNEM: 24 CİLT: 14 YASAMA YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
69’uncu Birleşim
22 Şubat 2012 Çarşamba
(TBMM Tutanak Hizmetleri
Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip
üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.-
GELEN KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMA
IV.-
KAPALI OTURUMLAR
V.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Antalya Milletvekili Mehmet
Günal’ın, Antalya ilinin Kemer ilçesinin Ulupınar-Çıralı mevkisi
Karaburun bölgesinde yaşanan sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması ve Orman
ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
2.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan
Canalioğlu’nun, Trabzon ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl
dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Ağrı Milletvekili Halil Aksoy’un,
21 Şubat Dünya Ana Dil Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması
VI.-
AÇIKLAMALAR
1.- Adıyaman Milletvekili Mehmet
Metiner’in, 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü’ne ilişkin açıklaması
2.- Antalya Milletvekili Mehmet
Günal’ın, Antalya ilinin Çıralı bölgesinde çevreyi ve tabiatı koruyan bir
yapılanma olması dileğine ilişkin açıklaması
3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Trabzon ilinin kurtuluş yıl dönümünü Milliyetçi
Hareket Partisi camiası adına kutladığına ilişkin açıklaması
4.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Nemrut’un dünya mirası olduğuna ve yıkılan
Ermeni Mezarlığı’na ilişkin açıklaması
5.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’e yönelik davranışın
insanlık dışı bir saldırı olduğuna ve bu saldırıyı kınadığına ilişkin
açıklaması
6.- Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın, İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın konuşmasına ilişkin açıklaması
VII.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 20 milletvekilinin, ülkemizdeki kıyı illeri arasında deniz taşımacılığının
geliştirilmesi ve dünya ülkeleri ile rekabet edilebilmesi için yapılması
gerekenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/161)
2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 milletvekilinin, özel dershanelerin yarattığı fırsat eşitsizliğinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/162)
3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 20 milletvekilinin, küçükbaş hayvan yetiştiricilerinin sorunlarının ve bu
sektörün bitmemesi için gerekenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/163)
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş,
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı:
156)
2.- İslam Konferansı Örgütü Şartının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/443) (S. Sayısı: 85)
3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı
Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/414) (S. Sayısı: 76)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Türkmenistan Hükümeti Arasında Sağlık ve Tıp Endüstrisi Alanlarında İşbirliğine
Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/456) (S. Sayısı: 161)
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında UNDP-İstanbul Uluslararası
Kalkınmada Özel Sektör Merkezinin (IICPSD) Kuruluşu ile İlgili Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/511) (S. Sayısı: 119)
6.- Çoğaltılmış Fikir ve Sanat
Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128)
7.- Türkiye Cumhuriyeti ile Filistin
Adına Filistin Kurtuluş Örgütü Arasındaki Geçici Serbest Ticaret Anlaşmasında
Değişiklik Yapılmasına Dair 1/2011 Sayılı Ortak Komite Kararının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/472)
(S. Sayısı: 98)
IX.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
2.- Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın, İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’in partisine sataşması
nedeniyle konuşması
3.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın partisine sataşması
nedeniyle konuşması
4.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, İstanbul Milletvekili İsmet Uçma’nın grubuna sataşması nedeniyle konuşması
5.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali
Susam’ın, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
X.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili
Meral Akşener’in, İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’e yapılan davranışı ve
basının haberi veriş şeklini kınadığına ilişkin konuşması
XI.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Konya Milletvekili Mustafa
Kalaycı’nın, YURTKUR Konya Bölge Müdürlüğüne bağlı yurtlarda çalışan taşeron
işçilerin mağduriyetine ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın
cevabı (7/2515)
2.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın,
Salihli Organize Sanayi Bölgesinin sorunlarına ve jeotermal enerji projesine
ilişkin sorusu ve Bilim, Sanayi Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/2786)
3.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu’nun, merkez ve taşra teşkilatlarındaki boş kadrolara ilişkin sorusu ve
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/2787)
4.- Muş Milletvekili Demir Çelik’in,
Muş’taki öğrenci yurdu ihtiyacına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat
Kılıç’ın cevabı (7/2860)
5.- Bursa Milletvekili Sena Kaleli’nin,
yapımı devam eden Bursa stadına ve 2012 yılında yapılması planlanan spor komplekslerine ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat
Kılıç’ın cevabı (7/2862)
6.- İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın,
Van’daki spor tesislerine ve stadyum ihtiyacına ilişkin Başbakandan sorusu ve
Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/2960)
7.- Bursa Milletvekili Aykan
Erdemir’in, TÜRSAB A sınıfı işletme belgesi giderlerinin KOSGEB hibesi
kapsamına dahil olmamasına ilişkin sorusu ve Bilim,
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/2967)
8.- Bursa Milletvekili Sena Kaleli’nin,
bir kayakçının ölümüne sebebiyet veren kazada gerekli tedbirlerin alınmadığı
iddiasına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/3040)
9.- İstanbul Milletvekili Mustafa
Sezgin Tanrıkulu’nun, bir millî kayakçının antrenman yaparken hayatını
kaybettiği tesisin eksikliklerine ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat
Kılıç’ın cevabı (7/3060)
10.- Adana Milletvekili Seyfettin
Yılmaz’ın, Adana’da yapılan ve yapılacak projelere ilişkin sorusu ve Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/3073)
11.- Yozgat Milletvekili Sadir Durmaz’ın, cemaat ve azınlık vakıflarına ait
taşınmazların iadesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç’ın cevabı (7/3135)
12.- İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın, basın sektöründe çalışanların sorunlarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın
cevabı (7/3136)
13.- Kocaeli Milletvekili Lütfü
Türkkan’ın, elektrik faturalarında yer alan tüketim dışındaki bedel kalemlerine
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/3217)
14.- Antalya Milletvekili Tunca
Toskay’ın, Antalya’nın rüzgar ve güneş enerjisi
potansiyeline ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldız’ın cevabı (7/3381)
15.- İzmir Milletvekili Hülya Güven’in,
bir köyün elektriğinin kesilmesi sonucu yaşanan mağduriyete ilişkin sorusu ve
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/3382)
16.- Balıkesir Milletvekili Namık Havutça’nın, Uludağ Elektrik Dağıtım AŞ.’nin bazı faaliyet ve uygulamaları ile vatandaşların
yaşadığı mağduriyete ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldız’ın cevabı (7/3559)
17.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu’nun, Bakanlık teşkilatında ve bağlı kurum ve kuruluşlarda görev yapan
üst düzey kadın bürokrat sayısına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/3560)
18.- Aydın Milletvekili Metin Lütfi
Baydar’ın, Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nün verilmemesine ilişkin sorusu ve
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/3657)
19.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, eski RTÜK Başkanının bir özel televizyonda
çalışmasına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın
cevabı (7/3658)
20.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, bir doğalgaz dağıtım şirketinin doğalgaz
abonelerine mekanik sayaca geçmeleri konusunda baskı yaptığı iddialarına
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı
(7/3677)
21.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, bir doğalgaz dağıtım şirketinin doğalgaz
abonelerinden güvence bedeli talep ettiği iddialarına ilişkin sorusu ve Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/3678)
22.- Hatay Milletvekili Mehmet Ali
Ediboğlu’nun, Hatay’daki elektrik direk ve hatlarının hasar görmesi sebebiyle
ortaya çıkan mağduriyete ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldız’ın cevabı (7/3680)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te
açılarak iki oturum yaptı.
Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın,
Kocaeli Dilovası Organize Sanayi Bölgesi’nin yaratmış olduğu çevre kirliliği ve
kanser hastalıklarındaki artışa ilişkin gündem dışı konuşmasına Sağlık Bakanı
Recep Akdağ cevap verdi.
Ardahan Milletvekili Orhan Atalay,
Ardahan ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 91’inci ve Ardahan Mebusu, Millî
Mücadele Şark Komutanı Halit Paşa’nın vefatının 87’nci yıl dönümüne,
İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz,
Hocalı katliamına,
İlişkin gündem dışı birer konuşma
yaptılar.
Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan, Bayburt ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun
94’üncü yıl dönümüne,
Afyonkarahisar Milletvekili Ahmet
Toptaş, Kurtuluş Savaşı kahramanı Ali Çetinkaya’nın ölümünün 63’üncü yıl
dönümüne,
Tokat Milletvekili Reşat Doğru,
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner,
Hocalı katliamına;
Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal
Kaplan, Kocaeli Dilovası’nda yeni organize sanayi bölgeleri kurulması ve
bölgedeki kömür depolarının insan yaşamı açısından tehlike arz ettiğine,
Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı, birçok
yerde çevre katliamı yapıldığına ve Sağlık Bakanlığının koruyucu hekimlikten
uzaklaştığına,
Mersin Milletvekili Ali Öz, Mersin’in
Gülnar ve Çamlıyayla ilçelerinde yaşanan uzman hekim eksikliği sıkıntısına ve
Emekli Sandığı mensupları için intibak çalışmasının yapılıp yapılmadığına,
Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu,
Libyalı muhalif direnişçilerle ilgili soru önergesine cevap alamadığına,
haklarında çıkan haberler konusunda
Hükûmet adına bir açıklama yapılmasını istediğine,
Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin
Türkoğlu, bir Bakanın ana muhalefet partisiyle ilgili beyanı ile Ardahan
Milletvekili Orhan Atalay’ın gündem dışı konuşmasındaki bir ifadesine,
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır,
Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak Doğu Türkistanlı soydaşlarımızın haklarına
sahip çıkılması gerektiğine,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün
(6/1067) ve (6/1069) sayılı soru önergelerini geri aldığına ilişkin önergesi
okundu; sözlü soruların geri verildiği bildirildi.
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 21
milletvekilinin, özel hastanelerin problemleri ve bu problemlere neden olan
etkenlerin (10/152),
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 20
milletvekilinin, son yıllarda çocuk suçluluğundaki artışların çok yönlü değerlendirilmesi,
suç profilleri oranlarının tespiti ve alınacak sosyal
ve hukuki tedbirlerin (10/153),
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 22
milletvekilinin, şeker pancarı tarımının içinde bulunduğu olumsuz durumun
(10/154),
Araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel
Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön
görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 21
milletvekilinin, ülkemizde çocuklarımız ve gençlerimiz tarafından kontrolsüz ve
yoğun şekilde oynanan online (çevrimiçi) oyunların
neden olduğu kayıt dışı sanal ticaretin ve çocuklarımız ve gençlerimiz üzerinde
yarattığı etkilerin (10/155),
Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 20 milletvekilinin, çocuk ve gençlerimizin
İnternet ve diğer bilgi iletişim teknolojilerini kullanırken karşı karşıya
oldukları riskleri en aza indirmek ve güvenli bir şekilde bilgiye ulaşmalarını
sağlamak için yapılması gerekenlerin, uygunsuz ve/veya kanunsuz içerikleri
barındıran İnternet sitelerine uygulanması gerekli müeyyidelerin (10/156),
Adana Milletvekili Necdet Ünüvar ve 20
milletvekilinin, ülkemizde İnternet kullanımının sosyal kesimler arasındaki
durumu, kontrolsüz kullanımın meydana getirdiği sorunlar ve güvenlik
tehditlerinin (10/157),
İzmir Milletvekili Erdal Aksünger ve 28 milletvekilinin, bilişim sektöründe yaşanan
sorunların (10/158),
Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan
ve 27 milletvekilinin, bilgi iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin
beraberinde getirdiği imkân ve risklerin (10/159),
Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel
ve 20 milletvekilinin, başta sosyal paylaşım siteleri olmak üzere İnternet
kullanımının aile yapısı üzerindeki olumsuz etkilerinin (10/160),
Araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin ön görüşmelerinin,
Danışma Kurulu kararı gereğince 21/2/2012 Salı günkü
birleşiminde yapılacağı açıklandı.
Genel Kurulun; (10/108) ve aynı konuda
(10/155), (10/156), (10/157), (10/158), (10/159) ve (10/160) esas numaralı
Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin birleştirilerek 21/2/2012 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ve
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesine ilişkin Danışma
Kurulu önerisi kabul edildi.
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün
(2/30) esas numaralı, Emekliler ile Bunların Dul ve Yetimlerinin Sendikalaşması
Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Gündemin "Sözlü Sorular"
kısmının:
1’inci sırasında bulunan (6/12),
13’üncü “ “ (6/33),
17’nci “ “ (6/40),
42’nci “ “ (6/90),
45’inci “ “ (6/98),
51’inci sırasında bulunan (6/109),
126’ncı “ “ (6/210),
142’nci “ “ (6/235),
152’nci “ “ (6/248),
163’üncü “ “ (6/264),
169’uncu “ “ (6/275),
173’üncü “ “ (6/281),
179’uncu “ “ (6/290),
195’inci “ “ (6/312),
198’inci “ “ (6/316),
221’inci “ “ (6/341),
223’üncü “ “ (6/344),
225’inci “ “ (6/346),
238’inci “ “ (6/362),
254’üncü “ “ (6/381),
268’inci “ “ (6/398),
283’üncü “ “ (6/421),
291’inci “ “ (6/432),
296’ncı “ “ (6/439),
298’inci “ “ (6/441),
334’üncü “ “ (6/492),
343’üncü “ “ (6/504),
416’ncı “ “ (6/610),
448’inci “ “ (6/646),
483’üncü “ “ (6/693),
Esas numaralı sözlü sorulara, Maliye
Bakanı Mehmet Şimşek cevap verdi.
Soru sahiplerinden Tokat Milletvekili
Reşat Doğru, Kütahya Milletvekili Alim Işık,
Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu, İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de bu
görüşlerle ilgili açıklamada bulundu.
18/1/2012 tarihli 53’üncü Birleşimde
okunan Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesi
(10/108) ile, Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 21
milletvekilinin (10/155), Ankara Milletvekili Cevdel Erdöl ve 20 milletvekilinin (10/156), Adana Milletvekili
Necdet Ünüvar ve 20 milletvekilinin (10/157), İzmir Milletvekili Erdal Aksünger ve 28 milletvekilinin (10/158), Gaziantep
Milletvekili Mehmet Erdoğan ve 27 milletvekilinin (10/159), Eskişehir
Milletvekili Ruhsar Demirel ve 20 milletvekilinin (10/160) esas numaralı Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergeleri, yapılan ön görüşmelerden sonra kabul
edildi.
Kurulacak komisyonun:
17 üyeden teşekkül etmesi,
Çalışma süresinin, başkan, başkan
vekili, sözcü ve kâtip üye seçimi tarihinden başlamak üzere, üç ay olması,
Gerektiğinde Ankara dışında da
çalışabilmesi,
Kabul edildi.
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın Meclis araştırması önergeleri üzerinde
Hükûmet adına yaptığı konuşmayla ilgili bir açıklamada bulundu.
Alınan karar gereğince, 22 Şubat 2012
Çarşamba günü saat 13.00’te toplanmak üzere, birleşime 19.53’te son verildi.
Meral
AKŞENER
Başkan
Vekili
Bayram
ÖZÇELİK Mustafa
HAMARAT
Burdur Ordu
Kâtip Üye Kâtip
Üye
II.-
GELEN KâĞITLAR
No:
91
22
Şubat 2012 Çarşamba
Teklifler
1.- Bursa Milletvekili Turhan Tayan'ın;
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine
Dair Kanun Teklifi (2/359) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/01/2012)
2.- İstanbul Milletvekili Aydın Ağan
Ayaydın'ın; 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi (2/360) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/01/2012)
3.- Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak ve İstanbul Milletvekili Bihlun
Tamaylıgil ile 50 Milletvekilinin; Yabancıların
Çalışma İzinleri Hakkında Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
(2/361) (Plan ve Bütçe; İçişleri ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/01/2012)
4.- Aydın Milletvekili Bülent
Tezcan'ın; 2872 Sayılı Çevre Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Teklifi (2/362) (Plan ve Bütçe; İçişleri
ile Çevre Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/01/2012)
5.- Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz
ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural
ile 1 Milletvekilinin; Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi (2/363) (İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 31/01/2012)
6.- İstanbul Milletvekili Mustafa
Sezgin Tanrıkulu ve 8 Milletvekilinin; Gider Vergileri Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/364) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/02/2012)
7.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin; Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/365) (Çevre ile Adalet Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/02/2012)
8.- İstanbul Milletvekilleri Umut Oran
ve Melda Onur ile 18 Milletvekilinin; 24/06/2004 Tarihli
5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun Teklifi (2/366) (Adalet; İçişleri; Tarım, Orman ve Köyişleri ile Çevre Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 08/02/2012)
9.- Balıkesir Milletvekili Namık Havutça'nın; Asgari Ücretle Çalışanlara Aile Yardımı
Yapılması ve 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkındaki Kanun Teklifi (2/367) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:08/02/2012)
10.- Tekirdağ Milletvekili Candan
Yüceer ve 3 Milletvekilinin; Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/368) (Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler; Kadın Erkek Fırsat Eşitliği ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/02/2012)
11.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık'ın; Türk Ceza Kanununda ve Basın Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/369) (Anayasa; İnsan Haklarını İnceleme ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10/02/2012)
12.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal'ın; Ceza Muhakemesi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
(2/370) (İnsan Haklarını İnceleme ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 13/02/2012)
13.- İzmir Milletvekili Oğuz Oyan'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı İdari
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/371) (Plan
ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/02/2012)
14.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın; 28.3.1983 Tarih ve 2809 Sayılı Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
(2/372) (Plan ve Bütçe ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/02/2012)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 20 Milletvekilinin, deniz taşımacılığı sektöründeki sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi. (10/161) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/10/2011)
2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 Milletvekilinin, özel dershanelerin yarattığı fırsat eşitsizliğinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi. (10/162) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/10/2011)
3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 20 Milletvekilinin, küçükbaş hayvan yetiştiricilerinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi. (10/163) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/10/2011)
22 Şubat 2012 Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 13.00
BAŞKAN:
Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP
ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 69’uncu Birleşimini açıyorum.
III.- YO K
L A M A
BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama
yapacağız.
Yoklama için üç dakika süre vereceğim.
Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine
basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik
sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden
yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama
pusulalarını görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.
Sayın milletvekilleri, görüşmelere
başlamadan önce 16 Şubat 2012 tarihli 67’nci Birleşimde yapılan kapalı oturuma
ait tutanak özetinin İç Tüzük’ün 71’inci maddesine
göre okunabilmesi için kapalı oturuma geçmemiz gerekmektedir.
Bu nedenle, sayın milletvekilleri ile
Genel Kurul salonunda bulunabilecek yeminli stenograf ve yeminli görevliler
dışındakilerin salonu boşaltmalarını rica ediyorum. Tutanak özeti okunduktan
sonra açık oturuma geçilecek ve görüşmelere devam edilecektir.
Sayın idare amirlerinin bu konuda
yardımcı olmalarını ve salon boşaltıldıktan sonra Başkanlığa haber vermelerini
rica ediyorum.
Şimdi kapalı oturuma geçiyoruz.
Kapanma
Saati: 13.06
IV.-
KAPALI OTURUMLAR
(İkinci
Oturum)
(Kapalıdır)
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 13.19
BAŞKAN:
Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP
ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 69’uncu Birleşiminin kapalı oturumdan sonraki Üçüncü Oturumunu
açıyorum.
Gündeme geçmeden önce üç sayın
milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz Antalya Kemer
ilçesi Ulupınar-Çıralı mevkisi Karaburun bölgesinde
yaşanan sorunlar hakkında söz isteyen Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Günal’a
aittir.
Buyurun Sayın Günal. (MHP sıralarından
alkışlar)
V.- GÜNDEM
DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
Antalya Milletvekili Mehmet Günal’ın, Antalya ilinin Kemer ilçesinin
Ulupınar-Çıralı mevkisi Karaburun bölgesinde yaşanan
sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlu’nun cevabı
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkürler
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Antalya ilimizde
Kemer ilçesine bağlı Ulupınar köyünde Çıralı sahilinde iki haftadır yaşanan bir
gelişmeyle ilgili söz
almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar -ulusal ve yerel
basında geniş şekilde yer aldı- maalesef bir doğa katliamıyla karşı karşıyayız.
Adalet ve Kalkınma Partisinin ranta dayalı
uygulamalarından bir tanesi daha karşımızda. Çok kısa sürede size temel
noktaları özetleyeceğim, sizlerin de dikkatine sunmak istiyorum. Arada da bazı
tarihler var arka arkaya gelen, onlara da dikkat etmenizi rica edeceğim, ki nasıl hızlı bir şekilde karar alındığını
göresiniz diye.
Proje, öncelikle Kültür ve Turizm
Bakanlığına bağlı olan kurul tarafından değerlendirilmiş ve mesire yeri olarak
18 Temmuz 2011’de Orman Bölge izin vermiş. Arkasından, bakıyoruz, on gün sonra
hemen Ormanspor Kulübüne tahsis edilmiş, aynı gün bir
özel şirketle sponsorluk sözleşmesi imzalanmış yani 28
Temmuzda, on gün sonra, hepsi on gün içerisinde… Tabii bundan daha önce bu
arada çıkan hepimizin karşı olduğu kanun hükmünde kararnameler var biliyorsunuz. 644
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle bu yetkiler düzenlenmiş ama bakmışlar ki
orada olmuyor yeni bir kanun hükmünde kararname, o ne zaman? 17 Ağustos 2011’de
yani bir ay sonra ve
sponsorluk sözleşmesinden iki hafta sonra. Peki, o değişiklikle ne yapmışlar
biliyor musunuz? Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü ve yeni bir Genel
Müdürlük ve yetkiler Çevre ve Şehircilik Bakanlığına aktarılmış. Bunları kısa
kısa söylüyorum. Neden? Çünkü öncelikle Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı olan
kurul onay vermemiş yeniden yapılanmaya, projede tadilat yapılmasına ve arkasından -bir
bakıyorsunuz ama- Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlandıktan sonra Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu buranın mesire alanı olmasına izin vermiş
ve oradaki yapıya, o mesire alanındaki yapıya izin vermiş.
Şimdi yani bir de bakıyoruz Sayın Günay
-burada yok- gerekli açıklamayı yapmış, diyor ki: “Bizden sorumluluk geçti…”
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Burada Sayın
Bakan.
MEHMET GÜNAL (Devamla) - Geldi mi?
Hoş geldiniz Sayın Bakanım.
Tam sizi aklıyordum, Sayın Bakana
geçeceğim, onun için, başladığımda yoktunuz, kusura bakmayın.
Sayın Günay diyor ki: “Bizi
ilgilendiren kısmı kalktı, öncelikle de biz izin vermemiştik, proje de bize
uygun gelmedi, yoğun yapılaşma vardı, o kurulun verdiği karar.” Doğrudur.
Şimdi, o arada da Sayın Valinin bir
açıklaması var yani aynı gün izinleri söyledim, aynı gün sponsorluk
sözleşmesi. Bütün dokümanlar elimde, isteyen arkadaşlarıma verebilirim. KHK’da
değişiklik yapan düzenleme de burada. Öyle hızlı bir şekilde hareket ediliyor
ki büyük bir yağmanın önü açılıyor. Şimdi, bu örneği yaşamamış olsak belki
hepimiz… Tabiat yağmasını, bu 644 sayılı KHK’nın ilk kurbanı olarak Çıralı’yı gördük kendi seçim bölgemizde ve vatandaşlarımızın
duyarlılığı, sivil toplum kuruluşlarımızın duyarlılığı sayesinde bu katliamı
öğrenmiş bulunduk. Acaba sırada neler gelecek? Ben merak ediyorum. Yani bir on
beş gün içerisinde bakıyorsunuz, bir anda, daha bir ayı geçmeden, bir buçuk ay
geçmeden yeni bir düzenleme ve kurul yetkileri başka bakanlığa devrediliyor. E,
ne oluyor sonra? Hemen buradan onay çıkıyor. Demek ki burada ciddi bir sorun
var.
Şimdi, bu olaylar üzerine insanlar
ayağa kalkıyor ve bir galeyana geliyorlar ve burası yapılaşmaya… Ben işin dedikodu
tarafına girmiyorum, sadece yapılan düzenlemelerle neyin önünün açıldığını veya
açılmaya çalışıldığını sizin dikkatinize sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, Sayın Valiye
müracaat ediyorlar, açıklaması var, diyor ki: “Efendim, burası zaten futbol
sahasıymış, burada ne var yani başkaları da geliyor.” Orada hiç futbol sahası
olmamış, otel dediğiniz şeyler küçücük küçücük zaten. Yani ya bir yanlış bilgi
verdiler. Sonra düzeltmiş ve şimdilik yürütmeyi durdurma talebi var. “O
bitinceye kadar şimdilik durduruyoruz.” demiş. Zaten istenen buydu. Vatandaş
dava açmış buranın yapılması için. Burası, Sayın Bakanımız burada, gayet
yakından biliyorlar, ikisi de biliyor çünkü bu konuda uluslararası sözleşmeler
var, Bern Sözleşmesi var, Barselona Sözleşmesi var ve bununla ilgili de genelge
var. Yani Millî Emlakla ilgili ve doğal alanları
korumayla ilgili iki tane uluslararası sözleşme var ve Bakanlığın çıkarmış
olduğu genelge var ve bütün bunların hepsine aykırı olarak bir sponsorluk sözleşmesi adı altında oranın yapılaşması
sağlanmaya çalışılıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET GÜNAL (Devamla) - Maalesef doğa
katlediliyor. Çıralı bu KHK’nın ilk kurbanı. Sayın bakanları bir an önce önlem
alarak Türkiye’nin bu güzelliklerini koruma konusunda fikir birliği içinde
olmalarını ve bütün bakanların koordinasyon içerisinde buna karşı çıkmasını
diliyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Günal.
Hükûmet adına Orman ve Su İşleri Bakanı
Sayın Veysel Eroğlu.
Buyurun Sayın Eroğlu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakika.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU
(Afyonkarahisar) - Sayın Başkanım,
değerli milletvekillerim; ben de sizleri saygıyla selamlıyorum efendim.
Sayın Günal’ın özellikle Kemer-Çıralı
mesire yeriyle alakalı gündem dışı konuşmasına cevap vermek için söz aldım.
Ancak biliyorsunuz bugün 24 Şubat Trabzon’un düşman işgalinden kurtuluşunun
94’üncü yılı, ben bu vesileyle bütün Trabzonluları ve kurtuluş gününü
kutluyorum. İşte yediden yetmişe kadar gerçekten büyük mücadele veren ve
istiklallerini kazanmak için canlarını seve seve feda eden şehitlerimizin ruhu
şad olsun diyorum, Allah’tan rahmet niyaz ediyorum efendim.
Şimdi tabii ki Kemer-Çıralı mesire
yeriyle alakalı bir kere şunu özellikle belirteyim: Bu konu bana intikal ettiği
zaman ben hemen Orman Genel Müdürlüğü müfettişlerini görevlendirdim ve derhal
durdursun diye çünkü bana bu bir e-posta mesajıyla geldi. Sonradan posta
mesajları yoğunlaştı. Bir kere bu kesinlikle Bakanlık tarafından
durdurulmuştur, ayrıca OGM müfettişleri konuyu incelemek üzere gönderilmiştir.
Tahkikat neticesinde…
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Bakanlık
tarafından ne zaman durdurulmuş Sayın Bakanım?
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU
(Devamla) - Bakanlık, haber aldığım gün,
yaklaşık olarak beş altı gün önce durdurdum ben.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Önemli olan
durdurulmuş olması.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU
(Devamla) - Durum şu, bir kere o müjdeyi
vereyim. Ancak burayla ilgili kaba inceleme geldi. OGM müfettişlerinden sonra
ben detaylı bilgi de sunacağım. Bizim zaten bütün niyetimiz bu alanları
korumaktır ve benim de biliyorsunuz deniz kaplumbağalarına karşı gösterdiğimiz
hassasiyeti pek çok yerde bunların rehabilitasyonu
için merkezler kurduğumu, üniversitelerle birlikte çalıştığımı biliyorsunuz.
Peki, burası nedir? Onunla ilgili bilgi
vereyim. Mesire yeri, deniz kaplumbağası yuvalanma alanı, birinci derece doğal
sit alanı Beydağları Millî Parkı’nın dışında ve su çizgisine yaklaşık 200 metre
mesafede olup caretta caretta
kaplumbağaların yuvalanma ve yumurta bırakma alanı içinde ayrılan birinci ve
ikinci koruma bölgeleri dışında tampon bölgede yer aldığını tespit ettim.
Tabii, burada, daha önce… Bir de şunu vurgulamamda fayda var: Burayı
incelediğimiz zaman daha önce burası kontrolsüz bir şekilde –vatandaşın- hatta
bazı kişiler burayı kiralayıp bizim bilgimiz dışında kullanma yönünde
gelenlerden para alma şeklinde böyle bir çalışma varmış, bakın bunu da ifade
edeyim. Esas kıyameti onlardan bir kısmı çıkarıyor, haklı veya haksız ama bunun
üzerine, en azından yoğun ziyaretçi alanının kontrolsüz kullanımının önüne
geçmek için -zaten yanınızda Sayın Şandır var, o da bilir- burası C tipi mesire
yeri olarak tescil edilmiş. Ancak tabii ki burasının 2886 Devlet İhale
Kanunu’na göre on yıllığına ihalesi yapılmış, Ormanspor
kazanmış.
Tabii, buradaki husus şu: Yapılaşmayla
ilgili Bakanlığa herhangi bir tasdik veya diğer bakanlıklara tasdik işlemleri
gelmemiş, bir miktar sınırı aştıkları şeklinde bir haber var ama müfettişler…
MEHMET GÜNAL (Antalya) – İl
kurullarında var, Bakanlığa gelmiyor, size geçen kurumlar var Sayın Bakan,
onlar onay veriyor.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU
(Devamla) – Tamam.
Yani şu anda, bu konuda, Orman Genel
Müdürlüğü müfettişleri inceliyor, tahkikat için şu anda yerindeler. Ama şunu
ifade edeyim: Burası zaten durduruldu, müfettiş incelemesine göre karar
verecektir.
Yani ben özetle şunu ifade edeyim,
tabii ki siz bir de şunu vurguladınız: Daha önce Kültür ve Turizm Bakanlığında
olan tabii sitler vardı, doğal sitler vesaire. Efendim, burada biz zaten daha
önce anlaşmıştık Sayın Bakanla. Doğal sitlerle Kültür ve Turizm Bakanlığının
bir alakası yok, orası arkeolojik sitler ve kültür varlıkları, elbette koruma
kurullarına ait olacak ama Kültür ve Turizm Bakanlığından, o tabii sitlerle,
doğal sitlerle ilgili genel müdürlüklerde zaten bu konu o zaman geçmişte Çevre
ve Orman Bakanlığına ait olması diye, o kaldırılmış. Sonradan, yeni yapılanma
çerçevesinde, tabii ki özellikle arkeolojik sitler, kültür varlıkları tamamen
Kültür ve Turizm Bakanlığında kaldı, öbür taraftan doğal sitlerle ilgili,
bunların planlaması, planlama işleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığına
aktarıldığı için bütün planlama, kontrol, denetim, 1/100.000’lik çevre düzeni
planlarının hazırlanması… Tabii ki, bu arada bunların planlaması yapılırken
yeni doğal sitlerin ilanı konusunda karar merci Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
oldu ama koruma işlemleri gene Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından
yapılacaktır, bunu da burada bir açıklama olarak sizlere arz ediyorum.
Saygılar sunuyorum efendim. Çok
teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Eroğlu.
Sayın Şandır’ın
talebini yerine getirdiniz, o “on beş dakika” demişti ama altı dakika konuştu.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Böyle daha
güzel, tabii böyle daha güzel.
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın
Başkanım, çok kısa bir açıklama yapacağım.
BAŞKAN – Sayın Günal, ben üç gündem
dışı konuşmadan sonra 60’ıncı maddeye göre söz veriyorum. Yani, nasıl olsa
Sayın Bakan burada, kalkıp cevap veremez, sadece bilgilendireceksiniz.
O nedenle, şimdi gündem dışı ikinci
söz, 24 Şubat Trabzon’un kurtuluş yıldönümü münasebetiyle söz isteyen Trabzon
Milletvekili Sayın Mehmet Volkan Canalioğlu’na aittir.
Buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)
2.-
Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, Trabzon ilinin düşman
işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) –
Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Trabzon'umuzun işgalden kurtuluşunun 94’üncü yıldönümü nedeniyle gündem dışı
söz almış bulunmaktayım. Bu vesile ile yüce Meclisimizin siz değerli milletvekillerini
saygılarımla selamlıyorum.
Trabzon, coğrafi ve stratejik konumu
nedeni ile tarihin her döneminde önemli bir kent olmuştur. Hem Asya-Avrupa
ulaşım ağının bağlantı noktasında bulunması hem de Kafkasya üzerinde doğu-batı
göç yolu üzerinde yer alması bölgenin kontrol edilmesi girişimlerini de
beraberinde getirmiştir. Nitekim Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethedip
Bizans İmparatorluğu'na son vermesinden sonra 1461 de Trabzon'u alarak Komnenos Krallığı’nı ortadan kaldırması da bu stratejik
düşüncenin bir sonucudur.
Bilindiği gibi, Birinci Dünya
Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması amacı ile İngiltere ve
Fransa, yaptıkları Petrograd Protokolü ile Erzurum,
Van ve Bitlis dışında Trabzon'a kadar, Doğu Karadeniz kıyılarının Rusya'ya
bırakılması konusunda anlaşmaya varmışlardı. Bu antlaşma çerçevesinde Rus
ordusu, Trabzon'u ele geçirmek üzere ileri harekâta başlayarak çeşitli
direnişlerden sonra 18 Nisan 1916'da Trabzon'a girdi.
Bu tarihten 24 Şubat 1918 tarihine
kadar geçen yaklaşık iki yıl boyunca evlerini terk ederek batıya doğru
muhacirliğe çıkan Türkler, çok ağır bedeller ödedikten sonra, 24 Şubat 1918’de
yakılıp yıkılarak harabeye döndürülmüş ve yağmalanmış evlerine geri döndüler.
Ancak muhacirlikle geçen iki yıl içerisinde insanlar, açlık, sefalet ve salgın
hastalıklarla mücadele ederek canlarını kurtarmaya çalışmışlar ve Giresun,
Ordu, Samsun, Amasya, Tokat illerimiz başta olmak üzere, Batı Anadolu'ya doğru
zorlu yolculuk yapmışlardır. Bu yolculuk mânilere ve türkülere konu olmuştur.
Nenelerimizin şu türküleri hâlen yörelerimizde ve ülkemizde söylenmektedir.
“Trabzon'dan çıktım başım selamet
Çavuşlu'ya vardım koptu kıyamet
Anam ile yârim Hakk’a emanet
Ah bu muhacirlik şimdi büküyor belimi.”
Sayın milletvekilleri, Trabzon'un ve
diğer illerimizin kurtuluşlarının yıl dönümü törenlerinin düzenlenmesinden
amaç, geçmişte yaşanan olaylar nedeni ile günümüzde yeni düşmanlıklar üretmek
değildir. Amaç, geçmişte yaşananları hatırlamak, dersler çıkarmak ve bir daha
bu tür gelişmelere tanık olmamaktır. Özellikle küresel güç odakları tarafından
dünyamızın yeniden yapılandırılmaya çalışıldığı, ülkemize ve bölgemize dair
bazı planların kamuoyuna yansıdığı bugünlerde daha da dikkatli olmamız
gerektiği açıktır.
Bu gelişmeleri doğru okuyabilmek için
de başvuracağımız yegâne kaynak ise tarihtir. Bu nedenle, belleğimizi canlı
tutmak zorundayız.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, ulusal
egemenlik ve tam bağımsızlık anlayışı üzerine kurulmuştur. Bu durumu,
cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, "Yurtta barış, dünyada
barış" sözü ile bize miras bırakmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
24 Şubat, Trabzon'umuzun işgalden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümüdür. Bu vesile
ile, bu toprakları bize vatan olarak bırakan aziz
şehitlerimizin hatıraları önünde saygı ile eğilip rahmet ve minnetle anarken
nüfusu 757.353 olan ve büyükşehir olmayı bekleyen Trabzon ilimiz gelişmişlik
sıralamasında 38’inci sırada, işsizlik oranı sıralamasında yüzde 6,3 ile
28’inci sırada yer almaktadır. Son bir yılda 6.361 kişi göç vermiş, yoksul
sayısına son bir yılda 61 bin kişi eklenmiştir.
Esnafın siftah etmeden dükkânını
kapattığı, hayvancılığın can çekiştiği, fındığın hak ettiği değeri bulamadığı,
tarım alanlarının daraldığı, 150 bin kişinin icralık olduğu, işsizlik oranının
arttığı, sürekli göç veren güzel ilimiz Trabzon'umuzun işgalden kurtuluşunun
94’üncü yıl dönümünü tebrik eder, yüce Meclisi tekrar saygıyla selamlarım.
Teşekkürler. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın
Canalioğlu.
Gündem dışı üçüncü söz, 21 Şubat Dünya
Ana Dil Günü münasebetiyle söz isteyen Ağrı Milletvekili Sayın Halil Aksoy’a
aittir.
Buyurun Sayın Aksoy. (BDP sıralarından
alkışlar)
3.- Ağrı
Milletvekili Halil Aksoy’un, 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü’ne ilişkin gündem dışı
konuşması
HALİL AKSOY (Ağrı) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü nedeniyle söz aldım.
Bilindiği üzere UNESCO 1999 yılında
aldığı bir kararla 21 Şubat gününü Uluslararası Ana Dil Günü olarak kabul etmiş
ve bu tarihten itibaren her yıl çeşitli etkinliklerle ülkelerde kutlanmaktadır.
Ana dil insanların doğuştan itibaren ve
doğal olarak sahip oldukları, insana kişilik kazandıran bir olgudur. Bu olgu
insani, felsefi, ilahî, meşru ve hukukidir. Bilimsel yönden ise dil düşünceyi,
düşünce de dili besler.
UNESCO verilerine göre dünya üzerinde
çok sayıda dil yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Türkiye’de yok olma
tehlikesinde olan ana dil sayısı ise 18’i bulmaktadır. Bunlardan birkaç
tanesini saymak gerekirse, içerisinde Lazca, Çerkezce, Abhazca, Romanca,
Rumcanın Pontus lehçesi de vardır. Bunların her birisi aynı zamanda yok olma
tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.
Yüz yıla yakın bir süredir Türkiye’de
devam eden asimilasyon politikaları nedeniyle Türkçe dışındaki diller yasaklanarak
yok edilmek istenmiştir. Bu, herkesin malumudur. Bu asimilasyonist
politikalar AKP Hükûmeti döneminde de çeşitli versiyonlarla
devam edegelmiştir.
Asimilasyon, Sayın Başbakanın da 2008
yılında Almanya’da ifade ettiği gibi, bir insanlık suçudur. Dilleri yok etmek,
o dilleri konuşan halkları, insanları yok etmek demektir. Ancak aynı Başbakan
ana dilde eğitim talebinde bulunanları “Bölücü” diye yaftalıyor ve “Ana dilde
eğitim konusu bizim kırmızı çizgimizdir.” diyebiliyor.
Ana dillere kelepçe vurarak, yasaklayarak
asimile etmeye çalışmak, onları hor görerek, hakaret ederek, küçümseyerek yok
etmek mümkün değildir. Zira, kişilerin ana dilleri
onların onurudur, şerefidir, varlık nedenidir. Halklar onuruna sahip çıkarak,
her tür zulme, baskıya, yasaklamaya ve inkâra rağmen değerlerine sarılarak
isyan etmeyi de bilmişlerdir.
Değerli milletvekilleri, ana dilin
kullanımının engellenmesi, toplumun bütün bireylerini değişik boyutlarda
etkilese de, tartışmasız en fazla çevresiyle iletişimini ana diliyle
gerçekleştiren çocukları etkilemektedir. Ana dili yasaklanan çocuğun
başarısızlığa mahkûm olduğu bilinir. Ana dili yasaklamak, çocuğun yeteneklerini
köreltmek anlamına da gelir, çocuğun insanca gelişimini de engeller çünkü
üretmek için düşünmek, düşünmek içinse dil gerekir. Kendi dilinde konuşamayan,
yazamayan, türküler söyleyip şiirler okuyamayan bir çocuk, yaşamı çalınmış bir
çocuktur.
Dünyada çocuklarına bayram armağan eden
tek ülke olarak övünürüz. Övünürken, milyonlarca çocuğun kendi ana dilinde
eğitim görmesine karşı çıkan tek ülke de biziz yani Türkiye’dir.
Hükûmet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı
Sayın Bülent Arınç, Türkçe dışındaki dillerde eğitimin yapılabileceğini ifade
etmiştir bir konuşmasında, yine bir başka konuşmasında ise 40 milyon insanın
konuştuğu Kürtçe için “çağ dışı” anlamına gelecek sözler sarf etmiştir. Bu
sözlerinden dolayı bir halk, bir millet olarak duyduğumuz üzüntüyü belirtirken,
Sayın Arınç’a şu hatırlatmada bulunmak istiyoruz:
Kürtçe, Irak Federe Kürdistan bölgesinde yıllardır ilköğretimden üniversiteye
kadar her kademede eğitim ve öğretim dili olmasının yanı sıra, kurumsal anlamda
sosyal ve siyasi yaşamda resmî dil olarak da kullanılmaktadır. Hâlen burada üç
üniversite Kürtçe eğitim vermektedir. Gerek eski ve gerekse yeni Irak
Anayasası’nda Kürtçe, Arapça ile birlikte ikinci resmî dil olarak kabul
edilmiştir.
Ayrıca, Avrupa’daki birçok üniversitede
de Kürdoloji bölümleri vardır; yani Kürt dili ve
edebiyatında gerek klasik gerekse modern tarzda yazılmış binlerce eserin de var
olduğunu hatırlatmakta yarar vardır.
Değerli milletvekilleri, ana dil
eğitimi bir haktır; hiçbir siyasete kurban edilemez, pazarlık konusu asla
olamaz. Ana dilde eğitimin önündeki en büyük engel olan Anayasa’nın 40’ıncı
maddesi artık anlamsızlaşmıştır. Yeni yapılacak anayasada da ana dilde eğitim
hakkı düzenlenerek, güvence altına alınmalıdır.
Sözlerime son verirken benim de ana
dilim olan Kürtçeyle, tüm halkların Dünya Ana Dil Günü’nü kutluyorum. “…”(x)
Genel Kurulu bir kez daha selamlamak
istiyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aksoy.
Sayın Metiner, buyurun.
VI.-
AÇIKLAMALAR
1.-
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in, 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü’ne ilişkin
açıklaması
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Ben de 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü
dolayısıyla diller konusundaki mülahazalarımı paylaşmak istiyorum: Kutsal
Kitabımız der ki, Rûm Suresi ayet 22: “Dillerinizin
ve renklerinizin farklı olması Allah’ın ayetlerindendir.” Kim ki, farklılıkları
ortadan kaldırmak adına bazı dillere ayrıcalık tanıyıp, bazı dilleri yok
varsayarsa, o dilin kendini özgürce geliştirmesi önünde engeller koyarsa, bu,
insanlık adına da demokrasi bakımından da dinen de kabul edilebilir bir husus
değildir.
Bu toprakların bütün ana dilleri bizim
için saygıdeğerdir. Hiçbir ana dilin bir diğerinden üstünlüğü olamaz.
Devletlerin resmî dili olabilir, devletin dili olmaz. Çünkü “devlet” dediğimiz
siyasal aygıt farklı olan bütün yurttaşların yani ana dilleri farklı olan bütün
yurttaşların devletidir.
2.-
Antalya Milletvekili Mehmet Günal’ın, Antalya ilinin Çıralı bölgesinde çevreyi
ve tabiatı koruyan bir yapılanma olması dileğine ilişkin açıklaması
BAŞKAN – Sayın Günal…
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan ayrıldı bu arada, siz
“Ayrılmaz.” dediniz ama: Kendisine küçük bir şey iletecektim: Çıralı vakasına
el koymasından dolayı teşekkür ediyoruz.
Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız
burada, kendisi konunun takipçisi olacağını söyledi, ama burada Orman
Bakanlığına bağlı birimlerin onayı var, ilgili işletme şefliğinin ret kararı
var, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı kurulun ret kararı var ve yine Millî
Parklar Genel Müdürlüğünün ret kararı var. En son onay veren kurulun içerisinde
orman bölge müdür yardımcısı, il müdür yardımcısı komisyon başkanı. Yani
kurulun yapısı değişince bir anda onay çıkmış, ona dikkati de çektik. İnşallah,
Kültür ve Turizm Bakanımızın da destekleriyle orada oraya yakışır, çevreyi,
tabiatı koruyan bir yapılanma olur ve rahatsız etmeden, yapılaşma aşırı olmadan
yapılırsa biz de kendilerine teşekkür edeceğiz Çıralı halkı adına, Antalyalılar
adına.
Çok teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Şandır…
(x) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe
olmayan kelimeler ifade edildi.
3.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Trabzon ilinin
kurtuluş yıl dönümünü Milliyetçi Hareket Partisi camiası adına kutladığına
ilişkin açıklaması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Ben de şahsım ve Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu ve camiası adına Trabzonluların bu özel gününü kutluyorum.
“Kurtuluş Günü” demek uygun değil, Trabzon halkına hakaret olur, Trabzon’da
yaşayan insanlarımıza. Çünkü yurdumuzu işgal etme cüretini gösterenleri
yurdumuzun her bölgesindeki insanımız, bağımsızlığına, egemenliğine, namusuna
sahip çıkarak düşmanları yurdundan atmıştır. Bu bir zafer günüdür, zafer günü
olarak kutlanmasını her defasında teklif ediyorum. Buradan da tüm
Trabzonluların bu zafer gününü Milliyetçi Hareket Partisi camiası adına
kutluyorum, tüm şehitlerimize de rahmetler diliyorum, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları
vardır.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin
üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
VII.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır ve 20 milletvekilinin, ülkemizdeki kıyı illeri
arasında deniz taşımacılığının geliştirilmesi ve dünya ülkeleri ile rekabet
edilebilmesi için yapılması gerekenlerin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/161)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
"Ülkemizdeki kıyı illeri arasında,
deniz yolcu ve yük taşımacılığının geliştirilmesi ve dünya ülkeleri ile rekabet
edilebilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi" amacıyla,
aşağıda belirtilen gerekçelerle Anayasa'mızın 98'inci, Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün 104'üncü ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması
açılmasını arz ve teklif ederiz.
Gerekçe
Ülkemiz, dünya deniz taşımacılığının %
30'unun gerçekleştirildiği Akdeniz havzasında 3 tarafı denizlerle çevrili bir
konumdadır. Karadeniz'den açık denizlere açılan İstanbul ve Çanakkale boğazları
ülkemizin hâkimiyeti altındadır.
Türkiye'nin kara sınırlarının uzunluğu
2.875 km, adalar dâhil sahil uzunluğu 8.333 kilometredir. Sahile kıyısı olan
illerimizin sayısı 28'dir ve bu illerde toplam nüfusumuzun % 54'üne karşılık
gelen 39.253.282 kişi yaşamaktadır.
Bütün bu verilere bakıldığında
ülkemizin denizcilik ülkesi olduğu düşünülse de, gerçekte ülke nüfusunun çok
azı denizcilikle ilgilenmektedir. Diğer yandan, nüfusu ülkemiz nüfusundan daha
az olan komşu ülkelerin dünya deniz taşımacılığından elde ettiği payın çok
altında bir paya sahiptir. Günümüzde dünya ticaret hacminin % 90'ı deniz
yoluyla yapılmaktadır. Bu durumda gemicilik sektörü dünya ticaretinin bel
kemiğini oluşturmaktadır. Türk sahipli deniz ticaret filosu, 1.156 adet gemi ve
15,3 milyon DWT ile dünya deniz ticaret hacminden % 1 civarında bir pay almaktadır.
Dünya denizcilik ticaretinden elde edeceğimiz ilave bir pay, denizciliğin iş
hacmi parasal olarak çok yüksek değerlerle ifade edildiğinden, ülke ekonomisine
önemli katkılar sağlayacaktır.
Denizcilik sektörünün gelişmesi, bu
sektörün yedek parça ve tersane gibi yan dallarının gelişmesine tesir edecek,
dolayısıyla istihdama katkı sağlayacaktır.
Deniz yolu ile yolcu ve yük
taşımacılığı, yol yapım ve bakım masrafları olmaması sebebiyle diğer ulaşım
vasıtalarına nazaran daha ucuzdur. Diğer bir avantajı da bir defada çok sayıda
yolcu ve binlerce ton ağırlığındaki yük uzak mesafelere taşınabilmektedir.
Ülkemizde yolcu taşımacılığı
İstanbul-Karadeniz, İstanbul-İzmir, İstanbul-Bursa (Mudanya), İstanbul-Yalova,
İzmir-Akdeniz, İzmir-İtalya gibi belli başlı hatlar dışında pek ilgi
görmemektedir.
Nüfusumuzun % 50'den fazlasının deniz
kıyısında veya denize kıyısı olan şehirlerde yaşadığı düşünüldüğünde,
potansiyel bir yolcu varlığı, ülkemizde deniz yolcu taşımacılığı sektörüne
yapılacak yatırım için itici bir güç oluşturmaktadır. Taşımacılığın ucuz ve
diğer aşıma vasıtalarına göre daha ucuz olacağından tercih edilme şansı da
yüksek olacaktır.
Ülkemize bir yılda gelen turist sayısı
25 milyonun üzerindedir. Turistlerin büyük çoğunluğu tatillerini, Akdeniz ve
Ege bölgesindeki turistik yörelerde geçirmektedir.
Güvenli ve yorucu olmayan bir yolculuk
sebebiyle, ülkemize gelen turistler için de iller arasında deniz yolu ile
seyahat bir tercih sebebi olabilecektir. Turizm açısından ise, tur programlarına dâhil edilen yeni bir pazarlama ürünü ortaya çıkacaktır.
Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarında
Atatürk'ün "En güzel ve coğrafi vaziyette ve üç tarafı denizlerle çevrili
olan Türkiye, endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri denizci millet
yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifade etmeyi bilmeliyiz.
Denizciliği, Türk'ün büyük millî ülküsü olarak düşünmeli ve onu kısa zamanda
başarmalıyız" sözünün çok uzağında olduğumuz da bir gerçektir.
Tüm bu sorunların sebepleri ve
sonuçlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98'inci, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis
Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.
1) Mehmet Şandır (Mersin)
2) Ali Uzunırmak (Aydın)
3) Mehmet Erdoğan (Muğla)
4) Alim Işık (Kütahya)
5) Ali Öz (Mersin)
6) Seyfettin Yılmaz (Adana)
7) Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
8) Sümer Oral (Manisa)
9) Zühal Topcu (Ankara)
10) Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
11) Bülent Belen (Tekirdağ)
12) Ahmet Duran Bulut (Balıkesir)
13) Necati Özensoy (Bursa)
14) D. Ali Torlak (İstanbul)
15) Celal Adan (İstanbul)
16) Oktay Öztürk (Erzurum)
17) Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
18) Erkan Akçay (Manisa)
19) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
20) Atila Kaya (İstanbul)
21) Emin Çınar (Kastamonu)
2.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır ve 19 milletvekilinin, özel dershanelerin yarattığı
fırsat eşitsizliğinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/162)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Özel dershanelerin yarattığı fırsat
eşitsizliğinin araştırılması ve alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis
araştırması komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.
Gerekçe:
Eğitim sistemimiz içinde var olan
arz-talep dengesizliği ilköğretimden ortaöğretime ve ortaöğretimden
yükseköğretime geçişte, seçme ve yerleştirme sınavlarını zorunlu kılmaktadır.
Eğitim sistemimizin bir sonucu olarak,
merkezî yerleştirme sınavlarında daha başarılı sonuçlar alabilmek için veli ve
öğrencilerin özel ders talebi, özel dershaneler, özel ders verenler ve hatta
kaçak özel dershaneler tarafından karşılanmaktadır.
Bir üst eğitim kademesine geçiş için
sınav bulunmayan birçok ülkede özel dershaneler ve benzeri kurumlar yokken,
merkezî seçme ve yerleştirme sınavı yapan ülkelerde özel dershaneler daha
yaygın olarak bulunmaktadır.
Son yıllarda üniversite sınavına 1
milyon 500 bin civarında aday başvurmuş, bunların ancak üçte biri (1/3)'ni oluşturan sayıda öğrenci bir eğitim kurumuna
yerleştirilmektedir. Ortaöğretim kurumları seçme sınavına giren 1 milyona yakın
adayın ise, ancak dörtte biri ortaöğretim kurumuna kayıt yaptırmaya hak
kazanabilmektedir.
Rakamlar göstermektedir ki,
yükseköğrenim görmek isteyenlerin ancak yüzde 35'ine, kaliteli okullarda
öğrenim görmek isteyen ilköğretim öğrencilerin ise yüzde 25'ine bu imkân
sağlanabilmektedir.
Ülkemizde sayılan 4.000'e yaklaşan özel
dershanelerde 60 bini aşkın öğretmen ve 20 bin personel çalışmaktadır. Özel dershanelere
bir milyondan fazla öğrenci devam etmektedir.
Özel dershanelere devam eden bir
milyondan fazla öğrencinin ortalama 2.000-2.500 TL'lik ödeme yapması, yıllık
2-2,5 milyar TL'lik bir sektör oluşturmaktadır.
Dershaneler öğrencilerimizi sınavlara hazırlamanın
yanında, eğitimin niteliğini yükseltmekte ve örgün eğitimi desteklemektedir.
Hatta neredeyse temel eğitime alternatif kurumlar hâline gelmişlerdir.
Özel dershaneler, paralı eğitim
yapmaları nedeniyle, eğitimde fırsat eşitsizliği yaratan kurumlar olarak
değerlendirilmektedir. Dershaneye giden öğrencilerin, gitmeyen öğrencilere
oranla çok daha başarılı olduğu kanaati ve olgusu, fırsat eşitsizliği iddiasını
güçlendirmektedir. Okulda verilen eğitimle çocuğunun sınav kazanamayacağını
düşünen velilerimiz, maddi imkânları yetersiz olsa bile, çocuklarını dershaneye
göndermenin bir yolunu aramaktadırlar.
Dershanelerin yarattığı fırsat
eşitsizliği, fakir aile çocuklarının iyi bir eğitimle iyi bir iş bulma ve
sınıflar arası geçiş imkânını da azaltmaktadır. Cumhuriyetimizin büyük
başarılarından biri olan eğitim yolu ile sınıflar arası hareketlilik, dershane
sistemi ile azalmaktadır.
Özel dershanelerin, başarılı
öğrencileri kanuni zorunluluk ve sosyal yardım amaçlı olarak ücretsiz ya da
düşük ücretle kabul etmesi, fırsat eşitsizliğini bir miktar azaltmakla
birlikte, ortadan kaldırmamaktadır. Yeterli eğitimi aldığı takdirde çok daha
başarılı olabilecek çocuklarımız, ailelerinin yeterli kaynağa sahip olmaması
nedeniyle heba olup gitmektedir.
Tüm bu gerekçelerle özel dershanelerin
yarattığı fırsat eşitsizliğinin araştırılması ve alınacak tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri
gereğince bir Meclis araştırması komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.
1) Mehmet Şandır (Mersin)
2) Ali Uzunırmak (Aydın)
3) Mehmet Erdoğan (Muğla)
4) Enver Erdem (Elâzığ)
5) Alim
Işık (Kütahya)
6) Seyfettin Yılmaz (Adana)
7) Ali Öz (Mersin)
8) Zühal Topcu (Ankara)
9) Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
10) Mehmet Günal (Antalya)
11) Mustafa Kalaycı (Konya)
12) Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
13) Oktay Öztürk (Erzurum)
14) D. Ali Torlak (İstanbul)
15) Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
16) Celal Adan (İstanbul)
17) Erkan Akçay (Manisa)
18) Atila Kaya (İstanbul)
19) Emin Çınar (Kastamonu)
20) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
3.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır ve 20 milletvekilinin, küçükbaş hayvan
yetiştiricilerinin sorunlarının ve bu sektörün bitmemesi için gerekenlerin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/163)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Anayasamızın 98. İçtüzüğümüzün 104. ve
105. maddeleri gereğince, ülkemizde artık bitme noktasına doğru hızlı bir
şekilde ilerleyen küçükbaş hayvan yetiştiricilerinin içinde bulunduğu zor ve
kötü ekonomik şartlar göz önünde bulundurularak küçükbaş hayvan
yetiştiricilerinin sorunlarının ele alınması, bu sektörün bitmemesi için
gereken önlemlerin ve çözüm önerilerinin belirlenmesi amacıyla bir araştırma
komisyonu kurularak konunun tüm boyutlarıyla araştırılmasını saygılarımızla arz
ederiz.
Gerekçe
Tarımın ve özellikle hayvancılığın
ülkelerin ekonomisinde ve diğer ülkeler nezdindeki prestiji
açısından ne kadar önemli olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Tarım ve
hayvancılık alanında kendi kendine yeten ülkelerin dışa bağımlı olmaktan
kurtulmaları, bağımsız bir ülke olmanın vazgeçilmezidir.
Özellikle kırsal bölgelerde yaşayan
vatandaşlarımızın geçim kaynağı olmaktayken artık bugünlerde ortadan kalkmaya
başlayan küçükbaş hayvan yetiştiriciliği konusunun çok yönlü olarak mercek
altına yatırılması gerekmektedir.
Bir zamanlar ülkemizde tarım ve
hayvancılıkla uğraşan nüfusun yüzde 70’ler seviyesinde olduğu göz önüne
alınırsa bugün hayvancılık ve tarım bitme aşamasına gelmiştir.
İleri seviyedeki ülkeler hayvancılık ve
tarıma hak etiği değeri vermektedirler. Tarım ve hayvancılığı gerektiği gibi
kullanmak zorundayız. Tarım ve hayvancılığı ihmal ederseniz, maalesef bugün
olduğu gibi dışarıya bağımlı hâle gelmeye başlarsınız.
Günümüzde ülkelerin gelişmişlik
düzeylerinin belirlenmesinde kullanılan önemli kriterlerden
birisi de kişi başına tüketilen hayvansal ürünler miktarıdır. İnsanoğlu her kg
ağırlığı için günlük 1 gr protein tüketmelidir. Bunun da en az 1/3’ü hayvansal
kökenli proteinlerden karşılanmalıdır. Gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen
protein miktarı 102 gr ve bunun 70 gr’ı hayvansal kaynaklı proteinlerdir.
Ülkemizde ise kişi başına 84 gr protein düşmesine karşın bunun yalnızca 17
gramı hayvansal kaynaklı proteinlerdir.
Son yıllarda hemen hemen tüm
bölgelerimizde küçükbaş hayvan varlığımız bir yandan azalmaya devam ederken,
diğer yandan da türlerin oransal dağılımında koyunculuğun payı giderek
azalmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında koyun varlığı, hayvan varlığımızın yaklaşık
%53'ünü oluştururken, son yıllarda bu oran %80'lere çıkmış, daha sonra tekrar
%50'lere düşmüştür.
Koyunlardan elde edilen etin toplam et
üretimindeki payının 1985 yılında %33,90'a çıktığı görülmektedir. Ancak daha
sonraki 10 yılda bu oran yaklaşık yarı yarıya azalarak %16,46'ya gerilemiştir.
Süt üretiminde de benzer azalmalar olmuştur. Yapağı üretiminde 1985 yılında
hayvan kesimlerinin en üst düzeye çıkarılmasıyla bir azalma, daha sonra artış
gözlenmektedir. Bu rakamlardan açıkça görülmektedir ki, toplam et ve süt
üretimi içerisinde koyunculuğun payı giderek azalmaktadır. Bu azalma 1985-1995
yılları arasında daha da belirginleşmiştir.
İçinde bulunduğumuz dönemde ise yirmi
yıl öncesine göre koyun, keçi sayısı %50'nin altına düşmüştür.
Koyun varlığımızın sayıca azalmasına
karşın yıllarla birlikte ülke nüfusunun arttığını göz önüne aldığımızda, koyun
ve keçi yetiştiriciliğinin mutlaka geliştirilmesi gerektiği anlaşılır.
Ülkemizde koyunculuğumuza ait bugünkü
genel yapıda; hem devletimize, hem bu işin bilimi ile uğraşan kişi ve
kuruluşlara ve hem de yetiştiricilerimize önemli görevler düşmektedir.
Özellikle keçi yetiştiriciliğinin
birçok yerde yasaklanması, daha önceleri keçi yetiştiriciliği ile dünyada
meşhur olmuş bazı keçi cinslerinin ortadan kalkmasına sebep olacak hâle
gelmiştir.
Yeni nesil Ankara keçisini, sadece
parklarda heykellerini görerek tanımaktadır.
Küçükbaş hayvancılığın; kırsaldan
şehirlere göç gibi, mevcut meraların kullanım yanlışlıkları gibi, kış
mevsiminde yem fiyatlarının pahalılığı gibi, hatta yeterince ehil çoban
bulamama gibi, hükûmetin yerli üreticilere gereken desteği vermeyip et
ithalatına yönelmesi gibi sorunların bir an önce incelenmesi, alınacak
tedbirlerin ve çözüm önerilerinin, yüce Meclisimizce tespiti amacı ile Meclis
araştırması açılması yerinde olacaktır.
1) Mehmet Şandır (Mersin)
2) Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
3) Ali Uzunırmak (Aydın)
4) Mehmet Erdoğan (Muğla)
5) Seyfettin Yılmaz (Adana)
6) Ali Öz (Mersin)
7) Alim
Işık (Kütahya)
8) Zühal Topcu (Ankara)
9) Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
10) Ahmet Duran Bulut (Balıkesir)
11) Bülent Belen (Tekirdağ)
12) Sümer Oral (Manisa)
13) Necati Özensoy (Bursa)
14) Oktay Öztürk (Erzurum)
15) Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
16) Atila Kaya (İstanbul)
17) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
18) Emin Çınar (Kastamonu)
19) Erkan Akçay (Manisa)
20) Celal Adan (İstanbul)
21) D. Ali Torlak (İstanbul)
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak
ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası
geldiğinde yapılacaktır.
Alınan karar gereğince sözlü soru
önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Sayın Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş,
Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın
Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Sayın Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli
Milletvekili Sayın Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir
Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş,
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı:
156)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan, İslam Konferansı
Örgütü Şartının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
2.- İslam
Konferansı Örgütü Şartının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/443) (S. Sayısı: 85)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında
İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız.
3.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük
Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/414) (S.
Sayısı: 76)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4’üncü sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Sağlık ve Tıp
Endüstrisi Alanlarında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız.
4.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Sağlık ve Tıp
Endüstrisi Alanlarında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/456) (S.
Sayısı: 161)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
5’inci sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında
UNDP-İstanbul Uluslararası Kalkınmada Özel Sektör Merkezinin (IICPSD) Kuruluşu
ile İlgili Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
5.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında
UNDP-İstanbul Uluslararası Kalkınmada Özel Sektör Merkezinin (IICPSD) Kuruluşu
ile İlgili Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/511) (S. Sayısı: 119)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
6’ncı sırada yer alan, Çoğaltılmış
Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
6.-
Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128) (x)
BAŞKAN – Hükûmet? Burada.
Komisyon? Burada.
Komisyon raporu 128 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, alınan karar
gereğince bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi
kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde
görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.
Tasarının tümü üzerinde söz isteyen
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Sırrı
Süreyya Önder, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın
Zuhal Topcu, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın Nur Serter; şahısları adına İzmir Milletvekili
Sayın Mustafa Moroğlu, İstanbul Milletvekili Sayın
İsmet Uçma.
İlk söz, Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Sırrı Süreyya Önder’e aittir.
Buyurun Sayın Önder, süreniz yirmi
dakika. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli üyeler; yasanın bu hâli önemli bir güncelleme
içermektedir. Komisyonda muhalefet partilerinin verdiği değişiklik önergeleri
de, itirazlar da kısmen dikkate alınmıştır. Bu anlamda çağın gereklerine dönük
bir derleme amacı taşıyan bu yasayı genelde olumlu bulduğumuzu belirterek
başlamak istiyorum.
Kültür, doğada var olanın üzerine bizim
eklediğimiz şeylerin tümüne deniyor, malum, bunların tümünün toplamıdır. Bu
anlamda geldiğimiz noktada bu vesileyle ne durumdayız ona dair bir şeyler
söylemek istiyorum. “Bizim eklediğimiz şeylerin tümüdür.” dedik. Bu anlamda,
aslına bakılırsa, bir koruyuculuk ve kollayıcılığa
ihtiyaç yoktur. Sadece alanın gerekliliklerini düzenleme ile sınırlı olmalıdır
devletin bu konudaki katkısı fakat bizde bu iş böyle görülmüyor ve bu
söyleyeceklerim de sadece mevcut Hükûmetle sınırlı değil, cumhuriyetin
kuruluşundan beri bizde kültür genellikle bir angarya olarak görülür, Sayın
Bakan kusura bakmasın.
Bir angarya olarak görülür çünkü bir oksimoron durum var, “Kültür ve Turizm Bakanlığı”
deniliyor, birbirinden oldukça uzak iki alan bir bakanlığa emanet ediliyor.
Bunun ne kadar vahim olduğunu anlamak için şöyle düşünebiliriz: “Kültür ve
İçişleri Bakanlığı” dediğinizde ne kadar alakasız duruyorsa “Kültür ve Turizm”
denildiğinde de o kadar alakasız duruyor. Her biri kendi içinde son derece
önemli iki alandır ve başta kültür, bir başka alanla birlikte bir bakanlığa
emanet edilmeyecek kadar önemli bir alandır. Ona rağmen…
Bu vesileyle bir sinema yasası çıkarma
ihtiyacı vardır. Hâlen ülkemizde bu bir yasal düzenlemeye kavuşmamıştır. Hâlen
hem yasal mevzuatta hem toplum algısında ücret ve telif ayrımı birbirine
karıştırılmaktadır. Sanatçılar, bu anlamda telif ile iş yapan insanlar büyük
sıkıntılar içerisindedir. Yiğidi öldürmeden önce hakkını verelim. Sayın Kültür
Bakanımız bu meseleye duyarlılık göstermektedir. Bütün diğer siyasal
partilerden ve temsilcilerinden de bunu bekliyoruz, bir müşterek çalışmayla bu
ülkeye bir sinema yasası kazandıralım ve telif ile ücret arasındaki ayrımı
yasal güvencelere kavuşturalım. Daha önce bir denemesi olmuş fakat “1995
yılından önceye geçerli değildir.” gibi bu Meclis garabet bir şeye imza atmış.
Niye 1995 yılından öncesine geçerli değil? O zaman televizyonlara en büyük üretimi
yapan firma bu filmlerin kullanım hakkını neredeyse kiloyla alarak elinde bulunduruyordu
ve sanatçılara, senaristlerine, müzik yapımcılarına, yönetmenlerine,
yapımcılarına tek kuruş ödemeden televizyonlarda döndürüyorlardı, buna halel
gelmesin diye. Bu konuda Sayın Bakanın da iyi niyeti ve verdiği
sözler var, diğer siyasal partiler olarak da bu konuda bir görüş birliği
sağlarsak ülkemiz bir sinema yasasına kavuşur. Ben de gelecek dönem
meslektaşlarımın yanına gittiğimde söyleyecek sözüm, bakacak yüzüm olur.
(x) 128 S. Sayılı Basmayazı
tutanağa eklidir.
Diziler, filmler, televizyonlar
demişken bir başka meseleye de dikkat çekmek istiyorum: Sayın CHP Milletvekili
Nur Serter’le bizim televizyonlarda ve yazdığım yazılarda birçok kez yoğun,
ağır tartışmalarımız olmuştur. Muhtemelen dünya görüşlerimizi bir alt alta
yazsak, buluşacağımız kesişen bir koordinat bulmamız mümkün değildir ama ona
büyük bir ahlaksızlık yapılmıştır. Bu ahlaksızlığı buradan teşhir etmeyi ve
kınamayı da bir boyun borcu olarak görüyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Çünkü
demokrat olmak iddiasında olan insanların tutarlı olmak gibi bir kaygılarının
olması gerekiyor. Aynı tutarlılığı Sayın Nur Serter’e de bu vesileyle
diliyorum.
Şimdi, bir televizyon dizisinde bir
karaktere bir kadın milletvekilinin adını vermek, seks işçiliğiyle geçinen bir
karaktere bir muhalif milletvekilinin adını vermek hani “zevzekliktir” desem
durumu karşılamayacak, hafif kalacak ama bu cüreti nereden buluyorlar? Şu: Bir, yetersizlik. Yani siz böyle bir ucuzluğa tevessül
ettiğinizde sanatsal bir altyapıya sahip değilsiniz demektir. Nur Serter’in
sahip olduğu ideolojik zihniyet ve onun kodları bir sanat eserinde kıyasıya
eleştirilebilir, hatta mahkûm edebilirsiniz bunu ama direkt o karaktere onun
adını vermek sizin zihinsel kodlarınızı ele verir, bir; bu konuda ne kadar
zavallı ve sefil olduğunuzu gösterir, iki.
Peki, niye böyle yapıyorlar? Bu
Hükûmetin zamanında, bu Hükûmetin bakıyoruz on senelik icraatına, bir tane
kültür insanı yetiştirebilmiş mi, onunla anıyorlar mı kendilerini? Bir tane
sanatçı var mı, bu sanatçıya biz el verdik, bu sanatçı bizim zamanımızda ve
bizim dünya görüşümüzle haşır neşir oluyor. İşte böyle
de evrensel ya da –vazgeçtim- Türkiye ölçeğinde böyle bir şey…
Ben, bakıyorum, sayın vekiller, iki
tane üretiminiz var. Biri bal firmaları. Bugün televizyonlarda
nereyi açsanız bal firmalarından geçilmiyor. Diğeri de inşaat firmaları. Hangi
gazeteyi açsanız yani göze gözüken en fazla üretim bu. Balı getiriyorlar
Çin’den 7 liraya, 25 liraya… Üstelik, gelen balın
niteliği de bir hayli su götürür! Bizim ülkemizde doğal yollarla elde edilen ve
100 lira civarında bir paraya satılan balı, kilosunu 25 liradan piyasaya
sürüyorlar ve bütün televizyonlar bunların işgali altında. 7 lira kabaca
maliyeti olan bir şeyden, düşünüyoruz, aradaki 18 lira bu kadar yoğun reklamın
da bir açıklaması aslında. Onun dışında bir de inşaat firmaları var. Ortalık rantlardan geçilmiyor. İsimlerini söyleyip reklam yapmak
istiyorum.
Peki, bu kifayetsiz adamlar şunun
farkında değiller, bu iktidarın yarattığı zenginler: Siz daha henüz zengin
değilsiniz, bu televizyonun sahibi de böyle. Sahip olduğu yayın grubu için de
bunu söylüyorum. Devre mülk tapusu var sizin bu iktidarla kayyum. Bu ülke böyle
çok zengin gördü ama hiçbirinin tapusu olmadı, hep devre mülk kullanım hakkına
sahip oldular, geldikleri hükûmetle gittiler. Yarın siz de gideceksiniz,
akıbet, yaptığınız ayıplar bir utanç lekesi olarak sizin alnınızda asılı
kalacak. “Kültür” dedik, “televizyon” dedik biraz daha devam edelim o alandan.
Bir halk -sadece Nur Serter değil bunun mağduru- televizyon dizileri eliyle
sürekli aşağılanıyor. Ortalığı töre canlar kapladı. Bunlar, sürekli,
bakacaksınız aksanı Kürt olan, Kürtçe olan bütün karakterler dünyada en
namussuz, en alçak, en arsız, en uğursuz işleri yapıyorlar. “Töre” dedin mi
vuran adam Kürtçe konuşuyor, Kürt aksanıyla konuşuyor, “hırsız” dediğinde Kürt
aksanıyla konuşuyor, “uğursuz” dediğinde Kürt aksanıyla konuşuyor. Bir halkı bu
kadar aşağılamaya hiç hakkınız yok. Mesela Sayın Serter’in de bu konuda büyük
yüksek bir duyarlılık göstermesini beklerim bu vesileyle.
Daha düne kadar nasıl başörtülü
insanlar karikatür tiplemeler olarak gösteriliyordu ve biz buna ya da kendi
adıma söyleyeyim ben buna o zaman da isyan ve intizar ediyordum, bugün aynı
şekil Kürtler başta olmak üzere, kadınlar başta olmak üzere bilcümle
ötekileştirme, aşağılama tahfif etme kol gezmekte. Eş cinseller de yine aynı
şekilde bununla bir karton tipleme yapılmış bu milletin algısında sadece ya
aşağılamak ya eğlenmek için gösteriyorsunuz. Diğer etnisiteler
de böyle. Baktığınız zaman Ermeni hain, Yahudi tefeci, Çerkez hain ve böyle
uzar gider yani bunlara biz bu tür nefret suçlarına varan şeyler için bir
düzenleme getirmiştik, Sayın Ertuğrul Kürkçü konuşmuştu bu tür nefret suçlarına
dair. İktidar ve muhalefet el birliğiyle reddettiniz, hiçbir ajitasyon
yapmadan o yasa taslağını tekrar bir okumanızı ve neye hayır dediğinizi bu
vesileyle tekrar görmenizi diliyorum.
“Kültür” deyince sayın arkadaşlarım,
dil bundan ayrı bir şey değildir. Malumunuz, dün UNESCO’nun “Dünya Ana Dil Günü”ydü ve dünyada tükenmekte olan, kırılgan olan,
tükenmiş olan dillerin bir şekilde ihyasıyla, var olanın da korunmasıyla
uğraşmak için Birleşmiş Milletlere bağlı bu teşkilat böyle bir karar almış ve
52’den beri de uyguluyor. Bunun bir de bizim ülkemizde bir millî komisyonu var:
UNESCO Millî Komisyonu. Bunların bir de İnternet siteleri var, faaliyetlerini
oradan duyuruyorlar. Akademisyenler, bakanlık mensupları -Dışişleri mensubu
olduğunu biliyorum, Millî Eğitimden sanırım bir personel var- sivil toplum
olarak bir tek ÇEKÜL Vakfından birisi var yönetiminde. Bu Millî Komisyonun
sitesine giriyoruz, Dünya Ana Dil Günü’yle ilgili ne var? Şu var -ben konuşmayı
yapmadan önce baktım- “13 Şubat Dünya Radyo Günü” anonsu var şeylerinde,
UNESCO’nun saptadığı dillerde. Niye? Zülfüyâre
dokunur çünkü! “Ana dil” dediniz mi, maazallah, bu ülkede hâlen daha, gelip
geldiğimiz noktada, bir halkın ana dilinin medeni mi barbar mı olduğu
tartışılıyor, ne kadar üzücü. Bu, çekip onu alnından vurmaktan daha ağır bir
şeydir. Birazcık empati yeter. Biri gelse, buradaki
Türk milletvekillerine “Ya, sizin diliniz medeni mi, barbar mı?” ya da “Medeni
bile değil.” deseler ne hissedecekseniz, Kürtler de kendi dillerinin barbarlık
kat sayısının ya da medeniyet kat sayısının incelenmesinde, soruşturulmasından
bu kadar rahatsızlık hissediyorlar, bunu bilesiniz.
Ana Dil Günü dolayısıyla, bu ülkede
başta Kürtçe olmak üzere Çerkezce, Zazaca, Gürcüce ve
kırılgan olan, tükenmeye yüz tutan -bunun ölçüsü de yüz yıl sonra bir çocuk bu
dili konuşacak mı gibi bir noktadan yola çıkar- bu anlamdaki bütün dillere ve
bu dilleri konuşan insanlara buradan saygılarımı ve tebriklerimi iletiyorum.
Dedik, kültür… Hükûmetin kültür
meselesindeki bakışı sorunlu, bu konuda Sayın Kültür Bakanından başka elimizde dokunur
hiçbir şey yok, gerçekten yok ve bu acı bir şey, bunu polemik
olsun diye söylemiyorum.
Nemrut Dağı meselesi var. Sayın
Aslanoğlu burada değil değil mi? Malatyalılara biraz
dokunalım, Aslanoğlu buradaysa daha ölçülü konuşayım!
Şimdi, Malatya Nemrut Dağı’na talip
oldu. Bu aşağı yukarı epey bir zamandır yürütülmekte olan bir kampanya. Ben bu tür tarihî ve kültür mirası sayılan ki 87’de dünya mirası
listesine alınmıştır -bizim ülkemizdeki millî komisyonu saymazsak- UNESCO
tarafından, bunun insanlığın ortak malı olduğunu düşünürüm fakat Malatya buna
gözünü dikmiş, sanki böyle baktığınız zaman çok büyük bir kültürel bilince
sahip, böyle bir bilinç ve şuur oluşmuş bir kent gibi bu Nemrut’un peşini
bırakmıyor.
Arkadaşlar, çok değil, bundan dört-beş
ay önce… İki tane Malatya’yla ilgili olay söyleyeceğim, burada AK PARTİ
Adıyamanlı vekilleri, başta Grup Başkan Vekili olmak üzere kınıyorum, Salih
Fırat olmasa, CHP Milletvekili olmasa bu meseleyi burada kimse dile getirmiyor.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Nemrut üzerine
siyaset yapmıyoruz, Adıyaman’ındır.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) –
Adıyaman’ınsa çıkıp söyleyeceksiniz buradan. Adıyaman’ınsa söyleyeceksiniz.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Adıyaman’ındır, Adıyaman’ın.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Bak,
elinizden alırlar, memlekete gidecek yüzünüz kalmaz!
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Tapusu
Adıyaman’ın.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) –
İnsanlığın ortak mirasıdır. Peki, Malatya ne yapıyor? Bundan önce geç tarihteki
bir örneği söyleyeyim. Dört-beş ay önce bir şarkı grubu, yabancı… Böyle sokak
çalgıcıları vardır arkadaşlar, bunlar dünyayı gezerler.
Veli Ağbaba
da buradaymış, onu unuttum!
Şimdi, bakın “Malatya zabıtası sokak
çalgı grubu” diye YouTube’tan arayın ortaya çıkan
ibretlik manzarayı seyredin. Bu sokak çalgıcıları sokakta müzik yapıp ondan
sonra halkın himmetiyle yollarına devam edip dünyayı geziyorlar. Daha bunlar
çalgılarını çıkarır çıkarmaz zabıta tepelerine biniyor. İngilizce bilmedikleri
için zabıta aynen şöyle yapıyor arkadaşlar: Eliyle çalgı işareti yapıyor, sonra
böyle yapıyor. Malatya’daki yaklaşım bununla sınırlı. İngilizce
bilmemesi ayıp değil ama İngilizce bilen bir arkadaşı yanınıza alır gidersiniz.
Ardından, halka, zabıta bunları niye kovduklarını anlatıyor. Diyor ki: “Ya, kalabalık
toplanır, maazallah.” Bu benim uydurmam da değil, iftiram da değil, YouTube'da, Facebook'ta açarsanız bunu, böyle, olduğu gibi
görürsünüz. Adamların çalgılarını apar topar “Maazallah, ya kalabalık
toplanırsa.” diye derdest ettiler gönderdiler. Aynı Malatya Belediyesi, AK PARTİ’li. Hadi diyelim ki zabıtaya bir savunma bulursunuz.
“Ya, ne yapalım işte, yeterli bilince sahip değil.” diye. Ermeni mezarlığında
Ermeni halkının kendi parasıyla yaptırdığı son dua mekânını tuttu Malatya
Belediyesi yıktırdı.
Şimdi...
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Başbakan
da yaptırdı.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) –
Başbakan...
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Daha iyisini
yaptırdı.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Bu
yazboz mu kardeşim? Önemli olan bir zihniyetin teşhiri. Önemli
olan...
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Daha iyisini
yaptırdı.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Daha
iyisini yapmak. İşte, bak, bu, “Biz yaparız.” anlayışı
bu ülkedeki bütün sorunların neşet ettiği ana gözdür. Onun yolu, ortak etmektir
arkadaşlar. Çağırırsın Ermeni’yi ortak edersin bu işe. “Ben yaparım.” lafı çok
kibirli bir laftır.
VELİ AĞBABA (Malatya) – “Yaparım.”
demiyor.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – “Daha
iyisini yaparım.” lafı çok daha kibirli bir laftır. Buyurun, siz kendiniz için
neyi münasip görüyorsanız onu yapın. Birinin size cami yaptırmasını ister
misiniz? “Ben bunu yıkayım, ben size daha iyisini yapacağım.” dese, Ahmet
Aydın, Allah’ını seversen doğru söyle “Adıyaman’da Ulu Cami’yi yıkacağım,
yerine size daha iyi bir cami yapacağım.” dese bir İngiliz nasıl tepki
verirsiniz?
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Devletin
inancı yoktur, devleti inançlarla ayırma.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Mahir
Bey, sen araya girme biz Ahmet’le konuşuyoruz.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Bana sataşma.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Devletin
inancı yoksa ona göre davranmak lazım ama şu an devletin inancı var.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Şimdi,
bu Malatya kalkmış diyor ki: “Nemrut’u bize zimmetleyin.” Olmaz. Siz önce
arkadaşlar, bakın, bu anlayışınızı bir içselleştirin yani bu anlayışı terk
edin; daha, başkalarının medeniyetini tartışacağınıza medeni ölçüleri siz
içselleştirin, ondan sonra size Nemrut’u kumuyla, taşıyla, harcıyla veririz,
alın hayrını görün ama bu anlayışla zor. Siz onu alır evlerin temeline ya da
değirmen taşı olarak o heykelleri kullanır bu anlayış, ben bunun filmini
yaptım.
Şimdi, sevgili arkadaşlar, bu kültür ve
sanat meselesinde bir kanayan yara daha var. Sayın Kültür Bakanı da buradayken
bu vesileyle sorayım. Bu ülkede birçok halkın türküleri, ninnileri, öyküleri
talan edildi. Kürtlerin binlerce türküsünü siz Kürtlere ait olduğunu bilmeden
dinliyorsunuz. “Cane,
cane, cane” dediğinde siz
bunu Türkçe bir türkü zannediyorsunuz.
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Ne fark eder?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Çok şey
fark eder. İşte, bu anlayışla işimiz zor “Ne fark eder?”
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Müziğin
evrenselliği var.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Öyle
değil, diliyle evresel. Evrensel dediğin öyle…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – …sen
alıp dilini talan edeceksin, yağmalayacaksın değildir. Kültür Bakanından ricam…
Sayın Başkan, bir dakika vaktim var mı?
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Canın
sağ olsun.
Kültür Bakanından ricamız bu halkların
tükenmeye yüz tutan türkülerini, sanat eserlerini, dillerini -bir tek Ahmedi Hani’den ibaret değil- yapılanın da hakkını verelim,
bunların da bir derleme için… Komşu, akraba ülkeler, kardeş ülkeler topluluğu
kuruyorsunuz, bu toprakların öz evlatlarının türküsüne, ninnisine hiçbir emek
vermiyorsunuz, yazıktır, günahtır, ayıptır.
Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Veriyoruz, veriyoruz.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Önder.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan,
3 defa ismimi zikretmek suretiyle özellikle Nemrut konusunda…
BAŞKAN – Buyurun iki dakika çünkü
epeyce sürecek gibi görünüyor.
IX.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.-
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya
Önder’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Çok teşekkür
ediyorum, çok sağ olun Sayın Başkanım.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan,
sataşma ile paslaşmayı ayırmak lazım.
BAŞKAN – Şimdi, devam edecek bu da,
bilgilendirecek, bilgilendirecek.
AHMET AYDIN (Devamla) – Sayın Şandır,
bir açıklama yapayım bir dakika.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bundan Hatay’a
pay çıkar, Hatay’a laf at, ben de konuşayım.
AHMET AYDIN (Devamla) – Yok. Hatay’a
gelmeyeceğim ben, Adıyaman’la sınırlı tutacağım.
Değerli arkadaşlar, tabii, öncelikle
şunu ifade edeyim: Bugün Dünya Ana Dili Günü. Ana dillerin yaşaması ve
yaşatılması konusunda AK PARTİ’nin sadece
söyledikleri değil eylemleri de ortada. Öncelikle, tabii bu dilin öğrenilmesi,
konuşulması, bu dille ilgili yayın yapılması ve hem TRT nezdinde televizyon
kanalı olarak hem de özellikle Kültür Bakanlığımız ilk kez yine bu dönemde Mem ü Zin’i Kürtçeye çevirdi.
Aynı zamanda, şimdi üniversitelerde artık Kürt dili ve edebiyatı bölümleri
açıldı. Bunlar çok güzel gelişmeler.
Bu dilin yaşaması, bu dilin yaşatılması
bizlerin arzusudur. Bu dil bizim de dilimizdir, benim de aynı şekilde dilimdir
ve bu dilin sonuna kadar da yaşaması, yaşatılması, bu kültürün yaşatılması için
AK PARTİ İktidarı olarak ne gerekirse yapmaya devam edeceğiz.
Tabii, Nemrut’la alakalı olarak Çok
Değerli Hemşehrim bazı ifadeler kullandı.
Değerli arkadaşlar, öncelikle şunu
ifade edeyim: Nemrut, dünyanın en yüksek açık hava müzesidir, 2.206 metre
yüksekliğinde bir açık hava müzesi. Güneşin en güzel doğup battığı yerdir. Çok
ciddi bir medeniyete ev sahipliği olan bir mekândır. Nemrut, aynı zamanda Dünya
Kültür Mirası Listesi’nde yer alan bir yer ve Adıyaman’ın da on beş turizm
kentinden biri olduğunu ifade etmek istiyorum.
Bütün bunlarla birlikte, Nemrut’un
tapusunun da Adıyaman’da olduğunu çok açık söylemek istiyorum. Bunun üzerinde
siyaset yapmak yerine, Nemrut’tan, Türkiye turizmi, Adıyaman olarak bizler ne
kadar istifade edebiliyoruz, hep bununla ilgili çalışma yapmamız gerektiğini
ifade ettik.
Sayın Bakanımızın da ben biliyorum ki,
masasının üzerinde sürekli Nemrut’la ilgili bir dosya var. Nemrut’un hem
korunması, hem gelecek nesillere aktarılması hem de turizm adına altyapısının
geliştirilmesi noktasında bize bugüne kadar da çok ciddi destek verdiler. Ben
kendilerine de Hükûmetimize de çok teşekkür ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
AHMET AYDIN (Devamla) - Nemrut’la
ilgili siyasi polemikleri de bir tarafa bırakalım
diyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın
Başkan, bir şeyi düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN – Bir dakika. Sırayla…
Sırayla gidiyoruz.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Yok,
yok. Sadece yerimden bir şeyi açıklamak istiyorum.
BAŞKAN – Yerinizden mi?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) –
Yerimden.
BAŞKAN - Buyurun.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) - Hemşehrimin bir yanlışla tutanaklara geçmesini istemiyorum.
Dünya Ana Dili Günü dündü, bugün değildir. Onun kayıtlara geçmesini istiyorum.
BAŞKAN – “Nemrut Adıyaman’ındır,
Adıyaman’da kalacak.” dedi yalnız.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan,
BAŞKAN - Sayın Ağbaba
buyurun.
VELİ AĞBABA (Malatya) - Bir bilgi
vereceğim sadece. Bilgi vermek için söz istedim.
BAŞKAN – Hayır, canım, ben size
veriyorum, şimdi Malatya’yı koruyacaksınız tabii ki. Sonra, şehre sokmazlar
adamı.
Size iki dakika süre; buyurun.
VI.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
4.-
Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Nemrut’un dünya
mirası olduğuna ve yıkılan Ermeni Mezarlığı’na ilişkin açıklaması
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkanım,
çok teşekkür ederim.
Tabii, ben önce Nemrut’la ilgili bir
iki şey söylemek istiyorum, daha sonra da Ermeni Mezarlığı ile ilgili söylemek
istiyorum.
Nemrut, değerli arkadaşlar; dünya,
insanlığın ortak mirasıdır, ortak malıdır. Buna böyle bakmak lazım.
Bir şeyi açık söylemek istiyorum, çok
içten söylemek istiyorum: Adıyaman, hem benim şahsen hem de Malatyalıların
kardeş kent gördüğü ve Malatya da binlerce Adıyamanlının yaşadığı bir kent. O
anlamda, Adıyamanlılarla ilgili bir sorunumuz olmadığını ve böyle çok kalpten
sevdiğimizi belirtmek istiyorum. Adıyamanlılar bizim kardeşimizdir,
dostlarımızdır.
Ancak bir şeyi belirtmek istiyorum:
Tabii, Nemrut’a yapılacak her yatırımın hem Malatya’ya hem Adıyaman’a yapılacak
her yatırımın da Nemrut’u büyüteceğine inanıyorum. Malatya’da bu otelle ilgili
Sayın Önder söylüyor ve haklı olarak da Adıyaman’a sahip çıkıyor. Çünkü
Adıyaman, bölgemizin en geri kalmış ve sadece Nemrut’la geçimini sağlamaya
çalışan bir kentimiz. Ama Malatya’ya yapılacak yatırım da Adıyaman’ı büyütür.
Bizim Pütürge bölgemize yapılacak yatırımın da Adıyaman’ı büyüteceğine
inanıyorum ben. Orada yapılacak her otel Adıyaman’a katkı verecektir; Nemrut’a
katkı verecektir. Bu anlamda Sayın Bakanımızın da böyle düşüneceğine inanıyorum
ben ve bu Adıyaman ile Malatya arasında Nemrut konusunda bir çekişme olmamasını
diliyorum. Bu, dünya mirası, dünyanın ortak malıdır; bunu belirtmek istiyorum.
Ayrıca, geçtiğimiz günlerde maalesef
Malatya, bir Zirve Yayınevi cinayetini üzerinden atmadan Ermeni Mezarlığı’nın
yıkılmasıyla karşı karşıya geldi. Bizim orada söylediğimiz şey şuydu: Ben
burada bir Malatya’ya mal edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Hakikaten de
bunun da Belediyenin değil, orada bir yanlışlıkla yıkıldığına inanıyorum ben,
Belediye Başkanının da açıklaması odur. Ama belediyenin temel görevi,
mezarlıkları yıkmak değildir. Belediyelerin temel görevi, hangi dinden, hangi
inançtan olursa olsun o mezarlıkları yapmaktır. Bu Ermeni’ydi, Müslüman’dı diye
hiç ayırt etmeden yapmaktır. Yani insanların kendi parasıyla yaptığı, yapılan
yerin yıkılmasını da buradan tekrar kınıyorum, açıklamalarımda da söyledim. Ama
belediyelerin, tekrar söylüyorum, görevi… “Yaparız” demiyor Belediye, Başbakan
da “yaparız” demiyor, Sayın Başbakan yapımı konusunda yardım istiyor…
Belediyenin temeli görevi, o Ermeni Mezarlığı’nı yeniden yapması lazım. (CHP
sıralarından alkışlar)
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın
Başkan, yerimden bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Şimdi, şöylece yapın; sizin sesiniz
gür, duyuluyor.
SALİH FIRAT (Adıyaman) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Bir saniye… Yalnız, bakın biz
bu işin sonunu alamayız. Bir Adıyaman bir de sizin partinizden Malatya’ya
verdik. Sizin zaten soru şeyiniz de var Sayın Fırat, uzatırsak bakın bu işi şey
yaparız yani rica ediyorum sizden…
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Sayın Önder, mikrofonu
açamayacağım, söyleyin tutanaklara geçsin.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Ağbaba, sosyal demokrat bir jargonda olmaması gereken bir
kavram kullandı, Adıyaman için “geri kalmış” dedi. Adıyaman geri kalmış
değildir, geri kalmışlık sosyal demokrat ve sosyalist literatürde
yoktur, “geri bıraktırılmış”tır.
BAŞKAN – Tutanaklara geçti.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın
Başkanım, Adıyaman geri bırakılmamıştır, Adıyaman, son derece modern yapılı,
yatırımların yapıldığı ve çevresindeki illerle makas farkını kapatan güzide bir
memlekettir.
BAŞKAN – Evet, teşekkür ederim, sağ
olasınız.
Mikrofonu açmayacağım, kalkın ayağa
söyleyin.
Yani tutanaklara geçsin diye. Ben şimdi
seçmenleriniz için size bu konuşmaları yaptırıyorum, normalde İç Tüzük’te yeri meri yok.
Buyurun Sayın Fırat.
SALİH FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Evet, son zamanlarda Nemrut’un
Malatya’ya ilhakı düşünülüyor, ancak biz artık Adıyaman ili olarak Adıyaman’ın
varlıklarının sömürülmesini istemiyoruz. Atatürk Baraj Gölü’nün suyu
Şanlıurfa’ya, Göksu’nun suyu Maraş ve Antep’e, Çat Barajı’nın suyu Malatya’ya…
Artık Nemrut’u da lütfen bıraksınlar, Adıyaman’la özdeşleşen bir tarihî
eserdir, Adıyaman’a kalsın.
Teşekkür ederim tekrar.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
6.-
Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128) (Devam)
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Zühal Topcu.
Buyurun Sayın Topcu.
(MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakika.
MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini
Derleme Kanunu Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış
buluyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.
İnsanlık tarihi boyunca bireyler ve
toplumlar hep daha iyiyi hedeflemişlerdir ve bunun için de eskiden beri gelen
birikimlerden faydalanmışlardır. Bu birikimlerden faydalanma ne düzeyde oldu?
Tabii ki onun tartışmasını bir tarafa bırakıyoruz ama bilim tarihi ve kültür
tarihi kitaplarına bakıldığında, bu faydalanmanın, gerçekten, insanlık tarihi
açısından yeterli düzeyde olmadığını da görmekteyiz.
Bu birikimlerden en önemlisi de kültür
ve kültürel varlıklardır. İşte, bu kültürel varlıkları oluşturan fikir ve sanat
eserlerinin toplumun bilgi ve yararına sunulması, arşivlenip korunması ve
gelecek nesillere aktarılması, ülkede çoğaltılan fikir ve sanat eserlerinin
derlenmesiyle mümkündür. İşte, bunların derlenmesinde, çoğaltılmasında en
önemli görev de gerçekten devlete düşmektedir. Devlet bunu ne kadar yapıyor?
Tabii, buna şu boyuttan da bakmak
lazım: Artık bir olaya tek perspektiften değil, çoklu perspektiften bakmak
lazım. Bunu eğer, yalnızca Kültür Bakanlığının sorumluluğunda bir olay olarak
veya bir eylem olarak, karar olarak aldığımızda bunun çok kısır ve yetersiz
olduğunu görebiliyoruz. Bütünsel perspektiften baktığımızda, bunun her bir
sektörü ayrı ayrı ilgilendiren boyutunun dikkate alınması gerektiğini de
söylememiz lazım.
Bunun için baktığımızda, burada bu
kararın alınmasının ötesinde bunun bir de sürdürülebilirlik boyutu var. İşte,
bu görevlerdeki “sürdürülebilirlik” kavramının aktif tutulması gerekiyor.
Sürdürülebilirliğin sürekli kılınabilmesi yetiştirdiğiniz nesle bağlı, gençlere
bu alanda kazandırılan formasyona bağlı.
Toplumun tüm kesimleri kültürel mirasın
yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılmasından sorumlu. Ama bu yaşatmayı ve
aktarmayı yapma düzeyindeki farkındalık hangi boyutta? Esas olarak bunun
tartışılması gerektiğini söyleyebiliriz.
Daha önceki konuşmacımızın
söylediklerine dikkat ettiğimizde ve yine kültür tarihi ve bilim tarihine
baktığımızda, insanlık tarihinden itibaren doğaya katılan veya topluma katılan
birçok değerden habersiz olduğumuz ve bugüne gelmediği de görülmektedir. Tabii,
burada bunların önemsenmediğini ve bireyler bazında da, yetiştirilen kişiler
bazında da bu önemsemenin verilmediğini düşünebiliriz.
Artık, uluslararası rekabette politika
ve ekonomiyi çevreleyen temel meseleler giderek daha fazla kültürel kavramlarla
izah edilmeye başlandı. Hiçbir kavram birbirinden farklı değil, birbirini
etkilemiyor değil, hepsi artık iç içe. Disiplinler arasında da sınırlar kalktı.
Sosyal yaşamın en önemli kısmını temsil eden ekonomik faaliyetler, çok çeşitli
normlar, kurallar, ahlaki yükümlülükler ve hep birlikte toplumu biçimlendiren
direkt alışkanlıklarla da sıkı sıkıya örülmüştür. Artık, ekonomik refahın
yaratılmasında da ağırlıklı olarak sosyal sermaye ve bir toplumun bireyleri
arasındaki güven ve saygı duygusu ve aynı zamanda iş birliği etkili olmaktadır.
Bu yaygınlığı oluşturabilmek için de kültürel değerlerin farkına varmak
gerekiyor ve vardırmak gerekiyor. Çünkü özellikle son günlerde gündemde olan
ifade şu hem siyasal bilimciler hem de sosyal bilimciler tarafından vurgulanan:
“Artık, toplumları ayrıştıran ideolojiler değil, toplumları ayrıştıran sahip
oldukları kültürel değerlerdir.” Eğer biz bunun farkında olan bir toplum isek
şekillendirmemizi buna göre yapmamız lazım, farkındalık düzeyini buna göre
yapmamız lazım ki kültürel değerlere, kültürel varlıklara, özellikle sosyal
dokunun önemli mihenk taşı olan bu yapıya çok önem vermemiz gerekmektedir.
Şimdi, buradan, bunun için diyoruz ki:
Artık, kültürel değerlerin değer temelli yaratıcı çözümler üretmede eğitim
kurumlarının öneminin ihmal edilmemesi lazım. Bir yerde, siz, Kültür Bakanlığı
olarak bunları toparlayabilirsiniz, derleyebilirsiniz. Ama şunun hiçbir zaman
unutulmaması gerekiyor ki: Bunları üretecek olan, bunları kullanacak olan
insanlar olduğu için temel problemin aslında insan yetiştirme sistemimizde
yattığını da görmemiz gerekmektedir.
Şimdi, baktığımızda, eğitim
kurumlarının ülke geleceğindeki rollerinin önemi tartışma götürmüyor. Fakat
özellikle son on yıldaki uygulamaya baktığımızda bunların plansız, sistematik
olmayan ve sürdürülebilir olmadığını görebiliyoruz. Özellikle son yıllarda, hem
gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde ve biz de tarihimize
baktığımızda birtakım kavramların artık eğitim sistemlerinde ve toplumsal
yapılarda ön plana çıktığını görebiliyoruz, bu ise kültürel ve sosyal
beceriler. Bu sosyal dayanışmayı, sosyal dokuyu güçlendirecek olan mihenk
taşları ki biz bunlara artık değerler diyoruz, kültürel değerler, bunların
yeşertilmesi gerekiyor. Bir yandan da, bunların yeşertilmesi gerekirken, Millî
Eğitim Bakanlığımızın yapmış olduğu uygulamayı detaylı olarak irdelediğimizde
gerçekten bu alanda çok büyük boşlukların yaşandığını da görebiliyoruz.
Millî Eğitim ilköğretim programlarında
öğrencilere kazandırılması gereken beceriler birkaç başlık altında toplanıyor.
Ben, bunları özellikle vurgulamak istiyorum:
Türkçenin doğru ve etkin kullanımı,
yaratıcı düşünce, iletişim becerisi, araştırma sorgulama, problem çözme, bilgi
teknolojilerini kullanma, girişimcilik ve eleştirel düşünme.
Şimdi, bunları incelediğimizde, gerçekten
çok büyük boşluğun olduğunu görüyoruz ve sistemin de bu boşluğu doldurmanın
ötesinde, bu boşluğu, bu açıyı gittikte açtığını da
görebiliyoruz.
Özellikle Türkçeyi doğru kullanmaya
geldiğimizde: Gençlerin kendi aralarında geliştirdikleri, hatta artık
cümlelerin tam olarak, kelimelerin tam olarak kullanılmasının ötesinde yalnızca
birkaç harfle ifadelendirilen yeni bir jargon dil
oluşturduklarını da görebiliyoruz burada ve buna herhangi bir olumlu yönde
müdahalenin yapılmadığını da görüyoruz.
Bir diğeri, “yaratıcı düşünce”
dediğimiz de aslında… Şu andaki eğitim sistemimiz öğrencilerdeki yaratıcı
düşünceyi öldürüyor ve köreltiyor. Çocuk okula gelene kadar gerçekten hayal
edebiliyor, düşünebiliyor ve hayalleriyle yaşarken okula geldikten sonra
çocukların zihinlerinin dikdörtgenleştiğine ve ancak
verilen örnekler ve müfredatlar çerçevesinde kendi zihinsel alanlarını
kurgulayabildiklerine şahit oluyoruz.
İletişim becerilerine geldiğimizde:
İletişim becerilerini kullanamamanın yani var olduğunu söylemenin ötesinde,
gerçekten, bir eğitimli, bir entelektüel birey olarak eğitim almış birinin
kendini ifade edemediğini, konuşurken meramını anlatamadığını çok rahatlıkla
görebiliyoruz, problemi çözmede problemin daha algılanmasında problemler
olduğunu görüyoruz.
Bilgi teknolojilerinin kullanılması:
Aslında burada biraz durup vurgu yapmak istiyorum. Özellikle eğitim sisteminde
bütün dünyada vurgulanan “öğrenci merkezli”, “insan merkezli” veya “çocuk
merkezli” dediğimiz bir sistem var. Bunu özellikle vurgularken bizim ülkemizde
bu sistemin tam tersine döndüğünü görebiliyoruz. Özellikle iki hafta önce
uygulamaya konan FATİH Projesi’nde bunu rahatlıkla görebiliyoruz ve artık bunun
çocuk merkezli, öğrenci merkezli sistemin yerine geçecek “iPad
merkezli eğitim” hâlini aldığını da rahatlıkla söyleyebiliriz. “Çocuk merkezli
eğitim” dediğimizde veya “insan merkezli” veya “öğrenci merkezli” dediğimizde
çocuğun, öğrencinin, o insanın, o yaş grubunun -hangi yaş grubuna hitap
ediyorsa- problemlerini çözmeye yönelik, gelişim düzeylerine uygun ve bir
sonraki aşamaya hazırlayacak olan bir yapıdan oluşması gerektiğini söylemek
istiyoruz. Ama bunlar dikkate alınmadığı gibi, şu anda
yalnızca günümüze kadar kullanılan bilgisayarların veya bilişim
teknolojilerinin kullanılmasının özellikle destek mahiyetinde olduğu bir
sistemden, artık bunların merkeze alındığı, artık, bilgisayarların nasıl daha
gelişmiş hâle getirileceği veya buradaki bu ihaleyi alanların nasıl daha zengin
hâle getirileceğine yönelik herhâlde bir sistem düşünüyoruz diye artık
zihinlerimize kocaman soru işaretleri geliyor. Bunların altyapısı
hazırlanmadan, bunların gerçekten eğitime veya öğretime yaptıkları olumlu
katkıları irdelenmeden… Ki birçok ülke bunların hâlâ, on beş, yirmi yıldır
araştırmalarını sürdürüyor. En son Amerika’da yapılan bir araştırmada -bu iki,
üç hafta önce yayınlandı- bunun, özellikle bilgisayarların eğitimdeki başarıya
çok fazla etkilerinin olmadığına yönelik sonuçlar alındı ve bu araştırmalar
hâlâ devam ediyor. Ülkemizde de bu
alanda birçok araştırma yapıldı, master veya doktora
tezleri hazırlandı. Bunlar dikkate alınmadan iPad
merkezli eğitime geçilmesi gerçekten insanı üzüyor.
Şimdi, buradan, bunların yanında…
Bunlar temel becerilerdi, bunları bir kenara bırakıyoruz, ikinci aşamaya
geçiyoruz ki bunların ne kadar verildiğini artık çok fazla tartışmıyoruz,
sürekli söylendi. PISA sınavlarının sonuçlarındaki ülkemizin hâlini tekrar
vermek istemiyoruz.
Ama,
bir diğer taraftan da değerler olarak alınan ve bunun gizli müfredatla
verilmesi gereken ve sosyal sermayeyi, kültürel sermayeyi güçlendirecek olan
bir değerler eğitim sisteminin de kurulması lazım. Eğer siz bunları verdiğiniz
takdirde, kültürel varlıkları hem üretebilir hem kullanabilir hem de
koruyabilir nesilleri yetiştirebilirsiniz. Bu özellikler ne? Bunlara
baktığımızda:
Dürüstlük ve güven. Gençliğimize,
nesillerimize dürüst olmayı öğretip güven duygusunun aşılanması lazım. Artık
kimse kimseye güvenmiyor. O hâle geldi ki, herkes birbirini gammazlar hâle
geldi veya bir vurdumduymazlık söz konusu.
Bir diğeri, kendine ve diğerlerine
saygı. Tabii ki “kendine saygı” derken, kendi varlığının özelliğini
bilme, gerçekten Cenabıhakk’ın yarattığı bir değer olarak, bir güzellik olarak
algılayabilme, hem
kendini hem karşıdakini.
Bireysel eylemlerde sorumluluk alma.
Sorumluluk alınca insanlar ancak bir şeyler üretebilirler.
Öz disiplin ve model olma zihniyeti.
Bir diğeri, olumlu iş ahlakı ve
çalışkanlık.
Bir diğeri, hukuka saygı.
Diğeri, sağlıklı ve olumlu davranış.
Son olarak da, toplumun temel direği
olan ve sosyalleşmede, insan yavrusunun sosyalleşmesinde ilk adımın atıldığı
yerler olarak ailelerin yaşatılması ve güçlendirilmesi.
Şimdi, bunlara baktığımızda, özellikle
kültürlerin hem üretilmesinde hem de yaygınlaştırılmasında, korunmasında
bunların kullanılamamasının nasıl bir dezavantaj olduğunu da ben özellikle
söylemek istiyorum.
Şimdi, bir insan eğer kendine
güvenirse, kendine değer verir ise karşıdakine de verecektir. Temel değerlerin
verilmesiyle… Özellikle sosyolojide “kuşaklar çatışması” dediğimiz bir kavram
var ve bütün toplumlarda genel olarak eğer hem genç kuşağı hem de yaşlı kuşağı
beslemediğinizde, temel değerlerle beslemediğinizde, hoşgörü değerleriyle
beslemediğinizde bu çatışma alanı hâline geliyor. Buradan baktığımızda, her
kuşağın kendine ait bir değeri var. Aslında işte öğretilmesi gereken… Diyelim
ki Yunus’un sevgisinin öğretilmesi lazım, Mevlânâ’nın hoşgörüsünün öğretilmesi
lazım ama bakıyoruz ki kuşaklar arasındaki çatışma ve bu değerleri, her bir
kuşağın kendi değerinin yıkımına yönelik çatışmayı ortaya çıkartıyor. Bir genç
kuşak yaşlı kuşağın ürettiği herhangi bir değere sahip çıkmıyor. Annesinin,
anneannesinin, bilmem, iki büyük annesinin ürettiği değeri kabul alanına
almadığı için bunlar da ileride artık kaybedilen değerler olarak, muhafaza
edilemeyen değerler olarak kayıp alanlarına ne yapıyorlar? Yerleşiyorlar.
Bir diğeri, yine aynı şekilde, bu
kültürel değerler tam olarak oluşturulamadığı için özellikle gelişmiş ülkelerin
bize hediyesi olan hızlı tüketim kültürünün, işte, fast
food, özellikle hamburgerle anılan bir kültürün
yaygınlaşması. Bu yaygınlaşma aynı zamanda hem sağlık problemlerini gündeme
getirirken hem de bizim aynı zamanda yemek kültürümüzün ortadan kalkmasına
zemin hazırlıyor. Burada da aslında bunları da bir kültürel değer olarak
aldığımızda ne yapıyoruz? Bunu da net olarak görebiliyoruz.
Bir diğeri, özellikle yazılmış eserler
olarak, onların kullanılmasına yönelik olarak alıntıların yapılmasında birtakım
neleri görebiliyoruz? Bilgi aktarmalarını, bilgi çalmalarını görebiliyoruz. Bu, aslında en önemli haklardan bir tanesi. Alıntılar
yapılırken, özellikle tezlerde veya diğer şeylerde alıntılar yapılırken, bu
alıntıların, gerçekten, o fikri üreten insanın izni alınmadan veya o fikri
üreten insanın herhangi bir alıntısını, adını koymadan yaptığımız alıntılar
var. Bunlar da, aslında, yine, işte, alınan-verilen eğitim sistemindeki
eksikliklerden, böyle bir fikrî mülkiyetin çalınması durumlarını, hâlini ortaya
koyuyor.
Bir diğeri, kütüphaneleri kullanan
çocukların nasıl kullandığına baktığımızda -bunlara ben bizzat şahit oldum-
öğrenciler kütüphaneye gittiğinde kitabı almaya eriniyor -tabii ki, gerçekten
çok güzel kullanan öğrenciler var ama münferit de olsa bu olayların, bu
örneklerin görülmesi insanları üzüyor- işine yarayan sayfayı kitabın arasından
kopartıyor ve o sayfayı alıp çıkıyor. Kütüphanelere gittiğinizde, kitapları
şöyle sayfalarıyla kontrol ettiğinizde bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Yani bir
kültürel esere yapılan bu davranışı hangi eylemle veya düşünceyle
açıklayabilirsiniz?
Veya bir başka yerdeki herhangi bir
antik bölgeye, tarihî eserlerin açık havada sergilendiği yerlere gittiğinizde
eğer kamera sistemi veya güvenlik olmazsa burada neyi görebiliyoruz? İşte,
sevgililerin birbirlerine karşı duygularını, sevgilerini pekiştiren işaretleri
görebiliyoruz, kalp işaretlerini veya hangi ilden geldiyse o illere yönelik
olarak yazılan sevginin veya duyguların antik eserler üzerine işlendiğini
görebiliyoruz.
Bir diğeri, işte, kopyala-yapıştır.
Demin dediğimiz gibi, bunları da rahatlıkla görebiliyoruz.
Şimdi, bunlara baktığımızda büyük bir
sonuç çıkıyor: Eğitim sistemimizde bu kültürel değerlerin üretilmesine,
korunmasına ve yaygınlaştırılmasına yönelik olarak eksiklikler dile geliyor.
Dahası -daha birtakım örneklerle
bunları pekiştirmek istiyorum- kitap araştırmaları var. “Kitap okuyor musunuz?”
şeklinde yapılan araştırmalarda özellikle Batı ülkelerinin bayağı bir, 8-9 kat
aşağısında kaldığını görebiliyoruz. Kişi başına kitap okuma, kitap satın alma
düzeylerine baktığımızda, bunların bayağı bir düşük seviyede kaldığını
görebiliyoruz ve bilimsel dergi ve magazin dergisi okunma durumlarının da
birbirlerinden ayrıldığını, daha çok bilimsel içerikli veya kendi alanında
bilgi aktaran dergilerin kullanımının çok daha az olduğunu söyleyebiliyoruz.
Televizyon izlenmesine baktığımızda,
özellikle, Türkiye’de günde en az beş saat televizyon izlendiğini
görebiliyoruz. Bu da kişinin uğraştığı alanlarla ne yapıyor aslında? Paralellik
arz ediyor ve akranlarla kurulan iletişimdeki kopukluk da entelektüel
sermayenin yaygınlaşamama durumlarını da ortaya çıkarıyor.
Yine yapılan araştırmalarda, Türkiye
özellikle kitabın ihtiyaç olarak görülmesini 235’inci sırada algılıyor.
Daha birçok araştırmalar var. Bunlar üç
aşağı beş yukarı aslında bize bir fikir veriyor. Biz diyoruz ki: Mutlaka
kültürel eserlerin, kültürel varlıkların korunması ve derlenmesi gerekiyor ama
bunun temelinde mutlaka ve mutlaka bunun üretimine katkı yapacak sistemlerin
hep birlikte çalışması ve üretmesi gerekiyor.
Teşekkür ediyorum hepinize. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Topcu.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın Nur Serter. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FATMA NUR SERTER
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çoğaltılmış Fikir ve Sanat
Eserlerini Derleme Kanunu üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan önce, Sayın Sırrı
Süreyya Önder’e ve Sayın Pervin Buldan’a bugün göstermiş oldukları duyarlılık
nedeniyle teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Şimdi, değerli milletvekilleri, bugün
gerçekten Türkiye'nin kültürel yaşamı açısından çok önemli bir yasa
konuşulacak, görüşülecek. Yasa önemli, hayatımızın belki ileriki döneminde
çocuklarımız açısından, gençlerimiz açısından, araştırmacılar açısından da çok büyük
önem taşıyor ama tabii, her zaman olduğu gibi Genel Kurulda ilgi düşük.
Şimdi, bu yasa neden önemli, kısaca
ondan söz etmek istiyorum.
Şimdi, burada ülkemizin kültürel
varlığını oluşturan basılmış ve çoğaltılmış eserlerin gelecek kuşaklara da
miras bırakılacak ve araştırmacıların da hizmetine sunulacak bir biçimde belli
sayıda derleme kütüphanelerinde toplanmasıyla ilgili bazı değişiklikler,
düzenlemeler ve çağdaş ihtiyaçlara göre de gelişmeler yapılıyor. Bu, son derece önemli bir konu. Özellikle araştırmacıların
-ki çoğunu yabancı araştırmacılar oluşturuyor bizim derleme kütüphanelerinde
çalışma yapanların- bir kütüphanede çalışma yapabilmesi, Türkiye’yle ilgili
yapacağı araştırmalar, kültür, sanat, bilim, Türkiye'nin sosyal yapısıyla
ilgili araştırmalar gelecekte yayın olarak bizim karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla
derleme kütüphaneleri gerçekten çok önemli.
Şimdi biz -doğruyu söylemek gerekirse-
derleme anlayışındaki gelişmeyi, değişimi de çok iyi bilen bir toplum değiliz.
Belki yaşamımızın her alanına girmiyor ama eskiden bu kütüphanelerde basılı
eserler ve dokümanlar derleniyordu ama artık o kadar gelişti ki olay, işte,
slaytlar, elektronik ortamda elde edilmiş veriler, filmler, kasetler, video kasetleri gibi derlemeler de yapılıyor. Dolayısıyla
“Bir ülkenin hafızası nedir?” diye bakarsak, aslında bir ülkenin hafızasını bu
derleme kütüphaneleri oluşturuyor, geleceğe de bu hafızayı miras bırakacak,
onları koruyacak ortamı da yaratıyor. O bakımdan çok çok büyük önem taşıyor.
Şimdi, değerli milletvekilleri,
aslında, bu yasanın Genel Kurula inmeden önce Komisyondaki görüşmeleri
sırasında biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu yasaya destek vermek
istedik, destek vermek istedik ama anlaşamadığımız bir konu olduğu için ne
yazık ki bir muhalefet şerhi koymak zorunda kaldık.
Şimdi, bir önceki yasa teklifinde
Türkiye’deki derleme kütüphaneleri 6 kütüphane olarak belirlenmişti. Bu 6
kütüphanenin 3 tanesi Ankara’da, 2 tanesi İstanbul’da, 1 tanesi de İzmir’de
olmak üzere 3 ilimize paylaşılmış 6 derleme kütüphanemiz vardı. İstanbul’da
Beyazıt Kütüphanesinin yanı sıra İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Ankara’da
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Milli Kütüphane ve bir başka kütüphane ve bir
de İzmir Milli Kütüphanesi. Ancak yasa metninden bu iki kütüphanenin, İzmir
Milli Kütüphanesi ile İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinin çıkarılmış olması
nedeniyle biz bunların yeniden yasa metnine konulmasına ilişkin teklifte
bulunduk ve Sayın Bakan bir söz verdi “Biz Genel Kurulda bir önergeyle bunları
metne dâhil edeceğiz.” dedi ama tabii, sebebini biraz sonra açıklayacağım
nedenlerle biz yine
bu muhalefet şerhini koyma ihtiyacı
hissettik.
Şimdi, değerli milletvekilleri,
İstanbul Üniversitesinin bir öğretim üyesi olmam sıfatıyla da İstanbul
Üniversitesi Kütüphanesinin ne kadar önemli bir kütüphane olduğundan da kısaca
söz etmek istiyorum, bilinmesinde yarar var.
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, iki
milyonun üzerinde eser barındıran ve 1934’te Atatürk’ün emriyle derleme
kütüphanesi özelliğine sahip olmuş bir büyük kütüphanemizdir. Ayrıca, yine
İstanbul Üniversitesi içinde “Nadir Eserler Kütüphanesi” adı altında, el
yazması tarihî eserlerin de korunduğu ikinci bir binada ikinci bir kütüphane
vardır. Şimdi, derleme kütüphanesi olarak 1934’ten bu yana hizmet veren bir
kütüphaneyi siz belli bir yıldan itibaren derleme kütüphanesi olmaktan
çıkardığınız takdirde, 1934’ten 2012’ye kadar orada derlenmiş olan eserlerin
hepsi çöp hükmündedir çünkü hiçbir araştırmacı araştırmasını yaparken kesintili
yıllardaki birikimlerle donatılmış kütüphaneleri tercih etmez, bir süreklilik
arzu eder. Bu nedenle bu çok büyük önem taşıyor.
İkincisi, İstanbul Üniversitesi
Kütüphanesi çok önemli bir başka hazineye sahiptir. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesinin bünyesinde eski adı “Kütüphanecilik” yeni adı “Bilgi ve
Belge Yönetimi” olan ve diploma veren, çok değerli öğretim üyelerine sahip bir
bölüm bulunmaktadır ve yıllardır kütüphanemiz bu bölümün başkanları ve bu bölümün önemli
öğretim üyelerinin desteğiyle zaten hizmetini vermektedir ve alınan bütün
kütüphaneciler ya o bölüm mezunları veya o bölüm öğretim üyeleri tarafından
eğitime tabi tutulmuştur. Dolayısıyla en nitelikli personeli sağlama konusunda
da İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinin en ufak bir sorunu yoktur. Bir dönemde
birtakım altyapı sorunları, teknolojik donanım sorunları yaşandı ama zaman
içerisinde büyük yatırımlar yapılarak onlar da aşılmıştır. Dijital ortamda her türlü veriyi
sunabilen niteliklerle de donatılmıştır ve şu anda Ulusal Yayınlar Bilgi
Merkezi olma gibi bir özelliğe de sahiptir. Bütün bunlara ek olarak, üniversite
yönetiminin, derleme kütüphanesi olma özelliğinin sürdürülmesine ilişkin de çok
ciddi talepleri bulunmaktadır. Bu nedenle, bu metne “İstanbul Üniversitesi
Kütüphane ve Dokümantasyon Merkezi”nin de eklenmesini
talep ettik.
İkinci talebimiz İzmir Milli
Kütüphanesiyle ilgili talepti. İzmir Milli Kütüphanesi de İstanbul ve Ankara
dışında ciddi bir bölgeye hizmet veren tek derleme kütüphanesi yani büyük bir
bölgede var olan tek derleme kütüphanesi. İstanbul bir bilim ve kültür kenti
diyoruz, hatta başkenti diyoruz ama İzmir de bir bilim ve kültür kenti.
İstanbul’da 40’ın üzerinde üniversite var ama İzmir’de de çok sayıda üniversite
var. Uluslararası bir cazibe merkezi özelliğine sahip olan kentlerde
kütüphanelerin konuşlanmış olması araştırma yapacak yabancılar açısından da
önem taşıyor ve 100 binin üzerinde araştırmacı, örneğin yabancı ve yerli
araştırmacı İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde araştırma yapıyor, bir o
kadarı da İzmir Milli Kütüphanesini tercih ediyor. Dolayısıyla, İzmir Milli
Kütüphanesinin de özellikle İzmir Milli Kütüphane Vakfı ve İzmir Büyükşehir
Belediyesinin desteğiyle gerekli altyapı eksikliklerini de tamamlayarak bunun
bu görevini, bu fonksiyonunu sürdürmesini istedik. Dediğim gibi, Sayın Bakan
“Vereceğiz bir önerge.” dedi ama biz acaba buna neden güvenemedik? Demek ki
ortada…
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Verdik ortak,
imzada.
FATMA NUR SERTER (Devamla) – Şu anda
Sayın Grup Başkan Vekilinin yüz ifadesinden böyle bir önergenin hazır olduğunu,
verildiğini de görüyorum ve teşekkür ediyorum Sayın Bakana.
Tabii, bu güvenle ilgili sorun Sayın
Bakanın şahsıyla doğrudan bağlantılı bir sorun değil, bu genel bir
güvensizliğin, geçmişe dayalı örnekleriyle beslenen bir güvensizliğin sonucu.
Ne yazık ki Hükûmetin vermiş olduğu
sözlere, Hükûmetin yasalarla ilgili komisyonlarda yaptığı mutabakatlara güvenemez
oldu muhalefet partileri. Niye güvenemiyoruz? Şunun için güvenemiyoruz: Bir
bakıyorsunuz, bir önergeyle komisyonda varılan anlaşma Genel Kurula geldiğinde
değiştirilebiliyor; bir bakıyorsunuz, bir gece yarısı operasyonuyla herkes en
uykulu hâliyle konsantre olmaya çalışırken küçük bir
kelime değişikliğiyle bambaşka anlam yüklenmiş olan maddeler sunulabiliyor.
Şimdi, tabii güvensizlik yaratacak
kadar pervasızlık da ayrıca sorgulanması gereken bir diğer konudur. Eğer bir
siyasi parti veya eğer iktidar partisi güvensizliği göze alacak kadar kendini
üstün gören ve pervasızca karar alacak bir hüviyete bürünmüşse bunun da ayrıca
irdelenmesi ve sorgulanması gerekir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaşanmakta
olan tablo budur. Salt parmak çoğunluğuna dayalı bir otokratik
yönetim anlayışı, bir dayatmacı yönetim anlayışı kendisini her alanda açık ve
seçik bir biçimde hissettirmektedir. Bu, AKP’nin ustalık dönemidir, AKP
çıraklık ve kalfalık dönemlerindeki dikkatini giderek rahatlık sağlayarak,
rahatlık kazanarak terk etmiş ve artık gündemini açık etmiştir. Artık AKP
eskiden bizim söylediğimiz ama kafalardaki soru işaretlerini gideremediğimiz o
gizli gündemini açık ve net olarak ortaya koymuştur. Evet, AKP’nin gizli
gündemi artık yoktur, gündem açıktır artık.
NUREDDİN NEBATİ (İstanbul) – İkna
odasına alıp yeniden düzenlersin!
FATMA NUR SERTER (Devamla) – Gizli
gündeminiz yoktur, en azından o açıdan baktığımızda bir rahatlama içinde
olduğumuzu ifade edeyim artık çünkü gündeminizi biliyoruz, çünkü gündeminiz
belli. Siz AKP’nin Türkiye’sini AKP’li insan modeliyle yaratmak istiyorsunuz,
siz bir tip insan tipi üretmek istiyorsunuz.
Hani geçmişte bize derdiniz ya “Siz tek
tip insan ürettiniz.” diye. Bizim cumhuriyet yönetimi...
NUREDDİN NEBATİ (İstanbul) –
Beceremediniz.
FATMA NUR SERTER (Devamla) - ...sizin o
suçladığınız cumhuriyet yönetimi tek tip insan üretmiş olsaydı siz burada olur
muydunuz acaba!
NUREDDİN NEBATİ (İstanbul) – İşte
beceremediniz de onun için biz buradayız.
İSMAİL AYDIN (Bursa) – Tek tip insanlar
ikna odasında kaldı.
FATMA NUR SERTER (Devamla) - Sizler
olur muydunuz acaba! Sizler bu cumhuriyet yönetiminin, bu
cumhuriyet eğitim sisteminin sonucu kendinize göre özgürce düşünen, kendini
ifade eden bireyler oldunuz ama sizin dayattığınız ve Başbakanın önce dindar
sonra kindar bir gençlik yetiştirmek istediğini ifade ettiği cümlelerle siz,
gençlerin kafalarını formatlayarak ve onların genetik yapısıyla oynayarak bir
AKP’li insan modeli üretmek için yola çıktınız.
AKP’li insan nedir? Hani iktisatta homo
ekonomikus vardır, homo politikus
vardır: Ekonomik insan, politik insan. İşte siz de “homo AKP’limus”u
üretmek için yola çıktınız ve gençlerin genetik yapısıyla oynayarak, gençlerin
zihinlerini formatlayarak, açık ve net Başbakanın ağzından da ifade edildiği
gibi, kendi Türkiye’nizi yaratma çabası içerisinde, bir otoriter, dayatmacı
anlayış içerisinde hareket ediyorsunuz ve istediğinizi yapıp istediğinizi
yapmamakta kendinizi özgür görüyorsunuz. Demokrasiden uzaklaştıkça
özgürleştiğinizi zannediyorsunuz, otoriter yönetime saplandıkça kendinizi daha
özgür hissettiğinizi zannediyorsunuz ama yanılıyorsunuz.
Tabii, bunu yapabilmek için önce
kurumları kuşatmanız gerekiyordu, önce kendi kurumlarınızı yarattınız. Önce
kendi üniversitelerinizi yarattınız, suskun, sessiz üniversiteler çıktı ortaya;
sonra kendi siyasallaştırdığınız yargınızı yarattınız, istediğiniz kararları
çıkarabilir hâle geldiniz; sonra kendi sivil toplum örgütlerinizi, kendi
yazarçizer takımınızı, kendi medyanızı yarattınız; bunları yarattıkça üstünlük
duygunuz daha da arttı. Niye daha arttı biliyor musunuz? Şunun için daha fazla
arttı: Çünkü sizin de Sayın Başbakanın da asla eleştiriye ve muhalefete
tahammülü yok.
NUREDDİN NEBATİ (İstanbul) – Öyle olmuş
olsaydı siz ikna odasına alırdınız.
FATMA NUR SERTER (Devamla) – Eğer
olsaydı ben burada yirmi dakika konuşurken onun on dakikası bağırıp, üstelik
temcit pilavı gibi yıllardır tekrarladığınız sloganları tekrarlamak yerine en
azından susup dinleme nezaketini gösterirdiniz ama eleştiriye tahammülünüz yok,
sizin muhalefete tahammülünüz yok. Sizin istediğiniz sadece övgü. Övgülerinizle
kuşattığınız büyülü bir dünyada, rüyalar âleminde çok önemli ve iyi işler
yaptığınızı zannediyorsunuz ve onun için de sizi alkışlayacak, size oy verecek
bir insan nesli türetmeye çalışıyorsunuz, “homo AKP’limus”u
ürettiğiniz müddetçe hiç kimse size itiraz etmeyecek, hiç kimse sizi eleştirmeyecek,
sadece övüleceksiniz.
BÜLENT TURAN (İstanbul) – Saygılı ol,
saygılı ol!
FATMA NUR SERTER (Devamla) – Onun için,
dindar bir gençlik adına yola çıkıp sonra Necip Fazıl Kısakürek’in Gençliğe Hitabe’sindeki satırlardan da esinlenerek kininin davacısı bir
gençlik yetiştirmek isteyen Başbakan, sanıyorum bundan sonraki aşamanın ne
olacağının işaretini de yine Necip Fazıl’ın o satırlarından verdi. Çünkü Necip
Fazıl Kısakürek “kininin davacısı bir gençlik” dedikten sonra halka değil
Hakk’a inanan…
NUREDDİN NEBATİ (İstanbul) –
Elhamdülillah!
FATMA NUR SERTER (Devamla) – Tabii.
…ve Meclisin duvarında “Hâkimiyet
Hakk’ındır.” düsturuna hasret çeken bir gençlik özlüyor. İnanıyorum
ki bundan sonraki aşamada eğer elinize güç geçer ya da otoriter yönetim
anlayışının yarattığı gözü dönmüşlükten kendinizi
kurtaramazsanız şuradaki yazıyı da değiştireceksiniz; orada “Egemenlik
kayıtsız, şartsız milletindir.” değil “Egemenlik kayıtsız, şartsız Hakk’ındır.”
yazacaksınız ve o zaman rahatlayacaksınız, çünkü siz demokratik, bireysel
özgürlüklerin olduğu ve insanların özgürce düşünüp özgürce inanabildiği bir
toplum değil…
İSMAİL AYDIN (Bursa) – Şimdi özgürlük!
FATMA NUR SERTER (Devamla) – …sadece
sizin gibi düşünen, sizin gibi inanan, sizin gibi yaşayan insanlardan oluşmuş
bir Türkiye'nin özlemini çekiyorsunuz. Bunun adı, değerli milletvekilleri,
demokrasi değildir, bunun dünyadaki uygulamaları da demokrasi değildir, ama bu
rejime hep adım adım geçilmiştir. Hep adım adım!
Tavsiye ediyorum size, Hitler’in Kavgam
kitabını bir okuyun. Bir o aynayı tutun, bakalım orada ne göreceksiniz.
İSMAİL AYDIN (Bursa) – Kavgam senin…
BAŞKAN – Sayın Milletvekili, lütfen…
FATMA NUR SERTER (Devamla) – O aynada
göreceğiniz yüzün sizin yüzünüz olacağını düşünüyorum ve yol yakınken kendi
içinizde de bu özeleştiriyi yaparak bu tehlikeli adımlardan vazgeçmenizi ve
kendi tipolojiniz olan bir gençlik yaratmak yerine, özgür düşünen, kendi karar
veren, araştıran ve gerçekten bu ülkenin geleceği için çalışan aydınlık bir
gençlik yetiştirmenizi tavsiye ediyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Biz onu
yapıyoruz işte!
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Serter.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın
Başkanım, konuşmacı konuşmasında özellikle AK PARTİ İktidarını pervasızlıkla
suçladı, başka ifadeler de kullandı, söz istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Hükûmet cevap verecek!
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Hükûmet cevap
verecek zaten! Sayın Bakan burada oturuyor, Bakan cevap verecek zaten. Yanlış,
doğru değil!
IX.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2.-
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’in
partisine sataşması nedeniyle konuşması
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Çok teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar, tabii, burada,
konuşmacı konuşmasına devam ederken, ya, biz hangi çağda yaşıyoruz, bu
söyledikleri zannediyorum bundan elli yıl öncesinde kaldı herhâlde.
SONER AKSOY (Kütahya) – Aynen öyle!
AHMET AYDIN (Devamla) – Bundan elli yıl
öncesinin Türkiye’sinde de kimler vardı, bütün Türkiye çok iyi biliyor. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, tabii, çok haksız
ithamlarla karşı karşıya kaldık. Bakın, doğrudur, bu ülke ne çektiyse
formatlanan insanlardan çekti; bu ülke ne çektiyse belli kalıplarla
şekillendirilmek istenen insandan çekti; bu ülke ne çektiyse ikna odalarında
bir şekilde ikna edilmeye çalışılan gençlerden dolayı çekti ve onları o hâle
getiren zihniyetten dolayı çekti. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Eğer bir tek tip insan modeli yaratmak
var ise size sorarım: Tek tip insan modeli o ikna odalarından çıkartmaya
zorladığınız gençler midir, şimdi çağdaş, özgür bir şekilde okuluna devam eden,
eğitimini sürdürmeye çalışan gençler midir? Tek tip insan modeli hangisidir?
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Dindar gençlik!
AHMET AYDIN (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, dindar insan sizi niye rahatsız ediyor? Dindar gençlikten niye
rahatsız oluyorsunuz?
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Bizi dindarlık
rahatsız etmiyor, kindarlık rahatsız ediyor Beyefendi.
AHMET AYDIN (Devamla) - Bir insan
dindar olabilir, özgürlüklerden yana olabilir. Bir insan dindardır, aynı
zamanda çağdaştır, moderndir. Tabii ki sizin çağdaşlık anlayışınızla bizim
çağdaşlık anlayışımız bir olmayabilir.
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – İftira atmayın.
AHMET AYDIN (Devamla) - Bizim çağdaşlık
anlayışımızda özgürlüklere açık olmak vardır; bizim çağdaşlık anlayışımızda
yeniliklere, modernizme açık olmak vardır; bizim
çağdaşlık anlayışımızda sadece “Kafaların arkasında ne vardır?” değil, “Hangi
düşünceye mensuptur?” değil, “Hangi şekilde yaşıyor?” değil, “Hangi sofralarda
yer alıyor?” değil, bizim çağdaşlık anlayışımızda tamamen Anadolu insanın
modern, ahlaki bir şekilde ve aynı zamanda da millî ve manevi duygularına sahip
çıkacak bir tarzda yaşaması vardır. Niye sizi rahatsız ediyor bu? Niye
bundan rahatsızlık duyuyorsunuz? Bir insan….
“Dindarım, elhamdülillah.” derim ama aynı zamanda, çağdaşım, modernim, hukukun
üstünlüğüne inanıyorum… (CHP sıralarından gürültüler)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
AHMET AYDIN (Devamla) - …özgürlüklere
inanıyorum, farklılıklara saygı gösteriyorum yani bundan rahatsız olmanıza akıl
erdiremediğimi ifade ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Biz dindarlardan
rahatsız olmuyoruz. Niye rahatsız olalım?
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aydın.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Başladık, gideceğiz inşallah.
Buyurun Sayın Hamzaçebi. (CHP
sıralarından alkışlar)
3.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın partisine sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; benim Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna
tavsiyem, naçizane tavsiyem, bu din, dindarlık gibi konulara lütfen girmeyin,
girdikçe batıyorsunuz çünkü.
AHMET YENİ (Samsun) – Tavsiyeni kendine
sakla.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, Türkiye’de son yıllarda öne çıkan iki tane kavram var:
Nefret söylemi ve nefret suçları yani karşısındakini, kendisinden olmayanları,
güçsüz olanları, zayıf olanları, toplumda azınlıkta olanları ötekileştiren ve
ötekine güçlünün gözüyle bakan, otoritenin gözüyle bakan, onları ezmeye çalışan
ve onları peşinen suçlu olarak ilan eden bir anlayış. Bu,
toplumu bölen bir anlayıştır.
Toplumun barışa, huzura ihtiyacı var.
Nefret söylemleri, kin söylemleri, kininin davacısı olan gençlik söylemleri
toplumu böler. Buna ihtiyacımız yok. Barışa, huzura ihtiyacımız var.
Karşınızdaki insanı ötekileştiren, onu küçümseyen, sizden olanlar veya
olmayanlar şeklindeki ayrım; bu, milletin onaylayabileceği ayrımlar değildir.
AHMET YENİ (Samsun) – O ayrım ikna
odalarında yapıldı, ikna odalarında!
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) –
Değerli milletvekilleri, tekrar söylüyorum: Bakın, dinin içinden adaleti çekip
alırsanız, dini sadece ibadetlere indirgerseniz ortada din diye bir şey kalmaz.
Lütfen bunu yapmayın! Dinin özü adalettir. Dinin özü, Hükûmete ceketiyle gelip,
ceketiyle gitmektir. Adaletin özü: Adaletin özünde, dinin özünde siyaset,
adalet dağıtmanın yeri olarak görülür, nema dağıtmanın yeri olarak değil. Sizi
bu anlayışa davet ediyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.14
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 15.32
BAŞKAN:
Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP
ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 69’uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
128 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
6.-
Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
Sakarya Milletvekili Sayın Ayşenur İslam.
Buyurun Sayın İslam. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA AYŞENUR İSLAM
(Sakarya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çoğaltılmış Fikir ve Sanat
Eserleri Derleme Kanunu Tasarısı hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Kanun hakkında konuşmadan önce bir
önceki Sayın Milletvekilinin sözünü ettiği bir konuyu düzeltmek isterim. İki
derleme kütüphanesinin Bakanlık tarafından kapsam dışı bırakıldığını söyledi
Sayın Milletvekili ve bu, sanki, Bakanlığın kendi
arzusuyla yaptığı bir daraltma imiş gibi anlattı durumu, oysa durum böyle
değil. Kapsam dışı bırakılan iki derleme kütüphanesi var gerçekten, biri
İstanbul Üniversitesi, biri de İzmir Millî Kütüphanesi. Fakat bunun sebebi, her
iki kütüphanenin de Bakanlığa müracaat ederek depo imkânsızlıkları dolayısıyla
artık derleme kütüphanesi görevini göremeyecek olmalarını bizzat kendilerinin
beyan etmeleri ve derleme kütüphanesi kapsamından çıkarılmak istenmeleridir.
Yoksa Sayın Hatibin söylediği gibi bizim bilime, bilim kuruluşlarına, özellikle
üniversitelere karşı saygısızlık yapmak gibi bir tutumuz, durumumuz asla söz
konusu değil. Hatta biz bilime, özellikle üniversitelere son derece saygılıyız.
Sadece, üniversiteye giriş aşamasında olan birtakım genç çocukların saçını,
başını bahane ederek onları birtakım odalara sokup tek tipleştirilmek üzere
dersler verilmesi, kendileriyle, bu manada ruhlarıyla, kişilikleriyle oynanması
konusundaki birtakım girişimlere karşı saygımız yok, ikna odalarına karşı
saygımız yok, bunu belirtmek isterim.
Konuya tekrar geri dönersek, millî ve
kültürel varlıklarımızın önemli bir kısmını oluşturan fikir ve sanat
eserlerinin toplanması, saklanması, duyurulması, istifadeye sunulması ve
gelecek kuşaklara aktarılması devletin en önemli görevlerinden biri. Bu sebeple,
hemen hemen bütün ülkelerin derleme kanunları var. Ülkemizde de derleme konusu
üzerinde cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak önemle durulduğunu biliyoruz.
1934 yılında 2527 sayılı Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu çıkarılarak
millî hafızamızın geleceğinin teminat altına alınması sağlanmış hepimizin
bildiği gibi. 1930’larda dünyadaki birçok benzerinden daha ileri düzeyde olan
ve o günün bütün ihtiyaçlarına cevap verebilen bu kanun, günümüzdeki teknolojik
gelişimler, yayıncılık ve bilim sahasındaki gelişmeler dolayısıyla artık
ihtiyacı göremez hâle geldiğinden, yenileşmesi, yenilenmesi bir zaruret hâlini
almış bulunmaktadır.
Günümüzde fikir ve sanat eserleri
sadece, biliyorsunuz, basılı materyal olarak değil, kitap dışı materyal
dediğimiz birtakım yöntemlerle de üretiliyor. Hatta,
bilim ve teknolojideki gelişmeler pek çok alanda olduğu gibi yayıncılık
alanının da âdeta seyrini değiştirmiş durumda ve son teknikler gayet yaygın bir
biçimde kullanıldığı için her gün yüzlerce bilgi kaynağı elektronik ortamlarda
hizmete sunuluyor.
Şimdi, mevcut Kanun’a baktığımızda
bütün bu ürünlerin devlet nüshası olarak derlenmesi ne yazık ki bu Kanun’la
mümkün değil. Dolayısıyla yeni çoğaltma yöntemleriyle üretilen eserlerin de
kapsama alınması gerekiyor.
Ayrıca, UNESCO’nun 1977 yılında bütün
üye ülkelerinin derleme yasalarını yeniden gözden geçirerek çağın koşullarına
göre hazırlamalarını kararlaştırdığı da bir veri elimizde. Dolayısıyla bugün
görüşmekte olduğumuz kanun tasarısıyla bundan yetmiş yedi yıl önce çıkarılan
Kanun’un uluslararası normlar ve yukarıda zikrettiğim zaruretler dikkate
alınarak yenilenmesi söz konusu olacak.
Bu doğrultuda benimsenen derleme
politikasına göre derleme kütüphanesinin, derleme nüshasının, derleme
mükellefinin ve cezai hükümlerinin belirlenmesi; ayrıca, 2527 sayılı Kanun’un
adının günümüz şartlarına göre yenilenmesi gerekli hâle gelmiş bulunuyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı günümüz
koşullarına uygun olarak hazırlanan Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini
Derleme Kanunu Tasarısı’nı 2006 yılında Başbakanlığa sundu. Başbakanlık 1/5/2008 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla kanun tasarısı
olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderdi. 2009 yılında komisyonlarda
görüşüldü ve yasalaşmak üzere Genel Kurula sevk edildi. Tasarı 23’üncü Yasama Döneminin
sona ermesiyle yasalaşamadı, Başbakanlığa iade edildi. Dolayısıyla bu vazifenin
tamamlanması 24’üncü Döneme yani bizlere kalmış bulunuyor.
Bildiğimiz gibi ülkemizde yayıncılık
alanındaki gelişmeler Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı Kütüphaneler ve
Yayımlar Genel Müdürlüğü bünyesinde bulunan ISBN -yani uluslararası standart
kitap numarası- ISSN -yani uluslararası standart süreli yayın numarası- ve ISMN
-yani uluslararası standart müzik numarası- ajanslarından günü gününe takip
edilebiliyor. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde yayınlanan her türlü eser
uluslararası bir numara alıyor ve dünyanın her yerinde esere bu numarayla
ulaşmak mümkün oluyor.
İsteğe bağlı olarak kullanılan bu
uygulama yayıncılar tarafından son derece benimsendi. Türkiye’de yayınlanan
eserlerin yüzde 99’unu kapsıyor bu sistem. Kapsam dışı kalan yüzde 1’lik
kısımsa daha çok kendi imkânlarıyla hiçbir yayın evine bağlı olmaksızın genellikle
metropol dışında yerleşim alanlarında yayınlanan
eserlerden oluşuyor. Bunların da kapsama alınması için il ve ilçelerde il
kültür ve turizm müdürlükleri, kütüphaneler ve diğer kuruluşlar aracılığıyla
bilgilendirme çalışmaları sürekli olarak devam ediyor.
Yayıncılar, yayıncılık alanındaki
meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarıyla yapılan toplantılarda
derlemenin önemi sürekli olarak vurgulanıyor ve bu konuda daha duyarlı olunması
da sağlanmaya çalışılıyor. 2009 yılında yapılan 5’inci Ulusal Yayın Kongresi’nde
konunun üzerinde önemle duruldu. Bu çerçevede Kültür ve Turizm Bakanlığı mevcut
yasanın eksiklerini bir derleme programı ve derleme genelgesiyle aşmaya
çalıştı. Söz konusu çalışma 2010 yılında tamamlandı ve 2011 yılı Ocak ayında
uygulamaya konuldu.
Hazırlanan derleme programı, biraz önce
sözünü ettiğim ISBN, ISSN ve ISMN veri tabanlarıyla da son derece uyumlu bir
program. Böylece derleme birimleri, derlenmeyen, derlenemeyen -daha doğrusu-
eserlerin hangileri olduğunu tespit edip takibini daha kolay yapabilir
durumdalar. Derlenen eserler de vakit kaybedilmeden ilgili kütüphanelere
gönderilebiliyor.
Yine 2011 yılı Ocak ayında hazırlanan
derleme genelgesinin, başta Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı il müdürlükleri
olmak üzere derleme görevini yerine getiren kütüphanelere, üniversitelere,
meslek örgütlerine ve yayın yapabilecek tüm kurum ve kuruluşlara iletilmesi de
sağlandı. Bu çalışmalar sonunda 2011 yılında yayınlanan 43.217 kitaptan 43 bini
derleme kapsamına alındı ve ilgili kütüphanelere gönderilebildi. Tekrar etmem
gerekirse 43.217 kitaptan 43 bini derlendi. Bu oldukça
mükemmel bir rakam. Daha önceki yıllardan mesela hatırlayabildiğim
rakamları söyleyeyim size. 29 bin kitaptan sadece 19 bininin derlenebildiği
dönemlerden geçmiştik.
Ayrıca yayınlanan kitapların eş zamanlı
derlenmesine yönelik altyapı çalışmaları da çok büyük ölçüde tamamlandı. Yeni
tasarının yasalaşmasıyla hukuki süreç de tamamlanacağı için artık Türkiye’de
derleme sorunu diye bir sorun kalmayacak diye düşünüyoruz.
Tasarıyla getirilen yenilikleri çok
kısaca özetlemek isterim. Mevcut kanunla sadece -biraz önce söylediğim gibi-
baskı tekniğine dayalı fikir ve sanat eserleri derlenebiliyor. Bu tasarıyla
elektronik ortamlar da dâhil bütün çoğaltma yöntemleriyle üretilen tüm eserler
kapsama alınmış olacak. Mevcut kanunla derleme sorumluluğu sadece matbaalarda.
Oysa yeni tasarıyla bu sorumluluk yayınevlerine, yayım ve basımdan sorumlu
gerçek ve tüzel kişilere de yaygınlaştırılacak ve dolayısıyla sorumluluk alanı
genişleyince derleme daha da iyi yapılabilecek.
Mevcut Kanun’la uygulanan para cezaları
oldukça yetersiz, dolayısıyla caydırıcı değil. Bu sebeple derleme işlemleri
yayıncıların bir nevi insafına kalmış durumda. Yeni tasarıyla cezalar caydırıcı
hâle getirildiği için yasanın daha kolay işleyeceğini düşünüyoruz.
Yayıncıların yayınladıkları her eser
için belirli bir maddi bedel ödemesi söz konusu. Mevcut Kanun’la, kütüphanelere
alınan derleme nüshaları onlardan ücretsiz talep ediliyor. Oysa yeni tasarıyla
mükellefler bu derleme nüshalarını gider olarak gösterebilecekler. Bu da onlar
için sağlanmış bir kolaylık.
Son olarak, Kültür ve Turizm
Bakanlığına bağlı kütüphanelerde bulunan üç yüz binin üzerindeki el yazması
eserle dünyanın en önde gelen ülkesi olduğumuzu söylemek isterim. İstanbul
Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesinde bulunan İbni
Sina El Yazması Koleksiyonu’nun UNESCO tarafından “Dünya Belleği” olarak kabul
edildiğini size hatırlatmak isterim.
Geçmişle aramızdaki bağı tesis eden bu
eserleri koruyup bize aktaran önceki nesilleri örnek almamız gerektiğini düşünüyorum.
Dolayısıyla biz de günümüzün basılı ve yazılı eserlerini geleceğe aktarmak
konusunda daha dikkatli olmalıyız ve organizasyonu daha mükemmelleştirilmiş
sistemlerle çalışmalıyız çünkü hepimiz biliyoruz ki geçmişini bilmeyen
milletlerin geleceğini sağlam temeller üzerine oturtmaları mümkün değildir.
Bundan böyle Türkiye içinde ya da
dışında Türkiye ile ilgili üretilmiş ve üretilecek, millî hafızamızı oluşturan
fikir ve sanat eserlerimizin derlenmesine, böylece korunarak gelecek kuşaklara
aktarılmasına katkı sağlayacak ve bu alandaki boşluğu bütünüyle dolduracak olan
bu tasarının yasalaşması konusundaki katkı ve gayretleriniz için grubumuz adına
hepinize çok teşekkür ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İslam.
Şahıslar adına İzmir Milletvekili Sayın
Mustafa Moroğlu.
Buyurun Sayın Moroğlu.
(CHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA MOROĞLU (İzmir) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; derleme yasası üzerine İzmirli bir Milletvekili olarak,
İzmir Millî Kütüphanesine yapılan düzenlemeyle ilgili görüşlerimi ifade etmek
için söz almış bulunuyorum.
İzmir, bütün siyasal partiler için ve
bugüne kadar İzmir’le ilgili olan bütün ülkeler için ve İzmir’in çevresindeki
bütün kentler için önemli bir kent. İzmir için en güzel laflardan biri,
şiirlere konu olmuş sözlerden biri “İzmir’in denizi kız, kızı deniz kokar.”
lafıdır, ama İzmir’e en fazla yakışan sözlerden biri de “İzmir’in hem kızı hem
denizi hem de insanı özgürlük, çağdaşlık ve demokratlık kokar.” olacaktır. Bu
nedenle, bütün dikta özlemcileri gibi, ülkemizde hoşgörüyü ve demokrasiyi daha
da geriletmek isteyen AKP İktidarı, AKP İktidarının bakanları ve siyasal
anlayış içinde İzmir önemli bir kent olarak gündemdeki yerini korumaya devam
ediyor. Öyle korumaya devam ediyor ki İzmir’e ilişkin saldırılar bir derleme
kanunu kapsamına bile girecek kadar titizlikle dikkat ediliyor.
Şimdi, Sayın Bakanımız “Evet, bizim o
milletvekili arkadaşımızın söylediği gibi, İzmir Millî Kütüphanesinin derleme
kapsamından çıkarılmasını ortadan kaldıracağız bir önergeyle, komisyondan böyle
geçti ama.” diyebilir. Peki, o komisyonda Cumhuriyet Halk Partili
milletvekilleri olmasaydı ne olacaktı? Bakan, İzmir Millî Kütüphanesinin
derleme kapsamında olmasının önemini, İzmir için, Ege için ve çevre iller için
bilmeyecek kadar bilgisiz değildir İzmir hakkında. Biz
Bakanın kişisel olarak, kişisel düşünceler açısından, İzmir’e böyle bir
düşmanlık beslediği kanısında da değiliz çünkü uzun yıllar yol arkadaşlığı
yaptığımız dönemlerde de ve bu dönemde de kültüre, sanata bakış açısını
biliyoruz ama öyle bir iklimin, siyasal iklimin içine girince insanların düşünceleri,
bulundukları ortam, bulundukları siyasal iklim bakış açısını değiştirebiliyor. O
nedenle bunun farkına varmamış olabilir ama tekrar ediyorum: Cumhuriyet Halk
Partililer o komisyonda ve bu Mecliste olmasaydı İzmir bir saldırıyla daha, çok
ince bir ayrıntıyla, bir saldırıyla daha karşı karşıya kalacaktı.
Peki, neden İzmir Millî Kütüphanesi
derleme kapsamından çıkar? Demin burada konuşan AKP’li milletvekili arkadaşım
Millî Kütüphanenin kendi talepleri doğrultusunda, böyle bir istekte
bulundukları için kaldırıldığı gibi doğru olmayan bir şey söyledi.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – İstanbul Üniversitesi…
MUSTAFA MOROĞLU (Devamla) – Hayır,
Millî Kütüphaneyi söyledi. Şimdi ben dinledim, ya benim kulaklarım… Sayın
Başkan getirtsin kayıtları.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – İstanbul Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi…
MUSTAFA MOROĞLU (Devamla) – Öyle
olabilir ama ben duyduğumu söylüyorum.
BAŞKAN – Sayın Moroğlu,
devam edin siz.
Sonra siz düzeltirsiniz Sayın Bakan.
MUSTAFA MOROĞLU (Devamla) – Yani
duyduğum, konuşmacı burada dedi ki: “İstanbul ve İzmir Millî Kütüphanesi kendi
talepleri doğrultusunda, depoları olmadığı için derleme kapsamından çıkarıldı.”
dedi. Böyle bir şey yok. Ben konuşurken tekrar teyit ettim, Millî Kütüphanemizin,
İzmir Millî Kütüphanesinin böyle bir talebi yok. O nedenle yanlış bilgilere
dayalı… Yanlış bir iş yapıldıysa, evet, Sayın Bakanın yaptığı gibi, “Burada
yanlış bir iş yapıldı…” Ama bu yanlış iş yapılmasının altında yatan gerçeklerin
ne olduğunu öğrenmek hem İzmir halkının hem de milletvekili olarak bizim
görevimiz.
Herkes bilir, değerli milletvekilleri,
bütün arkadaşlarım, İzmir, durup dururken, sadece Cumhuriyet Halk Partili
belediyelerin olduğu bir kent olduğu için saldırıya uğramıyor. İzmir, yaşam tarzı olarak Türkiye’ye ve dünyaya örnek bir kent. İzmir’de
bütün fikirler özgürce konuşulur tartışılır. İzmir’de bütün insanlar özgürce
kendi inançlarını yaşarlar. Ben, Türkiye’nin herhangi bir ilinden göç edip
gelip de, İzmir’de, o illerde yaşadığı gibi yaşayamayan bir yurttaş tanımam.
Ben 1973’ten beri İzmir’de yaşıyorum.
İşte, asıl olan, bazı provokatif nedenlerde, yine, bu böl-parçala-yönet
politikalarının taktikleriyle zaman zaman hoş olmayan hareketler yaşasa da
İzmirli bu yaşam tarzını koruyan önemli illerden biridir. İşte, orada pırıl pırıl duran bir kenti örnek olmaktan çıkarmak için
yapılmaktadır bu saldırılar ve yapılan bence bilinçsiz bir şey değil, bilinçli
bir şeydir. Birinci nedeni bu mudur? Bence budur.
Bir başka neden… Gerekçe şu, İzmir
Millî Kütüphanesinin derleme kapsamından çıkarılmasının gerekçelerinden biri de
şu: Personel ve bütçe yetersizliği. Aksine, İzmir Millî Kütüphanesi… Yani
Turizm Bakanlığı Elhamra Sinemasının kiracısıdır,
Devlet Opera ve Balesi. Millî Kütüphanenin malıdır Elhamra
Sineması yani bir bütçe sorunu yok. Ayrıca, kendi vakıflarınca ve Büyükşehir
Belediyesince desteklenmekte, bu tür sorunlarla karşılaşmamaktadır.
Ama akla şu soru geliyor: Acaba
Büyükşehir Belediyesi ile olan ilişkilerinden ötürü de Millî Kütüphane
cezalandırılmak mı istenmektedir? Yoksa, bugüne kadar
İzmir’in çağdaşlığına, İzmir’in bilimsel yaklaşımına, hoşgörüsüne katkı veren
çabalar gösterdiğinden ötürü müdür? 90 tane köye gezici kütüphane götürdüğünden
ötürü müdür? 5 tane köy kütüphanesi kurduğundan ötürü müdür? Yani İzmirli
yurttaşların daha çok bilimle, akılla yüz yüze gelmesine verdiği çabalardan
ötürü müdür?
Büyükşehirle ne alakası var demeyin,
bugüne kadar Millî Eğitim Bakanlığının ve millî eğitim müdürlüklerinin yapması
gereken birçok işi belediye yaparken son yıllarda okul müdürlükleri belediyeden
kendi okullarının bakımı için yardım talebinden korkar duruma gelmişlerdir
çünkü bizim belediye başkanlarımızın yaptığı her iş -son gelen bir genelgeyle
de- “Yapılan işlerin takdimi, reklamı yapılmasın, değilse yine soruşturma
açılacak.” diye bir genelge daha geldi, bundan ötürü müdür? Şimdi
bir önergeyle düzeltilecek. Sayın Başkan, sanırım bizim de önergelerimiz var,
ama şöyle bir korku da var içimde: Sanırım, o arkadaşlar bugün burada değiller.
Bizim verdiğimiz her önergeyi “Daha önemli yasalarımız var.” diye çıkıp reddeden,
bununla ilgili sanki kadrolu önerge reddi görevi almış arkadaşlarımız var. Eğer
onlar bizim isimlerimizi duyarsa buna da “Karşıyız.” diye yanlış bir konuşma
yapabilirler. Bu bir kazaya uğrasın istemiyoruz. İzmir Millî Kütüphanesi
derleme kapsamına bir önergeyle alınmalı ve İzmirliler hem Bakanımızın
hassasiyetleri açısından bu olanağa kavuşmalıdır hem de İzmirliler, bütün Ege
Bölgesi, Akdeniz ve çevre illeri bu kütüphaneden yararlanır hâle gelmelidir
diye düşünüyorum.
Zamanımız geliyor. Son sözüm de şu:
Aslında meselemiz ve sorunumuz, İzmir Millî Kütüphanesinin derleme kapsamından
çıkarılmasını tartışmaktan daha derin bir tartışmadır. Özellikle, mesela -ben
şahsen- bütün milletvekili arkadaşlarım ve bütün gruplar ve bunların temsilcisi
grup başkan vekilleri bugün bir araya gelip, iki gün önce Erzurum Dumlupınar
Okul Müdürünün yaptığı işin hesabını hep beraber sormalıydılar. Onu kınamak
sadece Cumhuriyet Halk Partili ya da gruptaki diğer milletvekillerine, AKP
dışındaki arkadaşlarımıza kalmamalıydı ya da Nur Serter’e yapılan, bir dizi
vasıtasıyla yapılan saldırıya bütün Meclis ayağa kalkmalıydı. Yani biz kendimiz barış ve hoşgörünün merkezi olması gereken
Mecliste, milletvekili arkadaşlarımız bu hoşgörüyü göstermiyorsa ve bunu
kapatmaya çalışıyorsa, hele hele bu vesileyle hep beraber çıkıp kendi
milletvekillerine “Artık, bir Meclise istiyoruz.” deme cesaretini
göstermiyorlarsa, bizim, derleme kanununda da, başka bir kanunda da yapacağımız
incelikler ya da yaklaşımlar Türkiye'nin çıkarına olmaz değerli arkadaşlarım.
Son söz İzmir için. İzmir 4,4’le
evvelsi gün yine sallandı. Bir ay kadar önce yaptığım bir konuşmayla, kentlere
karşı işlediğimiz suçlardan bahsedip İzmir’in kent yenileme projelerinin bir an
önce çıkması gerektiğini söylemiştim. Sanırım, bu deprem
nedeniyle AKP’li milletvekili arkadaşlarım da bir kez daha uyanır çünkü İzmir
4,4’le uyandı ve hep beraber, tekrar ediyorum burada, İçişleri Bakanlığını mı,
Bayındırlık Bakanlığını mı, Ulaştırma Bakanlığını mı, kimi harekete
geçireceklerse, İzmir’in kent yenileme projeleri bir an önce onaylanır ve
İzmirliler kendi sorunlarını kendileri çözme yeteneğine sahip olurlar diyorum.
Hepinizi saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Moroğlu.
Hükûmet adına Kültür ve Turizm Bakanı
Sayın Ertuğrul Günay. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakika.
Buyurunuz.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, kürsüye gelmeden önce bir
telefon mesajı aldım. Türk sinemasının değerli yönetmenlerinden Sayın Yusuf Kurçenli uzunca bir süreden bu yana rahatsızdı, ben dün de
doktoruyla konuşmuştum, vefat etmiş, rahmet dileklerimi sunuyorum ve şimdiye
kadarki, sanatımıza, kültürümüze, sinemamıza yapmış olduğu hizmetler için,
emekler için de teşekkür ediyorum milletimiz adına kendisine.
Değerli arkadaşlarım, önemli bir
çalışma yapıyoruz. Bence siyasi polemiklere kurban
etmememiz gereken önemde bir çalışma yapıyoruz, derleme yasası. Derleme Yasası 30’lu yıllarda çıkarılmış bizim ülkemizde, 1934
yılında çıkarılmış; çıkarıldığı zaman gerçekten önemli bir süre için hizmetler
görmüş ama o günkü teknik içinde matbaada basılmış olan eserlerin derlenmesi,
bir anlamda -bir değerli arkadaşımız ifade etti- ulusal hafızanın kayıt altına
alınması konusunda önemli bir işlevi yerine getirmiş ama zaman içinde,
mecellede hüküm var biliyorsunuz, zaman değişince hüküm değişir, ezmânın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz. Umarım
ki bu sözlerimiz de tutanaklara doğru geçer, zaman zaman bazen telaffuz
yanlışlıkları ya da ifade yanlışlıkları oluyor.
Yeni dönemde tabii sadece matbaada
basılmış eserler değil, çeşitli mecralarda basılmış olan bütün eserlerin,
dijital ortamdaki eserlerin, web sitelerinin, bütün bu çalışmaların, web
ortamının kayıt altına alınması gerekiyor. Zaten, sonraki yıllarda da UNESCO’nun
“Herkes derleme yasasını bu çerçevede, bu ihtiyaçlar karşısında gözden
geçirsin.” diye bütün ülkelere, ilgili ülkelere uyarıları da var. Biz bu
çerçevede bir hazırlık yaptık -geçen dönem aslında gündeme geldi- Komisyondan
geçirdik, daha sonra da birkaç noktayı –anlatacağım- tashih etme ihtiyacı
doğdu, onu da bugün inşallah yerine getireceğiz ve böylece derleme, ulusal
hafızanın kayıt altına alınması konusunda önemli bir çalışmayı birlikte
gerçekleştirmiş olacağız.
Arkadaşlarıma teşekkürlerimi ifade ederim.
Komisyonda gerçekten bir iki küçük konunun dışında, yani bugün düzelteceğimiz
konunun dışında mutabakatla, bütün partilerin mutabakatıyla geçti. Zaman zaman
bu konularda bu tür mutabakatlara ihtiyacımız var. Yine arkadaşlarımız
hatırlayacaklar, geçen dönemde Bakanlığımızın getirdiği bir başka teklif de
mutabakatla geçmişti, Yazma Eserler Başkanlığı kurulması. O çerçevede de şu
anda Türkiye’de yazma eserlerimizi çok daha iyi muhafaza edecek bir altyapıyı
oluşturuyoruz ve İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi merkez olmak üzere yazma
eserlerimizin -ki bizim kültür dünyamızın çok önemli hazinelerinin başında
gelenlerdendir- dünya standartlarına uygun bir biçimde korunması konusunda
altyapıyı kurmuş bulunuyoruz. Bunu da Parlamentodaki bütün siyasi partilerin ittifakıyla
gerçekleştirdik, bugün de aynı şeyi yapmaya çalışıyoruz.
Aslında, biz 2009’da uzun bir aradan
sonra, on yılı aşkın bir aradan sonra Ulusal Yayıncılık Kongremizi topladık ve
Yayıncılık Kongresinin verdiği direktifler çerçevesinde de bugün hukuki
statüsünü kazandırmaya çalıştığımız bu mekanizmayı fiilî olarak işler hâle
getirdik ve onun sonuçlarını da geride bıraktığımız yıllarda aldık. Bir örnek
vermek istiyorum, 2007 yılında Türkiye’de 29 bin eser basılmış ve 19 bini
derlenebilmiş bunların, küçük küsurları var. 2011 yılında 43 bin eser basılmış
ve -43.217- biz 43 bin eseri derlemişiz. Yani fiilî altyapıyı kurduk geride
bıraktığımız süre içinde. Bu, ISBN numarası, ISSN numarası ve ISMN numaraları
çerçevesinde yaptığımız uygulamalarla derleme konusunda çok önemli mesafeler
aldık. Bugün yeni bir yasayla bu aldığımız mesafeyi hukuki altyapısına
kavuşturmuş olacağız. Ne yapıyoruz? Arkadaşlarımız ayrıntılarına da değindiler
zaman zaman, çok zaman almak istemiyorum ben. Elektronik ortamlar da dâhil olmak
üzere bütün çoğaltma yöntemleriyle elde edilen eserleri bu yasanın kapsamına
alıyoruz. Mevcut Yasa’yla derleme sorumluluğu sadece matbaalardayken şimdi
gerçek ve tüzel kişileri ve yayınevlerini de sorumluluk altına alıyoruz.
Mevcut Yasa’da idari para cezaları
caydırıcı olmaktan uzakken şimdi daha caydırıcı hâle getiriyoruz ve daha önce
Derleme Kurumuna bir derleme nüshasının verilmesi yayıncı için bir yükken,
matbaa için bir yükken şimdi onu gider yazmasını ve böylece yayıncı için bir
yük olmaktan çıkarılmasını sağlamaya çalışıyoruz. Böylece kimseye özel bir yük
getirmeden bu önemli ihtiyacı karşılamaya çalışıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, biz bunu İstanbul
ve Ankara’da sınırlı tutmaya çalıştık yasanın ilk hazırlanışında. Yasanın asıl
hazırlanışı bir önceki döneme kadar gidiyor, 2006’da.
Geçen dönemde biz Komisyona yasayı
getirdiğimizde İstanbul Üniversitesinin önümüzde bir “Biz bu yükün altından
kalkamıyoruz.” yazısı vardı, 95’ten bu yana. Bu konuyu uzun uzun anlatan
Değerli Arkadaşım, muhalefet sözcüsü arkadaşlarımdan birisi İstanbul
Üniversitesinde Rektör Yardımcılığı yaptı, bu süreci çok yakından biliyor. Daha
sonra İstanbul Üniversitesi bunun kendileri için de önemli bir bilgi ve kültür
kaynağı olduğunu düşünerek tashih etti görüşlerini. Önce -Sayın Alemdaroğlu
zamanında sanıyorum- kısmen bazı eserlerin kendilerine verilmesi konusunda bir
talepleri var, en son da, şimdiki Rektörümüz zamanında da tümüyle derleme
kapsamına girmek istediklerine ilişkin bir önerileri var. Biz bunu nazara
aldık, ciddiye aldık Komisyonda. Genel Kurulda, daha önce komisyondan geçmiş
olan bir konuyu madde madde yeniden görüşme külfetiyle ve zaman kaybetme
külfetiyle karşı karşıya kalmayalım diye -Bakanlık olarak benimsiyoruz,
iktidar-muhalefet, hep beraber benimsiyoruz- “Ortak önergeyle o sorunu Genel
Kurulda hallederiz.” dedik, sözümüzün arkasındayız. Yani bunun üzerinden uzun
uzun yeniden tartışma yapmayı ben Genel Kurulu işgal etmek olarak görürüm.
Kayıtlar ortada, Üniversitenin önce “Bizi çıkarın.” talebi var, daha sonra “Bizi
dâhil edin.” talebi var.
Kaldı ki biz İstanbul’da Beyazıt
Kütüphanesi… Ki aşağı yukarı İstanbul Üniversitesi kampüsü içinde sayılabilecek
bir mekândır. Fiziki olarak Beyazıt Kütüphanesini de son derece geliştiriyoruz.
Beyazıt Kütüphanesinin Beyazıt Külliyesi bölümünde şu anda yaptığımız ve bu yıl
sonunda bitireceğimiz restorasyon çalışmalarımız var.
Beyazıt Kütüphanesinin imkânları misli misline artmış olacak İstanbul’da. Ondan
ibaret değil, Süleymaniye’yi Yazma Eserler Merkezi yaptığımız için Süleymaniye
Kütüphanesinin yanı başında belki kırk elli yıldır -ben öğrenciliğimden beri
hatırlıyorum- var olan bir doğumevi vardı. O külliyenin içinden doğumevini
çıkardık ve Süleymaniye Kütüphanesini doğumevini de kapsayacak şekilde restore
edip, büyütüyoruz. Hemen Süleymaniye Kütüphanesinin beş metrelik sokak
aralığında eski darüşşifa, Süleymaniye Külliyesi içindeki darüşşifa binası
vardı, orayı da kitap şifahanesi yaptık. Böylece Süleymaniye Kütüphanesinin
fiziki mekânı 1 mislinden fazla büyüyor. Ayrıca 99 depreminde zarar görmüş
olduğu için kapatılmış bulunan, İstanbul’da müstakil olarak, bir kütüphane
olarak yapılmış bulunan çok ender binalardan birisidir, iki yüz elli yıl kadar
önce Koca Ragıp Paşa
merhum tarafından yapılmış -haziresinde şu anda Koca Ragıp Paşa
merhum torunuyla birlikte yatıyor- o kütüphane kapalıydı 99 depreminden bu
yana. Restore ediyoruz ve örnek bir restorasyon
yapılıyor, onu da İstanbul’un kültür yaşamına katıyoruz. Yani biz Türkiye'nin
başka yerinde ve İstanbul’da kütüphane imkânlarımızı geliştiriyoruz. İstanbul
Üniversitesi bu imkânlardan yararlanabilir ama “Biz buna dâhil olalım.” dediği
için bugün oy birliğiyle bu sorunu halledeceğiz.
İzmir’le ilgili belki bir sürçülisan
oldu arkadaşlarımdan birisinin. İzmir’in böyle bir yazılı talebi yok -orada
Sayın Moroğlu haklı ama- İzmir Kütüphanesi
Ankara’daki Millî Kütüphane gibi doğrudan doğruya devletin bir kurumu değil. İzmir Kütüphanesi
-adı Millî Kütüphane- İzmir Millî Kütüphane Vakfının kütüphanesi yani bir vakıf
kütüphanesi ve evet, biz bir bölümünü kira olarak kullanıyoruz ama kütüphane
olarak kullanılan mekânlar doğrusu yeni bir kütüphane yapma ihtiyacını da
İzmir’de gündeme getiriyor. Önümüzdeki dönemde hedefimiz İzmir’e yeni bir
kütüphane yapmak ve Millî Kütüphanenin, doğrudan doğruya Halk Kütüphanesinin
imkânlarını geliştirmektir. Orada otuzlu yıllardan beri, hatta 1912’den beri
gelen bir kütüphane geleneği var ama tarihî binada bir kütüphane müzesi olması
belki gerekiyor önümüzdeki süreçte ve yeni
bir kütüphane binası yapmak gerekiyor.
Şimdi arkadaşlarımızın yani burada uzun
uzun “İzmir’e karşı bir kasıt mı var? Bir tavır mı var?” söylemlerini doğrusu ben
hayalhanelerine müthiş bir saygı duyarak izledim! İzmir’le ilgili ya da
Türkiye'nin bir başka yerleşim merkeziyle ilgili bir kültür etkinliğini oradan
kaldırmak gibi bir derdimiz, bir gayretimiz olabilir mi? Biz Anadolu’yu yeni
kültür mekânlarıyla kavuşturmaya, tanıştırmaya çalışan, sözden çok icraata önem
veren bir anlayışı temsil ediyoruz. Arkadaşlarım bu dönemde Türkiye'nin gündeminde
şimdiye kadar olmayan yeni bir kütüphane konsepti
geliştirdiler örneğin. Onu da bilginize tekraren sunmak isterim. Edebiyat müze
kütüphaneleri, bu ilk defa bu dönem gündeme geldi. Bir kütüphane dediğiniz
zaman aklınıza gelen bütün eserler oraya tıkış tıkış yığılıyordu, şimdi bir
tematik kütüphane yapmaya çalışıyoruz. Edebiyat müze kütüphanesi, bunun ilk
örneğini Ankara’da “Mehmet Âkif” ismiyle
gerçekleştirdik biliyorsunuz Hamamönü’nde. Ankara’da
Edebiyat Müze Kütüphanesi “Mehmet Âkif” ismiyle, İstanbul’da
Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi açtık, Adana’da Karacaoğlan
Edebiyat Müze Kütüphanesi açtık, Emrah’ı şimdi Erzurum’da hazırlıyoruz. Hiç
ayrım yapmıyoruz, “Atilla İlhan” ismiyle İzmir’de bir edebiyat müze kütüphanesi
kurmaya çalışıyoruz. “Bedri Rahmi Eyüboğlu” ismiyle Trabzon’da bir edebiyat
müze kütüphanesi kurmaya çalışıyoruz.
Biz, Anadolu’nun farklı yerleşim
merkezlerini kültür hizmetleriyle daha çok tanıştırmaya çalışırken İzmir’den
bir geleneği söküp almak kimsenin aklına bile gelmez ama mekân yetersiz olduğu
için ve bir derleme kütüphanesi inanılmaz yükler getirdiği için ve o derleme
kütüphanesine önceki yıllarda gönderilen dergiler, gazeteler açılmamış balyalar
hâlinde birtakım depolarda durduğu için -bu fiziki bir gerçektir ve hâlen devam
ediyor- böyle bir külfetten arkadaşlar sadece kurtarılmak istendi. Ama mademki böyle bir talep
var, biz, bunu oy birliğiyle, bugün bir önergeyle gerçekleştireceğiz.
Şunu da bilmenizi isterim: İzmir Milli
Kütüphanesi, o binada galiba yetmişinci yılını ama vakıf kütüphanesi olarak
yüzüncü yılını neredeyse tamamlıyor. Bu benim bilgim değil ve benim verdiğim
bir bilgi değil. Ben İzmir Milli Kütüphanesini ziyaret ettiğim zaman, Millî
Kütüphanenin hâlen görevdeki müdürü, basın önünde, beni de çok şaşırtan bir
bilgiyi benimle ve basınla paylaştı “Bu binaya Atatürk geldi, Milli
Kütüphanemizi Atatürk ziyaret etti
-Celal Bayar merhum, kuruculardandır- Celal Bayar geldi, ilk defa bir
Kültür Bakanı geliyor.” dedi. Evet, ilk defa o kütüphaneyi de bir Kültür ve
Turizm Bakanı olarak ben ziyaret etmişim yani daha önceki yıllarda İzmir Milli
Kütüphanesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri ve sorumluları tarafından
önceki yıllarda göz ardı edilmiş. Yani bu kadar kültür mekânlarıyla ilişkimiz
ve bunları Türkiye sathına yaydırma gayretimiz varken arkadaşlarımızın gerek
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi gerek İzmir Kütüphanesiyle ilgili böyle
birtakım vehimlerden kaynaklanan görüşler ileri sürmesini doğrusu gülümseyerek
karşıladım yani ben işin gerçeğini bildiğim için gülümseyerek karşıladım.
Değerli arkadaşlarım, biz Türkiye’nin her tarafına mümkün olduğu
kadar kültürü, hizmeti yaygınlaştırmaya çalışıyoruz ve ayrıca elektronik
ortamda da bütün bu bilgilerin herkesle paylaşılmasının altyapısını kurmaya çalışıyoruz.
Yazma eserlerimizi yüzde 90 itibarıyla biz şu anda dijital ortama aktardık.
Umut ediyorum ki zaman içinde telif hakları sorunlarını da bir ölçüde aşarak
Millî Kütüphane envanterimizi de önemli ölçüde dijital
ortama aktaracağız ve insanlar bir kütüphane merkezine gitmeksizin de
Anadolu’nun bir başka kütüphanesinden oradaki bilgiye ulaşma imkânı bulacaklar.
Türkiye bu alanlarda yeni yeni büyük mesafeler almaya başladı. Bütün bunları
Türkiye’nin tabii ekonomik ve demokratik istikrarına borçluyuz. Burada arkadaşlarımın
hep beraber üzerinde mutabık olduğumuz bir yasayı konuşurken iktidar
suçlamaları yapmaları ya da siyasi polemiklere kalkan
birtakım görüşler ileri sürmelerini doğrusu çok üzüntüyle karşıladım. Yani
ayrım yapmaksızın Türkiye’nin bütün kültür varlığına sahip çıkmaya çalışıyoruz.
Ben Adana Edebiyat Müze Kütüphanesini açarken isminin “Yaşar Kemal” olmasında
çok ısrarlıydım. Bizzat Yaşar Kemal’in önerisiyle “Karacaoğlan” yaptık çünkü
Yaşar Kemal “Ben ne öğrendimse Karacaoğlan’dan öğrendim.” dedi ve biz onun
önerisiyle yaptık.
Hatırlayacaksınız ki bundan önceki Hükûmet
döneminde daha önce çeşitli hükûmetlerin gündemine gelmiş ve bir türlü
çözülmemiş olan Nazım Hikmet’in vatandaşlık sorunu çözüldü. Türkiye’den
koparılmış bulunan birçok insanın maddi ya da manevi tekrar vatanıyla, doğduğu
toprakla bağ kurmasının önündeki engelleri biz kaldırmaya çalıştık.
KAMER GENÇ (Tunceli) – On senedir
iktidardasınız. On senedir yapamadığınız şeyi on sene sonra yapıyorsunuz.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(Devamla) - Yani böyle bir anlayışın insanları fikri hür, irfanı hür, vicdanı
hür bir nesil yaratmaktan uzaklaştırmaya kalkması bir korkudur, bir kaygıdır.
Yaptıklarımızı biz hani merhum Ziya Paşa’nın bir sözü var “Ayinesi
iştir kişinin lafa bakılmaz/ Kişinin görünür rütbei
aklı eserinde.” anlayışından yapıyoruz ve yapmaya çalıştıklarımızı bir gün
mutlaka toplum anlayacaktır düşüncesindeyiz. Anlıyor da nitekim yani bütün
seçim sonuçları bizim yaptıklarımızı, eğer demokrasiye inanıyorsak eğer
halkoyunun bizim için bir değeri varsa yaptıklarımızı toplum anlıyor. Yani o
yüzden bizi eleştireceği yerde bazı arkadaşların dönüp biraz kendilerine
bakması ve “Neden biz halktan -madem iyi şeyler yapıyor ve söylüyoruz- bu
desteği alamıyoruz?” diye dönüp bir irdeleme, bir yargılama yapması gerekir
kanaatindeyim.
Bazı arkadaşlarımız konuşup gittiler
ama bir iki dakika değinmek isterim. Kültür ve turizmin ayrı olması konusu hep
gündeme getiriliyor, Sayın Önder arkadaşım da gündeme getirdi. Değerli
arkadaşlarım, biz sıradan bir kıyı turizmi ülkesi olmak istemiyoruz. Turizm, ülkenin uluslararası alanda tanıtılmasının önemli
araçlarından birisi. Biz işin içine kültür boyutunu da katarak, kültür
zenginliğini de katarak sadece güzel sanatlar değil, halkımızın toplam yaşam
kalitesini yukarı çekmeye çalışıp ve onu dünya tanıtımına katarak Türkiye’nin
marka bir ülke, Türkiye’nin farklı bir ülke, Türkiye’nin bütün yaşam tarzıyla
farkındalık yaratan bir ülke olmasını anlatmaya ve dünyaya bunu kanıtlamaya
çalışıyoruz. O yüzden bu iki alan birbiriyle çok yakın, birbiriyle çok
iç içe ve biz bunları birlikte sürdürmekten çok mutluyuz.
Bir de ana dillerle ilgili dün bir anma
günü vardı. Doğrusu, biz geçen dönem de -bir yıl kadar önce- kültürel
çeşitlilik konusunda Komisyonumuzdan, Eğitim Komisyonumuzdan bu Birleşmiş
Milletler Sözleşmesi’ni geçirdik ve şimdi Genel Kurulumuzun gündeminde.
Umuyorum ki yakın bir gelecekte Genel Kurulumuz bu sözleşmeyi de kayıt altına
alacaktır. Biz hiçbir dil kaybolmasın, hiçbir renk kaybolmasın, hiçbir kültür kaybolmasın
derdindeyiz. Devlet olarak herhangi bir kültür baskısı, dil baskısı, herhangi
bir formasyon zorlaması yapmak istemiyoruz. Geçmiş
yıllarda bunlar yapıldı. Ben ikna odaları tartışmasını yeniden açmak
istemiyorum ama hafızayı beşer o kadar da nisyan ile malul değil, hepimiz bu
ülkede yaşıyoruz. Nerelerden geldik ve şimdi eskiye göre nasıl daha çoğulcu bir
ortamdayız, hepimiz bunun farkındayız.
Biz elbette her dile saygı gösterilsin
istiyoruz. O yüzden, bir arkadaşım söyledi, bazı lehçelerin, bazı yerel
dillerin televizyonlarda bir suçlu ile veya bir kötü kimlikle bir araya
getirilmesini doğru bulmuyoruz. Bu konudaki yaklaşımların yanlışlığının altını
çizmek istiyorum. Esas itibarıyla, zaten televizyonlar, bizim kültür
yayınlarımız doğru rol modelleri topluma vermelidir, gençleri doğru modellere
doğru yönlendirmelidir düşüncesindeyiz. Elbette dile saygı göstermeliyiz,
elbette insana saygı göstermeliyiz çünkü bizim anlayışımız “Sen kendine ne
istersen başkasına onu iste/Dört kitabın manası budur eğer var ise” diyen
Sevgili Yunus Emre’den kaynaklanıp gelmektedir. O inançla yürüyoruz, o inançla
işlerimizi yapıyoruz.
Ben bu yasaya arkadaşlarımın verdiği
destek için teşekkür ediyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
X.- OTURUM
BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- Oturum
Başkanı TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’in, İstanbul Milletvekili Fatma Nur
Serter’e yapılan davranışı ve basının haberi veriş şeklini kınadığına ilişkin
konuşması
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bugün
bahsedildiği için, şahsım adına Sayın Serter’i üzmemek için, hatırlatmaktan
kaçındığım için konuşmayacaktım ama kendisine yapılan tavrı kişisel olarak
bütün Türkiye Büyük Millet Meclisinin kadın milletvekillerine karşı işlenmiş
bir tavır olarak, bir suç olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum. (CHP, MHP ve
BDP sıralarından alkışlar) İkincisi, hem ciddi bir saygısızlık ve terbiyesizlik
olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum.
Diğer taraftan, kadına şiddet ve tacizi
önlemek için kadın haklarıyla, kadın-erkek eşitliğini sağlamak için -benim
ikinci dönemim bu Mecliste- özellikle kadın milletvekili arkadaşlarımızın geçen
dönemde -parti farkı ayırt etmeden söylüyorum- yaptıkları çalışmaların ne kadar
önemli olduğunu ama ne kadar az yol aldığımızı ifade ettiğini de bu olayla
gördüğümü ifade etmek isterim. Sayın Serter’le ilgili bugün basının bu
haberi veriş şekline baktığım zaman da aynı taciz ve aynı kadına şiddet
anlayışını gördüğümü ifade etmek istiyorum ve kınıyorum. (Alkışlar)
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
6.-
Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128) (Devam)
BAŞKAN – Şimdi, şahısları adına son söz
İstanbul Milletvekili Sayın İsmet Uçma’da.
Buyurun Sayın Uçma. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
İSMET UÇMA (İstanbul) – Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; ben de 128 sıra sayılı Çoğaltılmış Fikir ve
Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı üzerine şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Bu itibarla hepinizi saygı, sevgi ve muhabbetle selamlıyorum.
Sevgili arkadaşlar, elimde gerçekten de
derleme kanun tasarısı üzerine yazılmış bir sürü not vardı ama bugün Mecliste
rahmet dilinden biraz uzaklaşıldığını görünce arkadaşlarımla bu hususları
paylaşmak istedim. Galiba bizim bir üslup ve bir tarz derleme kanununa da
ihtiyacımız var. Bu itibarla, Meclisin cumhuriyet tarihi boyunca çalışmış
sürelerinde kullanılan üslupların bir derlenip toparlanıp bir bilgi bankasında
bir araya getirilip hakikaten günümüzle bir mukayese edilmesinin yararlı
olacağını düşünüyorum.
Sevgili arkadaşlar, biz, hepimiz bir
merhamet dilini, bir rahmet dilini, bir kardeşlik dilini geliştirebiliriz. Zira
siyasetin tek gıdası milletin teveccühüdür. Bunun dışında hangi gıdayı siyasete
takdim etseniz onunla beslenmez. Milletten teveccüh almak gerçekten fevkalade
önemlidir. Şimdi, biz, yapıp ettiklerimizi milletimizin bize verdiği yetkilerle
yapıyoruz.
Şimdi, aykırı dil kullanan sevgili
kardeşlerime şunu söylemek istiyorum: Buyurun yetki alın, istediğiniz olguları
millet talep ve takdir ettiği sürece hayata geçirin.
Bu itibarla arkadaşlar, ben de Sevgili
Nur Serter Hanımefendi’ye -hangi dizide olduğunu bilmediğim- yönelik çirkin
yaklaşımı nefret ve şiddetle kınıyorum. Zannediyorum grubum da bana
katılıyordur. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Fakat Sevgili Nur
Hanımefendi’nin aynı şekilde bir gerginlik diline düşmesini, bir nefret dilini
besleyecek tarzda yaklaşmasını da doğru bulmadığımı ifade ediyorum. Yani
zappingle insan kalbi okuyarak sonuca varma imkânımız yok.
Sevgili arkadaşlar, biz “Çağdaşlık”
dediğimizde -tırnak içinde- gerçekten de çağın trendleri
olan bilişimi, iletişimi, teknolojiyi ve özgürlükleri yakalamak olarak
görüyoruz. “Çağdaşlık” dediğimizde tırnak içine alır da bir yaşam biçimini
dayatmak olarak algılarsak bu doğru olmaz, buna hepimizin birlikte karşı
çıkması gerekiyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Çete kanununu
kabul eden çağdaş olur mu?
İSMET UÇMA (Devamla) – Sevgili
arkadaşlar, şimdi Sevgili Süreyya burada yok tabii -Sevgili Süreyya’nın esprime
alınmayacağını düşünerek söylüyorum- bugün biraz fazla kafası karışık geldi
bana. Oysa ben çok seviyorum, çok yararlanıyorum kendisinden, çok değerli bir
dostum.
Şimdi, sevgili arkadaşlar, bu Kürt
sorunu yüzde 70 psikolojik bir sorundur. Mesela ben de hep başından beri, biz
de parti olarak hep söylüyoruz. Doğru, bir referandum yapılarak köy, mezra
isimleri neyse yeniden iade edilmelidir, bu psikolojik sorunlar aşılmalıdır.
Dil, din, renk ayrılıkları sevgili arkadaşlar, ancak indirgemeci insanların
işidir.
Hemen ifade etmek isterim ki yeryüzünde
iki tür anlayış vardır
-üçüncüsünü bulan olursa bunu bir icat olarak göreceğiz tabii- o da
şudur: Birisi, sosyal olayları anlamaya çalışır, anlar, yorumlar, gözlemler,
analitik gözlemlerle sonuçlandırır ve mutlaka çözer. Bir diğeri indirgemeci,
fanatik ve hakikaten de entegrist anlayıştır. Bu,
sosyal olayları kaşır, kanatır ve bundan beslenir. Arkadaşlar, sosyal olayları
kanatıp ondan beslenmek kadar yeryüzünde etik olarak reddedilmesi gereken başka
hiçbir konu yoktur.
Şimdi, ayrıca Süreyya Kardeşim bizim
kültür sanat alanında yapıp ettiklerimizi eksik bulabilir, doğrudur,
eksiklerimiz elbette olabilir ama -Sevgili Bakanım da biliyor- 2002’ye kadar
bizde 7 bin çeşit kitap vardı -ben yayıncı ve yazar bir kardeşinizim- şimdi,
hamdolsun, 43 bin çeşit kitabımız var. Bunun herhâlde özgürlükler ortamının ve
yazarı, yayıncıyı, sanatçıyı besleyen ortamın oluşturulmasından kaynaklanan bir
durum olması iktiza eder. Çünkü özgürlüklere o kadar önem veriyoruz ki, şahsen
ben diğer milletvekili arkadaşlarımın da aynı kanaatte olduğunu düşünüyorum,
özgürlük alanını daraltırsanız bireyde ve toplumda, tıpkı ayağı sıkan ayakkabı
gibi vücudun hepsini rahatsız eder. Yani özgürlük alanını daralttığınız bir
toplumda ya da bireyde asla gelişme gözlemleyemezsiniz; sosyal alanı
daraltırsınız, ekonomik alanı daraltırsınız, sanat alanını daraltırsınız,
kültürel alanı daraltırsınız ve dolayısıyla büyümeyi daraltırsınız,
özgürlükleri daraltırsınız. Bunları yapmamak gerekir sevgili arkadaşlar.
KAMER GENÇ (Tunceli) – O ortamı yaratan
sizsiniz!
İSMET UÇMA (Devamla) – Ben sevgili
Hamzaçebi’nin siyaset üslubuna çok değer veriyorum, sevgili Şandır’ın
siyaset üslubuna çok değer veriyorum, kardeşlerimizin siyaset üsluplarına çok
değer veriyorum, ama bazen, kimi kere, hakikaten, yani partilerine zarar
verecek şekilde bir siyaset üslubu geliştirmeyi de doğrusu bir kardeşiniz
-belki herhâlde sizden yaşlıyım- bir ağabeyiniz olarak doğru bulmadığımı ifade
etmek istiyorum.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Sen kürsüden
Türkeş’e hakaret etmedin mi? Sen kendi üslubuna bak!
İSMET UÇMA (Devamla) – O itibarla
sevgili arkadaşlar, yeryüzünde bizim tartışamayacağımız hiçbir şey olmamalıdır.
Biraz önce Sayın Hamzaçebi’nin vurgu yaptığı husus önemlidir.
Sevgili arkadaşlar, biz asla din-siyaset
kurumunun birbirine karıştırılmasını istemiyoruz ve buna karşıyız. Biz, din ve
din-siyaset ilişkisini, hakikaten makası oldukça açarak ayırt etmek istiyoruz,
ama dindar siyasetçiden yana olmamız da herhâlde hiç kimseyi rahatsız etmez.
Bizim yaptığımız budur arkadaşlar.
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Biz de onu
arıyoruz zaten, dindar siyasetçi arıyoruz! Dürüst, dindar, sözünde duran!
İSMET UÇMA (Devamla) – İşte, o
sizlersiniz, bizleriz. Hep birlikte birbirimizi, inşallah, daha güzele götürme
gayreti içerisinde olacağız. Birbirimizden alıp vereceğimiz, katacağımız çok
şeylerin olduğunu düşünüyorum.
Sevgili arkadaşlar, ülkemiz
paranoyalarını yavaş yavaş atıyor. Yani on yıllık periyotlarla
darbeler yemiş bir ülke. Asla geçmişe ilişkin potansiyel suçlu aramak, devri
sabık yaratmak, arkadaşlar, bize bir şey kazandırmaz. Geçmişle bizim
yüzleşmemiz bizim öz güvenimizdir ve aynı hatalara düşmemek içindir. Tarih övgü
ya da sövgü kitabı değildir, tarih ibret ve ders alınmak için vardır.
Bir başkası arkadaşlar, hiç unutmamak
gerekiyor, demokrasilerde -ilginçtir, şimdi artık dünya demokrasileri
konuşuyor, yeni yeni yöntemler
geliştirmeye çalışıyor- halkın teveccüh ettiği insan tipi, nasıl olursa olsun,
sizinle yüz seksen derece zıt da olsa ona büyük bir saygı duymayı gerektiriyor.
Dolayısıyla arkadaşlar, biz hepimiz,
hep birlikte dilleri, dinleri, etnisiteleri bir
kardeşlik potasında eriterek, onlar olmadığı zaman kendimiz üretmeye çalışmamız
lazım. Bütün vahiylerde… Dikkat edin arkadaşlar, şunun için belki biraz birbirimizden
uzak düşüyoruz:
Sevgili arkadaşlar, Sevgili Süreyya
yok, indirgemeci, yerel, mevzi, etnisiteye dayalı,
gerilime dayalı hiçbir anlayış asla “Küllü’n nâs” diyen anlayışa rehberlik edemez. Şimdi, bizim belki
mini minnacık farkımız şu: Diğer vahiyler ve peygamberler bir bölgeye, bir
topluma gönderiliyor, diğer vahiyler de öyle ama bizim yani hepimizin gerçekten
övündüğümüz medeniyetimizin vahyi, dikkat ederseniz, evrensel ve Resulü de,
elçisi de evrensel. Dolayısıyla, bizim başka topluluklar gibi “Küllü Kürt,
küllü Türk, küllü Laz, küllü Çerkez.” demek lüksümüz yoktur arkadaşlar, biz “Küllü’n nâs” demek zorundayız.
İşte, belki bu dili yakalarsak, “Bütün insanlar” deme dilini yakalayabilirsek,
öyle zannediyorum, içinde bulunduğumuz durumlara da bir an önce çare üretmiş
oluruz.
Sevgili arkadaşlar, bu derlemeyle
ilgili kütüphaneleri zaten hem Bakanım hem de diğer konuşmacı arkadaşlarımız
konuştular.
CHP’li arkadaşlarımız bunu espri kabul
etsinler, bize bir güvensizlik serd ettiler
komisyonda, yoksa biz orada bütün maddeleri oylayıp yani kendi aramızda
halledip burada tamamı üzerinde konuşup kısa zamanda bitirecektik ama şimdi,
sevgili arkadaşlarımızın önüne, bakınız, biz o güvensizliği hak etmiyoruz diye
bunları getirdik ve buradaki önergelerle düzeltmiş olacağız.
Bu itibarla, ben mevcut yasanın
hayırlara vesile olmasını niyaz ve temenni ediyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Uçma.
Soru-cevap…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan,
geçmeden…
Sayın Hatip grubumuza hitaben, isim de
vererek, vekil ismi de zikrederek, ayrıca üslup ve kavramlar konusunu açarak
sataşmada bulunmuştur; ona cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Ben çok dikkatle dinledim; ama
neyse… Başladık biz bu işe.
Buyurun.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan,
aslında çok ağır söylediği şeyler var, çok ağır şeyler.
BAŞKAN – Buyurun, buyurun… Yani ben çok
dikkate izledim ama buyurun.
İki dakika Sayın Kaplan.
Siz de başka bir cevaba ne olur fırsat
vermeden…
IX.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
4.- Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan’ın, İstanbul Milletvekili
İsmet Uçma’nın grubuna sataşması nedeniyle konuşması
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Değerli
milletvekilleri, bir milletvekili arkadaşımızı bir dizide -Gerçekten söyleyecek
söz bulamıyorum- bu şekilde yansıtan zihniyeti şiddetle kınıyorum buradan; bu
bir.
İkincisi; seçilmiş bütün
milletvekillerine karşı kullandığı dil ve üslup konusunda hepimiz eşit derecede
sorumluyuz.
Bakın, Sayın Hatip burada bir şeyler
konuştu ama isterdim ki iğneyi kendisine, sonra çuvaldızı da muhalefete
batırsın; gerçekten bunu isterdim. Burada, seçilmiş milletvekillerine “Zerdüşt”
diyen “iblis” diyen “şerefsiz” diyen parti genel başkanlarınızı da bu şekilde
doğru üsluba davet ederseniz, Meclisin adabına da katkı sunarsınız. Yani dönüp
burada, bir başka muhalefet grubunun üslubunun kendine yok zarar veriyormuş,
yok şöyledir… Peki, bu üslup iktidar partisine zarar vermiyor mu? Bunun… Bu
konuşmalar yapılırken burada bir Bakan çıkıyor, seçilmiş milletvekillerine “On
paralık” tartışması açıyor. “Kim on paralık? Kim beş paralık?” olayına girmek
elbette ki doğru değil ama üslubu kınamak gerekmiyor mu? Neredeydiniz o
üsluplar konuşulduğu zaman?
Yani buradan şunu ifade etmek
istiyorum: Sizin bu konuda başka gruplara ders verme niyetiniz varsa, önce
kendi dilinizi düzelteceksiniz. Bir de dillere saygı göstereceksiniz.
“Medeniyet dili değildir” diyen inkâr vandalizminin
de tuzağına düşmeyeceksiniz. Vandalizmdir inkâr,
asimilasyon, şovenizm; dilleri, kültürleri, kimlikleri inkâr etmek. Bu tuzağa
düşmeyeceksiniz. Bizden de uyarı bu kadar.
Teşekkür ederim.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
6.-
Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128) (Devam)
BAŞKAN – Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Şandır…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür
ederim.
Sayın Başkanım, öncelikle, Sayın
İstanbul Milletvekili Nur Serter Hanımefendi’yle ilgili bugün gazetelere
yansıyan hadiseyi biz de Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak şiddetle ve
nefretle kınıyoruz. Bu kınama kalmaz, bunun hukuken de cezalandırılması
gerektiği kanaatindeyim.
Sayın Bakana sorum şu: Sayın Bakanım,
siz de biliyorsunuz ki bizim kültürümüzün ve kültür hayatımızın çok değerli bir
unsuru olan, çok özel bir unsuru olan sahaflar, sahafçılık
çok zor durumda, yaşatılması gerekiyor. Bugün özellikle İstanbul’da Beyazıt
Külliyesi çevresindeki sahaflar belediyenin yüksek kira gelirleri altında
kapatmak durumunda kalıyorlar. Bu noktada bir tedbir alınması gerekiyor. Bir
tedbiriniz var mı? Bunu sormak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Belen…
BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, Tekirdağ ili Çorlu
ilçesinde, bundan altı yıl evvel temelini de sizin attığınız bir kültür merkezi
inşaatı var, kaba inşaat hâlinde duruyor ve yağmalanıyor. Hırsızlar ne tesisat
bıraktı ne cam çerçeve. Bunu tamamlamayı düşünüyor musunuz?
Ayrıca, yine Çorlu ilçesinde Fatih
Camisi’nin bir restorasyon projesi vardı; Fatih Camisi
var. Bu ne zaman ihaleye çıkacak?
Kırklareli ilinde okuma yazma oranı çok
yüksek, kütüphanelere halk çok yoğun bir şekilde gidiyor, fakat Pınarhisar,
Pehlivanköy ve Babaeski ilçelerindeki kütüphanelerde personel yetersiz. Ayrıca,
Lüleburgaz, Evrensekiz, Ahmetbey
beldelerinde de kütüphane var, personel olmadığından dolayı kütüphaneler
kapalı.
Kırklareli’nin Demirköy ilçesinde Fatih
Dökümhanesi var, yılan hikâyesine dönen bir restorasyon
çalışması var. Ödenek ayırıp en kısa zamanda bitirmeyi düşünüyor musunuz?
BAŞKAN – Sayın Fırat…
SALİH FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, zaman zaman Nemrut
zirvesindeki anıtların, tarihî eserlerin taşınacağı, yerine kopyalarının
yapılacağı söyleniyor. Bunları yerinde korumayı, muhafaza etmeyi düşünüyor
musunuz?
İkinci bir sorum Dünya Ana Dil Günü
nedeniyle: Türkiye’de on binlerce yerleşim yerinin 12 Eylül rejiminden sonra
ana dildeki isimleri değiştirildi. Bu ana dildeki isimlerini geri iade etmeyi
ne zaman düşünüyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Ağbaba.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakanım,
Malatya, dünyanın kayısı başkenti olmasının yanında yetiştirmiş olduğu
sanatçılarla Türkiye'nin kültür ve sanatına çok önemli katkı vermiş ve
markalaşmış bir şehirdir. Hatice Aslan, Kemal Sunal, İlyas Salman, Kenan Işık,
Yasemin Yalçın, Melike Zobu, Sümer Tilmaç, Ünal Küpeli gibi tiyatro ve sinema sanatçılarını
yetiştiren Malatya’da, bilindiği gibi, birkaç yıl önce devlet tiyatrosu turne
sahnesi olarak işlev görmeye başlamıştır. Bu kadar önemli sanatçı yetiştiren ve
bir bölge kenti olan Malatya’ya mutlak suretle bir devlet tiyatrosu kurulmalı
ve kadro verilmelidir. Bunu Malatya’nın çoktan hak ettiğini düşünüyorum. Bu
konuda Malatya’ya kalıcı bir devlet tiyatrosunun kurulmasını ve kadro
verilmesini sizden istiyorum.
Ayrıca, Malatya Akçadağ’da 1992 yılında
başlamış bir kültür merkezi inşaatı var, hâlâ bitirilememiş. Bu konuyu da
dikkatinize sunuyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Tanal.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür
ederim Başkan.
Değerli milletvekilleri, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu’da neden derleme kütüphanesi yoktur? Şanlıurfa’dan 10 tane
milletvekili çıkardınız. Harran Üniversitesi, dünyada
gerçekten bilinen bir üniversite. Erzurum aynı şekilde, Diyarbakır aynı
şekilde, Konya ilimiz aynı şekilde. Bu illere de derleme kütüphanesi gerekmez
miydi?
2) Şanlıurfa ilinde derleme kütüphanesi
ihtiyacı yok mu?
3) Şanlıurfa ilinin fiziki imkânları
müsait olduğu hâlde Şanlıurfa’da derleme kütüphanesinin kurulmamasının sebebi
nedir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Doğru.
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Sayın Bakanımıza soruyorum: Tokat
ilinde bulunan Niksar Kalesi restorasyonu ve Sulusaray
Sebastopolis Antik Kenti restorasyonu, kazıları ne
zaman bitecektir? Bunu öğrenmek istiyorum.
İkinci soru olarak da: Kurtuluş Savaşı
esnasında, Orta Asya’daki Buhara ve Semerkant Türkleri yardım olması amacıyla
ülkemize bir miktar para, üç tane kılıç, bir de altın varak kaplamalı yazma
Kur'an-ı Kerim göndermişlerdir. Altın varak Kur'an-ı Kerim Atatürk tarafından
Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesine, üç tane kılıcın bir tanesi
kendisine, bir tanesi İsmet İnönü’ye, bir tanesi de İzmir’e giden, İzmir’in
kurtuluşunu sağlayan komutana verilmişti. Benim arzım odur ki bu üç tane
kılıcın şu anda nerede olduğu belli değil ama şu anda Kur'an-ı Kerim Türkiye
Büyük Millet Meclisi Kütüphanesindedir. Kur'an-ı Kerim ve üç tane kılıçla
beraber, o Kur'an-ı Kerim’in arka sayfasında niçin gönderildiğine dair bir yazı
da vardır Sayın Bakanım, onların ortaya çıkartılarak Anıtkabir’deki Kurtuluş
Müzesine bunlar konulamaz mı? Bunu öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Çıray…
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Sayın Günay, siz
yıllardır Bakansınız, icranın başındasınız ve İzmir Milletvekilisiniz, buna
rağmen eğer CHP komisyonlarda önerge vermemiş olsaydı veya eleştirmemiş olsaydı
İzmir’deki derleme kütüphaneyi Millî Kütüphanenin binasının yetersiz olması
nedeniyle kapatacaktınız. Onu kapatmak yerine, icrada olmanız nedeniyle yeni
bir bina yapmayı bu kadar yıl neden düşünmediniz? Bunu kendi hayal gücünüzün
sınırlarıyla mı ölçüyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Sayın Baluken…
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Bakanım, milattan önce 2000
yılına kadar uzanan bir tarihi olan Bingöl ilimizde kentin kültürel dokusunun
ve tarihî mirasının sergilendiği bir müze yoktur. Bu konuyla ilgili bir
çalışmanız var mıdır?
Aynı şekilde, Bingöl’ün Karlıova
ilçesinde Bingöl dağlarında güneşin doğuşunun dünyada en iyi izlendiği ikinci
bir yer vardır. Burayla ilgili maddi yetersizliklerden dolayı geçen yıl Güneşin
Doğuşu Festivali düzenlenmedi. Bu yıl uluslararası bir festival olacak şekilde
proje hazırlıkları vardır. Bu konuda Bakanlığınızın desteğine ihtiyaç var, o
konudaki düşüncelerinizi öğrenmek istiyoruz.
Yine Bingöl ili sınırları içerisinde
olan Kiğı Kalesi, Genç’teki Kıralkızı Kalesi, Yüzenada ve Uzundere Şelalesi’nin turizme kazandırılmasıyla
ilgili bir çalışmanız var mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Işık.
ALİM
IŞIK (Kütahya) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bilindiği gibi ülkemizin
önemli yazma kütüphanelerinden birisi olan Kütahya Vahit Paşa İl Halk
Kütüphanesi Fuzuli, Baki, Nabi, Ali Şir Nevaî gibi Türk edebiyatının en büyük şairlerinin
divanlarının da bulunduğu çok önemli bir kütüphanedir. Ancak bu kütüphanenin çok
ciddi miktarda maddi ve manevi desteğe ihtiyacı vardır. Bu konuda bu
kütüphanenin desteklenmesi ve eksikliklerin giderilmesi 2012 yılında
gerçekleştirilebilecek midir? Ayrıca bu yasa tasarısı kapsamına Kütahya Vahit
Paşa İl Halk Kütüphanesi de alınabilir mi?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Susam…
MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın
Bakanım, İzmir’de 200 bin eser depolarda beklemekte ve sergilenmek için sıra
beklemektedir. İzmir mega müzesinin hâlâ yeri tayin
edilememiştir. İzmir’de, döneminizde, mega müze
açılacak mıdır?
İkinci sorum: İnciraltı
EXPO alanının imar planının hâlâ gerçekleşememesi ve bu konuda yaptığınız
çalışmalar ne aşamadadır? Bunu öğrenmek istiyorum.
Üç: Tarihî çarşılar kanununda gelinen
noktada her türlü katkıyı koymaya hazır olmamıza rağmen, seçim bölgeniz olan
Ödemiş, Bergama, Tire ve Kemeraltı gibi arastaların,
tarihî çarşılar kanununun hızla çıkarak desteğine ihtiyacı vardır. Bu konudaki
durum ne noktadadır?
“Kültür turizmini geliştirmeyi
istiyorum.” demiştiniz. İzmir’de kültür turizmini geliştirmek için somut yapmış
olduğunuz proje nedir? Şu an kültür turizmi için hangi çalışmalar yapılamaktadır? Bunun cevabını verirseniz mutlu olurum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Nazlıaka…
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Ben de öncelikle İstanbul
Milletvekilimiz Sevgili Nur Serter’in isminin bir dizide kendisiyle hiç
bağdaşmayacak bir karakterle özdeşleştirilmeye çalışılmasını şiddetle
kınıyorum.
Benim Sayın Bakana sormak istediğim
birkaç soru var. Bunlardan bir tanesi: 2011’de müzelerimizden çalınan eser var
mıdır? Varsa kaç eser kayıptır ve hangi eserler kayıptır?
Bir başka sorum: 2010 yılında müzelerin
26 milyon kişi tarafından ziyaret edildiği belirtilmektedir. Başkentimizde yani
Ankara’da bu sayı maalesef sadece 350 bin civarındadır, dolayısıyla yüzde 1,5
gibi bir orana sahiptir. Koskoca bir başkentte müzelerin ziyaretçi sayısının
neden bu kadar az olduğu yönünde herhangi bir şekilde bir zihin haritası
oluşturulmuş mudur ve bunu artırmaya, çoğaltmaya yönelik olarak herhangi bir
çalışma var mıdır?
Zaman kaldıysa çok kısa bir şey daha
sormak istiyorum. Biliyorsunuz,
Türkiye’de bürokratik…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Serter…
FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Sayın
Başkanım, şahsıma yönelik sarf ettiğiniz yürekten gelen sözler ve gösterdiğiniz
duyarlılık için ben de size yürekten teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Estağfurullah…
FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Ayrıca,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Şandır’a,
Sevgili Kardeşim Aylin Nazlıaka’ya teşekkür ediyorum.
Elbette Sayın İsmet Uçma’ya da teşekkür ediyorum
gösterdiği duyarlılık için. Ancak bir küçük şeyi Sayın Uçma’ya
hatırlatmak istiyorum. Gerçekten, bir uyarı yaptı özgürlük alanları konusunda
ve siyaset üslubu konusunda. Ama, ne olur dikkat
etsin, Sayın Başbakan bu uyarıları duymasın diyorum.
Teşekkürler.
BAŞKAN – Sayın Bakan, şimdi sıra sizde.
Buyurun.
Süreniz on dakika.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; ben de arkadaşlarıma çok teşekkür
ederim. Sorularına zaman ölçüsünde cevap vermeye çalışacağım ama Sayın
Serter’in şahsına yönelik, onun kişilik haklarını rencide edici, dolaylı
biçimde de kadınlara karşı rencide edici böyle bir televizyon programı, bir
dizide bir kişileştirme olduğunu bu müzakereler vesilesiyle öğrendim. Gerçekten
çok üzüldüm. Bu çağda hâlâ bu tür yanlış, çirkin, yakışıksız yakıştırmalar
yapma çabası herhangi bir televizyon kanalına yakışmaz, herhangi bir yayın
organına yakışmaz bir davranıştır. Ben de üzüntülerimi ve kınama duygularımı
ifade etmek istiyorum gerçekten. Bu vesileyle burada öğrendim ve duygularımı
açıklamak ihtiyacı hissettim.
Sayın Şandır, sahaflar gerçekten öteki
birçok geleneksel meslek grubu gibi bir sıkıntı altında. Hatta,
İstanbul’daki sahaflarla ilgili özel olarak biliyorum. Yapılan bazı kitap kampanyaları, kitap
fuarları bile sahaflara -genel
olarak kitapçılara, özel olarak sahaflara- zarar veriyor. Kendilerini
çalışabilir… Çünkü orada bir kitap antikacılığı yapılıyor yani sıradan bir
kitap satışının ötesinde gerçek bir kültür işlevi var. Nasıl bir koruyucu önlem
alabiliriz onlarla ilgili, konusunda arkadaşlarımız çalışıyor ama şu anda çok
somut bir gelişmeden söz etmem mümkün değil. Ama benim de dikkatimi çeken ve
üzüldüğüm konulardan bir tanesidir.
Tekirdağ Milletvekili Arkadaşımız Çorlu
Kültür Merkeziyle ilgili sordu. Çorlu Kültür Merkezinin temelini ben attım,
sonraki süreçte belediye üstlendi. Kültür Merkezi yapımını biz belli bir
noktaya getirdik ve belediye aldı biz devam edeceğiz diye ama ne yazık ki devam
etmedi. Şimdi biz Muratlı Kültür Merkezini devlet eliyle yapmaya çalışıyorduk.
Bir takdim tehir yapsak mı diye düşünüyorum. Çorlu büyük bir
merkez. Acaba biz, belediye yapacağız dedi, yerine getiremedi sözünü,
tekrar Kültür Merkezini üzerimize alalım ve bitirelim mi diye bir değerlendirme
hâlindeyiz.
BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Sayın
Bakanım, belediyenin yapmaya niyeti yok.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Niyeti ve gücü yoksa, o zaman biz bu eseri
tamamlayacağız. Ama gecikme tamamen belediyenin yapamayacağı bir yükün altına
girmiş olmasından kaynaklanıyor.
Fatih Camisini ilgili arkadaşlarıma
aktaracağım çünkü vakıflarla ilgili bir restorasyon
projesidir bizimle ilgili değil.
Kütüphanelerimizde ne yazık ki personel
eksiğimiz var. Bizim şimdi komisyonlara gelmeyi bekleyen bir tasarımız var. Bu
Anadolu’daki ilçe kütüphanelerini ve belde kütüphanelerini özel idarelere
devretmeyi düşünüyoruz. Biz daha çok işte yazma eserler, millî kütüphane,
gerçekten kültür vasfı, araştırma vasfı, kütüphanecilik hizmeti düzeyi daha
yüksek olanlarla yakından meşgul olalım ve okuma salonu niteliğinde olanlara da
özel idarelerle personel takviyesi yapalım arayışındayız.
BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Sayın
Bakanım, Lüleburgaz çok büyük bir ilçe, kütüphane kapalı.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Evet. Bunu arkadaşlarımız kaydediyorlar.
Ama personel sıkıntımız var. Bunu ben
de Maliye Bakanlığı nezdinde sık sık takip ediyorum.
Nemrut konusuna Sayın Fırat değindi.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, Nemrut
gerçekten bizim çok özgün kültür miraslarımızdan birisi. UNESCO Dünya Mirası
Listesinde de yer alıyor. 2. 200 metre yükseklikte iki bin yıl önce yapılmış
bulunan heykeller aslında onlar. Şimdi kültür varlıklarının, arkeolojik
eserlerin mimari eserlerse yerinde korunması esas ama taşınabilir parçaların da
müzelerde korunması konusunda dünyada yaygın bir uygulama var. Bazı arkadaşlarımız
araziyi, iklim şartlarını çok iyi bilmedikleri için diyorlar ki: “Her hâlükârda
burada ya bir cam muhafaza yapın ya naylon muhafaza yapın ya ahşap muhafaza
yapın; hayır, beton bir, işte etrafına müze yapın, orada koruyun.” Birinci
derece arkeolojik alanda kalıcı temelli bir yapılaşma yapmamız mümkün değil ve
oradaki iklim koşulları, eğer onları bir muhafaza altına almazsak yaz ve kış
tahrip ediyor, ciddi biçimde tahrip ediyor. Bu konuda verilmiş bir nihai
kararımız yok ama bunların nihayet bir heykel olduğunu ve özel biçimde
korunması gerektiğini düşünerek alternatifler üzerinde çalışıyoruz. Buna bilim
karar verecek ama ben, Nemrut’u yirmi beş yıl kadar önce gördüm, sonraki
dört-beş yıl içinde dört-beş kez tekrar gördüm, yirmi beş yıl önceye göre bugün
yıpranmış olduğunun farkındayım. Bir yirmi beş yıl, bir yüzyıl daha böyle
kalırsa, bugünkü hâliyle kalırsa, biz gerçekten insanlığa karşı, ülkemize
karşı, dünyamıza karşı vebal altında kalacağız. Ön yargılardan kurtulalım,
dünyada yapılan uygulamalara benzer ciddi bir bilimsel karar verelim. Müsaade
edin, ben Nemrut’u çok önemsiyorum, bunu arkadaşlarım yakından biliyorlar. Çok
yakından takip ediyoruz, bu konuda nihai bilimsel bir karar vermeye
çalışacağız. Şu ana kadar getirilen koruma önlemleri beni yatağımda rahat
uyutmuyor, yani oradaki alınan şu andaki önlemler, üniversitelerin önerileri
henüz bizim için ikna edici boyutlarda değil.
Sayın Ağbaba
galiba, değil mi arkadaşlar? Evet. Devlet Tiyatrosu Van’da sahne açtı. Evet,
gezici, turne sahnesi açtı. Şöyle: Şimdi, arkadaşlarım, bunu bütün
Parlamentonun dikkatle dinlemesini çok arzu ederim. Devlet Tiyatroları 1948’de
kurulmuş. 1948’den 2003 yılına gelene kadar, yani aradan geçen işte elli,
altmış yıl içinde, 1948’den 2003’e kadar 25 tane sahne açılmış, yerleşik ve
turne 25 sahne. 2003’ten 2007’ye kadar da benden önceki arkadaşlarım 9 sahne
daha açmışlardı. 33 sahneyle aldım ben Devlet Tiyatrolarını. Şu anda 33 sahne
58’e çıktı. Yani 1948’den 2003’e kadar açılan sahne sayısına eşit yeni sahne
açtım 2007’den bugüne. Ama bunların hepsini tabii kadrolu açmamız mümkün değil.
Ne yapmaya çalışıyoruz? Her hafta sonu Malatya’da, Çorum’da, Elâzığ’da,
Kayseri’de, Manisa’da, Aydın’da, Türkiye'deki yirmi beş yeni sahnede perde
açıyoruz. Yani Devlet Tiyatroları görülmedik bir ivme yakaladı. Tabii, Maliye
kadro verirse bazılarını bölge tiyatrosu, kadrolu tiyatro hâline getireceğiz.
İstanbul’da…
VELİ AĞBABA (Malatya) – Malatya bölge
olsun.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Malatya’da, Antep’te, Samsun’da, bir yerlerde yeni kadrolu sahne ben
de istiyorum ama bunu dikkatten kaçırmayın lütfen: Yani 2003’e kadar,
cumhuriyet tarihi boyunca açılmış bulunan sahne sayısına denk sahneyi şu anda
açtım ve inşallah bu yılın sonunda açılmış sahne sayılarımız Türkiye'de altmışı
geçecektir. Bu önemli bir gelişme.
Sayın Tanal “Derleme konusunda
güneydoğuda bir kütüphaneyi düşünmediniz.” dedi. Şimdi, değerli arkadaşlarım,
derleme kütüphaneleri inanılmaz bir kütüphanecilik hizmeti, koleksiyon yükü,
belli sorumluluklar getiriyor. Dünyada, yani “Her bölgeye bir derleme
kütüphanesi açalım.” anlayışı hiçbir ülkede yok. Elimde örnekler var.
Avustralya’da, Brezilya’da, Kanada’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde,
Fransa’da, Hindistan’da 1-2-3-4 sayılarıyla sınırlı. Biz şu anda Ankara’da,
İstanbul’da, İzmir’de toplam 7 kadar kütüphaneyi -Meclis de dâhil olmak üzere-
bu yükün altına sokuyoruz. Yani “Her yerde derleme kütüphanesi olur.” diye bir
şey yok. Her yerde araştırma kütüphanesi, her yerde tematik yeni kütüphaneler
elbette isteyelim ama “Bizim ilimizde de bir derleme kütüphanesi olsun…”
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir bakış açısı yok. Bu “derleme kütüphanesi”
kavramına aykırı.
Harran’da… Ama başka bir çalışma
yapıyoruz. Harran çok önemli. Harran ilk Türk İslam
üniversitesinin Orta Doğu’da kurulduğu yerlerden birisi ve ne yazık ki önceki
yıllarda biz Urfa’ya çok önem vermiş olmamıza rağmen Harran’da bu konuda müthiş
bir ihmal vardı. Şimdi bu yıldan itibaren Harran’da, Milas’ın Beçin’inde,
Beyşehir’in Kubadabad’ında, Bitlis’in Ahlat’ında yani Anadolu’daki Osmanlı,
Selçuklu yerleşimlerinde de çok hızlı bir restorasyon
ivmesi yakalamaya çalışacağız. Bir yandan Roma şehirleri, bir yandan Likya, Karya, Hitit şehirleri ama bir yandan Osmanlı, Selçuklu
şehirleri bu yıldan itibaren çok daha hızla yükselmeye ve Anadolu’nun kültürel
çeşitliliği böylece görülmeye çalışılacak.
Niksar Kalesi’yle ilgili ve Sebastopolis’le ilgili çalışıyoruz, birkaç yıl daha
süreceğini tahmin ediyorum çünkü restorasyon
çalışmaları bir yıl içinde bitmiyor.
İzmir Millî Kütüphanesiyle ilgili ben
yeteri kadar açıklayıcı olduğumu zannediyorum. İzmir Millî Kütüphanesini ilk
defa ziyaret eden bir bakan olduğum Kütüphane Müdürü tarafından basına ifade
edildi. Bu, İzmir’e verdiğimiz önemi anlatıyor sanıyorum somut olarak.
Bingöl’le ilgili bu yıl yeni restorasyon hazırlıklarımız var, bazı tarihî mekanları
ortaya çıkarmak konusunda.
Kütahya yazma eserleri…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Reşat
Doğru’nun sorusuna cevap verin.
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Bakan,
Buhara Türkleriyle ilgili bir konu vardı efendim.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Ha, Kur’an-ı Kerim, onu araştıracağız. Tabii, Meclisin envanteri bizim dışımızda. Millî Saraylar var ve Meclis envanteri ya da Atatürk’ün mirası, bunların hepsi bizde
değil, ama bunu araştıracağım. Yani daha önce de sizinle konuşmuştuk bu konuyu,
gerçekten ilginç bir konu, ama bizim kayıtlarımızda yok ne yazık ki.
Sayın Işık’ın Kütahya… Yazma eserler
kapsamında Kütahya Kütüphanesi ama bir derleme -demin de söyledim- Kütahya için
düşünülmüyor.
Sayın Susam, bana mı sordu, İzmir
Büyükşehir Belediye Başkanına mı sordu, çok bilemedim ama müze konusunda yer
tespiti konusunda bir çalışmamız var.
MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Size sordum,
polemik yapmayın! Ben kibarca sordum!
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Bize büyükşehir bir yer göstermedi ama ben alternatif yerler üzerinde
çalışıyorum, yani İzmir’e “Mega Müze” tabirini de kullanmıyorum. Benim
kullandığım tabir bir Frenk tabiri değildir. Ben Türkçe “Ege Uygarlıkları Müzesi”
tabirini kullanıyorum, Ankara’ya da “Türkiye Uygarlıkları Müzesi” tabirini
kullanıyorum, “Mega Müze” tabirini kullanmıyorum. Ama İzmir’e elbette çok
zengin bir kültür…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan, süreniz
doldu.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter
sayısı istiyorum.
BAŞKAN – Tamam, karar yeter sayısı
arayacağım.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum, karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır… Kabul edilmiştir, karar yeter
sayısı vardır; sehven söyledim, düzeltiyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – 60’a
göre bir söz istiyorum efendim.
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, buyurunuz.
VI.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
5.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, İstanbul Milletvekili Fatma
Nur Serter’e yönelik davranışın insanlık dışı bir saldırı olduğuna ve bu
saldırıyı kınadığına ilişkin açıklaması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
İstanbul Milletvekilimiz Sayın Nur
Serter, ismi bir televizyon dizisinde kullanılmak ve bu isme toplumun
onaylamayacağı bir rol yakıştırılmak suretiyle çok açık bir şekilde saldırıya
uğramıştır.
Sayın Nur Serter’e yönelik bu saldırıyı
bugün öğleden önce saat 11.30’da yapmış olduğum basın toplantısında kınamıştım.
Bu kınamayı bir kez de Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda
milletvekillerinin huzurunda ve milletimizin huzurunda yapmak istiyorum. Sayın
Serter’e yapılan saldırı, onun sadece siyasi kimliğine yapılmış bir saldırı
değil, aynı zamanda bir kadına insanlık adına, insanlık dışı bir saldırıdır.
Bunu tekrar kınadığımı ifade etmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
6.-
Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128) (Devam)
BAŞKAN – Şimdi birinci bölümün
görüşmelerine başlıyoruz.
Birinci bölüm 1 ila 8’inci maddeleri
kapsamaktadır.
Birinci bölüm üzerinde söz isteyen,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Amasya Milletvekili Sayın Avni Erdemir,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Özcan
Yeniçeri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Aydın Milletvekili Sayın Metin
Lütfi Baydar, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan; şahıslar adına İstanbul Milletvekili Sayın Gülay
Dalyan, Manisa Milletvekili Sayın Selçuk Özdağ.
Buyurun Sayın Erdemir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA AVNİ ERDEMİR
(Amasya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 128 sıra sayılı Çoğaltılmış
Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü üzerine AK
PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, kültür, bizi
birbirimize olduğu kadar geçmişimizi bugüne ve bugünümüzü de geleceğe bağlayan
en önemli bağdır. Unutmayalım ki güçlü toplum güçlü düşünceler, işler ve
değerler demektir. Değerleri olmayan, geleneği bulunmayan, geleneğini gününe
taşıyıp yeniden üretemeyen bir toplum dünyaya söz söyleyemez, geleceğe anlam
katamaz.
AK PARTİ olarak tarihî ve kültürel
mirasımızı korumak, bizi biz yapan, bizi başkalarından ayıran, bize has
özelliklerimizi bizden sonraki nesillere aktarmak çok önem verdiğimiz bir
meseledir.
Değerli milletvekilleri, Hükûmetimiz
diğer alanlarda olduğu gibi kültür alanında da on yılda büyük icraatlara imza atmıştır. İktidarımız kültürü devletin yanı
sıra bütün milletimizin bir ortak faaliyet alanı olarak görmüş, özel kültürel
oluşum ve faaliyetlere büyük destek vermiştir. On yıl önce uluslararası ölçekte
bir kültür envanterine sahip değildik, şimdi bütün
illerimizde somut ve somut olmayan kültürel mirasımızın ayrıntılı bir
envanterine sahibiz.
Sadece ülke sınırlarımız içindeki
değil, dünyanın çeşitli coğrafyalarındaki mimari mirasımızın da restorasyonunu elbette biz yapmaktayız.
2002 yılında ülkemizde 42 kültür
merkezi varken bu sayı iktidarımızda 2 kattan fazla artmış ve 2011’de 98 kültür
merkezine ulaşmıştır. Yenilerinin yapımına hızla devam edilmektedir.
Özel tiyatrolara verdiğimiz destek
2002’de 850 bin Türk lirası iken 2011’de 3,5 milyon Türk lirasına çıkmış, özel
tiyatrolara destek Hükûmetimiz döneminde 4 kattan fazla artmıştır.
Yine, on yıllık iktidar dönemimiz
turizmde hamle yılları olmuştur. 2011 yılında ülkemizi ziyaret eden turist
sayısı gelecek adına daha umutlu olmamızı sağlıyor. İktidara geldiğimiz 2002’de
13 milyon olan turist sayısı 2011’de 31 milyon 456 bine ulaşmış, turizm geliri
de 8,5 milyar dolardan 23 milyar dolara yükselmiş ve İktidarımızda tüm
zamanların rekoru kırılmıştır. Elbette bu başarılar kendiliğinden
gerçekleşmemiştir. Bu başarı hikâyesinin arkasında Hükûmetimizin,
Başbakanımızın, Bakanımızın, Bakanlık bürokratlarının önemli katkısı olmuştur. Zira, hiçbir bina yoktur ki harcına alın teri damlamasın.
Hiçbir başarı yoktur ki uykusuz geçen gecelerin arkasından gelmesin.
Değerli milletvekilleri, yaptığımız en
önemli işlerden biri de ecdat yadigârı eserleri daha sağlıklı koruyabilmek için
kurduğumuz Yazma Eser Başkanlığıdır. Zira, yazma
eserler milletimizin hafıza kayıtlarıdır. Kültürümüzün, tarihimizin, sanat ve
edebiyatımızın, bilim dünyamızın birinci elden kaynaklarıdır yazma eserlerimiz.
Yazma eserlerimizi korumak tarihimizi, edebiyatımızı, kültürümüzü korumaktır.
Bilimsel deneyim ve birikimimize sahip çıkmaktır. Yeni kurduğumuz Yazma Eserler
Kurumu Başkanlığı, alanında uzmanlaşmış bir ihtisas kurumu olarak etkin bir
şekilde hizmet veriyor. Başkanlık, üç bölge müdürlüğü ve on beş yazma eser
kütüphanesi şeklinde teşkilatlanmasını hızla tamamlıyor. İnanıyoruz ki, 2023
yılına kadar bu kurum, yazma eser alanında dünyanın en önde gelen ihtisas
kurumlarından birisi olacaktır.
Değerli milletvekilleri, AK PARTİ
İktidarı olarak kültür alanında yaptığımız en hayırlı işlerden biri de dünyanın
dört bir yanında açılan Yunus Emre enstitüleridir. Hızla kurulan ve gelişen bu
enstitüler bir taraftan Türk kültürünü tanıtmakta, diğer taraftan da Türkçeyi
bir dünya dili yapmak için önemli gayretler sarf etmektedir. İnşallah, 2023
yılına geldiğimizde Yunus Emre enstitülerini bütün kıtalarda ve dünyanın önemli
merkezlerinde açmış bulunacağız. Cumhuriyetimizin 100’üncü yılına ulaştığımızda
insanımız kendi değerlerine sahip olmanın verdiği öz güven ile bütün dünyayı
kendi bilgi ve iş sahası olduğu kadar kültürel etkileşim alanı olarak da
görecek, herkesin kültür ve sanat faaliyetlerine erişebildiği bir toplumsal
yapı oluşacaktır.
Değerli milletvekilleri, bugün
görüştüğümüz Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile
günün ihtiyaçlarına cevap vermeyen yürürlükteki 1934 tarih ve 2527 sayılı Kanun
yürürlükten kaldırılıyor, teknolojik yeniliklere ve günün şartlarına uygun,
yeni ihtiyaçlara cevap verecek bir düzenleme getiriliyor. Zira,
biz inanıyoruz ki millî ve kültürel varlıkları oluşturan fikir ve sanat
eserlerinin toplanması, saklanması, duyurulması, istifadeye sunulması ve gelecek
kuşaklara aktarılması devletin en önemli görevlerinden birisidir. Yüzyılımızın
bilgi çağı olması sebebiyle dünyada hızlı bir bilgi üretimi ve kullanımı söz
konusudur bugün. Bilginin hızlı artışı, ülkemizde basılan, yayımlanan ve
dağıtılan materyallerin takip edilmesini ve kullanımını, hazır hâle
getirilmesini hem gerekli kılmakta hem de zorlaştırmaktadır. Bu doğrultuda,
millî koleksiyonların çoğaltılması, kültürel mirasın muhafazası, insan
hafızasından silinebilecek bilgileri içeren materyallerin toplanarak ulusal
belleğin oluşturulması ve kaynak olarak kullanılması amacıyla kanun
güncelleştirilmekte ve yeni çoğaltma yöntemleriyle üretilen eserler de bu
kapsama alınmaktadır. Diğer yandan, bu kanunla, bedelsiz verilen derleme
nüshalarının yayımcılara getireceği mali yükü hafifletmek için, verilen
eserlerin bedeli, kazancın tespitinde gider olarak dikkate alınmaktadır.
Değerli milletvekilleri, bizi
geçmişimize, kökümüze, ecdadımıza, geleceğe bağlayan her yerde AK PARTİ
İktidarı vardır. Balkanlarda, Afrika’da, nerede ecdadımız varsa orada AK PARTİ
İktidarı vardır. İlk yazılı belgeler olan Orhun Kitabeleri’ne
giden yolda iktidarımızın izi vardır. Nerede bizi biz yapan bir değer varsa,
bizi kökümüze, bizi ecdadımıza dolayısıyla bizi geleceğe bağlayan nerede bir
köprü varsa orada AK PARTİ İktidarı olarak biz varız. Bu aslında bizim
muhafazakâr demokrasi anlayışımızın da bir tezahürüdür.
Bu duygularla, yasanın bilim, kültür ve
sanat ailemize ve ülkemize hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erdemir.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Ankara Milletvekili Sayın Özcan Yeniçeri. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz.
MHP GRUBU ADINA ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 128 sıra sayılı Çoğaltılmış Fikir ve
Sanat Eserleri Derleme Kanunu Tasarısı hakkında birinci bölüm üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Ülkemizin kültürel varlığıyla ilgili
bilgi birikiminin etkin, sağlıklı ve eksiksiz bir biçimde toplanması, bunların
gelecek nesillere aktarılması, elverişli ortamlarda saklanması, korunması,
düzenlenmesi ve toplumun bilgi ve yararına sunulmasına ilişkin esasları disiplinize etmeyi amaçlayan bu tasarı doğru yolda atılmış
bir adımdır, gerçekte ise gecikmiş bir teşebbüstür. Bu tasarının 8’inci
maddesinde, derleme nüshalarının gönderileceği kütüphaneler kapsamına İstanbul
Üniversitesi Kütüphanesi ve İzmir Milli Kütüphanesinin de önergelerle tasarı
metnine dâhil edilmesi mantığın ve aklın bir gereğidir.
Millî ve kültürel varlıkları oluşturan
fikir ve sanat eserleri Türk milletinin müktesebatıdır. Bu müktesebatı dünden bugüne,
bugünden yarınki nesillere aktarmak da hem toplumun hem devletin görevidir.
Derleme kanunlarıyla devletlerin bu görevlerini etkili ve sağlıklı bir biçimde
yerine getirmesi ancak mümkün olabilecektir.
Bir başka açıdan konuya yaklaşarak bir
iki mesaj, aslında, konuyla ilgili vermek istiyorum. Biz hepimiz tarihî
muhassalalarız. Dolayısıyla, üç aşağı beş yukarı herkesin bir tarihî
müktesebatın ürünü olduğunu takdir etmesi ve algılaması gerekiyor. Dünden
bugüne intikal edenlerle biz varız. Dünü olmayan kişilerin de, toplumların da
geleceği olmaz. Türk milleti dün, bugün, yarın arasındaki bağdır ve bu bağ bizi
kurar. Şöyle bir bakın, hepimizin ömrü üç aşağı beş yukarı yetmiş sene, seksen
senelik -Allah daha uzun versin ama- bir ömürdür fakat bir millet iki bin
yıldır akıp geliyor. Dolayısıyla, bu millet üzerinde herhangi bir tasarruf
yaparken veya bir fikir ihdas ederken sıfırdan birtakım düşünceler ileriye
sürmek, sanki nevzuhur bir varlıkmış gibi toplumu
görerek bu toplumun dününe, bugününe, yarınına egemen olduğunu düşünmek akla
mugayir bir durumdur.
Bu bakımdan şunu söylemekte yarar var:
Bizim Doğu kültüründe şifahi bir esas geçerlidir. İmanımız da büyük ölçüde
vaiz, nasihat üzerine kuruludur. Eski eğitim sisteminde “ruberu”
dediğimiz, kulaktan kulağa aktarma ya da duyma ile iman etme düşüncesi ve
duygusu vardı ve bu geçerliydi. Ancak bu geçerliliğini, sözünü ettiğimiz bu
olgunun günümüzde geçerliliğini önemli ölçüde yitirdiğini, yeni teknik ve
yöntemlerin devreye girmesiyle yepyeni bir yaklaşım biçiminin ortaya çıktığını,
bunun için de bu kültürel ve tarihsel müktesebatın ciddi bir biçimde nesillere
aktarılması gerektiğini birinci derecede önemli bir unsur olarak ortaya koymak
ve değerlendirmek gerekiyor.
Küreselleşen dünya bilgi tekelini
kırmıştır, bilgi demokratikleşmiştir. Derleme kanunu tasarısıyla herkesin de bu
bilgiye ulaşmada daha kolay, daha ucuz ve daha seri bir şekilde ulaşma
imkânları ortaya çıkacaktır. Bu da hem insanlarımızın daha bilinçli hâle
gelmesini hem de kaynağa ulaşıp kaynaktan doğrudan doğruya bilginin elde
edilmesini ve bunun kullanılmasını sağlayacaktır ki bu basit bir iş ve küçük
bir iş değildir. Bu nedenle bu tasarıyı güçlü bir biçimde desteklediğimizin
altını çizmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, bu vesileyle
eğitim, kültür ve sanatla ilgili birkaç hususun da altını çizmek istiyorum:
Geleceğin dünyasında, gelişmiş ya da gelişmemiş ülkeler olmayacaktır. Geleceğin
dünyasında küresel, kültürel ve sanatsal hafızaya sahip olan, olmayan ülkeler
olarak ülkeler ayrılacaktır ve kategorize edilecektir. Gelecekte ülkelerin
etkinliği ve gücü, kişi başına düşen kültür ve sanat eseri miktarıyla
ölçülecektir. Türk milletinin kültür ve sanat müktesebatının tanımlanması,
toplanması, tasnifi ve yaygınlığı millî kültür yönünden ontolojik bir sorundur.
Kültürel esaret, önünde sonunda ekonomik ve siyasi esarete neden olur. Her
ülkenin temelde üç tane sınırı vardır: Bunlardan birisi siyasi sınır, diğeri
ekonomik sınır, üçüncüsü de kültürel sınırdır. Türk milletinin kültür sınırları
her zaman siyasi sınırlarından 3 kat, 5 kat, 10 kat daha geniş bir müktesebata
yayılmıştır. Günümüzde kültür, milletlerin ekonomik ve silahlı gücünden daha önemli
ve etkin hâle gelmiştir. Hatta -biraz daha ileriye giderek söyleyeyim- kültür,
millî güvenliğin de, demokrasinin de, bölücülüğün de panzehiridir.
Buradan bir şeyin altını çizmek
istiyorum. Sayın Bakanla Kırım’dan giderken otobüsün içerisinde İsmail Gaspıralı’nın s’sinin düştüğünü ve onun oraya konması
gerektiğini yanındakine fısıldadı. Şunu söylemek istiyorum: Büyük kültürün
evlatları, o kültürün gereğine göre davranmak zorundadırlar. Dolayısıyla,
bu kültür, yalnız Anadolu’daki çaktığımız, diktiğimiz abide, anıt ve eserlerden
ibaret değil. Bu kültür, büyük bir kültür. Büyük bir
kültürün evlatlarının o kültürü omuzlarında taşıyabilecek gücü kendilerinde
görmeleri ve birinci sınıf eserlerle bunu ortaya koymaları ve bunu
kanıtlamaları gerekiyor.
Buradan Sayın Bakana bir şey sormak
istiyorum: Sayın Bakanım, biraz önce bir telefon geldi, öğretmenler “Biz, ören
yerlerine ve müzelere siz Bakan oluncaya kadar ücretsiz giriyorduk, siz Bakan
oldunuz, buraları ücretli hâle getirdiniz.” diyorlar ve bunun için de Sayın
Bakandan cevap bekliyorlar. Umarız, öğretmenin zaten düşük maaşının etkisi
altında kalan ve geçimini zor sağlayan insanların müzelere ya da ören yerlerine
girerken onlardan ücret alınmamasını, bunu ekstra söylemiş olalım.
“Yumuşak güç” denilen şey, özünde
kültürün gücüdür. Bu vesileyle, küresel güçlerin, yumuşak güçlerin hegemonya
üretmede nasıl kullandıklarına da kısaca değinmekte yarar var. Amerika’da 1970
yılında Amerika CIA direktörlerinden Richard Helms
diyor ki: “Amerikan halkı ve topraklarının, Amerikan değerler sisteminin,
yaşama biçiminin -yani kültürünün- yayılması yoluyla korunmasını öngören
dolaylı bir güvenlik stratejisi uygulanması gerekir.” O şöyle diyor:
“Değerlerimizin ve yaşam biçimimizin sürmesini istiyorsak başka kültür ve güç
merkezleriyle rekabet etmek zorundayız. Çok uluslu şirketler, bu yolda en büyük
destekçimizdir. Onlar bizim hukuk sistem ve kavramlarımızı, siyasal
felsefemizi, konuşma, anlaşma, göreneklerimizi, sosyal hareketlilik
anlayışımızı ve uygarlığımıza özgü hümanite ve
sanatlardan bir parçasını da iletmekte ve aşılamaktadır.”
Değerli milletvekilleri, kişiler
kültürlerin taşıyıcılarıdır. Kültür varlığının etkisi fertlerin davranışları
üzerinde ortaya çıkar. Şahsiyetin kalitesi bireyin gösterebildiği
kültürel yeterlilikle ölçülür çünkü bir yönüyle şahsiyet, insanın insana ve
maddeye karşı tavır alışını ifade eder. Bu bakımdan kültürel sınırları
genişletmek millî sınırları genişletmekten daha zordur. Maddi kültürdeki bu yön
itibarıyla değişmelere manevi kültür gecikerek intibak etmektedir. Böyle bir
gecikme kültürel gecikme dediğimiz bir vakıayı da gündeme getirmektedir. Bu
nedenle bizim eserlere ulaşma, bu eserleri değerlendirme, bu eserlerden
faydalanma ve bu eserleri kişisel müktesebatımız hâline getirmemiz, bizim maddi
ve manevi kültür arasındaki bağlantıyı ve makası da daha daraltmamıza neden
olacaktır.
Millî kültürün alternatifiymiş gibi
sunulan evrensel kültür tartışmaları konusunda da bir iki cümle söylemek
istiyorum. Fransa kültür adamlarından Jack Lang “Evrensellik denilen o görkemli sözcüğün ardında her
zaman tahakküm eğilimleri yatar.” derken aslında evrensel kültürü millî
kültürün alternatifi veya karşıtı olarak ifade etmenin ne kadar yanlış olduğunu
söylemiş oluyor. Siz kendi kültürünüzde birinci sınıf olamazsanız evrensele
ulaşamazsınız. Evrensel olduğunuzu zannedersiniz ama bir geriye döndüğünüz
zaman aslında bir başkasının tahakkümünü savunur hâle geldiğinizi de ifade
etmiş olursunuz.
Bu vesileyle -zaman bitti- Çoğaltılmış
Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı’nın millî kültür ve
sanatımızın yaygınlaştırılması ve kurumlaştırılmasını diliyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın
Yeniçeri.
Sayın Susam, buyurun.
Aslında tutanakları daha getiremedi
arkadaşlar ama ara verdiğim zaman size haksızlık etmemek için, sizin de
sözünüze güvenerek, buyurun iki dakika; başkasına lütfen cevap verme yolu
açmadan.
Buyurunuz.
IX.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
5.- İzmir
Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Az önce soru sorarken şöyle başladım:
“Sayın Bakanım” dedim ve sonunu bitirirken de “Bu konuyu açıklarsanız mutlu
olurum.” dedim. Bu kadar nazikçe sorduğum bir soruya Sayın Bakan: “Soruyu bana
mı soruyorsunuz, Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’na mı soruyorsunuz?”
dedi. Türkiye Büyük Millet Meclisinde “Sayın Bakan” hitabıyla başladığım bir
konuşmanın muhatabının kim olduğu çok açıktır. Siz eğer bana vereceğiniz
cevapta Aziz Kocaoğlu’yla bir polemik yaşamak
istiyorsanız o polemiğin yeri burası değildir.
İkincisi, Sayın Bakanım, ben size şunu
tavsiye ediyorum: “Bakanım” diyorum siz çünkü Adalet ve Kalkınma Partisinin
Bakanı değilsiniz, Türkiye Cumhuriyeti’nin Bakanısınız. Türkiye Cumhuriyeti
bakanları polemikten önce siyasetin gereği olarak
hizmet yapmayı ön planda tutarlar; cevap verecekleri kişilerin siyasi
kimliklerine değil, sordukları sorunun niteliğine bakarak cevap verirler. Onun
için size tavsiyem: Siz İzmir Milletvekilisiniz ve İzmir’in bir Bakanısınız, polemikleri bırakıp İzmir’e hizmet etmeniz bizim için çok
arzu edilen bir şeydir. Bu polemikçi tavrınızla devam
ederseniz İzmir’e katkınız olmaz, başka yerlere mesajınız olabilir. Ama benim
size tavsiyem şudur: Hizmet etmek siyasetin en büyük aracıdır. Bu hizmet etme
anlayışıyla bundan sonraki cevaplarınızı ve çalışmalarınızı yaparsanız biz de
size her zaman saygı duyar ve yardımcı oluruz.
Bu duygularla yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Bir cümle Sayın Başkan…
BAŞKAN – Bir cümle, peki.
60’ıncı maddeye göre Sayın Bakana söz
veriyorum.
VI.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
6.- Kültür
ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın ko-nuşmasına ilişkin açıklaması
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; herhangi bir polemik
yapmak kaygısıyla söylemedim.
İzmir Milletvekili olarak hepimizin
bildiği bir gerçek var, Türkiye’de de uyguladığımız bir gerçek var: Bir yerde
yerel yönetimler ve özel idareler bir alan tahsis ettikleri takdirde biz
üzerine bir proje yapıyoruz ve sonra herhangi bir kültür eseri yapma konusunda
bir girişim başlatıyoruz. İzmir’de de bize böyle bir taahhüt var, böyle bir
vaat var, bir alan tahsis edilmesi konusunda. Bu gerçekleştirilmedi. Sayın
Milletvekili bana bunu sorarken bu sorunun cevabını biliyor, sadece onu
hatırlatmak istedim. Herhangi bir ismi de zikretmedim, bir kurumun adını
zikrettim, hepsi ondan ibaret. Bir polemik yapmak
kastıyla söylemedim.
Teşekkür ederim.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
6.-
Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128) (Devam)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Aydın Milletvekili Sayın Metin Lütfi Baydar. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA METİN LÜTFİ BAYDAR
(Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çoğaltılmış Fikir ve Sanat
Eserlerini Derleme Kanunu üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum.
Tasarı Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor Komisyonunda görüşülürken bu kanunu Cumhuriyet Halk Partisi olarak
önemsediğimizi ve onayladığımızı ancak 8’inci maddesine, derleme nüshalarının
gönderileceği kütüphaneler kapsamında yer almayan İstanbul Üniversitesi
Kütüphanesi ve İzmir Millî Kütüphanesinin de tasarı metnine eklenmesini önerdik
çünkü Sayın Bakanın da ifade ettiği gibi İstanbul Üniversitesi Rektörü de,
İzmir Millî Kütüphanesi de bunu istiyorlardı ve dedik ki: “Bunları da ilave
edelim, tasarı ilk defa, yani bu Komisyondan oy birliğiyle geçsin. Böyle
bir anlayışı da sergilemiş olalım ve muhalefet şerhi koymayalım.” Ama, tabii ki mümkün olmadı, “Tasarımın kelimesine
dokundurtmam.” anlayışında olan iktidar yetkilileri “Genel Kurulda düzeltiriz.”
diyorlar. Düzelteceğiz ama ben şunu ifade etmek istiyorum: Neden bunu
Komisyondan tamamen bir oy birliğiyle geçirip de burada herkesin oy birliği
içerisinde olduğu bir yapı içerisinde tartışmaya açmadık?
Şimdi, bu arkadaşlarımın anlayışlarını,
hayata nereden baktıklarını ve nasıl bir yol izlediklerini, 2.500 yıllık bir
filozofun düşünceleriyle açıklamaya çalışacağım. Aristoteles “Politika” adlı
kitabında dört tür demokrasiden söz eder, bu dört tür demokrasinin ilk üçünde
iktidar yoksul çoğunluğun elindedir ama yine de yasaların üstünlüğü kabul
edilir, dördüncü tür demokrasi ise demokrasilerin en kötüsüdür. Aristoteles’e
göre demokrasilerin en kötüsü, yasaların rafa kaldırıldığı, halkın iradesinin
yasalardan üstün tutulduğu ve her konuda doğrudan halkı yönlendiren demagogların karar verdiği yönetim biçimidir. Bu kötü
gidişin sorumlusu, halkın tuttuğu siyasal önderler, yani eski deyişle demagoglar, günümüz ifadesiyle siyasal parti liderleridir.
Dolayısıyla, demokrasinin en kötü biçimi, halkın iradesi, çoğunluğun arzu ve
istekleri veya inanç ve değerleri her şeyin tek ölçütü yapıldığında ortaya
çıkar. Böylesi bir demokraside çoğunluğun idaresini elinde tuttuğunu
zannedenler ne isterse o olur. Örneğin demagog faşizmi
istiyor ise faşizm gelir, Anayasa askıya alınır; hukuki konularda neyin hak
neyin hak olmadığına, kimin suçlu kimin suçsuz olduğuna bizzat halkın iradesini
temsil ettiğini söyleyen demagoglar karar verir.
Kısacası, eğer halkın iradesinin
üstünde başka bir güç yok ise ve bir ülkede halkın çoğunluğunu temsil ettiğini
söyleyenler hangi inançta ise Anayasa maddeleri bu demagogun
inancı esas alınarak hazırlanabilir. Bu tür bir durumda mevcut yasalar engel
teşkil ediyor ise yüksek yargı organları halkın iradesinin tecelli etmesini
engellemekle suçlanır. Gerekirse referanduma gidilerek yüksek yargıda halkın
iradesinin tecelli etmesi sağlanabilir. Eğer karşı çıkan tek tek kişilerse
onlar da halkın düşmanı, kendi çıkarını düşünen elit azınlık veya demokrasi
karşıtı olmakla suçlanır.
Dolayısıyla, Hükûmet halkın iradesini
temsil ediyorsa Hükûmetin aldığı her türlü kararın aslında halkın çoğunluğunun
zararına bile olsa Anayasa Mahkemesi ve diğer yüksek yargı organlarının
denetimine tabi olmaması, yani hiçbir denetleyici gücün var olmaması, var olsa
bile şeklen olması istenir. Ancak unutmamak gerekir ki bütün bunlar halkın
iradesi söylemi arkasına sığınarak bir devlette yasama, yürütme ve yargı erkini
tek başına ele geçirmek isteyen kişilerin tiranlık özleminin yansımasıdır.
Fakat tiranlık özlemiyle yanıp tutuşan hiç kimse “Ben tiran veya diktatör olmak
istiyorum.” demez. Tam tersine “Ben halkın sesiyim, ben özgürlüklerin
savunucusuyum, ben yoksul ve mazlum halkın kurtarıcısıyım.” der. Bir gün Kürt
açılımı yapar, bir gün Roman açılımı yapar, özgürlük aşıklarının
ağzına bir parmak bal çalar, bir gün bu halk isterse şeriatı bile getirir,
ertesi gün “Laiklik olmadan demokrasi olmaz.” der; bir gün demokrasiyi bir
trene, amacına ulaştıracak bir araca benzetir, bir başka gün ise ileri demokrasiden
söz eder, herkese her konuda özgürlük vaadinde bulunur.
Gel gelelim, Platon’un belirttiği gibi,
oligarşiyi doymak bilmeyen, zenginlikten başka şeye değer vermeyen tutkunun
yıkması gibi, demokrasiyi yıkacak olan da en büyük değer saydığı, doymadan
arzuladığı şey olan bu özgürlük isteğidir. Bu tür bir demokrasi ve halkı
yönetenler zamanla her özgürlük isteğini karşılayamaz olunca halk onları
suçlamaya başlar. Özgürlük isteği sınırları zorlar, hızla gelişir ve sonunda
demokrasiyi köleliğe çevirir. Aşırı özgürlüğün tepkisi insanda da, toplumda da
aşırı bir kölelikten başka bir şey değildir. Yoksulluktan, adaletsizlikten ve
verilen sözlerin tutulmamasından bıkan halk bir kurtarıcı aramaya başlar,
sonuçta da çoğunluğun yönetiminden ondan daha bozuk bir devlet düzeni olan
tiranlık doğar.
Hitabet gücü yüksek olan tiranların
iktidarlarını korumak için başvurduğu bazı yollar ve dalkavukların verdiği bazı
öğütler Aristoteles’in “Politika” adlı kitabında belirtilmiştir. Şöyle diyor
Aristo: “Bunlardan birisi halk arasında öne çıkan, sivrilen kişileri yok etmek
ve bağımsız görüşleri olan adamlardan kurtulmak; yurttaşların toplumsal,
kültürel ya da benzeri amaçlarla derneklerde toplanmalarına izin vermemektir
çünkü bu tür yerler bağımsızlık fikirlerinin ve kendine güvenin gelişip
serpildiği yerlerdir. Benzeri şekilde toplumda olup biten her şeyden haberdar
olmak için halk arasında casuslar gönder. Eğer böyle yaparsan halk
söylediklerinin onların kulağına gitmesinden korkar ve daha az özgürlükte
konuşmaya başlar.”
Bunların dışında bir başka geleneksel
yol tiranlığa karşı çıkabilecek kimseler arasında çatışmayı kışkırtmaktır,
yalanlarla dostu dosta, sınıfı sınıfa, varlıklıları birbirine düşürmek ve
uyruklarını kendi gündelik işlerinden baş alıp da ayaklanmaya zaman
bulamasınlar diye yoksulluk içinde tutmak ve oyalamaktır. Örneğin Mısır’da
firavunların yaptırdıkları piramitler ve Samoslu Polikrates’in zamanında girişilen bayındırlık etkinlikleri
günümüzün TOKİ uygulamalarına ne kadar da benzemektedir.
Aristoteles şöyle devam ediyor:
“Tiranların dostu olmaz, onların sadece dalkavukları olur. Tiran dalkavuğa
büyük değer verir. Bu nedenle tiran, önünde yerlere kapananları sever. Bağımsız
ve özgür ruhlu bir kimse ise böyle şeyler yapmaya yanaşmaz.
AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Başkan,
konuya davet etmeyecek misiniz?
METİN LÜTFİ BAYDAR (Devamla) – Değerli
kişiler dostluk ederler, dalkavukluk değil ama tipik bir tiran ciddi ve
özgürlüğe eğilimli insanlardan hoşlanmaz. Kendisini tek yetki sayar. Birisi
kalkıp kendi düşündüklerini özgürce söylemeye hakkı olduğunu iddia ederse
tirana üstünlüğünden ve mutlak efendi olmasından bir şeyler eksiltiyormuş gibi
gelir.
Ayrıca, tiranlar kendi yurttaşlarından
çok yabancılarla yemek yemeğe meraklıdır, çünkü kendi yurttaşları onun gizli
düşmanıdır. Öyleyse halkın iradesinden daha üstün bir gücün olmadığını savunanlar,
aslında ileri demokrasinin değil, halk diktasının ve bu tür tiranlığın özlemini
çekenlerdir.”
İnsanların mutlak olgunluğa
erişemedikleri gerçeğinden hareketle düşünce farklılıklarını nasıl olumlu
karşılıyorsak, aynı şekilde farklı yaşama tarzlarının varlığını da normal
karşılamak ve bir hak olarak görmek gerekir. Başkalarına zarar vermemek
şartıyla farklı yaşama tarzlarına özgürlük verilmeli, kişinin benimsediği
şekilde bir hayat tecrübesi edinmesine fırsat tanınmalıdır.
Sonuç olarak, demokrasi sadece çok
partili seçim sistemine ve bu sistem içerisinde en çok oyu alan, yani halkın
iradesini temsil ettiğini zanneden partinin mutlak iktidarına indirgendiğinde
ve bu yolla iktidara gelenler de sanal olarak temsil ettikleri çoğunluğun arzu
ve isteklerini yasaların üstünde görmeye başladığında, o ülkede demokrasi
yerini halk diktasına, halk diktası da bir süre sonra yerini tiranlığa bırakır.
İç Tüzük’teki
dayatma anlayışı, MİT Yasası’yla yargılama erkinin Başbakana bağlanması
Türkiye'de tiranlığın ilanıdır. Tüm bunları yaparken, kendilerini bugüne kadar
destekleyen camiaların açıkça beyan edilmese de el altından günah keçisi ilan
edilmesi anlayışı, tiranlığın kendi içerisinde hiçbir farklı ve vicdanlı görüşe
tahammül edemediğinin göstergesidir.
Bu nedenle, çağdaş bir demokrasiyi, çok
partili seçim sistemi ve çoğunluğun iradesinin temsili ilkelerinin ötesinde,
ancak azınlıkta olanların da temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alan
yasaların mevcut olduğu bir demokrasi türü olarak kabul etmek zorundayız.
Mevcut Anayasa ve bunlardan türetilen
yasalar bu tür bir amacı karşılamaktan uzak olabilir, ama toplumsal, siyasal
yaşamda devletin aksayan yönlerini düzeltmenin yolu yasaları askıya almak,
mevcut yasaların boşluklarını iktidarınızı güçlendirmek için kullanmak veya
kendinizi yasaların üstünde görmek değil, toplumsal uzlaşı sağlayan bir yönetim
anlayışı sergilemektir. Demokrasi yalnız kendini değil, kendi gibi düşünmeyeni de sevebilme
sanatıdır.
Çok teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) – Aristo başka ne
söylüyor?
METİN LÜTFİ BAYDAR (Aydın) – Anlatırım
Hocam sana bir gün. Çok meraklıysan Aristo’ya, her gün anlatırım.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baydar.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın Sebahat Tuncel.
Buyurun Sayın Tuncel. (BDP sıralarından
alkışlar)
BDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 128 sıra sayılı Kanun
Tasarı’nın birinci bölümü üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Genel olarak, bu yasa maddesi
görüşülmeye başladığından beri ifade edilen şey, aslında kültür olayına nasıl
yaklaştığımızla alakalı.
Genel olarak kültür, bir toplumun
tarihsel süreç içinde ürettiği kuşaktan kuşağa akıtılan her türlü maddi ve
manevi özelliklerin bütünü olarak değerlendirilir. Kültür bir toplumun
kimliğini oluşturur ve onu diğer toplumlardan farklı kılar. Bu temel özelliği
bile aslında Türkiye’de kültürün nasıl ele alınması gerektiğini ifade eder ama
bu ülkede ne yazık ki, farklı kimlik ve kültürler her zaman için yok
sayılmıştır, daha çok Türk kimliği üzerinden bir algılama, bir yaklaşım
içerisine girilmiştir. O yüzdendir ki, bu, sadece Türkiye'nin sorunu değil,
aslında tüm dünyada benzer sorunlar yaşanmıştır. Kültür olayını tartışırken
yanında, bir “kültür emperyalizmi” ya da yanında bir “kültür asimilasyonu” ya
da “kültürel yozlaşma” gibi tartışmaları da birlikte yapmak durumunda
hissederiz.
Türkiye açısından da özellikle kültür
emperyalizmi ve kültürel yozlaşma, tartışılması gereken konulardan birisidir.
Bu, hem Türk kültürü açısından hem Kürt, Laz, Çerkez kültürü açısından da
önemli bir noktadır. Sadece bir kültür açısından değil, bütün bu olanları
birlikte tartışmak ciddi bir sorun. Hâlâ biz Türkiye’de tabii bunu
tartışamıyoruz, sadece çoğaltılmış fikir ve sanat eserlerinin derlenmesi
konusunu konuşmak iyi bir şey, hem yurt içinde hem yurt dışında bütün bu
eserlerin bir arada toplanması, denetlenmesi iyi bir fikir. Bu konuda, Grubumuz
adına konuşan Sayın Sırrı Süreyya Önder de ifade etmişti, destekliyoruz ama bu
vesileyle aslında Türkiye’de kültüre nasıl yaklaştığımızı da tartışmak
gerektiğini düşünüyoruz.
Dolayısıyla, kültür asimilasyonunu belki
burada çok ciddi olarak tartışmak gerekir. Çünkü egemen olan Türk kültürü diğer
kültürler üzerinde baskı unsuru oluşturmakta ve bugüne kadar yaşanan her şeyi
Türklük üzerinde tanımlayan yaklaşım, ne yazık ki, kültür meselesi üzerinde de
ciddi bir sorun. Bugüne kadar o yüzden Kürt kültürü üzerinde çok ciddi bir
asimilasyon politikası uygulanmış. Ermeni, Laz, Çerkez, Gürcü, diğer halkların
kültürleri üzerinde çok ciddi asimilasyon politikaları uygulanmış ve birçoğunda
da sonuç alınmış. Sonuç alınmayan bölümler de var ama hâlâ bu kavganın devam
ettiğini de görüyoruz.
Özellikle arkadaşlarımız başta
bahsetti; dün, Ana Dil Günü’ydü. Ana dil, kültürün temel parçalarından
birisidir ve bugün Türkiye’de konuşulmakta olan birçok dil ne yazık ki,
kaybolmakla karşı karşıyadır. Kürt dili ise hâlâ baskı altındadır. Daha bugün
örneğini gördük. Bugün Diyarbakır’da, içinde Genel Merkez yöneticilerimizin,
Derik Belediye Başkanımızın da olduğu bir grup arkadaşımız mahkemeye çıkartıldı
ve bilinen sonuç: Mahkemede Kürtçe krizi çıktığı için arkadaşlarımızın kimlik
tespiti bile yapılamadan dava 30 Nisan’a ertelendi. Biz 2009’dan beri bunu
izliyoruz. Türkiye’de, mahkemelerde Kürtçe kriziyle karşılaşıyor “Kürtçe bir
dil midir, değil midir?” hatta en son, AKP Hükûmetinin yetkililerinin “Medeni
bir dil midir?” tartışmasına kadar getirdiği, aslında ciddi anlamda bir
problemli düşünce, problemli zihniyetin ürününü taşımak durumunda kalıyoruz.
Hâlâ arkadaşlarımıza kendilerini bile savunma hakkı verilmiyor.
Şimdi, böyle bir durumda, gerçek
anlamda kültürel zenginliklerimizi ne kadar koruyacağız meselesi önemli.
Tabii, bu kültür meselesini konuşurken
dil de önemli, zihniyet de önemli. Hangi bakış açısından, hangi zihniyetten
bakıyorsunuz? Dolayısıyla, Türk kültürünü geliştirmek; evet, önemli ama bir o
kadar da Kürt kültürünü de geliştirmek önemli.
Dolayısıyla bütün bu kültürel
zenginlikler, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin zenginliğidir. Böyle
ele almadığımız sürece bir kültürü her şeyin önüne koyup, diğerlerini asimile
etmek ya da yozlaştırmak ya da baskı altına almak gibi bir yaklaşım ne yazık
ki, kabul edilebilir bir durum değildir. Türkiye’nin bu işi her zamankinden
daha ciddi tartışması gerekiyor.
Sayın milletvekilleri, bakın, Azadiya Welat Gazetesi Sorumlu
Yazı İşleri Müdürü geçen dönem Vedat Kurşun yüz altmış altı
yıl ceza aldı, sırf Kürtçe gazete çıkarıldığı için. Yani bir ülkenin, aslında,
siz kültürüne, diline böyle bir ceza veriyorsunuz. Bugün de işte Tayyip Temel,
yine Azadiya Welat
gazetesinin Yazı İşleri Müdürü, savunma hakkını ana dilinde yapamadığı için
tekrar bu süreci yeniden yaşamak durumunda kalıyoruz. Türkiye, umuyoruz, bu
ayıplı şeye, tarihine bir şekilde son verecek ve bütün kültürleri, Türkiye
içerisinde yaşayan bütün kültürleri kendi kültürü olarak görecek ama
aynılaştırmadan, ama asimile etmeden, ama yozlaştırmadan. Kürt, Türk, Laz,
Çerkez, Ermeni, Gürcü, Roman bütün kültürlerin aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti
devletinin kültürü olduğunu, hiçbir kültürün diğer kültürden üstün olmadığını,
sayısal olarak çok olmak ya da az olmanın bunu getirmeyeceğini ifade etmek,
sanırım en temel şeylerden birisidir. O açıdan, bunu bir kez daha hatırlatmak
istiyorum bu kürsüde.
Sayın milletvekilleri, diğer bir konu:
Tabii, Türkiye’de hep bu kültürü konuşurken dili, kimliği de beraberinde
konuşmak durumunda kalıyoruz. Türkiye'nin en temel sorunlarından birisi hâlâ bu
dil, kültür ve kimliğin inkârından ortaya çıkan demokrasi sorunu. Özelikle
bundan da en çok Kürtler yara görüyor ve bugün buna dikkat çekmek için Türkiye’de
Kürt kültürü üzerindeki baskının, zorun aynı zamanda savaşa neden olduğunu,
dolayısıyla bu baskı politikalarından vazgeçilmesi gerektiğini her fırsatta
dile getiriyoruz. Bu kürsüde belki de birçok kez bize şu suçlama da getirildi:
“Siz her defasında bu meseleyi götürüp Kürt meselesine bağlantı kuruyorsunuz.”
diye. Evet, çünkü, sayın milletvekilleri, bu meselenin
de yine Kürt meselesiyle alakası var.
Bakın, biz, pazartesi ve salı günü
burada Türkiye'nin bu Parlamentoda bulunan 4’üncü büyük partisinin milletvekilleri
olarak açlık grevine girdik iki gün, bir şeye dikkat çekmek için: Cezaevinde
bulunan Şırnak milletvekillerimiz Sayın Selma Irmak ve Sayın Faysal Sarıyıldız
bu ülkede barış için, -bakın,
dikkatinizi çekiyorum- kendisi için değil, “Koşullarımız düzelsin ya da
cezaevinden çıkalım. Biz milletvekili seçildik, niye
cezaevindeyiz?” diye değil, “Bu ülkede Kürt sorunu çözülmeden gerçek anlamda
demokratikleşme olmayacak, halkımızın, dili, kimliği, kültürü üzerindeki
yasaklar ortadan kaldırılsın, savaş politikaları bir an önce son bulsun ve
barış için adım atılsın.” diye. Selma Irmak arkadaşımızın söylediği “Sadece
elimizi değil, bütün bedenimizi taşın altına koymaya karar verdik.” sözü, bence
bu Parlamento tarafından tartışılmalıdır. Farkında mısınız sayın
milletvekilleri, bu Parlamentonun 2 üyesi süresiz, dönüşümsüz açlık grevinde,
yani kendi bedenini ölüme yatırmış durumda? Şimdi bu durumda buradaki
arkadaşlarımız ne kadar rahat oturabiliyor? Bu kolay bir karar değil, kendi
bedenini ölüme yatırmak öyle çok kolay bir karar değil, ama bu ülkede sorunlara
dikkat çekmek için ne yazık ki ölmek gerekiyor ya da kendini ölüme yatırmak
gerekiyor. Şimdi, biz pazartesi, salı kendi genel merkezimizde tam da bu soruna
dikkat çekmek için açlık grevindeydik, ama bu, Türkiye'nin gündemi olmadı,
sadece gazetelerde ya da televizyonda bir haber olmanın ötesine gidemedi. Bu
Parlamento ne zaman bu sorunu tartışmaya başlayacak diye çok merak ediyoruz
doğrusu.
Sadece iktidar partisinden de değil,
muhalefet partisinden de beklentilerimiz var. Gerçekten
birlikte yaşayacaksak, o zaman çok kimlikli, çok kültürlü yapımızı birlikte
koruyacaksak; eğer bu, sadece bir denetleme, bütün kimliklerin, kültürlerin
eserlerinin toplanıp bir binaya sıkıştırılmasından öte bir anlam ifade
ediyorsa; yani bu, yaşamımızın kendisiyse, bu ülkede onlarca farklı kimlik,
kültür yaşıyor ve bir arada barış içerisinde, eşitlik temelinde bir kardeşlik
içerisinde yaşayacaksak bütün bunları bizim konuşmamız gerekiyor, ama biz öyle
bir şey yapıyoruz ki burada konuşurken hiçbir sorunumuz yokmuş gibi,
Türkiye'nin sorunları sadece bu Parlamentodan ibaretmiş gibi sadece bunları
tartışıyoruz sayın milletvekilleri. İşte o yüzden Türkiye gerçek anlamda
demokratikleşemiyor, o yüzden biz bu ülkede barışı konuşamıyoruz, o yüzden
farklı kimlik ve kültürler üzerinde oluşan baskıyı bir şekilde buradan sineye
çekiyoruz. Biraz önce Sayın Milletvekilimiz söyledi, o yüzden Ermeni
mezarlığında son dua yerinin kepçelerle yıkılmasını doğal görüyoruz ya da
yerine daha iyiyi yaparız diye ya da o yüzden yine yanı başımızda,
Yenimahalle’de cemevi yapıldı diye belediye yer
vermiyor, “Orayı yıkacağız, başka yer vereceğiz.” anlayışı aslında bütün
şeylerde devam ediyor. Yani iktidarıyla da muhalefetiyle de farklılıklarımızı
kabul etme, bunlarla eşit hukuk geliştirme konusunda ne yazık ki ciddi bir
tartışmamız yok. Sadece bunun siyasetini yapma, bunun üzerinden politika yapmak
bize bir şey kazandırmaz.
Sayın milletvekilleri, sonuç olarak
şunu ifade etmek istiyorum. Evet, Kültür Bakanlığının düşünmesi gereken bir şey
daha var: Burada farklı kimlik, kültürler de var. Bunların ismini de sayarak,
sadece Mem u Zin’i bir
reklam aracı olmaktan çıkartıp -aynı zamanda Mem u Zin gibi binlerce eseri- “Türkiye Cumhuriyeti devletinde
Kürtlerin de farklı kimlikleri ve kültürleri var, Mezopotamya’nın en kadim
halklarındandır. Yine bu farklı halkların da kültürleri var.” deyip kendisine
yeni bir yol haritası belirlemesinin Türkiye demokrasisi açısından da önemli
olacağını düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tuncel.
Şahıslar adına ilk söz İstanbul
Milletvekili Sayın Gülay Dalyan’a aittir.
Buyurun Sayın Dalyan. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
GÜLAY DALYAN (İstanbul) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu
Tasarısı’nın birinci bölümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
derlemenin amacı, bir ulusun kültürel varlığını oluşturan düşün ve sanat
ürünlerinin en etkin ve sağlıklı biçimde toplumun bilgi ve yararına sunulması
ile ulusal kültür birikiminin gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamaktır.
Ülkelerin derleme sistemleri birbirine
benzemekle beraber çeşitli farklılıklar göstermektedir. Farklılıklar özellikle
kapsam, yükümlülükler, derlenecek kopya sayısı gibi konularda ortaya
çıkmaktadır. Ülkemizde düşün ve sanat ürünlerinin derleme yoluyla denetim
altına alınması çalışmaları Osmanlı dönemine kadar uzanır.
21 Haziran 1934’te Ulu Önder Mustafa
Kemal Atatürk öncülüğünde kabul edilen Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu
ilk günkü yapısını aynen koruyarak günümüze kadar uygulana gelmiştir, oysa bu
süreçte teknolojik ilerlemelere koşut olarak Kanun’un gözden geçirilmesini ve
yeniden düzenlenmesini gerektiren pek çok gelişme olmuştur. Yürürlükteki Basma
Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu ile yeni teknolojik bilgi kayıt ortamlarına
ulaşmak ya da Kanun’un öngördüğü ürünleri derlemek mümkün olamamaktadır. Bu
durum ülkemizin dijital ortamda ürettiği son dönem kültür ve bilgi birikiminin
bir bölümünün karanlıkta kalmasına yol açtığı gibi ulusal bibliyografyanın
güvenilirliğini de etkilemektedir.
Ülkemiz açısından oldukça önemli olan
derleme hizmetleri, maalesef, istenilen seviyede değildir. Örneğin, 2010
yılında yüzde 35’e varan bir derleme eksiği tespit edilmiştir. Bu nedenle, 2011
yılı başlangıcı itibarıyla Bakanlığımız tarafından yeni bir derleme genelgesi
hazırlanmış ve bu uygulanan yeni sistem sayesinde derleme kaçaklarını giderme
konusunda ciddi bir başarı sağlanmıştır.
Derlenen eserlere ait verileri
incelediğimizde, 2001 yılında derlenen kitap 12.245, süreli yayın ise 2.214
iken -toplam derleme rakamı- 2011 yılında 44.700 kitap ve 12.558 çeşit süreli
yayın derlenerek bugüne kadar ülkemizde basılan eserlerin derlenmesinde büyük
bir başarı yakalanmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ulusların gelişebilmesi, üretilen düşünce ve ürünlerinin kullanılması ile doğru
orantılıdır. Bu kanunla düşün ve sanat ürünlerinin bir araya getirilmesi,
eksiksiz bir ulusal derlemenin oluşturulması, devlet elinde toplanması
amaçlanmaktadır. Görüşmekte olduğumuz bu tasarı, ulusal düzeyde bir veri
bankasının oluşmasına, uluslararası alanda daha doğru bilgilerle ülkemizin
tanıtımının yapılmasına katkı sağlayacaktır. Ayrıca, ülkemizin yayın
politikasının ne durumda olduğunun ve hangi yönde ilerlediğinin izlenebilmesi,
kamunun doğru bilgilenmesi ve araştırmacıların bilimsel çalışmalarında
kullanabilmesinde büyük fayda sağlayacaktır.
Günümüzde bilgisayar ve bilgi
teknolojilerindeki gelişmelerin sonucunda yayımcılıkta ve yayın türlerinde çok
önemli gelişmeler olmuştur. Baskı yöntemleri dışında, büyük bir ivmeyle gelişen
yeni çoğaltma usulleri ile çok miktarda bilim, fikir ve sanat eseri
üretilmiştir. Mevcut yasa bunların devlet nüshası olarak derlenmesine imkân
tanımamaktadır.
Bu çerçevede görüşmekte olduğumuz
kanunla derleme kapsamı genişletilerek basılı eserler dışında, CD, DVD, film,
müzik kaseti, slayt, elektronik yayımlar da derleme kapsamına alınmaktadır.
Ayrıca, tasarıda, Türkiye’de araştırma yapıp yurt dışında basımı ve çoğaltımı
yabancı dilde yapılan eserlerin de derlenmesi hüküm altına alınmıştır. Derleme
mükellefleri konusunda da düzenleme yapılarak, mevcut uygulamada yayınevleri
derleme mükellefi iken bu kanunla da basından sorumlu gerçek ve tüzel kişiler
de kapsama alınmıştır.
Yerel ve bölgesel gazeteler ile ilgili
yeni bir düzenleme öngörülmekte olup, tasarının 8’inci maddesiyle, bu
yayınların ikişer nüsha derlenerek bir tanesinin Millî Kütüphanede, diğerinin
de yayınlandığı ilde bulunan il halk kütüphanelerinde toplanması hükme
bağlanmıştır.
Tarihî mirasımıza sahip çıkmak millî bir
görevdir. Görüşmekte olduğumuz bu kanun tasarısının yasalaşmasıyla, ülkemizin
fikir ve sanat eserlerinin korunması konusunda hepimizin ortak duyarlılık
göstereceğine inanıyorum.
Bu vesileyle, 1950’li yıllardan beri
kapsamının genişletilmesi tartışılan ve büyük ihtiyaç duyulan bu kanunun
hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür eder, ülkemiz ve milletimiz için
hayırlı olmasını temenni eder, yüce heyetinizi ve yüce milletimizi saygıyla
selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dalyan.
Manisa Milletvekili Sayın Selçuk Özdağ.
Buyurun Sayın Özdağ. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
SELÇUK ÖZDAĞ (Manisa) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu
Tasarısı nedeniyle şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Kültür, dünden bugüne bir milletin
yaşam biçimi ve toplamıdır. Kültür, dünden bugüne yaşam biçimimizse eğer -bu
coğrafyada bin yıldır yaşıyoruz, 1041’den bu yana yaşıyoruz- bu kültürel
coğrafyada, bu coğrafyada, tarihî coğrafyada Kürt’ün Türk’ü asimile etmesi,
Laz’ın Çerkez’i asimile etmesi mümkün değildir çünkü bin yıldır aynı
topraklarda, aynı dinin mensuplarıyız bizler. Aynı dinin mensupları
birbirlerini asimile etmezler, farklı kültürler birbirlerini asimile ederler.
Almanya’ya giden işçilerimiz, Avrupa’ya giden insanlarımız, orada yaşayan
Hristiyan kültürünün tesiri altında kalabilirler ve asimile olabilirler ama
birileri kendilerini farklı addediyorlarsa, onlar hâlâ kendilerini asimile
ediliyorlar zannediyorlarsa yanılıyorlar ama Türkiye’de Kürt’ün, Çerkez’in,
Laz’ın, Gürcü’nün, Ermeni’nin, Yahudi’nin veya Türk’ün birbirini asimile etmesi
söz konusu değildir. O nedenle bu uyarıyı yapma lüzumunu hissediyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Eğitim, bilim, kültür ve sanat, bir
ülkenin kalkınması ve gelişmesinde, nesillerin geleceğe hazırlanmasında hayati
önemi haiz olgudur. Milletin her bir ferdinin öğreniminin ilk dönemlerinden
başlayarak geniş bilgilerle donatılması ve geleceğe güçlü bir şekilde
hazırlanması, öncelikle, söz konusu unsurlar çerçevesinde alacağı temel eğitim
ve öğrenim ile gerçekleşebilecektir. Bu kazanımın sadece örgün eğitimle
olamayacağı, yaygın eğitim içerisinde de çeşitli ortamlar vasıtasıyla bu yönde
zenginleşmenin mümkün olabileceği bilinmektedir. Bu bağlamda, yaşam boyu
öğrenme olgusunun giderek ülkemizde de önem kazandığı bilinmektedir.
Gerek örgün gerekse yaygın öğretim
çerçevesinde bireylere eğitim, bilim, kültür ve sanat odaklı kazanımların
sağlanmasında temel eğitim kurumları ve öğretim kadrosunun yanı sıra özellikle
yaşam boyu öğrenme bağlamında her biri birer eğitim kurumu olan kütüphaneler ve
bu kütüphanelerin koleksiyonlarında yer alan kitap, dergi ve ansiklopedi, veri
tabanı ve benzeri bilgi kaynakları da son derece önemlidir.
Bu çerçevede, bir ülkede yayınlanan
bilgi kaynaklarının eksiksiz olarak gereksinim sahibi öğrencilere,
araştırmacılara ve bir bütün olarak halka ulaştırılması her şeyden önce bu
bilgi kaynaklarının eksiksiz olarak tespit edilebilmesi ve ardından
derlenebilmesiyle mümkündür. Sevindirici bir durumdur ki ülkemizde bu yönde,
cumhuriyetin ilk yıllarında yasal düzenleme yapılmış ve belirlenen derleme
kütüphaneleri eliyle bu işlem bugüne değin yapılagelmiştir.
AK PARTİ hükûmetlerinin göreve
başlamasından bir süre sonra, verilen önem doğrultusunda derleme konusu tekrar
gündeme alınmış ve nihayet konuyla ilgili yeni yasal düzenleme kanunlaştırılmak
üzere Genel Kurula gelmiştir.
Değerli milletvekilleri, gerçekten de
derleme konusu, eğitim, bilim, kültür ve sanat alanları çerçevesinde ülkemizin
bugünü ve geleceğini temelden etkileyen önemli konulardan birisidir.
Derlemeyi kısaca “Ülkede yayınlanan her
türlü biçim ve içerikteki bilim, eğitim, kültür ve sanat ürünlerinin, kısacası
üzerinde bilgi unsuru bulunduran tüm bilgi kaynaklarının yasal mevzuat ve prosedürler çerçevesinde önceden belirlenmiş kütüphanelere
belirtilen sayıda teslim edilmesi.” şeklinde tanımlamamız mümkündür.
Az önce de ifade ettiğim gibi, konuyla
ilgili temel mevzuat olan 2527 sayılı Kanun kabul edildiği 1934 yılından bugüne
yıpranmış ve çeşitli bakımlardan yetersiz kalmıştır.
İktidarıyla muhalefetiyle hep birlikte
komisyon çalışmalarının ardından Genel Kurula getirdiğimiz bu tasarının
kanunlaşmasıyla, çağın gereklerini de karşılayabilecek verimli bir derleme
uygulamasının gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir.
Bilindiği üzere, tasarının ilk
aşamasında, çeşitli değerlendirmeler çerçevesinde mevcut kanunda belirtilen 5
derleme kütüphanesinden 2’si olan İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi ile İzmir
Millî Kütüphanesi derleme kapsamı dışında bırakılmışken, komisyon aşamasında
mutabık kalındığı üzere burada tekrar tasarı kapsamına dâhil edilmiştir.
Böylece yapılan bu yerinde düzeltmeyle bu iki güzide kurumumuzdaki koleksiyonun
eksiksiz olarak bölge halkına, araştırmacılara ve nihayet tüm Türkiye’ye hizmet
vermeye devam etmesinin zemini hazırlanmış olacaktır.
Tasarının 10’uncu maddesiyle her bir
derleme nüshası için mükelleflere bin ila 5 bin Türk lirasına kadar idari para
cezası öngörülmektedir. Fakat 12’nci maddesiyle de mükelleflere, derlemeye
verdikleri eserlerin maliyetlerinin gider olarak yazılması hakkı tanınmaktadır.
Bu önemli bir yeniliktir.
Ümit ediyor ve diliyoruz ki, yeni kanun
ile derleme konusu bir problem alanı olmaktan çıkar ve konunun temel
paydaşlarından olan yayıncıların da sorumluluk bilinciyle verecekleri katkıyla
bu konu tekrar ülke gündemine gelmez. Çünkü derleme konusu sadece bugünün
eğitim, bilim, kültür ve sanat yaşamıyla değil, aynı bağlamda ülkesi ve
milletiyle Türkiye’nin geleceğini de doğrudan ilgilendirmektedir. Bugün nasıl
ki çeşitli düzeylerdeki araştırmalar için önceki dönemlerde hazırlanmış
yayınların bulgularından yararlanmak son derece önemliyse, günümüzden uzun
yıllar sonra yapılacak yeni araştırmalar çerçevesinde de bugünkü bilgi
kaynakları önemli olabilecektir. Bugünümüze ve gelecek nesillerimize bu çok
değerli imkânı sunabilmenin yegâne yolu ise, ülkemizde yayımlanan kitap, dergi
ve tüm bilgi kaynaklarının tasarıda belirtilen kütüphanelerde eksiksiz olarak
derlenmesidir. Bu uygulamanın verimli bir şekilde gerçekleştirilmesi bir lüks
değil, Parlamento olarak bugüne ve gelecek nesillerimize karşı önemli bir görevidir.
Bu duygu ve düşüncelerle tasarının
ülkemize hayırlar getirmesini diliyor, heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özdağ.
Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Benim sorum Sayın Bakanadır.
Tokat ilinde Ballıca Mağarası, Taşhan, Sulusokak, Beysokağı gibi çok önemli kültürel değerler vardır. Tokat
iline, bu değerlerin ortaya çıkartılması ve restorasyonlarla
ilgili olarak herhangi bir çalışma yapılmakta mıdır veya ne kadar bütçe
ayrılmıştır? Sorumun birisi budur.
İkincisi: Genel arşivlerle ilgili
olarak ne kadar belge yeni Türkçeye çevrilmiştir? Arşivlerde kaç tane uzman
çalışmaktadır?
Ayrıca, illerde de bazı yerlerde
arşivler vardır. İllerde arşivlerin açılmasıyla ilgili de bir çalışma yapılacak
mıdır?
Bir diğer sorum: İnternet
bağımlılığıyla ilgili olarak dün Meclisimizde bir komisyon kuruldu. İnternet
bağımlılığının en önemli sorunlarından bir tanesi çocukların oyunlarıyla
ilgilidir. Türk kültür ve örflerine uygun bir şekilde böyle hazırlanan çocuk
oyunları var mıdır? Bunlarla ilgili bir çalışma yapıyor musunuz? Mesela, bir
Kürşad’ın hayatının anlatılması veya bir Ulubatlı Hasan gibi kültürel
değerlerimizin olduğu, bunlarla ilgili çalışmalar var mıdır? Bunları öğrenmek
istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Fırat…
SALİH FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Bakanım, tabii bir önceki turda
sorumuza cevap verdi ama şimdi iki bin yıl önce yapılan tarihî eserler Nemrut
Dağı’nda bugüne kadar korunabildiyse, şu anki teknolojiyle orada korunma
yolları daha çabuk bulunur diye düşünüyorum.
Yine diğer bir sorum vardı, ona cevap
veremediler. 12 Eylül rejimi sırasında Türkiye’de on binlerce yerleşim yerinin
ana dildeki isimlerinin kaldırıldığını, bunların ne zaman iade edileceğini
sormuştum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Ağbaba…
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan,
ben dün Tortum Bağbaşı yani Haho’da
insanların topraklarını korumak için HES’lere karşı
başlatmış olduğu mücadeleye katıldım. O mücadeleyi desteklediğimi, o insanlara,
o insanların yanında olduğumu ve haksız yere yargılanan Leyla Yalçınkaya’nın
yanında olduğumu belirtmek istiyorum.
Dün, yine, orada Anadolu’nun ne kadar
büyük bir hazine olduğunu bir kez daha gördüm Haho’da
yani Bağbaşı’nda, 961 yılında inşaatına başlanan 1001
yılında bitirilen Gürcü Krallığı döneminden bir kiliseye rastladım. Kilise şu
anda cami olarak kullanılıyor. O köydeki insanların da talebi buranın restore
edilerek turizme açılması. Görmenizi tavsiye ederim. Önemli
bir şey. Ben Anadolu’nun bu konuda ne kadar zengin olduğunu bir kez daha
gördüm. Bunu dikkatlerinize sunmak istedim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Karaahmetoğlu…
SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU (Giresun) –
Sayın Bakanım, Giresun’un Tirebolu ve Eynesil ilçelerinde denizle iç içe
kaleler bulunmaktadır. Söz konusu kalelerin tarihsel, kültürel ve turizm
açısından önemi var mıdır? Varsa, onarım, restorasyon,
turizme açılması konusunda çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Işık…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, biraz önce Kütahya İl Halk
Kütüphanesinin yazma kütüphane olduğunu ben de söylemiştim ama sorum, buranın
ciddi anlamda maddi desteğe ihtiyacı olduğu ve bu kapsama alınıp alınamayacağı
yönündeydi. Eğer ona bir açıklık getirirseniz sevinirim.
İkinci sorum da, tarihî Kütahya
Kalesi’nin burçlarından birisi geçenlerde yıkıldı. Buna bu bütçe yılında ne
kadar ödenek göndermeyi düşünüyorsunuz? Bu konuda yardım edebilir misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Havutça… Sayın Havutça
yok mu? Yok.
Sayın Halaman…
ALİ HALAMAN (Adana) – Ben teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakanıma sorum: Ortada yayın
yapan yayın organları millî ve manevi değerlerimizi, kültürümüzü defolu hâle
getirmek için uğraşıyorlar. Biz, “Bu evrensel kültüre adapte oluyoruz.” diyerek
bu defolu hâle gelinmesine sevinmeli miyiz?
Bir de ikinci sorum: Adana’nın ilçeleri
var, Kozan, Teke, Saimbeyli, Tufanbeyli, Aladağ. Bunlar kültür kokuyor.
Buralarda fiziki ve sosyal şartları olan kültür merkezleri oluşturmak mümkün
değil mi?
Teşekkür ediyorum, saygılarımla.
BAŞKAN – Sayın Bulut…
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, Balıkesir İvrindi
-önemle- Dursunbey gibi ilçelerde çok miktarda tarihî ören yerleri
bulunmaktadır. Buralarda arkeolojik çalışma yapmak gibi bir düşünceniz var
mıdır? Oralardaki kültür varlıklarını, ziynet aramak, altın aramak adına harap
ediyorlar ve bulduklarını da yurt dışına kaçırıyorlar. Bu konuda Bakanlığınızın
tedbir almasını düşünür müsünüz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Susam…
MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın
Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum. Demin sormuş olduğum
sorulara maalesef cevap alamadım.
Mega müzeyle ilgili iki tane yer var.
Bir, belediyenin işaret ettiği yer, şu an imar planları hazırlanmış, sit
kuruluna gönderdiği Agora’nın üst tarafındaki alan; bir de Sayın Bakanın
üzerinde durduğu, Sümerbank’ın eski arazisi. Bu konuda, adı ne olursa olsun,
200 bin eserin depoda beklediği İzmir’e büyük bir müzenin, medeniyetler
müzesinin kazandırılması konusundaki çalışmalar ne noktadadır?
İki: İzmir’in beklediği EXPO için alan İnciraltı olarak ayrılmıştır. Bunun imar planındaki son
durum nedir? Bunun bilgisini istiyorum Sayın Bakandan.
Turizm kültürünü geliştirmek ve turizmi
çeşitlendirme anlamında yapılan somut projeler ve eko turizm dediğimiz turizm
konusunda İzmir’de yapılan çalışmalarla ilgili bilgi istiyorum.
Bir de tarihî çarşılarla ilgili sorum
vardı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurunuz.
Dört dakikanız var. Toparlayabildiğiniz
kadar, diğerlerini yazılı verebilirsiniz.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Dört dakika içinde ancak bir soruya, bir arkadaşımızın sorusuna
yeterince cevap verebilirim.
BAŞKAN – Evet, hızlı bir şekilde.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Tokat’taki çalışmalarımızı Sayın Doğru biliyor. Orada bir müze
yapmaya çalışıyoruz. Arastalı Bedesten’i
Vakıflardan kiraladık ve bu yıl içinde açılışını gerçekleştireceğiz.
İnternet bağımlılığı hepimizin bildiği
bir sorun. Onu Millî Eğitim Bakanıyla ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanıyla
birlikte çalışıyoruz.
Arşivler başka bir idareye bağlı, o
yüzden bu konuyu bence ilgili idareye soralım.
Nemrut’la ilgili görüşlerimi açıkladım
yani Nemrut’ta şu anda bilimsel olarak da beni tatmin eden bir koruma projesi
gelmiş değil. O yüzden belki bir yeni mekân arayışımız devam edecek.
Sayın Ağbaba
ve öteki arkadaşlarım -Sayın Karaahmetoğlu, Sayın Işık, Sayın Halaman, Balıkesir Milletvekili Değerli Arkadaşımız-
Anadolu’nun kültür zenginliklerinden söz ettiler. Gerçekten
çok doğru. Ben de yirmi-yirmi beş yıldır merakla Türkiye'nin bu kültür
hazinelerini amatörce gezen bir arkadaşınızdım, son dört beş yıldır da sorumlu
sıfatıyla geziyorum ve her gezişimde yeni keşfettiğim alanlar ve gerçekten hem
“Bunlara nasıl yetişeceğiz?” diye duyduğum bir üzüntü hem de “Ne kadar büyük
bir zenginlik içinde yaşıyoruz.” diye duyduğum bir sevinç var; bu iki duyguyu
birlikte yaşıyorum.
Şunu hatırlatmak isterim: 2002 yılı
sonunda, 2003 yılında devletin genel bütçeden ve öteki desteklerden ören
yerlerine, kazılara ayırdığı kaynak 2 milyon TL’ydi, 1,9 milyon TL’ydi. 14
milyon TL’yle 2007 sonunda almıştım ben. Geçen yıl 48,1 milyon TL ayırdık. Yani
2003 yılında 2 milyon TL nerede ve 2011 yılında 48 milyon TL nerede? Ama bence
100 milyon TL’ye ihtiyacımız var.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – On yıl geçti Bakanım, on yıl geçti, miktarlar üzerinden
gitmeyin.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – 100 milyon TL’ye ihtiyacımız var. Bakın, kazdığımız yerlerin sayısı
artıyor, buradan çıkan eserlerin sayısı artıyor, bütün Türkiye biliyor ki yurt
dışından getirdiğimiz eserlerin sayısı artıyor ama geçmiş yıllardaki ihmal ve
tahribat karşısında hâlâ çok büyük sorunlarımız var.
Türkiye'den inanılmaz zenginlikler
önceki yıllarda kaçırılmış. “2011’de kaçırılmış bir eser var mıydı?” dedi
Arkadaşımız. Kayda değer bir şey yok şükürler olsun ama önceki yıllarda çok
sayıda eser var.
Bir arkadaşımızın yine bir sorusu
vardı: “İsmi değiştirilmiş olan yerler var.” Tabii, şunu rahatlıkla
söyleyebilirim: Bizim iktidarımız döneminde ismi değiştirilmiş yani asıl ismi
kayıttan çıkarılmış ve yeni bir isim takılmış hiçbir yerleşim yeri hemen hemen
yok Türkiye'de ama eski yıllarda, 80’den önce veya 80’den sonra bu tür yapılmış
tahrifatlar var, onları düzeltmeye çalışıyoruz bu süreçte, mümkün olduğu kadar.
Anadolu’nun bütünlüğünü zedelemeyecek bir yaklaşım içinde eski isimlerini iade
etmeye çalışıyoruz.
Sayın Susam’ın sorusuna, zamanım kaldı
mı bilmiyorum: İzmir’de bir büyük müze yapma hayalimiz var gerçekten, yani ben
buna, tekrar ediyorum, “Ege Uygarlıkları Müzesi” diyorum, var. Bu konuda
Belediyenin işaret ettiği alan eğer tahsis edilirse orada, değilse alternatif
alanlar üzerinde çalışıyoruz.
Tabii, şunu da arkadaşlarımızın bilmesi
lazım: Dünyanın hiçbir müzesinde depolardaki bütün eserler sergilenmiyor. Her
yerde yüzde 10, yüzde 15, yüzde 20 seviyesindedir. Biz zaman zaman bunu
yakalıyoruz, zaman zaman bunun altına düşüyoruz ama “Müzelerin depolarındaki
bütün eserler sergilensin”. hiçbir yerde yok.
Periyodik sergilemeler var. Bazı eserler de sergilenmez zaten çünkü onun
benzerinden 50 tane deponuzda vardır, siz 2’sini sergilersiniz, 48’ini
deponuzda tutarsınız.
Onun dışında, İnciraltı
konusunda çalışıyoruz. İnciraltı’nda Bakanlığımızın
bir ihmali yok. Eğer davalarda bir yeni tökezlenme yaşanmazsa sanıyorum, velev
ki dava süreciyle karşılaşırsak bir yeni yasa ihtiyacımız var, onu yapmaya
çalışacağız.
İzmir’in kültür turizmi konusunda da
Bergama’yı dünya mirasına katmaya çalışıyoruz. Bergama’daki çalışmalar son
derece hızlı gidiyor. Efes arkadan takip ediyor ama Bergama sanıyorum daha
hızla yol alacak.
İzmir’de çok sayıda ören yerimiz var.
Ören yerlerinin düzenlenmiş olanlarının sayısı azdı, hızla, düzenlenmiş ören
yerlerini çoğaltmaya çalışıyoruz. Tarihî çarşılarla ilgili de bütün Türkiye
kapsamında yeni bir yasa çalışması, Sayın Susam’ın da paylaştığı ve İzmir’deki Kemeraltı…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Birinci bölüm üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, birinci bölümde yer alan
maddeleri, varsa o maddeler üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı
ayrı oylarınıza sunacağım.
Madde 1’de iki önerge vardır, sırasıyla
okutup işleme alıyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 128 Sıra Sayılı Çoğaltılmış
Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısının 1. Maddesinin 1.
Fıkrasında yer alan “elverişli” ibaresinin “uygun” olarak değiştirilmesini arz
ve rica ederiz.
Metin
Lütfi Baydar Tolga
Çandar Engin Özkoç |
Aydın Muğla Sakarya |
Osman
Kaptan Mehmet
Ali Susam |
Antalya İzmir |
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 128 sıra sayılı Yasa
Tasarısının 1 inci maddesinde “ülkemizin” ibaresinden sonra gelmek üzere “tüm
dillerde” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Özdal Üçer Hasip Kaplan Erol
Dora |
Van Şırnak Mardin |
İdris
Baluken Hüsamettin
Zenderlioğlu |
Bingöl
Bitlis |
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor
mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Takdire bırakıyoruz efendim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Hükûmet takdire
mi bıraktı efendim?
BAŞKAN – Komisyon “Katılmıyoruz.” dedi,
Hükûmet takdire bıraktı.
Buyurunuz Sayın Üçer. (BDP sıralarından
alkışlar)
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; önerge lehine söz almış bulunmaktayım, Genel Kurulu
selamlıyorum.
Dün 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü’ydü ve
ülkemizde biz onlarca dili yok sayarak, onlarca dili yokmuş gibi kabul ederek
ve o dili konuşan çocukları öyle bir dili konuşmuyorlarmış gibi zorunlu eğitime
tabi tutarak, o dilde üretilen kültürel varlıkların tamamını yok sayarak bir
Dünya Ana Dil Günü’nü daha geride bıraktık. Umuyorum
ki gelecekte bu Mecliste, bir kültür beşiği olan Anadolu ve Mezopotamya
coğrafyasında halkların kardeşliğinin zeminini oluşturacak demokratik bir
anayasa çıkarılıp halkımız için, bütün halklar için kendi dillerinde, kendi
kültürlerinde özgürce, kardeşçe yaşayabilecekleri bir alan yaratılır. Bunun
için de yapılması düşünülen, yapılmakta olan anayasada mutlak surette farklı
dillere, farklı kültürlere anayasal güvence kazandırılması gerekmektedir.
Kültür Bakanlığının çalışmaları
bünyesinde yer alması gereken konularla ilgili olarak Van depreminden de
bahsetmek istiyoruz: Van Müzesi orta hasarlı, tiyatro binası orta hasarlı,
Erciş Kütüphanesi, tarihî eserlerden Yedi Kilise, Akdamar Kilisesi, kale giriş
kapısı, Van Kalesi’nin değişik yerleri, değişik tarihî camilerin muhtelif
yerleri depremden hasar görmüş.
Bu arada, Sayın Bakana deprem esnasında
göstermiş olduğu duyarlılıktan dolayı da teşekkür ederek bu çalışmalarında
başarılar diliyorum. Bakanlığınız bünyesindeki bütün çalışmalarla görev ve ilgi
alanınızdaki bütün tadilatlar kısa bir sürede tamamlanır diye umuyoruz Van
halkı olarak.
Depremle ilgili Hükûmetin genel olarak
ayrı bir ayıbını daha dile getirmek istiyorum: Bir iki gün önce yine bir çadır yangınında
yine bir yurttaşımız yaşamını yitirdi; kendisine Allah’tan rahmet, bütün
Vanlılara ve ailesine başsağlığı diliyorum. Bu ölümün sorumlusu, bu ölümlerin
sorumlusu inanın Hükûmetin kendisidir. Umuyorum böylesi bir ayıp manzara bir
daha yaşanmaz. Bu tür ayıp manzaraların yaşanmaması için Hükûmetin ilk yapması
gereken, gerçekten, bir yönetici sorumluluğundan uzak olan Van Valisinin derhâl
görevden alınması ve halkın sorunlarına duyarlı bir yöneticinin oraya
atanmasıdır diyorum.
Yine, kamuoyuna yansıdı, bizler grup,
blok milletvekilleri olarak iki gün açlık grevine gittik. Öyle görünüyor ki
sesimizi dünya ve ülke kamuoyuna duyurmak için daha çok grev yapmamız lazım,
daha güçlü eylemler yapmamız lazım çünkü zindanlarda bedenini ölüme yatırarak
antidemokratik uygulamalara karşı direnen arkadaşlarımızın, siyasi tutsakların
çığlığını dünyaya haykırabilmek için,
duyurabilmek
için daha çok eylem yapmamız ve daha geniş tabanlara ulaşmamız lazım. Çünkü
milletvekilleri, belediye başkanları, siyasi parti yöneticileri, on binleri
bulan siyasi tutsaklar zindanda gördükleri işkenceleri bir kenara bırakıp,
zindanda görmüş oldukları zulmü bir kenara bırakıp bu ülkenin özgürlüğü, barışı
ve demokrasisi için eylem yapıyorlarsa biz de onlara dünya ana dilinin
kutlandığı bir dönemde “…”(x) (BDP sıralarından alkışlar)
MEHMET ÖNTÜRK (Hatay) – Anlamadık ki
bir şey Başkanım.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 128 Sıra Sayılı
Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısının 1. Maddesinin
1. Fıkrasında yer alan “elverişli” ibaresinin “uygun” olarak değiştirilmesini
arz ve rica ederiz.
Metin
Lütfi Baydar (Aydın) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor
mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Efendim, gerek yok; “elverişli”, “uygun”u
karşılıyor. Deminki önergeye de bence gerek yoktu çünkü biz zaten uygulamamızı
Türkiye’deki bütün yayınları derleyecek şekilde yapıyoruz. O yüzden sadece
zaman kaybediyoruz.
Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Peki.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Tolga Çandar.
BAŞKAN – Sayın Çandar, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
TOLGA ÇANDAR (Muğla) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; tüm kitle örgütleriyle -yıllardır bu konularda çeşitli
yazılar yazmış biri olarak, bir sanatçı, bir kültür insanı olarak- tüm kitle
araçlarıyla ülkemizde yaygınca pompalanmaya çalışılan yoz ve yabancı kültür
bombardımanı üzerinde yıllarca konuştum. Bu yozluğun, bu seviyesizliğin, bu
düzeysizliğin, kontrol edilmediği zaman hangi noktalara kadar ulaşabileceği,
kimlere kadar ulaşabileceği, nerelere kadar ulaşabileceği, dün İstanbul
Milletvekilimiz Sayın Nur Serter’e yapılan saldırıyla -o dizide yapılan
saldırıyla- bir kere daha ortaya çıkmıştır. (CHP sıralarından alkışlar) Bir
sanatçı olarak, bu seviyesizliğe, bu yozluğa, bu düzeysizliğe isyan etmemek
elde değil. Bir milletvekili arkadaşımıza bunu yapan anlayıştan, dur bakalım,
önümüzdeki günlerde bu işin daha hangi noktalara kadar gittiğini göreceğiz.
Allah sonumuzu hayra çıkarsın diyoruz.
Sayın milletvekilleri, dünyayı
dilleriyle algılıyor insanlar, algıladıkları bu dili de, bu dünyayı dilleri
aracılığıyla anlatıyor. Bu diller üzerine, insanların ana dilleri üzerine baskı
uygulamayı siyaseten ne kadar yanlış bulduğumuzu da biz yıllarca yazdık, doğru
değil. Ne olur, ana diliyle kullansa ne olur, bir ülke mi yıkılır? Eğer kendi
toplumunun içerisinde farklı dilleri yeşertemiyorsa, kültürel bir zenginlik
olarak görmüyorsa farklı kültürel zenginlikleri bir bütünün, mirasın bir
parçası olarak görmüyorsa zaten o ülkede çok ciddi bir problem var, dil 5’inci
sırada, 7’nci sırada, 10’uncu sırada. Asıl sorun, bu ülkede insanların
birbirlerinin kültürlerine karşı saygı duyup duymadığıdır. Bunun üzerine,
bizim, Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışanları olarak siyaseti bir tarafa atıp
bu konular üzerinde bir ortak duygu, bir ortak düşünce üretmemizin ülkenin
geleceği açısından son derece önemli olduğunu düşünüyorum.
Bin yıllık bir tarihten söz etti Selçuk
Arkadaşım, Manisa Milletvekilimiz. Ben işi biraz daha gerilere götürerek
düşünmek istiyorum. Beş bin yıllık bir kültür mirasının üzerinde oturuyoruz. Evet 1071’de Malazgirt’le gelindi, hoş geldik, sefalar
getirdik ama bin yıllık tarihin öncesini ret mi edeceğiz? Etmeyeceğiz tabii ki.
Beş bin yıllık kültür mirasının tamamını kendi ülkemizin kültür mirası olarak
(x) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe
olmayan bir dilde kelimeler ifade edildi.
görebilirsek bence bu
Kültür Bakanımızın da işini kolaylaştıracaktır. Böyle bir zenginliğin üzerinde,
beş bin yıllık bir tarihî mirasın, bir kültür mirasının üzerinde Kültür
Bakanlığı yapmak da kolay bir iş değil, doğru, kendisine hak veriyoruz,
başarılar diliyoruz.
Biraz önce, Sayın Bakanımız dedi ki:
“2011 yılında herhangi bir soygun yaşamadık.” Benim bildiğim Milas soygununu
kendisine hatırlatmak isterim. Milas’ta bir kral mezarlığı soyuldu, Karya uygarlığının bir kral mezarlığıydı. Hepimizin içi
parçalandı, eminim kendisi de çok etkilenmiştir ama ne yazık ki bunlar
yaşanıyor. Biz bunların yaşanmaması için elimizden ne gelirse yapacağız
elbette.
İzmir Kütüphanesi çok konuşuldu, benim
söylemek istediğim o değil ama bölgemizde 4 bin yıl öncesinden beri
kütüphanecilik son derece yaygın. Bakın, Teos Kütüphanesi Seferihasar’da,
Bergama’da Asklepion Tıp Kütüphanesi, hemen notlarıma
bakıyorum, İzmir’in merkezinde Smyrna Kütüphanesi,
yine Bergama’da ayrıca Selçuk Efes Kütüphanesi. Bunlar 4 bin yıl öncesinden
başlayarak ülkemizde ve Ege yöresinde, sadece bizim bölgemizde kütüphaneciliğin
ne kadar yaygın olduğunu… Bu kütüphanelerdeki eserlerin büyük bir bölümü ne
yazık ki İskenderiye Kütüphanesine daha sonra taşınmış ve İskenderiye
Kütüphanesinde -kemikleri sızlasın- Julius yangınında ne yazık ki bunların
hepsini kaybettik.
Biz, Komisyonda, evet, kararlaştırdık
keşke o gün Komisyonda bu 8’inci madde hemen hallediliverseydi
de bugün akşama kadar bu konuyu konuşmak zorunda kalmasaydık. Siyasi partilerin
kişisel hırslarından ya da kişisel siyasi yaklaşımlarından arınıp komisyonlarda
dahi bir araya gelip bir yasa üzerinde de anlaşamamasının sonuçlarının neye mal
olduğunu görüyorsunuz. Bu siyasi kaprislerin bir tarafa
bırakılıp mutlaka ama mutlaka da komisyonlarda muhalefetin sözünü dinlemek
lazım.
Daha önce de bütün arkadaşlarımız
söyledi, ben son söz olarak izninizle söyleyeceğim…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
TOLGA ÇANDAR (Devamla) - …iktidar her
yerde var, her toplumda var ama muhalefet bir tek demokrasilerde var.
Saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çandar.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 4’te bir önerge vardır, okutup
işleme alıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 128 sıra sayılı yasa
tasarısının 4’üncü maddesi 1. fıkrasının (g) bendinin başına “Türkiye’de
konuşulan bütün dillerde” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Sırrı
Süreyya Önder Demir
Çelik Özdal Üçer |
İstanbul Muş Van |
Hüsamettin Zenderlioğlu İdris
Baluken |
Bitlis Bingöl |
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor
mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Katılmıyoruz efendim. Zaten uygulamamız bu amacı karşılıyor,
gereksiz.
BAŞKAN – Sayın Çelik, buyurunuz.
DEMİR ÇELİK (Muş) – Teşekkürler Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşmekte olduğumuz 128 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın birinci bölüm 4’üncü
maddesi (g) fıkrasına ilişkin söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
21 Şubatın, UNESCO tarafından ana
dilleri tespit etmiş olmasının ve ana dil olarak kabul gören kararının
üzerinden yıllar geçti. Buna imza atan bir ülke olmamıza rağmen, ülkemizde yaşayan
farklı kültürleri, dilleri geliştirme, onların kendisini ifade etme fırsatını
sağlama yönlü bir niyet söz konusu olması gerekirken hâlâ tekçi, resmî dille
sınırlı, diğerlerini hiçleştiren ve yok sayan bir algı, geldiğimiz noktada
bizlere çok da yakışan bir durum değildir diye düşünüyorum.
UNESCO’nun bu kararının hemen ertesi,
22 Şubatta görüşmekte olduğumuz bu kanun değişikliklerine ya da yasa
değişikliklerine ilişkin konuyu tartıştığımız bu saatlerde, diliyor ve
umuyordum ki herkesten önce Sayın Kültür Bakanımızın bu teklife biraz daha
olumlu ve sıcak bakıyor olması anlamlıydı. Mem u Zin’i
Türkiye halklarına kazandırma fırsatını yakalayan önemli bir kararın imza
sahibi olması anlamıyla, Türkçeyle sınırlı olmaksızın, Türkiye ana dil
noktasında kendisini ifade eden, azınlıkta olması ve de tekleştirme
politikasından dolayı yok sayılan bütün diller üzerinden yaratılmış, üretilmiş
tüm eserlerin kendisine fırsat verilmesi bu anlamıyla gerekliydi, anlamlıydı,
değerliydi ama görünen o ki zihniyetimiz değişmediği sürece zihniyet
değişikliğine yol açacak kendimizi yeniden şekillendirme anlayışımız da
değişmiyor. Biz hâlâ doksan yıl öncesinin katı merkeziyetçi, tekçi,
retçi, inkârcı ve ötekileştirici anlayışını günümüzün
geçer akçesi olarak kabul etmeye devam ediyor, o anlamıyla da kimlikleri,
kültürleri, dilleri, yasaklayan bir zihniyetten yana tavrımızı gösteriyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bir insan olarak bizi diğer tüm varlıklardan ayırt eden yanımız sosyal varlık
olmamızdır. Yani düşünen, yorumlayan, düşüncesini ifade eden varlık olmamızdır.
Bu ifadeyi yani düşündüğümüzü ifade edip örgütleyen, örgütleme faaliyeti
içerisinde de kendisini, düşüncesini dile getiren varlık olmaktan dolayı
başvuracağımız en temel etmen dildir. Bu anlamıyla dil onurdur, şereftir. Her
insanın annesinden doğduğunda ilk öğrendiği dilini geliştirmesi, büyütmesi,
çoğaltması, toplumla buluşturması ve düşüncelerini bu dil üzerinden
geliştirmesine fırsat vermek “devlet” denilen siyasal organizmanın görevidir.
Bu organizma, demin bir milletvekilimizin ifade ettiği gibi işlerse işler
tersine döner. Evet, din kardeşliği noktasında İslamiyet üzerinden bizi asimile
etmemiş olabilirsiniz ama bir Kürt olarak bu ülkede yaşayan vatandaş olma
haklarını eşit, özgür vatandaş olmanın gereği olarak yerine getiren bir kişi
değilim, bir birey değilim. Ben ana dilimi yazmak, okumak, ifade etmek
durumuyla karşı karşıyayım çünkü insanım, bireyim ve her dil bir insandır fakat
bize dayatılan tekleştirilmiş ve Türkçenin dışında diğer dillere imkân vermeyen
bu anlayış demokratik değil, meşru değil, insani değil, felsefik
değildir.
Bu anlamıyla, bu kanun hükmünde
kararname noktasındaki (g) maddesine “Türkiye’de konuşulan bütün dillerde”
ibaresinin eklenmesini uygun gördüğümüzü ifade ediyor, şahsım ve Barış ve
Demokrasi Partisi adına sizleri saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
6’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 7’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 18.16
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma
Saati: 18.30
BAŞKAN:
Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP
ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 69’uncu Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
128 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Madde 8’de dört önerge vardır.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan Çoğaltılmış Fikir ve
Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı'nın 8 inci maddesinin 1 inci
fıkrasının (ç) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki (d) bendinin eklenmesini
arz ve teklif ederiz.
"d) 4 üncü maddenin (a), (b), (g)
ve (ğ) bentlerinde belirtilen eserlerin 5/12/1951
tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun ek 11 inci maddesi
uyarınca hizmete sunulmak amacıyla, elektronik ortama aktarılan bir nüshasının
görme engellilerin hizmetine sunulmak üzere Milli Kütüphaneye gönderilir.”
Ahmet Aydın Mehmet Akif Hamzaçebi Özcan Yeniçeri
Adıyaman İstanbul Ankara
Mehmet
Doğan Kubat Pervin
Buldan Gürsoy Erol
İstanbul Iğdır İstanbul
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, şimdi
okutacağım önergeler aynı mahiyette bulunduğundan önergeleri birlikte işleme
alacağım, talepleri hâlinde önerge sahiplerine ayrı ayrı söz vereceğim veya
gerekçelerini okutacağım.
Şimdi aynı mahiyetteki önergeleri
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Çoğaltılmış Fikir ve
Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı'nın 8 inci maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
"a) 4 üncü maddenin (a), (b) ve
(g) bentleri ile 5 inci maddenin (b) bendinde belirtilmiş eserler, yerel ve
bölgesel gazeteler hariç, altı nüsha derlenerek bir adedi Milli Kütüphaneye,
bir adedi İstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesine, bir adedi 1/12/2011
tarihli ve 6253 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı İdari Teşkilatı
Kanunu uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri
Başkanlığına, bir adedi İstanbul Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire
Başkanlığına, bir adedi İzmir Milli Kütüphane Vakfı Kütüphanesine, bir adedi de
Ankara'da Bakanlıkça belirlenecek bir kütüphaneye gönderilir."
Ahmet
Aydın İlknur
Denizli Mehmet Doğan
Kubat |
Adıyaman
İzmir İstanbul |
Kemalettin
Aydın Ramazan
Can |
Gümüşhane Kırıkkale |
Diğer önerge sahipleri:
Prof.
Dr. F. Nur Serter Ali
Haydar Öner Osman
Kaptan |
İstanbul Isparta Antalya |
Metin
Lütfi Baydar Mustafa Moroğlu Alaattin
Yüksel |
Aydın İzmir İzmir |
Tolga
Çandar |
Muğla |
Diğer önerge sahipleri:
Oktay
Vural Ahmet Duran
Bulut Muharrem Varlı |
İzmir Balıkesir Adana |
Alim Işık Reşat
Doğru |
Kütahya Tokat |
BAŞKAN – Önergelere Komisyon katılıyor
mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sayın Başkanım, uygun görüşle
yüce Meclisin takdirlerine bırakıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Katılıyoruz efendim.
Bu ilk önergede “bir nüshasının”
kelimesi, sözcüğü “bir nüshası” olacak; o şekilde katılıyoruz, evet.
BAŞKAN – Düzeltilecek, peki.
Şimdi sırayla söz vereceğim.
Sayın Öner… Sayın Öner yok mu?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Gerekçe okunsun Sayın Başkan.
BAŞKAN – Peki, Sayın Buldan, siz de mi
gerekçe...
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Gerekçe okunsun
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Vural, siz?
OKTAY VURAL (İzmir) – Gerekçe okunsun
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
İstanbul ve İzmir gibi iki büyük
ilimizin de kapsama alınması amaçlanmıştır.
BAŞKAN – Diğer önergenin gerekçesini
okutuyorum:
Gerekçe:
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi 1934
yılından bu yana Atatürk’ün özel emri ile Derleme Kütüphanesi olarak günümüze
kadar hizmet vermiş olan ve yılda 100 binden fazla yerli ve yabancı
araştırmacının yararlandığı bir kütüphane olup, her türlü altyapı ve teknolojik
eksikliğini tamamlamıştır.
Üniversite bünyesinde eğitim-öğretim
veren "Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü"nün
geniş akademisyen kadrosu, personelin eğitim ve hizmetine büyük katkı
sunmaktadır.
1453'ten bu yana 2 milyonun üstünde
yayınla hizmet veren ve "Ulusal Yayınlar Bilgi Merkezi" olma özelliği
taşıyan İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nin Derleme Kütüphanesi olarak devam
eden hizmetinin kesintisiz sürmesi ulusal ve uluslararası araştırmacılar
açısından bir zorunluluktur.
İzmir Milli Kütüphanesi ise Ankara ve
İstanbul illeri dışında Derleme Kütüphanesi özelliği taşıyan tek kütüphane
olup, tüm ihtiyaçları İzmir Milli Kütüphanesi Vakfı ve İzmir Büyükşehir
Belediyesi'nin katkılarıyla karşılanmaktadır.
Kütüphanenin altyapı, teknolojik
donanım ve personel açısından Derleme Kütüphanesi olarak hizmet verecek
özelliklere sahip bulunması ve uluslararası bir kültür kenti olan İzmir'de
hizmet vermeyi sürdürmesi bilimsel araştırmalara katkı açısından büyük önem
taşımaktadır.
BAŞKAN – Diğer önergenin gerekçesini okutuyorum:
Gerekçe:
İstanbul Üniversitesi Kütüphane ve
Dokümantasyon Dairesi Başkanlığı Kütüphanesi 1934 yılından bu yana Atatürk'ün
özel emri ile Derleme Kütüphanesi olarak günümüze kadar hizmet vermiş olan ve
yılda 100 binden fazla yerli ve yabancı araştırmacının yararlandığı bir
kütüphane olup, her türlü alt yapı ve teknolojik eksikliğini tamamlamıştır.
Üniversite bünyesinde eğitim öğretim veren "Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü"nün geniş akademisyen kadrosu, personelin
eğitim ve hizmetine büyük katkı sunmaktadır.
1453'ten bu yana 2 milyonun üstünde
yayınla hizmet veren ve "Ulusal Yayınlar Bilgi Merkezi" olma özelliği
taşıyan İstanbul Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı
Kütüphanesinin derleme kütüphanesi olarak devam eden hizmetinin kesintisiz
sürmesi ulusal ve uluslararası araştırmacılar açısından bir zorunluluktur.
İzmir Milli Kütüphane Vakfı Kütüphanesi ise Ankara ve İstanbul illeri dışında
Derleme Kütüphanesi özelliği taşıyan tek kütüphane olup, tüm ihtiyaçları İzmir
Milli Kütüphanesi Vakfı ve İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin katkılarıyla
karşılanmaktadır. Kütüphanenin altyapı, teknolojik donanım ve personel
açısından Derleme Kütüphanesi olarak hizmet verecek özelliklere sahip bulunması
ve uluslararası bir kültür kenti olan İzmir'de hizmet vermeyi sürdürmesi
bilimsel araştırmalara katkı açısından büyük önem taşımaktadır.
Ayrıca 6253 sayılı Kanunla TBMM'nin
idari teşkilat yapısı yeniden düzenlenmiş ve 2919 sayılı kanun yürürlükten
kaldırılmıştır.
Önerge yukarıda belirtilen açıklamalar
ve gereklilikler çerçevesinde hazırlanmıştır.
BAŞKAN – Olumlu görüşle önergeleri
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Çoğaltılmış Fikir ve
Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı'nın 8 inci maddesinin 1 inci
fıkrasının (ç) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki (d) bendinin eklenmesini
arz ve teklif ederiz.
"d) 4 üncü maddenin (a), (b), (g)
ve (ğ) bentlerinde belirtilen eserlerin 5/12/1951
tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun ek 11 inci maddesi
uyarınca hizmete sunulmak amacıyla, elektronik ortama aktarılan bir nüshası
görme engellilerin hizmetine sunulmak üzere Milli Kütüphaneye gönderilir.”
Ahmet Aydın (Adıyaman) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sayın Başkanım, uygun görüşle
yüce Meclisin takdirlerine bırakıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Katılıyoruz efendim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Gerekçe...
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Günümüz itibarıyla erişilebilirlik her
alanda önem kazanmış olup bu bağlamda görme engellilerin bilgiye erişiminin
sağlanması, devletin engelliler alanındaki yapması gereken temel hizmetlerin
başında gelmektedir. Bu amaçla devlet her türlü önlemi almak ve mevzuatta
ilgili düzenlemeleri yapmakla yükümlüdür.
Anayasanın 10 uncu maddesi ile
getirilen düzenleme gereğince görme engellilerin yayınlanmış eserlere diğer
insanlarla aynı anda ulaşmasının sağlanması gerekmektedir.
Bunun yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti tarafından imzalanan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 03/12/2008 tarihli Kanunla uygun bulması ile yürürlüğe giren
ve iç hukuk yolu ile Birleşmiş Milletler Engelli Kişilerin Hakları
Sözleşmesi'nin 1. maddesi, 3. maddesinin E ve F bentleri, 5. maddesinin 3.
fıkrası, 9. ve 21. maddeleri de engelliler için erişilebilirliğin her alanda
sağlanması devlete bir yükümlülük olarak yüklenmiştir.
Önerge yukarıda belirtilen açıklamalar
ve gereklilikler çerçevesinde hazırlanmıştır.
BAŞKAN – Uygun görüşle önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önergeler çerçevesinde
madde 8’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Birinci bölümde yer alan maddelerin
oylamaları tamamlanmıştır.
Şimdi ikinci bölümün görüşmelerine
başlıyoruz.
İkinci bölüm geçici madde dâhil 9 ila
15’inci maddeleri kapsamaktadır.
İkinci bölüm üzerinde söz isteyen,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Sayın Ahmet Duran
Bulut.
Buyurun Sayın Bulut. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 128 sıra sayılı
Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı üzerine grubum
adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, kültür, bir
toplumun yaşama biçimini ifade eder. Bu biçim onlara sanat üretimini ve profilini belirler. “Millî kültür” dendiğinde, binlerce
yıllık Türk tarihinden bugüne gelen dil, inanç, destan, hikâye, roman, folklor,
resim, mimari, heykel gibi değerleri kapsar. Göktürk Anıtları’na
kadar uzanan derin bir tarihî geçmişi kucaklayan ve geniş bir coğrafyaya
yayılmış bulunan çok değerli fikir ve sanat eserlerine sahibiz. Bunların büyük
çoğunluğu ciddi bir derleme politikasının olmaması nedeniyle yok olmuştur.
Atatürk döneminde önemsenen, 2527 sayılı Kanun’la şekillenen derleme
çalışmaları teknolojik gelişmeler karşısında yetersiz kalmakla birlikte, şimdi,
sunulan kanun metninde de arzu edilen ihtiyaçlara cevap verecek kapsama sahip
olduğu söylenemez.
Yasada “derleme kütüphanesi” olarak
verilen kütüphaneler bugün, bırakın derleme çalışmalarını, normal hizmeti
vermekte bile zorlanmaktadırlar. Bunda fiziki imkânların çağın çok gerisinde
kalmış olması, yeterli ve nitelikli personelin de bulunmaması etkendir. Bu
bakımdan, bu kütüphaneler üzerinde durmak yerine, ülkemizde bilim ve sanat
adamlarının kolayca ulaşabilecekleri bir kentimiz veya kentlerimize modern,
geleceği de kucaklayacak, sadece derleme yapan kütüphaneler inşa edilebilir.
Sanat ve estetik değeri olan
materyallerin derlenmesi istismara açık bir konudur Sayın Bakan. Bu eserlerin
seçiminde bazı kıstaslar yasaya konulmalıdır. “Fikir ve sanat eserleri” kavramı
görecelidir. Bu eserler bir ücret karşılığı alınmaya başlanınca, konuyla ilgili
oluşabilecek istismarları da önleyici tedbirler alınmalıdır. Sizin zamanınızda
her şey iyi gidebilir ancak bir başka zaman başkası bu konuyu istismar
edebilir.
Kanunda derleme mükellefleri ve cezalar
belirtilmiştir. Bu çerçevede, her ilde bir derleme müdürlüğünün açılması ve bu
konuda ülke çapında teşkilatlanmaya gidilmesine gerek yoktur, il halk
kütüphanelerine yapılacak uzman atamalarıyla derleme çalışmaları yürütülebilir.
Her yıl derlenen materyaller yayımlanmalı, bu konuda ilgililer
bilgilendirilmeli ve bütün derleme çalışmaları açıklık politikası içinde
eleştirilere açık olmalıdır.
Yüzyıllardır ülkemizin fikir ve sanat
eserleri maalesef yağmalanmaktadır. Buna rağmen hâlâ birçok yerleşim
yerlerimizde, kamu dairelerinde, üstün değerlere sahip, yasanın ilgili maddelerinde
sayılan materyaller bulunmaktadır. Bunlar dikkatsizlik, bilgisizlik yüzünden
kaybolmaktadır. Bu bakımdan, bu Derleme Kanunu çerçevesinde tapu
müdürlüklerinde, nüfus müdürlüklerinde, belediyelerde, hatta arşivlerde ciddi
çalışmalar yapılarak bunların gün ışığına çıkarılması gerekmektedir. Bunun için
uzman komisyonlar kurularak bu derlemeler ciddi boyutta yapılmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
milletlerin bir siyasi sınırları vardır, bir de kültür sınırları. Türkiye
Cumhuriyeti devletinin siyasi sınırları Edirne’den Kars’a kadardır ama kültür
coğrafyası neredeyse Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadardır. “Çekik gözlü gidip
çakır gözlü dönenler”, “Ayrı devlet ama aynı millet.” ifadeleri bizim kültür
coğrafyamızın genişliğini ifade eden zenginliklerimizdir.
Saraybosnalı İbrahim’in, Kırımlı
Giray’ın, Azerbaycanlı Ayyazı’nın, Türkmenistanlı Gencehan’ın, Türkiyeli Kürşat’ın, Deniz’in, Şehmuz’un
anıları bir, inançları bir, renkleri, oyunları, hayalleri birdir. Birbirlerini
anlayan, Türkçe anlaşan bu coğrafya hepimizindir.
Dede Korkut’un masallarıyla büyüdük.
Manas’ın destanını okuduk. Kürşad İhtilali’ni öğrendik, mücadele azmimizi
artırdık. Türk kültürüne hayran olduğu için “Ben Türk'üm.” diyen İtalyan
Türkolog Anna Masala’yı
etkileyen bu büyük kültür coğrafyasındaki değerleri korumak, derleyip toplamak,
millî bir sorumluluk ve yapılması gereken önemli bir görevdir. Bakanlığımızın
önderliğinde diğer ilgili tüm kurumlarla birlikte bu zenginliklerimize sahip
çıkmalıyız.
Değerli milletvekilleri, kendi
ülkemizdeki kaynaklarımıza sahip çıkabiliyor muyuz? Binlerce yıllık tarihî
zenginliklerimizi bırakın ortaya çıkarmayı, çıkartılmış olanları, dışarıda
kalmış olanları koruyamıyoruz. Ülkemizin her tarafı açık hava müzesi ama kültür
turizmi konusunda ne sunumumuzu düzgün yapabiliyoruz ne de tanıtımımızı.
Milletlerin büyüklüğü kültürel
zenginlikleriyle değerlendirilir. Millî kültürüne sahip olmayan milletler
maalesef yok olup giderler. Bir milletin millî kültürü o milletin millî
şahsiyetidir. Millî kültürden yoksun milletler kimliklerini, zamanla şahsiyetlerini kaybederler.
Ülkemiz uzun zamandır kültür erozyonu
ile karşı karşıyadır. Aydın olarak adlandırılan kesim ile halk arasında bir
kopukluk vardır. Halk, kültürünü yaşayarak korumakta, öğrenmektedir. Yabancı
kültürlere bir hayranlık almış başını gidiyor. Eğitim kurumları millîlikten çok
uzak bir politika takip ediyorlar.
İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü,
okullarda, yazarları okullarla buluşturmak adına bir proje uyguluyor.
İstanbul’un Kadıköy Millî Eğitim Müdürlüğü ile okullara yazılar gönderiliyor.
Ortaöğretim düzeyinde Aslı Tohumcu, ilköğretim düzeyinde ise Yalvaç Vural isimli
yazarla okullar eşleştiriliyor. Proje kapsamında Yalvaç Vural’ın tüm kitapları,
Aslı Tohumcu’nun ise “Abis” kitabı tavsiye ediliyor.
Değerli milletvekilleri, bahse konu bu
kitap, Aslı Tohumcu’nun “Abis” kitabıdır. Bu kitap temin edilerek, Kadıköy, Erenköy
Kız Lisesi öğrencilerine dağıtılmıştır. Bu kitap, yetişme çağında bulunan
çocuklarımızın seviyesinde asla olmadığı gibi, okuyanı ahlaki ve psikolojik
açıdan derinden yaralayacak mahiyettedir. Söz konusu kitabın 25 ile 66’ncı
sayfalarında geçen bazı kelimeler, tamlamalar tamamen cinsellik içermektedir.
Bu türden daha birçok ifadelerin yer aldığı kitapta, ayrıca, nasıl cinayet
hayalleri kurulduğu anlatılmaktadır.
Bu konuları içeren kitaplar bu yaştaki
çocukların okuyabileceği kitaplar mıdır? Bu toplumun inancına, kültürüne,
manevi değerlerine, bilime, akla uygun mudur? Adı millî olan bir Bakanlıkta bu
kitaplar nasıl dağıtılır? Bu kitaplar nasıl seçilmekte? Mali yükünü kimler
çekmektedir?
Aslında bizler, kendi kültürünü
özümsemiş, ortak örf, âdet ve ananelerine bağlı, saygılı, yüreği vatan ve
insanlık sevgisiyle dolu, kendi milletinin refahına kendisini adamış insanlar
yetiştirmeliyiz. Bunları yetiştirmek, bu gençlerin kültür değerlerimizle
kucaklaşmasını, tanışmasını sağlamak hepimizin görevidir.
Tasarıya Milliyetçi Hareket Partisi
olarak olumlu oy vereceğiz. Kaybolan değerlerimizin yeniden derlenmesi, kültür
hayatımıza kazandırılması için Bakanlığımızın çalışmalarına katkısı olması
düşüncesiyle tasarının hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bulut.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Isparta Milletvekili Sayın Ali Haydar Öner.
Buyurun Sayın Öner. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ HAYDAR ÖNER
(Isparta) – Sayın Başkanım, değerli milletvekillerimiz; 128 sıra sayılı
Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nu görüşüyoruz.
Tarihi boyunca uygarlıklara öncülük
etmiş bir ulusun çocukları olarak kültürel varlıklarımızı korumak, fikir ve
sanat eserlerini derleyip saklayarak gelecek nesillere aktarmak önemli bir
ulusal ve toplumsal görevimizdir. Bu derlemelerin toparlanması, bu konuda
anlayış birliği sağlanması yanında yeterli altyapıya, donanıma sahip olunmasını
gerektirir. Büyük Atatürk’ün ilgi ve direktifleriyle çıkartılan 21 Haziran 1934
tarih ve 2527 sayılı Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu bu konudaki
duyarlılığın bir sonucudur.
Günümüz teknolojisi derleme kapsamının
genişletilmesini zorunlu kılmaktadır. Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini
Derleme Kanunu Tasarısı hakkında Komisyonda gerekli uzlaşı sağlanmıştı ancak
uzman arkadaşımızın lafzi (sözel) yorum, gaî (amaçsal) yorum yetersizliğiyle AKP çoğunluğunun dayatmacı
anlayışı yasanın muhalefet şerhleriyle Genel Kurula gelmesine neden oldu.
Çoğulcu anlayış demokratik anlayıştır,
ileri demokrasi ve hukuk devleti anlayışına uygun davranıştır. Çoğunlukçu
anlayış ise sadece azınlıkların değil, azlıkların da haklarını gözetmeyen,
dayatmacı, antidemokratik anlayıştır. AKP hükûmetleri giderek daha
antidemokratik, daha dayatmacı, daha otokratik
tavırlar koymaktan sakınmıyor, “Dediğim dedik, çaldığım düdük; kim ne derse
desin ben bildiğimi yaparım.” anlayışında. Türkiye, Anayasa’nın tanımladığı
çağdaş, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olacaksa uzlaşı anlayışını öne
çıkarmamız gerekir.
“Dindar” sözcüğünden ulusumuzun inançlı
üyelerinin rahatsızlık duyduğunu söylemek adi bir iftiradır. “Elhamdülillah
Müslüman’ım.” diyenleri bölmek küfre girer, gıybet günahını oluşturur. Gerçek
inanç sahiplerinin rahatsızlık duyduğu husus, inanç sömürücülüğüdür. Deniz
Feneri’yle fitre, sadaka toplayıp yoksula, yetime ulaştırmadan birlikte yürünen
yollarda yutmaktır. Kesilen kurbanların hesabını vermemek, verememektir.
Sormamak, sordurmamak, soranları, sorgulayanları görevden uzaklaştırmak,
sorgulanır hâle getirmektir. Hesap vermesi gerekenleri de yetkili makamlarda iş
başında tutmaktır. Emsalleri hüküm giyen şüphelilere zaman kazandırmak,
delilleri karartmalarına yardımcı olmaktır. Kuvvetli şüphenin varlığına karşın,
ziyaret etmekten onur duyduğunu söylemekten utanmamaktır. “Haram iki türlüdür:
Birisi yemek, diğeri yenmesine müsaade etmektir.” diyen Yüce Peygamberimiz’in hadisi şeriflerini bilerek unutmaktır.
Unuttuklarımız bir gün hatırlanacaktır, lakin haram lokma boğazlardan geçmiş
olacaktır. Yargıya veremediğiniz, verdirmediğiniz hesabı Tanrı’ya nasıl
vereceksiniz? Merhum Erbakan’ı rahmetle analım: Sizi gidi dindar geçinenler
sizi; sizi gidi mücahit geçinip müteahhit olanlar
sizi, şimdilerde müsait olanlar sizi; sizi gidi ‘Kahrolsun Amerika’ deyip
Bush’la, Obama’yla dost, İsrail’e kalkan olanlar sizi!
Ulusumuzun rahatsızlık duyduğu husus,
kindar gençlik yetiştirme arzusunun öfkeli bir şekilde dışa vurulmasıdır;
Mevlânâ’nın çağrısının, Hacı Bektaş Veli’nin hoşgörüsünün, Yunus’la sembolleşen
“sevgi” kavramının unutulmasıdır, yurttaşlarımızın bir kısmının
ötekileştirilmesidir. Kimse kendisinde, istediklerini cennete gönderme,
beğenmediklerini cehenneme yollama yetkisi görmemelidir, bu yetki yüce
makamındır ve yüce makam bu konudaki yetkisini yeryüzündeki hiçbir kimseye
vermemiştir. Geçmişte kendilerini Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olduğunu
sananlar layıklarını bulmuşlardır. Eğer hâlâ böyle olduklarını sananlar varsa
onlar da er geç layıklarını bulacaklardır. Fânileri ilahlaştıranlar da aynı
akıbetten kurtulamazlar.
MİT soruşturmasında uyuşmazlığa
düşürdüğü kurumlar karşısında “Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz.” tarzında
öfkeyle söylenip taraftarlarca coşkuyla alkışlanan bir ifade kullanıldı.
Arkadaşlar, seçilmiş kim, atanmış kim?
“Seçilmiş” dediklerimiz, bizlerin çoğunluğu dâhil, atanarak seçilenleriz;
“atanmış” dediklerimiz de seçilerek atanan yurttaşlarımızdır. (CHP sıralarından
alkışlar) Seçilmişleri seçenlerin bir kısmı da atanmış yurttaşlarımızdır.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Sayın Öner,
genel başkanlığa mı oynuyorsun, ne yapıyorsun?
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) – Asıl çirkin
olan, toplumu her alanda olduğu gibi bu kez “seçilmişler-atanmışlar” diye
ayırmak, atanmışları hor görmek, aslını küçümsemek, kabuğunu beğenmemektir,
kibre kapılmaktır. Kibirlenme sultanım, senden büyük Allah var; sen de cürmün
kadarsın!
Sayın Başkanım, değerli
milletvekillerimiz; kültür, bir oluşum, bir derinliktir; turizm ise bir
ticaret, bir sanayi, bir pazarlamadır. Kültür ve turizmin birleştirilemeyeceği
bir ülke varsa, zengin tarihe ve kültürel mirasa sahip Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Bu anlayış TBMM komisyonlarına da yansımıştır. Kültür hizmetleri, Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu kapsamına alınmıştır; turizm sektörü ise
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu ile birlikte
değerlendirilmektedir.
Aynı şekilde, Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının birleştirilmesi de uzun vadeli çözümler açısından uygun
olmamıştır. Çevre, özenle, bilinçle korunması gereken, kaybı hâlinde telafisi
gayrikabil bir değerdir; şehircilik ise mevcut Bakanın yaklaşımları itibarıyla rant ağırlıklı bir sektördür.
İnce ayarla Van’da 40 kişinin ve
yardımsever konuğun hayatını kaybetmesine neden olan Bakanın çevreden ne
anladığı, “kentsel dönüşüm” adı altında insanların kendi çevresinden nasıl
uzaklaştırılmak istendiği, gündemdeki Kentsel Dönüşüm Yasa Tasarısı’yla daha
iyi anlaşılacaktır.
Sayın Bakanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; çoğaltılmış fikir ve sanat eserlerini derleme merkezlerinin kin
ve nefret saçan eserlerle, söylemlerle değil, sevgi ve güzelliklerle dolması
dileklerimle saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öner.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan.
Buyurun Sayın Kaplan. (BDP sıralarından
alkışlar)
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu an Şırnak milletvekilleri Selma Irmak
ve Faysal Sarıyıldız açlık grevinde dokuzuncu güne giriyorlar ama bu Meclisin
üyesi olarak açlık grevine girerken bu Mecliste öyle bir suskunluk var ki utanç
verici.
Yani gönül arzu ederdi ki grup başkan
vekillerinin grupları adına, bu Meclisin üyeleri açlık grevindeyken ya “İyi
yapmışlar.” ya “İyi yapmamışlar.”, ya “Haklarını aramışlar.” ya “Aramamışlar.”
diye bir tepki koymasını beklerdik ancak “özgürlük” diyen tutuklu
milletvekillerimizi bundan sonra
-tutanaklara da geçsin istiyorum- “tutsak milletvekilleri” olarak
tanımlıyoruz. Onlar “özgürlük” diyor, Meclis Başkanımız Divanı topluyor, sanki
bütün sorun özlükmüş gibi bakıyor.
Arkadaşlar, “özgürlük” ve “özlük” arasında
dünya kadar fark var. Zaten, onları millet sandıkta seçip Yüksek Seçim Kurulu
kararıyla kesinleştiği anda onlar haklarını tamamıyla kazanmıştı. Sekiz aydır
bu hak gasbediliyordu zaten. Ayıptır yani!
Bir tutuklu milletvekili Meclis
Başkanına bir dilekçe gönderip “Bana özlük haklarımı ver.” dedi mi? Hiçbir
milletvekili istemedi, tutuklu 8 milletvekilinin bir teki istemedi ama “Biz
milletin vekilleriyiz, Mecliste çalışmak istiyoruz, gelmek istiyoruz, görev
yapmak istiyoruz; Anayasa’ya aykırı olarak tutuluyoruz.” dediler, mektuplar,
dilekçeler de yazdılar.
Ben bu ayıbı bir kenara bırakıyorum, bu
ayıp ortada duracak ve her geçen gün, özgürlük için ölüme giden
milletvekillerinin durumu bu Mecliste gündeme gelecek, onu açık söyleyeyim. Bu,
kaçınılmaz olarak bu Genel Kurulda dile gelecek.
Biz, kültürü konuşuyoruz. Kültür
insanlıktır, tarihtir, bütün bilimlerin yoğrulduğu müthiş bir sanat olarak
eserlerini verir. Ama bütün bunların anahtarı dildir. Diliniz varsa eser
verirsiniz, edebiyat yaparsınız, müzik yaparsınız, eserlerinizi yaratırsınız,
şiir yazarsınız ve şarkı da söylersiniz ve siz, diliniz özgür olduğu kadar
kültür alanında özgür olursunuz. Bu, bir gerçektir. Dilini yasakladığınız bir
toplumda eser yaratılamaz. Yaratılmayan eseri de Kültür Bakanlığı derleyemez,
toplayamaz. Ama bir gerçeği unutuyoruz, biz, tarihten gelen bin yıllık
kardeşliğin içinde Osmanlıdan günümüze kadar her türlü felsefenin, kültürün,
edebiyatın eserlerini millî kütüphanelerde Osmanlıca yazılmış olarak veya
Arapça yazılmış olarak veya Farsça yazılmış olarak veya Kürtçe yazılmış olarak
tozlar içinde bırakmışız. Bunu niye söylüyorum?
Dün Ana Dil Günü’ydü -21 Şubat-
UNESCO’nun. Burada da arkadaşlar dile getirdi. Bir dile yasak vurmak, o yasak,
o asimilasyon, o şovenizm, 21’inci yüzyılda Vandalizmdir.
Bunu yapan da siyasi Vandalizmin ta kendisini
uyguluyor, kim olursa olsun, kim olursa olsun. Bunun karşısında bunu savunanlar
da aynı şeyi yapıyor; ister iktidar olsun ister muhalefet olsun. Onun için, her
ana dilin özgür olması kadar doğal, tabii bir şey yok.
Bunu ifade ederken ben Sayın Kültür
Bakanına şunu söylemek istiyorum: Ahmedi Hani’nin “Mem ü Zin” adlı eserini
kitaplaştırdılar, dağıttılar, sanıyorum vekil arkadaşlarımız da aldı.
Kutluyorum, takdir ediyorum ve bu alanda yazılmış bütün eserlerin Arapça olsun,
Kürtçe olsun, Çerkezce olsun, Farsça olsun, hatta Türki cumhuriyetlerinde
farklı farklı Türkçe lehçelerle yazılmış ve çoğu da birbirini anlayamayan
eserler de var. Görüyoruz Türki cumhuriyetler bir araya geldiği zaman dahi ortak
dil olarak mecburen Rusça kullanılıyor. Bunu yakın zamanda gördük.
Azerbaycan’la Türkiye rahat anlaşabiliyorlar. Sıkıntılar olabiliyor, lehçe
farkları olabiliyor.
Şimdi, Ahmedi
Hani’nin sadece Mem ü Zin’i
yok. Bir filozof olan Hani felsefesindeki duygunun çiçeklenmesinde rol oynayan
şairler de var. Edebiyat, eser yaratmak o kadar kendiliğinden olmuyor. Yani Ahmedi Hani kendisinden önce var olan eserlerden
yararlandı. Mesela Cizreli Melaye Ciziri.
Meşhur bir divanı var, hatta orayı ziyarete gelen milletvekili arkadaşlarımıza
da birer tanesini, Türkçesini hediye etme şansını yakalamıştım.
Yine Fake-i Tayran’ı biliyor musunuz, kuşların hocasını? Var mı dünyada
başka bir kuşların hocası, onun şiirlerini yazan? Bunu birkaç defa söyledim,
Kültür Bakanımıza söylüyorum. Bakın, dünyada kuşların hocası olarak eser
vermiş, bunu yazan bir başkası yok. Bu esere sahip çıkın, bu eserlere sahip
çıkın.
Şimdi, Hakkârili Mele Bate, Şemdinanlı Ali Heriri ve diğerleri Ahmedi
Hani’nin eşsiz eserlerine zemin hazırladılar. Yalnız onlar değil, bakın, çok
kapsamlı tabii bu çalışmalar. Şöyle bakıyoruz, Botan ve Mezopotamya’da devam
eden öğrenim, Bağdat, Şam, Halep ve İran medreselerinde uzun yıllar öğrencilik
hayatı; Kâbe’yi tavaf; Mısır’a gidiş ve gittiği yerlerde eserlerin etkileri.
Bilhassa Suriye medreselerinde Antik Yunan felsefesini; Mezopotamya ve İran
medreselerinde tasavvufu, yani İslam felsefesini; astronomi, şiir ve sanat
tekniğini öğrendi. Bunun yanında, buralarda, demin saydığım Fake-i
Tayran’ı, Ahmedi Ciziri’den başka Hipokrat’ı Platon’u, Aristo’yu, Farabi’yi,
Şahabettin Sühreverdi’yi, Mühyettin
Arabi’yi, Ali Heriri’yi, Firdevsi’yi,
Ömer Hayyam’ı, Nizami’yi ve birçok ilim adamından
öğrendi. Yani tarihten gelen bir kültürel zenginliğimiz var, müthiş bir
hazinemiz var ve bu hazinelerin çoğunu ben Selimiye Kışlası’nda duruşmalara
gittiğim zaman, oradaki kütüphanelerin birinde çeviri yapan ve o kitapları
raflarda dizayn eden bir arkadaşım vardı, onu ziyaret
ederdim ve o kadar değerli eserlerin nasıl tahrip olduğunu, nasıl kayda
geçmediğini, nasıl perişan bir şekilde çürüdüğünü bana anlatır ve içi sızlardı.
Elbette bugün dijital ortama geldik. Dijital ortamda da çok önemli şeyler var.
Bunların da dijital depolanmasında -dün bir araştırma önergemize de konu oldu-
birleştirilmesi var, bu şifreleme problemi, metering
denen olay, vesaire konusu. Bunlar da eser. Yani günümüze geliyorum.
Sayın Bakan, sanıyorum, bunların
hepsinin telif hakları hukukunu unutmamak gerekiyor ve Cizreliler demin
telefonla aradı. “Sayın Bakana söyleyin, bizim kalemiz, kültürümüz, müthiş Mem ü Zin’in destanının geçtiği
kaleyi, Mem ü Zin’in
yaşadığı ortamı ne zaman restore edecekler?” dediler. Haber bekliyorlar.
Hepinize saygılar sunuyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaplan.
Şahıslar adına ilk söz, Mersin
Milletvekili Sayın Nebi Bozkurt’ta.
Buyurun Sayın Bozkurt. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
NEBİ BOZKURT (Mersin) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, hepinizi
hürmetle selamlıyorum.
Vallahi, tenkit yapılacak çok şey var
buradaki konuşmalarda ama tenkit yapmayacağım, sadece şunu söyleyeyim: “Sayın
Valim, ‘cirm’ ile ‘cürm’ü
karıştırmasın.” Böyle başlayalım.
Efendim, eserlerin toplanması,
derlenmesi çok eski bir gelenek. Türkçemize de Arapçadan geçmiş, “edep”
kelimesi “edubba”dan geliyor “tablet evi” demek. Eski
Mezopotamya’daki birtakım bilgileri, Kramer’in “Tarih
Sümer’de Başlar” dediği… İlk kütüphane orada kurulmuş. Tablet evleri, o
tabletlerden Von Soden bir
sözlük çıkarmış. Bugün onların kanunlarını, onların bilgilerini, onlara ait
kültürü buradan öğreniyoruz. Bu da gösteriyor ki hakikaten bir kültürün ileriye
taşınması açısından çok büyük bir önem taşıyor yani bu kütüphaneler olsun,
diğer birtakım eserlerin, fikir eserlerinin, sanat eserlerinin derlenmesi çok
büyük önem taşıyor.
İskenderiye Kütüphanesi yedi yüz bin
rulo kitaptan oluşuyordu, yuvarlak hâlde raflara konmuş eserlerden oluşuyordu. Batlamyuslar tarafından oluşturulmuş bir kütüphane. Daha
sonra bazı müsteşrikler, bu kütüphaneyi Romalılar yaktığı hâlde Müslümanlara
atfetmişlerdir, Müslümanlara iftira atmışlardır Dozy
gibi bazı müsteşrikler. Müslümanlar tarafından yakıldığını söylemişlerdir.
Hâlbuki Romalılar yakmıştır, bunu da kendileri ispat etmiştir, özellikle Alman
tarihçiler.
Daha sonra Bergama İskender’den sonra
kurulan çok önemli bir kütüphaneydi. Türkçemizde de kullandığımız “parşömen”
kelimesi “Bergama’ya ait kâğıt” anlamında bir kelimedir ve çok önemli bir
kütüphaneydi, kâğıdın önemli kullanıldığı yerlerden bir tanesi.
Tabii, burada epey hadis okuyanlar
oldu, ben de hadis hocası olarak şunu ifade edeyim: Bizim Kutsal Kitap’ımızda
kaleme yemin edilir. Daha çok, biliyorsunuz, bu Kur’an-ı Kerim’deki ilk
ayetlerde “oku” emrinden bahsedilir, ama arkasından gelen “kalemle yazı yazma”
emri Allah’ın bir lütfu olarak insanlara anlatılıyor. “Rakk”
kelimesinden bahsediliyor, yine “parşömen” demek “rakk”
kelimesi de. Kalem üzerine yemin ediliyor. Bu malzemelerin ne kadar önemli
olduğunu gösteriyor.
Ziya Paşa’nın -sürem çok kısa olduğu
için bağışlayın- “Ger Endülüs olmasa ziyadar / Kim Avrupa’yı ederdi bidar?” dediği Endülüs, hakikaten bu kültür açısından,
kültürün yaygınlaşması açısından, Avrupa’yı aydınlatma açısından çok büyük önem
kazanmıştır. Endülüs’te, halifenin sarayında dört yüz bin cilt eser muhafaza edilirken
-halifenin casusları vardı- Batılılar üç asır sonra Charles Quentin
dokuz yüz ciltlik kütüphanesiyle övünmüşlerdir. Bu bakımdan, İslam bir kültür
dinidir.
Efendim, burada dinle alakalı çok
değişik şeyler söylendi -elli beş saniyem kaldı- Hazreti Peygamber “Din
dürüstlüktür” diyor. “Eddinün nasiha”ı
çok kere hocalarımız, vaizlerimiz yanlış söyler. “Din dürüstlüktür, din
dürüstlüktür, din dürüstlüktür.” 3 defa bunu ifade ediyor. Özellikle CHP’li
kardeşlerime ifade ediyorum, kime karşı dürüstlük? Allah’a
karşı dürüstlük. Kime karşı dürüstlük? Allah’ın peygamberine karşı
dürüstlük? Kime karşı dürüstlük? Allah’ın kitabına göre dürüstlük. Kime karşı
dürüstlük? Eimme-i Müslimine,
Müslümanların devlet yöneticilerine karşı dürüstlük. Din… (CHP sıralarından
“Sen onu AKP’ye söyle!” sesi)
MUSA ÇAM (İzmir) – Siz söylemeyin bari
ya!
NEBİ BOZKURT (Devamla) – Bütün
insanlara karşı dürüstlük. Şimdi, burada bazı örnekler verirsem,
inanın…
OKTAY VURAL (İzmir) – Sen bir de
hadislere gel, geçenki gibi yanlış…
NEBİ BOZKURT (Devamla) – Beyefendi,
özellikle bazı örnekler verirsem mahcup olursunuz. Onun için gelin, dürüst
olalım, Hakk’ı hâkim kılalım.
Hepinize selamlar, hürmetler. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahıslar adına son söz İstanbul
Milletvekili Sayın Nureddin Nebati’nin.
Buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
NUREDDİN NEBATİ (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme
Kanunu Tasarısı’nın ikinci bölümü hakkında şahsım adına söz almış
bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Derleme, bir ülkenin entelektüel
mirasının devlet eliyle toplanmasına, korunmasına, gelişiminin takip edilmesine
ve paylaşılmasına olanak tanıyan bir mekanizmadır ve bununla ilgili asıl amaç,
gelecek kuşaklara kültür mirasını koruyarak aktarmak, entelektüel birikimi
muhafaza ederek kültürel gelişime ivme kazandırmaktır. Bununla ilgili oldukça
çok konuşma yapıldı ancak derlemeyle ilgili 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi’nin yürürlüğe girmesi Osmanlıda ilk kullanılan argümandır. Daha sonra Fransa’nın 1925 yılında yürürlüğe
giren derleme kanunundan faydalanılarak hazırlanmış ve “Basma Yazı ve Resimleri
Derleme Kanunu” adıyla 1934 yılında yürürlüğe giren bu Kanun’un değiştirilmesiyle
ilgili geçen dönem içerisinde, 1950’lerden itibaren, çok ciddi bir şekilde
eleştiriler gelmeye başlamış ve bu eleştiriler neticesinde de çeşitli tasarılar
hazırlanmıştır. 1970’le 1980 arasında ve 1980’den sonra da aynı şeyler gündeme
gelmiş, hatta 1981 yılında kalkınma planına sokulmuş olmasına rağmen bununla
ilgili bir değişiklik gerçekleştirilememiştir. Bu değişikliğin bugün
gerçekleştiriliyor olmasından ve muhalefet ve iktidar partilerinin ortaklaşa
olarak yaptıkları çalışmalardan dolayı bu değişikliğin gerçekleştirilmesinden
dolayı da mutluluk duyduğumu ifade ediyorum. Umuyorum ve diliyorum ki bundan
sonra yapılacak her türlü çalışmada gerekli iş birliği sağlanacaktır.
Değerli arkadaşlar, bu konuyla ilgili
sabahtan beri zaten konuşmalar yapılıyor ama ben, müsaade ederseniz, Nur Serter
Hanımefendi’nin yaptığı konuşmayla ilgili bir iki şey söylemek istiyorum.
Öncelikle, büyük ihtimalle kendisi benden hazzetmiyordur, ben de İstanbul
Üniversitesinde öğrenci olduğum için yaşadığım olaylardan dolayı kendisini
hazzetmeme hakkımı elde tutarak birkaç şey söylemek istiyorum. Öncelikle, Nur
Serter Hanımefendi’nin ismi zikredilerek bir dizide kendisine uygun olmayan bir
şekilde ifade edilmesinden dolayı bunun çok büyük bir yanlışlık olduğunu ifade
etmek istiyorum. Ancak kendisiyle ilgili bu yanlışlığı ifade etmem kendisine
karşı olan duygularımın değişmesi anlamına gelmez çünkü kendisini gördük…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Burada yok.
NUREDDİN NEBATİ (Devamla) – Kayıtlardan
bakar.
Kendisini gördüğümüz zaman İstanbul
Üniversitesindeki ikna odaları, İstanbul Üniversitesinde gece-gündüz ağlayan
başörtülü kızları ve ötekileştirilen, insanları bir örnek şekle dönüştürmeye
çalışan bir anlayışı gördüğümüz için -onu gördüğümüz zaman- kendi ifadelerimizi
ortaya koymak mecburiyetinde hissediyoruz. Bunu yapmış olmasına rağmen, tarih
boyunca, özellikle son yıllarda biz ötekileştirilen bir nesil olarak bu konuda
kendimizi ifade etmeyi bir zorunluluk olarak görüyoruz.
Kadına karşı özellikle bizim
anlayışımız, dindar bir insan olarak anlayışımız çok nettir: Kadınlar başımızın
tacı, gönlümüzün ilacıdır ve bizim anlayışımız içerisinde kadının çok üstün bir
yeri vardır. Özellikle de “Cennetin annelerin ayaklarının altında olması.”
düsturu bizim için vazgeçilmez bir şeydir dolayısıyla kadınlara karşı gerekli
olan her türlü hassasiyetin gösterilmesi de apayrı bir konudur.
Değerli arkadaşlar, bu, lehte almış
olduğum bir konuşmadır.
Teşekkür ediyor, hayırlı akşamlar
diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Nebati.
Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Uzunırmak,
sizin söz isteminiz yanlışlıkla düştü herhâlde…
Sayın Dinçer…
CELAL DİNÇER (İstanbul) – Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, görüşmekte olduğumuz
tasarı ve Komisyon Raporu’nun 5’inci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti sınırları
dışında derlenecek eserlere ilişkin hükümler yer almaktadır. Bu çerçevede
Alevi, Bektaşi kültüründe çok önemli yeri olan eserlerden örnek olarak,
Mısır’daki Kaygusuz Abdal’a ait belge ve eserler, gene eski Kültür Bakanımız
Sayın Namık Kemal Zeybek tarafından Moskova’ya götürüldüğü söylenen Hoca Ahmed Yesevî’ye ait eserler ve
belgeleri de derleyip Türkiye’ye getirmeyi düşünüyor musunuz? Bu yasa buna
müsaade edecek mi?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Yüksel…
ALAATTİN YÜKSEL (İzmir) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, İzmir’in Millî
Kütüphanesinin Derleme Kanunu’nda kalması çok güzel oldu. İzmir’in Akdeniz’in
kültür başkenti olma vizyonuna da çok uygun düştü, teşekkür
ediyoruz. Konuşmanız içinde söylediğiniz bu kütüphane gerçekten hem binası
itibarıyla hem ihtiva ettiği eserler itibarıyla olağanüstü bir eser ve mutlaka
müze yapılması, müzeye dönüştürülmesi gereken bir eser. İzmir’e onun yerine
çağdaş, yeni bir bina, teknolojik altyapısı güçlü yeni bir kütüphane
kazandırmayı, konuşmanız içinde geçtiğine göre müjde olarak düşünebilir miyiz?
Bir de bu kütüphanenin içine de şu
Ahmet Şık’ın basılamayan kitabını da, sonradan basılan kitabını da koysak o da
çok şık düşer mi diye soruyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Demir…
NURETTİN DEMİR (Muğla) – Teşekkür
ederim Başkan.
Sayın Bakanım, ülkemizde tarihî eser
hırsızlığı ve kaçakçılığı konusunda güvenlik önlemleri için bir düzenleme
yapmayı düşünüyor musunuz? Tarihî eserler antik kentlerdeki…
İkincisi, Şanlıurfa’daki Göbeklitepe’de iki yıl önce çalınan bir heykelcik vardı. Bu
konuda bir gelişme var mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Çam…
MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Bakan,
öncelikle derlemeyle ilgili İzmir’deki kütüphaneye göstermiş olduğunuz
destekten dolayı teşekkür ederim.
Plan ve Bütçe Komisyonundaydım,
konuşmanızı izleyemedim ama tutanaklardan okudum. İzmir Millî Kütüphane
Müdürünün… Atatürk, Celal Bayar’dan sonra gelen tek Bakan olduğunuzu dile
getirmişsiniz. Burada bir
düzeltmeyi yapmak istiyorum. Sizin bu Mecliste birlikte
çalıştığınız, 1978 Ecevit Hükûmetinde rahmetli Ahmet Taner Kışlalı Kültür
Bakanı idi ve Profesör Doktor Şerafettin Turan da Müsteşardı.
Bir İzmir gezisinde, hem yanı başındaki Elhamra Sinemasını
hem de Millî Kütüphaneyi ziyaret ettiğini tarihe bir not olarak düşmek
istiyorum. Bu, tabii sizden kaynaklanan değil, Millî Kütüphane Müdürünün size
vermiş olduğu yanlış bilgiden dolayıdır. Bunu tarihe bir not olarak düşmek
istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Işık…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, biraz önce sordum ama
cevabını alamadım. Kısa süre önce Kütahya’nın tarihî kalesinin bir burcu
yıkıldı, sizin haberiniz vardır. Özellikle bunun restore edilmesi konusunda bu
dönem Bakanlığınızın bir katkısı olabilecek midir? Olacaksa ne kadarlık bir
ödenek ayrılmıştır?
İkincisi de, Bakanlığınızca tescil
edilmiş çok sayıdaki tarihî Kütahya evlerinin restore edilerek Türk kültürüne
kazandırılması konusunda ciddi bir projeniz var mı? Varsa bu konuda bir
açıklama yapabilir misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Fırat…
SALİH FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başbakanımız “Seçilmişleri
atanmışlara kul ettirmem.” diyor ancak ne yazık ki millet iradesiyle seçilen 8
milletvekilimiz hâlâ cezaevlerinde tutsak bulunmaktadır. Millet iradesinin
acilen özgür bırakılması gerekmektedir. Bu konuda Meclis Başkanını göreve davet
ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Bayraktutan…
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Sayın
Bakan, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle teknik hizmetler sınıfına
geçtiği hâlde kütüphanecilerin özlük haklarında tam anlamıyla bir iyileştirme
yapılmadığı görülmektedir. Emsal kadrolar olan arkeologlarla kütüphaneciler ne
zaman aynı seviyeye getirilecektir? Bu yönde bir çalışmanız var mıdır?
Bir de bunun dışında, Kültür Bakanlığı
festivaller için tanıtım fonu veriyor. AKP’li Arhavi Belediyesi bu fondan
yararlanıyor fakat 5 kilometre uzaklıktaki benzer festival düzenleyen Hopa
Belediyesi ile Artvin Belediyesi
bu
tanıtım fonundan vermiş olduğunuz fon bedellerinden yararlanamıyor, buradaki
ölçü nedir? “Neden böyle bir ayrım yapıyorsunuz?” diye düşünüyorum.
BAŞKAN – Sayın Havutça…
NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Kültür Bakanımıza soruyorum: Sayın
Bakan, Balıkesir Bandırma’da Paşabayır Mahallesi’nde
bir kültür sitesi inşaatı var ve temel atma töreni Hükûmetinizin yaklaşık ilk
göreve başladığı dönemden başlıyor ve yaklaşık on yıldan beri temeli atılmış,
öylesine kalan bir kültür sitesi inşaatı. Bu inşaatın tamamlanmasıyla ilgili
yaklaşık on yıldan beri AKP hükûmetleri döneminde hiçbir somut adım atılmadı.
Bandırma’nın, 120 bini aşan nüfusuyla güney Marmara’nın parlayan yıldızı olan
bu kentin çok önemli bir ihtiyacının giderilmesi noktasında Hükûmetinizin acaba
bu dönemle ilgili bir çözümü olacak mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; şimdi, Sayın Dinçer, bu yurt
dışına daha önce kaçırılmış bulunan bazı eserlerin, bazı önemli yayınların
ülkemize getirilmesiyle bu kanunun bir ilgisi yok doğrusu. Bu ayrı bir çalışma
konusu. O, ülkemizden yasa dışı yollarla çıkarılmış bulunan arkeolojik
varlıklar veya başka kültür varlıklarının geri dönüşümü için hukuk yoluyla veya
diplomatik yollarla mücadele ediyoruz ama bu yasa bunları da derlemek amacıyla
düzenlenen bir yasa değil, bu ayrımın altını çizmek istiyorum.
CELAL DİNÇER (İstanbul) – Sayın
Bakanım, suretlerini getirebilir miyiz? Aslını istemiyoruz.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – O ayrı bir şey, suret, o da
derlemeye girmez. O da ayrı bir şekilde yani bir müzeye, bir kütüphaneye
gelecekse o da ayrı bir çalışmanın konusu. Derleme yasası ülkemizde basılmakta
olan veya ülkemizdeki yayınevlerinin ülke dışında yaptıkları yayınların
derlenmesi veya bizim ülkemizdeki arkeolojik, bilimsel çalışmalarla ilgili yurt
dışında yapılmış olan eserlerin derlenmesi amacına yönelik. Yani amacı iyi
tasrih edelim burada, kayıtlara geçmesi için.
Sayın Yüksel, Millî Kütüphane gerçekten
bir müze olabilir, benim kanaatim bu. Sayın Çam’ın sözüne
karşılık da söylemek istiyorum, bu bilgi söylediğiniz gibi, yani İzmir Millî
Kütüphanesini ziyaret eden ilk Bakan olduğum bilgisi benim ortaya attığım bir
iddia değil, Millî Kütüphane Müdürünün basın önünde söylediği ve benim de
doğrusu hayretle karşıladığım, biraz sevinç, biraz da eski arkadaşlarım adına
buruk bir duyguyla karşıladığım bir bilgi. Yani doğrusu yanlışı
arkadaşlarımıza ait ama umuyorum, tahmin ediyorum ki hakikaten başka kültür
bakanları da ziyaret etmiştir. Etmemişse gerçekten çok üzülürüm yani
Türkiye'nin bütün kültür tarihi adına.
İzmir Milli Kütüphanesi bir müze
olabilir ve İzmir’e, inşallah, yerel yönetimlerin, özel idarenin ve bizim
katkılarımızla bir büyük kütüphane… Bence Ankara’ya da lazım yani bir yeni
millî kütüphane Ankara’ya da lazım çünkü artık Türkiye’de çok sayıda öğrenci
var ve Türkiye'nin nüfusu çok genç. Her ne kadar elektronik ortamları kullansak
bile kütüphane bizim hayatımızdan çıkmaması gereken önemli bir kültür varlığı.
Bu tür amaçlarımız ve dileklerimiz var.
Sayın Demir, tarihî eser kaçakçılığı
için… Biz tarihî eser kaçakçılığı konusunda çok yoğun biçimde uğraşıyoruz,
burada tekrar etmek istemem. Son yıllarda da önceki yıllara kıyasla çok sayıda
eserin ülkemize gelmesini -ki bunların
bazıları kamuoyunda önemli yer tuttu- sağladık. Geçen yıl içinde bir talihsizlik
oldu. Urfa Göbeklitepe’de -ki inanç kültürünün
dünyadaki en önemli merkezlerinden birisidir- bir heykel buluntusu, kazı heyeti
tarafından yeterince korunmadığı için sonraki akşamlarda kayıplara karıştı. Biz
bunu kazı heyetine bir ölçüde tazmin ettirdik ama hiçbir zaman maddi karşılıkla
bu eserler ölçülemez ve başka yaptırımlar da düşünüyoruz. Bizim yaptırımlar
düşünmemiz nedeniyle de kazı heyeti şu anda bir başka, bir karşı bilgilendirme
kampanyası açmış vaziyette.
Ama bu vesileyle altını çizmek isterim:
Bizim Türkiye’de ister yabancılar yapsın bir kazıyı ister yerli
üniversitelerimiz veya hocalarımız yapsın, herkesin çalıştığı toprağı sevmesi,
düzgün bir iş programı yapması, yeterince zaman ayırması, oradaki buluntularla
ilgili eser yazması; bu eser, bu makale yabancı dilden yazılmışsa mutlaka bizim
dilimizle yazılması gibi yeni getirdiğimiz kurallar var. İster
Türk hocalar olsun ister yabancı hocalar, bu kurallara uyanlar devam edecekler,
uymayanların emeklerine teşekkür edeceğiz, uyan arkadaşlarımızla yolumuza devam
edeceğiz. Artık Türkiye’deki tarihî eserlerin korunması konusunu eski yıllara
göre daha büyük bir hassasiyetle ele alıyoruz.
Sayın Işık, Kütahya Kalesi bizim
programımızda bu sene ama birkaç yerde daha benzer sorunlarımız var, bu doğal
afetlerden ötürü yıpranmalar var, hatta birtakım kaza ihtimalleri de gündeme
geliyor. Biz Bakanlık olarak bunları yatırım programımıza alıyoruz ama afetle
ilgili birimlerden de, devletin öteki birimlerinden de destek istiyoruz. Kaynak
bulduğumuz takdirde biz, değilse öteki kuruluşları seferber ederek -Bitlis’te
de böyle bir sorunumuz var, Mardin’de de var, Kütahya’da var- bunları
sonuçlandırmaya çalışacağız.
Kütahya’da biz aslında oldukça yoğun
çalışmalar yapıyoruz. Kütahya’da sokak sağlıklaştırmaları yapıyoruz. Kütahya, Osmanlı
şehzadelerinin bir dönem gelip valilik yaptığı Anadolu’daki önemli yerleşim
merkezlerinden bir tanesi ve bütün bu vasfıyla ayağa kaldırılması konusunda
Kütahya bizim özel olarak işaretlediğimiz illerden birisidir. Bunları
biliyorsunuz ama tabii Türkiye'nin her tarafında -bu vesileyle bir daha
söylüyorum- yapmamız gereken çok sayıda işler var.
Sayın Bayraktutan,
kütüphanecilerin özlük hakları konusunda… Biz kütüphanecilerin özlük hakları
konusunda geçen dönem bir iyileşme yaptık ama bütün Bakanlık çalışanlarımızla
ilgili daha fazla bir iyileştirme konusunda gayretlerimiz var. Kanun hükmünde
kararnameyle bu yaz içinde kısmi bir düzenleme daha oldu. Bizim gerek
kütüphaneciler gerek yine teknik nitelik taşıyan bazı personellerimizin
statüsünün iyileştirilmesi konusunda Maliye Bakanlığıyla müzakerelerimiz ve bu
yolda çalışmalarımız sürüyor.
Herhangi bir belediye arasında ayrım
yapmıyoruz. Bunu arkadaşlarım, bütün partilerden arkadaşlarım bilirler, çok
sayıda farklı partilerden örnek de gösteririm somut olarak. Herhangi bir belediye
bize kültürle ilgili, turizmle ilgili, tarihin korunmasıyla ilgili doğru düzgün
bir proje getiriyorsa ona mutlaka kaynak ayırmaya çalışıyoruz o bölgenin
turizmde ve kültürdeki taşıdığı önceliğe uygun olarak.
Geçmiş yıllarda turizm tahsislerinden
çok sayıda, çok miktarda para geldiğinde biraz belediyelere gelişigüzel bir
belediyecilik bakanlığı konusunda tavrıyla kaynak aktarıldığı olmuş. Şimdi
böyle bir imkânımız yok. Bizim bütçe kısıtlarımız içinde kültür projesi, turizm
projesi çerçevesinde destek veriyoruz. Herhangi bir belediye böyle bir proje
getirmiş ve bizden bir kayırma görmüş veya bir iteleme görmüşse bunu somut
olarak bilmek isterim, somut olarak takip ederim.
Balıkesir Milletvekili Arkadaşımızın…
Bu bahsettiğiniz Bandırma’daki kültür merkezi midir? Arkadaşımız nerede?
NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) – Bandırma…
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) - Bandırma’daki kültür merkezi.
Evet, Bandırma’daki kültür merkezi ne
yazık ki daha eski yıllara dayanıyor. Yani Türkiye’de, arkadaşlarım, 90’lı
yıllarda biraz halkın ihtiyaçları, beldenin ihtiyaçları gözetilmeden bir miktar
müteahhitlik projeleri, bunu açıklıkla söylüyorum
burada ve üzüntüyle söylüyorum, müteahhitlik projeleri hazırlanmış. Yani içinde
mercimek kadar bir salon var, 10 bin metrekare, 20 bin metrekare inşaat alanı
olan devasa yapılar. Bunları, biz, yeni proje almamak kaydıyla tasfiye etmeye
çalıştık. Aranızda idarede bulunmuş arkadaşlarım var, bu gerçekleri biliyorlar.
Yüzde 80, yüzde 70, yüzde 60’dan aşağı eritmeye çalışıyoruz. Bazılarına yerel
yönetimler talip oluyor fakat müteahhitlerle ilgili
problemler var. Bandırma’da da böyle bir sorunumuz var ama Erdek’te başlamış
olan projeyi tamamlamaya çalışıyoruz. Şu anda Ayvalık’ta kültür merkezine
dönüştürmeye çalıştığımız bir eski eser restorasyonumuz
var ama takdir edersiniz ki geçmiş yıllarda abartılı biçimde ve siyasi saiklerle Anadolu sathına atılmış bulunan bütün temelleri
bizim birkaç yıl içinde tamamlamamız mümkün değil. Şimdi mümkün olduğu kadar
yeni projeye almıyoruz, ihtiyaç çerçevesinde, öncelik çerçevesinde tamamlamaya
çalışıyoruz. Ben, Bandırma gibi bir büyük yerleşimin böyle bir ihtiyacı
olduğunu biliyorum ama bir miktar bizim de kendi bütçe kısıtlarımız var, o
kısıtlar içinde davranmamızı sanıyorum ki haklı karşılayacaksınız.
Son bir nokta vardı. Biraz önce bir
konuşmacı arkadaşım, geçen yıl bizim, Mem ü Zin’i yayınladığımız ve bir miktar bunun reklamıyla
yetindiğimiz iddiasını ileri sürdü.
Değerli arkadaşlarım, biz, Türkiye’de
herhangi bir ayrım yapmaksızın, bizim felsefemizin, bizim kültürümüzün, bizim
toprağımızın bütün zenginliklerini yeni kuşaklara taşımaya çalışıyoruz. Bu
çerçevede, mesela, biz, bu yıl El Birûnî’nin Kitâb-üs-Saydele Fi't- Tıp kitabını bastık. Matürîdî’nin
dünyası üzerine bir çalışma yayınladık. Şimdi Şeyh Bedreddin üzerine bir
çalışma yapıyoruz. Ahmedi Hani üzerine bir çalışma
yaptık. Şimdi Molla Ceziri üzerine bir çalışma
yapıyoruz. İlk defa bir Süryani kitabını Türkçeye basmaya çalışıyoruz ama bir
yandan da Kaşgarlı Mahmut çalışması yaptık. Yani Anadolu topraklarında, bugün
üzerinde yaşadığımız bu topraklarda bizim kültürümüzün derinliğini etkileyen ne
varsa ona bu yeni dönemde yeniden aşina olalım, bir anlamda Doğu’nun
felsefesinin bu temel öncülerini, yaratıcılarını yeniden tanıyalım konusunda yoğun
bir çalışmamız var. Bir ayrımımız yok. Bu topraklarda hangi renkler varsa,
hangi çiçekler varsa, bir daha söylüyorum, hiçbirisi solmasın, bu toprakların
bereketi çoğalsın diye uğraşıyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
İkinci bölüm üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Sayın Başkan, bir düzeltme talebimiz
var.
BAŞKAN – O 9’uncu maddede olacak.
Şimdi, ikinci bölümde yer alan
maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı
ayrı oylarınıza sunacağım.
Madde 9’la ilgili olarak komisyonun bir
düzeltme talebi vardır.
Buyurun.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Sayın Başkan, görüşülmekte olan 128
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 9’uncu maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan
“derleme birimine” ifadesi, ibaresi sehven “derleme bürosuna” diye yazılmış
“derleme birimine” şeklinde düzeltilmesini arz ederim.
BAŞKAN – Düzeltilmiş şekilde madde 9’u
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 10’u oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 11’i oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 12’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 13’ü oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Geçici madde 1’i oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 14’ü oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 15’i oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
İkinci bölümde yer alan maddelerin
oylamaları tamamlanmıştır.
Tasarının görüşmeleri tamamlanmıştır.
Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Teşekkür konuşması yapacak mısınız?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Sayın Başkan, bir cümleyle teşekkür etmek istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY
(İzmir) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; arkadaşlarımızın gösterdiği
gayrete, emeğe çok teşekkür ediyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Bu
Yasa’nın ülkemize, kültürümüze hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – 7’nci sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti ile Filistin Adına Filistin Kurtuluş Örgütü Arasındaki Geçici
Serbest Ticaret Anlaşmasında Değişiklik Yapılmasına Dair 1/2011 Sayılı Ortak
Komite Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
7.-
Türkiye Cumhuriyeti ile Filistin Adına Filistin Kurtuluş Örgütü Arasındaki
Geçici Serbest Ticaret Anlaşmasında Değişiklik Yapılmasına Dair 1/2011 Sayılı
Ortak Komite Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/472) (S. Sayısı: 98)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Bundan sonra da komisyonların
olmayacağı anlaşıldığından, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen
diğer işleri sırasıyla görüşmek için 23 Şubat 2012 Perşembe günü, alınan karar
gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kanun hayırlı olsun.