Fatma GÜNGÖR Normal Fatma GÜNGÖR 2 3 2012-04-20T07:47:00Z 2012-04-20T07:47:00Z 72 47520 270867 2257 635 317752 14.00 Clean Clean false 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false TR X-NONE X-NONE 0 nk 0 nk

 

DÖNEM: 24                          CİLT: 14                        YASAMA YILI: 2

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

69’uncu Birleşim

22 Şubat 2012 Çarşamba

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMA

IV.- KAPALI OTURUMLAR

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Antalya Milletvekili Mehmet Günal’ın, Antalya ilinin Kemer ilçesinin Ulupınar-Çıralı mevkisi Karaburun bölgesinde yaşanan sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı

2.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, Trabzon ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Ağrı Milletvekili Halil Aksoy’un, 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in, 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü’ne ilişkin açıklaması

2.- Antalya Milletvekili Mehmet Günal’ın, Antalya ilinin Çıralı bölgesinde çevreyi ve tabiatı koruyan bir yapılanma olması dileğine ilişkin açıklaması

3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Trabzon ilinin kurtuluş yıl dönümünü Milliyetçi Hareket Partisi camiası adına kutladığına ilişkin açıklaması

4.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Nemrut’un dünya mirası olduğuna ve yıkılan Ermeni Mezarlığı’na ilişkin açıklaması

5.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’e yönelik davranışın insanlık dışı bir saldırı olduğuna ve bu saldırıyı kınadığına ilişkin açıklaması

6.- Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın konuşmasına ilişkin açıklaması

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 20 milletvekilinin, ülkemizdeki kıyı illeri arasında deniz taşımacılığının geliştirilmesi ve dünya ülkeleri ile rekabet edilebilmesi için yapılması gerekenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/161)

2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 19 milletvekilinin, özel dershanelerin yarattığı fırsat eşitsizliğinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/162)

3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 20 milletvekilinin, küçükbaş hayvan yetiştiricilerinin sorunlarının ve bu sektörün bitmemesi için gerekenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/163)

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

 

 

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

2.- İslam Konferansı Örgütü Şartının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/443) (S. Sayısı: 85)

3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/414) (S. Sayısı: 76)

4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Sağlık ve Tıp Endüstrisi Alanlarında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/456) (S. Sayısı: 161)

5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında UNDP-İstanbul Uluslararası Kalkınmada Özel Sektör Merkezinin (IICPSD) Kuruluşu ile İlgili Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/511) (S. Sayısı: 119)

6.- Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128)

 

 

7.- Türkiye Cumhuriyeti ile Filistin Adına Filistin Kurtuluş Örgütü Arasındaki Geçici Serbest Ticaret Anlaşmasında Değişiklik Yapılmasına Dair 1/2011 Sayılı Ortak Komite Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/472) (S. Sayısı: 98)

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2.- Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’in partisine sataşması nedeniyle konuşması

3.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın partisine sataşması nedeniyle konuşması

4.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, İstanbul Milletvekili İsmet Uçma’nın grubuna sataşması nedeniyle konuşması

5.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

X.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’in, İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’e yapılan davranışı ve basının haberi veriş şeklini kınadığına ilişkin konuşması

XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın, YURTKUR Konya Bölge Müdürlüğüne bağlı yurtlarda çalışan taşeron işçilerin mağduriyetine ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/2515)

2.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Salihli Organize Sanayi Bölgesinin sorunlarına ve jeotermal enerji projesine ilişkin sorusu ve Bilim, Sanayi Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı   (7/2786)

3.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, merkez ve taşra teşkilatlarındaki boş kadrolara ilişkin sorusu ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/2787)

4.- Muş Milletvekili Demir Çelik’in, Muş’taki öğrenci yurdu ihtiyacına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/2860)

5.- Bursa Milletvekili Sena Kaleli’nin, yapımı devam eden Bursa stadına ve 2012 yılında yapılması planlanan spor komplekslerine ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/2862)

6.- İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın, Van’daki spor tesislerine ve stadyum ihtiyacına ilişkin Başbakandan sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/2960)

7.- Bursa Milletvekili Aykan Erdemir’in, TÜRSAB A sınıfı işletme belgesi giderlerinin KOSGEB hibesi kapsamına dahil olmamasına ilişkin sorusu ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/2967)

8.- Bursa Milletvekili Sena Kaleli’nin, bir kayakçının ölümüne sebebiyet veren kazada gerekli tedbirlerin alınmadığı iddiasına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı   (7/3040)

9.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, bir millî kayakçının antrenman yaparken hayatını kaybettiği tesisin eksikliklerine ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/3060)

10.- Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz’ın, Adana’da yapılan ve yapılacak projelere ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/3073)

11.- Yozgat Milletvekili Sadir Durmaz’ın, cemaat ve azınlık vakıflarına ait taşınmazların iadesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/3135)

12.- İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın, basın sektöründe çalışanların sorunlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/3136)

13.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, elektrik faturalarında yer alan tüketim dışındaki bedel kalemlerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı   (7/3217)

14.- Antalya Milletvekili Tunca Toskay’ın, Antalya’nın rüzgar ve güneş enerjisi potansiyeline ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/3381)

15.- İzmir Milletvekili Hülya Güven’in, bir köyün elektriğinin kesilmesi sonucu yaşanan mağduriyete ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/3382)

16.- Balıkesir Milletvekili Namık Havutça’nın, Uludağ Elektrik Dağıtım AŞ.’nin bazı faaliyet ve uygulamaları ile vatandaşların yaşadığı mağduriyete ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/3559)

17.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, Bakanlık teşkilatında ve bağlı kurum ve kuruluşlarda görev yapan üst düzey kadın bürokrat sayısına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/3560)

18.- Aydın Milletvekili Metin Lütfi Baydar’ın, Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nün verilmemesine ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/3657)

19.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, eski RTÜK Başkanının bir özel televizyonda çalışmasına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/3658)

20.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, bir doğalgaz dağıtım şirketinin doğalgaz abonelerine mekanik sayaca geçmeleri konusunda baskı yaptığı iddialarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/3677)

21.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, bir doğalgaz dağıtım şirketinin doğalgaz abonelerinden güvence bedeli talep ettiği iddialarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/3678)

22.- Hatay Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu’nun, Hatay’daki elektrik direk ve hatlarının hasar görmesi sebebiyle ortaya çıkan mağduriyete ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/3680)

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak iki oturum yaptı.

 

Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, Kocaeli Dilovası Organize Sanayi Bölgesi’nin yaratmış olduğu çevre kirliliği ve kanser hastalıklarındaki artışa ilişkin gündem dışı konuşmasına Sağlık Bakanı Recep Akdağ cevap verdi.

Ardahan Milletvekili Orhan Atalay, Ardahan ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 91’inci ve Ardahan Mebusu, Millî Mücadele Şark Komutanı Halit Paşa’nın vefatının 87’nci yıl dönümüne,

İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz, Hocalı katliamına,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

 

Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan, Bayburt ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümüne,

Afyonkarahisar Milletvekili Ahmet Toptaş, Kurtuluş Savaşı kahramanı Ali Çetinkaya’nın ölümünün 63’üncü yıl dönümüne,

Tokat Milletvekili Reşat Doğru,

Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner,

Hocalı katliamına;

Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan, Kocaeli Dilovası’nda yeni organize sanayi bölgeleri kurulması ve bölgedeki kömür depolarının insan yaşamı açısından tehlike arz ettiğine,

Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı, birçok yerde çevre katliamı yapıldığına ve Sağlık Bakanlığının koruyucu hekimlikten uzaklaştığına,

Mersin Milletvekili Ali Öz, Mersin’in Gülnar ve Çamlıyayla ilçelerinde yaşanan uzman hekim eksikliği sıkıntısına ve Emekli Sandığı mensupları için intibak çalışmasının yapılıp yapılmadığına,

Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu, Libyalı muhalif direnişçilerle ilgili  soru önergesine cevap alamadığına, haklarında çıkan  haberler konusunda Hükûmet adına bir açıklama yapılmasını istediğine,

Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu, bir Bakanın ana muhalefet partisiyle ilgili beyanı ile Ardahan Milletvekili Orhan Atalay’ın gündem dışı konuşmasındaki bir ifadesine,

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak Doğu Türkistanlı soydaşlarımızın haklarına sahip çıkılması gerektiğine,

İlişkin birer açıklamada bulundular.

 

Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün (6/1067) ve (6/1069) sayılı soru önergelerini geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü soruların geri verildiği bildirildi.

 

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 21 milletvekilinin, özel hastanelerin problemleri ve bu problemlere neden olan etkenlerin (10/152),

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 20 milletvekilinin, son yıllarda çocuk suçluluğundaki artışların çok yönlü değerlendirilmesi, suç profilleri oranlarının tespiti ve alınacak sosyal ve hukuki tedbirlerin (10/153),

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 22 milletvekilinin, şeker pancarı tarımının içinde bulunduğu olumsuz durumun (10/154),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

 

Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 21 milletvekilinin, ülkemizde çocuklarımız ve gençlerimiz tarafından kontrolsüz ve yoğun şekilde oynanan online (çevrimiçi) oyunların neden olduğu kayıt dışı sanal ticaretin ve çocuklarımız ve gençlerimiz üzerinde yarattığı etkilerin (10/155),

Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 20 milletvekilinin, çocuk ve gençlerimizin İnternet ve diğer bilgi iletişim teknolojilerini kullanırken karşı karşıya oldukları riskleri en aza indirmek ve güvenli bir şekilde bilgiye ulaşmalarını sağlamak için yapılması gerekenlerin, uygunsuz ve/veya kanunsuz içerikleri barındıran İnternet sitelerine uygulanması gerekli müeyyidelerin (10/156),

Adana Milletvekili Necdet Ünüvar ve 20 milletvekilinin, ülkemizde İnternet kullanımının sosyal kesimler arasındaki durumu, kontrolsüz kullanımın meydana getirdiği sorunlar ve güvenlik tehditlerinin (10/157),

İzmir Milletvekili Erdal Aksünger ve 28 milletvekilinin, bilişim sektöründe yaşanan sorunların (10/158),

Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan ve 27 milletvekilinin, bilgi iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin beraberinde getirdiği imkân ve risklerin (10/159),

Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel ve 20 milletvekilinin, başta sosyal paylaşım siteleri olmak üzere İnternet kullanımının aile yapısı üzerindeki olumsuz etkilerinin (10/160),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin ön görüşmelerinin, Danışma Kurulu kararı gereğince 21/2/2012 Salı günkü birleşiminde yapılacağı açıklandı.

Genel Kurulun; (10/108) ve aynı konuda (10/155), (10/156), (10/157), (10/158), (10/159) ve (10/160) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin birleştirilerek 21/2/2012 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ve görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

 

Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün (2/30) esas numaralı, Emekliler ile Bunların Dul ve Yetimlerinin Sendikalaşması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.

 

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının:

1’inci        sırasında      bulunan       (6/12),

13’üncü                                       (6/33),

17’nci                                          (6/40),

42’nci                                          (6/90),

45’inci                                         (6/98),

51’inci       sırasında   bulunan         (6/109),

126’ncı                                        (6/210),

142’nci                                        (6/235),

152’nci                                        (6/248),

163’üncü                                     (6/264),

169’uncu                                     (6/275),

173’üncü                                     (6/281),

179’uncu                                     (6/290),

195’inci                                       (6/312),

198’inci                                       (6/316),

221’inci                                       (6/341),

223’üncü                                     (6/344),

225’inci                                       (6/346),

238’inci                                       (6/362),

254’üncü                                     (6/381),

268’inci                                       (6/398),

283’üncü                                     (6/421),

291’inci                                       (6/432),

296’ncı                                        (6/439),

298’inci                                       (6/441),

334’üncü                                     (6/492),

343’üncü                                     (6/504),

416’ncı                                        (6/610),

448’inci                                       (6/646),

483’üncü                                     (6/693),

Esas numaralı sözlü sorulara, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek cevap verdi.

Soru sahiplerinden Tokat Milletvekili Reşat Doğru, Kütahya Milletvekili Alim Işık, Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu, İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar.

 

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de bu görüşlerle ilgili açıklamada bulundu.

 

18/1/2012 tarihli 53’üncü Birleşimde okunan Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesi (10/108) ile, Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 21 milletvekilinin (10/155), Ankara Milletvekili Cevdel Erdöl ve 20 milletvekilinin (10/156), Adana Milletvekili Necdet Ünüvar ve 20 milletvekilinin (10/157), İzmir Milletvekili Erdal Aksünger ve 28 milletvekilinin (10/158), Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan ve 27 milletvekilinin (10/159), Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel ve 20 milletvekilinin (10/160) esas numaralı Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri, yapılan ön görüşmelerden sonra kabul edildi.

Kurulacak komisyonun:

17 üyeden teşekkül etmesi,

Çalışma süresinin, başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimi tarihinden başlamak üzere, üç ay olması,

Gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi,

Kabul edildi.

 

İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın Meclis araştırması önergeleri üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşmayla ilgili bir açıklamada bulundu.

 

Alınan karar gereğince, 22 Şubat 2012 Çarşamba günü saat 13.00’te toplanmak üzere, birleşime 19.53’te son verildi.

 

                                                          Meral AKŞENER

                                                             Başkan Vekili

 

         Bayram ÖZÇELİK                                                                      Mustafa HAMARAT

                  Burdur                                                                                           Ordu

                Kâtip Üye                                                                                     Kâtip Üye


II.- GELEN KâĞITLAR

                                                                                                                                No: 91

22 Şubat 2012 Çarşamba

Teklifler

1.- Bursa Milletvekili Turhan Tayan'ın; 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi (2/359) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/01/2012)

2.- İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın'ın; 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/360) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/01/2012)

3.- Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak ve İstanbul Milletvekili Bihlun Tamaylıgil ile 50 Milletvekilinin; Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/361) (Plan ve Bütçe; İçişleri ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/01/2012)

4.- Aydın Milletvekili Bülent Tezcan'ın; 2872 Sayılı Çevre Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/362) (Plan ve Bütçe; İçişleri                ile Çevre Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/01/2012)

5.- Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural ile 1 Milletvekilinin; Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/363) (İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/01/2012)

6.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 8 Milletvekilinin; Gider Vergileri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/364) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/02/2012)

7.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri'nin; Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/365) (Çevre ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/02/2012)

8.- İstanbul Milletvekilleri Umut Oran ve Melda Onur ile 18 Milletvekilinin; 24/06/2004 Tarihli 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/366) (Adalet; İçişleri; Tarım, Orman ve Köyişleri ile Çevre Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 08/02/2012)

9.- Balıkesir Milletvekili Namık Havutça'nın; Asgari Ücretle Çalışanlara Aile Yardımı Yapılması ve 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun Teklifi (2/367) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:08/02/2012)

10.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer ve 3 Milletvekilinin; Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/368) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler; Kadın Erkek Fırsat Eşitliği ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/02/2012)

11.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık'ın; Türk Ceza Kanununda ve Basın Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/369) (Anayasa; İnsan Haklarını İnceleme  ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/02/2012)

12.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın; Ceza Muhakemesi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/370) (İnsan Haklarını İnceleme ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13/02/2012)

13.- İzmir Milletvekili Oğuz Oyan'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı İdari Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/371) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/02/2012)                                        

14.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın; 28.3.1983  Tarih ve 2809 Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/372) (Plan ve Bütçe ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/02/2012)             

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 20 Milletvekilinin, deniz taşımacılığı sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi. (10/161) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/10/2011)

2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 19 Milletvekilinin, özel dershanelerin yarattığı fırsat eşitsizliğinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi. (10/162) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/10/2011)

3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 20 Milletvekilinin, küçükbaş hayvan yetiştiricilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi. (10/163) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/10/2011)


22 Şubat 2012 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 69’uncu Birleşimini açıyorum.

 

III.- YO K L A M A

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakika süre vereceğim.

Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

Sayın milletvekilleri, görüşmelere başlamadan önce 16 Şubat 2012 tarihli 67’nci Birleşimde yapılan kapalı oturuma ait tutanak özetinin İç Tüzük’ün 71’inci maddesine göre okunabilmesi için kapalı oturuma geçmemiz gerekmektedir.

Bu nedenle, sayın milletvekilleri ile Genel Kurul salonunda bulunabilecek yeminli stenograf ve yeminli görevliler dışındakilerin salonu boşaltmalarını rica ediyorum. Tutanak özeti okunduktan sonra açık oturuma geçilecek ve görüşmelere devam edilecektir.

Sayın idare amirlerinin bu konuda yardımcı olmalarını ve salon boşaltıldıktan sonra Başkanlığa haber vermelerini rica ediyorum.

Şimdi kapalı oturuma geçiyoruz.

 

Kapanma Saati: 13.06


 

IV.- KAPALI OTURUMLAR

(İkinci Oturum)

(Kapalıdır)


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 13.19

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 69’uncu Birleşiminin kapalı oturumdan sonraki Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz Antalya Kemer ilçesi Ulupınar-Çıralı mevkisi Karaburun bölgesinde yaşanan sorunlar hakkında söz isteyen Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Günal’a aittir.

Buyurun Sayın Günal. (MHP sıralarından alkışlar)

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Antalya Milletvekili Mehmet Günal’ın, Antalya ilinin Kemer ilçesinin Ulupınar-Çıralı mevkisi Karaburun bölgesinde yaşanan sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Antalya ilimizde Kemer ilçesine bağlı Ulupınar köyünde Çıralı sahilinde iki haftadır yaşanan bir gelişmeyle ilgili  söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar -ulusal ve yerel basında geniş şekilde yer aldı- maalesef bir doğa katliamıyla karşı karşıyayız. Adalet ve Kalkınma Partisinin ranta dayalı uygulamalarından bir tanesi daha karşımızda. Çok kısa sürede size temel noktaları özetleyeceğim, sizlerin de dikkatine sunmak istiyorum. Arada da bazı tarihler var arka arkaya gelen, onlara da dikkat etmenizi rica edeceğim, ki nasıl hızlı bir şekilde karar alındığını göresiniz diye.

Proje, öncelikle Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı olan kurul tarafından değerlendirilmiş ve mesire yeri olarak 18 Temmuz 2011’de Orman Bölge izin vermiş. Arkasından, bakıyoruz, on gün sonra hemen Ormanspor Kulübüne tahsis edilmiş, aynı gün bir özel şirketle sponsorluk sözleşmesi imzalanmış yani 28 Temmuzda, on gün sonra, hepsi on gün içerisinde… Tabii bundan daha önce bu arada çıkan hepimizin karşı olduğu kanun hükmünde kararnameler var  biliyorsunuz. 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle bu yetkiler düzenlenmiş ama bakmışlar ki orada olmuyor yeni bir kanun hükmünde kararname, o ne zaman? 17 Ağustos 2011’de yani bir ay sonra  ve sponsorluk sözleşmesinden iki hafta sonra. Peki, o değişiklikle ne yapmışlar biliyor musunuz? Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü ve yeni bir Genel Müdürlük ve yetkiler Çevre ve Şehircilik Bakanlığına aktarılmış. Bunları kısa kısa söylüyorum. Neden? Çünkü öncelikle Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı olan kurul onay vermemiş yeniden yapılanmaya, projede  tadilat yapılmasına ve arkasından -bir bakıyorsunuz ama- Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlandıktan sonra Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu buranın mesire alanı olmasına izin vermiş ve oradaki yapıya, o mesire alanındaki yapıya izin vermiş.

Şimdi yani bir de bakıyoruz Sayın Günay -burada yok- gerekli açıklamayı yapmış, diyor ki: “Bizden sorumluluk geçti…”

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Burada Sayın Bakan.

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Geldi mi?

Hoş geldiniz Sayın Bakanım.

Tam sizi aklıyordum, Sayın Bakana geçeceğim, onun için, başladığımda yoktunuz, kusura bakmayın.

Sayın Günay diyor ki: “Bizi ilgilendiren kısmı kalktı, öncelikle de biz izin vermemiştik, proje de bize uygun gelmedi, yoğun yapılaşma vardı, o kurulun verdiği karar.” Doğrudur.

Şimdi, o arada da Sayın Valinin bir açıklaması var yani aynı gün izinleri söyledim, aynı gün sponsorluk sözleşmesi. Bütün dokümanlar elimde, isteyen arkadaşlarıma verebilirim. KHK’da değişiklik yapan düzenleme de burada. Öyle hızlı bir şekilde hareket ediliyor ki büyük bir yağmanın önü açılıyor. Şimdi, bu örneği yaşamamış olsak belki hepimiz… Tabiat yağmasını, bu 644 sayılı KHK’nın ilk kurbanı olarak Çıralı’yı gördük kendi seçim bölgemizde ve vatandaşlarımızın duyarlılığı, sivil toplum kuruluşlarımızın duyarlılığı sayesinde bu katliamı öğrenmiş bulunduk. Acaba sırada neler gelecek? Ben merak ediyorum. Yani bir on beş gün içerisinde bakıyorsunuz, bir anda, daha bir ayı geçmeden, bir buçuk ay geçmeden yeni bir düzenleme ve kurul yetkileri başka bakanlığa devrediliyor. E, ne oluyor sonra? Hemen buradan onay çıkıyor. Demek ki burada ciddi bir sorun var.

Şimdi, bu olaylar üzerine insanlar ayağa kalkıyor ve bir galeyana geliyorlar ve burası yapılaşmaya… Ben işin dedikodu tarafına girmiyorum, sadece yapılan düzenlemelerle neyin önünün açıldığını veya açılmaya çalışıldığını sizin dikkatinize sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, Sayın Valiye müracaat ediyorlar, açıklaması var, diyor ki: “Efendim, burası zaten futbol sahasıymış, burada ne var yani başkaları da geliyor.” Orada hiç futbol sahası olmamış, otel dediğiniz şeyler küçücük küçücük zaten. Yani ya bir yanlış bilgi verdiler. Sonra düzeltmiş ve şimdilik yürütmeyi durdurma talebi var. “O bitinceye kadar şimdilik durduruyoruz.” demiş. Zaten istenen buydu. Vatandaş dava açmış buranın yapılması için. Burası, Sayın Bakanımız burada, gayet yakından biliyorlar, ikisi de biliyor çünkü bu konuda uluslararası sözleşmeler var, Bern Sözleşmesi var, Barselona Sözleşmesi var ve bununla ilgili de genelge var. Yani Millî Emlakla ilgili ve doğal alanları korumayla ilgili iki tane uluslararası sözleşme var ve Bakanlığın çıkarmış olduğu genelge var ve bütün bunların hepsine aykırı olarak bir sponsorluk sözleşmesi adı altında oranın yapılaşması sağlanmaya çalışılıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET GÜNAL (Devamla) - Maalesef doğa katlediliyor. Çıralı bu KHK’nın ilk kurbanı. Sayın bakanları bir an önce önlem alarak Türkiye’nin bu güzelliklerini koruma konusunda fikir birliği içinde olmalarını ve bütün bakanların koordinasyon içerisinde buna karşı çıkmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Günal.

Hükûmet adına Orman ve Su İşleri Bakanı Sayın Veysel Eroğlu.

Buyurun Sayın Eroğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) -  Sayın Başkanım, değerli milletvekillerim; ben de sizleri saygıyla selamlıyorum efendim.

Sayın Günal’ın özellikle Kemer-Çıralı mesire yeriyle alakalı gündem dışı konuşmasına cevap vermek için söz aldım. Ancak biliyorsunuz bugün 24 Şubat Trabzon’un düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yılı, ben bu vesileyle bütün Trabzonluları ve kurtuluş gününü kutluyorum. İşte yediden yetmişe kadar gerçekten büyük mücadele veren ve istiklallerini kazanmak için canlarını seve seve feda eden şehitlerimizin ruhu şad olsun diyorum, Allah’tan rahmet niyaz ediyorum efendim.

Şimdi tabii ki Kemer-Çıralı mesire yeriyle alakalı bir kere şunu özellikle belirteyim: Bu konu bana intikal ettiği zaman ben hemen Orman Genel Müdürlüğü müfettişlerini görevlendirdim ve derhal durdursun diye çünkü bana bu bir e-posta mesajıyla geldi. Sonradan posta mesajları yoğunlaştı. Bir kere bu kesinlikle Bakanlık tarafından durdurulmuştur, ayrıca OGM müfettişleri konuyu incelemek üzere gönderilmiştir. Tahkikat neticesinde…

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Bakanlık tarafından ne zaman durdurulmuş Sayın Bakanım?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) -  Bakanlık, haber aldığım gün, yaklaşık olarak beş altı gün önce durdurdum ben.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Önemli olan durdurulmuş olması.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) -  Durum şu, bir kere o müjdeyi vereyim. Ancak burayla ilgili kaba inceleme geldi. OGM müfettişlerinden sonra ben detaylı bilgi de sunacağım. Bizim zaten bütün niyetimiz bu alanları korumaktır ve benim de biliyorsunuz deniz kaplumbağalarına karşı gösterdiğimiz hassasiyeti pek çok yerde bunların rehabilitasyonu için merkezler kurduğumu, üniversitelerle birlikte çalıştığımı biliyorsunuz.

Peki, burası nedir? Onunla ilgili bilgi vereyim. Mesire yeri, deniz kaplumbağası yuvalanma alanı, birinci derece doğal sit alanı Beydağları Millî Parkı’nın dışında ve su çizgisine yaklaşık 200 metre mesafede olup caretta caretta kaplumbağaların yuvalanma ve yumurta bırakma alanı içinde ayrılan birinci ve ikinci koruma bölgeleri dışında tampon bölgede yer aldığını tespit ettim. Tabii, burada, daha önce… Bir de şunu vurgulamamda fayda var: Burayı incelediğimiz zaman daha önce burası kontrolsüz bir şekilde –vatandaşın- hatta bazı kişiler burayı kiralayıp bizim bilgimiz dışında kullanma yönünde gelenlerden para alma şeklinde böyle bir çalışma varmış, bakın bunu da ifade edeyim. Esas kıyameti onlardan bir kısmı çıkarıyor, haklı veya haksız ama bunun üzerine, en azından yoğun ziyaretçi alanının kontrolsüz kullanımının önüne geçmek için -zaten yanınızda Sayın Şandır var, o da bilir- burası C tipi mesire yeri olarak tescil edilmiş. Ancak tabii ki burasının 2886 Devlet İhale Kanunu’na göre on yıllığına ihalesi yapılmış, Ormanspor kazanmış.

Tabii, buradaki husus şu: Yapılaşmayla ilgili Bakanlığa herhangi bir tasdik veya diğer bakanlıklara tasdik işlemleri gelmemiş, bir miktar sınırı aştıkları şeklinde bir haber var ama müfettişler…

MEHMET GÜNAL (Antalya) – İl kurullarında var, Bakanlığa gelmiyor, size geçen kurumlar var Sayın Bakan, onlar onay veriyor.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Tamam.

Yani şu anda, bu konuda, Orman Genel Müdürlüğü müfettişleri inceliyor, tahkikat için şu anda yerindeler. Ama şunu ifade edeyim: Burası zaten durduruldu, müfettiş incelemesine göre karar verecektir.

Yani ben özetle şunu ifade edeyim, tabii ki siz bir de şunu vurguladınız: Daha önce Kültür ve Turizm Bakanlığında olan tabii sitler vardı, doğal sitler vesaire. Efendim, burada biz zaten daha önce anlaşmıştık Sayın Bakanla. Doğal sitlerle Kültür ve Turizm Bakanlığının bir alakası yok, orası arkeolojik sitler ve kültür varlıkları, elbette koruma kurullarına ait olacak ama Kültür ve Turizm Bakanlığından, o tabii sitlerle, doğal sitlerle ilgili genel müdürlüklerde zaten bu konu o zaman geçmişte Çevre ve Orman Bakanlığına ait olması diye, o kaldırılmış. Sonradan, yeni yapılanma çerçevesinde, tabii ki özellikle arkeolojik sitler, kültür varlıkları tamamen Kültür ve Turizm Bakanlığında kaldı, öbür taraftan doğal sitlerle ilgili, bunların planlaması, planlama işleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığına aktarıldığı için bütün planlama, kontrol, denetim, 1/100.000’lik çevre düzeni planlarının hazırlanması… Tabii ki, bu arada bunların planlaması yapılırken yeni doğal sitlerin ilanı konusunda karar merci Çevre ve Şehircilik Bakanlığı oldu ama koruma işlemleri gene Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından yapılacaktır, bunu da burada bir açıklama olarak sizlere arz ediyorum.

Saygılar sunuyorum efendim. Çok teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Eroğlu.

Sayın Şandır’ın talebini yerine getirdiniz, o “on beş dakika” demişti ama altı dakika konuştu.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Böyle daha güzel, tabii böyle daha güzel.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Başkanım, çok kısa bir açıklama yapacağım.

BAŞKAN – Sayın Günal, ben üç gündem dışı konuşmadan sonra 60’ıncı maddeye göre söz veriyorum. Yani, nasıl olsa Sayın Bakan burada, kalkıp cevap veremez, sadece bilgilendireceksiniz.

O nedenle, şimdi gündem dışı ikinci söz, 24 Şubat Trabzon’un kurtuluş yıldönümü münasebetiyle söz isteyen Trabzon Milletvekili Sayın Mehmet Volkan Canalioğlu’na aittir.

Buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, Trabzon ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Trabzon'umuzun işgalden kurtuluşunun 94’üncü yıldönümü nedeniyle gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesile ile yüce Meclisimizin siz değerli milletvekillerini saygılarımla selamlıyorum.

Trabzon, coğrafi ve stratejik konumu nedeni ile tarihin her döneminde önemli bir kent olmuştur. Hem Asya-Avrupa ulaşım ağının bağlantı noktasında bulunması hem de Kafkasya üzerinde doğu-batı göç yolu üzerinde yer alması bölgenin kontrol edilmesi girişimlerini de beraberinde getirmiştir. Nitekim Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethedip Bizans İmparatorluğu'na son vermesinden sonra 1461 de Trabzon'u alarak Komnenos Krallığı’nı ortadan kaldırması da bu stratejik düşüncenin bir sonucudur.

Bilindiği gibi, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması amacı ile İngiltere ve Fransa, yaptıkları Petrograd Protokolü ile Erzurum, Van ve Bitlis dışında Trabzon'a kadar, Doğu Karadeniz kıyılarının Rusya'ya bırakılması konusunda anlaşmaya varmışlardı. Bu antlaşma çerçevesinde Rus ordusu, Trabzon'u ele geçirmek üzere ileri harekâta başlayarak çeşitli direnişlerden sonra 18 Nisan 1916'da Trabzon'a girdi.

Bu tarihten 24 Şubat 1918 tarihine kadar geçen yaklaşık iki yıl boyunca evlerini terk ederek batıya doğru muhacirliğe çıkan Türkler, çok ağır bedeller ödedikten sonra, 24 Şubat 1918’de yakılıp yıkılarak harabeye döndürülmüş ve yağmalanmış evlerine geri döndüler. Ancak muhacirlikle geçen iki yıl içerisinde insanlar, açlık, sefalet ve salgın hastalıklarla mücadele ederek canlarını kurtarmaya çalışmışlar ve Giresun, Ordu, Samsun, Amasya, Tokat illerimiz başta olmak üzere, Batı Anadolu'ya doğru zorlu yolculuk yapmışlardır. Bu yolculuk mânilere ve türkülere konu olmuştur. Nenelerimizin şu türküleri hâlen yörelerimizde ve ülkemizde söylenmektedir.

“Trabzon'dan çıktım başım selamet

Çavuşlu'ya vardım koptu kıyamet

Anam ile yârim Hakk’a emanet

Ah bu muhacirlik şimdi büküyor belimi.”

Sayın milletvekilleri, Trabzon'un ve diğer illerimizin kurtuluşlarının yıl dönümü törenlerinin düzenlenmesinden amaç, geçmişte yaşanan olaylar nedeni ile günümüzde yeni düşmanlıklar üretmek değildir. Amaç, geçmişte yaşananları hatırlamak, dersler çıkarmak ve bir daha bu tür gelişmelere tanık olmamaktır. Özellikle küresel güç odakları tarafından dünyamızın yeniden yapılandırılmaya çalışıldığı, ülkemize ve bölgemize dair bazı planların kamuoyuna yansıdığı bugünlerde daha da dikkatli olmamız gerektiği açıktır.

Bu gelişmeleri doğru okuyabilmek için de başvuracağımız yegâne kaynak ise tarihtir. Bu nedenle, belleğimizi canlı tutmak zorundayız. 

Türkiye Cumhuriyeti devleti, ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık anlayışı üzerine kurulmuştur. Bu durumu, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, "Yurtta barış, dünyada barış" sözü ile bize miras bırakmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 24 Şubat, Trabzon'umuzun işgalden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümüdür. Bu vesile ile, bu toprakları bize vatan olarak bırakan aziz şehitlerimizin hatıraları önünde saygı ile eğilip rahmet ve minnetle anarken nüfusu 757.353 olan ve büyükşehir olmayı bekleyen Trabzon ilimiz gelişmişlik sıralamasında 38’inci sırada, işsizlik oranı sıralamasında yüzde 6,3 ile 28’inci sırada yer almaktadır. Son bir yılda 6.361 kişi göç vermiş, yoksul sayısına son bir yılda 61 bin kişi eklenmiştir.

Esnafın siftah etmeden dükkânını kapattığı, hayvancılığın can çekiştiği, fındığın hak ettiği değeri bulamadığı, tarım alanlarının daraldığı, 150 bin kişinin icralık olduğu, işsizlik oranının arttığı, sürekli göç veren güzel ilimiz Trabzon'umuzun işgalden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümünü tebrik eder, yüce Meclisi tekrar saygıyla selamlarım.

Teşekkürler. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Canalioğlu.

Gündem dışı üçüncü söz, 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü münasebetiyle söz isteyen Ağrı Milletvekili Sayın Halil Aksoy’a aittir.

Buyurun Sayın Aksoy. (BDP sıralarından alkışlar)

3.- Ağrı Milletvekili Halil Aksoy’un, 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

HALİL AKSOY (Ağrı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü nedeniyle söz aldım.

Bilindiği üzere UNESCO 1999 yılında aldığı bir kararla 21 Şubat gününü Uluslararası Ana Dil Günü olarak kabul etmiş ve bu tarihten itibaren her yıl çeşitli etkinliklerle ülkelerde kutlanmaktadır.

Ana dil insanların doğuştan itibaren ve doğal olarak sahip oldukları, insana kişilik kazandıran bir olgudur. Bu olgu insani, felsefi, ilahî, meşru ve hukukidir. Bilimsel yönden ise dil düşünceyi, düşünce de dili besler.

UNESCO verilerine göre dünya üzerinde çok sayıda dil yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Türkiye’de yok olma tehlikesinde olan ana dil sayısı ise 18’i bulmaktadır. Bunlardan birkaç tanesini saymak gerekirse, içerisinde Lazca, Çerkezce, Abhazca, Romanca, Rumcanın Pontus lehçesi de vardır. Bunların her birisi aynı zamanda yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.

Yüz yıla yakın bir süredir Türkiye’de devam eden asimilasyon politikaları nedeniyle Türkçe dışındaki diller  yasaklanarak yok edilmek istenmiştir. Bu, herkesin malumudur. Bu asimilasyonist politikalar AKP Hükûmeti döneminde de çeşitli versiyonlarla devam edegelmiştir.

Asimilasyon, Sayın Başbakanın da 2008 yılında Almanya’da ifade ettiği gibi, bir insanlık suçudur. Dilleri yok etmek, o dilleri konuşan halkları, insanları yok etmek demektir. Ancak aynı Başbakan ana dilde eğitim talebinde bulunanları “Bölücü” diye yaftalıyor ve “Ana dilde eğitim konusu bizim kırmızı çizgimizdir.” diyebiliyor.

Ana dillere kelepçe vurarak, yasaklayarak asimile etmeye çalışmak, onları hor görerek, hakaret ederek, küçümseyerek yok etmek mümkün değildir. Zira, kişilerin ana dilleri onların onurudur, şerefidir, varlık nedenidir. Halklar onuruna sahip çıkarak, her tür zulme, baskıya, yasaklamaya ve inkâra rağmen değerlerine sarılarak isyan etmeyi de bilmişlerdir. 

Değerli milletvekilleri, ana dilin kullanımının engellenmesi, toplumun bütün bireylerini değişik boyutlarda etkilese de, tartışmasız en fazla çevresiyle iletişimini ana diliyle gerçekleştiren çocukları etkilemektedir. Ana dili yasaklanan çocuğun başarısızlığa mahkûm olduğu bilinir. Ana dili yasaklamak, çocuğun yeteneklerini köreltmek anlamına da gelir, çocuğun insanca gelişimini de engeller çünkü üretmek için düşünmek, düşünmek içinse dil gerekir. Kendi dilinde konuşamayan, yazamayan, türküler söyleyip şiirler okuyamayan bir çocuk, yaşamı çalınmış bir çocuktur.

Dünyada çocuklarına bayram armağan eden tek ülke olarak övünürüz. Övünürken, milyonlarca çocuğun kendi ana dilinde eğitim görmesine karşı çıkan tek ülke de biziz yani Türkiye’dir.

Hükûmet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç, Türkçe dışındaki dillerde eğitimin yapılabileceğini ifade etmiştir bir konuşmasında, yine bir başka konuşmasında ise 40 milyon insanın konuştuğu Kürtçe için “çağ dışı” anlamına gelecek sözler sarf etmiştir. Bu sözlerinden dolayı bir halk, bir millet olarak duyduğumuz üzüntüyü belirtirken, Sayın Arınç’a şu hatırlatmada bulunmak istiyoruz: Kürtçe, Irak Federe Kürdistan bölgesinde yıllardır ilköğretimden üniversiteye kadar her kademede eğitim ve öğretim dili olmasının yanı sıra, kurumsal anlamda sosyal ve siyasi yaşamda resmî dil olarak da kullanılmaktadır. Hâlen burada üç üniversite Kürtçe eğitim vermektedir. Gerek eski ve gerekse yeni Irak Anayasası’nda Kürtçe, Arapça ile birlikte ikinci resmî dil olarak kabul edilmiştir.

Ayrıca, Avrupa’daki birçok üniversitede de Kürdoloji bölümleri vardır; yani Kürt dili ve edebiyatında gerek klasik gerekse modern tarzda yazılmış binlerce eserin de var olduğunu hatırlatmakta yarar vardır.

Değerli milletvekilleri, ana dil eğitimi bir haktır; hiçbir siyasete kurban edilemez, pazarlık konusu asla olamaz. Ana dilde eğitimin önündeki en büyük engel olan Anayasa’nın 40’ıncı maddesi artık anlamsızlaşmıştır. Yeni yapılacak anayasada da ana dilde eğitim hakkı düzenlenerek, güvence altına alınmalıdır.

Sözlerime son verirken benim de ana dilim olan Kürtçeyle, tüm halkların Dünya Ana Dil Günü’nü kutluyorum. “…”(x)

Genel Kurulu bir kez daha selamlamak istiyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aksoy.

Sayın Metiner, buyurun.

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in, 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü’ne ilişkin açıklaması

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben de 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü dolayısıyla diller konusundaki mülahazalarımı paylaşmak istiyorum: Kutsal Kitabımız der ki, Rûm Suresi ayet 22: “Dillerinizin ve renklerinizin farklı olması Allah’ın ayetlerindendir.” Kim ki, farklılıkları ortadan kaldırmak adına bazı dillere ayrıcalık tanıyıp, bazı dilleri yok varsayarsa, o dilin kendini özgürce geliştirmesi önünde engeller koyarsa, bu, insanlık adına da demokrasi bakımından da dinen de kabul edilebilir bir husus değildir.

Bu toprakların bütün ana dilleri bizim için saygıdeğerdir. Hiçbir ana dilin bir diğerinden üstünlüğü olamaz. Devletlerin resmî dili olabilir, devletin dili olmaz. Çünkü “devlet” dediğimiz siyasal aygıt farklı olan bütün yurttaşların yani ana dilleri farklı olan bütün yurttaşların devletidir.

2.- Antalya Milletvekili Mehmet Günal’ın, Antalya ilinin Çıralı bölgesinde çevreyi ve tabiatı koruyan bir yapılanma olması dileğine ilişkin açıklaması

BAŞKAN – Sayın Günal…

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan ayrıldı bu arada, siz “Ayrılmaz.” dediniz ama: Kendisine küçük bir şey iletecektim: Çıralı vakasına el koymasından dolayı teşekkür ediyoruz.

Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız burada, kendisi konunun takipçisi olacağını söyledi, ama burada Orman Bakanlığına bağlı birimlerin onayı var, ilgili işletme şefliğinin ret kararı var, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı kurulun ret kararı var ve yine Millî Parklar Genel Müdürlüğünün ret kararı var. En son onay veren kurulun içerisinde orman bölge müdür yardımcısı, il müdür yardımcısı komisyon başkanı. Yani kurulun yapısı değişince bir anda onay çıkmış, ona dikkati de çektik. İnşallah, Kültür ve Turizm Bakanımızın da destekleriyle orada oraya yakışır, çevreyi, tabiatı koruyan bir yapılanma olur ve rahatsız etmeden, yapılaşma aşırı olmadan yapılırsa biz de kendilerine teşekkür edeceğiz Çıralı halkı adına, Antalyalılar adına.

Çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Şandır…

                                         

(x) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Trabzon ilinin kurtuluş yıl dönümünü Milliyetçi Hareket Partisi camiası adına kutladığına ilişkin açıklaması

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Ben de şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve camiası adına Trabzonluların bu özel gününü kutluyorum. “Kurtuluş Günü” demek uygun değil, Trabzon halkına hakaret olur, Trabzon’da yaşayan insanlarımıza. Çünkü yurdumuzu işgal etme cüretini gösterenleri yurdumuzun her bölgesindeki insanımız, bağımsızlığına, egemenliğine, namusuna sahip çıkarak düşmanları yurdundan atmıştır. Bu bir zafer günüdür, zafer günü olarak kutlanmasını her defasında teklif ediyorum. Buradan da tüm Trabzonluların bu zafer gününü Milliyetçi Hareket Partisi camiası adına kutluyorum, tüm şehitlerimize de rahmetler diliyorum, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 20 milletvekilinin, ülkemizdeki kıyı illeri arasında deniz taşımacılığının geliştirilmesi ve dünya ülkeleri ile rekabet edilebilmesi için yapılması gerekenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/161)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

"Ülkemizdeki kıyı illeri arasında, deniz yolcu ve yük taşımacılığının geliştirilmesi ve dünya ülkeleri ile rekabet edilebilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi" amacıyla, aşağıda belirtilen gerekçelerle Anayasa'mızın 98'inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104'üncü ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

Gerekçe

Ülkemiz, dünya deniz taşımacılığının % 30'unun gerçekleştirildiği Akdeniz havzasında 3 tarafı denizlerle çevrili bir konumdadır. Karadeniz'den açık denizlere açılan İstanbul ve Çanakkale boğazları ülkemizin hâkimiyeti altındadır.

Türkiye'nin kara sınırlarının uzunluğu 2.875 km, adalar dâhil sahil uzunluğu 8.333 kilometredir. Sahile kıyısı olan illerimizin sayısı 28'dir ve bu illerde toplam nüfusumuzun % 54'üne karşılık gelen 39.253.282 kişi yaşamaktadır.

Bütün bu verilere bakıldığında ülkemizin denizcilik ülkesi olduğu düşünülse de, gerçekte ülke nüfusunun çok azı denizcilikle ilgilenmektedir. Diğer yandan, nüfusu ülkemiz nüfusundan daha az olan komşu ülkelerin dünya deniz taşımacılığından elde ettiği payın çok altında bir paya sahiptir. Günümüzde dünya ticaret hacminin % 90'ı deniz yoluyla yapılmaktadır. Bu durumda gemicilik sektörü dünya ticaretinin bel kemiğini oluşturmaktadır. Türk sahipli deniz ticaret filosu, 1.156 adet gemi ve 15,3 milyon DWT ile dünya deniz ticaret hacminden % 1 civarında bir pay almaktadır. Dünya denizcilik ticaretinden elde edeceğimiz ilave bir pay, denizciliğin iş hacmi parasal olarak çok yüksek değerlerle ifade edildiğinden, ülke ekonomisine önemli katkılar sağlayacaktır.

Denizcilik sektörünün gelişmesi, bu sektörün yedek parça ve tersane gibi yan dallarının gelişmesine tesir edecek, dolayısıyla istihdama katkı sağlayacaktır.

Deniz yolu ile yolcu ve yük taşımacılığı, yol yapım ve bakım masrafları olmaması sebebiyle diğer ulaşım vasıtalarına nazaran daha ucuzdur. Diğer bir avantajı da bir defada çok sayıda yolcu ve binlerce ton ağırlığındaki yük uzak mesafelere taşınabilmektedir.

Ülkemizde yolcu taşımacılığı İstanbul-Karadeniz, İstanbul-İzmir, İstanbul-Bursa (Mudanya), İstanbul-Yalova, İzmir-Akdeniz, İzmir-İtalya gibi belli başlı hatlar dışında pek ilgi görmemektedir.

Nüfusumuzun % 50'den fazlasının deniz kıyısında veya denize kıyısı olan şehirlerde yaşadığı düşünüldüğünde, potansiyel bir yolcu varlığı, ülkemizde deniz yolcu taşımacılığı sektörüne yapılacak yatırım için itici bir güç oluşturmaktadır. Taşımacılığın ucuz ve diğer aşıma vasıtalarına göre daha ucuz olacağından tercih edilme şansı da yüksek olacaktır.

Ülkemize bir yılda gelen turist sayısı 25 milyonun üzerindedir. Turistlerin büyük çoğunluğu tatillerini, Akdeniz ve Ege bölgesindeki turistik yörelerde geçirmektedir.

Güvenli ve yorucu olmayan bir yolculuk sebebiyle, ülkemize gelen turistler için de iller arasında deniz yolu ile seyahat bir tercih sebebi olabilecektir. Turizm açısından ise, tur programlarına dâhil edilen yeni bir pazarlama ürünü ortaya çıkacaktır.

Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarında Atatürk'ün "En güzel ve coğrafi vaziyette ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye, endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri denizci millet yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifade etmeyi bilmeliyiz. Denizciliği, Türk'ün büyük millî ülküsü olarak düşünmeli ve onu kısa zamanda başarmalıyız" sözünün çok uzağında olduğumuz da bir gerçektir.

Tüm bu sorunların sebepleri ve sonuçlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98'inci, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.

1) Mehmet Şandır                            (Mersin)

2) Ali Uzunırmak                            (Aydın)

3) Mehmet Erdoğan                         (Muğla)

4) Alim Işık                                     (Kütahya)

5) Ali Öz                                         (Mersin)

6) Seyfettin Yılmaz                          (Adana)

7) Yusuf Halaçoğlu                         (Kayseri)

8) Sümer Oral                                  (Manisa)

9) Zühal Topcu                                (Ankara)

10) Kemalettin Yılmaz                     (Afyonkarahisar)

11) Bülent Belen                              (Tekirdağ)

12) Ahmet Duran Bulut                   (Balıkesir)

13) Necati Özensoy                         (Bursa)

14) D. Ali Torlak                             (İstanbul)

15) Celal Adan                                                (İstanbul)

16) Oktay Öztürk                            (Erzurum)

17) Mesut Dedeoğlu                        (Kahramanmaraş)

18) Erkan Akçay                             (Manisa)

19) Emin Haluk Ayhan                   (Denizli)

20) Atila Kaya                                 (İstanbul)

21) Emin Çınar                                (Kastamonu)

2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 19 milletvekilinin, özel dershanelerin yarattığı fırsat eşitsizliğinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/162)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Özel dershanelerin yarattığı fırsat eşitsizliğinin araştırılması ve alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis araştırması komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.

Gerekçe:

Eğitim sistemimiz içinde var olan arz-talep dengesizliği ilköğretimden ortaöğretime ve ortaöğretimden yükseköğretime geçişte, seçme ve yerleştirme sınavlarını zorunlu kılmaktadır.

Eğitim sistemimizin bir sonucu olarak, merkezî yerleştirme sınavlarında daha başarılı sonuçlar alabilmek için veli ve öğrencilerin özel ders talebi, özel dershaneler, özel ders verenler ve hatta kaçak özel dershaneler tarafından karşılanmaktadır.

Bir üst eğitim kademesine geçiş için sınav bulunmayan birçok ülkede özel dershaneler ve benzeri kurumlar yokken, merkezî seçme ve yerleştirme sınavı yapan ülkelerde özel dershaneler daha yaygın olarak bulunmaktadır.

Son yıllarda üniversite sınavına 1 milyon 500 bin civarında aday başvurmuş, bunların ancak üçte biri (1/3)'ni oluşturan sayıda öğrenci bir eğitim kurumuna yerleştirilmektedir. Ortaöğretim kurumları seçme sınavına giren 1 milyona yakın adayın ise, ancak dörtte biri ortaöğretim kurumuna kayıt yaptırmaya hak kazanabilmektedir.

Rakamlar göstermektedir ki, yükseköğrenim görmek isteyenlerin ancak yüzde 35'ine, kaliteli okullarda öğrenim görmek isteyen ilköğretim öğrencilerin ise yüzde 25'ine bu imkân sağlanabilmektedir.

Ülkemizde sayılan 4.000'e yaklaşan özel dershanelerde 60 bini aşkın öğretmen ve 20 bin personel çalışmaktadır. Özel dershanelere bir milyondan fazla öğrenci devam etmektedir.

Özel dershanelere devam eden bir milyondan fazla öğrencinin ortalama 2.000-2.500 TL'lik ödeme yapması, yıllık 2-2,5 milyar TL'lik bir sektör oluşturmaktadır.

Dershaneler öğrencilerimizi sınavlara hazırlamanın yanında, eğitimin niteliğini yükseltmekte ve örgün eğitimi desteklemektedir. Hatta neredeyse temel eğitime alternatif kurumlar hâline gelmişlerdir.

Özel dershaneler, paralı eğitim yapmaları nedeniyle, eğitimde fırsat eşitsizliği yaratan kurumlar olarak değerlendirilmektedir. Dershaneye giden öğrencilerin, gitmeyen öğrencilere oranla çok daha başarılı olduğu kanaati ve olgusu, fırsat eşitsizliği iddiasını güçlendirmektedir. Okulda verilen eğitimle çocuğunun sınav kazanamayacağını düşünen velilerimiz, maddi imkânları yetersiz olsa bile, çocuklarını dershaneye göndermenin bir yolunu aramaktadırlar.

Dershanelerin yarattığı fırsat eşitsizliği, fakir aile çocuklarının iyi bir eğitimle iyi bir iş bulma ve sınıflar arası geçiş imkânını da azaltmaktadır. Cumhuriyetimizin büyük başarılarından biri olan eğitim yolu ile sınıflar arası hareketlilik, dershane sistemi ile azalmaktadır.

Özel dershanelerin, başarılı öğrencileri kanuni zorunluluk ve sosyal yardım amaçlı olarak ücretsiz ya da düşük ücretle kabul etmesi, fırsat eşitsizliğini bir miktar azaltmakla birlikte, ortadan kaldırmamaktadır. Yeterli eğitimi aldığı takdirde çok daha başarılı olabilecek çocuklarımız, ailelerinin yeterli kaynağa sahip olmaması nedeniyle heba olup gitmektedir.

Tüm bu gerekçelerle özel dershanelerin yarattığı fırsat eşitsizliğinin araştırılması ve alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis araştırması komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.

1) Mehmet Şandır                            (Mersin)

2) Ali Uzunırmak                            (Aydın)

3) Mehmet Erdoğan                         (Muğla)

4) Enver Erdem                               (Elâzığ)

5) Alim Işık                                     (Kütahya)

6) Seyfettin Yılmaz                          (Adana)

7) Ali Öz                                         (Mersin)

8) Zühal Topcu                                (Ankara)

9) Yusuf Halaçoğlu                         (Kayseri)

10) Mehmet Günal                          (Antalya)

11) Mustafa Kalaycı                        (Konya)

12) Kemalettin Yılmaz                     (Afyonkarahisar)

13) Oktay Öztürk                            (Erzurum)

14) D. Ali Torlak                             (İstanbul)

15) Mesut Dedeoğlu                        (Kahramanmaraş)

16) Celal Adan                                (İstanbul)

17) Erkan Akçay                             (Manisa)

18) Atila Kaya                                 (İstanbul)

19) Emin Çınar                                (Kastamonu)

20) Emin Haluk Ayhan                   (Denizli)

3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 20 milletvekilinin, küçükbaş hayvan yetiştiricilerinin sorunlarının ve bu sektörün bitmemesi için gerekenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/163)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Anayasamızın 98. İçtüzüğümüzün 104. ve 105. maddeleri gereğince, ülkemizde artık bitme noktasına doğru hızlı bir şekilde ilerleyen küçükbaş hayvan yetiştiricilerinin içinde bulunduğu zor ve kötü ekonomik şartlar göz önünde bulundurularak küçükbaş hayvan yetiştiricilerinin sorunlarının ele alınması, bu sektörün bitmemesi için gereken önlemlerin ve çözüm önerilerinin belirlenmesi amacıyla bir araştırma komisyonu kurularak konunun tüm boyutlarıyla araştırılmasını saygılarımızla arz ederiz.

Gerekçe

Tarımın ve özellikle hayvancılığın ülkelerin ekonomisinde ve diğer ülkeler nezdindeki prestiji açısından ne kadar önemli olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Tarım ve hayvancılık alanında kendi kendine yeten ülkelerin dışa bağımlı olmaktan kurtulmaları, bağımsız bir ülke olmanın vazgeçilmezidir.

Özellikle kırsal bölgelerde yaşayan vatandaşlarımızın geçim kaynağı olmaktayken artık bugünlerde ortadan kalkmaya başlayan küçükbaş hayvan yetiştiriciliği konusunun çok yönlü olarak mercek altına yatırılması gerekmektedir.

Bir zamanlar ülkemizde tarım ve hayvancılıkla uğraşan nüfusun yüzde 70’ler seviyesinde olduğu göz önüne alınırsa bugün hayvancılık ve tarım bitme aşamasına gelmiştir.

İleri seviyedeki ülkeler hayvancılık ve tarıma hak etiği değeri vermektedirler. Tarım ve hayvancılığı gerektiği gibi kullanmak zorundayız. Tarım ve hayvancılığı ihmal ederseniz, maalesef bugün olduğu gibi dışarıya bağımlı hâle gelmeye başlarsınız.

Günümüzde ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin belirlenmesinde kullanılan önemli kriterlerden birisi de kişi başına tüketilen hayvansal ürünler miktarıdır. İnsanoğlu her kg ağırlığı için günlük 1 gr protein tüketmelidir. Bunun da en az 1/3’ü hayvansal kökenli proteinlerden karşılanmalıdır. Gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen protein miktarı 102 gr ve bunun 70 gr’ı hayvansal kaynaklı proteinlerdir. Ülkemizde ise kişi başına 84 gr protein düşmesine karşın bunun yalnızca 17 gramı hayvansal kaynaklı proteinlerdir.

Son yıllarda hemen hemen tüm bölgelerimizde küçükbaş hayvan varlığımız bir yandan azalmaya devam ederken, diğer yandan da türlerin oransal dağılımında koyunculuğun payı giderek azalmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında koyun varlığı, hayvan varlığımızın yaklaşık %53'ünü oluştururken, son yıllarda bu oran %80'lere çıkmış, daha sonra tekrar %50'lere düşmüştür.

Koyunlardan elde edilen etin toplam et üretimindeki payının 1985 yılında %33,90'a çıktığı görülmektedir. Ancak daha sonraki 10 yılda bu oran yaklaşık yarı yarıya azalarak %16,46'ya gerilemiştir. Süt üretiminde de benzer azalmalar olmuştur. Yapağı üretiminde 1985 yılında hayvan kesimlerinin en üst düzeye çıkarılmasıyla bir azalma, daha sonra artış gözlenmektedir. Bu rakamlardan açıkça görülmektedir ki, toplam et ve süt üretimi içerisinde koyunculuğun payı giderek azalmaktadır. Bu azalma 1985-1995 yılları arasında daha da belirginleşmiştir.

İçinde bulunduğumuz dönemde ise yirmi yıl öncesine göre koyun, keçi sayısı %50'nin altına düşmüştür.

Koyun varlığımızın sayıca azalmasına karşın yıllarla birlikte ülke nüfusunun arttığını göz önüne aldığımızda, koyun ve keçi yetiştiriciliğinin mutlaka geliştirilmesi gerektiği anlaşılır.

Ülkemizde koyunculuğumuza ait bugünkü genel yapıda; hem devletimize, hem bu işin bilimi ile uğraşan kişi ve kuruluşlara ve hem de yetiştiricilerimize önemli görevler düşmektedir.

Özellikle keçi yetiştiriciliğinin birçok yerde yasaklanması, daha önceleri keçi yetiştiriciliği ile dünyada meşhur olmuş bazı keçi cinslerinin ortadan kalkmasına sebep olacak hâle gelmiştir.

Yeni nesil Ankara keçisini, sadece parklarda heykellerini görerek tanımaktadır.

Küçükbaş hayvancılığın; kırsaldan şehirlere göç gibi, mevcut meraların kullanım yanlışlıkları gibi, kış mevsiminde yem fiyatlarının pahalılığı gibi, hatta yeterince ehil çoban bulamama gibi, hükûmetin yerli üreticilere gereken desteği vermeyip et ithalatına yönelmesi gibi sorunların bir an önce incelenmesi, alınacak tedbirlerin ve çözüm önerilerinin, yüce Meclisimizce tespiti amacı ile Meclis araştırması açılması yerinde olacaktır.

1) Mehmet Şandır                            (Mersin)

2) Kemalettin Yılmaz                       (Afyonkarahisar)

3) Ali Uzunırmak                            (Aydın)

4) Mehmet Erdoğan                         (Muğla)

5) Seyfettin Yılmaz                          (Adana)

6) Ali Öz                                         (Mersin)

7) Alim Işık                                     (Kütahya)

8) Zühal Topcu                                (Ankara)

9) Yusuf Halaçoğlu                         (Kayseri)

10) Ahmet Duran Bulut                   (Balıkesir)

11) Bülent Belen                              (Tekirdağ)

12) Sümer Oral                                (Manisa)

13) Necati Özensoy                         (Bursa)

14) Oktay Öztürk                            (Erzurum)

15) Mesut Dedeoğlu                        (Kahramanmaraş)

16) Atila Kaya                                 (İstanbul)

17) Emin Haluk Ayhan                   (Denizli)

18) Emin Çınar                                (Kastamonu)

19) Erkan Akçay                             (Manisa)

20) Celal Adan                                (İstanbul)

21) D. Ali Torlak                             (İstanbul)

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Sayın Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Sayın Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

 GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, İslam Konferansı Örgütü Şartının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

2.- İslam Konferansı Örgütü Şartının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/443) (S. Sayısı: 85)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/414) (S. Sayısı: 76)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

4’üncü sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Sağlık ve Tıp Endüstrisi Alanlarında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Sağlık ve Tıp Endüstrisi Alanlarında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/456) (S. Sayısı: 161)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

5’inci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında UNDP-İstanbul Uluslararası Kalkınmada Özel Sektör Merkezinin (IICPSD) Kuruluşu ile İlgili Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında UNDP-İstanbul Uluslararası Kalkınmada Özel Sektör Merkezinin (IICPSD) Kuruluşu ile İlgili Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/511) (S. Sayısı: 119)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

6’ncı sırada yer alan, Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

6.- Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128) (x)

BAŞKAN – Hükûmet? Burada.

Komisyon? Burada.

Komisyon raporu 128 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Sırrı Süreyya Önder, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Zuhal Topcu, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Nur Serter; şahısları adına İzmir Milletvekili Sayın Mustafa Moroğlu, İstanbul Milletvekili Sayın İsmet Uçma.

İlk söz, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Sırrı Süreyya Önder’e aittir.

Buyurun Sayın Önder, süreniz yirmi dakika. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli üyeler; yasanın bu hâli önemli bir güncelleme içermektedir. Komisyonda muhalefet partilerinin verdiği değişiklik önergeleri de, itirazlar da kısmen dikkate alınmıştır. Bu anlamda çağın gereklerine dönük bir derleme amacı taşıyan bu yasayı genelde olumlu bulduğumuzu belirterek başlamak istiyorum.

Kültür, doğada var olanın üzerine bizim eklediğimiz şeylerin tümüne deniyor, malum, bunların tümünün toplamıdır. Bu anlamda geldiğimiz noktada bu vesileyle ne durumdayız ona dair bir şeyler söylemek istiyorum. “Bizim eklediğimiz şeylerin tümüdür.” dedik. Bu anlamda, aslına bakılırsa, bir koruyuculuk ve kollayıcılığa ihtiyaç yoktur. Sadece alanın gerekliliklerini düzenleme ile sınırlı olmalıdır devletin bu konudaki katkısı fakat bizde bu iş böyle görülmüyor ve bu söyleyeceklerim de sadece mevcut Hükûmetle sınırlı değil, cumhuriyetin kuruluşundan beri bizde kültür genellikle bir angarya olarak görülür, Sayın Bakan kusura bakmasın.

Bir angarya olarak görülür çünkü bir oksimoron durum var, “Kültür ve Turizm Bakanlığı” deniliyor, birbirinden oldukça uzak iki alan bir bakanlığa emanet ediliyor. Bunun ne kadar vahim olduğunu anlamak için şöyle düşünebiliriz: “Kültür ve İçişleri Bakanlığı” dediğinizde ne kadar alakasız duruyorsa “Kültür ve Turizm” denildiğinde de o kadar alakasız duruyor. Her biri kendi içinde son derece önemli iki alandır ve başta kültür, bir başka alanla birlikte bir bakanlığa emanet edilmeyecek kadar önemli bir alandır. Ona rağmen…

Bu vesileyle bir sinema yasası çıkarma ihtiyacı vardır. Hâlen ülkemizde bu bir yasal düzenlemeye kavuşmamıştır. Hâlen hem yasal mevzuatta hem toplum algısında ücret ve telif ayrımı birbirine karıştırılmaktadır. Sanatçılar, bu anlamda telif ile iş yapan insanlar büyük sıkıntılar içerisindedir. Yiğidi öldürmeden önce hakkını verelim. Sayın Kültür Bakanımız bu meseleye duyarlılık göstermektedir. Bütün diğer siyasal partilerden ve temsilcilerinden de bunu bekliyoruz, bir müşterek çalışmayla bu ülkeye bir sinema yasası kazandıralım ve telif ile ücret arasındaki ayrımı yasal güvencelere kavuşturalım. Daha önce bir denemesi olmuş fakat “1995 yılından önceye geçerli değildir.” gibi bu Meclis garabet bir şeye imza atmış. Niye 1995 yılından öncesine geçerli değil? O zaman televizyonlara en  büyük üretimi yapan firma bu filmlerin kullanım hakkını neredeyse kiloyla alarak elinde bulunduruyordu ve sanatçılara, senaristlerine, müzik yapımcılarına, yönetmenlerine, yapımcılarına tek kuruş ödemeden televizyonlarda döndürüyorlardı, buna halel gelmesin diye. Bu konuda Sayın  Bakanın da iyi niyeti ve verdiği sözler var, diğer siyasal partiler olarak da bu konuda bir görüş birliği sağlarsak ülkemiz bir sinema yasasına kavuşur. Ben de gelecek dönem meslektaşlarımın yanına gittiğimde söyleyecek sözüm, bakacak yüzüm olur.

                                         

(x) 128 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Diziler, filmler, televizyonlar demişken bir başka meseleye de dikkat çekmek istiyorum: Sayın CHP Milletvekili Nur Serter’le bizim televizyonlarda ve yazdığım yazılarda birçok kez yoğun, ağır tartışmalarımız olmuştur. Muhtemelen dünya görüşlerimizi bir alt alta yazsak, buluşacağımız kesişen bir koordinat bulmamız mümkün değildir ama ona büyük bir ahlaksızlık yapılmıştır. Bu ahlaksızlığı buradan teşhir etmeyi ve kınamayı da bir boyun borcu olarak görüyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Çünkü demokrat olmak iddiasında olan insanların tutarlı olmak gibi bir kaygılarının olması gerekiyor. Aynı tutarlılığı Sayın Nur Serter’e de bu vesileyle diliyorum. 

Şimdi, bir televizyon dizisinde bir karaktere bir kadın milletvekilinin adını vermek, seks işçiliğiyle geçinen bir karaktere bir muhalif milletvekilinin adını vermek hani “zevzekliktir” desem durumu karşılamayacak, hafif kalacak ama bu cüreti nereden buluyorlar? Şu: Bir, yetersizlik. Yani siz böyle bir ucuzluğa tevessül ettiğinizde sanatsal bir altyapıya sahip değilsiniz demektir. Nur Serter’in sahip olduğu ideolojik zihniyet ve onun kodları bir sanat eserinde kıyasıya eleştirilebilir, hatta mahkûm edebilirsiniz bunu ama direkt o karaktere onun adını vermek sizin zihinsel kodlarınızı ele verir, bir; bu konuda ne kadar zavallı ve sefil olduğunuzu gösterir, iki.

Peki, niye böyle yapıyorlar? Bu Hükûmetin zamanında, bu Hükûmetin bakıyoruz on senelik icraatına, bir tane kültür insanı yetiştirebilmiş mi, onunla anıyorlar mı kendilerini? Bir tane sanatçı var mı, bu sanatçıya biz el verdik, bu sanatçı bizim zamanımızda ve bizim dünya görüşümüzle haşır neşir oluyor. İşte böyle de evrensel ya da –vazgeçtim- Türkiye ölçeğinde böyle bir şey…

Ben, bakıyorum, sayın vekiller, iki tane üretiminiz var. Biri bal firmaları. Bugün televizyonlarda nereyi açsanız bal firmalarından geçilmiyor. Diğeri de inşaat firmaları. Hangi gazeteyi açsanız yani göze gözüken en fazla üretim bu. Balı getiriyorlar Çin’den 7 liraya, 25 liraya… Üstelik, gelen balın niteliği de bir hayli su götürür! Bizim ülkemizde doğal yollarla elde edilen ve 100 lira civarında bir paraya satılan balı, kilosunu 25 liradan piyasaya sürüyorlar ve bütün televizyonlar bunların işgali altında. 7 lira kabaca maliyeti olan bir şeyden, düşünüyoruz, aradaki 18 lira bu kadar yoğun reklamın da bir açıklaması aslında. Onun dışında bir de inşaat firmaları var. Ortalık rantlardan geçilmiyor. İsimlerini söyleyip reklam yapmak istiyorum.

Peki, bu kifayetsiz adamlar şunun farkında değiller, bu iktidarın yarattığı zenginler: Siz daha henüz zengin değilsiniz, bu televizyonun sahibi de böyle. Sahip olduğu yayın grubu için de bunu söylüyorum. Devre mülk tapusu var sizin bu iktidarla kayyum. Bu ülke böyle çok zengin gördü ama hiçbirinin tapusu olmadı, hep devre mülk kullanım hakkına sahip oldular, geldikleri hükûmetle gittiler. Yarın siz de gideceksiniz, akıbet, yaptığınız ayıplar bir utanç lekesi olarak sizin alnınızda asılı kalacak. “Kültür” dedik, “televizyon” dedik biraz daha devam edelim o alandan. Bir halk -sadece Nur Serter değil bunun mağduru- televizyon dizileri eliyle sürekli aşağılanıyor. Ortalığı töre canlar kapladı. Bunlar, sürekli, bakacaksınız aksanı Kürt olan, Kürtçe olan bütün karakterler dünyada en namussuz, en alçak, en arsız, en uğursuz işleri yapıyorlar. “Töre” dedin mi vuran adam Kürtçe konuşuyor, Kürt aksanıyla konuşuyor, “hırsız” dediğinde Kürt aksanıyla konuşuyor, “uğursuz” dediğinde Kürt aksanıyla konuşuyor. Bir halkı bu kadar aşağılamaya hiç hakkınız yok. Mesela Sayın Serter’in de bu konuda büyük yüksek bir duyarlılık göstermesini beklerim bu vesileyle.

Daha düne kadar nasıl başörtülü insanlar karikatür tiplemeler olarak gösteriliyordu ve biz buna ya da kendi adıma söyleyeyim ben buna o zaman da isyan ve intizar ediyordum, bugün aynı şekil Kürtler başta olmak üzere, kadınlar başta olmak üzere bilcümle ötekileştirme, aşağılama tahfif etme kol gezmekte. Eş cinseller de yine aynı şekilde bununla bir karton tipleme yapılmış bu milletin algısında sadece ya aşağılamak ya eğlenmek için gösteriyorsunuz. Diğer etnisiteler de böyle. Baktığınız zaman Ermeni hain, Yahudi tefeci, Çerkez hain ve böyle uzar gider yani bunlara biz bu tür nefret suçlarına varan şeyler için bir düzenleme getirmiştik, Sayın Ertuğrul Kürkçü konuşmuştu bu tür nefret suçlarına dair. İktidar ve muhalefet el birliğiyle reddettiniz, hiçbir ajitasyon yapmadan o yasa taslağını tekrar bir okumanızı ve neye hayır dediğinizi bu vesileyle tekrar görmenizi diliyorum.

“Kültür” deyince sayın arkadaşlarım, dil bundan ayrı bir şey değildir. Malumunuz, dün UNESCO’nun “Dünya Ana Dil Günü”ydü ve dünyada tükenmekte olan, kırılgan olan, tükenmiş olan dillerin bir şekilde ihyasıyla, var olanın da korunmasıyla uğraşmak için Birleşmiş Milletlere bağlı bu teşkilat böyle bir karar almış ve 52’den beri de uyguluyor. Bunun bir de bizim ülkemizde bir millî komisyonu var: UNESCO Millî Komisyonu. Bunların bir de İnternet siteleri var, faaliyetlerini oradan duyuruyorlar. Akademisyenler, bakanlık mensupları -Dışişleri mensubu olduğunu biliyorum, Millî Eğitimden sanırım bir personel var- sivil toplum olarak bir tek ÇEKÜL Vakfından birisi var yönetiminde. Bu Millî Komisyonun sitesine giriyoruz, Dünya Ana Dil Günü’yle ilgili ne var? Şu var -ben konuşmayı yapmadan önce baktım- “13 Şubat Dünya Radyo Günü” anonsu var şeylerinde, UNESCO’nun saptadığı dillerde. Niye? Zülfüyâre dokunur çünkü! “Ana dil” dediniz mi, maazallah, bu ülkede hâlen daha, gelip geldiğimiz noktada, bir halkın ana dilinin medeni mi barbar mı olduğu tartışılıyor, ne kadar üzücü. Bu, çekip onu alnından vurmaktan daha ağır bir şeydir. Birazcık empati yeter. Biri gelse, buradaki Türk milletvekillerine “Ya, sizin diliniz medeni mi, barbar mı?” ya da “Medeni bile değil.” deseler ne hissedecekseniz, Kürtler de kendi dillerinin barbarlık kat sayısının ya da medeniyet kat sayısının incelenmesinde, soruşturulmasından bu kadar rahatsızlık hissediyorlar, bunu bilesiniz.

Ana Dil Günü dolayısıyla, bu ülkede başta Kürtçe olmak üzere Çerkezce, Zazaca, Gürcüce ve kırılgan olan, tükenmeye yüz tutan -bunun ölçüsü de yüz yıl sonra bir çocuk bu dili konuşacak mı gibi bir noktadan yola çıkar- bu anlamdaki bütün dillere ve bu dilleri konuşan insanlara buradan saygılarımı ve tebriklerimi iletiyorum.

Dedik, kültür… Hükûmetin kültür meselesindeki bakışı sorunlu, bu konuda Sayın Kültür Bakanından başka elimizde dokunur hiçbir şey yok, gerçekten yok ve bu acı bir şey, bunu polemik olsun diye söylemiyorum.

Nemrut Dağı meselesi var. Sayın Aslanoğlu burada değil değil mi? Malatyalılara biraz dokunalım, Aslanoğlu buradaysa daha ölçülü konuşayım!

Şimdi, Malatya Nemrut Dağı’na talip oldu. Bu aşağı yukarı epey bir zamandır yürütülmekte olan bir kampanya. Ben bu tür tarihî ve kültür mirası sayılan ki 87’de dünya mirası listesine alınmıştır -bizim ülkemizdeki millî komisyonu saymazsak- UNESCO tarafından, bunun insanlığın ortak malı olduğunu düşünürüm fakat Malatya buna gözünü dikmiş, sanki böyle baktığınız zaman çok büyük bir kültürel bilince sahip, böyle bir bilinç ve şuur oluşmuş bir kent gibi bu Nemrut’un peşini bırakmıyor.

Arkadaşlar, çok değil, bundan dört-beş ay önce… İki tane Malatya’yla ilgili olay söyleyeceğim, burada AK PARTİ Adıyamanlı vekilleri, başta Grup Başkan Vekili olmak üzere kınıyorum, Salih Fırat olmasa, CHP Milletvekili olmasa bu meseleyi burada kimse dile getirmiyor.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Nemrut üzerine siyaset yapmıyoruz, Adıyaman’ındır.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Adıyaman’ınsa çıkıp söyleyeceksiniz buradan. Adıyaman’ınsa söyleyeceksiniz.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Adıyaman’ındır, Adıyaman’ın.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Bak, elinizden alırlar, memlekete gidecek yüzünüz kalmaz!

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Tapusu Adıyaman’ın.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – İnsanlığın ortak mirasıdır. Peki, Malatya ne yapıyor? Bundan önce geç tarihteki bir örneği söyleyeyim. Dört-beş ay önce bir şarkı grubu, yabancı… Böyle sokak çalgıcıları vardır arkadaşlar, bunlar dünyayı gezerler.

Veli Ağbaba da buradaymış, onu unuttum!

Şimdi, bakın “Malatya zabıtası sokak çalgı grubu” diye YouTube’tan arayın ortaya çıkan ibretlik manzarayı seyredin. Bu sokak çalgıcıları sokakta müzik yapıp ondan sonra halkın himmetiyle yollarına devam edip dünyayı geziyorlar. Daha bunlar çalgılarını çıkarır çıkarmaz zabıta tepelerine biniyor. İngilizce bilmedikleri için zabıta aynen şöyle yapıyor arkadaşlar: Eliyle çalgı işareti yapıyor, sonra böyle yapıyor. Malatya’daki yaklaşım bununla sınırlı. İngilizce bilmemesi ayıp değil ama İngilizce bilen bir arkadaşı yanınıza alır gidersiniz. Ardından, halka, zabıta bunları niye kovduklarını anlatıyor. Diyor ki: “Ya, kalabalık toplanır, maazallah.” Bu benim uydurmam da değil, iftiram da değil, YouTube'da, Facebook'ta açarsanız bunu, böyle, olduğu gibi görürsünüz. Adamların çalgılarını apar topar “Maazallah, ya kalabalık toplanırsa.” diye derdest ettiler gönderdiler. Aynı Malatya Belediyesi, AK PARTİ’li. Hadi diyelim ki zabıtaya bir savunma bulursunuz. “Ya, ne yapalım işte, yeterli bilince sahip değil.” diye. Ermeni mezarlığında Ermeni halkının kendi parasıyla yaptırdığı son dua mekânını tuttu Malatya Belediyesi yıktırdı.

Şimdi...

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Başbakan da yaptırdı.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Başbakan...

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Daha iyisini yaptırdı.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Bu yazboz mu kardeşim? Önemli olan bir zihniyetin teşhiri. Önemli olan...

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Daha iyisini yaptırdı.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Daha iyisini yapmak. İşte, bak, bu, “Biz yaparız.” anlayışı bu ülkedeki bütün sorunların neşet ettiği ana gözdür. Onun yolu, ortak etmektir arkadaşlar. Çağırırsın Ermeni’yi ortak edersin bu işe. “Ben yaparım.” lafı çok kibirli bir laftır.

VELİ AĞBABA (Malatya) – “Yaparım.” demiyor.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – “Daha iyisini yaparım.” lafı çok daha kibirli bir laftır. Buyurun, siz kendiniz için neyi münasip görüyorsanız onu yapın. Birinin size cami yaptırmasını ister misiniz? “Ben bunu yıkayım, ben size daha iyisini yapacağım.” dese, Ahmet Aydın, Allah’ını seversen doğru söyle “Adıyaman’da Ulu Cami’yi yıkacağım, yerine size daha iyi bir cami yapacağım.” dese bir İngiliz nasıl tepki verirsiniz?

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Devletin inancı yoktur, devleti inançlarla ayırma.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Mahir Bey, sen araya girme biz Ahmet’le konuşuyoruz.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Bana sataşma.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Devletin inancı yoksa ona göre davranmak lazım ama şu an devletin inancı var.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Şimdi, bu Malatya kalkmış diyor ki: “Nemrut’u bize zimmetleyin.” Olmaz. Siz önce arkadaşlar, bakın, bu anlayışınızı bir içselleştirin yani bu anlayışı terk edin; daha, başkalarının medeniyetini tartışacağınıza medeni ölçüleri siz içselleştirin, ondan sonra size Nemrut’u kumuyla, taşıyla, harcıyla veririz, alın hayrını görün ama bu anlayışla zor. Siz onu alır evlerin temeline ya da değirmen taşı olarak o heykelleri kullanır bu anlayış, ben bunun filmini yaptım.

Şimdi, sevgili arkadaşlar, bu kültür ve sanat meselesinde bir kanayan yara daha var. Sayın Kültür Bakanı da buradayken bu vesileyle sorayım. Bu ülkede birçok halkın türküleri, ninnileri, öyküleri talan edildi. Kürtlerin binlerce türküsünü siz Kürtlere ait olduğunu bilmeden dinliyorsunuz.  Cane, cane, cane” dediğinde siz bunu Türkçe bir türkü zannediyorsunuz.

İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Ne fark eder?

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Çok şey fark eder. İşte, bu anlayışla işimiz zor “Ne fark eder?”

İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Müziğin evrenselliği var.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Öyle değil, diliyle evresel. Evrensel dediğin öyle…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – …sen alıp dilini talan edeceksin, yağmalayacaksın değildir. Kültür Bakanından ricam…

Sayın Başkan, bir dakika vaktim var mı?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Canın sağ olsun.

Kültür Bakanından ricamız bu halkların tükenmeye yüz tutan türkülerini, sanat eserlerini, dillerini -bir tek Ahmedi Hani’den ibaret değil- yapılanın da hakkını verelim, bunların da bir derleme için… Komşu, akraba ülkeler, kardeş ülkeler topluluğu kuruyorsunuz, bu toprakların öz evlatlarının türküsüne, ninnisine hiçbir emek vermiyorsunuz, yazıktır, günahtır, ayıptır.

Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Veriyoruz, veriyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Önder.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, 3 defa ismimi zikretmek suretiyle özellikle Nemrut konusunda…

BAŞKAN – Buyurun iki dakika çünkü epeyce sürecek gibi görünüyor.

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Çok teşekkür ediyorum, çok sağ olun Sayın Başkanım.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, sataşma ile paslaşmayı ayırmak lazım.

BAŞKAN – Şimdi, devam edecek bu da, bilgilendirecek, bilgilendirecek.

AHMET AYDIN (Devamla) – Sayın Şandır, bir açıklama yapayım bir dakika.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bundan Hatay’a pay çıkar, Hatay’a laf at, ben de konuşayım.

AHMET AYDIN (Devamla) – Yok. Hatay’a gelmeyeceğim ben, Adıyaman’la sınırlı tutacağım.

Değerli arkadaşlar, tabii, öncelikle şunu ifade edeyim: Bugün Dünya Ana Dili Günü. Ana dillerin yaşaması ve yaşatılması konusunda AK PARTİ’nin sadece söyledikleri değil eylemleri de ortada. Öncelikle, tabii bu dilin öğrenilmesi, konuşulması, bu dille ilgili yayın yapılması ve hem TRT nezdinde televizyon kanalı olarak hem de özellikle Kültür Bakanlığımız ilk kez yine bu dönemde Mem ü Zin’i Kürtçeye çevirdi. Aynı zamanda, şimdi üniversitelerde artık Kürt dili ve edebiyatı bölümleri açıldı. Bunlar çok güzel gelişmeler.

Bu dilin yaşaması, bu dilin yaşatılması bizlerin arzusudur. Bu dil bizim de dilimizdir, benim de aynı şekilde dilimdir ve bu dilin sonuna kadar da yaşaması, yaşatılması, bu kültürün yaşatılması için AK PARTİ İktidarı olarak ne gerekirse yapmaya devam edeceğiz.

Tabii, Nemrut’la alakalı olarak Çok Değerli Hemşehrim bazı ifadeler kullandı.

Değerli arkadaşlar, öncelikle şunu ifade edeyim: Nemrut, dünyanın en yüksek açık hava müzesidir, 2.206 metre yüksekliğinde bir açık hava müzesi. Güneşin en güzel doğup battığı yerdir. Çok ciddi bir medeniyete ev sahipliği olan bir mekândır. Nemrut, aynı zamanda Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan bir yer ve Adıyaman’ın da on beş turizm kentinden biri olduğunu ifade etmek istiyorum.

Bütün bunlarla birlikte, Nemrut’un tapusunun da Adıyaman’da olduğunu çok açık söylemek istiyorum. Bunun üzerinde siyaset yapmak yerine, Nemrut’tan, Türkiye turizmi, Adıyaman olarak bizler ne kadar istifade edebiliyoruz, hep bununla ilgili çalışma yapmamız gerektiğini ifade ettik.

Sayın Bakanımızın da ben biliyorum ki, masasının üzerinde sürekli Nemrut’la ilgili bir dosya var. Nemrut’un hem korunması, hem gelecek nesillere aktarılması hem de turizm adına altyapısının geliştirilmesi noktasında bize bugüne kadar da çok ciddi destek verdiler. Ben kendilerine de Hükûmetimize de çok teşekkür ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET AYDIN (Devamla) - Nemrut’la ilgili siyasi polemikleri de bir tarafa bırakalım diyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, bir şeyi düzeltmek istiyorum.

BAŞKAN – Bir dakika. Sırayla… Sırayla gidiyoruz.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Yok, yok. Sadece yerimden bir şeyi açıklamak istiyorum.

BAŞKAN – Yerinizden mi?

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Yerimden.

BAŞKAN - Buyurun.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) - Hemşehrimin bir yanlışla tutanaklara geçmesini istemiyorum. Dünya Ana Dili Günü dündü, bugün değildir. Onun kayıtlara geçmesini istiyorum.

BAŞKAN – “Nemrut Adıyaman’ındır, Adıyaman’da kalacak.” dedi yalnız.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan,

BAŞKAN - Sayın Ağbaba buyurun.

VELİ AĞBABA (Malatya) - Bir bilgi vereceğim sadece. Bilgi vermek için söz istedim.

BAŞKAN – Hayır, canım, ben size veriyorum, şimdi Malatya’yı koruyacaksınız tabii ki. Sonra, şehre sokmazlar adamı.

Size iki dakika süre; buyurun. 

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

4.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Nemrut’un dünya mirası olduğuna ve yıkılan Ermeni Mezarlığı’na ilişkin açıklaması

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.

Tabii, ben önce Nemrut’la ilgili bir iki şey söylemek istiyorum, daha sonra da Ermeni Mezarlığı ile ilgili söylemek istiyorum.

Nemrut, değerli arkadaşlar; dünya, insanlığın ortak mirasıdır, ortak malıdır. Buna böyle bakmak lazım.

Bir şeyi açık söylemek istiyorum, çok içten söylemek istiyorum: Adıyaman, hem benim şahsen hem de Malatyalıların kardeş kent gördüğü ve Malatya da binlerce Adıyamanlının yaşadığı bir kent. O anlamda, Adıyamanlılarla ilgili bir sorunumuz olmadığını ve böyle çok kalpten sevdiğimizi belirtmek istiyorum. Adıyamanlılar bizim kardeşimizdir, dostlarımızdır.

Ancak bir şeyi belirtmek istiyorum: Tabii, Nemrut’a yapılacak her yatırımın hem Malatya’ya hem Adıyaman’a yapılacak her yatırımın da Nemrut’u büyüteceğine inanıyorum. Malatya’da bu otelle ilgili Sayın Önder söylüyor ve haklı olarak da Adıyaman’a sahip çıkıyor. Çünkü Adıyaman, bölgemizin en geri kalmış ve sadece Nemrut’la geçimini sağlamaya çalışan bir kentimiz. Ama Malatya’ya yapılacak yatırım da Adıyaman’ı büyütür. Bizim Pütürge bölgemize yapılacak yatırımın da Adıyaman’ı büyüteceğine inanıyorum ben. Orada yapılacak her otel Adıyaman’a katkı verecektir; Nemrut’a katkı verecektir. Bu anlamda Sayın Bakanımızın da böyle düşüneceğine inanıyorum ben ve bu Adıyaman ile Malatya arasında Nemrut konusunda bir çekişme olmamasını diliyorum. Bu, dünya mirası, dünyanın ortak malıdır; bunu belirtmek istiyorum.

Ayrıca, geçtiğimiz günlerde maalesef Malatya, bir Zirve Yayınevi cinayetini üzerinden atmadan Ermeni Mezarlığı’nın yıkılmasıyla karşı karşıya geldi. Bizim orada söylediğimiz şey şuydu: Ben burada bir Malatya’ya mal edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Hakikaten de bunun da Belediyenin değil, orada bir yanlışlıkla yıkıldığına inanıyorum ben, Belediye Başkanının da açıklaması odur. Ama belediyenin temel görevi, mezarlıkları yıkmak değildir. Belediyelerin temel görevi, hangi dinden, hangi inançtan olursa olsun o mezarlıkları yapmaktır. Bu Ermeni’ydi, Müslüman’dı diye hiç ayırt etmeden yapmaktır. Yani insanların kendi parasıyla yaptığı, yapılan yerin yıkılmasını da buradan tekrar kınıyorum, açıklamalarımda da söyledim. Ama belediyelerin, tekrar söylüyorum, görevi… “Yaparız” demiyor Belediye, Başbakan da “yaparız” demiyor, Sayın Başbakan yapımı konusunda yardım istiyor… Belediyenin temeli görevi, o Ermeni Mezarlığı’nı yeniden yapması lazım. (CHP sıralarından alkışlar)

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, yerimden bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Şimdi, şöylece yapın; sizin sesiniz gür, duyuluyor.

SALİH FIRAT (Adıyaman) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Bir saniye… Yalnız, bakın biz bu işin sonunu alamayız. Bir Adıyaman bir de sizin partinizden Malatya’ya verdik. Sizin zaten soru şeyiniz de var Sayın Fırat, uzatırsak bakın bu işi şey yaparız yani rica ediyorum sizden…

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Önder, mikrofonu açamayacağım, söyleyin tutanaklara geçsin.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Ağbaba, sosyal demokrat bir jargonda olmaması gereken bir kavram kullandı, Adıyaman için “geri kalmış” dedi. Adıyaman geri kalmış değildir, geri kalmışlık sosyal demokrat ve sosyalist literatürde yoktur, “geri bıraktırılmış”tır.

BAŞKAN – Tutanaklara geçti.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, Adıyaman geri bırakılmamıştır, Adıyaman, son derece modern yapılı, yatırımların yapıldığı ve çevresindeki illerle makas farkını kapatan güzide bir memlekettir.

BAŞKAN – Evet, teşekkür ederim, sağ olasınız.

Mikrofonu açmayacağım, kalkın ayağa söyleyin.

Yani tutanaklara geçsin diye. Ben şimdi seçmenleriniz için size bu konuşmaları yaptırıyorum, normalde İç Tüzük’te yeri meri yok.

Buyurun Sayın Fırat.

SALİH FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Evet, son zamanlarda Nemrut’un Malatya’ya ilhakı düşünülüyor, ancak biz artık Adıyaman ili olarak Adıyaman’ın varlıklarının sömürülmesini istemiyoruz. Atatürk Baraj Gölü’nün suyu Şanlıurfa’ya, Göksu’nun suyu Maraş ve Antep’e, Çat Barajı’nın suyu Malatya’ya… Artık Nemrut’u da lütfen bıraksınlar, Adıyaman’la özdeşleşen bir tarihî eserdir, Adıyaman’a kalsın.

Teşekkür ederim tekrar.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

 GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

6.- Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128) (Devam)

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Zühal Topcu.

Buyurun Sayın Topcu. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika.

MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış buluyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

İnsanlık tarihi boyunca bireyler ve toplumlar hep daha iyiyi hedeflemişlerdir ve bunun için de eskiden beri gelen birikimlerden faydalanmışlardır. Bu birikimlerden faydalanma ne düzeyde oldu? Tabii ki onun tartışmasını bir tarafa bırakıyoruz ama bilim tarihi ve kültür tarihi kitaplarına bakıldığında, bu faydalanmanın, gerçekten, insanlık tarihi açısından yeterli düzeyde olmadığını da görmekteyiz.

Bu birikimlerden en önemlisi de kültür ve kültürel varlıklardır. İşte, bu kültürel varlıkları oluşturan fikir ve sanat eserlerinin toplumun bilgi ve yararına sunulması, arşivlenip korunması ve gelecek nesillere aktarılması, ülkede çoğaltılan fikir ve sanat eserlerinin derlenmesiyle mümkündür. İşte, bunların derlenmesinde, çoğaltılmasında en önemli görev de gerçekten devlete düşmektedir. Devlet bunu ne kadar yapıyor?

Tabii, buna şu boyuttan da bakmak lazım: Artık bir olaya tek perspektiften değil, çoklu perspektiften bakmak lazım. Bunu eğer, yalnızca Kültür Bakanlığının sorumluluğunda bir olay olarak veya bir eylem olarak, karar olarak aldığımızda bunun çok kısır ve yetersiz olduğunu görebiliyoruz. Bütünsel perspektiften baktığımızda, bunun her bir sektörü ayrı ayrı ilgilendiren boyutunun dikkate alınması gerektiğini de söylememiz lazım.

Bunun için baktığımızda, burada bu kararın alınmasının ötesinde bunun bir de sürdürülebilirlik boyutu var. İşte, bu görevlerdeki “sürdürülebilirlik” kavramının aktif tutulması gerekiyor. Sürdürülebilirliğin sürekli kılınabilmesi yetiştirdiğiniz nesle bağlı, gençlere bu alanda kazandırılan formasyona bağlı.

Toplumun tüm kesimleri kültürel mirasın yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılmasından sorumlu. Ama bu yaşatmayı ve aktarmayı yapma düzeyindeki farkındalık hangi boyutta? Esas olarak bunun tartışılması gerektiğini söyleyebiliriz.

Daha önceki konuşmacımızın söylediklerine dikkat ettiğimizde ve yine kültür tarihi ve bilim tarihine baktığımızda, insanlık tarihinden itibaren doğaya katılan veya topluma katılan birçok değerden habersiz olduğumuz ve bugüne gelmediği de görülmektedir. Tabii, burada bunların önemsenmediğini ve bireyler bazında da, yetiştirilen kişiler bazında da bu önemsemenin verilmediğini düşünebiliriz.

Artık, uluslararası rekabette politika ve ekonomiyi çevreleyen temel meseleler giderek daha fazla kültürel kavramlarla izah edilmeye başlandı. Hiçbir kavram birbirinden farklı değil, birbirini etkilemiyor değil, hepsi artık iç içe. Disiplinler arasında da sınırlar kalktı. Sosyal yaşamın en önemli kısmını temsil eden ekonomik faaliyetler, çok çeşitli normlar, kurallar, ahlaki yükümlülükler ve hep birlikte toplumu biçimlendiren direkt alışkanlıklarla da sıkı sıkıya örülmüştür. Artık, ekonomik refahın yaratılmasında da ağırlıklı olarak sosyal sermaye ve bir toplumun bireyleri arasındaki güven ve saygı duygusu ve aynı zamanda iş birliği etkili olmaktadır. Bu yaygınlığı oluşturabilmek için de kültürel değerlerin farkına varmak gerekiyor ve vardırmak gerekiyor. Çünkü özellikle son günlerde gündemde olan ifade şu hem siyasal bilimciler hem de sosyal bilimciler tarafından vurgulanan: “Artık, toplumları ayrıştıran ideolojiler değil, toplumları ayrıştıran sahip oldukları kültürel değerlerdir.” Eğer biz bunun farkında olan bir toplum isek şekillendirmemizi buna göre yapmamız lazım, farkındalık düzeyini buna göre yapmamız lazım ki kültürel değerlere, kültürel varlıklara, özellikle sosyal dokunun önemli mihenk taşı olan bu yapıya çok önem vermemiz gerekmektedir.

Şimdi, buradan, bunun için diyoruz ki: Artık, kültürel değerlerin değer temelli yaratıcı çözümler üretmede eğitim kurumlarının öneminin ihmal edilmemesi lazım. Bir yerde, siz, Kültür Bakanlığı olarak bunları toparlayabilirsiniz, derleyebilirsiniz. Ama şunun hiçbir zaman unutulmaması gerekiyor ki: Bunları üretecek olan, bunları kullanacak olan insanlar olduğu için temel problemin aslında insan yetiştirme sistemimizde yattığını da görmemiz gerekmektedir.

Şimdi, baktığımızda, eğitim kurumlarının ülke geleceğindeki rollerinin önemi tartışma götürmüyor. Fakat özellikle son on yıldaki uygulamaya baktığımızda bunların plansız, sistematik olmayan ve sürdürülebilir olmadığını görebiliyoruz. Özellikle son yıllarda, hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde ve biz de tarihimize baktığımızda birtakım kavramların artık eğitim sistemlerinde ve toplumsal yapılarda ön plana çıktığını görebiliyoruz, bu ise kültürel ve sosyal beceriler. Bu sosyal dayanışmayı, sosyal dokuyu güçlendirecek olan mihenk taşları ki biz bunlara artık değerler diyoruz, kültürel değerler, bunların yeşertilmesi gerekiyor. Bir yandan da, bunların yeşertilmesi gerekirken, Millî Eğitim Bakanlığımızın yapmış olduğu uygulamayı detaylı olarak irdelediğimizde gerçekten bu alanda çok büyük boşlukların yaşandığını da görebiliyoruz.

Millî Eğitim ilköğretim programlarında öğrencilere kazandırılması gereken beceriler birkaç başlık altında toplanıyor. Ben, bunları özellikle vurgulamak istiyorum:

Türkçenin doğru ve etkin kullanımı, yaratıcı düşünce, iletişim becerisi, araştırma sorgulama, problem çözme, bilgi teknolojilerini kullanma, girişimcilik ve eleştirel düşünme.

Şimdi, bunları incelediğimizde, gerçekten çok büyük boşluğun olduğunu görüyoruz ve sistemin de bu boşluğu doldurmanın ötesinde, bu boşluğu, bu açıyı gittikte açtığını da görebiliyoruz.

Özellikle Türkçeyi doğru kullanmaya geldiğimizde: Gençlerin kendi aralarında geliştirdikleri, hatta artık cümlelerin tam olarak, kelimelerin tam olarak kullanılmasının ötesinde yalnızca birkaç harfle ifadelendirilen yeni bir jargon dil oluşturduklarını da görebiliyoruz burada ve buna herhangi bir olumlu yönde müdahalenin yapılmadığını da görüyoruz.

Bir diğeri, “yaratıcı düşünce” dediğimiz de aslında… Şu andaki eğitim sistemimiz öğrencilerdeki yaratıcı düşünceyi öldürüyor ve köreltiyor. Çocuk okula gelene kadar gerçekten hayal edebiliyor, düşünebiliyor ve hayalleriyle yaşarken okula geldikten sonra çocukların zihinlerinin dikdörtgenleştiğine ve ancak verilen örnekler ve müfredatlar çerçevesinde kendi zihinsel alanlarını kurgulayabildiklerine şahit oluyoruz.

İletişim becerilerine geldiğimizde: İletişim becerilerini kullanamamanın yani var olduğunu söylemenin ötesinde, gerçekten, bir eğitimli, bir entelektüel birey olarak eğitim almış birinin kendini ifade edemediğini, konuşurken meramını anlatamadığını çok rahatlıkla görebiliyoruz, problemi çözmede problemin daha algılanmasında problemler olduğunu görüyoruz.

Bilgi teknolojilerinin kullanılması: Aslında burada biraz durup vurgu yapmak istiyorum. Özellikle eğitim sisteminde bütün dünyada vurgulanan “öğrenci merkezli”, “insan merkezli” veya “çocuk merkezli” dediğimiz bir sistem var. Bunu özellikle vurgularken bizim ülkemizde bu sistemin tam tersine döndüğünü görebiliyoruz. Özellikle iki hafta önce uygulamaya konan FATİH Projesi’nde bunu rahatlıkla görebiliyoruz ve artık bunun çocuk merkezli, öğrenci merkezli sistemin yerine geçecek “iPad merkezli eğitim” hâlini aldığını da rahatlıkla söyleyebiliriz. “Çocuk merkezli eğitim” dediğimizde veya “insan merkezli” veya “öğrenci merkezli” dediğimizde çocuğun, öğrencinin, o insanın, o yaş grubunun -hangi yaş grubuna hitap ediyorsa- problemlerini çözmeye yönelik, gelişim düzeylerine uygun ve bir sonraki aşamaya hazırlayacak olan bir yapıdan oluşması gerektiğini söylemek istiyoruz. Ama bunlar dikkate alınmadığı gibi, şu anda yalnızca günümüze kadar kullanılan bilgisayarların veya bilişim teknolojilerinin kullanılmasının özellikle destek mahiyetinde olduğu bir sistemden, artık bunların merkeze alındığı, artık, bilgisayarların nasıl daha gelişmiş hâle getirileceği veya buradaki bu ihaleyi alanların nasıl daha zengin hâle getirileceğine yönelik herhâlde bir sistem düşünüyoruz diye artık zihinlerimize kocaman soru işaretleri geliyor. Bunların altyapısı hazırlanmadan, bunların gerçekten eğitime veya öğretime yaptıkları olumlu katkıları irdelenmeden… Ki birçok ülke bunların hâlâ, on beş, yirmi yıldır araştırmalarını sürdürüyor. En son Amerika’da yapılan bir araştırmada -bu iki, üç hafta önce yayınlandı- bunun, özellikle bilgisayarların eğitimdeki başarıya çok fazla etkilerinin olmadığına yönelik sonuçlar alındı ve bu araştırmalar hâlâ devam ediyor.  Ülkemizde de bu alanda birçok araştırma yapıldı, master veya doktora tezleri hazırlandı. Bunlar dikkate alınmadan iPad merkezli eğitime geçilmesi gerçekten insanı üzüyor.

Şimdi, buradan, bunların yanında… Bunlar temel becerilerdi, bunları bir kenara bırakıyoruz, ikinci aşamaya geçiyoruz ki bunların ne kadar verildiğini artık çok fazla tartışmıyoruz, sürekli söylendi. PISA sınavlarının sonuçlarındaki ülkemizin hâlini tekrar vermek istemiyoruz.

Ama, bir diğer taraftan da değerler olarak alınan ve bunun gizli müfredatla verilmesi gereken ve sosyal sermayeyi, kültürel sermayeyi güçlendirecek olan bir değerler eğitim sisteminin de kurulması lazım. Eğer siz bunları verdiğiniz takdirde, kültürel varlıkları hem üretebilir hem kullanabilir hem de koruyabilir nesilleri yetiştirebilirsiniz. Bu özellikler ne? Bunlara baktığımızda:

Dürüstlük ve güven. Gençliğimize, nesillerimize dürüst olmayı öğretip güven duygusunun aşılanması lazım. Artık kimse kimseye güvenmiyor. O hâle geldi ki, herkes birbirini gammazlar hâle geldi veya bir vurdumduymazlık söz konusu.

Bir diğeri, kendine ve diğerlerine saygı. Tabii ki “kendine saygı” derken, kendi varlığının özelliğini bilme, gerçekten Cenabıhakk’ın yarattığı bir değer olarak, bir güzellik olarak algılayabilme, hem  kendini hem karşıdakini.

Bireysel eylemlerde sorumluluk alma. Sorumluluk alınca insanlar ancak bir şeyler üretebilirler.

Öz disiplin ve model olma zihniyeti.

Bir diğeri, olumlu iş ahlakı ve çalışkanlık.

Bir diğeri, hukuka saygı.

Diğeri, sağlıklı ve olumlu davranış.

Son olarak da, toplumun temel direği olan ve sosyalleşmede, insan yavrusunun sosyalleşmesinde ilk adımın atıldığı yerler olarak ailelerin yaşatılması ve güçlendirilmesi.

Şimdi, bunlara baktığımızda, özellikle kültürlerin hem üretilmesinde hem de yaygınlaştırılmasında, korunmasında bunların kullanılamamasının nasıl bir dezavantaj olduğunu da ben özellikle söylemek istiyorum.

Şimdi, bir insan eğer kendine güvenirse, kendine değer verir ise karşıdakine de verecektir. Temel değerlerin verilmesiyle… Özellikle sosyolojide “kuşaklar çatışması” dediğimiz bir kavram var ve bütün toplumlarda genel olarak eğer hem genç kuşağı hem de yaşlı kuşağı beslemediğinizde, temel değerlerle beslemediğinizde, hoşgörü değerleriyle beslemediğinizde bu çatışma alanı hâline geliyor. Buradan baktığımızda, her kuşağın kendine ait bir değeri var. Aslında işte öğretilmesi gereken… Diyelim ki Yunus’un sevgisinin öğretilmesi lazım, Mevlânâ’nın hoşgörüsünün öğretilmesi lazım ama bakıyoruz ki kuşaklar arasındaki çatışma ve bu değerleri, her bir kuşağın kendi değerinin yıkımına yönelik çatışmayı ortaya çıkartıyor. Bir genç kuşak yaşlı kuşağın ürettiği herhangi bir değere sahip çıkmıyor. Annesinin, anneannesinin, bilmem, iki büyük annesinin ürettiği değeri kabul alanına almadığı için bunlar da ileride artık kaybedilen değerler olarak, muhafaza edilemeyen değerler olarak kayıp alanlarına ne yapıyorlar? Yerleşiyorlar.

Bir diğeri, yine aynı şekilde, bu kültürel değerler tam olarak oluşturulamadığı için özellikle gelişmiş ülkelerin bize hediyesi olan hızlı tüketim kültürünün, işte, fast food, özellikle hamburgerle anılan bir kültürün yaygınlaşması. Bu yaygınlaşma aynı zamanda hem sağlık problemlerini gündeme getirirken hem de bizim aynı zamanda yemek kültürümüzün ortadan kalkmasına zemin hazırlıyor. Burada da aslında bunları da bir kültürel değer olarak aldığımızda ne yapıyoruz? Bunu da net olarak görebiliyoruz.

Bir diğeri, özellikle yazılmış eserler olarak, onların kullanılmasına yönelik olarak alıntıların yapılmasında birtakım neleri görebiliyoruz? Bilgi aktarmalarını, bilgi çalmalarını görebiliyoruz. Bu, aslında en önemli haklardan bir tanesi. Alıntılar yapılırken, özellikle tezlerde veya diğer şeylerde alıntılar yapılırken, bu alıntıların, gerçekten, o fikri üreten insanın izni alınmadan veya o fikri üreten insanın herhangi bir alıntısını, adını koymadan yaptığımız alıntılar var. Bunlar da, aslında, yine, işte, alınan-verilen eğitim sistemindeki eksikliklerden, böyle bir fikrî mülkiyetin çalınması durumlarını, hâlini ortaya koyuyor.

Bir diğeri, kütüphaneleri kullanan çocukların nasıl kullandığına baktığımızda -bunlara ben bizzat şahit oldum- öğrenciler kütüphaneye gittiğinde kitabı almaya eriniyor -tabii ki, gerçekten çok güzel kullanan öğrenciler var ama münferit de olsa bu olayların, bu örneklerin görülmesi insanları üzüyor- işine yarayan sayfayı kitabın arasından kopartıyor ve o sayfayı alıp çıkıyor. Kütüphanelere gittiğinizde, kitapları şöyle sayfalarıyla kontrol ettiğinizde bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Yani bir kültürel esere yapılan bu davranışı hangi eylemle veya düşünceyle açıklayabilirsiniz?

Veya bir başka yerdeki herhangi bir antik bölgeye, tarihî eserlerin açık havada sergilendiği yerlere gittiğinizde eğer kamera sistemi veya güvenlik olmazsa burada neyi görebiliyoruz? İşte, sevgililerin birbirlerine karşı duygularını, sevgilerini pekiştiren işaretleri görebiliyoruz, kalp işaretlerini veya hangi ilden geldiyse o illere yönelik olarak yazılan sevginin veya duyguların antik eserler üzerine işlendiğini görebiliyoruz.

Bir diğeri, işte, kopyala-yapıştır. Demin dediğimiz gibi, bunları da rahatlıkla görebiliyoruz.

Şimdi, bunlara baktığımızda büyük bir sonuç çıkıyor: Eğitim sistemimizde bu kültürel değerlerin üretilmesine, korunmasına ve yaygınlaştırılmasına yönelik olarak eksiklikler dile geliyor.

Dahası -daha birtakım örneklerle bunları pekiştirmek istiyorum- kitap araştırmaları var. “Kitap okuyor musunuz?” şeklinde yapılan araştırmalarda özellikle Batı ülkelerinin bayağı bir, 8-9 kat aşağısında kaldığını görebiliyoruz. Kişi başına kitap okuma, kitap satın alma düzeylerine baktığımızda, bunların bayağı bir düşük seviyede kaldığını görebiliyoruz ve bilimsel dergi ve magazin dergisi okunma durumlarının da birbirlerinden ayrıldığını, daha çok bilimsel içerikli veya kendi alanında bilgi aktaran dergilerin kullanımının çok daha az olduğunu söyleyebiliyoruz.

Televizyon izlenmesine baktığımızda, özellikle, Türkiye’de günde en az beş saat televizyon izlendiğini görebiliyoruz. Bu da kişinin uğraştığı alanlarla ne yapıyor aslında? Paralellik arz ediyor ve akranlarla kurulan iletişimdeki kopukluk da entelektüel sermayenin yaygınlaşamama durumlarını da ortaya çıkarıyor.

Yine yapılan araştırmalarda, Türkiye özellikle kitabın ihtiyaç olarak görülmesini 235’inci sırada algılıyor.

Daha birçok araştırmalar var. Bunlar üç aşağı beş yukarı aslında bize bir fikir veriyor. Biz diyoruz ki: Mutlaka kültürel eserlerin, kültürel varlıkların korunması ve derlenmesi gerekiyor ama bunun temelinde mutlaka ve mutlaka bunun üretimine katkı yapacak sistemlerin hep birlikte çalışması ve üretmesi gerekiyor.

Teşekkür ediyorum hepinize. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Topcu.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Nur Serter. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, Sayın Sırrı Süreyya Önder’e ve Sayın Pervin Buldan’a bugün göstermiş oldukları duyarlılık nedeniyle teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Şimdi, değerli milletvekilleri, bugün gerçekten Türkiye'nin kültürel yaşamı açısından çok önemli bir yasa konuşulacak, görüşülecek. Yasa önemli, hayatımızın belki ileriki döneminde çocuklarımız açısından, gençlerimiz açısından, araştırmacılar açısından da çok büyük önem taşıyor ama tabii, her zaman olduğu gibi Genel Kurulda ilgi düşük.

Şimdi, bu yasa neden önemli, kısaca ondan söz etmek istiyorum.

Şimdi, burada ülkemizin kültürel varlığını oluşturan basılmış ve çoğaltılmış eserlerin gelecek kuşaklara da miras bırakılacak ve araştırmacıların da hizmetine sunulacak bir biçimde belli sayıda derleme kütüphanelerinde toplanmasıyla ilgili bazı değişiklikler, düzenlemeler ve çağdaş ihtiyaçlara göre de gelişmeler yapılıyor. Bu, son derece önemli bir konu. Özellikle araştırmacıların -ki çoğunu yabancı araştırmacılar oluşturuyor bizim derleme kütüphanelerinde çalışma yapanların- bir kütüphanede çalışma yapabilmesi, Türkiye’yle ilgili yapacağı araştırmalar, kültür, sanat, bilim, Türkiye'nin sosyal yapısıyla ilgili araştırmalar gelecekte yayın olarak bizim karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla derleme kütüphaneleri gerçekten çok önemli.

Şimdi biz -doğruyu söylemek gerekirse- derleme anlayışındaki gelişmeyi, değişimi de çok iyi bilen bir toplum değiliz. Belki yaşamımızın her alanına girmiyor ama eskiden bu kütüphanelerde basılı eserler ve dokümanlar derleniyordu ama artık o kadar gelişti ki olay, işte, slaytlar, elektronik ortamda elde edilmiş veriler, filmler, kasetler, video kasetleri gibi derlemeler de yapılıyor. Dolayısıyla “Bir ülkenin hafızası nedir?” diye bakarsak, aslında bir ülkenin hafızasını bu derleme kütüphaneleri oluşturuyor, geleceğe de bu hafızayı miras bırakacak, onları koruyacak ortamı da yaratıyor. O bakımdan çok çok büyük önem taşıyor.

Şimdi, değerli milletvekilleri, aslında, bu yasanın Genel Kurula inmeden önce Komisyondaki görüşmeleri sırasında biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu yasaya destek vermek istedik, destek vermek istedik ama anlaşamadığımız bir konu olduğu için ne yazık ki bir muhalefet şerhi koymak zorunda kaldık.

Şimdi, bir önceki yasa teklifinde Türkiye’deki derleme kütüphaneleri 6 kütüphane olarak belirlenmişti. Bu 6 kütüphanenin 3 tanesi Ankara’da, 2 tanesi İstanbul’da, 1 tanesi de İzmir’de olmak üzere 3 ilimize paylaşılmış 6 derleme kütüphanemiz vardı. İstanbul’da Beyazıt Kütüphanesinin yanı sıra İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Milli Kütüphane ve bir başka kütüphane ve bir de İzmir Milli Kütüphanesi. Ancak yasa metninden bu iki kütüphanenin, İzmir Milli Kütüphanesi ile İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinin çıkarılmış olması nedeniyle biz bunların yeniden yasa metnine konulmasına ilişkin teklifte bulunduk ve Sayın Bakan bir söz verdi “Biz Genel Kurulda bir önergeyle bunları metne dâhil edeceğiz.” dedi ama tabii, sebebini biraz sonra açıklayacağım nedenlerle biz  yine bu muhalefet şerhini koyma ihtiyacı  hissettik.

Şimdi, değerli milletvekilleri, İstanbul Üniversitesinin bir öğretim üyesi olmam sıfatıyla da İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinin ne kadar önemli bir kütüphane olduğundan da kısaca söz etmek istiyorum, bilinmesinde yarar var.

İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, iki milyonun üzerinde eser barındıran ve 1934’te Atatürk’ün emriyle derleme kütüphanesi özelliğine sahip olmuş bir büyük kütüphanemizdir. Ayrıca, yine İstanbul Üniversitesi içinde “Nadir Eserler Kütüphanesi” adı altında, el yazması tarihî eserlerin de korunduğu ikinci bir binada ikinci bir kütüphane vardır. Şimdi, derleme kütüphanesi olarak 1934’ten bu yana hizmet veren bir kütüphaneyi siz belli bir yıldan itibaren derleme kütüphanesi olmaktan çıkardığınız takdirde, 1934’ten 2012’ye kadar orada derlenmiş olan eserlerin hepsi çöp hükmündedir çünkü hiçbir araştırmacı araştırmasını yaparken kesintili yıllardaki birikimlerle donatılmış kütüphaneleri tercih etmez, bir süreklilik arzu eder. Bu nedenle bu çok büyük önem taşıyor.

İkincisi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi çok önemli bir başka hazineye sahiptir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin bünyesinde eski adı “Kütüphanecilik” yeni adı “Bilgi ve Belge Yönetimi” olan ve diploma veren, çok değerli öğretim üyelerine sahip bir bölüm bulunmaktadır ve yıllardır kütüphanemiz bu bölümün başkanları ve bu  bölümün önemli öğretim üyelerinin desteğiyle zaten hizmetini vermektedir ve alınan bütün kütüphaneciler ya o bölüm mezunları veya o bölüm öğretim üyeleri tarafından eğitime tabi tutulmuştur. Dolayısıyla en nitelikli personeli sağlama konusunda da İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinin en ufak bir sorunu yoktur. Bir dönemde birtakım altyapı sorunları, teknolojik donanım sorunları yaşandı ama zaman içerisinde büyük yatırımlar yapılarak onlar da aşılmıştır. Dijital ortamda her türlü  veriyi sunabilen niteliklerle de donatılmıştır ve şu anda Ulusal Yayınlar Bilgi Merkezi olma gibi bir özelliğe de sahiptir. Bütün bunlara ek olarak, üniversite yönetiminin, derleme kütüphanesi olma özelliğinin sürdürülmesine ilişkin de çok ciddi talepleri bulunmaktadır. Bu nedenle, bu metne “İstanbul Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Merkezi”nin de eklenmesini talep ettik.

İkinci talebimiz İzmir Milli Kütüphanesiyle ilgili talepti. İzmir Milli Kütüphanesi de İstanbul ve Ankara dışında ciddi bir bölgeye hizmet veren tek derleme kütüphanesi yani büyük bir bölgede var olan tek derleme kütüphanesi. İstanbul bir bilim ve kültür kenti diyoruz, hatta başkenti diyoruz ama İzmir de bir bilim ve kültür kenti. İstanbul’da 40’ın üzerinde üniversite var ama İzmir’de de çok sayıda üniversite var. Uluslararası bir cazibe merkezi özelliğine sahip olan kentlerde kütüphanelerin konuşlanmış olması araştırma yapacak yabancılar açısından da önem taşıyor ve 100 binin üzerinde araştırmacı, örneğin yabancı ve yerli araştırmacı İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde araştırma yapıyor, bir o kadarı da İzmir Milli Kütüphanesini tercih ediyor. Dolayısıyla, İzmir Milli Kütüphanesinin de özellikle İzmir Milli Kütüphane Vakfı ve İzmir Büyükşehir Belediyesinin desteğiyle gerekli altyapı eksikliklerini de tamamlayarak bunun bu görevini, bu fonksiyonunu sürdürmesini istedik. Dediğim gibi, Sayın Bakan “Vereceğiz bir önerge.” dedi ama biz acaba buna neden güvenemedik? Demek ki ortada…

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Verdik ortak, imzada.

FATMA NUR SERTER (Devamla) – Şu anda Sayın Grup Başkan Vekilinin yüz ifadesinden böyle bir önergenin hazır olduğunu, verildiğini de görüyorum ve teşekkür ediyorum Sayın Bakana.

Tabii, bu güvenle ilgili sorun Sayın Bakanın şahsıyla doğrudan bağlantılı bir sorun değil, bu genel bir güvensizliğin, geçmişe dayalı örnekleriyle beslenen bir güvensizliğin sonucu.

Ne yazık ki Hükûmetin vermiş olduğu sözlere, Hükûmetin yasalarla ilgili komisyonlarda yaptığı mutabakatlara güvenemez oldu muhalefet partileri. Niye güvenemiyoruz? Şunun için güvenemiyoruz: Bir bakıyorsunuz, bir önergeyle komisyonda varılan anlaşma Genel Kurula geldiğinde değiştirilebiliyor; bir bakıyorsunuz, bir gece yarısı operasyonuyla herkes en uykulu hâliyle konsantre olmaya çalışırken küçük bir kelime değişikliğiyle bambaşka anlam yüklenmiş olan maddeler sunulabiliyor.

Şimdi, tabii güvensizlik yaratacak kadar pervasızlık da ayrıca sorgulanması gereken bir diğer konudur. Eğer bir siyasi parti veya eğer iktidar partisi güvensizliği göze alacak kadar kendini üstün gören ve pervasızca karar alacak bir hüviyete bürünmüşse bunun da ayrıca irdelenmesi ve sorgulanması gerekir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaşanmakta olan tablo budur. Salt parmak çoğunluğuna dayalı bir otokratik yönetim anlayışı, bir dayatmacı yönetim anlayışı kendisini her alanda açık ve seçik bir biçimde hissettirmektedir. Bu, AKP’nin ustalık dönemidir, AKP çıraklık ve kalfalık dönemlerindeki dikkatini giderek rahatlık sağlayarak, rahatlık kazanarak terk etmiş ve artık gündemini açık etmiştir. Artık AKP eskiden bizim söylediğimiz ama kafalardaki soru işaretlerini gideremediğimiz o gizli gündemini açık ve net olarak ortaya koymuştur. Evet, AKP’nin gizli gündemi artık yoktur, gündem açıktır artık.

NUREDDİN NEBATİ (İstanbul) – İkna odasına alıp yeniden düzenlersin!

FATMA NUR SERTER (Devamla) – Gizli gündeminiz yoktur, en azından o açıdan baktığımızda bir rahatlama içinde olduğumuzu ifade edeyim artık çünkü gündeminizi biliyoruz, çünkü gündeminiz belli. Siz AKP’nin Türkiye’sini AKP’li insan modeliyle yaratmak istiyorsunuz, siz bir tip insan tipi üretmek istiyorsunuz.

Hani geçmişte bize derdiniz ya “Siz tek tip insan ürettiniz.” diye. Bizim cumhuriyet yönetimi...

NUREDDİN NEBATİ (İstanbul) – Beceremediniz.

FATMA NUR SERTER (Devamla) - ...sizin o suçladığınız cumhuriyet yönetimi tek tip insan üretmiş olsaydı siz burada olur muydunuz acaba!

NUREDDİN NEBATİ (İstanbul) – İşte beceremediniz de onun için biz buradayız.

İSMAİL AYDIN (Bursa) – Tek tip insanlar ikna odasında kaldı.

FATMA NUR SERTER (Devamla) - Sizler olur muydunuz acaba! Sizler bu cumhuriyet yönetiminin, bu cumhuriyet eğitim sisteminin sonucu kendinize göre özgürce düşünen, kendini ifade eden bireyler oldunuz ama sizin dayattığınız ve Başbakanın önce dindar sonra kindar bir gençlik yetiştirmek istediğini ifade ettiği cümlelerle siz, gençlerin kafalarını formatlayarak ve onların genetik yapısıyla oynayarak bir AKP’li insan modeli üretmek için yola çıktınız.

AKP’li insan nedir? Hani iktisatta homo ekonomikus vardır, homo politikus vardır: Ekonomik insan, politik insan. İşte siz de “homo AKP’limus”u üretmek için yola çıktınız ve gençlerin genetik yapısıyla oynayarak, gençlerin zihinlerini formatlayarak, açık ve net Başbakanın ağzından da ifade edildiği gibi, kendi Türkiye’nizi yaratma çabası içerisinde, bir otoriter, dayatmacı anlayış içerisinde hareket ediyorsunuz ve istediğinizi yapıp istediğinizi yapmamakta kendinizi özgür görüyorsunuz. Demokrasiden uzaklaştıkça özgürleştiğinizi zannediyorsunuz, otoriter yönetime saplandıkça kendinizi daha özgür hissettiğinizi zannediyorsunuz ama yanılıyorsunuz.

Tabii, bunu yapabilmek için önce kurumları kuşatmanız gerekiyordu, önce kendi kurumlarınızı yarattınız. Önce kendi üniversitelerinizi yarattınız, suskun, sessiz üniversiteler çıktı ortaya; sonra kendi siyasallaştırdığınız yargınızı yarattınız, istediğiniz kararları çıkarabilir hâle geldiniz; sonra kendi sivil toplum örgütlerinizi, kendi yazarçizer takımınızı, kendi medyanızı yarattınız; bunları yarattıkça üstünlük duygunuz daha da arttı. Niye daha arttı biliyor musunuz? Şunun için daha fazla arttı: Çünkü sizin de Sayın Başbakanın da asla eleştiriye ve muhalefete tahammülü yok.

NUREDDİN NEBATİ (İstanbul) – Öyle olmuş olsaydı siz ikna odasına alırdınız.

FATMA NUR SERTER (Devamla) – Eğer olsaydı ben burada yirmi dakika konuşurken onun on dakikası bağırıp, üstelik temcit pilavı gibi yıllardır tekrarladığınız sloganları tekrarlamak yerine en azından susup dinleme nezaketini gösterirdiniz ama eleştiriye tahammülünüz yok, sizin muhalefete tahammülünüz yok. Sizin istediğiniz sadece övgü. Övgülerinizle kuşattığınız büyülü bir dünyada, rüyalar âleminde çok önemli ve iyi işler yaptığınızı zannediyorsunuz ve onun için de sizi alkışlayacak, size oy verecek bir insan nesli türetmeye çalışıyorsunuz, “homo AKP’limus”u ürettiğiniz müddetçe hiç kimse size itiraz etmeyecek, hiç kimse sizi eleştirmeyecek, sadece övüleceksiniz.

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Saygılı ol, saygılı ol!

FATMA NUR SERTER (Devamla) – Onun için, dindar bir gençlik adına yola çıkıp sonra Necip Fazıl Kısakürek’in Gençliğe Hitabe’sindeki satırlardan da esinlenerek kininin davacısı bir gençlik yetiştirmek isteyen Başbakan, sanıyorum bundan sonraki aşamanın ne olacağının işaretini de yine Necip Fazıl’ın o satırlarından verdi. Çünkü Necip Fazıl Kısakürek “kininin davacısı bir gençlik” dedikten sonra halka değil Hakk’a inanan…

NUREDDİN NEBATİ (İstanbul) – Elhamdülillah!

FATMA NUR SERTER (Devamla) – Tabii.

…ve Meclisin duvarında “Hâkimiyet Hakk’ındır.” düsturuna hasret çeken bir gençlik özlüyor. İnanıyorum ki bundan sonraki aşamada eğer elinize güç geçer ya da otoriter yönetim anlayışının yarattığı gözü dönmüşlükten kendinizi kurtaramazsanız şuradaki yazıyı da değiştireceksiniz; orada “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir.” değil “Egemenlik kayıtsız, şartsız Hakk’ındır.” yazacaksınız ve o zaman rahatlayacaksınız, çünkü siz demokratik, bireysel özgürlüklerin olduğu ve insanların özgürce düşünüp özgürce inanabildiği bir toplum değil…

İSMAİL AYDIN (Bursa) – Şimdi özgürlük!

FATMA NUR SERTER (Devamla) – …sadece sizin gibi düşünen, sizin gibi inanan, sizin gibi yaşayan insanlardan oluşmuş bir Türkiye'nin özlemini çekiyorsunuz. Bunun adı, değerli milletvekilleri, demokrasi değildir, bunun dünyadaki uygulamaları da demokrasi değildir, ama bu rejime hep adım adım geçilmiştir. Hep adım adım!

Tavsiye ediyorum size, Hitler’in Kavgam kitabını bir okuyun. Bir o aynayı tutun, bakalım orada ne göreceksiniz.

İSMAİL AYDIN (Bursa) – Kavgam senin…

BAŞKAN – Sayın Milletvekili, lütfen…

FATMA NUR SERTER (Devamla) – O aynada göreceğiniz yüzün sizin yüzünüz olacağını düşünüyorum ve yol yakınken kendi içinizde de bu özeleştiriyi yaparak bu tehlikeli adımlardan vazgeçmenizi ve kendi tipolojiniz olan bir gençlik yaratmak yerine, özgür düşünen, kendi karar veren, araştıran ve gerçekten bu ülkenin geleceği için çalışan aydınlık bir gençlik yetiştirmenizi tavsiye ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Biz onu yapıyoruz işte!

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Serter.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, konuşmacı konuşmasında özellikle AK PARTİ İktidarını pervasızlıkla suçladı, başka ifadeler de kullandı, söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hükûmet cevap verecek!

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Hükûmet cevap verecek zaten! Sayın Bakan burada oturuyor, Bakan cevap verecek zaten. Yanlış, doğru değil!

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’in partisine sataşması nedeniyle konuşması

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Değerli arkadaşlar, tabii, burada, konuşmacı konuşmasına devam ederken, ya, biz hangi çağda yaşıyoruz, bu söyledikleri zannediyorum bundan elli yıl öncesinde kaldı herhâlde.

SONER AKSOY (Kütahya) – Aynen öyle!

AHMET AYDIN (Devamla) – Bundan elli yıl öncesinin Türkiye’sinde de kimler vardı, bütün Türkiye çok iyi biliyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, tabii, çok haksız ithamlarla karşı karşıya kaldık. Bakın, doğrudur, bu ülke ne çektiyse formatlanan insanlardan çekti; bu ülke ne çektiyse belli kalıplarla şekillendirilmek istenen insandan çekti; bu ülke ne çektiyse ikna odalarında bir şekilde ikna edilmeye çalışılan gençlerden dolayı çekti ve onları o hâle getiren zihniyetten dolayı çekti. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Eğer bir tek tip insan modeli yaratmak var ise size sorarım: Tek tip insan modeli o ikna odalarından çıkartmaya zorladığınız gençler midir, şimdi çağdaş, özgür bir şekilde okuluna devam eden, eğitimini sürdürmeye çalışan gençler midir? Tek tip insan modeli hangisidir?

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Dindar gençlik!

AHMET AYDIN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, dindar insan sizi niye rahatsız ediyor? Dindar gençlikten niye rahatsız oluyorsunuz?

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Bizi dindarlık rahatsız etmiyor, kindarlık rahatsız ediyor Beyefendi.

AHMET AYDIN (Devamla) - Bir insan dindar olabilir, özgürlüklerden yana olabilir. Bir insan dindardır, aynı zamanda çağdaştır, moderndir. Tabii ki sizin çağdaşlık anlayışınızla bizim çağdaşlık anlayışımız bir olmayabilir.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – İftira atmayın.

AHMET AYDIN (Devamla) - Bizim çağdaşlık anlayışımızda özgürlüklere açık olmak vardır; bizim çağdaşlık anlayışımızda yeniliklere, modernizme açık olmak vardır; bizim çağdaşlık anlayışımızda sadece “Kafaların arkasında ne vardır?” değil, “Hangi düşünceye mensuptur?” değil, “Hangi şekilde yaşıyor?” değil, “Hangi sofralarda yer alıyor?” değil, bizim çağdaşlık anlayışımızda tamamen Anadolu insanın modern, ahlaki bir şekilde ve aynı zamanda da millî ve manevi duygularına sahip çıkacak bir tarzda yaşaması vardır. Niye sizi rahatsız ediyor bu? Niye bundan rahatsızlık duyuyorsunuz? Bir insan…. “Dindarım, elhamdülillah.” derim ama aynı zamanda, çağdaşım, modernim, hukukun üstünlüğüne inanıyorum… (CHP sıralarından  gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET AYDIN (Devamla) - …özgürlüklere inanıyorum, farklılıklara saygı gösteriyorum yani bundan rahatsız olmanıza akıl erdiremediğimi ifade ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Biz dindarlardan rahatsız olmuyoruz. Niye rahatsız olalım?

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aydın.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Başladık, gideceğiz inşallah.

Buyurun Sayın Hamzaçebi. (CHP sıralarından alkışlar)

3.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; benim Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna tavsiyem, naçizane tavsiyem, bu din, dindarlık gibi konulara lütfen girmeyin, girdikçe batıyorsunuz çünkü.

AHMET YENİ (Samsun) – Tavsiyeni kendine sakla.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, Türkiye’de son yıllarda öne çıkan iki tane kavram var: Nefret söylemi ve nefret suçları yani karşısındakini, kendisinden olmayanları, güçsüz olanları, zayıf olanları, toplumda azınlıkta olanları ötekileştiren ve ötekine güçlünün gözüyle bakan, otoritenin gözüyle bakan, onları ezmeye çalışan ve onları peşinen suçlu olarak ilan eden bir anlayış. Bu, toplumu bölen bir anlayıştır.

Toplumun barışa, huzura ihtiyacı var. Nefret söylemleri, kin söylemleri, kininin davacısı olan gençlik söylemleri toplumu böler. Buna ihtiyacımız yok. Barışa, huzura ihtiyacımız var. Karşınızdaki insanı ötekileştiren, onu küçümseyen, sizden olanlar veya olmayanlar şeklindeki ayrım; bu, milletin onaylayabileceği ayrımlar değildir.

AHMET YENİ (Samsun) – O ayrım ikna odalarında yapıldı, ikna odalarında!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, tekrar söylüyorum: Bakın, dinin içinden adaleti çekip alırsanız, dini sadece ibadetlere indirgerseniz ortada din diye bir şey kalmaz. Lütfen bunu yapmayın! Dinin özü adalettir. Dinin özü, Hükûmete ceketiyle gelip, ceketiyle gitmektir. Adaletin özü: Adaletin özünde, dinin özünde siyaset, adalet dağıtmanın yeri olarak görülür, nema dağıtmanın yeri olarak değil. Sizi bu anlayışa davet ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.14


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 15.32

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 69’uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

128 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

6.- Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Ayşenur İslam.

Buyurun Sayın İslam. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA AYŞENUR İSLAM (Sakarya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserleri Derleme Kanunu Tasarısı hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Kanun hakkında konuşmadan önce bir önceki Sayın Milletvekilinin sözünü ettiği bir konuyu düzeltmek isterim. İki derleme kütüphanesinin Bakanlık tarafından kapsam dışı bırakıldığını söyledi Sayın Milletvekili ve bu, sanki, Bakanlığın kendi arzusuyla yaptığı bir daraltma imiş gibi anlattı durumu, oysa durum böyle değil. Kapsam dışı bırakılan iki derleme kütüphanesi var gerçekten, biri İstanbul Üniversitesi, biri de İzmir Millî Kütüphanesi. Fakat bunun sebebi, her iki kütüphanenin de Bakanlığa müracaat ederek depo imkânsızlıkları dolayısıyla artık derleme kütüphanesi görevini göremeyecek olmalarını bizzat kendilerinin beyan etmeleri ve derleme kütüphanesi kapsamından çıkarılmak istenmeleridir. Yoksa Sayın Hatibin söylediği gibi bizim bilime, bilim kuruluşlarına, özellikle üniversitelere karşı saygısızlık yapmak gibi bir tutumuz, durumumuz asla söz konusu değil. Hatta biz bilime, özellikle üniversitelere son derece saygılıyız. Sadece, üniversiteye giriş aşamasında olan birtakım genç çocukların saçını, başını bahane ederek onları birtakım odalara sokup tek tipleştirilmek üzere dersler verilmesi, kendileriyle, bu manada ruhlarıyla, kişilikleriyle oynanması konusundaki birtakım girişimlere karşı saygımız yok, ikna odalarına karşı saygımız yok, bunu belirtmek isterim.

Konuya tekrar geri dönersek, millî ve kültürel varlıklarımızın önemli bir kısmını oluşturan fikir ve sanat eserlerinin toplanması, saklanması, duyurulması, istifadeye sunulması ve gelecek kuşaklara aktarılması devletin en önemli görevlerinden biri. Bu sebeple, hemen hemen bütün ülkelerin derleme kanunları var. Ülkemizde de derleme konusu üzerinde cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak önemle durulduğunu biliyoruz. 1934 yılında 2527 sayılı Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu çıkarılarak millî hafızamızın geleceğinin teminat altına alınması sağlanmış hepimizin bildiği gibi. 1930’larda dünyadaki birçok benzerinden daha ileri düzeyde olan ve o günün bütün ihtiyaçlarına cevap verebilen bu kanun, günümüzdeki teknolojik gelişimler, yayıncılık ve bilim sahasındaki gelişmeler dolayısıyla artık ihtiyacı göremez hâle geldiğinden, yenileşmesi, yenilenmesi bir zaruret hâlini almış bulunmaktadır.

Günümüzde fikir ve sanat eserleri sadece, biliyorsunuz, basılı materyal olarak değil, kitap dışı materyal dediğimiz birtakım yöntemlerle de üretiliyor. Hatta, bilim ve teknolojideki gelişmeler pek çok alanda olduğu gibi yayıncılık alanının da âdeta seyrini değiştirmiş durumda ve son teknikler gayet yaygın bir biçimde kullanıldığı için her gün yüzlerce bilgi kaynağı elektronik ortamlarda hizmete sunuluyor.

Şimdi, mevcut Kanun’a baktığımızda bütün bu ürünlerin devlet nüshası olarak derlenmesi ne yazık ki bu Kanun’la mümkün değil. Dolayısıyla yeni çoğaltma yöntemleriyle üretilen eserlerin de kapsama alınması gerekiyor.

Ayrıca, UNESCO’nun 1977 yılında bütün üye ülkelerinin derleme yasalarını yeniden gözden geçirerek çağın koşullarına göre hazırlamalarını kararlaştırdığı da bir veri elimizde. Dolayısıyla bugün görüşmekte olduğumuz kanun tasarısıyla bundan yetmiş yedi yıl önce çıkarılan Kanun’un uluslararası normlar ve yukarıda zikrettiğim zaruretler dikkate alınarak yenilenmesi söz konusu olacak.

Bu doğrultuda benimsenen derleme politikasına göre derleme kütüphanesinin, derleme nüshasının, derleme mükellefinin ve cezai hükümlerinin belirlenmesi; ayrıca, 2527 sayılı Kanun’un adının günümüz şartlarına göre yenilenmesi gerekli hâle gelmiş bulunuyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı günümüz koşullarına uygun olarak hazırlanan Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı’nı 2006 yılında Başbakanlığa sundu. Başbakanlık 1/5/2008 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla kanun tasarısı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderdi. 2009 yılında komisyonlarda görüşüldü ve yasalaşmak üzere Genel Kurula sevk edildi. Tasarı 23’üncü Yasama Döneminin sona ermesiyle yasalaşamadı, Başbakanlığa iade edildi. Dolayısıyla bu vazifenin tamamlanması 24’üncü Döneme yani bizlere kalmış bulunuyor.

Bildiğimiz gibi ülkemizde yayıncılık alanındaki gelişmeler Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü bünyesinde bulunan ISBN -yani uluslararası standart kitap numarası- ISSN -yani uluslararası standart süreli yayın numarası- ve ISMN -yani uluslararası standart müzik numarası- ajanslarından günü gününe takip edilebiliyor. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde yayınlanan her türlü eser uluslararası bir numara alıyor ve dünyanın her yerinde esere bu numarayla ulaşmak mümkün oluyor.

İsteğe bağlı olarak kullanılan bu uygulama yayıncılar tarafından son derece benimsendi. Türkiye’de yayınlanan eserlerin yüzde 99’unu kapsıyor bu sistem. Kapsam dışı kalan yüzde 1’lik kısımsa daha çok kendi imkânlarıyla hiçbir yayın evine bağlı olmaksızın genellikle metropol dışında yerleşim alanlarında yayınlanan eserlerden oluşuyor. Bunların da kapsama alınması için il ve ilçelerde il kültür ve turizm müdürlükleri, kütüphaneler ve diğer kuruluşlar aracılığıyla bilgilendirme çalışmaları sürekli olarak devam ediyor.

Yayıncılar, yayıncılık alanındaki meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarıyla yapılan toplantılarda derlemenin önemi sürekli olarak vurgulanıyor ve bu konuda daha duyarlı olunması da sağlanmaya çalışılıyor. 2009 yılında yapılan 5’inci Ulusal Yayın Kongresi’nde konunun üzerinde önemle duruldu. Bu çerçevede Kültür ve Turizm Bakanlığı mevcut yasanın eksiklerini bir derleme programı ve derleme genelgesiyle aşmaya çalıştı. Söz konusu çalışma 2010 yılında tamamlandı ve 2011 yılı Ocak ayında uygulamaya konuldu.

Hazırlanan derleme programı, biraz önce sözünü ettiğim ISBN, ISSN ve ISMN veri tabanlarıyla da son derece uyumlu bir program. Böylece derleme birimleri, derlenmeyen, derlenemeyen -daha doğrusu- eserlerin hangileri olduğunu tespit edip takibini daha kolay yapabilir durumdalar. Derlenen eserler de vakit kaybedilmeden ilgili kütüphanelere gönderilebiliyor.

Yine 2011 yılı Ocak ayında hazırlanan derleme genelgesinin, başta Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı il müdürlükleri olmak üzere derleme görevini yerine getiren kütüphanelere, üniversitelere, meslek örgütlerine ve yayın yapabilecek tüm kurum ve kuruluşlara iletilmesi de sağlandı. Bu çalışmalar sonunda 2011 yılında yayınlanan 43.217 kitaptan 43 bini derleme kapsamına alındı ve ilgili kütüphanelere gönderilebildi. Tekrar etmem gerekirse 43.217 kitaptan 43 bini derlendi. Bu oldukça mükemmel bir rakam. Daha önceki yıllardan mesela hatırlayabildiğim rakamları söyleyeyim size. 29 bin kitaptan sadece 19 bininin derlenebildiği dönemlerden geçmiştik.

Ayrıca yayınlanan kitapların eş zamanlı derlenmesine yönelik altyapı çalışmaları da çok büyük ölçüde tamamlandı. Yeni tasarının yasalaşmasıyla hukuki süreç de tamamlanacağı için artık Türkiye’de derleme sorunu diye bir sorun kalmayacak diye düşünüyoruz.

Tasarıyla getirilen yenilikleri çok kısaca özetlemek isterim. Mevcut kanunla sadece -biraz önce söylediğim gibi- baskı tekniğine dayalı fikir ve sanat eserleri derlenebiliyor. Bu tasarıyla elektronik ortamlar da dâhil bütün çoğaltma yöntemleriyle üretilen tüm eserler kapsama alınmış olacak. Mevcut kanunla derleme sorumluluğu sadece matbaalarda. Oysa yeni tasarıyla bu sorumluluk yayınevlerine, yayım ve basımdan sorumlu gerçek ve tüzel kişilere de yaygınlaştırılacak ve dolayısıyla sorumluluk alanı genişleyince derleme daha da iyi yapılabilecek.

Mevcut Kanun’la uygulanan para cezaları oldukça yetersiz, dolayısıyla caydırıcı değil. Bu sebeple derleme işlemleri yayıncıların bir nevi insafına kalmış durumda. Yeni tasarıyla cezalar caydırıcı hâle getirildiği için yasanın daha kolay işleyeceğini düşünüyoruz.

Yayıncıların yayınladıkları her eser için belirli bir maddi bedel ödemesi söz konusu. Mevcut Kanun’la, kütüphanelere alınan derleme nüshaları onlardan ücretsiz talep ediliyor. Oysa yeni tasarıyla mükellefler bu derleme nüshalarını gider olarak gösterebilecekler. Bu da onlar için sağlanmış bir kolaylık.

Son olarak, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı kütüphanelerde bulunan üç yüz binin üzerindeki el yazması eserle dünyanın en önde gelen ülkesi olduğumuzu söylemek isterim. İstanbul Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesinde bulunan İbni Sina El Yazması Koleksiyonu’nun UNESCO tarafından “Dünya Belleği” olarak kabul edildiğini size hatırlatmak isterim.

Geçmişle aramızdaki bağı tesis eden bu eserleri koruyup bize aktaran önceki nesilleri örnek almamız gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla biz de günümüzün basılı ve yazılı eserlerini geleceğe aktarmak konusunda daha dikkatli olmalıyız ve organizasyonu daha mükemmelleştirilmiş sistemlerle çalışmalıyız çünkü hepimiz biliyoruz ki geçmişini bilmeyen milletlerin geleceğini sağlam temeller üzerine oturtmaları mümkün değildir.

Bundan böyle Türkiye içinde ya da dışında Türkiye ile ilgili üretilmiş ve üretilecek, millî hafızamızı oluşturan fikir ve sanat eserlerimizin derlenmesine, böylece korunarak gelecek kuşaklara aktarılmasına katkı sağlayacak ve bu alandaki boşluğu bütünüyle dolduracak olan bu tasarının yasalaşması konusundaki katkı ve gayretleriniz için grubumuz adına hepinize çok teşekkür ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İslam.

Şahıslar adına İzmir Milletvekili Sayın Mustafa Moroğlu.

Buyurun Sayın Moroğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA MOROĞLU (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; derleme yasası üzerine İzmirli bir Milletvekili olarak, İzmir Millî Kütüphanesine yapılan düzenlemeyle ilgili görüşlerimi ifade etmek için söz almış bulunuyorum.

İzmir, bütün siyasal partiler için ve bugüne kadar İzmir’le ilgili olan bütün ülkeler için ve İzmir’in çevresindeki bütün kentler için önemli bir kent. İzmir için en güzel laflardan biri, şiirlere konu olmuş sözlerden biri “İzmir’in denizi kız, kızı deniz kokar.” lafıdır, ama İzmir’e en fazla yakışan sözlerden biri de “İzmir’in hem kızı hem denizi hem de insanı özgürlük, çağdaşlık ve demokratlık kokar.” olacaktır. Bu nedenle, bütün dikta özlemcileri gibi, ülkemizde hoşgörüyü ve demokrasiyi daha da geriletmek isteyen AKP İktidarı, AKP İktidarının bakanları ve siyasal anlayış içinde İzmir önemli bir kent olarak gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Öyle korumaya devam ediyor ki İzmir’e ilişkin saldırılar bir derleme kanunu kapsamına bile girecek kadar titizlikle dikkat ediliyor.

Şimdi, Sayın Bakanımız “Evet, bizim o milletvekili arkadaşımızın söylediği gibi, İzmir Millî Kütüphanesinin derleme kapsamından çıkarılmasını ortadan kaldıracağız bir önergeyle, komisyondan böyle geçti ama.” diyebilir. Peki, o komisyonda Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri olmasaydı ne olacaktı? Bakan, İzmir Millî Kütüphanesinin derleme kapsamında olmasının önemini, İzmir için, Ege için ve çevre iller için bilmeyecek kadar bilgisiz değildir İzmir hakkında. Biz Bakanın kişisel olarak, kişisel düşünceler açısından, İzmir’e böyle bir düşmanlık beslediği kanısında da değiliz çünkü uzun yıllar yol arkadaşlığı yaptığımız dönemlerde de ve bu dönemde de kültüre, sanata bakış açısını biliyoruz ama öyle bir iklimin, siyasal iklimin içine girince insanların düşünceleri, bulundukları ortam, bulundukları siyasal iklim bakış açısını değiştirebiliyor. O nedenle bunun farkına varmamış olabilir ama tekrar ediyorum: Cumhuriyet Halk Partililer o komisyonda ve bu Mecliste olmasaydı İzmir bir saldırıyla daha, çok ince bir ayrıntıyla, bir saldırıyla daha karşı karşıya kalacaktı.

Peki, neden İzmir Millî Kütüphanesi derleme kapsamından çıkar? Demin burada konuşan AKP’li milletvekili arkadaşım Millî Kütüphanenin kendi talepleri doğrultusunda, böyle bir istekte bulundukları için kaldırıldığı gibi doğru olmayan bir şey söyledi.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – İstanbul Üniversitesi…

MUSTAFA MOROĞLU (Devamla) – Hayır, Millî Kütüphaneyi söyledi. Şimdi ben dinledim, ya benim kulaklarım… Sayın Başkan getirtsin kayıtları.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – İstanbul Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi…

MUSTAFA MOROĞLU (Devamla) – Öyle olabilir ama ben duyduğumu söylüyorum.

BAŞKAN – Sayın Moroğlu, devam edin siz.

Sonra siz düzeltirsiniz Sayın Bakan.

MUSTAFA MOROĞLU (Devamla) – Yani duyduğum, konuşmacı burada dedi ki: “İstanbul ve İzmir Millî Kütüphanesi kendi talepleri doğrultusunda, depoları olmadığı için derleme kapsamından çıkarıldı.” dedi. Böyle bir şey yok. Ben konuşurken tekrar teyit ettim, Millî Kütüphanemizin, İzmir Millî Kütüphanesinin böyle bir talebi yok. O nedenle yanlış bilgilere dayalı… Yanlış bir iş yapıldıysa, evet, Sayın Bakanın yaptığı gibi, “Burada yanlış bir iş yapıldı…” Ama bu yanlış iş yapılmasının altında yatan gerçeklerin ne olduğunu öğrenmek hem İzmir halkının hem de milletvekili olarak bizim görevimiz.

Herkes bilir, değerli milletvekilleri, bütün arkadaşlarım, İzmir, durup dururken, sadece Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin olduğu bir kent olduğu için saldırıya uğramıyor. İzmir, yaşam tarzı olarak Türkiye’ye ve dünyaya örnek bir kent. İzmir’de bütün fikirler özgürce konuşulur tartışılır. İzmir’de bütün insanlar özgürce kendi inançlarını yaşarlar. Ben, Türkiye’nin herhangi bir ilinden göç edip gelip de, İzmir’de, o illerde yaşadığı gibi yaşayamayan bir yurttaş tanımam. Ben 1973’ten beri İzmir’de yaşıyorum.

İşte, asıl olan, bazı provokatif nedenlerde, yine, bu böl-parçala-yönet politikalarının taktikleriyle zaman zaman hoş olmayan hareketler yaşasa da İzmirli bu yaşam tarzını koruyan önemli illerden biridir. İşte, orada pırıl pırıl duran bir kenti örnek olmaktan çıkarmak için yapılmaktadır bu saldırılar ve yapılan bence bilinçsiz bir şey değil, bilinçli bir şeydir. Birinci nedeni bu mudur? Bence budur.

Bir başka neden… Gerekçe şu, İzmir Millî Kütüphanesinin derleme kapsamından çıkarılmasının gerekçelerinden biri de şu: Personel ve bütçe yetersizliği. Aksine, İzmir Millî Kütüphanesi… Yani Turizm Bakanlığı Elhamra Sinemasının kiracısıdır, Devlet Opera ve Balesi. Millî Kütüphanenin malıdır Elhamra Sineması yani bir bütçe sorunu yok. Ayrıca, kendi vakıflarınca ve Büyükşehir Belediyesince desteklenmekte, bu tür sorunlarla karşılaşmamaktadır.

Ama akla şu soru geliyor: Acaba Büyükşehir Belediyesi ile olan ilişkilerinden ötürü de Millî Kütüphane cezalandırılmak mı istenmektedir? Yoksa, bugüne kadar İzmir’in çağdaşlığına, İzmir’in bilimsel yaklaşımına, hoşgörüsüne katkı veren çabalar gösterdiğinden ötürü müdür? 90 tane köye gezici kütüphane götürdüğünden ötürü müdür? 5 tane köy kütüphanesi kurduğundan ötürü müdür? Yani İzmirli yurttaşların daha çok bilimle, akılla yüz yüze gelmesine verdiği çabalardan ötürü müdür?

Büyükşehirle ne alakası var demeyin, bugüne kadar Millî Eğitim Bakanlığının ve millî eğitim müdürlüklerinin yapması gereken birçok işi belediye yaparken son yıllarda okul müdürlükleri belediyeden kendi okullarının bakımı için yardım talebinden korkar duruma gelmişlerdir çünkü bizim belediye başkanlarımızın yaptığı her iş -son gelen bir genelgeyle de- “Yapılan işlerin takdimi, reklamı yapılmasın, değilse yine soruşturma açılacak.” diye bir genelge daha geldi, bundan ötürü müdür? Şimdi bir önergeyle düzeltilecek. Sayın Başkan, sanırım bizim de önergelerimiz var, ama şöyle bir korku da var içimde: Sanırım, o arkadaşlar bugün burada değiller. Bizim verdiğimiz her önergeyi “Daha önemli yasalarımız var.” diye çıkıp reddeden, bununla ilgili sanki kadrolu önerge reddi görevi almış arkadaşlarımız var. Eğer onlar bizim isimlerimizi duyarsa buna da “Karşıyız.” diye yanlış bir konuşma yapabilirler. Bu bir kazaya uğrasın istemiyoruz. İzmir Millî Kütüphanesi derleme kapsamına bir önergeyle alınmalı ve İzmirliler hem Bakanımızın hassasiyetleri açısından bu olanağa kavuşmalıdır hem de İzmirliler, bütün Ege Bölgesi, Akdeniz ve çevre illeri bu kütüphaneden yararlanır hâle gelmelidir diye düşünüyorum.

Zamanımız geliyor. Son sözüm de şu: Aslında meselemiz ve sorunumuz, İzmir Millî Kütüphanesinin derleme kapsamından çıkarılmasını tartışmaktan daha derin bir tartışmadır. Özellikle, mesela -ben şahsen- bütün milletvekili arkadaşlarım ve bütün gruplar ve bunların temsilcisi grup başkan vekilleri bugün bir araya gelip, iki gün önce Erzurum Dumlupınar Okul Müdürünün yaptığı işin hesabını hep beraber sormalıydılar. Onu kınamak sadece Cumhuriyet Halk Partili ya da gruptaki diğer milletvekillerine, AKP dışındaki arkadaşlarımıza kalmamalıydı ya da Nur Serter’e yapılan, bir dizi vasıtasıyla yapılan saldırıya bütün Meclis ayağa kalkmalıydı. Yani biz kendimiz barış ve hoşgörünün merkezi olması gereken Mecliste, milletvekili arkadaşlarımız bu hoşgörüyü göstermiyorsa ve bunu kapatmaya çalışıyorsa, hele hele bu vesileyle hep beraber çıkıp kendi milletvekillerine “Artık, bir Meclise istiyoruz.” deme cesaretini göstermiyorlarsa, bizim, derleme kanununda da, başka bir kanunda da yapacağımız incelikler ya da yaklaşımlar Türkiye'nin çıkarına olmaz değerli arkadaşlarım.

Son söz İzmir için. İzmir 4,4’le evvelsi gün yine sallandı. Bir ay kadar önce yaptığım bir konuşmayla, kentlere karşı işlediğimiz suçlardan bahsedip İzmir’in kent yenileme projelerinin bir an önce çıkması gerektiğini söylemiştim. Sanırım, bu deprem nedeniyle AKP’li milletvekili arkadaşlarım da bir kez daha uyanır çünkü İzmir 4,4’le uyandı ve hep beraber, tekrar ediyorum burada, İçişleri Bakanlığını mı, Bayındırlık Bakanlığını mı, Ulaştırma Bakanlığını mı, kimi harekete geçireceklerse, İzmir’in kent yenileme projeleri bir an önce onaylanır ve İzmirliler kendi sorunlarını kendileri çözme yeteneğine sahip olurlar diyorum.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN -  Teşekkür ederim Sayın Moroğlu.

Hükûmet adına Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika.

Buyurunuz.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, kürsüye gelmeden önce bir telefon mesajı aldım. Türk sinemasının değerli yönetmenlerinden Sayın Yusuf Kurçenli uzunca bir süreden bu yana rahatsızdı, ben dün de doktoruyla konuşmuştum, vefat etmiş, rahmet dileklerimi sunuyorum ve şimdiye kadarki, sanatımıza, kültürümüze, sinemamıza yapmış olduğu hizmetler için, emekler için de teşekkür ediyorum milletimiz adına kendisine.

Değerli arkadaşlarım, önemli bir çalışma yapıyoruz. Bence siyasi polemiklere kurban etmememiz gereken önemde bir çalışma yapıyoruz, derleme yasası. Derleme Yasası 30’lu yıllarda çıkarılmış bizim ülkemizde, 1934 yılında çıkarılmış; çıkarıldığı zaman gerçekten önemli bir süre için hizmetler görmüş ama o günkü teknik içinde matbaada basılmış olan eserlerin derlenmesi, bir anlamda -bir değerli arkadaşımız ifade etti- ulusal hafızanın kayıt altına alınması konusunda önemli bir işlevi yerine getirmiş ama zaman içinde, mecellede hüküm var biliyorsunuz, zaman değişince hüküm değişir, ezmânın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz. Umarım ki bu sözlerimiz de tutanaklara doğru geçer, zaman zaman bazen telaffuz yanlışlıkları ya da ifade yanlışlıkları oluyor.

Yeni dönemde tabii sadece matbaada basılmış eserler değil, çeşitli mecralarda basılmış olan bütün eserlerin, dijital ortamdaki eserlerin, web sitelerinin, bütün bu çalışmaların, web ortamının kayıt altına alınması gerekiyor. Zaten, sonraki yıllarda da UNESCO’nun “Herkes derleme yasasını bu çerçevede, bu ihtiyaçlar karşısında gözden geçirsin.” diye bütün ülkelere, ilgili ülkelere uyarıları da var. Biz bu çerçevede bir hazırlık yaptık -geçen dönem aslında gündeme geldi- Komisyondan geçirdik, daha sonra da birkaç noktayı –anlatacağım- tashih etme ihtiyacı doğdu, onu da bugün inşallah yerine getireceğiz ve böylece derleme, ulusal hafızanın kayıt altına alınması konusunda önemli bir çalışmayı birlikte gerçekleştirmiş olacağız.

Arkadaşlarıma teşekkürlerimi ifade ederim. Komisyonda gerçekten bir iki küçük konunun dışında, yani bugün düzelteceğimiz konunun dışında mutabakatla, bütün partilerin mutabakatıyla geçti. Zaman zaman bu konularda bu tür mutabakatlara ihtiyacımız var. Yine arkadaşlarımız hatırlayacaklar, geçen dönemde Bakanlığımızın getirdiği bir başka teklif de mutabakatla geçmişti, Yazma Eserler Başkanlığı kurulması. O çerçevede de şu anda Türkiye’de yazma eserlerimizi çok daha iyi muhafaza edecek bir altyapıyı oluşturuyoruz ve İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi merkez olmak üzere yazma eserlerimizin -ki bizim kültür dünyamızın çok önemli hazinelerinin başında gelenlerdendir- dünya standartlarına uygun bir biçimde korunması konusunda altyapıyı kurmuş bulunuyoruz. Bunu da Parlamentodaki bütün siyasi partilerin ittifakıyla gerçekleştirdik, bugün de aynı şeyi yapmaya çalışıyoruz.

Aslında, biz 2009’da uzun bir aradan sonra, on yılı aşkın bir aradan sonra Ulusal Yayıncılık Kongremizi topladık ve Yayıncılık Kongresinin verdiği direktifler çerçevesinde de bugün hukuki statüsünü kazandırmaya çalıştığımız bu mekanizmayı fiilî olarak işler hâle getirdik ve onun sonuçlarını da geride bıraktığımız yıllarda aldık. Bir örnek vermek istiyorum, 2007 yılında Türkiye’de 29 bin eser basılmış ve 19 bini derlenebilmiş bunların, küçük küsurları var. 2011 yılında 43 bin eser basılmış ve -43.217- biz 43 bin eseri derlemişiz. Yani fiilî altyapıyı kurduk geride bıraktığımız süre içinde. Bu, ISBN numarası, ISSN numarası ve ISMN numaraları çerçevesinde yaptığımız uygulamalarla derleme konusunda çok önemli mesafeler aldık. Bugün yeni bir yasayla bu aldığımız mesafeyi hukuki altyapısına kavuşturmuş olacağız. Ne yapıyoruz? Arkadaşlarımız ayrıntılarına da değindiler zaman zaman, çok zaman almak istemiyorum ben. Elektronik ortamlar da dâhil olmak üzere bütün çoğaltma yöntemleriyle elde edilen eserleri bu yasanın kapsamına alıyoruz. Mevcut Yasa’yla derleme sorumluluğu sadece matbaalardayken şimdi gerçek ve tüzel kişileri ve yayınevlerini de sorumluluk altına alıyoruz.

Mevcut Yasa’da idari para cezaları caydırıcı olmaktan uzakken şimdi daha caydırıcı hâle getiriyoruz ve daha önce Derleme Kurumuna bir derleme nüshasının verilmesi yayıncı için bir yükken, matbaa için bir yükken şimdi onu gider yazmasını ve böylece yayıncı için bir yük olmaktan çıkarılmasını sağlamaya çalışıyoruz. Böylece kimseye özel bir yük getirmeden bu önemli ihtiyacı karşılamaya çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, biz bunu İstanbul ve Ankara’da sınırlı tutmaya çalıştık yasanın ilk hazırlanışında. Yasanın asıl hazırlanışı bir önceki döneme kadar gidiyor, 2006’da.

Geçen dönemde biz Komisyona yasayı getirdiğimizde İstanbul Üniversitesinin önümüzde bir “Biz bu yükün altından kalkamıyoruz.” yazısı vardı, 95’ten bu yana. Bu konuyu uzun uzun anlatan Değerli Arkadaşım, muhalefet sözcüsü arkadaşlarımdan birisi İstanbul Üniversitesinde Rektör Yardımcılığı yaptı, bu süreci çok yakından biliyor. Daha sonra İstanbul Üniversitesi bunun kendileri için de önemli bir bilgi ve kültür kaynağı olduğunu düşünerek tashih etti görüşlerini. Önce -Sayın Alemdaroğlu zamanında sanıyorum- kısmen bazı eserlerin kendilerine verilmesi konusunda bir talepleri var, en son da, şimdiki Rektörümüz zamanında da tümüyle derleme kapsamına girmek istediklerine ilişkin bir önerileri var. Biz bunu nazara aldık, ciddiye aldık Komisyonda. Genel Kurulda, daha önce komisyondan geçmiş olan bir konuyu madde madde yeniden görüşme külfetiyle ve zaman kaybetme külfetiyle karşı karşıya kalmayalım diye -Bakanlık olarak benimsiyoruz, iktidar-muhalefet, hep beraber benimsiyoruz- “Ortak önergeyle o sorunu Genel Kurulda hallederiz.” dedik, sözümüzün arkasındayız. Yani bunun üzerinden uzun uzun yeniden tartışma yapmayı ben Genel Kurulu işgal etmek olarak görürüm. Kayıtlar ortada, Üniversitenin önce “Bizi çıkarın.” talebi var, daha sonra “Bizi dâhil edin.” talebi var.

Kaldı ki biz İstanbul’da Beyazıt Kütüphanesi… Ki aşağı yukarı İstanbul Üniversitesi kampüsü içinde sayılabilecek bir mekândır. Fiziki olarak Beyazıt Kütüphanesini de son derece geliştiriyoruz. Beyazıt Kütüphanesinin Beyazıt Külliyesi bölümünde şu anda yaptığımız ve bu yıl sonunda bitireceğimiz restorasyon çalışmalarımız var. Beyazıt Kütüphanesinin imkânları misli misline artmış olacak İstanbul’da. Ondan ibaret değil, Süleymaniye’yi Yazma Eserler Merkezi yaptığımız için Süleymaniye Kütüphanesinin yanı başında belki kırk elli yıldır -ben öğrenciliğimden beri hatırlıyorum- var olan bir doğumevi  vardı. O külliyenin içinden doğumevini çıkardık ve Süleymaniye Kütüphanesini doğumevini de kapsayacak şekilde restore edip, büyütüyoruz. Hemen Süleymaniye Kütüphanesinin beş metrelik sokak aralığında eski darüşşifa, Süleymaniye Külliyesi içindeki darüşşifa binası vardı, orayı da kitap şifahanesi yaptık. Böylece Süleymaniye Kütüphanesinin fiziki mekânı 1 mislinden fazla büyüyor. Ayrıca 99 depreminde zarar görmüş olduğu için kapatılmış bulunan, İstanbul’da müstakil olarak, bir kütüphane olarak yapılmış bulunan çok ender binalardan birisidir, iki yüz elli yıl kadar önce Koca Ragıp Paşa  merhum tarafından yapılmış -haziresinde şu anda Koca Ragıp Paşa merhum torunuyla birlikte yatıyor- o kütüphane kapalıydı 99 depreminden bu yana. Restore ediyoruz ve örnek bir restorasyon yapılıyor, onu da İstanbul’un kültür yaşamına katıyoruz. Yani biz Türkiye'nin başka yerinde ve İstanbul’da kütüphane imkânlarımızı geliştiriyoruz. İstanbul Üniversitesi bu imkânlardan yararlanabilir ama “Biz buna dâhil olalım.” dediği için bugün oy birliğiyle bu sorunu halledeceğiz.

İzmir’le ilgili belki bir sürçülisan oldu arkadaşlarımdan birisinin. İzmir’in böyle bir yazılı talebi yok -orada Sayın Moroğlu haklı ama- İzmir Kütüphanesi Ankara’daki Millî Kütüphane gibi doğrudan doğruya devletin  bir kurumu değil. İzmir Kütüphanesi -adı Millî Kütüphane- İzmir Millî Kütüphane Vakfının kütüphanesi yani bir vakıf kütüphanesi ve evet, biz bir bölümünü kira olarak kullanıyoruz ama kütüphane olarak kullanılan mekânlar doğrusu yeni bir kütüphane yapma ihtiyacını da İzmir’de gündeme getiriyor. Önümüzdeki dönemde hedefimiz İzmir’e yeni bir kütüphane yapmak ve Millî Kütüphanenin, doğrudan doğruya Halk Kütüphanesinin imkânlarını geliştirmektir. Orada otuzlu yıllardan beri, hatta 1912’den beri gelen bir kütüphane geleneği var ama tarihî  binada bir kütüphane müzesi olması belki gerekiyor önümüzdeki süreçte ve yeni  bir kütüphane binası  yapmak gerekiyor.

Şimdi arkadaşlarımızın yani burada uzun uzun “İzmir’e karşı bir kasıt mı var? Bir tavır mı var?” söylemlerini doğrusu  ben hayalhanelerine müthiş bir saygı duyarak izledim! İzmir’le ilgili ya da Türkiye'nin bir başka yerleşim merkeziyle ilgili bir kültür etkinliğini oradan kaldırmak gibi bir derdimiz, bir gayretimiz olabilir mi? Biz Anadolu’yu yeni kültür mekânlarıyla kavuşturmaya, tanıştırmaya çalışan, sözden çok icraata önem veren bir anlayışı temsil ediyoruz. Arkadaşlarım bu dönemde Türkiye'nin gündeminde şimdiye kadar olmayan yeni bir kütüphane konsepti geliştirdiler örneğin. Onu da bilginize tekraren sunmak isterim. Edebiyat müze kütüphaneleri, bu ilk defa bu dönem gündeme geldi. Bir kütüphane dediğiniz zaman aklınıza gelen bütün eserler oraya tıkış tıkış yığılıyordu, şimdi bir tematik kütüphane yapmaya çalışıyoruz. Edebiyat müze kütüphanesi, bunun ilk örneğini Ankara’da “Mehmet Âkif” ismiyle gerçekleştirdik biliyorsunuz Hamamönü’nde. Ankara’da Edebiyat Müze Kütüphanesi “Mehmet Âkif” ismiyle, İstanbul’da Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi açtık, Adana’da Karacaoğlan Edebiyat Müze Kütüphanesi açtık, Emrah’ı şimdi Erzurum’da hazırlıyoruz. Hiç ayrım yapmıyoruz, “Atilla İlhan” ismiyle İzmir’de bir edebiyat müze kütüphanesi kurmaya çalışıyoruz. “Bedri Rahmi Eyüboğlu” ismiyle Trabzon’da bir edebiyat müze kütüphanesi kurmaya çalışıyoruz.

Biz, Anadolu’nun farklı yerleşim merkezlerini kültür hizmetleriyle daha çok tanıştırmaya çalışırken İzmir’den bir geleneği söküp almak kimsenin aklına bile gelmez ama mekân yetersiz olduğu için ve bir derleme kütüphanesi inanılmaz yükler getirdiği için ve o derleme kütüphanesine önceki yıllarda gönderilen dergiler, gazeteler açılmamış balyalar hâlinde birtakım depolarda durduğu için -bu fiziki bir gerçektir ve hâlen devam ediyor- böyle bir külfetten arkadaşlar sadece kurtarılmak  istendi. Ama mademki böyle bir talep var, biz, bunu oy birliğiyle, bugün bir önergeyle gerçekleştireceğiz.

Şunu da bilmenizi isterim: İzmir Milli Kütüphanesi, o binada galiba yetmişinci yılını ama vakıf kütüphanesi olarak yüzüncü yılını neredeyse tamamlıyor. Bu benim bilgim değil ve benim verdiğim bir bilgi değil. Ben İzmir Milli Kütüphanesini ziyaret ettiğim zaman, Millî Kütüphanenin hâlen görevdeki müdürü, basın önünde, beni de çok şaşırtan bir bilgiyi benimle ve basınla paylaştı “Bu binaya Atatürk geldi, Milli Kütüphanemizi Atatürk ziyaret etti  -Celal Bayar merhum, kuruculardandır- Celal Bayar geldi, ilk defa bir Kültür Bakanı geliyor.” dedi. Evet, ilk defa o kütüphaneyi de bir Kültür ve Turizm Bakanı olarak ben ziyaret etmişim yani daha önceki yıllarda İzmir Milli Kütüphanesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri ve sorumluları tarafından önceki yıllarda göz ardı edilmiş. Yani bu kadar kültür mekânlarıyla ilişkimiz ve bunları Türkiye sathına yaydırma gayretimiz varken arkadaşlarımızın gerek İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi gerek İzmir Kütüphanesiyle ilgili böyle birtakım vehimlerden kaynaklanan görüşler ileri sürmesini doğrusu gülümseyerek karşıladım yani ben işin gerçeğini bildiğim için gülümseyerek karşıladım.

Değerli arkadaşlarım,  biz Türkiye’nin her tarafına mümkün olduğu kadar kültürü, hizmeti yaygınlaştırmaya çalışıyoruz ve ayrıca elektronik ortamda da bütün bu bilgilerin herkesle paylaşılmasının altyapısını kurmaya çalışıyoruz. Yazma eserlerimizi yüzde 90 itibarıyla biz şu anda dijital ortama aktardık. Umut ediyorum ki zaman içinde telif hakları sorunlarını da bir ölçüde aşarak Millî Kütüphane envanterimizi de önemli ölçüde dijital ortama aktaracağız ve insanlar bir kütüphane merkezine gitmeksizin de Anadolu’nun bir başka kütüphanesinden oradaki bilgiye ulaşma imkânı bulacaklar. Türkiye bu alanlarda yeni yeni büyük mesafeler almaya başladı. Bütün bunları Türkiye’nin tabii ekonomik ve demokratik istikrarına borçluyuz. Burada arkadaşlarımın hep beraber üzerinde mutabık olduğumuz bir yasayı konuşurken iktidar suçlamaları yapmaları ya da siyasi polemiklere kalkan birtakım görüşler ileri sürmelerini doğrusu çok üzüntüyle karşıladım. Yani ayrım yapmaksızın Türkiye’nin bütün kültür varlığına sahip çıkmaya çalışıyoruz. Ben Adana Edebiyat Müze Kütüphanesini açarken isminin “Yaşar Kemal” olmasında çok ısrarlıydım. Bizzat Yaşar Kemal’in önerisiyle “Karacaoğlan” yaptık çünkü Yaşar Kemal “Ben ne öğrendimse Karacaoğlan’dan öğrendim.” dedi ve biz onun önerisiyle yaptık.

 Hatırlayacaksınız ki bundan önceki Hükûmet döneminde daha önce çeşitli hükûmetlerin gündemine gelmiş ve bir türlü çözülmemiş olan Nazım Hikmet’in vatandaşlık sorunu çözüldü. Türkiye’den koparılmış bulunan birçok insanın maddi ya da manevi tekrar vatanıyla, doğduğu toprakla bağ kurmasının önündeki engelleri biz kaldırmaya çalıştık.

KAMER GENÇ (Tunceli) – On senedir iktidardasınız. On senedir yapamadığınız şeyi on sene  sonra yapıyorsunuz.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) - Yani böyle bir anlayışın insanları fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir nesil yaratmaktan uzaklaştırmaya kalkması bir korkudur, bir kaygıdır. Yaptıklarımızı biz hani merhum Ziya Paşa’nın bir sözü var “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/ Kişinin görünür rütbei aklı eserinde.” anlayışından yapıyoruz ve yapmaya çalıştıklarımızı bir gün mutlaka toplum anlayacaktır düşüncesindeyiz. Anlıyor da nitekim yani bütün seçim sonuçları bizim yaptıklarımızı, eğer demokrasiye inanıyorsak eğer halkoyunun bizim için bir değeri varsa yaptıklarımızı toplum anlıyor. Yani o yüzden bizi eleştireceği yerde bazı arkadaşların dönüp biraz kendilerine bakması ve “Neden biz halktan -madem iyi şeyler yapıyor ve söylüyoruz- bu desteği alamıyoruz?” diye dönüp bir irdeleme, bir yargılama yapması gerekir kanaatindeyim.

Bazı arkadaşlarımız konuşup gittiler ama bir iki dakika değinmek isterim. Kültür ve turizmin ayrı olması konusu hep gündeme getiriliyor, Sayın Önder arkadaşım da gündeme getirdi. Değerli arkadaşlarım, biz sıradan bir kıyı turizmi ülkesi olmak istemiyoruz. Turizm, ülkenin uluslararası alanda tanıtılmasının önemli araçlarından birisi. Biz işin içine kültür boyutunu da katarak, kültür zenginliğini de katarak sadece güzel sanatlar değil, halkımızın toplam yaşam kalitesini yukarı çekmeye çalışıp ve onu dünya tanıtımına katarak Türkiye’nin marka bir ülke, Türkiye’nin farklı bir ülke, Türkiye’nin bütün yaşam tarzıyla farkındalık yaratan bir ülke olmasını anlatmaya ve dünyaya bunu kanıtlamaya çalışıyoruz. O yüzden bu iki alan birbiriyle çok yakın, birbiriyle çok iç içe ve biz bunları birlikte sürdürmekten çok mutluyuz.

Bir de ana dillerle ilgili dün bir anma günü vardı. Doğrusu, biz geçen dönem de -bir yıl kadar önce- kültürel çeşitlilik konusunda Komisyonumuzdan, Eğitim Komisyonumuzdan bu Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ni geçirdik ve şimdi Genel Kurulumuzun gündeminde. Umuyorum ki yakın bir gelecekte Genel Kurulumuz bu sözleşmeyi de kayıt altına alacaktır. Biz hiçbir dil kaybolmasın, hiçbir renk kaybolmasın, hiçbir kültür kaybolmasın derdindeyiz. Devlet olarak herhangi bir kültür baskısı, dil baskısı, herhangi bir formasyon zorlaması yapmak istemiyoruz. Geçmiş yıllarda bunlar yapıldı. Ben ikna odaları tartışmasını yeniden açmak istemiyorum ama hafızayı beşer o kadar da nisyan ile malul değil, hepimiz bu ülkede yaşıyoruz. Nerelerden geldik ve şimdi eskiye göre nasıl daha çoğulcu bir ortamdayız, hepimiz bunun farkındayız.

Biz elbette her dile saygı gösterilsin istiyoruz. O yüzden, bir arkadaşım söyledi, bazı lehçelerin, bazı yerel dillerin televizyonlarda bir suçlu ile veya bir kötü kimlikle bir araya getirilmesini doğru bulmuyoruz. Bu konudaki yaklaşımların yanlışlığının altını çizmek istiyorum. Esas itibarıyla, zaten televizyonlar, bizim kültür yayınlarımız doğru rol modelleri topluma vermelidir, gençleri doğru modellere doğru yönlendirmelidir düşüncesindeyiz. Elbette dile saygı göstermeliyiz, elbette insana saygı göstermeliyiz çünkü bizim anlayışımız “Sen kendine ne istersen başkasına onu iste/Dört kitabın manası budur eğer var ise” diyen Sevgili Yunus Emre’den kaynaklanıp gelmektedir. O inançla yürüyoruz, o inançla işlerimizi yapıyoruz.

Ben bu yasaya arkadaşlarımın verdiği destek için teşekkür ediyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

X.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’in, İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’e yapılan davranışı ve basının haberi veriş şeklini kınadığına ilişkin konuşması

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bugün bahsedildiği için, şahsım adına Sayın Serter’i üzmemek için, hatırlatmaktan kaçındığım için konuşmayacaktım ama kendisine yapılan tavrı kişisel olarak bütün Türkiye Büyük Millet Meclisinin kadın milletvekillerine karşı işlenmiş bir tavır olarak, bir suç olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum. (CHP, MHP ve BDP sıralarından alkışlar) İkincisi, hem ciddi bir saygısızlık ve terbiyesizlik olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum.

Diğer taraftan, kadına şiddet ve tacizi önlemek için kadın haklarıyla, kadın-erkek eşitliğini sağlamak için -benim ikinci dönemim bu Mecliste- özellikle kadın milletvekili arkadaşlarımızın geçen dönemde -parti farkı ayırt etmeden söylüyorum- yaptıkları çalışmaların ne kadar önemli olduğunu ama ne kadar az yol aldığımızı ifade ettiğini de bu olayla gördüğümü ifade etmek isterim. Sayın Serter’le ilgili bugün basının bu haberi veriş şekline baktığım zaman da aynı taciz ve aynı kadına şiddet anlayışını gördüğümü ifade etmek istiyorum ve kınıyorum. (Alkışlar)

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

6.- Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi, şahısları adına son söz İstanbul Milletvekili Sayın İsmet Uçma’da.

Buyurun Sayın Uçma. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İSMET UÇMA (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; ben de 128 sıra sayılı Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu itibarla hepinizi saygı, sevgi ve muhabbetle selamlıyorum.

Sevgili arkadaşlar, elimde gerçekten de derleme kanun tasarısı üzerine yazılmış bir sürü not vardı ama bugün Mecliste rahmet dilinden biraz uzaklaşıldığını görünce arkadaşlarımla bu hususları paylaşmak istedim. Galiba bizim bir üslup ve bir tarz derleme kanununa da ihtiyacımız var. Bu itibarla, Meclisin cumhuriyet tarihi boyunca çalışmış sürelerinde kullanılan üslupların bir derlenip toparlanıp bir bilgi bankasında bir araya getirilip hakikaten günümüzle bir mukayese edilmesinin yararlı olacağını düşünüyorum.

Sevgili arkadaşlar, biz, hepimiz bir merhamet dilini, bir rahmet dilini, bir kardeşlik dilini geliştirebiliriz. Zira siyasetin tek gıdası milletin teveccühüdür. Bunun dışında hangi gıdayı siyasete takdim etseniz onunla beslenmez. Milletten teveccüh almak gerçekten fevkalade önemlidir. Şimdi, biz, yapıp ettiklerimizi milletimizin bize verdiği yetkilerle yapıyoruz.

Şimdi, aykırı dil kullanan sevgili kardeşlerime şunu söylemek istiyorum: Buyurun yetki alın, istediğiniz olguları millet talep ve takdir ettiği sürece hayata geçirin.

Bu itibarla arkadaşlar, ben de Sevgili Nur Serter Hanımefendi’ye -hangi dizide olduğunu bilmediğim- yönelik çirkin yaklaşımı nefret ve şiddetle kınıyorum. Zannediyorum grubum da bana katılıyordur. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Fakat Sevgili Nur Hanımefendi’nin aynı şekilde bir gerginlik diline düşmesini, bir nefret dilini besleyecek tarzda yaklaşmasını da doğru bulmadığımı ifade ediyorum. Yani zappingle insan kalbi okuyarak sonuca varma imkânımız yok.

Sevgili arkadaşlar, biz “Çağdaşlık” dediğimizde -tırnak içinde- gerçekten de çağın trendleri olan bilişimi, iletişimi, teknolojiyi ve özgürlükleri yakalamak olarak görüyoruz. “Çağdaşlık” dediğimizde tırnak içine alır da bir yaşam biçimini dayatmak olarak algılarsak bu doğru olmaz, buna hepimizin birlikte karşı çıkması gerekiyor.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Çete kanununu kabul eden çağdaş olur mu?

İSMET UÇMA (Devamla) – Sevgili arkadaşlar, şimdi Sevgili Süreyya burada yok tabii -Sevgili Süreyya’nın esprime alınmayacağını düşünerek söylüyorum- bugün biraz fazla kafası karışık geldi bana. Oysa ben çok seviyorum, çok yararlanıyorum kendisinden, çok değerli bir dostum.

Şimdi, sevgili arkadaşlar, bu Kürt sorunu yüzde 70 psikolojik bir sorundur. Mesela ben de hep başından beri, biz de parti olarak hep söylüyoruz. Doğru, bir referandum yapılarak köy, mezra isimleri neyse yeniden iade edilmelidir, bu psikolojik sorunlar aşılmalıdır. Dil, din, renk ayrılıkları sevgili arkadaşlar, ancak indirgemeci insanların işidir.

Hemen ifade etmek isterim ki yeryüzünde iki tür anlayış vardır           -üçüncüsünü bulan olursa bunu bir icat olarak göreceğiz tabii- o da şudur: Birisi, sosyal olayları anlamaya çalışır, anlar, yorumlar, gözlemler, analitik gözlemlerle sonuçlandırır ve mutlaka çözer. Bir diğeri indirgemeci, fanatik ve hakikaten de entegrist anlayıştır. Bu, sosyal olayları kaşır, kanatır ve bundan beslenir. Arkadaşlar, sosyal olayları kanatıp ondan beslenmek kadar yeryüzünde etik olarak reddedilmesi gereken başka hiçbir konu yoktur.

Şimdi, ayrıca Süreyya Kardeşim bizim kültür sanat alanında yapıp ettiklerimizi eksik bulabilir, doğrudur, eksiklerimiz elbette olabilir ama -Sevgili Bakanım da biliyor- 2002’ye kadar bizde 7 bin çeşit kitap vardı -ben yayıncı ve yazar bir kardeşinizim- şimdi, hamdolsun, 43 bin çeşit kitabımız var. Bunun herhâlde özgürlükler ortamının ve yazarı, yayıncıyı, sanatçıyı besleyen ortamın oluşturulmasından kaynaklanan bir durum olması iktiza eder. Çünkü özgürlüklere o kadar önem veriyoruz ki, şahsen ben diğer milletvekili arkadaşlarımın da aynı kanaatte olduğunu düşünüyorum, özgürlük alanını daraltırsanız bireyde ve toplumda, tıpkı ayağı sıkan ayakkabı gibi vücudun hepsini rahatsız eder. Yani özgürlük alanını daralttığınız bir toplumda ya da bireyde asla gelişme gözlemleyemezsiniz; sosyal alanı daraltırsınız, ekonomik alanı daraltırsınız, sanat alanını daraltırsınız, kültürel alanı daraltırsınız ve dolayısıyla büyümeyi daraltırsınız, özgürlükleri daraltırsınız. Bunları yapmamak gerekir sevgili arkadaşlar.

KAMER GENÇ (Tunceli) – O ortamı yaratan sizsiniz!

İSMET UÇMA (Devamla) – Ben sevgili Hamzaçebi’nin siyaset üslubuna çok değer veriyorum, sevgili Şandır’ın siyaset üslubuna çok değer veriyorum, kardeşlerimizin siyaset üsluplarına çok değer veriyorum, ama bazen, kimi kere, hakikaten, yani partilerine zarar verecek şekilde bir siyaset üslubu geliştirmeyi de doğrusu bir kardeşiniz -belki herhâlde sizden yaşlıyım- bir ağabeyiniz olarak doğru bulmadığımı ifade etmek istiyorum.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Sen kürsüden Türkeş’e hakaret etmedin mi? Sen kendi üslubuna bak!

İSMET UÇMA (Devamla) – O itibarla sevgili arkadaşlar, yeryüzünde bizim tartışamayacağımız hiçbir şey olmamalıdır. Biraz önce Sayın Hamzaçebi’nin vurgu yaptığı husus önemlidir.

Sevgili arkadaşlar, biz asla din-siyaset kurumunun birbirine karıştırılmasını istemiyoruz ve buna karşıyız. Biz, din ve din-siyaset ilişkisini, hakikaten makası oldukça açarak ayırt etmek istiyoruz, ama dindar siyasetçiden yana olmamız da herhâlde hiç kimseyi rahatsız etmez. Bizim yaptığımız budur arkadaşlar.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Biz de onu arıyoruz zaten, dindar siyasetçi arıyoruz! Dürüst, dindar, sözünde duran!

İSMET UÇMA (Devamla) – İşte, o sizlersiniz, bizleriz. Hep birlikte birbirimizi, inşallah, daha güzele götürme gayreti içerisinde olacağız. Birbirimizden alıp vereceğimiz, katacağımız çok şeylerin olduğunu düşünüyorum.

Sevgili arkadaşlar, ülkemiz paranoyalarını yavaş yavaş atıyor. Yani on yıllık periyotlarla darbeler yemiş bir ülke. Asla geçmişe ilişkin potansiyel suçlu aramak, devri sabık yaratmak, arkadaşlar, bize bir şey kazandırmaz. Geçmişle bizim yüzleşmemiz bizim öz güvenimizdir ve aynı hatalara düşmemek içindir. Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir, tarih ibret ve ders alınmak için vardır.

Bir başkası arkadaşlar, hiç unutmamak gerekiyor, demokrasilerde -ilginçtir, şimdi artık dünya demokrasileri konuşuyor,  yeni yeni yöntemler geliştirmeye çalışıyor- halkın teveccüh ettiği insan tipi, nasıl olursa olsun, sizinle yüz seksen derece zıt da olsa ona büyük bir saygı duymayı gerektiriyor.

Dolayısıyla arkadaşlar, biz hepimiz, hep birlikte dilleri, dinleri, etnisiteleri bir kardeşlik potasında eriterek, onlar olmadığı zaman kendimiz üretmeye çalışmamız lazım. Bütün vahiylerde… Dikkat edin arkadaşlar, şunun için belki biraz birbirimizden uzak düşüyoruz:

Sevgili arkadaşlar, Sevgili Süreyya yok, indirgemeci, yerel, mevzi, etnisiteye dayalı, gerilime dayalı hiçbir anlayış asla “Küllü’n nâs” diyen anlayışa rehberlik edemez. Şimdi, bizim belki mini minnacık farkımız şu: Diğer vahiyler ve peygamberler bir bölgeye, bir topluma gönderiliyor, diğer vahiyler de öyle ama bizim yani hepimizin gerçekten övündüğümüz medeniyetimizin vahyi, dikkat ederseniz, evrensel ve Resulü de, elçisi de evrensel. Dolayısıyla, bizim başka topluluklar gibi “Küllü Kürt, küllü Türk, küllü Laz, küllü Çerkez.” demek lüksümüz yoktur arkadaşlar, biz “Küllü’n nâs” demek zorundayız. İşte, belki bu dili yakalarsak, “Bütün insanlar” deme dilini yakalayabilirsek, öyle zannediyorum, içinde bulunduğumuz durumlara da bir an önce çare üretmiş oluruz.

Sevgili arkadaşlar, bu derlemeyle ilgili kütüphaneleri zaten hem Bakanım hem de diğer konuşmacı arkadaşlarımız konuştular.

CHP’li arkadaşlarımız bunu espri kabul etsinler, bize bir güvensizlik serd ettiler komisyonda, yoksa biz orada bütün maddeleri oylayıp yani kendi aramızda halledip burada tamamı üzerinde konuşup kısa zamanda bitirecektik ama şimdi, sevgili arkadaşlarımızın önüne, bakınız, biz o güvensizliği hak etmiyoruz diye bunları getirdik ve buradaki önergelerle düzeltmiş olacağız.

Bu itibarla, ben mevcut yasanın hayırlara vesile olmasını niyaz ve temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Uçma.

Soru-cevap…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, geçmeden…

Sayın Hatip grubumuza hitaben, isim de vererek, vekil ismi de zikrederek, ayrıca üslup ve kavramlar konusunu açarak sataşmada bulunmuştur; ona cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN – Ben çok dikkatle dinledim; ama neyse… Başladık biz bu işe.

Buyurun.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, aslında çok ağır söylediği şeyler var, çok ağır şeyler.

BAŞKAN – Buyurun, buyurun… Yani ben çok dikkate izledim ama buyurun.

İki dakika Sayın Kaplan.

Siz de başka bir cevaba ne olur fırsat vermeden…

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

4.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, İstanbul Milletvekili İsmet Uçma’nın grubuna sataşması nedeniyle konuşması

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Değerli milletvekilleri, bir milletvekili arkadaşımızı bir dizide -Gerçekten söyleyecek söz bulamıyorum- bu şekilde yansıtan zihniyeti şiddetle kınıyorum buradan; bu bir.

İkincisi; seçilmiş bütün milletvekillerine karşı kullandığı dil ve üslup konusunda hepimiz eşit derecede sorumluyuz.

Bakın, Sayın Hatip burada bir şeyler konuştu ama isterdim ki iğneyi kendisine, sonra çuvaldızı da muhalefete batırsın; gerçekten bunu isterdim. Burada, seçilmiş milletvekillerine “Zerdüşt” diyen “iblis” diyen “şerefsiz” diyen parti genel başkanlarınızı da bu şekilde doğru üsluba davet ederseniz, Meclisin adabına da katkı sunarsınız. Yani dönüp burada, bir başka muhalefet grubunun üslubunun kendine yok zarar veriyormuş, yok şöyledir… Peki, bu üslup iktidar partisine zarar vermiyor mu? Bunun… Bu konuşmalar yapılırken burada bir Bakan çıkıyor, seçilmiş milletvekillerine “On paralık” tartışması açıyor. “Kim on paralık? Kim beş paralık?” olayına girmek elbette ki doğru değil ama üslubu kınamak gerekmiyor mu? Neredeydiniz o üsluplar konuşulduğu zaman?

Yani buradan şunu ifade etmek istiyorum: Sizin bu konuda başka gruplara ders verme niyetiniz varsa, önce kendi dilinizi düzelteceksiniz. Bir de dillere saygı göstereceksiniz. “Medeniyet dili değildir” diyen inkâr vandalizminin de tuzağına düşmeyeceksiniz. Vandalizmdir inkâr, asimilasyon, şovenizm; dilleri, kültürleri, kimlikleri inkâr etmek. Bu tuzağa düşmeyeceksiniz. Bizden de uyarı bu kadar.

Teşekkür ederim.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

6.- Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128) (Devam)

BAŞKAN – Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Şandır…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim.

Sayın Başkanım, öncelikle, Sayın İstanbul Milletvekili Nur Serter Hanımefendi’yle ilgili bugün gazetelere yansıyan hadiseyi biz de Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak şiddetle ve nefretle kınıyoruz. Bu kınama kalmaz, bunun hukuken de cezalandırılması gerektiği kanaatindeyim.

Sayın Bakana sorum şu: Sayın Bakanım, siz de biliyorsunuz ki bizim kültürümüzün ve kültür hayatımızın çok değerli bir unsuru olan, çok özel bir unsuru olan sahaflar, sahafçılık çok zor durumda, yaşatılması gerekiyor. Bugün özellikle İstanbul’da Beyazıt Külliyesi çevresindeki sahaflar belediyenin yüksek kira gelirleri altında kapatmak durumunda kalıyorlar. Bu noktada bir tedbir alınması gerekiyor. Bir tedbiriniz var mı? Bunu sormak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Belen…

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Tekirdağ ili Çorlu ilçesinde, bundan altı yıl evvel temelini de sizin attığınız bir kültür merkezi inşaatı var, kaba inşaat hâlinde duruyor ve yağmalanıyor. Hırsızlar ne tesisat bıraktı ne cam çerçeve. Bunu tamamlamayı düşünüyor musunuz?

Ayrıca, yine Çorlu ilçesinde Fatih Camisi’nin bir restorasyon projesi vardı; Fatih Camisi var. Bu ne zaman ihaleye çıkacak?

Kırklareli ilinde okuma yazma oranı çok yüksek, kütüphanelere halk çok yoğun bir şekilde gidiyor, fakat Pınarhisar, Pehlivanköy ve Babaeski ilçelerindeki kütüphanelerde personel yetersiz. Ayrıca, Lüleburgaz, Evrensekiz, Ahmetbey beldelerinde de kütüphane var, personel olmadığından dolayı kütüphaneler kapalı.

Kırklareli’nin Demirköy ilçesinde Fatih Dökümhanesi var, yılan hikâyesine dönen bir restorasyon çalışması var. Ödenek ayırıp en kısa zamanda bitirmeyi düşünüyor musunuz?

BAŞKAN – Sayın Fırat…

SALİH FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, zaman zaman Nemrut zirvesindeki anıtların, tarihî eserlerin taşınacağı, yerine kopyalarının yapılacağı söyleniyor. Bunları yerinde korumayı, muhafaza etmeyi düşünüyor musunuz?

İkinci bir sorum Dünya Ana Dil Günü nedeniyle: Türkiye’de on binlerce yerleşim yerinin 12 Eylül rejiminden sonra ana dildeki isimleri değiştirildi. Bu ana dildeki isimlerini geri iade etmeyi ne zaman düşünüyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Ağbaba.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakanım, Malatya, dünyanın kayısı başkenti olmasının yanında yetiştirmiş olduğu sanatçılarla Türkiye'nin kültür ve sanatına çok önemli katkı vermiş ve markalaşmış bir şehirdir. Hatice Aslan, Kemal Sunal, İlyas Salman, Kenan Işık, Yasemin Yalçın, Melike Zobu, Sümer Tilmaç, Ünal Küpeli gibi tiyatro ve sinema sanatçılarını yetiştiren Malatya’da, bilindiği gibi, birkaç yıl önce devlet tiyatrosu turne sahnesi olarak işlev görmeye başlamıştır. Bu kadar önemli sanatçı yetiştiren ve bir bölge kenti olan Malatya’ya mutlak suretle bir devlet tiyatrosu kurulmalı ve kadro verilmelidir. Bunu Malatya’nın çoktan hak ettiğini düşünüyorum. Bu konuda Malatya’ya kalıcı bir devlet tiyatrosunun kurulmasını ve kadro verilmesini sizden istiyorum.

Ayrıca, Malatya Akçadağ’da 1992 yılında başlamış bir kültür merkezi inşaatı var, hâlâ bitirilememiş. Bu konuyu da dikkatinize sunuyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tanal.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.

Değerli milletvekilleri, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da neden derleme kütüphanesi yoktur? Şanlıurfa’dan 10 tane milletvekili çıkardınız. Harran Üniversitesi, dünyada gerçekten bilinen bir üniversite. Erzurum aynı şekilde, Diyarbakır aynı şekilde, Konya ilimiz aynı şekilde. Bu illere de derleme kütüphanesi gerekmez miydi?

2) Şanlıurfa ilinde derleme kütüphanesi ihtiyacı yok mu?

3) Şanlıurfa ilinin fiziki imkânları müsait olduğu hâlde Şanlıurfa’da derleme kütüphanesinin kurulmamasının sebebi nedir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Doğru.

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanımıza soruyorum: Tokat ilinde bulunan Niksar Kalesi restorasyonu ve Sulusaray Sebastopolis Antik Kenti restorasyonu, kazıları ne zaman bitecektir? Bunu öğrenmek istiyorum.

İkinci soru olarak da: Kurtuluş Savaşı esnasında, Orta Asya’daki Buhara ve Semerkant Türkleri yardım olması amacıyla ülkemize bir miktar para, üç tane kılıç, bir de altın varak kaplamalı yazma Kur'an-ı Kerim göndermişlerdir. Altın varak Kur'an-ı Kerim Atatürk tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesine, üç tane kılıcın bir tanesi kendisine, bir tanesi İsmet İnönü’ye, bir tanesi de İzmir’e giden, İzmir’in kurtuluşunu sağlayan komutana verilmişti. Benim arzım odur ki bu üç tane kılıcın şu anda nerede olduğu belli değil ama şu anda Kur'an-ı Kerim Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesindedir. Kur'an-ı Kerim ve üç tane kılıçla beraber, o Kur'an-ı Kerim’in arka sayfasında niçin gönderildiğine dair bir yazı da vardır Sayın Bakanım, onların ortaya çıkartılarak Anıtkabir’deki Kurtuluş Müzesine bunlar konulamaz mı? Bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Çıray

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Sayın Günay, siz yıllardır Bakansınız, icranın başındasınız ve İzmir Milletvekilisiniz, buna rağmen eğer CHP komisyonlarda önerge vermemiş olsaydı veya eleştirmemiş olsaydı İzmir’deki derleme kütüphaneyi Millî Kütüphanenin binasının yetersiz olması nedeniyle kapatacaktınız. Onu kapatmak yerine, icrada olmanız nedeniyle yeni bir bina yapmayı bu kadar yıl neden düşünmediniz? Bunu kendi hayal gücünüzün sınırlarıyla mı ölçüyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Baluken

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, milattan önce 2000 yılına kadar uzanan bir tarihi olan Bingöl ilimizde kentin kültürel dokusunun ve tarihî mirasının sergilendiği bir müze yoktur. Bu konuyla ilgili bir çalışmanız var mıdır?

Aynı şekilde, Bingöl’ün Karlıova ilçesinde Bingöl dağlarında güneşin doğuşunun dünyada en iyi izlendiği ikinci bir yer vardır. Burayla ilgili maddi yetersizliklerden dolayı geçen yıl Güneşin Doğuşu Festivali düzenlenmedi. Bu yıl uluslararası bir festival olacak şekilde proje hazırlıkları vardır. Bu konuda Bakanlığınızın desteğine ihtiyaç var, o konudaki düşüncelerinizi öğrenmek istiyoruz.

Yine Bingöl ili sınırları içerisinde olan Kiğı Kalesi, Genç’teki Kıralkızı Kalesi, Yüzenada ve Uzundere Şelalesi’nin turizme kazandırılmasıyla ilgili bir çalışmanız var mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Işık.

ALİM IŞIK (Kütahya) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bilindiği gibi ülkemizin önemli yazma kütüphanelerinden birisi olan Kütahya Vahit Paşa İl Halk Kütüphanesi Fuzuli, Baki, Nabi, Ali Şir Nevaî gibi Türk edebiyatının en büyük şairlerinin divanlarının da bulunduğu çok önemli bir kütüphanedir. Ancak bu kütüphanenin çok ciddi miktarda maddi ve manevi desteğe ihtiyacı vardır. Bu konuda bu kütüphanenin desteklenmesi ve eksikliklerin giderilmesi 2012 yılında gerçekleştirilebilecek midir? Ayrıca bu yasa tasarısı kapsamına Kütahya Vahit Paşa İl Halk Kütüphanesi de alınabilir mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Susam…

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın Bakanım, İzmir’de 200 bin eser depolarda beklemekte ve sergilenmek için sıra beklemektedir. İzmir mega müzesinin hâlâ yeri tayin edilememiştir. İzmir’de, döneminizde, mega müze açılacak mıdır?

İkinci sorum: İnciraltı EXPO alanının imar planının hâlâ gerçekleşememesi ve bu konuda yaptığınız çalışmalar ne aşamadadır? Bunu öğrenmek istiyorum.

Üç: Tarihî çarşılar kanununda gelinen noktada her türlü katkıyı koymaya hazır olmamıza rağmen, seçim bölgeniz olan Ödemiş, Bergama, Tire ve Kemeraltı gibi arastaların, tarihî çarşılar kanununun hızla çıkarak desteğine ihtiyacı vardır. Bu konudaki durum ne noktadadır?

“Kültür turizmini geliştirmeyi istiyorum.” demiştiniz. İzmir’de kültür turizmini geliştirmek için somut yapmış olduğunuz proje nedir? Şu an kültür turizmi için hangi çalışmalar yapılamaktadır? Bunun cevabını verirseniz mutlu olurum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Nazlıaka

AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben de öncelikle İstanbul Milletvekilimiz Sevgili Nur Serter’in isminin bir dizide kendisiyle hiç bağdaşmayacak bir karakterle özdeşleştirilmeye çalışılmasını şiddetle kınıyorum.

Benim Sayın Bakana sormak istediğim birkaç soru var. Bunlardan bir tanesi: 2011’de müzelerimizden çalınan eser var mıdır? Varsa kaç eser kayıptır ve hangi eserler kayıptır?

Bir başka sorum: 2010 yılında müzelerin 26 milyon kişi tarafından ziyaret edildiği belirtilmektedir. Başkentimizde yani Ankara’da bu sayı maalesef sadece 350 bin civarındadır, dolayısıyla yüzde 1,5 gibi bir orana sahiptir. Koskoca bir başkentte müzelerin ziyaretçi sayısının neden bu kadar az olduğu yönünde herhangi bir şekilde bir zihin haritası oluşturulmuş mudur ve bunu artırmaya, çoğaltmaya yönelik olarak herhangi bir çalışma var mıdır?

Zaman kaldıysa çok kısa bir şey daha sormak istiyorum.  Biliyorsunuz, Türkiye’de bürokratik…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Serter…

FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Sayın Başkanım, şahsıma yönelik sarf ettiğiniz yürekten gelen sözler ve gösterdiğiniz duyarlılık için ben de size yürekten teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Estağfurullah…

FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Ayrıca, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Şandır’a, Sevgili Kardeşim Aylin Nazlıaka’ya teşekkür ediyorum. Elbette Sayın İsmet Uçma’ya da teşekkür ediyorum gösterdiği duyarlılık için. Ancak bir küçük şeyi Sayın Uçma’ya hatırlatmak istiyorum. Gerçekten, bir uyarı yaptı özgürlük alanları konusunda ve siyaset üslubu konusunda. Ama, ne olur dikkat etsin, Sayın Başbakan bu uyarıları duymasın diyorum.

Teşekkürler.

BAŞKAN – Sayın Bakan, şimdi sıra sizde.

Buyurun.

Süreniz on dakika.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; ben de arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. Sorularına zaman ölçüsünde cevap vermeye çalışacağım ama Sayın Serter’in şahsına yönelik, onun kişilik haklarını rencide edici, dolaylı biçimde de kadınlara karşı rencide edici böyle bir televizyon programı, bir dizide bir kişileştirme olduğunu bu müzakereler vesilesiyle öğrendim. Gerçekten çok üzüldüm. Bu çağda hâlâ bu tür yanlış, çirkin, yakışıksız yakıştırmalar yapma çabası herhangi bir televizyon kanalına yakışmaz, herhangi bir yayın organına yakışmaz bir davranıştır. Ben de üzüntülerimi ve kınama duygularımı ifade etmek istiyorum gerçekten. Bu vesileyle burada öğrendim ve duygularımı açıklamak ihtiyacı hissettim.

Sayın Şandır, sahaflar gerçekten öteki birçok geleneksel meslek grubu gibi bir sıkıntı altında. Hatta, İstanbul’daki sahaflarla ilgili özel olarak biliyorum. Yapılan bazı kitap   kampanyaları,   kitap  fuarları bile   sahaflara -genel olarak kitapçılara, özel olarak sahaflara- zarar veriyor. Kendilerini çalışabilir… Çünkü orada bir kitap antikacılığı yapılıyor yani sıradan bir kitap satışının ötesinde gerçek bir kültür işlevi var. Nasıl bir koruyucu önlem alabiliriz onlarla ilgili, konusunda arkadaşlarımız çalışıyor ama şu anda çok somut bir gelişmeden söz etmem mümkün değil. Ama benim de dikkatimi çeken ve üzüldüğüm konulardan bir tanesidir.

Tekirdağ Milletvekili Arkadaşımız Çorlu Kültür Merkeziyle ilgili sordu. Çorlu Kültür Merkezinin temelini ben attım, sonraki süreçte belediye üstlendi. Kültür Merkezi yapımını biz belli bir noktaya getirdik ve belediye aldı biz devam edeceğiz diye ama ne yazık ki devam etmedi. Şimdi biz Muratlı Kültür Merkezini devlet eliyle yapmaya çalışıyorduk. Bir takdim tehir yapsak mı diye düşünüyorum. Çorlu büyük bir merkez. Acaba biz, belediye yapacağız dedi, yerine getiremedi sözünü, tekrar Kültür Merkezini üzerimize alalım ve bitirelim mi diye bir değerlendirme hâlindeyiz.

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Sayın Bakanım, belediyenin yapmaya niyeti yok.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Niyeti ve gücü yoksa, o zaman biz bu eseri tamamlayacağız. Ama gecikme tamamen belediyenin yapamayacağı bir yükün altına girmiş olmasından kaynaklanıyor.

Fatih Camisini ilgili arkadaşlarıma aktaracağım çünkü vakıflarla ilgili bir restorasyon projesidir bizimle ilgili değil.

Kütüphanelerimizde ne yazık ki personel eksiğimiz var. Bizim şimdi komisyonlara gelmeyi bekleyen bir tasarımız var. Bu Anadolu’daki ilçe kütüphanelerini ve belde kütüphanelerini özel idarelere devretmeyi düşünüyoruz. Biz daha çok işte yazma eserler, millî kütüphane, gerçekten kültür vasfı, araştırma vasfı, kütüphanecilik hizmeti düzeyi daha yüksek olanlarla yakından meşgul olalım ve okuma salonu niteliğinde olanlara da özel idarelerle personel takviyesi yapalım arayışındayız.

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Sayın Bakanım, Lüleburgaz çok büyük bir ilçe, kütüphane kapalı.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Evet. Bunu arkadaşlarımız kaydediyorlar.

Ama personel sıkıntımız var. Bunu ben de Maliye Bakanlığı nezdinde sık sık takip ediyorum.

Nemrut konusuna Sayın Fırat değindi.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, Nemrut gerçekten bizim çok özgün kültür miraslarımızdan birisi. UNESCO Dünya Mirası Listesinde de yer alıyor. 2. 200 metre yükseklikte iki bin yıl önce yapılmış bulunan heykeller aslında onlar. Şimdi kültür varlıklarının, arkeolojik eserlerin mimari eserlerse yerinde korunması esas ama taşınabilir parçaların da müzelerde korunması konusunda dünyada yaygın bir uygulama var. Bazı arkadaşlarımız araziyi, iklim şartlarını çok iyi bilmedikleri için diyorlar ki: “Her hâlükârda burada ya bir cam muhafaza yapın ya naylon muhafaza yapın ya ahşap muhafaza yapın; hayır, beton bir, işte etrafına müze yapın, orada koruyun.” Birinci derece arkeolojik alanda kalıcı temelli bir yapılaşma yapmamız mümkün değil ve oradaki iklim koşulları, eğer onları bir muhafaza altına almazsak yaz ve kış tahrip ediyor, ciddi biçimde tahrip ediyor. Bu konuda verilmiş bir nihai kararımız yok ama bunların nihayet bir heykel olduğunu ve özel biçimde korunması gerektiğini düşünerek alternatifler üzerinde çalışıyoruz. Buna bilim karar verecek ama ben, Nemrut’u yirmi beş yıl kadar önce gördüm, sonraki dört-beş yıl içinde dört-beş kez tekrar gördüm, yirmi beş yıl önceye göre bugün yıpranmış olduğunun farkındayım. Bir yirmi beş yıl, bir yüzyıl daha böyle kalırsa, bugünkü hâliyle kalırsa, biz gerçekten insanlığa karşı, ülkemize karşı, dünyamıza karşı vebal altında kalacağız. Ön yargılardan kurtulalım, dünyada yapılan uygulamalara benzer ciddi bir bilimsel karar verelim. Müsaade edin, ben Nemrut’u çok önemsiyorum, bunu arkadaşlarım yakından biliyorlar. Çok yakından takip ediyoruz, bu konuda nihai bilimsel bir karar vermeye çalışacağız. Şu ana kadar getirilen koruma önlemleri beni yatağımda rahat uyutmuyor, yani oradaki alınan şu andaki önlemler, üniversitelerin önerileri henüz bizim için ikna edici boyutlarda değil.

Sayın Ağbaba galiba, değil mi arkadaşlar? Evet. Devlet Tiyatrosu Van’da sahne açtı. Evet, gezici, turne sahnesi açtı. Şöyle: Şimdi, arkadaşlarım, bunu bütün Parlamentonun dikkatle dinlemesini çok arzu ederim. Devlet Tiyatroları 1948’de kurulmuş. 1948’den 2003 yılına gelene kadar, yani aradan geçen işte elli, altmış yıl içinde, 1948’den 2003’e kadar 25 tane sahne açılmış, yerleşik ve turne 25 sahne. 2003’ten 2007’ye kadar da benden önceki arkadaşlarım 9 sahne daha açmışlardı. 33 sahneyle aldım ben Devlet Tiyatrolarını. Şu anda 33 sahne 58’e çıktı. Yani 1948’den 2003’e kadar açılan sahne sayısına eşit yeni sahne açtım 2007’den bugüne. Ama bunların hepsini tabii kadrolu açmamız mümkün değil. Ne yapmaya çalışıyoruz? Her hafta sonu Malatya’da, Çorum’da, Elâzığ’da, Kayseri’de, Manisa’da, Aydın’da, Türkiye'deki yirmi beş yeni sahnede perde açıyoruz. Yani Devlet Tiyatroları görülmedik bir ivme yakaladı. Tabii, Maliye kadro verirse bazılarını bölge tiyatrosu, kadrolu tiyatro hâline getireceğiz. İstanbul’da…

VELİ AĞBABA (Malatya) – Malatya bölge olsun.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Malatya’da, Antep’te, Samsun’da, bir yerlerde yeni kadrolu sahne ben de istiyorum ama bunu dikkatten kaçırmayın lütfen: Yani 2003’e kadar, cumhuriyet tarihi boyunca açılmış bulunan sahne sayısına denk sahneyi şu anda açtım ve inşallah bu yılın sonunda açılmış sahne sayılarımız Türkiye'de altmışı geçecektir. Bu önemli bir gelişme.

Sayın Tanal “Derleme konusunda güneydoğuda bir kütüphaneyi düşünmediniz.” dedi. Şimdi, değerli arkadaşlarım, derleme kütüphaneleri inanılmaz bir kütüphanecilik hizmeti, koleksiyon yükü, belli sorumluluklar getiriyor. Dünyada, yani “Her bölgeye bir derleme kütüphanesi açalım.” anlayışı hiçbir ülkede yok. Elimde örnekler var. Avustralya’da, Brezilya’da, Kanada’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Fransa’da, Hindistan’da 1-2-3-4 sayılarıyla sınırlı. Biz şu anda Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de toplam 7 kadar kütüphaneyi -Meclis de dâhil olmak üzere- bu yükün altına sokuyoruz. Yani “Her yerde derleme kütüphanesi olur.” diye bir şey yok. Her yerde araştırma kütüphanesi, her yerde tematik yeni kütüphaneler elbette isteyelim ama “Bizim ilimizde de bir derleme kütüphanesi olsun…” Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir bakış açısı yok. Bu “derleme kütüphanesi” kavramına aykırı.

Harran’da… Ama başka bir çalışma yapıyoruz. Harran çok önemli. Harran ilk Türk İslam üniversitesinin Orta Doğu’da kurulduğu yerlerden birisi ve ne yazık ki önceki yıllarda biz Urfa’ya çok önem vermiş olmamıza rağmen Harran’da bu konuda müthiş bir ihmal vardı. Şimdi bu yıldan itibaren Harran’da, Milas’ın Beçin’inde, Beyşehir’in Kubadabad’ında, Bitlis’in Ahlat’ında yani Anadolu’daki Osmanlı, Selçuklu yerleşimlerinde de çok hızlı bir restorasyon ivmesi yakalamaya çalışacağız. Bir yandan Roma şehirleri, bir yandan Likya, Karya, Hitit şehirleri ama bir yandan Osmanlı, Selçuklu şehirleri bu yıldan itibaren çok daha hızla yükselmeye ve Anadolu’nun kültürel çeşitliliği böylece görülmeye çalışılacak.

Niksar Kalesi’yle ilgili ve Sebastopolis’le ilgili çalışıyoruz, birkaç yıl daha süreceğini tahmin ediyorum çünkü restorasyon çalışmaları bir yıl içinde bitmiyor.

İzmir Millî Kütüphanesiyle ilgili ben yeteri kadar açıklayıcı olduğumu zannediyorum. İzmir Millî Kütüphanesini ilk defa ziyaret eden bir bakan olduğum Kütüphane Müdürü tarafından basına ifade edildi. Bu, İzmir’e verdiğimiz önemi anlatıyor sanıyorum somut olarak.

Bingöl’le ilgili bu yıl yeni restorasyon hazırlıklarımız var, bazı tarihî mekanları ortaya çıkarmak konusunda.

Kütahya yazma eserleri…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Reşat Doğru’nun sorusuna cevap verin.

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Bakan, Buhara Türkleriyle ilgili bir konu vardı efendim.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Ha, Kur’an-ı Kerim, onu araştıracağız. Tabii, Meclisin envanteri bizim dışımızda. Millî Saraylar var ve Meclis envanteri ya da Atatürk’ün mirası, bunların hepsi bizde değil, ama bunu araştıracağım. Yani daha önce de sizinle konuşmuştuk bu konuyu, gerçekten ilginç bir konu, ama bizim kayıtlarımızda yok ne yazık ki.

Sayın Işık’ın Kütahya… Yazma eserler kapsamında Kütahya Kütüphanesi ama bir derleme -demin de söyledim- Kütahya için düşünülmüyor.

Sayın Susam, bana mı sordu, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanına mı sordu, çok bilemedim ama müze konusunda yer tespiti konusunda bir çalışmamız var.

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Size sordum, polemik yapmayın! Ben kibarca sordum!

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Bize büyükşehir bir yer göstermedi ama ben alternatif yerler üzerinde çalışıyorum, yani İzmir’e “Mega Müze” tabirini de kullanmıyorum. Benim kullandığım tabir bir Frenk tabiri değildir. Ben Türkçe “Ege Uygarlıkları Müzesi” tabirini kullanıyorum, Ankara’ya da “Türkiye Uygarlıkları Müzesi” tabirini kullanıyorum, “Mega Müze” tabirini kullanmıyorum. Ama İzmir’e elbette çok zengin bir kültür…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan, süreniz doldu.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Tamam, karar yeter sayısı arayacağım.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum, karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır; sehven söyledim, düzeltiyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – 60’a göre bir söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, buyurunuz.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

5.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’e yönelik davranışın insanlık dışı bir saldırı olduğuna ve bu saldırıyı kınadığına ilişkin açıklaması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

İstanbul Milletvekilimiz Sayın Nur Serter, ismi bir televizyon dizisinde kullanılmak ve bu isme toplumun onaylamayacağı bir rol yakıştırılmak suretiyle çok açık bir şekilde saldırıya uğramıştır.

Sayın Nur Serter’e yönelik bu saldırıyı bugün öğleden önce saat 11.30’da yapmış olduğum basın toplantısında kınamıştım. Bu kınamayı bir kez de Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda milletvekillerinin huzurunda ve milletimizin huzurunda yapmak istiyorum. Sayın Serter’e yapılan saldırı, onun sadece siyasi kimliğine yapılmış bir saldırı değil, aynı zamanda bir kadına insanlık adına, insanlık dışı bir saldırıdır. Bunu tekrar kınadığımı ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

6.- Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

Birinci bölüm 1 ila 8’inci maddeleri kapsamaktadır.

Birinci bölüm üzerinde söz isteyen, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Amasya Milletvekili Sayın Avni Erdemir, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Özcan Yeniçeri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Aydın Milletvekili Sayın Metin Lütfi Baydar, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan; şahıslar adına İstanbul Milletvekili Sayın Gülay Dalyan, Manisa Milletvekili Sayın Selçuk Özdağ.

Buyurun Sayın Erdemir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 128 sıra sayılı Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, kültür, bizi birbirimize olduğu kadar geçmişimizi bugüne ve bugünümüzü de geleceğe bağlayan en önemli bağdır. Unutmayalım ki güçlü toplum güçlü düşünceler, işler ve değerler demektir. Değerleri olmayan, geleneği bulunmayan, geleneğini gününe taşıyıp yeniden üretemeyen bir toplum dünyaya söz söyleyemez, geleceğe anlam katamaz.

AK PARTİ olarak tarihî ve kültürel mirasımızı korumak, bizi biz yapan, bizi başkalarından ayıran, bize has özelliklerimizi bizden sonraki nesillere aktarmak çok önem verdiğimiz bir meseledir.

Değerli milletvekilleri, Hükûmetimiz diğer alanlarda olduğu gibi kültür alanında da on yılda büyük icraatlara imza atmıştır. İktidarımız kültürü devletin yanı sıra bütün milletimizin bir ortak faaliyet alanı olarak görmüş, özel kültürel oluşum ve faaliyetlere büyük destek vermiştir. On yıl önce uluslararası ölçekte bir kültür envanterine sahip değildik, şimdi bütün illerimizde somut ve somut olmayan kültürel mirasımızın ayrıntılı bir envanterine sahibiz.

Sadece ülke sınırlarımız içindeki değil, dünyanın çeşitli coğrafyalarındaki mimari mirasımızın da restorasyonunu elbette biz yapmaktayız.

2002 yılında ülkemizde 42 kültür merkezi varken bu sayı iktidarımızda 2 kattan fazla artmış ve 2011’de 98 kültür merkezine ulaşmıştır. Yenilerinin yapımına hızla devam edilmektedir.

Özel tiyatrolara verdiğimiz destek 2002’de 850 bin Türk lirası iken 2011’de 3,5 milyon Türk lirasına çıkmış, özel tiyatrolara destek Hükûmetimiz döneminde 4 kattan fazla artmıştır.

Yine, on yıllık iktidar dönemimiz turizmde hamle yılları olmuştur. 2011 yılında ülkemizi ziyaret eden turist sayısı gelecek adına daha umutlu olmamızı sağlıyor. İktidara geldiğimiz 2002’de 13 milyon olan turist sayısı 2011’de 31 milyon 456 bine ulaşmış, turizm geliri de 8,5 milyar dolardan 23 milyar dolara yükselmiş ve İktidarımızda tüm zamanların rekoru kırılmıştır. Elbette bu başarılar kendiliğinden gerçekleşmemiştir. Bu başarı hikâyesinin arkasında Hükûmetimizin, Başbakanımızın, Bakanımızın, Bakanlık bürokratlarının önemli katkısı olmuştur. Zira, hiçbir bina yoktur ki harcına alın teri damlamasın. Hiçbir başarı yoktur ki uykusuz geçen gecelerin arkasından gelmesin.

Değerli milletvekilleri, yaptığımız en önemli işlerden biri de ecdat yadigârı eserleri daha sağlıklı koruyabilmek için kurduğumuz Yazma Eser Başkanlığıdır. Zira, yazma eserler milletimizin hafıza kayıtlarıdır. Kültürümüzün, tarihimizin, sanat ve edebiyatımızın, bilim dünyamızın birinci elden kaynaklarıdır yazma eserlerimiz. Yazma eserlerimizi korumak tarihimizi, edebiyatımızı, kültürümüzü korumaktır. Bilimsel deneyim ve birikimimize sahip çıkmaktır. Yeni kurduğumuz Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, alanında uzmanlaşmış bir ihtisas kurumu olarak etkin bir şekilde hizmet veriyor. Başkanlık, üç bölge müdürlüğü ve on beş yazma eser kütüphanesi şeklinde teşkilatlanmasını hızla tamamlıyor. İnanıyoruz ki, 2023 yılına kadar bu kurum, yazma eser alanında dünyanın en önde gelen ihtisas kurumlarından birisi olacaktır.

Değerli milletvekilleri, AK PARTİ İktidarı olarak kültür alanında yaptığımız en hayırlı işlerden biri de dünyanın dört bir yanında açılan Yunus Emre enstitüleridir. Hızla kurulan ve gelişen bu enstitüler bir taraftan Türk kültürünü tanıtmakta, diğer taraftan da Türkçeyi bir dünya dili yapmak için önemli gayretler sarf etmektedir. İnşallah, 2023 yılına geldiğimizde Yunus Emre enstitülerini bütün kıtalarda ve dünyanın önemli merkezlerinde açmış bulunacağız. Cumhuriyetimizin 100’üncü yılına ulaştığımızda insanımız kendi değerlerine sahip olmanın verdiği öz güven ile bütün dünyayı kendi bilgi ve iş sahası olduğu kadar kültürel etkileşim alanı olarak da görecek, herkesin kültür ve sanat faaliyetlerine erişebildiği bir toplumsal yapı oluşacaktır.

Değerli milletvekilleri, bugün görüştüğümüz Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile günün ihtiyaçlarına cevap vermeyen yürürlükteki 1934 tarih ve 2527 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılıyor, teknolojik yeniliklere ve günün şartlarına uygun, yeni ihtiyaçlara cevap verecek bir düzenleme getiriliyor. Zira, biz inanıyoruz ki millî ve kültürel varlıkları oluşturan fikir ve sanat eserlerinin toplanması, saklanması, duyurulması, istifadeye sunulması ve gelecek kuşaklara aktarılması devletin en önemli görevlerinden birisidir. Yüzyılımızın bilgi çağı olması sebebiyle dünyada hızlı bir bilgi üretimi ve kullanımı söz konusudur bugün. Bilginin hızlı artışı, ülkemizde basılan, yayımlanan ve dağıtılan materyallerin takip edilmesini ve kullanımını, hazır hâle getirilmesini hem gerekli kılmakta hem de zorlaştırmaktadır. Bu doğrultuda, millî koleksiyonların çoğaltılması, kültürel mirasın muhafazası, insan hafızasından silinebilecek bilgileri içeren materyallerin toplanarak ulusal belleğin oluşturulması ve kaynak olarak kullanılması amacıyla kanun güncelleştirilmekte ve yeni çoğaltma yöntemleriyle üretilen eserler de bu kapsama alınmaktadır. Diğer yandan, bu kanunla, bedelsiz verilen derleme nüshalarının yayımcılara getireceği mali yükü hafifletmek için, verilen eserlerin bedeli, kazancın tespitinde gider olarak dikkate alınmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bizi geçmişimize, kökümüze, ecdadımıza, geleceğe bağlayan her yerde AK PARTİ İktidarı vardır. Balkanlarda, Afrika’da, nerede ecdadımız varsa orada AK PARTİ İktidarı vardır. İlk yazılı belgeler olan Orhun Kitabeleri’ne giden yolda iktidarımızın izi vardır. Nerede bizi biz yapan bir değer varsa, bizi kökümüze, bizi ecdadımıza dolayısıyla bizi geleceğe bağlayan nerede bir köprü varsa orada AK PARTİ İktidarı olarak biz varız. Bu aslında bizim muhafazakâr demokrasi anlayışımızın da bir tezahürüdür.

Bu duygularla, yasanın bilim, kültür ve sanat ailemize ve ülkemize hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erdemir.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Özcan Yeniçeri. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz.

MHP GRUBU ADINA ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 128 sıra sayılı Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserleri Derleme Kanunu Tasarısı hakkında birinci bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Ülkemizin kültürel varlığıyla ilgili bilgi birikiminin etkin, sağlıklı ve eksiksiz bir biçimde toplanması, bunların gelecek nesillere aktarılması, elverişli ortamlarda saklanması, korunması, düzenlenmesi ve toplumun bilgi ve yararına sunulmasına ilişkin esasları disiplinize etmeyi amaçlayan bu tasarı doğru yolda atılmış bir adımdır, gerçekte ise gecikmiş bir teşebbüstür. Bu tasarının 8’inci maddesinde, derleme nüshalarının gönderileceği kütüphaneler kapsamına İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi ve İzmir Milli Kütüphanesinin de önergelerle tasarı metnine dâhil edilmesi mantığın ve aklın bir gereğidir.

Millî ve kültürel varlıkları oluşturan fikir ve sanat eserleri Türk milletinin müktesebatıdır. Bu müktesebatı dünden bugüne, bugünden yarınki nesillere aktarmak da hem toplumun hem devletin görevidir. Derleme kanunlarıyla devletlerin bu görevlerini etkili ve sağlıklı bir biçimde yerine getirmesi ancak mümkün olabilecektir.

Bir başka açıdan konuya yaklaşarak bir iki mesaj, aslında, konuyla ilgili vermek istiyorum. Biz hepimiz tarihî muhassalalarız. Dolayısıyla, üç aşağı beş yukarı herkesin bir tarihî müktesebatın ürünü olduğunu takdir etmesi ve algılaması gerekiyor. Dünden bugüne intikal edenlerle biz varız. Dünü olmayan kişilerin de, toplumların da geleceği olmaz. Türk milleti dün, bugün, yarın arasındaki bağdır ve bu bağ bizi kurar. Şöyle bir bakın, hepimizin ömrü üç aşağı beş yukarı yetmiş sene, seksen senelik -Allah daha uzun versin ama- bir ömürdür fakat bir millet iki bin yıldır akıp geliyor. Dolayısıyla, bu millet üzerinde herhangi bir tasarruf yaparken veya bir fikir ihdas ederken sıfırdan birtakım düşünceler ileriye sürmek, sanki nevzuhur bir varlıkmış gibi toplumu görerek bu toplumun dününe, bugününe, yarınına egemen olduğunu düşünmek akla mugayir bir durumdur.

Bu bakımdan şunu söylemekte yarar var: Bizim Doğu kültüründe şifahi bir esas geçerlidir. İmanımız da büyük ölçüde vaiz, nasihat üzerine kuruludur. Eski eğitim sisteminde “ruberu” dediğimiz, kulaktan kulağa aktarma ya da duyma ile iman etme düşüncesi ve duygusu vardı ve bu geçerliydi. Ancak bu geçerliliğini, sözünü ettiğimiz bu olgunun günümüzde geçerliliğini önemli ölçüde yitirdiğini, yeni teknik ve yöntemlerin devreye girmesiyle yepyeni bir yaklaşım biçiminin ortaya çıktığını, bunun için de bu kültürel ve tarihsel müktesebatın ciddi bir biçimde nesillere aktarılması gerektiğini birinci derecede önemli bir unsur olarak ortaya koymak ve değerlendirmek gerekiyor.

Küreselleşen dünya bilgi tekelini kırmıştır, bilgi demokratikleşmiştir. Derleme kanunu tasarısıyla herkesin de bu bilgiye ulaşmada daha kolay, daha ucuz ve daha seri bir şekilde ulaşma imkânları ortaya çıkacaktır. Bu da hem insanlarımızın daha bilinçli hâle gelmesini hem de kaynağa ulaşıp kaynaktan doğrudan doğruya bilginin elde edilmesini ve bunun kullanılmasını sağlayacaktır ki bu basit bir iş ve küçük bir iş değildir. Bu nedenle bu tasarıyı güçlü bir biçimde desteklediğimizin altını çizmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bu vesileyle eğitim, kültür ve sanatla ilgili birkaç hususun da altını çizmek istiyorum: Geleceğin dünyasında, gelişmiş ya da gelişmemiş ülkeler olmayacaktır. Geleceğin dünyasında küresel, kültürel ve sanatsal hafızaya sahip olan, olmayan ülkeler olarak ülkeler ayrılacaktır ve kategorize edilecektir. Gelecekte ülkelerin etkinliği ve gücü, kişi başına düşen kültür ve sanat eseri miktarıyla ölçülecektir. Türk milletinin kültür ve sanat müktesebatının tanımlanması, toplanması, tasnifi ve yaygınlığı millî kültür yönünden ontolojik bir sorundur. Kültürel esaret, önünde sonunda ekonomik ve siyasi esarete neden olur. Her ülkenin temelde üç tane sınırı vardır: Bunlardan birisi siyasi sınır, diğeri ekonomik sınır, üçüncüsü de kültürel sınırdır. Türk milletinin kültür sınırları her zaman siyasi sınırlarından 3 kat, 5 kat, 10 kat daha geniş bir müktesebata yayılmıştır. Günümüzde kültür, milletlerin ekonomik ve silahlı gücünden  daha önemli ve etkin hâle gelmiştir. Hatta -biraz daha ileriye giderek söyleyeyim- kültür, millî güvenliğin de, demokrasinin de, bölücülüğün de panzehiridir.

Buradan bir şeyin altını çizmek istiyorum. Sayın Bakanla Kırım’dan giderken otobüsün içerisinde İsmail Gaspıralı’nın s’sinin düştüğünü ve onun oraya konması gerektiğini yanındakine fısıldadı. Şunu söylemek istiyorum: Büyük kültürün evlatları, o kültürün gereğine göre  davranmak zorundadırlar. Dolayısıyla, bu kültür, yalnız Anadolu’daki çaktığımız, diktiğimiz abide, anıt ve eserlerden ibaret değil. Bu kültür, büyük bir kültür. Büyük bir kültürün evlatlarının o kültürü omuzlarında taşıyabilecek gücü kendilerinde görmeleri ve birinci sınıf eserlerle bunu ortaya koymaları ve bunu kanıtlamaları gerekiyor.

Buradan Sayın Bakana bir şey sormak istiyorum: Sayın Bakanım, biraz önce bir telefon geldi, öğretmenler “Biz, ören yerlerine ve müzelere siz Bakan oluncaya kadar ücretsiz giriyorduk, siz Bakan oldunuz, buraları ücretli hâle getirdiniz.” diyorlar ve bunun için de Sayın Bakandan cevap bekliyorlar. Umarız, öğretmenin zaten düşük maaşının etkisi altında kalan ve geçimini zor sağlayan insanların müzelere ya da ören yerlerine girerken onlardan ücret alınmamasını, bunu ekstra söylemiş olalım.

“Yumuşak güç” denilen şey, özünde kültürün gücüdür. Bu vesileyle, küresel güçlerin, yumuşak güçlerin hegemonya üretmede nasıl kullandıklarına da kısaca değinmekte yarar var. Amerika’da 1970 yılında Amerika CIA direktörlerinden Richard Helms diyor ki: “Amerikan halkı ve topraklarının, Amerikan değerler sisteminin, yaşama biçiminin -yani kültürünün- yayılması yoluyla korunmasını öngören dolaylı bir güvenlik stratejisi uygulanması gerekir.” O şöyle diyor: “Değerlerimizin ve yaşam biçimimizin sürmesini istiyorsak başka kültür ve güç merkezleriyle rekabet etmek zorundayız. Çok uluslu şirketler, bu yolda en büyük destekçimizdir. Onlar bizim hukuk sistem ve kavramlarımızı, siyasal felsefemizi, konuşma, anlaşma, göreneklerimizi, sosyal hareketlilik anlayışımızı ve uygarlığımıza özgü hümanite ve sanatlardan bir parçasını da iletmekte ve aşılamaktadır.”

Değerli milletvekilleri, kişiler kültürlerin taşıyıcılarıdır. Kültür varlığının etkisi fertlerin davranışları üzerinde ortaya çıkar. Şahsiyetin  kalitesi bireyin gösterebildiği kültürel yeterlilikle ölçülür çünkü bir yönüyle şahsiyet, insanın insana ve maddeye karşı tavır alışını ifade eder. Bu bakımdan kültürel sınırları genişletmek millî sınırları genişletmekten daha zordur. Maddi kültürdeki bu yön itibarıyla değişmelere manevi kültür gecikerek intibak etmektedir. Böyle bir gecikme kültürel gecikme dediğimiz bir vakıayı da gündeme getirmektedir. Bu nedenle bizim eserlere ulaşma, bu eserleri değerlendirme, bu eserlerden faydalanma ve bu eserleri kişisel müktesebatımız hâline getirmemiz, bizim maddi ve manevi kültür arasındaki bağlantıyı ve makası da daha daraltmamıza neden olacaktır.

Millî kültürün alternatifiymiş gibi sunulan evrensel kültür tartışmaları konusunda da bir iki cümle söylemek istiyorum. Fransa kültür adamlarından Jack Lang “Evrensellik denilen o görkemli sözcüğün ardında her zaman tahakküm eğilimleri yatar.” derken aslında evrensel kültürü millî kültürün alternatifi veya karşıtı olarak ifade etmenin ne kadar yanlış olduğunu söylemiş oluyor. Siz kendi kültürünüzde birinci sınıf olamazsanız evrensele ulaşamazsınız. Evrensel olduğunuzu zannedersiniz ama bir geriye döndüğünüz zaman aslında bir başkasının tahakkümünü savunur hâle geldiğinizi de ifade etmiş olursunuz.

Bu vesileyle -zaman bitti- Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı’nın millî kültür ve sanatımızın yaygınlaştırılması ve kurumlaştırılmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yeniçeri.

Sayın Susam, buyurun.

Aslında tutanakları daha getiremedi arkadaşlar ama ara verdiğim zaman size haksızlık etmemek için, sizin de sözünüze güvenerek, buyurun iki dakika; başkasına lütfen cevap verme yolu açmadan.

Buyurunuz.

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

5.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Teşekkür ederim  Sayın Başkan.

Az önce soru sorarken şöyle başladım: “Sayın Bakanım” dedim ve sonunu bitirirken de “Bu konuyu açıklarsanız mutlu olurum.” dedim. Bu kadar nazikçe sorduğum bir soruya Sayın Bakan: “Soruyu bana mı soruyorsunuz, Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’na mı soruyorsunuz?” dedi. Türkiye Büyük Millet Meclisinde “Sayın Bakan” hitabıyla başladığım bir konuşmanın muhatabının kim olduğu çok açıktır. Siz eğer bana vereceğiniz cevapta Aziz Kocaoğlu’yla bir polemik yaşamak istiyorsanız o polemiğin yeri burası değildir.

İkincisi, Sayın Bakanım, ben size şunu tavsiye ediyorum: “Bakanım” diyorum siz çünkü Adalet ve Kalkınma Partisinin Bakanı değilsiniz, Türkiye Cumhuriyeti’nin Bakanısınız. Türkiye Cumhuriyeti bakanları polemikten önce siyasetin gereği olarak hizmet yapmayı ön planda tutarlar; cevap verecekleri kişilerin siyasi kimliklerine değil, sordukları sorunun niteliğine bakarak cevap verirler. Onun için size tavsiyem: Siz İzmir Milletvekilisiniz ve İzmir’in bir Bakanısınız, polemikleri bırakıp İzmir’e hizmet etmeniz bizim için çok arzu edilen bir şeydir. Bu polemikçi tavrınızla devam ederseniz İzmir’e katkınız olmaz, başka yerlere mesajınız olabilir. Ama benim size tavsiyem şudur: Hizmet etmek siyasetin en büyük aracıdır. Bu hizmet etme anlayışıyla bundan sonraki cevaplarınızı ve çalışmalarınızı yaparsanız biz de size her zaman saygı duyar ve yardımcı oluruz.

Bu duygularla yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Bir cümle Sayın Başkan…

BAŞKAN – Bir cümle, peki.

60’ıncı maddeye göre Sayın Bakana söz veriyorum.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

6.- Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın ko-nuşmasına ilişkin açıklaması

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; herhangi bir polemik yapmak kaygısıyla söylemedim.

İzmir Milletvekili olarak hepimizin bildiği bir gerçek var, Türkiye’de de uyguladığımız bir gerçek var: Bir yerde yerel yönetimler ve özel idareler bir alan tahsis ettikleri takdirde biz üzerine bir proje yapıyoruz ve sonra herhangi bir kültür eseri yapma konusunda bir girişim başlatıyoruz. İzmir’de de bize böyle bir taahhüt var, böyle bir vaat var, bir alan tahsis edilmesi konusunda. Bu gerçekleştirilmedi. Sayın Milletvekili bana bunu sorarken bu sorunun cevabını biliyor, sadece onu hatırlatmak istedim. Herhangi bir ismi de zikretmedim, bir kurumun adını zikrettim, hepsi ondan ibaret. Bir polemik yapmak kastıyla söylemedim.

Teşekkür ederim.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

6.- Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128) (Devam)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Aydın Milletvekili Sayın Metin Lütfi Baydar. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun.

CHP GRUBU ADINA METİN LÜTFİ BAYDAR (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Tasarı Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda görüşülürken bu kanunu Cumhuriyet Halk Partisi olarak önemsediğimizi ve onayladığımızı ancak 8’inci maddesine, derleme nüshalarının gönderileceği kütüphaneler kapsamında yer almayan İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi ve İzmir Millî Kütüphanesinin de tasarı metnine eklenmesini önerdik çünkü Sayın Bakanın da ifade ettiği gibi İstanbul Üniversitesi Rektörü de, İzmir Millî Kütüphanesi de bunu istiyorlardı ve dedik ki: “Bunları da ilave edelim, tasarı ilk defa, yani bu Komisyondan oy birliğiyle geçsin. Böyle bir anlayışı da sergilemiş olalım ve muhalefet şerhi koymayalım.” Ama, tabii ki mümkün olmadı, “Tasarımın kelimesine dokundurtmam.” anlayışında olan iktidar yetkilileri “Genel Kurulda düzeltiriz.” diyorlar. Düzelteceğiz ama ben şunu ifade etmek istiyorum: Neden bunu Komisyondan tamamen bir oy birliğiyle geçirip de burada herkesin oy birliği içerisinde olduğu bir yapı içerisinde tartışmaya açmadık?

Şimdi, bu arkadaşlarımın anlayışlarını, hayata nereden baktıklarını ve nasıl bir yol izlediklerini, 2.500 yıllık bir filozofun düşünceleriyle açıklamaya çalışacağım. Aristoteles “Politika” adlı kitabında dört tür demokrasiden söz eder, bu dört tür demokrasinin ilk üçünde iktidar yoksul çoğunluğun elindedir ama yine de yasaların üstünlüğü kabul edilir, dördüncü tür demokrasi ise demokrasilerin en kötüsüdür. Aristoteles’e göre demokrasilerin en kötüsü, yasaların rafa kaldırıldığı, halkın iradesinin yasalardan üstün tutulduğu ve her konuda doğrudan halkı yönlendiren demagogların karar verdiği yönetim biçimidir. Bu kötü gidişin sorumlusu, halkın tuttuğu siyasal önderler, yani eski deyişle demagoglar, günümüz ifadesiyle siyasal parti liderleridir. Dolayısıyla, demokrasinin en kötü biçimi, halkın iradesi, çoğunluğun arzu ve istekleri veya inanç ve değerleri her şeyin tek ölçütü yapıldığında ortaya çıkar. Böylesi bir demokraside çoğunluğun idaresini elinde tuttuğunu zannedenler ne isterse o olur. Örneğin demagog faşizmi istiyor ise faşizm gelir, Anayasa askıya alınır; hukuki konularda neyin hak neyin hak olmadığına, kimin suçlu kimin suçsuz olduğuna bizzat halkın iradesini temsil ettiğini söyleyen demagoglar karar verir.

Kısacası, eğer halkın iradesinin üstünde başka bir güç yok ise ve bir ülkede halkın çoğunluğunu temsil ettiğini söyleyenler hangi inançta ise Anayasa maddeleri bu demagogun inancı esas alınarak hazırlanabilir. Bu tür bir durumda mevcut yasalar engel teşkil ediyor ise yüksek yargı organları halkın iradesinin tecelli etmesini engellemekle suçlanır. Gerekirse referanduma gidilerek yüksek yargıda halkın iradesinin tecelli etmesi sağlanabilir. Eğer karşı çıkan tek tek kişilerse onlar da halkın düşmanı, kendi çıkarını düşünen elit azınlık veya demokrasi karşıtı olmakla suçlanır.

Dolayısıyla, Hükûmet halkın iradesini temsil ediyorsa Hükûmetin aldığı her türlü kararın aslında halkın çoğunluğunun zararına bile olsa Anayasa Mahkemesi ve diğer yüksek yargı organlarının denetimine tabi olmaması, yani hiçbir denetleyici gücün var olmaması, var olsa bile şeklen olması istenir. Ancak unutmamak gerekir ki bütün bunlar halkın iradesi söylemi arkasına sığınarak bir devlette yasama, yürütme ve yargı erkini tek başına ele geçirmek isteyen kişilerin tiranlık özleminin yansımasıdır. Fakat tiranlık özlemiyle yanıp tutuşan hiç kimse “Ben tiran veya diktatör olmak istiyorum.” demez. Tam tersine “Ben halkın sesiyim, ben özgürlüklerin savunucusuyum, ben yoksul ve mazlum halkın kurtarıcısıyım.” der. Bir gün Kürt açılımı yapar, bir gün Roman açılımı yapar, özgürlük aşıklarının ağzına bir parmak bal çalar, bir gün bu halk isterse şeriatı bile getirir, ertesi gün “Laiklik olmadan demokrasi olmaz.” der; bir gün demokrasiyi bir trene, amacına ulaştıracak bir araca benzetir, bir başka gün ise ileri demokrasiden söz eder, herkese her konuda özgürlük vaadinde bulunur.

Gel gelelim, Platon’un belirttiği gibi, oligarşiyi doymak bilmeyen, zenginlikten başka şeye değer vermeyen tutkunun yıkması gibi, demokrasiyi yıkacak olan da en büyük değer saydığı, doymadan arzuladığı şey olan bu özgürlük isteğidir. Bu tür bir demokrasi ve halkı yönetenler zamanla her özgürlük isteğini karşılayamaz olunca halk onları suçlamaya başlar. Özgürlük isteği sınırları zorlar, hızla gelişir ve sonunda demokrasiyi köleliğe çevirir. Aşırı özgürlüğün tepkisi insanda da, toplumda da aşırı bir kölelikten başka bir şey değildir. Yoksulluktan, adaletsizlikten ve verilen sözlerin tutulmamasından bıkan halk bir kurtarıcı aramaya başlar, sonuçta da çoğunluğun yönetiminden ondan daha bozuk bir devlet düzeni olan tiranlık doğar.

Hitabet gücü yüksek olan tiranların iktidarlarını korumak için başvurduğu bazı yollar ve dalkavukların verdiği bazı öğütler Aristoteles’in “Politika” adlı kitabında belirtilmiştir. Şöyle diyor Aristo: “Bunlardan birisi halk arasında öne çıkan, sivrilen kişileri yok etmek ve bağımsız görüşleri olan adamlardan kurtulmak; yurttaşların toplumsal, kültürel ya da benzeri amaçlarla derneklerde toplanmalarına izin vermemektir çünkü bu tür yerler bağımsızlık fikirlerinin ve kendine güvenin gelişip serpildiği yerlerdir. Benzeri şekilde toplumda olup biten her şeyden haberdar olmak için halk arasında casuslar gönder. Eğer böyle yaparsan halk söylediklerinin onların kulağına gitmesinden korkar ve daha az özgürlükte konuşmaya başlar.”

Bunların dışında bir başka geleneksel yol tiranlığa karşı çıkabilecek kimseler arasında çatışmayı kışkırtmaktır, yalanlarla dostu dosta, sınıfı sınıfa, varlıklıları birbirine düşürmek ve uyruklarını kendi gündelik işlerinden baş alıp da ayaklanmaya zaman bulamasınlar diye yoksulluk içinde tutmak ve oyalamaktır. Örneğin Mısır’da firavunların yaptırdıkları piramitler ve Samoslu Polikrates’in zamanında girişilen bayındırlık etkinlikleri günümüzün TOKİ uygulamalarına ne kadar da benzemektedir.

Aristoteles şöyle devam ediyor: “Tiranların dostu olmaz, onların sadece dalkavukları olur. Tiran dalkavuğa büyük değer verir. Bu nedenle tiran, önünde yerlere kapananları sever. Bağımsız ve özgür ruhlu bir kimse ise böyle şeyler yapmaya yanaşmaz.

AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, konuya davet etmeyecek misiniz?

METİN LÜTFİ BAYDAR (Devamla) – Değerli kişiler dostluk ederler, dalkavukluk değil ama tipik bir tiran ciddi ve özgürlüğe eğilimli insanlardan hoşlanmaz. Kendisini tek yetki sayar. Birisi kalkıp kendi düşündüklerini özgürce söylemeye hakkı olduğunu iddia ederse tirana üstünlüğünden ve mutlak efendi olmasından bir şeyler eksiltiyormuş gibi gelir.

Ayrıca, tiranlar kendi yurttaşlarından çok yabancılarla yemek yemeğe meraklıdır, çünkü kendi yurttaşları onun gizli düşmanıdır. Öyleyse halkın iradesinden daha üstün bir gücün olmadığını savunanlar, aslında ileri demokrasinin değil, halk diktasının ve bu tür tiranlığın özlemini çekenlerdir.”

İnsanların mutlak olgunluğa erişemedikleri gerçeğinden hareketle düşünce farklılıklarını nasıl olumlu karşılıyorsak, aynı şekilde farklı yaşama tarzlarının varlığını da normal karşılamak ve bir hak olarak görmek gerekir. Başkalarına zarar vermemek şartıyla farklı yaşama tarzlarına özgürlük verilmeli, kişinin benimsediği şekilde bir hayat tecrübesi edinmesine fırsat tanınmalıdır.

Sonuç olarak, demokrasi sadece çok partili seçim sistemine ve bu sistem içerisinde en çok oyu alan, yani halkın iradesini temsil ettiğini zanneden partinin mutlak iktidarına indirgendiğinde ve bu yolla iktidara gelenler de sanal olarak temsil ettikleri çoğunluğun arzu ve isteklerini yasaların üstünde görmeye başladığında, o ülkede demokrasi yerini halk diktasına, halk diktası da bir süre sonra yerini tiranlığa bırakır.

İç Tüzük’teki dayatma anlayışı, MİT Yasası’yla yargılama erkinin Başbakana bağlanması Türkiye'de tiranlığın ilanıdır. Tüm bunları yaparken, kendilerini bugüne kadar destekleyen camiaların açıkça beyan edilmese de el altından günah keçisi ilan edilmesi anlayışı, tiranlığın kendi içerisinde hiçbir farklı ve vicdanlı görüşe tahammül edemediğinin göstergesidir.

Bu nedenle, çağdaş bir demokrasiyi, çok partili seçim sistemi ve çoğunluğun iradesinin temsili ilkelerinin ötesinde, ancak azınlıkta olanların da temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alan yasaların mevcut olduğu bir demokrasi türü olarak kabul etmek zorundayız.

Mevcut Anayasa ve bunlardan türetilen yasalar bu tür bir amacı karşılamaktan uzak olabilir, ama toplumsal, siyasal yaşamda devletin aksayan yönlerini düzeltmenin yolu yasaları askıya almak, mevcut yasaların boşluklarını iktidarınızı güçlendirmek için kullanmak veya kendinizi yasaların üstünde görmek değil, toplumsal uzlaşı sağlayan bir yönetim anlayışı sergilemektir. Demokrasi yalnız kendini değil, kendi gibi düşünmeyeni de  sevebilme sanatıdır.

Çok teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET YENİ (Samsun) – Aristo başka ne söylüyor?

METİN LÜTFİ BAYDAR (Aydın) – Anlatırım Hocam sana bir gün. Çok meraklıysan Aristo’ya, her gün anlatırım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baydar.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Sebahat Tuncel.

Buyurun Sayın Tuncel. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 128 sıra sayılı Kanun Tasarı’nın birinci bölümü üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Genel olarak, bu yasa maddesi görüşülmeye başladığından beri ifade edilen şey, aslında kültür olayına nasıl yaklaştığımızla alakalı.

Genel olarak kültür, bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği kuşaktan kuşağa akıtılan her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütünü olarak değerlendirilir. Kültür bir toplumun kimliğini oluşturur ve onu diğer toplumlardan farklı kılar. Bu temel özelliği bile aslında Türkiye’de kültürün nasıl ele alınması gerektiğini ifade eder ama bu ülkede ne yazık ki, farklı kimlik ve kültürler her zaman için yok sayılmıştır, daha çok Türk kimliği üzerinden bir algılama, bir yaklaşım içerisine girilmiştir. O yüzdendir ki, bu, sadece Türkiye'nin sorunu değil, aslında tüm dünyada benzer sorunlar yaşanmıştır. Kültür olayını tartışırken yanında, bir “kültür emperyalizmi” ya da yanında bir “kültür asimilasyonu” ya da “kültürel yozlaşma” gibi tartışmaları da birlikte yapmak durumunda hissederiz.

Türkiye açısından da özellikle kültür emperyalizmi ve kültürel yozlaşma, tartışılması gereken konulardan birisidir. Bu, hem Türk kültürü açısından hem Kürt, Laz, Çerkez kültürü açısından da önemli bir noktadır. Sadece bir kültür açısından değil, bütün bu olanları birlikte tartışmak ciddi bir sorun. Hâlâ biz Türkiye’de tabii bunu tartışamıyoruz, sadece çoğaltılmış fikir ve sanat eserlerinin derlenmesi konusunu konuşmak iyi bir şey, hem yurt içinde hem yurt dışında bütün bu eserlerin bir arada toplanması, denetlenmesi iyi bir fikir. Bu konuda, Grubumuz adına konuşan Sayın Sırrı Süreyya Önder de ifade etmişti, destekliyoruz ama bu vesileyle aslında Türkiye’de kültüre nasıl yaklaştığımızı da tartışmak gerektiğini düşünüyoruz.

Dolayısıyla, kültür asimilasyonunu belki burada çok ciddi olarak tartışmak gerekir. Çünkü egemen olan Türk kültürü diğer kültürler üzerinde baskı unsuru oluşturmakta ve bugüne kadar yaşanan her şeyi Türklük üzerinde tanımlayan yaklaşım, ne yazık ki, kültür meselesi üzerinde de ciddi bir sorun. Bugüne kadar o yüzden Kürt kültürü üzerinde çok ciddi bir asimilasyon politikası uygulanmış. Ermeni, Laz, Çerkez, Gürcü, diğer halkların kültürleri üzerinde çok ciddi asimilasyon politikaları uygulanmış ve birçoğunda da sonuç alınmış. Sonuç alınmayan bölümler de var ama hâlâ bu kavganın devam ettiğini de görüyoruz.

Özellikle arkadaşlarımız başta bahsetti; dün, Ana Dil Günü’ydü. Ana dil, kültürün temel parçalarından birisidir ve bugün Türkiye’de konuşulmakta olan birçok dil ne yazık ki, kaybolmakla karşı karşıyadır. Kürt dili ise hâlâ baskı altındadır. Daha bugün örneğini gördük. Bugün Diyarbakır’da, içinde Genel Merkez yöneticilerimizin, Derik Belediye Başkanımızın da olduğu bir grup arkadaşımız mahkemeye çıkartıldı ve bilinen sonuç: Mahkemede Kürtçe krizi çıktığı için arkadaşlarımızın kimlik tespiti bile yapılamadan dava 30 Nisan’a ertelendi. Biz 2009’dan beri bunu izliyoruz. Türkiye’de, mahkemelerde Kürtçe kriziyle karşılaşıyor “Kürtçe bir dil midir, değil midir?” hatta en son, AKP Hükûmetinin yetkililerinin “Medeni bir dil midir?” tartışmasına kadar getirdiği, aslında ciddi anlamda bir problemli düşünce, problemli zihniyetin ürününü taşımak durumunda kalıyoruz. Hâlâ arkadaşlarımıza kendilerini bile savunma hakkı verilmiyor.

Şimdi, böyle bir durumda, gerçek anlamda kültürel zenginliklerimizi ne kadar koruyacağız meselesi önemli.

Tabii, bu kültür meselesini konuşurken dil de önemli, zihniyet de önemli. Hangi bakış açısından, hangi zihniyetten bakıyorsunuz? Dolayısıyla, Türk kültürünü geliştirmek; evet, önemli ama bir o kadar da Kürt kültürünü de geliştirmek önemli.

Dolayısıyla bütün bu kültürel zenginlikler, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin zenginliğidir. Böyle ele almadığımız sürece bir kültürü her şeyin önüne koyup, diğerlerini asimile etmek ya da yozlaştırmak ya da baskı altına almak gibi bir yaklaşım ne yazık ki, kabul edilebilir bir durum değildir. Türkiye’nin bu işi her zamankinden daha ciddi tartışması gerekiyor.

Sayın milletvekilleri, bakın, Azadiya Welat Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü geçen dönem Vedat Kurşun yüz altmış altı yıl ceza aldı, sırf Kürtçe gazete çıkarıldığı için. Yani bir ülkenin, aslında, siz kültürüne, diline böyle bir ceza veriyorsunuz. Bugün de işte Tayyip Temel, yine Azadiya Welat gazetesinin Yazı İşleri Müdürü, savunma hakkını ana dilinde yapamadığı için tekrar bu süreci yeniden yaşamak durumunda kalıyoruz. Türkiye, umuyoruz, bu ayıplı şeye, tarihine bir şekilde son verecek ve bütün kültürleri, Türkiye içerisinde yaşayan bütün kültürleri kendi kültürü olarak görecek ama aynılaştırmadan, ama asimile etmeden, ama yozlaştırmadan. Kürt, Türk, Laz, Çerkez, Ermeni, Gürcü, Roman bütün kültürlerin aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti devletinin kültürü olduğunu, hiçbir kültürün diğer kültürden üstün olmadığını, sayısal olarak çok olmak ya da az olmanın bunu getirmeyeceğini ifade etmek, sanırım en temel şeylerden birisidir. O açıdan, bunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum bu kürsüde.

Sayın milletvekilleri, diğer bir konu: Tabii, Türkiye’de hep bu kültürü konuşurken dili, kimliği de beraberinde konuşmak durumunda kalıyoruz. Türkiye'nin en temel sorunlarından birisi hâlâ bu dil, kültür ve kimliğin inkârından ortaya çıkan demokrasi sorunu. Özelikle bundan da en çok Kürtler yara görüyor ve bugün buna dikkat çekmek için Türkiye’de Kürt kültürü üzerindeki baskının, zorun aynı zamanda savaşa neden olduğunu, dolayısıyla bu baskı politikalarından vazgeçilmesi gerektiğini her fırsatta dile getiriyoruz. Bu kürsüde belki de birçok kez bize şu suçlama da getirildi: “Siz her defasında bu meseleyi götürüp Kürt meselesine bağlantı kuruyorsunuz.” diye. Evet, çünkü, sayın milletvekilleri, bu meselenin de yine Kürt meselesiyle alakası var.

Bakın, biz, pazartesi ve salı günü burada Türkiye'nin bu Parlamentoda bulunan 4’üncü büyük partisinin milletvekilleri olarak açlık grevine girdik iki gün, bir şeye dikkat çekmek için: Cezaevinde bulunan Şırnak milletvekillerimiz Sayın Selma Irmak ve Sayın Faysal Sarıyıldız bu ülkede barış için, -bakın, dikkatinizi çekiyorum- kendisi için değil, “Koşullarımız düzelsin ya da cezaevinden çıkalım. Biz milletvekili seçildik, niye cezaevindeyiz?” diye değil, “Bu ülkede Kürt sorunu çözülmeden gerçek anlamda demokratikleşme olmayacak, halkımızın, dili, kimliği, kültürü üzerindeki yasaklar ortadan kaldırılsın, savaş politikaları bir an önce son bulsun ve barış için adım atılsın.” diye. Selma Irmak arkadaşımızın söylediği “Sadece elimizi değil, bütün bedenimizi taşın altına koymaya karar verdik.” sözü, bence bu Parlamento tarafından tartışılmalıdır. Farkında mısınız sayın milletvekilleri, bu Parlamentonun 2 üyesi süresiz, dönüşümsüz açlık grevinde, yani kendi bedenini ölüme yatırmış durumda? Şimdi bu durumda buradaki arkadaşlarımız ne kadar rahat oturabiliyor? Bu kolay bir karar değil, kendi bedenini ölüme yatırmak öyle çok kolay bir karar değil, ama bu ülkede sorunlara dikkat çekmek için ne yazık ki ölmek gerekiyor ya da kendini ölüme yatırmak gerekiyor. Şimdi, biz pazartesi, salı kendi genel merkezimizde tam da bu soruna dikkat çekmek için açlık grevindeydik, ama bu, Türkiye'nin gündemi olmadı, sadece gazetelerde ya da televizyonda bir haber olmanın ötesine gidemedi. Bu Parlamento ne zaman bu sorunu tartışmaya başlayacak diye çok merak ediyoruz doğrusu.

Sadece iktidar partisinden de değil, muhalefet partisinden de beklentilerimiz var. Gerçekten birlikte yaşayacaksak, o zaman çok kimlikli, çok kültürlü yapımızı birlikte koruyacaksak; eğer bu, sadece bir denetleme, bütün kimliklerin, kültürlerin eserlerinin toplanıp bir binaya sıkıştırılmasından öte bir anlam ifade ediyorsa; yani bu, yaşamımızın kendisiyse, bu ülkede onlarca farklı kimlik, kültür yaşıyor ve bir arada barış içerisinde, eşitlik temelinde bir kardeşlik içerisinde yaşayacaksak bütün bunları bizim konuşmamız gerekiyor, ama biz öyle bir şey yapıyoruz ki burada konuşurken hiçbir sorunumuz yokmuş gibi, Türkiye'nin sorunları sadece bu Parlamentodan ibaretmiş gibi sadece bunları tartışıyoruz sayın milletvekilleri. İşte o yüzden Türkiye gerçek anlamda demokratikleşemiyor, o yüzden biz bu ülkede barışı konuşamıyoruz, o yüzden farklı kimlik ve kültürler üzerinde oluşan baskıyı bir şekilde buradan sineye çekiyoruz. Biraz önce Sayın Milletvekilimiz söyledi, o yüzden Ermeni mezarlığında son dua yerinin kepçelerle yıkılmasını doğal görüyoruz ya da yerine daha iyiyi yaparız diye ya da o yüzden yine yanı başımızda, Yenimahalle’de cemevi yapıldı diye belediye yer vermiyor, “Orayı yıkacağız, başka yer vereceğiz.” anlayışı aslında bütün şeylerde devam ediyor. Yani iktidarıyla da muhalefetiyle de farklılıklarımızı kabul etme, bunlarla eşit hukuk geliştirme konusunda ne yazık ki ciddi bir tartışmamız yok. Sadece bunun siyasetini yapma, bunun üzerinden politika yapmak bize bir şey kazandırmaz.

Sayın milletvekilleri, sonuç olarak şunu ifade etmek istiyorum. Evet, Kültür Bakanlığının düşünmesi gereken bir şey daha var: Burada farklı kimlik, kültürler de var. Bunların ismini de sayarak, sadece Mem u Zin’i bir reklam aracı olmaktan çıkartıp -aynı zamanda Mem u Zin gibi binlerce eseri- “Türkiye Cumhuriyeti devletinde Kürtlerin de farklı kimlikleri ve kültürleri var, Mezopotamya’nın en kadim halklarındandır. Yine bu farklı halkların da kültürleri var.” deyip kendisine yeni bir yol haritası belirlemesinin Türkiye demokrasisi açısından da önemli olacağını düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tuncel.

Şahıslar adına ilk söz İstanbul Milletvekili Sayın Gülay Dalyan’a aittir.

Buyurun Sayın Dalyan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

GÜLAY DALYAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı’nın birinci bölümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; derlemenin amacı, bir ulusun kültürel varlığını oluşturan düşün ve sanat ürünlerinin en etkin ve sağlıklı biçimde toplumun bilgi ve yararına sunulması ile ulusal kültür birikiminin gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamaktır.

Ülkelerin derleme sistemleri birbirine benzemekle beraber çeşitli farklılıklar göstermektedir. Farklılıklar özellikle kapsam, yükümlülükler, derlenecek kopya sayısı gibi konularda ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde düşün ve sanat ürünlerinin derleme yoluyla denetim altına alınması çalışmaları Osmanlı dönemine kadar uzanır.

21 Haziran 1934’te Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde kabul edilen Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu ilk günkü yapısını aynen koruyarak günümüze kadar uygulana gelmiştir, oysa bu süreçte teknolojik ilerlemelere koşut olarak Kanun’un gözden geçirilmesini ve yeniden düzenlenmesini gerektiren pek çok gelişme olmuştur. Yürürlükteki Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu ile yeni teknolojik bilgi kayıt ortamlarına ulaşmak ya da Kanun’un öngördüğü ürünleri derlemek mümkün olamamaktadır. Bu durum ülkemizin dijital ortamda ürettiği son dönem kültür ve bilgi birikiminin bir bölümünün karanlıkta kalmasına yol açtığı gibi ulusal bibliyografyanın güvenilirliğini de etkilemektedir.

Ülkemiz açısından oldukça önemli olan derleme hizmetleri, maalesef, istenilen seviyede değildir. Örneğin, 2010 yılında yüzde 35’e varan bir derleme eksiği tespit edilmiştir. Bu nedenle, 2011 yılı başlangıcı itibarıyla Bakanlığımız tarafından yeni bir derleme genelgesi hazırlanmış ve bu uygulanan yeni sistem sayesinde derleme kaçaklarını giderme konusunda ciddi bir başarı sağlanmıştır.

Derlenen eserlere ait verileri incelediğimizde, 2001 yılında derlenen kitap 12.245, süreli yayın ise 2.214 iken -toplam derleme rakamı- 2011 yılında 44.700 kitap ve 12.558 çeşit süreli yayın derlenerek bugüne kadar ülkemizde basılan eserlerin derlenmesinde büyük bir başarı yakalanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ulusların gelişebilmesi, üretilen düşünce ve ürünlerinin kullanılması ile doğru orantılıdır. Bu kanunla düşün ve sanat ürünlerinin bir araya getirilmesi, eksiksiz bir ulusal derlemenin oluşturulması, devlet elinde toplanması amaçlanmaktadır. Görüşmekte olduğumuz bu tasarı, ulusal düzeyde bir veri bankasının oluşmasına, uluslararası alanda daha doğru bilgilerle ülkemizin tanıtımının yapılmasına katkı sağlayacaktır. Ayrıca, ülkemizin yayın politikasının ne durumda olduğunun ve hangi yönde ilerlediğinin izlenebilmesi, kamunun doğru bilgilenmesi ve araştırmacıların bilimsel çalışmalarında kullanabilmesinde büyük fayda sağlayacaktır.

Günümüzde bilgisayar ve bilgi teknolojilerindeki gelişmelerin sonucunda yayımcılıkta ve yayın türlerinde çok önemli gelişmeler olmuştur. Baskı yöntemleri dışında, büyük bir ivmeyle gelişen yeni çoğaltma usulleri ile çok miktarda bilim, fikir ve sanat eseri üretilmiştir. Mevcut yasa bunların devlet nüshası olarak derlenmesine imkân tanımamaktadır.

Bu çerçevede görüşmekte olduğumuz kanunla derleme kapsamı genişletilerek basılı eserler dışında, CD, DVD, film, müzik kaseti, slayt, elektronik yayımlar da derleme kapsamına alınmaktadır. Ayrıca, tasarıda, Türkiye’de araştırma yapıp yurt dışında basımı ve çoğaltımı yabancı dilde yapılan eserlerin de derlenmesi hüküm altına alınmıştır. Derleme mükellefleri konusunda da düzenleme yapılarak, mevcut uygulamada yayınevleri derleme mükellefi iken bu kanunla da basından sorumlu gerçek ve tüzel kişiler de kapsama alınmıştır.

Yerel ve bölgesel gazeteler ile ilgili yeni bir düzenleme öngörülmekte olup, tasarının 8’inci maddesiyle, bu yayınların ikişer nüsha derlenerek bir tanesinin Millî Kütüphanede, diğerinin de yayınlandığı ilde bulunan il halk kütüphanelerinde toplanması hükme bağlanmıştır.

Tarihî mirasımıza sahip çıkmak millî bir görevdir. Görüşmekte olduğumuz bu kanun tasarısının yasalaşmasıyla, ülkemizin fikir ve sanat eserlerinin korunması konusunda hepimizin ortak duyarlılık göstereceğine inanıyorum.

Bu vesileyle, 1950’li yıllardan beri kapsamının genişletilmesi tartışılan ve büyük ihtiyaç duyulan bu kanunun hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür eder, ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını temenni eder, yüce heyetinizi ve yüce milletimizi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dalyan.

Manisa Milletvekili Sayın Selçuk Özdağ.

Buyurun Sayın Özdağ. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SELÇUK ÖZDAĞ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı nedeniyle şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Kültür, dünden bugüne bir milletin yaşam biçimi ve toplamıdır. Kültür, dünden bugüne yaşam biçimimizse eğer -bu coğrafyada bin yıldır yaşıyoruz, 1041’den bu yana yaşıyoruz- bu kültürel coğrafyada, bu coğrafyada, tarihî coğrafyada Kürt’ün Türk’ü asimile etmesi, Laz’ın Çerkez’i asimile etmesi mümkün değildir çünkü bin yıldır aynı topraklarda, aynı dinin mensuplarıyız bizler. Aynı dinin mensupları birbirlerini asimile etmezler, farklı kültürler birbirlerini asimile ederler. Almanya’ya giden işçilerimiz, Avrupa’ya giden insanlarımız, orada yaşayan Hristiyan kültürünün tesiri altında kalabilirler ve asimile olabilirler ama birileri kendilerini farklı addediyorlarsa, onlar hâlâ kendilerini asimile ediliyorlar zannediyorlarsa yanılıyorlar ama Türkiye’de Kürt’ün, Çerkez’in, Laz’ın, Gürcü’nün, Ermeni’nin, Yahudi’nin veya Türk’ün birbirini asimile etmesi söz konusu değildir. O nedenle bu uyarıyı yapma lüzumunu hissediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Eğitim, bilim, kültür ve sanat, bir ülkenin kalkınması ve gelişmesinde, nesillerin geleceğe hazırlanmasında hayati önemi haiz olgudur. Milletin her bir ferdinin öğreniminin ilk dönemlerinden başlayarak geniş bilgilerle donatılması ve geleceğe güçlü bir şekilde hazırlanması, öncelikle, söz konusu unsurlar çerçevesinde alacağı temel eğitim ve öğrenim ile gerçekleşebilecektir. Bu kazanımın sadece örgün eğitimle olamayacağı, yaygın eğitim içerisinde de çeşitli ortamlar vasıtasıyla bu yönde zenginleşmenin mümkün olabileceği bilinmektedir. Bu bağlamda, yaşam boyu öğrenme olgusunun giderek ülkemizde de önem kazandığı bilinmektedir.

Gerek örgün gerekse yaygın öğretim çerçevesinde bireylere eğitim, bilim, kültür ve sanat odaklı kazanımların sağlanmasında temel eğitim kurumları ve öğretim kadrosunun yanı sıra özellikle yaşam boyu öğrenme bağlamında her biri birer eğitim kurumu olan kütüphaneler ve bu kütüphanelerin koleksiyonlarında yer alan kitap, dergi ve ansiklopedi, veri tabanı ve benzeri bilgi kaynakları da son derece önemlidir.

Bu çerçevede, bir ülkede yayınlanan bilgi kaynaklarının eksiksiz olarak gereksinim sahibi öğrencilere, araştırmacılara ve bir bütün olarak halka ulaştırılması her şeyden önce bu bilgi kaynaklarının eksiksiz olarak tespit edilebilmesi ve ardından derlenebilmesiyle mümkündür. Sevindirici bir durumdur ki ülkemizde bu yönde, cumhuriyetin ilk yıllarında yasal düzenleme yapılmış ve belirlenen derleme kütüphaneleri eliyle bu işlem bugüne değin yapılagelmiştir.

AK PARTİ hükûmetlerinin göreve başlamasından bir süre sonra, verilen önem doğrultusunda derleme konusu tekrar gündeme alınmış ve nihayet konuyla ilgili yeni yasal düzenleme kanunlaştırılmak üzere Genel Kurula gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, gerçekten de derleme konusu, eğitim, bilim, kültür ve sanat alanları çerçevesinde ülkemizin bugünü ve geleceğini temelden etkileyen önemli konulardan birisidir.

Derlemeyi kısaca “Ülkede yayınlanan her türlü biçim ve içerikteki bilim, eğitim, kültür ve sanat ürünlerinin, kısacası üzerinde bilgi unsuru bulunduran tüm bilgi kaynaklarının yasal mevzuat ve prosedürler çerçevesinde önceden belirlenmiş kütüphanelere belirtilen sayıda teslim edilmesi.” şeklinde tanımlamamız mümkündür.

Az önce de ifade ettiğim gibi, konuyla ilgili temel mevzuat olan 2527 sayılı Kanun kabul edildiği 1934 yılından bugüne yıpranmış ve çeşitli bakımlardan yetersiz kalmıştır.

İktidarıyla muhalefetiyle hep birlikte komisyon çalışmalarının ardından Genel Kurula getirdiğimiz bu tasarının kanunlaşmasıyla, çağın gereklerini de karşılayabilecek verimli bir derleme uygulamasının gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir.

Bilindiği üzere, tasarının ilk aşamasında, çeşitli değerlendirmeler çerçevesinde mevcut kanunda belirtilen 5 derleme kütüphanesinden 2’si olan İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi ile İzmir Millî Kütüphanesi derleme kapsamı dışında bırakılmışken, komisyon aşamasında mutabık kalındığı üzere burada tekrar tasarı kapsamına dâhil edilmiştir. Böylece yapılan bu yerinde düzeltmeyle bu iki güzide kurumumuzdaki koleksiyonun eksiksiz olarak bölge halkına, araştırmacılara ve nihayet tüm Türkiye’ye hizmet vermeye devam etmesinin zemini hazırlanmış olacaktır.

Tasarının 10’uncu maddesiyle her bir derleme nüshası için mükelleflere bin ila 5 bin Türk lirasına kadar idari para cezası öngörülmektedir. Fakat 12’nci maddesiyle de mükelleflere, derlemeye verdikleri eserlerin maliyetlerinin gider olarak yazılması hakkı tanınmaktadır. Bu önemli bir yeniliktir.

Ümit ediyor ve diliyoruz ki, yeni kanun ile derleme konusu bir problem alanı olmaktan çıkar ve konunun temel paydaşlarından olan yayıncıların da sorumluluk bilinciyle verecekleri katkıyla bu konu tekrar ülke gündemine gelmez. Çünkü derleme konusu sadece bugünün eğitim, bilim, kültür ve sanat yaşamıyla değil, aynı bağlamda ülkesi ve milletiyle Türkiye’nin geleceğini de doğrudan ilgilendirmektedir. Bugün nasıl ki çeşitli düzeylerdeki araştırmalar için önceki dönemlerde hazırlanmış yayınların bulgularından yararlanmak son derece önemliyse, günümüzden uzun yıllar sonra yapılacak yeni araştırmalar çerçevesinde de bugünkü bilgi kaynakları önemli olabilecektir. Bugünümüze ve gelecek nesillerimize bu çok değerli imkânı sunabilmenin yegâne yolu ise, ülkemizde yayımlanan kitap, dergi ve tüm bilgi kaynaklarının tasarıda belirtilen kütüphanelerde eksiksiz olarak derlenmesidir. Bu uygulamanın verimli bir şekilde gerçekleştirilmesi bir lüks değil, Parlamento olarak bugüne ve gelecek nesillerimize karşı önemli bir görevidir.

Bu duygu ve düşüncelerle tasarının ülkemize hayırlar getirmesini diliyor, heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özdağ.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Benim sorum Sayın Bakanadır.

Tokat ilinde Ballıca Mağarası, Taşhan, Sulusokak, Beysokağı gibi çok önemli kültürel değerler vardır. Tokat iline, bu değerlerin ortaya çıkartılması ve restorasyonlarla ilgili olarak herhangi bir çalışma yapılmakta mıdır veya ne kadar bütçe ayrılmıştır? Sorumun birisi budur.

İkincisi: Genel arşivlerle ilgili olarak ne kadar belge yeni Türkçeye çevrilmiştir? Arşivlerde kaç tane uzman çalışmaktadır?

Ayrıca, illerde de bazı yerlerde arşivler vardır. İllerde arşivlerin açılmasıyla ilgili de bir çalışma yapılacak mıdır?

Bir diğer sorum: İnternet bağımlılığıyla ilgili olarak dün Meclisimizde bir komisyon kuruldu. İnternet bağımlılığının en önemli sorunlarından bir tanesi çocukların oyunlarıyla ilgilidir. Türk kültür ve örflerine uygun bir şekilde böyle hazırlanan çocuk oyunları var mıdır? Bunlarla ilgili bir çalışma yapıyor musunuz? Mesela, bir Kürşad’ın hayatının anlatılması veya bir Ulubatlı Hasan gibi kültürel değerlerimizin olduğu, bunlarla ilgili çalışmalar var mıdır? Bunları öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Fırat…

SALİH FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, tabii bir önceki turda sorumuza cevap verdi ama şimdi iki bin yıl önce yapılan tarihî eserler Nemrut Dağı’nda bugüne kadar korunabildiyse, şu anki teknolojiyle orada korunma yolları daha çabuk bulunur diye düşünüyorum.

Yine diğer bir sorum vardı, ona cevap veremediler. 12 Eylül rejimi sırasında Türkiye’de on binlerce yerleşim yerinin ana dildeki isimlerinin kaldırıldığını, bunların ne zaman iade edileceğini sormuştum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Ağbaba

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan, ben dün Tortum Bağbaşı yani Haho’da insanların topraklarını korumak için HES’lere karşı başlatmış olduğu mücadeleye katıldım. O mücadeleyi desteklediğimi, o insanlara, o insanların yanında olduğumu ve haksız yere yargılanan Leyla Yalçınkaya’nın yanında olduğumu belirtmek istiyorum.

Dün, yine, orada Anadolu’nun ne kadar büyük bir hazine olduğunu bir kez daha gördüm Haho’da yani Bağbaşı’nda, 961 yılında inşaatına başlanan 1001 yılında bitirilen Gürcü Krallığı döneminden bir kiliseye rastladım. Kilise şu anda cami olarak kullanılıyor. O köydeki insanların da talebi buranın restore edilerek turizme açılması. Görmenizi tavsiye ederim. Önemli bir şey. Ben Anadolu’nun bu konuda ne kadar zengin olduğunu bir kez daha gördüm. Bunu dikkatlerinize sunmak istedim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Karaahmetoğlu…

SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU (Giresun) – Sayın Bakanım, Giresun’un Tirebolu ve Eynesil ilçelerinde denizle iç içe kaleler bulunmaktadır. Söz konusu kalelerin tarihsel, kültürel ve turizm açısından önemi var mıdır? Varsa, onarım, restorasyon, turizme açılması konusunda çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, biraz önce Kütahya İl Halk Kütüphanesinin yazma kütüphane olduğunu ben de söylemiştim ama sorum, buranın ciddi anlamda maddi desteğe ihtiyacı olduğu ve bu kapsama alınıp alınamayacağı yönündeydi. Eğer ona bir açıklık getirirseniz sevinirim.

İkinci sorum da, tarihî Kütahya Kalesi’nin burçlarından birisi geçenlerde yıkıldı. Buna bu bütçe yılında ne kadar ödenek göndermeyi düşünüyorsunuz? Bu konuda yardım edebilir misiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Havutça… Sayın Havutça yok mu? Yok.

Sayın Halaman

ALİ HALAMAN (Adana) – Ben teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanıma sorum: Ortada yayın yapan yayın organları millî ve manevi değerlerimizi, kültürümüzü defolu hâle getirmek için uğraşıyorlar. Biz, “Bu evrensel kültüre adapte oluyoruz.” diyerek bu defolu hâle gelinmesine sevinmeli miyiz?

Bir de ikinci sorum: Adana’nın ilçeleri var, Kozan, Teke, Saimbeyli, Tufanbeyli, Aladağ. Bunlar kültür kokuyor. Buralarda fiziki ve sosyal şartları olan kültür merkezleri oluşturmak mümkün değil mi?

Teşekkür ediyorum, saygılarımla.

BAŞKAN – Sayın Bulut…

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Balıkesir İvrindi -önemle- Dursunbey gibi ilçelerde çok miktarda tarihî ören yerleri bulunmaktadır. Buralarda arkeolojik çalışma yapmak gibi bir düşünceniz var mıdır? Oralardaki kültür varlıklarını, ziynet aramak, altın aramak adına harap ediyorlar ve bulduklarını da yurt dışına kaçırıyorlar. Bu konuda Bakanlığınızın tedbir almasını düşünür müsünüz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Susam…

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum. Demin sormuş olduğum sorulara maalesef cevap alamadım.

Mega müzeyle ilgili iki tane yer var. Bir, belediyenin işaret ettiği yer, şu an imar planları hazırlanmış, sit kuruluna gönderdiği Agora’nın üst tarafındaki alan; bir de Sayın Bakanın üzerinde durduğu, Sümerbank’ın eski arazisi. Bu konuda, adı ne olursa olsun, 200 bin eserin depoda beklediği İzmir’e büyük bir müzenin, medeniyetler müzesinin kazandırılması konusundaki çalışmalar ne noktadadır?

İki: İzmir’in beklediği EXPO için alan İnciraltı olarak ayrılmıştır. Bunun imar planındaki son durum nedir? Bunun bilgisini istiyorum Sayın Bakandan.

Turizm kültürünü geliştirmek ve turizmi çeşitlendirme anlamında yapılan somut projeler ve eko turizm dediğimiz turizm konusunda İzmir’de yapılan çalışmalarla ilgili bilgi istiyorum.

Bir de tarihî çarşılarla ilgili sorum vardı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurunuz.

Dört dakikanız var. Toparlayabildiğiniz kadar, diğerlerini yazılı verebilirsiniz.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Dört dakika içinde ancak bir soruya, bir arkadaşımızın sorusuna yeterince cevap verebilirim.

BAŞKAN – Evet, hızlı bir şekilde.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Tokat’taki çalışmalarımızı Sayın Doğru biliyor. Orada bir müze yapmaya çalışıyoruz. Arastalı Bedesten’i Vakıflardan kiraladık ve bu yıl içinde açılışını gerçekleştireceğiz.

İnternet bağımlılığı hepimizin bildiği bir sorun. Onu Millî Eğitim Bakanıyla ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanıyla birlikte çalışıyoruz.

Arşivler başka bir idareye bağlı, o yüzden bu konuyu bence ilgili idareye soralım.

Nemrut’la ilgili görüşlerimi açıkladım yani Nemrut’ta şu anda bilimsel olarak da beni tatmin eden bir koruma projesi gelmiş değil. O yüzden belki bir yeni mekân arayışımız devam edecek.

Sayın Ağbaba ve öteki arkadaşlarım -Sayın Karaahmetoğlu, Sayın Işık, Sayın Halaman, Balıkesir Milletvekili Değerli Arkadaşımız- Anadolu’nun kültür zenginliklerinden söz ettiler. Gerçekten çok doğru. Ben de yirmi-yirmi beş yıldır merakla Türkiye'nin bu kültür hazinelerini amatörce gezen bir arkadaşınızdım, son dört beş yıldır da sorumlu sıfatıyla geziyorum ve her gezişimde yeni keşfettiğim alanlar ve gerçekten hem “Bunlara nasıl yetişeceğiz?” diye duyduğum bir üzüntü hem de “Ne kadar büyük bir zenginlik içinde yaşıyoruz.” diye duyduğum bir sevinç var; bu iki duyguyu birlikte yaşıyorum.

Şunu hatırlatmak isterim: 2002 yılı sonunda, 2003 yılında devletin genel bütçeden ve öteki desteklerden ören yerlerine, kazılara ayırdığı kaynak 2 milyon TL’ydi, 1,9 milyon TL’ydi. 14 milyon TL’yle 2007 sonunda almıştım ben. Geçen yıl 48,1 milyon TL ayırdık. Yani 2003 yılında 2 milyon TL nerede ve 2011 yılında 48 milyon TL nerede? Ama bence 100 milyon TL’ye ihtiyacımız var.

ALİM IŞIK (Kütahya) – On yıl geçti Bakanım, on yıl geçti, miktarlar üzerinden gitmeyin.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – 100 milyon TL’ye ihtiyacımız var. Bakın, kazdığımız yerlerin sayısı artıyor, buradan çıkan eserlerin sayısı artıyor, bütün Türkiye biliyor ki yurt dışından getirdiğimiz eserlerin sayısı artıyor ama geçmiş yıllardaki ihmal ve tahribat karşısında hâlâ çok büyük sorunlarımız var.

Türkiye'den inanılmaz zenginlikler önceki yıllarda kaçırılmış. “2011’de kaçırılmış bir eser var mıydı?” dedi Arkadaşımız. Kayda değer bir şey yok şükürler olsun ama önceki yıllarda çok sayıda eser var.

Bir arkadaşımızın yine bir sorusu vardı: “İsmi değiştirilmiş olan yerler var.” Tabii, şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Bizim iktidarımız döneminde ismi değiştirilmiş yani asıl ismi kayıttan çıkarılmış ve yeni bir isim takılmış hiçbir yerleşim yeri hemen hemen yok Türkiye'de ama eski yıllarda, 80’den önce veya 80’den sonra bu tür yapılmış tahrifatlar var, onları düzeltmeye çalışıyoruz bu süreçte, mümkün olduğu kadar. Anadolu’nun bütünlüğünü zedelemeyecek bir yaklaşım içinde eski isimlerini iade etmeye çalışıyoruz.

Sayın Susam’ın sorusuna, zamanım kaldı mı bilmiyorum: İzmir’de bir büyük müze yapma hayalimiz var gerçekten, yani ben buna, tekrar ediyorum, “Ege Uygarlıkları Müzesi” diyorum, var. Bu konuda Belediyenin işaret ettiği alan eğer tahsis edilirse orada, değilse alternatif alanlar üzerinde çalışıyoruz.

Tabii, şunu da arkadaşlarımızın bilmesi lazım: Dünyanın hiçbir müzesinde depolardaki bütün eserler sergilenmiyor. Her yerde yüzde 10, yüzde 15, yüzde 20 seviyesindedir. Biz zaman zaman bunu yakalıyoruz, zaman zaman bunun altına düşüyoruz ama “Müzelerin depolarındaki bütün eserler sergilensin”. hiçbir yerde yok. Periyodik sergilemeler var. Bazı eserler de sergilenmez zaten çünkü onun benzerinden 50 tane deponuzda vardır, siz 2’sini sergilersiniz, 48’ini deponuzda tutarsınız.

Onun dışında, İnciraltı konusunda çalışıyoruz. İnciraltı’nda Bakanlığımızın bir ihmali yok. Eğer davalarda bir yeni tökezlenme yaşanmazsa sanıyorum, velev ki dava süreciyle karşılaşırsak bir yeni yasa ihtiyacımız var, onu yapmaya çalışacağız.

İzmir’in kültür turizmi konusunda da Bergama’yı dünya mirasına katmaya çalışıyoruz. Bergama’daki çalışmalar son derece hızlı gidiyor. Efes arkadan takip ediyor ama Bergama sanıyorum daha hızla yol alacak.

İzmir’de çok sayıda ören yerimiz var. Ören yerlerinin düzenlenmiş olanlarının sayısı azdı, hızla, düzenlenmiş ören yerlerini çoğaltmaya çalışıyoruz. Tarihî çarşılarla ilgili de bütün Türkiye kapsamında yeni bir yasa çalışması, Sayın Susam’ın da paylaştığı ve İzmir’deki Kemeraltı

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından  kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o maddeler üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.

Madde 1’de iki önerge vardır, sırasıyla okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 128 Sıra Sayılı Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısının 1. Maddesinin 1. Fıkrasında yer alan “elverişli” ibaresinin “uygun” olarak değiştirilmesini arz ve rica ederiz.

                Metin Lütfi Baydar                      Tolga Çandar                           Engin Özkoç

                          Aydın                                      Muğla                                    Sakarya

                                           Osman Kaptan                           Mehmet Ali Susam

                                                 Antalya                                            İzmir

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 128 sıra sayılı Yasa Tasarısının 1 inci maddesinde “ülkemizin” ibaresinden sonra gelmek üzere “tüm dillerde” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                       Özdal Üçer                            Hasip Kaplan                             Erol Dora

                            Van                                        Şırnak                                     Mardin

                                          İdris Baluken                      Hüsamettin Zenderlioğlu

                                                Bingöl                                          Bitlis

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Takdire bırakıyoruz efendim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Hükûmet takdire mi bıraktı efendim?

BAŞKAN – Komisyon “Katılmıyoruz.” dedi, Hükûmet takdire bıraktı.

Buyurunuz Sayın Üçer. (BDP sıralarından alkışlar)

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önerge lehine söz almış bulunmaktayım, Genel Kurulu selamlıyorum.

Dün 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü’ydü ve ülkemizde biz onlarca dili yok sayarak, onlarca dili yokmuş gibi kabul ederek ve o dili konuşan çocukları öyle bir dili konuşmuyorlarmış gibi zorunlu eğitime tabi tutarak, o dilde üretilen kültürel varlıkların tamamını yok sayarak bir Dünya Ana Dil Günü’nü daha geride bıraktık. Umuyorum ki gelecekte bu Mecliste, bir kültür beşiği olan Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında halkların kardeşliğinin zeminini oluşturacak demokratik bir anayasa çıkarılıp halkımız için, bütün halklar için kendi dillerinde, kendi kültürlerinde özgürce, kardeşçe yaşayabilecekleri bir alan yaratılır. Bunun için de yapılması düşünülen, yapılmakta olan anayasada mutlak surette farklı dillere, farklı kültürlere anayasal güvence kazandırılması gerekmektedir.

Kültür Bakanlığının çalışmaları bünyesinde yer alması gereken konularla ilgili olarak Van depreminden de bahsetmek istiyoruz: Van Müzesi orta hasarlı, tiyatro binası orta hasarlı, Erciş Kütüphanesi, tarihî eserlerden Yedi Kilise, Akdamar Kilisesi, kale giriş kapısı, Van Kalesi’nin değişik yerleri, değişik tarihî camilerin muhtelif yerleri depremden hasar görmüş.

Bu arada, Sayın Bakana deprem esnasında göstermiş olduğu duyarlılıktan dolayı da teşekkür ederek bu çalışmalarında başarılar diliyorum. Bakanlığınız bünyesindeki bütün çalışmalarla görev ve ilgi alanınızdaki bütün tadilatlar kısa bir sürede tamamlanır diye umuyoruz Van halkı olarak.

Depremle ilgili Hükûmetin genel olarak ayrı bir ayıbını daha dile getirmek istiyorum: Bir iki gün önce yine bir çadır yangınında yine bir yurttaşımız yaşamını yitirdi; kendisine Allah’tan rahmet, bütün Vanlılara ve ailesine başsağlığı diliyorum. Bu ölümün sorumlusu, bu ölümlerin sorumlusu inanın Hükûmetin kendisidir. Umuyorum böylesi bir ayıp manzara bir daha yaşanmaz. Bu tür ayıp manzaraların yaşanmaması için Hükûmetin ilk yapması gereken, gerçekten, bir yönetici sorumluluğundan uzak olan Van Valisinin derhâl görevden alınması ve halkın sorunlarına duyarlı bir yöneticinin oraya atanmasıdır diyorum.

Yine, kamuoyuna yansıdı, bizler grup, blok milletvekilleri olarak iki gün açlık grevine gittik. Öyle görünüyor ki sesimizi dünya ve ülke kamuoyuna duyurmak için daha çok grev yapmamız lazım, daha güçlü eylemler yapmamız lazım çünkü zindanlarda bedenini ölüme yatırarak antidemokratik uygulamalara karşı direnen arkadaşlarımızın, siyasi tutsakların çığlığını dünyaya haykırabilmek için,

duyurabilmek için daha çok eylem yapmamız ve daha geniş tabanlara ulaşmamız lazım. Çünkü milletvekilleri, belediye başkanları, siyasi parti yöneticileri, on binleri bulan siyasi tutsaklar zindanda gördükleri işkenceleri bir kenara bırakıp, zindanda görmüş oldukları zulmü bir kenara bırakıp bu ülkenin özgürlüğü, barışı ve demokrasisi için eylem yapıyorlarsa biz de onlara dünya ana dilinin kutlandığı bir dönemde “…”(x) (BDP sıralarından alkışlar)

MEHMET ÖNTÜRK (Hatay) – Anlamadık ki bir şey Başkanım.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 128 Sıra Sayılı Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısının 1. Maddesinin 1. Fıkrasında yer alan “elverişli” ibaresinin “uygun” olarak değiştirilmesini arz ve rica ederiz.

                                                                        Metin Lütfi Baydar (Aydın) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Efendim, gerek yok; “elverişli”, “uygun”u karşılıyor. Deminki önergeye de bence gerek yoktu çünkü biz zaten uygulamamızı Türkiye’deki bütün yayınları derleyecek şekilde yapıyoruz. O yüzden sadece zaman kaybediyoruz.

Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Peki.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Tolga Çandar.

BAŞKAN – Sayın Çandar, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

TOLGA ÇANDAR (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm kitle örgütleriyle -yıllardır bu konularda çeşitli yazılar yazmış biri olarak, bir sanatçı, bir kültür insanı olarak- tüm kitle araçlarıyla ülkemizde yaygınca pompalanmaya çalışılan yoz ve yabancı kültür bombardımanı üzerinde yıllarca konuştum. Bu yozluğun, bu seviyesizliğin, bu düzeysizliğin, kontrol edilmediği zaman hangi noktalara kadar ulaşabileceği, kimlere kadar ulaşabileceği, nerelere kadar ulaşabileceği, dün İstanbul Milletvekilimiz Sayın Nur Serter’e yapılan saldırıyla -o dizide yapılan saldırıyla- bir kere daha ortaya çıkmıştır. (CHP sıralarından alkışlar) Bir sanatçı olarak, bu seviyesizliğe, bu yozluğa, bu düzeysizliğe isyan etmemek elde değil. Bir milletvekili arkadaşımıza bunu yapan anlayıştan, dur bakalım, önümüzdeki günlerde bu işin daha hangi noktalara kadar gittiğini göreceğiz. Allah sonumuzu hayra çıkarsın diyoruz.

Sayın milletvekilleri, dünyayı dilleriyle algılıyor insanlar, algıladıkları bu dili de, bu dünyayı dilleri aracılığıyla anlatıyor. Bu diller üzerine, insanların ana dilleri üzerine baskı uygulamayı siyaseten ne kadar yanlış bulduğumuzu da biz yıllarca yazdık, doğru değil. Ne olur, ana diliyle kullansa ne olur, bir ülke mi yıkılır? Eğer kendi toplumunun içerisinde farklı dilleri yeşertemiyorsa, kültürel bir zenginlik olarak görmüyorsa farklı kültürel zenginlikleri bir bütünün, mirasın bir parçası olarak görmüyorsa zaten o ülkede çok ciddi bir problem var, dil 5’inci sırada, 7’nci sırada, 10’uncu sırada. Asıl sorun, bu ülkede insanların birbirlerinin kültürlerine karşı saygı duyup duymadığıdır. Bunun üzerine, bizim, Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışanları olarak siyaseti bir tarafa atıp bu konular üzerinde bir ortak duygu, bir ortak düşünce üretmemizin ülkenin geleceği açısından son derece önemli olduğunu düşünüyorum.

Bin yıllık bir tarihten söz etti Selçuk Arkadaşım, Manisa Milletvekilimiz. Ben işi biraz daha gerilere götürerek düşünmek istiyorum. Beş bin yıllık bir kültür mirasının üzerinde oturuyoruz. Evet 1071’de Malazgirt’le gelindi, hoş geldik, sefalar getirdik ama bin yıllık tarihin öncesini ret mi edeceğiz? Etmeyeceğiz tabii ki. Beş bin yıllık kültür mirasının tamamını kendi ülkemizin kültür mirası olarak

                                                

(x) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan bir dilde kelimeler ifade edildi.

 görebilirsek bence bu Kültür Bakanımızın da işini kolaylaştıracaktır. Böyle bir zenginliğin üzerinde, beş bin yıllık bir tarihî mirasın, bir kültür mirasının üzerinde Kültür Bakanlığı yapmak da kolay bir iş değil, doğru, kendisine hak veriyoruz, başarılar diliyoruz.

Biraz önce, Sayın Bakanımız dedi ki: “2011 yılında herhangi bir soygun yaşamadık.” Benim bildiğim Milas soygununu kendisine hatırlatmak isterim. Milas’ta bir kral mezarlığı soyuldu, Karya uygarlığının bir kral mezarlığıydı. Hepimizin içi parçalandı, eminim kendisi de çok etkilenmiştir ama ne yazık ki bunlar yaşanıyor. Biz bunların yaşanmaması için elimizden ne gelirse yapacağız elbette.

İzmir Kütüphanesi çok konuşuldu, benim söylemek istediğim o değil ama bölgemizde 4 bin yıl öncesinden beri kütüphanecilik son derece yaygın. Bakın, Teos Kütüphanesi Seferihasar’da, Bergama’da Asklepion Tıp Kütüphanesi, hemen notlarıma bakıyorum, İzmir’in merkezinde Smyrna Kütüphanesi, yine Bergama’da ayrıca Selçuk Efes Kütüphanesi. Bunlar 4 bin yıl öncesinden başlayarak ülkemizde ve Ege yöresinde, sadece bizim bölgemizde kütüphaneciliğin ne kadar yaygın olduğunu… Bu kütüphanelerdeki eserlerin büyük bir bölümü ne yazık ki İskenderiye Kütüphanesine daha sonra taşınmış ve İskenderiye Kütüphanesinde -kemikleri sızlasın- Julius yangınında ne yazık ki bunların hepsini kaybettik.

Biz, Komisyonda, evet, kararlaştırdık keşke o gün Komisyonda bu 8’inci madde hemen hallediliverseydi de bugün akşama kadar bu konuyu konuşmak zorunda kalmasaydık. Siyasi partilerin kişisel hırslarından ya da kişisel siyasi yaklaşımlarından arınıp komisyonlarda dahi bir araya gelip bir yasa üzerinde de anlaşamamasının sonuçlarının neye mal olduğunu görüyorsunuz. Bu siyasi kaprislerin bir tarafa bırakılıp mutlaka ama mutlaka da komisyonlarda muhalefetin sözünü dinlemek lazım.

Daha önce de bütün arkadaşlarımız söyledi, ben son söz olarak izninizle söyleyeceğim…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TOLGA ÇANDAR (Devamla) - …iktidar her yerde var, her toplumda var ama muhalefet bir tek demokrasilerde var.

Saygıyla selamlıyorum.  (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çandar.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum:  Kabul edenler…  Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum:  Kabul edenler…  Kabul etmeyenler…  Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 4’te bir önerge vardır, okutup işleme alıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 128 sıra sayılı yasa tasarısının 4’üncü maddesi 1. fıkrasının (g) bendinin başına “Türkiye’de konuşulan bütün dillerde” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

               Sırrı Süreyya Önder                      Demir Çelik                             Özdal Üçer

                         İstanbul                                      Muş                                         Van

                                   Hüsamettin Zenderlioğlu                    İdris Baluken

                                                   Bitlis                                        Bingöl

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Katılmıyoruz efendim. Zaten uygulamamız bu amacı karşılıyor, gereksiz.

BAŞKAN – Sayın Çelik, buyurunuz.

DEMİR ÇELİK (Muş) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 128 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın birinci bölüm 4’üncü maddesi (g) fıkrasına ilişkin söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

21 Şubatın, UNESCO tarafından ana dilleri tespit etmiş olmasının ve ana dil olarak kabul gören kararının üzerinden yıllar geçti. Buna imza atan bir ülke olmamıza rağmen, ülkemizde yaşayan farklı kültürleri, dilleri geliştirme, onların kendisini ifade etme fırsatını sağlama yönlü bir niyet söz konusu olması gerekirken hâlâ tekçi, resmî dille sınırlı, diğerlerini hiçleştiren ve yok sayan bir algı, geldiğimiz noktada bizlere çok da yakışan bir durum değildir diye düşünüyorum.

UNESCO’nun bu kararının hemen ertesi, 22 Şubatta görüşmekte olduğumuz bu kanun değişikliklerine ya da yasa değişikliklerine ilişkin konuyu tartıştığımız bu saatlerde, diliyor ve umuyordum ki herkesten önce Sayın Kültür Bakanımızın bu teklife biraz daha olumlu ve sıcak bakıyor olması anlamlıydı. Mem u Zin’i Türkiye halklarına kazandırma fırsatını yakalayan önemli bir kararın imza sahibi olması anlamıyla, Türkçeyle sınırlı olmaksızın, Türkiye ana dil noktasında kendisini ifade eden, azınlıkta olması ve de tekleştirme politikasından dolayı yok sayılan bütün diller üzerinden yaratılmış, üretilmiş tüm eserlerin kendisine fırsat verilmesi bu anlamıyla gerekliydi, anlamlıydı, değerliydi ama görünen o ki zihniyetimiz değişmediği sürece zihniyet değişikliğine yol açacak kendimizi yeniden şekillendirme anlayışımız da değişmiyor. Biz hâlâ doksan yıl öncesinin katı merkeziyetçi, tekçi, retçi, inkârcı ve ötekileştirici anlayışını günümüzün geçer akçesi olarak kabul etmeye devam ediyor, o anlamıyla da kimlikleri, kültürleri, dilleri, yasaklayan bir zihniyetten yana tavrımızı gösteriyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir insan olarak bizi diğer tüm varlıklardan ayırt eden yanımız sosyal varlık olmamızdır. Yani düşünen, yorumlayan, düşüncesini ifade eden varlık olmamızdır. Bu ifadeyi yani düşündüğümüzü ifade edip örgütleyen, örgütleme faaliyeti içerisinde de kendisini, düşüncesini dile getiren varlık olmaktan dolayı başvuracağımız en temel etmen dildir. Bu anlamıyla dil onurdur, şereftir. Her insanın annesinden doğduğunda ilk öğrendiği dilini geliştirmesi, büyütmesi, çoğaltması, toplumla buluşturması ve düşüncelerini bu dil üzerinden geliştirmesine fırsat vermek “devlet” denilen siyasal organizmanın görevidir. Bu organizma, demin bir milletvekilimizin ifade ettiği gibi işlerse işler tersine döner. Evet, din kardeşliği noktasında İslamiyet üzerinden bizi asimile etmemiş olabilirsiniz ama bir Kürt olarak bu ülkede yaşayan vatandaş olma haklarını eşit, özgür vatandaş olmanın gereği olarak yerine getiren bir kişi değilim, bir birey değilim. Ben ana dilimi yazmak, okumak, ifade etmek durumuyla karşı karşıyayım çünkü insanım, bireyim ve her dil bir insandır fakat bize dayatılan tekleştirilmiş ve Türkçenin dışında diğer dillere imkân vermeyen bu anlayış demokratik değil, meşru değil, insani değil, felsefik değildir.

Bu anlamıyla, bu kanun hükmünde kararname noktasındaki (g) maddesine “Türkiye’de konuşulan bütün dillerde” ibaresinin eklenmesini uygun gördüğümüzü ifade ediyor, şahsım ve Barış ve Demokrasi Partisi adına sizleri saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

5’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

6’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 7’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.16
BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.30

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 69’uncu Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

128 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Madde 8’de dört önerge vardır.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı'nın 8 inci maddesinin 1 inci fıkrasının (ç) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki (d) bendinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

"d) 4 üncü maddenin (a), (b), (g) ve (ğ) bentlerinde belirtilen eserlerin 5/12/1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun ek 11 inci maddesi uyarınca hizmete sunulmak amacıyla, elektronik ortama aktarılan bir nüshasının görme engellilerin hizmetine sunulmak üzere Milli Kütüphaneye gönderilir.”

                        Ahmet Aydın           Mehmet Akif Hamzaçebi           Özcan Yeniçeri

                         Adıyaman                       İstanbul                              Ankara

                        Mehmet Doğan Kubat      Pervin Buldan                     Gürsoy Erol

                            İstanbul                         Iğdır                              İstanbul

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, şimdi okutacağım önergeler aynı mahiyette bulunduğundan önergeleri birlikte işleme alacağım, talepleri hâlinde önerge sahiplerine ayrı ayrı söz vereceğim veya gerekçelerini okutacağım.

Şimdi aynı mahiyetteki önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı'nın 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.        

"a) 4 üncü maddenin (a), (b) ve (g) bentleri ile 5 inci maddenin (b) bendinde belirtilmiş eserler, yerel ve bölgesel gazeteler hariç, altı nüsha derlenerek bir adedi Milli Kütüphaneye, bir adedi İstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesine, bir adedi 1/12/2011 tarihli ve 6253 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı İdari Teşkilatı Kanunu uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığına, bir adedi İstanbul Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığına, bir adedi İzmir Milli Kütüphane Vakfı Kütüphanesine, bir adedi de Ankara'da Bakanlıkça belirlenecek bir kütüphaneye gönderilir."

                     Ahmet Aydın                          İlknur Denizli                   Mehmet Doğan Kubat

                       Adıyaman                                    İzmir                                     İstanbul

                                        Kemalettin Aydın                           Ramazan Can

                                             Gümüşhane                                   Kırıkkale

Diğer önerge sahipleri:

             Prof. Dr. F. Nur Serter                Ali Haydar Öner                       Osman Kaptan

                         İstanbul                                    Isparta                                     Antalya

                Metin Lütfi Baydar                   Mustafa Moroğlu                      Alaattin Yüksel

                          Aydın                                       İzmir                                        İzmir           

                                                                     Tolga Çandar

                                                                          Muğla

Diğer önerge sahipleri:

                      Oktay Vural                      Ahmet Duran Bulut                    Muharrem Varlı

                           İzmir                                     Balıkesir                                    Adana

                                              Alim Işık                                 Reşat Doğru

                                              Kütahya                                        Tokat

BAŞKAN – Önergelere Komisyon katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sayın Başkanım, uygun görüşle yüce Meclisin takdirlerine bırakıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Katılıyoruz efendim.

Bu ilk önergede “bir nüshasının” kelimesi, sözcüğü “bir nüshası” olacak; o şekilde katılıyoruz, evet.

BAŞKAN – Düzeltilecek, peki.

Şimdi sırayla söz vereceğim.

Sayın Öner… Sayın Öner yok mu?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Gerekçe okunsun Sayın Başkan.

BAŞKAN – Peki, Sayın Buldan, siz de mi gerekçe...

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Gerekçe okunsun Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Vural, siz?

OKTAY VURAL (İzmir) – Gerekçe okunsun Sayın Başkan.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

İstanbul ve İzmir gibi iki büyük ilimizin de kapsama alınması amaçlanmıştır.

BAŞKAN – Diğer önergenin gerekçesini okutuyorum:

Gerekçe:

İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi 1934 yılından bu yana Atatürk’ün özel emri ile Derleme Kütüphanesi olarak günümüze kadar hizmet vermiş olan ve yılda 100 binden fazla yerli ve yabancı araştırmacının yararlandığı bir kütüphane olup, her türlü altyapı ve teknolojik eksikliğini tamamlamıştır.

Üniversite bünyesinde eğitim-öğretim veren "Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü"nün geniş akademisyen kadrosu, personelin eğitim ve hizmetine büyük katkı sunmaktadır.

1453'ten bu yana 2 milyonun üstünde yayınla hizmet veren ve "Ulusal Yayınlar Bilgi Merkezi" olma özelliği taşıyan İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nin Derleme Kütüphanesi olarak devam eden hizmetinin kesintisiz sürmesi ulusal ve uluslararası araştırmacılar açısından bir zorunluluktur.

İzmir Milli Kütüphanesi ise Ankara ve İstanbul illeri dışında Derleme Kütüphanesi özelliği taşıyan tek kütüphane olup, tüm ihtiyaçları İzmir Milli Kütüphanesi Vakfı ve İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin katkılarıyla karşılanmaktadır.

Kütüphanenin altyapı, teknolojik donanım ve personel açısından Derleme Kütüphanesi olarak hizmet verecek özelliklere sahip bulunması ve uluslararası bir kültür kenti olan İzmir'de hizmet vermeyi sürdürmesi bilimsel araştırmalara katkı açısından büyük önem taşımaktadır.

BAŞKAN – Diğer önergenin gerekçesini okutuyorum:

Gerekçe:

İstanbul Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Dairesi Başkanlığı Kütüphanesi 1934 yılından bu yana Atatürk'ün özel emri ile Derleme Kütüphanesi olarak günümüze kadar hizmet vermiş olan ve yılda 100 binden fazla yerli ve yabancı araştırmacının yararlandığı bir kütüphane olup, her türlü alt yapı ve teknolojik eksikliğini tamamlamıştır. Üniversite bünyesinde eğitim öğretim veren "Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü"nün geniş akademisyen kadrosu, personelin eğitim ve hizmetine büyük katkı sunmaktadır.

1453'ten bu yana 2 milyonun üstünde yayınla hizmet veren ve "Ulusal Yayınlar Bilgi Merkezi" olma özelliği taşıyan İstanbul Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı Kütüphanesinin derleme kütüphanesi olarak devam eden hizmetinin kesintisiz sürmesi ulusal ve uluslararası araştırmacılar açısından bir zorunluluktur. İzmir Milli Kütüphane Vakfı Kütüphanesi ise Ankara ve İstanbul illeri dışında Derleme Kütüphanesi özelliği taşıyan tek kütüphane olup, tüm ihtiyaçları İzmir Milli Kütüphanesi Vakfı ve İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin katkılarıyla karşılanmaktadır. Kütüphanenin altyapı, teknolojik donanım ve personel açısından Derleme Kütüphanesi olarak hizmet verecek özelliklere sahip bulunması ve uluslararası bir kültür kenti olan İzmir'de hizmet vermeyi sürdürmesi bilimsel araştırmalara katkı açısından büyük önem taşımaktadır.

Ayrıca 6253 sayılı Kanunla TBMM'nin idari teşkilat yapısı yeniden düzenlenmiş ve 2919 sayılı kanun yürürlükten kaldırılmıştır.

Önerge yukarıda belirtilen açıklamalar ve gereklilikler çerçevesinde hazırlanmıştır.

BAŞKAN – Olumlu görüşle önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı'nın 8 inci maddesinin 1 inci fıkrasının (ç) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki (d) bendinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

"d) 4 üncü maddenin (a), (b), (g) ve (ğ) bentlerinde belirtilen eserlerin 5/12/1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun ek 11 inci maddesi uyarınca hizmete sunulmak amacıyla, elektronik ortama aktarılan bir nüshası görme engellilerin hizmetine sunulmak üzere Milli Kütüphaneye gönderilir.”

Ahmet Aydın (Adıyaman) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sayın Başkanım, uygun görüşle yüce Meclisin takdirlerine bırakıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Katılıyoruz efendim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Gerekçe...

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Günümüz itibarıyla erişilebilirlik her alanda önem kazanmış olup bu bağlamda görme engellilerin bilgiye erişiminin sağlanması, devletin engelliler alanındaki yapması gereken temel hizmetlerin başında gelmektedir. Bu amaçla devlet her türlü önlemi almak ve mevzuatta ilgili düzenlemeleri yapmakla yükümlüdür.

Anayasanın 10 uncu maddesi ile getirilen düzenleme gereğince görme engellilerin yayınlanmış eserlere diğer insanlarla aynı anda ulaşmasının sağlanması gerekmektedir.

Bunun yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından imzalanan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 03/12/2008 tarihli Kanunla uygun bulması ile yürürlüğe giren ve iç hukuk yolu ile Birleşmiş Milletler Engelli Kişilerin Hakları Sözleşmesi'nin 1. maddesi, 3. maddesinin E ve F bentleri, 5. maddesinin 3. fıkrası, 9. ve 21. maddeleri de engelliler için erişilebilirliğin her alanda sağlanması devlete bir yükümlülük olarak yüklenmiştir.

Önerge yukarıda belirtilen açıklamalar ve gereklilikler çerçevesinde hazırlanmıştır.

BAŞKAN – Uygun görüşle önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Kabul edilen önergeler çerçevesinde madde 8’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Birinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.

Şimdi ikinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

İkinci bölüm geçici madde dâhil 9 ila 15’inci maddeleri kapsamaktadır.

İkinci bölüm üzerinde söz isteyen, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Sayın Ahmet Duran Bulut.

Buyurun Sayın Bulut. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 128 sıra sayılı Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı üzerine grubum adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, kültür, bir toplumun yaşama biçimini ifade eder. Bu biçim onlara sanat üretimini ve profilini belirler. “Millî kültür” dendiğinde, binlerce yıllık Türk tarihinden bugüne gelen dil, inanç, destan, hikâye, roman, folklor, resim, mimari, heykel gibi değerleri kapsar. Göktürk Anıtları’na kadar uzanan derin bir tarihî geçmişi kucaklayan ve geniş bir coğrafyaya yayılmış bulunan çok değerli fikir ve sanat eserlerine sahibiz. Bunların büyük çoğunluğu ciddi bir derleme politikasının olmaması nedeniyle yok olmuştur. Atatürk döneminde önemsenen, 2527 sayılı Kanun’la şekillenen derleme çalışmaları teknolojik gelişmeler karşısında yetersiz kalmakla birlikte, şimdi, sunulan kanun metninde de arzu edilen ihtiyaçlara cevap verecek kapsama sahip olduğu söylenemez.

Yasada “derleme kütüphanesi” olarak verilen kütüphaneler bugün, bırakın derleme çalışmalarını, normal hizmeti vermekte bile zorlanmaktadırlar. Bunda fiziki imkânların çağın çok gerisinde kalmış olması, yeterli ve nitelikli personelin de bulunmaması etkendir. Bu bakımdan, bu kütüphaneler üzerinde durmak yerine, ülkemizde bilim ve sanat adamlarının kolayca ulaşabilecekleri bir kentimiz veya kentlerimize modern, geleceği de kucaklayacak, sadece derleme yapan kütüphaneler inşa edilebilir.

Sanat ve estetik değeri olan materyallerin derlenmesi istismara açık bir konudur Sayın Bakan. Bu eserlerin seçiminde bazı kıstaslar yasaya konulmalıdır. “Fikir ve sanat eserleri” kavramı görecelidir. Bu eserler bir ücret karşılığı alınmaya başlanınca, konuyla ilgili oluşabilecek istismarları da önleyici tedbirler alınmalıdır. Sizin zamanınızda her şey iyi gidebilir ancak bir başka zaman başkası bu konuyu istismar edebilir.

Kanunda derleme mükellefleri ve cezalar belirtilmiştir. Bu çerçevede, her ilde bir derleme müdürlüğünün açılması ve bu konuda ülke çapında teşkilatlanmaya gidilmesine gerek yoktur, il halk kütüphanelerine yapılacak uzman atamalarıyla derleme çalışmaları yürütülebilir. Her yıl derlenen materyaller yayımlanmalı, bu konuda ilgililer bilgilendirilmeli ve bütün derleme çalışmaları açıklık politikası içinde eleştirilere açık olmalıdır.

Yüzyıllardır ülkemizin fikir ve sanat eserleri maalesef yağmalanmaktadır. Buna rağmen hâlâ birçok yerleşim yerlerimizde, kamu dairelerinde, üstün değerlere sahip, yasanın ilgili maddelerinde sayılan materyaller bulunmaktadır. Bunlar dikkatsizlik, bilgisizlik yüzünden kaybolmaktadır. Bu bakımdan, bu Derleme Kanunu çerçevesinde tapu müdürlüklerinde, nüfus müdürlüklerinde, belediyelerde, hatta arşivlerde ciddi çalışmalar yapılarak bunların gün ışığına çıkarılması gerekmektedir. Bunun için uzman komisyonlar kurularak bu derlemeler ciddi boyutta yapılmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; milletlerin bir siyasi sınırları vardır, bir de kültür sınırları. Türkiye Cumhuriyeti devletinin siyasi sınırları Edirne’den Kars’a kadardır ama kültür coğrafyası neredeyse Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadardır. “Çekik gözlü gidip çakır gözlü dönenler”, “Ayrı devlet ama aynı millet.” ifadeleri bizim kültür coğrafyamızın genişliğini ifade eden zenginliklerimizdir.

Saraybosnalı İbrahim’in, Kırımlı Giray’ın, Azerbaycanlı Ayyazı’nın, Türkmenistanlı Gencehan’ın, Türkiyeli Kürşat’ın, Deniz’in, Şehmuz’un anıları bir, inançları bir, renkleri, oyunları, hayalleri birdir. Birbirlerini anlayan, Türkçe anlaşan bu coğrafya hepimizindir.

Dede Korkut’un masallarıyla büyüdük. Manas’ın destanını okuduk. Kürşad İhtilali’ni öğrendik, mücadele azmimizi artırdık. Türk kültürüne hayran olduğu için “Ben Türk'üm.” diyen İtalyan Türkolog Anna Masala’yı etkileyen bu büyük kültür coğrafyasındaki değerleri korumak, derleyip toplamak, millî bir sorumluluk ve yapılması gereken önemli bir görevdir. Bakanlığımızın önderliğinde diğer ilgili tüm kurumlarla birlikte bu zenginliklerimize sahip çıkmalıyız.

Değerli milletvekilleri, kendi ülkemizdeki kaynaklarımıza sahip çıkabiliyor muyuz? Binlerce yıllık tarihî zenginliklerimizi bırakın ortaya çıkarmayı, çıkartılmış olanları, dışarıda kalmış olanları koruyamıyoruz. Ülkemizin her tarafı açık hava müzesi ama kültür turizmi konusunda ne sunumumuzu düzgün yapabiliyoruz ne de tanıtımımızı.

Milletlerin büyüklüğü kültürel zenginlikleriyle değerlendirilir. Millî kültürüne sahip olmayan milletler maalesef yok olup giderler. Bir milletin millî kültürü o milletin millî şahsiyetidir. Millî kültürden yoksun milletler kimliklerini, zamanla  şahsiyetlerini kaybederler.

Ülkemiz uzun zamandır kültür erozyonu ile karşı karşıyadır. Aydın olarak adlandırılan kesim ile halk arasında bir kopukluk vardır. Halk, kültürünü yaşayarak korumakta, öğrenmektedir. Yabancı kültürlere bir hayranlık almış başını gidiyor. Eğitim kurumları millîlikten çok uzak bir politika takip ediyorlar.

İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü, okullarda, yazarları okullarla buluşturmak adına bir proje uyguluyor. İstanbul’un Kadıköy Millî Eğitim Müdürlüğü ile okullara yazılar gönderiliyor. Ortaöğretim düzeyinde Aslı Tohumcu, ilköğretim düzeyinde ise Yalvaç Vural isimli yazarla okullar eşleştiriliyor. Proje kapsamında Yalvaç Vural’ın tüm kitapları, Aslı Tohumcu’nun ise “Abis” kitabı tavsiye ediliyor.

Değerli milletvekilleri, bahse konu bu kitap, Aslı Tohumcu’nun “Abis” kitabıdır. Bu kitap temin edilerek, Kadıköy, Erenköy Kız Lisesi öğrencilerine dağıtılmıştır. Bu kitap, yetişme çağında bulunan çocuklarımızın seviyesinde asla olmadığı gibi, okuyanı ahlaki ve psikolojik açıdan derinden yaralayacak mahiyettedir. Söz konusu kitabın 25 ile 66’ncı sayfalarında geçen bazı kelimeler, tamlamalar tamamen cinsellik içermektedir. Bu türden daha birçok ifadelerin yer aldığı kitapta, ayrıca, nasıl cinayet hayalleri kurulduğu anlatılmaktadır.

Bu konuları içeren kitaplar bu yaştaki çocukların okuyabileceği kitaplar mıdır? Bu toplumun inancına, kültürüne, manevi değerlerine, bilime, akla uygun mudur? Adı millî olan bir Bakanlıkta bu kitaplar nasıl dağıtılır? Bu kitaplar nasıl seçilmekte? Mali yükünü kimler çekmektedir?

Aslında bizler, kendi kültürünü özümsemiş, ortak örf, âdet ve ananelerine bağlı, saygılı, yüreği vatan ve insanlık sevgisiyle dolu, kendi milletinin refahına kendisini adamış insanlar yetiştirmeliyiz. Bunları yetiştirmek, bu gençlerin kültür değerlerimizle kucaklaşmasını, tanışmasını sağlamak hepimizin görevidir.

Tasarıya Milliyetçi Hareket Partisi olarak olumlu oy vereceğiz. Kaybolan değerlerimizin yeniden derlenmesi, kültür hayatımıza kazandırılması için Bakanlığımızın çalışmalarına katkısı olması düşüncesiyle tasarının hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bulut.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Isparta Milletvekili Sayın Ali Haydar Öner.

Buyurun Sayın Öner. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) – Sayın Başkanım, değerli milletvekillerimiz; 128 sıra sayılı Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nu görüşüyoruz.

Tarihi boyunca uygarlıklara öncülük etmiş bir ulusun çocukları olarak kültürel varlıklarımızı korumak, fikir ve sanat eserlerini derleyip saklayarak gelecek nesillere aktarmak önemli bir ulusal ve toplumsal görevimizdir. Bu derlemelerin toparlanması, bu konuda anlayış birliği sağlanması yanında yeterli altyapıya, donanıma sahip olunmasını gerektirir. Büyük Atatürk’ün ilgi ve direktifleriyle çıkartılan 21 Haziran 1934 tarih ve 2527 sayılı Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu bu konudaki duyarlılığın bir sonucudur.

Günümüz teknolojisi derleme kapsamının genişletilmesini zorunlu kılmaktadır. Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı hakkında Komisyonda gerekli uzlaşı sağlanmıştı ancak uzman arkadaşımızın lafzi (sözel) yorum, gaî (amaçsal) yorum yetersizliğiyle AKP çoğunluğunun dayatmacı anlayışı yasanın muhalefet şerhleriyle Genel Kurula gelmesine neden oldu.

Çoğulcu anlayış demokratik anlayıştır, ileri demokrasi ve hukuk devleti anlayışına uygun davranıştır. Çoğunlukçu anlayış ise sadece azınlıkların değil, azlıkların da haklarını gözetmeyen, dayatmacı, antidemokratik anlayıştır. AKP hükûmetleri giderek daha antidemokratik, daha dayatmacı, daha otokratik tavırlar koymaktan sakınmıyor, “Dediğim dedik, çaldığım düdük; kim ne derse desin ben bildiğimi yaparım.” anlayışında. Türkiye, Anayasa’nın tanımladığı çağdaş, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olacaksa uzlaşı anlayışını öne çıkarmamız gerekir.

“Dindar” sözcüğünden ulusumuzun inançlı üyelerinin rahatsızlık duyduğunu söylemek adi bir iftiradır. “Elhamdülillah Müslüman’ım.” diyenleri bölmek küfre girer, gıybet günahını oluşturur. Gerçek inanç sahiplerinin rahatsızlık duyduğu husus, inanç sömürücülüğüdür. Deniz Feneri’yle fitre, sadaka toplayıp yoksula, yetime ulaştırmadan birlikte yürünen yollarda yutmaktır. Kesilen kurbanların hesabını vermemek, verememektir. Sormamak, sordurmamak, soranları, sorgulayanları görevden uzaklaştırmak, sorgulanır hâle getirmektir. Hesap vermesi gerekenleri de yetkili makamlarda iş başında tutmaktır. Emsalleri hüküm giyen şüphelilere zaman kazandırmak, delilleri karartmalarına yardımcı olmaktır. Kuvvetli şüphenin varlığına karşın, ziyaret etmekten onur duyduğunu söylemekten utanmamaktır. “Haram iki türlüdür: Birisi yemek, diğeri yenmesine müsaade etmektir.” diyen Yüce Peygamberimiz’in hadisi şeriflerini bilerek unutmaktır. Unuttuklarımız bir gün hatırlanacaktır, lakin haram lokma boğazlardan geçmiş olacaktır. Yargıya veremediğiniz, verdirmediğiniz hesabı Tanrı’ya nasıl vereceksiniz? Merhum Erbakan’ı rahmetle analım: Sizi gidi dindar geçinenler sizi; sizi gidi mücahit geçinip müteahhit olanlar sizi, şimdilerde müsait olanlar sizi; sizi gidi ‘Kahrolsun Amerika’ deyip Bush’la, Obama’yla dost, İsrail’e kalkan olanlar sizi!

Ulusumuzun rahatsızlık duyduğu husus, kindar gençlik yetiştirme arzusunun öfkeli bir şekilde dışa vurulmasıdır; Mevlânâ’nın çağrısının, Hacı Bektaş Veli’nin hoşgörüsünün, Yunus’la sembolleşen “sevgi” kavramının unutulmasıdır, yurttaşlarımızın bir kısmının ötekileştirilmesidir. Kimse kendisinde, istediklerini cennete gönderme, beğenmediklerini cehenneme yollama yetkisi görmemelidir, bu yetki yüce makamındır ve yüce makam bu konudaki yetkisini yeryüzündeki hiçbir kimseye vermemiştir. Geçmişte kendilerini Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olduğunu sananlar layıklarını bulmuşlardır. Eğer hâlâ böyle olduklarını sananlar varsa onlar da er geç layıklarını bulacaklardır. Fânileri ilahlaştıranlar da aynı akıbetten kurtulamazlar.

MİT soruşturmasında uyuşmazlığa düşürdüğü kurumlar karşısında “Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz.” tarzında öfkeyle söylenip taraftarlarca coşkuyla alkışlanan bir ifade kullanıldı.

Arkadaşlar, seçilmiş kim, atanmış kim? “Seçilmiş” dediklerimiz, bizlerin çoğunluğu dâhil, atanarak seçilenleriz; “atanmış” dediklerimiz de seçilerek atanan yurttaşlarımızdır. (CHP sıralarından alkışlar) Seçilmişleri seçenlerin bir kısmı da atanmış yurttaşlarımızdır.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Sayın Öner, genel başkanlığa mı oynuyorsun, ne yapıyorsun?

ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) – Asıl çirkin olan, toplumu her alanda olduğu gibi bu kez “seçilmişler-atanmışlar” diye ayırmak, atanmışları hor görmek, aslını küçümsemek, kabuğunu beğenmemektir, kibre kapılmaktır. Kibirlenme sultanım, senden büyük Allah var; sen de cürmün kadarsın!

Sayın Başkanım, değerli milletvekillerimiz; kültür, bir oluşum, bir derinliktir; turizm ise bir ticaret, bir sanayi, bir pazarlamadır. Kültür ve turizmin birleştirilemeyeceği bir ülke varsa, zengin tarihe ve kültürel mirasa sahip Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bu anlayış TBMM komisyonlarına da yansımıştır. Kültür hizmetleri, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu kapsamına alınmıştır; turizm sektörü ise Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu ile birlikte değerlendirilmektedir.

Aynı şekilde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının birleştirilmesi de uzun vadeli çözümler açısından uygun olmamıştır. Çevre, özenle, bilinçle korunması gereken, kaybı hâlinde telafisi gayrikabil bir değerdir; şehircilik ise mevcut Bakanın yaklaşımları itibarıyla rant ağırlıklı bir sektördür.

İnce ayarla Van’da 40 kişinin ve yardımsever konuğun hayatını kaybetmesine neden olan Bakanın çevreden ne anladığı, “kentsel dönüşüm” adı altında insanların kendi çevresinden nasıl uzaklaştırılmak istendiği, gündemdeki Kentsel Dönüşüm Yasa Tasarısı’yla daha iyi anlaşılacaktır.

Sayın Bakanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; çoğaltılmış fikir ve sanat eserlerini derleme merkezlerinin kin ve nefret saçan eserlerle, söylemlerle değil, sevgi ve güzelliklerle dolması dileklerimle saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öner.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan.

Buyurun Sayın Kaplan. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu an Şırnak milletvekilleri Selma Irmak ve Faysal Sarıyıldız açlık grevinde dokuzuncu güne giriyorlar ama bu Meclisin üyesi olarak açlık grevine girerken bu Mecliste öyle bir suskunluk var ki utanç verici.

Yani gönül arzu ederdi ki grup başkan vekillerinin grupları adına, bu Meclisin üyeleri açlık grevindeyken ya “İyi yapmışlar.” ya “İyi yapmamışlar.”, ya “Haklarını aramışlar.” ya “Aramamışlar.” diye bir tepki koymasını beklerdik ancak “özgürlük” diyen tutuklu milletvekillerimizi bundan sonra      -tutanaklara da geçsin istiyorum- “tutsak milletvekilleri” olarak tanımlıyoruz. Onlar “özgürlük” diyor, Meclis Başkanımız Divanı topluyor, sanki bütün sorun özlükmüş gibi bakıyor.

Arkadaşlar, “özgürlük” ve “özlük” arasında dünya kadar fark var. Zaten, onları millet sandıkta seçip Yüksek Seçim Kurulu kararıyla kesinleştiği anda onlar haklarını tamamıyla kazanmıştı. Sekiz aydır bu hak gasbediliyordu zaten. Ayıptır yani!

Bir tutuklu milletvekili Meclis Başkanına bir dilekçe gönderip “Bana özlük haklarımı ver.” dedi mi? Hiçbir milletvekili istemedi, tutuklu 8 milletvekilinin bir teki istemedi ama “Biz milletin vekilleriyiz, Mecliste çalışmak istiyoruz, gelmek istiyoruz, görev yapmak istiyoruz; Anayasa’ya aykırı olarak tutuluyoruz.” dediler, mektuplar, dilekçeler de yazdılar.

Ben bu ayıbı bir kenara bırakıyorum, bu ayıp ortada duracak ve her geçen gün, özgürlük için ölüme giden milletvekillerinin durumu bu Mecliste gündeme gelecek, onu açık söyleyeyim. Bu, kaçınılmaz olarak bu Genel Kurulda dile gelecek.

Biz, kültürü konuşuyoruz. Kültür insanlıktır, tarihtir, bütün bilimlerin yoğrulduğu müthiş bir sanat olarak eserlerini verir. Ama bütün bunların anahtarı dildir. Diliniz varsa eser verirsiniz, edebiyat yaparsınız, müzik yaparsınız, eserlerinizi yaratırsınız, şiir yazarsınız ve şarkı da söylersiniz ve siz, diliniz özgür olduğu kadar kültür alanında özgür olursunuz. Bu, bir gerçektir. Dilini yasakladığınız bir toplumda eser yaratılamaz. Yaratılmayan eseri de Kültür Bakanlığı derleyemez, toplayamaz. Ama bir gerçeği unutuyoruz, biz, tarihten gelen bin yıllık kardeşliğin içinde Osmanlıdan günümüze kadar her türlü felsefenin, kültürün, edebiyatın eserlerini millî kütüphanelerde Osmanlıca yazılmış olarak veya Arapça yazılmış olarak veya Farsça yazılmış olarak veya Kürtçe yazılmış olarak tozlar içinde bırakmışız. Bunu niye söylüyorum?

Dün Ana Dil Günü’ydü -21 Şubat- UNESCO’nun. Burada da arkadaşlar dile getirdi. Bir dile yasak vurmak, o yasak, o asimilasyon, o şovenizm, 21’inci yüzyılda Vandalizmdir. Bunu yapan da siyasi Vandalizmin ta kendisini uyguluyor, kim olursa olsun, kim olursa olsun. Bunun karşısında bunu savunanlar da aynı şeyi yapıyor; ister iktidar olsun ister muhalefet olsun. Onun için, her ana dilin özgür olması kadar doğal, tabii bir şey yok.

Bunu ifade ederken ben Sayın Kültür Bakanına şunu söylemek istiyorum: Ahmedi Hani’nin “Mem ü Zin” adlı eserini kitaplaştırdılar, dağıttılar, sanıyorum vekil arkadaşlarımız da aldı. Kutluyorum, takdir ediyorum ve bu alanda yazılmış bütün eserlerin Arapça olsun, Kürtçe olsun, Çerkezce olsun, Farsça olsun, hatta Türki cumhuriyetlerinde farklı farklı Türkçe lehçelerle yazılmış ve çoğu da birbirini anlayamayan eserler de var. Görüyoruz Türki cumhuriyetler bir araya geldiği zaman dahi ortak dil olarak mecburen Rusça kullanılıyor. Bunu yakın zamanda gördük. Azerbaycan’la Türkiye rahat anlaşabiliyorlar. Sıkıntılar olabiliyor, lehçe farkları olabiliyor.

Şimdi, Ahmedi Hani’nin sadece Mem ü Zin’i yok. Bir filozof olan Hani felsefesindeki duygunun çiçeklenmesinde rol oynayan şairler de var. Edebiyat, eser yaratmak o kadar kendiliğinden olmuyor. Yani Ahmedi Hani kendisinden önce var olan eserlerden yararlandı. Mesela Cizreli Melaye Ciziri. Meşhur bir divanı var, hatta orayı ziyarete gelen milletvekili arkadaşlarımıza da birer tanesini, Türkçesini hediye etme şansını yakalamıştım.

Yine Fake-i Tayran’ı biliyor musunuz, kuşların hocasını? Var mı dünyada başka bir kuşların hocası, onun şiirlerini yazan? Bunu birkaç defa söyledim, Kültür Bakanımıza söylüyorum. Bakın, dünyada kuşların hocası olarak eser vermiş, bunu yazan bir başkası yok. Bu esere sahip çıkın, bu eserlere sahip çıkın.

Şimdi, Hakkârili Mele Bate, Şemdinanlı Ali Heriri ve diğerleri Ahmedi Hani’nin eşsiz eserlerine zemin hazırladılar. Yalnız onlar değil, bakın, çok kapsamlı tabii bu çalışmalar. Şöyle bakıyoruz, Botan ve Mezopotamya’da devam eden öğrenim, Bağdat, Şam, Halep ve İran medreselerinde uzun yıllar öğrencilik hayatı; Kâbe’yi tavaf; Mısır’a gidiş ve gittiği yerlerde eserlerin etkileri. Bilhassa Suriye medreselerinde Antik Yunan felsefesini; Mezopotamya ve İran medreselerinde tasavvufu, yani İslam felsefesini; astronomi, şiir ve sanat tekniğini öğrendi. Bunun yanında, buralarda, demin saydığım Fake-i Tayran’ı, Ahmedi Ciziri’den başka Hipokrat’ı Platon’u, Aristo’yu, Farabi’yi, Şahabettin Sühreverdi’yi, Mühyettin Arabi’yi, Ali Heriri’yi, Firdevsi’yi, Ömer Hayyam’ı, Nizami’yi ve birçok ilim adamından öğrendi. Yani tarihten gelen bir kültürel zenginliğimiz var, müthiş bir hazinemiz var ve bu hazinelerin çoğunu ben Selimiye Kışlası’nda duruşmalara gittiğim zaman, oradaki kütüphanelerin birinde çeviri yapan ve o kitapları raflarda dizayn eden bir arkadaşım vardı, onu ziyaret ederdim ve o kadar değerli eserlerin nasıl tahrip olduğunu, nasıl kayda geçmediğini, nasıl perişan bir şekilde çürüdüğünü bana anlatır ve içi sızlardı. Elbette bugün dijital ortama geldik. Dijital ortamda da çok önemli şeyler var. Bunların da dijital depolanmasında -dün bir araştırma önergemize de konu oldu- birleştirilmesi var, bu şifreleme problemi, metering denen olay, vesaire konusu. Bunlar da eser. Yani günümüze geliyorum.

Sayın Bakan, sanıyorum, bunların hepsinin telif hakları hukukunu unutmamak gerekiyor ve Cizreliler demin telefonla aradı. “Sayın Bakana söyleyin, bizim kalemiz, kültürümüz, müthiş Mem ü Zin’in destanının geçtiği kaleyi, Mem ü Zin’in yaşadığı ortamı ne zaman restore edecekler?” dediler. Haber bekliyorlar.

Hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaplan.

Şahıslar adına ilk söz, Mersin Milletvekili Sayın Nebi Bozkurt’ta.

Buyurun Sayın Bozkurt. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

NEBİ BOZKURT (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, hepinizi hürmetle selamlıyorum.

Vallahi, tenkit yapılacak çok şey var buradaki konuşmalarda ama tenkit yapmayacağım, sadece şunu söyleyeyim: “Sayın Valim, ‘cirm’ ile ‘cürm’ü karıştırmasın.” Böyle başlayalım.

Efendim, eserlerin toplanması, derlenmesi çok eski bir gelenek. Türkçemize de Arapçadan geçmiş, “edep” kelimesi “edubba”dan geliyor “tablet evi” demek. Eski Mezopotamya’daki birtakım bilgileri, Kramer’in “Tarih Sümer’de Başlar” dediği… İlk kütüphane orada kurulmuş. Tablet evleri, o tabletlerden Von Soden bir sözlük çıkarmış. Bugün onların kanunlarını, onların bilgilerini, onlara ait kültürü buradan öğreniyoruz. Bu da gösteriyor ki hakikaten bir kültürün ileriye taşınması açısından çok büyük bir önem taşıyor yani bu kütüphaneler olsun, diğer birtakım eserlerin, fikir eserlerinin, sanat eserlerinin derlenmesi çok büyük önem taşıyor.

İskenderiye Kütüphanesi yedi yüz bin rulo kitaptan oluşuyordu, yuvarlak hâlde raflara konmuş eserlerden oluşuyordu. Batlamyuslar tarafından oluşturulmuş bir kütüphane. Daha sonra bazı müsteşrikler, bu kütüphaneyi Romalılar yaktığı hâlde Müslümanlara atfetmişlerdir, Müslümanlara iftira atmışlardır Dozy gibi bazı müsteşrikler. Müslümanlar tarafından yakıldığını söylemişlerdir. Hâlbuki Romalılar yakmıştır, bunu da kendileri ispat etmiştir, özellikle Alman tarihçiler.

Daha sonra Bergama İskender’den sonra kurulan çok önemli bir kütüphaneydi. Türkçemizde de kullandığımız “parşömen” kelimesi “Bergama’ya ait kâğıt” anlamında bir kelimedir ve çok önemli bir kütüphaneydi, kâğıdın önemli kullanıldığı yerlerden bir tanesi.

Tabii, burada epey hadis okuyanlar oldu, ben de hadis hocası olarak şunu ifade edeyim: Bizim Kutsal Kitap’ımızda kaleme yemin edilir. Daha çok, biliyorsunuz, bu Kur’an-ı Kerim’deki ilk ayetlerde “oku” emrinden bahsedilir, ama arkasından gelen “kalemle yazı yazma” emri Allah’ın bir lütfu olarak insanlara anlatılıyor. “Rakk” kelimesinden bahsediliyor, yine “parşömen” demek “rakk” kelimesi de. Kalem üzerine yemin ediliyor. Bu malzemelerin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Ziya Paşa’nın -sürem çok kısa olduğu için bağışlayın- “Ger Endülüs olmasa ziyadar / Kim Avrupa’yı ederdi bidar?” dediği Endülüs, hakikaten bu kültür açısından, kültürün yaygınlaşması açısından, Avrupa’yı aydınlatma açısından çok büyük önem kazanmıştır. Endülüs’te, halifenin sarayında dört yüz bin  cilt eser muhafaza edilirken -halifenin casusları vardı- Batılılar üç asır sonra Charles Quentin dokuz yüz ciltlik kütüphanesiyle övünmüşlerdir. Bu bakımdan, İslam bir kültür dinidir.

Efendim, burada dinle alakalı çok değişik şeyler söylendi -elli beş saniyem kaldı- Hazreti Peygamber “Din dürüstlüktür” diyor. “Eddinün nasiha”ı çok kere hocalarımız, vaizlerimiz yanlış söyler. “Din dürüstlüktür, din dürüstlüktür, din dürüstlüktür.” 3 defa bunu ifade ediyor. Özellikle CHP’li kardeşlerime ifade ediyorum, kime karşı dürüstlük? Allah’a karşı dürüstlük. Kime karşı dürüstlük? Allah’ın peygamberine karşı dürüstlük? Kime karşı dürüstlük? Allah’ın kitabına göre dürüstlük. Kime karşı dürüstlük? Eimme-i Müslimine, Müslümanların devlet yöneticilerine karşı dürüstlük. Din… (CHP sıralarından “Sen onu AKP’ye söyle!” sesi)

MUSA ÇAM (İzmir) – Siz söylemeyin bari ya!

NEBİ BOZKURT (Devamla) – Bütün insanlara karşı dürüstlük. Şimdi, burada bazı örnekler verirsem, inanın…

OKTAY VURAL (İzmir) – Sen bir de hadislere gel, geçenki gibi yanlış…

NEBİ BOZKURT (Devamla) – Beyefendi, özellikle bazı örnekler verirsem mahcup olursunuz. Onun için gelin, dürüst olalım, Hakk’ı hâkim kılalım.

Hepinize selamlar, hürmetler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Şahıslar adına son söz İstanbul Milletvekili Sayın Nureddin Nebati’nin.

Buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

NUREDDİN NEBATİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı’nın ikinci bölümü hakkında şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Derleme, bir ülkenin entelektüel mirasının devlet eliyle toplanmasına, korunmasına, gelişiminin takip edilmesine ve paylaşılmasına olanak tanıyan bir mekanizmadır ve bununla ilgili asıl amaç, gelecek kuşaklara kültür mirasını koruyarak aktarmak, entelektüel birikimi muhafaza ederek kültürel gelişime ivme kazandırmaktır. Bununla ilgili oldukça çok konuşma yapıldı ancak derlemeyle ilgili 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi’nin yürürlüğe girmesi Osmanlıda ilk kullanılan argümandır. Daha sonra Fransa’nın 1925 yılında yürürlüğe giren derleme kanunundan faydalanılarak hazırlanmış ve “Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu” adıyla 1934 yılında yürürlüğe giren bu Kanun’un değiştirilmesiyle ilgili geçen dönem içerisinde, 1950’lerden itibaren, çok ciddi bir şekilde eleştiriler gelmeye başlamış ve bu eleştiriler neticesinde de çeşitli tasarılar hazırlanmıştır. 1970’le 1980 arasında ve 1980’den sonra da aynı şeyler gündeme gelmiş, hatta 1981 yılında kalkınma planına sokulmuş olmasına rağmen bununla ilgili bir değişiklik gerçekleştirilememiştir. Bu değişikliğin bugün gerçekleştiriliyor olmasından ve muhalefet ve iktidar partilerinin ortaklaşa olarak yaptıkları çalışmalardan dolayı bu değişikliğin gerçekleştirilmesinden dolayı da mutluluk duyduğumu ifade ediyorum. Umuyorum ve diliyorum ki bundan sonra yapılacak her türlü çalışmada gerekli iş birliği sağlanacaktır.

Değerli arkadaşlar, bu konuyla ilgili sabahtan beri zaten konuşmalar yapılıyor ama ben, müsaade ederseniz, Nur Serter Hanımefendi’nin yaptığı konuşmayla ilgili bir iki şey söylemek istiyorum. Öncelikle, büyük ihtimalle kendisi benden hazzetmiyordur, ben de İstanbul Üniversitesinde öğrenci olduğum için yaşadığım olaylardan dolayı kendisini hazzetmeme hakkımı elde tutarak birkaç şey söylemek istiyorum. Öncelikle, Nur Serter Hanımefendi’nin ismi zikredilerek bir dizide kendisine uygun olmayan bir şekilde ifade edilmesinden dolayı bunun çok büyük bir yanlışlık olduğunu ifade etmek istiyorum. Ancak kendisiyle ilgili bu yanlışlığı ifade etmem kendisine karşı olan duygularımın değişmesi anlamına gelmez çünkü kendisini gördük…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Burada yok.

NUREDDİN NEBATİ (Devamla) – Kayıtlardan bakar.

Kendisini gördüğümüz zaman İstanbul Üniversitesindeki ikna odaları, İstanbul Üniversitesinde gece-gündüz ağlayan başörtülü kızları ve ötekileştirilen, insanları bir örnek şekle dönüştürmeye çalışan bir anlayışı gördüğümüz için -onu gördüğümüz zaman- kendi ifadelerimizi ortaya koymak mecburiyetinde hissediyoruz. Bunu yapmış olmasına rağmen, tarih boyunca, özellikle son yıllarda biz ötekileştirilen bir nesil olarak bu konuda kendimizi ifade etmeyi bir zorunluluk olarak görüyoruz.

Kadına karşı özellikle bizim anlayışımız, dindar bir insan olarak anlayışımız çok nettir: Kadınlar başımızın tacı, gönlümüzün ilacıdır ve bizim anlayışımız içerisinde kadının çok üstün bir yeri vardır. Özellikle de “Cennetin annelerin ayaklarının altında olması.” düsturu bizim için vazgeçilmez bir şeydir dolayısıyla kadınlara karşı gerekli olan her türlü hassasiyetin gösterilmesi de apayrı bir konudur.

Değerli arkadaşlar, bu, lehte almış olduğum bir konuşmadır.

Teşekkür ediyor, hayırlı akşamlar diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Nebati.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Uzunırmak, sizin söz isteminiz yanlışlıkla düştü herhâlde…

Sayın Dinçer…

CELAL DİNÇER (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, görüşmekte olduğumuz tasarı ve Komisyon Raporu’nun 5’inci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında derlenecek eserlere ilişkin hükümler yer almaktadır. Bu çerçevede Alevi, Bektaşi kültüründe çok önemli yeri olan eserlerden örnek olarak, Mısır’daki Kaygusuz Abdal’a ait belge ve eserler, gene eski Kültür Bakanımız Sayın Namık Kemal Zeybek tarafından Moskova’ya götürüldüğü söylenen Hoca Ahmed Yesevî’ye ait eserler ve belgeleri de derleyip Türkiye’ye getirmeyi düşünüyor musunuz? Bu yasa buna müsaade edecek mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Yüksel…

ALAATTİN YÜKSEL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, İzmir’in Millî Kütüphanesinin Derleme Kanunu’nda kalması çok güzel oldu. İzmir’in Akdeniz’in kültür başkenti olma vizyonuna da çok uygun düştü, teşekkür ediyoruz. Konuşmanız içinde söylediğiniz bu kütüphane gerçekten hem binası itibarıyla hem ihtiva ettiği eserler itibarıyla olağanüstü bir eser ve mutlaka müze yapılması, müzeye dönüştürülmesi gereken bir eser. İzmir’e onun yerine çağdaş, yeni bir bina, teknolojik altyapısı güçlü yeni bir kütüphane kazandırmayı, konuşmanız içinde geçtiğine göre müjde olarak düşünebilir miyiz?

Bir de bu kütüphanenin içine de şu Ahmet Şık’ın basılamayan kitabını da, sonradan basılan kitabını da koysak o da çok şık düşer mi diye soruyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Demir…

NURETTİN DEMİR (Muğla) – Teşekkür ederim Başkan.

Sayın Bakanım, ülkemizde tarihî eser hırsızlığı ve kaçakçılığı konusunda güvenlik önlemleri için bir düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz? Tarihî eserler antik kentlerdeki…

İkincisi, Şanlıurfa’daki Göbeklitepe’de iki yıl önce çalınan bir heykelcik vardı. Bu konuda bir gelişme var mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Çam…

MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Bakan, öncelikle derlemeyle ilgili İzmir’deki kütüphaneye göstermiş olduğunuz destekten dolayı teşekkür ederim.

Plan ve Bütçe Komisyonundaydım, konuşmanızı izleyemedim ama tutanaklardan okudum. İzmir Millî Kütüphane Müdürünün… Atatürk, Celal Bayar’dan sonra gelen tek Bakan olduğunuzu dile getirmişsiniz. Burada bir  düzeltmeyi yapmak istiyorum. Sizin bu Mecliste birlikte çalıştığınız, 1978 Ecevit Hükûmetinde rahmetli Ahmet Taner Kışlalı Kültür Bakanı idi ve Profesör Doktor Şerafettin Turan da Müsteşardı. Bir İzmir gezisinde, hem yanı başındaki Elhamra Sinemasını hem de Millî Kütüphaneyi ziyaret ettiğini tarihe bir not olarak düşmek istiyorum. Bu, tabii sizden kaynaklanan değil, Millî Kütüphane Müdürünün size vermiş olduğu yanlış bilgiden dolayıdır. Bunu tarihe bir not olarak düşmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, biraz önce sordum ama cevabını alamadım. Kısa süre önce Kütahya’nın tarihî kalesinin bir burcu yıkıldı, sizin haberiniz vardır. Özellikle bunun restore edilmesi konusunda bu dönem Bakanlığınızın bir katkısı olabilecek midir? Olacaksa ne kadarlık bir ödenek ayrılmıştır?

İkincisi de, Bakanlığınızca tescil edilmiş çok sayıdaki tarihî Kütahya evlerinin restore edilerek Türk kültürüne kazandırılması konusunda ciddi bir projeniz var mı? Varsa bu konuda bir açıklama yapabilir misiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Fırat…

SALİH FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başbakanımız “Seçilmişleri atanmışlara kul ettirmem.” diyor ancak ne yazık ki millet iradesiyle seçilen 8 milletvekilimiz hâlâ cezaevlerinde tutsak bulunmaktadır. Millet iradesinin acilen özgür bırakılması gerekmektedir. Bu konuda Meclis Başkanını göreve davet ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Bayraktutan

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Sayın Bakan, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle teknik hizmetler sınıfına geçtiği hâlde kütüphanecilerin özlük haklarında tam anlamıyla bir iyileştirme yapılmadığı görülmektedir. Emsal kadrolar olan arkeologlarla kütüphaneciler ne zaman aynı seviyeye getirilecektir? Bu yönde bir çalışmanız var mıdır?

Bir de bunun dışında, Kültür Bakanlığı festivaller için tanıtım fonu veriyor. AKP’li Arhavi Belediyesi bu fondan yararlanıyor fakat 5 kilometre uzaklıktaki benzer festival düzenleyen Hopa Belediyesi ile Artvin Belediyesi

bu tanıtım fonundan vermiş olduğunuz fon bedellerinden yararlanamıyor, buradaki ölçü nedir? “Neden böyle bir ayrım yapıyorsunuz?” diye düşünüyorum.

BAŞKAN – Sayın Havutça…

NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Kültür Bakanımıza soruyorum: Sayın Bakan, Balıkesir Bandırma’da Paşabayır Mahallesi’nde bir kültür sitesi inşaatı var ve temel atma töreni Hükûmetinizin yaklaşık ilk göreve başladığı dönemden başlıyor ve yaklaşık on yıldan beri temeli atılmış, öylesine kalan bir kültür sitesi inşaatı. Bu inşaatın tamamlanmasıyla ilgili yaklaşık on yıldan beri AKP hükûmetleri döneminde hiçbir somut adım atılmadı. Bandırma’nın, 120 bini aşan nüfusuyla güney Marmara’nın parlayan yıldızı olan bu kentin çok önemli bir ihtiyacının giderilmesi noktasında Hükûmetinizin acaba bu dönemle ilgili bir çözümü olacak mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; şimdi, Sayın Dinçer, bu yurt dışına daha önce kaçırılmış bulunan bazı eserlerin, bazı önemli yayınların ülkemize getirilmesiyle bu kanunun bir ilgisi yok doğrusu. Bu ayrı bir çalışma konusu. O, ülkemizden yasa dışı yollarla çıkarılmış bulunan arkeolojik varlıklar veya başka kültür varlıklarının geri dönüşümü için hukuk yoluyla veya diplomatik yollarla mücadele ediyoruz ama bu yasa bunları da derlemek amacıyla düzenlenen bir yasa değil, bu ayrımın altını çizmek istiyorum.

CELAL DİNÇER (İstanbul) – Sayın Bakanım, suretlerini getirebilir miyiz? Aslını istemiyoruz.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) –  O ayrı bir şey, suret, o da derlemeye girmez. O da ayrı bir şekilde yani bir müzeye, bir kütüphaneye gelecekse o da ayrı bir çalışmanın konusu. Derleme yasası ülkemizde basılmakta olan veya ülkemizdeki yayınevlerinin ülke dışında yaptıkları yayınların derlenmesi veya bizim ülkemizdeki arkeolojik, bilimsel çalışmalarla ilgili yurt dışında yapılmış olan eserlerin derlenmesi amacına yönelik. Yani amacı iyi tasrih edelim burada, kayıtlara geçmesi için.

Sayın Yüksel, Millî Kütüphane gerçekten bir müze olabilir, benim kanaatim bu. Sayın Çam’ın sözüne karşılık da söylemek istiyorum, bu bilgi söylediğiniz gibi, yani İzmir Millî Kütüphanesini ziyaret eden ilk Bakan olduğum bilgisi benim ortaya attığım bir iddia değil, Millî Kütüphane Müdürünün basın önünde söylediği ve benim de doğrusu hayretle karşıladığım, biraz sevinç, biraz da eski arkadaşlarım adına buruk bir duyguyla karşıladığım bir bilgi. Yani doğrusu yanlışı arkadaşlarımıza ait ama umuyorum, tahmin ediyorum ki hakikaten başka kültür bakanları da ziyaret etmiştir. Etmemişse gerçekten çok üzülürüm yani Türkiye'nin bütün kültür tarihi adına.

İzmir Milli Kütüphanesi bir müze olabilir ve İzmir’e, inşallah, yerel yönetimlerin, özel idarenin ve bizim katkılarımızla bir büyük kütüphane… Bence Ankara’ya da lazım yani bir yeni millî kütüphane Ankara’ya da lazım çünkü artık Türkiye’de çok sayıda öğrenci var ve Türkiye'nin nüfusu çok genç. Her ne kadar elektronik ortamları kullansak bile kütüphane bizim hayatımızdan çıkmaması gereken önemli bir kültür varlığı. Bu tür amaçlarımız ve dileklerimiz var.

Sayın Demir, tarihî eser kaçakçılığı için… Biz tarihî eser kaçakçılığı konusunda çok yoğun biçimde uğraşıyoruz, burada tekrar etmek istemem. Son yıllarda da önceki yıllara kıyasla çok sayıda eserin ülkemize gelmesini  -ki bunların bazıları kamuoyunda önemli yer tuttu- sağladık. Geçen yıl içinde bir talihsizlik oldu. Urfa Göbeklitepe’de -ki inanç kültürünün dünyadaki en önemli merkezlerinden birisidir- bir heykel buluntusu, kazı heyeti tarafından yeterince korunmadığı için sonraki akşamlarda kayıplara karıştı. Biz bunu kazı heyetine bir ölçüde tazmin ettirdik ama hiçbir zaman maddi karşılıkla bu eserler ölçülemez ve başka yaptırımlar da düşünüyoruz. Bizim yaptırımlar düşünmemiz nedeniyle de kazı heyeti şu anda bir başka, bir karşı bilgilendirme kampanyası açmış vaziyette.

Ama bu vesileyle altını çizmek isterim: Bizim Türkiye’de ister yabancılar yapsın bir kazıyı ister yerli üniversitelerimiz veya hocalarımız yapsın, herkesin çalıştığı toprağı sevmesi, düzgün bir iş programı yapması, yeterince zaman ayırması, oradaki buluntularla ilgili eser yazması; bu eser, bu makale yabancı dilden yazılmışsa mutlaka bizim dilimizle yazılması gibi yeni getirdiğimiz kurallar var. İster Türk hocalar olsun ister yabancı hocalar, bu kurallara uyanlar devam edecekler, uymayanların emeklerine teşekkür edeceğiz, uyan arkadaşlarımızla yolumuza devam edeceğiz. Artık Türkiye’deki tarihî eserlerin korunması konusunu eski yıllara göre daha büyük bir hassasiyetle ele alıyoruz.

Sayın Işık, Kütahya Kalesi bizim programımızda bu sene ama birkaç yerde daha benzer sorunlarımız var, bu doğal afetlerden ötürü yıpranmalar var, hatta birtakım kaza ihtimalleri de gündeme geliyor. Biz Bakanlık olarak bunları yatırım programımıza alıyoruz ama afetle ilgili birimlerden de, devletin öteki birimlerinden de destek istiyoruz. Kaynak bulduğumuz takdirde biz, değilse öteki kuruluşları seferber ederek -Bitlis’te de böyle bir sorunumuz var, Mardin’de de var, Kütahya’da var- bunları sonuçlandırmaya çalışacağız.

Kütahya’da biz aslında oldukça yoğun çalışmalar yapıyoruz. Kütahya’da sokak sağlıklaştırmaları yapıyoruz. Kütahya, Osmanlı şehzadelerinin bir dönem gelip valilik yaptığı Anadolu’daki önemli yerleşim merkezlerinden bir tanesi ve bütün bu vasfıyla ayağa kaldırılması konusunda Kütahya bizim özel olarak işaretlediğimiz illerden birisidir. Bunları biliyorsunuz ama tabii Türkiye'nin her tarafında -bu vesileyle bir daha söylüyorum- yapmamız gereken çok sayıda işler var.

Sayın Bayraktutan, kütüphanecilerin özlük hakları konusunda… Biz kütüphanecilerin özlük hakları konusunda geçen dönem bir iyileşme yaptık ama bütün Bakanlık çalışanlarımızla ilgili daha fazla bir iyileştirme konusunda gayretlerimiz var. Kanun hükmünde kararnameyle bu yaz içinde kısmi bir düzenleme daha oldu. Bizim gerek kütüphaneciler gerek yine teknik nitelik taşıyan bazı personellerimizin statüsünün iyileştirilmesi konusunda Maliye Bakanlığıyla müzakerelerimiz ve bu yolda çalışmalarımız sürüyor.

Herhangi bir belediye arasında ayrım yapmıyoruz. Bunu arkadaşlarım, bütün partilerden arkadaşlarım bilirler, çok sayıda farklı partilerden örnek de gösteririm somut olarak. Herhangi bir belediye bize kültürle ilgili, turizmle ilgili, tarihin korunmasıyla ilgili doğru düzgün bir proje getiriyorsa ona mutlaka kaynak ayırmaya çalışıyoruz o bölgenin turizmde ve kültürdeki taşıdığı önceliğe uygun olarak.

Geçmiş yıllarda turizm tahsislerinden çok sayıda, çok miktarda para geldiğinde biraz belediyelere gelişigüzel bir belediyecilik bakanlığı konusunda tavrıyla kaynak aktarıldığı olmuş. Şimdi böyle bir imkânımız yok. Bizim bütçe kısıtlarımız içinde kültür projesi, turizm projesi çerçevesinde destek veriyoruz. Herhangi bir belediye böyle bir proje getirmiş ve bizden bir kayırma görmüş veya bir iteleme görmüşse bunu somut olarak bilmek isterim, somut olarak takip ederim.

Balıkesir Milletvekili Arkadaşımızın… Bu bahsettiğiniz Bandırma’daki kültür merkezi midir? Arkadaşımız nerede?

NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) – Bandırma…

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) - Bandırma’daki kültür merkezi.

Evet, Bandırma’daki kültür merkezi ne yazık ki daha eski yıllara dayanıyor. Yani Türkiye’de, arkadaşlarım, 90’lı yıllarda biraz halkın ihtiyaçları, beldenin ihtiyaçları gözetilmeden bir miktar müteahhitlik projeleri, bunu açıklıkla söylüyorum burada ve üzüntüyle söylüyorum, müteahhitlik projeleri hazırlanmış. Yani içinde mercimek kadar bir salon var, 10 bin metrekare, 20 bin metrekare inşaat alanı olan devasa yapılar. Bunları, biz, yeni proje almamak kaydıyla tasfiye etmeye çalıştık. Aranızda idarede bulunmuş arkadaşlarım var, bu gerçekleri biliyorlar. Yüzde 80, yüzde 70, yüzde 60’dan aşağı eritmeye çalışıyoruz. Bazılarına yerel yönetimler talip oluyor fakat müteahhitlerle ilgili problemler var. Bandırma’da da böyle bir sorunumuz var ama Erdek’te başlamış olan projeyi tamamlamaya çalışıyoruz. Şu anda Ayvalık’ta kültür merkezine dönüştürmeye çalıştığımız bir eski eser restorasyonumuz var ama takdir edersiniz ki geçmiş yıllarda abartılı biçimde ve siyasi saiklerle Anadolu sathına atılmış bulunan bütün temelleri bizim birkaç yıl içinde tamamlamamız mümkün değil. Şimdi mümkün olduğu kadar yeni projeye almıyoruz, ihtiyaç çerçevesinde, öncelik çerçevesinde tamamlamaya çalışıyoruz. Ben, Bandırma gibi bir büyük yerleşimin böyle bir ihtiyacı olduğunu biliyorum ama bir miktar bizim de kendi bütçe kısıtlarımız var, o kısıtlar içinde davranmamızı sanıyorum ki haklı karşılayacaksınız.

Son bir nokta vardı. Biraz önce bir konuşmacı arkadaşım, geçen yıl bizim, Mem ü Zin’i yayınladığımız ve bir miktar bunun reklamıyla yetindiğimiz iddiasını ileri sürdü.

Değerli arkadaşlarım, biz, Türkiye’de herhangi bir ayrım yapmaksızın, bizim felsefemizin, bizim kültürümüzün, bizim toprağımızın bütün zenginliklerini yeni kuşaklara taşımaya çalışıyoruz. Bu çerçevede, mesela, biz, bu yıl El Birûnî’nin Kitâb-üs-Saydele Fi't- Tıp kitabını bastık. Matürîdî’nin dünyası üzerine bir çalışma yayınladık. Şimdi Şeyh Bedreddin üzerine bir çalışma yapıyoruz. Ahmedi Hani üzerine bir çalışma yaptık. Şimdi Molla Ceziri üzerine bir çalışma yapıyoruz. İlk defa bir Süryani kitabını Türkçeye basmaya çalışıyoruz ama bir yandan da Kaşgarlı Mahmut çalışması yaptık. Yani Anadolu topraklarında, bugün üzerinde yaşadığımız bu topraklarda bizim kültürümüzün derinliğini etkileyen ne varsa ona bu yeni dönemde yeniden aşina olalım, bir anlamda Doğu’nun felsefesinin bu temel öncülerini, yaratıcılarını yeniden tanıyalım konusunda yoğun bir çalışmamız var. Bir ayrımımız yok. Bu topraklarda hangi renkler varsa, hangi çiçekler varsa, bir daha söylüyorum, hiçbirisi solmasın, bu toprakların bereketi çoğalsın diye uğraşıyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

İkinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Sayın Başkan, bir düzeltme talebimiz var.

BAŞKAN – O 9’uncu maddede olacak.

Şimdi, ikinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.

Madde 9’la ilgili olarak komisyonun bir düzeltme talebi vardır.

Buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI NABİ AVCI (Eskişehir) – Sayın Başkan, görüşülmekte olan 128 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 9’uncu maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “derleme birimine” ifadesi, ibaresi sehven “derleme bürosuna” diye yazılmış “derleme birimine” şeklinde düzeltilmesini arz ederim.

BAŞKAN – Düzeltilmiş şekilde madde 9’u oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 10’u oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 11’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 12’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 13’ü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Geçici madde 1’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 14’ü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 15’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

İkinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.

Tasarının görüşmeleri tamamlanmıştır.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Teşekkür konuşması yapacak mısınız?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Sayın Başkan, bir cümleyle teşekkür etmek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; arkadaşlarımızın gösterdiği gayrete, emeğe çok teşekkür ediyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Bu Yasa’nın ülkemize, kültürümüze hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – 7’nci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti ile Filistin Adına Filistin Kurtuluş Örgütü Arasındaki Geçici Serbest Ticaret Anlaşmasında Değişiklik Yapılmasına Dair 1/2011 Sayılı Ortak Komite Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

7.- Türkiye Cumhuriyeti ile Filistin Adına Filistin Kurtuluş Örgütü Arasındaki Geçici Serbest Ticaret Anlaşmasında Değişiklik Yapılmasına Dair 1/2011 Sayılı Ortak Komite Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/472) (S. Sayısı: 98)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Bundan sonra da komisyonların olmayacağı anlaşıldığından, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 23 Şubat 2012 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kanun hayırlı olsun.

Kapanma Saati: 19.38