DÖNEM:
24
YASAMA
YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 14
66’ncı
Birleşim
15 Şubat 2012 Çarşamba
(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı
tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler
tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMALAR
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Gümüşhane Milletvekili Feramuz
Üstün’ün, Gümüşhane ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümüne
ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan’ın,
yasama sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Uşak Milletvekili Dilek Akagün
Yılmaz’ın, Uşak Şeker Fabrikasının özelleştirilmesi ve sorunlarına ilişkin
gündem dışı konuşması
V.-
AÇIKLAMALAR
1.- Gümüşhane Milletvekili Kemalettin
Aydın’ın, Torul, Gümüşhane ve Kelkit’in düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü
yıl dönümüne ilişkin açıklaması
2.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan
Canalioğlu’nun, halk eğitim müdürlüklerinde sözleşmeli olarak görev yapan usta
öğreticilerin memur kadrolarına atamalarının düşünülüp düşünülmediğine ilişkin
açıklaması
3.- İstanbul Milletvekili Aykut
Erdoğdu’nun, PKK ve KCK’nın eylem ve eylemsizliklerinde MİT görevlilerinin iş
birliği olup olmadığına ilişkin açıklaması
4.- Ankara Milletvekili Özcan
Yeniçeri’nin, Gümüşhane ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl
dönümüne ve Gümüşhane’nin göç vermemesi için gerekli yatırım ve projelerin
devreye sokulması gerektiğine ilişkin açıklaması
5.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim
Özkan’ın, 1955 yılında kurulan Burdur Şeker Fabrikasının Burdur için önemine ve
özelleştirilmesine karşı olduklarına ilişkin açıklaması
6.-
İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ün, kamuda çalışan uzman diş
hekimlerinin kadro sorunlarına ilişkin açıklaması
7.- Osmaniye Milletvekili Suat Önal’ın,
13 Şubat 2012 tarihinde Şırnak ilinin Uludere ilçesinde teröristlerle çıkan
çatışmada 2 güvenlik görevlimizin şehit edildiğine ve milletimizin vatanını
korumak için birlik olduğuna ilişkin açıklaması
8.- Eskişehir Milletvekili Kazım
Kurt’un, özelleştirme kapsamında olan Eskişehir Şeker Fabrikasında üretimin
sıfırlanmaması için üreticilerle iş birliği içerisinde bir çözüm düşünülmesi
gerektiğine ilişkin açıklaması
9.- Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin
Türkoğlu’nun, Şırnak ilinin Uludere ilçesinde şehit olan güvenlik görevlisi
İbrahim Kurt’un ailesinin soru ve isteklerine ilişkin açıklaması
10.- Çanakkale Milletvekili Ali
Sarıbaş’ın, vermiş oldukları önerge hakkında yanlış algılamayı düzeltmek
istediğine, basınla ilgili sorunların devam ettiğine ve komisyonun mutlaka
kurulması gerektiğine ilişkin açıklaması
11.- Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcı’nın, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın Cumhuriyet Halk Partisinin Tam Gün
Yasası’na karşı olduğunu söyleyerek halkı yanılttığına ilişkin açıklaması
12.- Malatya Milletvekili Veli
Ağbaba’nın, Genel Kurula gelirken yaşadığı olayın sorumlusunun Tülay Hanım
olmadığı hususunda bir düzeltme yapmak istediğine ilişkin açıklaması
VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 milletvekilinin, belediyelerin altyapı ile pis su arıtma, katı atık
depolama ve işleme tesisleri yetersizlikleri ile bu yetersizlikleri gidermekte
karşılaştıkları sorunların ve çözüm yollarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/145)
2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 22 milletvekilinin, pamuk üretimindeki sorunların ve çözüm önerilerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/146)
3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 milletvekilinin, trafik kazalarına neden olan etkenlerin ve alınacak
önlemlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/147)
VII.-
ÖNERİLER
A)
SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken
ve arkadaşları tarafından Adli Tıp Kurumunun araştırılması amacıyla verilmiş
olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 15/2/2012 Çarşamba günkü
birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde
yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
2.- Çanakkale Milletvekili Ali Sarıbaş
ve arkadaşları tarafından, yerel gazetelerin ve gazetecilerin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilmiş olan
Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 15/2/2012 Çarşamba günkü
birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerin aynı tarihli birleşimde
yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYON-LARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
2.- Çukurova Üniversitesinin KKTC’de
Kampus Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/482) (S. Sayısı: 67)
3.- Çoğaltılmış Fikir ve Sanat
Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında Ortaklık Çerçeve Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/480) (S. Sayısı: 100)
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında UNDP-İstanbul Uluslararası
Kalkınmada Özel Sektör Merkezinin (IICPSD) Kuruluşu ile İlgili Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/511) (S. Sayısı: 119)
6.- Türkiye Cumhuriyeti ile Filistin
Adına Filistin Kurtuluş Örgütü Arasındaki Geçici Serbest Ticaret Anlaşmasında
Değişiklik Yapılmasına Dair 1/2011 Sayılı Ortak Komite Kararının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/472)
(S. Sayısı: 98)
7.- İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan
Kubat’ın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in;
5275 Sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”da Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve
Adalet Komisyonu Raporları (2/241, 2/84) (S. Sayısı: 136)
8.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı
Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/414) (S. Sayısı: 76)
9.- Nükleer Terörizmin Önlenmesine
İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/328) (S. Sayısı: 14)
10.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Esendere ve Sero Kara Hudut
Kapılarının Ortak Kullanımına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/427) (S. Sayısı: 7)
11.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Türkiye-İran Hududunda Yeni Kara Hudut
Kapılarının Açılmasına Dair Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/450) (S. Sayısı: 10)
IX.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Yalova Milletvekili Muharrem
İnce’nin, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın partisine sataşması nedeniyle konuşması
2.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı’nın, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in Başbakana sataşması
nedeniyle konuşması
3.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in,
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
4.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı’nın, Manisa Milletvekili Hasan Ören’in partisine sataşması
nedeniyle konuşması
5.- Manisa Milletvekili Hasan Ören’in,
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın partisine sataşması nedeniyle
konuşması
6.- Yalova Milletvekili Muharrem
İnce’nin, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
7.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı’nın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin şahsına ve partisine
sataşması nedeniyle konuşması
8.- Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın, Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın partisine sataşması nedeniyle
konuşması
9.- Kocaeli Milletvekili Lütfü
Türkkan’ın, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
10.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı’nın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin partisine sataşması
nedeniyle konuşması
11.- Yalova Milletvekili Muharrem
İnce’nin, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın partisine sataşması
nedeniyle konuşması
12.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı’nın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
X.-
OYLAMALAR
1.- Çukurova Üniversitesinin KKTC’de
Kampus Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması
2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında Ortaklık Çerçeve Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması
3.- Nükleer Terörizmin Önlenmesine
İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı’nın oylaması
XI.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İstanbul Milletvekili Atila
Kaya’nın, C2 yetki belgesi sahiplerine verilen yurt içi eşya taşımacılık
yetkisinin kaldırılmasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı (7/2606)
2.- İstanbul Milletvekili Atila
Kaya’nın, D4 taşımacılık belgesi sahiplerinin bazı yetkilerinin kaldırılmasına
yönelik çalışmalara ilişkin sorusu ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı (7/2607)
3.- İstanbul Milletvekili Atila
Kaya’nın, K1 yetki belgesi sahipleriyle ilgili bazı düzenlemelere ilişkin
sorusu ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım’ın
cevabı (7/2608)
4.- İstanbul Milletvekili Atila
Kaya’nın, Karayolu Taşıma Kanunu gereğince mesleki yeterlilik belgelerinin
esnaf ve sanatkârlar odalarınca verilmesine ilişkin sorusu ve Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı (7/2609)
5.- Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcı’nın, Van’da meydana gelen deprem sonrasında depremzedelerin bankalara
olan borçlarını ödeyememesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı
Ali Babacan’ın cevabı (7/2651)
6.- Balıkesir Milletvekili Haluk Ahmet
Gümüş’ün, sosyal güvenlik sisteminin tek çatı altında toplanmasıyla ilgili
hukuki düzenlemelere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk
Çelik’in cevabı (7/2665)
7.- Bartın Milletvekili Muhammed Rıza
Yalçınkaya’nın, iş sağlığı ve iş güvenliği konusunda alınan önlemlere ilişkin
sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/2813)
8.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu’nun, bağlı kurum ve kuruluşlarda hizmetlerde taşeronlaşmaya ve taşeron
firma çalışanlarının bazı sorunlarına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2891)
9.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın,
Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatlarına ait binaların depreme karşı
güçlendirilmesi çalışmalarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in
cevabı (7/2899)
10.- Tekirdağ Milletvekili Faik
Öztrak’ın, BDDK’da boşalan üyeliğe atama yapılmamasına ilişkin sorusu ve
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı (7/2965)
11.- İzmir Milletvekili Alaattin
Yüksel’in, kredi kartı kullanımına ve kredi kartları sahipleri ile bankalar
arasında imzalanan sözleşmelere ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın
cevabı (7/2966)
12.- Kocaeli Milletvekili Haydar
Akar’ın, Gebze-Eskihisar köyündeki sit alanının ticari amaçla tahrip edildiği
iddiasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı
(7/2998)
13.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın,
Diyarbakır İçkale Projesi’ne ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın cevabı (7/3001)
14.- Diyarbakır Milletvekili Altan
Tan’ın, Şanlıurfa-Halepli Bahçe çevresindeki çarpık yapılaşmanın ortadan
kaldırılmasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
cevabı (7/3002)
15.- Muş Milletvekili Demir Çelik’in,
Doğu illerinden batı illerine yaşanan göç olgusuna ve göçün beraberinde
getirdiği sorunlara ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın
cevabı (7/3125)
16.- Hatay Milletvekili Hasan Akgöl’ün,
dahilde işleme rejimi kapsamında gümrüksüz hammadde ve yarı mamul madde
ithalatına ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı
(7/3210)
17.- Konya Milletvekili Mustafa
Kalaycı’nın, Konya’nın özel ekonomi bölgesi statüsüne alınıp alınmayacağına
ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/3211)
18.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu’nun, Bakanlık merkez ve taşra teşkilatı binalarının bakım ve onarımına
ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/3212)
19.- Kırklareli Milletvekili Turgut
Dibek’in, Trakya Bölgesi’nde Hazineye ait tarım arazilerinin satışına ilişkin
sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/3253)
20.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu’nun, Bakanlık teşkilatında ve bağlı kurum ve kuruluşlarda görev yapan
üst düzey kadın bürokrat sayısına ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer
Çağlayan’ın cevabı (7/3637)
21.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, bir gazetede yayınlanan, bazı milletvekillerine ve görevden alınan
bürokratlara makam aracı tahsis edildiği iddiasına ilişkin sorusu ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın cevabı (7/3746)
22.- Ankara Milletvekili Özcan
Yeniçeri’nin, 24. Yasama Döneminde muhalefet partilerine mensup
milletvekillerinin vermiş olduğu kanun teklifi, araştırma önergesi ve soru
önergelerine ilişkin sorusu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Mehmet
Sağlam’ın cevabı (7/3748)
I.- GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak iki oturum yaptı.
İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’in, sağlık hizmetleri
alanında artan sorunlar ve çalışanların huzursuzluklarına ilişkin gündem dışı
konuşmasına Sağlık Bakanı Recep Akdağ,
Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya iline yapılan kamu
yatırımlarına ilişkin gündem dışı konuşmasına Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlu,
Cevap verdiler.
Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker, Suriye’de yaşanan sorunların
sınır illerimize etkilerine ilişkin gündem dışı bir konuşma yaptı.
İzmir Milletvekili Oktay Vural, İç Tüzük’ün 73’üncü maddesine
göre, MİT Kanunu’nda değişiklik öngören kanun teklifinin TBMM Başkanlığınca
yalnızca Adalet Komisyonuna havalesine itiraz ederek, teklifin Anayasa, Millî
Savunma ve İçişleri komisyonlarına da havale edilmesi gerektiğine ilişkin bir
açıklamada bulundu.
Oturum Başkanının, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün “Kanun
tasarıları ve komisyonlara havale” başlıklı 73’üncü maddesini İç Tüzük’e aykırı
uyguladığı gerekçesiyle Başkanlığın tutumu hakkında usul görüşmesi yapıldı.
Oturum Başkanı tutumunda bir değişiklik olmadığını açıkladı.
Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Adalet Komisyonunda görüşülen
MİT Yasası’yla ilgili teklifin aslında tasarı görünümlü bir teklif olduğuna,
Ardahan Milletvekili Orhan Atalay, eski Ardahan mebusları Halit
Paşa ile Hilmi Bey’in iadeiitibarlarını talep ettiğine,
Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın
sağlık hizmetleriyle ilgili yanıltıcı ifadelerde bulunduğuna,
İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu, TRT Genel Müdürlüğünün Kamu
İhale Kurumuna sormadan ve ihale yapmadan mal alması konusunda Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın ne düşündüğüne,
İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt, genel tıp alanında özel
sağlık kuruluşlarından hizmet alımı yapılırken diş hekimi muayenehanelerinin
unutulduğuna ve Sağlık Bakanının bu konuda ne gibi bir çalışma yapacağına,
Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın
sağlık hizmetlerinde eskiyle yeniyi mukayese etmesine,
Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel, Sağlık Bakanı Recep
Akdağ’ın, hesapsız, kitapsız uygulamalar yaptığına,
İstanbul Milletvekili Melda Onur, cezaevlerinde yaşanan sağlık
sorunlarına çözüm bulunması gerektiğine,
Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, Bakanların sadece kendi illerine
hizmet götürmemeleri, diğer illere de hizmet götürmeleri gerektiğine,
Tokat Milletvekili Reşat Doğru, Doğu Türkistan kökenli, Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı ve Uygur Türklerinden olduğu ileri sürülen Abdulhamit
Davutoğlu, Kemal Ömeroğlu ve Ahmet Raşit isimli şahısların Tacikistan devleti
makamlarınca tutuklandıklarına, Dışişleri Bakanlığının konuyla ilgilenmesi gerektiğine,
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, 14 Şubat Sevgililer Günü’ne,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 20 milletvekilinin, şehit
yakınları ve gazilerin sorunlarının ve çözüm yollarının (10/142),
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 20 milletvekilinin, elma
üreticilerinin sorunlarının (10/143),
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 20 milletvekilinin, ülkemizde
meydana gelen erozyon ve kuraklığa bağlı olarak oluşan çölleşmenin nedenlerinin
ve sonuçlarının (10/144),
Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in, Suudi Arabistan Şûra Meclisi Başkanı
Abdullah Al-Şheıkh'in vaki davetine icabetle Riyad'da düzenlenecek olan G-20
Ülkeleri Parlamento Başkanları III. İstişare Toplantısı’na katılmak üzere
beraberindeki Parlamento heyetiyle, Suudi Arabistan'a ziyarette bulunmasına
ilişkin Başkanlık Tezkeresi kabul edildi.
BDP Grubunun, 31/1/ 2012 tarihinde Mersin Milletvekili Ertuğrul
Kürkcü ve arkadaşları tarafından cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin
giderilmesi ve araştırılması amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan (485 sıra no.lu),
CHP Grubunun, 4/11/2011 tarihinde Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk ve arkadaşları tarafından demokrasiye müdahaleye zemin hazırlayan
karanlık olayların aydınlatılması, devlet içindeki yasa dışı örgütlenme ve
yapıların açığa çıkarılması hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verilmiş olan (103 sıra no.lu),
Meclis araştırması önergelerinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak
üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 14/2/2012 Salı günlü
birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde
yapılmasına ilişkin önerileri, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Muş Milletvekili Sırrı Sakık, Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır’ın, KCK operasyonu doğrultu-sunda bir partinin il binasında dokümanlar
bulunduğuna ilişkin verdiği bilginin doğru olmadığına, BDP Diyarbakır il
örgütünde böyle bir dokümanın bulunmadığına dair bir açıklamada bulundu.
AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin düzenlenmesi
ile 128 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel
kanun olarak görüşülmesine ilişkin önerisi, yapılan görüşmelerden sonra kabul
edildi.
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin grubuna sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün (2/56) esas numaralı,
Muhtarların Sosyal Güvenlikleri Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının:
1’inci sırasında
bulunan (6/11),
18’inci “ “ (6/38),
24’üncü “ “ (6/49),
142’nci “ “ (6/229),
168’inci “ “ (6/267),
184’üncü “ “ (6/289),
204’üncü “ “ (6/315),
312’nci “ “ (6/451),
320’nci sırasında bulunan (6/461),
338’inci “ “
(6/483),
340’ıncı “ “
(6/485),
345’inci “ “
(6/491),
347’nci “ “
(6/493),
397’nci “ “
(6/561),
428’inci “ “
(6/606),
431’inci “ “
(6/609),
463’üncü “ “
(6/644),
470’inci “ “
(6/651),
486’ncı “ “
(6/674),
503’üncü “ “
(6/694),
527’nci “ “
(6/722),
589’uncu “ “
(6/784),
600’üncü “ “
(6/795),
667’nci “ “
(6/862),
668’inci “ “
(6/863),
669’uncu “ “
(6/864),
670’inci “ “
(6/865),
671’inci “ “
(6/866),
682’nci “ “
(6/877),
685’inci “ “
(6/880),
694’üncü “ “
(6/889),
764’üncü “ “
(6/959)
Esas numaralı sözlü sorulara, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Faruk Çelik cevap verdi.
Soru sahiplerinden Kütahya Milletvekili Alim Işık, Adana
Milletvekili Ali Halaman, İzmir Milletvekili Hülya Güven, İstanbul Milletvekili
Süleyman Çelebi, İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam, Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik de bu görüşlerle
ilgili açıklamada bulundu.
Alınan karar gereğince, 15 Şubat 2012 Çarşamba günü saat 13.00’te
toplanmak üzere birleşime 19.59’da son verildi.
Şükran Güldal MUMCU
Başkan
Vekili
Bayram ÖZÇELİK Fatih
ŞAHİN Mine LÖK BEYAZ
Burdur Ankara Diyarbakır
Kâtip Üye Kâtip Üye Kâtip Üye
No: 87
II.- GELEN KÂĞITLAR
15 Şubat 2012 Çarşamba
Tasarı
1.- 2004 Gemi Balast Suyu ve
Sedimanlarının Kontrolü ve Yönetimi Hakkında Uluslararası Sözleşmeye
Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/570) (Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm; Çevre ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
10/02/2012)
Teklifler
1.- İzmir Milletvekili Rıza Türmen ve
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Emine Ülker
Tarhan'ın; Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
(2/351) (İçişleri ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
23/01/2012)
2.- Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkanvekili İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin; Özel Tüketim
Vergisi ve Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunlarında Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi (2/352) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/01/2012)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 Milletvekilinin, belediyelerin altyapı, katı atık ve atık su
yönetimindeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/145)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20/10/2011)
2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 22 Milletvekilinin, pamuk üretimindeki sorunların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/146) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/10/2011)
3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 Milletvekilinin, trafik kazalarının nedenlerinin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/147) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/10/2011)
15 Şubat 2012
Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.02
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 66’ncı Birleşimini açıyorum.
III.- Y O K L A M A
BAŞKAN – Elektronik cihazla
yoklama yapacağız.
Yoklama için üç dakika süre
veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter
sayısı vardır. Görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce 3
sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz
Gümüşhane ilinin düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümü
münasebetiyle söz isteyen Gümüşhane Milletvekili Feramuz Üstün’e aittir.
Buyurunuz Sayın Üstün. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Gümüşhane Milletvekili Feramuz Üstün’ün, Gümüşhane ilinin
düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı
konuşması
FERAMUZ ÜSTÜN (Gümüşhane) –
Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Gümüşhane ilimizin düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl
dönümü sebebiyle gündem dışı söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Gümüşhane ilimizin düşman
işgalinden kurtuluş yıl dönümü münasebetiyle her yıl olduğu gibi bu yıl da
coşku ve heyecan içerisindeyiz. Bizlerin bu cennet vatanda asil bir millet
olarak onurlu, gururlu ve hür olarak yaşayabilmemiz için hiç tereddüt etmeden
canlarını feda eden aziz şehitlerimize yüce Allah’tan rahmet diliyorum. Daha
bir günlük evliyken her şeyini geride bırakıp şehadet şerbetini içmek için
cepheye koşan ecdadımız göstermiş olduğu
bu iradeyle vatan toprağının ne denli önemli olduğunun bu şekliyle önemli bir
örneği olmuştur.
Bilindiği gibi, 14 Şubat
Torul ilçemizin, 15 Şubat Gümüşhane Merkez ilçemizin ve 17 Şubat da Kelkit
ilçemizin düşman işgalinden kurtuluş günleridir. Ecdadımızın düşmana geçit
vermeden canı pahasına savunduğu ilimizi, bizler de her alanda kalkınmış, daha
yaşanabilir bir yer hâline dönüştürüp genç nesillerimize gelenek ve
göreneklerimizi aktararak, bu ülke için canı ve kanı pahasına bedel ödeyenlere
gösterilmesi gereken saygı ve ehemmiyeti asırlar boyu göstermeye devam
edeceğiz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yıllardan beri sorunları ile baş başa bırakılmış, bir bakıma
unutulmuş olan ilimizde, hamdolsun,
Sayın Başbakanımızın liderliğinde, AK PARTİ hükûmetlerimiz dönemlerinde
ilimizin kalkınması yolunda bütün büyük atılımlar yapılmış ve bence en
önemlisi, insanlarımız yapılanları görerek yapılması gereken birçok işin de
yapılabileceği noktasında umutlanır duruma gelmiştir. Halkımızın bu inanç ve
güveni var oldukça, ülkemizin her köşesinde olduğu gibi Gümüşhane ilimizde de
yatırımlar zirve yapacak, coğrafi ve kültürel özellikleri bakımından da öne
çıkacaktır. Öyle zannediyorum ki ilimizin daha yaşanabilir şehir olması için
atılan bu adımlar ile gözünü bile kırpmadan düşmana karşı göğsünü siper eden
ecdadımıza karşı bizler de bir nebze de olsa sorumluluklarımızı yerine getirmiş
olmanın onurunu yaşamış olacağız.
Bu duygu ve düşüncelerimle
Gümüşhane il ve ilçelerimizin düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl
dönümünü kutluyor, bu topraklar için canını, kanını feda eden başta Gazi Mustafa
Kemal olmak üzere tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet, şükran ve minnetle
yâd ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Üstün.
Gündem dışı ikinci söz,
yasama sorunları hakkında söz isteyen Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan’a
aittir.
Buyurunuz Sayın Ayhan. (MHP
sıralarından alkışlar)
2.- Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan’ın, yasama sorunlarına
ilişkin gündem dışı konuşması
EMİN HALUK AYHAN (Denizli)
– Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; yasama sorunlarına ilişkin gündem dışı söz aldım, sizleri
saygıyla selamlıyorum.
Mecliste kanun yapım süreci
sempozyumu yaptık, Millet Meclisinin idari kapasitesinin geliştirilmesiyle
ilgili çalışmaları da tamamladık. Sorunlar hâlâ devam ediyor. Gerek Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı, Genel Sekreterlik gerekse iktidar
partisi bu çalışmalara katıldığı hâlde gereğini yerine getirmiyor. Yasamanın
problemlerinin çözümü için Genel Kurulda bir öngörüşme yapılması, tali komisyonların
etkinliklerinin artırılması, İç Tüzük için komisyonlar arası eş güdümün
sağlanması, komisyon gündeminin önceden ayrıntılı olarak planlanması, görüş
beyan edeceklerin, kurum ve kuruluşların usul ve esaslarının belirlenmesi,
düzenleyici etki analizlerinin yapılarak kullanılabilir hâle getirilmesi hususu
bunlardan bazılarıdır.
AKP Hükûmetinin gönderdiği
tasarılar ve AKP milletvekillerince verilen kanun teklifleri hakikaten Meclisin
tansiyonunun artmasına ve ortamının gerilmesine neden olmaktadır.
Bakın, yetki kanununa davet
yazısının imzasının ne zaman atıldığı komisyonda belli değildir. Başkan
Ankara’da olmadığı zaman onun yerine atılan bir imza mı? Şayet böyleyse, bu
hukuken suçtur. Savcılığın haberi olsa tahkikat açar. Bu olaya Sayın Meclis Başkanı,
Başbakan Yardımcısı olarak şahit olmuştur. Buna istinaden onlarca kararname,
yüz binlerce kamu görevlisini ilgilendiren düzenlemeler yapıldı. Şimdi bunları
düzeltmek için kanun yapmaya çalışıyorsunuz. Bunun bir mantığı olduğunu
düşünebiliyor musunuz?
Bir diğer husus İç Tüzük
değişikliğine ilişkin. Koca bir yılı oturup çalışıyorsunuz, anlaştığınız metni
kaldırıp atıyorsunuz, şimdi de “Ben getirdim, mecburen kabul edeceksiniz.”
diyorsunuz. Geçen gün burada olan olaylar, iki parti milletvekillerinin on dakikayı
aşan fiziki darp hâli yakıştı mı Türkiye Büyük Millet Meclisine, yakıştı mı
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına? Burası Büyük Atatürk’ün makamının
koltuğu. Ona yakıştı mı?
Bir diğer husus,
komisyonların gönderdikleri gündemdeki konuların kadük olduğundan haberleri
bile yok. Aynen bir komisyon başkanının konuşmasını tutanaktan okuyorum: “Biz
tali komisyon olarak şimdiye kadar görüşmemiz gereken birçok şeyi görüşmemişiz.
Bu tip konuları görüşmemişiz ancak tali komisyon olarak bizim karne notumuzda,
daha doğrusu çalışma portföyümüzde bunlar hep bohçalanmış, böyle duruyor. Biz
de istedik ki bunların hepsini getirelim, bir an evvel bitirelim, bizim
gündemimizden çıksın gitsin, gündemimizde bir şey olarak kalmasın. Onun için
bunları getirdik. Yalnız benim gördüğüm kadarıyla bunların bir kısmı kadük hâle
gelmiş ama bu kadük hâle gelmesinden mütevellit de bize herhangi bir yazı filan
da gelmemiş, yani kadük hâle gelen bir şey gündem maddesi olarak komisyon
üyelerinin önüne komisyon başkanınca getiriliyor.” Bunun savunulacak bir tarafı
var mıdır değerli arkadaşlar? Böyle bir tasarıyı tali komisyon olarak
istemişler. Ana komisyondan “Biz bunları kaldırdık” diye yazı gelmemiş. Ana
komisyonun yönetimi de dünyadan habersiz. Dolayısıyla “Bu sıkıntılar buradan kaynaklanıyor.”
deniliyor.
Şimdi, bu hafta MİT Kanunu
ile getirdiğiniz teklif. Teklifi veren milletvekilinin güvenlik uzmanı olup
olmadığını bilemiyorum. Hele zamanlaması akla ziyan. MİT Müsteşarı sizin
talimatınızla gidip geldi mi, gelmedi mi? Eskiden milletvekillerinin
dokunulmazlığını “Memurların da var, hep beraber kalksın.” diye AKP Grubu
olarak, AKP yetkilileri olarak, AKP Hükûmeti olarak iddia ediyordunuz. Şimdi,
Sayın Başbakanı kurtarmak için memura dokunulmazlık getirmeye çalışıyorsunuz.
Çek Yasa Tasarısı’nı
getiriyorsunuz. “Ekonomik suça ekonomik ceza.” diyorsunuz ancak “100 bin
mahkûmiyet kararı var.” diyorsunuz, “125 bini yolda.” diyorsunuz, 235 bin
kişinin cezaevine girmesinden korkuyorsunuz. Ama görülüyor ki siz her
aklınızdan geçeni kanun hâline getireceksiniz, ondan sonra sıkıntı olursa
kanuna da gerek yok diyeceksiniz. Maalesef, bu dönemde yasama zinciri emir ve
komuta tahakkümü altına girmiştir. Bunun sonu nedir? Sivil diktadır. Şu
getirdiğiniz yasayı bari görüşmelerde sıkıntı çekmemeniz için temel yasa olarak
getirseydiniz de probleminiz kalmasaydı.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Ayhan.
Gündem dışı üçüncü söz,
Uşak Şeker Fabrikasının özelleştirilmesi ve sorunları hakkında söz isteyen Uşak
Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz’a aittir. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Yılmaz.
3.- Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz’ın, Uşak Şeker
Fabrikasının özelleştirilmesi ve sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben de sözlerime başlamadan önce
Gümüşhane ilinin kurtuluş gününü kutluyorum.
Sizlere, ben de bir
Kuvayımilliye, bir Kurtuluş Savaşı destanı anlatmak istiyorum.
Uşaklılar Yunan işgaline
karşı onurlu bir direniş sergilemiş, kurtuluş mücadelesinde batı cephesinde
önemli mücadeleler vermişlerdir. Büyük Taarruz’dan sonra Yunan Başkomutanı
Trikopis Uşak'ta yakalanmış, Mustafa Kemal'e Uşak'ta teslim edilmiştir.
Emperyalist işgale karşı halkımız canını dişine takarak büyük bir mücadele
vermiş, neredeyse imkânsız denilen bir savaşı kazanmıştır. Ancak ülke
Osmanlıdan kalan borç batağında, yoksulluk içinde bir yaşam savaşı verirken
Uşak'taki Kuvayımilliye’nin liderlerinden Nuri Şeker ve arkadaşları bir
imkânsızı daha başarmışlar ve ilk şeker fabrikasını sadece Uşaklıların
katkısıyla kurmuşlardır.
Tarih 17 Aralık 1926:
Ülkenin ilk şeker fabrikası, üstelik hiçbir devlet desteği olmadan özel sermaye
ile kurulmuş, Kurtuluş Savaşı sonrası dayanışmanın bir sembolü olmuştur.
Üretilen ilk şeker örneğini Nuri Şeker Mustafa Kemal'e götürdüğünde Mustafa
Kemal "Her sahada madalyamız vardı, sen ilk iktisat madalyasını bize
kazandırdın; ben Yunan’ı denize döktüm, sen iktisadi harp ilan ediyorsun."
sözlerini söylemiş, ülkenin her yerinde bu olay örnek olmuştur.
Uşak Nuri Şeker Şeker
Fabrikası daha sonra açılan tüm şeker fabrikaları için bir okul olmuştur. 1931
yılında devletleştirilmiş, ancak Uşaklılara hiçbir pay ödenmemiştir. Yani Uşak
Şeker Fabrikası devletin değil, Uşaklılarındır. Uşak Nuri Şeker Şeker Fabrikası
Uşak pancar köylüsünün, esnafının, hayvancılığının gelişmesine büyük katkı
yaptığı gibi, iş olanakları ve sosyal yaşam açısından da bir cazibe merkezi
olmuştur. Büyük bir alan üzerine kurulu olan fabrika arazisi içinde modern
tarım ve hayvancılık faaliyetleri yapılmış, ilk sinema orada açılmıştır. Şeker
Fabrikası Kompleksi âdeta modern Türkiye'nin bir simgesi olmuştur. Bizim için
bu kadar önemli ve değerli olan Nuri Şeker Şeker Fabrikası gibi eminim ki diğer
fabrikaların da bir öyküsü mutlaka vardır.
Sayın milletvekilleri, bu
ülkenin onuru, tarihi ve geleceği olan şeker fabrikaları ne yazık ki bugün
haraç mezat satılarak yok edilmeye çalışılmaktadır. Önce IMF ve Avrupa Birliği
dayatmalarıyla pancarda kota konmuş, pancar ekimi ve şeker üretimi
sınırlandırılmıştır. Pancar üreticisine verilen tüm destekler kaldırılmıştır.
2000’li yıllardan itibaren şeker fabrikaları için teknolojik yenileme
yaptırımları yapılmamış, personel dahi alınmamıştır.
GDO’lu mısır nişastasından
üretilen kanserojen özelliği olan nişasta bazlı şeker üretim kotaları ise
Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 2 iken ülkemizde yüzde 15’lere kadar
çıkartılmıştır.
Şeker pancarı alım
fiyatları neredeyse yerinde saymıştır. Mazot, gübre ve diğer girdi fiyatları
artmış, pancar fiyatı bu girdileri karşılamadığı için köylü pancar ekmekten
alıkonulmuştur.
Tüm bu olumsuz
uygulamaların ardından ise “Fabrikalar zarar ediyor.” denilerek özelleştirme
çalışmaları başlatılmıştır. Oysaki şeker fabrikalarının zarar ettiği iddiası
koca bir yalandır. Uşak Şeker Fabrikasında bile son on beş yıldır hiçbir
teknolojik yatırım yapılmadığı ve kapasitesi 250 bin ton olmasına rağmen, 190
bin ton pancar işlendiği hâlde 2011 yılında 1,5 trilyon lira kâr edilmiştir,
eski Türk lirayla söylüyorum.
Uşak Nuri Şeker Şeker
Fabrikası ve diğer şeker fabrikaları özelleştirildiği takdirde -29 Kasım 2011
tarihinde Özelleştirme İdaresinin yaptığı ihale sonucunda görüldüğü gibi
Elbistan, Malatya, Erzincan, Elâzığ, Kırşehir, Kastamonu, Turhal, Yozgat, Çorum
ve Çarşamba Şeker Fabrikaları, bırakınız
gerçek değerini, arsa değerinin bile altında satıldığı gibi- diğer şeker
fabrikalarının da yok pahasına satılacağı açıktır. İhale şartnamesine göre bu
fabrikaların en fazla beş yıl süreyle üretim yapma şartı vardır. Ya sonra?
Sonra ne olacaktır? Kârlı olmadığı gerekçesiyle şeker fabrikalarının büyük
çoğunluğu kapatılacak, çok değerli arsalarına çok katlı binalar yapılacak,
şeker üretimi yapılmayacaktır. Bunun sonucunda ülkemiz şeker üreten değil, şeker
ithal eden bir ülke olacaktır. Pancar köylüsü pancar ekemeyeceği için kente göç
edecek, işsizlik artacaktır. Hayvan yemi olarak kullanılan pancar küspesi
olmayacağından hayvancılık gerileyecektir. O kentin nakliyecisi, esnafı
çökecektir. Yani şeker dünya çapında stratejik bir ürün olması yanında ülkenin
ekonomisine çok fazla katkısı olan bir ürün olduğundan yıkımı büyük olacaktır.
Bu nedenle de ben tüm iktidar milletvekili arkadaşlarıma ve AKP’ye
sesleniyorum: Şeker fabrikalarımıza sahip çıkalım, lütfen şeker fabrikalarımızı
yok etmeyelim.
Hepinize teşekkür ediyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Yılmaz.
Sayın milletvekilleri, 60’a
göre en fazla on milletvekiline söz vereceğim.
Sayın Aydın…
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Gümüşhane Milletvekili Kemalettin Aydın’ın, Torul, Gümüşhane
ve Kelkit’in düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
KEMALETTİN AYDIN
(Gümüşhane) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Torul’umuz, Gümüşhane’miz
ve Kelkit’imiz doksan dört yıl önce Ermeni ve Rus işgalinden atalarımızın
mücadelesiyle kurtarılmıştır. Son yıllarda ekonomik, sosyal, sağlık ve
ulaştırma başta olmak üzere gelişmişlik kurtuluşu başlamıştır. Doksan dört yıl
önce topraklarımızı işgal eden, katliamlara neden olanlar -ki örnek verecek
olursak; kendi köyüm olan Zigana’da Maruflu Camisi’nden Çarşı Camisi’ne kadar 3
kilometrelik yol boyu akan katliam kanından hâlâ atalarımız bahsetmektedir-
bunu yapan topluluklar bugün -başta Fransa Parlamentosu olmak üzere- dünya
parlamentolarında bir kısım sözde tasarıları oylamaktadırlar. Kendilerini ve
parlamentoların tarih yazmasını kınıyor, topraklarımızı bize kurtaran
atalarımıza hürmet ve rahmet dileyip son yıllardaki kurtuluşu sağlayan başta
Başbakanımız ve Hükûmetimize de şükranlarımızı sunuyoruz.
Teşekkür ederim Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Aydın.
Sayın Canalioğlu…
2.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, halk eğitim
müdürlüklerinde sözleşmeli olarak görev yapan usta öğreticilerin memur kadrolarına
atamalarının düşünülüp düşünülmediğine ilişkin açıklaması
MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU
(Trabzon) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Ben de komşu ilimiz
Gümüşhane’nin düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümünü kutluyor,
Gümüşhaneli hemşehrilerimi tebrik ediyorum.
Bu kapsamda olmak üzere
-bugün yine basında da vardı- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Faruk
Çelik 4/B’li olarak istihdam edilen 187.280 eleman ile sözleşmeli olarak
istihdam edilen 10.758 personelin yani toplam 198.038 kişinin memur kadrolarına
atandığını ifade ettiler. Bu, diken üstünde çalışanlar için güzel bir gelişme
olmuştur. Bu kapsamda sözleşmeli olarak halk eğitim müdürlüklerinde çalışan
usta öğreticiler için de düşünülmekte midir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Canalioğlu.
Sayın Erdoğdu…
3.- İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu’nun, PKK ve KCK’nın eylem
ve eylemsizliklerinde MİT görevlilerinin iş birliği olup olmadığına ilişkin
açıklaması
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Sayın Başkan, 2011 seçimleri öncesi Kastamonu mitinginin ardından Ankara’ya
dönen Başbakanlık ve AKP görevlilerinin bulunduğu konvoya Ilgaz Dağı
eteklerinde teröristler el bombaları ve uzun namlulu silahlarla saldırdı. Bu
saldırıda Polis Memuru Recep Şahin şehit oldu.
Tam seçim öncesinde AKP’ye
oy kazandırma amacı güttüğü belli olan ve şehit kanı bulaşan bu saldırı da
dâhil olmak üzere PKK ve KCK’nın eylem ve eylemsizliklerinde bugün yargıdan
kaçırılan MİT görevlilerinin iş birliği var mıdır?
Hukukun ırzına geçen MİT
Yasası bu iş birliğini gizlemek ve yeni katliamlar yapılmasını sağlamak için mi
çıkarılmaktadır?
Çok teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Erdoğdu.
Sayın Yeniçeri…
4.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Gümüşhane ilinin
düşman işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümüne ve Gümüşhane’nin göç
vermemesi için gerekli yatırım ve projelerin devreye sokulması gerektiğine
ilişkin açıklaması
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Gümüşhane ilimizin Rus
işgalinden kurtuluşunun 94’üncü yıl dönümünü kutluyorum. Bu vesileyle,
ülkemizin düşman işgalinden kurtarılması için canını feda eden şehitlerimizi de
rahmetle anıyorum. Büyük bir milletin çocukları olarak, bu ülkenin hangi
fedakârlıklarla kurulduğunun bu vesileyle farkına daha iyi varılması
gerektiğinin de altını çizmek istiyorum.
Gümüşhane ilimiz her şeye
rağmen hâlâ göç veren bir ildir. Yapılanlarla yetinmek gerilemek anlamına
gelir. Gümüşhane’mizin üretken, verimli ve refah bir il hâline gelebilmesi için
mevcutla yetinmememiz gerekiyor. Bu vesileyle, Gümüşhanelilerin Gümüşhane’den
göç etmemesi için gerekli yatırım ve projelerin devreye sokulması gerekiyor.
Teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Yeniçeri.
Sayın Özkan…
5.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, 1955 yılında
kurulan Burdur Şeker Fabrikasının Burdur için önemine ve özelleştirilmesine
karşı olduklarına ilişkin açıklaması
RAMAZAN KERİM ÖZKAN
(Burdur) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Uşak Şeker Fabrikası
gündeme getirilmişken ben de 1955 yılında yapılan Burdur Şeker Fabrikasının
Burdur’un şah damarı olduğunu belirtmek isterim. Kesinlikle özelleştirilmesine
karşıyız. Bu yıl 130 milyonluk bir getiri sağlamıştır. Burdur’un her şeyidir.
AKP Hükûmetinin şu son on yılda yaptıklarının tamamını terazinin bir kefesine
koysak Burdur Şeker Fabrikasının özelleştirilmesi yapılanların tümünü siler.
Onun için Burdur Şeker Fabrikasının özelleştirilmesine kesinlikle karşı
olduğumuzu belirtiyor, Hükûmeti bu konuda bir kez daha uyarıyorum. E portföy
satışında Burdur Şeker Fabrikası Uşak, Afyon, Alpullu ve Susurluk ile satılmak
isteniyor, özelleştirilmek isteniyor. Bu konuya tüm Burdurlular olarak karşı olduğumuzu
bir anlamda bu kürsüden tekrar belirtmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Özkan.
Sayın Öğüt…
6.- İstanbul Milletvekili
Kadir Gökmen Öğüt’ün, kamuda çalışan uzman diş hekimlerinin kadro sorunlarına
ilişkin açıklaması
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT
(İstanbul) – Sayın Başkan, kamuda çalışan uzman diş hekimlerine yeteri kadar
kadro verilmemektedir, kadrolarının karşılığını da alamamaktadırlar. Bu konuda
Hükûmetimizin elinden gelen çabayı göstermesini ve uzman diş hekimlerinin
kadrolarına geçirilmesini istiyoruz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Öğüt.
Sayın Önal…
7.- Osmaniye Milletvekili Suat Önal’ın, 13 Şubat 2012 tarihinde
Şırnak ilinin Uludere ilçesinde teröristlerle çıkan çatışmada 2 güvenlik
görevlimizin şehit edildiğine ve milletimizin vatanını korumak için birlik
olduğuna ilişkin açıklaması
SUAT ÖNAL (Osmaniye) –
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
13 Şubat 2012 Pazartesi
günü Şırnak Uludere’de PKK’lı teröristlerle çıkan çatışmada 15 terörist ölü ele
geçirilmiş, 2 güvenlik görevlimiz de şehit olmuştur. Güvenlik görevlilerimizden
Jandarma Astsubay Murat Bayram ve Uzman Çavuş İbrahim Kurt dün
defnedilmişlerdir. İbrahim Kurt’un Osmaniye ili Düziçi ilçesinde dün
defnedilmesi esnasında aziz milletimizin, bu toprakları, bu kutsal vatan
topraklarını korumak için yek birlik olduğunu bir defa daha tüm kamuoyu
görmüştür. Bu vesileyle tüm aziz şehitlerimizi saygıyla, hürmetle anıyor, aziz
hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz, ruhları şad olsun.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Önal.
Sayın Kurt…
8.- Eskişehir Milletvekili Kazım Kurt’un, özelleştirme kapsamında
olan Eskişehir Şeker Fabrikasında üretimin sıfırlanmaması için üreticilerle iş
birliği içerisinde bir çözüm düşünülmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
KAZIM KURT (Eskişehir) –
Sayın Başkanım, Eskişehir Şeker Fabrikası da özelleştirme kapsamında ve bu yıl
içinde özelleştirilmesi planlanıyor. Daha önceki özelleştirmelerde olduğu gibi
bu özelleştirmede de üretimi sıfırlayacak bir sonucun ortaya çıkmaması için
Eskişehir Şeker Fabrikasına, Pancar Üreticileri Kooperatifi ile birlikte
düzenlenecek bir tahsis sözleşmesiyle çözüm bulunmasında yarar olduğunu
düşünüyorum. Çünkü daha önce yapılan özelleştirmelerde zaten devletten kredi
alarak bu özelleştirmeler gerçekleştiriliyor, üreticilerle birlikte, iş birliği
içerisinde bir çözüm yolu düşünülmesinden yana olduğumu belirtmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Kurt.
Sayın Türkoğlu…
9.- Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu’nun, Şırnak
ilinin Uludere ilçesinde şehit olan güvenlik görevlisi İbrahim Kurt’un
ailesinin soru ve isteklerine ilişkin açıklaması
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben de dün, iki gün evvel
Şırnak ili Uludere ilçesi Bestler Dereler mevkisinde şehit olan 2 güvenlik
görevlimizden birisi olan İbrahim Kurt’un cenaze törenine katıldım. Kendisini
bu yüce makama Düziçili ve Osmaniyeli bütün hemşehrilerimizle beraber büyük bir
üzüntüyle uğurladık.
Ancak orada bize ifade
edilen bazı hususları burada aktarmak durumundayım. İki şeyi istedi İbrahim
Kurt’un, şehit İbrahim Kurt’un ailesi: Birisi, şehitlere 60 bin lira verilir
iken, tazminat olarak ödenirken; kaçakçılık yaparken yanlışlıkla öldürülenlere
niçin 123 bin lira para verildiğinin sorulmasını istediler. Bunu kayıtlara
geçsin diye soruyorum.
Diğeri de, şehitlerimizin
şehit olmalarına sebep olan terör örgütü, onların dağdaki uzantıları ve diğer
uzantılarından hesap sormamızı istediler.
Bu mesajlarını iletmek
istedim.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Türkoğlu.
Teşekkür ederiz sayın
milletvekilleri.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Meclis araştırması
açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 19 milletvekilinin, belediyelerin
altyapı ile pis su arıtma, katı atık depolama ve işleme tesisleri
yetersizlikleri ile bu yetersizlikleri gidermekte karşılaştıkları sorunların ve
çözüm yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/145)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
31.12.2004 tarihli ve 25687
sayılı Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği uyarınca Belediyelere verilen süreler
çerçevesinde gerekli altyapı çalışmaları yapılmış değildir. Belediyelerin
altyapı ile pissu arıtma, katı atık depolama ve işleme tesisleri
yetersizliklerini tespit edip, bunların çözülmesinde karşılaşılacak mali,
hukuki ve idari sorunları ve çözüm yollarını belirlemek için Anayasanın 98. ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri gereğince bir
Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.
Gerekçe:
Ülkemizde mevcut 3.225 Belediyeden, % 67'sinin içme
suyuna, % 81'inin kanalizasyon tesisine, % 92'sinin anıma tesisine, %
93'ünün katı atık düzenli depolama
tesisine, % 75'inin teknik personele, % 68'inin ekipmana ihtiyaçları olduğu
saptanmıştır.
Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının 2872 No'lu Çevre Kanunu'nun İşlenmeyen Hükümlerinin Geçici 4.
Maddesinde:
"Atıksu arıtma ve
evsel nitelikli katı atık bertaraf tesisini kurmamış belediyeler ile
halihazırda faaliyette olup, atıksu anıma tesisini kurmamış organize sanayi
bölgeleri, diğer sanayi kuruluşları ile yerleşim birimleri, bu tesislerin
kurulmasına ilişkin iş termin planlarını bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren bir yıl içinde Bakanlığa sunmak ve aşağıda belirtilen sürelerde
işletmeye almak zorundadır.
İşletmeye alma süreleri, iş
termin planının Bakanlığa sunulmasından itibaren; belediyelerde nüfusu
100.000'den fazla olanlarda 3 yıl, 100.000 ilâ 50.000 arasında olanlarda 5 yıl,
50.000 ilâ 10.000 arasında olanlarda 7 yıl, 10.000 ilâ 2.000 arasında olanlarda
10 yıl, organize sanayi bölgeleriyle bunların dışında kalan endüstri
tesislerinde ve atıksu üreten her türlü tesiste 2 yıldır.
Halen inşaatı devam eden
atıksu arıtma ve katı atık bertaraf tesisleri için iş termin planı hazırlanması
şartı aranmaz. Tesisin işletmeye alınma süresi bu maddede belirlenen işletmeye
alınma sürelerini geçemez.
Belediyeler, organize
sanayi bölgeleri, diğer sanayi kuruluşları ile yerleşim yerleri bu hükümden
yararlanmak için bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren üç ay içinde Bakanlığa
başvurmak zorundadır.
Bu Kanunun 8 inci maddesi
ile atıksu altyapı sistemlerinin ve katı atık bertaraf tesisleri kurma
yükümlülüğü verilen kurum ve kuruluşların, bu yükümlülüklerini, bu maddede
belirtilen süre içinde yerine getirmemeleri halinde; belediyelerde nüfusu
100.000'den fazla olanlara 50.000 Türk Lirası, 100.000 ilâ 50.000 arasında
olanlara 30.000 Türk Lirası, 50.000 ilâ 10.000 arasında olanlara 20.000 Türk
Lirası, 10.000 ilâ 2.000 arasında olanlara 10.000 Türk Lirası, organize sanayi
bölgelerinde 100.000 Türk Lirası, bunların dışında kalan endüstri tesislerine
ve atıksu üreten her türlü tesise 60.000 Türk Lirası idarî para cezası
verilir." denilmektedir.
Bununla beraber, 5393
sayılı Belediye Kanunu 03.07.2005 tarihinde yürürlüğe girmiş olmasına rağmen
bütçe açısından Belediyelerin altyapı, pissu arıtma, katı atık depolama ve
işleme sorunlarının çözümü olamamıştır. Bu sebeple Belediye Gelirleri Kanununda
yeni düzenlemeler yapılması gerekmektedir.
Yukarıda anılan işlemlerin
Belediyelerce projelendirmek, başlatmak ve tamamlamak için Hükümet tarafından
İller Bankasına ülkemizde bulunan 3225 Belediyenin altyapılarını tamamlaması
için 2008 yılı için ayrılan bütçede, 2007 yılına göre 1/3 oranına düşürülmesi
öngörülmüştür.
2008 yılı için Bayındırlık
ve İskân Bakanlığının Göl-Su ve Akarsu havzalarının korunması ve Harita-İmar
planlamasının yapılmasına ilişkin olarak ayrılan bu bütçe, ancak 3-4 tane orta
ölçekli belediyenin altyapısını karşılamaya yetebilir. Belediyelerimizin %
97'sinde altyapı yetersizliği olduğu düşünüldüğünde, yukarıda anılan belediye
hizmetlerinin karşılanması için ortalama 6 milyar TL'ye ihtiyaç duyulmaktadır.
2008 yılı için İller Bankasına aktarılacak 40.000.000 TL ile bu hizmetlerin
karşılanması mümkün görünmemektedir.
Bu nedenlerle
"Belediyelerin altyapı ile pissu arıtma, katı atık depolama ve işleme
tesisleri yetersizlikleri ile bu yetersizlikleri gidermekte karşılaştıkları
sorunları tespit etmek ve çözüm yollarını önermek" amacıyla Anayasanın 98.
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri gereğince
bir Meclis Araştırması açılması gerekmektedir.
1) Mehmet Şandır (Mersin)
2) Ali Uzunırmak (Aydın)
3) Mehmet Erdoğan (Muğla)
4) Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
5) Enver Erdem (Elâzığ)
6) Alim Işık (Kütahya)
7) Ali Öz (Mersin)
8) Seyfettin Yılmaz (Adana)
9) Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
10) Zühal Topcu (Ankara)
11) Mehmet Günal (Antalya)
12) Mustafa Kalaycı (Konya)
13) D. Ali Torlak (İstanbul)
14) Oktay Öztürk (Erzurum)
15) Celal Adan (İstanbul)
16) Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
17) Erkan Akçay (Manisa)
18) Emin Çınar (Kastamonu)
19) Atila Kaya (İstanbul)
20) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 22 milletvekilinin, pamuk
üretimindeki sorunların ve çözüm önerilerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/146)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Gerekçesini ekte sunduğumuz
stratejik öneme sahip Pamuk Ürününün Sorunları ve Çözüm Önerilerinin
Araştırılması ve bunun için yapılacak yasal düzenlemeler dahil olmak üzere
alınacak önlemlerin tespiti için Anayasanın 98'inci İç Tüzüğün 104 ve 105'inci
maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.
Gerekçe:
Dünya'da pamuk ekimi daha
çok Asya kıtasında toplanmıştır. Bunu izleyen kıtalar ise sırasıyla, Amerika ve
Afrika'dır. Dünyada yaklaşık 25 milyon tonluk pamuk üretiminin %26'sı Çin
tarafından gerçekleştirilmektedir. Dünyanın ikinci pamuk üretici ülkesi ise ABD'dir.
ABD'nin dünya pamuk üretiminden aldığı pay %18'dir. Bu ülkeleri sırasıyla
Hindistan, Pakistan, Brezilya ve Özbekistan izlemektedir. Ülkemiz ise %3,5'lik
payla dünyanın sekizinci büyük pamuk üreticisidir.
Pamuk, tekstilden barut ve
film malzemesi yapımına kadar 50 çeşit sanayi kolunun hammaddesini oluşturan en
önemli tarımsal ürünlerden birisidir. Bilindiği üzere, Türk tekstil sanayi,
sağladığı katma değer, tekstil ihracatının ülke ekonomisine kazandırdığı döviz
miktarı, emek yoğun işgücü olmasıyla yaratılan istihdam hacmi ile vazgeçilemez
bir sektördür.
Ülkemizin lokomotif sektörü
olan tekstil sanayimizin stratejik ham maddesi pamuktur. Pamuk, tekstil
sanayimizde olduğu kadar harp sanayinin de önemli bir hammaddesidir. Pamuk
ayrıca bir yağ bitkisi olup tohumu, gıda sanayinde bitkisel yağ üretiminde
kullanılmaktadır. Arta kalan küspesi ise, proteini yüksek bir hayvan yemi
olarak büyük önem taşımaktadır.
Pamuk sahip olduğu
özellikleri nedeni ile stratejik bir ürün olup uluslararası ticarette yeri
büyüktür. Sentetik elyaf üretimi karşısında dahi öneminden bir şey
kaybetmemiştir. Ülke ekonomisine sağladığı katma değerle yaklaşık 6 milyon
kişinin geçimini sağlayan bir endüstri bitkisidir.
Özellikle Akdeniz
bölgesinde pamuk üretimi artık yok denecek kadar azalmıştır. Son iki yıldır Ege
bölgesinde de pamuk ekim alanlarında belirgin düşüşler gözlenmektedir.
Çukurova'da da durum çok farklı görünmemektedir. Özellikle Ege Bölgesinde pamuk
ekim alanları yerini hububata (mısır) ve meyve bahçelerine bırakmaktadır.
2002 yılında 721.077 ha
(hektar) olan üretim alanı daha sonraki yıllarda düşmüş, 2005 yılında 579.940
ha kadar gerilemiştir. Ülkemizde 2002/2003 döneminde 1.365 bin ton olan pamuk
tüketimi yıllar itibariyle artmış, 2006/2007 döneminde 1.479 bin tona ulaşmıştır.
Pamuk ithalatı %54,6
oranında Amerika Birleşik Devletlerinden, %25,3 oranında Yunanistan'dan
yapılmakta olup, az miktarlarda Suriye, Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan
gibi ülkelerden yapılmaktadır.
Pamukta Ulusal bir politika
oluşturulamazsa ekim alanları daha da daralacak dolayısıyla üretim azalacak ve
ülkemiz pamuk ihtiyacının çok büyük bir kısmı ithalatla giderilmeye mecbur
bırakılacaktır.
Lif uzunluğu sebebiyle
diğer bölgelere göre daha kaliteli olan, Ege Bölgesi pamuğu üretim alanlarında
2006 ve 2007 yılları mukayese edildiğinde 2006 yılında 150.820 ha olarak
gerçekleşen pamuk ekili alanı 2007 yılında % 20.14 ha düşerek, 120.440 ha
olarak tespit edilmiştir.
Ülkemizde 2007 yılı ekim
sezonunda iklim koşulları genel olarak pamuk tarımı için uygun gitmemiştir.
Pamuk fiyatları ve ulusal tarım politikasına bağlı olarak çiftçilerin son üç
yıldır pamuk üretimini azaltmayı sürdürdükleri, yerine alternatif ürün olarak
mısır, daha düşük oranlarda ise domates, ayçiçeği ve susam ürün desenini
benimsedikleri görülmüştür.
Tekstil sanayinin ham
maddesi olan pamuğun üretimindeki girdi kalemlerinde maliyetlerin çok yüksek
oluşu üretimin her yıl daha da azalmasına sebep olmaktadır. Ülkemizde hızla
gelişen tekstil ve konfeksiyon sektörüne paralel olarak tüketimin hızla
artması, üretimin artırılmasını zorunluluk olarak ortaya koymaktadır.
Açıklanan bu nedenlerle
Meclis Araştırması açılması gerekmektedir.
1) Mehmet Şandır (Mersin)
2) Adnan Şefik Çirkin (Hatay)
3) Ali Uzunırmak (Aydın)
4) Mehmet Erdoğan (Muğla)
5) Enver Erdem (Elazığ)
6) Alim Işık (Kütahya)
7) Ali Öz (Mersin)
8) Seyfettin Yılmaz (Adana)
9) Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
10) Zühal Topcu (Ankara)
11) Mehmet Günal (Antalya)
12) Sümer Oral (Manisa)
13) Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
14) Bülent Belen (Tekirdağ)
15) Ahmet Duran Bulut (Balıkesir)
16) Necati Özensoy (Bursa)
17) Durmuş Ali Torlak (İstanbul)
18) Celal Adan (İstanbul)
19) Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
20) Atila Kaya (İstanbul)
21) Erkan Akçay (Manisa)
22) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
23) Emin Çınar (Kastamonu)
3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 19 milletvekilinin,
trafik kazalarına neden olan etkenlerin ve alınacak önlemlerin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/147)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Ülkemizde trafik kazaları
her yıl önemli can ve mal kayıplarına neden olmaktadır. Trafik kazalarının
farklı nedenleri sıralansa da bu nedenlerin giderilmesi için çalışmalar eksik
kalmaktadır. Bu nedenlerle trafik kazalarına neden olan etkenlerin
araştırılarak alınacak önemleri tespit etmek üzere Anayasanın 98. ve İçtüzüğün
104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif
ederiz.
Saygılarımızla.
Gerekçe:
Ulaşım, günümüzde
bireylerin en temel ihtiyaçlarından birisi haline gelmiştir. Ülkeler, coğrafi
koşulları ve ekonomik olanaklarına göre belirli ulaşım sistemlerini tercih
etmektedirler. Ancak bu tercihler sonucu kimi zaman yetersiz kalan hizmetler
ulaşımı, insan hizmetine olumlu sunduğu ulaşımı sorun olarak da ortaya
çıkarmaktadır. Ülkemizde yolcu ve yük taşımacılığı büyük ölçüde karayolu
ulaşımı ile sağlanmaktadır. Bu nedenle trafik kazalarının oluşumunda karayolu
taşımacılığı önemli bir etkendir.
Dünyada, gelişmiş
ekonomiler ulaşım sorunu ve genel olarak trafik güvenliği, ulaşım alanına
yapılan yatırımlarla giderilmeye çalışılmaktadır. Ülkemizde ise nüfus, sürücü
ve araç sayısındaki hızlı artışa rağmen ulaşım ve trafik güvenliği alanlarında
yeterince yatırım yapılmamaktadır.
Uluslararası trafik
literatürüne bakıldığında trafik güvenliği; altyapı hizmetleri, ilkyardım, acil
müdahale, kaza sonrası kurtarma hizmetleri, eğitim, yasal mevzuat ve denetim
hizmetlerinin yerine getirilmesi gibi alanları ifade etmektedir. Trafik
güvenliği ve sayılan dört unsurun bir arada, uyumlu ve tam olarak yerine
getirilmesi ile sağlanabilmektedir. Nitekim 2918 Sayılı Karayolları Trafik
Kanunu, dokuz bakanlığa ayrı ayrı görev, yetki ve sorumluluk vermiş olması
önemli bir göstergedir.
Öte yandan ülkemizde sadece
şehirlerarası yollar değil, şehir içi yollarda da ciddi trafik kazaları
görülebilmektedir. Bu nedenle, trafik kazalarının nedenleri araştırılırken
şehir içi, şehirlerarası ayrımı yapılırken her iki alanı da göz önünde bulundurmak
gerekmektedir.
Karayolu güvenliği
kapsamında karayolu mevzuatı, karayolunu kullananların eğitimi, iyi taşıt, alt
yapının güvenliğini artırıcı faaliyetler, denetim, kurumsal güçlendirme, trafik
altyapısı gibi alanlar öne çıkmaktadır. Dolayısıyla trafik kazalarının önlenmesi
bağlamında yapılacak araştırma çözüm önerilerinin bu konular üzerine
yoğunlaşması gerekmektedir.
Trafik kazalarının önemli
bir kısmı öngörülebilir ve dolayısıyla önlenebilirdir. Yüksek gelir düzeyindeki
ülkelerde son dönemlerde yol güvenliğine yönelik bir anlayış ile
gerçekleştirilen düzenlemeler ile trafik kazalarının can ve mal kayıplarında
önemli bir azalma olmuştur.
Trafik kazalarının sonuçlan
itibariyle önemli etkileri olmaktadır. Birincisi, sosyal boyutta her yıl trafik
kazaları sonucunda binlerce insanımız yaşamını kaybetmekte, yüz binlerce
insanımız yaralanmakta ya da sakat kalmaktadır. Öte yandan trafik kazaları
sonucunda ölen ya da yaralananların yakınlarına dair psikolojik etkiler de
hesaba katıldığında sosyal boyutun çok daha geniş bir alanı kapsadığı
görülmektedir.
İkinci olarak, trafik
kazalarının ekonomik bir boyutu vardır. Ekonomik boyutta ilk olarak trafik
kazaları sonucu yaşanan maddi kayıplar değerlendirilmektedir. Ülkemizde meydana
gelen trafik kazaları sonucu meydana gelen maddi hasarların Gayri Safi Milli
Hasıla'nın %2'sine ulaştığı bilinmektedir. İkinci olarak, kazalarda
yaralananlar için yapılan sağlık harcamaları da önemli bir ekonomik kayıptır.
Birçoğu yurt dışından ithal edilen ilaçlar, protezler, ambulanslar, ameliyat
malzemeleri önemli bir meblağ oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra doktorların ve
diğer sağlık personelinin baktığı hasta sayısında artış olmaktadır. Kazaya
karışanların iş gücü kaybı ve ölen ve sakatlananların iş gücü kaybı gibi
etkenler de trafik kazalarının diğer ekonomik boyutlarını ifade etmektedir.
Trafik kazalarının
etkilerinin bu kadar büyük olmasının önemli bir nedeni ulaşım konusundaki
yanlış politikalardır. Trafik konusunda yaşanan sıkıntıların giderilmesi,
teknik ve fiziki altyapının iyileştirilmesi, denetimin caydırıcı olması,
yasaların işlerliğinin ve bu konuyla ilgili kurumlar arasında koordinasyonun
sağlanması, toplumda yer alan bütün fertlerin bilinçlenmesi ve trafik içinde
yer alan sürücü, yaya ve yolcuların yeterli eğitimle donatılmasıyla
sağlanabilir.
Bütün bu gerekçelerle
trafik kazalarına etki eden nedenlerin iyi bir şekilde belirlenerek trafik
kazalarını en aza indirgeyecek çözüm önerilerinin belirlenmesi gerekmektedir.
1) Mehmet Şandır (Mersin)
2) Ali Uzunırmak (Aydın)
3) Hasan Hüseyin Türkoğlu (Osmaniye)
4) Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
5) Emin Çınar (Kastamonu)
6) Alim Işık (Kütahya)
7) Mehmet Erdoğan (Muğla)
8) Enver Erdem (Elazığ)
9) Ali Öz (Mersin)
10) Seyfettin Yılmaz (Adana)
11) Adnan Şefik Çirkin (Hatay)
12) Zühal Topcu (Ankara)
13) Mustafa Erdem (Ankara)
14) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
15) Celal Adan (İstanbul)
16) D. Ali Torlak (İstanbul)
17) Sümer Oral (Manisa)
18) Erkan Akçay (Manisa)
19) Oktay Öztürk (Erzurum)
20) Atila Kaya (İstanbul)
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Şimdi Barış ve Demokrasi
Partisi Grubunun İç Tüzük'ün 19'uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup işleme alacağım ve daha sonra oylarınıza sunacağım:
VII.- ÖNERİLER
A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve arkadaşları tarafından
Adli Tıp Kurumunun araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin, Genel Kurulun 15/2/2012 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda
okunmasına ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP
Grubu önerisi
15.02.2012
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu'nun
15.02.2012 Çarşamba günü (Bugün) toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki
önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul'un onayına
sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Hasip
Kaplan
Şırnak
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
02 Ocak 2012 tarihinde,
Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve arkadaşları tarafından verilen (308 sıra
nolu), Adli Tıp Kurumu'nun araştırılması amacıyla, Türkiye Büyük Millet
bekleyen Meclisine verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, Genel Kurul'un
bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 15.02.2012
Çarşamba günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli
birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Önerinin lehinde
Bingöl Milletvekili İdris Baluken. (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Baluken.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; heyetinizi saygıyla selamlayarak konuşmama başlamak istiyorum.
Bugün özellikle uzun süredir kamuoyu vicdanında güvenilirliği ve işleyişiyle
ilgili çok ciddi tartışmaların yürütüldüğü Adli Tıp Kurumuyla ilgili vermiş
olduğumuz Meclis araştırma önergesinin lehinde konuşacağım.
Tabii, buraya getirdiğimiz
araştırma önergelerinin pek çoğunun maalesef AKP’nin sayısal üstünlüğü sayesinde
dikkate alınmadığı ve sorunlara çözüm getirme noktasında sıkıntılar yaşandığını
bilmemize rağmen yine de arkadaşlarımızın vicdanına seslenmeyi burada bir
şekilde deneyeceğiz.
Şimdi, değerli
milletvekilleri, Adli Tıp Kurumuyla ilgili tabii bazı tanımlamalar yapmak
gerekiyor. Bu işlevi gören değişik ülkelerdeki, bütün dünyadaki kurumların
genel olarak sahip olması gereken bazı kriterler var. Bu kriterler içerisinde
en önemli olan, Kurumun güvenilirliği, Kurumun tarafsızlığı, Kurumun niteliği
ve kurulun bilimselliği.
Şimdi, Türkiye’deki Adli
Tıp Kurumunun bu bahsettiğimiz kriterler açısından mevcut durumu nedir, onları
birlikte paylaşmak istiyorum. Güvenilirlik açısından özellikle Adli Tıp
Kurumunun bugüne kadar gerek uygulamaları gerek işleyişi gerekse almış olduğu
kararlar doğrultusunda, hem kamuoyunda hem siyasi mercide hem adaletin değişik
mekanizmalarında çok ciddi bir tartışmanın yürütüldüğünü biliyoruz. Hatta öyle
ki Yargıtay Başkanından siyasi parti genel başkanlarına, toplumun mevcut
davalarında mağdur olan kesimlerinden çok değişik toplumsal, sosyal katmanlara
kadar Adli Tıp Kurumunun güvenilirliği açısından çok çeşitli tartışmalar
yürütülmektedir. Burada temel sorun şudur: Güvenilirlik açısından Adli Tıp
Kurumunun resmî bilirkişi heyeti olma sıfatını taşımaması, bundan çok siyasi
erke bağlı ve siyasi erkin hoşnut olacağı kararların peşinden koşması
kamuoyunda sıkça infial yaratmaktadır.
Değerli arkadaşlar,
bildiğimiz gibi ülkemizde Adli Tıp Kurumu Adalet Bakanlığı bünyesinde faaliyet
yürütüyor ve gerek yapısal işleyişinde siyasal iktidarın kadrolaşması, Kurum
Başkanlığı ve kurul üyelerinin seçilmesinden tutalım da alınması gereken kararların
mevcut siyasi yapının hoşlanacağı, hoşnut olacağı bir düzene çekilmesine kadar
pek çok şeyin burada tartışılması gerektiğini düşünüyoruz.
Burada Adli Tıp Kurumunun
tarafsızlığıyla ilgili çok ciddi sıkıntıların olduğu kesindir çünkü adli tıp
kurumu işlevini gören resmî bilirkişi kuruluşları dünyanın her tarafında
bağımsız, özerk yapılanmaları olan ve hiçbir şekilde siyasi erkin mevcut
iktidar yapısını göz önünde bulundurmayan, kendi merkezine, kendi referansına
adalet açısından evrensel hukuk değerlerini, tıp açısından ise objektif
bilimsel gerçeklikleri alan bir mekanizma olması gerekiyor.
Bir diğer kriteri “nitelik”
olarak belirtmiştik. Adli Tıp Kurumunun nitelik açısından ne kadar yetersiz
olduğu kamuoyuna yansıyan pek çok olayda açığa çıktı. Gerek bilişim
teknolojisinin teknik birtakım desteğini alamama gerekse de bugüne kadarki
uygulamalarda halkımıza çok ciddi mağduriyetler getirme, artık, nitelik
açısından Adli Tıp Kurumunun bu işleyişle devam edemeyeceğini gözler önüne
sermektedir.
Bakın, bölgede yaşanan
çatışmalı bir süreç var ve bu çatışmalı süreç içerisinde yaşamını yitiren
gerillalar var. Bu gerillaların DNA testinin sonucu iki aylık bir süreden sonra
ailelerine bildiriliyor yani ölüm haberini alan bir aile, aradan iki aylık bir süre
geçtikten sonra kendi cenazesini bir şekilde alma, bir şekilde kendi inancına
göre defnetme imkânına sahip oluyor. Burada ciddi anlamda birtakım
revizyonların yapılmasıyla ilgili sadece bahsetmiş olduğumuz bu örnek bile
geniş bir perspektif sunuyor.
Diğer taraftan, JİTEM’in
işlediği cinayetlerle ilgili ortaya çıkan toplu mezarlarda, yapılan kazılarda
çıkan insan kemiklerinin Adli Tıp Kurumu tarafından “hayvan kemiği” denerek
nasıl geri gönderildiğini ve sonraki incelemelerde de bu raporların nasıl asılsız
olduğu defalarca kamuoyuna yansıdı. Dolayısıyla, burada hem güvenilirlik
açısından hem de nitelik açısından son derece vahim bir durumla karşı
karşıyayız.
Tabii, bilimsel birtakım
kriterlerin oturması açısından ise Adli Tıp Kurumunun sadece iç işleyişine
bakmamız yeterli. Kurumun kendi iç işleyişinde siyasi erki rahatsız eden
herhangi bir beyanatı bulunan öğretim görevlileri bile, Kurum içerisinde ya
sürgün edilmekte ya pasifize edilmekte veyahut da bir şekilde istifaya
zorlanmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
burada önemli bir sorunla karşı karşıyayız. Adli Tıp Kurumu hâlâ toplumsal ve
sosyal yaşamın her alanında etkisini sürdüren 12 Eylülün darbeci, militarist,
ırkçı, cinsiyetçi ve faşist uygulamalarının yansımasının olduğu bir kurum
niteliğindedir. Bunu birtakım teknik detaylarla buraya getirecek değilim ancak
yakın dönemde yaşanmış birkaç hadiseyi sizlerle birlikte paylaşmak istiyorum.
On üç yaşındaki N.Ç. davasında, tecavüze uğrayan bir kız çocuğunun davasındaki
sanık 26 kişinin nasıl aklanmaya çalışıldığını, Adli Tıp Kurumu tarafından
düzenlenen raporlarda tecavüze uğrayan kişinin beden ve ruh sağlığının yerinde
olduğuna dair vicdanları kanatacak uygulamaların nasıl olduğunu hepimiz
biliyoruz.
Diğer taraftan, Meclisin
gündemine detaylarıyla birlikte getireceğiz ancak burada sadece bir pencere
sunması açısından 2000 yılında Çanakkale Gelibolu’da askerlik yaparken, Bingöl
Karlıova nüfusuna kayıtlı topçu er Aydın Dere’nin yaşamını yitirmesiyle ilgili
Bursa Adli Tıp Kurumu ve İstanbul Adli Tıp Kurumunda çıkan çelişkili raporları
sizlerle birlikte paylaşacağız. Bursa Adli Tıp Kurumu raporunun “intihar”
diyerek kapattığı bir sürecin, ailenin duyarlılığı ve ısrarı sayesinde gerek bölge polis laboratuvarı
kriminal bölümünün incelemeleri gerekse İstanbul Adli Tıp Kurumunun daha sonra
otopsi incelemelerinde intihar olmadığı, kışla içerisinde yakın atışla yapılan
bir cinayet olduğu hem kamuoyuna hem de yargının ilgili birimlerine yansıtıldı,
ancak ailenin bu bahsetmiş olduğumuz duyarlılığına bugüne kadar herhangi bir
şekilde cevap veren bir adalet anlayışı açığa çıkmadı. Bu konuyu çok detaylı
bir şekilde Meclise getirip sizlerle birlikte paylaşacağız.
Diğer taraftan, hasta
tutuklularla ilgili Adli Tıbbın pratiği, son on yıl içerisinde “Cezaevinde
kalabilir.” raporu verdiği 973 tutuklunun yaşamını yitirmesidir. Hâlen 200’ün
üzerinde, ağır olup, ölümü bekleyen, cezaevinin olumsuz koşullarında yaşayan
tutuklu vatandaşlarımız vardır. Bu arkadaşların mevcut durumlarıyla ilgili
bütçe görüşmelerinde Mehmet Aras’ın nasıl ağırlaştığı, nasıl yoğun bakıma
alındığı ve nasıl yaşamını yitirdiğini neredeyse canlı yayında verecek şekilde
burada kürsüde sizlerle birlikte paylaştık. Ancak bahsettiğimiz bütün bu
duyarlılıklara rağmen üniversite hastanelerinin ve farklı hastanelerin
“Cezaevinde kalması uygun değildir.” raporu verdiği, tutsaklara bile Adi Tıbbın
siyasi bir alan üzerinden “Cezaevinde kalmaları uygundur.” raporu verdiklerini
biliyoruz.
Diğer taraftan, bu yaklaşım
varken siyasi erki hoşnut edecek kararları da sadece Hüseyin Üzmez örneğinde
görmemiz mümkündür. Yetmiş altı yaşındaki bir insanın on dört yaşındaki bir kız
çocuğuna tecavüzüyle ilgili olayda Adli Tıp Kurumunun nasıl bir aklama mekanizması
içerisinde üstün çaba sarf ettiğini hepimiz gördük. Dolayısıyla, Adli Tıp
Kurumunun gerek işleyiş açısından gerek yapısal ve örgütsel durumu açısından
yeniden ele alınmasına ihtiyaç vardır. Bağımsız ve özerk bir kurum bilimsel ve
evrensel birtakım kriterler neticesinde bir çalışma yaparsa toplum düzeyinde
tekrar güvenilirliğini kazanabilir. Bu nedenle Meclisin bu konudaki araştırması
son derece önemlidir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Devamla) -
Bu vesileyle, adalet ve hukuktan bahsetmişken son bir konuya da değinmek
istiyorum. Biliyorsunuz, bugün 15 Şubat. Şu anda bölgenin tamamı ayakta ve çok
ciddi hadiseler yaşanıyor. 15 Şubat 1999 tarihinde uluslararası bir komployla
Türkiye’ye teslim edilen PKK lideri Abdullah Öcalan’ın on üç yıldır içinde
bulunduğu ağır işkence sisteminin, İmralı işkence sisteminin tecritle nasıl
içinden çıkılamaz bir sorunlar yumağı getirdiğini hepimiz görüyoruz. Bu
tecridin kaldırılması, bahsetmiş olduğumuz İmralı işkence sisteminin artık, bir
şekilde sonlandırılması toplumsal barışa en fazla ihtiyaç duyduğumuz bu
günlerde mutlaka Meclis tarafından ele alınması gereken bir konudur. Dönemin
Başbakanı “Biz hâlâ Abdullah Öcalan’ın bize niçin verildiğini anlamış değiliz.”
diyerek son nefesinde bile bir durum tespiti yaparken ülkemizin hâlâ Sayın
Abdullah Öcalan üzerinden etnik bir çatışmanın ortasına sürüklenmek istenmesi
ve siyasal iradesinin…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Baluken.
İDRİS BALUKEN (Devamla) -
…Orta Doğu bölgesel politikaları çerçevesinde Amerika’ya teslim edilmek
istenmesine karşı bu Meclisin sorumluluğu olduğunu düşünüyorum.
Hepinize teşekkür ediyorum.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önerinin aleyhinde
Ağrı Milletvekili Ekrem Çelebi.
Buyurunuz Sayın Çelebi. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; ilk önce Adli Tıp Kurumumuzla ilgili olarak değerli Meclise
bir bilgi vermek istiyorum.
Sayın Başkanımızın ve
değerli milletvekillerimizin bildiği gibi… Tabii, ben özellikle kendi ilimden
başlamak istiyorum.
Bizim ilimiz gayrisafi
millî hasıla içerisinde, seksen bir ilin içerisinde en son sıralarda gelen bir
il ama özellikle AK PARTİ hükûmetleri iktidara geldikten sonra, sağlık
açısından gerçekten çok büyük bir terakkiyât göstermiştir. Ben, bu anlamda,
özellikle hem Sağlık Bakanlığımıza, bir de Adli Tıp Kurumu açısından Adalet
Bakanlığımıza teşekkür etmek istiyorum.
Şimdi, niçin ilk önce kendi
ilimle ben başladım, bunu sizlere arz etmek istiyorum. 12 Hazirandan sonra, özellikle seçim esnasında biz Ağrı’ya
gittikten sonra, bizim kendi bölgemizde vefat eden ve cenazelerimiz eğer adli
tıpta adli tıp işlemi gerektirecek herhangi bir şey olduğu takdirde bunlar ta
Trabzon’a kadar gidiyordu. Dolayısıyla, Ağrı’yla Trabzon arası yaklaşık olarak
sekiz-sekiz buçuk saat. Bu, tabii, bir de bizim mesela uç sınırlarda olan
ilçelerimiz var, işte bunlardan bir tanesi Doğubeyazıt’tır diğeri de Ağrı’dır.
Dolayısıyla, gidiş gelişler, nereden bakarsanız on sekiz saate varan bir işlem
vardı ama biz geldikten sonra, Adalet Bakanlığıyla, Sağlık Bakanlığıyla
birlikte bir çalışma başlattık ve şu anda bizim Ağrı merkezimizde kurulan bir
adli tıbbımız var. Ne zaman geçti faaliyete? 2011 yılı içerisinde ataması
yapıldı, 2/1/2012 tarihinde ise bizim doktorumuz görevine başladı.
Ben, tabii, babamın vefatı
nedeniyle geçen hafta da oradaydım. Bizim, özellikle Patnos’da bir gaz
sızıntısından dolayı, LPG’den dolayı bir tane vefatımız vardı.
Şimdi, devlet şunu yapıyor:
Daha önceki yıllarda devlet, mevcut bulunan ölüyü ta Trabzon’a kadar
götürüyordu ama burada Sayın Bakanımız var, ben kendilerine hassaten teşekkür
ediyorum. 41’inci dönem atamalarından sonra Ağrı’ya başlayan doktorumuz geldi,
görevine başladı. Cumartesi günü olmasına rağmen, biz kendilerine telefonla
haber verdik. Bizim Ağrı merkezle aramızda 93 kilometre… Ağrı ve Patnos
arasında 8 kez çığ düşmesine rağmen, yollar kapalı olmasına rağmen bu doktor
geldi, bizim Patnos Devlet Hastanesindeki vefat eden kardeşimize baktı ve
otopsisini verdi, geri gitti. Dolayısıyla, ertesi sabah biz gittik,
vatandaşlarımız toplanmışlardı. Samimiyetimle söylüyorum, devlet ricaline,
devlete karşı o kadar büyük bir minnettarlık vardı ki. Neden dolayı? Çünkü on
dokuz saatlik, daha önce, Trabzon’a gidip de morgda kalan bir vatandaşımız
bundan sonra gitmiyordu ve Patnos’ta doktor onun ayağına geliyordu.
Ben, bununla birlikte,
tekrar adli tıpla ilgili olarak sizlere bazı işlemleri sunmak istiyorum: 2659
sayılı Kanun’la adli mercilerce yöneltilen konularda resmî bilirkişilik yapmak
üzere kurulmuş bulunan Adli Tıp Kurumunda son yıllardaki gerek ulusal gerek
bölgesel ve gerekse uluslararası platformlarda önemli atılımlar yapılmıştır.
İstanbul’da bulunan merkez birimiyle taşra teşkilatından oluşan Adli Tıp
Kurumunun merkez biriminde 6 tane ihtisas kurulu ile 6 tane de ihtisas dairesi
bulunmaktadır. Taşra yapılanması ise iki grupta toplanabilir: Morg ve Kimya
İhtisas Dairelerinden oluşan grup başkanlıkları ile sadece 2 adli tıp uzmanının
bulunduğu şube müdürlükleridir. Yani ne demek bu? Mesela, diyelim ki Trabzon
merkezinde bir İhtisas Kurulu Daire Başkanlığı vardır ama Ağrı ilinde kurulan
ise sadece bir şube müdürlüğüdür. Dolayısıyla, şube müdürlüğünde çok farklı,
nüanslı cinayetler veya farklı usuldeki zehirlenmeler eğer adli tıp uzmanının
içinden çıkamayacağı bir şeyler olursa bunları merkeze göndermeyecek, kendi
ilinde bunları çözümleyecek.
Merkez teşkilatında 82,
taşra teşkilatında ise 124 adli tıp uzmanı ile adli olaylarda Kurum üzerine
düşen görevi yapmaya çalışmaktadır. Merkez birimin yanı sıra, 8 ilde grup
başkanlığı ile 41 ilde şube müdürlüğü hâlinde hizmet vermektedir. Şimdi,
bunlara ilave olarak da bölgesel adli tıplar kuruluyor. Ne demek? Mesela,
diyelim ki bunlardan işte bir tanesi Gaziantep’te kuruluyor veya bir tanesi
Erzurum’da kurulacak, artık satha bağlanıyor. Adli tıplar eskiden, özellikle
grup başkanlıklarında doktorlar illere gitmezdi ama bundan sonraki süreçte
illere bunların dağılımları olacak. Bunlardan, özellikle, bir an önce, Ankara,
Bursa, İzmir, Antalya, Adana, Trabzon, Malatya’da bulunan grup başkanlıklarına
2011 yılında Diyarbakır Grup Başkanlığı eklenmiş olup Erzurum Grup Başkanlığı
hizmet binasındaki tadilat işlemlerinin bitmesi durumunda hemen hizmete
alınacaktır.
Ayrıca, Samsun’da grup
başkanlığı kurulabilmesi amacıyla yer tahsisi ve bina yapımı çalışmalarına
devam edilmekte olup en kısa süreçte binaları da açılacaktır orada.
Adli Tıp Kurumunun
modernizasyonu amacıyla 2012 yılı yatırım planlarına İzmir, Antalya, Bursa,
Diyarbakır grup başkanlıklarının yeni hizmet binalarının yapılması için de
girişimler yapılmaktadır.
Ülkece yaşanılan ve
kamuoyunda Mavi Marmara olayı olarak da adlandırılan ve 9 vatandaşımızın
ölümüyle sonlanan olayla ilgili olarak İstanbul Protokolü kapsamında 374
kişinin muayeneleri yapılmış, istenen tetkiklerin tamamlanmasından sonra
raporlar yine adli mercilere ulaştırılmıştır.
Trabzon’da meydana gelen ve
İspanyol askerlerinin ölümüyle neticelenen uçak kazası sonrası olay yeri
incelemeleri ve kimliklendirme çalışmaları Kurumumuz elamanlarınca yerine
getirilmiş, hazırlanan raporlar ve otopsi işlemlerine katılan adli tıp
uzmanlarının İspanya mahkemelerindeki ifadeleri üzerine İspanya’da bazı askerî
personel görevlerinden el çektirilmiş ve ülkemize övgüler yağdırılmıştır.
Yine, Mardin ilinde meydana
gelen hepinizin hatırlayacağı olaylardan bir tanesi, 44 vatandaşımızın öldüğü
ateşli silahlı saldırı olaylarında Adalet Bakanlığının da desteğiyle süratle
bölgeye adli tıp uzmanları gönderilmiş, otopsi teknisyenleri sevk edilerek adli
işlemlerin bir an önce bitirilmesi sağlanmıştır. Takip eden süreçte de gerek
Diyarbakır gerekse Malatya grup başkanlıklarındaki adli tıp uzmanı sayıları
artırılmış, böylece çevre illerde meydana gelen olaylara daha kısa zamanda
müdahale edilme imkânına ulaşılmıştır. Bunun en son örneği ise yine Uludere’de
meydana gelen elim olaydır.
Van ilimizde meydana gelen
depremde Diyarbakır ve Malatya grup başkanlıklarına sevk edilen adli tıp uzmanlarıyla
otopsi teknisyenlerince kimliklendirme işlemlerinin bir an önce yapılması
sağlanmıştır.
TCK 102/5 ve 103/6’ncı
maddeleri kapsamındaki cinsel istismara uğradığı iddia edilenlerle ilgili
olarak, yine hem Adalet Bakanlığı hem Sağlık Bakanlığı ve Adli Tıp
Başkanlığımız koordineli çalışarak daha az travmatize olmaları, muayenelerinin
bir an önce ve bayan doktorlara muayene olmak isteyenler olabileceği
düşüncesiyle konuyla ilgili olarak gerek Altıncı Adli Tıp İhtisas Kurulunda
gerek adli tıp şube müdürlüklerinde bayan adli tıp uzmanları istihdam
edilmiştir.
Bununla ilgili olarak yine
özellikle Plan ve Bütçe Komisyonunda Sayın Bakanımız Fatma Şahin’in de bu
konuyla ilgili çok büyük bir hassasiyetleri olmuştur. Bundan sonraki tecavüze
uğrayan veya bu anlamda farklı vakalarda özellikle cam odalar faaliyete
geçecek; bu da, özellikle bizim bakanlıklarımızın Adli Tıp Kurumuna ve bu
anlamda hâkim ve savcılarımıza yardımcı olabilecek niteliklerden bir tanesidir.
Yine, Adli Tıp Kurumunun
tüm birimlerinde standardizasyonun sağlanması amacıyla başlatılan çalışmalar
çerçevesinde kimya ihtisas daireleri arasında koordinasyon sağlanmış
-cihazlarda büyük eksiklikler daha önce vardı, özellikle 2002 yılı öncesinde-
bu cihazların bütünlüğü temin edilmiş olup böylece şu anda özellikle Adli Tıp
Kurumunun tüm kimya ihtisas dairelerindeki tetkikler çok açık ve çok net bir
şekilde ortaya çıkmaktadır.
Uluslararası platformlarda
daha etkin olabilmek amacıyla Kurumumuzda başlatılmış olan akreditasyon
çalışmalarının alanları da genişletilmiştir. Yine, şunu beyan etmek istiyorum:
Özellikle bizim Türki cumhuriyetlerde ve bazı Balkan ülkelerinde adli tıp
birimlerinin kendi ülkelerinde kurulmasına dair de Adli Tıp Kurumu
Başkanlığımızda ve Adalet Bakanlığımız bünyesinde girişimlerde bulunulmaktadır.
Ben, bu vesileyle,
özellikle tekrar Sayın Sağlık Bakanımıza ve Adalet Bakanımıza teşekkürlerimi
sunmak istiyorum, bizim ilimizde yapılan bu Adli Tıp bürosunun işleme konulması
nedeniyle. Ben yüce heyetinize de saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Çelebi.
Önerinin lehinde, İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu.
Buyurunuz Sayın Tanrıkulu.
(CHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; BDP grup önerisinin lehinde
söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, grup
önerisinde, Adli Tıp Kurumunun yaşadığı sorunların geniş bir çerçevesi çizildi.
Ben de bu çerçeveyi tekrarlamak istemiyorum ancak şunu ifade etmek istiyorum:
Geçen yıl Sayın Cumhurbaşkanının istemi üzerine Devlet Denetleme Kurulu
harekete geçmişti ve Adli Tıp Kurumunun işleyişi, 2007-2008 ve 2009 yıllarına
ilişkin işleyişi ve yeniden yapılandırılmasına ilişkin bir görev almıştı Devlet
Denetleme Kurulu ve bu Kurul geçen yıl raporunu açıkladı, 545 sayfadan oluşan
bir rapor yayınladı. Bu rapor kamuoyuna açık bir rapor değildi ve bunun 28
sayfası ancak kamuoyuna açıklandı, Devlet Denetleme Kurulu raporunun 28 sayfası
açıklandı. Bu 28 sayfasında Devlet Denetleme Kurulu, Adli Tıbbın hem
bilirkişilik bağlamında hem de yeniden yapılandırılması anlamında yirmi üç tane
çok değerli tespite yer verdi. Ancak aradan geçen zaman içerisinde Adalet
Bakanlığının Devlet Denetleme Kurulunun bu raporundaki istek ve önerilere bir
yanıt vermediği anlaşılmakta. Bu nedenle Adli Tıp Kurumuyla ilgili olarak bu
Meclisin yasama faaliyeti çerçevesinde geniş bir araştırma yapmasının son
derece yararlı olduğunu düşünmekteyiz. Tabii, sizler yine dinlemiyorsunuz,
araştırma önergelerinin ve burada yaptığımız faaliyetin bir yasama faaliyeti
olduğunun farkında değilsiniz. Bunu tekrar size hatırlatıyorum.
Değerli arkadaşlar, bakın,
bu kürsüde muhalefetin doğruyu söyleyebilme ihtimalinin var olduğunu düşünün
-bunu bir kez daha söylemiştim, yine söylüyorum- kulağınızı bizlere tıkamayın.
Burada Türkiye'nin temel sorunları noktasında önemli sözler söyleniyor. Sizler
ise basmakalıp sözlerle çıkıp burada bizim önerilerimizin doğru olabilme
ihtimalini bile görmeden ret konusunda beyanda bulunuyorsunuz ve daha sonra
oylarınızla bunlar reddediliyor.
Değerli arkadaşlar, sadece
Meclisin ihtisas komisyonları çalışma yapmaz. Burada 550 milletvekiliyiz,
hepimizin çok önemli işleri yok, 550 milletvekilinin, özellikle iktidar partisi
milletvekillerinin. Bizler her gün burada soru önergesi veriyoruz, araştırma
önergesi veriyoruz, yasa önerisi veriyoruz, sizlerin çok fazla işleri yok, çok
önemli işleri yok, bu faaliyetten daha önemli işleriniz yok. Bu nedenle, bu
araştırma önergelerine neden karşı çıktığınızı, neden Türkiye'nin temel
sorunları noktasında, araştırma önergeleri noktasında, bu Meclisin bir
araştırma komisyonu kurması noktasında tutum almadığınızı anlamış değiliz,
anlayamıyoruz. Aradan yedi sekiz aylık bir zaman geçti 12 Hazirandan bu yana, bu
Meclis henüz bir araştırma komisyonu kurmuş değil. Söylediklerimizin hiçbiri mi
değerli değil, hiçbirinin mi bir anlamı yok?
Bugün konuştuğumuz Adli Tıp
Kurumuna ilişkin konu. Her gün bir gazetede adli tıpla, adli tıbbın işleyişine
ilişkin büyük bir skandalla karşı karşıya kalıyoruz. Bunları okumuyor musunuz?
Bir kulağınızdan girip diğer kulağınızdan çıkıyor mu?
Daha dün gazetelerde
manşetler vardı, Hopa’da öldürülen Metin Lokumcu’ya ilişkin rapor. Adli Tıp
Uzmanlar Derneği, Türk Tabipler Birliği alternatif bir heyet oluşturdu, bu
heyet Metin Lokumcu’nun ölümü üzerine
yeni bir rapor yayınladı. Adli Tıp raporunun tam aksinde görüş ortaya koydular.
Şunu söylüyorlar o raporda… Sizi ilgilendirmiyor tabii bunlar. İnsanların ölümü
ilgilendirmiyor sizleri. Bugüne kadar biber gazından 10 kişi öldürüldü, biber
gazından, bu iktidar döneminde, 10 kişinin, biber gazı nedeniyle ölümüne neden
olundu. Bunlardan bir tanesi de Metin Lokumcu. Trabzon’daki Şube Müdürlüğünün
raporu ne diyordu: “Efendim, bu, akciğer yetmezliği ve kalp yetmezliğinden
ölmüştür” Sonra Adli Tıp Birinci İhtisas Kurulu ne diyor? O da aynı raporu
tekrarladı. Oysa, elimizde yeni bir rapor var. Bu rapor tek başına bile, Adli
Tıp Raporunun yersiz olduğunu gösteren bu rapor tek başına bile Adli Tıp Kurumuyla
ilgili olarak bir araştırma yapılmasını gerekli kılar, diğerlerini
söylemiyorum.
Türkiye'nin en temel
sorunları noktasında bu kadar duyarsız, bu kadar görmezden gelen bir tutum
olmaması gerekir.
Devlet Denetleme Kurulunu
harekete geçiren Sayın Cumhurbaşkanı
-sizin içinizden seçilen bir Cumhurbaşkanı- kamuoyunun duyarlılığına
kulak vermiş ve kendi yetkisinde olan bir kurumu harekete geçirmiş. Okudunuz mu
acaba? 545 sayfa, 28 sayfalık da sonuç bölümü var, 23 tane çok değerli öneri
var. E, gelin, bir yıl içerisinde neden bunlar yerine getirilmedi, neler
yapılabilinir, yasama organı saygınlığı açısından da bunu yerine getirelim ama
biraz sonra bir arkadaşımız daha çıkacak, işte, “Çok değerli çalışmalar
yapılmıştır, Ağrı’da şube müdürlüğü kurulmuştur, burada bu kurulmuştur, kadro
sayısı böyle olmuştur, Bakanımıza teşekkür ediyoruz.” diyecektir ve yine bu
sorunlar hasıraltı edilecektir. Yasama organı saygınlığı açısından da olsa bu
araştırma önergelerine kulak vermeniz gerekir. Zira, Adli Tıp Kurumu Türkiye’de
adaletin kanayan yarasıdır. Sadece bugün değil, 12 Eylülden sonra oluşturulan
bütün kurumlara bu kadar çok sahip çıkmanızı anlayabilmiş değiliz. Neden 12
Eylülün bütün kurumlarına bu kadar çok sahip çıkıyorsunuz? YÖK gibi Adli Tıp
Kurumuna sahip çıkıyorsunuz? Neden özerk bir yapıya bürünmesine karşı
çıkıyorsunuz? Neden idari açıdan özerk olmasına karşı çıkıyorsunuz? Neden bir
bilimsel kurul olmasına karşı çıkıyorsunuz? Çünkü Şili’de olduğu gibi şu anda
da Adli Tıp Kurumu iktidarın kirli çamaşırlarını yıkayan bir araç hâline
dönüşmüştür, bu nedenle karşı çıkıyorsunuz, iktidar olduğunuz için karşı
çıkıyorsunuz. Yoksa gelin, beraber bir araştırma komisyonu kuralım. Bu
araştırma komisyonunda başlangıçta da Devlet Denetleme Kurulunun önerilerini
dikkate alalım ve o öneriler doğrultusunda da bu Meclisin Adli Tıp Kurumunu
yeniden nasıl yapılandıracağı noktasında öneriler ortaya koyalım, beraber bunu
yapalım. Tek başına Adalet Bakanlığının yapacağı iş değil bu. Biz Adalet
Bakanlığına burada milletvekilleri olarak, yasama organı olarak yol
gösterebiliriz. Kamuoyunda da adaletin gerçekleşeceği noktasında, Adli Tıbbın
özerk, bilimsel bir kurum olacağı noktasında bir inanç yaratmış oluruz. Bu
hepimizin sorumluluğundadır ama bütün bunlara karşı çıkıyorsunuz hiçbir gerekçe
göstermeden.
Son olarak şunu ifade
edeyim değerli arkadaşlar: Meclis bugünlerde çok önemli bir tartışmayı
yapmakta, Komisyon MİT’le ilgili bir tartışmayı yapmakta. Bununla ilgili olarak
da şu görüşleri burada ifade etmek durumundayım, dün Komisyonda ifade ettim,
burada da ifade ediyorum: Siyaseten ve hukuken yanlış yapıyorsunuz, bu konuda
siyaseten ve hukuken yanlış yapıyorsunuz. Bunun siyasi hesabı da ağır olur,
hukuki hesabı da ağır olur. Bu nedenle, bu Genel kurula gelmeden, kim
yapacaksa, nasıl yapacaksa, bu teklifin geri çekilmesini sağlayın. Geri
çekilmesini sağlayın, beraber bu teklifin arkasındaki nedenleri masaya
yatıralım, beraber çözmeye çalışalım; yoksa, palyatif tekliflerle Türkiye’nin
en temel sorunlarını çözemeyiz. Bir gün gelir tekrar sizi vurur çünkü
mevzuatımız büyük mayınlarla dolu. Sizin döneminizde oldu bütün bunlar.
Biraz önce Başbakan
Yardımcısını dinliyordum CNN’de -devletin bu kurumlarına bu kadar çok sahip
çıkan bir anlayışı da kabul etmiyorum- aynen şunu söyledi: “Özel yetkili
mahkemeler Türkiye’nin ihtiyacıdır. Özel yetkili mahkemeler geçmişte de
olmuştur, olacaktır.”
Bununla, Sayın Başbakan
Yardımcısı, sadece bugünkü özel yetkili mahkemelerin uygulamalarına sahip
çıkmıyor, sıkıyönetim mahkemelerinin de gerekli olduğu düşüncesini ifade
ediyor, devlet güvenlik mahkemelerinin de gerekli olduğu düşüncesini ifade
ediyor, Yassıada mahkemelerinin de gerekli olduğu düşüncesini ifade ediyor.
Aynen böyle, “Özel yetkili mahkemeler Türkiye’nin ihtiyacıdır.” diyor.
Eğer bugün iktidar bu noktaya
gelmişse, özel yetkili mahkemeler konusunda dünyanın yarattığı standartların
dışına çıkmışsa, bunu bir siyasi araç olarak kullanıyorsa bir gün bu araç gelir
kendisini de vurur, sizleri de vurur. Bu nedenle, gelin, bu yasayı geri çekin,
başta özel yetkili mahkemeler olmak üzere Türkiye’nin temel sorunlarına,
beraber, burada, bu Mecliste çözüm arayalım.
Önerinin lehinde oy
kullanacağız.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Tanrıkulu.
Önerinin aleyhinde, Kırıkkale
Milletvekili Ramazan Can.
Buyurunuz Sayın Can. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin Adli Tıp
Kurumunun sorunlarının gündeme getirilmesine yönelik grup önerisinin aleyhinde
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Benden önce Cumhuriyet Halk
Partili Hatip, burada, AK PARTİ’nin kirli çamaşırlarını Adli Tıp Kurumunun
örtbas ettiğine, kapattığına dair bir şeyler söyledi. Eğer bildiğiniz bir
şeyler varsa, bunu bu kürsüden dile getirin, milletin kürsüsünden. Eğer
bilmiyor da, bir şaibe oluşturmak için söylüyorsanız sizi ben müfteri ilan
ediyorum. Müddei iddiasını ispat etmek durumundadır. Eğer müddei iddiasını
ispat etmiyorsa müfteridir. Diğer taraftan, AK PARTİ’nin hiçbir dönemde kirli
çamaşırı olmamıştır, AK PARTİ aksine kendisinden önceki kirli çamaşırları
ortaya çıkaran bir parti olmuştur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; grup önerileri artık klasik bir metot hâlinde Meclisin çalışmalarını
kilitlemeye matuf günlük verilen öneriler hâline geldi. Bu nedenle grup
önerilerini samimi görmüyoruz, samimi görmediğimizden, gündemi değiştirmeye
matuf gördüğümüzden dolayı da “Kabul” oyu vermiyoruz.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) –
Dilerim Adli Tıbba bir işin düşsün!
RAMAZAN CAN (Devamla) –
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Adli Tıp Kurumunun tarihine bir
baktığımızda Adli Tıp Kurumu, ta Osmanlı dönemine, 1840’lara dayanmaktadır.
1840 yıllarında modern tıp eğitiminin kuruluşu olarak 14 Mart 1827 tarihinde
Tıbhanei Amire ve daha sonra açılan Cerrahnamei Amire okulları birleştirilerek
1839 yılında adli tıpla ilgili ders verilmeye başlanmıştır. Dönemin padişahının
fermanıyla ceza kanunlarında değişiklik yapılmış, modern yazılı ceza
kanunlarıyla birlikte II. Mahmut tarafından bir mektep açılmıştır. Bu mektepte
Avusturyalı Muallim Bernard tarafından da adli tıp dersleri okutulmaya
başlanmıştır.
Ceza hukukundaki
ilerlemelerle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi 1920 yılında 38 sayılı
Tababeti Adliye Kanunu ile adli tabiplerin görev ve yetkilerini düzenleyen
kanunu çıkarmıştır. Bu kanunla birlikte adli tıp hizmeti cinayetlerde,
yaralanmalarda, şüpheli ölümlerde yargıya hizmet verir boyutta gelişmesini
sürdürmüştür.
En son 14 Nisan 1982
tarihli 2659 sayılı Adli Tıp Kanunu kabul edilmiştir ve günümüze değin de Adil
Tıp Kanunu 2003 yılında yapılan bir değişiklikle mevcut hâlini korumaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Adli Tıp Kurumu Başkanlık binası Cerrahpaşa’da, Samatya’da
maalesef içler acısı bir hâldeyken 2006 yılında Adalet Bakanlığımızca
Yenibosna’da modern bir binaya kavuşturulmuştur. Bu modern bina modern
tesisatlarla da donanmış ve yargının hizmetine sunulmuştur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Adli Tıbbın görevlerine değinecek olursak; Adli Tıp,
mahkemeler, hâkimler ve savcılıklar tarafından görevlendirilen, adli tıpla
ilgili konularda bilimsel ve teknik görüş bildiren resmî bir kurumdur. Adli tıp
uzmanlığı ve dal uzmanlığı eğitimi, tıpta uzmanlık çerçevesinde de hizmet
vermektedir. Eğer bu Kurum içerisinde yanlış yapanlar varsa, yanlış rapor
düzenleyenler varsa, eğer delilleri karartma noktasında hakkını kötüye
kullanan, istismar edenler varsa tabii ki bu yönde şikâyet hâlinde Adalet
Bakanlığına bağlı bir kurum olduğundan dolayı idari tahkikat yapılacaktır ve
idari tahkikata konu somut bir şeyler ortaya çıktığında Adalet Bakanlığı da
gereğini yapacaktır.
Diğer taraftan, yargısal
denetimi de vardır. Eğer savcılığa bir şikâyet dilekçesi varsa, elde deliller
varsa savcılık resen ya da bir ihbar üzerine konuyu araştıracaktır, gerekli
görürse de kamu davasına ikame edecektir.
Adli Tıp Kurumunun
gelişmesi, yargı gerçeğini, yargının ulaşacağı maddi gerçeğin ortaya çıkması
anlamında da önemli hizmet vermektedir. Bu manada dönemimizde gerçekten güzel
çalışmalar da yapılmıştır. Adli Tıp Kurumu, Başkanlık olarak İstanbul’da
merkezi olmakla birlikte, bölgelerde de hizmet verir hâle gelmiştir. Ankara,
Bursa, İzmir, Antalya, Adana, Trabzon ve Malatya’da bulunan grup
başkanlıklarına 2011 yılında Diyarbakır Grup Başkanlığı eklenmiş ve Erzurum
Grup Başkanlığı hizmet binasındaki tadilat işlemlerinin bitmesi durumunda hemen
hizmete alınacaktır. Ayrıca, Samsun’da grup başkanlığı kurulabilmesi amacıyla
yer tahsisi ve bina yapımı çalışmaları da devam etmektedir. Yine, Adli Tıp
Kurumunun modernizasyonu amacıyla 2012 yılında planlamaya alınan İzmir,
Antalya, Bursa, Diyarbakır grup başkanlıklarının yeni hizmet binalarının yapımı
için de girişimlerde bulunulmuştur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; otopsi işlemlerinde gecikme olmaması amacıyla Gaziantep ve
Şanlıurfa illerinde otopsi merkezleri kurulması planlanmış, bunun için seçilen
yerlerde tadilat işlemleri bitmek üzere olup çok yakın bir zamanda, bir iki ay
gibi kısa bir süre içerisinde hizmete geçilmesi planlanmıştır.
Grup önerisinde dile
getirilen cinsel istismarla ilgili konuya da değinmek istiyorum. Cinsel
istismarla ilgili TCK’nın 102/5 ve 103/6 maddeleri kapsamında, cinsel istismara
uğradığı iddia edilenlerle ilgili olarak Adalet Bakanlığımız Sağlık
Bakanlığıyla koordineli çalışarak kişilerin daha az travmatize olmaları,
muayenelerini bir an önce ve hızlı bir şekilde gerçekleştirebilmeleri amacıyla
tek kişilik muayene odaları kurulmuş, bayan doktora muayene olmak isteyenler
olabileceği düşüncesiyle, konuyla ilgili gerek Altıncı Adli Tıp İhtisas
Kurulunda gerekse Adli Tıp şube müdürlüklerinde bayan adli tıp uzmanları istihdam
edilmiştir. Başkanlık taşra teşkilatında da hizmetin bu şekilde yürütülebilmesi
için çalışmalarına devam etmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin grup önerisini samimi
görmediğimizden aleyhe oy kullanacağımızı bildiriyor, yüce heyetinizi tekrar
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Can.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN – Karar yeter sayısı
istenmiştir.
Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
On dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.24
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.38
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP
ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Muhammet Bilal MACİT (İstanbul)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 66’ncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşlarına
devam edeceğiz.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun
önerisinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi, o öneriyi
yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım:
Öneriyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir,
karar yeter sayısı vardır.
Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun
İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme
alacağım ve oylarınıza sunacağım.
2.-
Çanakkale Milletvekili Ali Sarıbaş ve arkadaşları tarafından, yerel gazetelerin
ve gazetecilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel
Kurulun 15/2/2012 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
15.02.2011
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulu; 15.02.2012 Çarşamba
günü (Bugün) toplanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19
uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz
ederim.
Muharrem
İnce
Yalova
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Çanakkale Milletvekili Ali Sarıbaş ve
arkadaşları tarafından, 25.11.2011 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına "Yerel gazetelerin ve gazetecilerin sorunlarının
araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi" hakkında verilmiş
olan Meclis Araştırma Önergesinin, (144 sıra nolu) Genel Kurul'un bilgisine
sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 15.02.2012 Çarşamba
günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli
birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Önerinin lehine Çanakkale
Milletvekili Ali Sarıbaş. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Sarıbaş.
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; bugün, 25 Kasım 2011 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi ve 25
arkadaşımızla birlikte verdiğimiz, yerel basının sorunlarının araştırılmasıyla
ilgili önerge üzerine söz almış bulunuyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki ülkemizde yerel basınımızın ve gazetecilerimizin
sorunlarını saymakla bitiremeyiz. Ancak o kadar sorunları olmasına karşın
sorunlarının en başında basında, günümüzde, özgürlük gelmektedir. Bugün 105’e
yakın gazetecimiz Terörle Mücadele Kanunu’ndan yargılanıyor. Halkımızın özgür
ve bağımsız haber alma hakkı gittikçe daralıyor. Bazı gazeteciler örgütle
bağlantıları olduğu iddiasıyla yargılanırken ortada ne örgüt var ne de örgüt
adına rastlıyoruz. Hatta İstanbul Valisi protesto edildiği için tutuklanan
gazetecimiz bile var.
Yazdıkları yazılar nedeniyle
zindanlarda tutulan onlarca gazeteci arasında halkımızın oylarıyla milletvekili
seçilen Gazeteci Yazar Mustafa Balbay, Kanal B televizyonunun imtiyaz sahibi
Profesör Doktor Mehmet Haberal, Tuncay Özkan, Nedim Şener, Ahmet Şık, Profesör
Doktor Yalçın Küçük, Soner Yalçın başta olmak üzere onlarca gazeteci suçlarının
ne olduğunu bilmeden, “Ergenekon” adı verilen, davadan dolayı zindanlarda
tutulmaktadır.
Bu tablo ile tutuklu gazeteci sayısının
105’lere çıktığı ülkemiz, dünyada tutuklu gazeteci sayısı itibarıyla da
1’inciliği ele geçirmiştir. AKP Hükûmetinin dört elle sarıldığı Terörle
Mücadele Yasası ile siyasetçilere, öğrencilere, gazetecilere, sendikacılara,
aydınlara yönelik tutuklamalar son hızla devam ederken, tutuklu gazeteciler
gerçeği ayyuka çıkmıştır. Ocak 2011’de 39 olan tutuklu gazeteci sayısı, ne
yazık ki Ocak 2012’de 105’e yükselmiştir. Bu hâliyle, ülkemiz, tutuklu gazeteci
bakımından dünyanın en büyük hapishanesine dönüşmüştür. Hatta, kitabı dahi
basılmadan, düşüncesi itibarıyla bile içeride bulunan yazarlarımız ve
gazetecilerimiz vardır. Başbakanın, Cumhurbaşkanının, AKP’li bakan ve
yöneticilerin peş peşe “Onlar gazeteci değil, teröristtir.” şeklindeki
açıklamaları da ne yazık ki gerçeği örtbas edemiyor. Olsa olsa, bu açıklamalar,
suçluluk psikolojisiyle yapılmış açıklamalardır.
Değerli milletvekilleri, yerel gazete
ve gazetecilerimizin sorunlarının tespitini yaparken ulusal basınımızın ve
gazetecilerimizin sorunlarından soyutlayarak saymamız söz konusu değildir.
Ulusal gazete ve gazetecilerimizin sorunları neyse, yerel gazete ve
gazetecilerimizin sorunları da aynıdır. Halkımızı aydınlatma ve zamanında bilgi
sahibi yapma görevini yerine getirirken çok sayıda ciddi sorunlarla karşı
karşıya kalmakta, baskılar görmekte ve dolayısıyla ayakta kalmakta
zorlanmaktadırlar. Yerel gazetelerimizin ayakta kalmalarının can damarlarından
olan ilan pastasından pay alma konusunda sıkıntılar yaşanmakta ve Resmî Gazete
ilan pastasından yeterince pay alamamaktadırlar. Ticari ilan ve reklam
yetersizliği, kâğıdı temin etme zorluğu ve gazete okuma oranlarının düşüklüğü
yanında, yetersiz tiraj, satışı artırmak için içeriği iyileştirmek yerine
magazin haberleri ve promosyon kampanyalarında çare aramak, teknolojiden
yeterince yararlanamama, kalifiye eleman bulma sıkıntısı gibi birçok etken
yerel basınımızın gelişmesini olumsuz yönde etkilemektedir.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün
“fazilet adaları” olarak nitelendirdiği yerel basınımızın en önemli
sorunlarının başında ekonomik sorunlar yer almakta; yerel basınımız haber
malzemeleri bulmakta büyük zorluklar çekerken, bir yandan yerel iktidar
çevrelerinin baskısı altında görev yapmaya, diğer yandan da iktidar baskısı
altında kıvranıp durmaktadırlar. Bu zorluklar içerisinde yayın hayatını sürdürmeye
çalışan gazetelerimiz gerçek anlamda gazetecilik faaliyetlerini yerine
getirememenin sıkıntısını yaşamaktadırlar.
Resmî ilanların dağıtımında, Basın İlan
Kurumunun bulunduğu illerde reklam ve ilan pastasından pay alma bir ölçüde
aşılsa da, Basın İlan Kurumunun bulunmadığı illerde resmî ilanların yerel
gazetelere dağıtımında çok ciddi sorunlar yaşanmakta, eşit bir şekilde dağıtım
yapılmamaktadır.
Ayrıca yerel yönetimlerin ve büyük
ticari kuruluşların da ilan ve reklam konusunda yeteri kadar duyarlı olmadıklarını
görüyoruz. Bugün Anadolu’da bir banka, fabrika ya da hastane açan bir iş adamı,
kuruluşunun tanıtımını yapmak üzere vermiş olduğu ilan ve reklamını yerel
gazeteler yerine ulusal gazetelere vermeyi tercih etmektedir. Bu durum da yerel
gazeteler açısından olumsuz bir durum yaratmaktadır. Ayakta durabilmelerini
sağlayabilecek ekonomik dengenin bozulmasına neden olmaktadır.
Yerel gazeteler açısından resmî ilan
pastasından pay almak çok önemlidir. Basın İlan Kurumunun bulunduğu merkezlerde
yayının sayfa sayısına ve süresine bakılarak ilanlar dağıtılırken, İlan
Kurumunun bulunmadığı yerde ise bu dağıtım valiliklerin ve kaymakamlıkların
inisiyatifine bırakılmıştır. Valilik ve kaymakamlıklar da bu yetkilerini adil
kullanabileceği gibi istismar da edebileceklerdir. Nitekim günümüzde vali ve
kaymakamların günümüz iktidarı içerisinde siyasi birer ilçe başkanı ya da il
başkanı gibi çalıştıkları göz önüne alınırsa -yerel basınımızın da- ne
kadar -bu paydan- tarafsızca görevini
yerine getirildiği sizlerce malumunuzdur.
Yerel basınımızın bir diğer sorunu da
yeteri kadar teknolojiden yararlanamama sorunudur. Teknoloji eksikliği
gazetenin çıkmasına, yayınlanmasına ve dağıtımına kadar her aşamada kendisini
hissettirmektedir. Yerel basınımız…
Son yıllarda yapılan araştırmalar yerel
gazetelerin yüzde 28,6’sının elle, yüzde 39,6’sının makineyle, yüzde 31,7’sinin
ise bilgisayarla dizildiğini ortaya koymuştur. Hâlâ ülkemizde yerel basının
pedallı, portatif, fotokopi makinelerle çıkarılmaya çalışıldığını da
gözlemlemekteyiz.
Diğer sorun ise yerel gazetelerimizin
tiraj sorunudur. Gazetenin tüm teknik işlerinin ve içeriğinin hazırlanmasından
sonra satış için tezgâhlara çıkması, daha değişik yöntemlerle okura ulaşması
gerekmektedir. Gelişmiş ülkelere göre ülkemizde gazete okuma alışkanlığı fazla
yoktur. Gazete okumaya ilgi az olunca da özellikle 1990’lı yıllardan başlayarak
günümüze kadar kuponla hediye dağıtma ve lotarya yöntemleriyle tiraj artırmak
istenmiş, bu şekilde tirajlarını artırarak bazı ulusal gazetelerimiz ancak
ayakta kalabilmişlerdir.
Yerel gazetelerimiz, ulusal basınımızın
yan kolu gibi algılansa da ne yazık ki yerel basınımız yayınlandığı bölgenin ve
kişilerin sorunları başta olmak üzere, sorunların çözümü, ilişkilerin gelişimi
ve olumlu yönde kamuoyu oluşturmaktadırlar.
Ülkemizde yaklaşık bin civarında olan
yerel basınımızın ve basın mensuplarımızın sorunları çoktur. Çeşitli ilçelerde
çıkan yerel gazetelerimiz başta olmak üzere, idari, mülki ve yayınlandıkları
bölgelerdeki kamu kurum ve kuruluşları ile çok yakın ilişkileri olması
dolayısıyla, başta haber kaynağına ulaşmakta zorluk çekmektedirler.
Çok değerli milletvekilleri, kuruluşlarımızın
ve özellikle yerel basınımızın bu ulvi görevlerini yerine getirirken onların
ekonomik anlamda desteklenmesi ve çözüm yollarının bulunması amacıyla
arkadaşlarımızla birlikte vermiş olduğumuz önergenin desteklenmesini ve
komisyon kurulmasını rica ediyorum.
En derin sevgi ve saygılarımı
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Sarıbaş.
Aleyhinde İstanbul Milletvekili Tülay
Kaynarca. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Kaynarca.
TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) – Sayın
Başkan, çok değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi
aleyhine söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Önce bir tespiti yapmak gerekir diye
düşünüyorum. Yerel basın, demokrasinin olmazsa olmazıdır. Dolayısıyla teşvik
edilmesi, güçlendirilmesi, destek olunması konusunda Hükûmetimizin de
hassasiyetlerini vurgulamamızda fayda var. Yerel medyanın yetişmiş eleman ve
teknik konularda yetersizliği, bunlara bağlı olarak okunabilirlik ve
izlenebilirlik oranlarını artırabilme, bu konudaki çalışmalara yönelik
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğümüz bünyesinde birçok çalışma
yapılıyor.
Önce bu tespitleri yerinde ifade
etmekte fayda var. Nedir bunlar? Öncelikle, seminer düzeyinde çalışmalar var,
mesleki eğitim düzeyinde çalışmalar var, haber ajansı, habere kolay ulaşabilme
adına yapılabilirlikler var, basın kartı alabilmek adına yapılabilecek
çalışmalar var. Bunlar, gerçekten, bugüne kadar, son on yıl içerisinde yerel
basını teşvik edebilmek, güçlendirebilmek adına atılmış adımlar içerisinde ama
hâlâ yapılabilecekler yok mu? Var. Onların taleplerinin de meslek örgütleri
düzeyinde ele alınması, meslek örgütlerinin bu konuda, basın yayınla ilgili,
gerek konsey gerek birlik gerek tüm çalışmalarda, cemiyetle ilgili tüm
çalışmalarda yerel basın ayağıyla ilgili takılan noktalarda -bunun maddi boyutu
da çok önemli elbette- gerekli adımları atmak lazım.
Ben, bunu kısa tutmamak adına birkaç
reel sonuçtan da bahsetmek istiyorum. O da şu: Bu kapsamda yurdun değişik
bölgelerinde, bölgesinde yılda iki kez yerel medya eğitim seminerleri
düzenlenmektedir ki on yedi ili kapsıyor bugüne kadar yapılan çalışmalar
içerisinde. Bunlar içerisinde röportaj eğitimi var, yapılan seminerler bunun
içerisinde yer alıyor, yönetmelik değişiklikleri, basın ilanlarıyla ilgili,
basın kartıyla ilgili yapılan çalışmalarla ilgili de bu eğitim kapsamı
içerisinde yer alıyor, yılda iki kere sanıyorum on yedi ili geçen bir eğitim
çalışması.
Yine, haber ajansı üyeliği var değerli
milletvekillerimiz, bu da çok önemli. Habere ucuz ulaşabilme, habere daha rahat
ulaşabilme adına yerel basına tanınan bir avantaj bu. Nedir? Yerel medyaya
yönelik hizmetlerden haber ajansı üyeliği, medya kuruluşlarımıza Genel
Müdürlüğümüzce sağlanan, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğünce sağlanan
haber ajansı avantajı var. Bu hem maliyeti düşürüyor hem güçlendirebilmek adına
avantajlar sağlıyor yerel medyaya. Tabii İstanbul basını bu konuda farklı
boyutta, onu ayrı tutuyorum.
Anadolu’daki gazetelere haber kaynağı
oluşturmak, bölgeler arasında haber ve bilgi akışı sağlamak amacıyla hazırlanan
aylık Anadolu’nun Sesi gazetesi var. Anadolu’nun Sesi gazetesinin yanı sıra bir
de bir kanal, Anadolu’nun Sesi’ni içeren bir kanal çalışması da var. Bu da şu:
Yerelde yer alan haberlerin ulusal anlamda, genel medya anlamında da destek
görebilmesi arasında TRT’de yapılan bir anlaşmayla Anadolu’nun Sesi’ni
Türkiye’nin her noktasına ulaştırabilmek için yapılmış bir çalışma bu.
Bu kapsamda bir diğer faaliyeti de
Anadolu basınını özendirme yarışmaları. Belki yarışma sıfatıyla bakıldığında,
hani bu kapsamda bakıldığında farklı algılanabilir ama bu yarışmalarda gerek
meslek içi eğitimlerini almış gazetecilerin katılabildiği, teşvik etmek ve
değerlendirmek amacını taşıyan bu çalışmalar, Anadolu basınını özendirme
yarışmalarının da bu süreç içerisinde katkı verdiğini görebiliyoruz süreçte.
Yine, yerel medyaya yönelik haber,
fotoğraf, yayın ve buna benzer destekler de son raporları aldığımızda artarak
devam ediyor. Basınla ilgili nedir? İyi bir fotoğraf. Bazen sadece fotoğraf
konuşur, iyi fotoğraf çekebilme tekniklerini alabilme.
Yine yayın kurallarıyla ilgili, haber
kurallarıyla ilgili eğitimler de bu kapsam içerisinde yer alıyor.
İşin bir de dünyayla ilgili, dünya
boyutu, basın çalışmalarıyla ilgili boyutu var ki yerelin sesini, yerel yayının
sesini dünyaya ulaştırabilmek ve geniş yankı uyandıran TRT Anadolu kanalında
yayınlanan “Anadolu’nun Sesi” programıyla yerel basının genel izleyiciye
ulaştırılması da sağlanmaktadır.
Şimdi, aslında şöyle bir şey var:
Anadolu’nun birçok yerinde yani seksen vilayetinde, TRT’nin “Anadolu’nun Sesi”
kanalına katılabilmek mümkün ama İstanbul’da hizmet veren yerel
gazetecilerimizse bundan faydalanamıyor ve bu yönde haklı bir şikâyetleri,
haklı talepleri var, o da şöyle: İstanbul basını merkezde olduğu için orada
yayın yapan, ilçeler düzeyinde yayın yapan yerel basın mensuplarının da haklı
olarak bu kaynak, bu hizmetten faydalanabilme talepleri var. Bunun altını
özellikle çiziyorum. Bu konuda da çalışma yapmak gerekir, en azından kendi
adıma bu hakkı tanımak gerekir diye düşünüyorum, gereğini yapacağız.
Basın Kartı Yönetmeliği’nde bir
değişiklik oldu biliyorsunuz. Basın Kartı Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikte,
ilkokul mezunları da bir defaya mahsus olmak üzere yerel basınımıza da çok
önemli katkı sunan kartı alabildiler, sarı basın kartı hakkına sahip oldular.
Bunu atlayanlar oldu biliyorsunuz. İki yıl önceki bu haktan faydalanamayanlar
için ocak ayında, 2012 yılı Ocak ayı içerisinde -en son 26 Ocak son başvuru
tarihiydi- bu yönetmelik değişikliğini bilmiyor olanlara da bu hakkı tanımak
adına Genel Müdürlüğümüzde bir çalışma yapılmasıyla -Basın ve Yayın Enformasyon
Genel Müdürlüğünde- sanıyorum bayağı katılan olmuş ve ağırlıklı da yerel basın
mensuplarının olduğunu görüyoruz. Ocak ayı itibarıyla da bu hak son oldu çünkü
ilkokul mezunlarına yönelik, yıllardır mesleği yapıyor olan ama mezuniyeti
dolayısıyla sarı basın kartı alamayanlara yönelik bir yeni hak çalışmasıydı.
Bir başka ayrıntıya dikkat etmek
istiyorum ben, o da şu: Yerel gazetecilere yönelik yurdun çeşitli yerlerinde
inceleme ve ziyaret programları da yapılıyor. Nedir bu? İnceleme ve ziyaret
programlarında Anadolu’nun her noktasında hizmet edebilen basın mensuplarımız
Urfa’dan Diyarbakır’a, Mardin’den Siirt’e, Batman’a kadar ülkenin birçok
yerinde, İstanbul ve Çanakkale ziyaretleri gibi bu da ufuk açısından, ufku
genişletme açısından önemli çalışma kaynaklarından bir tanesi. İl il yerel
medya bilgilendirme toplantıları da ifade etmek istediğim çalışmalardan bir başkası.
Aslında çok şey var söyleyecek ama ben
kalem kalem şu, bu demek istemiyorum. Şunun altını özellikle çizmek istiyorum
ki, o da şu: Basın, yerel basın özellikle, demokrasinin olmazsa olmazı,
güçlendirilmesi şart, teşvik edilmesi şart çünkü o bölgede yaşanan dinamikleri
en iyi aktarandır. Genel medyaya baktığınız zaman, ülke geneli ekonomisiyle
ilgili ağırlıklı çalışmaları verir ama yerel olanda, bölgesel olan yayın
kuruluşlarında bu çok daha avantaj içerir, dolayısıyla buna katılmamak mümkün
değil.
Yapılan çalışmaların altını da
özellikle çizdim çünkü Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü Başbakanlığımıza
bağlı ve bundan sonraki süreç içerisinde de çalışma kapsamımız içerisinde yeni
hizmetlere de bu anlamda imza atacak.
Ben bugünkü gündemin yoğunluğu, bu
programlanmamış çalışmalar nedeniyle de Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi
aleyhine söz aldığımı ifade ediyor, bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Kaynarca.
Önerinin lehine Kocaeli Milletvekili
Lütfü Türkkan.
Buyurunuz Sayın Türkkan. (MHP
sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan,
değerli üyeler; yerel basının sorunlarını aslında Türkiye’deki diğer medyadan,
diğer basından ayırmak çok mümkün değil. Kendine has bazı sıkıntıları olmasına
rağmen genel medyanın sıkıntılarına bire bir yerel medyada da rastlıyoruz.
Ben Avrupa Birliği Uyum Komisyonu
üyesiyim, önümüzdeki hafta Avrupa Birliğinin Karma Parlamento Komisyonunun
İstanbul’da bir toplantısı var. En son Brüksel’deki toplantımızda karşımıza çıkan
en büyük problem -Sayın Adalet Bakanımız da vardı- Türkiye’deki tutuklu
gazeteciler problemiydi. Bizim o konuda, oradaki görüşmelerde, görüşmeleri
mümkün olduğunca daha sonraya ötelemeye çalışmamıza rağmen, “Umuyoruz bir
dahaki toplantıda bu sayı azalacaktır.” diye bir temenniyle geldik. Dün Adalet
Bakanlığı bürokratlarının bize verdiği brifingde bu sayının, bu sefer 105’e
çıktığını öğrendik. Yani 63 tutuklu gazeteciyle yargılanan Türkiye, bu sefer
105 tutuklu gazetecisiyle beraber Karma Parlamento Komisyonu toplantısına
gidecek.
Sayın Genel Müdürün bize aktardığı bir
şey var. “Bu gazeteciler gazetecilik suçundan dolayı cezaevinde değiller.”
Neden dolayı cezaevindeler? “69’u PKK ve KCK tutuklusu, 24’ü Marksist,
Leninist, Komünist Propaganda Birliği üyesi, 15’i ETÖ.” dediler. ETÖ ne dedim?
Ergenekon terör örgütü. Ergenekon’a da yazık ettiniz, Ergenekon’a da yazık
ettiniz. Ergenekon terör örgütü üyesi vesair.
Bakın, ben size bir şey söyleyeceğim:
Türkiye’de Ergenekon diye bir gayya kuyusu açıldı. Bu gayya kuyusunun
içerisinde muhalefet kim varsa, muhalif kim ses çıkartıyorsa atın içerisine,
orası kaldırıyor. Adam zaten gazeteci,
Kürt’se PKK’lı diye atıyorsunuz; Komünist’se, Marksist, Leninist Propaganda
Birliği üyesi diye atıyorsunuz; milliyetçiyse, terör örgütü üyesi diye
atıyorsunuz. Dolayısıyla, gazetecileri içeri atmanın yolu terör örgütüne
bulaştırmak. Geçmişte terör örgütü suçlamasıyla cezaevinde yatmış bir adam
olarak söylüyorum. Bizler beraat ettik arkadaşlar. Sonradan, şu anda hesabını
sormaya çalışıyorsunuz, otuz iki sene sonra. Otuz iki sene sonra o insanlar
hesap soramayacaklar ama ahirette sizden hesap soracaklar, kapıda bekliyorlar
sizleri haberiniz olsun. Yani, “Sırat köprüsünü geçtik, öbür tarafta işimiz
sağlam.” diye bakmayın, orada, bu zulmettiğiniz insanlar sizi bekliyor, bilgi
vereyim istedim.
Yerel gazetecilere geçince, yerel
gazetelerin en büyük sıkıntısı şu: Yerelde, Adalet ve Kalkınma Partisinin yerel
yönetimlerdeki gücü elde etmesinden sonra yerel medya üzerinde şöyle bir baskı
var: “Sen muhalif haberlere ses verirsen senin reklam gelirini keseriz. Biz
kesmekle kalmayız, sana reklam verecek olan sanayici, iş adamı gibi diğer
kurumları da senin reklam almanı engeller hâle getiririz.” Bunu bölgede, kendi
bölgelerinde bütün arkadaşlarım hissediyor.
Basın İlan Kurumunun kuruluşu bulunduğu
yerlerde kamu ilanlarının verilmesinde nispeten bir zorluk çekilmiyor. Orada da
nitekim bazı zorluklar çıkarılıyor ama bazı önemli yerlerde, Basın İlan Kurumu
şubeleri olmayan yerlerde kaymakamlıklarda herhangi bir memur, bu konuda daha
önce bilgisi olan, olmayan herhangi bir memur mevcut idarenin lehine haber
yapana Basın İlan Kurumu reklamlarını veriyor, yapmayana vermiyor. Bu baskı ve
zulüm yerel medyanın üzerinde sayenizde devam ediyor.
Aslında yerel medyayı yaşatacak en
önemli şey, Basın İlan Kurumunun verdiği ilanlar. Zira, hakikaten, devlet,
verdiği ilanlara en yüksek parayı ödüyor; 7 lira 45 kuruş. Diğerlerine göre çok
fazla, ciddi bir ücret. Onları ayakta tutabilecek bu reklam gelirlerinden
sadece ve sadece komünist Rusya’nın Tass Ajansı gibi haber yapanlara reklam
vermek “Bu memlekete, demokrasiye inanıyorum.” diyenlerin yapacağı en büyük
zulümdür. Muhalif sese ses çıkaramayanların bu ülkeyi götürebilecekleri bir tek
menzil var; menziliniz faşizm olur.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Götürdüler!..
LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Bakın, her
gittiğiniz mecrada “Faşist ve diktatör” sözlerini fazlaca işitmeye başladınız.
Hiç dikkatinizi çekmiyor mu? Hiç rahatsız olmuyor musunuz? Bunda bütün
muhalefete ait bir sürü söylemlerle suçlayabilirsiniz ama biraz aynaya dönün “Bunda
hiç bizim kabahatimiz yok mu?” deyin. Bugün hazırlanan, komisyonlardan geçen
MİT Yasası’ndan tutun da diğer hazırlattığınız kanun hükmünde kararnamelere
kadar tamamen yönetiminiz demokratik parlamenter sistemden çıkıp Parlamentoyu
baypas eden, faşizm diktatörlüğüyle yönetilen bir ülke hâline getirmeye
çalışıyorsunuz.
Teknik bir mesele daha var; RTÜK, yerel
medyaya ceza kesiyor bazı hatalı yayınlarda, hatalı basımlarda. Yerel medyanın
gücü belli, çalıştıracağı insan sayısı belli, maddi imkânları belli; RTÜK’ün
kestiği bu cezayı yerel medya kaldıramıyor, dolayısıyla kapanma cezasına razı
olmuş oluyor. RTÜK bu konudaki düzenlemesini yerel medyaya uygun hâle
getirebilmeli. Daha önce bu ülkede SEKA varken hükûmetler yerel medyaya verilen
gazete kâğıdına yüzde 50 sübvansiyon uyguluyordu, SEKA kapatıldıktan sonra
gazete kâğıdını sadece ve sadece şu anda yurt dışından ithal eden yerel medya
ithalatçıların kurbanı olmuş durumda. Kendi başlarına ithalat yapma imkânları
olmadığı için, ithalatçılar, dolar inerken dahi fiyat yükselterek yerel medyayı
çok ciddi zor durumda bırakıyorlar.
Çalışanların problemleri var yerel
medyada. Ayakta durmaya çalışan yerel medya sahipleri çalışanların önemli bir
kısmını sigortasız çalıştırıyor, çalıştırdıkları gazetecileri gazeteci sigorta
primi yerine normal ücretli primi ödeyerek çalıştırıyor. Sarı basın kartının
herkese dağıtılması nedeniyle sarı basın kartı da bir prestij olmaktan çıktı.
Daha önce sarı basın kartına sağlanan birtakım kolaylıklar, onlar da
kaldırıldı.
Bir şeyi söylemek istiyorum: Türkiye’de
her meslek sahibi bir okuldan mezun yani berber dahi berber sanatkârlar
odalarından alacağı bir diplomayla berberlik yapıyor, Türkiye’de gazetecilik
yapmanın hiçbir okulu yok, isteyen herkes gazeteci olabiliyor. Bu, birtakım
yanlışları da beraberinde getiriyor. Yerel medyada da iletişim mezunu bir sürü
gencimiz şu anda işsiz beklerken yerel yönetimlerle ilişkisi iyi olduğu bilinen
bir partiliyi gazeteler muhabir olarak çalıştırmak zorunda kalıyorlar. Niye?
“Şu belediyenin ilanlarını, reklamlarını bize transfer eder.” umuduyla.
Gazetecilere mutlaka bir standart getirilmeli, bir eğitim aranmalı, eğitimi
yeterli olmayanlara da gazetecilik imkânı verilmemeli diye düşünüyorum.
Sözlerimi burada tamamlarken hepinize
saygılar sunuyorum. Sağ olun. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Türkkan.
Önerinin aleyhine İzmir Milletvekili
Rıfat Sait… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Sait.
RIFAT SAİT (İzmir) – Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Cumhuriyet Halk Partisinin yerel basının sorunları ve çözüm yolları için
araştırma yapılması hususundaki teklifi üzerine aleyhte söz almış bulunuyorum.
Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Biraz önce AK PARTİ Milletvekilimiz
Sayın Tülay Kaynarca’nın da bahsettiği gibi, Basın İlan Kurumu ve Başbakanlık
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün yerel basına oldukça önemli
hizmetleri var. Ben yerel basından gelen bir kardeşiniz olarak ve sarı basın
kartı olan bir kardeşiniz olarak, bizzat pratiğin içinden gelen bir insan
olarak bunu söylemek istiyorum. Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğü ve Basın İlan Kurumu son dönemde yerel basına önemli destekler
vermektedir. Yine, Basın İlan Kurumunun KOSGEB’le birlikte yapmış olduğu yerel
basına destekler bunlardan bir tanesidir. Burada Sayın Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç’ın da himayelerinde yapılan, Manisa, Bursa ve Edirne’de yapılan
yerel basın toplantıları önemli etkiler yapmıştır. Aynı şekilde çok kısa bir
süre önce Bursa’da organize edilen ve Balkan ülkelerinde Türkçe yayın yapan basının
Türkiye’deki yerel basınla kaynaştırılması, buluşturulması toplantıları da
oldukça faydalı olmuştur.
Burada Başbakanlık Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğünün birkaç hizmetinden de bahsetmek istiyorum. “Yeni
Medya Düzeni, Haklar ve Sorumluluklar” başlığı altında Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti, Kırgızistan ve ülkemizdeki tüm iletişim fakültesi dekanları veya
temsilcilerinin davet edilmesiyle 4-5 Şubat 2012 tarihlerinde Bursa’da bir
toplantı gerçekleştirilmiştir. İzlenme oranı çok yüksek olan Genel Müdürlük
İnternet sayfasında basın sektöründeki
tüm kuruluşlara ait bilgiler “Süreli Yayınlar” başlığı adı altında genel bir
veri tabanında yayınlanmakta, böylece yerel süreli yayınların hem tanıtımı
yapılmakta hem de lig bantlarına kolayca erişim sağlanmaktadır.
Anadolu’da yayın hayatını yıllardır
kesintisiz sürdüren gazetelere bazı dönemlerde ödüller de verilmektedir. Belli
aralıklarla düzenlenen Anadolu Basını Özendirme yarışmasında ödül alan
gazetecilere dizüstü bilgisayarlar, fotoğraf makineleri, ses kayıt cihazları
hediye edilmiştir. Yine, yerel medyaya yönelik eğitim seminerleri de önemli
hizmetlerden bir tanesidir. Bunlardan birkaç tanesine ben de katılmış
bulunuyorum.
Basın kartlarıyla ilgili, biraz önce
Tülay Hanım’ın da bahsettiği gibi, ilkokul mezunlarına bir defaya mahsus basın
kartı verilmesi, yerel basınımızın önemli bir mağduriyetini de ortadan
kaldırmıştır.
Yerel gazetecilere yönelik yurdun
çeşitli yerlerinde inceleme ve ziyaret programları gerçekleştirilmiş, bu
kapsamda İzmir, Muğla, Manisa, Konya ve Şanlıurfa’ya ziyaretler
gerçekleştirilmiş ve buradaki yerel basının kaynaştırılması ve tanıtımı
sağlanmıştır.
Gazetecilerin uluslararası düzeyde
çalışmalarının kolaylaştırılması için bazı basın mensuplarına yönelik hizmet
damgalı yani gri pasaport verilmesi çalışması başlatılmıştır. Yerelin sesini
tüm dünyaya ulaştıran ve geniş yankı uyandıran TRT Anadolu kanalında yayınlanan
Anadolu’nun Sesi programıyla yerel basının genel izleyiciyle buluşturulması ve
ulaştırılması sağlanmıştır.
Yine, yerel basın mensuplarına yönelik
eğitim hizmeti olarak “Anadolu Basınının Yeni Yüzü” adlı sayfa tasarım kitabı
hazırlanmış ve bu konuda CD’ler ücretsiz olarak yerel basına dağıtılmıştır.
Bir diğer önemli hizmet, Basın Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğünün tanıtım fonu ve Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliğiyle birlikte medyaya, yerel medyaya yönelik vermiş olduğu yabancı dil
kurslarıdır ve bu kapsamda bazı yerel basın mensupları da yurt dışına
gönderilmiştir.
Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet
Halk Partisinin yerel basınla ilgili araştırma yapılması teklifine
katılmadığımızı belirtir, bu konuda ret oyu vereceğimizi saygılarımla sunarım.
Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Sait.
Sayın Sarıbaş, sisteme girmişsiniz,
niçin acaba?
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Efendim,
önergemiz konusunda bir yanlış algılamayı düzeltmek istiyoruz.
BAŞKAN – Tamam, buyurunuz efendim.
V.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
10.-
Çanakkale Milletvekili Ali Sarıbaş’ın, vermiş oldukları önerge hakkında yanlış
algılamayı düzeltmek istediğine, basınla ilgili sorunların devam ettiğine ve
komisyonun mutlaka kurulması gerektiğine ilişkin açıklaması
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Çok teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Basın kartıyla ilgili önergemizde,
düzenlemelerin yapıldığı ve bu konuda sorunların kalmadığı söylendi.
Ben, özellikle, basında çalışan bir
emekçinin bir ay sigorta priminin yatmadığı ya da gazeteyi çıkaran kişinin
BAĞ-KUR’unun yatmadığı anda sarı kart sahibi, basın kartı sahibi olamadığını
biliyorum.
Bu kadar yoğun, herkesin, peynir ekmek
gibi, bürokratların bile sarı basın kartı sahibi olduğu bu dönem içerisinde,
esas sahipleri olan bu insanların bu sorunlarının mutlaka çözülmesi ve
komisyonun kurulması gerektiğine inanıyorum.
Bu anlamda da bu komisyonun, az önceki
açıklamalarda birinci aydan itibaren bu çalışmaların başladığını söylüyorlar
ama bugüne kadar bu sorunların devam ettiği ve yerel basının da bu sorunları
çözemediği için de bu düzeltmeyi yapmak gereği hissediyorum ve bundan dolayı da
komisyonun mutlaka kurulması gerektiğine desteklerini bekliyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Sarıbaş.
VII.-
ÖNERİLER (Devam)
A)
SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)
2.-
Çanakkale Milletvekili Ali Sarıbaş ve arkadaşları tarafından, yerel gazetelerin
ve gazetecilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel
Kurulun 15/2/2012 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
(Devam)
BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.
Sayın milletvekilleri, alınan karar
gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri İle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
A)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
1.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
BAŞKAN – Komisyon ve Başkanlık
Temsilcisi? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan, Çukurova
Üniversitesinin KKTC’de Kampüs Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
2.-
Çukurova Üniversitesinin KKTC’de Kampus Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/482) (S. Sayısı: 67) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon Raporu 67 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde gruplar adına,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul
Türkeş konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın Türkeş. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ
(Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygı ve sevgiyle
selamlıyorum.
(x) 67 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Konuşmama başlarken 13 Ocak 2012
tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşmuş olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin
Kurucu Cumhurbaşkanı, büyük siyasetçi ve devlet adamı, kahraman Rauf Denktaş
Beyefendi’yi bir kez daha rahmet ve hürmetle anmak istiyorum. Rauf Denktaş'ın
abidevi şahsiyetinde Kıbrıs Türkü'nün destansı bağımsızlık mücadelesi ve
arzusunu şuurlarında idrak edememiş olanlara inat, ana vatan ve yavru vatan
topyekûn birlik ruhuyla, merhum Denktaş'ın idealini ebediyen hafızalarda ve
fiiliyatta canlı tutacaktır, bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Değerli milletvekilleri, bugün burada
Kıbrıs ve eğitim konularında söz almaktan dolayı mutlu olsam da ülkemizi son
günlerde sarsan meselelere de kayıtsız kalmadığımı ifade etmeliyim. Zira, ne
hazindir ki Türkiye Cumhuriyeti devletinin itibarı ve otoritesi gün geçtikçe
erimektedir. Bunu bir sade vatandaş olarak söylüyorum. Tanıklık ettiğimiz
hadiseler can sıkıcıdır. Türkiye'de yıpratılmamış devlet kurumu kalmamış ve
hukuk her gün yeni örneklerle ezilmekte ve yok sayılmaktadır. AKP'nin ileri
demokrasi tasavvurunun ülkeyi, devleti ve milleti ne hâllere düşürdüğünü
anlatmama herhâlde lüzum yok. Herkes görüyor ve herkes yaşıyor. Millî ne kadar
değer, kurum ve fikir varsa hepsi tahrip edildi, ediliyor ve zedeleniyor. Çok
üzgünüm. Umut ediyorum ki, bugün, mutlak bir millî bir davamız olan Kıbrıs’ın
Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında bir üniversite kampüsünün kurulması
sebebiyle dahi olsa gündeme gelmiş olması, devlet erkânına ve siyaset kurumuna
asıl görevlerini hatırlatıcı bir işaret fişeği olacaktır.
Konumuz, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nde kurulacak Çukurova Üniversitesi kampüsü ile alakalıdır. Tabii
ki bu vesileyle tahlil ve tekliflerimizi geniş bir yelpazeye yaymak
amacındayım. Zira, Kıbrıs benim için sadece siyasi nitelikte bir mevzu değil,
aynı zamanda bir gönül meselesidir, kalbî bir meseledir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin
ekonomide lokomotif sektörlerinden birisi, hatta önde geleni hiç kuşkusuz
eğitimdir ve dolayısıyla da üniversitelerdir. Bugün itibarıyla, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nde yükseköğrenime devam eden 42 bin öğrenci vardır. Bunlardan
sadece yüzde 10’u Kuzey Kıbrıs vatandaşıdır, yüzde 70’i ise Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarıdır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 65
farklı ülkeden öğrenci öğrenim görmekte ve yine, 35 farklı ülkeden gelen
öğretim görevlileri de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti üniversitelerinde görev
yapmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 5 Kıbrıs menşeli üniversite
mevcuttur: Doğu Akdeniz Üniversitesi, Girne Amerikan Üniversitesi, Lefke Avrupa
Üniversitesi, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi ve Yakın Doğu Üniversitesi. Türkiye menşeli ve
Kıbrıs’ta kampüs açmış olan üniversiteler olarak da Orta Doğu Teknik
Üniversitesi ve İstanbul Teknik
Üniversitesini sayabiliriz. Bu anlamda,
Çukurova Üniversitesinin yeni bir kampüs girişimi de bu listede adını
yazdıracaktır. Biz bu girişimi önemsiyoruz ve hayırlara vesile olmasını
diliyoruz. Zira bizce üniversiteler Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ekonomik
ve kültürel manada katkıda bulunmakta ve dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen
öğrenciler vasıtasıyla da dünyaya entegre olmaktadır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
üniversitelerinden mezun olan farklı ülkelere mensup birçok başarılı siyaset
adamı, sanatçı ve iş adamı vardır. Bunlar çok olumlu göstergelerdir. Bu başarı
da Kuzey Kıbrıs’a üzerinde uygulanan ambargoyu aşan defakto bir tanınma ortamı
yaratmaktadır.
Ayrıca “kampüs” fikri de ileride daha
da yaygınlaştırılmalıdır. Zira dünyadaki genel eğilim de bu istikamettedir.
Malumunuz olduğu üzere Bologna Süreciyle birlikte dünyada “ömür boyu eğitim”
diye yeni bir olgu yaratıldı. Yani farklı yerlerde benzer eğitimleri yapmak hem
talebeleri sirküle etmek hem de öğretim görevlilerini de bu manada farklı
ülkelerde değerlendirmek konusu vardır. Kıbrıs da bunun için çok uygun bir
altyapıya sahiptir. Ancak, tabii, burada kampüs açmakla ya da bu anlayışı
geliştirip yaygınlaştırmak ile de konu bitmiyor. Zira nicelik kadar nitelik de
mühim. Nitelik unsurunu çok boyutlu ele almak gerekmekte.
Burada sadece verilen eğitimin
içeriğinden bahis açmıyorum, o elbette önem arz ediyor ancak asıl marifet,
kaliteli yükseköğretimin yanı sıra bir de eğitimin elverişli şartlarda, üstün
ve üretken bir ortamda verilebilmesidir. Dışarıdan bir ülkeye eğitim için gelen
öğrenciler ucuz fakat aynı zamanda nitelikli hayat standartlarının olduğu
ülkeleri tercih ediyorlar. Bugün ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde eğitime
gelen talebeler açısından standartlar maalesef biraz pahalı denilebilecek
seviyededir.
Peki, bunun için ne yapabiliriz? Birçok
imkân var bununla ilgili. Çok açık ve basit bir biçimde özetlersek, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yaşayış koşullarını iyileştirmeli, ilerletmeli ve
yükseltmeliyiz ve bununla birlikte az önce de değindiğim ucuzluğu, yani
talebenin yaşayabileceği ama nitelikli yaşayabileceği vasatın da oluşmasına
dikkat edilmeli.
Elbette yurtdışındaki eğitim
fuarlarında da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne öğrenci çekmek ve bu ülkeyi, bu
manadaki kalitesini tanıtmak da önemlidir. Türkiye burada önemli bir rol
üstlenmelidir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin dünyada parlayan bir akademik
merkez olmasını arzulamaktayız. Ancak söz konusu çabalar ve gayretlerin meyve
vermeleri için yegâne araç Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin bütünüyle, kendi
kimliği ile dünyayla kucaklaşmasına fırsat tanımak ve destek olmaktır.
Oysa Türkiye Cumhuriyeti devletinin,
2012 yılı itibarıyla bu çizgide tutarlı bir siyaset icra ettiğini, böyle bir
büyük tasavvura sahip olduğunu söylemek mümkün mü? Bizce değil. Bunu muhalefet
partisi olduğumuz için söylemiyoruz. Keşke, AKP, iktidarının kendisine verdiği
kudreti doğru değerlendirebilse, faydalı emeller için kullanmaktan çekinmese.
Zira bizim için her şeyden önce Türkiye'nin menfaatleri gelir. Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti'nin Türkiye ile kardeşlik temelinde sarsılmaz bir duygusal
bağının olduğu bilinmelidir ve bu sebepten dolayı da Türkiye'nin menfaatlerini
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin menfaatlerinden ayrı tutamayız. Fakat, ne
acıdır ki, 2002’den bu yana tek başına ülkeyi idare eden AKP İktidarının
değişik dönemlerinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, ana vatanın sıcaklığından,
şefkatinden uzak kalmıştır, mahrum bırakılmıştır. Uluslararası platformda zaten
yalnızlığa itilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, AKP İktidarının ilgisizliği
neticesinde Türkiye'ye güvenemediği dönemler yaşamıştır.
Değerli milletvekilleri, şunu herkesin
çok açık ve net biçimde bilmesini isterim ki, gelip geçici olan iktidar kimin
elinde olursa olsun Kıbrıs meselesi bir millî davadır yani Türkiye Cumhuriyeti
devletinin tamamını, herkesi ilgilendiren ve her kesimin takipçisi olması
gereken resmî ve millî düzeyde bir davadır. Bu anlamda, basit bir Hükûmet
politikası olmaktan öteye, hakiki bir devlet meselesidir.
Bugün gelinen noktada ne yazık ki
Türkiye Cumhuriyeti devletinin “Kıbrıs” diye bir davasının kalmadığı intibası
yaratılmaya çalışıyor. Gerçekten de AKP Kıbrıs'ı bir dava olarak değil, bir
sorun olarak değerlendirmektedir. Dış politikanın diğer tüm şube ve alanlarında
olduğu gibi Kıbrıs meselesinde de AKP İktidarı teslimiyetçidir, millî değerlere
nispeten çelişkilidir, tutarsızdır ve üzülerek ifade edeyim ki çifte
standartçıdır.
Değerli milletvekilleri, AKP
teslimiyetçidir: Zira, sözde “tabuları yıkan parti” profili edinmek için binbir
kılıfla bu toprakları vatan yapan değerler manzumesini tahrip etmekten
kaçınmamıştır. “Millî” vasıflı ne varsa “statükocu” sınıfına yerleştirmiş ve
böylece malum odaklara hizmet etmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti hususunda
“Çözümsüzlük çözüm değildir.” safsatasıyla yılların eskitemediği merhum Rauf
Denktaş'ı çözümsüzlüğün nedeni olarak gösterdiler. Nitekim 2005 yılında
birtakım konferanslar için Türkiye'ye gelen merhum Denktaş'a Sayın Başbakan
“Git kendi ülkende siyaset yap.” gibi yakışıksız ve saygısız bir cümle sarf
etme cüretini dahi göstermiştir. Bunlar yaşandıktan sonra, mecburen dahi olsa
Sayın Denktaş’ın cenazesi için Kıbrıs’a gitmiş olmasını da bu hatalardan bir
dönüş olarak değerlendirmek ve ona inanmak istiyorum.
AKP teslimiyetçidir: Zira, Türkiye'nin
topraklarını karış karış yabancılara peşkeş çekmekten geri durmayan zihniyetin
öncüsü ve yegâne temsilcisi gibi görünmektedir. Aynı tavrı yani gurur duyduğu
tüccar kafasını Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de göstermekten geri
durmamıştır. Nitekim, herkesi, Sayın Başbakanın “Siyasette bir marketing var,
bunu bilmiyorlar. Ben ülkemi pazarlıyorum. Aynı şeyi Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti için de söylüyorum.” sözlerini hatırlamaya davet ediyorum. Ama
geçen yıl yaşadığımız İsrail ile
gerginlik -evvelsi yıldan itibaren- süresi içinde -Kıbrıs’ta İsrail’in yaptığı
su dağıtım şebekesi yatırımı, liman gibi
konularında- o sert tavrı veyahut da Kıbrıs’a gösterilen o toleranssızlığı
görmediğimizi de ifade etmeliyim.
2004’ten bu yana her fırsatta Annan
Planı’nın arkasına sığınmakta ve saklanmaktadır AKP İktidarı.
Şimdi Sayın Başbakan'a seslenmek
istiyorum: Sözde “Arap Baharı” esnasında gösterdiğiniz gayretin binde birini
dahi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası toplumdaki haysiyetli
yerini alabilmesi için ortaya koyabilseydiniz, şimdiye dek bu kutlu davamızda
mutlaka galip olmuştuk.
Değerli milletvekilleri, tabii, AKP'nin
teslimiyetçiliğinin ve tüccar anlayışının bir tezahürü olarak çifte
standartçılığını da vurgulamak gerekir.
AKP İktidarı, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ni değişen konjonktürlere nispetle bir maşa gibi kullanmayı da
ihmal etmiyor. İktidara yakın olan yazarlardan, araştırmacılardan duyuyoruz ve
okuyoruz ki, İsrail'in Kıbrıs Adası’nın güneyinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile
birlikte yürüttüğü malum faaliyetlerden şayet olumlu bir netice çıkarsa, yani
daha açık olmak gerekirse, petrol veya doğal gaz bulunursa, Türkiye'nin Güney
Kıbrıs Rum kesimi ile bir anlaşmaya gidebileceğini, bunlardan alacağı pay ile
de Kıbrıs'ı bir sözde “baş ağrısı” olmaktan çıkaracağına dair bilgiler var.
Bir başka seçeneği de, Türkiye Cumhuriyeti
devletinin, Kıbrıs Adası’nda bir veya iki tane askerî üs karşılığında geriye
çekilebileceğini belirtiyor bu yazarlar.
AKP çifte standartlıdır. Zira, dış
politikadaki bazı taşeron emelleri doğrultusunda, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ni iç politikada kullanmaktan, sahte iyi niyetlerle istismar
etmekten de çekinmemektedir.
Şimdi bir sözde millî meseleler mevzusu
çıktı. İlk bakışta “millî mesele” dendiğinde memnun olmamız beklenebilir veya
AKP’nin geleneksel Türk dış politikasına tekrar sarıldığı yanılgısına da
kolaylıkla düşebiliriz. Oysa, AKP’nin millî meseleler olarak adlandırdığı
sınıfın içinde öyle değişik ve birbiriyle münasebetli olmayan meseleler var ki
hakiki manada millî olan davamız Kıbrıs sıradanlaştırılıyor ve
etkisizleştiriliyor. AKP’nin millî meseleleri o kadar geniş bir alana yayılıyor
ki bu vesileyle söz konusu kavramın içi de boşaltılıyor. Buna göre, Gazze de,
Şam da, Bağdat da, Kahire de, Trablus da, Tunus da Türkiye’nin birer millî
meselesi konumuna terfi ettirildi.
Değerli milletvekilleri, buradan
uyarıyorum: Gidişat sağlıklı değildir. AKP yayılmacı bir dış politika
izlemektedir. Barışçıl değil yarı emperyal, hayalci bir duruş sergilemektedir.
Bu esnada ise AKP’nin hayalperestliği uğruna Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti feda
edilmektedir. Aslında tüm bu bilgiler ışığında vardığımız netice gösteriyor ki
“Kıbrıs sorunu var.” diyenler aslında sorunun ta kendisidir, sorun AKP’dir. Biz
devlet ve millet olarak kenetlendiğimiz vakit önümüzde hiçbir güç duramaz.
ABD’den, AB’den veya başka mihraklardan medet ummak yerine, tüm kuvvetlerimizi
hep beraber seferber edelim ve millî davamız olan Kıbrıs’ı, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ni tanıtalım ve yaşatalım. Öyle zannediyorum ki tıpkı bizim gibi
milletimiz de sizden, iktidar olduğunuz müddette, küresel projelerin
taşeronluğunu yapmaktansa millî hayallerin, millî davalarımızın takipçisi
olmanızı istemekte ve beklemektedir.
Evet, Çukurova Üniversitesinin kuracağı
kampüsün hayırlı olmasını temenni ederken Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin her
açıdan kalkınmasına ve özellikle tanınmasına AKP İktidarının en azından bundan
sonraki süreçte etkin katkı sağlayacağını umuyorum ve bu duygu ve düşüncelerle
yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Türkeş.
Sayın Varlı, sisteme girmişsiniz, ne
için acaba?
MUHARREM VARLI (Adana) – Konuyla
alakalı bir katkıda bulunmak istiyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Buyurunuz.
MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Çukurova Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nde kuracağı kampüs çok olumlu bir gelişmedir, bunu destekliyoruz.
Bir Adana Milletvekili olarak Çukurova Üniversitesinin bu girişimini de
takdirle karşılıyorum. Sayın Rektöre ve bu girişime katkıda bulunan bütün
herkese teşekkür ediyorum.
Sağ olun Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Varlı.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı.
Buyurunuz Sayın Atıcı. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AYTUĞ ATICI (Mersin) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Çukurova
Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Kampüs Kurmasına İlişkin
Çerçeve Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Çukurova
Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde kampüs kurması elbette ki
bizleri çok mutlu eder. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olmuş bir
kişi olarak beni biraz daha fazla memnun eder. Bilim insanlarımızın buraya
yaptıkları çalışmalarla ülkemizin adını duyurmaları yine başta ben olmak üzere
hepimize gurur verir. Gurur verir de bilim alanında acaba Türkiye'nin adı
dünyada nasıl duyuluyor, şimdi buna biraz bakalım. Konuşmamın içeriğinde Türkiye’nin
bilim alanındaki yeri dışarıdan nasıl görülüyor, buraya bir bakacağım; daha
sonra, bu anlaşmayla, Çukurova Üniversitesinin kuracağı kampüsle -ağırlıklı
olarak tıp fakültesi işlendiği için- tıp fakültesindeki ve diğer fakültelerdeki
durumu birazcık irdeleyip konuşmamı sonlandıracağım.
Şimdi, bilim alanında bize dünya nasıl
bakıyor? Küçük bir anı anlatacağım size, yakın bir anı, hepinizin de malumu:
Geçenlerde Sayın Cumhurbaşkanımızla birlikte İngiltere’ye bir çalışma gezisi
yapmış idik. Sayın Cumhurbaşkanı, İngiltere’de “Royal Society” denilen,
Türkiye’deki karşılığı Türkiye Bilimler Akademisi olan kuruluşta bir konuşma
yaptı ve bu konuşmada İngiltere’nin çok saygın bilim adamları vardı. Belki de
Türkiye’yi hiç tanımayan, Türkiye’deki siyasi çekişmeleri hiç bilmeyen bir
bilim insanı konuşmanın sonunda söz istedi ve Cumhurbaşkanımıza doğrudan şu
soruyu sordu, dedi ki: “Sayın Cumhurbaşkanı, Türkiye Bilimler Akademisine niçin
siyaset bulaştırıyorsunuz?” Aynen soru bu. Bakın, İngiltere nere, Türkiye nere!
Ama bilim insanı -bilim evrensel bir konudur- dünyanın neresinde olursa olsun
bilime yapılan bir saldırıya derhâl direnir ve karşı koyar.
Cumhurbaşkanı orada gerçekten sıkıntılı
anlar yaşadı, -ben onun sıkıntısını en ön sırada oturarak izledim- “Ben taraflarla
konuştum, evet, olmaması gerekiyor ama, işte, bir kereye mahsus yapacağız.”
dedi ve salonda gülüşmeler oldu.
Şimdi, TÜBA gibi siyaset üstü olması
gereken bir kuruma siyaset bulaştırarak Cumhurbaşkanımızı niçin orada zor
durumda bıraktınız? Cumhurbaşkanı nezdinde Türk milletini niçin zor durumda
bıraktınız?
Bakın, TÜBA üyelerinin üçte 1’ini yine
TÜBA’nın asıl üyeleri belirliyor, üçte 1’ini YÖK belirliyor. Hani Hükûmetin,
sizin borazanınız olan YÖK var ya, hani yok edecektiniz ya, hani hep YÖK’e
karşı mücadele etmiştiniz ya, sonra YÖK sizin dediklerinizi yapınca birdenbire
baş tacı etmiştiniz ya, hatırlarsanız, işte o YÖK belirliyor, yani Hükûmet
belirliyor!
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Daha önce
sizin borazanlığınızı mı yapıyordu?
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Ha, şimdi sizin
borazanlığınızı yaptığını kabul ettiniz zımni olarak. Biz hiçbir zaman 1950’den
bu yana tek başımıza iktidar olmadık
Sayın Milletvekili. YÖK hiçbir zaman
bizim borazanımız olmadı ama siz bu söyleminizle “Eskiden başkasının
borazanıydı, şimdi bizim borazanımız.” diyerek bizzat kabul etmiş oldunuz; teşekkür
ederim katkınıza.
Şimdi, yetmedi, üçte 1 kaldı: Öbür üçte
1’i de hiç utanmadan, hiç sıkılmadan kalktınız, TÜBA gibi, siyaset üstü bir yer
olması gereken bir kuruma Bakanlar Kuruluyla atama yapmaya kalktınız. Bakanlar
Kurulu yahu, yani düşünebiliyor musunuz Bakanlar Kurulu! Hadi YÖK’e
“borazanınız” dedik ama yine de içinden vicdanlı insanlar çıkabilir, tartışır,
“evet” der, “hayır” der ama yani Bakanlar Kurulu, Hükûmetin kendisi değil mi?
Atama yapmaya kalktınız, dünya ayağa kalktı, geri adım attınız, dediniz ki:
“Vazgeçtik, TÜBİTAK atama yapsın.” son dakikalarda. TÜBİTAK’ı kim atıyor?
Utanmadan yine Hükûmet atıyor.
Şimdi, bakın her şey döner, dolaşır,
rücu eder; keser döner, sap döner, gün gelir, hesap döner. Siz mağdur
olduğunuzu iddia ettiğiniz konularda elinize biraz fırsat geçince çok daha
ağırını yaptınız. Bunu bilim adamları içlerine sindiremediler ve 50’ye yakın
bilim adamı TÜBA’dan istifa etti. Doğrudur, bunu araştırıp bakabilirsiniz. Biz
bunu dünyadaki insanlara, bilim insanlarına anlatamıyoruz, Cumhurbaşkanımız da
anlatamadı zaten. Biz bunu Türkiye’de olan aklı başında bilim adamlarına da
anlatamıyoruz. Bir yandan bilim gelişsin diye ciddi paralar harcıyoruz, diğer
yandan da bilimi siyasetle kirleterek köküne kezzap suyu döküyorsunuz. Bilim
ancak özgür ortamlarda gelişir değerli arkadaşlarım. Hayatının önemli bir
kısmını bu camiada geçiren birisi olarak söylüyorum: Eğer bilimi siyasete alet
ederseniz bu ülkede bilim gelişmez. İçinizde birçok bilim adamı olduğunu
biliyorum, benim ne demek istediğimi onlar çok iyi anlarlar, parti farkı
gözetmeksizin söylüyorum. Artık, sizin, TÜBA’ya bu şekildeki bir uygulama ile
sayenizde bilim insanımızın tarafsızlığına kimse inanmayacak.
Çok önemli bir ricam var
siyasetçilerden. Bakın, başta kim olursa olsun, şimdi AKP var, AKP’ye
söylüyorum: Lütfen, ne olur, bilimi ve bilim adamlarını rahat bırakın, ne olur.
Bakın, bilime verdiğiniz önemi gösteriyorum size: Hükûmet olarak siz 27 Ağustos
2011 tarihli Resmî Gazete’de bir kanun hükmünde kararname yayımladınız. Neyle
ilgili, biliyor musunuz? Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının teşkilat ve
görevlerini belirleyen 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname. Gıda, Tarım ve
Hayvancılık… Kalktınız, bunun üzerine Türkiye Bilimler Akademisi, TÜBA’nın
işleyişini düzenlediniz. Yani sizin, bilime verdiğiniz, TÜBA’ya verdiğiniz önem
bu kadar. Birtakım değişiklikler yapmak gerekti. Kalktınız, yine buna özgün bir
şey çıkaracağınıza Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının teşkilat ve
görevlerini belirleyen bir kararnamenin arkasına da yine TÜBA’yı
sıkıştırıverdiniz. Yani Allah aşkına, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının
bir teşkilat yasası var, öbür taraftan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının
bir kanun hükmünde kararnamesi var; TÜBA’yı bunun içine sıkıştırıverdiniz.
Sizin bilim anlayışınız budur, sizin bilime verdiğiniz önem budur. Paydaşlarla
hiçbir müzakere süreci yürütmediniz. Şeffaf olmayan ve dayatmacı bir anlayışla
hayata geçirdiniz bazı değişiklikleri ve TÜBA’nın bilimsel ve kurumsal
özerkliğini, resmen bu özerkliği yok ettiniz. Siyaset üstü kalması gereken
TÜBA’ya yapılan bu AKP müdahalesiyle kurumlara partizanca bir yön verme arzunuzu
dile getirdiniz ve gösterdiniz. Böyle bir Bilimler Akademisi dünyadaki diğer
akademiler nezdinde tüm saygınlığını yitirmeye mahkûmdur. Yani halkın
anlayacağı bir dille; Türkiye'nin bilimini bütün dünyaya rezil ettiniz, siz
yaptınız bunu. Eğer yapmadıysanız çıkın şuraya, kürsüye, deyin ki: “Vallahi biz
yapmadık. TÜBA özgürdür, TÜBİTAK özgürdür, YÖK özgürdür, hiçbir şekilde siyasi
etki yoktur.” Ben de sizden, geleyim şurada özür dileyeyim.
SONER AKSOY (Kütahya) – Sayın Atıcı…
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Çıkın “Özgürdür”
deyin, “Hiçbir bilimsel etkiye biz siyaseti bulaştırmıyoruz.” deyin, sadece
özür dilemekle kalmayayım Sayın Milletvekili, önümü de ilikleyeyim ama bunu
bana gösterin. Buna ihtiyacımız var. Peki, biz ne diyoruz?
SONER AKSOY (Kütahya) – Bugüne kadarkiler
ne yaptı?
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Oradan
bağırmakla olmuyor. Öyle en arkaya geçip oradan bağırmakla olmuyor, dolu
konuşacaksın.
MEHMET MUŞ (İstanbul) – Siz hep öyle
yapıyorsunuz.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Biz ne diyoruz?
Biz diyoruz ki: “Çoğulcu bir demokrasi için atılacak bütün adımların, yapılacak
tüm yasal ve anayasal değişikliklerin en geniş katılımla hazırlanması ve
toplumsal uzlaşma ile hayata geçirilmesi gerekir.” İstediğimiz bu. İstediğimiz
demokrasi budur.
Şimdi, bakın, sizi o çok meşhur bir
şekilde söylediğiniz işlere biraz örnek vereyim: “Çok iyi gidiyoruz.”
diyorsunuz ya! Eğitim konusunda neredeyiz? Bakın, 34 tane OECD ülkesi var, 34
tane. Okuma becerisinde 32’nci sıradayız. Bu verileri ben uydurmuyorum. Gidin,
bakın, OECD’den bulursunuz. Eğitim harcamalarında 34 ülkede 33’üncü sıradayız.
Nüfusun ortalama eğitim yılı altı buçuk yıl, OECD’nin sonuncusuyuz. Yani biz
bilimsel olarak iyiyiz ya, hani karışmıyorsunuz ya, hani özgür ya! Demokrasi
Endeksi’nde tüm dünya ülkeleri içerisinde bu sefer 89’uncu sıraya geriledik,
özgür ülkeler arasında ise 112’nci sıradayız. Basın özgürlüğü araştırmalarında
138’inci sıradayız değerli milletvekilleri. Bunları bilerek konuşmamız lazım.
Yolsuzlukta puan vermişler ülkelere 10 üzerinden. Biz 10 üzerinden 4,4 kötü
puanla 56’ncı sırayı almışız yolsuzlukta. Bunlar sizin hükûmetleriniz döneminde
oldu. Küresel barışta 127’nci sıradayız, yani kırmızı listeye almışlar bizi
dünyada. İnsani gelişmişlikte 93’üncü sıradayız. Genel eşitsizlikte 84’üncü
sıradayız. Yani içinizi kararttığımın farkındayım. Çıkıp burada bakanlarınız,
milletvekilleriniz “Vallahi şöyle yaptık, billahi böyle yaptık.” deyip
duruyorlar, bunları esas dinleyeceksiniz; zaten siz onları yapmak zorundasınız,
zaten Hükûmetsiniz, zaten iktidarsınız, zaten kapı kapı dolaşıp bunların oyunu
isterken bunları söz verdiniz, ondan sonra bir kısım şeyler oldu diye kalkıp
burada ahkâm kesiyorsunuz. Bakın, cinsiyet eşitsizliğinde 77’nci sıradayız,
OECD’nin sonuncusuyuz. Eğitimde eşitliksizlikte 102’nci sıradayız dünyada,
gelirde eşitsizlikte 65’teyiz. Şimdi, hâl böyle iken kalkıp gidiyoruz, Yavru
Vatan’a kampüs kuruyoruz. Kuralım da, iyi; onlara iyilik mi ediyoruz, kötülük
mü ediyoruz ben de bilmiyorum.
Şimdi, Sayın Sağlık Bakanı da
buradayken konumun, konuşmamın akışını biraz değiştireceğim, yine anlaşmaya
bağlı kalacağım, hariçten gazel okumayacağım çünkü bu anlaşmaya göre, bir tıp
öğrencisi gidecek, üç sene Kıbrıs’ta temel eğitimini alacak, sonra Türkiye’ye
gelecek, Çukurova Üniversitesine klinik eğitim almaya gelecek. Tamam, bir öykü
size: Çocuk orada üç senesini okudu, döndü, Kıbrıs’a geldi. Geldi, bir de baktı
ki bütün hocalar performans peşinde koşuyor. “Allah Allah, ‘performans’ diye
bir şey varmış.” şaşırdı. Niye, neden herkes performans peşinde koşuyor? Hoca performans
peşinde koşar mı? Koşmaz elbette, koşmamalı. Sonra öğrenecek ki bu ülkenin
Sağlık Bakanı, hocalara demiş ki: “Kardeşim, biz size 1.500 lira ile 3.400 lira
arasında bir temel maaş veriyoruz, geçinebiliyorsanız geçinin.” Bordrolar var,
Sayın Sağlık Bakanı çıkıp orada, oralardan “20 bin lira para alıyorlar, 15 bin
lira para alıyorlar.” diye söylüyor, ben de söz veriyorum, pratisyen hekimden
tutun profesöre kadar herkesin bordrosunu getiririm buraya.
YUNUS KILIÇ (Kars) - Döner sermayeleri
de getir.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Döner
sermayeleri de getireceğim.
Ben, istifa ettiğimde, görevden
ayrıldığımda maaş bordromda 3.400 lira para yazıyordu, 3.400 lira. 3.400 lira
maaş alırken istifa ettim, bunlar kayıtlarda vardır, bakabilirsiniz. Ben,
üniversite yaşamım boyunca Mersin Üniversitesinde bir tane özel hasta bakmadım,
hiçbir şekilde de performans uygulaması için fazla mesai yapmadım, 3.400 liraya
razı oldum. Diyor ki Sayın Bakan: “Yetmiyorsa kardeşim, daha çok hasta bak, ben
de sana kelle başı para veririm.” Şaka etmiyorum, gerçekten de durum bu.
“Neyse...” diyor çocuk “Peki, bari performans merformans olsun, hoca gene iş
yapıyor, ben hocanın peşinde koşayım, belki bir şeyler öğrenirim.” diyecek,
ondan sonra bir polikliniğe gelecek, bakacak ki poliklinikte hoca yok, hoca
yok. “Nereye gitti bu hoca?” diye soracak, sonra diyecek ki bir tanesi: “Valla,
Hakan Şükür’e milletvekilliği gibi kutsal bir görev yaparken astronomik rakamla
ek iş yapmasına olanak veren anlayış, hocalara bu hakkı tanımıyor.” O hoca da yasal
hakkını kullanarak ücretsiz izne ayrılmış. Dün Sayın Bakan dedi ya burada “Bin
kişi ayrılmış.” diye, birazdan ona da değineceğim zamanım yeterse. Eee, hoca da
yasal iznini kullanmış, iki sene. Ne zaman geri dönecek? İki sene sonra. Ama
garibim bilmiyor ki gidenler dönmez. Sakın, sakın…
Burada çok önemli bir saptama
yapacağım. Şimdi Bakan notunu alıyordur, gelip diyecek ki: “Aha CHP gene tam
zamana itiraz etti. Gene bunlar, işte, muayenehaneyi savunuyor.” Hayır Sayın
Bakan, biz muayenehaneyi savunmuyoruz, bunu sözel olarak da söylemiyoruz. Bir
kanun teklifi verdik, o kanun teklifini de incelediğinizi çok iyi biliyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi tam zamanlı çalışmadan yanadır, bunun da kanun
teklifini hazırlamıştır. Eğer samimiyseniz getirin kanun teklifini, komisyonda
konuşalım, burada da geçirelim gidelim.
Hak ettikleri parayı öğretim üyelerine,
hocalara verin, bu da emekliliğe yansısın, ondan sonra da gelin hesap sorun.
Ha, diyeceksiniz ki: “Emekliliğe yansımayan gelir olur mu?” Olur emekliliğe
yansımayan gelir. İşte, demin sizden bir milletvekilinin “Döner sermayeye bak!
Döner sermayeye bak!” dediği bir laf vardı ya işte o, emekliliğe yansımıyor ve
şimdi kaldırıldı Sayın Milletvekili. Şimdi o döner sermaye kaldırıldı, adına
“performans” deniyor; çalışırsan alıyorsun, çalışmazsan almıyorsun. “Yok ben
eğitim aşkıyla yanıyorum. Ben çocuklarla zaman geçireceğim, öğrencilerle zaman
geçireceğim.” dediğin zaman, o zaman temel maaşını alıyorsun. Değilse, açık
yüreklilikle çıksın, Bakan da burada, söylesin; ben de size getireyim
bordrolarla bunu buradan ispat edeyim.
Şimdi, Kıbrıs’tan öğrenci geldi ya
buraya, hani son üç yılını burada geçirecek. Hocalarla eğitime devam ediyor ama
bakıyor ki bu hastanedeki doktorların büyük bir çoğunluğu bu Bakanı
sevmiyorlar, şaşırıyor. Ya bir ülkenin Sağlık Bakanı, hangi partiden olursa
olsun sevilmemeli mi? Sevilmeli. “Niye sevmiyorsunuz kardeşim?” diyor.
AKP’lilere de soruyor, “Senin AKP’li olduğunu biliyorum, oy verdin; niye
sevmiyorsun?” diyor. Diyorlar ki: “Sağlık Bakanı her fırsatta bize çirkin
sözler söylüyor.” Diyorlar ki: “Sağlık Bakanı bize ‘yaygaracı’ diyor,
hekimlere. Kendisi hekim olduğu hâlde çıkıp ‘yaygaracı’ diyor hekimlere,
özellikle de öğretim üyelerine. Sonra diyor ki: “Sağlık Bakanı, bizim,
doktorların hastaların parasını çaldığımızı söylüyor.” diyor, “Biz nasıl sevelim bu adamı?” diyor. “Sürekli
olarak, her mikrofonun başına geçtiğinde
‘bıçak parası’ diyor, her mikrofonun başına geçtiğinde hekimleri
hastalara karşı kötülüyor, ‘Ayağınıza profesörler gelecek, şöyle olacak, böyle
olacak.’ diye söylüyor ve gerçekten kışkırtıyor. Galiba herkesi kendisi gibi
zannediyor.” diyorlar ve “Biz bunun için bu Bakanı sevmiyoruz, keşke
sevebilseydik.” diyorlar. Öğrenci bir hocalara bakıyor, bir Bakanın dediklerine
bakıyor, utanıyor ama acaba gerçekten utanması gereken kim?
Şimdi, bu öğrenci geliyor, acil stajını
yapıyor Çukurova Üniversitesinde. Gecenin bir vakti bir amca geliyor karın
ağrısı şikâyetiyle. Doktorlar ve öğrenciler -eğitim de alıyorlar ya- iyice
muayene ediyorlar. Bakıyorlar ki önemli bir şey yok, “Gaz sancısı var amca.”
diyorlar ve amcayı evine gönderiyorlar. Bu arada bilgisayarda kaydını girerken
bir de bakıyor ki öğrenci, doktor “yeşil alan” diye bir yere tıklıyor. “Abi, bu
ne?” diyor, “Ya bu yeşil alan.” diyor,
“Yani acil değil ya bu hasta…” Ee? “Biz bunu yapacağız, SGK da gidecek,
bu adamdan daha sonra katkı payı alacak.” “Ya biz doktoruz, bu adamın acil bir
durumu olup olmadığını anlayana kadar canımız çıktı; muayene ettik,
mıncıkladık, ettik, yaptık, sonra dedik ki bu gaz sancısıdır, teşhis koyup
gönderdik. Biz ne yüzle bu adama diyeceğiz ki sen niye acile geldin de senin
durumun acil değil. Adam nereden bilsin, belki apandisiti var. Adam o apandisit
korkusuyla gelmiş. Gaz sancısıyla apandisiti ayırabilene aşk olsun incelemeden,
uzman muayenesi olmadan. Şimdi biz kalkacağız, bu adama diyeceğiz ki sen yeşil
alandasın.” Doktorun da, öğrencinin de boynu bükülüyor. İki gün sonraki nöbette
aynı öğrenci, aynı amca bir daha geliyor. “Hoş geldin.” demeden amca yumruğu
indiriyor öğrencinin gözünün üzerine. “Ne oldu amca?” filan, “Yahu siz beni
nasıl ‘yeşil alan’ diye bir yere attınız da benim maaşımdan kestiniz?” diye
soruyor. “Hiç Allah’tan korkmadınız mı? Benim üç kuruş emekli maaşım vardı, siz
benim karnımın ağrısına gittiniz, ‘yeşil alan’ dediniz ve benden para kestiniz.”
diyor. İşte bu sebeplerden dolayı, daha birçok sebepten dolayı da hekime ve
sağlık çalışanlarına yönelik şiddet artıyor. Hocalar bile şiddete uğruyor sizin
sayenizde.
Farklı birimlerde staj yapıyor bu
öğrenci. Geliyor, bakıyor ki 4/B’li hemşire var, taşeronda çalışan personel
var. “Yahu hani eşit işe eşit ücretti? Ben şimdi bir hemşireye bakıyorum,
devlet memuru; öbürüne bakıyorum, 4/B’li; öbürüne bakıyorum, bu hemşire
taşeron. Bunların hepsinin maaşları da farklı. Nasıl olacak bu iş? Bu eşit işe
eşit ücret ancak AKP’de söz konusu olur, olsa da bu kadar olur.” diyor.
Geliyor şimdi bu öğrenci halk sağlığı
stajını yapıyor, altıncı sınıfa geldi. Tıpçılar bilirler, bu stajda birinci
basamak sağlık hizmetleri var. Bu birinci basamak sağlık hizmetleri içinde aile
hekimliği merkezine geliyor. Aklında öğrencinin -biz de yetiştirdik ya onu-
onurlu hekimlik ilkeleri var. Zannediyor ki bu devlet, bu Sağlık Bakanlığı,
Anayasa’nın kendine verdiği görevler çerçevesinde halkın sağlığını koruyacak,
en azından bunu bekliyor. Geliyor, aile sağlığı merkezi ekibiyle tanışıyor.
Bakıyor doktorun yanında bir tane hemşire var, bakıyor ve ona göre de çok mutlu
oluyor. Diyor ki; ne güzel, doktor, hemşire… Sonra bir bakıyor ki sekreterin
parasını doktor ödüyor, binanın kirasını doktor ödüyor, oturduğu sandalyenin
kirasını doktor ödüyor, temizlikçinin parasını doktor ödüyor. Diyor ki; “Ağabey
sen nasıl para yetiştiriyorsun?” “Vallahi yetiştiremiyorum” diyor doktor “Bazen
temizlik işlerini ben yapıyorum, bazen de arkadaşlarım yapıyor.” O zaman da bu
çocuk hekim olduğuna mı yansın, yoksa başka bir şeye mi!
Bir gün gene bakıyor bu Kıbrıs’tan
gelen çocuk; aaa aile sağlığı merkezindeki bütün hastalar çalınmış. “Ağabey
hasta çalınır mı” diyor; evet çalınır. 3 bin tane hastadan 2 tane hasta kalmış.
Üç beş saat sonra sisteme geri yükleniyor ve yüklendikten sonra anlaşılıyor ki,
genel müdürün şifresiyle birisi giriyor ve daha önce size anlatmıştım bu Genel
Kurulda, bütün hastaların bilgilerini alıyor. Sağlık Bakanlığından tıs var mı?
Yok. Soru önergesi hazırladık, cevap var mı? Yok. Niye yok? Bilmiyorum,
bilmiyorum. Sonra… Bu sonraları, bu sonraları uzun uzun anlatmak mümkün. Eğer
Sağlık Bakanı isterse daha da uzun anlatırım.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Atıcı.
Hükûmet adına Sağlık Bakanı Recep
Akdağ, buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Akdağ.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz bir anlaşma
aslında Mecliste, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle yapılan bir anlaşma. Güzel
bir imkân sağlayacak. Çukurova Üniversitemiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde
bir kampüs oluşturuyor ve burada öğrenci yetiştirmeye imkân tanıyan bir ortam oluşmuş olacak. Bir taraftan da
Çukurova ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde okuyacak öğrencilerin eğitimleri
açısından bir afiliasyon sağlanmış oluyor. Öğrenciler eğitimlerinin bir kısmını
orada alacaklar, diğer kısmını da Çukurova’da alacaklar. Ben bu teşebbüs için
hem Çukurova Üniversitesinin Değerli Rektörünü hem de bu anlaşmaya önayak olan
değerli çalışanlarını, anlaşmayı bu noktayı getiren herkesi tebrik ediyorum.
Şimdi bu konu tartışılırken Meclis
kürsüsünden, TÜBA’dan bahsedildi, daha sonra da Sağlık Bakanlığından
bahsedildi, Türkiye’deki sağlık uygulamalarından bahsedildi, Tam Gün
Yasası’ndan bahsedildi.
Değerli milletvekilleri, tarihi
unutmamak lazım. Ben de üniversiteden siyasete gelmiş bir arkadaşınızım,
yıllarım üniversitede geçti, daha sonra siyaset yoluyla şimdi ülkemize,
insanımıza hizmet ediyoruz.
TÜBA’nın 1993’te kuruluşu var. Şimdi
buradan, Meclis kürsüsünden konuşulurken gerçekleri milletin gözünden kaçırmaya
çalışmamak gerekiyor. TÜBA’nın kuruluşunda bir hükûmet var o zaman, Bakanlar
Kurulu 10 üye atıyor, daha sonra bu 10 üye kendi içerisinden 10 üye daha
seçiyorlar, o günden bugüne kadar da kapalı bir kast sistemi içerisinde üyeler
değişiyor. Bunun adına buradan konuşan bir değerli konuşmacı sanki o zamanki iş
demokratikmiş gibi çıkıp konuşma yapıyor. Hakikaten, millet bunları gözden
kaçırır mı zannediyorsunuz?
Bakın bugün TÜBA’ya, seçimler
çeşitlendirilmiş bir durumda, bilim adamlarının rahatça bu sistem içine
girebileceği, burada hizmet verebileceği, temsil edebileceği bir yapıya
büründürüldü. Neden tarihselliğine bakıp da meselenin orada küçük bir havuzun
oluştuğunu, o havuzun asla değişemediğini konuşmuyoruz? Neden milletin gözünden
bunu kaçırmaya çalışıyoruz?
Değerli milletvekilleri, şimdi, bu
kürsüden sağlık politikalarımızla ilgili çok şey konuşuldu ama söz konusu olan,
millete birinci derecede bir hizmet alanı olduğunda elbette aziz milletimiz
sonuçta konuşanın kendisi olduğunu sandıklarda her seferinde gösterdi. Bundan
sonra da biz göstereceğini çok iyi biliyoruz.
Bir üniversite öğretim üyesinin bir
taraftan üniversitede çalışırken, bir tıp fakültesi öğretim üyesinin, bir
doktorun aynı zamanda muayenehanesinin olduğu ya da muayenehaneyi üniversitenin
içine taşıdığı eski bir sistemden geliyoruz biz. Bunu halkımız herhâlde unutmadı.
Burada öğretim üyelerinin, doktorların bir günahı yoktu, bir suçu da yoktu, bir
yanlışı da yoktu ama geçmiş hükûmetler böyle bir sistemin kurulmasına önayak
olmuşlardı, bu sistemin devamına da fırsat veriyorlardı. Bir üniversite öğretim
üyesi olacaksınız, tıp fakültesinde çalışacaksınız, sabah dokuzda işinize
gideceksiniz, dokuzda işinize gittikten sonra, saat on birde, on ikide
muayenehanenize gideceksiniz.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Bakan,
şimdi olmadığını mı söylüyorsunuz?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) -
Biraz önce değerli bir konuşmacı buradan konuşurken, değerli bir
milletvekilimiz, bir öğrenciden örnek verdi, bir öğrencinin hayatından örnek
verdi.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Yani şimdi
bunun olmadığını mı söylüyorsunuz, bıçak parasının falan olmadığını mı
söylüyorsunuz?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) –
Acaba o değerli öğrencimiz sistem böyle çalışırken muayenehanede mi gidip de
ders alıyordu hocasından?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Başbakanı
usulsüz ameliyat ettiler bu memlekette ya!
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) –
Yıllarca böyle devam etti bu iş değerli arkadaşlar. Eğer muayenehane yoksa, bu
sefer, bir şekilde muayenehaneler hastanenin, üniversite hastanesinin içine
taşındı. Önce mesai sonrası dendi, daha sonra ikiye çekildi, daha sonra öğle
üzerine çekildi. Üniversiteye giderim, ben bir vatandaş olarak hizmet alacağım,
burası devletin üniversitesinin hastanesi. E nerede, hocaya nasıl ulaşmam lazım?
Özel muayene parası yatırırsan olur. Nasıl çektireceğim MR filmimi,
tomografimi? Hocaya özel muayene için, özel işlem için para yatırırsan olur.
Yatır parayı, bastır parayı al hizmeti; yatıramazsam, yoksulsam, garibansam,
orta gelirli bir vatandaşsam kusura bakma buradan hizmet alamazsın.
Değerli arkadaşlar, tıp fakültelerimiz
maalesef birer ticarethaneye döndürülmüştü. Şimdi bu gerçeği göz ardı edemeyiz.
Türkiye’nin gerçeğiydi bu, vatandaşlarımız bunu on yıllarca yaşadılar,
öğrencilerimiz de yaşadılar. Siz unuttunuz mu değerli arkadaşlar, Antalya’da
tıp fakültesinde dereceye giren bir öğrencimizin, bir değerli kızımızın diploma
töreninde “Ben buradan mezun olan arkadaşlarıma annemi, babamı teslim edemem.”
deyişini. İşte o köhne sistemin eseriydi bu. Eğer ben hocayı öğleye kadar
muayenehaneden getirdiği hastalarla ilgilenirken bulursam, öğleden sonra da
özel muayene, özel ameliyat, özel işlem adı altında, hoca üniversitenin âdeta
ticarethaneye çevrilmiş ortamında kendi kaderiyle baş başa bırakılmışsa burada
eğitim olur mu? Burada araştırma olur mu? Biz bu köhne sistemi değiştiriyoruz.
Şimdi gelelim şu performans sistemine.
Değerli arkadaşımız bordroları buraya getirecekmiş, tabii getirebilir.
Üniversitelerimizde, bu meseleye sahip çıkan her üniversitede, bugün değerli
öğretim üyeleri hatta onların asistanları bordrolu maaşlarıyla beraber
emeklerinin karşılığını bu ek ödemelerden büyük ölçüde almaya başladılar.
Birçok Anadolu üniversitesi bu meseleyi çözdü, bitirdi. Bundan kısa bir süre
önce -isim veriyorum ben şimdi size- Malatya Üniversitesinin değerli rektörü
beni ziyaret etti, elinde hocalarına ödediği meblağlarla birlikte bana geldi.
Bir profesör, tıp fakültesinde profesör olan bir klinisyen arkadaşımızın ek
ödeme ortalaması 10.500 Türk lirasıydı. Evet, her üniversite böyle değil,
herkes henüz bu yapıya bu şekilde adapte olmuş ya da bu meseleyi bu şekilde
benimsemiş değil. İsmini söylemeyeceğim ama bir üniversitemizde de “Biz hasta
bakmayacağız artık.” deyip de asistanlarının baktığı hastalar üzerinden ek
ödeme alan, daha sonra da asistanlarının eylem yaptığı başka bir tıp fakültemiz
de vardı.
Burada hangi tutumu benimseyeceğimize
karar vermemiz lazım. Biz, üniversitelerimizi, tıp fakültelerinin hastanelerini
birer ticarethane mi yapacağız, vatandaştan para alınan, “Parayı verirsen
hizmet alırsın.” denen bir ticarethane mi yapacağız yoksa buralar devletin
üniversitesi, devletin hastanesi olarak vatandaşa hizmet edecek, devlet de
hocasının emeğinin karşılığını maaşıyla birlikte bu ek ödemelerden mi verecek?
Buna karar vereceğiz.
Değerli milletvekilleri, bakınız, şimdi
burada hayalî bir senaryodan bahsedildi. Efendim, vatandaş hastaneye gelmiş de
orada yeşil alana onu götürmüşler de yeşil alanda hizmet aldığı için bir dahaki
sefer gelişinde de öğrenciye yumruğu patlatmış. Değerli milletvekilleri, bunlar
konuşulurken bir acil serviste bütün hastalara bilimsel olarak yeşil, sarı ve
kırmızı kodlarıyla triajının yapıldığını bilmiyorsanız ya da bildiğiniz hâlde
bunu gözden ırak tutmaya çalışıyorsanız, Meclis kürsüsünden milletin gözünün
içine baka baka bu fahiş hataları yaparsınız.
Evet, bir acil servise giden vatandaş
mutlaka hastalığının durumuna ve derecesine göre yeşil, sarı ve kırmızı triaja
ayrılmak durumundadır. Biz şimdi acil servislerimizde bu bilimsel tasnifi
yaptırıyoruz, yaptırmaya çalışıyoruz. Çünkü eğer bir yeşil triajı alan hasta
belli bir alana ayrılmazsa, çekilmezse ya da yeşil triaj alan hastalar
hastanelerin acillerini doldurmaya devam ederlerse büyük bir çoğunlukla, o
zaman gerçekten ağır durumda olan, kırmızı kod alan bir hasta, yerine göre
solunumu bozulmuş, ne bileyim, işte, ateşi 41 derece olmuş, ağır derecede
yaralanmış bir hasta ya da yaralı gerekli hizmeti gerektiği biçimde alamaz.
Peki, yeşil triaj alan bu hastamız,
hikâyedeki değerli amcamız öğrencinin burnuna yumruğu neden vurmuş? 5 lira
katkı parası ödediği için, öyle mi? Bu millet sizin bu Meclis kürsüsünden ifade
ettiğiniz bir millet değil. Hiçbir vatandaşımız, hiçbir büyüğümüz kendisinden 5
lira katkı payı alındı diye bir öğrenciye yumruk vuracak basiretsizliği
göstermez bu ülkede. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Siz bu milleti
tanımıyorsunuz, siz kafanızdaki hayali konuşturuyorsunuz Meclis kürsüsünde ve
yanlış yapıyorsunuz.
ORHAN DÜZGÜN (Tokat) – Kaç doktor
öldürüldü, kaçı darp edildi Sayın Bakan?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) –
Siz bu yanlışı yaptığınız müddetçe bu ülkenin insanı, Türk halkı, bu aziz
millet AK PARTİ’nin hizmetlerinin arkasında durmaya devam edecek ve siz de bu
yanlışı yapacaksınız çünkü muhalefeti yanlış bir biçimde götürüyorsunuz,
muhalefeti gerçekleri çarpıtma biçiminde götürmek hiçbirimize bir fayda
sağlamaz.
Şunu söyleyeyim, diyelim ki: “Evet, bir
performans sistemi geldi, bu sistemin hekimlerimize getirileri var, ancak
sistemi daha da geliştirmemiz lazım, iyice adaletli hâle getirmemiz lazım -ya
da burada söylenenlerin hepsi yanlış değil, haklı bir cümle de ifade edildi-
hekimlerimize mutlaka emeklilikleriyle ilgili artılar getirmemiz lazım.” Son
derece haklısınız, çünkü sadece hekimlerimiz için değil, diğer çalışanlarımız
için de temel maaşlar, bordrolu maaşlar dışındaki gelirler bir şekilde
emeklilik keseneğine esas teşkil etmiyor, dolayısıyla emeklilik maaşları düşük
kalıyor. Türkiye’de bazı sınıflar için, geçmişte yapılan bazı meslekler için
geçmişte yapılan kanunlarla daha yüksek emeklilik maaşları var ama bugün hekim
maaşları, emeklilik maaşları gerçekten düşük. Bunu mutlaka bir şekilde el
birliğiyle düzeltmemiz lazım ve bu hususta da Başbakanımızın talimatıyla kamu
maliyesiyle ve Sosyal Güvenlik Kurumuyla birlikte çalışmalarımıza başlamış
bulunuyoruz.
Ancak, tekrar ifade ediyorum, siz eğer
vatandaşı geçmiş köhne dönemin muayenehanelerine -evet, bu ismi Sağlık Bakanı
Recep Akdağ koymadı, vatandaşın yaptığı isimlendirmeyle- bıçak parasına ya da
benzeri kötü uygulamalara mahkûm etmek istemiyorsanız tam günün yanında
duracaksınız. Eğer, siz tam günün yanında duruyorsanız, tam gün uygulamalarını
Anayasa Mahkemesine götürmeyeceksiniz. Anayasa Mahkemesinin yanına neredeyse
bir kulübe kurup orada bu işler için, her fırsatta bunları Anayasa Mahkemesine
taşamayacaktınız. Bu yanlışı yaptınız.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen de doğru
dürüst kanun çıkart. Öyle şey olur mu yani hem doğru dürüst kanun çıkarmıyorsun
hem de Anayasa Mahkemesine gitmeyin diyorsun.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) –
Şimdi, değerli milletvekilleri, gelelim işin öbür tarafına. Bakın, performans
şu anlama geliyor, Sağlık Bakanlığının uyguladığı performans sistemini
söylüyorum: Çalışanlara temel bir maaş verip temel bir gelir temin edip bunun
üstünde de bizzat kendi emeklerinin ya da kurumlarının verimliliğinin ölçülmesi
suretiyle emeklerinin karşılığının ödenmesi. Ben bu ülkenin dokuz yıldır Sağlık
Bakanlığını yapan bir kişi, bir siyasetçi olarak bunun hakkaniyetli bir yol
olduğuna inanıyorum.
Tekrar ifade ediyorum: Performans
yönetimiyle ilgili, performans ödemeleriyle ilgili sistemi daha da
geliştirebiliriz ve geliştirmeliyiz. Olabildiğince mükemmel hâle getirip
adaletli hâle de getirmeliyiz ancak biz Türkiye’deki bu büyük iş yükünü ancak
bu şekilde çözebilirdik. Bugün eğer vatandaşlarımız hastanelerin kapılarında
boyunlarını büküp beklemiyorlarsa ortaya koyduğumuz bu yeni kamu yönetimi
anlayışındandır. Sağlık Bakanlığı bu işte bir öncülük yaptı. Aslında, bana göre
kamuda birçok alanda da bu performans yönetimi ortaya çıkmalı ve verimlilik
artırılmalıdır. Kimse performansa ya da verimliliğe karşı çıkmamalıdır. Hani
herkese aynı yüksek maaşı ödeyip daha sonra da yeterince çalışanla daha az
çalışanı birbirinden ayırmamak da bir hakkaniyet olmaz.
Ülke ismi vermeyeceğim ama Sağlıkta
Dönüşüm Programı’nı hazırlarken başvurduğumuz, ziyaret ettiğimiz ülkelerin
birinde bir sağlık bakanıyla görüşüyorum. Dedim ki: “İyi bir sistem
kurmuşsunuz.” Ülke biraz eski anlayışla, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri’nden
kalan bir anlayışla yönetilen bir ülke, ismini söylemiyorum. “İyi bir
sisteminiz var ama hastalar bir de hekimlerini seçseler daha iyi olmaz mı?”
dedim. Sayın Bakan bana şu cevabı verdi, dedi ki: “Bizim ülkemizde her öğrenci
standart ve iyi bir tıp eğitimi alır ve her hekim standart ve iyi bir tıp
eğitimi verir, herkes aynı işi yapar.”
Arkadaşlar, insanlar böyle değildir.
İnsanlar farklı performanslar gösterebilirler. Nitekim, muayenehanelerde
vatandaştan para alınarak sistemin yürümesine yıllarca karşı çıkmayanlar,
oradaki meseleyi bir para alışverişi olarak görmeyenler, vatandaşın buradaki
mağduriyetine gözünü yumanlar, bugün devletin bu ödemelerini bir şekilde yanlış
bir yoldaymış gibi göstermeye çalışıyorlar.
Biz doğru olanı yapıyoruz. Biz
vatandaşımızı ezdirmeyeceğiz değerli milletvekilleri. AK PARTİ hükûmetleri
olarak, bugüne kadar hep garibanın yanında durduk, hep yoksulun yanında durduk,
hep orta gelirli vatandaşın yanında durduk…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hangi garibanın,
hangi garibanın?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) –
…bundan sonra da bu ülkenin onurlu insanları sağlık hizmetine ihtiyaç
duyduklarında bu sağlık hizmetini almaya devam edecekler, biz bu sistemi
geliştirmeye devam edeceğiz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Akdağ.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan,
Sayın Bakan partimizin Anayasa Mahkemesine gitmesiyle ilgili çok ağır
eleştirilerde bulundu. Kısaca bir cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Buyurunuz efendim.
IX.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.-
Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın partisine
sataşması nedeniyle konuşması
MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, sağlık üzerinden politika
yapılmaz, ahlaka, edebe, siyasete sığmaz, ama şimdi, yani ısrarla “Bunu söyle.”
diyorsunuz.
Garibanın yanında durmuşsunuz hep…
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Evet!
MUHARREM İNCE (Devamla) – Başbakanın
sağlığıyla ilgili sağlanan haklar garibana sağlanıyor mu, Başbakan özel
avantajla mı yapıldı? Bana bunu anlatın. Başbakana yapılan herhangi bir
yurttaşa yapılabiliyor mu?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Elbette yapılıyor, elbette yapılıyor.
MUHARREM İNCE (Devamla) – Geçin Sayın
Bakan bunları! Kime anlatıyorsunuz bunları? Geç bunları! (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Sen geç onu, sen geç!
MUHARREM İNCE (Devamla) – İki: Daha dün
benim elime gelmiş, 30 bin lira para isteniyor, ameliyat olamıyor. Bunların her
gün yüzlercesi var. İsterseniz size ileteyim.
Üçüncüsü: Adam gibi, doğru düzgün,
hukuka uygun, Anayasa’ya uygun kanun çıkaracaksın, biz de Anayasa Mahkemesini
gitmeyeceğiz.
Biz Anayasa Mahkemesine gittiğimizde
hepsini Anayasa Mahkemesi kabul etmiyor ki, ret de ediyor. Muhalefet engelini
aştıysan Cumhurbaşkanı engeli var, onu aştıysan Anayasa engeli var. Tabii ki,
iktidara fren olmak isteyen güçler olacak, demokrasi böyle bir şey zaten.
Peki, Sayın Bakan, siz niye Fransız
Anayasa Mahkemesinden medet umar hâle geldiniz “Sayı 60 mı oldu, 70 mi oldu,
kaç oldu?” diye? Hatırlıyorsunuz değil mi? Daha geçen haftalarda şu Fransa
Anayasa Mahkemesine gitse şu Fransız milletvekilleri, senatörler de şu
yaptığımız dış politikadan, şu yaptığımız kötü dış politikadan kurtulsak diye
Fransız Anayasa Mahkemesinden nasıl medet umar bir hâle geldiğinizi hatırlıyor
musunuz? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Elmayla armudu karıştırıyorsun Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Bunu
hatırlıyor musunuz?
Biz Fransız Anayasa Mahkemesinden medet
ummadık. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Biz Türk Anayasa Mahkemesinden
medet umduk.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın İnce.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Atıcı.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan,
Sağlık Bakanı Cumhuriyet Halk Partisinin Tam Gün Yasası’na karşı olduğunu
söyleyerek halkı yanıltmıştır.
İzin verirseniz, düzeltme yapmak
istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
V.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
11.-
Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın Cumhuriyet
Halk Partisinin Tam Gün Yasası’na karşı olduğunu söyleyerek halkı yanılttığına
ilişkin açıklaması
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Sayın Sağlık
Bakanımız Cumhuriyet Halk Partisinin tam günü istemediğini, Anayasa Mahkemesine
götürdüğünü söyleyerek sizi yanılttı. Benim burada konuştuğumu da dinlemedi,
onun için de kötü bir duruma düştü. Ben Bakanımın kötü duruma düşmesini de
istemem.
Cumhuriyet Halk Partisi, tam gün
çalışmayla ilgili kanun teklifini Meclise aylar öncesinden vermiştir. Kayıtlara
bakın. Eğer, yüreğiniz yetiyorsa getirin burada konuşalım.
Şimdi, söz almışken, birkaç noktaya
değineceğim.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Siz daha nelere karşı çıktınız.
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Karşılıkla
konuşalım. Karşılıkla konuşalım.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Sen yenisin, onları göreceksin.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Ben yeni
değilim Sayın Bakan, en az senin yaşındayım ve…
BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayınız.
Sayın Hatip, Genel Kurula hitap ediniz.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – … ve bu ülkeye
otuz yıl hizmet ettim.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Mecliste yenisin.
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Ama onurumla
hizmet ettim, bir dediğim öbürünü şey yapmadı.(AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
Bilemiyorum, kimin onurlu… Ben kimseye
onursuz demedim. Siz kendinize yakıştırıyorsanız bilemem Sayın Milletvekili.
Şimdi, halkı yanıltmaya devam etmeyin.
Bir triajın ne olduğunu bilecek kadar iyi bir tıp bilgim vardır.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Bilseydin mugalata yapmazdın.
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Benim size
sorum şu: Kendisi karın ağrısının acil olup olmadığını bilmeyen bir vatandaş
acile geldiğinde, siz de bunu yeşil alana atarsanız, bundan para almak eğer
insanlığa sığıyorsa, çıkın burada onu söyleyin. Ben bunu istiyorum. Elbette ki,
triaj yapılmalı, elbette ki, kırmızı alan olmalı, acil hastalar ayrılmalı
bunlara bir itirazım yok.
Şiddet: Bizim halkımızı şiddet
uygulamaya zorlayan sizsiniz. Sizin politikalarınız. Ben bunu söylüyorum.
“Şiddet yok” deyin hadi çıkın. Doktorlar öldürülüyor. Bakın vurmaktan, tokattan
bahsetmiyorum. Doktorlar silahla öldürülüyor; daha iki gün önce başımıza geldi.
Ondan sonra diyorsunuz ki: “Bizim halkımız hiçbir şey yapmaz.” Kardeşim,
yapıyor ya, öldürüyor. Ben bunu söylüyorum, gazeteler yazıyor; ispatlı bir şey.
İSMAİL TAMER (Kayseri) – Sizin
döneminizde doktorları öldüren yok mu?
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Ama niye
yapıyor bizim bu güzel halkımız bunu? Çünkü siz onları kışkırtıyorsunuz. “El
birliğiyle düzeltelim.” diyorsunuz. El insaf ya! On yıldır iktidarsınız. On
yıldır tek başınıza düzeltemediniz de hâlâ mı bekliyorsunuz? Yazıklar olsun!
(CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarında gürültüler)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Atıcı.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)
2.-
Çukurova Üniversitesinin KKTC’de Kampus Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/482) (S. Sayısı: 67) (Devam)
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına, Diyarbakır Milletvekili Altan Tan.
Buyurunuz Sayın Tan.
BDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır)
– Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çukurova Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nde kampüs alanı oluşturmak ve daha sonra da orada fakülte
veya fakülteler açmasıyla ilgili söz almış bulunmaktayım.
Tabii ki, buna bizlerin bir itirazı yok
yani hangi üniversite olursa olsun eğer kanunlar, yasalar çerçevesinde bilime,
sanata, kültüre başka bir amaç gütmeden katkı sağlayacaksa bunlar desteklenir.
Ancak, Kıbrıs meselesi açılmışken birkaç şey söylemek istiyorum:
Bugün Kıbrıs, 1974’ten beri fiili
olarak Türkiye’nin ekonomisini, siyasetini, kültür hayatını, her şeyini
ilgilendiriyor ve alakadar ediyor. Ondan evvel de tabii ki, böyleydi ancak
1974’ten sonra fiilî bir durum ortaya çıktı, otuz sekiz yıl geçti. En sonunda,
yine, Kıbrıs’ın kurucu Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’ın vefatıyla ilgili,
yine, çokça Kıbrıs konuşuldu ve Türkiye siyasetinin neredeyse bütün duayenleri,
mevcut ve eskiler, hepsi Kıbrıs’a gitti, törenler yapıldı.
Sevgili arkadaşlar, defalarca ifade
ettik. Biz bazı meselelerin üstünü ne kadar örtersek örtelim, büyük sorunlar,
büyük meseleler halledilmedikçe, bu sorunlar daha da katlanarak bir kartopu
gibi, bir çığ gibi büyüyerek önümüze geliyor. İşte, bu çığlardan birisi de
Türkiye'nin Kıbrıs politikalarıdır. Bazı soruları gündeme getirdiğimiz vakit,
sorduğumuz zaman maalesef rahatsızlık duyuluyor ve hemen, millî dava meselesi
öne geliyor. Şimdi soruyorum: Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs’la ilgili
stratejik ana politikası nedir? Kıbrıs, bir askerî üs müdür? Kıbrıs, güvenlik
meselesiyle ilgili olarak mutlaka Türkiye'nin kontrolünde tutulması gereken bir
ada mıdır? Kıbrıs’la ilgili, Türkiye'nin ticaret, turizm, sanayi, serbest pazar
olma gibi bir politikaları var mıdır? Sevgili arkadaşlar, işte, bunlara doğru
düzgün cevaplar verebilmek için, burada saatlerce konuşmamız lazım ve bir
Meclis araştırması yapmamız lazım.
Bugün gelinen noktada -kimse alınmasın
ve darılmasın- Kıbrıs, bir kumarhaneler merkezi, bir fuhuş merkezi, bir
ekonomik bataklık ve aynı zamanda, uluslararası uyuşturucu trafiğinin de
güzergâhından yapıldığı bir mekân hâline gelmiştir. İşte, otuz sekiz yıllık
politikaların neticesi budur. “Bu böyle değildir, abartıyorsunuz.” veya “Yanlış
söylüyorsunuz.” diyorsanız, lütfen, devletin elindeki bilgi ve belgeleri de
ortaya koyarak gelin, bütün millî istihbarat belgeleriyle, bütün ekonomik
verilerle, bütün yatırımlarla, maliyenin bütün harcamalarıyla gelin, Kıbrıs
niye bu hâle geldi ve niye bu hâlde; konuşalım. Her yıl birkaç milyar dolarlık
bir para o kara delikte kayboluyor, bunun hesabını veren yok. “Gelin,
konuşalım.” dediğimiz vakit de “Bu bir millî davadır. Ne yapmak istiyorsun? Sen
vatan haini misin?” diye hemen bildik mevzular gündeme geliyor.
Sevgili arkadaşlar, Kıbrıs’la ilgili bu
değerlendirmeleri yapmazsak uluslararası politikada sorun olmaya yine devam
edecek ve aynı şekilde, mali olarak da, kültürel ve ahlaki olarak da bu sorun
Türkiye'nin ayaklarına dolanmaya devam edecek. Bugün Kıbrıs neredeydi, nereye
geldi? Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti hangi ekonomik vaziyette ve Kuzey Kıbrıs
hangi ekonomik vaziyette? Oraya harcanan paralar nereye gidiyor? Bu kara deliği
kapatmak için orasıyla ilgili, cazibe merkezi olmasıyla ilgili nasıl bir plan
hazırlıyorsunuz? Master planınız nedir? Maalesef, bunların hiçbiriyle ilgili
derli toplu bir görüşme yok, sadece suskunluk ve millî dava var.
Sevgili arkadaşlar, bu durum böyle
devam ettirilemez ve ayrıca, bugün orada daha başka şeyler de oluyor. Kıbrıs’ta
yaklaşık 10 bin civarında Kürt Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı öğrenci öğrenim
görüyor ve bunlar üzerinde de ciddi baskılar var; en son geçen ay 14 Kürt
öğrenci, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Kürt öğrenci hiçbir ciddi belge, mahkeme
ve soruşturmaya dayanılmadan sınır dışı edildi. Bunları konuşmadığımız müddetçe
tekrar -konuşmamın başında da söylediğim gibi- bu olaylar büyüyerek ve
ayağımıza dolanarak bizleri kilitlemeye devam edecek. Otuz sekiz yılın
muhasebesini bütün hükûmetlerin ve hususen de son on yılda mevcut Hükûmetin
vermesi gerekiyor. Ne yaptınız? Buyurun anlatın ve toplam bugüne kadar
Kıbrıs’la ilgili harcanan para kaç milyar dolardır? Bu soruların hiçbirisine
soru önergeleriyle bile sormamıza rağmen doğru düzgün, ciddi cevaplar
alamıyoruz, yuvarlanıp gidiyor.
En son, sevgili arkadaşlar, Sayın
Denktaş’ın vefatı ve cenaze töreniyle ilgili de bazı duygularımı ifade etmek
istiyorum. Bunları aynı gün veya o günü takip eden birkaç gün içerinde ifade
etmek gerekirdi ama yanlış anlaşılabileceği veya farklı hassasiyetleri devreye
sokacağı endişesiyle bugüne sakladım. İzniniz olursa yazılı olarak kaleme
aldığım bu duygularımı sizlere de zaman yettiği müddetçe aktarmak istiyorum.
Düğünler de, cenazeler de bizde
önemlidir. Kimlerin gelip kimlerin gelmediği, gelenlerin nasıl davrandığı,
giyindiği elbiseler, kıyafetler, yeterince üzülüp üzülmedikleri, hâl ve
hareketleri, her şey, hemen hemen her şey inceden inceye takip edilir düğünlerde
de, cenazelerde de. Çocukluğumdan beri her ne hikmetse ben de bu ayrıntılara
dikkat ederim. Bugün sizlere düğünlerden bahsetmeyeceğim. Sizlere katıldığım
yüzlerce cenaze töreninden birkaç tanesini anlatmak istiyorum, hafızamdan
silinmeyen ve içimi burkan birkaç tanesini ve bu ölümleri, yine aynı tarihlerde
vefat eden bazı Müslümanların cenaze törenleriyle kıyaslamak istiyorum.
İskenderpaşa Cemaati’nin Şeyhi Profesör
Doktor Esad Coşan Avustralya’da bir trafik kazasında vefat etti. Necmettin
Erbakan’dan Turgut Özal’a kadar yüzlerce ünlü ve önemli kişinin mensubu olduğu
bir tarikatın lideriydi. Tarikatın özel okulları, hastaneleri, televizyon
kanalları ve daha birçok şirket ve kuruluşu vardı. Cenaze Avustralya’dan
getirildi ve muhteşem bir törenle toprağa verildi. On binlerce vatandaşın
yanında Türkiye’de bilinen, tanınan ne kadar cemaat, tarikat, vakıf, dernek,
örgüt ve parti lideri varsa cenazeye katıldı. Sayfalarca gazete ilanları
yayınlandı.
Esad Coşan’dan kısa bir müddet sonra
vefat eden İzzettin Yıldırım ise Zehra Vakfının lideriydi. Benim tanıyabildiğim
kadarıyla samimi bir Müslüman, dindar ve hiç evlenmediği, çoluk çocuğu da
olmadığı için inancını anlatma ve yayma dışında bir özel hayatı da olmayan bir
şahsiyetti. Yaşantısı oldukça mütevazıydı.
29/12/1999 tarihinde İlim Grubu tarafından -“Hizbullah” olarak bilinen
kamuoyunda- bir Ramazan gecesi teravih namazından sonra Üsküdar’da kalmakta
olduğu evden kaçırıldı ve yaklaşık bir ay sonra 28/01/2000’de öldürüldü. İşin
en ilginç yanı, Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’nun Beykoz’da polislerce
öldürülmesinden iki hafta sonra cenazesi bulundu ve henüz birkaç saat önce
öldürülmüş olduğu Adli Tıp Kurumu raporlarınca tespit edildi. Daha sonra
ifadelerine başvurulan Hizbullah mensupları kaçırmayı kabul ettiler ancak
öldürmeyi kabul etmediler. Velioğlu’nun öldürülmesinden iki hafta sonra
kimlerin İzzettin Yıldırım’ı öldürdüğü bugüne kadar devlet tarafından
açıklanmadı, tamamen mağdur ve mazlum bir ölüm olarak tarih sayfalarına geçti.
Kaçırıldığı gecenin sabahından itibaren İzzettin Yıldırım’ın arkadaşları
üzerlerine düşeni yaptılar. İstanbul Adli Tabipliğinin morgundaki cenazesinin
teşhisinde bizzat ben de bulundum. İzzettin Yıldırım’ın Eyüp Sultan
Camisi’ndeki cenaze töreninde Esad Coşan’ın cenazesine katılan ünlü ve önemli
zevattan hiç kimse yoktu, İslami grup ve cemaatlerden ise birkaçının dışında
kimse gelmemişti.
2008 ve 2009 yılında da beni etkileyen
cenaze törenleri oldu, Cengiz Aytmatov, ünlü Kürt romancısı Mehmet Uzun, Muhsin
Yazıcıoğlu, sinemacı Halit Refiğ ve Abdulmelik Fırat’ın cenaze törenleri; en
son olarak da bu yıl, geçen ay kaybettiğimiz Sayın Rauf Denktaş’ın cenaze
töreni. Bunları birbirine bağlayacağım biraz sabırlı olursanız.
Cengiz Aytmatov, ünlü Kırgız ozan;
dinle, diyanetle arası ne kadar olduğu tartışmalı, kendi özel hayatı, hatta
inanç anlamında Müslüman olup olmadığı da tartışmalı. Türkiye'nin en büyük
İslami cemaatinin en önemli kişilerinden biri cenaze törenine katılmak için
İstanbul’dan binlerce kilometre uzağa, Kırgızistan’a kadar gitti. Muhsin
Yazıcıoğlu için de öyle; görüşüyordum, dostluk çerçevesinde bir arkadaşlığımız
vardı. Allah rahmet eylesin. Türkiye’deki bütün sağcı, milliyetçi -tırnak
içinde- dinci grupların en önemli şahsiyetleri askerlerin taşıdığı Türk
Bayrağı’na sarılı tabutun arkasında yürüdüler. Türkiye'nin en büyük cemaatinin
lideri gazetelerde sayfalarca ilan verdi.
Halit Refiğ’in vefat ettiği günün
gecesi ise bir toplantıdaydım. Aynı toplantıya katılan yine çok önemli bir
cemaatin çok önemli bir kişisi ertesi gün yapılacak cenaze törenini dahi
beklemeden “Bu gece mutlaka aileye taziyede bulunmalıyım.” gerekçesiyle
toplantıdan izin alarak terk etti ve koşar adım taziyeye gitti. Taziye bizim
kendimizce o çok önemli toplantımızdan daha da önemliydi.
Sayın Rauf Denktaş’ın cenaze töreniyse
çok yakında oldu. Uzun uzadıya anlatmayacağım. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah
Gül’den, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan Sayın Bülent Arınç’a kadar
devletimizin, siyasetimizin ve toplumumuzun bütün önemli kişileri ya bizzat cenazeye
gidip tabutun altına girdiler veya Sayın Bülent Arınç gibi Meclis kürsüsünden
bu konudaki konuşmalarını yaptılar.
İşte arkadaşlar şimdi de birkaç diğer
arkadaşımın cenaze törenlerinden örnekler vererek bu konuşmamı bitirmek
istiyorum.
Mehmet Uzun’a gelince. O zaten Cengiz
Aytmatov ve Halit Refiğ kadar bile bizim -tırnak içinde- İslamcılarımızca
dindar değildi, nasıl ölçüyorlarsa! Edebiyat değeri ise -yine tırnak içinde-
tartışmalıydı! Kimselerin varlığını bile kabul etmediği bir dilde, Kürtçede romanlar,
hikâyeler yazmanın ne kıymeti harbiyesi olabilirdi ki! Cenazesine katılan, ona
kıymet veren Yaşar Kemal, Şerafettin Elçi ve benim gibi binlerce kişi de zaten
onun gibi sakıncalıydı!
Abdülmelik Fırat 2009’un puslu bir
sonbahar günü Ankara’da bir hastane odasında vefat etti. Hınıs’taki köyünden
ayrılmak istemiyor, köyü Kolhisar’da ölmek istiyordu. Çok ağırlaşınca çocukları
rızası hilafına Ankara’ya götürdüler. Son günlerinde tedavi olmak bile
istemiyordu. Vasiyet etti, askerî tören de istemiyordu, Türk Bayrağı da Kürt
Bayrağı da istemiyordu. Tabutunun üzerine sadece ayeti kerime yazılı bir örtü
örttüler; inna lillahi ve inna ileyhi raciun. İnsan Rabb’ine giderken Rabb’inin
ayetlerinden başka, bayrakların, sancakların ne önemi olur ki! Allah’tan geldik
ve yine ona döneceğiz.
Her şey istediği gibi oldu. Ankara’nın
anlı şanlı büyükleri, bakanları gece karanlığında hastaneye gelerek veya biraz
daha çekinenler telefonla başsağlığı dileklerini ilettiler; gündüz cenaze
töreninde bulunmaya yüzleri tutmadı. Hayatı boyunca sakıncalı birinin tabutuyla
bile aynı fotoğraf karesine girmek istemediler.
Cenaze töreninde Başbakan Sayın Erdoğan
da yoktu, Cumhurbaşkanımız Sayın Gül de yoktu, Sayın Bülent Arınç da yoktu,
Sayın Necmettin Erbakan -ki bir dönem beraber politika yaptılar- o da yoktu.
Hınıs Kolhisar’daki cenaze namazına,
çok büyük bir çoğunluğu babaları ve dedeleri Şeyh Sait Efendi’nin mürit ve
askerleri olan köylüler katıldı; fakir, mazlum ve mağdur köylüler; Palu’nun,
Bingöl’ün, Genç’in, Piran’ın, Guleman’ın, Karayazı’nın, Karaçoban’ın,
Tekbaş’ın, Tekman’ın, Muş’un ve Bingöl’ün ve daha nice yerlerin mazlumları.
Öğle namazı, sararan sonbahar
çimenlerinin üzerinde köy meydanında kılındı. Yıllardır huşu içinde kıldığım en
sade ve en gariban cemaat namazı. Cenaze namazını ise amcazadesi Şeyh Sait
Efendi, Kürtçe, Türkçe, Zazaca ve Arapça cenaze namazını izah ederek kıldırdı.
Tam bir birlik ve beraberlik tablosu ve tekbirler, evet, sadece tekbirler. Büyük dedesi Şeyh Mahmut Efendi’nin
de metfun olduğu, yaklaşık 4 kilometre uzaklıktaki bir dağın doruğuna doğru
giden bir cenaze. Arkasında binler ve binlerin ağzından dökülen tekbirler:
“Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber ve lillahil hamd.”
Evet, birkaç cenaze ve birkaç cenaze
töreni. Tam da Yunus’un dediği gibi:
“Bir garip ölmüş diyeler,
Üç günden sonra duyalar,
Soğuk su ile yuyalar,
Şöyle garip bencileyin.”
Sağcıların, milliyetçilerin, anlı şanlı
tarikat ve cemaat önderlerinin, bakanların, başbakanların ne önemi var ki?
Abdülmelik Ağabey zaten hayatı boyunca hiç kıymet vermedi onlara.
İslam âlimlerinin büyük bir kısmı, bir
insana salt zenginliğinden dolayı, mevki ve makamından dolayı izzet, ikram
gösteren bir kişinin imanının yarısının gittiği görüşündedirler. İslam dininin
en önde gelen prensiplerinden biri, sevginin de buğzun da Allah için olması,
gösteriş ve gururun işin içine karıştırılmaması.
Evet, Abdülmelik Ağabey zaten hayatı
boyunca böyle yaşadı ve Necip Fazıl’ın bir şiiri aklıma geldi:
“Son gün olmasın dostum, çelengim, top
arabam,
Alıp beni götürsün tam dört inanmış
adam.”
Evet, sevgili arkadaşlar, Kıbrıs’tan,
Kıbrıs politikasından, Sayın Denktaş’ın cenaze töreninden buralara kadar
geldik, bir ufuk turu yaptık. Sanırım, zülfüyâra dokundumsa da saygısızlık
etmedim ama bütün bunları -Kıbrıs politikası da dâhil, bu cenaze törenleri de
dâhil- böyle değerlendirmediğimiz vakit, eğriyi doğruyu doğru düzgün ortaya
koymadığınız, koyamadığımız vakit, bugün Türkiye'nin aradığı barışı da bulması
mümkün değil, kardeşliği de bulması mümkün değil.
Cenaze törenlerinde bile çifte standart
var ise yazıklar olsun bu kardeşliğe. Selam, bütün mazlumlara ve barış
isteyenlere olsun.
Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tan.
Şahsı adına Ankara Milletvekili Nurdan
Şanlı.
Buyurunuz Sayın Şanlı. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
NURDAN ŞANLI (Ankara) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 67 sıra sayılı Çukurova Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nde Kampüs Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin en
büyük devlet üniversitelerinden birisi olan Çukurova Üniversitesinin Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde kurmayı düşündüğü kampüs tıp fakültesi ve diş
hekimliği fakültelerini kapsamaktadır. Çukurova Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nde oluşturacağı eğitim kampüsü Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin iş birliğiyle gerçekleştirilecektir.
Çukurova Üniversitesi, ülkemizin Güney
ve Güneydoğu Bölgesi’nin en büyük hastanesine, tıp fakültesine ve diş hekimliği
fakültesine sahiptir. Bu itibarla, hastane yatırımı yapmadan Çukurova
Üniversitesi tıp ve diş hekimliği fakültelerinin Adana’daki hastane ve uygulama
alanlarının kullanılması amaçlanmaktadır. Bu tasarı ile tıp fakültesi için üç
yıllık temel tıp eğitiminin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kampüsünde, üç yıllık
stajın ise Adana kampüsünde yapılması; diş hekimliği fakültesi için üç yıllık
temel diş hekimliği eğitiminin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kampüsünde, iki
yıllık staj programının ise Adana kampüsünde uygulanması öngörülmektedir. Bu
eğitim biçimi öğrencilerimizin çok daha iyi yetişmesi için ideal bir model olup
bundan sonra sınava hazırlanan gençlerimiz için de teşvik edici olacaktır.
Görüşmekte olduğumuz çerçeve protokol
ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, söz konusu kampüsün tesisi ve
faaliyetleriyle ilgili olarak devlet ve vakıf üniversiteleri için öngörülen
teşvik ve muafiyetleri sağlamayı taahhüt etmektedir.
Çukurova Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nde kuracağı kampüsün ülkemize ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ne hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Şanlı.
Şahsı adına Bartın Milletvekili Yılmaz
Tunç… Yok.
Soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
Süremiz yirmi dakikadır.
On dakika sorulara ayırıyorum sayın
milletvekilleri, on dakika da cevaba. Onun için, sisteme girmiş olan sayın
milletvekillerimize sırayla söz vereceğim. Sorularınızı net sorarsanız, zamanı
daha tasarruflu kullanmış oluruz.
Buyurunuz Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür
ederim.
Sayın Bakan, geçtiğimiz günlerde
Şanlıurfa’da bir tarikat mensupları hastane bastılar, bu basına yansıdı. Bu
konuda bir soruşturma açıldı mı?
İkinci sorum: Performansa dayalı ek
ödeme sisteminde -bugün yine medyada vardı- bir Türk doktoru Nobel alsa ödülü
140 lira. Nobel’i birkaç kişi alırsa bu ödül birleştirilecek. Şimdi, 11 milyar
lira maaşı beğenmeyip 200 milyar liraya televizyonda yorumculuk yapan bir
milletvekili, 4 komisyon toplantısının 3’üne katılmayan, 35 açık oylamanın
25’inde oy kullanmayan, soru önergesi ve araştırma önergesi bulunmayan, 1 defa
bir dakikalık konuşma yapan bir milletvekilinin aldığı maaşla, aldığı ek
televizyon yorumculuğuyla Nobel ödülü alan bir Türk doktorunun adaleti var mı?
Adalet ve Kalkınma Partisinin programına, felsefesine uygun mu bu ücret
dengesi?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın İnce.
Sayın Fırat…
SALİH FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sağlık Bakanımız cevap verirken
üniversite hastanelerinin ticarethane hâline geldiğini söyledi. Ben, buradan
Türk milletine ve buradan yüce Meclise sesleniyorum: Bir devlet hastanesinde MR
hizmeti, tomografi hizmeti, radyoloji hizmeti, fizik tedavi hizmeti, diyaliz
hizmeti, acil servis hizmeti, laboratuvar hizmeti, yoğun bakım hizmeti özelden
satın alınıyorsa bu ticarethane midir değil midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Fırat.
Sayın Kuşoğlu…
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, dün sizin konuşmanız üzerine
size soru sormak istedim ama ayrılmıştınız. Bugün de yine aynı mahiyette bir
konuşma yaptınız. Onun için sorumu tekrarlayacağım.
Siz her platformda konuştuğunuzda “eski
dönem-yeni dönem” diyorsunuz ve sanki Türkiye’deki sağlık sisteminin bu dönemde
yeniden yapılandırıldığını, tümüyle modernize edildiğini, eskinin çok kötü
olduğunu anlatıyorsunuz ama bunu bir türlü rakamlara da tam olarak
dayandırmıyorsunuz. Bunun esası, biliyorsunuz ne kadar harcama yapılıyor,
sizden önce yapılan harcamalar kaç kat artmıştır; bir de ölüm oranı ve tedavi
süresi ne kadar iyileşmiştir. Bunu ortaya koyabilir misiniz lütfen?
Bunlar dışında, hastane hizmetlerinin,
özellikle otelcilik hizmetlerinin iyileşmesinin tıbbi anlamı yoktur, siz gayet
iyi biliyorsunuz. Bunu rakamlara dayandıralım. Mortalite nedir, yataklı
tedavide, kalp operasyonlarındaki iyileşme oranları nedir, buna göre konuşalım.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Kuşoğlu.
Sayın Öğüt…
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakan, bildiğiniz gibi, ülkemizde
diş ve diş eti sorunları toplumun yüzde 75’ini kapsamaktadır. Başta kalp ve
damar hastalıklarına, yüksek düşük riskine ve birçok hastalığa yol açmaktadır.
Diş ve diş eti hastalıkları önlenebilir hastalıklar sınıfına girmektedir. Bu toplumsal
mücadelede kamudan yararlanıldığı kadar özel muayenehanelerden de
yararlanılmalıdır diye düşünüyorum.
Genel tıp alanında özel sağlık
kuruluşlarından hizmet alımı yapılırken diş hekimi muayenehaneleri
unutulmuştur. 16 bin diş hekimi muayenehanesi bu topluma katkı sunmak için
beklemektedir. Hizmet satın alma ne zaman hayata geçecektir? Bunu sormak
istiyorum.
Performansta yüzde 30 maaş, yüzde 70
prim denklemi tersine döndürülmelidir. Biz, performansa hiçbir zaman karşı
olmadık, sadece bu denklemin tersine dönmesini istiyoruz. Tam güne de en ufak
bir şeyde itirazımız yok. İtirazımız, özlük haklarının emekliliğe yansıması
üzerinedir, daha düzgün bir çalışma sisteminin oluşturulması içindir.
Teşekkür ediyorum beni dinlediğiniz
için.
BAŞKAN- Teşekkür ederiz Sayın Öğüt.
Sayın Türkoğlu…
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Osmaniye’nin Düziçi ilçesi
100 bine yakın nüfusu olan bir ilçe ve bu ilçedeki devlet hastanesi geçtiğimiz
aylarda uzunca bir süre yoğun bakım ünitesi olmaksızın çalıştı. Yeteri kadar
ambulans ve yeteri kadar da ambulans şoförü olmadığı için ciddi problemlerle
karşı karşıya kaldı hastalarımız. Şimdi de yoğun bakım ünitesi tek yatakla
çalışıyor, cihaz ve personel yetersizliği dolayısıyla, ambulanslarda da yine
sıkıntı var, şoförleri yok. Bu konuda bir düzenleme yapabilir misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın
Türkoğlu.
Sayın Dinçer…
CELAL DİNÇER (İstanbul) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, yurt dışından doktor ve
hemşire getirileceği yönünde basında haberler çıkmaktadır. Hangi ülkeden ne
kadar doktor ve hemşire getirmeyi planladınız? Bu konuda bir çalışma yaptınız
mı? Bununla ilgili ön çalışmanız nedir? Hangi ülkelerden ne kadar doktor ve
hemşire getireceğinizi öngörüyorsunuz?
Bir diğer sorum da, son çıkan Sağlık
Bakanlığı teşkilat yasasını da içine alan kanun hükmünde kararname ile klinik
şeflerini kaldırdınız, şef yardımcılarını kaldırdınız, eğitimci olarak
görevlendirdiniz ve tümünü sözleşmeli yapmayı planlıyorsunuz. Böylece klinik
şeflerinin, şef yardımcılarının güvencesi de ortadan kalkmış olacak. Bunların
başına bir koordinatör atadınız. Bu koordinatörler, hiçbir kıstasa tabi
olmadan, bir uzman da olabiliyor, bir profesörün başına bir uzman atanabiliyor
ve klinikleri yönetebiliyor. Bu konuda yapılacak çalışmaları yapıp…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Dinçer.
Sayın Hilal Kaplan…
MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, iktidarınızın getirmiş
olduğu sağlık sistemiyle vatandaşın hekimlere ve sağlık çalışanlarına olan
güveninin yitirildiğini, hekimlerin ve sağlık çalışanlarının da vatandaşa “Daha
çok nasıl performansa dair para elde ederim.” mantığıyla baktığı bir süreçte
sağlık çalışanlarının iş güvenliği noktasındaki iş güvencesinin azaldığını
biliyoruz. Bu çerçevede son süreçte, acilde darp ve şiddet olaylarının
arttığını da biliyoruz. Bunun oranını çıkardınız mı? Merak ettiğim sorulardan
bir tanesi bu.
İki: Acil servislerde bakılan hasta
sayısının yüzde 75’inin gerçek acil olmadığını… Acaba bu gerçek acil
olmayışının nedeniyle mi triaj yapıp bazılarına sonradan fatura göndermeyi
doğru mu buluyorsunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kaplan.
Sayın Türkkan…
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Bakan,
Kocaeli’nin Dilovası bölgesinde bilindiği gibi ciddi bir çevre kirliliği ve
buna bağlı olarak çok ciddi bir kanser hastalığı mevcut ama aynı bölgede bu
ilçeye hâkim ve rüzgâr yönünden de hiç rüzgâr almayan bir tepesine kömür
tozlarının o bölgeye çökeceği bir şekilde kömür organize sanayi bölgesi
planlanmıştır. Yöre insanının “Dilovası” değil “Kanser ovası” ismiyle
anılmasına sebep olan, aynı zamanda yaşamsal mağduriyetlerini giderecek
çalışmalar yaparak Kömürcüler Organize Sanayi Bölgesinin şimdiki yerinden
kalkması ve de kanser hastalığına sebebiyet verecek olan oluşumların ortadan
kaldırılması konusunda çalışmalarınız olacak mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Türkkan.
Sayın Eyidoğan…
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Teşekkür
ederim Başkanım.
Van’a giden 105 Cumhuriyet Halk Partisi
milletvekilinden biriyim, 3 kere gittim. Orada bir Eğitim ve Araştırma
Hastanesi var, Devlet Hastanesi var. Bu hastanede ne tür ameliyatlar
yapılabiliyor? Ameliyatlar yapılabiliyor mu? 500 hasta yatak kapasitesi hizmette
mi?
Ayrıca, gezdiğimiz çadır kentlerde
genel sağlık problemlerinden bir tanesi yoğun, çok sayıda üst solunum yolu
hastalıkları ve parazit hastalıkları, özellikle çocuklarda. Bu konuda neler
yapılıyor? Çadır kentlerdeki sağlık hizmetleri ne durumda? Çadır kentler ne
zaman kalkacak?
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın
Eyidoğan.
Sayın Topal…
RAMİS TOPAL (Amasya) – Teşekkür ederim
Başkan.
Bakanımıza soru soruyorum: Amasya
Merzifon Kara Mustafa Paşa Hastanesi
fiziki olarak şahane bir hastane, emeklerine sağlık güzel bir hastane
yapıldı. Yalnız, hastanenin eksikleri çok fazla. 1 tane çocuk doktorumuz, 1
tane beyin cerrahı, 7 tane diş doktorumuz bulunmaktadır. Ameliyathane perişan
durumda, lambalar yanmıyor, masaları çok kötü durumda. Bunları iyileştirmeyi
düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Topal.
Sayın Hasip Kaplan…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür Sayın
Başkan.
Sayın Bakan, aile hekimliğinden sonra…
Demirköy ilçesine bağlı İğneada beldesi kışın 3 bin ama yazın 50 binin üzerinde
nüfusu olan bir yer, 100 bine kadar da çıktığı oluyor. İğneada beldesi, oradaki
sağlık ocağındaki tek hekim de Demirköy ilçesine alınıyor aile hekimliği
uygulamasından sonra. Sağlık ocağında şu an doktor yok. Doktor olmayınca oranın
kapatılma durumu söz konusu olmuş ve özellikle on beşe yakın köyü olan bir
belde, burada doktor yokluğu söz konusu. Aile hekimliğinde böyle bir durum söz
konusu mu? Mutlaka ilçede olmaları mı gerekir? Yoksa, burada ayrıca bir
uygulama mı var? Onu öğrenmek istedim.
Sağ olun.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kaplan.
Buyurunuz Sayın Bakan.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Değerli Başkanım, arkadaşlarımızın sorularına teşekkür ediyorum.
Sayın İnce, Şanlıurfa’da bir hastanede
meydana gelen bir olayla ilgili olarak bir soru sordular. Bu hastanemizde
yöneticiler arasında meydana gelmiş bir problem vardı. Bu problem için biz il
valiliğine talimat verdik, ilde incelemeyi başlattık. Ancak, basına yansıyan,
işte sizin de ifade ettiğiniz “Tarikat mensupları hastane bastı.” şeklindeki
ifadelerin -bize gelen ilk bilgiler çerçevesinde söylüyorum, incelemenin
tamamlanması gerekir- aslında pek de olayın aslını yansıtmadığı, bölgenin kendi
yapısı itibarıyla iki farklı ailenin ya da farklı grubun birbiriyle,
yöneticiler arasındaki münakaşadan dolayı hastanede karşı karşıya geldiği
şeklinde; incelemeyi yaptırıyoruz.
Bu, performansa dayalı sistemde “Nobel
Ödülü alan birine 140 lira verilecek.” meselesi için bugün basına bir açıklama
yaptık biz Sayın İnce. Aslında üniversitelerimizde performansla ilgili ek
ödemelerin nasıl dağıtılacağına ilişkin düzenlemeler, YÖK’ün hazırladığı bir
çerçeve yönetmelik ve üniversitelerin de bu çerçeve yönetmelik içerisinde
ortaya koyduğu kurallarla yapılıyor. Yani burada belirlenen performans
puanlarının, gerek hasta hizmetiyle gerek öğrenciye verilen eğitimle gerek
araştırmalarla gerekse en azından bugün için teorik olarak konulmuş olan
birtakım ödüllerle ilgili puanların ne olacağına, bunların karşılığının ne
olacağına üniversiteler karar veriyor.
Bizim, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
yasama ve yürütme olarak, Hükûmet olarak yaptığımız, bu ek ödemelerle ilgili
üst sınırların belirlenmesidir. Biz alınabilecek en üst sınırları koyuyoruz,
burada kanun yapıyoruz, size tasarı getiriyoruz. Daha sonra da buna göre YÖK ve
üniversiteler kendi kararlarını alıyorlar. Eğer gerçekten, böyle bir alt
düzenlemede, Nobel alan bir kişiye 140 liraya karşılık gelecek bir puanlama
yapılmışsa çok yanlış yapılmış. Ama bunun benim Bakanlığımla, Sağlık
Bakanlığının ya da Hükûmetin uygulamalarıyla bir ilişkisi yok. Kaldı ki bir
Nobel Ödülü’nün böyle performans puanıyla falan değerlendirilmesi de mümkün
değil. Yani Nobel Ödülü ya da benzeri ödül alabilecek bir araştırmacının, bir
bilim adamının çok büyük ödüllerle ödüllendirilmesi gerekir ayrıca Türkiye
tarafından, üniversitelerimiz tarafından.
Bir milletvekilimizle ilgili olarak
ifade ettiklerinizi bence o milletvekilimizle siz burada konuşun, yani ona
benim cevap vermemi beklemeyin, çok yakışık almaz.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Ben
konuşuyorum da gelmiyor, gelse konuşacağım.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Konuşuyorsanız, o da geldiğinde size cevabını verir, mesele çözülür yani.
Üniversitelerin ticarethane hâline
şimdi geldiğini söylemedim Değerli Milletvekilim; Sayın Fırat’ın sorusuna cevap
veriyorum. Üniversiteler, özellikle tıp fakültesi hastaneleri ticarethane
hâline getirilmişti. Geçmiş köhne düzen böyle bir düzendi yani bunu herkes
biliyor, bunu bilmeyen yok ki içimizde. Ben üniversitede çalışan bir tıp
fakültesi öğretim üyesi olarak biliyorum, değerli arkadaşlarımdan üniversiteden
gelenler var, onlar da biliyorlar, siz de vatandaş tarafından biliyorsunuz
hastalarınızı götürdüğünüz zaman başınıza ne geldiğini. Şimdi bu sistemi
değiştiriyoruz. Bütün meselemiz, bu sistemi daha adil, daha hakkaniyetli bir
sistem hâline dönüştürmektir.
Devlet hastanelerinde vatandaştan
herhangi bir fark falan alınmıyor. Böyle bir soru da soruldu. Devlet
hastanelerinde vatandaşlarımıza hizmetler ücretsiz olarak veriliyor, yalnızca
muayene için 5 lira katkı payı alınıyor. Bunun da ne amaçla alındığını daha
önceki sorularla ya da Meclis kürsüsünde yaptığım açıklamalarla ifade ettim. Bu
5 lira gereksiz yere hastanelere gidilmemesi için konulmuş olan bir katkı
ücretidir çünkü biz günübirlik hastalıklarımız için aile hekimimize gidebiliriz.
Dahası, kronik hastalardan, sürekli hastalığı olan kişilerden -mesela diyabet
hastaları, kalp hastaları, kanser hastaları- bu katkı payları alınmıyor Değerli
Milletvekilim.
“Eski dönem-yeni dönem” diyoruz Sayın
Kuşoğlu, buna hakkımız var elbette. Bazı arkadaşlarımız da ifade buyuruyorlar,
biz on senedir, dokuz senedir iktidarda olan bir partiyiz, elbette bir eski
dönem ve yeni dönem var. Zaten bir eski dönem ve yeni dönem olmasaydı
vatandaşımız dokuzuncu senenin sonunda, onuncu senenin içinde AK PARTİ’nin arkasında
bu kadar durmazdı. Yani daha önce hatırlayın, o parçalı koalisyon hükûmetleri
bir sene, bir buçuk sene içerisinde, bilemediniz, iki sene içinde ömrünü
tamamlar giderdi. Neden acaba bu Türk milleti, aziz milletimiz, bu kadar AK
PARTİ’nin arkasında duruyor? Bir eski dönem-yeni dönem gerçekten var da onun
için.
Peki, sağlık harcamaları açısından
bunun anlamı nedir? Nedir eski dönem-yeni dönem? Biz geçmişe göre Türkiye’de
sağlık harcamalarını 3 katına çıkarmış bir Hükûmetiz, bununla da iftihar ediyoruz
ancak şunun altını çizerek özellikle ifade etmek istiyorum: Kamunun harcadığı
para açısından sağlığa ayırdığımız para 3 katına çıkmış miktar, kamunun faiz
dışı diğer harcamalarıyla paralel gitmiştir. Bu hususta kamuoyunda birtakım
yanlış bilgilendirmeler oluyor, bir kafa karışıklığına yol açılıyor. Türkiye
büyüdü, bütçemiz büyüdü, elbette sağlık gibi önemli bir alan bundan hakkını
almalı. Zaten bunu başaramasaydık, ekonomimiz iyiye gitmeseydi, Hükûmetimiz,
Başbakanımız sağlık meselesine önem vermeseydi ben Sağlık Bakanı olarak
bunların hiçbirini yapamazdım, bu dönüşümü gerçekleştiremezdim.
Sağlığa ayrılan para kamu bütçesinden
diğer kamu harcamalarına ayrılan parayla atbaşı gitmiştir ve çok verimli bir
biçimde kullanılmıştır, verimli bir biçimde kullanmaya da devam edeceğiz.
Yaklaşık olarak 600 dolar civarında
-kura göre bu değişiyor, bir de son yılın hesapları henüz çıkmadı, onun için
kesin konuşamıyorum- bir toplam sağlık harcaması var kişi başına. Bunun 450
dolara yakınını kamu olarak biz harcıyoruz, geri kalanın 50 dolarını özel
sektör yatırım yapıyor, 100 dolarını da vatandaş kendisi harcıyor, kişi başına,
ortalama. Onun için, verimli bir sistemden bahsediyoruz.
Mesela “En önemli göstergelerden anne
ve bebek ölümleri ne oldu?” derseniz, çok doğru bir sorudur bu. Hep OECD
ülkeleriyle kıyaslamalar yapıyoruz. OECD ülkelerinin 1960’la 1990 arasında anne
ölümlerinde aldığı yolu Türkiye Cumhuriyeti son sekiz yılda almıştır. OECD
ülkelerinin bebek ölümlerinde 1960’tan 1990’a kadar aldığı yolu, aşağı yukarı yirmi
beş-otuz yıl içinde aldığı yolu Türkiye Cumhuriyeti sekiz yıl içinde almıştır.
Anne ölümleri yüz binde 70’ten yüz binde 15’lere, bebek ölümleri binde 30’dan
binde 10’lara kadar çekilmiştir. Bu düzelmeler, bu iyileşmeler önümüzdeki
yıllarda da devam edecektir.
Sayın Öğüt’ün diş hekimlerimizle ve diş
hekim muayenehaneleriyle ilgili sorduğu soruyla alakalı olarak: Biz Sağlık
Bakanlığı olarak muayenehanesi olan diş hekimlerimizle Sosyal Güvenlik Kurumu
arasında bir ara yüz oluşturmaya çalışıyoruz. Aslında, doğrusu, ben Sağlık
Bakanı olarak bu hizmetin diş hekimi muayenehanelerinden alınmasına taraftarım
ancak sonuçta bu bir sigortacılık çalışması gerektiriyor, buraya ayrıca para da
ayırmak gerektiriyor. Söylediğim gibi, bir ara yüz oluşturmaya çalışıyorum.
Şu anda Türkiye’de uzman hekimlerimiz
açısından sabit maaş, sabit gelir diyelim -onun bir kısmı da döner sermayeden
geliyor ama sabit gelirdir- sabit gelir ve ek ödeme oranları aşağı yukarı
birbirine eşittir Değerli Milletvekilim. 3.400 lira civarında sabit gelir var,
3.400 lira civarında da uzman hekimlerimizde –ortalamadan bahsediyorum- ek
ödeme var.
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Dişte
öyle değil ama.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) -
Aslında dişte de öyle çünkü bordrodaki maaş dışında ek ödemeden gelen bir
miktarı biz şimdi sabitledik. Döner sermayeden geliyor ama o sabit bir paradır,
dolayısıyla aşağı yukarı yarı yarıya hâle gelmiş durumdadır.
Özlük hakları konusunda, özellikle
emeklilikle ilgili olarak konuşmamda da ifade ettim, hakikaten burada iyileştirme
yapmamız gerekiyor.
Osmaniye ile ilgili sorusuna Sayın
Türkoğlu’nun: Bunu incelettireyim, herhangi bir eksiklik varsa, onları inşallah
karşılarız.
BAŞKAN – Sayın Bakan, süremizin sonuna
geldik.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Bitti mi efendim?
BAŞKAN – Süremiz doldu efendim.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – O
zaman, geri kalan sorulara yazılı olarak cevap vereceğimi ifade edeyim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Biz teşekkür ederiz.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
On dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 16.59
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 17.15
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP
ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Muhammet Bilal MACİT (İstanbul)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 66’ncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Çukurova Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nde Kampus Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmış, maddelerine geçilmesi kabul edilmişti.
Şimdi 1’inci maddeyi okutuyorum:
ÇUKUROVA
ÜNİVERSİTESİNİN KKTC’DE KAMPUS KURMASINA İLİŞKİN ÇERÇEVE
PROTOKOLÜN
ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) 15 Kasım 2009 tarihinde
Lefkoşa’da imzalanan “Çukurova Üniversitesinin KKTC’de Kampus Kurmasına İlişkin
Çerçeve Protokol”ün onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN – Gruplar adına, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Ümit Özgümüş. (CHP sıralarından
alkışlar)
Buyurunuz Sayın Özgümüş.
CHP GRUBU ADINA ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Adana) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çukurova Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nde Kampus Kurması Yasa Tasarısı üzerine söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle sizleri saygıyla selamlıyorum.
Konuya girmeden önce sizinle paylaşmak
istediğim bir şey, bugün bu kanun tasarısından önce gündeme gelip ertelenen İç
Tüzük değişikliği meselesi. Bundan memnuniyet duyduğumu söylemek istiyorum.
Umarım ki bu geçici bir erteleme değildir, umarım ki geçen hafta olduğu gibi
bir dayatmayla, bir oldubittiyle tekrar Meclisin gündemine gelmez ve geçen
hafta yaşadığımız, yaşamak istemediğimiz, benim de içinde olmak istemediğim
olayları tekrar yaşamayız çünkü bu olaya, yani geçen hafta yaşamak
istemediğimiz olaylara ne yazık ki bizi sizler zorladınız, bize başka alan
bırakmadınız. Bu kürsüyü korumak, bu kürsünün onurunu korumak zorunda
bıraktınız bizi. Daha önceki dönemde Türkiye’de basını ele geçirdiniz. Basının
bir kısmını, bizim verdiğimiz, halkın, vatandaşın verdiği vergilerle bir gruba
kredi olarak verip bazı basın kuruluşlarını aldınız. Daha sonra, bazı basın
kuruluşlarını baskıyla yıldırdınız,
tehditle yıldırdınız. Sonra, bizim burada kendimizi halka
anlatabileceğimiz, öneriler getirebileceğimiz yasa maddeleri üzerinde,
teklifler üzerinde görüş bildireceğimiz Meclis TV’yi kıstınız. En son olarak da
Meclis TV’nin çalışma saatleri içerisinde muhalefetin burada kendini ifade etme
imkânını ortadan kaldıracak Tüzük değişikliğini getirdiniz.
Değerli arkadaşlar, burası, bu nokta
Türkiye Büyük Millet Meclisinin en kutsal yeridir. Burası Türkiye milletinin
sesidir, Türkiye Büyük Millet Meclisinin sesidir ama aynı zamanda milletin
sesidir. Bir gün öncesine kadar burada selamlaştığımız, koridorda
selamlaştığımız, komisyonlarda beraber çalıştığımız arkadaşlarımızla bir gün
sonra koridorda karşılaştığımız zaman, değerli milletvekillerinin başlarını
farklı taraflara çevirdiğini gördük.
Şimdi, bakın, Türk Ticaret Kanunu’nda
nisaplar meselesi vardır yani oy yeter sayıları, karar yeter sayıları. Şimdi,
şirketlerde, limitet şirketlerde, anonim şirketlerde bazı kararları yüzde 25
nisapla alabilirsiniz, bazı kararları yüzde 51’le, bazılarını yüzde 75’le ama
limitet ve anonim şirketlerde, çok ortaklı şirketlerde ortakları ilzam eden,
onları yeniden sorumluluk altına sokan ya da hak kaybına uğratacak olan
maddeleri ancak ve ancak yüzde 100 nisapla geçirirsiniz, karar yeter sayısı
yüzde 100’dür. Yani bir limitet şirkette sermaye artıracaksanız, bir anonim
şirkette şirketin nevini değiştirecekseniz eğer, yüzde 99 oy çoğunluğunuz olsa
bile o kararı alamazsınız ve geçiremezsiniz. Burasını da onunla paralel
düşünürsek eğer, yüzde 50 oy çoğunluğunuz var ama buranın başka paydaşları da
var, buranın başka yüzde 50 paydaşları da var ve eğer o paydaşların konuşma
hakkını kısıtlıyorsanız, onların haklarında kısıtlamaya gidiyorsanız yüzde
51’le, 60’la, 70’le bu kararları geçiremezsiniz. Bırakın buradaki muhalefet
partilerini, burada eğer 1 tane, 2 tane bağımsız üye olsa bile onların sesini
kısacak, onların konuşma sürelerini kısacak, onların yasama faaliyetlerine
katılacakları maddelerde eğer kısıntıya gidiyorsanız o zaman uzlaşmayla yapmak
zorundasınız, uzlaşmayla yapmak zorundadır. Umarım ki bu ertelemenin sonucunda
uzlaşmayla gelir Tüzük değişikliği yoksa burada parmak sayısı fazlalığıyla ya
da geçen gün, çarşamba günü burada yaşanan, gece saat birden sonra üzerimize
saldırarak sayısal çoğunlukla bizi yıldıracağınızı ve geri adım atacağımızı
bekliyorsanız önümüzdeki günlerde yanıldığınızı göreceksiniz. Yani biz bir
gelenekten geliyoruz. Biz, 12 Eylülde, 12 Eylülün cezaevlerinde elimiz kolumuz
bağlı, işkenceye, işkencecilere boyun eğmemiş ve onurunu dik tutmuş insanlarız.
Bugün burada kaba kuvvetle karşı karşıya kalırsak 8 tane, 10 tane, 20 tane
fazlasınız diye bunun karşısında boyun eğmeyiz, bu kürsünün onurunu korumaya
devam ederiz. Umarım bu kararlılığımızı denemezsiniz.
Çukurova Üniversitesi, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nde bir kampüs açmak istiyor, yasa geldi. Elbette, buna karşı
çıkacak durumumuz yok. Çukurova Üniversitesi bugün, Türkiye'nin de göz bebeği
olan, Türkiye'nin en önemli üniversitelerinden biri tanesi. 14 fakültesi var, 4
yüksekokulu, 12 meslek yüksekokulu, 1 konservatuar, 3 enstitü, 25 araştırma
merkezi, 2 bine yakın öğretim üyesi ve 40 bine yakın öğrencisi var. Özellikle,
bölgenin sağlık alanında otorite, uzman bir üniversitesidir. Bu bilgisinden,
birikiminden, deneyiminden yola çıkarak Kuzey Kıbrıs’ta bir kampüs açması
elbette yararlıdır. Üçlü yararı var: Bir tanesi, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ne ekonomik katkısı olacaktır. İkincisi, şu anda Türkiye
üniversitelerinde kontenjan bulamayan öğrenciler Balkan ülkelerine veya Kafkas
ülkelerine giderek orada eğitim görmektedir, bu şekilde Kıbrıs’a giderek eğitim
görecektir. Üçüncü olarak da Çukurova Üniversitesi devletten yeterli ödenek
alamadığı zaman ona da ekonomik olarak katkısı olacaktır. Ama şunu söylemek
istiyoruz: Türkiye’de şu anda önemli olan şey, üniversitelerin sayısını
artırmak değil, üniversitelerin niteliğini artırmak, üniversitelerin kalitesini
artırmaktır. Ne yazık ki üniversitelerin kalitesi 12 Eylül döneminden sonra
kademeli olarak gittikçe bozulmakta ve sizin döneminizde eski uygulamalara
devam edilmektedir.
Bütün dünyada ya da bütün dünyada
değil, demokratik ülkelerde, sanayisi gelişmiş ülkelerde üniversiteyi
üniversite yapan üniversitelerin özerkliği, mali bağımsız özerkliği, düşünce
özgürlüğü ve ortaya çıkardığı düşünceleri de ifade edebilme özgürlüğüdür. Türkiye’de
bunu yapabilmek için öncelikle Yükseköğretim Kurulunun, YÖK’ün kaldırılması
gerekir. Siz 2002’de iktidara geldiğinizde, 2002-2003 programında o zaman
YÖK’ten, şu anda bizden daha fazla şikâyet eden bir siyasi iktidarsınız ve
Hükûmet Programı’nızda YÖK’ün düzeltileceği ve üniversitelerin birçok
düşüncenin özgürce tartışılacağı bir forum olacağı yazılı. Ama biraz önce
arkadaşım da söyledi, o dönemde YÖK’ten en çok siz şikâyet ederken YÖK’ü şu
anda ele geçirdiğinizde YÖK’ü kullanmaya başladınız ve üniversitelerin
demokratik özerkliğini, bilimsel özerkliğini yok ettiniz.
2 bin kişilik bir üniversiteyle 40 bin
kişilik bir üniversite, vakıf üniversitesiyle devlet üniversitesi aynı çatı
altında yönetilemez ya da üniversitede rektörlük için başvuran 6 kişiden bir
üniversite hocası 1.200 oy alırken bir başkası 300 oy alıyor, bunlar YÖK’e
gidiyor, YÖK en az oy alanı listenin başına koyarak Cumhurbaşkanına gönderiyor,
Cumhurbaşkanı cemaate yakın olan, bize yakın olan birisini alıp götürüp
üniversitenin başına koyuyor. Bir tarafta 1.200 oy alan birisi varken bir
tarafta 150, 200 oy alan, bizden birisi üniversitenin başına geldiği zaman
orada o rektörün saygınlığını artık siz düşünün.
YUNUS KILIÇ (Kars) – Onu en iyi siz
yaptınız ama.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Siz
de yaptınız, doğru.
ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Şimdi, bu,
savunma değil. En azından eğer o dönemde, geçmiş dönemde bu yapılmışsa
“Suimisal misal olmaz.” diye bir genel kaide vardır, o zaman oturur
düzeltirsiniz.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – O
zaman eleştirmeyin.
ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Zamanım olsa
Hükûmet Programı’nda söylediklerinizi açıklarım. Üniversitelerin ne hâle
geleceğini, YÖK’ten şikâyetlerinizi açıklarım ama şu anda zamanım daraldı,
başka bir zaman tekrar konuşuruz.
Tabii, sadece YÖK ve üniversiteler
değil, aynı şekilde şu anda üniversitelerde öğrencilere uygulanan zulüm de 12
Eylül döneminden farklı değil. O zaman yine siz çok şikâyetçiydiniz ama bugün
aynı noktaya geldiniz.
Bakın -geçen hafta burada konuşuldu-
Yılmaz Güney afişlerini asan öğrencilere okuldan uzaklaştırma cezası verildi.
Biraz evvel söyledim, AKP’nin Hükûmet Programı’nda, 82, 83’te var;
“Üniversitelerde özgür düşünce ortamı olacak.” diye manzumeler var orada.
Yılmaz Güney’in şu anda on bir tane filmi Kültür Bakanlığı tarafından devlet
arşivine kondu.
Bakın, Pamukkale Üniversitesinde
öğrenciler YÖK’ü tiyatroyla protesto etti diye onları bir ay okuldan
uzaklaştırdınız. YÖK’ü biz de protesto ediyoruz, YÖK’ü siz de protesto ettiniz.
Eğer öğrencilerin YÖK’ü protesto etme imkânını -tiyatroyla, skeçle veya bu tür
olaylarla, o imkânları- elinden alırsanız, geçmişte başka türlü örgütlenmelere
giderek nasıl protesto edeceğini hepimiz çok iyi biliyoruz.
Öğrencilerin başka bir isteği parasız
eğitim. Evet, parasız eğitim istemek ya da parasız eğitim pankartı açmak suçsa
ben o suçu işliyorum, partimiz de o suçu işliyor çünkü bizim, Cumhuriyet Halk
Partisinin programında da sosyal devlet, sosyal eşitlik ilkesi adına
üniversitelerin parasız olması var, biz de parasız eğitim istiyoruz. Kızılay’da
hangi siyasi görüş -sağcı, solcu veya başkası- parasız eğitim istiyorsa, imza
kampanyası açtıysa, şimdi ve bundan önceki dönemde, adımı, soyadımı, unvanımı
yazarak hepsine imza attım çünkü çocuklar üniversiteye gelinceye kadar,
babaları, anaları, kendilerine eşit imkân, sosyal adalet sağlansın diye, fırsat
eşitliği yaratılsın diye vergiler veriyorlar ve çocuklarına fırsat eşitliği
yaratılmasını istiyorlar. Evet, parasız eğitim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Bundan dolayı
eğer çocuklar cezaevine girecekse, ceza alacaksa, biz de o cezayı almaya
razıyız. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Özgümüş, teşekkür
ederiz.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Adana Milletvekili Ali Halaman.
Buyurunuz Sayın Halaman. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA ALİ HALAMAN (Adana) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sıra sayısı 67 olan, Çukurova
Üniversitesi ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne kurulacak olan kampüsün
kurulmasıyla ilgili kanun hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Kıbrıs dendi mi Rauf Denktaş akla
gelir, onu rahmetle anmadan geçemeyeceğim. Yine dün Şırnak Uludere’de şehit
olan askerlerimizi rahmetle anıyorum.
Çukurova Üniversitesi; 14 fakülte, 4
yüksek okul, 13 meslek yüksekokulu, 1 devlet konservatuarı, 3 enstitü, 25
araştırma uygulama merkezi ile ülkemizin gelişmiş üniversiteleri arasında yer
almaktadır.
Öğretime ve araştırmaya verdiği önemle,
kütüphaneleri, laboratuvarlarıyla ülkemize nitelikli bireyler kazandırmayı amaç
edinmiş olan Çukurova Üniversitesi, ana şehir merkezine 10 kilometre uzaklıkta,
Seyhan baraj gölü kıyısında yeşillikler içerisinde eğitim ve öğretim
yapmaktadır.
Çukurova Üniversitesi 1.871 öğretim
elamanı, 32.700 lisans, ön lisans ve 2.600'ün üzerinde yüksek lisans, doktora
olmak üzere yaklaşık 35.300 öğrencinin eğitim ve öğretimde görev aldığı yerdir.
Üniversitemizde, çeşitli Avrupa ülkelerinden ve Orta Doğu ülkelerinden gelen
öğrencilerimiz, üniversitemizde kampüs içindeki fakültelerimizde öğrenim
görmektedir.
Balcalı kampüsünde yer alan Yüksek
Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumuna bağlı 1.608'i kız 1.204'ü erkek olmak üzere
toplam 2.812 yatak kapasiteli Fevzi Çakmak Yurdu öğrencilere barınma olanağı
sağlamaktadır. Kent merkezinde ise, yine Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar
Kurumuna bağlı 544 öğrenci kapasiteli Hacı Sabancı Kız Öğrenci Yurdu ile 418
öğrenci kapasiteli Sümer Erkek Öğrenci Yurdu hizmet vermektedir.
Üniversitenin Balcalı Kampüsünde,
kapalı yüzme havuzu, halı futbol sahaları, voleybol, basketbol sahaları, tenis
kortları ve Çukurova Üniversitesi Spor Kulübü ise Beden Eğitimi ve Spor Yüksek
Okulu öğretim üyelerinin de desteğiyle 16 branşta 650 aktif sporcu ile
üniversitemizi temsil etmektedir.
Çukurova Üniversitesi elektronik
ortamda çeşitli konularda yurt içi ve yurt dışı veri tabanlarıyla yirmi beş tam
metin dergiye erişim sağlamaktadır.
Çukurova Üniversitesi, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’ne yakın bir noktada bulunan ülkemizin büyük devlet üniversitelerinden
biridir. Adana ve Lefkoşa arasında yoğun bir hava yolu ulaşımı mevcuttur.
Çukurova Üniversitesi, ülkemizin Güney
ve Güneydoğu bölgelerinin en büyük hastanesine, tıp fakültesine ve diş
hekimliği fakültesine sahiptir. Bu itibarla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde
hastane yatırımı yapmadan, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Diş Hekimliği
fakültelerinin Adana'daki hastane ve uygulama alanlarının kullanılması, Tıp
Fakültesi için 3+3 yıllık, yine üç yıllık stajın ise Adana kampüsünde yapılması
için, yine Diş Hekimliği Fakültesi için 3+2 yıllık, üç yıllık temel diş hekimliği eğitiminin
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ve iki yıllık staj programının ise Adana
kampüsünde yapılması, öğretim programlarının uygulanması mümkün görünmektedir.
Bu durumda Çukurova Üniversitesi Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kampüsü diploması alacak öğrenciler için teşvik edici
olacak ve öğrencilerimiz tıp ve diş hekimliği eğitimi için Orta Doğu, Balkan
ülkeleri ve başka ülkelerdeki programlar yerine Kıbrıs'a yönlendirilebilecektir.
Yine Adana'da kurulan Bilim ve
Teknoloji Üniversitesi, 2011 yılında kurulan bir devlet üniversitesidir. Bunun
bünyesinde, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Havacılık ve Uzay
Bilimleri Fakültesi, yine Denizcilik Fakültesi, Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık
Fakültesi, Hukuk Fakültesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi gibi bazı fakültelerden
oluşmaktadır.
Bundan dolayı Çukurova Üniversitesinin
Kıbrıs’ta kampüs açmasını bir Adana Milletvekili olarak çok uygun görüyoruz.
Dolayısıyla bu kanun tasarısıyla ilgili elimizden ne geliyorsa gayreti
içerisinde olacağız.
Bu duygularla, Çukurova Üniversitesinin
rektörlerini, dolayısıyla görev alanları tebrik ediyor, başarılar diliyor,
Cenabıhak yardımcıları olsun diyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Halaman.
Şahsı adına Ankara Milletvekili Nurdan
Şanlı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Şanlı.
NURDAN ŞANLI (Ankara) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 67 sıra sayılı Çukurova Üniversitenin Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nde Kampus Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesiyle ilgili söz almış
bulunuyorum. Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.
Çukurova Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nde oluşturacağı eğitim kampüsü, Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin iş birliği ile gerçekleştirilecektir. Bu eğitim
biçimi, öğrencilerimizin çok daha iyi yetişmesi için ideal bir model olup
gençlerimiz için de teşvik edici olacaktır.
Dolayısıyla Çukurova Üniversitesinin
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Kampüs Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokol’ün
onaylanmasının uygun olduğunu belirtir, bir kez daha Çukurova Üniversitesinin
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde kuracağı kampüsün ülkemize ve Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’ne hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Şanlı.
Şahsı adına Ankara Milletvekili
Emrullah İşler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın İşler.
EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, sözlerime
başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum. 67 sıra sayılı Çukurova
Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Kampus Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi
üzerinde söz almış bulunmaktayım.
Bilindiği gibi daha önce Kıbrıs’ta Orta
Doğu Teknik Üniversitesi bir kampüs kurmuştur. Orada Orta Doğu Teknik
Üniversitesinin Kıbrıs diplomasını alarak öğrenciler eğitim görmektedirler.
Ayrıca İstanbul Üniversitesinin de yine orada bir kampüs kurma çalışmaları
devam etmektedir. Ancak Çukurova Üniversitesi oraya bir tıp fakültesi ve diş
hekimliği fakültesi kurma gayreti çerçevesinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Hükûmetinin kendilerine tahsis etmiş olduğu kampüs alanında bir tıp fakültesi
ve diş hekimliği fakültesi kurma kararı almıştır. Bu karar, YÖK’ün muadili olan
Kıbrıs’taki YÖDAK tarafından da uygun bulunmuştur.
Esas itibarıyla Çukurova Üniversitesine
baktığımız zaman Türkiye’nin en büyük üniversitelerinden birisidir. Adana,
Kıbrıs’a yakın bir ilimizdir. Adana’yla Ercan Havaalanı arasında yoğun bir hava
trafiği de söz konusudur. Dolayısıyla ulaşımda bir sıkıntı olmayacağı
aşikârdır.
Bu fakülte kurulacak kampüste temel
eğitimi üç yıl tıp fakültesinde orada alacak öğrenciler, diğer üç yıl
stajlarını ise Adana’da yapacaklar. Aynı şekilde diş hekimliği fakültesinde de
temel eğitim üç yıl Kıbrıs’ta yapılacak, iki yıl ise yine Adana’da staj olarak
yapılacaktır.
Hacettepe Üniversitesi bildiğiniz gibi
Yakın Doğu Üniversitesindeki tıp fakültesine öğretim elemanı göndererek katkı
sağlamaktadır. Yakın Doğu Üniversitesinin aslında orada muhteşem bir de
hastanesi bulunmaktadır. Dolayısıyla oraya bir hastane açmak yerine, böylece
bir tıp fakültesi açarak oraya destek vermenin daha yararlı olacağını zaten
Çukurova Üniversitesi Rektörü de komisyonda yapmış olduğu görüşmede, konuşmada
ifade etmişlerdir. Bu, doğru bir adımdır. Orada bir hastane açmanın çok rantabl
ve doğru bir yatırım olmayacağı kesindir. Dolayısıyla böyle bir yatırımın
yapılmasında ben şahsım adına büyük fayda görüyorum.
Diğer yandan Kıbrıs’ta bildiğiniz gibi,
Kıbrıs gelirlerinin büyük çoğunluğunu turizmden sağlamakta. Aslında Kıbrıs’ı
bir eğitim merkezi hâline getirmek Hükûmetimizin politikaları arasındadır.
Kıbrıs’ta çok sayıda üniversite bulunmaktadır, özel üniversiteler
bulunmaktadır. Biraz önce söylediğim gibi, ODTÜ’nün de kampüsü bulunmaktadır
ama bu Çukurova Üniversitesinin açacağı kampüsün de Kıbrıs’ta, Kuzey Kıbrıs’ta
eğitimi canlandıracağı aşikârdır. Dolayısıyla, yurt dışından çok sayıda
öğrencinin oraya eğitim almak için -başta Türkiye olmak üzere- gideceği de
beklenmektedir.
Esas itibarıyla, Türkiye’de okuyamayan,
tıp fakültesi okumak isteyen çoğu öğrencilerin başka ülkelere gittiğini de
biliyoruz. Özellikle eski Doğu Bloku ülkelerinde eğitim seviyesinin düşüklüğü
de işin uzmanları tarafından zaten ifade edilmektedir. Dolayısıyla, Türkiye’den
Kuzey Kıbrıs’a tıp fakültesi ve diş hekimliği fakültesi okumak için gidecek
öğrencileri bu akıllı yatırımla oraya yönlendirmenin doğru olacağını
düşünüyorum.
Biz Türkiye olarak Kıbrıs’ı her zaman
destekliyoruz, Kıbrıs’ın yanındayız. Efendim, Kıbrıs’ta, Kıbrıs’ın dünyada
tanınması, Kıbrıs’ın çeşitli ülkelerde, bizim iyi ilişki içerisinde olduğumuz
ülkelerde ticaret ofisi açılması konusunda hep ikili görüşmelerde bunu ifade
ediyoruz. Aynı zamanda Kıbrıs’taki üniversitelerimizden bahsediyoruz ve bu
ülkelerin Kıbrıs’a öğrencilerini yönlendirmelerini tavsiye ediyoruz.
Burada biraz önce konuşan değerli bir
milletvekili arkadaşımız Meclis kürsüsünün onurunu korumaktan bahsetti.
Maalesef, geçen hafta çok talihsiz bir olay yaşandı burada. Sözlerimi
bitirmeden şunu söylemek isterim: Bu Meclisin, bu kürsünün onuru bu kürsü işgal
edilerek korunmaz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın İşler.
Soru-cevap bölümüne…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın
Milletvekili, herhâlde, daha önce defalarca anlatmamıza rağmen duymamış.
Bir, biz Meclisi işgal etmedik ama
böyle bir eylem yapmayı, baktık biz, araştırdık, daha önce bunu Sayın Bülent
Arınç yapmış.
Yine İç Tüzük tartışmalarında, eski
Meclis Başkanı Sayın Mehmet Ali Şahin, Sayın Bülent Arınç Refah Partisi
milletvekiliyken İç Tüzük değişimlerinde, İç Tüzük teklifleri gündeme
geldiğinde, burada bir ölüm olayı gerçekleştiğinde aynı işlemi yapmışlar,
dolayısıyla bize anlatacağına önce kendi Bakanına anlatırsa Sayın Vekil daha
iyi olur diye düşünüyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın İnce,
kayıtlara geçmiştir.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bahçekapılı.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın
Başkan, Sayın Konuşmacının belirttiği gibi geçmişte bu uygulamaların yapılması
bugün de bu uygulamaların yapılmasının doğruluğu anlamına gelmez.
Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri
geçen hafta bu kürsüyü işgal ettiler. Bu kürsünün korunması milletvekillerinin
burada ancak konuşturulmasıyla mümkündür, bizim milletvekilimiz bu kürsüde
konuşturulmadı. Bu kürsü kutsal bir kürsüdür ve “Egemenlik kayıtsız şartsız
milletindir.” sözünün temsilcisi olarak bütün milletvekillerimizin kullanımına
açık bir kürsüdür. Ancak, CHP’li milletvekili arkadaşlarımız bu kürsüyü koruma
adına işgal etmişlerdir. Kimi, nereden koruduklarını kendilerine sormak
isterim. Onlar milletvekiliyse biz de milletvekiliyiz ve bu kürsü ancak
milletvekilinin burada konuşmasıyla korunmaktadır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın
Bahçekapılı.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım,
efendim, tabii bu kürsü ne AKP’nin ne CHP’nin, milletin kürsüsü. Bu durumda
bizim çağrımız şudur: Bu milletin kürsüsüyse milletin sesini kesecek, siyasi
parti gruplarının bu konuda konuşma sürelerini parmak çoğunluğuyla kesmek
isteyen bir İç Tüzük Teklifi’ne karşılık da iktidar partisinden bu konuda bütün
siyasi partilerle uzlaşma sağlayıp böyle bir dayatmadan vazgeçmesini de bu
konuşmayla bir taahhüt altına alındığını da görüyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Vural.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın İnce…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın
Bahçekapılı saat 19.00’da televizyon yayınlarının kesileceğini herhâlde biliyor
ve bunun için MİT yasasını cuma günü getirmeyi, televizyon yayını yokken
milletten gizlemeyi, saat 19.00’dan sonra burada olanları milletle buluşturmamayı,
bunu düşünen iktidarın kendisidir.
İkincisi, Meclis açıkken kanun hükmünde
kararnameler çıkarılmıştır. Anayasa’nın hükmü açıkken, onlar ivedilikle
görüşülür derken, ne yazık ki burada görüşülmemektedir. On beş maddelik derleme
kanunu temel kanun olarak iktidar getirmektedir. Burada İç Tüzük dayatmaları,
televizyon yayınlarının kesilmesi, kanun hükmünde kararnameler, bütün bunlar
baskı rejiminin bir ürünüdür; biz buna direndik, milletin sesini korumaya
çalıştık. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın İnce...
Lütfen, konu netlikle anlaşılmıştır
sayın grup başkan vekilleri.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın
Başkan, bugün... Son sözüm...
BAŞKAN – Lütfen...
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Son
sözü söylüyorum: Bugün Meclis saat 13.00’te açıldı ve bugün, şu anda saat
altıya çeyrek var ve bu kadar zaman
zarfında muhalefet gerektiği şekilde konuyla ilgili olsun olmasın konuşuyorlar,
hiçbir müdahalemiz yok, son derece saygılıyız. İç Tüzük’ün gereklerini yerine
getiriyorlar. Bundan ötesi, sadece siyasi bir rant ve popülerlik kazanmak
adınadır ve bizim için de hiç itibarı yoktur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bahçekapılı, konu
anlaşılmıştır.
Teşekkür ederiz.
Şimdi sayın milletvekilleri, soru-cevap
bölümüne geçiyorum.
Madde üzerinde on dakika soru-cevap
işlemi yapacağım. Beş dakika sayın milletvekillerine söz vereceğim, birer
dakikayla sınırlı olduğunu tekrar hatırlatıyorum.
Sayın Demir...
NURETTİN DEMİR (Muğla) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, geçen hafta Milas’ın
köylerine gittim. Özellikle aile hekimliği aksamaları sonrası köy halkı
ilaçlarını yazdıramıyorlar. Yani merkeze ya da hastaneye gittikleri zaman “Aile
hekimleri yazacak.” diye köylüler, hastalar mağdur oluyor. Bu, Muğla’da,
özellikle Milas bölgesinde ve bazı köylerde sıkça gördüğümüz bir olay; diğer
illerden de zaman zaman geliyor. Bu organizasyonun sağlanmasını özellikle talep
ediyorum.
İkincisi, diş hekimliğinde uzman olan
kişilerin, 250 kişi civarında sanıyorum, bunların uzman kadro konusunda
çalışmalarınız var mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Demir.
Sayın Atıcı...
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Bakan, yine “Halkımız sadece 5
lira katkı payı ödüyor.” diyerek halkımızı yine yanılttınız çünkü halkımız
sadece 5 lira katkı payı ödemiyor, bunu siz de çok iyi biliyorsunuz. Hastaneye
gidiyor 5 lira, reçete yazılırsa 3 lira, üç kalemden fazla, beş kalem yazılırsa
mesela 2 lira da ek yani etti 10 lira; on gün içerisinde iyileşmeyip başka
doktora giderse 15 lira ödüyor, toplam 25 lira ediyor; özel hastaneye giderse
de 39 lira ediyor bu hesap Sayın Bakan, 5 lira değil. Lütfen halkı yanıltmayın.
Bir de bunlar yetmiyormuş gibi gelir
vergisinden para ödeyen vatandaşımızın üzerine bir de GSS’den, genel sağlık
sigortasından para bindirdiniz. Eh, ne diyeyim artık ben size?
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Atıcı.
Sayın Halaman…
ALİ HALAMAN (Adana) – Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Sayın Sağlık Bakanımıza soruyorum:
“Adana’nın Kozan ilçesinde bir hastane yapacağız.” diyerek Adana AKP milletvekilleri
sürekli yerel basında vurgu yapıyor. Ben bu hastanenin ne zaman yapılacağını,
-ihalesi yapıldı mı, şartları oluştu mu- sormak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Halaman.
Sayın Öz…
SAKİNE ÖZ (Manisa) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sizlere kısaca bir yavrudan bahsetmek istiyorum. İklim
İncedemiroğlu, üç yaşında, doğuştan skolyoz hastası yani sol tarafında dört
kaburgası fazla, sağ tarafta ikisi eksik, çaresi uzman bir doktor tarafından
ameliyat edilmesi. Aslında iyi bir doktoru vardı ama Tam Gün Yasası nedeniyle 9
Eylül Hastanesinden ayrıldı ve özel hastaneye geçti. Şimdi, o doktora ameliyat
olabilmesi için bu kızın ailesinin 30 bin liraya ihtiyacı var. Sağlık
Bakanlığının İklim gibi yavruların Tam Gün Yasası’ndan sonra yaşadığı bu durum
mağduriyet değil midir? Bu çocuğumuza Tam Gün Yasası’nı delen bir uygulama
yapılıp tedavisi yapılabilir mi?
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Öz.
Sayın Uzunırmak…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, aslında ben soru
sormayacaktım ama bir şeyi sizinle paylaşmak istiyorum.
Biz hem siyasetçi olarak hem millet
olarak sevdik mi hatasını görmüyoruz, kızdık mı iyi yönünü görmüyoruz. Herhâlde
bunları en iyi törpülemesi gereken dünya görüşü olarak insanlardan biri
sizsiniz. Yani siz de eskidiniz, on sene oldu, on senedir Türkiye’yi
yönetiyorsunuz. Eskiyle çok uğraşmayın artık, eskiyle uğraşmaya başladığınızda
kendinizle de uğraşıyorsunuz.
Şimdi, ben soruyu soruyorum: Acaba
Türkiye'de hâlen açıktan para alınmadığına, “bıçak parası” denen bir şeyin
olmadığına inanıyor musunuz?
İkinci sorum -çok üzülerek soruyorum
bunu, istismar etmek için değil- Sayın Başbakanın ameliyatıyla ilgili
yönetmeliklere, kanuna aykırı birtakım usul hatalarının olduğu söyleniyor. Ee,
Sayın Başbakanı bir vatandaş gibi eğer usul hatasız biz yapamıyorsak bu
ameliyatları, muayeneleri veya bir vatandaş Başbakanın statüsünde bu ülkede aynı
usulleri çiğneyerek mi acaba olmak zorunda? Çünkü yapan doktorların hukuku
çiğnediği konusunda kamuoyunda tartışmalar var. Acaba bu doktorlar hakkında
soruşturma açmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Uzunırmak.
Buyurunuz Sayın Bakan.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Değerli Başkanım, teşekkür ediyorum size ve değerli arkadaşlarıma.
Milas’ın köylerinde ya da başka bir
köyde aile hekimleri köylülerin ilacını yazmıyor gibi bir bilgi geldi. Ben
Milas’taki durumu araştıracağım, normalde böyle bir şeyin olmaması gerekir.
Yani uygulamayla ilgili olarak, ortaya koyduğumuz sistemle, yeni sistemle
ilgili olarak oluşmuş bir şey olduğu kanaatinde değilim, belki uygulamayla
ilgili bir hata olabilir. Ben meseleyi incelettireceğim, elbette vatandaşımızın
ilaçlarını kolayca yazdırması, ilacına kolayca ulaşması gerekir.
Diş hekimi uzmanlarının, daha doğrusu
yıllarca bir uzman gibi eğitim alarak doktoralı kabul edilen ve uzmanlık
hakları verilmeyen diş hekimi meslektaşlarımızın, biliyorsunuz yakın bir
zamanda oluşturduğumuz yeni kurallarla, kanun hükmünde kararnameyle uzmanlık
haklarını kendilerine teslim ettik. Şimdi bu uzmanlık haklarıyla ilgili olarak
kadrolarının kendilerine verilmesi lazım, kamu maliyesiyle ve devlet personelle
bu çalışmaları yürütüyoruz.
Sayın Atıcı çok iddialı konuşmayı
seviyor. Çok iddialı konuşmak insanı zaman zaman mahcup edebilir. Bu mahcubiyet
üstüne yeniden çok iddialı konuşmayı getirebilir. Hepimiz bu konularda dikkatli
olmalıyız. Ben konuşmalarıma oldukça itina ediyorum.
“5 lira katkı payı devlet hastanesinde
alınan yegâne paradır.” dedim ben. “İlaca katkı payı ödemiyor vatandaş.”
demedik ki. İlaca katkı payı öteden beri ödeniyor. Bu, çok normal bir şey,
dünyanın her yerinde var, bizim ülkemizde de var.
Dünyanın birçok ülkesinde, gelişmiş,
gelişmekte olan ülkede ilaca ödenen, vatandaşın cebinden ödediği miktar
itibarıyla en az ödemenin yapıldığı ülkelerden birisi Türkiye Cumhuriyeti’dir.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Yani ödediğini
kabul ediyorsunuz.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) -
Şu anda, ilaçlara yapılan ödemelerin yüzde 95’ine yakınını kamu yapmaktadır
Değerli Milletvekilim.
Kronik bir hastalığı olan, şeker
hastalığı, diyabet gibi, kalp hastalığı gibi, böbrek hastalığı gibi, kanser
gibi hastalığı olan hiçbir vatandaşımızdan ne muayene katkı ücreti ne de ilaç
katkı ücreti alınmamaktadır raporlu ilaçları için.
Dolayısıyla, Türkiye gerçekten cömert
bir sistem kurmuştur. Bu cömert sistem, aslında, milletin hakkını millete
teslim eden bir sistemdir. Biz, kimseye bir şey de lütfetmedik. Zaman zaman
sizler konuşuyorsunuz “Bunları yapmanız gerekir, zaten iktidarsınız.”
diyorsunuz. Doğrudur, iktidarların görevi budur. Biz de görevimizi yerine
getirmeye çalışıyoruz. Görevimizi yerine getirdikçe, vatandaşımız bunun
kıymetini biliyor.
Benim eski dönemden, eski sistemden
bahsettiğim şudur: Vatandaş, evet, bugün hastaneye gittiğinde 5 lira katkı payı
ödüyor, özel hastaneye gittiğinde ilave katkı payları ödüyor, ilaç aldığı zaman
katkı payları ödüyor. Çok doğru.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Cebinden ne
çıkıyor Sayın Bakan? Onu söyleyin. Kimseyi kandırmayın.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) -
Değerli milletvekilleri, bizi izleyen, bizi seyreden vatandaşlarımız çok iyi
biliyorlar, eskiden bir muayenehaneye gitmeden hiçbir önemli hastalığınızı
tedavi ettiremiyordunuz. Bir muayenehanenin ücreti 100 lira, 150 lira, 200
lira, 250 liraydı. Bunu bilmiyor musunuz? Bunu hepimiz biliyoruz.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Siz de mi öyle
yapıyordunuz Sayın Bakan? Ben yapmadım. Siz öyle yaptınız mı hiç hayatınızda?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) -
Değerli Milletvekilim sizi sükûnete davet ediyorum.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Ben sakinim.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) -
Şu alışkanlığınızı biraz değiştirin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Bakan,
sizin önerinize ihtiyacım yok.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Bir öğretim üyeliği yapmışsınız, zamanında, öğrencilerinize böyle
davranmıyordunuz herhâlde.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen
karşılıklı konuşmayınız.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Kimse buna müsaade etmez. Ben size karşı nasıl naziksem; siz de aynı
nezaketinizi korumaya mecbursunuz.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Ben konuşurken
müdahale ettiniz.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Ha korumazsam ne olur diyeceksiniz?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri… Sayın
Atıcı, lütfen karşılıklı konuşmayınız.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan,
ben konuşurken müdahale etti Sayın Bakan.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Nezaketinizi korumazsanız, milletimiz size de, bize de notunu verir hiç merak
etmeyin. O notu ne ben size veriyorum, ne siz bana veriyorsunuz.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Ben konuşurken
sen de müdahale ettin!
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Evet ben dokuz senedir, on senedir burada oturuyorum, bu Komisyon sıralarında.
Bu gücü ve bu hakkı bana aziz Türk milleti verdi Sayın Milletvekili, biliyor
musunuz onu? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Bana da aynı
gücü verdi tıpkı senin gibi.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum)-
Evet, siz o muhalefet gücüyle devam edin.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Tabii gideceğiz.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Bu kafayla giderseniz hep bu muhalefeti yapacaksınız zaten.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Yakıştı mı bu laf şimdi Sayın Bakan?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Yakışmayacak neyi var? Böyle giderseniz hep muhalefet olursunuz diyorum. Kötü
bir şey söylemiyorum ki. Bunda ne hakaret var, ne yanlış bir şey var. Bir
gerçekten bahsediyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sana halk verdi
de bize kim verdi?
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Bana teknik
konuşun! Bana teknik konuşun, halk ağzıyla değil.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın
Başkan, lütfen müdahale eder misiniz?
BAŞKAN – Lütfen karşılıklı konuşmayınız
sayın milletvekilleri, lütfen…
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Adana Kozan’a bir hastane yapıyoruz. Bunun zamanıyla ilgili olarak, süreciyle
ilgili olarak Değerli Milletvekilimize yazılı olarak cevap vereceğim.
“İklim” diye bir yavrumuzdan
bahsedildi. Değerli Milletvekilim, yani Türkiye’de sadece muayenehanesi olan
doktorlar mı İklim gibi yavrularımıza hizmet ediyor sanıyorsunuz?
Bakın, siz bana ister ismini verin,
ister vermeyin; çünkü biz bunun sistemini zaten kurduk. Belki o yavrumuz ve
ailesinin bundan haberi yoktu. Ben hemen onu arattıracağım. Türkiye’nin hangi
hastanesinde, neresinde en mükemmel hizmet varsa onu almasını da sağlayacağım.
Ama illa belli bir doktora götürülecek, o doktor da ondan hastane, özel hastane
30 bin lira alacak ya da üniversitede çalışırsa muayenehanesinde para alacak;
biz bunda yokuz işte.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Başbakana yaptığınız gibi mi? Başbakana
yaptığınızın aynısını istiyor vatandaş.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Olmadığımız nokta budur.
BAŞKAN – Sayın Bakan, süremizin sonuna
geldik, geçiyoruz.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Diğer sorulara yazılı cevap vereceğiz.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
Şimdi, madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddenin oylamasından önce bir yoklama
talebi vardır; şimdi bu talebi yerine getireceğim.
Önce, yoklama talebinde bulunan sayın
üyelerin isimlerini okutup salonda bulunup bulunmadıklarını tespit edeceğim:
Sayın İnce, Sayın Ören, Sayın Atıcı,
Sayın Eyidoğan, Sayın Serindağ, Sayın Topal, Sayın Karaahmetoğlu, Sayın Toptaş,
Sayın Öner, Sayın Akova, Sayın Kuşoğlu, Sayın Ayata, Sayın Tayan, Sayın Acar,
Sayın Bulut, Sayın Akar, Sayın Öz, Sayın Korutürk, Sayın Demir, Sayın Kurt.
III.-
YOKLAMA
Şimdi yoklama için iki dakika süre
vereceğim.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.-
Çukurova Üniversitesinin KKTC’de Kampus Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/482) (S. Sayısı: 67) (Devam)
BAŞKAN – 1’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 1’inci madde kabul edilmiştir.
2’nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu.
Buyurunuz Sayın Kuşoğlu. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara)
– Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sıra sayısı 67 olan, Çukurova
Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Kampus Kurmasına İlişkin Çerçeve
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci
maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum.
Değerli milletvekilleri, hepinizi sevgi
ve saygıyla selamlıyorum.
Konu, bizim de parti olarak
desteklediğimiz çok önemli bir konu. Çünkü Kıbrıs çok önemli, özellikle son
yıllarda Doğu Akdeniz çok önemli, çok önem kazandı. Dolayısıyla Kıbrıs’ın,
Kıbrıs’taki yatırımlarımızın, Kıbrıs’la ilgili bütün ilgilerimizin çok önemli
olması gerekir diye düşünüyoruz, biz de parti olarak bu tür etkinlikleri,
faaliyetleri sonuna kadar destekliyoruz. Çukurova Üniversitesinin Kıbrıs’taki
bu protokolü de önemli gördüğümüz, desteklediğimiz, devamını dilediğimiz bir
protokoldür. Kıbrıs çok önemli dedim, son altmış-altmış beş yılda bizim dış
politikamızda çok önemli bir yeri var Kıbrıs’ın. Aşağı yukarı son yarım yüzyıl
içerisindeki daha da fazla bir dönemde Türk dış politikasını Kıbrıs’ı
irdeleyerek ne yönde geliştiğiyle ilgili izlenimler edinebilirsiniz, çok önemli
bir konu.
Biliyorsunuz, diğer taraftan Orta
Doğu’da, Orta Doğu ülkelerinde, Orta Doğu içerisindeki özellikle İslam ülkeleri
üzerinden bir güç yarışı, uluslararası bir güç yarışı da sürüyor. Bu konu çok
önemli, çünkü dönemimizdeki bütün konuları, belki de iç politik gelişmelerin
bir çoğunu bu konu belirliyor; çok önemli bir konu bu. Orta Doğu’daki güç
yarışı enerji kaynaklarına sanki yönelikmiş gibi görünüyor, sadece enerji
havzalarına ve enerji yollarına hâkim olmayla ilgiliymiş gibi görünüyor ama
bundan çok daha önemli tarafları da var. Önümüzdeki yıllarda uluslararası güç
olacak merkezlerin önünü kesmek, onların kıt kaynaklarına ulaşmalarını
engellemek için özellikle yapılan bir yarış söz konusu. Bu yarış sadece
enerjiyle ilgili değil, tabii ki askerî yöntemler de dâhil olmak üzere her
türlü yol ve yöntem kullanılarak yapılıyor.
Biraz önce söyledim, Doğu Akdeniz
uluslararası güç yarışında daima önemliydi ama son yıllarda biraz daha önem
kazandı. Çünkü ilave olarak Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gazla ilgili önemli
gelişmeler de oldu, milyar dolarla ifade edilen bir doğal gaz kaynağı,
kaynakları keşfedildi. Ve Doğu Akdeniz, bu uluslararası güç yarışında, enerji
yarışında daha da önemli bir yere sahip oldu. Biliyorsunuz, Amerika Birleşik
Devletleri’nin Doğu Akdeniz’de bir deniz üssü var. İngiltere’nin yine Kıbrıs’ta
bir üssü söz konusu. Yine İngiltere dışında Rusya’nın Suriye’de bir üssü söz
konusu, askerî üssü. İsrail de önümüzdeki günlerde -böyle bir teklif olduğu
söyleniyor- Kuzey Kıbrıs’tan üs almak peşinde; böyle bir amacı olduğunu
öğreniyoruz. Böyle bir teklifte bulunulduğunu Netenyahu tarafından, bunun da
olumlu olarak görüldüğünü, pazarlıkların başladığını öğreniyoruz, ne kadar
doğrudur bilmiyoruz ama herkes Doğu Akdeniz’le ilgili, Kıbrıs’la ilgili olarak
bir şeyler elde etmeye, burada yer tutmaya çalışıyor.
Değerli milletvekilleri, Doğu
Akdeniz’de tabii ki biraz önce anlatmaya çalıştığım gibi uluslararası bir güç
yarışı var ama bir taraftan da bizimle ilgili olarak bu “one minute” sonrası
özellikle İsrail bizi bölgede sıkıştırmaya çalışıyor. İsrail’in buna ilişkin
olarak birçok ülkeyle, Fransa, Almanya, Balkan ülkeleri, Yunanistan, Güney
Kıbrıs da dâhil olmak üzere birçok ülkeyle anlaşması söz konusu. Hatta diğer
taraftan Azerbaycan, Gürcistan gibi ülkelerle ilgili olarak da girişimlerde
bulunuyor. Daha önce Türkiye-İsrail ekseni Orta Doğu’yla ilgili olarak
belirleyiciydi, tabii ki bizim bir farklı politika izlememizden sonra bölgede
farklı gelişmeler de oldu. Bizim bunları önceden öngörmemiz maalesef dış işleri
politikamız tarafından becerilebilmiş bir şey olamadı, bu konularla ilgili
olarak yanlışlar yapıldı. Bugün onun maalesef iç politikada da olumsuz
etkilerini görüyoruz, önemli sıkıntılar yaşıyoruz bu konuyla ilgili olarak ama
buna rağmen çok da farklı gelişmeler oluyor. Mesela, evvelsi gün NATO sözcüsü
Carmen Romero, NATO ve İsrail’in Akdeniz’de askerî iş birliği yapacaklarını
açıkladı. Bu, İsrail’in verdiği teklif üzerine gerçekleşen bir konu. İsrail’in
teklifi üzerine Doğu Akdeniz’de NATO ve İsrail güçleri birlikte askerî iş
birliği yapacaklar. Biz de işin içinde olacağız; biz, istemediğimiz, şimdiye
kadar farklı, özellikle son yıllarda politika gütmeye çalıştığımız bir konuyla
ilgili olarak tam zıddı politikalar izleme durumunda kalacağız mecburen. Bu da
çok büyük bir yanlış olacak yani “one minute” sonrası İsrail bizden böyle adım
adım her konuda intikam alıyor, biz de bunun farkında değiliz, sıkıntılarını
çekiyoruz, buna karşı da herhangi bir stratejimiz yok maalesef. Ve bu Doğu
Akdeniz’deki İsrail-NATO askerî iş birliğiyle birlikte biz de Malatya’daki
radar üssüyle beraber zorunlu olarak bir diğer konuya daha girmiş olacağız.
Biliyorsunuz Malatya’daki radar üssüyle ilgili olarak da yine hem Amerika’dan
gelen açıklamalar hem NATO’dan, Rasmussen’den gelen açıklamalar bunun özellikle
İsrail’in çıkarlarına hizmet ettiği yönünde oldu. Burada da bizim Dışişlerinin
açıklamalarının tersine bir durum maalesef söz konusu.
İsrail, Kıbrıs Rum Kesimi’yle de çok
girift ilişkiler içerisindedir. Bu da özellikle aleyhimize gelişen bir durum
oluşturmaktadır.
Size özellikle Yeni Şafak’tan İbrahim
Karagül’ün bir yazısından bir bölüm aktarmak istiyorum. Özellikle inandırıcı
olabilmek için bunu seçtim: “Akdeniz ve Balkanlarda İsrail’in Türkiye karşıtı
etkin kampanyasını hatırlayalım. Onlarca yıl Orta Doğu’yu dizayn etmeye dönük
Türk-İsrail ekseninin çökmesi dar anlamda Türkiye-İsrail ilişkilerinin çok
ötesinde sarsıntılara yol açtı. Bu gelişme Akdeniz’den Karadeniz’e,
Macaristan’dan Gürcistan’a uzanan geniş bir alanda Türkiye’yi çevreleme
görüntüsü vermeye başladı. Türk-İsrail ilişkilerindeki gerilime karşıt olarak
Tel Aviv kendi eksen arayışına girişti.” Bunun sonucu olarak da bizim Konya
Ovası’ndaki uçuşlarını iptal etmemize rağmen onlar çok daha geniş bir alan
buldular. Yunanistan’la anlaşmalar yapıp, Doğu Akdeniz’deki diğer ülkelerle anlaşmalar
yapıp çok daha geniş bir alanda tatbikatlarını yapar hâle geldiler. Yani onlar
kaybetmedi ama biz kaybediyoruz ve bunun da bilincinde, farkında değiliz
değerli arkadaşlarım. Özellikle onu söylemek istiyorum.
Ekim 2010’da iki ülke, yani Yunanistan
ve İsrail ortak hava tatbikatı düzenledi. Girit açıklarında yapılan yüzden
fazla İsrail savaş uçağının katıldığı tatbikatta S-300 füzeleri de test edildi.
İsrail uçakları 1.900 kilometre menzil denedi. Uzun menzilli saldırı
tatbikatıydı bu, İran gibi hedeflere yönelik bir tatbikat. Rusya’nın İran’a
sattığı ancak engellenen, Suriye’ye verdiği ancak İsrail’in bütün baskılarına
rağmen engelleyemediği S-300 hava savunma sistemine karşı hazırlıklar yapıldı.
İsrail, aynı dönemde Kıbrıs Rum Kesimi’yle de anlaşmalar yaptı, askerî
anlaşmalar. Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman ile Rum Kesimi Dışişleri Bakanı
defalarca görüştü.
Değerli arkadaşlarım, bütün bunları
şunun için ifade ediyorum: Kıbrıs bizim için çok önemlidir, Allah’ın lütfudur,
atalarımızın gayretidir; buranın kıymetini bilmemiz lazım. Biz, geçmişte,
burasının besleme olduğunu dahi söyleyerek burayı küçümsedik, önemsemedik,
yanlış politikalar izledik ama bunun farkında olmamız lazım artık, bunun
bilincinde olmamız lazım. Bu tür Çukurova kampüsü yetmez, onun haricinde birçok
yeni, amaçlı, hedefli stratejiler oluşturmamız lazım bölgeyle ilgili olarak,
Kıbrıs’la ilgili olarak.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Kuşoğlu.
BÜLENT KUŞOĞLU (Devamla) – Teşekkür
ederim, saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Adana Milletvekili Muharrem Varlı.
Buyurunuz Sayın Varlı. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MUHARREM VARLI (Adana)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çukurova Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nde kuracağı kampüsle alakalı yapılan anlaşmanın 2’nci maddesi
üzerinde söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kıbrıs bizim için gerçekten çok önemli.
Akdeniz’e, Doğu Akdeniz’e ve bütün Akdeniz’e hâkim olabilmemiz için Kıbrıs’ı
kendi topraklarımız kadar önemsememiz lazım. Kıbrıs bizim millî davamız. Rumların
enosis hayallerine karşı 1974’te gerçekleştirilen harekâtla orada binlerce
şehit, kan, gözyaşı ve emekle elde edilmiş bir toprak parçası ve bizim için
millî dava. Kimsenin bize lütfederek verdiği, haritalar üzerinde çizimler yapıp
sınırlarını belirlediği bir toprak parçası da değil; bizim bileğimizin hakkıyla
elde ettiğimiz ve bugün de her şeye rağmen korumamız gerektiğine inandığımız
bir ülke.
Tabii “Kıbrıs” denilince oranın Kurucu
Cumhurbaşkanı ve Kıbrıs davasına çok emek sarf etmiş Sayın Rauf Denktaş’ı
hatırlamadan, onu yâd etmeden, onun ruhunu yâd etmeden geçmek de mümkün değil.
Sayın Rauf Denktaş, Kıbrıs davasına çok emek vermiş, orada bu mücadelenin belki
de sembol ismi, Türk dünyasının da sembol ismi olmuş bir lider. Allah rahmet
eylesin, Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.
Keşke, ölümünde ona gösterdiğimiz
saygıyı, değeri yaşarken de gösterebilseydik, onun dava adamlığını, onu
mücadelesini yaşarken de anlayabilseydik, onunla birlikte hareket edip Rumların
emellerine değil de Türklerin emellerine hizmet edebilseydik çok daha anlamlı,
çok daha güzel olurdu diye düşünüyorum.
Tabii, böyle bir millî davamızın olduğu
bir ülkede Çukurova Üniversitesinin bir kampüs açması, bir Adana Milletvekili
olarak benim için de gurur verici bir hadise.
Çukurova Üniversitesi, Türkiye'nin çok
önemli, en büyük üniversitelerinden bir tanesi. Yaklaşık 40 bin üniversite
öğrencisine sahip bir üniversite. Çukurova Üniversitesinin Kıbrıs’ta bir kampüs
oluşturması, orada tıp fakültesi ve diş hekimliği fakültesini kurması Kıbrıs
açısından da, Türkiye açısından da çok önemli çünkü Çukurova Üniversitesi
eğitim kapasitesi yüksek bir üniversite. Burada tıp fakültesi çok gelişmiş bir
fakülte. Bütün Güneydoğu Anadolu’ya, bütün güneye hitap eden, hatta İç
Anadolu’nun belli kısımlarından hastaların geldiği, tedavi gördüğü çok büyük
bir hastane. Böyle bir hastanenin hocalarının orada eğitim verecek olması, hem
Kıbrıs halkı açısından hem bizim açımızdan çok faydalı olacaktır. Hem Kıbrıs’ta
ekonomiye katkı sağlayacaktır hem de oradaki öğrencilerin son üç yılını
Adana’da devam ettirmeleri Adana ekonomisine katkı sağlayacaktır. Bu manada da katkı sağlayan değerli
arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum.
Biz bu kampüsün kurulmasını çok faydalı
görüyoruz. Kıbrıs her ortamda dünya kamuoyuna tanıtılmalı. Çukurova
Üniversitesi gibi büyük bir üniversitenin orada kampüs açmasının da bu manada
çok faydalı olacağına inanıyorum. Bu kanunla yapılacak anlaşmanın hayırlı
olmasını diliyorum. Katkı sağlayanlara, başta Çukurova Üniversitesi Rektörü ve
katkı sağlayan herkese çok teşekkür ediyorum.
Hayırlı, uğurlu olsun. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Varlı.
Şahsı adına Ankara Milletvekili Nurdan
Şanlı.
Buyurunuz Sayın Şanlı. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
NURDAN ŞANLI (Ankara) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Çukurova Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ne kuracağı bu kampüsle ilgili bugün görüştüğümüz bu anlaşmanın
2’nci maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum ve Genel Kurulu bir kez daha
saygılarımla selamlıyorum.
Bütün konuşmacılardan gördüğümüz gibi,
edindiğimiz intibaya göre bu kampüs bütün gruplar tarafından kabul görmüştür
faydalı olacağına dair. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile ilgili, Çukurova
Üniversitesiyle ilgili yine buradaki konuşmacılar detay bilgiler verdiler.
Dolayısıyla ben bir kez daha, yine, burada öğrenim görecek olan
öğrencilerimize, ülkemize ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne bu kampüsün
hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Şanlı.
Şahsı adına Ankara Milletvekili
Emrullah İşler.
Buyurunuz Sayın İşler. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, hepinizi
sözlerime başlarken saygıyla selamlıyorum.
67 sıra sayılı Çukurova Üniversitesinin
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Kampus Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde
şahsım adına söz almış bulunmaktayım.
1’inci maddede de bu tasarıyla ilgili
görüşlerimi aktardım. Zaten Mecliste yapılan konuşmalarda da, komisyonda
yapılan konuşmalarda da bu kanun tasarısı, çerçeve protokol bütün gruplarca
desteklenmektedir. Zaten 2’nci madde -dikkatlerinize sunuyorum- yürürlük
maddesidir.
Dolayısıyla bu anlaşmanın hayırlı
olmasını dileyerek yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın İşler.
Şimdi, soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
On dakika bu bölüm de.
Sayın Bulut…
ARİF BULUT (Antalya) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bu kürsüden sürekli bıçak
parasını işleyerek hekimleri kamuoyunda aşağılamaktasınız. Dokuz yıllık
bakanlık döneminizde bıçak parası alan kaç hekim hakkında işlem yaptınız? Sizden
önce bu oran neydi? Bu konuda ne kadar başarılı oldunuz? Elinizde somut
rakamlar var mıdır? Ayrıca, bıçak parasını bir rüşvet olarak kabul edersek
hekimlerde diğer meslek gruplarından daha mı fazla rüşvet eğilimi vardır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bulut.
Sayın Halaman…
ALİ HALAMAN (Adana) – Sayın Başkanım,
teşekkür ediyorum.
Sayın Sağlık Bakanına sorum: Adana’nın
Saimbeyli ilçesi var. Nüfusu belki birazcık küçük ama bugüne kadar sağlık
hizmetlerinden hiç faydalanamıyor. Oraya bir devlet hastanesi yaptırmayı
düşünüyorlar mı?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Halaman.
Sayın Ağbaba…
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan,
Arguvan ilçesi Malatya’nın en eski ilçelerinden biridir. Yaz aylarında şehir
dışından gelenler ile birlikte nüfus artmaktadır. Ayrıca, yaz aylarında
gerçekleştirilen Uluslararası Türkü Festivali ile Arguvan’a yurt içi ve yurt
dışından binlerce kişi gelmektedir. Ancak Arguvan ilçesinde bir yoğun nüfus
sirkülasyonuna rağmen maalesef bir devlet hastanesi yoktur. Merkezde bulunan
sağlık ocağına ise 4 mahalle, 24 köy bağlıdır. Sağlık ocağında uzman
bulunmamaktadır. Herhangi bir trafik kazasında ilk müdahalenin ardından
yaralılar Malatya merkeze, hastanelere sevk edilmekte. En son geçtiğimiz yıl
trafik kazasında yaralanan bir vatandaşımız Arguvan ilçesinde gerekli müdahale
yapılmadığı için hayatını kaybetmiştir. Arguvan ilçesinin üvey evlat muamelesi
görmesini kabul etmiyorum. Bu konuda sizin de girişiminizle bir devlet
hastanesi yapılmasını talep ediyorum.
Bir şey daha ilave etmek istiyorum:
Biraz önce Grup Başkan Vekilimiz Sayın Muharrem İnce’ye de bir uyarıda bulunmak
istiyorum. Yoklama isteyerek AK PARTİ’li milletvekillerini hayati tehlikeye
sokuyor. Biraz önce gelirken Balıkesir Milletvekili olduğunu sandığım bir bayan
arkadaş beni ezme tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı ve bir milletvekiline
yakışmayan da hakaretlerde bulundu. Onu da buradan kınıyorum. (x)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Ağbaba.
Sayın Atıcı…
(x) Bu
ifadelere ilişkin düzeltme bu birleşim Tutanak Dergisi’nin 83’üncü sayfasında
yer almaktadır.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Şimdi, değerli milletvekilleri, bir
adam 1 lira da çalsa hırsızlık suçu işler bin lira da çalsa hırsızlık suçu
işler ve yargılanır. Şimdi, ben demin size bir hesap yaptım, dedim ki: “Devlete
muayene olanlar ikinci muayeneyi de olursa 25 lira ödüyorlar, özele muayene
olanlar 39 lira ödüyorlar.” Şimdi, Sayın Bakan, bunun adı bıçak parası mıdır
değil midir? Devlet sürümden kazanarak ciddi para alıyor mu almıyor mu?
Demin dediniz ki: “Biz bunu yaparak
gereksiz hastaneye gelişleri önledik.” Hastane piknik yeri midir ki insanların
oraya gereksiz gelişini engelliyorsunuz? Gerekli olup olmadığına siz nasıl
karar veriyorsunuz? Göğsü ağrıyan bir adam acaba adale ağrısı mı, yoksa
miyokart enfarktüsü mü, gerekli mi gereksiz mi nereden bilecek? Herkesin
gelmesi gerekiyor.
“Bebek ölümlerini azalttık.” dediniz.
Doğrudur. Azalmıştır. Hiçbir şey yapmasanız da zaten o azalacaktır ama
verdiğiniz binde 10 rakamı bir yansıtma rakamıdır. Bunu siz de çok iyi
biliyorsunuz. Hiçbir Batı ülkesi de bunun binde 10 olduğunu kabul etmez.
Sağlığa ayırdığınız pay “3 kat arttı.”
dediniz. Bunun ne kadarı tedavi giderlerine yani ulus ötesi güçlere ve ilaca
harcanmaktadır?
Sağlıkta işler iyi gidiyorsa…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Atıcı.
Sayın Gürkan…
FATOŞ GÜRKAN (Adana) – Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Ben de Çukurova Üniversitemizin Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde bir kampüs kurulmasıyla ilgili bu kanun tasarısının
kanunlaşmasını özellikle diliyorum. Destek veren herkese Adanalı olarak teşekkür
ediyorum. Hem Kıbrıs’ta okuyacak hem de Adana’da okuyacak öğrencilerimize
şimdiden başarılar diliyorum.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Gürkan.
Buyurunuz Sayın Bakan.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan,
bir düzeltme yapmak için bir dakika söz alabilir miyim? Bir düzeltme yapabilir
miyim Tülay Hanım’la ilgili yanlış bir şey söylemişiz?
BAŞKAN – Yanlış bir şey söylediniz,
düzeltmek istiyorsunuz.
Sisteme girerseniz size söz vereceğim.
Sayın Bakan, devam edin.
Sisteme girince Sayın Ağbaba’ya söz
vereceğim.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Teşekkür ederim Değerli Başkan.
Sayın Bulut, ben asla hekimleri bıçak
parası aldığı için suçlamadım, suçlamam. Biz, burada bir sistem tartışması
yapıyoruz. Siz, bir hekime, ömrünü neredeyse eğitimle geçirmiş olan bir uzman
hekime, geçmiş o yanlış uygulama dönemlerinde olduğu gibi, küçük bir maaş
verirseniz ve sonra da ona “Geri kalanını git muayenehanede kazan.” derseniz
hekime başka bir yol bırakmamış oluyordunuz. Yanlış bir sistem vardı ve bunun
mağduru bir taraftan vatandaşımız, öbür taraftan da hekimlerimiz oluyordu. Bunu
hepimiz biliyoruz, sizler de biliyorsunuz, bal gibi biliyorsunuz. Bunu bilmeyen
yok. Şimdi, bu değişti. Türkiye’de şu anda 32 bin civarında Sağlık Bakanlığında
fiilen çalışan uzman hekim var; asistanlarımız, pratisyenlerimiz,
üniversitedeki değerli hocalarımız, kamuda çalışan 90 bin doktor var. Yaklaşık
bir değer, rakam söylüyorum size ama işte o eski dönemin “Hadi gel
muayenehaneye ya da şu adrese de para ver.” uygulaması bitti. Şimdi, elbette
hekimler, bu ülkenin şerefiyle milletine hizmet eden çok değerli insanlarıdır.
Ben, onların hepsinin ellerinden öperim, hepsinin başımın üstünde yeri var ama
yanlış bir sistemle, vatandaşı muayenehaneye mahkûm etmek, vatandaşı devletinin
üniversitesine gittiği zaman özel ameliyata, özel işleme mahkûm etmek, bunun
dışında aylarca bekletmek bir sosyal devlete yakışmazdı. Biz bunu değiştirdik.
“Kaç kişi bu şekilde tespit edildi?”
diyorsunuz. Doğrusu bunun istatistiğini yapmadım, yapmaya da niyetim yok. Zaten
size söylediğim gibi artık kamuda bu işlerin yaygın bir biçimde yapılma imkânı
tamamen ortadan kalkmıştır çünkü yanlış, kötü bir sistemi biz ortadan
kaldırdık.
Adana Saimbeyli’yle ilgili konuyu
değerlendirelim. Biz hastaneler inşa ederken, değerli arkadaşlar, mutlaka
oranın nüfusuna, merkezlere yakınlığına bakıyoruz. Değerli milletvekilimiz
“Sağlık hizmetlerinden faydalanamıyor.” dedi bu ilçemiz için. Elbette
faydalanıyor sağlık hizmetlerinden. Orada aile hekimlerimiz var, acil hizmet olursa
ambulanslarımız hizmet ediyor. Bir ilçede hastane olmaması o ilçede sağlık
hizmetlerinin olmadığı anlamına elbette gelmez.
Aynı konuyu Malatya Arguvan için de
söylemek istiyorum. Gerçekten, belli bir nüfusun altında, hastane inşa etmek
oraya hizmet etmek anlamına gelmiyor. Kaldı ki acil sistemlerinde, 112
sistemlerinde uzman çalışmaz, dünyanın hiçbir yerinde çalışmaz, böyle bir şeye
gerek de yok. Bu ambulanslarda ya da 112 servislerinde iyi yetişmiş acil tıp
teknisyenlerimiz, paramediklerimiz, doktorlarımız var. Bunlar ihtiyaç olduğunda
vatandaşımızın imdadına koşuyorlar. Arguvan’ın durumunu da inceleyeceğim,
değerlendireceğim.
“Hiçbir şey yapmasanız da bebek
ölümleri azalır.” demek, gerçekten, koruyucu sağlık hizmetlerinin ne anlama
geldiğini bilmemek demektir değerli arkadaşlar. UNICEF’in, Dünya Sağlık
Örgütünün, OECD’nin ya da dünyanın en muteber tıp dergilerinde çıkan makalelerin
raporlarına bakarsanız Türkiye Cumhuriyeti devletinin bu hususta bir sosyal
devlet olarak vatandaşına yaptığı hizmeti çok daha kolay anlarsınız. Bundan
iftihar etmek lazım, gurur duymak lazım. Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin
başarısıdır; bu sadece AK PARTİ hükûmetlerinin, Sayın Başbakanımızın, Sağlık
Bakanının başarısı değildir ki. Biz böyle önemli bir başarıyı, bütün dünyaya
örnek olacak bir ilerlemeyi, bebek ölümleri ve anne ölümlerindeki bu
geriletmeyle ortaya konmuş olan bu ilerlemeyi milletçe başardık, sağlık
çalışanlarımızla, diğer kurumlarımızla, diğer bakanlıklarımızla başardık ama
takdir edersiniz ki bu işin lokomotifi, hükûmetlerimizin ortaya koyduğu
Sağlıkta Dönüşüm Programı olmuştur. Tekrar ifade ediyorum: Bu ülkenin bir
vatandaşı olarak, bir milletvekili olarak hepimizin bununla iftihar etmesi
gerekir. Daha iyisi olmalı mı? Tabii ki daha iyisini yapmaya çalışıyoruz. Size
hedeflerimizi de ifade edeyim: 2015 için Türkiye'nin hedefi, Sağlık
Bakanlığımızın hedefi anne ölümlerinde yüz binde 10’a, bebek ölümlerinde de
binde 7’nin altına inmektir.
Bu arada biraz önceki sorulardan da…
Kozan’a 200 yataklı bir hastane yapıyoruz 15 Ocakta inşaatını başlattık,
Saimbeyli’ye de 20 yataklı bir entegre hastane için çalışmalarımız devam
ediyor. Ben “Saitbeyli” diye yanlış söyledim herhâlde, Saimbeyli’ye 20 yataklı
entegre hastane için çalışmalarımız devam ediyor.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
Sayın Ağbaba, düzeltme için buyurunuz.
V.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
12.-
Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Genel Kurula gelirken yaşadığı olayın
sorumlusunun Tülay Hanım olmadığı hususunda bir düzeltme yapmak istediğine
ilişkin açıklaması (x)
VELİ AĞBABA (Malatya) – Şimdi, biraz
önce bir olay yaşadım, Sayın Grup Başkan Vekilimiz Muharrem İnce sık sık
yoklama istiyor, o nedenle de AK PARTİ'li milletvekili arkadaşlarımızın hayati
tehlikesi oluşuyor, bu konuda, yapmaması konusunda bir ricam var benim.
Şimdi, biraz önce bir isim kullandım
“Tülay Hanım” diye, ondan özür diliyorum. Şimdi Tülay Hanım’ı gördüm, o değil o
davranışı bana yapan. Biraz önce yoklamaya gelirken B Bloktan 2 arkadaş
çıkıyor, birisinin ismi İsmail Safi, diğer, bayan milletvekilini hatırlayamadım.
Bir milletvekiline yakışmayan bir üslupla bayan arkadaşımız cam kapının arasına
sıkıştırarak itti beni, hayati tehlike atlattım. Bu nedenle…(AK PARTİ
sıralarından gürültüler ve gülüşmeler)
BAŞKAN – Daha nazik olacaklardır
herhâlde, umuyoruz Sayın Ağbaba.
VELİ AĞBABA (Malatya) – …daha kibar
olmasını ve bir milletvekili… Çünkü, o, milletvekili olup olmaması da önemli
değil, bir vatandaş da olabilir. Çünkü, biraz önce Sayın Bakan “millî irade”
diyor, bu konuda arkadaşlarımızı saygıya davet ediyorum ve o arkadaşı da
kınıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ağbaba.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)
2.-
Çukurova Üniversitesinin KKTC’de Kampus Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/482) (S. Sayısı: 67) (Devam)
BAŞKAN – 2’nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – 3’üncü madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Gürkut Acar. (CHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Acar.
CHP GRUBU ADINA GÜRKUT ACAR (Antalya) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 67 sıra sayılı Çukurova Üniversitesinin
KKTC’de Kampus Kurmasına İlişkin Çerçeve
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın
3’üncü maddesi üzerinde söz aldım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlarken, geçtiğimiz
günlerde kaybettiğimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kurucu
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı saygıyla
anıyorum. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti halkına bir kez daha başsağlığı
diliyorum.
Değerli milletvekilleri, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nin gelişmesi, ekonomik ve sosyal gelişmesi için her türlü
katkının verilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu kampüs tasarısının da bu anlamda
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin gelişimine önemli katkılar sağlayabileceğine
inanıyorum. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bir üniversite ve turizm adası
olarak anılması çok yararlı olacaktır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin
Akdeniz’in çağdaş, aydınlık bir bilim ve yükseköğretim merkezi hâline
getirilmesi için başlatılan çalışmalar desteklenmelidir.
(x) Bu
düzeltmeye ilişkin ifadeler bu birleşim Tutanak Dergisi’nin 80’inci sayfasında
yer almaktadır.
Değerli milletvekilleri, biz KKTC’ye
şimdi üniversite ihraç ediyoruz ama bizim üniversitelerimizin durumu nedir?
Üniversitelerimiz suskundur, üniversitelerimiz sessizdir. Türkiye’de her gün
hukuk skandalları yaşanıyor ama hukuk fakülteleri suskun ve sessiz kalıyor.
Değerli arkadaşlarım, Atatürk’ün
kurumlarından Atatürk’ün adı siliniyor. Üniversiteler suskun, üniversiteler
sessiz. Kanun hükmünde kararnamelerle bütün kurumlar altüst ediliyor,
üniversiteler yine suskun.
Üniversitelerin rehberi akıl ve bilim
olmalıdır, üniversiteler hür tartışmanın merkezi olmalıdır ama nerede! Farklı
bir düşünceyi ifade eden öğrenciler aylardır cezaevlerinde yatıyor. “Parasız
eğitim” diyen gençler bizim çocuklarımız, bizim gençlerimiz ama “terör örgütü”
kılıfıyla aylardır cezaevinde tutuluyor. Atılmamış yumurtaya kırk dört ay hapis
cezası isteniyor. Öğrencilerin şenlikleri, toplantıları engelleniyor.
Üniversitelerde rektörlerin, dekanların uygulamalarını eleştiren öğrenciler
üniversitelerden uzaklaştırılıyor.
Eleştiriye tahammülü olmayan bir
üniversite olur mu değerli arkadaşlarım? Eleştiriye disiplin cezasıyla, okuldan
uzaklaştırmayla karşılık veren bir rektörü ne yapacağız? Böyle üniversite,
böyle bilim olur mu? Takdirlerinize bırakıyorum.
Değerli milletvekilleri, TÜBİTAK, YÖK
ve üniversiteler kadrolaşma yoluyla susturulmuştur. Sayın Bakan TÜBA’yla ilgili
diyor ki: “Geniş bir seçim imkânı getirilmiştir.” Madem öyle bir derdiniz
vardı, bu ülkenin Meclisi var ve şimdilik açık, o zaman getirin burada
tartışalım. Neden bizden kaçırarak, Meclisten kaçırarak kanun hükmünde
kararnameyle yapıyorsunuz bu genişlemeyi? Çünkü amaç bu değildir; amaç, son
kalan özerk bir bilim kuruluşu olan TÜBA’ya egemen olmaktır. Atatürk’ün
kurumlarının özerk olması zorunlu olan bilim kuruluşlarının hedef yapılması,
özerk bilim kuruluşundan rahatsızlık duyulması gelecek açısından kaygı
vericidir.
Değerli milletvekilleri, üniversitenin
her ile götürülmesi doğru bir projedir ancak bu yanlış uygulanmıştır. Bakın,
AKP’nin üniversitelere bakışının iki dönemi vardır: Abdullah Gül’ün
Cumhurbaşkanı olmasından önceki dönem ve ondan sonraki dönem. Cumhurbaşkanının
değişmesinden önce YÖK kötü, tu kaka bir kurumdu, mutlaka değiştirilmesi
gereken bir yapıydı ama Cumhurbaşkanı değiştikten sonra AKP’nin YÖK’ten hiçbir
şikâyeti kalmamıştır. Cumhurbaşkanı değişince AKP’nin YÖK ve üniversite derdi
bir çırpıda çözülüvermiştir, bir anda da Türkiye'nin üniversite sayısı ikiye
katlanmıştır, yeni üniversitelere yeni YÖK’ün rektörleri atanmıştır ama ne
yazık ki ülkede üniversitelerin varlığı unutulmuştur. Sadece ÖSYM
skandallarıyla üniversiteler akla gelmektedir ve ne yazık ki bu skandallarla
ilgili her şeyin üzeri örtülmüş, skandalın sorumluları hâlâ koltuklarında
oturmaya devam edebilmektedirler. Bunları anlamak, kabul etmek mümkün değildir.
Son olarak da mükafatlandırılmak suretiyle YÖK Başkanı büyükelçi yapılmıştır.
Değerli arkadaşlar, üniversitelerimiz
arttı, öğretim üyesi sayısı aynı oranda arttı mı? Hayır. Üniversite
mezunlarımız iş bulabiliyor mu? Hayır. Binlerce, 100 binlerce gencimiz, elinde
üniversite diploması, boş geziyor, işsiz, umutsuz dolaşıyor. Bir ülke için en
büyük tehlike gelecekten ümidini kesmiş gençliğidir. Bu konuda YÖK’ün,
üniversitelerin, Millî Eğitim Bakanlığının bir derdi var mı? Hayır. Bunu
anlamak, kabul etmek mümkün değildir.
Millî Eğitim Teşkilat Kanunu’ndan
“Atatürk”, “Türkiye Cumhuriyeti”, “Türk milleti” gibi kavramları çıkararak bu
sorunlara çözüm bulunması mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri, Sayın Bakan
diyor ki: “Anayasa Mahkemesine niye gidiyorsunuz?” Nereye gidelim? Ulemaya mı
gidelim, hacılara, hocalara mı gidelim? Siz yaptığınız işlerden eminseniz,
hukuka uygun davranıyorsanız neden yargıya gidilmesinden şikâyetçisiniz? Siz
istiyorsunuz ki hukuk olmasın, kanun olmasın, yargı denetimi olmasın, AKP
istediğini yapsın. Bunun adı “Kanun benim.” demektir. Kanun hükmünde
kararnameler bu zihniyetin ürünüdür, gündeme getirdiğiniz MİT kanun teklifi bu
zihniyetin ürünüdür. Başbakanın adamları olsun, dokunulmaz olsun; Sağlık
Bakanının adamları olsun, dokunulmaz olsun; istediğini istediği yere göndersin,
istediğini şef yapsın, istediğine döner sermayeden pay dağıtsın, kimse buna ses
çıkarmasın. Böyle bir yapıya izin vermemiz mümkün değildir.
Bir ülkede bilim adamları,
üniversiteler konuşamıyor, konuşmaktan çekiniyorsa, konuşmak cesaret gerektiren
bir süreç hâline gelmişse yazıktır o ülkenin hâline ve ne yazık ki Türkiye bu
aşamadadır.
Değerli milletvekillerim, bakınız,
hukukun, adaletin olmadığı yerde hiçbir şey olmaz. Hukuka, adalete dayanmayan
bir sistemde ne üniversite olur ne akıl olur ne bilim olur ne özgürlük olur ne
de özgür gençlik olur. Türkiye bugün bu noktadır.
Böyle bir dönemde Sayın Başbakan diyor
ki: "Ben dindar bir gençlik yetişsin istiyorum." Bunu, Arap
ülkelerine “Laik yönetim kurun.” diyen Başbakan, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin
Başbakanı söylüyor. Laik bir ülkenin başbakanının görevi çağdaş, akıl ve bilime
dayanan bir eğitim sistemi kurmaktır, akıl ve bilimin rehberliğinde bir
üniversite oluşturmaktır. Başbakanlar insanların neye inanacağına, hangi dine
inanacağına veya inanıp inanmayacağına karışmaz, karışmamalıdır. Eğer demokrasi
olacaksa laiklikle olur, laikliğin olmadığı yerde demokrasi olmaz, ileri
demokrasi hiç olmaz, bu unutulmamalıdır.
Değerli milletvekilleri, bu kürsüden
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti hakkında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti halkının hiç de hak etmediği “kumarhane adası”
gibi sözler sarf ediliyor. Farklı politikaların uygulanmasını isteyebilirsiniz,
mevcut duruma ilişkin farklı tespitleriniz olabilir ama birtakım yakışıksız
ifadelerle bunların gündeme getirilmesinin iyi niyetle bağdaşır bir yanı
yoktur.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin
KKTC'nin yükseköğretim alanına kakı sağlaması olumlu ve desteklediğimiz bir
süreçtir. Çukurova Üniversitesinin KKTC'de kampüs açmasının yararlı bir adım
olacağına inanıyoruz.
KKTC'nin bir üniversite ve turizm
merkezi olarak gelişmesine katkı sağlanması gerektiğine inanıyoruz. Türkiye,
KKTC'ye üniversite taşırken, Türkiye'deki üniversiteleri özgür düşüncenin
merkezi hâline getirecek adımların da atılması gerekir. Eğer, Türkiye'deki
zihniyet, KKTC'de açılacak üniversitelere taşınacaksa bunun bir anlamı
olmayacaktır. Bu kurumların KKTC'ye bir katkısı olmayacaktır.
Ben, KKTC'nin bir üniversite, bilim ve
turizm adası olmasını diliyorum. Bu tasarının da bu çabalara bir katkısı
olacağına inancımı belirtiyor, sizleri saygılarla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Acar.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut.
Buyurunuz Sayın Bulut. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çukurova Üniversitesinin,
Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti’nde kampüs açması konusundaki çerçeve
anlaşmanın onaylanması hususunda partim adına söz almış bulunuyorum. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkiye
için tabii ki çok önemli, bizim bir parçamız. Değerli milletvekilleri, bir
ülkenin kalkınmasında eğitim, temel göstergelerden biri. Şimdi, bir
üniversitemizin, devlet üniversitesinin Kuzey Kıbrıs’a kampüs açması
konusundaki uluslararası çerçeve anlaşması Mecliste görüşülüyor. Oysaki,
Türkiye’nin eğitim politikalarının değerlendirilmesi, Millî Eğitim Komisyonunda
görüşülmesi, önceden çocuklarını Avrupa’ya, Amerika’ya göndermek durumunda
kalırken Türkiye, şimdi hem kendi içindeki üniversitelerde çocuklarını
eğitirken hem de Türk coğrafyasında, akraba toplulukların bulunduğu ülkelerde
onlarla iş birliğinin, anlaşmanın, kaynaşmanın sağlanması adına “Eğitimde nasıl
yatırım, nasıl katkıda bulunuruz?”un bu Komisyonda değerlendirilip,
olgunlaştırılıp Parlamentoya getirilmesinde fayda olacağını düşünmekteyim.
Çukurova Üniversitesi gibi Orta Doğu Teknik Üniversitesi de Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nde kampüs açmış bulunmaktadır.
Kuzey Kıbrıs, kumar turizmi ve eğitimle
ayakta durmakta. Belki dünyanın en güzel sahillerine sahip, en güzel
topraklarına sahip Kıbrıs’ı yakın zamanda gezip gördüyseniz, gerek tarımda,
hayvancılıkta ve turizmde ne kadar sahipsiz, ne kadar yalnız olduklarını
göreceksiniz. İş adamlarının olduğu kadar devletin de bu anlamda, o bölgelerin
kalkınması adına, o insanlarda, yavaş yavaş Hükûmetinizin uygulamış olduğu
Kıbrıs politikaları çerçevesinde, Annan politikalarını onlara dayattırarak
Türkiye’ye karşı bir soğumanın, şüphenin, uzaklaşmanın doğduğu bir durumda
bunun telafi edilmesi; onlarla kardeş olduğumuzun, elimizi uzattığımızda
tutacağımız, bağırdığımızda sesimizi duyuracağımız ama daha ötesinde
Türkiye'nin güvenliği için Akdeniz’de bir yüzer gemi gibi, uçak gemisi gibi
bulunan, hem onların menfaatini olduğu kadar Türkiye'nin de menfaatini
düşünerek Kıbrıs’ı çok önemsemeliyiz.
Eğitim alanında Çukurova Üniversitesinin
bu çalışmasını destekliyoruz, tasvip ediyoruz. Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin sadece kumar oynanan bir ada, kumar için oraya gidilen bir yer
olmaktan mutlaka çıkması lazım.
Ancak, üniversiteyi açarken oradaki
üniversitede okuyan çocuklarımızın bazı sorunlarını da değerlendirip düşünmemiz
gerekmektedir. Oradaki özel üniversitelerin almış olduğu harçlar kadar,
Türkiye’den orada kampüs açan Orta Doğu Teknik Üniversitesi de hemen hemen
onlara yakın harç almaktadır. Şimdi, Çukurova Üniversitesi de orada kampüs
açtığında oradaki diğer üniversitelerle rekabet olmasın düşüncesiyle yapılıyor
ama onların da ayakta durmasının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Okul açılırken kampüsün yanına
yurtların da mutlaka düşünülmesi gerekmektedir. Öğrenciler yurt konusunda büyük
sıkıntı çekmekteler, ulaşımlarını zaten özel taksilerle sağlamaktalar. Yeme,
içme noktasında bölgenin fiyatlarının yüksek olduğu, Türkiye’den oraya giden
öğrencilerin ailelerinin büyük bir yük taşıdıklarını da bilmenizi isterim. Bu
anlamda, açılan üniversitelerin ve yeni kampüslerin, Türkiye'nin ve oradaki
öğrenci potansiyelinin eğitim almak adına, huzurlu bir şekilde eğitim yapması
adına bunları düşünmeleri gerekmektedir.
Öğrencilerin karşılaştıkları en önemli
problemlerden biri, çocuklar, öğrenciler şaşırarak, yanlışa uyarak oralarda
gazinolara gitmekteler ve “bet” adı verilen oyun salonlarına alınmaktalar. Emin
olunuz, harç paralarını orada kaybetmiş
ve ailelerini çok zor duruma sokmuş öğrenciler bulunmaktadır. Tabii ki kumarın,
Türkiye’de olduğu gibi, dünyanın hiçbir yerinde meşru olmaması lazım. Bilhassa
eğitim noktasında, bu çocukların yanlışa sapmamaları adına, ailelerinden uzakta
orada eğitim gören bu çocuklara oradaki devlet disiplininin de mutlaka
uygulanması, bu gibi yerlere alınmamaları konusunda Türkiye'nin oradaki
yönetimlerin dikkatini çekmesi gerekmektedir.
Ülkemizin ihtiyacı olan tıp adamının,
bilim adamının yetişmesi için bu okullara ihtiyaç var. Sadece Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ne değil, akraba topluluklara, Türk dünyasına da bu tarz
kampüslerin açılmasında fayda var. Bizim
en büyük zenginliğimiz, kültür sınırımız burası ama bir coğrafi sınırımız var
ki, siyasi sınırımızın ötesinde bir kültür sınırımız var ki bu zenginlikte dil
birliğinin sağlanabilmesi, bilimin en kolay ulaşılabilir hâle getirilmesi,
oradaki öğrenci alışverişi sağlanarak Türkiye’ye, Türkiye’dekilerin diğer
ülkelere giderek bu iş birliğinin oluşturulması noktasında yine Türkiye’ye
büyük görevler düştüğü kanaatindeyim.
Açılacak olan kampüsün Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’ne hayırlı olmasını diliyorum. Üniversitemizin bu adımını
destekliyor ve alkışlıyorum. Kıbrıs’ın, Kuzey Kıbrıs’ın bu noktada bir eğitim
üssü olarak dünyada marka hâline getirilmesi, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Yakın
Doğu Üniversitesi, Lefke Üniversitesi ve ODTÜ’nün kampüsünden sonra bu açılacak
kampüsle oradaki yükseköğretim kurumlarının sayılarının artmış olması Kuzey
Kıbrıs’ın bir zenginliğidir ancak bu zenginliğin sağlıklı yürüyebilmesi,
sağlıklı gidebilmesi adına Türkiye'nin mutlaka takibinin gerektiğini,
öğrencilerin -belirttiğim
gibi- yurt sorunlarının, oradaki sosyal haklarının, yaşantılarının takip
edilmesini, Kuzey Kıbrıs’la Türkiye’deki gençlerin birbirleriyle kaynaşmalarının
bu anlamda sağlanmasının yerinde olacağı, faydalı olacağı düşüncesindeyim.
Kampüsün tekrar hayırlı olması
dilekleriyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bulut.
Şahsı adına Ankara Milletvekili Nurdan
Şanlı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Şanlı.
NURDAN ŞANLI (Ankara) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Çukurova Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nde kuracağı kampüs anlaşmasıyla ilgili 3’üncü maddesinde söz almış
bulunuyorum. Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.
Eğitime olan katkıları, faydalarını
konuştuğumuz ve bu faydalarla verimliliğini çok farklı açılardan
değerlendirdiğimiz bu anlaşmanın yine bütün parti grupları tarafından olumlu
bir şekilde onaylanacağına inanıyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Şanlı.
Şahsı adına Ankara Milletvekili
Emrullah İşler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın İşler.
EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, sözlerime
başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
67 sıra sayılı Çukurova Üniversitesinin
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Kampus Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü ve son maddesi
üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım.
3’üncü maddede aynen şöyle denmektedir:
“Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.” Bu söz üzerine söylenecek bir
şey bulamıyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın İşler.
Soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
On dakikadır.
Sayın Bulut…
ARİF BULUT (Antalya) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Sağlık Bakanına sorduğum sorunun
cevabını alabilmiş değilim çünkü bu soruya verecek bir cevabı yok.
Yirmi beş yıllık bir hekimim. Bu “bıçak
parası” söylemi biz hekimleri yeteri kadar yıpratmakta, yaralamaktadır. Sayın
Bakanı insafa davet etmek için bu soruyu sormuştum zaten. Kutsal bir meslek
olan hekimliği, hekimlik mesleğini yeteri kadar hırpaladığı kanısındayım. Sayın
Bakan artık buna bir son vermelidir.
Ayrıca, emekli hekimlerin hayat
standartlarını yükseltmek için emekli maaşlarının bir an önce düzeltilmesi
gerekmektedir. Sayın Bakana bunu da hatırlatırım.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bulut.
Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür
ederim Değerli Başkan.
Değerli milletvekilleri, Şanlıurfa’da
sürekli elektrik kesintileri yaşanmaktadır. Bu sebeple hem halkın buzdolabı ve
televizyonlarına, beyaz eşyasına zarar veriliyor. Bu ne zaman giderilecek?
Soru iki: Şanlıurfa ili Akçakale Suriye
Kapısı kapatıldı ancak Kilis, Gaziantep, Hatay kapatılmadı. Ticari yönden Urfa
halkı gerçekten olumsuz yönde etkilenmekte. Bu eşitsizlik nedendir? Urfa
halkına bu ticari hayatta neden reva görülmekte, üvey evlat muamelesi neden
gösterilmektedir?
Üçüncü soru: Şanlıurfa Havalimanı’na
sisli havalarda uçaklar iniş yapamamakta. İnişi sağlayan malzeme alınmamıştır.
Bu trafik güvenliği açısından, hava güvenliği açısından tehlike yaratmaktadır.
Bu ne zaman giderilecektir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tanal.
Sayın Erdoğan…
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Muğla iline bir araştırma hastanesini
ne zaman yapmayı düşünüyorsunuz? Yine, Ortaca ilçemizde yapılacak devlet
hastanesi ne zaman yapılacaktır? Kapasitesi ne kadar olacaktır?
Yine, bu son yapılan düzenlemeyle,
sağlık reformuyla devlet hastanelerinde uzman hekim kalmamıştır. Bu çerçevede
Ortaca Devlet Hastanesinden 4 uzman hekim ayrılmıştır. Bunların yerine ne zaman
atama yapılacaktır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Erdoğan.
Sayın Canalioğlu…
MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) –
Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, şu anda Sağlık
Bakanımız burada değil ama Sayın Bağış da sanıyorum bu konuyla ilgili cevap
verebilir.
Bilindiği gibi, kamu ve üniversite
hastanelerinde yoğun bakım üniteleri yetersiz ve bu nedenle hastaların çoğu
yoğun bakım ünitesine giremeden hayatlarını kaybetme noktasına gelmektedirler.
Bu konuda ne gibi tedbirler alınmasını Sağlık Bakanlığı düşünüyor?
Çok teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın
Canalioğlu.
Sayın Atıcı…
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan,
teşekkür ederim.
Kanun tasarısı Çukurova Üniversitesinin
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde kampüs kurması ve ağırlıklı olarak Tıp
Fakültesini ilgilendiren ve Diş Hekimliğini ilgilendiren bir şey, doğal olarak
sorular da sağlık alanından geliyor. Sorduğumuz sorulara Sağlık Bakanı bile
doğru düzgün cevap veremediği için ben soru sormaktan vazgeçiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Atıcı.
Sayın Yılmaz…
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Ben de Sayın Sağlık Bakanımıza
soracaktım ama ne yazık ki Sağlık Bakanımız burada yok ama Sayın Bakan Sağlık
Bakanından ayrıntılı bir şekilde öğrenip bilgi verebilirse çok sevinirim çünkü
bu Uşak için çok önemli bir konu.
Uşak’ta iki hastanemiz var: SSK
Hastanesi yani şu anki adıyla Kadın Doğum Hastanesi ve Devlet Hastanesi. Bu iki
hastane 650 yatağa sahip bir hastanedir. 2009 yılında yapılan bir protokolle
TOKİ’ye devredilmesi, TOKİ tarafından da 400 yataklı bir hastane yapılması, bu
iki hastanenin yerinin de, şehir merkezine olan yerlerin de AVM ve konut
merkezi hâline dönüştürülmesi söz konusu. Yalnız, Uşak’ın merkezindeki bu
sağlık tesislerinin biz korunmasını istiyoruz ve Bakandan da, sayın AKP’li
milletvekili arkadaşlarımız kanalıyla TOKİ’ye devredilmeyeceği, sağlık tesisi
olarak korunacağı şeklinde bazı sözler alındığını duyduk. Bu gerçek midir? Yani
bizim iki hastane yerimiz, Devlet Hastanesi ve Kadın Doğum Hastanesi yeri
korunacak mıdır? TOKİ’ye devirden vazgeçilmiş midir? Diğer 400 yataklı
hastanemiz de araştırma hastanesi olarak görevine devam edecek midir?
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yılmaz.
Buyurunuz Sayın Bakan.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI EGEMEN BAĞIŞ
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de, Çukurova
Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Kampus Kurmasına İlişkin
Çerçeve Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu’yla ilgili bu görüşmede Hükûmetimiz mensubu Sağlık Bakanımıza
yönelik soruları not ettim. Tabii, takdir edersiniz ki, kendi görev alanım
Avrupa Birliği reform süreciyle bağlantılı bir soru gelmediği için bu sorulara
genel olarak bir cevap vermeyi çok doğru bulmuyorum ama Hükûmet olarak biz,
Türkiye Cumhuriyeti’nin her bir vatandaşının sağlık hizmetinin en iyi
standartlarda kendisine sunulma hakkı olduğuna inanıyoruz.
Bu çerçevede Türkiye’de geçmişte hayali
bile kurulmayacak düzenlemeleri yapan bir hükûmetin mensubu olmaktan onur duyuyorum.
Eskiden hastane kapılarında saatlerce kuyruk bekleyen vatandaşlarımız şimdi
diledikleri hastanede diledikleri doktora tedavi olabiliyorlar. Eğer birtakım
sorunlar varsa da bunların giderilmesi için de elimizden gelen her türlü
katkıyı sağlıyoruz. Aynı şekilde eczanelerden de bütün vatandaşlarımızın ilaçlarını alabilmesi için her türlü
kolaylığı cumhuriyet tarihinde en kararlı bir şekilde ortaya koyan bir
Hükûmetin mensubu olmaktan da onur duyuyorum.
Sayın milletvekilimiz, emekli
hekimlerin hayat standartlarının yükseltilmesini sordu. Biz sadece emekli
hekimlerin değil tüm emeklilerimizin hayat standartlarını yükseltmek için de
çabalarımızı sürdürmeye devam edeceğiz.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Bu dünyada olmazsa
öbür dünyada yükseltirsiniz.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) –
Şanlıurfa’daki elektrik kesilmeleriyle ilgili olarak Enerji Bakanımızın
sayın vekilimizi cevaplandırması…
Aynı şekilde Akçakale Kapısı’nın
kapatılması konusundaki soruyla ilgili olarak da Gümrük Bakanlığımızın kendilerini bilgilendirmesi
konusunda sorularını iletme konusunda elimden gelen katkıyı göstereceğim.
Tabii, Şanlıurfa’da sisli havalarda
uçakların sorun yaşaması sadece Urfa’ya has bir olay değil, Ankara’da Esenboğa
Havaalanında da aynı sorunları sıkça yaşıyoruz, uçaklarımız rötar yapabiliyor.
Bu da yeni yapılan bir havaalanı değil, çok eskiden yapılmış, hatta bazı
uyarılara rağmen yapılmış olduğu söylenen
bir havaalanı ama inşallah onların da hep birlikte üzerine gideceğiz.
“Muğla iline bir araştırma hastanesi
yapılmasıyla ilgili Sağlık Bakanlığımızın bir çalışması var mı?” Emin olmamakla
birlikte Sağlık Bakanlığımızın hem Muğla iline hem Ortaca ilçesine ne gibi
projeler üzerinde çalıştıklarına dair Sayın Vekilimizi, Sayın Erdoğan’ı
bilgilendirmelerini de kendilerinden rica edeceğim.
Aynı şekilde hastanelerimizin yoğun
bakım üniteleriyle ilgili soruyla ilgili olarak da Sağlık Bakanlığımızın bu
konunun üzerine düşmesini ve Sayın Vekilimizi bilgilendirmelerini rica
edeceğim.
Tabii Uşak’ta, Sayın Yılmaz’ın sorduğu
iki hastanenin yerine TOKİ’nin bir projesi olup olmadığı konusunda bir bilgim
yok ama TOKİ Başkanlığımıza ve Sağlık Bakanlığımıza bu konuda da sizleri
bilgilendirme konusunda mesajınızı ileteceğim.
Sayın Vekilimize, Sayın Atıcı’ya da
özellikle bir teşekkürü buradan sunmak istiyorum. Kendisi çok açık ve
içtenlikle konunun Kıbrıs’taki bir kampüsle alakalı olduğunu, bu çerçevede
sağlıkla ilgili bir soru sormayı düşündüğünü ama Sağlık Bakanı olmadığı için de
sormamayı tercih ettiğini söyleyerek gerçekten çok büyük nezaket ortaya koydu.
Kendisine, milletvekili bir kardeşi olarak da buradan teşekkür ediyorum, ortaya
koyduğu bu samimi davranışı için de şükranlarımı sunuyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
MUHARREM İNCE (Yalova) – İki
dakika süre kaldı, soru sorabilir arkadaşlarımız.
BAŞKAN – 3’üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım, daha iki dakika süre vardı.
BAŞKAN – Oyladım artık, kusura bakmayınız.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Tasarının tümünü oylamadan önce, son
söz milletvekilinin olmak üzere, Sayın Genç, Tunceli Milletvekili.
Buyurunuz efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Değerli
milletvekilleri, biliyorsunuz, kış şartları her tarafta büyük bir sıkıntı
yaratıyor. Özellikle bizim ilimizde, doğu, güneydoğuda, bugün Muş’ta
gösterdiler, insanlar büyük bir sefalet içinde. Maalesef Hükûmet buraya
akaryakıt bile göndermemekte ama Tayyip Bey yedi tane uçak kullanmaktan da
çekinmemektedir. Abdullah Bey, keyfi geldiği zaman, uçaklara binip Avrupaları
ziyaret etmektedir. Tayyip Bey son zamanlarda hasta oldu da çıkmıyor ama
Abdullah Bey her gidişinde 700-800 milyar liralık para ödüyor bir şeye
arkadaşlar.
Şimdi, değerli milletvekilleri, biraz
önce AKP Grup Başkan Vekili diyor ki: “Efendim, geçmişte Bülent Arınç ile
Mehmet Ali Şahin kürsüyü işgal etti, siz etmeyin.”
Şimdi, değerli milletvekilleri, burada
getirilen, İç Tüzük değişikliğiyle yapılmak istenen, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde muhalefetin muhalefet etme imkânlarından yoksun bırakılması. Bir tek
kanunlar üzerinde 2 kişinin konuşma hakkı var. İşte görüyorsunuz, AKP’liler
çıkıyor, o 2 kişilik sözü de onlar kapatıyorlar. Ondan sonra, bu İç Tüzük
değişikliği çıktığı zaman, muhalefet partilerinin Türkiye Büyük Millet
Meclisinde konuşma hakkı kalmıyor. Dolayısıyla, bu duruma düşmemek için
muhalefet partisinin milletvekillerinin burada mevcudiyetlerini devam
ettirebilmesi için muhakkak burada bu hakları kaybetmemeleri için mücadele
vermesi lazım.
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Zorbalıkla…
KAMER GENÇ (Devamla) – Aksi takdirde bu
İç Tüzük değişikliğinden sonra artık bizim burada konuşma hakkımız kalmıyor. O
bakımdan burada bizim yaptığımız, bu kürsüde konuşma hakkımızı kaybetmeme
yolunda verdiğimiz meşru bir mücadeledir. İktidar partisi, bütün konuşmaları,
kanunları siz alıyorsunuz.
Şimdi, bakın, arkadaşlar, geçmişte bu
konuda getirilen kısıtlamaların hep önü kesildi.
Şimdi, bir kanun getirdiniz. MİT
mensuplarının ve Başbakanın görev verdiği kişilerin işlediği suçlara bir
masuniyet getiriyorsunuz. Bu, dünyada en vahim bir şey. Şimdi Tayyip Erdoğan
yarın rakiplerine diyecek ki birtakım adamları görevlendirerek “Git bunları
öldür.” diyecek. Arkadaşlar bakın, Hakkâri’de 27 askerimizin şehit olduğu gün
Tayyip Erdoğan’la Ahmet Davutoğlu İsrail’in serbest bıraktığı 11 tane
Hamaslıyı İsrail’den getirtmek için özel
uçak gönderdiler, o gün onlarla ilgilendiler. Ben soruyorum, o 27 askerimiz kim
tarafından şehit edildi? Şimdi o karakolları birdenbire gelip de, orada tarayıp
da 27 askeri öldürmek mümkün değil. Şimdi savcının… Diyor ki savcı: “Ben
bununla ilgili soruşturma yapmıyorum.”
Bakın İstanbul’da bir otobüse bomba
atıldı. O bombada on yedi yaşındaki kız öldü. Birileri diyor ki: “Bunları bazı
MİT mensupları yaptı.” Birileri diyor ki: Bu Kızılay’da atılan bombadan 4 tane
vatandaşımız öldü. Ya bunları açıklayalım diyorum. Ben iddia etmiyorum, bunları
açıklayalım; savcının iddiasını açıklayalım, dolayısıyla bu meseleleri kamuoyu
bilsin. Siz niye çekiniyorsunuz? Demek ki suçlusunuz, demek ki korkuyorsunuz,
demek ki bu işler gelecek Tayyip Erdoğan’a dayanacak. Tayyip Erdoğan korkuyor,
sorumluluktan kaçıyor ve milleti susturmaya çalışıyor.
Arkadaşlar Anayasa’nın 138’inci maddesi
var. Siz namusunuz ve şerefiniz üzerine Anayasa’ya sadakat yapacağınıza yemin
etmediniz mi? O 138’inci madde ne diyor: “Görülmekte olan bir davayla ilgili
olarak yargıya talimat verilemez, emir verilemez.” Peki, siz getirdiğiniz
kanun, teklifiyle ne diyorsunuz? Efendim, yargının açtığı soruşturmayı
kesiyorsunuz. Bu hangi şeref ve namus üzerine yemin etmek demektir. Namusu ve
şerefi üzerine yemin eden insanların namusuna ve şerefine sahip çıkması lazım.
Bu kanun teklifini getirenlerin ve buna parmak kaldıranların bu namus ve şeref
meselesi üzerinde durmaları lazım yoksa… Şimdi, siz, yarın öbür gün arkadaşlar,
kimin Başbakan olacağı belli değil. Siz bir insana var olması yani bir
Başbakana “Sen suç işlersen ben seni
istediğim şekilde yargılamam, korurum.” diyor. Oslo’da yapılan konuşmalar
ortada, orada kimlerin ne yaptığı, PKK’yla anlaştığınız ortada, orada PKK’ya…
Tayyip Bey bu laflar ortaya çıktığı zaman “Bunu kanıtlamayan şerefsiz ve
alçaktır.” dedi mi? Dedi. Ondan sonra Tayyip Bey’le PKK mensuplarının görüştüğü
ortaya çıktı mı? (x) Peki, şerefsiz ve alçak kim? (AK PARTİ sıralarından
gürültüler) Kim? Kim? Kim? Kim? (AK PARTİ sıralarından “Sen, sen” sesleri)
HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı) – Sen!
KAMER GENÇ (Devamla) - Bu lafları
söyleyenler. Dolayısıyla PKK’yla sen müzakere edeceksin ama bu karakterde de
insanları…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Süreniz tamamdır efendim, beş
dakikaydı, yanlışlıkla oldu üç dakika. Beş dakikanız doldu efendim, teşekkür
ederiz.
KAMER GENÇ (Devamla) – Hayır efendim,
daha beş dakikam dolmadı.
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Geç otur
yerine, dırdır etme! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
Lütfen sakin olunuz.
Sayın Genç, lütfen yerinize geçiniz.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın
Başkan, sataşmadan dolayı söz istiyorum.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bahçekapılı.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
(x) Bu
ifadeye ilişkin açıklama 16/2/2012 tarihli 67’nci Birleşim Tutanağı’nın
230’uncu sayfasında “Geçen Tutanak Hakkında Konuşmalar” bölümünde yer almıştır.
IX.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2.-
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in Başbakana sataşması nedeniyle konuşması
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bugün Meclis saat 13.00’te açıldı, bu
saate kadar çalışıyoruz, elbette birbirimizi eleştiriyoruz, yanlışlarımızı
söylüyoruz, zaman zaman bunun dozajını da artırıyoruz ama yine de insani ilişkiyi
kaybetmiyoruz ama ne yazık ki son konuşmacı üzülerek söylüyorum ki bu değerini
kaybederek, her konuşmada, her kanunun görüşülmesinin sonunda bu değerini
kaybederek burada Meclisin çalışmasını geriyor, milletvekilleriyle birbirleri
arasında bir gerginlik yaratma ortamını sağlamaya çalışıyor. Ben kendi adıma bu
konuşmacıya cevap vermeyi -beş yıldır buradayım- hiç uygun görmedim çünkü bir
konuşmacıya veya bir kişiye cevap verme gereği hissederseniz en azından
seviyelerinizin aynı oranda olması gerekir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Veya bir konuşmacı size herhangi bir konuda bir eleştiri sunuyorsa veya sizi
bir değerler silsilesi konusunda alt sıralara koyuyorsa o konuşmacının o
değerler silsilesine, o insani erdemlere, namus gibi, şeref gibi o insani değerlere
sahip olması gerekir diye düşünüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Söylediği bütün sözleri kendisine iade
ediyorum.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Hani muhatap
almayacaktınız!
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) - Bakın,
burada 326 milletvekili var. Bu milletvekillerine 22 milyon kişi oy vermiş. Bu
milletvekillerinin sayısını 22 milyonla çarpıyorum, AK PARTİ teşkilatlarında
çalışan herkesin sayısıyla çarpıyorum ve aynı sözleri bu çarpımdan çıkan
sonuçla size iade ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın
Bahçekapılı.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Konuşmacı
“İnsanlık seviyesini kaybediyor.” dedi. Bir de “Ben onun seviyesine
inemiyorum…” Sataşmadan söz istiyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından “Yürü!”
sesi, gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen.
Hitaplarınız düzgün olsun.
Sayın Genç, lütfen, kimsenin şerefiyle
ve şeref ve haysiyetiyle ilgili bir konuşma yapmayınız. Çünkü herkesin
şerefi...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, ben
Anayasa’ya sadakat yemininden bahsettim. “Şerefim, namusum üzerine…” Müsaade
ederseniz ben cevap vereyim efendim.
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, o
“İnsanlık seviyesini kaybetmemesi lazım.” dedi. Bu bir sataşma efendim. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bazı
değerler vardır, hiç kimse bu değerleri ağzına alıp bir başkasını eleştirme
hakkına sahip değildir. Lütfen oylamaya geçiniz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, hepiniz
gayet iyi biliyorsunuz ki, ben bu kürsüden defaatle bu konuda bütün sayın
milletvekillerimize tekrar ve tekrar
söylemiş bulunuyorum. Şeref ve haysiyete yönelik hiçbir konuşmanın hiçbirimize
uygun düşmediğini defaatle belirttim.
Lütfen Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, zaten
sataşmadan iki dakika söz veriyorsunuz.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) –
Sataşma yok efendim, lütfen.
BAŞKAN – Size sataşmadan dolayı sadece
bir dakika bu konuyu düzeltmeniz için.
Buyurunuz efendim.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) –
Sözünü geri alsın efendim.
HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı) – Özür dilesin
Başkanım.
BAŞKAN – Şeref ve haysiyete yönelik
konuşmalar yapmayınız lütfen. Herkesin şerefi ve haysiyeti…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, hayır.
Şimdi iki dakika verin de bari…
3.-
Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı’nın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
KAMER GENÇ (Tunceli) - Şimdi, Sayın
Başkan, ben “şeref ve haysiyet”ten şunu kastettim, dedim ki: “Biz milletvekili
olarak..
MEHMET CEMAL ÖZTAYLAN (Balıkesir) – Lan
salak mıyız biz ne dediğini anlamayacağız!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen
dinleyiniz.
KAMER GENÇ (Devamla) – …burada görevi
yaparken Anayasa'ya sadakat göstereceğimize namusumuz ve şerefimiz üzerine
yemin ediyoruz.”
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) ¬– Ne
söylediğinizi duyduk.
KAMER GENÇ (Devamla) – Ben de dedim ki:
“Her milletvekili bu Anayasa’ya sadakat göstereceğine göre, namusu ve şerefi
üzerine yaptığı yemine sadakat göstermesi lazım.”
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) ¬– Öyle
demediniz.
KAMER GENÇ (Devamla) – Bunda anormal
bir şey yok ki. Yani ondan sonra…
Şimdi, değerli milletvekilleri, bakın,
AKP’nin o kadar büyük suistimalleri var ki bize bunları dile getirme imkânını
vermiyorsunuz, konuşturmuyorsunuz. Buyurun, geçelim televizyonlara, açık
konuşalım. Bakalım, eğer zaten siz haklıysanız ben sizden özür dilemesini
bilirim ama siz bu ülkeyi dikta rejimine götürdünüz; siz bu memleketi
dönüştürdünüz; Türkiye Cumhuriyeti devletini yok ettiniz, itibarını yok
ettiniz; Türkiye Cumhuriyeti devletini böldünüz, itibarını sıfır ettiniz.
HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı) – Geri al!
Sözünü geri al!
KAMER GENÇ (Devamla) – Dışişleri
Bakanınız nerede? Dışişleri Bakanınız… Biz burada uluslararası anlaşmayı
konuşuyoruz, Sağlık Bakanı geliyor. Dışişleri Bakanı kimden emir almaya gitmiş?
Suriye’ye niye saldıracak?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) – Bunların
hesabını vermesi lazım.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) ¬–
Efendim, sataşma var ama sataşmaya cevap verme gereği hissetmiyorum. Bunu da
Genel Kurulun bilgisine sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın
Bahçekapılı.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)
2.-
Çukurova Üniversitesinin KKTC’de Kampus Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/482) (S. Sayısı: 67) (Devam)
BAŞKAN – Tasarının tümü açık oylamaya
tabidir.
Açık oylamanın elektronik cihazla
yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Oylama için iki dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
Çukurova Üniversitesinin KKTC’de Kampus Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:
“Kullanılan oy sayısı : 283
Kabul : 282
Ret : 1(x)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Muhammet Bilal Macit Fatih
Şahin
İstanbul Ankara”
Böylece tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır. Hayırlı olmasını diliyorum.
Sayın milletvekilleri, bir saat ara
veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.11
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağa eklidir.
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.13
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara),
Muhammet Bilal MACİT (İstanbul)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 66’ncı Birleşiminin
Dördüncü Oturumunu açıyorum.
Şimdi,
3’üncü sırada yer alan, Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu
Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine başlayacağız.
3.- Çoğaltılmış Fikir ve Sanat
Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu (1/485) (S. Sayısı: 128)
BAŞKAN
– Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4’üncü
sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma
Programı Arasında Ortaklık Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız.
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında Ortaklık Çerçeve Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/480) (S. Sayısı: 100) (x)
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon
raporu 100 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının
tümü üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili
Münir Kutluata konuşacaktır.
Buyurunuz
efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında
Ortaklık Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Türkiye
Büyük Millet Meclisinin onayına sunulmuş bulunan bu anlaşmanın 11 Mart 2011
tarihinde imzalandığı anlaşılmaktadır. Bir çerçeve anlaşma olması nedeniyle
geniş kapsamlı bir özellik arz ediyor. Atıfta bulunulan prensiplerin ve
taahhütlerin çok sayıda olması, iş birliği yapılması düşünülen alanların
genişliği bunu gösteriyor.
Çerçeve
anlaşmalar mahiyetleri itibarıyla genel, kapsamları itibarıyla geniş
tutulduklarından uygulanma süreci tarafların takibine ve hassasiyetine bağlı
olarak fayda sağlayabilecek anlaşmalardır. Bu sebeple, bir taraftan bu
anlaşmaların karşı tarafı olan Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının neleri
yapmakta olduğuna ve nasıl çalıştığına bakmak gerekiyor, diğer taraftan
Türkiye-Kalkınma Programı ilişkilerinin seyrine bakmak icap ediyor.
(x) 100 S. Sayılı Basmayazı tutanağa
eklidir.
Birleşmiş
Milletlerin temel görevlerinden biri kalkınmayı, ekonomik ve toplumsal
gelişmeyi teşvik etmektir. Birleşmiş Milletler çalışmalarının yüzde 70
kadarının kalkınmaya yönelik olduğu kabul ediliyor. Dünyada barış şartlarının
oluşturulması için dünya çapındaki yoksulluğun ortadan kaldırılması ve refahın
artırılması arzu ediliyor.
Birleşmiş
Milletler çatısı altında yer alan bir kalkınma örgütü olan UNDP, Birleşmiş
Milletler bünyesinde insani gelişme alanına en çok hibe veren kuruluş
durumundadır. Temelleri Birleşmiş Milletlerin genişletilmiş bazı teknik yardım
programlarıyla 1958 yılında kurulmuş olan Birleşmiş Milletler Özel Fonu’nun
birleştirilmesine dayanıyor. UNDP 1965 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu
tarafından kuruldu. Ülke ofislerinin çoğunda UNDP temsilcisi Birleşmiş
Milletler sisteminin bütünü adına kalkınma etkinliklerinin koordinatörlüğü
görevini de yürütmüş oluyor.
Kısaca
“UNDP” diye adlandırılan Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının amaçlarından
da kısaca söz edecek olursak, temel görevi yoksullukla mücadeledir. Birleşmiş
Milletlerin kalkınma örgütü olarak bu ödevi sürdürebilir insani gelişmeyi
destekleyerek yerine getirmeye çalışıyor. Yoksulluğun azaltılması yönündeki en
büyük hedef 2000 yılında Bin Yıl Kalkınma Hedefleri aracılığıyla daha somut bir
biçimde tanımlanmış oldu. UNDP ağı, bu hedeflere varma konusundaki küresel ve
ulusal çabalar arasında bağlantılar kurarak ikisi arasında uyum sağlıyor.
Görüşmekte
olduğumuz 100 sıra sayılı anlaşmada önemli yer tutan UNDP’nin, yani Kalkınma
Programının Bin Yıl Kalkınma Hedeflerine de kısaca bakmak zorundayız çünkü bu
100 sıra sayılı anlaşma, büyük oranda bu Bin Yıl Hedeflerine atıfta bulunuyor.
2000
yılında Birleşmiş Milletler üyeleri, yeni yüzyıl için yeni bir gündem
belirledi. Bütün Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler için genel bir taahhüt
niteliği taşıyan Bin Yıl Bildirgesi’ni ortaya koydular. Bu bildirge, Birleşmiş
Milletler Sözleşmesi ilkelerini yeni bir dünya ve yeni bir bin yıla uyarlama
iddiasıyla “Bin Yıl Kalkınma Hedefleri” adıyla bir hedefler silsilesi ortaya
koydu. Yani UNDP’nin hedefleri, Bin Yıl Kalkınma Hedefleriyle net hâle
getirilmiş oldu ve takibi kolaylaştı.
Bu
hedefler şunlardan ibarettir: Birincisi, aşırı yoksulluk ve açlığın ortadan
kaldırılması; diğeri evrensel temel eğitim sağlanması; diğeri cinsiyet
eşitliğinin desteklenmesi ve kadının konumunun güçlendirilmesi; çocuk
ölümlerinin azaltılması; anne sağlığının iyileştirilmesi; HIV/AIDS, sıtma ve
diğer hastalıklarla mücadele; çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması; kalkınma
için küresel ortaklık geliştirilmesi.
2000
yılında kabul edilen bu hedefleri, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 2001
yılında onayladı. Birleşmiş Milletler Sekreterliği de UNDP’den bunun dünya
çapında gerçekleştirilmesi yolunda gayret sarf etmesini istemiş oldu. Aslında,
Bin Yıl Kalkınma Hedefleri ile ilgili çalışmalar 1990 yılında başlamış, 2000
yılında bildirgeye girmiş, 2001 yılında da onaylanmıştır. Başlangıcı ile kabulü
arasında geçen uzun süre dikkate alınırsa Bin Yıl Kalkınma Hedeflerinin zamanla
sınırlandırılması arzu ediliyordu, öyle de yapıldı ve “2015 yılı” diye bir
hedef belirlendi, bir sınır konuldu. 2015 yılına kadar gerçekleşmese bile
hedefler, gerçekleşme yoluna girildiğinin görülmesi arzu edildi.
Özetle,
Bin Yıl Kalkınma Hedefleri 8 ana hedef, 18 alt hedef ve 48 göstergeyle belirlenen
bir hedefler silsilesidir. Bu hedeflere nasıl ulaşılacağını gösteren
stratejilerle sağlam bir bağ kurulması gerekiyor. O bakımdan UNDP ülke
ofislerinin çalışmaları bulundukları ülkelerde büyük önem taşıyor. Sözleşmede
vurgu yapılan iş birliği alanlarına baktığımız zaman bu sayılan sekiz hedefe
ilaveten, özellikle afet riskinin azaltılması ve kurtarma faaliyetlerinin
yürütülmesi alanlarında iş birliğinin geliştirilmesi, bilgi alışverişi yoluyla
UNDP ve Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi arasında ilişkilerin geliştirilmesi,
TİKA ve diğer devlet kurumlarıyla ilişkilerin geliştirilmesi, şekilleri
taraflar arasında ayrı bir anlaşmayla belirlenecek UNDP İstanbul Uluslararası
Kalkınma ve Özel Sektör Merkezinin kurulması, yoksulluğun azaltılması ve Bin
Yıllık Kalkınma Hedeflerinin ve gelişmekte olan ülkelerin diğer uluslararası
mutabık kalınmış kalkınma hedeflerinin gerçekleştirilmesi ve sayılan birçok
alanda, daha ilave edilen birçok alanda iş birliği yapılması arzu ediliyor.
Çerçeve
anlaşmanın amacına baktığımız zaman, “Bu anlaşmanın genel amacı: Bin Yıl
Kalkınma Hedefleri dâhil olmak üzere uluslararası mutabık kalınmış kalkınma
hedeflerini gerçekleştirmede kaydedilen ilerlemeyi hızlandırmak için küresel
kalkınma ortaklıklarını geliştirmek.” deniliyor, “Gelişmekte olan, en az
gelişmiş ve düşük gelirli ülkelerin zorluklarının ele alınmasına katkı vermek.”
ifade ediliyor, “Kalkınma iş birliğinde haricî olarak uygulanan programlar ile
ulusal olarak uygulanan programlar arasında sinerji oluşturmak.” gibi amaçlar sayılıyor.
Türkiye'nin, UNDP’nin bölgesel ve küresel kalkınma kapasitesine katkısını
artırmak amacı ve bu anlaşmalarda tanımlanan ortaklık temelinde taraflar
arasında iş birliğinin güçlendirilmesi isteniyor. Sayılan bu amaçlar
sözleşmenin 1’inci maddesinde sıralanmış durumda.
Burada,
değerli milletvekilleri, iki nokta dikkat çekmektedir. Bunlardan bir tanesi,
Türkiye'nin bir donör ülke olduğu ve küresel kalkınma ortağı olduğudur. Yani
Türkiye bu anlaşma ile Bin Yıl Kalkınma Hedeflerinin gerçekleştirilmesinde zayıf
ülkelere yardımcı olacak ülke olarak kabul ediliyor. Dikkat çeken bir diğer yön
“en az gelişmiş ülke” tabiridir. En az gelişmiş ülke ve düşük gelirli ülkelerin
zorluklarının ele alınması isteniyor. Burada çok ciddi bir çelişki gözler önüne
serilmektedir. Garabet düzeyindeki bu çelişki, G20 ülkeleri arasında sayılan
Türkiye'nin, en az gelişmiş ülkelerdeki sorunların çözümüne yardımcı olmaya
çalışırken aynı sorunları kendisinin yaşıyor olmasıdır. O bakımdan, bu “en az
gelişmiş ülke” tabiri üzerinde çok kısaca durmak gerekiyor.
Bu,
iktisat literatüründe canlılığı olan, işlerliği olan bir tabir değildir
bildiğiniz gibi; gelişmemiş, az gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeler
-bunlar da nezaket ifadeleridir- ve gelişmiş ülkeler. En az gelişmiş ülkeler
zaman zaman “üçüncü dünya ülkeleri” olarak ifade ediliyor. Bu ülkelerle
kastedilen, çok yüksek doğum oranları, çok yüksek ölüm oranları, çok düşük
ortalama ömür ve kalkınma imkânını ve potansiyelini yitirmiş ülkelerdir.
Şimdi,
Birleşmiş Milletlerin, Kalkınma Örgütü vasıtası ile bu ülkelere yardımcı olmaya
çalışırken Türkiye’yi donör ülke olarak görmesi ve kabul etmesi güzel bir
husustur. Ancak, bu maddelere baktığımız zaman, Bin Yıl Kalkınma Hedeflerine
baktığımız zaman, ne yazık ki Türkiye’yi
birçok noktada “en az gelişmiş ülkeler” diye ifade edilen ve iktisat
literatüründe pek de kullanılmayan bir tabirle, Türkiye’nin bazı özellikleri
bakımından nitelendirilebildiği bir duruma düştüğünü görüyoruz. Sizlerin
dikkatini çekmek istediğim tezat budur. Bu hedeflerden birincisi, biraz önce saydığım
sekiz maddeden bir tanesi, mutlak yoksulluk ve açlığın ortadan kaldırılmasıdır.
Bir tarafta dünyanın 17’nci ekonomisi olma durumu, diğer tarafta G20 ülkeleri
arasında bulunma realitesi, öbür taraftan AB ülkelerinin imrendiği bir ülke
pozisyonunda olduğumuzun iddia edilmesi meselesi ama onun arkasından “Günde 1
doların altında geliri olan insan kalmadı.” şeklinde değerlendirmelerin Hükûmet
tarafından dile getirilmesi. Bunlar çok ciddi çelişkilerdir. Türkiye gibi bir
ülkede, ortalama gelirinin 10 bin doları bulduğu ve aştığı söylenen bir ülkede
1 dolarlık, 2 dolarlık günlük gelirlerden söz edilememesi gerekirdi. Sayın Ali
Babacan sık sık bunu dile getiriyor. En son 26 Aralık 2011’de diyor ki Sayın
Bakan: “Geliri 1 doların altında kimse kalmadı, 2 doların altında olanları da
binde 2’ye indirdik.”
Değerli
milletvekilleri, G20’ye katılan bir ülkenin 1 dolar, 2 dolar gibi günlük gelir
tartışmalarının olmaması gerekir. Bunu ortadan kaldırmak da marifet
olmamalıdır. Çünkü, 365 milyon dolar tahsis etseniz, 1 milyon insanı 1 doların
altında geliri olmaktan yukarıya çıkarmış olursunuz. Bunlar başarı hikâyeleri
olarak söylenmemelidir. Bunlar dile getiriliyorsa Türkiye’de genel durumun iyi
olmadığı ortaya çıkar.
TÜRK-İŞ’in
2012 için ilan ettiği açlık sınırı 958 Türk lirasıdır, yoksulluk sınırı 3.123
liradır. TÜİK’in 19 Aralık 2011’deki ilanına göre Türkiye’de yoksulluk
sınırının altındaki insan sayısı 16,9’dur ve yoksulluk tehlikesi altında olan,
sürekli tehlike altında olan nüfus da yüzde 18 civarındadır. Dolayısıyla
Türkiye mutlak yoksulluk ve açlıkla mücadele konusunda Birleşmiş Milletlere
katkı yapması gereken bir ülke olarak görülürken, diğer taraftan kendisi bu
sorunları yaşıyor durumdadır, birinci nokta bu.
İkincisi,
ikinci hedef, herkesin temel eğitim almasını sağlamaktır. OECD’nin 2011 yılı
raporunda Türkiye’de ilkokullaşma oranı yüzde 91,3 olarak veriliyor ama OECD
ülkelerinin ortalaması yüzde 98,6’dır; 91,3-98,6… Türkiye burada en kötü
durumdadır ve 1’inci sıradadır maalesef. 2’nci sırada olan Polonya bile yüzde
94,1’le Türkiye'nin 3 puana yakın derecede önündedir.
OECD’nin
bir başka raporunda OECD ve G20 ülkeleri içinde 5-14 yaş arası okullaşma oranı
4 ülke hariç yüzde 95’in üzerindedir. Hariç tutulan bu 4 ülkeden bir tanesi
Türkiye’dir. Diğer taraftan, insani gelişmişlik endeksinde 187 ülke arasında
92’nci sırada olduğumuzu biliyoruz. Eğitimdeki öğrencilerin başarı
sıralamasında 65 ülke içinde 41’inci sırada olduğumuzu biliyoruz. 25 yaşındaki
nüfusun aldığı ortalama eğitim açısından 187 ülke arasında 126’ncı sırada
olduğumuzu biliyoruz. Dolayısıyla bu da Türkiye'nin sadece yardımcı olabileceği
bir alan değil, kendisiyle ilgili düzeltmeler ve gelişmeler yapması gereken bir
alan olarak görülüyor.
Üçüncü
hedef, kadınların konumunu güçlendirmek ve toplumsal cinsiyet eşitliğini
geliştirmektir. Bu konuya insan hiç girmek istemiyor çünkü Türkiye’yi en az
gelişmiş ülkeler safına itecek görüntülerin maalesef burada olduğunu biliyoruz.
Neresinden başlasak vicdanlar sızlıyor, hâlâ kız çocuklarını okula gönderme
kampanyaları yapmak zorunda olan bir ülke pozisyonundayız. On iki yaşında
satılan evlatlar, on bir yaşında çok sayıda çocuk anneler söz konusu.
Kendilerine yönelik şiddet karşısında âciz kadınların sayısı çığ gibi artıyor,
öldürülmekten koruyamadığımız kadın sayısı gittikçe artıyor. Bu alanda
Türkiye’de gelişme mi var, gerileme mi var? Gerçekten, bu hususların ciddi
şekilde tespit edilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Çocuk
ölümlerini azaltmak ve anne sağlığını iyileştirmek bu hedeflerin 4 ve
5’incisidir. Çocuk ölümlerinin azaltılması konusunda Türkiye mesafe almıştır,
anne sağlığının iyileştirilmesi konusunda da Türkiye mesafe almıştır ama 2010
yılı UNICEF ve Dünya Bankası kaynaklı bir araştırmaya göre beş yaş altı çocuk
ölüm oranı Türkiye’de binde 18’dir. Bu oran Tunus’ta binde 16’dır, Kongo’da
bile binde 16’dır, Uruguay’da binde 11’dir, İspanya’da binde 5, Yunanistan’da
binde 4’tür. 18 ile bunların kıyaslanması lazım. Bu konuda gerçekten mesafe
alınmıştır.
Sayın
Sağlık Bakanı yok galiba. Biraz önceki sözleşme görüşülürken…
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Buradayım…
MÜNİR
KUTLUATA (Devamla) – Efendim? Burada mısınız Sayın Bakan?
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Buradayım, burada…
MÜNİR
KUTLUATA (Devamla) – Güzel… Evet…
BAŞKAN
– Buyurunuz efendim, devam ediniz.
MÜNİR
KUTLUATA (Devamla) – Biraz önce Sayın
Bakan “1960’la 1990 arasında OECD ülkelerinin çocuk ölümleri ve anne sağlığında
kaydettiği mesafeyi biz son sekiz senede elde ettik.” dedi.
Ciddi
bir haksızlık yaptı Sayın Bakan, onu söylemek istiyorum çünkü anne sağlığı ve
çocuk ölümleri meselesi Türkiye’nin çok ciddiye aldığı ve uğraştığı bir
konudur. Hatta Sayın Bakan, 1965 yılındaki Nüfus Planlaması Kanunu çıkarılırken
Nüfus Planlaması Kanunu’na destek sağlamak amacıyla çocuk ölümleri ve doğum
yaparken ölen anneler, yani anne sağlığı meselesi öyle gündeme getirildi, o
kadar tartışma yapıldı ki, onun arkasından bu konuyla ilgilenme fevkalade arttı
ve o tarihlerde 50 bin olarak ifade edilen ve kayıtlarda yer alan her yıl doğum
yaparken ölen anne sayısı yavaş yavaş azaltılarak, ciddi şekilde azaltılarak
bugünlere gelindi. “OECD ülkeleri bunları 1960 ile 1990 arasında yapmıştı,
Türkiye’de de son sekiz yılda yapıldı.” demenin haksızlık olduğunu düşünüyorum.
Türkiye bu konuya önem vermiştir ve ciddi şekilde azalma olmuştur ama hâlen
baktığımız zaman beş yaş altı çocuk ölümlerinde binde 18 oranlarında olduğumuz
görülüyor. Bunun da çok sağlıklı bir yol olmadığını, iyi bir sonuç olmadığını
söylemeliyiz ancak gelişmelerin devam ettiğini de ifade etmiş bulunuyoruz.
Değerli
milletvekilleri, bir başka hedef, çevresel sürdürülebilirliğin sağlanmasıdır.
Çevresel sürdürülebilirlikte Birleşmiş Milletler ve gelişmiş ülkelerin şöyle
bir yaklaşımı vardır: Çevresel sıkıntılar büyük oranda doğal kaynakların
kullanımından ortaya çıkmaktadır. Doğal kaynaklarla ilgili, Birleşmiş
Milletlerdeki esasen çalışmaların çoğunun stok kaynakların dış ticaret yoluyla
gelişmiş ülkelere transfer edilmesi karşısında, o ülkelerin yenilenebilir
kaynaklara aşırı yüklenmek suretiyle toprak, orman, su gibi bunların yenileme
gücünü ellerinden almaları, Birleşmiş Milletler açısından en üzerinde durulan
bir konu olarak ikinci planda bile gelmiyor. Onu ifade etmek gerekir…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MÜNİR
KUTLUATA (Devamla) - Zamanımız bu kadar elverdiği için…Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Kutluata.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Hasan Ören. (CHP sıralarından
alkışlar)
Buyurunuz
Sayın Ören.
Geçmiş
olsun diliyoruz.
CHP
GRUBU ADINA HASAN ÖREN (Manisa) – Teşekkür ederim.
Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında Ortaklık Çerçeve Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerine söz almış
bulunuyorum.
Tasarı
üzerinde görüşmeme geçmeden önce, geçmiş dönemlerde, 22’nci Dönemde iki yıl
Dışişleri Komisyonu üyeliği yaptım. Bu ikili anlaşmalar o zaman da
Parlamentonun gündemine gelirdi ve çok süratli bir şekilde geçerdi. Danışma
Kurulunda grup başkan vekilleri belirli bir konu üzerinde veya bazı konular
üzerinde anlaşmalar yaparlardı ve bu anlaşmalar doğrultusunda da bugün önümüze
gelen ikili anlaşmalar çok süratli bir şekilde geçerdi. Ama ne yazık ki AKP’nin
çıraklık döneminde ortaya çıkan tablo buydu, ustalık döneminde ise farklı bir
şey çıkmaya başladı; Adalet ve Kalkınma Partisi, Danışma Kurullarında anlaşmaz
bir tutum sergileyerek, bugün bu Meclisten şikâyet eden Adalet ve Kalkınma
Partisinin grup başkan vekilleri, aslında Meclisin sesini kesmek ile Meclisi
zorlamak ve halkın iradesini de Meclise yansıtmak isteyen muhalefetin de sesini
kesmek istiyor.
Değerli
arkadaşlarım, eğer bir ailede mutluluk var ise ailenin mutluluğu sokağa yansır.
Bir siyasi partide demokrasi var ise, parti içi demokrasi var ise o parti içi
demokrasi ülkenin demokrasisine yansır. Ama gördüğümüz kadarıyla Adalet ve
Kalkınma Partisinin ileri demokrasi anlayışı yani ileri demokrasi anlayışının
makyajı artık yavaş yavaş akmaya başlamıştır. Ne kendi partisi içerisinde
demokrasi anlayışı vardır ne Türkiye’deki halk iradesine dayalı, halkın
iradesinin temsilinin yapıldığı Parlamentoda demokratik hakların kullanılmasına
müsaade etmez duruma gelmiştir.
Bu
Parlamentonun üye sayısı 550. Sayın Adalet ve Kalkınma Partisinin grup başkan
vekili çok sık bir şekilde, Meclis Başkanının arkasındaki “Egemenlik Kayıtsız
ve Şartsız Milletindir.” yazısını göstermektedir. Eğer gerçekten egemenlik
kayıtsız ve şartsız milletin ise milletin iradesiyle hepimiz buraya geliyor
isek bu Parlamentonun 8 milletvekili cezaevindedir. Acaba, gerçekten Adalet ve
Kalkınma Partisinin milletvekilleri rahat uyuyabiliyorlar mı? Üç yılını
doldurmuş Parlamentonun üyeleri, Parlamento üyesi oldukları tescil edilmesine
rağmen içeride yatıyorlar. Peki, hangi ileri demokrasi? İleri demokrasi
anlayışı bu olabilir mi? Onlar halk iradesiyle, halkın oylarıyla seçilmediler
mi? Sayın Başbakan ne söylüyordu? Kendi yasağı kalkar iken ve kalktıktan sonra
söylediği şuydu: “Damdan düşenin hâlinden damdan düşen anlar.” Sayın Başbakan
damdan düşenlerden biriydi. Allah’tan, damın yüksekliği çok olmadığından dolayı
sadece ayağı kırıldı, o ayağı kırıldığında da Cumhuriyet Halk Partisi yetişti;
yetişmesinin bir tek nedeni vardı: Halk iradesi kimin arkasında ise o halk iradesine saygı duymak gerekli diye, o
gün Adalet ve Kalkınma Partisinin oyu yetmemesine rağmen, 367’nin üzerinde
Anayasa değişikliği ile Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan’ın milletvekili olmasına
vesile olduk. Şöyle de sorabilirsiniz:
“Peki, bundan pişman mısınız?” Asla pişman değiliz. Biz onu Recep Tayyip
Erdoğan’a yapmadık, halk iradesine olan saygımızdan dolayı yaptık, bugün olursa
yine yaparız. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi,
Sayın Başbakan ne diyor? “İçeridekileri kurtarmak için hâkimlere telefon mu
açayım?” Sayın Başbakan, hâkimlere falan telefon açma, size ne yapıldıysa sizin
döneminizde, Cumhuriyet Halk Partisinin halk iradesine olan saygısından dolayı
size verdiği destekle Anayasa’yı değiştirdik ve size milletvekili olma yolunu
açtık, hak ettiniz onun için açtık çünkü halk iradesi vardı. Şimdi, hâkimlere
telefon açmanı istemiyoruz, kendinden olursa açarsın, aç, o bizi
ilgilendirmiyor ama bugün içeride 8 milletvekili arkadaşımız var ise, Anayasa
değişikliğiyle veya ilgili maddeye küçük bir fıkra eklenmek ile dışarıya
çıkacaklar ise, artık üç yıldan beri dosyalar üzerinde karartacakları hiçbir
şey kalmamış ise şimdi gelin, bütün siyasi partilerin desteğiyle Anayasa’daki
değişikliği yapalım, Sayın Başbakanın hiçbir şekilde bir hâkime telefon
açmasına ihtiyaç kalmadan o arkadaşlarımızı da evimizin içine alalım. O
arkadaşların arkasındaki oylar da halk iradesidir ama buraya geldiğinde ne
yazık ki parti içi demokrasiyi işletemediğinizden dolayı buna gücünüz yetmez,
yetmez çünkü yetebilmesi için özgür iradenizle burada oy kullanmanız gerekli.
Nasıl kullanacaksınız? Kullanmanız mümkün mü? Gelişiniz belli.
MURAT
YILDIRIM (Çorum) – Kendine bak.
HASAN
ÖREN (Devamla) – Kendime bakarsam mahcup duruma düşersin, kendime bakar isem
mahcup duruma düşersin. Cumhuriyet Halk Partisinin içerisinde parti içi
demokrasi var.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Tabii, tabii!
HASAN
ÖREN (Devamla) – Cumhuriyet Halk Partisinin içerisinde hâkim huzurunda kurulmuş
sandıklarla gelen milletvekilleri var.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ya, bütün televizyon, parti içindeki demokrasinizi
tartışıyor herkes, hâlâ “var” diyorsunuz.
HASAN
ÖREN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakınız, milletvekilliğini anlarım,
belediye başkanlığını anlarım, hatta il genel meclisi üyesini anlarım, hatta il
başkanını anlarım ama artık AKP’nin içerisinde bir ilçede 3 tane ilçe başkan
adayı çıkıyor ise genel merkeze sınava çağırıyorsunuz, genel merkezde sınavdan
geçirip teke düşürüp geriye gönderiyorsunuz. Nasıl bir adalet? Nasıl bir
demokrasi anlayışı?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – İleri demokrasi!
HASAN
ÖREN (Devamla) – Gerçekten içinize siniyor mu? Uzlaşma mı bunun adı? Kim onları
kontrol ediyor?
Ben
Manisa Milletvekiliyim. Turgutlu ilçesi Türkiye’deki en büyük 5 ilçeden birisi.
6 tane Adalet ve Kalkınma Partisinin ilçe başkan adayı çıktı. Ankara’ya
çağırdılar hemen, bir dakikada. Ankara’ya geldi. Hangi zihniyet, hangi düşünce,
hangi yetkili, hangi yetenekli arkadaşımız sınavdan geçirdiyse on dakika sonra
sınavı geçen, avukat olan arkadaşımız dışarıya çıktı, dedi ki -sanki demokrasi
kahramanı- “Adalet ve Kalkınma Partisi 5 arkadaşımızı eledi, benimle göreve
devam.” dedi ve seçim yaptınız orada. Niye seçim yaptınız? Zaten tek aday. 2
aday olan yerlerde hiçbir zaman seçim yapmıyorsunuz.
Değerli
arkadaşlarım, artık makyaj düştü. İnsanlar Adalet ve Kalkınma Partisinin
demokratik anlayışını görmeye başladılar. Ne yaptınız?
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Hasan Ören ön seçimle seçildi, bir tane ön seçim var mı
burada?
HASAN
ÖREN (Devamla) – Ne yaptınız?
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Hasan Ören ön seçimle seçildi, var mı bir tane sorsana.
HASAN
ÖREN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, 29 ilde hâkim huzurunda ön seçim yaparak
geldik, şimdi kurultayımızı yapıyoruz, şimdi 81 ilde yapacağız. Genel
Başkanımıza saygımız olacak, Genel Başkanımıza sevgimiz olacak ama Genel
Başkana dokunarak biz sevap kazanmayacağız. (CHP sıralarından alkışlar, AK
PARTİ sıralarından gürültüler) Biz kazanmayacağız.
Şimdi,
burası nedir? Parlamento. Bu Parlamentoda televizyon kanalları şu an veriyor
mu? Vermiyor. Peki, TRT 3 niye kuruldu, Meclis TV? Meclisin yayınlarını versin…
Halkın seçtiği, halkın iradesinin yansıdığı Parlamentoda vekillerin ne
yaptığını takip etme hakkı yok mudur bu insanların? Bakınız, TRT 3 yayınları
Meclis TV’nin üzerinden yapılıyor. Meclis TV’de 57 kişi çalışıyor. Meclis TV’ye
bağlı, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir müdürlük var. 8 kameraman var, 8
muhabir var, 5 yönetmen var, 5 montajcı var, 31 teknik ve büro elemanı
çalışıyor. Yirmi dört saat yayın yapan bir kanalda bile bu kadar insan
çalışmıyor. Yayınları kestiniz, bu rakamlar azaldı mı? Azalmadı. Yani demek ki
tasarruf amacıyla kesmemişsiniz. Peki, benim ve bütün Türkiye’deki insanların,
özgür iradelerimizle hangi kanalı açıp da seyretme hakkımızın olduğunu hepimiz
bildiğimize göre, 19.00’dan sonra seçtiği vekilleri denetleme hakkı yok mudur
iktidarıyla, muhalefetiyle? Yani Hakan Şükür’ün nostaljik maçlarını mı
seyretmek durumundadır insanlar, yoksa Tanju Çolak’ın 1989’daki
Fenerbahçe-Galatasaray maçını mı seyretmek zorundalar? Niye kestiniz
arkadaşlar? Ne oldu, neresinde problem çıktı?
AKİF
ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) – İnternetten yayınlanıyor ya.
HASAN
ÖREN (Devamla) – Yani bu kürsüden insanlar gelip sizi anlatmayacaklar mı? Siz
insanlara, bu ülkede yaşayan seçmene yaptıklarınızı bu kürsüden anlatmayacak
mısınız? Anlatmayacaksınız çünkü anlatma hakkınız yok. O zaman, muhalefetin
sesini kesmek lazım.
3’üncü
kanalı kapattınız, 3’üncü kanalda şu an hiçbir şekilde izleme olasılığı yok.
Evet,
şimdi arkadaşımız der ki: “İnternetten izleyen arkadaşlarımız var.” E,
İnternetten izleyen arkadaşlarınız var ama belki senin hanımın izleyemiyor,
belki seçmenin izleyemiyor. Ben buradan sizin yaptıklarınızı anlatacağım ki o
seçmen anlayacak. Ama aradaki farkı kaçırıyorsunuz. Aradaki fark şu: Sizin bu
kürsüye ihtiyacınız yok, sizin bu kürsüden halka söyleyecek bir şeyiniz yok,
söylemekle gelebileceğiniz bir makam yok. Sadece dokunarak, sadece çanta
taşıyarak, sadece Sayın Başbakanın lütfuyla buraya oturacaksınız ama bizde öyle
değil. Ben buraya çıkmak zorundayım; anlatmak koşuluyla seçildim. 15 bin insan
sandığa girdi, 45 adayın içerisinden seçilerek geldim. Öyle sizin yaptığınız
gibi temayül yoklamasıyla değil, hâkimin huzurunda seçilerek geldim. Onun için
diyorum ki; bu kürsüde bizim konuşma hakkımız var, sizin olmayabilir, sizin
talebiniz olmayabilir ama bizim talebimiz var. Bu talebi kısıtlama hakkınız
yok.
Değerli
arkadaşlar, şimdi…
MURAT
YILDIRIM (Çorum) – Erzincan’da çantayı kim taşıdı onu söyle sen.
HASAN
ÖREN (Devamla) – Ben, konuşmacının her zaman konuşmasında laf atan olursa
konuşmanın iyi olduğuna inanırım. Biraz daha laf atarsan moralim daha iyi
olacak. (CHP sıralarından alkışlar)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Manisa, karıştırdın Manisa Milletvekili.
MURAT
YILDIRIM (Çorum) – Hayır, çantayı taşıyanlar CHP’liydi.
VELİ
AĞBABA (Malatya) - Sayın Ören, atamayla mı geldin temayülle mi geldin!
HASAN
ÖREN (Devamla) – Gelmeyenlerin hepsine gelecek şimdi, 81 ilde size de örnek
olacağız. Bu ülkenin lokomotifi, demokrasi lokomotifi Cumhuriyet Halk
Partisidir. Bunu herkes görecek, katkımız olacak. Yani siyasi partilerin ülkeye
katkısı olması gerekli, Cumhuriyet Halk Partisinin de katkısı olacak hiç merak
etmeyin.
Şimdi,
televizyonda Meclisin sesi soluğu kesildi, muhalefetin sesi kesildi. Haftada
bir gün tüm siyasi partiler grup toplantısı yapıyordu. Yani, halkla ilişkiyi
kurup, halkla iletişimi kurup, hafta içerisindeki değerlendirmeleri genel
başkanlar çıkıp sunum yapıyordu, bunun neresi rahatsız etti sizi? Neresi
rahatsız ediyor bu olayların, anlamakta güçlük çekiyorum. Biriniz lütfen şuraya
çıksın söylesin “Biz grup toplantılarında genel başkanların konuşmalarını
Türkiye’ye vermemekle şu kazancı sağlıyoruz, Meclisi konuşturmamakla bu kazancı
sağlıyoruz” diye birileri bir şey söylesin; ama hiç birinizin bu kürsüye gelip
sadece görev itibarıyla beş dakikalık konuşmalarınızı bir dakika yaparak,
görevinizi savarak bu iş olmaz arkadaşlar ve orada da bitirdiniz. Şimdi genel
başkanların konuşmasını da kestiniz, yetmedi; çünkü kafanızın arkasındaki
düşünce başka arkadaşlar. Makyaj akmaya başladı, gerçek yüzünüz ortaya çıkıyor.
Şimdi İç Tüzük dayatmasına geldiniz
YILMAZ
TUNÇ (Bartın) – On yıldır aynı şeyi söylüyorsunuz, on yıldır.
HASAN
ÖREN (Devamla) – Ne istiyorsunuz İç Tüzük’le? Muhalefetin sesi kesilsin. Niye
keseceksiniz? Yani niye kesiyorsunuz? Sayın Grup Başkan Vekilim, eğer siz
çıkaramadığınız yasa varsa bir söyleyin, yardımcı olalım. Bütün yasaların
hepsini çıkarıyorsunuz. 1.535 maddelik Türk Ticaret Kanunu’nu çıkardınız ama o
zaman kalfalık döneminizdi, daha ustalık dönemine geçmediğiniz için danışma
kurullarında bir mutabakat sağlıyordunuz, o mutabakata da ihtiyacınız yok, Kasımpaşalının
buna ihtiyacı yok.
RAMAZAN
CAN (Kırıkkale) – Hasan Bey, hangi anlaşma üzerinde konuşuyorsunuz?
HASAN
ÖREN (Devamla) – Şimdi hangi noktaya geldik? Hangi noktaya geldik şimdi? İç
Tüzük’te diyorsunuz ki: Onar dakika fazla konuşmanız, beş dakika konuşun.
Neden? Neden beş dakika konuşacağız? Demek ki siz yasaları çıkarmakla ilgili
zamanı iyi kullanamıyorsunuz veya zaman yetmiyor. Zaman yetmiyorsa kolayı var.
Sayın grup başkan vekillerim kolayı var
zaman yetmiyor ise, işte muhalefet burada, cuma günü çalışalım, cumartesi günü
çalışalım, pazar günü çalışalım, pazartesi
çalışalım.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Bu hafta başlıyoruz
çalışmaya.
HASAN
ÖREN (Devamla) – Neden üç gün içerisinde muhalefetin sesini kesmekle ilgili bir
gayret içerisinde oluyorsunuz? Bunu halka anlatamazsınız, anlatamayacağınız
için zaten geriye çektiniz.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Hafta sonu
çalışacağız.
HASAN
ÖREN (Devamla) – Getirir iseniz aynı şeyle karşılaşacaksınız. Bu kürsü halkın
kürsüsü, halkın milletvekilinin sesini kesme hakkı size verilmemiştir.
RAMAZAN
CAN (Kırıkkale) – Hangi anlaşma üzerinde
konuşuyorsunuz?
HASAN
ÖREN (Devamla) – Sayın bakanlarım veya grup başkan vekillerim ikide bir buraya
gelip “halk iradesi, halk iradesi…” Arkadaşlar, siz halk iradesiyle geldiniz de
biz başka bir şeyle mi geldik? Bize oy veren insanlar, cezaevinde yatan
Mustafa Balbay’a oy veren insanlar halk değil miydi sizin gözünüzde? Ama
ötekileştirmekte ustasınız, ötekileştirmeyi çok seviyorsunuz. Size oy veren
yüzde 49 sizden, diğerleri öteki. Ötekinin sesi de çıkacak burada.
Sizin
gibi oy alıp da buraya gelen çok partiler oldu: Demokrat Parti, Adalet Partisi,
Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi. Onlar da bu kürsülerde çok şeyler söyledi.
Onlar söyler iken, iktidar iken bu muhalefetin koltuklarında da Sayın Bülent
Arınç oturuyordu, burada Salih Kapusuz oturuyordu. Bizim yaptığımızın 10 kat
fazlasını yapıyorlardı ama o günün muhalefeti veya iktidarı, onların halk
iradesine dayalı bir siyaset yaptığını gördükleri için, hiçbir şekilde, sizin
gibi, 50 kişinin üzerine 200 kişi yürümediler. (CHP sıralarından alkışlar)
Hayatımda ilk defa gözünüze baktım, ilk defa hayatımda o çehrenizi gördüm. O
çehrede iyi şey yok, o çehre insanları korkutucu bir çehre. Ona sahip olan
Adalet ve Kalkınma Partisinin gerçekten gerçek yüzü gözükmüştür. Burada
muhalefeti konuşturmadığınız zaman, bilin ki bir gün sizi de konuşturmayacaklar
ama asla öyle bir zamanın gelmesini istemiyoruz.
YILMAZ
TUNÇ (Bartın) – Yarım saattir konuşuyorsun be!
HASAN
ÖREN (Devamla) – Bugün iğne kendinize biraz battı, biraz battı iğne kendinize.
Şimdi, yeni MİT yasasını getiriyorsunuz. Ne oldu, hani hukuka karışmayacaktık,
hani hukuka saygılı olacaktık? Bu ülkenin terörüyle ilgili, devletin mensupları
dahi olsa, kışkırtma veya buna benzer olayların içerisine girdiğinde bu
makamları sorgulayacak kimse olmayacak mı? Hani saygılıydınız? Ne oldu, Deniz
Feneri’nde aldığınız savcılara soruşturma başlattınız. Şimdi, Hakan Fidan’la
ilgili ve diğerleriyle ilgili soruşturma başlatan savcıyı da görevden aldınız.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Biz almadık, savcı aldı, savcı…
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – İtalyan savcısı aldı, onlar almadı!
HASAN
ÖREN (Devamla) – Hangi adaletten bahsediyorsunuz, hangi demokrasiden
bahsediyorsunuz? Neresi üzerinizde duruyor? Hiçbir yeri üzerinizde durmuyor.
Anlamıyor mu? Anlıyor halk, anlıyor. Sizin de olacağınız, tabelayı
indireceksiniz, tıpkı dün indirenler gibi, tabelayı indireceksiniz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Basmadan ipek elbise olmaz!
HASAN
ÖREN (Devamla) - O tabela indikten sonra yerinize başka birileri gelir.
YILMAZ
TUNÇ (Bartın) – O tabelayı indirmeye gücünüz yetmez!
HASAN
ÖREN (Devamla) – Bizim gücümüz yetmez,
halkın gücü yetecek, bizim asla gücümüz yetmez, halk iradesinin gücü yetecek.
(AK PARTİ sıralarından gürültüler) Onun
için bilin ki yaptığınız demokratik değil. Dün siz bunları yapar iken demokrasi
olacak, muhalefet sesini biraz yükselttiğinde, muhalefet sizinle ilgili biraz
konuları gündeme getirdiğinde sinir olacaksınız, kızacaksınız. Yok böyle bir
şey! Demokrasiyi ilk önce içinizde yaşayacaksınız. Öyle dokunmakla falan sevap
kazanılmıyor, kafanızda fikirlerinizi hayata geçirdiğinizde sevap kazanılır,
doğruyu yaparak sevap kazanılır. Muharrem İnce’ye dokunmakla sevap kazanmam
ben, kazanamam, Tayyip Erdoğan’a da dokunursam kazanamam. Demokrasiden
ayrılmayacağız…(CHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Ören.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Ya, bir ameliyatlı olmasaydın kim bilir nasıl perişan edecektin
bunları; ameliyatlı, ameliyatlı perişan ettin yani.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, sataşma var, söz istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Bahçekapılı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
4.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı’nın, Manisa Milletvekili Hasan Ören’in partisine sataşması
nedeniyle konuşması
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Hiçbir
zaman bu kürsüden bir başka partinin iç işlerine karışılmasını doğru görmedim,
hiçbir zaman da benim grubumdaki milletvekili arkadaşlar diğer partilerin iç
işleriyle ilgili olan konularda bu kürsüden bir söz söylemedi ama madem
söyleniyor, o zaman bizim de biraz söyleyeceğimiz şeyler var.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Hiç söylemediniz, ne Atatürk kaldı, ne İsmet İnönü kaldı,
söylemediğiniz şey mi kaldı!
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) - Mesela, diyorlar ki: “AK PARTİ’de parti içi
demokrasi yok, bizde var.” O zaman ben size soruyorum: Gazetelerden okudum,
televizyonlardan dinledim, mesela, 12’nci maddeniz varmış sizin tüzüğünüzde,
Manisa’da bir gecede 1.600 tane üye olmayan kişiyi birdenbire aday yapmışsınız
bir gecede, ön seçimde listeler altüst olmuş.
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Cumhuriyet Halk Partisine çok talep var orada.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) - Mesela, soruyorum: Kaç tane il ve ilçeyi görevden
aldınız? Mesela, soruyorum: Diyarbakır’daki ilçe veya il örgütünüzü kayyum mu
yönetiyor, Cumhuriyet Halk Partisinin yetkilileri mi yönetiyor? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Mesela, soruyorum: Bir başka partiye üye olan -yani AK
PARTİ oluyor bu parti- bir kişiyi teşkilatlarınızda göreve getirdiniz mi,
getirmediniz mi? Şimdi biz bunları sorma gereğini hissetmiyoruz ama…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Ya, siz CHP’nin genel sekreterini bakan yaptınız!
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) - …madem konu açıldı biz de konuşalım dedik, o bapta
söyledim.
Şimdi,
Hakan Şükür arkadaşımla ilgili de bir söz söylemek isterim. Sayın Muharrem İnce
ve Sayın Konuşmacı Hakan Şükür ile ilgili burada bir iki şey söyledi. Bakın,
çok kötü bir şey vardır, burada olmayan kişiyle ilgili konuşmak hiç doğru bir
şey değildir.
HASAN
ÖREN (Manisa) – Olsun canım, niye gelmiyor? Bize ne yani!
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) – Hakan Şükür hasta, rahatsız ve evinde. Eğer
yüreğiniz varsa, gücünüz varsa, o arkadaşımız burada olduğu zaman aynı sözleri
tekrar edersiniz, o zaman cevabınızı alırsınız.
Ha
bir de şöyle bir şey var. Diyorsunuz
ki: “TRT 3’te sözümüz kesildi.”
E be kardeşim,
biz 12 Haziran seçimlerine gitmeden
önce TRT bangır bangır yayın
yapıyordu. Ne yaptınız, ne aldınız 12 Haziran seçimlerinde? İşinize mi yaradı TRT
3? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASAN
ÖREN (Manisa) – Size ne? Size ne?
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) - Mesele o değil. Mesele nedir biliyor musunuz
arkadaşlar: Sözünüzün olması, vizyonunuzun olması ve halka değmenizdir. Bunu
yaparsanız inanın çok kârlı çıkarsınız diyorum, hepinize saygılar sunuyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Bahçekapılı.
HASAN
ÖREN (Manisa) – Sayın Başkanım, Manisa’yla ilgili 12’nci maddeden yapılan
üyeleri söyledi, aldığı bilgiyi de bize sordu. Ben de gerekli cevabı vermek
istiyorum. Gerçek nedir bilmesi için gerekli cevabı vermek istiyorum. Yani
1.600 rakamını vererek benim bulunduğum ilde Cumhuriyet Halk Partisinin 12’nci
maddeden 1.680 tane kayıt yaptığını söyledi. Doğru beyan değildir.
BAŞKAN
– Düzeltmek istiyorsunuz.
Buyurunuz
Sayın Ören.
Yeni
sataşmaya mahal vermeyiniz.
5.- Manisa Milletvekili Hasan Ören’in,
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın partisine sataşması nedeniyle
konuşması
HASAN
ÖREN (Manisa) – Değerli arkadaşlarım, Sayın Grup Başkan Vekilimiz Manisa’daki
Cumhuriyet Halk Partisiyle ilgili bilgiyi nereden aldı bilmiyorum.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Gazetelerde okudum, televizyonlarda izledim.
HASAN
ÖREN (Devamla) – Gazetelerden okuduğunuz doğruysa, bakın önünüzdeki gazetelere,
o gazetede yazılanların birçoğu sizin şimdi iktidar olmamanızı gerektiriyor.
Yani gazeteden okuyup da bir Grup Başkan Vekili buraya gelip…
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Soruyorum.
HASAN
ÖREN (Devamla) – Soruyorsan, ben de cevabını vereyim.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bakın, sizin Grup Başkan Vekiliniz var ya, her
hafta gazetelerden buraya bir liste getiriyor.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, tekrar bana sataştı.
HASAN
ÖREN (Devamla) - Sayın Grup Başkan Vekilim, Manisa’da eğer 12’nci maddeden
sizin söylediğinizin yarısı kadar, sizin söylediğinizin dörtte 1’i kadar eğer
12’nci maddeden kayıt olduysa ben bugün milletvekilliğimi bırakacağım. Ama
sizden de bir şey istiyorum. Bana itimat edersiniz, meslektaşınız,
milletvekiliyiz.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Tabii ki ederim.
HASAN
ÖREN (Devamla) - “Aldığım bilgi doğru değildir. Özür diliyorum, kusura
bakmayın.” demenizi istiyorum.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Teşekkür ederim, sağ olun.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Ören.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Özür dileyecek mi efendim?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Bahçekapılı adımı zikrederek açıkça, aleni bir şekilde
bana sataştı. İzin verirseniz cevap vereceğim.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bir şey demedim. Ben “Hakan Şükür burada.” diye
konuşuyorum.
OKTAY
VURAL (İzmir) – CHP mesajı aldı.
BAŞKAN
– Buyurunuz. Yeni sataşmalara mahal vermeyiniz.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Tamam da sataşma yok ki zaten, söz veriyorsunuz.
6.- Yalova Milletvekili Muharrem
İnce’nin, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bahçekapılı, “Başka partilerden gelenleri partinizde yönetici yaptınız.”
dediniz. Siz, CHP’nin genel sekreterliğini yapmış kişiyi bakan yaptınız. (CHP
sıralarından alkışlar)
Yani,
Abdülkadir Aksu doğma büyüme AK PARTİ’li mi? Cemil Çiçek doğma büyüme AKP’li
mi? Siz doğma büyüme AKP’li misiniz? Beraber aynı partide görev yapmadık mı?
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – AKP değil, AK PARTİ.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Beraber yürüdünüz siz o yollarda.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Sayın Bahçekapılı, şimdi, bir başkası… Kusura bakmayın, ben,
Sayın Hakan Şükür’ü bu kürsüde aylık takibe aldım.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Mehmet Sağlam “Beni saymadı.” diyor.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Ben yapacağım, kusura bakmayın. Bakın, 4 komisyon
toplantısının 3’üne katılmamış; 35 açık oylama yapılmış, 25’ine katılmamış.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Buradaydı.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Hiç soru önergesi vermemiş, hiç araştırma önergesi vermemiş, 1
defa yerinden bir dakikalık konuşma yapmış. 11 milyarlık maaşı beğenmemiş, 200
milyar liraya gitmiş televizyonda yorum yapmış.
Ben
dilekçe vermişim bu Meclis Başkanlığına “Balgat’ta Ömer Seyfettin Lisesi’nde
dersler boş geçiyor. Ben fizik öğretmeniyim. Sabahtan Meclis yok. Sabahtan
gideyim, ücretsiz olarak ders vereyim.” Yazdım Meclis Başkanlığına, Sayın
Bülent Arınç’a yazı yazdım. Bana verilen cevap şu…
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Özel ders verebilirsiniz.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Bana verilen cevap şu: “Öğretmenlik yürütmenin denetiminde
olan bir iştir yani bakanlık müfettişleri gelir seni denetler. Dolayısıyla, sen
yasamanın bir üyesisin, öğretmenlik yaparsan müfettiş seni denetleyeceği için
yürütmenin emrine girmiş olursun, bunu yapamazsın.” diyor.
Ben,
bu milletin çocuklarına, boş geçen derslerine ücret almadan öğretmenlik yapmak
isteyeceğim, Meclis Başkanı bana izin vermeyecek, Hakan Şükür’e 200 milyar
liraya ayda yorum yaptıracaksınız. Yazık ya! Yazık! Hangi vicdan bunu kabul
eder? (CHP sıralarından alkışlar)
OKTAY
VURAL (İzmir) – AKP vicdanı.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Hangi hukuk? Hangi İç
Tüzük?
Tokat
Milletvekilimiz Sayın Orhan Düzgün Meclis Başkanlığına müracaat etti, “Ben
doktorum, cerrahım.” dedi, “Ben de sabahtan öğleye kadar doktorluk yapmak
istiyorum.” dedi. “Hayır, sen doktorluk yapamazsın.”
Kusura
bakmayın beyler, ben Hakan Şükür’ü görmek için burayı kapatıp TRT3’te Hakan
Şükür’ün futbol maçlarını seyredemem, böyle bir şey yok. Gelecek bu kürsüye,
buradan konuşacak.
İki,
11 milyar lira maaşı beğenmeyecek, 200 milyar liraya yorum yapacak, “Başbakan
ona izin vermiş.”
Bir
kere, Başbakan izin veremez. İzin makamı Meclis Başkanıdır. “Bana Genel
Başkanım izin verdi.” diyor. Başbakanın böyle bir yetkisi yok. Bizler, genel
başkanların marabası değiliz, öyle bir şey yok. (CHP sıralarından alkışlar)
Biz, yasamanın bir üyesiyiz. Bizim yapacağımız bir işe Meclis Başkanı izin
verebilir bize. Biz yasamanın bir üyesiyiz. Nasıl böyle bir izin verebilir
Başbakan, Sayın Hakan Şükür’e?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Böyle bir izin veremez. Ayda bir bu tartışmayı bu kürsüden
açacağım.
Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın İnce.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, bir düzeltme yapacağım, sataşma
yapmayacağım.
BAŞKAN
– Hangi konuda?
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Şimdi, benimle ilgili olarak ve Sayın Ertuğrul
Günay’la ilgili olarak CHP’li olmamıza rağmen AK PARTİ’de olduğumuza ilişkin
bir beyanda bulundu. Onunla ilgili bir düzeltme yapacağım sadece.
BAŞKAN
– Buyurunuz; yeni sataşmalara mahal vermeyiniz ve bu son olsun lütfen. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
7.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı’nın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin şahsına ve partisine
sataşması nedeniyle konuşması
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi,
Muharrem İnce, yanlış anlattım herhâlde veya yanlış anladın ama yanlış anlattım
kabul edeyim. Ben “Hakan Şükür veya bir başka arkadaşımızı eleştirmeyin.”
demedim. Hakan Şükür burada olduğu zaman eleştirirseniz o zaman da
cevaplarınızı haklı olarak almış olursunuz.
HALUK
AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Gelmiyor ki eleştirelim.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Ama getireceğim, merak etmeyin.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) - Bunu söylemiştim ama siz farklı anladınız, o sizi
ilgilendirir.
Şunu
söylemek istiyorum: Sayın Muharrem İnce dedi ki: “Siz de bir zamanlar
CHP’deydiniz, şimdi AK PARTİ’desiniz.”
Bakın,
ben geçmişte CHP’de oldum, SHP’de oldum, şimdi AK PARTİ’deyim çünkü SHP,
CHP’nin söyledikleriyle yaptıkları arasında korkunç bir fark vardı.
OKTAY
VURAL (İzmir) – AKP, CHP’nin söylediklerini mi yapıyor?
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) - CHP “Ben sosyal demokrasiden, özgürlükten,
eşitlikten yanayım.” diyordu ama bunları gerçekleştiremiyordu. Ben AK PARTİ’ye
geldiğim zaman CHP’yle yollarımı çoktan ayırmıştım. Ben bu partideyim. Bu
partide olduğuma gurur duyuyorum. Çok iyi bir karar verdiğimi düşünüyorum.
Sizlere de bunu öneriyorum, biliyor musunuz?
Teşekkür
ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Bahçekapılı.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Efendim, biz de öğrenmiş olduk, AKP eski CHP’nin yapmak
istediklerini yapıyor. Demek sağ gösterip sol vuruyorlar.
BAŞKAN
– Lütfen, sakin olunuz.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında Ortaklık Çerçeve Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/480) (S. Sayısı: 100) (Devam)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, şahsı adına Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can.
Buyurunuz
Sayın Can. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
RAMAZAN
CAN (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 100 sıra sayılı Kanun
Tasarısı üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü Sayın Hasan
Ören burada AK PARTİ’nin iç işlerine karıştı, biz kurultaylar partisi
Cumhuriyet Halk Partisinin iç işlerine karışıyor muyuz? Karışmıyoruz. Biz
işimize bakıyoruz, biz hizmete devam ediyoruz.
Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Birleşmiş
Milletler arasında kalkınma programına ilişkin bir anlaşma imzalanmıştır. Bu
anlaşmanın evveliyatı, 1950 yılı 22 Ağustosunda Türkiye’nin Birleşmiş
Milletlere kaydıyla beraber yüz altmış ülke ortaklık anlaşması imzalamıştır. Bu
anlaşma… 11 Mart 2011 tarihinde Türkiye bir protokole dercetmiştir. Bu
protokolde demokrasinin geliştirilmesi, yoksulluğun yarı oranında indirilmesi
ve bu konuda gayret gösterilmesi, çevre ve sürdürülebilir kalkınma, kadın
haklarının güçlendirilmesi, özel sektörün geliştirilmesiyle ilgili faaliyetler
yer almaktadır. Bu faaliyetlerle ilgili şartnamelerine de baktığımız zaman,
TİKA’yla birlikte bu iş birliği yürütülecektir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; son dönemde Türk dış politikası uluslararası
kamuoyunda dikkatle izlenir hâle gelmiştir. Küresel gelişmelere ve ulusal
önceliklerimize paralel olarak Orta Asya, Kafkaslar, Orta Doğu, Balkanlar ve
Afrika’da yeni açılımlar gerçekleştirilmiş; dünyanın her noktasını dikkatle
izleyen, kucaklayan, bütünleştirici bir yaklaşım benimsenmiştir. Dış politikada
alanındaki bu açılımlara paralel olarak gerçekleştirilen iş birliği projeleri
beş kıtaya yayılmıştır. AK PARTİ 12 Haziran seçimlerinde Türkiye genelinde her
2 seçmenden 1’inin oyunu alarak yüksek bir oranla 3’üncü kez bir parti olarak
demokrasi tarihimizde örneği az görülebilir bir başarıyı sergilemiştir. 12
Haziran seçimlerimizde milletimiz AK PARTİ’nin gerek yurt içinde gerekse yurt
dışındaki politikalarına onay vermiştir. İç politikadan dış politikaya,
ekonomiden demokratikleşmeye kadar her alanda milletimiz AK PARTİ’nin
politikalarına güvendiğini bir kez daha teyit etmiştir. İçine kapanmış,
dünyayla arasına duvarlar örmüş bir ülkenin iç politikada istikrarı, ekonomide
büyümeyi, demokratikleşmede reformları gerçekleştirmesi beklenemez.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; aynı şekilde ekonomisi zayıf, istikrarsız,
güven zemininden uzak bir ülkenin dış politikada elinin güçlü olması da
beklenemez. AK PARTİ hükûmetleri dokuz yıl boyunca işte bu hassas dengeyi
gözetmiş, tek alanda değil, her alanda koordineli, uyumlu bir çalışmayla
topyekûn gelişmeyi Türkiye’ye yaşatmıştır. Aktif dış politikamızın sıfır sorun
ilkesinden, başta ekonomi olmak üzere, Türkiye’de her alanda, her boyutta
yansımalarını görmekteyiz.
Bakınız,
sıfır sorun susmak değildir, onaylamak değildir; sessiz, tepkisiz kalmak asla
değildir. Biz, başta bölgemiz olmak üzere barışı tesis etmek için her zeminde,
her fırsatta azami gayret gösterdik. Bütün komşularımızla sorunları masaya
yatırdık ve aktif şekilde sorunların çözümü için çaba sarf ettik. Ancak bunu
yaparken bölgemizde olsun, dünyada olsun haksızlıklara, zulme, çatışmalara,
katliamlara, yoksulluğa ve gelir adaletsizliğine, hukuksuzluğa göz yummadık.
Afganistan’daki insanı, Gazze’deki insanı da bir can olarak gördük. Afrika
için, Somali için, Libya, Mısır, Tunus, Filistin için seferber olduk. Haiti
için, Şili için, Gürcistan için de seferber olduk. Dinine, mezhebine, derisinin
rengine, yaşadığı toprağın altındaki madenlere, petrole, elmasa bakmadan insana
sadece insan olduğu için sahip çıktık, hakkını savunduk. Birileriyle ters
düşeriz diye bakmadık, birilerini karşımıza alırız diye de tedirgin olmadık.
Aziz Türk milleti de AK PARTİ’nin bu samimi politikalarına gereken desteği
verdi, dış politikadaki başarılarımızı onayladı ve AK PARTİ’yi tek başına
iktidara getirmeye devam etti.
Birileri
kürsüden geliyor ve burada AK PARTİ’yi acımasızca eleştiriyor ama hâlâ
muhalefet olmaya devam ediyorlar. Siz muhalefet olmaya devam edin, biz hizmete
devam edeceğiz diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Can.
Şahsı
adına İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat.
Buyurunuz
Sayın Kubat. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET
DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım;
görüşülmekte olan 100 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı Arasında Ortaklık Çerçeve Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde şahsım adına
görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce
heyetinizi saygıyla selamlarım.
Değerli
milletvekilleri, Birleşmiş Milletler küresel kalkınma ağı olan Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı, 166 ülkede çeşitli ortaklarıyla birlikte
toplumlara kendi buldukları çözümlerde yardımcı olarak onların ulusal ve
küresel kalkınma çabalarına destek vermeyi hedefleyen bir kuruluştur.
UNDP
Türkiye faaliyetlerini üç öncelikli alanda yoğunlaştırmış bulunmaktadır. Bunlar
demokratik yönetişim yani halkın yönetim ve karar süreçlerine etkin biçimde
katılımı için kapasite geliştirme, ikincisi yoksulluğun azaltılmasına yönelik
eylem ve politika geliştirme, üçüncüsü ise çevre ve sürdürülebilir kalkınmadır.
2000
yılının Eylül ayında yeni bin yılın başlangıcında New York’ta yapılan Bin Yıl
Zirvesi’nde dünya liderleri yüksek beklentili bir gündem üzerinde
uzlaşmışlardır. Zirvede kabul edilen Bin Yıl Bildirgesi’nde 21’inci yüzyılın uluslararası
ilişkiler açısından zorunlu görülen temel değerler özgürlük, eşitlik,
dayanışma, hoşgörü, doğaya saygı ve ortak sorumluluk olarak tanımlanmıştır.
Liderler, küreselleşmenin tüm insanlık için olumlu bir güce dönüştürülmesi ve
bu ortak değerlerin yaşama geçirilmesine yönelik 8 hedef, bunlar Bin Yıl
Kalkınma Hedefleri olarak nitelendirilen bu hedefleri belirlemişlerdir.
Liderler
özgürlük, demokrasi ve insan hakları konularındaki taahhütlerinin yanı sıra
2015 yılına kadar gerçekleştirilmek üzere kalkınmaya ve yoksulluğun
azaltılmasına yönelik olarak 8 hedef belirlemişlerdir. Bu hedefler: Aşırı
yoksulluğun ve açlığın azaltılması, evrensel temel eğitimin sağlanması, cinsler
arası eşitliğin sağlanması ve kadınların yapabilir kılınması, çocuk ölümlerinin
azaltılması, ana-çocuk sağlığının iyileştirilmesi; AIDS, HIV, sıtma ve diğer
hastalıklarla mücadele edilmesi; çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması,
kalkınma için küresel bir ortaklık geliştirilmesi.
Bildirgede
bu hedeflere ulaşmada başarının, her ülkede insanların kendi iradelerine dayalı
demokratik ve katılımcı yönetişim olarak tanımlanan iyi yönetişime bağlı olduğu
belirtilmekte ve Gündem 21’de belirtilen sürdürülebilir kalkınma ilkelerine
verilen destek de vurgulanmaktadır.
UNDP,
Bin Yıl Kalkınma Hedefleri konusundaki küresel görev alanına paralel olarak
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine, Bin Yıllık Kalkınma Hedeflerinin ulusal ölçekte
teşviki ve bunlara odaklanılması konusunda artan ve çok yönlü destek sağlamayı
sürdürmektedir.
UNDP,
ayrıca yerel düzeyde Bin Yıllık Kalkınma Hedeflerinin olabildiğince gündelik
yaşam ile bağlantılı ve görünür bir duruma getirilmesi açısından Bin Yıllık
Kalkınma Hedeflerinin yerelleştirilmesinin önemini küresel ölçekte de kabul
etmektedir. Bu itibarla, Türkiye ile UNDP arasında birçok alanda mevcut iş
birliğinin ileriye götürülmesi, çeşitlendirilerek derinleştirilmesi, ilişkilere
ivme ve stratejik boyut kazandırılması, Türkiye’nin millî kalkınma hedeflerinin
gerçekleştirilmesinde ulusal kalkınma iş birlikleri programları ve haricen
uygulanan programlar arasında bir sinerji oluşturulması ve UNDP’nin bölgesel ve
küresel kalkınmayı destekleme kapasitesine Türkiye’nin katkısının artırılması
amacıyla, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma
Programı Arasında Ortaklık Çerçeve Anlaşması imzalanmış. Bu anlaşma ile iki
taraf arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi ve geliştirilmesi amaçlanmıştır.
Bu
anlaşmanın ülkemize, milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Kubat.
Tasarının
tümü üzerinde soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
Sayın
Tanal…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı İdari Teşkilatı
Yasası’na göre istihdam edilen personelin, 15 Ocak-15 Şubat 2012 tarihleri
arasında çalıştığı hâlde, sigortası yattığı hâlde, müstafi duruma düşmediği
hâlde maaşı ödenmemektedir. Meclis çalışanları Meclisi icraya verirse Meclisin
itibarını zedelemekten çekinmiyor musunuz? Bu ayıplanacak bir durum değil
midir? Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenmek isterim.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Tanal.
Sayın
Alpay…
ŞUAY
ALPAY (Elâzığ) – CHP’li Milletvekili Arkadaşımız kürsüden hitap ederken
özellikle AK PARTİ içerisindeki adaylık meselelerine bilgisizce, en azından
hafif tabirle bilgisizce müdahale etmişti. Şöyle bir örnek vereyim: Sadece
Elâzığ’da Alacakaya ilçemiz, Palu, Kovancılar ve Sivrice ilçemizde ikişer aday
gayet demokrat bir ortamda yarışmışlar. Bunlar AK PARTİ Genel Merkezine
çağırılmamış. Hemen geçen hafta da Elâzığ’da merkez ilçe kongremizi yaptık.
Merkez ilçe kongremizde de 2 aday gayet demokratik bir hava içerisinde ve
olgunlukla yarıştılar. Bu en azından eksik bilgiye dayalı talihsiz cümleler
üzerine bu örneği AK PARTİ’deki demokrasi açısından Elâzığ örneği üzerinden
vermek istedim.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Alpay.
Sayın
Halaman…
ALİ
HALAMAN (Adana) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Ben
Sağlık Bakanına bir soru sormak istiyordum, zannedersem Genel Kurulun içinde
geziyordur.
1
Ocak 2012’de Adana’da Numune Araştırma ve Eğitim Hastanesi kuruldu. Bunun
içinde acil servis yok, kan merkezi yok, çocuk merkezi yok. Şimdi, Hürriyet
gazetesi dün veya geçen hafta şöyle diyor: “Yeni taşınan, açılan hastane tekrar
ihaleye çıktı. Bu nasıl bir iş? Ben Sağlık Bakanından bunu öğrenmek istiyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Halaman.
Sayın
Canalioğlu…
MEHMET
VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Çevre
ve Şehircilik Bakanı değerli hemşehrim de burada. Kendisi de, bilmiyorum konuyu
yakinen takip edebildi mi? Bu taşeron işçileriyle ilgili olarak, gerçekten zor
şartlarda insanlar çalışıyorlar ve bu çalışma sonucu da hak ettikleri maaşı
alamadıkları gibi geç alıyorlar. Örneğin, Trabzon’da taşeron işçilerinin hâlen
maaşlarını alamadığı yönünde bilgiler bize iletilmişti. Bu konuda Sayın
Bakanımızdan da ilgi bekliyoruz.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Canalioğlu.
Sayın
Türkkan…
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Benim sorum Sayın Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar Beyefendi’ye. Kocaeli Kandıra Akçaova ve çevresindeki 30 köyü su
havzası olarak içine alacak olan Sungurlu Barajı Projesi yürürlükte midir?
Yürürlükte ise ne zaman yapılacaktır? Köylülerin mağduriyetlerini gidermek için
devlet tarafından istimlak yapılarak arazilerin ederlerinin ödenmesi konusunda
çalışmalarınız olacak mı?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Türkkan.
Sayın
Acar…
GÜRKUT
ACAR (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Belki
konuyla ilgili değil ama çok önemli olduğuna, bütün milletvekillerini
ilgilendirdiğine inanıyorum.
Biliyorsunuz,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Teşkilat Kanunu değişti, 18 Aralıkta değişti.
Diğer kurumlardan geçici görevlendirme yoluyla gelen danışman ve sekreterler bu
ay maaş alamıyor. Neden? Nedeni şu: Bürokratik yazışmalar tamamlanamadı. Burada
danışman ve sekreterlerin bir kusuru var mı? Yok. Burada bizlere yardımcı
oldular mı? Evet oldular. Peki, böyle bir hak kaybı yaşanmasının haklı, makul
bir açıklaması var mı? Yoktur. Bu konu, düzeltilmesi gereken bir konudur.
Kendilerinin bir kusuru ve eksiği yoktur. Tamamen bürokratik süreçlerin
yavaşlığından bu sorun yaşanıyor. Bunun bedelini kusuru olmayanlara ödetmenin
anlamı yok ve burada görevli danışman ve sekreterlerin maaşlarının gecikmeden
ödenmesini herkesten talep ediyorum.
Saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Acar.
Sayın
Eyidoğan…
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Çevre ve Şehircilik Bakanımız
buradayken kendisine birkaç soru tevdi etmek istiyorum.
Bursa’da
Doğanbey diye bir mahalle var. Bu mahallede 4 bin kişinin şu anda mağdur olduğu
-2007’den beri evlerine girmeyi bekleyen- TOKİ uygulaması var. Bu 4 bin kişinin
mağduriyeti konusunda Sayın Bakan ne düşünüyor?
Ayrıca,
Bursa’da Akçağlayan ve Gürsu Dışkaya’da kentsel dönüşüm adı altında
uygulamalardan ortaya çıkan mağduriyetler var. Sayın Bakanın bilgisi var mıdır?
Teşekkürler.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Eyidoğan.
Buyurunuz
Sayın Bakan.
ÇEVRE
VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın
Mahmut Tanal’ın sorduğu “15 Ocak 2012’den sonra çalışanların SSK’ları ödeniyor
fakat maaşları verilmiyor…” Bunu
inceleyip yazılı olarak cevap vereceğimi arz ediyorum.
Elâzığ
Milletvekili Sayın Alpay’ın sorusuna da aynı şekilde yazılı olarak,
inceledikten sonra cevap vereceğimi arz ederim.
Sayın
Halaman’ın ifade ettiği Numune Hastanesindeki eksikliklerle ilgili yapılan
ihaleyle de ilgili olarak Sağlık Bakanımıza konuyu iletip bunun da cevabını
temin edeceğim.
Trabzon
Milletvekili Sayın Canalioğlu’nun “Taşeron işçiler maaşlarını alamıyor…” Bunlar
hangi işçilerse, hangi kurumun işçileridir bunu bize tam, net olarak bildirirse bunların da mağduriyetlerini
giderme noktasında gerekli çalışmayı yaparız. Bunu da arz ediyorum.
Kocaeli
Milletvekili Sayın Lütfü Türkkan’ın “Kocaeli Kandıra Sungurlu’daki baraj
yapılması yürürlükte midir?” diye sorusu var. Bunu da inceledikten sonra
kendisine yazılı olarak cevabını takdim edeceğim.
Antalya
Milletvekilimiz Sayın Acar’ın yine “Geçici görevliler maaşlarını alamıyorlar…”
Devlet kurumlarında, kamu kurumlarında böyle bir bilgim yok benim. Belki
Meclistekilerle ilgiliyse belki prosedür tamamlanmamıştır, prosedür
tamamlanınca maaşlarını zamanında ödeyeceğiz. Yoksa bir para olmamasından dolayı
veya başka bir durumdan dolayı maaş ödememe söz konusu değildir. Bunda da gene,
detaylı olarak bize sorusu olursa çok daha net bir bilgi takdim ederim.
Milletvekilimiz
Sayın Haluk Eyidoğan’ın Bursa’daki konuyla ilgili sorduğu Doğanbey’de yapmış
olduğumuz kentsel dönüşümde yaklaşık 4 bin kişi hak sahibidir. Burada tabii ki
şehrin merkezinde olması hasebiyle arsa bedelleri, yine oradaki hak
sahiplerinin yahut arsa sahiplerinin arsa bedelleri yüksek olduğu için konut
fiyatları biraz yüksek çıkmıştır fakat konut fiyatlarının maliyet bedeli
üzerinden Sayın Başbakanımızın yetkisinde olan yüzde 30 indirim yaptıktan sonra
bunu kendilerine vereceğiz. Burada yüzde 90-95 vatandaşlar tarafından anlaşma
sağlanmıştır, bir mağduriyet söz konusu değildir, vatandaşlar şu anda
memnundur.
Yine
Akçağlayan ve Gürsu’da da yapılan projeler kentsel tasarım projeleridir, bunlar
kentsel dönüşüm projeleri değildir. Burada da yine yapılan sosyal konut
projelerdir, vatandaşlarımıza on yıl, on beş yıl vade ile verilmektedir.
Arz
ederim.
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Vatandaş mektup yazıyor bize, feryat ediyor!
ÇEVRE
VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) –Eğer burada ben cevap
veremediysem onları detaylı olarak… Sorunuz var zaten, yazılı bu konuda sorunuz
vardı, ona da yazılı cevap vermiştim, yine yazılı olarak tekrar detaylı
sorarsanız çok daha detaylı cevap veririm.
Çok
teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN
– Sayın Bakan, iki soru daha var, vaktimiz de var.
Sayın
Canalioğlu…
MEHMET
VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Ben Sayın Başkanım, Sayın Bakanıma şunu iletmek
istiyorum: Sordu, teşekkür ediyorum. Trabzon Tıp Fakültesinde çalışan taşeron
işçisi arkadaşlarımızdan böyle bir teklif gelmişti.
Teşekkürler.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Canalioğlu.
Sayın
Elvan…
LÜTFİ
ELVAN (Karaman) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Biraz
önce sorulan soruya bir açıklık getirmek istiyorum -Meclis personeline yönelik
olarak- Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı olarak.
Devlet
memuru olarak çalışıp da danışman olarak, milletvekili danışmanı olarak göreve
başlayan arkadaşlar için herhangi bir kayıp söz konusu değildir. Burada bir
yanlış anlaşılma söz konusu zannedersem. Devlet memuru olan arkadaşlar 15 Ocak
itibarıyla 15 Ocak-15 Şubat dönemine ait olan maaşlarını ilgili kamu
kurumlarından aldılar. 15 Şubat itibarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinde
göreve başlayan milletvekili danışmanları sözleşmeli statüye geçmelerinden
dolayı… Biliyorsunuz, devlet memurları maaşlarını peşin olarak alırlar,
sözleşmeli olanlar ise hak ettikleri aydan sonra o maaşı alırlar. Dolayısıyla
sözleşmeli statüye geçmelerinden dolayı 15 Şubat yerine 15 Mart tarihinde
maaşlarını alacaklardır. Dolayısıyla ne sigorta primi açısından ne de maaş
açısından herhangi bir kayıp söz konusu olmayacaktır.
Teşekkür
ediyorum.
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Şu an bir ay maaşsızlar! Borç alıyorlar, bir aydır
maaşsızlar, kredi alıyorlar.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Elvan.
Sayın
Öz…
ALİ
ÖZ (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
2008
yılı içerisinde Mersin’in Gülnar ilçesinde birkaç tane köyü beraber içerisine
alan, 4 bin-5 bin hektar civarında ciddi bir orman yangını olmuştur. Bu orman
yangınında 60-80 kadar hane kayboldu. Bunun dışında, o bölgede yaşayan
köylülerin tamamen hayvanları da telef oldu. 2-3 tane de can kaybımız olmuştu o
zamanki orman yangınında.
TOKİ’nin
yapmış olduğu evler hâlen sahiplerine uygun fiyatlarla devredilmemiş olup bir
kısmı da özellikle bu kış ayında üstü akar bir şekilde ortada kalmıştır. Bu
konuyla ilgili bir araştırma yapıp köylünün mağduriyetini gidermeyi düşünüyor
musunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Öz.
Sayın
Ağbaba…
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan, bugün bir gazetede -“gazeteci” demiyorum,
gazetecilere hakaret olur!- “Tövbe, hem özürlü hem CHP’li” diye Şafak Pavey
için bir yazı yazmış gazeteci olduğunu iddia eden birisi. Burada o gazeteciyi
kınıyorum, o gazeteciyi kınıyorum.
Geçtiğimiz
günlerde nefret suçlarıyla ilgili bir kanun teklifi vermiştim, bu kanun
teklifinin de ne kadar önemli olduğunu, bugün okuduğum yazıda o suçlamayı, o hakareti
görünce daha anlamlı olduğunu düşündüm.
Meclisten
bu kanunun kabul edilmesini diliyor; bu gazeteciyi bir milletvekili olarak, bir
insan olarak kınıyorum, onu protesto ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Ağbaba.
Buyurunuz
Sayın Bakan.
ÇEVRE
VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – Sayın Canalioğlu’nun dediği,
Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesinde taşeron uhdesinde
çalışan işçilerin maaşlarının, ücretlerinin verilmediği noktasında. Buradaki
sistem şudur Sayın Başkan, değerli milletvekilleri: KTÜ tarafından bedel
taşerona ödeniyor. O ay eğer işçilerin maaşlarını vermiyorsa, ikinci ay tüm
işçilerin maaşlarının ödendiğine dair temiz belgesi getirmiyorsa taşerona ödeme
yapılmıyor. Maaşlar ödendikten sonra hak edişler taşerona ödeniyor. Bu
bakımdan, işin işleyişi gereği bir aylık bir mağduriyet söz konusu olabilir,
ikinci ay mutlaka taşeron bu çalıştırdığı işçilerin maaşlarını ödemek
zorundadır. İkinci ay eğer ödemezse kesinlikle kendilerine hak ediş
ödenmemektedir. Bunu özellikle burada ifade etmek… Bir takip edelim, önümüzdeki
ay ödenmezse bunların biz ödemesini temin ederiz. Saygıyla arz ederim.
Yine,
diğer taraftan Sayın Öz’ün Mersin’deki orman yangınıyla ilgili… Konuyu ben
bilmiyorum şu anda, TOKİ’nin yaptığı konutların ne şekilde verildiğini, onu
inceleyip yazılı olarak kendilerine takdim edeyim.
Sayın
Ağbaba da açıklama yaptı; açıklaması için kendisine teşekkür ediyorum.
Tekrar
saygılar sunuyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
Tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
1’inci
maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KALKINMA PROGRAMI ARASINDA
ORTAKLIK ÇERÇEVE ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ
UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE
1- (1) 11 Mart 2011 tarihinde imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında Ortaklık Çerçeve Anlaşması”nın
onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN
– 1’inci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul
Milletvekili Sedef Küçük.
Buyurunuz
Sayın Küçük. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 100
sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma
Programı Arasında Ortaklık Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, kendisine iki temel
misyon belirlemiştir. Bunlardan ilki, yoksulluk olmaksızın büyümenin
sağlanmasıdır. Ülkemizde gelir dağılımının giderek bozulduğu ve nüfusun yüzde
16,9’unun yoksulluk sınırının altında yaşadığı hepimizin malumudur. İşte,
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, yoksulluk altında ezilen bu kesimler
için yoksullukla mücadele stratejileri oluşturmaya çalışmaktadır. UNDP, dünyada
yürüttüğü böylesi sürdürülebilir mücadele programlarında pek çok başarıya imza
atmıştır. Bu açıdan bu anlaşma ülkemiz için de faydalı olacaktır.
Değerli
milletvekilleri, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın temel misyonlarından
bir diğeri ise demokratik yönetişimdir. Bu misyonu da ekonomik kalkınmaya
ilişkin misyonu kadar önemlidir, belki de daha önemlidir. Geçtiğimiz haftalarda
Sayın Cumhurbaşkanı Birleşik Arap Emirlikleri’nde demokrasi ve özgürlük çağrısı
yaptı, “Düşünce özgürlüğü alanı kirlenirse diğer alanlarda ne yaparsanız yapın
gözükmez.” dedi. Sayın Cumhurbaşkanının yaptığı saptama gerçekleri
yansıtmaktadır, doğrudur. Düşünce özgürlüğünden nasibinizi almamışsanız,
insanlarınız fikirlerini özgürce ifade edemiyorsa bütün yaptıklarınız
nafiledir. (CHP sıralarından alkışlar)
Ancak
şunu da tespit etmek gerekir: Gençlerin konser bileti sattı diye terör örgütüne
üyelikten yargılandığı bir ülkede insan haklarından söz edemezsiniz. Parasız
eğitim istediler diye öğrencilerin hapse atıldığı bir ülkede ifade
özgürlüğünden, protestonun bir hak olduğundan söz edemezsiniz. Bunların olduğu
bir ülkede bırakın ileri demokrasiyi, kâğıt üstünde bile demokrasiden söz edemezsiniz.
(CHP sıralarından alkışlar) Başka ülkelerde demokrasinin sorunlu olduğundan
bahsetmek, insan haklarından dem vurmak bize kendi demokrasimizin sorunlarını
görmezden gelme hakkı vermez. Sizce de, başka ülkelere demokrasi dersi verirken
ülkemizde demokrasi isteyenlerin, basın özgürlüğü isteyenlerin terör suçuyla
hapishanelerde olması garip bir çelişki değil mi?
Değerli
milletvekilleri, dünyada en çok terör suçlamasıyla yargılama yapan ülkelerden
biriyiz. Hidroelektrik santrallerine karşı çıkan köylüleri de, basılmamış
kitapların yazarlarını da, Kadınlar Günü’nde yürüyüş yapan gençleri de terör
suçlamasıyla yargılayabilen bir ileri demokraside yaşıyoruz. Hatta, o kadar
ileri bir demokraside yaşıyoruz ki Sayın İçişleri Bakanına göre, bu ülkede
sanatçılar sanatlarıyla, bilim insanları makaleleriyle terör suçu işlemektedir.
Biz
ileri demokrasiden geçtik, sıradan demokrasiye bile razıyız. Hani şu Batı
ülkelerinde olan, ifade özgürlüğünün sonuna kadar kullanılabildiği, herkesin
terör suçlusu sayılmadığı, hukuk devleti kurallarına göre yönetilen,
üniversitelerin ve basının özgür olduğu, sıradan bir demokrasiye özlem
duyuyoruz çünkü bakıyoruz, sıradan demokrasilerde hükûmeti eleştirdi diye
gazeteciler işlerinden olmuyor. Sıradan demokrasilerde muhalefete mensup
milletvekilleri tutuklu değil. Sıradan demokrasilerde ana muhalefet partisi
lideri hakkında “Yargının çarpıklığına işaret etti, adaletin işleyişini
eleştirdi.” diye fezleke düzenlenmiyor. Eleştiri sıradan demokrasilerde bir
haktır, ileri demokrasimizde olduğu gibi, hükûmetin veya bir başkasının sunduğu
bir lütuf değildir! Görünen o ki ileri demokrasimizde eleştiriye tahammül
yoktur.
Sayın
milletvekilleri, elinde çekiç olan her şeyi çivi olarak görürmüş. Özel yetkili
mahkemeler de her sesini çıkaranı, her muhalefet edeni terörist olarak görmeye
başladı. Gençlerin taktıkları aksesuarlardan, duvara astıkları posterlerden
birer terör suçu yaratıldı. Yazılmamış kitaplar suç unsuru oldu. İnsanlar
konuşmaya, eleştirmeye korkar oldular. İşte, yaratılan ileri demokrasi budur.
Doğal olarak, ileri demokrasi böyle olunca basın özgürlüğü de buna uygun
gelişiyor.
Bakınız,
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütünün basın özgürlüğü listesinde Türkiye 179
ülke arasında 148’incidir. Rusya’nın, Kazakistan’ın, Kenya’nın, Tanzanya’nın
gerisindeyiz. İnsan Hakları İzleme Örgütünün yaklaşık 90 ülkeyi kapsayan
raporunda, Türkiye’de terörizm tanımının çok geniş ve ucu açık tutulduğundan,
hakkında yeterli delil olmayan kişilerin bile ceza aldıklarından, gazeteciler
ve yazarlar hakkında sürekli davalar açıldığından, ifade özgürlüğünün baskı
altında olduğundan söz ediliyor.
Avrupa
İnsan Hakları Komiseri yazdığı raporda “Adaletteki aşırı gecikmeler genel
olarak adalet sisteminin saygınlığını ve toplumun adalet sistemine olan
güvenini zedelemektedir.” diyor. Şimdi, vicdanı olan bir kimse kalkıp “Hayır,
bu raporlar yalan söylüyor, demokrasimizde sorun yok, basın özgür, yargı
bağımsız, gençler ifade özgürlüğünü sonuna kadar kullanıyor.” diyebilir mi?
Bunları diyemiyorsak mızrak çuvala sığmıyor demektir, bunları diyemiyorsak bu
ülkede hukuk işlemiyor demektir. Hukuk devletini değerli kılan, yurttaşları
arasında eşitliği sağlamasıdır. Eğer, bir devlet yurttaşlarını keyfî
uygulamalara maruz bırakıyorsa, kişiye özel kanun çıkarıyorsa, kanun önünde eşitliği
sağlayamıyorsa bunun adı “hukuk devleti” olmaz, bunun adı “keyfiyet” olur.
Değerli
milletvekilleri, uygulamaya baktığımızda, özel yetkili mahkemelerin eski devlet
güvenlik mahkemeleri gibi istedikleri zaman her muhalefet edeni terör örgütüne
üye olmaktan, yardım ve yataklık etmekten hapse attığını görüyoruz. Özel
yetkili mahkemelerin her yerde terör örgütü bulurken her nedense Hrant Dink
cinayetinde bir örgüt bulamadığını görüyoruz. Bu cinayette ihmali olanların,
raporlara inat, terfi ettiğini görüyoruz. Uygulamaya baktığımızda, Deniz Feneri
sanıkları tutuksuz yargılanırken başka davalarda herkesin ısrarlı bir biçimde
tutuklu yargılandığını görüyoruz; 12 Eylül yönetiminin çıkardığı kanunların,
yönetmeliklerin hâlâ uygulandığını görüyoruz. Bu yüzden, haklarında kesin hüküm
olmayan gençlerin üniversitelerden atıldığını görüyoruz. Bunlar “Sağlık olsun,
bizim demokrasimiz de bu kadarmış.” denilecek uygulamalar değildir. Bir ülkede
adalet sistemi yanlış işliyorsa her şey yanlış işliyor demektir. İnsanlarınızda
adalet duygusunu incitiyorsanız sisteminizi tartışmalı hâle getiriyorsunuz
demektir.
Değerli
milletvekilleri, kuşkusuz, 21’inci yüzyıl Türkiye’si bunların yaşandığı bir
Türkiye olmamalıdır. Gelin, hepimizin şikâyetçi olduğu bu sistemi çağdaş
ülkelerde nasıl işliyorsa o hâle getirelim. Gelin, bu ayıptan Türkiye’yi
kurtaralım.
Ancak
biz bu çağrıları yaparken, bir bakıyoruz ki iktidar partisi yalnızca toplumsal
muhalefetin değil, Mecliste de muhalefetin sesini kısmak için bir çaba içinde.
Hem her fırsatta millet iradesinden söz edeceksiniz hem millet iradesini temsil
eden milletvekillerinin konuşmalarını kısıtlayacaksınız; bu, dünya üzerinde
hangi demokraside görülmüştür? Böylesi kerameti kendinden menkul bir demokrasi
anlayışına nerede rastlanmıştır? Ortada bir inandırıcılık sorunu vardır, ortada
bir demokrasi sorunu vardır.
Değerli
milletvekilleri, uzlaşma, demokrasi kültürünün ayrılmaz bir parçasıdır. Uzlaşma
olmadan yaptığınız kanunlar hayat bulamaz, toplumun dertlerine çare olamaz.
Geçtiğimiz hafta biz Mecliste konuşma özgürlüğünü savunurken, kürsünün onurunu
yalnızca muhalefet için değil, tüm milletvekilleri için, gelecek için korurken
bize uygulanan şiddet böylesi bir uzlaşmazlığın sonucudur, “Ben yaptım, oldu.”
mantığının sonucudur. Türkiye’yi susan bir Türkiye hâline getirmeye
hiçbirimizin hakkı yok.
Yapılmak
istenenleri tüm halkımızın gördüğünü ve tarih önünde hepimizin sorumlu olduğunu
hatırlatıyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Küçük.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan. (MHP ve CHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz
Sayın Türkkan.
MHP
GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında
Ortaklık Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin
görüşlerini aktarmak üzere söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında
Ortaklık Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu üzerine konuşmamın özünü ülkemizin
ekonomik veriler üzerine yoğunlaştırmakta yarar var diye düşünüyorum.
Hükûmetinizin sahip olduğu yoğun medya desteği ve iktidar olanaklarıyla
ekonomide bir başarı hikâyesi anlatmakta ve milletimizi de bu masala inanmaya
zorlamaktasınız.
Değerli
milletvekilleri, 2002 sonunda yani çıraklık döneminizin başlangıcında şöyle bir
ekonomi devraldınız: Büyüme yüzde 6’nın üstüne çıkmıştı.
YILMAZ
TUNÇ (Bartın) – Eksi 9’du.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Enflasyon bir yıl öncesine göre 39 puan birden düşerek
yüzde 30’un altındaydı. Kamunun borçlanma faizleri de bir yılda 30 puanın
üzerine düşmüştü. Kısa sürede mali disiplin sağlanmış, bankacılık sistemi
yeniden yapılandırılmış, şirketler kesimi verilen desteklerle yeniden ayağa
kalkmış ve güvenilirliğini kazanmıştı.
YILMAZ
TUNÇ (Bartın) – Niye sandığa gömüldünüz?
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – İşte, AKP böyle bir ekonomiyi ve güven uyandıran bir
ekonomik programı devralmıştı. Hükûmetiniz de bu sayede, ekonomiden sorumlu
Başbakan Yardımcınızın da söylediği gibi, ekonomiyi otomatik pilota
bağlamıştınız.
Çıraklık
dönemini böyle geçirdiniz ancak değişen dünya şartlarını göremediniz ve
ekonomideki kırılganlıkların birikmesine neden oldunuz. 2007’de, kalfalığınızın
hemen başında ise ekonomik türbülansa girmeye başladınız. Şimdi bunları bazı
göstergelerle anlatmak istiyorum.
Çıraklık
döneminizde Türkiye 149 gelişen ve yükselen ekonomi içinde gelirini en hızlı
artıran 44’üncü ekonomi oldu. 2007 yılında başlayan kalfalık döneminizden
bugüne kadar ise ekonomiyi 98’inci sıraya gerilettiniz. Yani kalfalık
döneminizde 54 ülke büyüme yarışında Türkiye’yi geçti.
YILMAZ
TUNÇ (Bartın) – Çin’den sonra 2’nci sıradayız.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Kalkınma yarışındaki durumumuzdan bahsetmek istiyorum size.
Birleşmiş Milletlerin insani kalkınma raporlarına göre, Türkiye siz iktidara
gelmeden hemen önce, 2000 yılında 80’inci sırada; çıraklık döneminizin sonunda,
2007 yılında da 85’inci sırada; kalfalığı bitirdiğiniz 2011 yılında ise 92’nci
sıraya düşmüş.
YILMAZ
TUNÇ (Bartın) – O rakamları nereden aldınız?
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Adında “Kalkınma” olan bir partinin iktidarında Türkiye
kalkınma yarışında sürekli irtifa kaybetmiş, “Kalkınma” sadece partinizin
tabelasında kalmış.
İşsizlik
cephesinde ne var bir bakalım:
ADEM
YEŞİLDAL (Hatay) – Doğru söylemiyorsun!
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) - Gelişen ve yükselen 71 ekonomi içinde Türkiye, iktidarı
devraldığınızda işsizliği en yüksek 36’ncı ekonomiydi. İktidarınızda Türkiye
işsizlik sıralamasında on dört basamak birden tırmandı; kalfalık döneminizin
sonunda işsizliği en yüksek 22’nci ekonomi oldu. Başarı bu mudur, sizler bunu
başarı mı sayıyorsunuz?
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elazığ) – Türkiye’den mi bahsediyorsunuz?
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) - Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı verilerine göre,
Türkiye, 2010 yılında çalışma çağındaki nüfusun iş hayatına girmesi ve bunlara
istihdam sağlanması bakımından teşkilatın en son sıradaki üyesidir. Ancak tablo
kadınlarımız için daha da vahimdir. Kadınlar iş ve çalışma yaşamında kendine
yer bulamamaktadır. Türkiye’de her 100 kadından ancak 30’u çalışma
yaşamındadır. Muasır medeniyet seviyesini hedefleyen Türkiye’de böyle bir
göstergeyi kabul edemeyiz.
Yükselen
piyasa ekonomisi Kore ve Meksika’da her 100 gençten 10’u işsizken, bizde her
100 gençten 22’si işsizdir. Türkiye’nin genç ve dinamik nüfusuyla hepimiz
övünmüyor muyuz? Siz bu nüfusa iş sağlayamazken, bu üstünlüğü kullanamazken
nasıl övünebiliyorsunuz, şaşmak gerek.
Kalfalık
döneminizin en önemli eseri cari açıkların önlenemez yükselişidir. Hükûmetiniz,
hiçbir cumhuriyet hükûmetinin yapamadığını yaptı, bu ülkede cari açık yaratma
ve yükseltme rekoru şampiyonusunuz.
Ülkemizde
ihracatın sahibi hükûmettir ama ithalat sahipsizdir, yetimdir. Türkiye’yi böyle
bir iktidar anlayışıyla tam dokuz yıldır yönetiyorsunuz. Türkiye’nin rekabet
gücünü hızla aşındırdınız. Ülkemizde kalabilecek iş ve istihdamı yurt dışına
transfer ettiniz. Verdiğiniz dış açıklar ortada. 150 gelişen ve yükselen
ekonomi arasında gayrisafi yurt içi hasılaya oranla çıraklığınızın ilk yılında
Türkiye’den daha az açık veren ülke sayısı 48’di, çıraklığınızın sonunda
Türkiye’den daha az açık veren ülke sayısı 77 oldu. Kalfalığı bitirdiğinizde bu
sayı 104 ekonominin cari açığı içerisinde Türkiye’den daha düşük hâle geldi.
104 ülke ekonomisinde cari açık, Türkiye bu 104 ülkenin içerisinde daha düşük
hâle geldi. AKP İktidarında Türkiye'nin
cari açığı yani döviz açığı 55 basamak birden kötüleşti. Buraya özellikle
dikkat etmenizi istiyorum: AKP’nin çıraklık ve kalfalığı arasında büyüme
sıralamasında 54 basamak düşen Türkiye, döviz açığı vermede 55 basamak birden yukarı
çıktı. Bu tabloya bakınca insan içinden “Allah Türkiye’yi sizin ustalık
döneminizden korusun.” demek istiyor.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Ustalık dönemine
geldik.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Nitekim, ustalığınızın daha ilk yılında cari açık 80 milyar
dolara dayandı. Ülkemizi döviz açığı vermede Amerika Birleşik Devletleri’nin
ardından dünya 2’ncisi yaptınız, sizleri kutluyorum.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye İstatistik Kurumunun açıkladığı rakamlar milletimizin
yaşadığı gerçek ekonominin aslını ortaya koyuyor. Bu rakamlar, söyleyeceğim
rakamlar TÜİK’in rakamları: Kalfalığınızın sonunda yani 2010 yılında 45 milyon
131 bin vatandaşımız hiç olmazsa iki günde bir et, tavuk veya balık içeren bir
kap yemek yiyemiyor. 58 milyon 308 bin insanımız evinde eskiyen mobilyasını
değiştiremiyor. Kendisine yeni giysi alamayan insanlarımızın sayısı 26 milyon
504 bin kişi. Evden uzakta bir haftalık tatile çıkamayan insanlarımızın sayısı
62 milyon 396 bin kişi. Çetin geçen kış günlerinde evini ısıtma olanağına sahip
olmayan insanlarımızın sayısı 26 milyon 268 bin kişi. Borç ve taksit ödemeleri
altında bunalanların sayısı 45 milyon 336 bin kişi. Bu, sizin kontrolünüzde
olan TÜİK’in rakamları. 2010’da maddi yoksulluk sınırları altında yaşayan
yurttaşlarımızın sayısını 861 bin kişi artırdınız, 45 milyon 303 bin kişiye
getirdiniz. Kısaca “Kriz teğet geçti.” dediniz ama sıkıntısını yurttaşlarımızın
üzerine yıktınız.
İşte,
başarı hikâyelerini anlattığınız ülkemizdeki hayaliniz dışındaki gerçek insan
manzaraları budur.
Değerli
milletvekilleri, OECD geçenlerde ilk kez yaptığı bir çalışmayı yayımladı.
Çalışmanın adı: Yaşamınız nasıl? Gelir, refah, iş, kazanç, sağlık, eğitim gibi
on bir ayrı ölçüte göre üye ülkelerdeki vatandaşların yaşam memnuniyetini
incelemişler. Sonuç: OECD içinde yaşamından en az memnun olan insanlar
Türkiye’de.
Size
rapordan birkaç çarpıcı örnek vermek istiyorum. Türkiye, çalışma koşulları en
ağır ülke ve çalışanlarının yarısı haftada elli saatten fazla çalışıyor.
Hükûmetinizin yönettiği Türkiye’de insanların birbirine güveni kalmamış, her
100 insandan ancak 9’u başkasına güveniyor. 34 ülke içinde en düşük oran
Türkiye’de. Bir ekonominin başarısı sadece millî gelirinin artmasıyla
ölçülemez. Bir ekonominin başarısı ve gelişmesi, yaratılan refahın, milletin
yaşam kalitesini artırmasıyla ölçülür. Sizin yönetiminiz sadece ve sadece sıcak
paracıları memnun eden bir ekonomi.
Değerli
milletvekilleri, ekonomik gidişat hakkında uyarıları yaptığımızda, Hükûmet,
bunu muhalefet yapmak için söylediğimiz zannına kapılıyor. Hükûmeti uyarıyorum,
bu marazi, narsist, öz güven görüntüsünden bir an önce kurtulun. Yaptığınızın
korkudan mezarlıkta ıslık çalmak olduğunun siz de farkındasınız, bizler de
farkındayız. Hamasi nutuklarla çaka satarak görüntüyü kurtardığını
zannettiğiniz, sizinle birlikte tüm milletin ayağının altındaki halının
çekilebileceğini unutmayın. Zaman, hamasi nutuklarla çaka satmanın değil, doğru
teşhis koyma ve doğru politikalar üretme zamanıdır.
Sonuç
olarak, Türkiye, yeniden kabaran kriz dalgasına dünyada en yüksek ikinci cari
açığı vererek yakalanmıştır. Hükûmet, ekonominin çapalarını birer birer yok
etmektedir. Merkez Bankası ve bağımsız kurullar Hükûmetin emrine girmiştir.
“Komşularla sıfır sorun.” diye yola çıkılmış, sorunsuz sıfır komşu noktasına
gelinmiştir. İhracatımız, turizm gelirlerimiz darbe yemiştir. Türkiye'nin
önümüzdeki yıl 200 milyar dolar tutarındaki bir parayı bulamaması durumunda
ekonomideki iflası kaçınılmazdır.
Bu
vesileyle hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Türkkan.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) - Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın Aydın.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, konuşmacı konuşmasında özellikle rakamları
çarpıtmak suretiyle…
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – TÜİK’in rakamları, sizin hazırladığınız rakamlar.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – “Rekabet gücünü batırdınız, ülkemizi ekonomik alanda
sıkıntıya soktunuz.” gibi rakamları çarpıtarak ifade etti. Açıklamak istiyorum
efendim.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Neyi açıklama efendim?
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Açıklamak istiyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Açıklama yapacakmış efendim, TÜİK rakamları üzerine.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Bizi ilgilendiren…
Sayın
Başkanım, yani sataşma mı var? TÜİK’le ilgili açıklama yapacaksa yerinden
yapsın, grup adına söz istesin. Böyle bir şey olur mu efendim ya! Eğer sataşma
var ise sataşmanın konusunu belirtsin. Yani neredeyse “Hava bulutlu.” diye,
“Bize sataştı.” diye kalkıp orada söz isteyecek.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Rakamları çarpıtmak suretiyle Türkiye'nin rekabet gücünü
batırdığımızı söyledi.
BAŞKAN
– Rakamlar nedeniyle grubun “Türkiye’yi batırdı.” diye söylediğini…
Buyurunuz
efendim.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Ne şahsa ne de partiye herhangi bir sataşma yok efendim.
OKTAY
VURAL (İzmir) – O zaman o da söylediği zaman biz de söz isteriz. Böyle bir şey
olur mu ya!
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – “Batırmadı.” derse biz de “Yalan söyledi.” diye söz istemek
zorunda kalacağız.
OKTAY
VURAL (İzmir) – İsteriz şimdi.
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
8.- Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın, Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın partisine sataşması nedeniyle
konuşması
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Evet, teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Değerli
arkadaşlar, şimdi burada bu rakamları dinlerken emin olun çok trajikomik bir
görüntü sergiledi Lütfü Bey.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Trajik doğru ama komik değil.
AHMET
AYDIN (Devamla) – Gerçekten trajikomik bir görüntü sergiledi.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Bakın, trajik doğru ama komik değil.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Siz gülüyorsunuz ağlanacak hâlinize! Millete gülüyorsunuz ya!
AHMET
AYDIN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, rakamlarla ilgili aslında geçtiğimiz
dönemde bu kürsüde biz 2002’den 2010’u derken bazı arkadaşlar sürekli
ayaklanıyordu, “Niye 2002 rakamlarıyla kıyaslıyorsunuz?” diyordu. Bu dönem
şöyle geri durduk, ya rakamları kıyaslamayalım, artık AK PARTİ kendisiyle
yarışır oluyor. Bir önceki dönem ile bir sonraki dönemi kıyaslıyorduk AK
PARTİ’nin dönemlerini ama burada mecbur bıraktı arkadaşımız, kusura bakmasın,
isterseniz net rakamları, istatistiki rakamları size vereyim, 2002 ile 2010’u
kıyaslayalım değerli arkadaşlar.
Gayrisafi
millî hasıla 230 milyar dolardan 735 milyar dolara çıkmış, şu anda 800 milyar
doları geçti.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Dış ticaret açığı ne kadar? Dış ticaret açığı kaçmış
2002’de? Bakın, dış ticaret açığını söyleyin bana, kaçmış 2002’de? Şimdi
söyleyin kaç, 2002’de kaç?
OKTAY
VURAL (İzmir) – Cari işlemler açığı ne kadar?
AHMET
AYDIN (Devamla) - Kişi başına gayrisafi
millî hasıla 3.492 dolardan 10.067 dolara çıktı.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Dış ticaret açığından bahset Sayın Başkan.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Ya rakamları bilmiyorsun ya! Ya, okuyamıyorsun kardeşim ya!
AHMET
AYDIN (Devamla) - TÜFE, yıl sonu
enflasyon yüzde 30’lardan yüzde 6’lara düştü.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Dış ticaret açığından bahseder misin, duymak istiyoruz
Ahmet Bey. Dış ticaret açığı rakamı ne kadar?
OKTAY
VURAL (İzmir) – Ya okuyamıyorsun! Siz de memleketi böyle yönetiyorsanız vallahi
ya!
AHMET
AYDIN (Devamla) - İhracat 36 milyar
dolarlardan 134 milyar dolarlara çıktı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP
sıralarından gürültüler)
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Yahu, şu dış ticaret
açığını bir söylersen duyalım.
AHMET
AYDIN (Devamla) - Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının brüt döviz rezervleri 27
milyar dolarlardaydı, biz bunu 90 milyar dolarlara çıkardık arkadaşlar. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Ne yaptık? IMF’den aldığımız 23,5 milyar dolar
borcu 3 milyar dolarlara düşürdük.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Ahmet Bey, şu dış ticaret açığının rakamlarını alalım mı
2002’yle, 2010’u.
AHMET
AYDIN (Devamla) - 14 milyar dolar nema ödedik, 5 milyar dolar KEY ödedik, o
kadar yatırım yaptık, o kadar hizmet yaptık, Merkez Bankası döviz rezervlerini
de, değerli arkadaşlar, 4 kat artırdık.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Ahmet Bey, dış ticaret açığı 2002’de ne kadar, 2012’de ne
kadar?
AHMET
AYDIN (Devamla) – Dinleyin, dinleyin. Biz sizi dinledik. Rakamların diliyle
konuşuyoruz.
Yine
aynı şekilde, değerli arkadaşlar, iktidara geldiğimizde vergi gelirleri…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
(AK
PARTİ sıralarından “Bravo!” sesleri, alkışlar)
OKTAY
VURAL (İzmir) – Gelince mikrofonlar bile isyan etti valla!
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Aydın.
AHMET
AYDIN (Devamla) – 100 liranın 85 lirası vergiye, faize gidiyordu.
Çok
teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP ve MHP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Aydın.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN
- Buyurunuz Sayın Vural. (Gürültüler)
Sakin
olur musunuz Sayın Milletvekilleri, duyamıyorum.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Grubumuz adına konuşma yapan Sayın Milletvekili bugün Türkiye
İstatistik Kurumunun yayımladığı istatistikler çerçevesinde Türkiye'nin
durumunu ortaya koydu. Bundan niye rahatsız oluyorlar? Şimdi bu konularla
ilgili Hatip bahsetmemesine rağmen bunu bir sataşma olarak ele alması,
gerçekten trajikomik olan budur. Çok komikti gerçekten. Bu trajikomik sahneye
katkı sağladığı için kendisine teşekkür ediyorum ama sataşmadan dolayı…
“Trajikomik” ifadesi açıkça bir sataşmadır ve çarpıtmadır. Açıkçası Sayın Milletvekilimiz
bu sataşmadan dolayı söz istiyor.
BAŞKAN
– Buyurunuz iki dakika. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Sadece bir dakika…
BAŞKAN
– İki dakika, lütfen…
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, sataşma yok.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Dinle, dinle!
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, lütfen sataşmalara mahal vermeyiniz.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Bu rakamlarla Türkiye'nin ekonomisini…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Rakamlar yalan söylemez ama rakamlara yalan söyletilebilir.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Rakamları halkımız iyi takip ediyor zaten.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Bu rakamlara “yalan” diyorsan ispat et, diyemiyorsan sus!
BAŞKAN
– Siz söylediniz sözünüzü Sayın Aydın. Sayın Türkkan söylemişti, siz de
söylediniz. Şimdi Sayın Türkkan söyleyecek ve bu konuyu kapatalım lütfen.
Buyurunuz.
9.- Kocaeli Milletvekili Lütfü
Türkkan’ın, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli üyeler; bakın, ben Sayın Ahmet Aydın
söz aldığından itibaren bir soru soruyorum yerimden. Buradan o soruyu bir daha
tekrarlayacağım. 2002 ile 2011 arasında rakamları kıyaslarken…
YILMAZ
TUNÇ (Bartın) – Millet sizi niye sandığa gömdü? 2002’den bahsetmeyin ya! Millet
sandığa gömdü sizi o zaman. (MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın Milletvekilleri, lütfen…
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Bakın, biz sandıktan çıktık, sizin gideceğiniz yeri
bilmiyorum.
YILMAZ
TUNÇ (Bartın) – 2002’yi niye hatırlatıyorsunuz?
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Bak, bir şey söylüyorum. Biz sandıktan çıktık ama sizin
gideceğiniz yer konusunda çok emin konuşamıyorum.
BAŞKAN
– Sayın Türkkan, lütfen karşılıklı konuşmayınız.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – 2002’deki dış ticaret açığı ile 2011 dış ticaret açığı
arasındaki farkı söylerseniz beni ikna edebilirsiniz. O 106 milyar dolar dış ticaret
açığı Türkiye’nin. Bakın, 200 milyar dolar bulamazsanız Türkiye iflas edecek.
“Trajik”
dediğiniz Türkiye’nin durumu, doğru ama komik olan, komik olmaktan
kastettiğiniz, evine et götüremeyen…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Ya… Bunlara “komik” diyorsunuz ya.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – …evine yemek götüremeyen, ısınamayan…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Isınamayanlara “komik” diyorsunuz değil mi?
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – …tatile çıkamayan, çocuklarına okul malzemesi alamayan
insanlarsa komik değil, bu komiklikten siz utanın.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Ya… Gülüyorsunuz milletin ağlanacak hâline!
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – O insanların durumu felaket, komedi değil.
Saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – 2002 seçimlerinde niye Meclis dışında kaldınız,
onu söyle.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Ya… Gülüyorsunuz değil mi? Vicdan olacak, vicdan! Kömüre muhtaç
hâle bıraktınız milleti ya!
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Türkkan.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında Ortaklık Çerçeve Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/480) (S. Sayısı: 100) (Devam)
BAŞKAN
– Şahıslar adına söz? Yok.
Soru-cevap
bölümüne geçiyorum.
Sayın
Toprak, buyurunuz.
BİNNAZ
TOPRAK (İstanbul) – Ben, demin sözü edilen “hem özürlü hem CHP’li” lafını
burada bir kez daha kınamak istiyorum. “Özürlü” kelimesi kendi başına korkunç
bir kelime. “Engelli” diyoruz biliyorsunuz, “özürlü” değil. Burada, Cumhuriyet
Halk Partili milletvekilleri de, BDP’li milletvekilleri de bu tür ırkçı, nefret
söylemlerinin yasaklanması için defalarca önerge verdiler, maalesef, AKP’li
arkadaşlarımızın oylarıyla bu önergeler reddedildi. Şimdi, hakikaten bu tür
ibareleri gazetelerde okuduklarında, ben arkadaşlarıma sormak istiyorum, içleri
sızlamıyor mu?
Bir
öneride bulunmak istiyorum. Lütfen, bu önergelerimizi tekrar verelim ve bu
Meclisten bu tür bir yasa çıksın. Sadece engelliler değil, Alevisinden
Kürt’üne, saçını uzatan, kulağına küpe takan çocuğuna, gayrimüslimine kadar bu
topraklarda pek çok insan hakarete uğruyor, kimliğinden dolayı dayak yiyor.
Yeni
bir yasayı hep birlikte çıkaralım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Toprak.
Sayın
Halaman…
ALİ
HALAMAN (Adana) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Eskiden
Karayolları Genel Müdürlüğü Bayındırlık Bakanlığına bağlıydı uzun dönem. Ben,
dolayısıyla Bakan Bey’e buradan şu soruyu soruyorum: Adana-Kozan bölünmüş yolu,
Kozan, Fethiye, Saimbeyli, Tufanbeyli burun düzeltme veya viraj düzeltme olarak
ihalelere çıktı. Uzun yıllar iş bir türlü bitmiyor. Ben gidip gelirken siyasi
müteahhitlerin sık sık değiştiği söyleniyor.
Ben
Sayın Bakanımın bu işle ilgilenmesini, yoksa “Sorun mu var?” olarak soru
soruyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Halaman.
Sayın
Kaleli…
SENA
KALELİ (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı, yoksulluğu yarı yarıya azaltmayı da içeren Bin Yıl
Kalkınma Hedefleri’ne 2015 yılına kadar ulaşma kararı almıştır. Söz konusu
sürenin tamamlanmasına üç yıl kaldığı düşünülürse Ortaklık Çerçeve
Anlaşması’nın Türkiye ve Kalkınma Programı’na sinerji sağlayacağı ve ne kadar
katkı sağlayacağı mümkündür?
Türkiye'nin
yoksulluk haritası çıkarılmış mıdır?
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Kaleli.
Sayın
Bakan, buyurunuz.
ÇEVRE
VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – Teşekkür ederim efendim.
Sayın
Toprak açıklamalarda bulundu.
Değerli
milletvekillerimiz Sayın Halaman da Adana’da Adana-Kozan kara yolu hakkında
“Uzun yıllardır bitmiyor ve sık sık müteahhit değiştiriliyor.” ifadesinde
bulundu.
Tabii,
ben bu işin içeriğini bilmiyorum. Daha önce Karayolları Genel Müdürlüğünün
Bayındırlık ve İskân Bakanlığına bağlı olduğunu da ifade etti. Şu anda
Ulaştırma Bakanlığına bağlı olarak çalışıyor fakat bu süre içerisinde de
Türkiye’de 15 bin kilometre bölünmüş duble yolun bitirildiğini de buradan ifade
etmek gerekir.
Adana’nın
da hem otoban, otoyol hem duble yol konusunda, Adana’mızın gerek güneye
bağlanması noktasında gerekse Ankara’ya bağlanması noktasında en şanslı
illerimizden bir tanesi olduğunu da ifade etmek istiyorum. Bu vesileyle Sayın
Milletvekilime de teşekkür ediyorum.
Sayın
Milletvekilimiz Sayın Kaleli’nin “2015 yılına kadar bu kalkınma hedefleri
doğrultusunda yoksulluğun azaltılması için bize ne gibi fayda sağlanacak?” diye
bir sorusu var. Kalkınma Bakanlığımızdan bunun cevabını yazılı olarak
kendilerine takdim edeceğim.
Bu
vesileyle teşekkür ederim efendim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
1’inci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
2’nci
maddeyi okutuyorum:
MADDE
2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN
– 2’nci madde üzerinde söz talebi yoktur.
Soru-cevap
yok.
Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü
maddeyi okutuyorum:
MADDE-3-
(1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN
– Madde üzerinde söz talebi yoktur.
Soru-cevap
yok.
Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının
tümü açık oylamaya tabidir.
Açık
oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
İki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programı Arasında Ortaklık Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:
“Kullanılan
oy sayısı : 262
Kabul : 262 (x)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Muhammet Bilal Macit Fatih
Şahin
İstanbul Ankara”
Tasarı
kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Şimdi
5’inci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programı Arasında UNDP-İstanbul Uluslararası Kalkınmada Özel Sektör Merkezinin
(IICPSD) Kuruluşu ile İlgili Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında UNDP-İstanbul Uluslararası
Kalkınmada Özel Sektör Merkezinin (IICPSD) Kuruluşu ile İlgili Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/511) (S. Sayısı: 119)
BAŞKAN
– Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
6’ncı
sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti ile Filistin Adına Filistin Kurtuluş
Örgütü Arasındaki Geçici Serbest Ticaret Anlaşmasında Değişiklik Yapılmasına
Dair 1/2011 Sayılı Ortak Komite Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu
Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağa eklidir.
6.- Türkiye Cumhuriyeti ile Filistin
Adına Filistin Kurtuluş Örgütü Arasındaki Geçici Serbest Ticaret Anlaşmasında
Değişiklik Yapılmasına Dair 1/2011 Sayılı Ortak Komite Kararının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/472)
(S. Sayısı: 98)
BAŞKAN
– Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
7’inci
sırada yer alan, İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat’ın; Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
ile Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in; 5275 Sayılı “Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”da Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Adalet Komisyonu
Raporları’nın görüşmelerine başlayacağız.
7.- İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan
Kubat’ın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in;
5275 Sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”da Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Adalet Komisyonu Raporları (2/241, 2/84)
(S. Sayısı: 136)
BAŞKAN
– Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
8’inci
sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
8.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı
Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/414) (S. Sayısı: 76)
BAŞKAN
– Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
9’uncu
sırada yer alan, Nükleer Terörizmin Önlenmesine İlişkin Uluslararası
Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
9.- Nükleer Terörizmin Önlenmesine
İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/328) (S. Sayısı: 14) (x)
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon
raporu 14 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının
tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Yalova Milletvekili Muharrem
İnce konuşacaktır.
Buyurunuz
Sayın İnce. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
arkadaşlarım, yirmi dakikayı dolduracak değilim. Salonda sükûnet sağlandığında
üç dakikada derdimi anlatacağım. Onu bekleyeceğim ama, onu bekleyeceğim… Siz
bilirsiniz, yirmi dakika sürem var...
BAŞKAN
- Buyurunuz Sayın İnce, devam ediniz lütfen.
(x) 14 S. Sayılı Basmayazı tutanağa
eklidir.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın İnce, bize verdiğiniz bir söz var, hangisini
tercih ederseniz.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Sözümü yerine getirmek istiyorum ama…
BAŞKAN
– Sayın arkadaşlar dinleyeceklerdir sizi.
Buyurunuz.
MUHARREM
İNCE (Devamla) - …herkes ayakta değil, lütfen sessizce dinlerlerse bir şey
anlatacağım.
BAŞKAN
– Buyurunuz.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlarım, yasama, yürütme, yargı, işte
dördüncü güç basın. Bir beşinci güç daha var, o uzlaşma kültürü. Bakın, Mandela
-Güney Afrika’da yıllarca ırkçılık yaşanıyor- ve siyahlar iktidara geliyor,
yüzde 62 oy, 257 milletvekili çıkarıyorlar. Yıllarca beyazlardan çekmiş
olmalarına rağmen, Ulusal Partiden çok çekmiş olmalarına rağmen -Ulusal Parti
yüzde 20 oy alıyor, 82 milletvekili çıkarıyor- Mandela, asla bir iktidar
şımarıklığı içerisine girmiyor, diyor ki: “Bu ülke yıllarca gerilimden,
ırkçılıktan çok çekti, şimdi Ulusal Partiyle bir koalisyon kuracağız.” İşte bu
demokrasinin gücüdür, uzlaşma kültürüdür.
Şimdi,
bakın, beş saatte bir uluslararası anlaşmayı geçirdik, değil mi, beş saatte.
Yani iktidar, muhalefetin sesini kısmak isterse, İç Tüzük’ü değiştirmek
isterse, muhalefet kendine yeni yollar bulur.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Yani sesiniz kesilmez.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Bakın, soru-cevap hakkımızı kullandık, her madde üzerinde
konuştuk, karar yeter sayısı, yoklama istedik. Şimdi, uzlaşma olmazsa beş
saatte bir uluslararası anlaşma geçiyor. Şimdi ise bakın, bir uzlaşma sağladık,
göreceğiz, beş dakikada geçecek. Bunu hep birlikte göreceğiz. Bunu yapabiliriz
istersek. Biz her şeye itiraz etmeyeceğiz, sizde de iktidar sarhoşluğu
olmayacak.
Bakın,
siz, Danışma Kurulu önerileri üzerindeki grup önerilerinde on dakikayı yok
edelim, keselim buradan sesini; Meclis Başkanına yetki verelim usul
tartışmasıyla ilgili… Bunları yapmayın.
Bakın,
Sayın Bahçekapılı, biz geçmişte burada Türk Ticaret Kanunu’nu, Borçlar
Kanunu’nu -iki bin dört yüz-iki bin beş yüz maddeydi bunlar- iki bin beş yüz
maddeyi dört günde geçirdik. Ben size bu İç Tüzük tartışmalarında söyledim,
“Bakın, yakında uluslararası anlaşmalar geldiğinde bunu size uygulamalı olarak
göstereceğiz.” dedim. Az önce bir maddede direndik. Niye direndik? Bunu
uygulamalı olarak görün diye. Oysa bizim uluslararası anlaşmaya karşı gelmek
gibi bir niyetimiz yok, kendimiz “evet” oyu veriyoruz. Şimdi, bakın, biraz
sonra bu anlaşmayı hep birlikte geçireceğiz, oylayacağız.
Değerli
arkadaşlarım, bakın, bunu yapmayın. Bizim burada onlarca karşı olduğumuz yasa vardı.
Cumhurbaşkanının görev süresini biz onaylıyor muyduk? Hayır. Onlarca karşı
olduğumuz yasa vardı, hiçbirinde kürsüye gelmedik ama İç Tüzük farklı. İç Tüzük
bizim hukukumuz, buranın hukuku, bütün yasaların nasıl görüşüleceğini İç Tüzük
söylüyor. Onun için kürsüye geldik, onun için “Söz hakkımızı kısamazsınız.”
deyip böyle bir eylem yaptık. Bu bir işgal falan değildir.
Bakın,
yarın getireceğiniz MİT yasası… Toptan karşıyız, her gün televizyonlarda
açıklıyoruz, bu kürsüden açıklıyoruz; yarın böyle bir eylemimiz olmayacak.
Karşı olduğumuzu biliyorsunuz, bütün kanallarda bunu açıklıyoruz, bu kürsüden
gelip açıklayacağız, İç Tüzük’ün bize verdiği bütün hakları kullanacağız,
engellemek için uğraşacağız; Sayın Cumhurbaşkanı veto eder diye bekleyeceğiz;
Anayasa Mahkemesi ne yapar, onu bekleyeceğiz.
Değerli
arkadaşlarım, şunu bilmenizi istiyorum: Uzlaşma, zor iştir. Uzlaşma, Anayasa’da
yazmaz, yasalarda, yönetmeliklerde yazmaz. Uzlaşma, bir ruh meselesidir.
Uzlaşma, demokrasiye bir inanç meselesidir. Uzlaşma, onu yüreğinde hissetme
meselesidir. Şimdi, bakın, bir uluslararası anlaşma geldi. Ben, işte beş
dakikalık bir konuşma yapmışım -hep birlikte göreceğiz- BDP yok, MHP
yanılmıyorsam bir konuşma yapmayacak, Cumhuriyet Halk Partisi, bizler de
konuşma yapmayacağız. Bakın, beş dakika içinde bu uluslararası anlaşma geçecek.
Uzlaşma kültürüyle çok şey çözülebilir.
Bakın,
siz, sonra iktidarsınız. Taç giyen baş uslanır. Bence zafer sarhoşluğu
içerisinde olmaktansa ülkenin sorunlarını çözmek, zaman zaman iktidarın sert eleştirilerine
de katlanmak, zaman zaman haddini aşan açıklamalara bile katlanmaktır iktidar
olmak. İktidar olmak böyle bir şeydir zaten, zor bir şeydir.
Teşekkür
ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın İnce.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Sayın
Başkan, söz istiyorum.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Grup adına istiyor efendim.
BAŞKAN
– Ne oldu efendim?
OKTAY
VURAL (İzmir) – Grup adına efendim.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Ben
sataşmadan dolayı söz istiyorum.
BAŞKAN
– Nedir? Hangi konu?
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - “İktidar
sarhoşu olduğumuzu ve uzlaşma kültürü içinde olmadığımızı” beyan ettiler.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Öyle olun…
BAŞKAN
– Buyurunuz, buyurunuz peki.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – “Öyle olun.” dedim.
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın Bahçekapılı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
10.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı’nın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin partisine sataşması nedeniyle
konuşması
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın
İnce, gecenin bu saatinde yapmış olduğu konuşmadan uzlaşma kültürüyle ilgili
bize bazı şeyler söyledi. Doğrusu şaşırdım. Çünkü neden şaşırdım? İç Tüzük
tartışmaları gündeme geldiği zaman şu arka tarafta veya Sayın Cemil Çiçek’in
odasında yapmış olduğumuz tartışmaların içinde ben vardım. Biz ileri sürdüğümüz
İç Tüzük’ün 19’uncu maddesiyle ilgili olarak Sayın Başkanımızın söylediği şeyi
kabul ettik ama Cumhuriyet Halk Partisi kabul etmedi. Biz iki adım, üç adım
geri geldik ama Cumhuriyet Halk Partisi diretti. Hiçbir şekilde durduğu yerden
kıpırdamadı. Ben bunları burada konuşmak istemiyorum ama bunları yapan bir
kişinin uzlaşma kültürü üzerinde bizlere ders vermeye kalkmasına da bu noktadan
sonra şaşırırım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın
İnce, o tartışmalarda siz hiç yoktunuz. Bizim ilk ileri sürdüğümüz 19’uncu
maddeyle ilgili öneriden, biraz önce söylediğim gibi, biz çok geri geldik ama
siz gelmediniz, üstüne üstlük burayı işgal ettiniz…
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Siz de saldırdınız.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) - …üstüne üstlük, Meclis Başkanımız bütün
mesaisini bu işi uzlaşmayla çözme noktasına getirme konusunda harcarken siz
buradan “Cemil Çiçek istifa” diye bağırdınız.
Sizi
protesto ediyorum. O gün de ediyordum, şimdi de ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Evet, Meclisi yönetemedi, tarafsız durmadı.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) – Sizin bize
uzlaşma kültürü konusunda ders vermeye hakkınız yok, çünkü hiçbir pratiğiniz
yok bu konuda. Bizi de suçlamaya haddiniz yok, bunu da bilmenizi isterim. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Bahçekapılı.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bana bir dakika yeter efendim, bir dakika.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ben de isterim.
BAŞKAN
– Sayın grup başkan vekillerimiz, uzlaşma kültürü üzerinde konuşurken böyle
tartışmak da çok yakışmıyor ama buyurunuz efendim.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, biz uzlaştık, ama görüyorsunuz
hâlimizi! Uzlaştık ve iki dakika içinde uluslararası sözleşme bitecekti.
BAŞKAN
– Buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)
11.- Yalova Milletvekili Muharrem
İnce’nin, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın partisine sataşması
nedeniyle konuşması
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bahçekapılı, verdiğim sözün arkasındayım. Ne sözü verdiğimi biliyorum. Siz de
beni çok iyi bilirsiniz, asla verdiğim sözden geri dönmem, sözümün
arkasındayım. Bu kanun geçecek.
Bakın,
Sayın Bahçekapılı, önce kırk dakika olan süreyi beş dakikaya düşürüp, sonra onu
on beş dakikaya çıkartmak adım atmak değildir.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Uzlaşmadır.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Bakın değildir. Zaten kırk dakika. Sen kırk dakikayı beş
dakikaya düşürüyorsun, sonra diyorsun ki: “Gel, on beşe yükselteyim.” Bu, önce
su fiyatını 5 liradan 100 liraya yükseltip sonra “70 liraya düşürdüm.”
demektir. Bu doğru değildir, bunu söyleyeyim. (CHP sıralarından alkışlar)
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Siz ne yaptınız, onu söyleyin.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – 68’inci madde… Bakın, bu tartışmalar uzar, gider. Tartışmaları
daha fazla sürdürmek istemiyorum.
Kanun
hayırlı, uğurlu olsun. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın İnce.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz istiyorum efendim.
BAŞKAN
– Sayın Vural, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına buyurunuz efendim.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bakın arkadaşlar, uzlaşmıştık… Sayın Başkan…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Ya yeter! Sen susacaksın ya!. Sen susacaksın biraz ya!
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Uzlaşmıştık ama görüyorsunuz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – İyi o zaman, devam. Sayın Başkan, anlaşma kalkmıştır, devam.
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, inanıyorum ki bu tartışmaların sonundan çok güzel bir
uzlaşma çıkacak, buna inanıyorum.
Buyurunuz
Sayın Vural.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)
9.- Nükleer Terörizmin Önlenmesine
İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/328) (S. Sayısı: 14) (Devam)
MHP
GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, tabii, bu kürsünün AKP’yle CHP’nin
atışma ya da eskiden CHP’de siyaset yapanların bu vesileyle kendisini ispat
etme kürsüsü hâline dönüşmemesi lazım.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Hayır, ben hâlâ CHP’deyim.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Benden bahsediyor, benden!
OKTAY
VURAL (Devamla) – Burada değerli milletvekilleri olarak yani böyle bir konuda
bu kürsüyü sürekli olarak birbirine bir atışma ve sataşma vesilesi kılıp ondan
sonra da uzlaşmadan bahsetmek bence son derece anlamsız.
Şimdi,
burada Milliyetçi Hareket Partisi olarak İç Tüzük konusundaki yaklaşımımızı
tekrar paylaşmak istiyorum. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizim İç
Tüzük’ten kaynaklanan haklarımızın geriye götürülmesine izin vermemiz, müsaade
etmemiz mümkün değil. O bakımdan, çoğunluk iradesinin bu konuda siyasi
partilerin sahip olduğu hakları geriye götürecek bir öneriyi burada, bu
Parlamentoda bütün siyasi partilerin uzlaşması olmadan çıkaramayacağını bilmesi
gerekiyor. Daha önce de söylemiştim, “Essulhü seyyidül ahkâm.”, sulh hükümlerin
en yücesidir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bunu da mı bana söylüyorsunuz?
OKTAY
VURAL (Devamla) – Evet, size söylüyorum çünkü çoğunluk partisi sizsiniz. O
bakımdan, biraz önce bu İç Tüzük çerçevesindeki konumunuzu, eski hâliyle hâlen
muhafaza etme gayreti içerisinde olmanızı anlayabilmiş değilim çünkü siz
“Parlamentoda bu İç Tüzük’ü mutabakatla geçireceğiz.” sözünü getirdiniz,
“Uzlaşma sağlayacağız.” sözünü getirdiniz. Şimdi, bakıyorum, “E, biz bunu
önerdik…” E, sizin önerinizi kabul etmek durumunda değiliz. Dolayısıyla bugün
geldiğimiz bu noktada Milliyetçi Hareket Partisi olarak sözümüzü söylememiz
gereken yerde söyleriz, İç Tüzük’ten kaynaklanan bütün haklarımızı da kullanırız.
O bakımdan, bugün de siz geldiniz, “Şu kanun tasarısı geçsin.” dediniz,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu kanunla ilgili konuşmacımız olmasına
rağmen bu konuşmacının konuşmamasını temin ettik, rica ettik kendisinden,
konuşmadı, şimdi geçireceğiz. O bakımdan, sizlerden isteğimiz… Demokrasi,
yönetilen bir rejimdir. Eğer yöneticiler demokrat olmazsa demokrasi kendi
kendine işlemez. Bu bakımdan, parlamento hukukunu korumak, milletvekillerinin
hukukunu korumak, siyasi partilerin hukukunu korumak hepimize düşen bir
görevdir. Bu görev çerçevesinde, iktidar ve muhalefet görev bölümünü yapmak
suretiyle, karşılıklı saygıyla, sözümüzü de esirgemeden, yetkimizi de başkasına
devretmeden bu milletin kürsüsünü etkin bir şekilde kullanacağımızı ifade
ediyorum.
Ben,
böyle, Sayın İnce’nin bir konuşma yapma münasebetiyle bu uzlaşmanın hemen
bozulması konusundaki yaklaşımları çok yadırgadığımı ifade ettim. Eğer
“Uzlaşacağız” diyorsanız sonuna kadar bu uzlaşmanın arkasında olmanız gerekir.
Bu dirayeti göstermeniz gerekiyor. O bakımdan, Milliyetçi Hareket Partisi
olarak biz, verdiğimiz sözün ne olursa olsun arkasındayız; biz söz verdik, söz
verdik mi tutarız. Şimdi bu sözü tutmalarını da hem AKP’den hem CHP’den
beklemek de Milliyetçi Hareket Partisinin hakkıdır diyorum.
Teşekkür
ederim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Vural.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın İnce…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, bu kanun ya geçecek ya geçecek! Ayşenur Hanım’a
rağmen geçecek! (Gülüşmeler)
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Sayın İnce… Lütfen sayın milletvekilleri…
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, bir dakika sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN
– Çok rica ederim sayın grup başkan vekilleri, çok yakışık almıyor bu iş.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bir dakika sataşmadan dolayı söz istiyorum.
BAŞKAN
– Yerinizden söyleyiniz lütfen. Çok rica ederim sayın grup başkan vekilleri,
hiç yakışık almıyor.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ama sataşma var Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Biz eminiz, “Size rağmen” diye bir şey olmamıştır.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, benim ismim komedi konularında
geçebilecek bir isim değildir; lütfen, sataşma var, söz istiyorum.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Efendim, tutanakları getirtin, duymadık herhangi bir
sataşma.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Kim sataştı?
BAŞKAN
– Buyurunuz, bir dakika veriyorum, lütfen bu konuyu daha fazla uzatmayalım.
Uzlaşma kültürümüzü geliştirme için konuşuyoruz diye umuyorum.
Buyurunuz.
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
12.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı’nın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bir
şey söylemeyeceğim, tabii ki uzlaşalım, tabii ki birlikte hep çalışalım, işte,
yasalarımızı birlikte gülerek, tartışmalarımızda da birbirimizi incitmeden
çıkartalım ama bundan sonraki…
RAMAZAN
KERİM ÖZKAN (Burdur) – Ayşe Nur Hanım, gülmek sana yakışıyor!
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Gülmek bana her zaman yakışır, keşke size de
yakışsa!
Şimdi,
biraz önce yapmış olduğum bir konuşmadan dolayı Sayın Vural espriyle karışık
olmak üzere…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Yahu, anladık eski solcusunuz da, milliyetçilere niye bu kadar
düşmanca şey yapıyorsunuz? Sataşma oradan, bize bakıyorsunuz ya! Yani, eskiden
solculuğunuz var sizin.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) - …hem de bu kürsüden benim geçmişte CHP’li olmamla
ilgili böyle espriler yapıyor. Bakın, sayın milletvekili arkadaşlarım, ben
geçmişimden hiç utanmıyorum. Geçmişimden pişmanlık da duymuyorum. O geçmişte
kaldı. Ondan yeterli dersleri aldım. Ben bugüne bakıyorum ve yarına bakıyorum.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Dün dündür, bugün bugündür! Vallahi hiç o durumda olmak
istemezdim. Vallahi billahi, bak yemin ediyorum.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) - Bugüne ve yarına baktığım için ve AK PARTİ’ye de
güvendiğim için, buradayım. Bundan da gurur duyuyorum. Sizleri de davet
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Yahu siz kiracısınız orada ama, kontratınız bittiğinde
döneceksiniz!
OKTAY
VURAL (İzmir) – Yani milliyetçiliğe bu kadar düşman bakmanıza gerek yok ya,
MHP’ye.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Bahçekapılı.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)
9.- Nükleer Terörizmin Önlenmesine
İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/328) (S. Sayısı: 14) (Devam)
BAŞKAN
- Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
1’inci maddeyi okutuyorum:
NÜKLEER TERÖRİZMİN ÖNLENMESİNE İLİŞKİN
ULUSLARARASI SÖZLEŞMENİN
ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR
KANUN TASARISI
MADDE
1- (1) 14 Eylül 2005 tarihinde New York’ta imzalanan “Nükleer Terörizmin
Önlenmesine İlişkin Uluslararası Sözleşme”nin bildirim ve çekince ile birlikte
onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN
- Madde üzerinde söz talebi yok.
Soru-cevap
yok.
Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2’nci
maddeyi okutuyorum:
MADDE
2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN
- Madde üzerinde söz talebi yok.
Soru-cevap
yok.
Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü
maddeyi okutuyorum:
MADDE
3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN
- Madde üzerinde söz talebi yok.
Soru-cevap
yok.
Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının
tümü açık oylamaya tabidir.
Açık
oylamanın elektronik cihazla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
İki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Nükleer Terörizmin Önlenmesine İlişkin Uluslararası
Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama
sonucu:
“Kullanılan
oy sayısı : 261
Kabul : 260
Çekimser
: 1 (x)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Muhammet Bilal Macit Fatih
Şahin
İstanbul Ankara”
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağa eklidir.
Böylece
tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Şimdi
de 10’uncu sırada yer alan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İran İslam
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Esendere ve Sero Kara Hudut Kapılarının Ortak
Kullanımına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
10.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Esendere ve Sero Kara Hudut
Kapılarının Ortak Kullanımına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/427) (S. Sayısı: 7)
BAŞKAN
– Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
11’inci
sırada yer alan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Türkiye-İran Hududunda Yeni Kara Hudut Kapılarının Açılmasına
Dair Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
11.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Türkiye-İran Hududunda Yeni Kara Hudut
Kapılarının Açılmasına Dair Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/450) (S. Sayısı: 10)
BAŞKAN
– Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Bundan
sonra da komisyonun olmayacağı anlaşıldığından ve gruplar anlaşmış olduğundan,
kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla
görüşmek için, 16 Şubat 2012 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat
13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.