DÖNEM: 24 CİLT: 12 YASAMA YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
57’nci Birleşim
26 Ocak 2012 Perşembe
(TBMM Tutanak Hizmetleri
Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip
üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - YOKLAMA
IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Konya Milletvekili Mustafa
Kalaycı’nın, yerel basının sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcı’nın, Mersin Akkuyu bölgesinde yapılması planlanan
nükleer güç santraline ilişkin gündem dışı konuşması ve Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı
3.- Ağrı Milletvekili Ekrem Çelebi’nin,
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
V.-
AÇIKLAMALAR
1.- Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcı’nın, yapmış olduğu gündem dışı konuşmasına Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı Taner Yıldız’ın verdiği cevapta ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı
görüşleri kendisine atfetmesine ilişkin açıklaması
2.- Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldız’ın, kimsenin kötü niyetli olmadığına, iktidarın ve muhalefetin
ülkemiz adına mutlaka bir şeyler söyleyeceğine ve teknik hatalar olursa da
karşılıklı düzeltileceğine ilişkin açıklaması
VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
26 milletvekilinin, doktorların ve diğer sağlık personelinin güvenlik
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/118)
2.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz
ve 22 milletvekilinin, ülkemizde yaşanan çevre sorunlarının ve özellikle
Küçükçekmece Gölü’ndeki kirliliğin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/119)
3.- Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir ve 20 milletvekilinin, Sivas’ta meydana gelen
elektrik kesintilerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/120)
B) Tezkereler
1.- TBMM Dışişleri Komisyonu
üyelerinden oluşan bir heyetin, Kosova Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Albin Kurti'nin vaki davetine
icabetle Kosova'ya resmî ziyarette bulunmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/738)
C) Çeşitli İşler
1.- Genel Kurulu teşrif eden Azerbaycan
Parlamentosu Heyetine Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denilmesi
VII.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz ve
arkadaşları tarafından, “3’üncü Boğaz köprüsü konusunda sorunların neler
olduğunun araştırılması” hakkında verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin,
26/1/2012 Perşembe günkü birleşimde okunmasına ve
görüşmelerinin aynı birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
VIII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan’ın, İstanbul Milletvekili Erol Kaya’nın, partisine
sataşması nedeniyle konuşması
2.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç’un,
grubuna sataşması nedeniyle konuşması
IX.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili
Sinan Aydın Aygün’ün; 5941 Sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün; 5941 Sayılı Çek
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/538, 2/85, 2/119) (S. Sayısı: 137)
X.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın, kamu kurum ve kuruluşlarının satın aldığı
veya kiraladığı araçlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı
Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/2141)
2.- Elâzığ Milletvekili Enver Erdem’in,
1978 yılında terör nedeniyle Elâzığ’a göç edenlerin mağduriyetlerinin
giderilmesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in cevabı
(7/2224)
3.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün,
Cemevlerinin yasal statüye kavuşturulmasına ve Alevilerin asimile edildiği
iddialarına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı
(7/2404)
4.- Ankara Milletvekili Sinan Aydın
Aygün’ün, dış ticaret istatistiklerinde ithalatla ilgili bazı verilerin
gizliliğine ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı
(7/2452)
I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 13.03’te
açılarak iki oturum yaptı.
Şanlıurfa Milletvekili Abdulkerim Gök, bölgesel gelişme politikaları ve yeni
yaklaşımlar çerçevesinde Güneydoğu Anadolu Projesi’ndeki son gelişmelere,
Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan, Silopi kayıplarının yıl dönümüne,
Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu,
Kahramanmaraş ilinin sorunlarına,
İlişkin gündem dışı birer konuşma
yaptılar.
Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan, GAP’daki gelişmelere,
Muş Milletvekili Sırrı Sakık, Silopi ilçe yöneticisi ve ilçe başkanının on bir yıl
önce gözaltına alınıp izlerine hâlâ rastlanmadığına,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
Muş Milletvekili Sırrı Sakık ve 21 milletvekilinin, faili meçhul cinayetler ve
kayıpların (10/115),
Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve 21 milletvekilinin, Bingöl-Karlıova’da bir köy
korucusunun öldürülmesi sonucu bir araya gelen korucuların ilçede yaptığı
saldırılarda hasar gören binaların tespitinin ve olayın sorumlularının
(10/116),
Edirne Milletvekili Kemal
Değirmendereli ve 27 milletvekilinin, Türkiye genelinde hayvancılık sektörünün
sorunlarının (10/117),
Araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Türk Silahlı Kuvvetleri deniz
unsurlarının; korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle
mücadele amacıyla yürütülen uluslararası çabalara destek vermek üzere, gereği,
kapsamı, zamanı ve süresi Hükûmetçe belirlenecek şekilde Aden Körfezi, Somali
karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi ve
bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara
göre yapılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10/2/2009
tarihli ve 934 sayılı Kararı ile Hükûmete verilen ve 2/2/2010 ve 7/2/2011
tarihli 956 ve 984 sayılı kararları ile birer yıl uzatılan izin süresinin
Anayasa’nın 92 nci maddesi uyarınca 10/2/2012
tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına dair Başbakanlık tezkeresi
(3/732) görüşülerek yapılan oylamadan sonra kabul edildi.
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal,
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın,
Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal’ın,
Partilerine sataşmaları nedeniyle birer
konuşma yaptılar.
Görüşmeleri izlemek üzere Genel Kurulu
teşrif eden Moldova Cumhuriyeti Gökoğuz Yeri Özerk
Bölgesi Meclis Başkanı Anna Harlamenko’ya
Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denildi.
19 Aralık 2011 tarihinde, Iğdır
Milletvekili Pervin Buldan ve Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan tarafından “KCK operasyonları” adı altında verilen Meclis araştırması
önergesinin (269 sıra no.lu) Başkanlıkça Anayasa’nın 138’inci maddesi
kapsamında değerlendirilmesi ve bu nedenle işleme konulmayıp iade edilmesinden
dolayı Başkanlığın tutumu hakkında usul görüşmesi yapıldı. Başkanlığın
tutumunda bir değişiklik olmadığı açıklandı.
26 Aralık 2011 tarihinde Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Binici ve arkadaşları tarafından “terör suçu” adı altında
tutuklu sayısının artmasının araştırılması amacıyla verilen Meclis araştırması
önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin
önüne alınarak 25/1/2012 Çarşamba günlü birleşiminde
sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına
ilişkin BDP Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Tunceli Milletvekili Kamer Genç, vermiş
olduğu soru önergelerinin kaba ve yaralayıcı sözler içermesi nedeniyle
Başkanlıkça iade edildiğine,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce, eski
tutanaklardan örnek vererek, iktidarın insanları değiştirdiğine,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
Iğdır Milletvekili Pervin Buldan,
İstanbul Milletvekili Bülent Turan’ın grubuna;
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve
Batman Milletvekili Ayla Akat Ata,
Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can’ın
partilerine,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma
yaptılar.
Malatya Milletvekili Veli Ağbaba ve arkadaşları tarafından, 26 Ekim 2011 tarihinde,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına “Hrant Dink
cinayetinde TİB’in sorumluluklarını yerine getirip
getirilmediğinin araştırılması” hakkında verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin (92 sıra no.lu) Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen
diğer önergelerin önüne alınarak 25/1/2012 Çarşamba
günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli
birleşimde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra
kabul edilmedi.
Mardin Milletvekili Muammer Güler,
Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın şahsına,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in AK PARTİ
iktidarına,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma
yaptılar.
İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, ileri sürmüş
olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesine,
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır,
İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in Ermeni soykırım iddialarıyla ilgili
konuşmasına,
Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu, Hrant Dink’in kimin tarafından
öldürüldüğünün ortaya çıkarılmasına,
Ankara Milletvekili Seyit Sertçelik, asılsız Ermeni iddialarının temelinde büyük
Ermenistan projesinin olduğuna,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının;
1’inci sırasında yer alan ve
görüşmelerine devam olunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi
Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim
2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak
Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu’nun (1/440) (S. Sayısı: 32) görüşmeleri tamamlanarak yapılan
açık oylamadan sonra kabul edildiği açıklandı.
2’nci sırasında yer alan, Çek Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Sinan Aydın
Aygün’ün; 5941 Sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
ile Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün; 5941 Sayılı Çek Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu’nun
(1/538, 2/85, 2/119) (S. Sayısı: 137),
3’üncü sırasında yer alan, İstanbul
Milletvekili Mehmet Doğan Kubat’ın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Kırklareli Milletvekili
Turgut Dibek’in; 5275 Sayılı “Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”da Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve
Adalet Komisyonu Raporları’nın (2/241, 2/84) (S.
Sayısı: 136),
Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
Grupların anlaşması ve komisyonların
bulunmayacağının anlaşılması üzerine, 26 Ocak 2012 Perşembe günü, alınan karar
gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 18.25’te son verildi.
Meral AKŞENER |
Başkan
Vekili |
|
Bayram ÖZÇELİK Özlem
YEMİŞÇİ |
Burdur Tekirdağ
|
Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
|
II.- GELEN
KâĞITLAR
No:
73
26
Ocak 2012 Perşembe
Teklifler
1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili
İzmir Milletvekili Oktay Vural'ın; Türk Medeni Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi (2/302) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor; Anayasa ile
Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/01/2012)
2.- İstanbul Milletvekili Umut Oran'ın;
13/06/1952 Tarihli ve 5953 Sayılı Basın Mesleğinde
Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/303) (Plan ve
Bütçe ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 11/01/2012)
3.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın; Devlet Memurları ve İş Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/304) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
ile Plan ve
Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13/01/2012)
4.- Rize Milletvekili Hayati Yazıcı ve
2 Milletvekilinin; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/305) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/01/2012)
5.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Kayseri Milletvekili Sadık Yakut ile
5 Milletvekilinin; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/306) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/01/2012)
6.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/307) (Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/01/2012)
Raporlar
1.- Kalıcı Organik Kirleticilere
İlişkin Stokholm Sözleşmesine İlave Edilen
Anlaşmazlıkların Çözümü Hakkında EK-G'nin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Çevre Komisyonu ile Dışişleri Komisyonu Raporları (1/468) (S.
Sayısı: 151) (Dağıtma tarihi: 26/01/2012) (GÜNDEME)
2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Sırbistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Çevre Alanında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Çevre Komisyonu ile
Dışişleri Komisyonu Raporları (1/500) (S. Sayısı: 152) (Dağıtma tarihi: 26/01/2012)
(GÜNDEME)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
27 Milletvekilinin, doktorların ve diğer sağlık personelinin güvenlik
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi. (10/118) (Başkanlığa geliş
tarihi: 18/10/2011)
2.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz
ve 22 Milletvekilinin, ülkemizde yaşanan çevre sorunlarının ve özellikle
Küçükçekmece Gölü’ndeki kirliliğin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi. (10/119) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/10/2011)
3.- Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir ve 20 Milletvekilinin, Sivas’ta meydana gelen
elektrik kesintilerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi.
(10/120) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/10/2011)
Süresi
İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Elazığ Milletvekili Enver Erdem’in,
Elazığ’da bölge adliye mahkemesi kurulup kurulmayacağına ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1041)
2.- Şanlıurfa Milletvekili İbrahim
Binici’nin, AİHM’nin TCK’nın 301. maddesi ile ilgili vermiş olduğu kararlara ve
bu kararların iç hukuka yansımalarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1043)
3.- İstanbul Milletvekili Mustafa
Sezgin Tanrıkulu’nun, hükümlülerin Türkçe dışında bir dilde telefon görüşmesi
yapmaları ile ilgili sorunlara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/1045)
4.- İstanbul Milletvekili Sebahat
Tuncel’in, cezaevlerindeki hükümlü ve tutuklularla ilgili istatistiki verilere
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1168)
5.- İstanbul Milletvekili Ercan
Cengiz’in, İstanbul’un tarihi ve doğal siluetini bozan binalara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1194)
6.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, HSYK’nın üye yapısının
değişmesinden sonra görev yeri değişen hâkim ve savcılara ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1206)
7.- Samsun Milletvekili Ahmet İhsan
Kalkavan’ın, ruh sağlığı hizmetlerine ve intihar olaylarının önlenmesi
çalışmalarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1277)
8.- Tekirdağ Milletvekili Candan
Yüceer’in, Van depremi sonrası çadır kentlerde yaşayan vatandaşların
sorunlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1279)
26 Ocak 2012 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.02
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ),
Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN
– Türkiye Büyük Millet Meclisinin 57’nci Birleşimini açıyorum.
III.- YO K L A M A
BAŞKAN
- Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama
için üç dakika süre vereceğim.
Sayın
milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını
bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını
görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmasını rica ediyorum.
Yoklama
işlemini başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme
geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem
dışı ilk söz yerel basının sorunları hakkında söz isteyen Konya Milletvekili
Sayın Mustafa Kalaycı’ya aittir.
Buyurun
Sayın Kalaycı. (MHP sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Konya Milletvekili Mustafa
Kalaycı’nın, yerel basının sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
MUSTAFA
KALAYCI (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Anadolu’nun
sesi olan yerel basın, haberleşme temel işlevinin yanı sıra yerel demokrasinin
güçlenmesi, toplumu bir arada tutan değerlerin yaşatılması ve yarınlara
taşınması konusunda son derece hayati bir görevi de yerine getirmektedir.
Yerel
basın, zor şartlarda, büyük bir fedakârlık ve özveriyle faaliyet göstermektedir.
Yerel basının en önemli gelir kaynağı olan Basın İlan Kurumu gelirlerinde 2004
yılında yapılan düzenleme ile bir artış sağlanmakla birlikte, daha sonraki
yıllarda geriye doğru gidiş söz konusu olmuştur. Bu konuda, bazı kamu
idarelerince ilanlarının sayıca azaltılması, ilanların küçültülmesi, ilanların
verilmemesi, dernekler ile kooperatifler genel kurul ilanlarının, KÖYDES,
BELDES ilanlarının yayımlanmaması, ilçe ve beldelerde ilan tahtaları yolunun
sıkça tercih edilmesi…
BAŞKAN
– Sayın Kalaycı, bir saniye.
Sayın
milletvekilleri, Genel Kuruldaki uğultuyu azaltabilir miyiz lütfen?
Buyurun
Sayın Kalaycı.
MUSTAFA
KALAYCI (Devamla) - …kamu ihalelerinin bölünmesi ve eşik değerlerin
yükseltilmesi sonucu yaşanan ilan kayıpları, özelleştirmeler yoluyla ve başkaca
konularda yaşanan kayıplar başlıca etkenler olmuştur.
Geçtiğimiz
yasama döneminde hazırlanan Kamu İhale Kanunu tasarı taslağında ilanların
tamamen elektronik yolla yayımlanması yaklaşımı ve şimdi de İcra İflas
Kanunu’nda değişiklik yapılmasına yönelik tasarı taslağının da benzeri bir
yaklaşıma sahip olduğu duyumları basın camiasında tedirginliğe neden olmuş
durumdadır.
Aslında
Basın İlan Kurumu, gazeteleri kendi İnternet haber siteleriyle birlikte marka
yapacak bir sürecin önünü açmaktadır. Böylelikle gerek kamu ihale ilanları
gerekse icra, iflas ilanları İnternet ortamında rahatlıkla yayımlanabilecektir.
Bu itibarla, yapılacak yasal düzenlemelerde bu hususun mutlaka dikkate alınması
gerekmektedir.
Anadolu
basını, yönetenle yönetilen ilişkisinde yönetilenden yana tavır koymakta ve
kamu adına denetim işlevine yardımcı olmaktadır. Bu anlamda yerel yayımcılığın
bir kamu görevi olarak ele alınması ve mutlaka desteklenmesi gerekmektedir.
Kamu
faaliyetlerinin saydam bir şekilde yürütülmesi ve hesap verme sorumluluğunun da
bir gereği olarak, merkezî yönetim ile mahallî idarelerce, her ildeki
faaliyetleriyle ilgili olarak o ildeki yerel basına belirli periyotlarla
verilecek ilanlarla yöre halkını bilgilendirmeye yönelik uygulama
başlatılmalıdır. Özellikle bütçe ve yatırım programı ile uygulamaları ve imar
düzenlemeleri gibi konularda kamu idarelerinin halka bilgi ve hesap vereceği
böylesi bir yapı mutlaka oluşturulmalıdır. Bu vesileyle, bulunduğu yerleşim
birimindeki kamu faaliyetlerini karşılıksız olarak halka aktaran yerel basın da
desteklenmiş olacaktır.
Anadolu
basınının ciddi, basın ahlakına sahip, tarafsızlık ilkesine bağlı ve objektif
bir yayın organı olarak faaliyetlerini sürdürebilmeleri için özel destek
programları uygulamaya konulmalıdır. Böylelikle, ayakta kalabilmek için bazı
kişi ve kuruluşların sesi olma yoluna gitmeleri de önlenebilecektir.
Bu
amaçla, birçoğu çağ dışı kalmış ilkel makinelere sahip olan gazetelerin baskı
tesislerini modern hale getirebilmeleri, televizyon ve radyoların
teknolojilerini yenileyebilmeleri için bazı sektörlerde olduğu gibi faizsiz
kredi desteği uygulamaya konulmalıdır.
Ekonomi
Bakanlığınca uygulanan yatırım teşviklerinde, Anadolu’daki yerel gazete, radyo
ve televizyonlar için asgari yatırım tutarı ile vergi, sigorta primi teşvikleri
ve yatırım yeri tahsisinde uygulanabilir özel bir alan oluşturulması
sağlanmalıdır. Kalkınma ajanslarının proje çağrılarında yerel gazete, radyo ve
televizyonların projeleri destek oranının sivil toplum kuruluşlarına
uygulandığı gibi yüzde 75 olmalıdır.
KOSGEB
destekleri bir paket olarak yerel basına dönük yeni bir yaklaşımla ele alınmalıdır.
Bu kapsamda:
İşbirliği-Güçbirliği Destek Paketi’ne basın işletmeleri için yeni bir
form kazandırılmalıdır.
KOBİ
Destek Paketi’nde yerel gazete, radyo ve televizyonların bilgisayar donanım
ihtiyacını karşılamak maksadıyla, Paket’teki makine desteği kalemi
yükseltilmelidir.
Nitelikli
İstihdam Teşvik Paketi’nde yerel gazete, radyo ve televizyonlar için hibe
tutarı artırılmalıdır. Böylece, daha fazla sayıda iletişim fakülteli ve
nitelikli eleman yerel gazete, radyo ve televizyonlarda istihdam edilebilecektir.
Tekrar
hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Kalaycı.
Gündem
dışı ikinci söz, Mersin Akkuyu nükleer güç santrali
hakkında söz isteyen Mersin Milletvekili Sayın Aytuğ Atıcı’ya aittir.
Buyurun
Sayın Atıcı. (CHP sıralarından alkışlar)
2.- Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcı’nın, Mersin Akkuyu bölgesinde yapılması
planlanan nükleer güç santraline ilişkin gündem dışı konuşması ve Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Mersin’in cennet Akkuyu
bölgesinde yapılması planlanan nükleer güç santraliyle ilgili olarak gündem
dışı söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, sizlere Çernobil ve Fukuşima Nükleer
Santrallerinde meydana gelen kazalardan sonra yaşanan felaketi tekrar
hatırlatmama gerek var mı? Eğer yoksa, Akkuyu’ya nükleer santrali niçin yapıyorsunuz? Amacınız
nedir? Eğer masum olduğunuzu düşünürsek cevabımız şu olabilir: Enerji
ihtiyacımızı karşılamak, diğer ülkelerle rekabet edebilmek. Peki, bunlar iyi
cevaplar. Bunlar için nükleer santral kurmaya gerek var mı? Cevap
koskocaman bir “Hayır.” Peki, enerji sorunumuzu nasıl çözeceğiz?
Çevremizi tüketerek, kirleterek değil, yerli ve yenilenebilir enerji
kaynaklarıyla, yani güneşle, rüzgârla, jeotermalle ve su kullanarak. Bu mümkün
müdür? Size hayal gibi geliyor ama koskocaman “Evet.” cevabını buradan size
veriyorum.
Gülmeyin
Sayın Milletvekili, size ben anlatacağım, niçin, ne olduğunu. Daha da iyi
anlatırım, merak etmeyin!
Buradan
Enerji Bakanı ve Başbakana sesleniyorum, sizler de beni dinleyin
milletvekilleri: Danışmanlarınız, bürokratlarınız sizleri yanıltıyor, size
doğru bilgi vermiyor. Nereden mi biliyorum? Komisyonumuza geldiler, bize de
bilgiler verdiler. Birçok yanlış ve kelime oyunları var. Arzu eden herkese uzun
uzun ne olduğunu anlatırım. Yenilenebilir enerji kaynaklarımızın
değerlendirilmesi durumunda, 2030 yılında bile elektrik talebimizin 2 katını
karşılayacak kadar yenilenebilir enerji kaynağımız var. Ben bir bilim insanıyım
ve bunları size tek tek ispat ederim. Ayrıca enerji tasarrufu ve kaçak
kayıpların önlenmesiyle dört nükleer santralden elde edilecek enerjiyi
sağlayabilirsiniz.
Gelin,
küçük bir hesap yapalım. 2020 yılında -hadi çok uzağa gitmeyelim, hani “2023”
diyorsunuz ya- enerji ihtiyacımız ne kadar? Sizin Bakanlığınız diyor ki: “400 terawattsaat.” Peki, yılda 350 gün ve günde 7,5 saat güneş
gören ülkemizde yılda ne kadar enerji üretilebilir biliyor musunuz? Tam 400 terawattsaat yani tam ihtiyacımız kadar. Rüzgârı,
jeotermali, hele hele o iğrenç fosil yakıtları hiç saymıyorum bile. Bunları da
katarsam eğer sadece yenilenebilirle 2 kat enerjiyi
elde ediyoruz.
Neymiş
efendim, bürokratlarınız size diyormuş ki bu çok pahalıymış, çok zormuş.
Zorlukları aşmak için iktidar oldunuz değerli milletvekilleri. Bu zorlukları
aşacaksınız kardeşim. Küçücük bebekleri kanser yapmak yerine zorlukları aşmak
mecburiyetindesiniz, başka çareniz yok. Etrafınıza bir bakın, millet ne
yapıyor? Almanya’nın Libya’da ne işi var? Ben size söyleyeyim: Libya çöllerine
tam on iki tane güneş enerji santrali kuruyor ve bize elektrik satacak. Bu neye
benzer biliyor musunuz? Kutuplara gidip buzdolabı satmaya benzer. Lütfen,
kimseyi aptal yerine koymayın.
Nükleer
santrallerin finansmanı, işletimi, söküm maliyeti yüksektir, teknolojik olarak
tamamen dışa bağımlıdır. Radyoaktif atık sorunu çözülememiştir. Bu atıklar,
bakın, binlerce değil milyonlarca yıl yok olmuyorlar. Üretim güvenliği düşüktür,
kaza riski yüksektir. Nükleer santraller yüzünden ekolojik
denge bozulur. Olası bir sızıntı durumunda çok sayıda insan ölür, daha
fazlası da kanser olur. DNA kırılmaları nedeniyle bu kanserler nesilden nesle
aktarılır.
Buradan
Sayın Başbakana sesleniyorum: Sayın Başbakan, siz çok yakın zamanda bir kanser
korkusu yaşadınız. Bunun ne demek olduğunu siz ve sizi gerçekten çok iyi
sevenler bilirler. Şimdi bu kanser korkusunu Mersin halkına nasıl reva
görüyorsunuz? Bunu bir düşünün.
Sızıntı
olmasa bile nükleer santral çevresinde lösemi insidansı,
lösemi sıklığı 2,2 kat artmıştır. Bakın, buraya nükleer santral kurduğunuzda
tarım olumsuz etkilenecek, kimse buradan sebze-meyve almayacak; turizm olumsuz
etkilenecek, hiçbir turist gelmeyecek. Nükleer santrali soğutmak için denizi
kullanacaksınız, denizin sıcaklığı 2 derece artacak ve burada hiçbir canlı
yaşamayacak. Bu nedenle, artık, tüm dünya bunlardan vazgeçiyor, siz de
bunlardan vazgeçmek zorundasınız.
Dönün
Rusya ile yaptığınız anlaşmaya bakın. Bakın, en pahalı enerjiyi alacaksınız, en
pahalı. On beş yıl alım garantisi verdiniz Rusya’ya, on beş yıl. Herkes, tüm
dünyada nükleer enerjiyi 6-7 sente alırken biz 13,3, dikkat edin sayın
milletvekilleri, siz hesaptan iyi anlarsınız, 13,3 sente biz alacağız. On beş yılda
yaklaşık 71 milyar doları Ruslara vereceğiz.
Şimdi,
size soruyorum Allah aşkına, Allah aşkına iyi düşünün ve kendinize karşı dürüst
olun: Hangi biriniz evinizin yakınına nükleer santral ister? Allah aşkına ya!
Bakın, biriniz el kaldırmıyor. Allah aşkına, hangi biriniz eviniziniz yanına
nükleer santral istersiniz? Bir kişi el kaldırdı. Hayırlı uğurlu olsun, senin
evinin yanına yapalım nükleer santrali.
Bakın,
afetlerden siz sorumlu değilsiniz ama santralden siz sorumlu olacaksınız.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Atıcı.
Hükûmet
adına Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Taner Yıldız.
Buyurun
Sayın Yıldız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ENERJİ
VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; Sayın Aytuğ Atıcı’nın gündem dışı konuşmalarda söz aldığı Mersin Akkuyu nükleer güç santralleriyle alakalı Hükûmetimiz adına
bir kısım konulara değinme ihtiyacı hissettim. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii,
bilim adamı olmak hepimizin ulaşmak istediği bir yerdir ama bilim adamı
oluyorum derken halkımızı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu yanlış
yönlendirmek doğru olmaz.
Şimdi,
bu meseleyi subjektif ve hissî bakarak çözemeyiz.
Dünyaya bir baktığımızda, bu nükleer güç santralleri kırk-kırk beş yıldan bu
yana dünyada uygulanıyor. 442 tane şu anda nükleer güç santrali var. Bu 442
tane nükleer güç santralinin yarısı 3 tane ülkede: Amerika Birleşik Devletleri,
Japonya ve Fransa. 30 tane ayrı ülkede bulunuyor bu nükleer güç santralleri ve
gelişmişlik endekslerine baktığımızda, hemen hemen G-20 ülkeleri içerisinde
nükleer santrali olmayan 1 veya 2 tane ülke var.
Değerli
arkadaşlar, tabii ki, Türkiye on yıl öncesinin Türkiye’si değil. Gayrisafi yurt
içi hasılası 3 katına çıktı ve önümüzdeki on bir yıllık hedefte de inşallah bir
3 katına kadar daha çıkarmayı düşünüyoruz. Hedefimiz bu. Mademki bu hedefimiz
var, buna uygun davranmamız lazım.
Şimdi,
bakın bir kısım rakamlardan bahsedildi. Gerçekten ama gerçekten çok üzüldüm.
Yani biz yenilenebilir enerji kaynaklarıyla alakalı ister su ister rüzgâr ister
güneş ister jeotermal isterse biokütle, hangisi olursa olsun, her bir kaynağın
sonuna kadar kullanılmasından yanayız. Bu bizim yerli kaynağımız, yenilenebilir
kaynağımız, aynı zamanda yenilenemeyen ama yerli kaynağımız olan kömür var.
Bunu da geliştirmemiz lazım. Hedeflerimiz bunlar. Ancak, her bir enerji
kaynağının birinin diğerine göre avantajları ve dezavantajları var. Eğer siz
güneşin yerine nükleer santrali veya nükleer santral yerine güneşi ikame etmeye
çalışıyorsanız, bu yanlış bir şey arkadaşlar. Şimdi, her birinin ayrı önemi
var. Her birinin kendine has bir gerçeği var. Rüzgâr santrallerinin önünü
açıyoruz biz değil mi? 20 bin megavat yapacağız dedik, 20 bin megavatlık
santralin, RES’in ortalama 8.640 saat içerisinde
2.200-2.500 saat civarında enerji alabiliyorsunuz. Yani rüzgâr estiği zaman
alabiliyorsunuz, rüzgâr esmediği zaman alamıyorsunuz. Ben şimdi bir
sanayicimize, meskenimize diyebilir miyim lütfen bekleyin üç saat sonra rüzgâr
esecek? Ben bunu diyemem ama biz buna rağmen RES’lerin
bu Türkiye için son derece gerekli olduğuna inanıyoruz ve lisanslamayla alakalı
çalışmalarımızın önemli bir kısmı bitti, 12 bin megavatlık da bir rüzgâr
santrali dört yıl içerisinde inşa edilmiş olacak. Şimdi, bunun yeri ayrı ama
bir projeyi yapmak diğerinden vazgeçmek anlamına gelmiyor çünkü Türkiye’nin her
bir yönüyle gelişmesiyle beraber bunları karşılayabilecek durumda olması lazım.
Eğer siz güneş santrallerini 400 milyar kilovatsaat elde edeceğim diye
yaparsanız ne tarım arazisi bırakırsınız ne sit alanı bırakırsınız ne mera
vasfını kaybetmemiş arazi bırakırsınız ne kültür varlıkları ne tabiat
varlıkları, hiçbir şey bırakmış olmazsınız. Bunların her birisinin bir denge
içerisinde olması lazım geldiğini, bütün, enerjiyle uğraşanlar bilirler. Baz
yük nedir, onun üzerine konulabilecek yükler nedir; bunların her birisi tek tek
konuyor.
Bakın,
Almanya’yla İspanya hem rüzgâr hem de güneş santrallerini geliştiren iki tane
gelişmiş ülkedir, değil mi? Her ikisinin de nükleer santrali var. Almanya’nın
nükleer santrali toplam elde ettiği elektriğin yüzde 27’sini karşılıyor. Bunlar
küçük rakamlar değil, son derece ciddi rakamlar. Peki, Türkiye'nin, ülkemizin
denize olan kıyısı 8.484 kilometre. Ben diyorum ki hem yeşili değerlendirelim,
turizm varlıklarımızı değerlendirelim; üç tane medeniyetin geçtiği ülkemizdeki
bu kültür varlıklarına sahip çıkalım -eyvallah- çevremize sahip çıkalım -tabii
ki doğru, biz bunu yapacağız- ama müsaade edin de enerji kaynaklarına da sahip
çıkalım. Sorum şu: Niçin Paris’in 90 kilometre çapında olduğu yerde 7 tane
nükleer güç santrali turizme mâni olmuyor da Türkiye’deki yapılan nükleer güç
santrali turizme mâni oluyor? Bana mantıklı bir cevabını verin lütfen. Paris şu
anda dünyanın en fazla turist çeken şehridir, 55 milyon turist çeker.
Türkiye'nin -hemen hemen 30 milyon kabul edersek- neredeyse 2 katına yakın
turisti bir şehir çekiyor. 70 kilometre yakınında nükleer santral var. Yani
Paris’e gelen turist tedirgin olmuyor, bizim Mersin’e gelecek olan turist
tedirgin olacak! Böyle bir şey yok arkadaşlar. Şimdi, hem doğru oturup hem de
doğru konuşmamız lazım.
“13,3
sent” dediniz, sürçülisan olduğu kanaatindeyim. 12,3 sentler civarında -12,35
olarak- biz anlaşmamızı yaptık. Şimdi, finanstan anlayanlar çok iyi bilirler.
2019 yılında işletmeye alınacak olan, on beş yıl boyunca, alım garantisi
müddeti boyunca sabit fiyatlı olacak olan rakamın bugüne indirgenmiş değeri
6,40 dolar/senttir arkadaşlar. Eğer bana benzer bir fiyat getirebiliyorsanız,
yarından itibaren o görüşmelere ben tekrar başlarım ama bu fiyatı söyleyen
arkadaşımızın aynı zamanda şunu söylemesi lazım, çok ama çok önemli bir
noktadır bu: “Alım garantileri bittikten sonra, nükleer güç santralleri amortismanlarını itfa ettikten sonra, buradan elde edilecek
her 100 dolarlık kârın 20 doları, yani yüzde 20’si Türkiye Cumhuriyeti
hazinesine aktarılacak paradır. Yani biz buna… Verdiğiniz örnekler, 6 sent, 8
sentler, vardır dünyada bu rakamlar, doğrudur ama finansmanını ödersiniz. 21
milyar dolar ödersiniz, hazinenizi borçlanma limitleri dâhilinde
borçlandırırsınız, faizleriniz 1,5 puan civarında artar, bu cebinizden
aldığınızı zannettiğiniz rakamı diğer cebinizden fazlasıyla verirsiniz ama
bunların hesabını yapmış olmazsınız. Bunlar doğru şeyler değil.
O
yüzden “Evinizin yanına yaptırır mısınız?” derseniz. Bugün, Kashiwazaki,
dünyanın en büyük nükleer güç santrali Japonya’dadır. Yanına gidin, bir tane ev
değil, kasaba değil, normalde bir şehir vardır. Paris’in yakınına bakın,
İspanya’da bakın, Brüksel’de bakın, toplam elektriğin, tedarik edilen
elektriğin yüzde 82’si, yüzde 76’sı bu dediğim ülkelerde nükleer güç
santralleri tarafından karşılanmaktadır. Evet, kayıp-kaçakla alakalı bizim
hedeflerimiz var, tasarruf miktarlarımız var, bunları yapacağız ama bunu
yapmak, dediğim gibi, diğerine mâni olmak anlamına gelmez.
Bir
traktör fabrikasında 5.100 tane parça var arkadaşlar, bir binek otomobilde
10.200 civarında parça var, bunların yapılması, sanayimize kazandırılması nasıl
bizim için artıysa nükleer güç santrallerinin de yaklaşık 510 bin adet parçası
var. Şimdi, biz, Rusya’yla anlaşmada diyoruz ki: “Ne kadar iade olacak?” “Ne
kadarını yapabiliyorsanız o kadar iade olacak.” dediler. Yapamadığımız parçanın
yerlisi olur mu? Şimdi, bize yeni bir hedef konuyor, 2023 yılına kadar Türkiye
nükleer güç santralleriyle alakalı parçaları yerli sanayisinde yapmış olsun, şu
anki sanayileşmenin yaklaşık 3 katı kadar bir hedefe ulaşmış olacak.
Yalnızca
elektrik temini değildir nükleer güç santralleri, yalnızca bir elektrik sorunu
değildir, aynı zamanda bir sanayileşme sorunudur. Güney Kore’nin 1970’li
yıllardaki rakamlarına bakın lütfen. Güney Kore’nin 1950’li yıllarda -52’de,
54’te malumunuz biz oraya gittik ve bizzat da o savaşa katıldık- gayrisafi yurt
içi hasılası ve kişi başına düşen millî geliri bizimkinden daha düşüktü ama
iğneden ipliğe kadar 71-72 yılında yüzde 100’ünü Westhinghouse’dan
aldılar. Şimdi, yüzde 100’ünü yapıyorlar ve 27’nci santrallerine sahipler, dış
ülkeye teklif verebiliyorlar. Şimdi, Türkiye, yalnızca vücuduyla beraber değil,
beyniyle beraber büyüdüğünde obezite olmaz, gerçekten
o zaman büyümüş olur ve Türkiye, mühendisliğiyle beraber, teknik ekipleriyle
beraber, beyniyle beraber büyüyebilecek bir kapasiteye ve kabiliyete sahiptir.
Ben
diyorum ki, bizim yaklaşık 8.648 kilometre civarındaki kıyımızda 46 tane
enerjiyle alakalı müracaat var arkadaşlar, 46 tane de itiraz var. Bunda bir
gariplik yok mu? Bunda bir gariplik var. Hadi kardeşim, 20’sine itiraz ettin,
diğerlerine niye itiraz ediyorsun? Ben özetini çıkartıyorum: Bu itiraz o
yapılan projeye olan itiraz değildir, ülkenin kalkınmasına yapılan itirazdır.
Kusura bakmayın, biz de buna müsaade etmeyeceğiz.
Ben
bütün bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Gündem
dışı üçüncü söz Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıl dönümü münasebetiyle söz
isteyen Ağrı Milletvekili Sayın Ekrem Çelebi’ye aittir.
Buyurun
Sayın Çelebi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Efendim?
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Sayın Bakan, bilim adamı kimliğimle halkı yanılttığımı ileri
sürdü. İzniniz olursa Başkanım, bir açıklama yapmak isterim.
BAŞKAN
– Şimdi ben hatibi çağırdım.
Buyurun.
3.- Ağrı Milletvekili Ekrem Çelebi’nin,
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
EKREM
ÇELEBİ (Ağrı) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu hakkında gündem
dışı konuşma yapmak üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Tarih,
bir tecrübe alanıdır. Bu alandan ders almasını bilmek, buradan hisseler
çıkarabilmek çok önemlidir. Millî şairimiz Mehmet Âkif
Ersoy’un da çarpıcı bir şekilde ifade ettiği gibi “Tarihi tekerrür diye tarif
ediyorlar, ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?” II. Abdülhamit ise “Tarih
değil, hatalar tekerrür ediyor.” demiştir. Bunlar “Tarih bize neden gerekiyor?”
sorusuna verilmiş cevaplardır.
1000-2000
arasındaki yüzyıllarda dünya iki büyük imparatorluğa sahne oldu. Bu iki büyük
imparatorluğu da biz kurduk. 1071’de Doğu Anadolu’da Sultan Alparslan’ın
Malazgirt Savaşı’nın ilk komutunu verdiği ve beyaz elbiselerini giyip iki rekât
namaz kıldığı yer, benim memleketim Ağrı’nın Patnos ilçesinin Doğansu köyünde bulunan ve ovaya hâkim olan Grebido Tepesi’dir. Ama tarih bunu Malazgirt Meydan
Muharebesi olarak yazıyor ve biz de bunu böyle kabul ediyoruz.
Hepinizin
malumu olduğu üzere Anadolu, 1071’lerden sonra İslam’la tanışmaya başlamıştır.
Bu fetih anlayışıyla Anadolu bizim kılınmış, Anadolu milletimizin ana vatanı
olmuş, bu tarihten bu yana bölünmeden, parçalanmadan, imparatorlukların kalbi,
bedeni ve gücü olmuştur. Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi 1299’dur. Oysa bu
tarihe karşı olan bir diğer görüş ise hicri 699 yılını esas alan görüştür.
Bunun miladi karşılığı 27 Ocak 1300 tarihidir ve Sultan Abdülhamit Han’ın da
tespit ettirdiği tarih budur. Bu tarih, 20’nci yüzyıla kadar dünyaya nizam
veren bir devletin doğuşu demektir. Bir beyliğin imparatorluk, bir aşiretin
millet olmaya başlamasının ilk adımıdır.
Tarih,
olaylar ve insanlar bahçesidir. Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen güzel
görür, güzel gören hayatından lezzet alır. İşte biz, girdiğimiz Osmanlı tarih
bahçesinde sadece olumsuzluklara değil, açmış çiçeklere ve kokan güllere de
bakacağız.
Makam
için fetva veren Turşucuzadelerin yanında; Kanuni’ye
karşı çekinmeden “Padişah emriyle nameşru olan nesne
meşru olamaz.” diyerek haykıran Ebüssuud’dan, Torlak
Kemal ve Mithat Paşaların yanında; Molla Fenari’den
ve Ahmed Cevdet Paşa’dan, devleti perişan eden
Talat-Enver-Cemal üçlüsünün yanında Piri Mehmed Paşa
ve Köprülü Mehmed Paşa’dan, körü körüne ilmî
gelişmelere karşı gelen Kadızadelerin yanında Lagari
Hasan Çelebi ve İsmail Gelenbevi’den de
bahsedeceğiz.
Bir
zamanlar, Avrupa’nın büyük devletlerine karşı savaşan ordumuzda Kur’an’dan
alınan şu inanç vardı: “Ben ölsem şehidim, öldürsem gaziyim.”
Gerçekten
Kosova Muharebesi’ne çıkan Murad Hüdavendigâr: “Ya
Rab! Beni din yolunda şehit, ahirette sait eyle.”
demiş ve bu duası da gerçekleşmiştir.
Bu
ruh ile şahlanan şanlı ecdadımız, şevk ve aşk ile ölümün yüzüne gülerek bakmış
daima Avrupa’yı titretmiştir. Hangi duygu bu manevi değerlerin yerine ikame
edilebilir? Hiçbir dünyevi duygu ve arzu bunun yerini alamaz. Bu iman ve
idealin istikametinde yürüyen “devleti ebed müddet”
asırlarca üç kıtaya hükmetmiştir ve medeniyet götürmüştür.
Bu
şanlı tarihin ilk temelinin nasıl atıldığını ise 1071’de Malazgirt’te konuşan
ve sesi tarihin derinliklerinden bize akseden Sultan Alparslan’dan dinleyelim:
“Din ve devlet yolunda sırf Allah rızası için savaşacağız. Eğer şehit düşersem
vurulduğum yere gömünüz, bir adım geriye bir adım ileriye bile değil. Hükümdar
olarak değil, bir er gibi din ve devlet için dövüşeceğim.”
Bu
sesi duyan ve bu ruhla Osmanlı Devleti’ni kuran Osman Bey de ölüm döşeğinde
aynı ruhu oğlu Orhan’a da aşılamaktadır: “Oğlum, mesleğimiz Allah yoludur. Kuru
kavga değildir”.
Bir
milletin maddi bataryaları ne kadar modern silahlarla mücehhez olursa olsun ve
o millet isterse imparatorluk seviyesine yükselsin, manevi bataryaları boş
olduğu müddetçe o millet yıkılmaya mahkûmdur.
Osmanlı
bu kubbede hoş bir seda bırakıp gitti.
Şimdi Türkiye’yi konuşma zamanı, şimdi Türkiye'yi büyük kılma zamanı,
Osmanlı'nın ihtişamını aşma zamanı. Eğer Osmanlı'dan bahsedeceksek, Osmanlı
kadar dünya siyasetinde etkili ve belirleyici olmaktan bahsedebileceksek şuna
uymamız lazım: Allah'a şükürler olsun ki artık Türkiye Cumhuriyeti, Sayın
Başbakanımızın liderliğinde, rüzgârın götürdüğü yere savrulan bir ülke değil,
kendi rüzgârına ülkeleri, siyaseti, dünya dengesini katan bir ülke. AK PARTİ
ile rüzgâr yön değiştirdi. Bunları tarih yazacak, Osmanlıyı nasıl yazmışsa
tarih, bugünleri de yazacak… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Çelebi.
EKREM
ÇELEBİ (Devamla) – Sayın Başkanım, o zaman, şu kısa paragrafı okuyabilir miyim?
BAŞKAN
– Hiç yapmadım, yapmıyoruz.
EKREM
ÇELEBİ (Devamla) – Şunu okumak istiyorum.
BAŞKAN
– Bana niye soruyorsunuz, süreniz bitti, isterseniz… Bir şey diyemem.
EKREM
ÇELEBİ (Devamla) – Konuşmanın sonuna gelmişken son olarak Osmanlı’yı şöyle
özetlemek isterim: Osmanlı sanattır, Osmanlı marifettir, Osmanlı ilmin tezahür
ettiği medeniyet kaynağıdır, edebi terbiyedir, Osmanlının beyni hak ve
adalettir, kalbi imandır, tezahürü emniyet, şefkat ve merhamettir.
Osmanlıyı
kuran büyüklerimizi, cumhuriyeti bize bırakan önderlerimizi ve tüm ecdadımızı
rahmetle anıyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Çelebi.
Buyurun
Sayın Aytuğ Atıcı.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcı’nın, yapmış olduğu gündem dışı konuşmasına Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı Taner Yıldız’ın verdiği cevapta ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı
görüşleri kendisine atfetmesine ilişkin açıklaması
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, Sayın Bakan, bilim adamı olarak sizleri yanılttığımı veya
yanıltmaya çalıştığımı söyledi.
Sayın
Bakan, gerçekten bilim yoluna kendini adamış insanlar, insanları bilerek
yanıltmazlar ancak kim insanı yanıltır biliyor musunuz? Gözünü para bürümüş,
hırsları aklının önüne geçmiş ve göbeğinden dışa bağımlı, çaresiz olan insanlar
bilirler yanılttıklarını ve bile bile -eğer vicdan varsa- bazen de içleri kan
ağlayarak insanları yanıltırlar. Ben sizin böyle yaptığınızı söylemiyorum,
sakın beni yanlış anlamayın ama eğer yanıltan birileri varsa bu kişiler
onlardır.
Bakın,
siz dediniz ki: “Herkes, her önüne gelen nükleer santral yapıyor.” Hayır, tam
tersi, Avrupa ülkelerinin tamamı, nükleer santralden belli bir program
dâhilinde vazgeçiyor, bu programları az gelişmiş ülkelere yaptırtmaya
çalışıyorlar. Sadece bir dakika elli bir saniyem kaldığı için uzun uzun
anlatmayacağım ama lütfedin, ne olur, bizi davet edin bir araya gelelim, siz
yoğunsanız arkadaşlarla bir araya gelelim bizim bilgi dağarcığımızdakileri
sizlere anlatalım.
Bakın,
biz muhalefet partileri elbette ki iktidar partisine vurmaktan keyif alırız,
yanlış yaptığınız zaman basarız yaygarayı. Bu, öyle bir konu değil. İnanın bu
muhalefet edilecek bir konu değil. Bu bir insanlık konusu. Oradaki
bir sızıntıdan sonra siz nasıl dersiniz ki “İnsanlar etkilenmez.” Allah aşkına.
Siz nasıl dersiniz ki Fransa’ya turist gidermiş de bize niye gelmezmiş? Yahu
siz Fransa’daki, Avrupa’daki lobiciliği bilmiyor musunuz? Sen buraya nükleer
santrali kurduğun an Yunanistan başta olmak üzere, İtalya başta olmak üzere
“Orada nükleer santral var, gitmeyin.” diye yaygara koparacaklar mı,
koparmayacaklar mı?
12,3
sente anlaştığınızı çok iyi biliyorum, KDV’sini söylemeyi unuttunuz. O yüzden,
bu daha da fazla bir rakam olacaktır. “Bana daha düşük bir fiyat getirin.”
diyorsunuz, gelmez, daha düşük bir fiyat gelmez çünkü burada başka, geri planda
başka işler var. Elbette ki gelmez, getirmeyeceğiz çünkü biz bunu toptan
reddediyoruz. “Finansman düşük.” diyorsunuz Sayın Bakan. Finansman düşük filan
değil. “Bizim ödemelerimiz yani 71 milyar dolarımız gittikten sonra kâr
edeceğiz.” diyorsunuz ama etmeyeceğiz. Güneşe eğer yatırım yaparsak. Bakın,
matematikçiler bilirler, eksponansiyel olarak üretim
fiyatı çok ciddi düşecektir. Ne olur buraya gelin. Nükleer santral dışa
bağımlıdır. Biz enerjide yerli, yenilenebilir şeyleri kullanmak istiyoruz, dışa
bağımlı olmak istemiyoruz. Biz nükleer santral yapamayız, yapamayacağımız için
Rusya’ya el açtık, avuç açtık, gel buraya nükleer santral… Siz zannediyor
musunuz ki nükleer teknolojiyi bize öğretecekler? Ama Allah sizi şaşırttı
galiba. Dedi ki: Sadece elektrik sorunu değil sanayileşme. Eğer bunun arkasında
silah varsa biz zaten buna karşıyız. Biz yerel değil ülkenin kalkınmasını, hem
yerelin hem ülkenin kalkınmasını istiyoruz.
Çok
teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Yerinizden.
Üç
dakika sonra kapatacağız, eşitlik var biliyorsunuz.
2.- Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldız’ın, kimsenin kötü niyetli olmadığına, iktidarın ve muhalefetin
ülkemiz adına mutlaka bir şeyler söyleyeceğine ve teknik hatalar olursa da
karşılıklı düzeltileceğine ilişkin açıklaması
ENERJİ
VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) - Hayhay.
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; tabii ben burada kimsenin kötü niyetli olduğunu
söyleyemem yani ister iktidar ister muhalefet mutlaka ülkemiz adına bir şeyler
söylemeye çalışıyoruz ama teknik bir hata varsa da onu karşılıklı tabii ki
düzeltmek zorundayız.
Arkadaşlar,
şimdi, güneş enerjisinin, Mersin Akkuyu’ya yapmayı
planladığımız nükleer güç santrali... Bakın, rüzgârı savunan, güneşi savunan ve
yerli kaynaklarımızı savunan birisi olarak söylüyorum, bunların hiçbirisinden
vazgeçmeyeceğiz. Yerli ve yenilenebilir kaynaklarımızın her birisini yapmamız
lazım, bunda hemfikiriz ancak Türkiye'nin büyüme hızı bizim yenilenebilir
enerji kaynaklarımızın büyüme hızından daha büyük. Çok net
bir rakam bu.
Şimdi,
bakın...
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Değil, Sayın Bakan, ispat edeyim size.
ENERJİ
VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Arkadaşlar, ben, yaklaşık...
Yani bunları söylememiz, kendi adıma ayıp şeyler. Ben de otuz yıllık mühendisim
ve tamamen enerji sektörünün içerisindeyim. Şimdi, arkadaşlar, bunu, sizinle bir
yemekte karşılıklı, beraber rakamları paylaşırız.
Söylemek
istediğim konu şudur: Bir nükleer güç santralinin ürettiği enerji yaklaşık 8
bin saattir bir yılda. 5 bin megavatlık yaptığınız nükleer güç santralini 8 bin
saatle, yaklaşık, çarptığınızda 40 milyar kilovatsaat enerji elde edersiniz.
Yani şu anki Türkiye'nin tükettiği elektriğin yaklaşık beşte 1’i kadardır bu.
Biz, bu inşa hâline geldiğinde de yaklaşık onda 1’i kadar elektriği bu nükleer
güç santralinden üretmiş olacağız.
Yaklaşık
2,5 megavatlık 10 bin tane rüzgârgülünün... Bakın 10 bin adet, şu anda
Türkiye’deki sayısı 6.600 civarındadır, 10 bin adet direkten üretilecek rüzgâr
enerjisinin karşılığı hemen hemen bu rakamlar kadardır. Dedim ya her birinin
avantajı ve dezavantajı var.
Şimdi,
biz, 12,35 sentten bunu ödediğimizde... Biz kömürden veya güneşten ödediğimizde
on yıllık alım garantisi veriyoruz bize müracaat etmeleri hâlinde. 13,3 dolar
senttir ve Almanya’da 800 saattir bunun ışınımı ve 50 milyar euroluk sübvansiyonla beraber yapmaktadırlar. Sizin güneşi
finanse ettiğiniz rakam, aynı zamanda vatandaştan tarife yoluyla aldığınız
rakamdır. Yani bir ucuna bakarken diğer ucunu ihmal etmemek
lazım. Biz, şu anda Avrupa’da güneşe en uygun ve en ucuz fiyat veren
ülkeyiz, bunun faydasını hep beraber göreceğiz, vatandaşlarımızla beraber
göreceğiz.
Ben
son olarak, sürem bittiği için, şöyle bir toparlama yapmak isterim: Ne yerli
kaynaklarımızdan ne yenilenebilir kaynaklarımızdan vazgeçmeyeceğiz, biz bunları
yapacağız ama Türkiye daha hızlı büyüyor. O yüzden hepsini beraber
gerçekleştireceğiz.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Gündeme
geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
26 milletvekilinin, doktorların ve diğer sağlık personelinin güvenlik
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/118)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemizde,
hekime ve diğer sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının sayısı gün
geçtikçe artmaktadır. Giderek yaygınlaşan ve telafisi mümkün olmayan sonuçlar
doğuran şiddet olayları yüzünden sağlık çalışanlarının sağlığı bozulmuştur.
Şiddet olaylarının nedenlerinin araştırılması, çözüm yollarının bulunması ve
şiddeti önleyici politikaların oluşturulması amacıyla TBMM İçtüzüğünün 104 ve
105. Maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla.
Gerekçe:
AKP
Hükûmetinin "Sağlıkta Dönüşüm" adıyla yürüttüğü sağlık politikası
yerleştikçe, sağlık çalışanlarına yönelik fiziksel, sözlü, psikolojik ve
ekonomik şiddet olayları giderek artmakta ve bu konudaki haberler yazılı ve
görsel basında giderek artan sayıda yer almaktadır.
Tabip
odalarına ve diğer sağlık meslek kuruluşlarına başvurarak şiddete uğradığını
bildiren ve destek isteyen sağlık çalışanı sayısı çığ gibi büyümüştür. Sağlıkta
şiddet sağlık çalışanlarının ve kamuoyunun gündeminde üst sıralara yerleşmiştir.
Nedeni ne olursa olsun şiddetin mazur görülmesi olası değildir.
Ne
yazık ki Sağlık Bakanının ve zaman zaman Başbakanın ucuz politikalarla ve
gerçekleri saptırarak sağlık çalışanlarını hedef göstermesi nedeniyle sağlık
alanında yaşanan sorunlar sağlık emekçilerine mal edilmiştir. Şiddete maruz
kalan ve sürekli olarak şiddete uğrama korkusuyla yaşayan sağlık çalışanlarının
çalışma şevkleri kırılmıştır. Bu durum "defansif
tıp uygulamaları" adı verilen bir durumu ortaya çıkarmış ve sağlık
çalışanları hastalara dokunmaktan âdeta korkar hâle gelmiştir. Tüm bu
sorunlardan hastalar zarar görmektedir.
Sağlık
çalışanlarında, risk almamak adına tedavisi zor olan hastaları başka merkezlere
gönderme eğilimleri başlamıştır. Bununla birlikte diğer branşlardan daha çok konsültasyon isteme, daha çok tetkikle kendi savunma
dosyasını sağlam tutma gayreti gibi maliyet-fayda oranlarının sınırlarını
zorlayan yöntemlere başvurma eğiliminin de arttığı görülmektedir. Yani sağlık
çalışanları sadece hastasını düşünmek yerine şiddete uğrama korkusuyla gereksiz
birçok şeyi düşünür hâle getirilmiştir.
AKP
iktidarının ürünü "Sağlıkta Şiddet” bilimsel kongre ve sempozyumların
konusu olacak kadar önemli bir boyut kazanmıştır. Hatta bu sempozyumların
bir kısmına Sayın Sağlık Bakanı da katılmıştır.
AKP
iktidarının sağlıkta dönüşüm adıyla hekime dayattığı "düşük ücret ve
performans uygulaması", vatandaşa dayattığı "katkı payı
uygulaması" sonucunda, hastaların yaklaşık üçte biri acil servislere
başvurmaya başlamıştır. Böylece gerçekten acil sorunu olan hastaya verilen
hizmetin kalitesi düşmüştür. Bu uygulamalarla acil servislerde hastaların
bekleme süresi giderek artarken, doktorların hastalara ayırdığı zaman
azalmaktadır. Bu durum şiddeti artıran en önemli nedenlerden biridir.
Sonuç
olarak Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın toplumu hasta ettiği bunun sonucu olarak,
sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin arttığı anlaşılmaktadır. Sağlık
çalışanlarının güvenlik kaygılarının topluma sağlık sorunu olarak geri dönmesi
büyük önem arz etmektedir.
1-
Aytuğ Atıcı (Mersin)
2-
Tolga Çandar (Muğla)
3-
Özgür Özel (Manisa)
4-
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
5-
Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
6-
Atilla Kart (Konya)
7-
Aylin Nazlıaka (Ankara)
8-
İzzet Çetin (Ankara)
9-
Bülent Tezcan (Aydın)
10-
Celal Dinçer (İstanbul)
11-
Muharrem Işık (Erzincan)
12-
Bülent Kuşoğlu (Ankara)
13-
Veli Ağbaba (Malatya)
14-
Salih Fırat (Adıyaman)
15-
Gürkut Acar (Antalya)
16-
Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
17-
Arif Bulut (Antalya)
18-
Hurşit Güneş (Kocaeli)
19-
Erdal Aksünger (İzmir)
20-
Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
21-
Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
22-
Ahmet Toptaş (Afyonkarahisar)
23-
Aykut Erdoğdu (İstanbul)
24-
Selahattin Karaahmetoğlu (Giresun)
25-
Ramis Topal (Amasya)
26-
Ali Serindağ (Gaziantep)
27-
Doğan Şafak (Niğde)
2.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz
ve 22 milletvekilinin, ülkemizde yaşanan çevre sorunlarının ve özellikle
Küçükçekmece Gölü’ndeki kirliliğin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/119)
18/10/2011
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Göl,
nehir, okyanus, deniz ve yeraltı suları gibi su barındıran havzalarda görülen
kirliliğe genel olarak su kirliliği denmektedir. Her çeşit su kirliliği,
kirliliğin bulunduğu havzanın çevresinde veya içinde yaşayan tüm canlılara
zarar verdiği gibi, çeşitli türlerin ve biyolojik toplulukların yok olmasına
ortam hazırlar. Su kirliliği, içinde
zararlı bileşenler barındıran atık suların, yeterli arıtım işleminden
geçmeksizin havzalara boşaltılmasıyla meydana gelir.
Su
kirliliği, küresel olarak büyük bir sorun olduğu gibi, birçok ölüm ve salgın
hastalık olaylarının nedeni olarak görülmektedir. Günde 14 bin insan doğrudan
veya dolaylı olarak su kirliliğinin neden olduğu hastalıklar sonucunda yaşamını
yitirmektedir. Ayrıca, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerde bu kirliliğin
azaltılması için çalışmalar yapılmaktadır.
Su
kirliliği kavramı, genel olarak insanların neden olduğu etkenlerden dolayı
oluşan kirliliği tanımlamak için kullanılır. Ancak kimi zamanlarda bazı canlı türlerindeki
bozulan dengeler sonucunda da diğer canlılarca su kirliliği oluşabilmektedir.
Doğal yoldan oluşan su kirliliğinin nedenleri arasında yanardağlar, aşırı alg
üremesi, rüzgârlar ve depremler yer almaktadır.
İstanbul
Küçükçekmece Gölü ve çevresi; Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana geleneksel
olarak dinlenme, eğlenme ve rekreasyon bölgesi olarak
önemini korumuştur. Aynı zamanda bu göl, ilçenin en önemli simgelerinden biri
hâline gelmiştir.
Küçükçekmece
Gölü, son zamanlarda adından kirlilikle söz ettirmeye başlamıştır. Benzer bir
durum 1970'lerde, 90'ların sonunda ve 2000'in ilk yıllarında da kendini
göstermiş ve göl zehir saçan bir yer hâline gelmiştir. Gölde son 20 yıldan
fazla süredir denize girilmesi sakıncalı, deniz ürünlerinin yenilmesi sağlık
açısından tehlikeli hâle gelmiştir. Marmara'da canlı yaşamının hemen hemen
tükenmesine ve ekolojik bir felakete neden olan bu
kirlilik İlçede ve ulusal kamuoyunda panik havasının doğmasına neden olmuştur.
Gölde
yaşanan kirliliğin en önemli nedenleri arasında evsel ve endüstriyel atıkların
uzun süredir arıtmaya tabi tutulmadan Küçükçekmece Gölü'ne bırakılması ve gölün
gerektiği gibi korunamaması gelmektedir. Ayrıca; gölü besleyen üç derede aşırı
kirlenme söz konusudur. Yıllardır süregelen kaçak yapılaşma, evsel ve sanayi
atıklarının arıtılmadan deşarj edilmesi nedeniyle gölün ekolojik
dengesi bozulmuştur. Küçükçekmece Gölü, Haliç'ten sonra belki en önemli
kirlilik yüklerini taşıyan doğal sistem hâline gelmiştir. Gölde yaşanan renk değişikliği,balık ölümlerinin
artması ve kuş türlerinde görülen azalma civarda yaşayan yurttaşlarımızı da
korkutmaktadır.
Sivil
toplum örgütleri, meslek odaları ve gönüllüler Küçükçekmece Gölü'nün kirliliği
konusunda çeşitli girişimlerde bulunsa da bunlar yetersiz kalmaktadır. Yöneticilerin
uyarılması ve daha sistemli, büyük girişimlerin gerekliliği açıktır. Meslek
odalarının ve konunun uzmanlarının uyarıları da bu doğrultudadır. Özelde
Küçükçekmece Gölü'nün kurtarılması için yeterli çabanın gösterilmemesi ve
genelde çevre politikalarının eksikliği sorunların temelinde yatan nedenler
olarak belirtilmektedir.
Ülkemizde
yaşanan çevre sorunlarının ve özelde Küçükçekmece Gölü'nde yaşanan kirliliğin
nedenlerinin araştırılması ve bunlara çözüm yolu bulunması amacıyla Anayasa'nın
98. ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105. maddeleri
gereğince Meclis Araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.
1-
Ali Özgündüz (İstanbul)
2-
Atilla Kart (Konya)
3-
Turgut Dibek (Kırklareli)
4-
Ali Rıza Öztürk (Mersin)
5-
Veli Ağbaba (Malatya)
6-
Celal Dinçer (İstanbul)
7-
Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
8-
Candan Yüceer (Tekirdağ)
9-
Malik Ecder Özdemir (Sivas)
10-
Hurşit Güneş (Kocaeli)
11-
Rıza Türmen (İzmir)
12
- Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul)
13-
Ahmet İhsan Kalkavan (Samsun)
14-
Bülent Tezcan (Aydın)
15-
Gürkut Acar (Antalya)
16-
Muharrem Işık (Erzincan)
17-
Salih Fırat (Adıyaman)
18-
Erdal Aksünger (İzmir)
19-
Tolga Çandar (Muğla)
20-
Aylin Nazlıaka (Ankara)
21-
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
22-
Arif Bulut (Antalya)
23-
Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
3.- Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir ve 20 milletvekilinin, Sivas’ta meydana gelen
elektrik kesintilerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/120)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Elektrik
kullanımı hava, su, gıda gibi yaşamsal ihtiyaçlardan biri haline gelmiştir.
Elektrik enerjisi evde, iş yerinde, sanayide kaliteli, ucuz ve 24 saat
kesintisiz olmalıdır. Son günlerde sıkça yaşanan elektrik kesintileri
vatandaşları bezdirmiştir. Mevcut nakil hatları, şehir şebeke hatları, dağıtım
trafoları çok eski olduğundan, trafolarda yanmalar meydana gelmekte, kayıp ve
kaçaklar olmaktadır Hâl böyle olunca, sık sık yaşanan kesintiler olağan hâle
gelmiştir. Kaliteli bir enerji için kaliteli eleman, kaliteli malzeme, üretim
ve kaliteli tüketim olması şarttır.
Diğer
illerimizde olduğu gibi, Sivas ilimizde de, dağıtım işini özel şirketler
yapmaktadır. Divriği, Kangal ve diğer ilçelerimizde, yoğun elektrik
kesintileri, sanayide ve konutlarda elektronik cihazların bozulmasına neden
olmaktadır. Bu durum zaten kısıtlı geliri olan, yöre halkına maddi külfetler
yüklemiştir. Bu konu ile ilgili yoğun şikâyetler almaktayım. Vatandaşlarımız sorunların
çözümü konusunda, mülki amirliklere başvurmaktadırlar. Fakat yöneticiler, bu
konuda denetim ve talimat yetkilerinin olmadığı cevabını vermektedirler.
Şikâyetleri konusunda, dağıtım yapan firmalara yönlendirme yapılmaktadır.
Vatandaşlarımız sorunlarının çözümü için, yetkili bir mercii görmek istiyorlar.
Yasal bir değişiklik yapılarak, mülki amirlere şirketlerin denetim ve talimat
yetkisi verilmelidir.
Anlaşılan
odur ki; şirketler protokolde ki hükümlülüklerini yerine getirmemektedirler.
Oysa rutin bakımlar yapılması, yeterli teknik eleman çalıştırılması, arızalara
en kısa sürede müdahale edilmesi gibi yükümlülükleri yerine getirme
zorunlulukları vardır. Aksi durumda, sözleşmenin iptali ve zararların tazmini,
ilgili firmalardan karşılanmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde, sorumluluk
hükümete ait olacaktır. Bu durum devleti zorda bırakacağı gibi, hukuksal olarak
ta tüketicilere tazminat yolunu açacaktır.
Vatandaşlarımızı
maddi olarak zarara uğratan, mağdur eden kesintilerin neden kaynaklandığını,
maddi zararların tespiti ve ödenmesi, dağıtımı yapan şirketlerin protokoldeki
yükümlülüklerini yerine getirip getirmediklerini, ihmalleri olup olmadığını,
elektrikte yaşanan kayıp ve kaçakların araştırılması, gerekli önlemlerin
alınması ve bu sorunların çözüm önerilerinin tespiti amacıyla Anayasa'nın 98.
ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105. maddeleri gereği
Meclis Araştırması açılmasını saygılarımla arz ve talep ederim. 04.10.2011
1)
Malik Ecder Özdemir (Sivas)
2)
Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul)
3
) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
4)
Atilla Kart (Konya)
5)
Celal Dinçer (İstanbul)
6)
Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
7)
Candan Yüceer (Tekirdağ)
8)
Ferit Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul)
9)
Turgut Dibek (Kırklareli)
10)
Ahmet İhsan Kalkavan (Samsun)
11)
Bülent Tezcan (Aydın)
12)
Gürkut Acar (Antalya)
13)
Muharrem Işık (Erzincan)
14)
Salih Fırat (Adıyaman)
15)
Hurşit Güneş (Kocaeli)
16)
Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
17)
Erdal Aksünger (İzmir)
18)
Tolga Çandar (Muğla)
19)
Aylin Nazlıaka (Ankara)
20)
Arif Bulut (Antalya)
21)
Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
BAŞKAN-
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza
sunacağım.
B) Tezkereler
1.- TBMM Dışişleri Komisyonu
üyelerinden oluşan bir heyetin, Kosova Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Albin Kurti'nin vaki davetine
icabetle Kosova'ya resmî ziyarette bulunmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/738)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir heyetin, Kosova
Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Albin Kurti'nin vaki davetine icabetle Kosova'ya bir resmî
ziyaret gerçekleştirmesi öngörülmektedir.
Söz
konusu heyetin Kosova ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış
İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 6. maddesi uyarınca Genel Kurulun
tasviplerine sunulur.
Cemil
Çiçek
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
OKTAY
VURAL (İzmir)- Karar yeter sayısı…
BAŞKAN
– Karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime
on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 13.53
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.05
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ),
Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 57’nci Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Başkanlığın
tezkeresinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi,
tezkereyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, kabul edilmiştir.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine
göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza
sunacağım:
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri
1.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz
ve arkadaşları tarafından, “3’üncü Boğaz köprüsü konusunda sorunların neler
olduğunun araştırılması” hakkında verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin,
26/1/2012 Perşembe günkü birleşimde okunmasına ve
görüşmelerinin aynı birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
26.01.2012
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu; 26.01.2012 Perşembe günü (Bugün) toplanamadığından, Grubumuzun
aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına
sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Muharrem
İnce
Yalova
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
İstanbul
Milletvekili Ali Özgündüz ve arkadaşları tarafından, 4 Kasım 2011 tarihinde,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına “3. Boğaz köprüsü konusunda
sorunların neler olduğunun araştırılması” hakkında verilmiş olan Meclis
Araştırma Önergesinin, (119 sıra nolu) Genel Kurul’un
bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 26.01.2012
Perşembe günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli
birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN
– Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin lehinde ilk söz, İstanbul
Milletvekili Sayın Ali Özgündüz’de.
Buyurun
Sayın Özgündüz. (CHP sıralarından alkışlar)
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, bugünlerde üçüncü köprü biliyorsunuz gündemi oluşturmaktadır. Biz,
bu konuda Sayın Ulaştırma Bakanının cevaplaması istemiyle 26 Temmuz 2011
tarihinde bir soru önergesi verdik, bugüne kadar hâlen ne yazık ki soru önergemize
cevap verilmedi. Orada “Bu konunun çevresel etki değerlendirmesi yapılsın,
İstanbul’a ne gibi olumlu, olumsuz katkıları vardır? Bu konularda herhangi bir
araştırma yapılmış mıdır? Bu üçüncü köprü ihalesinde Yüksek Planlama Kurulu ve
Devlet Planlama Teşkilatı niçin devre dışı bırakılmıştır? Ülkemizin çok ciddi
cari açığı varken bunun kaynağı nereden bulunacaktır?” gibi sorular sorduk ama
bugüne kadar bu soru önergemize cevap verilmediğinden bu konuda bir Meclis
araştırması açılması için bugün grup önerimizin lehinde söz almış
bulunmaktayım.
Değerli
arkadaşlar, size bazı istatistikler vereceğim bu köprüyle ilgili. Birinci
köprünün yapımından sonra köprüden geçen taşıt sayısı yüzde 200 artarken,
taşınan yolcu sayısında sadece yüzde 4’lük bir artış olmuştur.
Yine,
ikinci köprü yapıldıktan sonra taşıt sayısında yüzde 1.180 artış olurken yolcu
sayısında sadece yüzde 170’lik bir artış olmuştur. Dolayısıyla bu
göstermektedir ki aslında köprüler daha çok taşıt trafiğine dönüktür, yolcu
trafiğine dönük değildir.
Yine,
bu köprü transit taşımacılıkta kullanılmak istenmektedir güzergâh olarak, bu da
dolayısıyla İstanbul’un şehir içi trafiğinde herhangi bir iyileştirmeye olumlu
katkı sağlamayacaktır. Bu köprü aynı zamanda İstanbul’un plansız bir şekilde
büyümesine neden olacaktır. İstanbul, Büyükşehir Belediyesinin yaptığı öngörüye
göre 12-13 milyonda tutulması gereken bir şehirdir ancak bu köprüyle birlikte,
nüfus 20 milyona ulaşabilir. Değerli Gazeteci Metin Münir’in bir yazısında
dediği gibi korkunç senaryo, cinnet senaryosu 23 milyondur. İstanbul nüfusunun
23 milyona çıkması, bu şekilde, bu köprüyle birlikte sağlanabilir. Bu durumda,
İstanbul, Türkiye’yi ayakta tutan İstanbul batar.
Dolayısıyla,
değerli arkadaşlar, bu köprünün güzergâhının çok iyi hesaplanması, çevre ve
şehircilik açısından doğru bir seçim olup olmadığı yönünde mutlaka uzmanların
görüşünün alınması zorunludur.
Değerli
milletvekilleri, bu köprüye, Devlet Planlama Müsteşarlığı, geçtiğimiz ocak
ayında, İstanbul’un trafik sorununa çare olmayacağı gerekçesiyle karşı
çıkmıştır. Yine, Karayolları, mutlaka, bağımsız ulaşım ve şehircilik uzmanları
tarafından bu yönde bir rapor alınmasını gerekli görmektedir.
Devlet
Planlama Teşkilatının raporuna göre, Boğaziçi Köprüsü’nden geçen trafiğin yüzde
99’u şehir içi ve bölgesel yani komşu illerden gelen trafiktir, transit trafik
sadece yüzde 1-2 civarındadır. Bu durumda, Garipçe-Poyrazköy
mevkinde yapılması planlanan üçüncü köprünün, şehir
içi trafiğine rahatlatıcı hiçbir etkisi olmayacaktır; raylı sistem öngörülmediği
için genel ulaşım sorununa da hiçbir katkısı ne yazık ki olmayacaktır.
Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarı Kemal Madenoğlu, 11 Ocak 2010’da, projenin sahibi
Karayollarına bir mektup yollayarak, kurumun sakat ve eksik bulduğu noktaların
altını çizdi, bu projenin bir kez daha değerlendirilmesini istedi. Ancak,
Ulaştırma Bakanımız Sayın Binali Yıldırım, DPT’nin bu uyarısını dinlemeyerek
“Bu sene içinde ihale etmeyi hedefliyoruz.” dedi; ihaleye çıktı, biliyorsunuz,
teklif gelmedi. Şimdi de Sayın Bakan diyor ki: “Öz kaynaklarımızla bu köprüyü
yapacağız.”
Değerli
arkadaşlar, şu anda İstanbul’un birinci önceliği deprem midir yoksa üçüncü
köprü müdür? Lütfen, yani elinizi vicdanınıza koyun, düşünün. İstanbul’da
beklenen deprem olursa yüz binlerce insanın ölümünden ve şehrin tümüyle
çökmesinden bahsediliyor. Allah korusun, böyle bir durum olursa, bakın,
İstanbul Türkiye’yi ayağa kaldırabilir ama bütün Türkiye toplansa İstanbul’u
ayağa kaldıramaz.
Dolayısıyla,
gelin, buraya ayıracağınız kaynağı, köprü için ayıracağınız kaynağı depremle
mücadele için, depreme karşı düzenlemeler için harcayalım. Bu daha çok, ülkenin
ve İstanbul’un hayrınadır diye düşünüyorum.
HÜSEYİN
FİLİZ (Çankırı) – Trafiği nasıl çözeceksiniz?
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, “Trafiği nasıl rahatlatacağız?”
diyorsunuz. Bakın, trafiği rahatlatmanın yolu var. Biz, bakın, raylı sistemi
mutlaka şey yapmalıyız. Deniz ulaşımını bir alternatif ulaşım aracı olarak
kullanmanız lazım. İstanbul’un ortasından deniz geçiyor, Boğaz var. Yani deniz
ulaşımı kullanalım, yüzer viyadükler kullanalım. Bizim
Cumhuriyet Halk Partisinin seçim bildirgesinde var yüzer viyadükler,
raylı sistem. Yeni köprülerin, mevcut köprülerin iyileştirilmesi,
genişletilmesi, bu şekilde trafiğe katkıda bulunulabilinir.
Metro
yapalım; daha az maliyetle daha çok yolcu taşımasıyla trafiğe daha çok katkıda
bulunacaktır ama “Öncelik” derseniz, benim açımdan, İstanbul halkı açısından
öncelik köprü değildir, ulaşım bile değildir biliyor musunuz, depremdir,
beklenen depremdir. Dolayısıyla deprem için öncelikle tedbirler alalım.
Arkadaşlar,
yani felaket olur, Allah korusun. Yani bekleniyor, bütün bilim adamları diyor
ki: “Efendim, Marmara depremi olacak.” Yüz binlerce insanın zarar göreceği,
binlerce binanın yıkılacağı, köprülerin zarar göreceği… Gelin, buna karşı
tedbir alalım. Birinci önceliğimiz üçüncü köprü değil.
Poyrazköy-Garipçe
arasından, bakın, bu kuzeye doğru şehri genişletiyorsunuz. Yani çok ciddi nüfus
artışı olacak; 20-23 milyon nüfustan bahsediliyor. Milyarlarca dolarlık rant sağlanacak. Yani kuzeye doğru, şu anda İstanbul’un içme
suyu havzaları, yeşil alanları, İstanbul’un ciğerleri olan ormanlar yok
edilecek. Gelin, yapmayın. Yani bu hem İstanbul’a kötülüktür hem ülkeye
kötülüktür.
Dolayısıyla
biz diyoruz ki değerli arkadaşlar, bu konuda bir Meclis araştırması yapalım.
Yani en yüksek organ olan yüce Meclis bu konuyu enine boyuna uzmanlarla
birlikte tartışsın. Bakalım, eğer faydalıysa güzergâhı uygun belirleyelim
yapılsın ancak değilse başka alternatif çözüm önerileri üretelim. Bunun için de
Meclis araştırması açılması gerekiyor. E, Meclis araştırma önergesi veriyoruz,
yani lütfen… Şimdi aleyhte söz istemişsiniz, neyin aleyhinde? Niye
araştırılmasın? Yani İstanbul’un çok önemli sorunları varken şu anda “üçüncü
köprü” diye dayatıp “öz kaynakla yapacağız” demenin bir mantığı yok ki. Yani siz nereden yapacaksınız? 80 milyar
dolar cari açığınız
var. Nereden bulacaksınız kaynağı? Yani yeni baştan bir yük mü
getireceksiniz?
AHMET
YENİ (Samsun) – Siz iki köprüye de karşı çıktınız.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (Devamla) – Efendim, bakın, biz köprüye karşı değiliz. Bakın, biz,
bilimsel araştırmalar yapılmadan…
AHMET
YENİ (Samsun) – Siz iki köprüye de karşı çıktınız.
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Bilimsel içeriği olmayan yüklemler.
RAMAZAN
KERİM ÖZKAN (Burdur) – Yapın, dördüncüyü de yapın beşinciyi de yapın!
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (Devamla) – Devlet Planlama Teşkilatı karşı çıkıyor değerli
milletvekilleri, Karayolları karşı çıkıyor, ÇED Çevre Değerlendirme Raporu
alınmamıştır, böyle bir şey olur mu? Yani böyle bir anlayış olur mu?
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Bilimsel içeriği yok.
AHMET
YENİ (Samsun) – İki köprüye de karşı çıktınız.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (Devamla) – Yani, araştırılsın diyoruz.
BAŞKAN
– Sayın Yeni, lütfen…
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (Devamla) – Araştırılsın diyoruz.
Siz,
bakın, bütün bu konuyla ilgilenen yazar-çizer arkadaşlar buna karşı çeşitli
yazılar yazmıştır. Mehveş Evin olsun, efendim, Metin Münir olsun bu konuda
defalarca yazılar yazmıştır.
Dolayısıyla,
gelin, değerli arkadaşlar, bu konuda bir Meclis araştırması açalım, İstanbul’un
önceliklerini tespit edelim. Siz, hep işiniz gücünüz rant
olduğu için buradan da bir rant doğurma peşindesiniz. Yazıktır, günahtır. 350
milyar dolarlık ranttan bahsediliyor bu şeyin
sonucunda, üçüncü köprüyle birlikte doğacak, yaratılacağı tahmin edilen
ranttır. Ama konunun uzmanları, meslek odaları, dernekler, sivil toplum
örgütleri hepsi karşı çıkmaktadır.
Bu
nedenle, bu üçüncü köprünün yapımının gerekli olup olmadığı ve ne gibi sorunlar
getireceği konusunda İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci
maddeleri gereğince Meclis araştırmasının açılmasına uygun oyu vereceğinizi
düşünerek hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Özgündüz.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu önerisinin aleyhinde, Rize Milletvekili Sayın Nusret
Bayraktar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
NUSRET
BAYRAKTAR (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Cumhuriyet
Halk Partisi grup önerisinin bugün gündeme alınmasının karşısında olarak AK
PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İstanbul’un
1994 yılında öne çıkan beş önemli sorunu vardı. O gün birinci sorun susuzluktu,
ikinci sorun yolsuzluktu, üçüncü sorun çevre kirliliği, hava kirliliğiydi,
dördüncü sorun çarpık yapılaşmaydı, beşinci sorun trafik idi. Şimdi, 94’ten bu
yana yapılan düzenlemeler ve çalışmalar sonucu bahsettiğimiz dört önemli alt
sorun biraz geri planlara kaldı. Birinci sorun trafiktir ve ulaşımdır. Birinci
sorun…
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Birinci sorun depremdir.
NUSRET
BAYRAKTAR (Devamla) – Müsaade edin. Bakın, ben sonuna kadar saygıyla dinledim.
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Yanlış bilgi veriyorsunuz.
NUSRET
BAYRAKTAR (Devamla) – Lütfen müsaade edin, sonuna kadar saygıyla dinledim, siz
de lütfen saygıyla dinleyin.
Şimdi
ise, İstanbul’u… Evet, deprem ve depreme hazırlıkla ilgili konu son derece
önemlidir, aynen katılıyorum. Uzun yıllardan bu yana da yaptığımız çalışmalar
ortadadır. Şu anda Çevre ve Şehircilik Bakanlığının yaptığı çalışmalar ve yeni
yasal düzenlemeler, birlikte alacağımız kararlarla dönüşüm ve depreme hazırlık
konusunda gereken yapılacak. Maalesef çarpık yapılaşmalara karşı alınması
gereken tedbirlerde “TOKİ gelecek, elinizdeki evleri alacak.” diyen muhalefeti
de unutmamak lazım. Dönüşüm yapmak için fedakârlık yapmak lazım, vatandaşı
korkutmamak lazım, ürkütmemek lazım. Vatandaşla olan karşılıklı anlaşma
vatandaş mağduriyetine sebebiyet vermeden yaşanılabilir bir kenti oluşturmak
yerel yönetim ve merkezî yönetimlerin görevidir, biz de bunları yapmaya çalışıyoruz.
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – On yedi senede bir örnek verin.
NUSRET
BAYRAKTAR (Devamla) – Ama İstanbul’un bir numaralı sorunu trafik olduğuna göre
şu an, İstanbul’da mevcut şartlarda 3 milyonun üstünde araç var. Bu araçların
-takribî olarak söylüyorum- 1,5 milyonu seyir hâlindedir ve 1’inci köprüye
karşı çıkıldı, 2’nci köprüye karşı çıkıldı… Raylı sistem doğrudur ama raylı
sistem… Yüz elli yıldan bu yana hayal edilen Marmaray Projesi ancak AK PARTİ
döneminde temeli atıldı 2007’de, 2013’te hizmete girecek. Hem lastik tekerlekli
araçların geçişi hem de raylı sistemle ilgili. Bu köprünün ihalesinin biraz
ertelenmesinin gerekçelerinden biri de sadece lastik tekerlekli sistemin değil
yanına raylı sistemin de ilave edilmesi suretiyle kuzeyden geçen, hem
İstanbul’un mevcut iş bünyesindeki trafik sirkülasyonunun
rahatlaması. Uluslararası, şu an yüzde 1, yüzde 2 söyleniyor, bu hızla gelişen
Türkiye’de, yüzde 7, yüzde 8 gelişen Türkiye’de on yıl sonra İstanbul’un
trafiği ve uluslararası transit taşımacılığın, uluslararası değil ulusal
transit taşımacılığın ne olacağını düşünmenizi istiyorum.
Ben
2002 yılında iktidara geldiğimiz dönem İstanbul’dan Ankara’ya gelirken yolda
bir tek tıra rastlamıyordum ama şimdi tırlardan dolayı özellikle İzmit
otoyolunda -iki gidiş iki geliş- İzmit’in kuzeyi Gebze’den Akyazı’ya kadar
trafiğe bir bakın. On yıl sonra ne olacak?
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Yanlış şehircilik politikaları. Kendi yanlışınızı
düzeltmeye çalışıyorsunuz.
NUSRET
BAYRAKTAR (Devamla) – Bugün temelini atmazsak, üçüncü köprüyle ilgili
hazırlıkları geliştirmezsek -bakın ömründe belli bir kısıtlama oldu, 1’inci
Boğaz Köprüsü’ne bakım yapılacak- bakım yapılacağı esnada bu köprünün yükünü
kim kaldıracak? Marmaray ne zaman hizmete girecek de bunlarla ilgili şu andaki
trafik artışına cevap verecek?
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – On yedi senedir siz yönetiyorsunuz İstanbul’u.
BAŞKAN
– Sayın Eyidoğan, lütfen…
NUSRET
BAYRAKTAR (Devamla) – Şimdi, ben vaktimin elverdiği ölçülerde size Kuzey
Marmara Projesi’yle ilgili kısa bilgiler vereyim.
Bahse
konu projedeki kriterler şöyle: 6 adet alternatifli
proje hazırlanmıştır. Çevresel boyut, su ve orman kaynaklarının korunması, hava
ve gürültü kirliliği, tarihî yapılar ve sit alanları, işletme maliyeti,
akaryakıt, amortisman ve iş gücü, diğer trafik
sistemleriyle uyum, mevcut durum ve gelişim planlarına uyumluluk, mevcut şehir
içi trafik yükünün azaltılması, yol ağına katkısı, yeni sanayi ve yerleşim
alanları üzerindeki etkisi, kamulaştırma ve arazi kullanımında ve inşaat
maliyetlerinde Kuzey Marmara Otoyolu kapsamında yukarıda bahsedilen kriterler
göz önüne alınarak 6 güzergâhın 6’ncısı Garipçe-Poyraz arasındaki geçiş uygun
görülmüştür.
Böylece
bu güzergâh su kaynakları ve orman alanlarının korunmasında en az zarar veren,
hava ve gürültü kirliliğine ise etki etmemesi, güzergâh, tarihî yapılar ve sit
alanlarına etki etmeyecek kadar az olması, şehir içi trafik yükünün
azaltılmasına, bölgedeki yol ağlarının ve bölgesel gelişimine katkı
sağlayacağı…
Bu,
Türkiye’nin sadece kendi iç projesi değil. İpek yolu bağlamında Avrupa’nın
Asya’ya bağlanacağı ulusal ve uluslararası bir köprü olacağını düşünmemiz
gerekir ve bu konularla ilgili ÇED raporu alınmadığı söyleniyor. Oysa Karayolu
aslında projeye karşı değil. Karayolu yapım süreci içerisindeki detay
çalışmaları yaparken 1’inci, 2’nci, 3’üncü, 4’üncü, 5’inci alternatifler
üzerinde çalışma yaparak 17/7/2008 tarih ve 26939
sayılı ÇED Yönetmeliği’nin geçici 3’üncü maddesi uyarınca ÇED Yönetmeliği
hükümlerine tabi olmadığı belirtilmiş olmasına rağmen uluslararası
yap-işlet-devret modeliyle bir kredi alımı söz konusu olabileceği kanaatiyle
şimdi ÇED raporunun alınması hususunda da çalışmalar devam ediyor.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Ama “öz kaynak” dedi Sayın Bakan, ne olacak?
NUSRET
BAYRAKTAR (Devamla) – Tüm otoyol projelerinde güzergâh alternatif çalışmaları
aşamasında kurumumuz tarafından ilgili tüm kurum ve kuruluşlara -valilikler,
belediyeler, askerî birimler, il çevre ve orman müdürlükleri, kültür ve tabiat
varlıklarını koruma kurulları, Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürlüğü,
söz konusu diğer buna benzer kuruluşlar- otoyol koridorunda mevcut ve planlanan
tüm yapı ve varlıklarla ilgili görüşleri sorulmakta, mutabakata varıldıktan
sonra Kuzey Marmara Otoyolu, üçüncü boğaz köprüsü geçişiyle ilgili projenin
kesinleşmesine yönelik kararlar verilmektedir. Çevresel
açıdan önem arz eden Belgrad ormanları, Fatih ormanları ve Polonezköy
Millî Parkı gibi orman alanları ile tarihî değeri olan yapıların korunması
temel hedef alınmış…
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Su havzalarını nasıl koruyacaksınız? Yanlış
bilgilendiriyorsunuz toplumu!
NUSRET
BAYRAKTAR (Devamla) – …bu bölgelerde kesilecek ağaç kadar bölgedeki kömür
ocakları ve maden ocaklarından oluşmuş, tahrip edilmiş alanlara, alanların
üzerinden geçeceği gibi bu alanlarda fazla miktarda ağaçlandırma çalışması
yapılması esas alınmıştır.
Değerli
arkadaşlar, seçilmiş olan bu güzergâh aslında şu anki şartlarda en uygun
olduğu, alternatifler çerçevesinde kabul görmüş ve buna firmaların da önerisi
doğrultusunda raylı sistemin ilave edilmesi hususu biraz öne çıkınca ihale
şartları ve ihaleye girenlerin tekliflerinin biraz uzatılması hususunda
talepleri olmuştur. Yakın bir gelecekte millî kaynaktan mı yoksa yine krediyle
mi olacağı net, kesin olmamakla birlikte “Bütçe açığı ve cari açığa sebep
olacak.” diyenlere sormak lazım. Bütçe açığına sebep olan, cari açığa sebep
olan en önemli unsur enerji maliyetlerindeki dışa bağımlılığımızdır ve burada
40 milyar dolar yılda enerjiyle ilgili dışa verdiğimiz dövizin geriye
kazanılması için HES projelerini gündeme getiriyoruz -25 milyar dolar- HES de
çevreyi kirletiyor. Elbette her yatırımın artısı vardır, belli oranda da eksisi
de vardır. Madem teknolojik gelişmeler ve dünya gelişmeleri bu boyutta
ilerliyor, telefonu kullanmadan yapamıyoruz, otomobili kullanmadan yapamıyoruz,
elektriği kullanmadan yapamıyoruz, yolları kullanmadan yapamıyoruz, araba
almadan yapamıyoruz; o hâlde bunlara, çevreye en az zarar verecek, halkın
ihtiyaçlarına en çok cevap verecek bir düzenlemeyi de birlikte yapmak
mecburiyetindeyiz. Yoksa İstanbul’da trafiğin sıkışması sonucu kaybedilen
zaman, çevre kirliliğine etkisi…
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Bakın, köprü demek trafik demektir.
NUSRET
BAYRAKTAR (Devamla) – …artı, dışa bağımlıyız dediğimiz petrol kaynaklarına
vermiş olduğumuz paraları da düşündüğünüz zaman, işte cari açıkla ilgili konular
burada da gündeme geliyor. Kaldı ki Türkiye'nin gelişmesi ve kalkınması, bu
sistemin de üstesinden gelebilecek bir boyuta geldiğimizi unutmamamız gerekir.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sayın Vekil,
Karayolları Genel Müdürü bile “Bir kez daha değerlendirin.” diyor, lütfen ya…
NUSRET
BAYRAKTAR (Devamla) – Değerlendiriliyor.
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Hangi bilim adamlarıyla değerlendiriyorsunuz?
NUSRET
BAYRAKTAR (Devamla) – Bakın, plansız büyüme ve kontrolsüz gelişmeden
bahsediliyor. Hem merkezî yönetim olarak aldığımız kararlara -Türk Ceza
Kanunu’nun 183’üncü maddesi, bakanlıklara verdiğimiz yetkiler ve bakanlıkların
yaptığı denetimler- hem de yerel yönetimlere verdiğimiz yetki ve denetimler
sonucu bütün siyasi partilerin Meclis üyeleri tarafından alınan ve alınmış olan
proje kararlarına itirazlar vardır, hukuki sistemle müdahaleler vardır.
Kontrolünü yapmadığınız zaman tabii ki bölgede haksız rant
elde edilir.
İstanbul’un
yoğunluğunu azaltabilmenin yolu, doğduğu yerde doyamayan Anadolu halkının
İstanbul’a değil, göç ederek değil, Anadolu’da da yatırım yapılmak suretiyle
geriye dönüşünü teşvik etmektir.
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Niye yapmadınız on senedir? Şimdi mi aklınız başınıza
geldi?
NUSRET
BAYRAKTAR (Devamla) – Geriye dönüşü teşvik etmek için üniversitelerin açılması,
yolların yapılması, hastanelerin yapılması, okulların yapılması, tünellerin
yapılması ve insanlarımızın doğduğu yerde mutlu olabileceği yatırımlar
hususunda AK PARTİ’nin ne yaptığını bütün dünya
biliyor.
Biz
bir yandan üçüncü boğaz köprüsü, bir yandan Marmaray, bir yandan raylı sistem,
bir yandan İstanbul’un dağlarını tünellerle bağlama, bir yandan da kuzey-güney
bağlantısı gibi -ki Ovit Tüneli, 15 kilometre gidiş
geliş, kuzeyi Mardin’e ve Orta Doğu’ya bağlayacak- tünellerle Türkiye’yi ulaşım
arterleri açısından dünya literatüründe öne çıkartmış
oluyoruz.
Hava
yollarıyla taşımacılık yapılıyor, deniz yollarıyla yapılıyor, kara yollarıyla
da yapılıyor ama büyüyecek olan gelecek Türkiyesi’ne
cevap verecek yatırımları yapmak zorunda olduğumuzu hatırlatıyor, bu bakımdan…
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Geneli bırakın, İstanbul’daki üçüncü köprüyü konuşun!
NUSRET
BAYRAKTAR (Devamla) – …bu konunun bugün gündeme alınması hususunun karşısında
olduğumuzu belirterek hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Niye karşısındasınız? Bırakın araştırılsın!
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Bayraktar.
Cumhuriyet
Halk Partisi grup önerisinin lehinde İstanbul Milletvekili Sayın Sebahat
Tuncel.
Buyurun
Sayın Tuncel.
SEBAHAT
TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk
Partisinin vermiş olduğu önerge üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi adına söz
almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Çevre düzeni planını yaptınız, terk ediyorsunuz. On yedi
yıldır yönetiyorsunuz…
NUSRET
BAYRAKTAR (Rize) – Terk etmiyoruz, hayır, değişimi…
BAŞKAN
– Sayın Eyidoğan ve Sayın Bayraktar, isterseniz
dışarı çıkıp konuşun, Sayın Hatibin sesini duyamıyorum ben sizden dolayı.
SEBAHAT
TUNCEL (Devamla) – Aslında bu kürsüden daha önce de Barış ve Demokrasi Partisi
olarak İstanbul’da üçüncü köprüye ilişkin yaklaşımımızı ifade etmiştik. İstanbul’un
trafik sorununu çözecek olan üçüncü köprü değil, aslında, İstanbul’un trafik
meselesinde İstanbul’u gerçekten yeniden ele alan bir perspektifin daha
gerçekçi olacağını ifade etmiştik. Bu açıdan Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş
olduğu araştırma önergesi önemli ancak ne sonuç ortaya çıkaracak belli değil
çünkü geçen gün Başbakan açıklama yaptı, biliyorsunuz üçüncü köprüde ihaleye
katılan firma olmadığı için bunu devlet bütçesinden karşılayacaklarını ifade
ettiler. Dolayısıyla “Atı alan Üsküdar’ı geçmiş!” gibi bir durum var, bizim
burada tartışmamız ne işe yarayacak bilemiyoruz ama yine de kamuoyunu
bilgilendirmek, bu konuda neden karşı olduğumuzu ifade etmek açısından bunu bir
fırsat olarak değerlendiriyoruz.
Şimdi,
trafik sorununa baktığımızda İstanbul’da kara ulaşımı toplamda yüzde 88,3,
deniz ulaşımı yüzde 3,3, raylı sistem yüzde 8,4 dolayısıyla çok alternatifsiz
değiliz. İlla üçüncü köprüyü yaparak bu işi, trafik sorununu çözeceğiz gibi bir
yaklaşım doğru değil.
Biraz
önce iktidar partisinden sayın milletvekilinin ifade ettiği gibi, doğru,
İstanbul gelişmek durumunda, geleceği düşünmek durumundayız, trafiğinden
tutalım hava kirliliğine kadar, iş yaşamına kadar her şeyi düşünmek
durumundayız ama burada baktığımız nokta, baktığımız pencere önemli. AKP
İktidarı hep rant penceresinden baktığı için bütün
alanlara nasıl rant elde edebiliriz noktasında bakıyor. O açıdan ortaya çıkan
durum hep bir tahribat oluyor, hem insanlık adına hem doğa adına böyle bir
tahribatla karşı karşıya kalıyoruz.
Sayın
milletvekilleri, devletlerin oluşum süreçlerine göz attığımızda her şeyin
tasnif ile başladığını görürüz. Tasnif edilen kategorilere göre yeniden
düzenlenen alanlardan biri de modernizmin neredeyse
düşman olarak bellediği ve araçsallaştırmakta hiç
tereddüt etmediği doğadır. Doğa kapitalizmin kendini organize edebileceği bir
kaynak olarak insan tarafından araçsallaştırılırken,
insan kendi geleceğini kendi elleriyle yok ettiğini ve sürdürülebilir bir yaşam
politikasını yok saydığını görmezden gelmektedir. Aslında, AKP İktidarı da bunu
görünmez kılmak için elinden geleni süslü sözlerle burada ifade etmektedir.
Tabii
ki, biz İstanbul’un ulaşım sorununun çözülmesi konusunda hemfikiriz; nasıl
çözeceğimiz meselesi önemli. Üçüncü bir köprü mü gerekiyor ya da başka olanaklar
mı gerekiyor, “Bunu böyle yapacağız.” demekten önce bir tartışma yürütmek,
bunun doğaya katkıları nedir, zararları nedir, insanlığa katkıları nedir; bunun
tartışılmasını beklerdik, isterdik ama bunlar yapılmadan nasıl buradan rant elde edebiliriz, nasıl özellikle yandaş kesimlere yeni
rant alanları sağlayabiliriz meselesini öne çıkaran bir yaklaşım içerisinde.
Biz,
Barış ve Demokrasi Partisi olarak bir kez daha, üçüncü köprüye neden karşı
çıktığımızı başlıklar altında ifade etmek istiyoruz: Bunun temel nedeni, doğayı
bir hak öznesi olarak görüyoruz biz, Barış ve Demokrasi Partisi olarak, doğanın
bir rant alanı olarak değil, bir hak öznesi olarak
yaşamımızın temel bir parçası olarak ele alınması gerektiğini, dolayısıyla
21’inci yüzyılda yapacağımız her etkinliğin, doğaya karşı yapacağımız her şeyin
ekolojik dengeyi bozduğunu da göz ardı etmeden ele almak durumundayız.
İstanbul’da
üçüncü köprüye karşı çıkıyoruz bu yüzden. O yüzden derelerimize HES yapılmasına
karşı çıkıyoruz. “Derelerin Kardeşliği Platformu” bu konuda çok iyi çalışmalar
yapıyor. HES, enerji kaynakları açısından çok önemli bir projeymiş gibi sunulsa
da, yaşam alanlarımızın elimizden alınması açısından olumsuz bir projedir. Yine
diyeyim ki, “güvenlik” adı altında barajların yapılmasına karşı çıkıyoruz. İlla
yapılması gerekiyorsa, bu, insanlığın lehine olmak durumundadır.
Üçüncü
köprü konusunda öncelikle itiraz ettiğimiz konulardan birisi, yapılacak,
seçilecek güzergâhın, türlerin yok edilmesi konusunda önemli ve ciddi anlamda ekolojik dengeyi bozacağı konusundaki kaygılarımızdır.
Üçüncü köprünün yapılması planlanan bugünkü alanlarda önemli orman alanları, su
havzaları, kumullar, barajlar, bentler, tabiat parkları, rekreasyon
alanları ile çok sayıda endemik, başka yerde yaşamayan bitki ve hayvan
türlerinden oluşan farklı ekosistemlerin bir arada bulunduğu bütüncül bir
ekolojik alan yer almaktadır. Bu üçüncü köprünün yapılmasıyla birlikte bu
alanlar talan edilmiş olacaktır.
İkincisi,
ısı adası etkisi. Bugün, köprüyü yapanların finansal ve
sosyolojik hesaplar yaparken gözden kaçırdığı bir hesap da İstanbul'da yapılan
üst ölçekli arazi kullanımı ve ulaşım projelerinin doğal çevre üzerindeki
tahribatları ve teşvik ettikleri yeni yapılaşmaların mikroklima
üzerinde yarattığı ısı adası etkisidir. Şehirde etkili olan mikro iklim
üzerinde serinleştirici etkisi olan orman
alanlarının, doğal bitki örtüleriyle kaplı alanların ve yapılaşmamış açık
alanların tahribatı ısı adası etkisini daha da artıracaktır. Boğaz'da yapılması
düşünülen Üçüncü Köprü Projesi ve bağlantı yollarının kısa süre sonra kendi
trafiğini yaratarak egzoz salınımlarını arttıracağı ve yeni yol ve bina
yapılaşmalarını tetikleyerek doğal alan tahribatına yol açacağı düşünüldüğünde
İstanbul üzerindeki ısı adası etkisinin ne kadar katlanacağını da sizlerin
takdirine bırakıyoruz.
Üçüncü
konu, su kaynaklarının tahribatı. Çok büyük bir kısmı su toplama
havzalarında bulunan Üçüncü Boğaz Köprüsü’nün bağlantı yolları İstanbul'un
önemli içme suyu rezervleri olan Ömerli, Elmalı, Darlık, Alibeyköy, Büyükçekmece,
Sazlıdere ve Terkos
havzalarını yoğun yapılaşma baskısı altında bırakacaktır. Ömerli havzasında
1935-1975 yılları arasında nüfusun 4 bin civarından kırk yıl
sonunda yaklaşık 3 kat artarak 10 binin üzerine çıkmasına karşın, 90
sonrası, özellikle TEM otoyolu etkisi ile nüfusun 50 katın üzerinde bir artışla
600 bine yaklaşması İstanbul için yaşamsal öneme sahip havzalardaki nüfus
baskınının ne kadar olduğunu ortaya koymaktadır.
Ne
kadar doğal alan yok olacak; bu da önemli bir itiraz noktası bizim açımızdan.
Köprü ve bağlantı güzergâhları içinde düşünülen 150 metrelik kamulaştırma
işlemi sonucunda hattın geçeceği ve doğrudan, koşulsuz etkilenecek olan bölgede
ise 680 hektar doğal sit alanı, 931 hektar tarım alanı ve 2,5 milyondan fazla
ağaç barındıran 1.453 hektarlık ormanlık alan tamamen ortadan kalkacaktır.
Sayın
milletvekilleri, bunları bile düşündüğünüzde üçüncü köprünün güzergâhının ne
kadar yanlış olduğunu ve derhâl bu projeden vazgeçilmesi gerektiğini, illa bir
köprü yapacaksak bu konuda bu kadar süslü sözler söylemeden önce, yeni bir
araştırma yaparak gerçekten üçüncü köprü nerede olacak sorusuna hep birlikte
cevap bulabiliriz ancak burada AKP İktidarının özellikle “Ben yaptım, oldu.”
gibi yaklaşımı, yine İstanbul için düşündüğü “Çılgın Projeler” İstanbul’un
sorunlarını çözmek yerine daha da ağırlaştıracaktır. Biz
bu yanlıştan AKP Hükûmetinin dönmesi gerektiğini düşünüyoruz çünkü bu ülkede
sadece AKP’liler yaşamıyor ya da bu ülkede sadece üçüncü köprüden yararlanacak
olanlar ya da oradan rant elde edecek olanlar
yaşamıyor; bir bütün bu İstanbul’da yaşayan herkesin sorunudur. Dolayısıyla
İstanbullulara bu konuda soru sorulmalıdır. Eğer AKP Hükûmeti
illa “Köprü yapacağım.” diyorsa bu konuda bugüne kadar uyguladığı yöntemlerden
birisini uygulayabilir, İstanbullulara sorabilir, referandum yapabilir,
İstanbullular üçüncü köprüyü istiyor mu, istemiyor mu. Bu konuda en
azından sorumluluklar da ortaklaştırılabilir.
Bunların
yapılması konusunda biraz önce, sözüme başlamadan önce söylediğim gibi, bizim
konuşmamız ne kadar etkili olacak meselesi tabii tartışılır. Hükûmet sözcüleri
de ifade etti, bu araştırma önergesine “Hayır” diyecekler, öyle görünüyor,
sayısal çoğunluk olarak da bu ifade ediliyor ama bunu bir kez daha tarihe not
düşmek isteriz ki AKP’nin bu projesi dünyada ve Türkiye’de, özellikle
İstanbul’un ekolojik dengesini bozacaktır, insanlığa
hiçbir faydası yoktur, yeni sorunlar ortaya çıkaracaktır, yaşam alanlarımızı
elimizden alacaktır ve bir an önce bu projeden vazgeçilmelidir. Biz, en azından
kendi çapımızda, bu proje konusunda, özellikle seçilen güzergâh konusundaki
itirazlarımızı her fırsatta dile getireceğiz.
Barış
ve Demokrasi Partisi olarak CHP Grubunun vermiş olduğu önergeyi destekliyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Tuncel.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu önerisinin aleyhinde son söz İstanbul Milletvekili Sayın
Erol Kaya’ya aittir.
Buyurun
Sayın Kaya. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
EROL
KAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, kıymetli üyeler; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi tarafından verilen Üçüncü Boğaz Köprüsü’yle ilgili
soruların tespiti ve çözüm yolları konusunda Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergenin aleyhinde söz almış bulunuyorum.
Değerli
arkadaşlar, biliyorsunuz, on iki gün önce İstanbul’da Sayın Başbakanımızın da
iştirakiyle dünyanın en önemli projelerinden biri olan Marmaray’ın ilk kaynak
töreni gerçekleştirildi. Sayın Başbakanımızın da vurguladığı gibi Marmaray
Projesi, İstanbul projesi olmasının ötesinde bir dünya projesidir. Böyle bir
projenin heyecanını hâlâ hissederken bugün burada, İstanbul’a yapılması
planlanan üçüncü köprüyle ilgili olumsuz bir yaklaşım içeren araştırma
önergesiyle karşılaşmış olmak açıkçası, bütün milletimizle birlikte bizi de
üzmüştür. Buradan sözümü hiç eğip bükmeden, imalara, dolaylı ifadelere
başvurmadan ifade etmek istiyorum. Bu önergeyi verenler İstanbul’u da
Türkiye’yi de anlamamış olan, vücutları 2012 yılında kalsa bile düşünceleri
hâlâ 1940’larda, 1960’larda, en iyi ihtimalle 1990’larda kalmış bulunan
kişilerdir. Türkiye'nin geldiği yer, İstanbul’un ulaştığı düzey nasıl üçüncü
havaalanını…
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Bunun bilimle ne alakası var, şehir planlamacılığıyla ne
alakası var, bunu söyleyin.
EROL
KAYA (Devamla) - …Boğaz’ı deniz dibinden geçen raylı sistemi, Avrupa ve Asya
yakasında yüzlerce kilometrelik raylı sistemleri, teknoloji destekli trafik
yönetim sistemlerini gerektiriyorsa aynı şekilde üçüncü köprüyü de
gerektirmektedir. Üçüncü köprünün İstanbul için ihtiyaç olmadığını söyleyebilecek
izan ve vicdan sahibi hiç kimsenin çıkmayacağına inanıyorum. Ha, bu işin
yöntemi, güzergâhı, usulü ile ilgili tartışmalar ayrı bir konu. Biz böyle
düşünürüz, siz başka türlü düşünürsünüz, diğerleriyse daha farklı düşünebilir.
Sonuçta, ihtiyaçlar ve imkânlar bir araya getirilerek çözüm yolu bulunur ve
uygulama aşamasına geçilir. Bu süreç büyük ölçüde teknik bir süreçtir. Bu
sürece ilişkin eleştirileri ve tartışmaları saygıyla karşılamak ama son sözü
sorumlulara bırakmak şüphesiz en doğru yoldur. Oysa araştırma önergesinin
gerekçesine baktığımızda sadece olumsuz görüşlerin zikredildiği, her cümlesi
buram buram “istemezük”
anlayışı kokan bir
metinle karşılaşıyoruz. “Konuyla ilgili farklı görüşlerin alınması…” ifadesinin
gerisine bakıldığında “Nasıl bu projenin tekerine çomak sokabiliriz, önüne set
çekebiliriz, engel olabiliriz?” anlayışı net bir şekilde görülebiliyor.
Geçmişte bu millete yeteri kadar zarar verdiğinizi, insanımızın geleceğini
yeterince kararttığınızı hepimiz biliyoruz. Hiç kusura bakmayın arkadaşlar,
artık aynı garabetin devam etmesine ne milletimiz ne de biz izin vermeyeceğiz.
Birinci köprü size rağmen nasıl yapıldıysa, ikinci köprü size rağmen nasıl
yapıldıysa, İstanbul’daki ve Türkiye’deki pek çok hizmet nasıl size rağmen
yapıldıysa, üçüncü köprü de aynı şekilde yapılacak ve milletimizin hizmetine
sunulacak.
Değerli
arkadaşlarım, CHP’li milletvekili arkadaşlarımız tarafından verilen araştırma
önergesinde, üçüncü köprünün raylı sisteme alternatif gibi gösterilmeye
çalışıldığını görüyoruz. Oysa İstanbul’da gerçekten tarihî önemde bir raylı
sistem seferberliği yaşanıyor. Marmaray, raylı sistem projesinin önemli bir
unsuru. Banliyö hatlarının modernleştirilmesi, raylı sistem
projesinin önemli bir unsuru. Metro ve tramvay hatları, raylı sistem projesinin
önemli unsurları.
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Beş senede rayları bitiremediniz ama.
EROL
KAYA (Devamla) - Yakında hizmete girecek Kartal-Kadıköy metrosu
aynı şekilde. 45 kilometreden 78 kilometreye çıkan İstanbul’daki raylı sistem,
önümüzdeki yıl 213 kilometreye, 2023 yılında 640 kilometreye ulaşacak yani
üçüncü köprü, raylı sistemin alternatifi değildir. Tam tersine, entegre bir çözüm gerektiren İstanbul ulaşımının tamamlayıcı
unsurlarından biridir.
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – 50 kilometre yukarıdaki köprüye nasıl entegrasyon
yapacaksınız?
EROL
KAYA (Devamla) - Araştırma önergesindeki itirazlar, İstanbul ulaşım sorununun
raylı sistemi, denizi, kara yolu, hava yoluyla entegre
çözümlere ihtiyaç duyulduğunu kavrayamayan bir yaklaşımın ürünüdür. Üstelik
bizim ulaşım sorunlarının çözümü konusunda yaklaşımımız sadece İstanbul’a
mahsus da değildir. Türkiye'nin 81 vilayetini, 780 bin kilometrekare vatan
toprağının tamamını kuşatan bir çözüm anlayışıyla yolumuza devam ediyoruz.
Havaalanları, duble yollar, hızlı trenler ve diğer tüm
enstrümanları devreye sokarak Türkiye’de hızlı ve konforlu seyahat ve taşıma
dönemini başlattık. Ankara-Eskişehir, Ankara-Konya hızlı tren hatlarında
seyahat eden vatandaşlarımızın memnuniyetini kendilerinden dinlemenizi lütfen
rica ediyorum. İnşası süren Ankara-Sivas ve Eskişehir-İstanbul hatlarıyla diğer
hızlı tren projeleri tamamlandığında, inanın Türk insanının ülkesine olan
bakışı değişecektir.
Biz
elbette her şeyin mükemmel olduğu iddiasında değiliz ve hiçbir zaman da olmadık
ama bizi eleştirenlerden en azından bizim kadar bu ülkeye ve millete hizmet
etmiş olmalarını beklemek hakkımızdır. Bizi eleştirenlerden en azından bizim
kadar bu ülkeye ve millete hizmet için proje ortaya koymalarını beklemek
hakkımızdır. Bizi eleştirenlerden, olumsuzluk ve eksikler yanında, kendi
orijinal tekliflerini, önerilerini ifade etmelerini beklemek hakkımız olmalı.
Değerli
arkadaşlar, sonuç itibarıyla, biz İstanbul’un ulaşım sorununun çözümü için,
raylı sistem projeleriyle, kara yolu, deniz yolu projeleriyle birlikte üçüncü
köprüyü de hayata geçirmek zorundayız. Bu konuda araştırma önergesinde dile
getirilen eleştirilerin hiçbiri de üstesinden gelinemez konular değildir.
İnşallah, bu projeye karşı çıkan arkadaşlarımızın, üçüncü köprü hayata
geçtiğinde, oradan keyifle ve konforla seyahat ederken bugünler akıllarına
gelir ve bir parça da olsa mahcup olurlar.
Bu
düşüncelerle araştırma önergesine karşı olduğumuzu ifade ediyor, Genel Kurulu
bir defa daha saygıyla selamlıyor, hepinize saygılarımı arz ediyorum.
Teşekkür
ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Kaya.
Sayın
Eyidoğan, sisteme girmişsiniz. Ne vardı?
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Efendim…
BAŞKAN
– Hayır, önce söyleyeceksiniz, sonra açacağım.
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Bazı bilgiler var, o bilgiler verilmiyor. İstanbul Çevre
Düzeni Planı diye bir şey var, kendileri yaptılar.
BAŞKAN
– Siz konuyu anlatıyorsunuz. Şimdi, kendi araştırma önerge…
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Yani orada köprü yok, çılgın projeler yok.
BAŞKAN
– Müsaade buyurun bir dakika, ben…
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Şimdi söyleyeceğimiz bilgiler var. Bilgiler çarpıtılıyor.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, böyle bir usul yok efendim.
BAŞKAN
– Şimdi, bakın, Sayın Tanal da…
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Cumhuriyet Halk Partisi Boğaz’dan karşı karşıya geçişe
engel değildir, karşı değildir.
BAŞKAN
– Bir dakika… Tamam. Muhterem, bir dakika…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Burada canı isteyen her şeyi söyleyemez, her şey kurallar
gereği olur, her şey kurallara uygun olur efendim.
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Ucuz polemikler yapılıyor.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın milletvekilinin orada söylenen bir şeye, bir
milletvekili arkadaşımızın konuşmasına cevap verme hakkı yok mu?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Sayın Milletvekili, “Cumhuriyet Halk Partisi
geçişe engeldir.” diyerek…
BAŞKAN
– Ben anladım, ben anladım.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – …partimizin olmayan görüşünü savundu, konuyu çarpıttı, onun
için Sayın Eyidoğan söz istedi.
BAŞKAN
– Hayır, hayır… Onu ben anladım Sayın İnce de ben başka bir şey diyecektim.
Şimdi,
sizin grubunuzun grup önerisi ile ilgili olarak bir bilgi paylaşmak
istediğinizi söylediniz, size söz vereceğim ama Sayın Tanal, yani bu daha evvel
söylediğim şu 60’ıncı maddeye göre pek kısa söz talebinin üzerimden istismar
edilmesine genel olarak bir tavrım mevcut. Aynı konuysa lütfen çıkın. Yani
böyle birbiri ardı sıra gidersek bu işi çözemeyiz. Normal şartlarda -Sayın İnce
bilir; bakın, onun için 60’a göre değil de 69’a göre istedi- 60’ı işletmem söz
konusu olamaz çünkü sizin grup öneriniz. Onun için, ben şimdi Sayın Eyidoğan’a vereceğim bir dakikalık.
Sayın
Tanal, size veremeyeceğim.
Buyurun.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan’ın, İstanbul Milletvekili Erol Kaya’nın, partisine
sataşması nedeniyle konuşması
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, Cumhuriyet Halk Partisi 15 milyon nüfusa
yaklaşan İstanbul’un iki yakasından karşı karşıya geçişe karşı değildir. Burada
bilim dışı ucuz polemikler yapılmaya çalışılıyor.
2006’da
İstanbul Büyükşehir Belediyesi yüzlerce bilim insanını topladı üç buçuk, dört
sene çalıştılar ve İstanbul’un anayasası olan Çevre Düzeni Planı’nı yaptılar.
Bu Çevre Düzeni Planı’nda yüzlerce insan gece gündüz çalıştı, milyonlarca lira
harcandı. Çok değerli bilgiler ortaya konuldu. Bu Çevre Düzeni Planı’nda ne
üçüncü köprü vardır ne çılgın projeler vardır. Buradaki bu planda İstanbul’un
nasıl yerleşileceği, 44.851 hektarlık mevcut alana önerilen Silivri ve Tuzla, Ispartakule çevresindeki 15.379
ek eklenen hektarla İstanbul’un doğu-batı istikametinde genişlemesi
önerildi. Bu Çevre Düzeni Planı İstanbul Büyükşehir Belediyesinin 2009’da oy
birliğiyle onaylattığı
bir İstanbul’un anayasasıdır.
Şimdi
bunlarda bu köprü yok. Biz üçüncü köprüye karşı değiliz. Biz, bu işin bilimsel kriterler
altında tartışılmasını istiyoruz.
BAŞKAN
– Şimdi bakın Sayın Eyidoğan,
siz bilginizi verdiniz. Zaten bu öneriniz sizin o nedenle verilmiş.
Şimdi
kabul edip etmeyeceğine yüce Meclis karar verecek dolayısıyla…
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Kendi yaptıklarını kendileri bozuyorlar, böyle şey olur
mu?
BAŞKAN
– Ne yapayım ben? Şimdi zorla düzeltecek hâlim yok.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz ve
arkadaşları tarafından, “3’üncü Boğaz köprüsü konusunda sorunların neler
olduğunun araştırılması” hakkında verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin,
26/1/2012 Perşembe günkü birleşimde okunmasına ve
görüşmelerinin aynı birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN
– Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun
İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup işleme alacağım dedim.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Karar yeter sayısı…
BAŞKAN
– Oylarınıza sunacağım, karar yeter
sayısını arayacağım.
Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime
on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.47
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 15.04
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur),
Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 57’nci Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun önerisinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi
öneriyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.
Gündemin
“Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına
geçiyoruz.
1’inci
sırada yer alan, Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Ankara Milletvekili Sinan Aydın Aygün’ün; 5941 Sayılı Çek Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün; 5941
Sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- Çek Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Sinan Aydın Aygün’ün;
5941 Sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün; 5941 Sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/538, 2/85, 2/119) (S. Sayısı:
137) (x)
BAŞKAN
– Komisyon? Burada.
Hükûmet?
Burada.
Komisyon
raporu 137 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının
tümü üzerinde söz isteyen, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak
Milletvekili Sayın Hasip Kaplan... Yok.
Diğer
gruplardan?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Tümü üzerinde Ali Rıza
Öztürk konuşacak.
BAŞKAN
– Tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın
Ali Rıza Öztürk. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz.
CHP
GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Karşılıksız
çek keşide ettiği nedenle hapishanelere giren ya da hapis tehdidi nedeniyle
evinden barkından kış kıyamet gününde ayrı yaşayan insanlarımızın yaralarını
sarmak, onlara pansuman yapmak için bugün bir kanun tasarısı ve teklifi
geliyor. Hükûmet adına gelen tasarı var. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak
bizim, Mersin Milletvekili olarak benim ve arkadaşlarımın ve Ankara
Milletvekili Sinan Aygün ve arkadaşları tarafından verilen kanun teklifi var.
(x) 137 S. Sayılı Basmayazı
tutanağa eklidir.
Değerli
arkadaşlarım, 2009 yılında 5941 sayılı mevcut Çek Kanunu görüşülürken,
görüşülmesi sırasında Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz çeke güven
duyulmasının ve kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınmasının sağlanması,
çekin kara paranın aklanmasında ve terörün finansmanında kullanılmasının
önlenmesi için karşılıksız çek keşide etme fiilinin suç olarak düzenlenmesinin
çözüm olmadığını belirtmişiz. Karşılıksız çek keşide etmenin bağımsız bir suç
tipi olarak kabul edilmesi ve buna ceza uygulanması hem ceza adaleti bakımından
hem de modern ceza hukuku bakımından kabul edilemez olduğunu söylemişiz.
Karşılıksız çek keşide etme suçunun ceza hukukunun suç genel teorisi içinde
dayandığı herhangi bir sorumluluk esasının olmadığını belirtmişiz. Çeke olan
güvenin sağlanması, çekin güvenilir bir ödeme aracı olmasını sağlamak ve hamil
tarafından çekin karşılığının tahsil edilebilmesi için çekin karşılıksız
çıkmasıyla ilgili fiili suç olmaktan çıkartmak ve bankalara parasal sorumluluk
yüklemek ve etkin, doğru çözüm ve yoldur demişiz. Hükûmetin, bankaların
sorumluluğunu artırmak yerine denenmiş ancak sorunları hiç çözmediği gibi, tam
aksine sorunların artmasına sebep olan ve modern ceza hukukunda ve diğer çağdaş
hiçbir ülkede uygulaması olmayan bir cezanın ısrarından vazgeçilmiş olması,
bugün –aradan geçen iki yıl sonra- olumludur değerli arkadaşlarım.
Biz
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, 23’üncü Dönem, her aşamada bu sorunu her
vesileyle bu kürsüde dile getirdik; bütçe görüşmeleri sırasında dile getirdik,
gündem dışılarda dile getirdik, değerli
arkadaşlarımızın hepsi dile getirdi.
2009
yılında, 5941 sayılı Yasa görüşülürken, Sayın Grup Başkan Vekili, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Sayın Canikli “…özellikle hapis cezasıyla
ilgili yani karşılıksız çıkan çekler muvacehesinde uygulanan hapis cezasının
tümüyle kaldırılmasına yönelik birtakım talepler de gündeme geldiğini gördüm,
zaman zaman buradaki konuşmacı arkadaşlar da bunu ifade ettiler. Ancak hiç kimse kusura bakmasın değerli arkadaşlar, böyle başarılı
şekilde uygulanan bir sistemi ortadan kaldırmak istiyorsanız, yerle bir etmek
istiyorsanız bu önerileri getirebilirsiniz yani hapis cezasını kaldırma
önerisini getirebilirsiniz yani hapis cezasının kaldırılması demek, vadeli çek
sisteminin, 265 milyar liralık ticaretin, mübadelenin büyük oranda -tamamen
demeyelim ama- ortadan kaldırılması demektir. Ticarete ve ekonomiye
gerçekten inanılmaz bir darbe vurmak demektir.” Yani biz 2009 yılında,
karşılıksız çek keşide etme fiilinin suç olmaktan çıkarılmasını savunduğumuz
zaman, gerçekten, Sayın Canikli’ye göre ekonomiye darbe vurmaya çalışmışız.
Devam
ediyor Sayın Canikli “Tek neden demeyelim ama temel faktör, en önemli faktör
hiç kuşkusuz arkasındaki hapis cezasıdır.” Yani çekin bağlı olduğu alacağın
tahsilini garanti altına almanın aslında o çekin arkasındaki hapis cezası
olduğunu Sayın Canikli de kabul ediyor. Ama değerli arkadaşlarım, çek bir
kıymetli senettir, yani bir bonodur. Dolayısıyla, bir bononun ya da mahkeme
ilamındaki alacağın tahsilini garanti altına almak için dünyanın hiçbir
ülkesinde hapis cezası öngörülmemiştir. “Ceza” demek, aslında konusu suç olan
bir fiilin karşılığıdır. Dolayısıyla, buradaki Sayın Canikli’nin bu
görüşlerinden, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun, Hükûmetin gerçekten bu
ısrarından vazgeçmiş olması ve hukuk kuralları içerisinde karşılıksız çek
keşide etme fiilinden dönülmüş olması bence olumludur. Bu yönüyle Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubuna ve Hükûmete teşekkür ediyorum.
Değerli
arkadaşlarım, gerçekten, karşılıksız çek keşide etme fiili suç olmaktan
çıkarıldığı zaman... Yani “Çek mağduru kimdir, alacaklılar mıdır, borçlular
mıdır?” tartışması çok uygulandı.
Şimdi,
bakın, 1985 yılına kadar Türkiye’de ekonomi vardı ama “çek” diye bir kanun
yoktu, Çek Kanunu yoktu. Peki, 1985 yılına kadar Çek Kanunu olmadığı dönemde bu
işler yürümemiş mi, ekonomi yürümemiş mi? O zaman da çek vardı ama, Çek Kanunu yoktu, çek vardı fakat o zaman yürürlükte
olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 503’üncü maddesinde düzenlenen
dolandırıcılık suçundan cezalandırılma olmuştur. Daha sonra, 1985 yılında çek
hamillerinin korunması hakkında bir kanun getirilmiş ve burada 16’ncı maddeyle
karşılıksız çek keşide etme fiili suç olarak düzenlenmiş ve karşılıksız çek
keşide etme fiilini işleyen kişiye bir yılla beş yıl arasında hapis cezası
öngörülmüş.
Peki,
değerli arkadaşlarım, karşılıksız çek keşide etme suçu azalmış mı, önüne
geçebilmişler mi? Hayır. Ya da çekin, terörün finansmanının önlenmesinin önüne
geçilmiş mi? Yok. Kara paranın aklanmasının önüne geçmiş mi bu ceza? Geçmemiş.
Her geçen gün bu karşılıksız çek keşide etme suçu ve sorunu artmış ve nitekim
yeni bir düzenleme yapılmak zorunda kalınmış 2003 yılında. Bu
da şu, aynen gerekçesi: “Karşılıksız ve ödenmeyen çeklerin sayısının hızla
arttığı, asliye ceza mahkemelerinin iş yükünün neredeyse yüzde 60’ını
karşılıksız çek keşide etme suçları oluşturduğu, bu süreçte karşılıksız çek
keşide etme suçuna uygulanan ağır cezaların çek kullanımını sınırlandırdığı,
çeke olan ilgi ve güveni azalttığı, karşılıksız çek keşide etme fiillerinin tam
bir sosyal felakete dönüştüğü” nedenleriyle bu doğrudan hapis cezasını
kaldırmak zorunda kalmışlar.
2003
yılında yeni bir düzenleme yapılmış, orada ise çek bedeli kadar adli para
cezası getirilmiş. Bakın, değerli arkadaşlarım, altını çiziyorum, yani doğrudan
hapis cezasının 2003 yılında kaldırılmasının nedeni bu süreçteki karşılıksız
çek keşide etme suçuna uygulanan ağır cezaların çek kullanımını
sınırlandırdığı, çeke olan ilgi ve güveni azalttığı, karşılıksız çek keşide
etme fillerinin tam bir sosyal felakete dönüştüğünü Hükûmet 2003 yılında
gerekçesinde getirmiş. Bu nedenle 4814 sayılı Yasa’yla çek bedeli kadar adli
para cezasını öngörmüş, bu da ödenmediği takdirde hapis cezasına dönüşen bir
olaydır.
Arkasından,
2009 yılında arayışlar, çözüm arayışları devam etmiş, tabii ki, sistemi doğru
oturtturamadığımız zaman… Yine, 5941 sayılı Yasa’nın 5’inci maddesiyle biz
çekin karşılıksız çıkmasına sebebiyet veren kişi hakkında bin beş yüz güne
kadar adli para cezası öngörmüşüz. Yani bir önceki yasadaki adli para cezası
devam etmiş. Ödenmediği zaman
hapis cezasına dönüşen adli para cezası aynen sürdürülmüş.
Bugün,
burada, gerçekten bu tasarının, bu kanun tekliflerinin esas özü karşılıksız çek
keşide etme filinin suç olarak düzenlenmesinin kaldırılması ve sorumluluğun
biraz daha bankalara yönelik artırılması.
Bu
tasarının eksiklikleri yok mudur? Tabii ki, bu tasarının çok eksiklikleri
vardır ama bu eksikliklerin de giderileceğini ben umuyorum.
Bu
noktada, ciddi olarak düşünülmesi gereken husus, karşılıksız çek için bir cezai
sorumluluk öngörülmesinin artık doğru olup olmadığı, giderek bir anlamda
sulandırılan cezai hükümlerin korunmasına gerçekten ihtiyaç olup olmadığıdır.
Bakın,
karşılıksız çek keşide etme fiilinden dolayı hapis cezası verilse bile ödendiği
zaman, kesinleşse bile bu ceza düşüyor. Bunun anlamı şu demektir: Yasa koyucu
aslında bu cezayı çok da önemsemiyor değerli arkadaşlarım. Çekin bağlı olduğu
alacağı, tahsilini garanti altına almak için ceza ihdas edemezsiniz. O zaman,
çekten daha kuvvetli mahkeme kararına bağlanmış alacaklar var. Peki, mahkeme
kararına bağlanmış alacakların tahsilini sağlamak için siz onun arkasına bir
cezai müeyyide koyuyor musunuz? Bono var. Çek nedir? Türk Ticaret Kanunu’nda
açıklıkla belirtilmiş, çek, vadeli bir alışverişin ödeme aracı değildir.
Taksitli bir alışverişin aracı değildir çek. Çek, peşin alışverişin ödeme
aracıdır yani Türk Ticaret Kanunu’nun çeke yüklediği temel fonksiyon budur “Bu
çekin karşılığındaki para bankadadır, git al.” demektir. Peki, ileri vadeli çek
kesildiği zaman, o çeki aldığı tarihte çeki alan hamil aslında çeki aldığı
tarihte çekin karşılığının olmadığını bilerek o çeki alıyor çünkü çekin üstünde
ileri bir tarih var. Peki, ileri tarihli çeki neden alıyor? Şundan alıyor: Günü
geldiğinde, o tarih geldiğinde o çekin karşılığının olacağı umuduyla onu
alıyor. Peki, bu güveni doğuran nedir? Bu güveni doğuran ticari hayattaki
olması gereken asıl güven midir yoksa yapay, suni bir güven mi vardır? Yani çek
hamilini de aldatan bir güven mi vardır? İşte o güveni oluşturan şudur
arkadaşlar: Çekin karşılıksız çıkması hâlinde arkasına diktiğiniz ceza yapay
bir güven oluşturmaktadır. Çek hamili o yapay güveni oluşturarak o çeki
almaktadır ama aldığı tarihte o çekin karşılığının olmadığını bilmektedir, bile
bile almaktadır. Dolayısıyla, aslında o çeki Türk Ticaret Kanunu’nda tanımlanan
anlamıyla çek olarak almamaktadır, senet olarak almaktadır. Yani senet olarak
kullanılması gereken bir hususta çek verilmektedir. Dolayısıyla bu da günü
geldiğinde ödenmemektedir; sosyal felaketler gün geçtikte artmaktadır.
Dolayısıyla,
aslında burada üzerinde durulması gereken temel konu, benim anlayışıma göre şu:
Ayrı bir Çek Kanunu’na gerek var mı yok mu? Aslında tartışmamız gereken konu
bu. Yani 1985 yılına kadar ayrı bir Çek Kanunu yokmuş ama ekonomi tıkır tıkır ilerlemiş.
Şimdi
biz, gerçekten çeki Ticaret Kanunu’nda düzenlendiği anlamıyla peşin alışverişin
bir aracı, fonksiyonu hâline sokabilir miyiz? Pekâlâ
sokabiliriz ama ayrı bir Çek Kanunu’na, benim kanımca, aslında gerek yok. Çek
Kanunu’ndaki bazı düzenlemeleri Türk Ticaret Kanunu içerisine alarak, biz bunu
pekâlâ çözebiliriz. Mevcut Türk Ticaret Kanunu’nda 691-736’ncı maddeler
arasında çek düzenlenmiş, önümüzdeki Temmuz ayında sanıyorum, yürürlüğe
girecek. Meclisimizin kabul ettiği Ticaret Kanunu’nda da 780-823’üncü maddeleri
arasında kırk dört madde hâlinde çek düzenlenmiştir.
Ticaret
hukuku yönünden yapılacak en isabetli düzenleme, bu çekle ilgili kimi hükümleri
Ticaret Kanunu içerisine alarak Çek Kanunu’nu kaldırmaktır.
Değerli
arkadaşlarım, öbür taraftan, bu karşılıksız çek keşidesi olgusunun bağımsız bir
suç olarak düzenlenmiş olmasının geçmişte en önemli sonucu, karşılıksız çek
olgusunu azaltmayıp, tam aksine artırdığıdır. Nedendir bunun nedeni? Bunun
nedeni -demin de anlattım- bu oluşan yapay güven ortamı nedeniyledir. Karşılıksız çek keşide etme suçu olmadığı zamanlarda çeki yalnızca
alelade bir ödeme aracı olarak gören ve kurulan ticari ilişki kapsamında
ödemelerin çekle yapılmasını kabul edip etmemekte daha dikkatli davranan
hamilin, karşılıksız çek keşide etme suçunun varlığı nedeniyle oluşan yapay
güven ortamında, kendisine yapılacak ödemelerde çeki çok daha kolay kabul
edebilmesi ve böylelikle, kötü niyetli keşideciler tarafından -deyim
yerindeyse- çok daha rahat aldatılabilir hâle gelmesidir. Bu durum,
çekin, işlevsel bakımdan bononun yerini alması ve bir ödeme aracı değil, kredi
aracı olarak kullanılması sonucunu doğurmuştur.
5941
sayılı mevcut Yasa’da, karşılıksız çek keşidesi suçunun oluşmasında,
uygulamadaki adıyla “vadeli çek” korunmuştur. Bu da çeki, özellikle, bononun
yerine ikame eden uygulamayı daha da pekiştirmiştir. Aslında, bugünkü uygulama
hâliyle, pratikte, uygulamada, işlevsel bakımdan, çekle bononun arasında
herhangi bir fark kalmamıştır. Demin de söylediğim gibi, ileri keşide tarihli
çeki alan bir hamil, çekin keşidesi anında karşılığının olmadığının
bilincindedir ve bunu bile bile almaktadır.
Yine,
Türk Ticaret Kanunu’nda salt saf bir argüman olan
ödeme aracı olarak görülen ve özel hukuk enstrümanı olan çeke kendisinden
beklenemeyecek fonksiyonlar yüklenilmeye çalışılmıştır. Bu yükü de bu çek
kaldıramaz hâle gelmiştir. Bunun sonucunda, uygulamada, 5941 sayılı mevcut
Yasa’daki, “tacir çeki”, “tacir olmayan çek”, “hamiline yazılı matbu çek”,
“hamiline olmayan çek” gibi kavramlar, Türk ticaret hukuku bakımından
kesinlikle kabul edilemeyecek kavramlardır ve bunlar hiçbir amaca hizmet
etmeyecek kavramlardır. Bunlar, özel hukukumuzun içerisine girmiştir. Bunların
da bence arındırılması gerekmektedir.
Gerçekten
değerli arkadaşlarım, çek alacaklılarının şikâyetlerine dayanarak çekin,
alacağın tahsilini garanti altına almak için karşılıksız çek keşide etmenin suç
olarak savunulması mümkün değildir. Suç olan şey cezalandırılır, suç olmayan
şey cezalandırılmaz. İnsanın borcunu ödeyememesi bir suç değildir. Nasıl ki
bonodaki borcunu ödeyememesi, mahkeme ilamına dayanan alacaklardaki borçları
ödeyemememiz bir suç değilse çeke bağlı olarak da o borcun ödenmemesi suç
değildir. Burada özel hukuk devrededir. Benim de seçim bölgemden aradılar,
soruyorlar: “Efendim, bu çekteki ceza kalkarsa biz alacağımızı nasıl tahsil
edeceğiz?” E, mahkemeye verdiğiniz zaman mahkeme ilamıyla hüküm altına
aldığınız alacağı nasıl tahsil ediyorsanız çekteki alacağı da öyle tahsil
edeceksiniz; bu, bu kadar açık. Yani yine bonodaki, senetteki alacağı nasıl
tahsil ediyorsanız… Bu, bu kadar açık. Çünkü aslında
çeke bağlı bir alacak söz konusu olmaz. Yani demin de söyledim, çek bankada
hazır bir paranın ödenmesidir.
Arkadaşlar,
Türk Ticaret Kanunu senedi tanımlarken kayıtsız, şartsız belli bir tarihte
ödemenin taahhüdünü içermektedir. Yani belli bir tarihte belli bir miktarı
ödeme taahhüdünü içeriyor. Oysa çekin tanımına baktığımız zaman, taahhüt
içermiyor, belli bir tarihte ödeme taahhüdünü içermiyor. Çek belli bir miktarı
kayıtsız, şartsız ödeme emrini içeriyor. Şimdi, Ticaret Kanunu’nda bu
düzenlemeler var. Biz bunların hiçbirisini görmemezlikten geleceğiz, “Canım,
ekonomi şöyle, ekonomi böyle.” ya da “Şunlar şunu istedi, bunlar bunu istedi.”
diye hukuktan saparak, hukukun evrensel ilkelerinden saparak yeni
düzenlemelerin peşinden gideceğiz.
Arkadaşlar,
gerçekten de bu noktaya gelinmiş olmasını ben önemsiyorum. Cumhuriyet Halk
Partisi olarak biz, bu konuda 23’üncü Dönemde verdiğimiz uğraşın sonuçlarını
almış olmanın mutluluğunu görüyoruz. Elbette ki bu Parlamentoda çalışan, görev
yapan bir milletvekili olarak, muhalefete mensup bir milletvekili olarak bir
yasama dönemi boyunca ısrarla savunduğum düşüncelerin siyasi iktidar
tarafından, yürütme organı tarafından geç de olsa benimsenmiş olmasını
önemsiyorum, bunu küçümsemiyorum ama bundan sonraki çalışmaların da ben böyle
olması gerektiğini düşünüyorum. Artık yasa yapma konusunda özenli davranmak
zorundayız, birbirimize kulak vermek zorundayız, birbirimizin ne dediğini
anlamak zorundayız. Bu yasama organı, Türkiye Büyük Millet Meclisi, iktidarıyla
muhalefetiyle halkın ihtiyacı olan kanunları ısrarla çıkarmak durumundadır. Bu
da birbirimizle konuşmaktan, birbirimizle tartışmaktan geçer; birbirimizle
kavga ederek birbirimizin ne dediğini anlayamayız arkadaşlar. Anlamamız için
önce konuşmamız lazım, tartışmamız lazım diyorum.
Bu
yasaya, eksikliklerine rağmen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına destek
verdiğimizi söylüyorum. Yasanın ticari hayata hayırlı olmasını diliyorum.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Öztürk.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Celal Adan. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA CELAL ADAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5941
sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’na ilişkin
düşüncelerimizi sizlerle paylaşmak için söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Ancak
esas konuya geçmeden evvel, Fransa’da cereyan eden gelişmelerle ilgili izin
verirseniz küçük bir bilgiyi sizinle paylaşmak istiyorum. Bu olay, nereden
bakarsanız bakın, sadece bir başka ülkenin hâlihazırdaki yönetiminin Türkiye’ye
karşı provokatif bir girişimi olarak görülemez, kabul
edilemez. Fransa Meclisinin ve Senatosunun bu kabul edilemez girişiminin
arkasında, Türk milletinin varlığına dönük bir kötü niyet vardır. Türkiye'nin
itibarının arttığını söyleyen Hükûmetin, Fransa’nın bu soysuz girişimini boşa
çıkaracak tedbirler almasını tüm Türkiye gibi biz de beklemekteyiz. Hiç kimse,
hiçbir devlet tarihî gerçekleri ters yüz ederek Türkiye'nin onuruyla oynayamaz.
Bu girişim sahiplerinin mutlaka ödemeleri gereken bir bedel olmalıdır.
Ayrıca
bir hususun üzerinde de önemle durulmalıdır: İnsanlık tarihinde düşünce ve
ifade özgürlüğünün lider ülkesi olduğu iddia edilen bir ülkenin bu konuda
düştüğü şu durum bütün demokratik dünya tarafından telin edilmelidir. Türkiye,
bu açıdan da Fransa’nın ve bu ülkenin dar görüşlü yöneticilerinin peşinde
olmalıdır.
Ayrıca
bir konuya daha dikkatinizi çekmek istiyorum. Sokaklarda Ermeni kimliğine
bürünüp nara atanlar Fransa’nın bu ahlak dışı girişimine karşı en ufak bir
tepki göstermemişlerdir. Bu olay Türkiye’de millî düşünmenin ve milliyetçiliğin
ne denli zaruri ve koruyucu bir önemi olduğunu da ortaya koymaktadır.
Değerli
milletvekilleri, en baştan altını çizerek belirtmek isterim ki bu kanun ticari
hayatımız açısından son derece önemli bir kanundur. Ticaretin en önemli ödeme
araçlarından biri olan çeklerin kullanımını düzenleyen bu kanun tasarısı, her
şeyden önce tarafların haklarını adil bir biçimde korumalı ve düzenlemelidir,
ancak hazırlanan tasarı, alacaklı ile borçlu arasında yani çekin tarafları
arasında eşit memnuniyeti, güveni tesis etmekten son derece uzaktır. Ticari
hayata yönelik kanun yaparken, yeni bir düzenlemeye giderken çok daha dikkatli
olunmalıydı; çek kanunu yapılırken piyasadaki vadeli satışlarda güven olgusunu
yeniden tesis edecek, piyasanın vadeli yapısının devamını güven üzerine inşa
edecek, piyasa ahlakı üzerinde en önemli tehdit olan ödemeden kaçınmaları en
aza indirecek bir bakış açısı benimsenmeliydi. Adalet ve Kalkınma Partisinin
Hükûmeti, her zamanki gibi sivil toplumu, ilgili kurumları, ticaret erbabını ve
muhalefeti dinlemeden, onların hassasiyetlerini dikkate almadan, kendi bildiği
gibi bir kanun tasarısını daha Meclisin gündemine getirmiştir, “Ben yaptım,
oldu.” mantığı bu kanunla bir kez daha kendini göstermiştir.
Değerli
milletvekilleri, hazırlanan, bugün önümüze getirilen tasarıyı incelediğimiz
zaman iktisadi hayatı ve ticari alışverişi olumsuz etkileyecek birçok yanlış
görmekteyiz. Çek demek itibar demektir ancak bu kanunla artık hemen her ticaret
erbabının kullandığı çekler, ticari itibarı yüksek, güvenli bir ödeme aracı
olmaktan çıkmaktadır. Eğer bu kanun kabul edilirse çeklerin herhangi bir ödeme
senedinden hiçbir farkı olmayacaktır. Hepsinden önemlisi, ticaretin olmazsa
olmazı “güven” hususu sorgulanır hâle gelecektir. Güven faktörünün eksik
olduğu, birbiriyle ticaret yapan insanların güvensizlik girdabına düştüğü,
itibarların sorgulanmaya başlandığı bir iklimden hiç kimse kazançlı çıkamaz.
Bir
kişiye veya bir kuruma olan güven, o kişinin veya kurumun taahhütlerini tam ve
zamanında yerine getirmesiyle oluşur. Verilen sözlerin, yerine getirilen
taahhütlerin sayısı ne kadar çoksa, bu taahhütler ne kadar uzun zamandan bu
yana yerine getiriliyorsa oluşan güven de o kadar büyük olur.
Güvenin
toplumsal ve ekonomik hayatta oynadığı en önemli rol, insanlar arasında
istikrarlı bir iletişim ve yapı kurması, belirsizliği azaltmasıdır. Güvenin
yaygın olduğu bir ticaret ortamında maliyetler azalır, sermayenin daha geniş
bir alanda kullanımı mümkün hâle gelir. Oysa bu kanun, üretimin ve tüketimin
bütün aşamalarını kökünden etkileyecek, karşılıklı güven eksikliğini de
beraberinde getirecektir.
Mevcut
hâliyle uygulanan hapis cezası, hoşumuza gitsin veya gitmesin, belli bir
yaptırım anlamı taşımaktadır. Biz, elbette, hiç kimsenin hapse girmesini,
ticari itibarının zedelenmesini asla istemeyiz fakat makul bir caydırıcılığın
da kanunlarla tesis edilmesi mutlak surette gereklidir.
5941
sayılı Çek Kanunu’nda öngörülen düzenlemeye göre, karşılıksız çek borcundan
dolayı hapis cezası kaldırılmaktadır. Resmî rakamlara göre, 250 bin Yargıtayda, 350 bin ilk derece mahkemelerde olmak üzere 600
bin çek dosyası hâlihazırda yargının önünde beklemektedir. 2012 Ocak ayı
itibarıyla, piyasada yaklaşık 600 bin karşılıksız çek dolanmaktadır.
Dolayısıyla, bu kanun, borçluyu ödüllendirmekte, alacaklıyı ise mağdur
etmektedir.
Nakit
paradan sonra piyasada en güvenilir ödeme aracı olan çek, bu tasarıyla birlikte
sıradan bir ödeme senedinden farksız hâle gelecektir. Malının ve hizmetinin
bedelini vadeli çekle alanlar bundan böyle çeki, güvenli, itibarlı bir araç
olarak kabul etmek tereddüdü yaşayacaklardır. Dolayısıyla, vadeli satış yapan
alacaklılar, ister istemez banka teminat mektubu, gayrimenkul teminatı gibi
güçlü teminat arayışına gireceklerdir. Güçlü teminat gösteremeyenlerin işleri
kötüye gidecektir. Bu olumsuz durum, kısır döngü gibi piyasayı etkileyecek ve
ticaret hacmini daraltacaktır.
Değerli
milletvekilleri, bu kanunun gerekçesini ve mantığını “Mahkemelerde iş yükünün
azaltılması” şeklinde izah edenler çok büyük bir hata ederler çünkü bu kanun,
mahkemelerin iş yükünü azaltmak bir yana daha da arttıracaktır, piyasadaki kötü
niyetlilerin sayısı daha da artacaktır. Ayrıca, mahkemelerin iş yükü eğer yeni
mağdurlar yaratma pahasına azalacaksa hiç azalmasın daha iyi.
Türk
ekonomisi vadelerle, sözleşmelerle, çeklerle dönmektedir. Yaptırımları ortadan
kaldırmakla, örtülü aflar icat etmekle var olan güvensizliği daha da
arttırırsınız. Bu kanun eğer bu şekilde kabul edilirse hiçbir esnaf, iş adamı,
üretici, haklı olarak çek karşılığı iş yapmak istemez. Bunun sonucunda
ekonomide yapısal bozukluk baş gösterir. Zaten diken üstünde yürüyen ekonomi
daha da olumsuz şartlarla karşı karşıya kalır.
Ayrıca,
sakın hiç kimse “Bu kanun bir Avrupa Birliği kriteri.”
falan diye giydirmeye çalışmasın çünkü Türkiye'nin piyasa şartları, Türk
toplumunun kültür yapısı Avrupa Birliğinin şartlarıyla aynı değildir.
Değerli
milletvekilleri, ekonominin içinde olan hatta Hükûmete yakın olan sivil toplum
kuruluşları bu kanuna ciddi ve haklı eleştiriler getirmektedir. İki taraftan
birini memnun, diğerini mağdur eden bir kanun paketi adaletli değildir.
“Sattığımız
malın ve hizmetin bedelini eksiksiz ve zamanında almak istiyoruz.” diyorlar.
“Hapis cezasının kaldırılması alacaklı için büyük bir tehdittir. Alacaklının
suçu ne?” diyorlar. “Devlet bizim adımıza bizim alacaklarımızı affedebilir mi?”
diyorlar.
Şimdi
soruyorum sizlere: Bu kadar insan, bu kadar kurum haksız mı? Bu kanunu
hazırlarken hadi muhalefete sormuyorsunuz ama ticaret hayatının içinde olanlara
niye danışmıyorsunuz? Niye her şeyi oldubittiye getiriyorsunuz? Eğer bu kanun
bu hâliyle çıkarsa alacaklı ile borçlu arasında olacak olan şudur: Su nerede?
İnek içti. İnek nerede? Dağa kaçtı. Dağ nerede? Yandı, kül oldu.
Değerli
milletvekilleri, bu noktada bizlere düşen görev herkes için güvenli ve
istikrarlı hukuksal bir altyapı kurmaktır. Sözleşmelerin tam anlamıyla yasal
koruma altında olmadığı ülkelerde müteşebbis yetişmez, insanlar girişim
yapmaktan, iş kurmaktan, riske girmekten çekinirler. Oysa siyasi iradenin
görevi, girişimcinin önündeki bütün engelleri kaldırmaktır, girişimi
özendirmektir, girişimciyi ve iş yapmak isteyeni teşvik etmektir.
Değerli
milletvekilleri, bu kanun özellikle küçük esnafı perişan edecektir. Nakit para
sıkıntısı yaşayan, borçlarını vadeli çeklerle çevirmeye çalışan, ancak
kazandıktan sonra borcunu ödeyebilen esnafın hâli ortadadır. Zaten borcunu
ödemeyen esnafı bu çek kanunuyla daha da perişan etmenin izah edilebilir hiçbir
tarafı yoktur. Bu kanunla nakit parası olan kendini kurtaracak, olmayan ise
faizcinin, dolandırıcının insafına terk edilecektir. Küçük balıklar büyük balıkların
iştahını daha da kabartacaktır. Devlet, kendi vatandaşının, kendi iş adamının,
kendi esnafının, üreticisinin, girişimcisinin önüne engeller koymamalıdır;
aksine, üretmek isteyen, iş kurmak isteyen herkesin mali ve hukuki olarak önü
açılmalıdır. Ne yazık ki ülkemizdeki mali ve hukuki sistem insanlarımızın kendi
kaderlerini belirlemeleri için giriştikleri çabada onları yalnız bırakmaktadır.
Sistemimiz iş yapmamayı, başkasının eline bakmayı, sadakaya muhtaç olmayı
özendirmektedir. Borçluyu koruyup alacaklıyı kendi kaderiyle baş başa bırakmak
zaten kıt olan girişimci kaynağımızı daha da kurutacaktır. Dünyanın hiçbir
yerinde girişimci kolay yetişmemektedir. “Beyin göçü” dediğimiz şey aslında
girişimci göçünden başka bir şey değildir. Ülkeler birbirlerinden girişimci,
yatırımcı çalmaya çalışmaktadırlar. Bir ülkede toprak var diye, sermaye var
diye kalkınma olmaz, bir ülkede girişimci varsa kalkınma olur. Dolayısıyla
Türkiye’de uygulanacak ekonomi politikasının, maliye politikalarının temel
hedefi girişimci yaratmak olmalıdır. Fakat gelin görün ki AKP Hükûmeti bırakın
girişimci yaratmayı mevcudun önüne engeller koymak, girişimciyi bıktırmak için
uğraşmaktadır. Bugün konuştuğumuz çek yasası emin olunuz ki Türkiye’de iş
yapmak, para kazanmak isteyen herkesi derinden vuracaktır.
Değerli
milletvekilleri, kasım ayı dış ticaret rakamlarına göre on bir aylık
ithalatımız 220 milyar dolar, ihracatımız 122 milyar dolar olarak
gerçekleşmiştir. Dış ticaret açığı 90 milyarı aşmıştır. İhracatımız ithalat
harcamasının sadece yüzde 55’ini karşılayabilmektedir, oysa ihracatın ithalatı
karşılama oranı 2002 yılından 2009 yılına kadar yüzde 61’le yüzde 72 arasında
değişmiştir. 2010 yılında bu rakam yüzde 61; 2011 yılında ise yüzde 55
olmuştur. Dış dengesizlik ise ekonomideki büyümeyi kırılgan yapmaktadır. Ne
yazık ki AKP hükûmetleri döneminde bu sorunu ortadan kaldıracak hiçbir yapısal
reform gerçekleşmemiştir. 2011 yılının Ekim ayı itibarıyla on iki aylık cari
açığımız 78 milyar dolar olmuştur. İthalatta, dış ticaret açığında, cari açıkta
hem dünya hem Türkiye rekoru kırılmıştır. Her 100 dolarlık ihracat için 82
dolarlık ithal malı girdi kullanıldığı ekonomi yönetimince açıklanmıştır. Bu
durumda en acil alınması gereken tedbir ithalatın azaltılması, cari açığın
düşürülmesidir.
Ocak-Kasım
2011 döneminde en çok ihracat ve ithalatın yapıldığı sektörlerden olan motorlu
taşıt araçları ihracatı 14,3 milyar dolar, ithalatı 15,5 milyar dolar; kazanlar
ve makinelerde ihracat 10,4 milyar dolar, ithalat 24,7 milyar dolar;
demir-çelik ürünlerinde ihracat 10,1 milyar dolar, ithalat 18,6 milyar dolar
olmuştur.
Değerli
milletvekilleri, döviz geliri elde etmek için ne kadar döviz kullandığınız
önemlidir. Bizim ekonomimizde ihracatın dövize bağımlı olması, üretimde ithal
girdilerin kullanılması sonucu ihracat arttıkça ithalatı da arttırmaktadır. Dış
kaynak girişi ve kredi artışıyla ivmelenen iç talep ve sonucunda oluşan yüksek
cari açığa dayanan büyüme modelinden ne yazık ki vazgeçilememiştir. Dolayısıyla
ülkemiz ekonomisinin büyümesi yurt dışı sermaye hareketlerine duyarlı hâle
gelmiştir.
Hükûmetin
övündüğü mali performans ise, esasında bu kırılgan büyüme modelinin sonucudur.
Cari işlemler açığının arttığı dönemlerde tüketim vergileri artarak bütçe
açığını azaltırken, tersi bir gelişmenin yaşanması durumunda bütçe açığı ve
kamu borç yükü artış göstermektedir.
AKP
İktidarı ne yazık ki sekiz yılı aşan sürede bütçenin bu konjonktür
duyarlılığını azaltacak mali reformları hayata geçirememiştir. AKP’nin Hükûmet
Programı’nda belirttiği ekonomi politikasının temelinde istihdam dostu büyüme
vurgusu öne çıkmakla birlikte, iktidarları boyunca uyguladıkları politikalar
programda belirttikleri politikalardan ayrılmaktadır. İthalata bağımlı ihracat
odaklı büyüme performansı istihdam dostu olmaktan uzaktır. Nitekim,
iktidarları boyunca ortalama büyüme hızı geçmiş yıllar ortalamasının üzerinde
gerçekleşmemiş, tek başına iktidar olmanın gerektirdiği büyüme hızında istikrar
sağlanamamıştır.
Değerli
milletvekilleri, ülkemizin ekonomik olarak çok büyük darboğazdan geçmeye
çalıştığı aşikârdır. Bu sıkıntıları maddeler hâlinde sıralayacak olursak;
Cumhuriyet
tarihi boyunca sadece üretemediklerini zorunlu olarak ithal eden Türkiye, AKP
İktidarı döneminde, ürettiği üretmediği her şeyi ithal ederek üretim yapısını
bütün sektörlerde bozmuştur.
Türkiye
ekonomisi üretimden kopmuş, üretmeyen, borçla tüketen bir hâle
dönüştürülmüştür.
Kuru
fasulyeden mercimeğe, tütünden sanayi ara malına, enerjiden ete ve canlı
hayvana kadar her şeyi ithal eder hâle gelmiştir.
Hükûmetin
fiyat ve kalite üstünlüğüne dayalı, üretime ve ihracata dayalı ekonomi
politikalarını nasıl bir plan çerçevesinde devreye sokacağını açıklaması
gerekmektedir.
Bunun
için, önce tarımdan sanayiye, ticaretten hizmetlere bütün sektörlerdeki üretim
kaybını telafi etmeye, ardından yüksek katma değere sahip alanları öne
çıkarmaya ihtiyaç vardır.
Milliyetçi
Hareket Partisinin seçim beyannamesinde “Üretim esaslı ekonomi politikaları”
ifadesiyle vurguladığı “üreten ekonomi” diye veciz hâle getirdiği ekonomi
anlayışının hâkim kılınması gerekmektedir.
Hem
2012’nin zor geçeceğini ilan edip hem de hiçbir şey yapmamak ekonomideki
güvensizliği, güven bunalımına dönüştürecektir.
Bilindiği
üzere Türkiye ekonomisi 2002 yılından sonra 57’nci Hükûmet döneminde alınan
tedbirlerin, tayin edilen hedeflerin izdüşümünde bir süre olumlu performans
sergilemiştir ancak 2008 yılında fitili ateşlenen ekonomik kriz Hükûmetin
tembelliğini, kifayetsizliğini ve savurganlığını tescil etmiş, milletimizi
büyük bir işsizlik ve yoksulluk vurgunuyla muhatap kılmıştır.
Değerli
milletvekilleri, AKP Hükûmetinin sıklıkla müracaat ettiği “Bu kriz bizim
krizimiz değil.” sözlerinin bir esprisi, manası da bulunmamaktadır. Netice
itibarıyla güçlü ve dayanıklı bir ekonominin çevresindeki olumsuzluklardan
hemen etkilenmesi, kendi bünyesiyle ilgili kronik sorunlara bir vesileyle
anında teslim olması çok kolay değildir. Küresel ekonomik sürecin ümit verici
olduğu bir dönemde bundan ziyadesiyle istifade eden Adalet ve Kalkınma Partisi
zihniyetinin, işler sarpa sarınca acilen izaha girişmesi, suçu başka ülkelere
yüklemesi, her şeyden önce milletimizin aklıyla, basiretiyle alay etmektir.
AKP
Hükûmeti dokuz yıldır ekonomide taş üstüne taş koymamış, geçmişin mirasını
hoyratça tüketmiş, sıcak para ve ithalata dayalı geçici ekonomik iyileşmeyi bir
mucize gibi sunma kurnazlığına her fırsatta başvurmuş, böylelikle günü
kurtarmanın kolaycılığına teslim olmuştur. “Madem kriz başkalarında var, o
hâlde bir şey yapamayız.” diyerek ekonomik acziyeti
ve tükenmişliği dillendirmiş ve bunu bir maharetmiş gibi takdim etmiştir.
Değerli
milletvekilleri, bakınız, imalat sanayimiz büyük oranda ithalatla ayakta
durmakta, ihracatımız da bir o kadar ithalatla nefes almaktadır.
Kazandığımızdan daha çok sarf ettiğimizden dolayı sürekli açık veren, iki yakası
bir araya gelmeyen bir ülke görünümünden de kurtulamamaktayız. Cari açık demek
olan bu manzaranın Türkiye ekonomisini çıkmaza sürüklediği, yabancı paraya
mecbur ettiği ve diken üstünde tuttuğu aşikârdır. Büyüme oranı gerilerken
işsizlik oranı nasıl ve bizim bilmediğimiz hangi değerli politika
uygulamalarıyla düşecektir? Döviz gelirlerinin azaldığı, finansman
problemlerinin zirve yaptığı bir ortamda cari açık ekonominin tüm bariyerlerini
yıkacak, milletimizi açlıkla, işsizlikle, çaresizlikle baş başa bırakacaktır.
Cari açık AKP’yi içten içe korkutmuş ve vergi zamlarıyla kendince ön almaya
sevk etmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizim,
sistemin özünü bozacak, iş ahlakının dengesini bozacak düzenlemelerin yanında
olmamız mümkün değildir. İçinde bulunduğumuz ekonomik şartlardan dolayı çek
mağduru olan, hapishanelerde bulunan vatandaşlarımızın şartlarının
iyileştirilmesi Hükûmetin boynunun borcudur.
Bugün,
İstanbul’da aşağı yukarı 380 bin iş yeri çeki bir itibar evrakı olarak
kullanmaktadır. Çeki itibarsızlaştırırsanız piyasayı altüst edersiniz ve
inanıyorum ki bunun çok da ağır bedelini ödersiniz.
Bu
vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Adan.
Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip
Kaplan.
BDP
GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 137
sıra sayılı çek yasasıyla ilgili söz aldım. Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten
çok önemli bir konu çünkü küresel krizin ülkemize yansımaları, 2008 ve
özellikle 2009 yılı itibarıyla çeklerin ödenememe durumu, icralar, iflaslar,
şirketlerin batması, açılan davalar, çok sayıda icra dosyasının açılması, mahkemelerde
karşılıksız çek nedeniyle açılan binlerce dosya. Bir yandan, işini kriz
nedeniyle kaybeden ve borçlu duruma düşen, borçlu olduğu için, çekini ödemediği
için de aldığı cezalar nedeniyle hapiste yatan binlerce insan, bunların
aileleri, kapanan iş yerleri. Bir yandan, alacağını tahsil edemeyen
vatandaşlarımız, onların ayrı bir durumu söz konusu. Yine ulusal üstü hukuktan
ulusal hukuka farklı mevzuatlar var.
Burada
bu konuyu konuşurken şunu açık ifade etmekte yarar var: Tabii, Türkiye anayasa
değişiklikleri yapıldı 2001 yılında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek
4’üncü Protokol’de de çok net, ekonomik suçlar nedeniyle cezai yaptırım, hapis
yaptırımı uygulanamayacağına dair hükümler var. 4 no.lu Protokol’de geçen hüküm
Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre uluslararası bir sözleşme ve bu sözleşme
Türkiye’de iç hukukun üstünde. Bir bakıma, baktığımız zaman, Anayasa 90’ıncı
madde, ekonomik suçlarla ilgili yaptırımlar; 4 no.lu Protokol, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi, burada zorunlu bir düzenlemeyi getiriyor.
Bu
zorunlu düzenlemeyi getirirken şuna dikkat etmek gerekiyor: Adaletli olmak
gerekiyor, hakkaniyetli olmak gerekiyor ve bir gerçek ki bazen yasalar
Anayasa’yı da dolanıyor, bunu da bilmek gerekiyor. Çünkü Anayasa Mahkemesinin
verdiği kararlar var geçmiş tarihlerde, 2002’de verdiği bir karar var, sonrası
tartışmalar var. Çek Yasası’nı iptal etmemiş mesela o dönemde. Sonrası dönem
tartışmaları var. Geliyoruz, daha 2009 Aralık ayında yapılan tartışmalar var.
10 Aralık 2009 sanıyorum, yanılmıyorsam. Sayın Öztürk, o dönemde siz de
konuşmuştunuz, Sayın Canikli de. Oradaki tartışma noktalarına baktığımız zaman
önümüze yine aynı konuların geldiğini görüyoruz.
Bir,
Sayın İyimaya’nın o zaman da Komisyon Başkanı olarak
hapis cezalarının kaldırılması, af durumu gibi bir konuda af düzenlemesi,
Anayasa’daki nitelikli çoğunluk olan 3/5’lik oran konusunun tartışıldığını
görüyoruz.
Yine
muhalefet partilerinin, bankaların, bu ekonomik ilişkilerin bozulması nedeniyle
tefecilerin, işte bilmem kimlerin güvenceye alınması için bazı eleştirilerinin
olduğunu görüyoruz ama o dönemde yapılan tartışmalara iktidar partisi
cenahından da baktığımız zaman aynı noktaya geliyor, yine çek mağdurlarıyla
ilgili. Rakamlar çok büyük yani 300 milyara varan karşılıksız çekler, işlemde
olan, takasa verilen çekler, bunların 25 milyon adedin üzerinde olması gibi ve
bunların birçoğunun geri dönmesi gibi durumlar söz konusu.
Burada
2009’da infaz yasası sistemiyle bir dolanma durumu vardı, şimdiki durum da
biraz daha teknik bir durum. Bakıyoruz ki Anayasa’daki hükümde yaptırım vasfı
değişiyor yani nasıl bir şey? Cezai olan müeyyide idari bir tasarrufa
döndürülüyor yani bu bir bakıma çek mağdurlarının hapis cezalarından
kurtulmasını sağlayacak bir düzenleme olarak tezahür ediyor.
Şimdi,
burada bankaların sorumluluğu konusu gündeme geliyor yani bankalar millî
piyango bileti gibi önüne gelene de çek karnesi dağıtmasın, belli bir sistem
olsun, belli bir denetim olsun, özellikle işinde dürüst çalışan, ticarette
çalışan esnafımızın, insanlarımızın, gerçekten bu kriz nedeniyle zor duruma
düşmüş, hapse düşmüş, sıkıntı yaşamış insanlarımızın yanında sayıları çok az da
olsa, istisna da olsa, artık karşılıksız çeki bir dolandırıcılık aracı olarak
kullanan -çok az sayıda da olsa- suiniyetli bir grubun olduğunu da biliyoruz. Şimdi,
çok az sayıdaki bu suiniyetli gruba çok sayıda insanın büyük mağduriyetini,
binlerce insanı feda etmek adaletli bir yaklaşım olmaz. Ceza
hukukunun sistematiği içinde aslında bu tür suçluların tespiti, takibi farklı
biçimde zaten mümkün.
O
zaman ne yapacağız? Yasama olarak bu mağduriyetlerde dikkat edeceğimiz konu,
her gün her gün aynı hataların, aynı durumun yaşanmaması. Çünkü kambiyo
senetlerinin içinde en güvenilir ödeme aracı çektir. Eğer çeke güven
sarsılırsa, yani bono düzeyine inerse, ticari hayattaki alışverişler, ödeme
sistemi de zarar görecek. E, Türkiye büyük bir ülke, 74 milyon ve çok büyük bir
ticari aksiyon içinde. Yani Türkiye’nin ithalatını, ihracatını, sistemini de
sakatlamayacak bir düzenleme için gayret gösterilmesi kaçınılmaz oluyor.
Şimdi,
komisyonda, baktım her çek sayfasına gelişte 600 lira olan, bin liraya
çıkarıldı. Ha, burada bankalar daha özenli, daha dikkatli davranacak, çek
karnelerini her önüne gelene vermeyecek. Yani bu aslında 2009 değişikliğinden
bu yana karşılıksız çek kullanmanın oranlarının azalmasına da baktığımız zaman,
bir noktada bu sistemi de getiriyor. Ha, bu sistem, bu güveni tam sağlar mı?
Tam sağlamaz ama yani sigorta açısından, garantörlük açısından yani denetim
açısından, ticari hayatın şeffaflığı açısından da asgari de olsa bir
düzenlemenin getirilmesi gerekiyordu. Bunun olmasında da elbette ki yarar var.
Tabii,
burada daha başka bir konu -bu gelir mi buraya, AK PARTİ çoğunluk tabii,
kendisinin getirmeyeceği bir önergeyle… Bizim sayımız yetmez ama bir uzlaşı
olursa- bu, çeklerdeki zaman aşımı sürelerinin eşitlenmesi, denk hâle
getirilmesi bonoyla; altı ay, üç yıl olayında bir düzenlemenin yapılması
gerekir diye düşünüyoruz. Bu, cezai yaptırımla idari yaptırım artı Merkez
Bankasının arşiv ve sicil olayı yeni bir durum yaratıyor yani adli sicilden
Merkez Bankası siciline bir kayma olacak. Burada bu yasa ile -sayıları, kimisi
“600 bin” diyor, kimisi bilmem ne ama- belli ki adli yargının, asliye ceza
mahkemelerinin, sulh ceza mahkemelerinin, hatta kolluğun, adli kolluğun yüzde
50’nin üzerindeki işleri bu karşılıksız çekler, davalar, alacak, verecek, icra,
haciz, takip işleriyle… Bununla ilgili bir rahatlık getirir mi? Elbette ki bu
yasa da bu konuda da bir adli rahatlama getirecektir.
Burada
yine bir noktaya daha değinmekte yarar var. Bu “nitelikli dolandırıcılık”
dediğimiz yani dürüst, işini yapan ama ekonomik kriz nedeniyle batmış,
borçlanmış, ödeyememiş ve içeri düşmüş insanların mağduriyetleri giderilirken
nitelikli bir şekilde dolandırıcılık suçu işleyenlerin -demin söylediğim gibi-
mutlaka bu istisnanın ayrık tutulması şart. Peki, alacaklıların durumu ne
olacak? Gerçekten, birçok kuruluştan, ticaret odasından yani birliklerden
sesler yükseliyor, bize de sürekli e-mailler, fakslar geldi. Onlar da “Biz
mağduruz.” diyor. Yani karşılıksız çek mağduru kadar alacaklı da diyor ”Ben
mağdurum.” Bu alacaklılarla ilgili bir mağduriyet giderimi var mı? Doğrusunu
isterseniz, beni burada tatmin edecek bir şeye rastlamadım. Yani gerçekçi
konuşalım. Sadece, yaptığımız düzenleme çek mağdurlarıyla ilgili bir
iyileştirme getiriyor, çekle ilgili bir sigorta güvenlik sistemi getiriyor,
çekin soruşturulmasında, bu tür suçlarda adli yargının yükünü hafifletiyor,
daha çok Merkez Bankasına ve idari tasarrufa doğru yönlendiriyor.
Burada
yine bir noktaya daha dikkat çekmekte yarar var. Şimdi, borçluyu
tutukluyorsunuz, içeri giriyor. Tutuklu insan çalışmazsa iş yeri kapanıyor, iş
yeri kapanırsa borcunu ödeyemiyor, borcunu ödemeyince diğer çeklerin vadesi
geliyor. Genellikle çek anında ödeme aracıdır ama ticari hayatta âdeta vadeli
çek gibi bir teamül de oturmuş Türkiye’de ticarette, sanayide, organize
sanayiye, ticari alanlara baktığımız zaman. Bu yönüyle de baktığımız zaman,
ekonomik suç nedeniyle tutukladığınız bir kişiye “Borcunu ödeme, içeride yat.”
demekten başka bir anlama gelmeyecek mevcut düzenlemeyi değiştirmenin aynı
zamanda çek mağdurlarının çıkması ve kendi ticari hayatlarını yeniden idame
ettirmesi, ayrıca borçlarının ödenmesi konusunda fırsat tanınması açısından sağlıklı
olacaktır.
Tabii
keşke Meclisin önüne çok sağlıklı bir veri konulabilseydi. Bu konuda, aslında
bütün parti gruplarına, adli yargıda ne kadar çek var, ne kadar dosya var, ne
kadar tutuklu var, ne kadar borç var, ne kadar karşılıksız çek var, ne kadar
alacak var, ne kadar yok? Bunun yüzde kaçı nitelikli dolandırıcılıktır, yüzde
kaçı gerçekten kriz nedeniyle etkilenmiştir? Kriz nedeniyle etkilenenlere,
diğer iş kollarındaki gibi krizden etkilenenlere tanınan ayrıca kolaylıklar
tanınacak mı tanınmayacak mı? Sosyoekonomik bir veri elimizde yok. İşte yasama,
Meclis kanun çıkarırken bu verileri tam, sağlıklı bir tahlilden geçiremediği
için işte 2009’da bir kanun çıkarıyoruz, geliyoruz, bir yıl geçmeden tekrar bir
kanun çıkarmak zorunda kalıyoruz. Bunu niçin söyledim? Tartışmalar var, ondan
çünkü karşılıksız çeke, sigorta sisteminden azaltılmasına, kriz nedeniyle
rahatlamaya yönelik çokça açıklama var. Bunun bir de esprili yanları var,
Başbakanın kitabında geçer, en yakın arkadaşı karşılıksız çekten kendini hapse
attırmıştır, Pınarhisar Cezaevine, kendisini korumak için ve demek ki bir
yöntem olarak da karşılıksız çek konusu da siyasi literatürümüze
böyle giriyor. Hasan Yeşildağ’ın anılarında, kitapta
geçiyor. Karşılıksız çek keşide ediyor, hâkime diyor ki: “Beni tutukla.” Tam da
üç dört ay yatacak karşılık üzerine.
Şimdi,
cezaevindeki esnaf ve iş adamı sayısının çok yüksek olması aslında bu krizden
etkilenenlerin aileleriyle birlikte çok ciddi bir sayıda olduğunu gösteriyor.
Onun için, bize, grubumuza gelenler, uğrayanlar, arayanlar, e-mail, faks
gönderenler şüphesiz diğer gruplara da geldiler, gelmişlerdir. Bu düzenlemeleri
niye geciktirdik, 4 no.lu Protokol niye bu kadar geç yürürlüğe girdi, bunun
ayrıca sorgulanması lazım. Yani 2001’de Avrupa Birliği süreci başladığında 4
no.lu Protokolün gereğini niye on sene erteledik? Yani 2001’de düzenlemeler
yapıldı, niye bugüne kadar? O ayrı bir konu.
İlginç
şeyler de geliyor. Bakın, bazı alacaklılardan “Alacağımızı alamıyoruz, çek
cezaları, hapis cezaları devam etsin.” diyenler var. Bu, elden gönderilen
mektuplar ve mağduriyetler. “Kulun hakkını ne yapacaksınız?” diyenler de var
yani. Peki, onlara ne yapacağız? Bu Meclisin, adaletin terazisinde karşılıksız
çek nedeniyle yatanlar kadar alacaklıları da düşünme gibi bir zorunluluğunun
olduğunu düşünüyoruz ve aynı şekilde, alacağını almadığı için iş yeri iflas
eden, batan ve büyük mağduriyetler yaşayanlardan mektuplar alıyoruz, e-mailler
alıyoruz ve bunlar farklı görüşler.
Şimdi,
borç hapiste ödenmez, bunu herkes bilir. Borçlu hapiste tutuklu olsa çalışamaz,
ödeyemez, bunu herkes bilir. Galiba, bu küresel krizden sonra sayıları 9 bin
herhâlde, çekten tutuklu kişiye tahliye umudu doğarken bu ödenmeyen adli para
cezaları, cezaların paraya çevrilmesi, karşılıksız çek ve bunun mukabili olan
bu düzenlemenin ardından sanıyorum, yeni bir anlayışın gelişmesi gerekiyor.
Eğer bu anlayışı geliştiremezsek, eğer bu konuda doğru ve sağlıklı düzenlemeler
yapamazsak, bugün bu dosyaları erittik dersek, bu mağduriyetlerin büyük
çoğunluğunu giderdik dersek, yine yarın aynı durumlar ortaya çıkar. Daha da
kötüsü, bu sefer, icra iflasa gitmeyen, çek senet mafyasının devreye girdiği,
kara paranın devreye girdiği, tefeciliğin devreye girdiği bir sürece zemin
verilmemesi açısından da çok ciddi ekonomik, sosyal tedbirlerin alınması
gerekiyor. İş yaşamı konusunda alarm konusu olan bazı noktaların yeniden
düzenlenmesi gerekiyor diye düşünüyoruz.
Barış
ve Demokrasi Partisi olarak biz, başından beri, “Ekonomik suça hapis olmaz,
ceza olmaz; ekonomik suçta bunu yaptığınız zaman, ticari hayatı bu şekilde
baskı altına aldığınız zaman ticari hayatı işletmeniz mümkün olmaz.” dedik
çünkü Avrupa Birliği sürecinin getirdiği bir zorunluluk, bir mevzuat gereğiydi,
Anayasa gereğiydi, 90’ıncı madde gereğiydi ve bugün, kısmen de olsa, yeterli de
olmasa, bu düzenlemenin getirilmesi karşısında, grubumuz olarak yetersiz
bulmamıza rağmen, bazı önergelerle bazı aksaklıkları düzelterek -umarım dört
grup biraz daha düzenler bu konuyu- kerhen de olsa bu kanun teklifine grubumuz
adına “evet” diyeceğimizi açıklıyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Kaplan.
Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına Bartın Milletvekili Sayın Yılmaz Tunç, buyurun.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ GRUBU ADINA YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşmekte olduğumuz Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın geneli üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
1985
yılına kadar karşılıksız çeklerle ilgili ceza hukukunun genel hükümleri
uygulanıyor ve karşılıksız çek keşide edenlere dolandırıcılık suçu nedeniyle
ceza veriliyordu. 1985 yılında çıkarılan 3167 sayılı Kanun’un ilk hâlinde,
karşılıksız çek keşide etme fiilinin yaptırımı bir yıldan beş yıla kadar hapis
cezası olarak öngörülmüştü.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ek 4 numaralı Protokolüne paralel olarak 2001
yılında Anayasa’da “Hiç kimsenin yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü
yerine getirmemesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamayacağına” ilişkin bir
düzenleme yapılmıştı.
Anayasa
Mahkemesi 11 Aralık 2002 tarihli kararında ve daha sonraki kararlarında ve en
son 2011 Mart ayında verdiği kararında çekin temelde sözleşmeden bağımsız
olarak kambiyo hukukuna özgü borç doğuran özel bir havale olduğu gerekçesiyle
hapis cezasını Anayasa’ya aykırı bulmamıştı.
2003
yılında da çağdaş ceza hukukunda “Ekonomik suça ekonomik ceza" ilkesinin
doğması nedeniyle 3167 sayılı Kanun’da 4814 sayılı Kanun’la değişiklik
yapılarak karşılıksız çek suçunu ilk kez işleyenler için para cezası, tekrar işleyenler
için ise hapis cezası getirilmişti.
Bu
değişikliğin gerekçesinde de “Çağdaş ceza hukukunda ekonomik ilişkilerin
gelişmesi ve çeşitlenmesi sonucu bu ilişkilerden doğan ve netice itibarıyla
cezai müeyyideyi gerektiren eylemlere hürriyeti bağlayıcı cezanın başvurulacak
en son çare olarak öngörülmesi ekonomik suça ekonomik ceza ilkesinin doğmasına
yol açtığı, bu nedenle maddede yeniden yapılan düzenleme ile keşide edilen
çekin karşılığının bulunmaması halinde bu suçu ilk defa işleyenler için çek bedeli
tutarı kadar olmak üzere nispi para cezası verilmesi ancak çeke olan güvenin
zaafa uğratılmaması ve cezada etkinliğin artırılması bakımından bu suçtan mükerrirler hakkında hapis cezası verilmesi hükme
bağlanmaktadır.” şeklinde gerekçede ifade edilmişti. Ancak, bu değişikliğe rağmen
karşılıksız çek keşide etme fiiline mükerrirler
bakımından hapis cezası uygulanması uygulama ve doktrinde eleştirilmeye devam
etmiştir.
Bu
eleştirilerin temelinde karşılıksız çek keşide etme fiiline hapis cezası
uygulanmasının ceza hukukunun ölçülülük ve hapis cezasının son çare olması
ilkelerine aykırı olması yer almıştır.
Ayrıca her ne kadar Anayasa Mahkemesi düzenlemeyi Anayasa’ya aykırı
bulmasa da Anayasa’nın 38’inci maddesinde yer alan “Hiç kimsenin yalnızca
sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden
alıkonulamayacağına” ilişkin bu hüküm de eleştirileri desteklemiştir.
2009
yılında da uygulamada çıkan sorunları çözmek ve doktrindeki eleştirileri
karşılamak maksadıyla 5941 sayılı Çek Kanunu ile de karşılıksız çek keşide etme
fiiline yaptırım olarak adli para cezası öngörülmüştür. Ancak adli para
cezasının ödenmemesi durumunda infaz aşamasında hapis cezasına dönüştüğünden
“Ekonomik suça ekonomik ceza” ilkesiyle ilgili eleştiriler tekrar yoğunluk
kazanmıştır.
Değerli
milletvekilleri, görüldüğü üzere, bütün bu değişikliklere rağmen çekle ilgili
tartışmalar azalmamış, çek hem alacaklılar açısından hem de borçlular açısından
sorun olmaya devam etmiştir. Bu sorunları ve eleştirileri ortadan kaldırmak,
uluslararası sözleşmelere ve Anayasa’mızın 38’inci maddesine uyumu sağlamak,
hem de karşılıksız çek davaları nedeniyle mahkemelerimizin iş yükünü azaltmak
ve yargının hızlandırılması ve vatandaşlarımızın adaletin gecikmesinden doğan
sıkıntılarını gidermek maksadıyla bu tasarı gündeme gelmiştir.
Tasarının
özünde karşılıksız çek keşide etme eylemi için öngörülen adli yaptırım idari
yaptırıma dönüştürülmektedir. Karşılıksız çek keşide eylemini
gerçekleştirenlere çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı öngörülmektedir. Çek
düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararının cumhuriyet savcıları tarafından
verileceği ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanacağı
öngörülmektedir. İdari yaptırım süreci de şikâyete bağlı olarak başlayacaktır. Karşılıksızdır
işlemi yapılması üzerine hamil, cumhuriyet savcısından çek düzenleme ve çek
hesabı açma yasağına karar verilmesini talep edebilecektir. Cumhuriyet savcısı,
Kabahatler Kanunu’nun hükümlerine göre çek düzenleme ve çek hesabı açma
yasağına karar verecektir. İdari yaptırım kararı, aleyhine yasak kararı verilen
kişiye tebliğ edilecek, karara karşı da Kabahatler Kanunu hükümlerine göre
başvuru yoluna gidilebilecektir.
Çek
bedelinin ödenmesi durumunda, idari yaptırım kararı talebinin geri alınması
durumunda ve on yıllık azami sürenin geçmesi hâllerinde de idari yaptırım
kararı ortadan kalkacaktır. Burada şunu ifade etmek gerekir: Yürürlükteki
kanuna göre verilmiş olan çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararları da
uygulanmaya devam edecektir. Kısaca artık karşılıksız çek fiiline adli para
cezası ve sonucunda da hapis cezası yerine çek düzenleme ve çek hesabı açma
yasağı getirilmektedir. Bu ceza da hem çeke olan güvenin devam etmesini
sağlayacak hem de karşılıksız çek keşide ederek piyasayı dolandırmak
isteyenlerin önüne geçecek önemli bir tedbirdir. Tasarı muhalefet partilerine
mensup milletvekillerimizin teklifleriyle de örtüşmektedir. Türkiye Esnaf ve
Sanatkârları Konfederasyonu adli yaptırımın kaldırılması gerektiğini
açıklamıştır. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Risk Merkezinin hayata geçmesi
şartıyla tasarıyı uygun bulmaktadır. 13 Şubat 2011 tarihli 6111 sayılı Kanun’la
Bankacılık Kanunu’na eklenen ek maddeyle Türkiye Bankalar Birliği nezdinde Risk
Merkezi kurulmuştur. Merkezin amacı kredi kuruluşlarıyla bazı finansal
kuruluşların müşterilerinin risk bilgilerini toplamak, bilgileri bu
kuruluşlarıyla gerçek veya tüzel kişilerin kendileriyle ya da onay vermeleri
şartıyla özel hukuk tüzel kişileriyle de paylaşılmasını sağlamaktır. 2009 değişikliği
sırasında adli yaptırımın kaldırılmamış olmasının en önemli nedeni bu Risk
Merkezinin kurulmamış olması nedeniyle alacaklıların mağdur olmasından duyulan
endişedir. Risk Merkezinin kurulması ve işlemesiyle çek sahibinin ekonomik
durumu, çek hesabıyla ilgili geçmişi alacaklılar tarafından görülüp kontrol
edilebilecek, dolayısıyla çekle alışveriş yapacak olan kişilerin daha güvenli
bir ortamda ticaret yapmasının önü açılacaktır. Risk Merkezinin çalışmaya
başlamasıyla ve bu tasarının uygulanmaya başlamasıyla artık ülkemizde “çek
mağduru” tabiri büyük ölçüde ortadan kalkmış olacak. Ticaret hayatı daha
güvenli, daha düzgün bir ortama kavuşacak, kötü niyetli kişilerden, çek hesabı
açarak piyasayı dolandırmaya çalışanlardan arındırılmış olacaktır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kamuoyunda tasarıya yapılan en önemli
eleştiri, çekte hapis cezasının kaldırılıyor olması ve dolayısıyla
alacaklıların mağduriyetine yol açıldığı yönündedir. Tasarı, kendi içerisinde
alacaklının mağduriyetini koruyan hükümleri içermektedir.
Ayrıca,
hazırlanacak olan önergelerle de bu konuda yeni güvenceleri birlikte bugün
görüşüp tasarıya ilave etme imkânımız da olacaktır. Öncelikle geçici 3’üncü
maddede eski çeklerin hukuki geçerliliğinin devam edeceği hüküm altına alınarak
bu konuda da ortaya çıkacak mağduriyetlerin önüne geçilmesi sağlanmıştır.
Tasarının
görüşmeleri sırasında biraz sonra gündeme gelecek olan, hazırlanmakta olan
önergeyle de karşılıksız çek keşide eden ve bunu sürekli alışkanlık hâline
getirmiş, mal varlığını alacaklıdan kaçırmış kötü niyetli çek borçluları için
ceza hukukunun genel hükümleri gereğince işlem yapılacağı, dolayısıyla bu
şahıslar için hapis cezası riskinin devam edeceği yönünde bir düzenleme
yapılarak alacaklıların mağduriyetinin önüne geçilmiş olacaktır.
Yine,
cezai soruşturmayı beklettiği için icra takibine konu edilmemiş karşılıksız
çeklerin zaman aşımı sorununu da çözecek düzenlemeyle ilgili, ilgili kanunda
bir değişiklik yapılabilecektir.
Tasarıyla
bankaların her bir çek yaprağı için 700 lira ödemekle yükümlü olduğu sorumluluk
miktarı Komisyonda bin liraya çıkarılarak alacaklıların mağdur olmaması için
bankaların çek defteri verirken daha özenli davranmaları sağlanmış olacaktır.
Burada,
şunu ifade etmek gerekir: “Bankaların sorumluluğunu daha çok artıralım ve
alacaklı güvencede olsun.” yönünde kamuoyunda öneriler var. Ancak
bankalar her bir çek yaprağı için sorumlu tutulacakları miktar kadar çek hesabı
açmak isteyen kişiden teminat isteyeceklerinden bankaların bir kaybı söz konusu
olmayacak ancak bunun yanında çek hesabı açma ve çek defteri verme yönünden çok
istekli davranmayacaklarından piyasadaki çek miktarını ve çek kullanımını
olumsuz yönde etkileyecek ve bu da teminat gösteremeyen küçük esnafın zararına
olacaktır. O nedenle bankaların sorumluluğu her bir çek yaprağı için bin
lira olarak belirlenmiş olmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Risk Merkezinin devrede olmasıyla birlikte
tasarının ticaret hayatına olumlu etkileri olacağı gibi borçlunun karşılıksız
çek bedeli kadar devlete para cezası ödemek zorunda olmayacağından bu parayı
devlete değil alacaklıya ödeyecek ve alacaklının alacağına kavuşması ihtimali
eskiye göre daha da artacaktır. Tasarıyla yaptırımların orantılı olması ve ceza
hukukunun son çare olması ilkelerine uyum sağlanacaktır.
Kendi
adına ya da kurduğu fason şirketler adına çek hesapları açtırıp yüzlerce çeki
keşide ederek piyasayı dolandıran, şirketlerinin içini boşaltan kötü niyetli
şahısların aslında kastı dolandırıcılıktır. Mevcut düzenlemede karşılıksız çek
suçu şeklî bir suç olarak görüldüğünden bu şahıslar kasten işledikleri bu
suçtan ceza hukukunun genel hükümleri gereğince yargılanmaları gerekirken
karşılıksız çek keşide etme suçunun şeklî bir suç olması nedeniyle kasıt
aranmamaktadır. İşte, tasarıyla bu sorun da ortadan kaldırılmaktadır.
Karşılıksız çek keşide etme suçunun uygulamada şeklî bir suç olarak görülmesi
ve bu suçun esasen kasten işlenebilecek bir suç olmasına rağmen kişinin
kastının aranmamasından kaynaklanan olumsuzluklar da yine bu tasarıyla
giderilmiş olacak, bu konuda da alacaklıların mağduriyeti giderilmiş olacaktır.
Tasarıyla
mevcut kanuna göre verilen adli para cezalarının ödenmemesi durumunda cezanın
infaz aşamasında hapis cezasına dönüştürülmesine ilişkin eleştiriler
karşılanmış olacaktır.
Uyuşmazlık
konusu ceza adalet sistemi dışına çıkarılmış olacağından karşılıksız çek keşide
etme eyleminin mahkemelere ve Yargıtaya getirdiği iş
yükü ortadan kalkacaktır. Savcıların da bu iş yüküne ayırdıkları zaman dilimini
daha farklı konulara ayırmaları bu şekilde sağlanmış olacaktır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; karşılıksız çek davalarının AK PARTİ’li yıllarda arttığına ilişkin ifadelerin gerçeklerle
hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi sözcüsü ve Barış ve
Demokrasi Partisi sözcüsü benden önce burada konuşma yaptılar, ekonomide taş
üstüne taş koymadığımızı söylediler. Taş üstüne taş koyduğumuz için, Türkiye
bugün artı 9 büyüyerek dünyada büyüme rekorları kıran bir ülkedir. Siz ne
derseniz deyin. Ve AK PARTİ İktidarı taş üstüne taş koyduğu için bugün 3’üncü
kez iktidara yüzde 50’yle gelmeyi başaran bir iktidardır.
AK
PARTİ’nin iktidara geldiği 2002 öncesi Koalisyon
Hükûmeti dönemini, hatırlamak bile istemiyoruz o kriz günlerini. Dünyada kriz
yokken Türkiye'nin krizlerle boğuştuğu o günleri artık unutalım diyoruz,
hatırlamak istemiyoruz. O yıllarda, 2002 öncesi Koalisyon Hükûmeti dönemi ile
AK PARTİ’li yılları karşılaştırdığımızda, karşılıksız
çeklerle ilgili olarak rekorun 1999, 2000, 2001 ve 2002 yıllarında olduğunu
görmekteyiz.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Yalan söylüyorsun! Yalan, yalan! Rakamlara iyi bak!
YILMAZ
TUNÇ (Devamla) – Rakamlar burada, devletin istatistikleri burada…
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Bu konuda rekor kırdınız! Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu
rekoru egale edecek başka bir hükûmet daha gelmeyecek!
YILMAZ
TUNÇ (Devamla) – …İnternet’e girdiğiniz zaman bu istatistiklere çok rahatlıkla
ulaşabiliyorsunuz. Hemen bir sıra önünüzde bilgisayar var, direkt İnternet’e
girin, karşılıksız çek davalarının yıllara göre nasıl değişkenlik gösterdiğini
orada net bir şekilde göreceksiniz.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Siz rakamlara takla attırıyorsunuz!
YILMAZ
TUNÇ (Devamla) – Şimdi, ben rakamları söylüyorum: 1999 yılında açılan 320 bin
dava. Bakınız, bir yılda 320 bin dava açılmış ve bu davalarda 337 bin kişi
yargılanmış. 2000 yılında 262 bin dava açılmış ve bu davalarda 281 bin kişi
yargılanmış. 2001 yılında açılan dava sayısı -bakınız 2001’de bir rekor var-
307 bin olmuş ve yargılanan kişi sayısı 327 bin olmuş. 2002 yılında 177 bin
dava açılmış, 191 bin kişi yargılanmış, MHP, DSP, ANAP Koalisyon Hükûmeti
döneminde. Dört yılda 1 milyon 68 bin 222 dava açılmış, bu davalarda 1 milyon
137 bin kişi yargılanmış. Dört yılda 1 milyon 68 bin, bunu aklımızda tutalım.
AK
PARTİ’li yıllara baktığımızda: 2003 yılında açılan
dava sayısı 131 bin…
EMİN
HALUK AYHAN (Denizli) – Yanlış vermişler, yanlış.
YILMAZ
TUNÇ (Devamla) - 2004’te açılan 123 bin,
2005’te açılan 97 bin, 2006’da 128 bin, 2007’de 142 bin, 2008’de 211 bin,
2009’da 159 bin, 2010’da 105 bin dava açılmış, sekiz yılda toplam 1.114 bin
dava açılmış.
EMİN
HALUK AYHAN (Denizli) – Sırf 2009’da 1.900 dava açılmış.
YILMAZ
TUNÇ (Devamla) - Yani dört yılda açılan
dava sayısıyla sekiz yılda açılan dava sayısının birbirine eşit olduğunu burada
görmekteyiz.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Rakamları yanlış söylüyorsunuz. Milletin gözüne baka baka yalan söylüyorsunuz
bu konuda.
YILMAZ
TUNÇ (Devamla) – Kayıtlar, resmî istatistikler…
LÜTFÜ
TÜRRKAN (Kocaeli) – Hayır, kayıtlarda yok.
BAŞKAN
– Sayın Türkkan, lütfen…
YILMAZ
TUNÇ (Devamla) - İnternet’e gir, Adalet Bakanlığının istatistiklerine, Hazine
Müsteşarlığının istatistiklerine…
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Alın onları, doğru bakın.
YILMAZ
TUNÇ (Devamla) - … Bankalar Birliğinin istatistiklerine girin, bakın, bu
rakamları sizler de göreceksiniz.
EMİN
HALUK AYHAN (Denizli) - 2009’da
karşılıksız çek kaç tane?
YILMAZ
TUNÇ (Devamla) - Sizin Kütahya
Milletvekiliniz Alim Işık’ın verdiği soru önergesine
Sayın Adalet Bakanımızın Adalet Bakanlığının resmî istatistiklerini buradan
açıkladığını hep beraber dinledik.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – 1.974 bin sadece 2009’da.
YILMAZ
TUNÇ (Devamla) - AK PARTİ hükûmetlerinden önceki dört yıllık sürede yılda
ortalama 267 bin dava açılırken son sekiz yılda ortalama 141 bin dava açılarak
karşılıksız çek davalarında işlem sayısındaki artışa rağmen, yıllık ortalamada
yarı oranında bir azalma söz konusudur.
EMİN
HALUK AYHAN (Denizli) – Babacan “Yüz bin kişi içeri girecek.” diyor, yüz bin
kişi. Doğru değil mi Sayın Bakan?
YILMAZ
TUNÇ (Devamla) - Resmî kayıtlar bunu
gösterirken, son yıllarda karşılıksız çek sayısında artış olduğu yönündeki
açıklamalar gerçeklerle bağdaşmamaktadır.
EMİN
HALUK AYHAN (Denizli) – Babacan doğru söylemiyor mu?
YILMAZ
TUNÇ (Devamla) - Tasarı, uluslararası sözleşmelere ve Anayasa’ya uyumu
sağlamaktadır, alacaklının mağduriyetini giderecek hükümler içermektedir.
Dünyanın hiçbir ülkesinde uygulanmayan, aslında bir ödeme aracı olması gereken
çekin hapis cezası güvencesi nedeniyle vadeli bir ödeme aracı olarak
kullanılması ve bu nedenle piyasada olumsuzluklara ve dolayısıyla hem
alacaklıların hem de borçluların mağduriyetine yol açılması bu tasarıyla
önlenmiş olacaktır.
Bu
duygu ve düşüncelerle, tasarının hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Tunç.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Efendim...
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, demin hayatımın en sakin konuşmasını yaptım ama
hatip çıktı yine dedi ki, grubumuzu kastederek “Muhalefet ‘AK PARTİ taş üstüne
taş koymadı.’ dedi.” dedi. Sanıyorum,
söz hakkı doğdu.
BAŞKAN
– Şimdi ben size söz vereceğim Sayın Kaplan, çünkü yüz ifadeniz falan da yani
şey ama ben izleyemediğim için, tamamını dinleyemediğim için…
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Yani bizim grubumuzu kastederek…
BAŞKAN
– Bir dakika… Normal şartlarda tutanakları getirtmem lazım ama ben şimdi size
söz vereceğim.
Lütfen,
karşı cevap yani olmasına müsaade etmeyin.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Yok, yok.
BAŞKAN
- Buyurun.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
2.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç’un,
grubuna sataşması nedeniyle konuşması
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Arkadaşlar, 10 bin çek mağdurunu BDP’liler
içeri, cezaevine koydu! Biliyor musunuz?..
Biz
“Taş üstüne taş koymadı.” demedik AKP’nin, çek mağdurlarını konuştuk. “Bu
mağduriyet giderilsin.” dedik.
Arkadaşlar,
AKP, taş üstüne taş koymuştur. Vallahi koymuştur. Bakın 2011 yılı rakamlarına;
17 banka vergi rekortmenidir, 28 holding en çok kazanandır. Yüzde 86 dolaylı
vergi, ÖTV vergisi, KDV vergisini de emekçiden, işçiden, memurdan, çalışandan
alıyorsunuz. Almışsınız işçinin, emekçinin, çalışanın taşlarını getirmişsiniz
bankacıların, holdinglerin, tekellerin, sermayelerin binalarını, binalarını
yükseltmişsiniz. Allah var doğru; taş taş üstüne koymuşsunuz!
Asgari
ücretliye sorun, kaç tane taşını almışsınız? Bakın, işçiye sorun. Toplu iş
sözleşmeleri görülüyor. Memura sorun, ne kadar paranız küçüldü? Bir yerden
taşları alıyorsunuz, öbür tarafta da üst üste koyuyorsunuz. Bir avuç zengin
yarattınız. Bir avuç azınlık yarattınız. Biz size demin bir konuşma yaptık çek
mağdurlarıyla ilgili; üç, dört grup da burada destek veriyor. Onların sorununu
konuştuk. Tek kelime de etmedim AK PARTİ İktidarına karşı. Bugün çek mağdurları
dışında da bu konuşmamda konuşma gereğini duymadım arkadaşlar ama Sayın Hatip,
alışkanlık, bizim grubumuzu, böyle, göstererek diyor ki: “Muhalefet partisi,
taş üstüne taş koymamış…” Vallahi, bir şey söyleyeyim mi size: Siz, özgürlük
alanında taş üstüne taş koymadınız, insan hakları alanında koymadınız, hukuk
alanında koymadınız, demokrasi alanında koymadınız, cezaevinde 130 bini geçti
tutuklu sayısı, en çok basın suçlusu Türkiye’de, en fazla avukat tutuklu
Türkiye’de, en fazla siyasetçi tutuklu Türkiye’de, en fazla seçilmiş tutuklu
Türkiye’de. Bakmayın bize, böyle sakin sakin konuşuyoruz biz bu kürsüde; terzi
gibiyiz, terzi, söküğünü dikemeyen terzi gibiyiz. Şikecilere
yasa çıkarıyoruz, çek mağdurlarına çıkarıyoruz ama 8 tane milletvekiline
çıkaramıyoruz. Tutuklu 8 milletvekilimiz var. Bu ayıp bize yeter! Bu utanç bize
yeter! Aha burada, bir taş üstüne taş koyamadınız, koyamazsınız. Koyamazsınız…
İşte, bunu yapamadığınız için, lütfen, bari biz konuşmuyorken, yerimizde
otururken bize sataşmayınız, bize de söz hakkı doğurmayınız. Başkanımız kızıyor
sonra.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- Çek Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Sinan Aydın Aygün’ün;
5941 Sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün; 5941 Sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/538, 2/85, 2/119) (S. Sayısı:
137) (Devam)
BAŞKAN
– Şahısları adına ilk söz Konya Milletvekili Sayın Harun Tüfekci.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Harun
Beyi niye bu kadar az alkışladınız? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurun.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Harun, Başkanlık Divanı torpili var bu işte!
BAŞKAN
– Evet…
HARUN
TÜFEKCİ (Konya) – Öncelikle Sayın Başkanıma teşekkür ediyorum bu nezaketinden
dolayı.
Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Çek Kanunu’nda değişiklik yapılması
hakkında Kanun Tasarı’sıyla ilgili, tümü üzerinde,
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Anayasa’nın
13’üncü maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında ölçülülük
ilkesine riayet edileceği düzenlenmiştir. Türk Ceza Kanunu’muzun 3’üncü
maddesinde düzenlenen yaptırımların orantılı olması ve ceza hukukunun son çare
olma özelliği bu anayasal ilkenin bir yansıması olarak görülmektedir. Yine aynı
maddenin gerekçesinde ise suçun işlenmesiyle ilgili toplum düzeninde adaletin
sağlanması için suç işleyen kimseye uygulanacak ceza hukuku yaptırımlarının
haklı ve ölçülü olması gerekmektedir. “Çünkü ancak haklı ve suçun ağırlığıyla
orantılı bir yaptırım ile suç işleyen kişinin bu fiilinden pişmanlık duyması ve
yeniden topluma kazandırılması söz konusu olabilir.” denmektedir. Buna göre,
ceza hukuku işlemlerinde yarar ile zarar arasında bir oranın bulunması, aksi
takdirde işlemden vazgeçilmesi gerekmektedir. Başka bir ifadeyle ceza hukuku
toplumsal barışın devamı bakımından başvurulması kaçınılmaz olan son raddedir,
son aşamadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ceza hukukunun en önemli ilkelerinden biri de
“ekonomik suça ekonomik ceza verilmesi” ilkesidir. Ekonomik nitelikteki
suçların yaptırımı hapis cezasından ziyade ekonomik yaptırımlar şeklinde
olmalıdır. 5941 sayılı Çek Kanunu’nun 5’inci maddesinde karşılıksız çek keşide
etme suçu için adli para cezası öngörülmüş olmasına karşılık, bu cezanın
ödenmemesi durumunda infazı para cezasının hapis cezasına dönüştürülmesi
suretiyle yerine getirmesi yönünde düzenleme yapılmış ama bu konu da tartışmaya
çok açılmış ve bugüne kadar da hep tartışılagelmiş bir konudur. Bununla
birlikte borcunu ödeyemeyen kişi hakkında infaz aşamasında hapis cezası
uygulanması bu kişinin ticari hayatının ciddi şekilde sarsılmasına veya sona
ermesine neden olmaktadır. Ayrıca, borçlarını ödeyebilme ihtimali de neredeyse
tamamen ortadan kaldırılmaktadır. Hatta, bazen
alacaklılar borçluların dışarıda olması ile alacaklarını daha iyi tahsil
edeceği kanaatiyle bu hususu bize de sık sık ifade etmişlerdir. Diğer taraftan,
Anayasa’nın 141’inci maddesinin son fıkrasında “Davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” hükmüne yer
verilmiştir. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa
Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesi herkesin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul süre içinde görülmesini isteme hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir.
Değerli
arkadaşlarım, bilindiği üzere, karşılıksız çek keşide etmek suçundan
kaynaklanan uyuşmazlıklar, ceza-adalet sistemindeki iş yükünün önemli bir
bölümünü teşkil etmektedir. Bu kanun, karşılıksız çek keşide etmek eylemine
adli nitelikle bir yaptırım uygulaması nedeniyle yaşanan sıkıntılara çözüm
getirmek ve adaletin etkinleştirilmesini, süratli ve etkin çalışmasını sağlamak
amacıyla hazırlanmıştır.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nde “Hiç kimse yalnızca sözleşmeden doğan bir
yükümlülüğü yerine getirmemiş olmasından dolayı özgürlüğünden yoksun
bırakılamaz.” hükmüne yer verilmiştir. Anayasa’mızın 38’inci maddesi ve diğer
uluslararası sözleşme hükümleri, doğrudan veya dolaylı olarak hürriyeti
bağlayıcı ceza verilmemesi yükümlülüklerini bünyesinde barındırmaktadır.
Dolayısıyla, anayasal norm ve diğer uluslararası sözleşme hükümleri karşısında
bazı kanun hükümlerinin bu normla uyumlaştırılması amacıyla Çek Kanunu’nda
değişiklik yapılması zorunluluk arz etmektedir. Özel borç ilişkilerindeki
eylemlerin yerine getirilmemesine bağlanan yaptırım seçeneklerindeki
uluslararası hukuk eğilimi, özgürlüklerden yoksun kılma kategorisinin terk
edilmesi yönündedir. Bu kapsamda, gerek Anayasa’nın 90’ıncı maddesi gerekse
uluslararası sözleşmeler bağlamında, karşılıksız çeklerle ilgili olarak hapis
cezasını sürdürebilme imkânı kalmamıştır.
Ayrıca,
yasama organının, bazı fiilleri suç olmaktan çıkarmak da, kimi başka olguları
ve değişimleri göz önünde bulundurabileceği de unutulmamalıdır.
Değerli
arkadaşlarım, üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre kanuni ibraz
süresi içinde çekle ilgili olarak “karşılıksızdır” işlemi yapılması hâlinde
hamilin talebi üzerine her bir çekle ilgili olarak çek düzenleme ve çek hesabı
açma yasağı kararı verilmesi dahi çek sahipleri açısından yeterli bir
caydırıcılık arz etmektedir. Diğer taraftan, karşılıksız çeklerin tedavülde
bulunan çek toplamına göre hayli düşük olması bir yana, karşılıksız çek keşide
etmenin suç olmaktan çıkarılmasının sebebiyet verdiği boşluk da uzun sürmeyecek
ve intikal süresinin dolmasıyla, yerini, ekonomik işleyişin sağlayacağı doğal
düzene bırakacaktır.
Öte
yandan, çek alacaklısı, ifa edilmeyen edime yönelik takip yetkileri ve diğer
özel hukuk yaptırımlarıyla donatılmış olmasının dışında, çek ilişkisine
gireceği kişilerin ekonomik kapasitesini ve onu takip etme imkânını da bu
yasayla beraber sağlamış olacaktır. Çek sahiplerinin elinde bulunan çeklerle
ilgili olarak bankaların yükümlülükleri konusunda bir süre sınırı
öngörülmemiştir. Bu nedenle bankalar ile çek defteri sahipleri arasında gayrinakdi kredi ilişkilerinin devam etmesini engellemek
amacıyla bankaların ödemekle yükümlü olduğu tutar açısından sorumluluğu çekin
üzerindeki tarihten itibaren beş yıl süreyle sınırlandırılmıştır.
Değerli
milletvekili arkadaşlarım, 5941 sayılı Çek Kanunu’nda yapılması düşünülen bu
düzenlemeye şahsım adına destek verdiğimi ifade ediyor, olumlu oy kullanacağımı
belirtiyor, siz değerli heyeti saygı ve hürmetle selamlıyor, hayırlı günler
diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Tüfekci.
Komisyon
adına Ankara Milletvekili Sayın Ahmet İyimaya. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ADALET
KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Değerli Başkanım, yüksek
Parlamentonun değerli üyeleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bugün
yüce Parlamento, yasama yetkisinden çok daha farklı olan, Anayasa’da ayrı bir
iktidar olarak tanımlanan ceza kurma, suç kurma, suçu yürürlükten kaldırma,
cezayı yok etme iktidarını, yetkisini kullanıyor. Şu anda aranan cevap:
Karşılıksız çek eylemi suç olmaya devam etsin mi yoksa suç olmaktan çıkararak
bir özgürlük alanı mı üretelim? Bu soruya doğru, inandırıcı, kamuoyu tarafından
kabul edilebilir bir yanıt oluşturabilmek için iki açılı bir değerlendirme
yapmak gerekir. Birinci açı, bağlayıcı hukuk bakımından Parlamentonun iradesini
belli bir noktaya tespit eden, farklı bir irade seçeneğini yok eden bir hukuk
var mıdır yok mudur? Buna ben “bağlayıcı hukuk yararı” diyeceğim.
İkinci
açı, gerçekten şu anda alacaklıların menfaati bakımından bu zorunlu çözümü
denkleştirecek mekanizmalar gerekli mi, projede var mı açısıdır? Değerli
arkadaşlar, kişiler arası ilişkilerden kaynaklanan borçların yerine
getirilmemesi eylemi hukuk tarihinin gelişimi içerisinde farklı yaptırımlara
bağlanmıştır. İlk dönemler özel borcun ödenmemesi kişi üzerinde hapsin, haczin
ve evde tutulmanın bir nedeni sayılmıştır. Hatta Solon Kanunlarına göre
alacaklılar borçluyu öldürebilir, etlerini paylaşabilir, kemiklerini
bölüşebilirdi. Ilımlandı. Borcun ifa edilmemesi
hâline mali edimler, mali yaptırımlar öngörüldü. Evrim 1950 yılında İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan özgürleşme ve demokrasi eğilimi içerisinde
doruğa ulaştı. Ceza doktrini dedi ki: “Hiçbir cezaya özel borcun ifası misyonu yüklenemez.” Espri budur. Cezanın amacı toplumsal
barıştır, kamu düzenidir vesaire. Ve giderek 1950 yılında beliren, Kara
Avrupası hukukuna yansıyan bu eğilim 1958 yılında Avrupa Birliği normu
seviyesine dönüşmeye başladı. Sizinle ilginç bir bilgiyi, paradoksal bir
bilgiyi paylaşmak isterim. Şu anda 4 No.lu Protokol dediğimiz “Sözleşmelerden kaynaklanan borca hapis
cezası, özgürlükten yoksun kalma yaptırımı uygulanamaz.” önerisinin fikir
mimarı Türkiye’dir. Rahmetli Kasım Gülek ve rahmetli Bülent Ecevit -Avrupa
Konseyi Danışma Meclisi zabıtlarını okuyunuz- bu teklifi yapmışlardır. 1963’te
kurallaşmıştır ve 1994 yılında Türkiye ancak benimseyebilmiş, iç hukukuna
aktarabilmiştir.
Değerli
arkadaşlar, bizim Anayasa'mızın 38’inci maddesi kapsamında, özel borç
ilişkilerinden kaynaklanan edimlerin yerine getirilmemesine hapis yaptırımını
öngörmemiz mümkün değildir. Şu ana kadar yaşanan, bir hukuk ihlalidir, bir
Anayasa ihlalidir ve ciddi hukukçular, rahat rahat bu konuda ön açıcı
mekanizmaları dava kazanma yoluyla geliştirebilirlerdi.
Anayasa
Mahkememiz, maalesef, bu konu gündemine geldiğinde “Çek borcu özel borç ilişkisinden
kaynaklanmaz, sözleşmeden kaynaklanmaz.” dedi ve özgürlük aleyhinde bir yorum
yaptı. Bir defa, Anayasa hukukunun temel işlevi, Anayasa'nın ve uluslar üstü
sözleşmenin öngördüğü özlük alanını yorumuyla pekiştirmektir. “…”(*) Anayasa
mahkemeleri özgürlük lehine yorum yapmak zorundadırlar; bu, temel bir ilke.
Ha,
şu var: Bu çek -modern hukukta var, mukayeseli hukukta- başka bir suç
oluşturabilir, gerek manevi unsurlar gerek maddi unsurlar bakımından başka bir
suç için eylem oluşturabilir. O soruya zaten 1929 Parlamentosu cevap verdi.
1924 Anayasamızın 11 veya 12’nci maddesi zannediyorum. Parlamento boşluk
alanlarını yorum yoluyla doldurabilirdi, doldurabiliyordu ve yüksek Parlamento,
o dönemdeki anayasal yetkisini kullanarak çeklerde ihlal çeşitlerine göre
dolandırıcılık hükümlerinin uygulanabileceğini öngördü. Bugün yaptığımız
düzenleme, bağlayıcı hukuk normları bakımından zorunlu bir düzenlemedir, farklı
bir şey benimsesek dahi aksi Anayasa ihlali olan bir düzenlemedir. Parlamento
doğruyu yapıyor.
Peki,
alacaklıların, ekonomik kamu düzeninin, piyasa işleyişinin yararları ne olacak?
Bir defa, hukuk devletinde, piyasa işleyişi, alacaklı yararı, ekonomik kamu
düzeni gibi gerekçelerle, bağlayıcı olan hukuk normunun aşılması mümkün
değildir. “Bir defa delsek ne olur?” mantığı, hukuk devleti temel değerine
saplanmış hançerdir ve bağlayıcı hukuku, hukukun üstünlüğünü bu mantıkla
yakalamamız mümkün değil.
BAŞKAN
– Sayın İyimaya, bir saniyenizi almak istiyorum.
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
(Devam)
C) Çeşitli
İşler
1.- Genel Kurulu teşrif eden Azerbaycan
Parlamentosu Heyetine Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denilmesi
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, ülkemizi ziyaret etmekte olan Azerbaycan Parlamentosu
Heyeti Meclisimizi teşrif etmişlerdir, kendilerine Meclisimiz adına "Hoş
geldiniz." diyorum. (Alkışlar)
(*) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe
olmayan kelimeler ifade edildi.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- Çek Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Sinan Aydın Aygün’ün;
5941 Sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün; 5941 Sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/538, 2/85, 2/119) (S. Sayısı:
137) (Devam)
BAŞKAN–
Buyurun.
ADALET
KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Şimdi,
yaklaşım farkı. Bir defa, ciddi temel düzenlemelerin
süregelen beklentileri etkilememesi mümkün değil ama her reformun, her
dönüşümün kaderinde bir geçiş süreci veya süresi kaçınılmazdır. Şu anda bu çek
alanındaki yeni düzenin meydana getirebileceği zihniyet dönüşümü, ekonominin
kendi işleyişini düzeltmesi vesaire gibi hâller için bir buçuk senenin yeterli
olacağını düşünüyorum. Bu, hukuk ihlalini bertaraf etmek bakımından siyaset
kurumunun kabul etmesi gereken bir yapı olması gerekir. Kaldı ki hapis
gerçekten ödeme amacını sağlıyor mu? Her iki açıdan cevap verilebilir; sağlıyor
da denebilir, sağlamıyor da denebilir. Çoğu durumlarda kişi cezaevinde olduğu
için, üreterek kazanma yeteneğini yitirdiği için hapis cezasının ödeme
kapasitesini düşürdüğü söylenebilir veya hapiste kalma korkusu ifa psikolojisini
destekleyebilir denebilir. O anlamda burada ekonomik bir model var, o da şu:
Çek keşide yasağı. Çeki karşılıksız çıkan, koşullarının varlığı hâlinde, tavan
süre olarak on senede bir daha çek keşide edemeyecek. Bu, caydırıcılık
bakımından hapse yüklenen ifa yararını telafi edici bir unsurdur. Alacaklı
modern hukukun takip imkânlarıyla donanmıştır, donatılmıştır; bu imkânlar
içerisinde kendi alacağını tahsil etmeye çalışacaktır. Sonra, bundan sonra,
çekin sağlam olması, ekonomik karşılığının bulunması, banka-çek ilişkisinin
tamlığı yönünde bir risk analiz merkezi oluşmuştur. Yine, yaşadığımız deney
karşı tezleri çürütmektedir. Daha çok yakın geçmişte yüce Parlamento çek
suçları bakımından taksitli sözleşmeler öngörerek tutuklu olanların dışarıya
çıkmasını ve yürütülen takiplerin askıya alınmasını mümkün kıldı ve o dönem
içerisinde ekonomik semptom, ekonomik olumsuz bir etki
gözlemedik.
Yine
karşılıksız çekin çek tedavül hacmindeki karşılığı yüzde 2’yle yüzde 4
arasındadır. Bu oran büyük ekonomiler bakımından absorbe
olunabilir, sindirilebilir, dönüştürülebilir ve risk kapasitesi olmayan oran
olarak algılanabilir ama ben şahsen bu reformun yargı yükünü azaltacağı
yönündeki gerekçesine katılmıyorum. Bu reform, doğrudur, sonuçları itibarıyla
yargı yükünü azaltacaktır; dosyalar düşecektir, sanıklar çıkacaktır; bundan
sonra adliye, yargı böyle bir şeyle uğraşmayacaktır. O hâlde sonucudur bu. Yani
adli yükün, adli yargı yükünün azalması projenin bir gerekçesi değil,
sonucudur.
Çözümün
hayırlı olmasını diliyor, yüksek Parlamentoyu tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın İyimaya.
Şahıslar
adına son söz, Çanakkale Milletvekili Sayın İsmail Kaşdemir.(AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
İSMAİL
KAŞDEMİR (Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
137 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın geneli hakkında şahsım adına söz aldım, bu
vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün
burada toplumun önemli bir kesiminin çok ciddi bir sorunu hâline gelmiş bir
meseleyi, yüz binlerce insanımızı ilgilendiren bir konuyu görüşmekteyiz. Çek
Yasası diye ifade edilen ve ticari hayatımızda önemli bir yer tutan bir
düzenlemeyi görüşüyoruz. Toplumu okuyan, toplumsal talepleri çözme iradesini en
net hâliyle ortaya koyan bir ekibiz. O yüzdendir ki her kesimin taleplerine
kulak kabartan Hükûmetimiz binlerce insanımızın beklentisi olan mezkûr konuyu
masaya yatırmış ve ilgili tüm kuruluşlarımızdan gerekli çalışmaları talep
ederek nihai kararı vermiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle bu düzenlemenin dünden bugüne,
aceleyle yapılmadığını belirtmek isterim. Ekonomiyle ilgili bakanlarımız,
ekonomi koordinasyon toplantıları, ilgili meslek örgütleri, Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği, esnaf odaları, Bankalar Birliği gibi tüm sosyal taraflarla
iki yılı aşkın süredir önemli çalışmalar sürdürülmüştür.
Bildiğiniz
gibi, çekle ilgili asıl ve köklü değişiklik 2009 yılında yapılmıştır. O günkü
görüşmelerde sürekli “Çekte hapis yasağı olamaz.” denmiş ancak risk kontrol
merkezi kurulamadığından bir anlamda bu talep ertelenmiştir. Şimdiki
düzenlemeyle bu Risk Merkezi kurulmaktadır. Bu Merkez hayata geçirilemeyecek
olsa bu düzenleme bugün görüşülemezdi. Bu düzenlemeyle çek bir dolandırıcılık
aracı olmaktan çıkarılmakta, dünyadaki uygulamalara paralel hâle getirilmeye
gayret edilmektedir. Dünyada neyse bizde de öyle olması hedeflenmektedir.
Değerli
arkadaşlar, Anayasa’nın 13’üncü maddesi bize temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında ölçülülük ilkesi gösterir. Türk Ceza Kanunu’nun 3’üncü
maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesi vazgeçilmezdir. Ceza hukukunda, adli
ceza, düşünülebilecek en son infaz yöntemidir. Hukuki veya idari sorumluluğun
yeterli olabileceği hâllerde adli nitelikte cezaların verilmemesi, hem
Anayasa’nın hem de Ceza Kanunu’nun amir hükmüdür.
Ayrıca,
taraf olduğumuz İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin Ek 4 No.lu Protokolü’nün
1’inci maddesi de “ekonomik suça ekonomik ceza verilmesi" diye
özetlenebilir.
Anayasa’nın
38’inci maddesi de “Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü
yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz.” hükmünü içerir.
Yine,
Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşme’nin 11’inci maddesinde de “Hiç kimse,
salt bir sözleşme yükümlülüğünü yerine getiremediği gerekçesiyle özgürlüğünden
yoksun bırakılamaz.” hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla, artık, hem Anayasa’ya
hem uluslararası sözleşmelere hem de ceza infaz hukukundaki birtakım genel
ilkelere göre karşılıksız çeklerle ilgili olarak düzenleme yapılması kaçınılmaz
olmuştur.
Değerli
milletvekilleri, bu genel değerlendirmeden sonra uygulamayı kısaca
hatırlayalım. Önce, şunu belirtelim: Zaten, yürürlükteki Çek Yasası’nda da
direkt hapis cezası zaten yoktur. Cebri icradan sonra, karşılıksız çek
şikâyetinden sonra hâlâ alacak tahsil edilmezse adli para cezası veriliyor yani
alacak devlet alacağı oluyor, devlet hiç katkısı olmayan bir ilişkinden bir
anda alacaklı oluyordu. Bu alacak ödenmezse hapis gündeme geliyordu. Dolaylı da
olsa bahsedilen adli nitelikteki ceza, bahsettiğim ve benzer ilkeler
dolayısıyla zaten doktrinde uzun zamandır tartışılmaktaydı. Bu dolaylı cezanın
insani olmadığı, hukuka mugayir olduğu hep söylendi. Kaldı ki borcunu
ödeyemeyen kişi hakkında infaz aşamasında hapis cezası verilmesi kişinin ticari
hayatının tamamen bitirilmesi anlamına gelmektedir. Bir anlamda altın
yumurtlayan tavuğun kesilmesi hikâyesini hatırlatmaktadır. “Efendim, kötü
niyetliler var.” Tamam da “Suimisal
emsal olmaz.” derler. Yani ticari sıkıntı nedeniyle çekini ödeyemeyip çek
kullanma hakkını kötüye kullanan insanlar istisnadır. Bunlar için de kanundaki
diğer cezai müeyyideler meridir. Fiilin durumuna göre dolandırıcılıktan
emniyeti suistimale, sahte belge tanziminden başka
birçok suça kadar birçok suç tanımı fiilin durumuna göre söz konusudur.
Değerli
milletvekilleri, peki, çekin ifa ettiği görevde bir zafiyet yaşanmaması için
karşılıksız çek keşide etme eyleminin cezasız kalması düşünülemez. Bu
düzenlemeyle on yıla kadar çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı
getirilmiştir. Üstelik bu ceza uzun mahkeme süreçlerine tabi olmayacak, şekil
şartları yerine gelmişse savcılık kararıyla derhâl olacaktır. Bilenler bilir,
en büyük ceza, en büyük sorun ticari itibardır. Bu itibarın kaybolması şahsın
ticaretten ayrılması anlamına gelir. Sistem içinde kalmak
isteyen her aktör borcunu ödemek zorunda kalacaktır yani çek alan kişi çek
verenin Merkez Bankasındaki bilgilerine yani Risk Kontrol Merkezindeki
bilgilerine ulaşabilecek ve ona göre çek kabul edecek; borçlu da o Merkezdeki
kaydının kötü olmaması için azami gayret sarf edecek, on yıl çek alamama
tehlikesi de hep göz önünde olacaktır. Bunlar ciddi tedbirlerdir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; borçlunun ödeme gücü olmadığı için hapse
atılması borcun tahsili yolu değildir. Zaten 2009 düzenlemesinden önce, yani
çeke hapis cezası varken piyasadaki karşılıksız çek sayısı 1 milyon 900 bin
civarındaydı. Hapis cezasının kaldırılıp “dolaylı hapis” dediğimiz şu anki
uygulama başlarken bazı arkadaşlar “Piyasa mahvolacak, tahsilatçı çetelere gün
doğacak.” demişlerdi. Oysa, karşılıksız çek 2010
yılında 900 bin, 2011 yılında ise 500 bin civarında oldu. Yani, çeke itibar
kazandırmanın ve çeki güvenilir bir ödeme aracı hâline getirmenin yolu,
karşılıksız çek keşide edenler için hapis öngörülmesi değildir; çek defterlerinin,
ekonomik durumu itibarıyla onu kullanmaya ehil olanlara verilmesidir.
Dolayısıyla
tasarıda öngörülen çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağıyla, ekonomik durumu
itibarıyla çek kullanmaya ehil olmayanların çek kullanabilmelerinin yolu
kapatılmış olmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; düzenlemede ayrıca birkaç önemli hususu daha
zikretmekte fayda görüyorum.
Yürürlükteki
kanunda çeklerle ilgili olarak bankaların yükümlülükleri konusunda bir süre
sınırı öngörülmediğinden, bankalar ile çek defteri sahipleri arasındaki gayrinakdi kredi ilişkisi uzun yıllar belirsizce sürmekteydi.
Uygulamadan gelen arkadaşlar bilir; kaybolan çekler, kime verildiği bilinmeyen
çekler, mahkemede delil olduğu için bankaya ibraz edilemeyen çekler hep
bankayla çek defteri sahibini karşı karşıya getirmekteydi. Yeni düzenlemeyle,
çek defterine basım tarihi yazılmakta ve sorumluluk da beş yıl süreyle
sınırlandırılmaktadır.
Diğer
bir düzenleme, çek keşide edenleri koruma maksatlı olarak, piyasadaki çeklerin
çok büyük bir kısmının ileri tarihli çek olduğu düşünüldüğünden, çeklerin
üzerinde yazılı tarihten -aslında olmayan vadeden- önce ibraz edilmelerinin
önüne geçilerek bu engel 31 Aralık 2017 tarihine kadar uzatılmıştır.
Bir
diğer düzenleme de, israf olunmaması gerekçesiyle, elde bulundurulan çeklerin
31 Aralık 2012’ye kadar kullanılabilme imkânıdır.
Bir
diğer ilave düzenleme de, tahsilatı yapılamayan her bir çek yaprağı için banka
sorumluluğu 600 lira iken, düzenlemeyle bu sorumluluk bin liraya
yükseltilmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bizim siyaset anlayışımızın merkezinde yer
alan en önemli parametre insandır. O yüzden “İnsanı yücelt ki devlet yücelsin.”
düsturunu kendimize şiar edindik. Toplumun her kesiminin sesine kulak
veriyoruz. Ufuk çizgimiz milletimizin selametidir. O yüzden bu adımı da
milletin talebi doğrultusunda atıyoruz. Tabii ki adaletin kılıcı keskindir ve
her kararın bir memnun olanı, bir de memnun olmayanı olacaktır. Adaletten yana,
insan haklarından yana, daha az mağdur oluşturmaktan yana, uluslararası
sözleşmelere, Anayasa’ya uygun görev yapmak hepimizin görevi. O yüzden kronik
hâle gelmiş bu sorunu masaya yatırıyor ve doğruluğuna inandığımız için de bu
düzenlemeyi yasalaştırıyoruz.
Görüşülmekte
olan kanun tasarısının tüm milletimize hayırlı olmasını ümit ediyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Konuşmalar
tamamlandı.
Şimdi
soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın
Işık…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, 2003 yılından bu yana karşılıksız çeklerden dolayı adli para cezası
kaleminde Hükûmetiniz ne kadar para biriktirdi? Ayrıca 2009 yılında yapılan
düzenlemeyle 5941 sayılı Kanun’un iki yıl taahhüt süresi 1 Nisan tarihi
itibarıyla doluyor. Şu ana kadar, son iki yılda taahhütte bulunarak hapisten
çıkarılan veya hapse gitmekten kurtarılan kişi sayısı nedir? 100 binlerle ifade
edilen rakamlar doğru mudur?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Sayın Doğru…
REŞAT
DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Hükûmete
sormak istiyorum: Ülkemizde çek mağdurları olduğu gibi çeşitli kredi kullanan
insanların da mağduriyeti bulunmaktadır. Bunlardan birisi de Tokat ili Reşadiye
ilçesi Bereketli kasabasında hayvan üreticisi Duran Şirin’dir. Duran Şirin
Hükûmetin verdiği hayvancılık kredisini alarak bunu kullanmıştır ancak aldığı
krediyle almış olduğu hayvanların fiyatı ithal hayvan girişinden dolayı yarı
yarıya düşmüştür yani pahalı almıştır. Bu durumda üretici perişan olmuş ve
batma durumuyla karşı karşıya kalmıştır. Duran Şahin gibi kredi kullanan
insanlar borçlarını ödeyemiyorlar. Bu insanlara ne tavsiye ediyorsunuz? Bu çek
kanunu gibi başka bir af kanunu da arkasından gelecek midir?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Sayın Öztürk...
OKTAY
ÖZTÜRK (Erzurum) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, bu çek kanunu daha on gün oldu, değişiklik yukarıda görüşüldü, ama on
gün geçmeden buraya geldi. Şimdi gördüğüm kadarıyla birçok eksiği var, harıl harıl önergeler hazırlıyorsunuz. On gün içerisinde bu kadar
eksiği olan bir kanunun ne kadar yürürlükte kalacağını düşünüyorsunuz?
İkinci
sorum: Kanunu hazırlayanların ve burada konuşanların tanıdıkları sadece çek
verenlerden mi ibaret? Çek ödenmediği için, çekleri ödenmediği için
mağdurlardan tanıdıklarınız yok mu? Hep ötekilerin haklarını korur bir
vaziyettesiniz.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Sayın Belen…
BÜLENT
BELEN (Tekirdağ) – Sayın Başkan, delaletinizle Hükûmetten şu sorulara cevap istiyorum:
2011 yılı sonu itibarıyla takipte olan çek dosyası sayısı kaçtır? Bu
dosyalardaki takipli alacakların parasal tutarı kaç TL’dir? Çekini ödeyemediği
için hapiste olanların sayısı kaçtır? Yüksek yargıdaki dosya sayısı kaç
adettir? İç piyasada kullanılmakta olan çeklerin ekonomideki parasal tutarı ne
kadardır?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Sayın Yılmaz...
KEMALETTİN
YILMAZ (Afyonkarahisar) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, çekleri karşılıksız çıkması neticesi alacaklarını tahsil edemeyen
alacaklıların mağduriyetinin giderilmesi için ne tür bir düzenleme yapmayı
düşünüyorsunuz? Tedavüldeki çeklerin karşılıksız çıkması, bir noktada işlerin
iyi gitmediğinin, ekonominin iyi olmadığının, iyi yönetilemediğinin ve de
ticarette güven ortamının kalmadığının işaretidir. Ticarette güven ortamının
tesisi amacıyla kısa ve uzun vadede yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mıdır?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Sayın Günal...
MEHMET
GÜNAL (Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, az önce Sayın Yılmaz Tunç da “Risk Merkezi kurulmadığı için hapis cezası
2009’da uygulanmadı.” demişti. Risk Merkezi kuruldu mu, bu yıl içerisinde
kurulması -bir yıl içinde- öngörülüyordu? TOBB bünyesinde bir risk takip
merkezi var mı? Çünkü Sayın Babacan “TOBB’un risk takip merkezi şubat ayında
faaliyete geçecek.” demiş, bir dil sürçmesi mi var, yoksa başka bir risk takip
merkezi mi var? Basının bütün şeylerine baktım, aynı şey yer alıyor; bu konuda
bir açıklama istiyorum. Risk Merkezi kuruldu mu? TOBB’un nezdinde başka bir
takip merkezi var mı?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Sayın Erdoğan…
MEHMET
ERDOĞAN (Muğla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Şimdi,
biz tabii ki milletvekilleri olarak sadece çek keşide edenlerin vekilleri
değiliz, bir de çeklerin alacaklıları var. Özellikle tarım kesimindeki
üreticiler ürünlerini sattıklarında çekle bunlar ödeniyor ve bu insanların ürün
bedelleri, bir yıl emek çektikleri ürünlerin bedelleri ödenmeyince bunların
karşılığı yok. Şimdi, bu kanunla çek kesenleri kurtaracağız. Bu gariban
üreticinin hakkını bundan sonra kim, nasıl ödeyecek? Bunun hesabını hem burada
hem öbür dünyada nasıl vereceğiz? Bunun cevabını istiyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Sayın Şandır…
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın
Bakan, ekonomik suça ekonomik ceza mantığıyla düzenlenen bu yasa acaba
bankalara karşı veya kredi veren kuruluşlara karşı yükümlülüklerini yerine getiremeyenlere
de uygulanacak mı? Özellikle biraz önce Sayın Alim
Işık’ın sorduğu gibi, çiftçilere de uygulanacak mı? Bu konuda bir hazırlığınız
var mı veya hukukçu kimliğinizle bu anlamda bir tavsiyeniz olacak mı
uygulayıcılara?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Sayın Köktürk…
ALİ
İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Başbakan Yardımcımıza sormak istiyorum: Sayın Bakan, evrensel hukuk kuralı olan
masumiyet karinesi ve bu karineyi iç hukukumuzda somutlaştıran Anayasa’mızın
38’inci maddesine göre, kişi, hakkında verilen mahkûmiyet kararı kesinleşinceye
kadar masumdur. Ancak bu kurala rağmen cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü
oranları tarafınıza sorulduğunda gerçek olmayan rakamlar veriyorsunuz. Ben
burada size sormak istiyorum: Şu an cezaevindeki toplam tutuklu, hükümlü sayısı
nedir? Tutuklu ve hükümlülerin birbirine oranları nedir?
BAŞKAN
– Sayın Kuşoğlu…
BÜLENT
KUŞOĞLU (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, biraz önce Komisyon Başkanı Sayın İyimaya
konuşmasını yaparken yüzde 2’lik bir problemin doğmasının normal olduğunu
söylemişti. Bu yıl herkesin öngörüsü, ekonomide bir daralma olacağı yönünde,
ekonominin sıkıntıya gireceği, ticari hayatta sorunlar olacağı yönünde. Ayrıca,
çekle ilgili milyonlarca işlem yapıldığı dikkate alınınca yüzde 2’lik sorunun
çok da önemli olduğu, yüz binlere vardığı görülecek. Tekrar tabii ki yargının
yükü artacak, sıkıntılar çoğalacak.
Kamu
olarak, Bakanlık olarak böyle bir çalışma, bir projeksiyon
çalışması yapıldı mı? Yani ne kadar zamanda yine eski durumumuza geleceğiz ya
da ne kadar azalacak bu yük? Bununla ilgili bir çalışma yapılmadan mı bu tasarı
önümüze geldi acaba? Bunu sormak istiyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Sayın Sakık…
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Ben
de Sayın Bakana sormak istiyorum: Son günlerde, birçok cezaevinde açlık
grevleri başladı. Bu açlık grevlerinin nedenleri nedir? Hükûmet bunu bizimle
paylaşır mı? Bir.
İkincisi,
yediden yetmişe, muhalif olan herkesi Terörle Mücadele Yasası’ndan mahkûm eden
bir anlayış var. Yani bu çek yasasını olumlu buluyoruz. Acaba, Hükûmetin
Terörle Mücadele Yasası’yla ilgili bir çalışması var mıdır, yok mudur? Bizi
bilgilendirirse sevinirim.
Teşekkürler.
BAŞKAN
– Sayın Ağbaba…
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakan, Malatya 15 gazete, 17 radyo, 7 televizyon,
20’nin üzerinde İnternet haber sitesi bulunan, Doğu ve Güneydoğu’nun en etkin
basın kuruluşlarına sahip bir şehir. Malatya basın alanında bölgede söz sahibi
olan bir şehir ancak AKP Malatya’yı bu alanda da cezalandırdı. Anadolu
Ajansının Türkiye genelinde 18 büro müdürlüğü bölge müdürlüğüne dönüştürüldü.
Malatya Anadolu Ajansı büro müdürlüğü olarak kaldı, bölge müdürlüğüne
dönüştürülen Sivas’a bağlandı. Acaba, Sivas’ın Malatya’dan bu alanda ne gibi
büyüklüğü vardır, ne gibi bir üstünlüğü vardır? Onu sormak istiyorum.
Ayrıca,
il özel idaresi küçültülen, işçileri istememelerine rağmen başka kurumlara
gönderilen, Meteoroloji Bölge Müdürlüğü Elâzığ’a bağlanan, Şekeri, Tekeli ve
Sümer fabrikaları kapatılan Malatya bir kez daha cezalandırılıyor. Bu konuda ne
düşünüyorsunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Sayın Bulut…
AHMET
DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Bakanım, ekonominin kötü yönetiminin mağduru
vatandaşların çek mağduriyetine bir çözüm getirilmek isteniyor ancak kötü
niyetli olarak kullanan, bu yaklaşıma kötü niyetli olarak bakan kişiler
sebebiyle, alacaklarını tahsil etmek için yeniden çek, senet mafyasının
oluşmasının zeminini mi oluşturuyorsunuz?
BAŞKAN
– Sayın Susam…
MEHMET
ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın Bakandan sormak istiyorum: Sayın Başbakan Yardımcısı
Ali Babacan’ın “Türkiye Bankalar Birliğinin Risk Merkezinde toplanan tüm
bilgiler üçüncü şahıslara açılacaktır.” şeklindeki açıklaması aslında, risk
olayında alacaklı tarafı için çok fazla bir anlam da ifade etmiyor. Şöyle
düşünün, alacaklı, parasını tahsil edemediği zaman bu Risk Merkezinden aldığı
bilgiler dışında Bankalar Birliğinin alacaklılar için bir fon oluşturması sizin
bu çalışmanız içerisinde var mıdır? Risk Merkezi sadece bir bilgi alışverişi
midir yoksa alacaklılar için de ödenmeyen borçları karşısında bankacılık
sektörünü devreye sokup onlara yardımcı olabilecek bir fon olayı üzerinde bir
düşünceniz var mı? Bunu açıklamanızı rica ediyorum.
BAŞKAN
– Sayın Bakan, buyurun.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Sayın Alim Işık, 2003’ten bu yana adli
para cezası kaleminde ne kadar para toplandığını, işte taahhüt süresi iki yıl
olanlarla alakalı bir soru sordu ama şu anda bu sorulara net bilgi
–arkadaşlardan sordum- verme imkânımız yok, elimizde değil, incelemeyi
gerektiriyor bu. Uygun görürlerse bunu inceletelim, kendilerine yazılı olarak
bu sorunun doğru cevabını verelim.
Sayın
Reşat Doğru, tabii, Reşadiye’nin Bereketli kasabasından bir vatandaşımızın
hayvancılık kredisiyle ilgili bir sorununu dile getirdi, benzer bir soruyu
Sayın Şandır dile getirdi. Çek mağdurları için yapılan bu düzenleme benzeri, bu
kredileri kullananlarla ilgili bir düzenleme yapılacak mı veya yapılıyor mu?
Tabii, bu sadece bankalarla ilgilidir. Yani çek mağdurları için bir düzenleme
gibi algılanabilir bu düzenleme çünkü sonuçta onlar bundan istifade edecekler
ama esasında bu, 2001’den beri devam eden bir sürecin noktalanmasıdır
Anayasa’da yapılan değişiklikle. Tabii, diğer kişilerle alakalı, şu anda benim
bildiğim bir çalışma yok Hükûmet nezdinde. Şu anda…
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Bu emsal olur mu yargı açısından?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Şu anda diyorum, şu anda böyle bir çalışma
Hükûmet nezdinde yok. Ben sayın bakanlarla da görüştüm ama böyle bir çalışma şu
an itibarıyla yok. İleride olur mu? Ona dair de şimdiden bir şey söyleme
imkânımız yok ama şu an itibarıyla böyle bir çalışma olmadığını özellikle ifade
etmek isterim.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Emsal olur mu efendim?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Bir başka soruyu Sayın Oktay Öztürk sordu,
başka milletvekili arkadaşlarımız da sordu. Tabii, Çek Kanunu on gün geçmeden
gündeme geldi. Çekleri ödemediği için mağdur olan insanlar var. Esasında, Çek
Kanunu on gündür değil uzunca bir zamandır Türkiye'nin gündeminde. 2001’de
Anayasa’da yapılan değişiklikten sonra, 2003’te, 2008’de ve değişik zamanlarda,
Çek Kanunu’yla ilgili düzenlemeler yapıldı. Parlamentoda, komisyonlarda bu konu
çok detaylı tartışıldı. En son yapılan düzenlemede de düzenleme yapılırken de
hapis cezasının kaldırılması konusunda Parlamentoda bulunan bütün grupların
hepsi hemfikirdi. Bu, bir nevi iki günde gündeme gelmiş bir konu değil, hem
ekonomi dünyasının hem de esnaf kesiminin, bütün temsilcilerin tartıştığı,
paydaşların ortaklaştığı bir çalışma sonucunda ortaya çıkmış bir karardır.
Tabii, şu anda öyle fazla bir önerge yok, benim bildiğim, üç tane önerge var.
Bir tanesi, grupların oy birliğiyle -eğer anlaştılarsa- çıkacak, zaman aşımı
süresiyle alakalı; bir diğeri de sadece malumu ilam kabilinden bir önergedir.
Bu, yoksa yeni bir çalışma değil.
Tabii,
çek mağdurları korunurken alacaklıların korunmamasına ilişkin de pek çok
arkadaşımız ifade ettiler. Esasında çek, para hükmündedir, görüldüğünde
ödenmesi gerekir ve çek alan kişiler de insanlara baktığı zaman, gözüne kaşına
bakarak çek almıyorlar yani onlara ilişkin bir inceleme, bir araştırma
mükellefiyeti var, bunu yapıyorlar, buna göre alıyorlar ama tabii, buna rağmen
ödemelerde sıkıntı olduğu zaman çek alan kişi de mağdur oluyor. Merkez
Bankasında bir sistem var şu anda, oradan istifade edebiliyorlar, başka
kaynaklardan alabiliyorlar ama şu an itibarıyla risk santralizasyon
merkezi kurulacak ve bu tamamen herkese de açık olacak, ilgili kişiler girip
kendisine çek veren kişiyle alakalı oradan daha detaylı bir bilgi alma imkânı
bulacaktır. Tabii, ayrıca özel araştırma yapma imkânı da olabilecektir, onu da
yapacaktır.
Tabii,
bankada çekin karşılıksız çıkması hâlinde ödenecek miktarın bin TL’ye çıkması
da önemli bir rakam çünkü banka da çek verirken ona göre bir incelemeyi
yapacaktır. Esasında bu düzenleme çeke kıymet kazandıracaktır çünkü hapis
tehdidinin ortadan kalkmış olması, çek alan ve çek verenlerin, çekin muhtevası
ve saygınlığı, itibarı konusunda ittifak etmelerini de kolaylaştıracaktır.
Öylesine bizim şu anda çek uygulamamız var ki bonodan bir farkı yok. En son
yaptığımız düzenlemeyle vade meselesini de getirip koyduk bir zaruretten. Onun
için, bu düzenlemeler, bana göre, hem çek keşide edeni hem de çek alanı
koruyacak düzenlemelerdir ve çeke de kıymet kazandıracak, görüldüğünde ödenecek
bir para gibi muamele görmesini sağlayacak düzenlemelerdir. Ben onu görüyorum
çünkü çekle ilgili hapis cezasının kalkması yeni olmadı esasında. Kalkıyor,
önce adli para cezası veriyoruz; adli para cezası ödenmediği zaman, infaz
aşamasında hapis cezasına dönüştürülüyor. Sizin bir kişiyi hapse sokmanız için,
çok iyi bir avukatla günübirlik takip etseniz dahi… Ben buradaki arkadaşlara
“Bir karşılıksız çeki çıkan kişi ne kadar zamanda hapse girebilir, bana bir
süre verebilir misiniz?” diye sorduğumda asgari dört ila beş yıl arası bir
zaman söylüyorlar, yani karşılıksız çıktığında hemen hapse girme şeyi yok.
Ayrıca, o adli para cezasını ödediği zaman hapse girme ihtimali de zaten yok.
Onun için, çekin karşılığında hapis cezası yaptırımı, esasında, anlamı kalmayan
bir yaptırıma dönüşmüş durumda yani herkes esasında bu noktada bir aldatmaca
içerisinde, biz bunu düzeltmiş oluyoruz, doğru olanı yapıyoruz.
Sayın
Ali Babacan’ın TOBB’da Risk Merkezi olduğuna ilişkin bir açıklaması benim bildiğim
kadarıyla yok. Risk Merkezi -biliyorsunuz- Türkiye Bankalar Birliği nezdinde
kurulacak. Bu yasa çıktıktan sonra iki ay içerisinde Merkez Bankası bir tebliğ
yayınlayacak ve Risk Merkeziyle ilgili de ayrıca biz daha önce bir kanun
çıkarttık -biliyorsunuz- Parlamentodan geçti ve onun şu anda en son durumunu
ben bilemiyorum ama o kanun çerçevesinde Risk Merkezinin hayata geçirilmesi
için gerekli adımlar atıldı. Sayın Bakanın açıklaması da şubat ayı itibarıyla buranın da
faaliyete gireceği. TOBB’la ilgili değil, TOBB’da böyle bir şey yok. Risk Santralizasyonu Merkezi Bankalar Birliğiyle alakalı bir
durum, onu ifade etmek istiyorum.
Şimdi,
tabii Ağbaba bir soru ifade ettiler Malatya’yla
alakalı, tabii oradaki Anadolu Ajansının Sivas’a bağlanmasıyla alakalı. Tabii
bunlar idari tasarruflardır, daha etkin yönetim açısından gerekli
düzenlemelerdir. Malatya’da da başka bölge müdürlükleri var, başka illerde
başkaları var. Bunların hiçbirisi yani orayı cezalandırmak veya eksik bırakmak,
başka yeri ödüllendirmek için değil daha verimli bir yönetim anlayışı
çerçevesinde planlanan şeylerdir. Malatya’da da başka birlikler vardır, başka
yerde de olacaktır.
Sayın
Köktürk’ün ceza ve infaz kurumlarında şu anda ne kadar tutuklu, hükümlü
olduğuna dair… Şu anda ceza ve infaz kurumlarında 130.400 kişi var. Bunlardan
93.671’i hükümlü, 36.729 kişisi de tutuklu.
ALİ
İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Sayın Bakanım, benim itirazım buna zaten.
TURGUT
DİBEK (Kırklareli) – Doğru değil bu bilgi.
ALİ
İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Şimdi siz hakkında verilen mahkûmiyet kararı
kesinleşmemiş olanları hükümlü mü kabul ediyorsunuz?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Hayır, hayır.
Bakın,
şimdi…
ALİ
İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Evet, o oranlar yanlış…
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Beni bir dinler misiniz?
ALİ
İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Dinliyorum.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Köktürk, bakın, şimdi, siz şu anda ne
kadar tutuklu ve hükümlü olduğunu sormadınız mı?
ALİ
İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Evet, evet.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ben de size tutuklu ve hükümlüleri
söylüyorum.
ALİ
İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Hükümlüden kastettiğiniz nedir Sayın Bakan?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Hayır, hayır, ben, hükümlüden kastettiğimle
ilgili…
ALİ
İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Mahkeme kararı kesinleşmiş mi?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Bakın…
ALİ
İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Kesinleşmiş mi mahkeme kararı?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Bakın, şu anda Yargıtayın
verdiği bir karar var, en son kararı. En sonunda yaşanan bir mahkeme kararı
üzerine verilen bir karar var.
ALİ
İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Sayın Bakanım, Anayasa’nın açık hükmü var.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Hakkında ilk derece mahkemesinin karar
verdiği kişilerle ilgili hukuki nitelemenin bu anlamda, Yargıtay, hükümlü
olduğunu söylüyor ama onun yüzde yüz suçlu olduğu anlamına gelmesi için tabii Yargıtaydan kesinleşmesi lazım. Ben, Yargıtayın
uygulamasını söylüyorum. Tamam mı?
ALİ
İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Hayır, süreler açısından o…
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Yargıtayın uygulaması şu an itibarıyla böyledir ve içeride
hükümlü olan kişi sayısı demin ifade ettiğim gibi 93.671, tutuklu sayısını arz
etmiştim.
ALİ
İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Sayın Bakanım, sizin kavramınız ceza hukukuna uygun
bir nitelendirme değil!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) –
Tutukluluk oranı yüzde 28,1, hükümlü oranı yüzde 71,9’dur.
ALİ
İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Sayın Bakanım, bizim, o zaman, buradan hukuk
fakültelerine geri dönmemiz lazım. Böyle bir kavram yok!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Bir
arkadaşınızın başka bir sorusu: Şimdi, 2011 yılında çıkan karşılıksız çek
sayısı 594.836’dır. Bunlardan karşılıksız damgası vurulduktan sonra ödenen çek
sayısı 382.385, ödemesi yapılmayan, hâlâ takipte olan çek sayısı 212.451.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Süreniz doldu Sayın Bakan.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Bizim sorularımızı yok hükmünde sayıyorsunuz!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Teşekkür ediyorum.
Diğer
soruları cevaplayamadığım için kusura bakmayın.
BAŞKAN
- Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Birleşime
on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.20
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.45
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur),
Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 57’nci Birleşiminin
Dördüncü Oturumunu açıyorum.
137
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon?
Burada.
Hükûmet?
Burada.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmış,
maddelerine geçilmesi kabul edilmişti.
Şimdi
1’inci maddeyi okutuyorum:
ÇEK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA
DAİR KANUN TASARISI
MADDE
1- 14/12/2009 tarihli ve 5941 sayılı Çek Kanununun 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “adlî sicil”
ibaresi, “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” şeklinde değiştirilmiş ve aynı
maddenin yedinci fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir.
“d)
Çekin basıldığı tarih,”
BAŞKAN
– Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın
Sinan Aydın Aygün. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz.
CHP
GRUBU ADINA SİNAN AYDIN AYGÜN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
1 Ekim tarihinden beri, Meclise girdiğimiz günden beri ilk defa kürsüye
çıkıyorum çünkü çıkacak, konuşacak bir konu yoktu.
Geldiğimiz
zaman şuna bakıyorduk: Sağ taraftakiler elini kaldırıyordu, biz sol tarafta
elimizi indiriyorduk, biz kaldırınca onlar indiriyordu. Şimdi ilk defa bu
kanunla ilgili söz almış bulunuyorum.
Evet,
2009 yılında bu kanun çıktığı zaman, Sayın Adalet Bakanımızı, şimdiki Adalet
Bakanını ziyarete gitmiştik; 10 kişilik bir heyet hâlinde gitmiştik, Ankara
Ticaret Odası olarak. O zaman da tereddütlerimiz vardı. O zaman da Sayın Bakan
dedi ki: “Burada iyi bir kalabalık var, burada yapalım anketi. Ne diyorsunuz bu
kanunla ilgili?” O zaman da biz tesadüf eseri 5’e 5 bölünmüştük yani “Çekte
ceza olsun mu olmasın mı?” diye tereddüde düşmüştük. Ama gelinen bu süreç
içerisinde baktık gördük ki artık bunun tahammül sınırı kalmadı; yuvalar
dağılmaya başladı, insanlar perişan olmaya başladı. Hem Anayasa’nın 38’inci maddesi
hem de AİHM’in 4’üncü maddesine aykırı olduğu ortaya
çıktı. 1 Ekimde Meclis açılır açılmaz, başta Sayın Genel Başkanım Kemal Kılıçdaroğlu’na böyle bir kanun teklifi sunacağımı
söyledim, hazırlık yapmamı söyledi. Hazırlığımı yaptım, kanun teklifimi kendisine
götürdüm. Daha sonra Grup Başkan Vekilimiz Sayın Muharrem İnce Bey’e sunduk;
onlar da baktı, uygun olduğunu söylediler. Daha sonra tek başıma bu işi
yapmadım, Sayın Adalet Bakanımız Sadullah Ergin’den randevu aldım. Önümdeki
mevcut dosyayı ve kanun teklifini kendisine sundum. Cezaevinden tarafıma gelen
mektupları beraberce okuduk, aşağı yukarı bir, bir buçuk saatlik bir tartışma
oldu. O da bana, Hükûmete götüreceğini, Hükûmetten gelecek duruma göre Mecliste
görüşülebileceğini söyledi ve özlenen gün, bugün geldi. Daha önce gelecekti ama
işte başka kanunlar devreye girdi.
Şimdi,
burada da gördüğüm kadarıyla hem Cumhuriyet Halk Partisi hem diğer partiler bir
konsensüs içine girmiş vaziyette, o yüzden ben çok da
fazla konuşmayacağım -bana ayrılan süre on dakika ama- ama bu kanunun çıkması
gerektiğini, bu kanuna ihtiyaç olduğunu ve bu kanunun çıkmasını dört gözle
bekleyenler olduğunu… Hem Türkiye Esnaf Sanatkârlar Konfederasyonu hem de
Komisyonumuzu ziyarete gelen Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği yetkilisi
“Sicilin bize verilmesi kaydıyla biz de bu kanuna destek veriyoruz.” dedi.
Burada var, İstanbul Ticaret Odası Başkanı açıklama yapmış, çekte hapis
cezasının olmasının uygun olmadığını söylemiş.
Şimdi,
mevcut kanun nedir? Adamın 10 lira borcu var, çeki karşılıksız çıkıyor,
savcılığa gidiyor, 10 lira oluyor 20 lira ama onun 10 liralık diyeti olan adli
para cezası dediğimiz cezaya -günde 100 liraya bölüyorlar, 10 bin bölü 100
eşittir 100 gün- ya 100 gün hapis yatacaksın ya da bu parayı ödeyeceksin. İsteyen
gidiyor 100 gün hapis yatıyor, isteyen gidiyor parayı ödüyor ama bu sistemde,
yani mevcut kanunda bizim alacaklının cebine bir şey girmiyor, paranın alınması
gereken kısmı o alıyor. Şimdi, baktığınız zaman, bu yeni çek kanunuyla artık
devlete para cezası ödemek zorunda kalmayacak, alacaklının alacağına kavuşma
ihtimali daha çok artacak.
Şu
anda bakıyorsunuz 405.704 tane dava var sırf 2004’te açılan, bunlar yüzde
50’sini oluşturuyor davaların, yine Yargıtayda
bekleyen 217 bin dava var, topladığınız zaman aşağı yukarı 622 bin kişi şu anda
bunu bekliyor, bu kanunu bekliyor. Bunların bir kısmı cezaevinde, bir kısmı
yurt dışında kaçak yaşıyor, bir kısmı sahte kimlik kullanarak geziyor çünkü
cezaları çıkanlar var, çıkmak üzere olanlar var, Yargıtayda
bekleyenler var. O yüzden bu kanunun bir an evvel çıkması lazım diye
düşünüyoruz.
Ben
birkaç tane, size, cezaevinden gelen mektupların sadece başlıklarını
okuyacağım, içine fazla girmeyeceğim: “Bizler hiçbir zaman için borçlarımızı
ödemeyeceğiz demedik. Yıllardır ticaret yapmakta olup bu son süreçte bütün
borçlarımızı ödedik ama ne olduysa bir sekteye uğradık, sonuç olarak hepsi üst
üste geldi ve şu anda cezaevindeyim.” diyor. “Asıl cezayı bizler değil dışarıda
olan ailelerimiz çekmektedir.” diyor. “Onların bu işte suçu, günahı nedir?”
diyor. Yine bir cezaevi mektubu, yine aynı “Siz bu aile reisini hapse atarak
geride kalan eş ve çocuklarına aynı cezayı vermiyor musunuz?” diyor.
“Evlilikler sallanıyor.” diyor. “Cezaevinde borç ödenir mi?” diyor. “Yirmi iki
aydır cezaevinde yatıyorum, hâlâ yatmaya devam ediyorum.” diyor. Bu mektuplar
uzayıp gidiyor.
Beni
geçen hafta Kuzey Irak’tan bir vatandaş aradı. Karşılıksız çekten dolayı hapis
cezası çıkmış. “Şu anda Kuzey Irak’tayım.” diyor. “Orada iş buldum, orada
çalışıyorum, Türkiye’ye gelemiyorum.” diyor.
O
yüzden, bu kanunun… Ben başta benim kendi Genel Başkanım olmak üzere ve Grup
Başkan Vekilime teşekkür ediyorum. Beni büyük bir nezaketle dinleyen, destek
veren Sadullah Ergin Bakanıma bir kez daha burada huzurlarınızda teşekkür etmek
istiyorum. Tabii ki diğer teşekkürüm de bunu buraya getirip karşımıza, aşağıya
kadar indiren Bakanlar Kuruluna teşekkür etmek istiyorum.
Ben
bu kanunun hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyorum. Grup başkan vekillerine
fazla konuşmayacağım diye söz verdiğim için dört dakika alacağım olmak üzere
sözlerime son veriyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum, her şey gönlünüzce olsun diyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
–Teşekkür ederim Sayın Aygün.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Günal. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, çok tartışılan bir kanun tasarısı ama şimdi ben, bazı gerekçelere
bakınca, kanunun gerekçelerine bakınca ve az önce burada iktidar partisinden
arkadaşlarımın söylediklerine bakınca açıkçası şaşırıyorum. Yani adliyelerin iş
yükü artmış, öncelikle bunu diyorlar. “Adliyelerin iş yükü azalsın.”
Adliyelerin iş yükünü azaltmak sadece Çek Kanunu’nu değiştirmekle mi olur? Yani
bir sürü… Yük deyince sadece dosya sayısı mı anlaşılır? Yani ne bileyim, sözde
Ergenekon dediniz, Balyoz dediniz, bir sürü davalar var, binlerce sayfa
iddianameler var mesela. Bence önce bunları düzenlemekle başlasanız iş yükü
düşer.
İkincisi:
Bir sürü rakam veriyorlar. Burada birisi diyor ki: “Efendim, resmî rakam, yalan
değil.” Öbürü “Doğru, vallahi doğru söylüyoruz.” Diğeri bir şey söylüyor.
Şimdi,
ben anlamadım, “2003’te yapılan düzenleme” diyorlar, “2009’da yapılan
düzenleme” diyorlar. Kim iktidardaydı? Efendim, aceleymiş. Peki, ne oldu? Yani
bu mağduriyeti kim yarattı? Alacaklıları kim mağdur etti? Çek borçlularını kim
mağdur etti? Ödeyemeyenleri kim mağdur etti? Ben gerçekten merak ediyorum.
Şimdi, böyle biraz garip geliyor. Sanki böyle aceleyle bir sorunu çözüyoruz,
bekleyen toplumsal bir sorun var. Sorun ne zaman çıktı, yeni mi çıktı? Yani
bugünün meselesi olarak mı çıktı, ani bir şey mi çıktı? Burada bir belirsizlik
var.
Değerli
arkadaşlarım, evet, bir tarafta çekini ödeyemeyenler var, mağdur, hapse
girenler var, mahkemesi devam edenler var -sayısı bizi ilgilendirmiyor, ister
şuymuş, hükümlüymüş, tutukluymuş, var, rakamlar verilmiş- yüz binlerce insan
mağdur. Sayın Bakanın tabiriyle de “Eğer bu düzenleme olmazsa 100 bin kişi
hapse girebilir.” diyor, bilmiyoruz ne kadar doğruysa.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, bu kadar insan ne zaman davalık oldu yani hepsi bir yılda
mı oldu? Hepsi 2002’den önce mi oldu? Yani dokuz on yıldır bunun çözülmesiyle
ilgili ne yaptık? Yani ben anlayamıyorum. Demin Sayın Yılmaz Tunç dedi ki: “O
zaman Risk Merkezi yoktu 2009’da olduğunda.” E, şimdi soruyorum, Sayın Bakan
diyor ki: Risk Merkezi… Ben de bilerek soruyorum Sayın Bakanım. O Torba Kanun
tartışılırken ben de oradaydım. Bir Merkez Bankacı olarak Risk Merkezinin
nerede olduğunu biliyorum ama basına yansıyan şeyler var, beş altı ayrı
kaynaktan baktım, hepsinde ”TOBB bünyesindeki Risk Takip Merkezi” diyor. Şimdi,
ya Sayın Bakan okurken farklı bir şey söyledi ya arkadaşlarımız TBB’yi yani
Türkiye Bankalar Birliğini TOBB yani Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği olarak
okudular. Başka bir şey yok. Burada bir garabet var. Ya o anda Sayın Bakanın
dil sürçmesi oldu.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sehven olabilir.
MEHMET
GÜNAL (Devamla) – Onun için, kendisi burada olmadığı için, Sayın Bozdağ şimdi
orada, bir şey demiyorum. Soruyu bilerek sordum. E, Sayın Tunç da dedi ki:
“Efendim, Risk Merkezi olmadığı için.” Şimdi niye çıkarıyorsunuz, Risk Merkezi
daha kurulmadı? Ben otururken baktım, “Bakın, elinizde bilgisayar var.” dedi.
Rakamlar vardı ama, bütün Bankalar Birliğinin, Merkez
Bankasının, BDDK’nın düzenlemelerine baktım, henüz bununla ilgili bir şey Resmî
Gazete’de zaten yayınlanmamış. Risk Merkezi gene yok,
şimdi niye çıkarıyorsunuz bu kanunu?
Tamam,
kurulacak ama, “kurulacak” dediğimizden beri bir yıl
geçti. Torba Kanun, geçen sene, seçime gitmeden önce burada çıkardığımız son
kanunlardı. 6111’i siz de söylediniz, 149, 150’nci maddelerinde düzenlemesi
var.
Peki,
şimdi, şunu söylemeye çalışıyorum değerli arkadaşlarım: Adalet ve Kalkınma
Partisi Hükûmeti kafası karışık bir şekilde o anda gündeme ne gelirse, birileri
getiriyor, “Efendim, bu kanunu çıkaracağız.” E, çıkarıyorsunuz, alelacele
getirdiğiniz için de ertesi sefer yine düzeltmeyle geliyorsunuz. Burada bir
kafa karışıklığı var.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, burada, tamam, çek bir ödeme aracıdır, bunlar ödenmediği
zaman da bazı müeyyideler getiriliyor, hapis cezasını kaldıralım, para cezası
verelim. Peki, öbür taraftan, çekini tahsil edemeyenler ne olacak? Bir denge gözetmek lazım, yani adaletli olmanın temeli bu.
Çek
bir ödeme aracı. Peki, bunun güvencesi kalkarsa, bankalara koyduğumuz güvence,
teminat kısmı eğer yeterli düzeyde olmaz ise, bu ekonominin dönüşü nasıl
olacak? Bunları nasıl yapacağız? Yani bu sefer başka teminatlar istemeye
başlayacaklar.
Zaten
şu anda sıkıntıda olan vatandaşlar için, “Kredi alalım.” diyor, bankaya
gidiyor, “Efendim, Hükûmet şu kolaylığı çıkardı. Şunu da isteriz, bunu da isteriz.”
Adamın zaten teminatı olsa gidip normal bankadan alacak, Kredi Garanti Kurumuna
falan niye başvursun? Ama gidiyor, “Gayrimenkul teminatı isterim.” diyor. E,
şimdi, bunun da eğer dengesini gözetemezsek, yarın hiç kimse çekle alışveriş
yapmayacak.
Tamam,
“Çek vadeli bir ödeme aracı değildir.” dedik, çek senet gibi değildir,
görüldüğünde ödenir. Bize öğretilen bu ama bunun dengesini iyi kurmak lazım,
teminat miktarını da caydırıcı bir şekilde koymak, bankaların da sorumluluğunu
buna göre ayarlamak lazım.
Şimdi,
değerli arkadaşlarım, bu iş yükünün dışında diğer bazı sorunlar da var. Az önce
rakamlardan bahsetti iktidar temsilcisi arkadaşım Yılmaz Bey, herhâlde salonda
göremedim, burada da arkadaşlarımıza “doğrudur, yalandır” dedi. Ben size
rakamları okuyayım, Merkez Bankasının rakamları, zaten, bakmadan, bizde var.
Nereden nereye geldiğine bakalım. Sadece dava sayısını söyleyerek vatandaşları
yanıltmayın. Eğer adam davadan bir sonuç alamıyorsa niye mahkeme masrafına
girsin, niye dosya masrafına girsin? Zaten mahkemeden tahsilat yapamıyorsa bu
davayı açmanın bir anlamı yok.
Şimdi
ben size okuyayım, eğer bir tek kelimesi yanlışsa… Orada, Merkez Bankasından
arkadaşımız da var. Sayın Bakan bize son seneninkini söyledi, sağ olsun, 594
bin küsur diye. Ben size okuyorum: 2002, karşılıksız çek miktarı 742.968,
gidiyor, 831 bin, 893 bin, 1 milyon 6 bin, 1 milyon 144 bin, 1 milyon 324 bin
diye devam ediyor. En son, krizin zirvesinde 1 milyon 900 küsur bin yani son
yılda biraz da ekonomik daralmayla beraber… Zaten çeklerde de belli şey var,
biliyorsunuz, artık insanlar onun teminatını alıp tahsilatını yapamadığı zaman
artık çek kullanmanın da bir anlamı kalmadı, herkes dört beş tane kredi kartı
alıyor, kredi kartı çekiyor. Bu sefer, kredi kartları ödenemez hâle geliyor.
Şirketler üzerinde de kredi kartları var biliyorsunuz.
Bir
de bunun miktarı ne? Yani dava sayısı ayrı, çekin sayısı ayrı, bir de burada ne
kadarlık bir çek miktarı dönüyor? Toplam miktar nedir? Sayın Babacan bir
yuvarlak rakam vermiş ama o da bilgi değil, tahminle ilgili bir şey. Bu
çeklerin toplam rakamlarına baktığımız zaman ne katar tutuyor? Ekonominin ne
kadarını döndürememişiz?
Peki,
aynı şekilde senetlere bakıyoruz. Yine aynı şekilde, Merkez Bankası verilerini
veriyorum değerli arkadaşlar: 2002’de 499 bin iken 2008’de 1.500; 2009’da
1.600; 2010’da 1.100; böyle gidiyor. Yani, son yılda birazcık düşüyor olmasını
siz düşüş diye görüyorsanız, ben geldiği yeri söylüyorum: Bin mislinden fazla
artmış bunlar, bin misli. Haa, şimdi bin mislinden
900 misline düştü diye eğer başarı diye söylüyorsanız başka söyleyecek bir
şeyimiz yok.
Vatandaşları,
öncelikle, tabii ki, hapis cezasından kurtarmak önemli ama önce bu çek borcunu,
senet borcunu, kredi borcunu, kredi kartı borcunu ödeyebilir hâle getirmek,
ekonomik sistemi buna göre düzenlemek, üretim, yatırım yapan bir ekonomik model
ortaya koymak gerekiyor. Siz, üretim yapmadan tüketim yapan bir ekonomik modeli
eğer desteklerseniz, ee ne yapacak? Üretmeden
tüketmenin bir sınırı var; ya kredi kartına başvuracak ya çekini ödeyemeyecek
veya bir yerden alıp ötekini yatıracak veya senedi protesto olacak. Bütün
mesele, sadece olduktan sonra önlem almak değil, aynı zamanda bunların
olmamasını sağlamak. Yani vatandaşın ödeme gücünü artırmak, esnafın, tüccarın,
sanayicinin ödeme gücünü artırmak burada asıl sorun. Eğer bunları yapamıyorsak,
burada yapacağımız düzenlemeler iş olduktan sonra alınan önlemler ve hasarın
aza indirilmesiyle ilgili olacaktır.
Onun
için, biz, gelin bu düzenlemelerin yanı sıra “Bunların borcunu ödeyebileceği,
çeklerini, senetlerini ödeyebileceği, ekonominin döneceği, küçük esnafın,
KOBİ’lerin, sanatkârların borcunu ödeyebileceği bir ekonomik sistem getirelim.”
diyoruz. Dışarıya bağımlı, ithalata bağımlı olmayan, üretimi, yatırımı
önceleyen, sizin de hep söyleyip ama yapamadığınız bölgesel teşviki hayata
geçiren, sektörel teşviki hayata geçiren bir model
ortaya koyalım. O zaman göreceksiniz, mahkeme sayılarını vermenize gerek
kalmayacak. Ürettikten sonra, yatırım yaptıktan sonra zaten herkes çekini de
ödeyecek, senedini de ödeyecek ama her ekonomide olduğu kadar minimum düzeyde
tabii ki, ödeyemeyen olacak, kötü niyetliler olacak. Onları da yapacağımız
düzenlemelerle hep beraber burada ayıklayacağız; ceza çekmesi gerekenler
çekecek.
Onun
için, burada çok büyük bir şey yapıyormuş gibi, senelerin biriken sorununu
dokuz yıldır tek başına iktidarken çözmeyip, sanki bugün acil bir şey
çözüyormuş gibi vatandaşı oyalamayalım.
Sayın
Bakanım, hem çek mağdurlarını hem alacaklarını alamayanları gözetecek adil düzenlemeler
yapalım. Onun için, teminat miktarlarını da, ilgili maddeleri de
-Arkadaşlarımızın muhalefet şerhleri var, muhalefet partisi temsilcilerinin-
bunları da dikkate alarak düzenleyelim. Yoksa söylenmeye, havanda su dövmeye
devam ediyoruz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
GÜNAL (Devamla) – Onun için hepinize teşekkür ediyor, bu önerileri dikkate
alarak daha adil bir tasarı hâline getirmenizi tavsiye ediyorum.
Saygılar
sunarım.(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Günal.
Şahıslar
adına ilk söz, Çanakkale Milletvekili Sayın İsmail Kaşdemir;
buyurun.
İSMAİL
KAŞDEMİR (Çanakkale) – Konuşmayacağım.
BAŞKAN
– Tamam.
Bolu
Milletvekili Sayın Fehmi Küpçü… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
FEHMİ
KÜPÇÜ (Bolu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 137 sıra sayılı, 5941
sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci
maddesiyle ilgili şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce
heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, aslında bu tasarıyla;
1)
Ekonomik suça ekonomik ceza verilmesi ilkesinden hareketle, karşılıksız çek
keşide etme eyleminin suç olmaktan çıkartılması,
2)
Anayasa’mızda ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde belirtilen, hiç kimsenin,
borcu dolayısıyla özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı ilkesinden hareketle
kişilerin cezaevine girmesinin önlenmesi,
3)
Ceza mahkemelerinde açılan davaların yüzde 12’sini oluşturan çek suçlarına
ilişkin davaların mahkemelere gelmesinin önüne geçilmesi amaçlanmaktadır.
İş
yükü anlamında 2010 yılı verilerine baktığımızda, çek kanunlarından kaynaklanan
dava sayısı 405.704’tür. Bu sayı, sulh ceza mahkemelerinde açılan davaların
yüzde 50’sini, özel kanunlar uyarınca açılan davaların yüzde 36’sını, toplam
ceza davalarının ise yüzde 12’sini oluşturmaktadır ki bu rakamlar adalet
mekanizması içerisinde iş yükünün önemli bir bölümünü teşkil etmektedir. Sadece
Yargıtayda bu işle ilgili dört daire
görevlendirilmiştir ve Yargıtayda olan 217.165
dosyanın 163.621’i başsavcılıkta ve dairelerde olan dosya sayısı da 53.544’tür.
Ve en ilginç istatistik ise, para cezasının ödenmemesi nedeniyle ceza ve infaz
kurumlarında bulunan hükümlü sayısı -şu an cari olan 5941 sayılı Yasa
kapsamında- 140’tır.
Dolayısıyla
ceza hukukunun temel prensiplerinden olan, Anayasa’mızın 13’ünde maddesinde
tertip edilen ölçülülük ilkesi yaptırımlarının orantılı olması ve ceza
hukukunun son çare olması özelliği yani ikincilik ilkesi, yine Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin 4 Numaralı Protokolü’nün 1’inci maddesi ve yine
Anayasa’mızın 38’inci maddesinde tertip edilen, sözleşmeden doğan yükümlülüğü
yerine getirmemekten dolayı özgürlüğünden alıkonulamayacağı ilkesi, yine
Anayasa’mızın 141’inci maddesinde tertip edilen makul süre içerisinde yargılama
hakkı ilkeleri bu değişikliğin temel gerekçelerini oluşturmakla birlikte, velev
ki, bir an için bu hükümlerin olmadığını varsaysak bile, pratikte -demin
verdiğim rakamları nazarı itibara aldığımızda- uygulamasında zaten sistem
tıkanmış durumda ve sosyal bir vakıa olarak da karşımızda bulunmaktadır. Aslında
bu tasarıyla, ceza hukukunun temel prensipleriyle örtüşmeyen ve pratikte
beklenen amaca hizmet etmeyen ve infaz hukuku açısından rakamları ortada olan
bu sosyal vakıayla ilgili yasada yapılacak işbu değişiklikle,
Bir:
Pratikte yargı mekanizmasını tıkamış, ticari hayat açısından zaten yaptırım
olmaktan çıkmış karşılıksız çek keşide etmek sadece ceza hukuku anlamında suç
olmaktan çıkarılmakta, ancak çekin kıymetli evrak ve kambiyo hukuku açısından
devir ve tedavül kabiliyetine, bir zafiyete yol açmaması ve ekonomik hayatta da
yaptırımsız bırakılmaması için de idari yaptırım sorumluluğu tertip edilerek
karşılıksız çek keşide etme fiilî yaptırımsız bırakılmamıştır. Hakeza,
zaten hukuki sorumluluk devam etmekte ve sahte, çalıntı ve benzeri anlamdaki
çekler açısından da cezai sorumluluğa ilişkin cezai normlar da zaten
derdesttir, yürürlüktedir, devam etmektedir.
Bu
meyanda, benim söz aldığım kanun tasarısının 1’inci maddesiyle ilgili olarak da
demin söylediğim mülahazalara uygun olarak işbu tasarıyla karşılıksız çek
keşide etmek, fiilî, adli yaptırım olmaktan çıkartılıp idari yaptırıma
dönüştürüldüğünden ve hukuken de tasarının kanunlaşması hâlinde adli sicilde bu
kayıtların tutulması hukuken mümkün olamayacağından 5941 sayılı Çek Yasası’nın
2’nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “adli sicil” ibaresi “Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası” şeklinde değiştirilmiş ve yine 2’nci maddenin
yedinci fıkrasında ve çerçeve yasayla düzenlenen yazılı baskı tarihinden itibaren
beş yıl içinde muhatap bankanın sorumlu olduğu miktar cihetiyle de ibraz şartı
konulduğundan çek defterinin her bir yaprağına basılması gereken hususlar
arasına “çekin basıldığı tarih” ibaresi eklenmiştir.
Değerli
milletvekilleri, ezcümle zaten pratikte işlevini yitirmiş bu müessesenin, bu
tasarının kanunlaşması hâlinde adalet mekanizmamızın hızlanmasına ciddi bir
katkı vereceğine inancımla birlikte, ekonomik anlamda olumlu olacağına ve en
nihayet aziz milletimize taahhüt ettiğimiz güçlü ekonomi ve ileri demokrasi
yolunda ciddi bir katkı vereceğine yürekten inanıyor, kanunlaşmasını murat
ediyorum. Şüphesiz bu kanun tasarısıyla ilgili takdir ve taltif yüce heyetin,
Meclisindir.
137
sıra sayılı ilgili kanunda değişiklik yapılması hakkındaki bu kanun tasarısının
bu milletin birlik beraberliğine, memleket insanlarına ve kardeşlik hukukuna
katkı ve emek vermesini yürekten murat ediyor, hepinizi en kalbî duygularımla
tekraren selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Şimdi
madde üzerinde soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın
Işık.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, malum 2003 yılında çeke adli para cezası getirilerek o günden bugüne
birçok mağdur yarattınız. En son 2009 yılındaki görüşmeler sırasında “Adli para
cezasını kaldırınız.” dedik, kaldırmadınız, iki yıl taahhütle ötelediniz. Şimdi
size soruyorum: 2009 yılındaki son değişiklikten bu yana yapılan düzenleme
gereğince bugüne kadar kaç kişi, ne kadar borç ödeyebilmiştir? Bu düzenlemeden
sonra bu insanların borcunu ödeyebilmesi için nasıl bir iyileştirme
sağlanabilecektir?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Sayın Bakan, buyurun.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkanım, şu anda bununla ilgili elimizde
sağlıklı bir veri yok. Bu, araştırmayı, incelemeyi gerektiren
bir konu. Tasarının tümü üzerindeki soru-cevap kısmında da Sayın Işık
sordular. Bu, incelendikten sonra kendisine cevap verebileceğimiz bir konu. Biz
inceledikten sonra Sayın Işık’a yazılı cevap gönderelim bu konuda.
BAŞKAN
– Sayın Kuşoğlu.
BÜLENT
KUŞOĞLU (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın
Bakan, kanunla ilgili olarak çok fazla mail alıyoruz, mektup alıyoruz.
Özellikle bu geçiş dönemiyle ilgili çok fazla soru var. Bir de bankalara neden
daha fazla yükümlülük getirilmediği soruluyor. Gerçekten de neden bankalara
daha fazla yükümlülük getirmiyoruz? Çünkü çekin muhatabı var; lehtarı, hamili
var, taraflardan bir tanesi de banka. Daha fazla yükümlülük getirilmesi
gerekmez mi?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Sayın Bakan, buyurun.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ben teşekkür ediyorum.
Bu,
önemli bir konu. Biz de sizin gibi bankalara daha fazla
teminat yükümlülüğü getirilmesinin doğru olacağını ifade ettik konuşmalarımızda,
tartışmalarımızda ama şöyle bir durum çıktı ortaya: Bankalar, uygulamada, şu
anda, 655 TL her karşılıksız çıkan çek yaprağı karşısında banka ödeme yapıyor.
Şimdi bu tasarıyla, bu bin TL’ye çıkıyor. Bunu 1.500, 2 bin, daha büyük
yaptığınız zaman uygulamadan gördük ki bankalar bunlarla ilgili çek koçanı
verdikleri kişilerden teminat istiyorlar. Siz rakamı çoğalttıkça bankaların
alacağı karşı teminatları da çoğaltıyorsunuz ve o zaman tabii çek kullanan
kişiler bir sıkıntıya giriyor ve burada piyasada bir daralma oluyor. Esasında baktığınızda daha fazla kişinin çek kullanması açısından
bu oranı daha aşağı çekmek bana göre doğru olanı çünkü bankaların daha rahat bu
çeki kullandırmaları için, ama bu rakam arttıkça her çek yaprağı için bin TL,
tabii bankanın ödeyeceği miktar da ona göre yükseliyor, o da kendini garantiye
almak için teminatlarını istiyor. Tabii, bu, çek konusundaki uygulamada
daha fazla çekin piyasada dönmesine ve özellikle küçük esnafın çek kullanması
konusunda sıkıntılar ortaya çıkmasına neden olacak bir durum. O nedenle bu
teminatın artırılması yoluna gidilmedi, yoksa bu teminatın artırılmasında
esasında bankaların “İyi olmaz.” diye şeyleri var ama öte yandan kendilerini
garantiye aldıkları için bir itirazları da, köklü itirazları da yok ama uygulamada
vatandaş aleyhine olacağı çok açık. O nedenle biz bunun daha fazla
artırılmasının uygulamada vatandaş aleyhine olacağı kanaatiyle makul bir
düzeyde tutulmasının doğru olduğunu düşünüyoruz.
BAŞKAN
– Sayın Susam…
MEHMET
ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın Bakanın açıklaması gerçekten olaya çok fazla
bankacılar açısından baktığı değil de, piyasa açısından baktığı şeklindeki bir
açıklaması var ama bence öyle değil, çek karnesi başına alınacak parayı 600 liradan
bin liraya çıkarsanız da fark etmez, bu, yükümlülük değildir, Çek Kanunu’ndaki
art niyeti önlemeye yetmez çünkü yirmi beş tane sayfaya 25 bin lirayı verir
teminat mektubu olarak ama art niyetliyse her şeyi yapabilir.
Burada
bizim arkadaşlarımızın sorduğu soru şudur: Bankacılık sisteminde çek sistemini
sigortalayabilecek bir sistemi bankacılığın kurması konusunda bankacılığı bir
harekete geçirdiniz mi Hükûmet olarak? Bu konuda sizin partinizin değerli bir
milletvekilinin de -Kütahya Milletvekilinin- bu anlamıyla bir önergesi var grupta da
sunduğu. Bence doğru bir önergedir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Vaktiniz var daha. Alışkanlık bir dakika olduğu için. Kusura bakmayın.
Buyurun.
MEHMET
ALİ SUSAM (İzmir) – Bu anlamıyla buna bu yönden bakmak lazım.
Bir
sorum daha var. İkincisi: Şimdi bu yasayı çıkartıyoruz, hapis cezasını
kaldırıyoruz. Bir kısım çek almış alacaklılar bugün soruyorlar: “Ben geçmiş
yasaya ilişkin düşünerek çek aldım. Bu çeklerimi bu yasa var, bu yaptırım gücü
var diye aldım. Şimdi bu yasayı bu anda siz çıkardığınız zaman, geçmişte
aldığım, tahsili daha zamanı olan çekler konusunda ne yapacaksınız? Benim o
kanuna güvenerek aldığım çeklerin güvencesi ne olacaktır?” diyor. Bu konuda
düşünceniz nedir?
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Bakan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Teşekkür ediyorum.
Tabii,
sigortayla ilgili şu anda öyle bir çalışma yok. Dediğiniz gibi, herhangi bir
garanti getirecek bir çalışma yapılması söz konusu değil. Çekler, şu anda
piyasada bulunan çeklerle alakalı ise, yasa yürürlüğe girdiği takdirde bütün
çekler için uygulama imkânı bulacaktır. Ama bu yasa hazırlıkları sürerken,
demin de ifade ettim, bütün paydaşlarla bu konular görüşüldü, konuşuldu. Bu bir.
İkincisi:
Çek şu anda teminatsız bir kıymetli evrak değil. Uygulamaya baktığınız zaman
bir yasaklama uygulaması bundan sonra devam edecektir. Bankaların bin TL’ye
kadar ödeme yükümlülüğü bankaları araştırmaya, daha dikkatli çek koçanı vermeye
zorlayacaktır.
Öte
yandan, risk santralizasyon merkezinin hayata
geçmesi, çek alan kişileri daha iyi bir araştırma neticesi çek almasını
sağlayacaktır. Ayrıca da eğer kişiler karşılıksız çek vererek piyasayı
dolandırmak, insanları aldatmak, başka birtakım yöntemlerle bu konuda
profesyonelce kişileri mağdur etmeye kalktıkları takdirde de dolandırıcılık
hükümlerinden onun hakkında cezai işlem yapılmasına hiçbir engel yoktur.
Genel
hükümler çerçevesinde, çek kullanarak vatandaşı dolandıranlarla ilgili cezai
işlem uygulama imkânı vardır. 1985’ten önce bu tür uygulamalar yapılıyordu. Bu
yasa yürürlüğe girdikten sonraki süreçte, gerçekten ödeme güçlüğüne düştüğü
için, imkânsızlık nedeniyle çek ödemeyenler hariç, ama bu konuda dolandırmak
veyahut da bilerek ve isteyerek karşılıksız çek vererek vatandaşları zarara
uğratmak kastıyla hareket edenler için dolandırıcılıktan veya eylemine uyan
başka bir suç varsa oradan, genel hükümler çerçevesinde ceza alacaktır.
Bir
başka şey, şu anda uygulamada hapis cezası yok esasında. Ne var uygulamada?
Adli para cezası var. Adli para cezasını ödemediği zaman, infaz aşamasında
hapis cezasına dönüştürülmesi söz konusudur. Ondan önce de doğrudan hapis
cezası yoktu; önce bir cezalandırmaya gidiliyor, para cezası, arkasından
tekerrür hâlinde hapis cezasına gidiliyordu.
Baktığınız
zaman, 2001’den bu yana, Çek Kanunu uygulamasında, Parlamento, bu konuda bir
değişimi uzun süre içerisinde milletimizin yaşamasına imkân verecek yasal
düzenlemeler yapmış. Hem hapis cezası olan dönemi gördük hem hapis cezasının
mükerrerlik hâlinde verilmesini öngören hâli uyguladık hem de adli para
cezasının infaz aşamasında hapis cezasına dönüştürülme süreci de yaşandı;
gördük ki her üçünde de istenilen fayda temin edilemedi. Öyleyse bizim doğru
olanı yapmamız lazım, Anayasa'nın 38’inci maddesi ve uluslararası hukukun
gereğini yapmamız lazım ve vatandaşın mağdur olmayacağı mekanizmaları hayata
geçirmemiz lazım. Şu anda biz, vatandaşımızın mağdur olmayacağı hem
mekanizmaları hayata geçiren hem de bu işi doğru olması gerektiği şekilde yapan
bir düzenleme yapıyoruz.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2’nci
maddeyi okutuyorum:
MADDE
2- 5941 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “altıyüz” ibareleri “bin” şeklinde ve altıncı fıkrasında yer
alan “şikâyette” ibaresi “talepte” şeklinde değiştirilmiş; maddeye aşağıdaki
fıkra eklenmiştir.
“(9)
Çekin, üzerinde yazılı baskı tarihinden itibaren beş yıl içinde ibraz
edilmemesi hâlinde, muhatap bankanın üçüncü fıkraya göre ödemekle yükümlü
olduğu tutara ilişkin sorumluluğu sona erer.”
BAŞKAN
– Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kırklareli Milletvekili
Sayın Turgut Dibek.
Buyurunuz.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli
arkadaşlar, 2’nci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım.
Öncelikle, saygılarımla selamlıyorum sizleri.
Öncelikle
şunu belirtmek istiyorum: Dün akşamüzeri burada görüşürken bugünkü gündemi,
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’daki değişikliği ve bu
tutuklu ve hükümlülerin insani birtakım haklarının düzenlenmesine yönelik olan
değişiklikleri görüşeceğiz diye akşam buradan ayrıldık, gece ama bugün geldik,
bu kanunu görüşüyoruz. Yani böyle, işte akşam yattık farklı bir şey, sabah
kalktık farklı bir şey.
Niye
böyle oldu? Onu da arkadaşlarla görüştüğümüzde, pek tatmin edici de bir yanıt
alamadım. Zannediyorum önümüzdeki haftaya kalmış.
Tabii,
Türkiye böyle yönetiliyorsa yani bunu da, değerli arkadaşlar, sizlerin ve
kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
Şimdi
bu kanun, değerli arkadaşlar, bu hâliyle bu değişikliklere gelene kadar da
Türkiye’de sürekli tartışıldı. Bir türlü sorunu çözemedik. Yani hapis cezası
vardı önceden, işte bir yıldan beş yıla kadar.
Yine
bu dosyalar -ben de adliyede görev yapıyordum o tarihlerde, buradaki hukukçu
arkadaşlarımız da bilir- çekle ilgili binlerce, yüz binlerce dosya adliyede
yine devam ediyordu, hiç eksilmemişti. Daha sonra farklı bir yöntem izlendi,
işte dendi ki: “Ya, bu hapis cezası işi çözmüyor, farklı bir yol izleyelim.”
İşte, bildiğiniz gibi, bir adli para cezasına dönüştü. Onun arkasından bir
“hapis cezası getirilsin.” dendi. Geçen yıl onunla ilgili bir düzenleme yaptık
-yine ben Adalet Komisyonundaydım, çözmeyeceğini söylemiştik o tarihte de- Yine
sorun çözülmedi. Yine bakıyorsunuz değişik rakamlar var. İşte, milyonlarca
dosya, yüz binlerce dosya ya Yargıtayda bekledi ya,
efendim, yerel mahkemelerde bekledi. Sürekli gündemde olduğu için de konu, yani
bu çek borçluları çekleri ödemek gibi bir -kötü niyetli olanlar için söylüyorum
tabii ki- yola gitmediler, “nasıl olsa bir düzenleme yapılacak, nasıl olsa bu
Türkiye'nin gündeminde” dendi. Yine, bu, böyle, sürüncemede kaldı, gitti.
Aslında bunun daha önce çözümlenmesi gerekiyordu değerli arkadaşlar.
Sayın
Bakan da belirtiyor, buraya çıkan, kürsüye çıkan hatip arkadaşlarımız da zaman
zaman konuştular. Bizim Anayasamız’da 2001 yılında
bir değişiklik yapılmıştı o zaman, 38’inci maddeye bir fıkra eklenmişti. Aslında
o fıkranın gereği bu konuların çözülmesi gerekiyordu değerli arkadaşlar. Yani,
çok net bir şekilde sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemesinden
dolayı insanların özgürlüklerinden alıkonulamayacağı hüküm altına alınmış,
Anayasa’nın hükmü altına alınmış burada, sadece çek de değil. Bakın, belki bir
süre sonra…
Şimdi,
Adalet Bakanının açıkladığı bir paket var bu yargının hızlandırılmasına
yönelik, önümüzdeki günlerde Meclise gelecek. Belki orada, işte icra
takiplerinde bilinen “taahhüdü ihlal” dediğimiz bir suç var. Yani borçlu,
alacaklıyla ilgili olarak, borcuna karşılık icra müdürlüğünde dosyaya “Ben bu
borcu şu şekilde şu tarihte ödemeyi taahhüt ediyorum.” diyor, ödemiyor,
ödemeyince ona da bir hapis cezası bizim İcra ve İflas Kanunu’muz öngörüyor.
Bunu da kaldırmamız lazım. Yani, bu da, Anayasa’nın 38’inci
maddesindeki hükmüne açıkça aykırı. Yani, burada hapis cezasının bu tür
özel hukuku ilgilendiren konularda olmaması, alacak konularında olmaması
gerekiyordu.
Ha,
şimdi, beni de sizleri de arayan o kadar çok insan var ki. Bu öyle bir konu ki
değerli arkadaşlar, hani, yukarı tükürseniz bıyık, aşağı tükürseniz sakal. Yani
mektup var, az önce orada arkadaşlarımız okumuşlardır, bana da göndermişler.
İşte, ”Kul hakkını Allah dahi affetmeyeceğini söylüyor, siz nasıl
affediyorsunuz?” diye alacaklı bu şekilde söylüyor. Şimdi, o açıdan
bakıldığında bu insanlar gerçekten sıkıntılı, mağdur. Yani bu işin sonunda
birileri zarar görecek, görmemesi mümkün değil ama sistemin bir şekilde artık
bu düzenlendiği hâliyle entegre olması lazım. Yani
belki bir altı ay, bir yıl bir geçiş süreci olacak. Bu süre içerisinde… Çek
mağduru olarak, işte, çek borçlularından bahsediyoruz. İşte, çek alacaklıları
“Biz mağdur değil miyiz?” diyorlar. Onlar da mağdur, bana göre esas mağdur
onlar. Onların bir kısmının ben zarar göreceğini düşünüyorum. Acı
çekeceklerdir, alacaklarını tahsil edemeyeceklerdir. Alacağını tahsil edemediği
için belki kendi düzenlediği, keşide ettiği çek var, kestiği çek var, o da
kendi çekini ödeyemeyecek. Yani o tür bir durumla da karşılaşacak, çünkü bunlar
zincir. Yani ben alacağımı alamıyorsam… Ki devletle ilgili, devlete iş yapan
çok sayıda kişi var, müteahhit var devletten alacağını
alamamış ama bu arada kendi borçlarına karşılık piyasaya çek kesmiş, hepsi
karşılıksız kalmış. Bu tür insanlar mutlaka olacaktır ama şuna inanıyorum: Kısa
bir süre içerisinde, belki altı ay, bir yıl içerisinde, oturacaktır diye
düşünüyorum bu sistem yani doğru bir sistemdir.
Cumhuriyet
Halk Partisi olarak bu yasaya destek veriyoruz. Zaten milletvekili arkadaşımız
Sayın Sinan Aygün olsun, Ali Rıza Öztürk olsun değişiklik teklifleri
vermişlerdi, öncelikle bunu belirtmek istiyorum sizlere.
Bu
arada, komisyonda konuşuyorduk -Sayın Bakan burada yok, İstanbul’daymış yani bu
yasa görüşülürken ben Adalet Bakanımızın da burada olmasını aslında arzu
ederdim, işleri vardır diye düşünüyorum- orada konuşurken sormuştum ben,
arkadaşlarımız da sormuşlardı -bu rakamlar da değerli arkadaşlar bir türlü
gerçeği yansıtmıyor, ne kadar doğru onu da bilemiyorum- işte çeklerle ilgili
gerek Yargıtayda bekleyen dosya, gerek yerel
mahkemelerde bekleyen dosyaların sayısını sormuştum. Yaklaşık
220 bin civarı Yargıtayda dosyanın beklediğini
söylemişti Sayın Bakan, 400 bini aşkın dosyanın da yerel mahkemelerde yani
600-650 bin civarı çekle ilgili dosya bekliyor, bu yasa değişikliğini bekliyor.
Bu
arada şunu da sormuştuk, az önce konuşuldu gerçi de. Cezaevinde
bulunan tutuklu ve hükümlü sayıları. Onunla ilgili de aslında birkaç söz
söylemek isterim. O, aslında sizin, değerli arkadaşlar, bence aynanız. Buraya
çıkıp çok güzel süslü sözcüklerle Türkiye’nin çağ atladığını, nerelere
geldiğini anlatıyor arkadaşlarımız, iktidar grubundan bahsediyorum; Sayın
Başbakan da, bakanlar da anlatıyorlar.
Değerli
arkadaşlar, 130 bini aşmış cezaevindeki
insanlar. İnsan Hakları Komisyonundaki arkadaşlarımız var, zaman zaman
cezaevlerine gidiyorlar. Ben şunu çok iyi onların tespit ettiklerini görüyorum.
Bir yatağı 2 kişi kullanıyor cezaevlerinde, aynı anda değil tabii. Birisi
geceleyin yatıyor, diğeri sabahleyin yatıyor değerli arkadaşlar; on iki saat
biri, on iki saat biri. Cezaevlerinde böyle bir durum var. 130 bin kişi… Hatta
Sayın Bakan dedi ki: “38 tane yeni cezaevi inşa ediyoruz.” Ben, tabii, 38 tane
yeni cezaevi inşa edilmesini de ilginç bulmuştum, sormuştum: “Yahu, bu Çek
Kanunu’nu değiştiriyoruz. Buradan yeni tutuklular gelmeyecek. İşte, 600 bin
tane dosya işlemden kalkacak. Niçin 38 yeni cezaevine ihtiyaç var? Yani yeni
dalgalar mı var? Yeni suç örgütleri mi ortaya çıkacak?” demiştim. Sayın Bakan
“Ya, işte, bir kısmını yeniliyoruz.” demişti değerli arkadaşlar.
Bakın,
değerli arkadaşlar, geldiğinizde, sizin döneminizde, 2005 yılında -burada
baktım rakamlara- cezaevlerinde 56 bin kişi varmış, 56 bin kişi. AKP’nin işte
3’üncü yılı oluyor 2005, bugün 130 bin kişi var. Yıllara bir bakın, böyle
kademeli olarak nerelere geliyor. Yani 56 binden 130 bine, hatta 131 bin. Az
önce rakamı söyledi Sayın Bakan, yaklaşık 70 bin, 75 bin gibi bir fazlalık
sizin döneminizde cezaevlerinde şu anda yatıyorlar.
Ben
şöyle düşünüyorum, düz mantıkla, sıradan bir vatandaş olarak düşündüğümüzde:
Arkadaşlar, insanlar cezaevine niye girsinler? Huzurlu bir ülkedeysek -sizin
anlattığınız gibi- bizim vatandaşlarımız, Türkiye’de yaşayan insanlar mutluysa,
ceplerinde para varsa, işleri dönüyorsa niçin suç işlesinler? Niçin cinnet
geçirsinler? Niçin insanlar kalkıp değişik yollara girsinler? Hani bir “kral
çıplak” lafı var ya aslında bu rakamlar sizin açınızdan “kral çıplak.” sözünü,
açıklamasını çok net bir şekilde ortaya koyuyor diye düşünüyorum. Öncelikle
buna bir bakmanız lazım. Yani modern toplumlarda, demokrasilerde insanlar
cezaevinde sayısı 3 kat, 2 kat arttığında o ülkede kıyametin kopması lazım. Siz
tam tersi “Yüzde 9 büyüdük.”, “Ülkeye huzur getirdik.” gibi birtakım
söylemlerdesiniz. Bence kendinizle önce bir yüzleşmeniz gerekir diye
düşünüyorum değerli arkadaşlar. Yani bunu gerçekten içtenlikle söylüyorum.
Bu
kadar sayı nereden çıktı? Rakamlara baktım. Dünyada 35 bin tane terör suçundan
tutuklu var, 35 bin, 36 bin civarı. Yani terör suçunu işlediği iddiasıyla
tutuklular. Toplam, dünyanın tüm rakamı. Türkiye’deki
rakam değerli arkadaşlar, 13 bin, 14 bin civarı, yani terör suçu işlediğinden
dolayı.
Şimdi,
liseli gençler, bu YGS şifresi vardı, işte “Direnişçi Liseli Gençler” diye bir
pankart açtılar. Bunlar o pankart sonucunda terör örgütü üyesi oldular bu
ülkede. Hopa’daki eylem, Hopa’daki olay nedeniyle gençler işte eylem yaptılar,
saçlarını kestiler. Onlar da terör örgütü üyesi oldular bu ülkede. Önce bunu
çözmemiz lazım değerli arkadaşlarım. Gerçi sürem de bitiyor.
Şimdi,
bizim esas meselemiz bence bu. İşin özü bu.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TURGUT
DİBEK (Devamla) – Rahmetli Erbakan’ın çok güzel bir sözü vardır, bunu bilirsiniz
değerli arkadaşlar. Böyle konular konuşulunca –sürem bitti ama söyleyeyim- yani
ameliyatlık meseleler için “Ya bu iş ameliyatlık.” derdi. Yani bu iş pansumanlık gibi düşünüyorsunuz. Bence işin özü, diğer
konuları çözmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kocaeli Milletvekili Sayın Lütfü
Türkkan.(MHP sıralarından alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli üyeler; 137 sıra
sayılı kanunun 2’inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
konuşacağım.
Ben
öncelikle şu “çek” kavramının tanımının iyi yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Çek, öncelikle bütün dünyada ödeme aracı ama maalesef Türkiye’de bir finansman
aracı. Bugün piyasada 300 milyar lira dolayında çekin tedavülde olduğu
söyleniyor. Bu çekin finansman argümanı olarak devreye
girmesindeki en önemli etken çekin ödenmemesi karşısında bir yaptırımın var
olmasıdır. Eğer, o yaptırımı biz geri aldığımız andan itibaren piyasada dolaşan
çeklerin senetlerden, şimdi hiç tedavülde dolaşmayan senetlerden bir farkı
kalmaz. Zaten likidite zorluğu çeken bu piyasalarda, göreceksiniz, çeklerin
devreden çıkmasıyla beraber çok ciddi alışverişi etkiler hâle gelecektir.
Bu
çekle olan alışveriş büyük firmaları çok ilgilendirmiyor. Bugün küresel
anlamda, Türkiye ölçeğinde ciddi büyük firmalar zaten müşterilerinden çek
almazlar. Herhangi bir büyük fabrikadan mal alan tacir ödeme günü verir, o
ödeme gününde de ödemesini yapar. Eğer ödemesini yapmıyorsa karşısında verdiği
teminat mektubuna başvurur mal satan firma. Çek yasasıyla mağdur ettiğimiz,
alacaklı olan kesim bizim hep beraber “orta direk” dediğimiz, iktidarınız
tarafından gittikçe yok edilen o orta ölçekli KOBİ’ler ve esnaflar. Çekten en
çok mağdur olacak olan onlardır. E, tabii ki çeki kesip de cezaevinde yatanın
mağdur olmadığını söylemek istemiyorum. Cezaevinde yatmak burada kuliste
yatmaya benzemez. Orada, 16 metrekare yerde 4 kişinin ceza yattığını… Bir de
hakikaten işleri rast gitmediği için, samimi bir şekilde borcunu ödeyemediği
için oraya yatanların haksız olduğu anlamını da çıkarmamak lazım buradan. Ama
bunların sayısı ne kadardır? Onlar için sadece yasa çıkarmak gerekli mi? Birisi
bana dedi ki: “Ya, iki yüz elli bin tane dosya var.” Bir suç için çok dosya
olması onların affını gerektiriyorsa bütün Türkiye'de herkes uyuşturucu
kaçakçısı olur, dosyalar birikir, uyuşturucu da serbest hâle gelebilir. Böyle
bir mantık olmaz, dosya sayısının çokluğu buna af getirilmesini gerektirmez.
Bir
çek -aranızda tacirler var- karşılıksız çıktığı zaman önce gidersiniz, bunu
birkaç defa yenilersiniz. Yeniledikten sonra bu ödenmiyorsa arkasını
yazdırırsınız ve hukuki işleme başlarsınız. Biraz evvel Sayın Bakan da ifade
etti, bir çekin hukuken, karşısındaki cezai yaptırım alması için çekten dolayı,
asgari beş sene süre geçiyor. Bu beş sene süre içerisinde, işi bozulan adam
zaten o sürede kendini toparlıyor. Sadece oradaki cezai yaptırımı bekleyip, tam
yasa hakkında hüküm verdiğinde gidip parayı ödeyen borçlular var. Sayın
avukat biliyor, yakinen takip ediyor. Bunu beş sene bekliyor, tam ceza çıkıyor,
ondan sonra gidiyor, o parayı yatırıyor.
Bakın,
burada zaten, alacaklı beş sene bekleyerek çok ciddi mağdur oluyor. Eğer rakam
büyükse, verdiği adli para cezasını götürüp o rakamdan sonra çıkıyor.
Burada
şöyle bir uygulama yapılabilir: Bakın arkadaşlar, haklı olarak borçlu… O süre
içerisinde ciddi şekilde faiz, temerrüt faizi, harçlar, vekâlet ücretleriyle
beraber şişen o dosya borcunun ana parasını yatıran
hapis cezasını ortadan kaldırır, adli para cezası yerine hapis cezasını ortadan
kaldırır, diğer kısmıyla ilgili hukuki süreç, alacakla ilgili hukuki süreç
devam eder. Ama hapis cezasını kaldırdığınız zaman adli para cezası da hükümsüz
kalır bu durumda.
Bakın,
bugün Sayın Ali Babacan’ın demeci var: “Avrupa’nın birçok yerinde hapis cezası
yok.” diyor. Yanlış bir ifade bu. Çekin karşılıksız
çıkması demek, Avrupa’da, bugün Almanya’da, bugün İngiltere’de dolandırıcılık
suçu ifa eder, çekini ödemeyen insan dolandırıcılık yapmıştır. Zira, Avrupa’da da çek “Bankada olan paramı buyurun gidin,
çekin.” anlamındadır. Bankada parası olmayan adamın çeki kesmesi bir
dolandırıcılık eylemidir.
Çekteki
hapis cezasını kaldırabilmek için önümüzde bir tane fırsat var. Özellikle
Adalet ve Kalkınma Partisinin Grup Başkan Vekiline sesleniyorum: Sayın Ahmet
Aydın, bu konuda lütfen, grubunuz olarak bir çalışma yapın. Avrupa’daki gibi şu
anda Türkiye’de de “alacaklıların sigortalanması” diye bir kavram var. Bu çok
yavaş işliyor, henüz Türkiye’de gelişmedi. Bir fatura kesiyorsunuz, karşısında,
bu fatura alacağınızı alacaklı olduğunuz firmanın kredibilitesine
uygun bir marjda sigortalıyorsunuz. Alamıyorsanız sigorta şirketinden paranızı
alıyorsunuz. Zaten aynı gün sigorta şirketi size parasını ödüyor. Eğer onu
sağlayamazsanız, çeki de çekerseniz göreceksiniz ticari alışveriş çok ciddi
manada aksayacaktır. Ben iddia ediyorum, en geç bir sene sonra bu kanunla
ilgili değişiklikler mutlaka bu Meclise bir daha gelecek. Doğru bir kanun değil
bu. Hepimize geliyor, haklı olarak, annesi, babası, kardeşi cezaevinde yatan
insanlar mağdur, geliyor buraya, size sızlanıyor, bize sızlanıyor ama neticede
bir sistem söz konusu. Bu sistemi bütün baştan yok edip birkaç kişinin
mağduriyetini gidermek doğru bir iş olmaz. Bizler tabii ki duygularımızla
insanız ama bu sistemi var etmek zorunda olan da insanlarız, bu Mecliste
bulunuş gayemiz de bu.
Bir
şey daha var, bakın, bu Hükûmetin benim takdir ettiğim çok önemli bir icraatı
var, Türkiye’de mafyanın çok ciddi belini bükmüştür, kabul ediyorum, takdir
ediyorum, teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ama bakın, inanır
mısınız, bu çek tahsilatçıları bu yasadan sonra tekrar devreye girecektir ve şu
anda örgütlü olan, çeki tahsil edebilecek kabiliyeti olan -bir tek- PKK’nın
dışında başka hiçbir örgüt yoktur. PKK’ya sigara kaçakçılığı dışında yeni bir
gelir kapısı daha açtınız, bilginiz olsun. Burada da göreceksiniz,
duyacaksınız.
Bir
soru sormuştu biraz evvel Cumhuriyet Halk Partisinden bir arkadaşımız. Yaklaşık
üç ay vadeli çeklerle 300 milyar lira civarında bir çek var piyasada,
tedavülde. Biz bu yasayı çıkaracağız 300 milyar lira alacaklı olan insanlara
diyeceğiz ki: “Allah işini, gücünü rast getirsin kardeşim. Adın
Ahmet, Allah’a emanet. Ne yapacaksan yap, silahını kuşan, git malını
kaldır veya paranı al.” Böyle bir vicdansızlığa, böyle bir adaletsizliğe alet
olmamamız gerekiyor.
Bir
konuyu daha zatıalinize aktaracağım, ondan sonra da
sözlerimi bitireceğim efendim.
Biz
burada Adalet Bakanlığının hazırladığı reform paketini okuduk. O reform
paketinden çıkarttığımız sonuç şu, alacaklıların mağduriyetini anlayasınız diye
bir daha söylüyorum: Hiç kimsenin evinden eşyasını kaldıramayacaksınız. Kimse
eşyasını kaldırarak birilerinden para tahsil etmez, o bir tacizdir yani
borçluyu borcunu ödemeye ikna etme metodudur.
İkincisi,
KOBİ’lerde ve işletmelerde fabrikasına gidip makinesini alamayacaksınız,
bağlayamayacaksınız. İnanır mısınız, belki farkında değilsiniz, orta ölçekli
bütün işletmelerin ticari faaliyetlerini durdurabilecek çok ciddi kararlar
alıyoruz. Bundan geri dönüşü de çok yakın bir süreçte mecburen tekrar biz
yapacağız ama deneme yanılma metoduyla ülkeyi idare etmek doğru bir sistem
değil. Bakın, bunu dış ilişkilerde yapıyoruz. “Stratejik Çukur” diye bir kitap
yazıldı bir zamanlar, o “Stratejik Çukur”un arkasından
Türkiye’nin komşularıyla ilişkileri deneme yanılma sistemiyle çok kötü bir hâle
geldi, Türkiye şamar oğlanına döndü. Herkes Türkiye’yi yumrukluyor, Fransa
yumrukluyor, İran yumrukluyor, Irak yumrukluyor, Suriye yumrukluyor… Libya’ya
ayrı şey söyleyebilirsiniz, Mısır için de aynı şey söz konusu.
Türkiye’nin
terörde kat ettiği mesele de öyle. Terörü de deneme yanılma metoduyla… Önce “Af
çıkarıyoruz.” dediniz, davul zurnayla karşıladınız, şimdi aynı adamlar, “Hayır,
biz yanlış yapmışız.”, belediye başkanı, bilim adamı ne varsa onları bu sefer
içeri alıyoruz.
Doğrudur
değildir hiç bilemiyorum ama deneme yanılmayla ülke idare edilmez, onu
söylemek… Doğruyu bulun, ondan sonra harekete geçin. “Dur şuna bir bakalım,
doğruysa devam ederiz, değilse vazgeçeriz.” Bu sistemle ülke Adalet ve Kalkınma
Partisinin oyuncağı hâline gelir.
Hepinize
saygılar sunuyorum.
Sağ
olun. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Türkkan.
Denizli
Milletvekili Sayın Bilal Uçar?
Karaman
Milletvekili Sayın Mevlüt Akgün? Buyurun.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ben de söz istiyorum.
BAŞKAN
– Mevlüt Bey geliyor. Bir saniye, o konuşsun Sayın
Genç.
Buyurun.
MEVLÜT
AKGÜN (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz
137 sıra sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın
2’nci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyeti
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bu tasarıyla karşılıksız çek keşide etmek suçuna uygulanan hapis
cezası ortadan kaldırılmaktadır. Tasarı ve tekliflerde, karşılıksız çeke
uygulanmakta olan hapis cezasının gerek Anayasa’mızın 38’inci maddesine gerekse
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 4 No.lu Protokolü’ne aykırı olduğu ifade
edilmektedir. Buna göre, “Hiç kimse yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü
yerine getirmemesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz.” denilmektedir.
Anayasa ve uluslararası anlaşma hükümleri dikkate alınmak suretiyle ekonomik
suça ekonomik ceza uygulamasına geçilmektedir. Gerçekten tasarıyla adli para
cezası uygulamasından vazgeçilmek suretiyle karşılıksız çek keşide eden kişiye
talep hâlinde on yıl süreyle çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı getirilmek
suretiyle idari para cezasına geçilmektedir.
Değerli
arkadaşlarım, tasarının 2’nci maddesinde, çekin karşılıksız çıkması durumunda
muhatap bankanın sorumluluğu çek yaprağı başına bin liraya yükseltilmektedir.
Ayrıca suçtan zarar görenin altı ay içerisinde cumhuriyet savcılığına yapacağı
müracaat şikâyet değil, talep olarak düzeltilmiştir. Çünkü fiile verilen ceza,
idari yaptırıma dönüştürülmektedir.
Maddenin
ikinci fıkrasında ise yerinde bir düzenleme yapılmaktadır. Çekin üzerinde
yazılı olan baskı tarihinden itibaren beş yıl içerisinde ibraz edilmemesi
durumunda muhatap bankanın ödeme yükümlülüğü ortadan kaldırılmaktadır. Böylece
çek karnelerinin basıldıktan sonra uzun yıllar piyasada elden ele dolaşmasının
önüne geçilmek istenmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; gördüğüm kadarıyla karşılıksız çekte hapis
cezası uygulamasını kaldıran tasarıya tüm gruplar destek vermektedir. Değerli
arkadaşlarım, ancak şunu ifade etmem gerekir ki, çek Türk uygulamasında diğer
kambiyo senetlerinden farklı olarak özel güveni haiz kamu güvenine sahip olmuş
bir kambiyo senedidir. Ticaret hayatında birçok görev ifa etmektedir ve bazen
hapis cezası bu güvenin oluşmasında caydırıcı rol oynamaktadır. Hapis cezası
kaldırılırken ticari hayatta kargaşa, güven bunalımı ve yeni sorunlara yol
açmamamız gerekmektedir. Kaldı ki Anayasa Mahkemesi 17/03/2011
tarihli Kararı’nda, karşılıksız çeke uygulanmakta olan adli para cezası ve
ödenmemesi durumunda hapis cezası uygulamasını Anayasa’ya uygun bulmuştur. Bu
nedenle -komisyon görüşmelerinde de ifade ettiğim gibi- mutlaka mal satarak
alacaklı hâle gelen ve çekin piyasada oluşan güven fonksiyonuna dayanan iyi
niyetli alacakları da korumak gerekmektedir, aksi takdirde kötü niyetli
alacaklılar ödüllendirilmiş olacaktır. Bu durum düşünülerek iyi niyetli
alacaklıları koruyacak hükümleri de tüm Meclis olarak düzenlememiz gerekir diye
düşünüyorum. Bu amaçla -defaatle ifade edildi- Merkez
Bankasında risk kontrol merkezi sistemi oluşturulması bir güvence teşkil
etmektedir ancak bunun yanında etkin bir icra iflas sisteminin kurulması, çekte
limit uygulaması, karşılıksız çekte oluşan zararı gidermeye yönelik bir sigorta
sisteminin oluşturulması, bankaların bu anlamda sorumluluklarının artırılması
gibi tedbirlerin de düşünülmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bu
düşüncelerle tasarının hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Denizli
Milletvekili Sayın Bilal Uçar, buyurun.
BİLAL
UÇAR (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 137
sıra sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Teklif’in
2’nci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime
başlamadan önce Fransız Senatosunun Haçlı zihniyetinin çirkin yüzünü bir kez
daha sahneye koyan malum kararını telin ediyorum. Yüz yıl önce hasta adam ilan
ettikleri bu büyük millet bugün öz güvenle yeniden büyük Türkiye yolunda hızla
ilerlerken Fransa ise sıtmaya tutulmuştur. Kendi çaresizliklerini gündemden
düşürmek için Türk milletine olan asırlık kin ve nefretini kusanlar ne
yaparlarsa yapsın, bu aziz millet yeniden büyük Türkiye’yi inşa edecektir,
hiçbir güç bizi bu yoldan alıkoyamayacaktır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; mevcut kanuna göre karşılıksız çek kesme fiilî
şikâyete tabi iken yeni düzenleme ile talebe bağlı idari nitelikte bir
yaptırıma dönüştürülmektedir. Bu nedenle, 5941 sayılı Kanun’un 3’üncü
maddesinin altıncı fıkrasında yer alan “şikâyette” ibaresi “talepte” şeklinde
değiştirilmektedir.
Yine
bu düzenleme ile çekin şekil şartlarına ilave olarak baskı tarihi de çekin
üzerine yazılacaktır. Çek yaprakları bankalara iade edilmediği zaman veya ibraz
edilmediğinde, belli bir süre sınırı öngörülmediğinden bir belirsizlik ortaya
çıkmaktadır. Yapılan düzenleme ile çekin üzerinde yazılı baskı tarihinden
itibaren beş yıl içinde bankaya ibraz edilmediği takdirde muhatap bankanın
ödemekle yükümlü olduğu tutara ilişkin sorumluluğu da sona erecektir.
Ben
bu düzenlemenin hayırlı olması dileklerimle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Uçar.
Soru-cevap
işlemine geçiyorum.
Sayın
Işık…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Sayın Bakan, Kredi Garanti Fonu’na benzer şekilde çek garanti
fonu ya da çek sigorta fonu gibi bir fon kurarak şu ana kadar borçlarını
ödeyememiş, ödeyemediği için de cezaevlerine girmiş birçok mağdurun
mağduriyetten kurtulmasına katkıda bulunmayı düşünüyor musunuz? Bu tasarıya bir
önergeyle bunu eklemeyi düşünür müsünüz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Sayın Bakan, buyurun.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Teşekkür ediyorum.
Daha
önce de benzer sorular oldu. Tabii böylesi bir garanti fonunun kurulmasıyla
alakalı bir çalışma yapılması lazım. Doğru olur mu, ne kadar, nereden
karşılanacak vesaire, bu konuyu uzmanların çalışması lazım. Şu anda böyle bir
çalışma yok ama bu talebi ben ekonomiyle ilgili bakanlarımıza da ayrıca
ileteceğim ama şu anda böyle bir çalışma yok, olursa bence de güzel olur ama
ben ilgili bakan arkadaşlarıma ileteceğim.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Bu çözüm değil. Bu insanlar borçlarını yine ödeyemeyecek.
BAŞKAN
– Sayın Şandır, buyurun.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakanım, soruya verdiğiniz cevap tatmin edici değil.
Vatandaşlarımız bizi izliyor. Çek veren, karşılıksız çek vermek suçundan dolayı
takibe düşen insanlarımız, hatta hapishaneye düşen insanlarımız, onların
çocukları sizden bir cevap bekliyor, çekini tahsil edemeyen insanlar da sizden
bir cevap bekliyor. On yıldan bu yana ülkeyi yönetiyorsunuz, hâlâ “Bir düşüncemiz
yok, bir hazırlığımız yok.” diyorsunuz. Doğru oluyor mu gerçekten bu? Şimdi
bizi izliyor insanlarımız. Ne diyelim yani? Şimdi, çek mağduru veya çekini
tahsil edememekten dolayı mağdur olanlar platform kurmuşlar, sizden bir cevap
bekliyorlar. Siz tribünde seyirci değilsiniz. Lütfen, on yıl oldu, bir çözüm
üretememek, bu konuda bir hazırlık olmadığını söylemek yani iş değil ki bu,
yani lütfen bir şey söyleyin. Yani bir mağduriyet var ve bu mağduriyet on
yıldır ülkeyi yöneten siyasi iktidarın uyguladığı ekonomik politikaların…
Rakamlar ortada, bir şey söyleyin Sayın Bakan.
BAŞKAN
– Sayın Sarıbaş…
ALİ
SARIBAŞ (Çanakkale) – Teşekkür ederim.
Sayın
Bakan, bugün de dâhil olmak üzere tüm telefonlarımıza mesajlar yağıyor. Bu
mesajlarla birlikte acaba bütün hepsinin soru işareti, soru sormak istedikleri,
bu çek yasasıyla birlikte piyasadaki işveren ya da küçük esnaf “Biz nasıl
çalışacağız, nasıl iş yapacağız?” sorularının karşılığını aramak istiyorlar.
İkinci
olarak da: Yine bu arada -az önceki arkadaşlarımızın söylediği gibi- çeki
elinde bulunan ve gerçekten mağduriyeti olan ve tahsil edemeyen ve bu
güvencesini alamayan, ellerinde birikmiş çeklerle ilgili arkadaşlarımız “Biz bu
konuda nasıl yapacağız? Biz bu yasa çıkarsa çok mağdur olacağız.” söylemi
içerisindeler. Şimdi bunu tabii ki hukuki açıdan değerlendirdiğimizde farklı
sonuçlar olabilir ancak sizin az önce ifade ettiğiniz cevaptaki bu bankalarla
ilgili verilen…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Türkkan…
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Bakan, bugüne kadar olan uygulamalarda, adli para
cezasını yatıran hapisteki vatandaşımız çıktı. Yalnız, o vatandaşın borcu
ödenmedi, alacaklı da parayı alamadı. Parayı alan, Mehmet Şimşek Bey oldu,
hazineye gitti para. O paralar ne olacak şimdi? O paraları iade etmeyi
düşünüyor musunuz? Alacaklı alacağını alamadı, borçlunun da borcundan düşmedi,
o paralar hazineye gitti. Bu yasadan sonra o paraların alacaklılara iadesini
düşünüyor musunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Bakan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Evet, ben de teşekkür ediyorum.
Tabii,
Sayın Şandır’ın söylediği husus, biz burada sorulara
cevap verirken kendi cevabımızı kendimiz veriyoruz. Sizin takdir edeceğiniz bir
cevap olabilir, takdir etmeyeceğiniz bir cevap olabilir, o sizin bileceğiniz
bir iş ama burada olan bir hadiseyle ilgili, ben Bakan olarak yani olmayan bir
hadiseye “Böyle bir fon çalışması yoktur.” diyorum, onu, gerçeği ifade
ediyorum. Ama öte yandan, çeki karşılıksız çıkan, aldığı çek karşılıksız çıkan
kişilerin mağdur olacağına ve bunların çok kötü duruma düşeceğine ilişkin yani
bundan sonra bu paralar hiç tahsil edilemeyecekmiş gibi yaklaşımlar da doğru
değil. Örneğin, bugün icra marifetiyle sadece çek değil, bonodur veya ilamlı
icra takibidir veya başka tür takiplerle icraya konuyor ve devlet icra
marifetiyle, alacağını normal yollardan vaktinde tahsil edemeyen insanların
alacağını icra marifetiyle tahsil ediyor. Bir defa, bu uygulama ortadan kalkmıyor,
bundan sonra da çekin karşılıksız çıkması hâlinde icra marifetiyle bunlar
tahsil cihetine gidilecektir; bu, bir.
İki:
Geçmişte çekle ilgili dolandırıcılıktan eğer şartları varsa ceza verildiği
dönemde de veyahut da özel yasa çıkarılıp çeke hapis cezası öngörüldüğü dönemde
de veyahut da çeke hapis cezasının mükerrerlik hâlinde verildiği dönemde de
veya en son uygulamada adli para cezasının infaz edilememesi hâlinde hapse
dönüştürüldüğü dönemlerde de yüz binlerce karşılıksız çek var. Rakamları
burada sizden, bizden pek çok arkadaşlar verdi, benim de elimde var. Bu yıllara
sari, 2000’de, 2001’de, 90’lı yıllarda, 80’li yıllarda,
her zaman var. Hapis cezasının olduğu dönemde de var. Hapis cezası bu çeklerin
karşılıksız çıkmasına engel olmuş mu? Olmamış. Onun içindir ki başka adımlar
atılmış. Baktığınızda, her dönemde bu var ve şu anda da
-demin ifade ettim- hapis cezası, çekin karşılıksız çıkması hâlinde, bunun
zamanında ödenmesinin çok büyük bir teminatı gibi durmuyor ortada çünkü
uygulamaya baktığınızda, çek karşılıksız çıktığında, bütün işler zamanında
takip edilmiş olsa dahi, onun hapse girmesi için beş yıl veya altı yıl veya
dört yıl veya daha fazla bir zaman gerekiyor. Bu kadar siz karşılıksız
çeki veren kişiyi yargıda takip edeceksiniz, her şeyini takip ettireceksiniz,
ondan sonra geliyor. Baktığınızda, hapis cezasının bu açıdan bir caydırıcılığı
yok. Uygulamada bunu çok rahatlıkla görüyoruz.
Şimdi,
yapılan bu düzenlemelerle risk santralizasyon
merkezinin kurulması ve bunun hayata geçmesi -Şubat 2012 itibarıyla kurulacak,
bunlarla ilgili yönetmelik yayınlanacak çünkü yasa çıktığında bir yıl süre
verildi, 25 Şubat 2012’de bu süre doluyor- bir defa, çeki alan kişilerin
kimlerden çek aldığını incelemesi bakımından kendini daha garantili bir duruma
getirecektir. Öte yandan çek yasağının on yıl olması ve uygulanması… Eğer
ticari hayatta gerçekten itibarlı ticaret yapmak istiyorsa bir kişi, çekinin
karşılıksız çıkmasının ona nasıl ticari hayatta fatura olarak döneceğini o da
biliyor, herkes de bunu biliyor.
Öte
yandan hapse giren insanlar -geçmişte de- çıktığı zaman -yatıyor, çıkıyor- eğer
imkânı yoksa parayı yine ödeyemiyor. Şu anda adli para cezasını ödeyemediği
için… O kadar mağdur ki. Adli para cezasını ödese hapisten kurtuluyor. Çek
trilyonlar bile olsa, çeki ödeme zorunluluğu yok. O insan bu adli para cezasını
ödeyemediği için -o kadar çaresiz- hapse giriyor, ondan sonra da cezasını çekip
çıkıyor. Peki, çekin karşılığını ödemekten âcizse, ödemediği zaman sizin onu
bir kez daha aynı çekten hapse sokma imkânınız var mı? O da yok. Onun için,
burada bakın, burada alacaklıları da koruyacak şey ve o borçluları da koruyacak
şey ekonomik sistem içerisinde gerekli teminatların olduğu ve herkesin
birbirini inceleyebildiği rahat bir sistemin oluşması lazım ve şu anda biz onu
kurduk. Niye kurmadınız? Risk Santralizasyon
Merkezini biz kurduk. Merkez Bankasında şu anda bir yapı var ama bu kurulan
yapı aktifi pasifi birlikte gösteren bir yapı olacak ve sadece şu andaki sistem
bankalara açık bir noktada ama bu herkese açık olacak. İlgili kişi verdiği
zaman şifresini oradan açıp görülebilecek. Eğer 100 tane çek kesmiş de 1 kişi
90 tanesini karşılıksız bırakmışsa siz onun 91’inci çekini alıyorsanız
basiretli bir tüccar gibi davranamamışsınız. Eğer çeki
kesenler dolandırıcılık vesaire gibi bir saikle
maksatla bunu yapıyorlarsa o zaman Çek Kanunu’ndaki hapis cezası hafif kalır ve
bu çerçevede özel kanun olduğu için şimdi oradan ceza kesemiyor ama eğer
dolandırıcılık kastı mahsusası varsa bundan sonra
bunu yapanlar dolandırıcılık fiilinden dolayı bugünkü cezadan daha ağır bir
cezayı almakla karşı karşıya kalacaklar. Yoksa tamamen karşılıksız da
kalmayacak bu. Onun için de garantiler ortadan kalkmıyor. Bugün ortada bir
garanti falan da yok aldığı para cezasına baktığınızda.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Evet, teşekkür ederim Sayın Bakan.
Madde
üzerinde iki önerge vardır, önergeleri önce geliş sırasına göre okutacağım
sonra aykırılık derecesine göre işleme alacağım.
İlk
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 137 sıra sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 2. Maddesiyle 5941 sayılı Kanunun 3. maddesine eklenen 9'uncu
fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesi arz ve teklif ederiz.
Mahmut
Tanal Malik Ecder Özdemir Mehmet
Şeker |
İstanbul Sivas Gaziantep |
Ali
Serindağ R.
Kerim Özkan |
Gaziantep Burdur |
Madde
2-
(9)
Çekin, üzerinde yazılı baskı tarihinden itibaren on yıl içinde ibraz edilmemesi
halinde, muhatap bankanın üçüncü fıkraya göre ödemekle yükümlü olduğu tutara
ilişkin sorumluluğu sona erer.
BAŞKAN
– Şimdiki önergeyi okutup işleme
alacağım:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 137 sıra sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 2. Maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Mahmut
Tanal Celal
Dinçer Ali Serindağ |
İstanbul İstanbul Gaziantep |
Ahmet
Toptaş Haluk Eyidoğan |
Afyonkarahisar İstanbul |
Madde
2-
5941
sayılı Kanunun 3'üncü maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “altı yüz"
ibareleri “keşide edilen miktarın yüzde onu" şeklinde ve altıncı
fıkrasında yer alan “şikâyette" ibaresi “talepte" şeklinde
değiştirilmiş ve aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
BAŞKAN
– Komisyon katılıyor mu önergeye?
ADALET
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Türk
Ticaret Kanununun 793'üncü maddesindeki düzenlemeye paralel olarak bankanın
sorumluluğu, alacağın temliki sonuçlarını doğurmalıdır. Bankaların sorumlu
olduğu miktar, çekin keşide bedeli ile orantılı olmalıdır. Bu ölçülülük
ilkesinin gereğidir. Çekin keşide miktarı yükselirken, bankanın sorumluluk
miktarının yerinde durması, çeke itibarı ve dolayısıyla çekin gücünü, ticari
ilişkilerde çekin güvenilirliğini azaltır. Bu da Türk ticaret hayatını olumsuz
etkiler.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge
reddedilmiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 137 sıra sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 2. Maddesiyle 5941 sayılı Kanunun 3. maddesine eklenen 9'uncu
fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mahmut
Tanal (İstanbul) ve arkadaşları
Madde
2-
(9)
Çekin, üzerinde yazılı baskı tarihinden itibaren on yıl içinde ibraz edilmemesi
halinde, muhatap bankanın üçüncü fıkraya göre ödemekle yükümlü olduğu tutara
ilişkin sorumluluğu sona erer.
BAŞKAN
– Komisyon katılıyor mu?
ADALET
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN
– Sayın Dibek, ne yapalım?
TURGUT
DİBEK (Kırklareli) – Gerekçe…
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
5941
sayılı Kanun bankalara ibraz veya iade edilmemiş çek yaprakları için bankaların
sorumlulukları konusunda belirli bir süre sınırı öngörmemiştir. Söz konusu
tasarıyla bu sürenin sınırlandırılmasında beş yıl gibi kısa bir süre yerine
Borçlar Kanununda da öngörülen genel zaman aşımı süresi olan on yılın
uygulanması yerinde olacaktır. Böylelikle çeklerin daha uzun ömürlü olması ve
müşterilerin korunması amaçlanmakta aynı zamanda ticari ilişkilerde istikrarın
sağlanması öngörülmektedir.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge
reddedilmiştir.
2’nci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
3’üncü
maddeyi okutuyorum:
MADDE
3- 5941 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin başlığı “Çek düzenleme ve çek hesabı
açma yasağı” şeklinde, üçüncü fıkrasında yer alan “hukukî ve cezai sorumluluk”
ibaresi “hukukî sorumluluk ile idarî yaptırım sorumluluğu” şeklinde, birinci ve
onuncu fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş; ikinci, dördüncü, dokuzuncu ve
onbirinci fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır.
“(1)
Üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre kanunî ibraz süresi içinde
ibrazında, çekle ilgili olarak karşılıksızdır işlemi yapılması hâlinde, altı ay
içinde hamilin talepte bulunması üzerine, çek hesabı sahibi gerçek veya tüzel
kişi hakkında, çekin tahsil için bankaya ibraz edildiği veya çek hesabının
açıldığı banka şubesinin bulunduğu yer ya da çek hesabı sahibinin yahut talepte
bulunanın yerleşim yeri Cumhuriyet savcısı tarafından, her bir çekle ilgili
olarak çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilir.”
“(10)
Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararına karşı yapılacak başvuru ve
itirazlar hakkında, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı
Kabahatler Kanununun kanun yoluna ilişkin hükümleri uygulanır. Çek düzenleme ve
çek hesabı açma yasağı kararına karşı yapılan başvurunun kabulü hâlinde, bu
kararla ilgili olarak da 8 inci fıkradaki bildirim ve yayımlanma usulü
izlenir.”
BAŞKAN
– Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Afyonkarahisar
Milletvekili Sayın Ahmet Toptaş.
Buyurun
Sayın Toptaş. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 137 sıra sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Sayın Sinan Aygün ve Sayın Ali Rıza Öztürk’ün Çek Kanunu’nda
değişiklik yapılmasına ilişkin teklifleri üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygılarımla
selamlıyorum.
Sayın
milletvekilleri, ekonomik ve ticari hayatın gelişmesi, tüketim ihtiyaçlarının
artması, tüketim ekonomisinin desteklenmesi, çok uluslu sermayenin çıkarlarına
göre düzenlenen ekonomik hayatın sık sık krizlere yol açması sonucu piyasada
alacak-borç ilişkilerinde de krizler ve mağduriyetler oluşmaktadır. Ticari
hayatta çek bir ödeme aracı olarak önemli bir yer tutmakta ve özellikle kriz
dönemlerinde binlerce mağdur yaratmaktadır. Piyasada çek kullanımının yol
açtığı sorunların çözümü için 1985 tarihinde yapılan 3167 sayılı Yasa’yla
keşide ettiği çekin karşılıksız çıkması hâlinde keşideciye hapis cezası öngörülmüştü.
Daha sonra 5941 sayılı Yasa’yla hapis cezası yerine adli para cezası yolunda
bir düzenlemeye gidildi. Şimdi ise çek keşidecisi çek karşılıksız çıktığı zaman
hamilin talebi hâlinde yaptırım olarak on yıllık bir süre çek karnesi
alamayacaktır. Yani on yıl süreyle çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı
getirilmiştir.
Bu
yasa tasarısı düzenlenirken çok dikkatli ve çok hassas davranmak gerektiğini
düşünüyorum. Biraz önce belirttiğim gibi, genellikle ekonomik kriz dönemlerinde
işi bozulan binlerce esnaf, tacir, sanayici keşide ettiği çekin bedelini
ödeyememiş ve adli takibe maruz kalmış, tutuklanmış, hapse girmiş ve birçoğu da
işini kaybetmiştir. Yani keşide ettiği çekin karşılığı bulunamadığı için
binlerce mağdur ortaya çıkmıştır. Ancak, kriz dönemleri sadece çek keşide
edenleri mağdur etmemiştir. Keşidecinin çekine ve yürürlükteki yasaların
yaptırımlarına güvenerek mal ve hizmet satan binlerce insan da şu anda mağdur
durumdadır. Biz çek keşide edenlerin ve ödeyemeyenlerin mağduriyetini,
sorunlarını bu yasayla çözeceğiz. Peki, çek karşılığı mal ve hizmet veren
mağdurların mağduriyetini bu yasayla giderebilecek miyiz?
Ben
size alacaklı konumunda olan mağdurlardan gelen maillerden bir tanesini
okuyacağım: “Bundan üç sene önce,
onlarca ödenmeyen müşteri çekleri yüzünden büyük bir iflas yaşadım. Altı tane
bankaya şu anda bile 500 bin liranın üzerinde borçlarım var. İntiharın
eşiğindeyim. Başbakanlığa yazı yazdım, durumumu anlattım, ‘Yardım etmezseniz
intihar etmem kaçınılmaz.’ diyerek yardım talep ettim, bana verilen cevapta
‘Yapılacak bir şey yok.’ denildi. Üç senedir mahkeme mahkeme
dolaştım, ödenmeyen çekler ile ilgili işlemler yaptım, avukat ve mahkeme
masrafları ödedim, tam borçlular hapis korkusuyla bana ödeme yapma aşamasına
gelmiş iken bir çek yasa tasarısı hazırlanıp bunun yasalaşacağını duyunca
borçlular ödemekten vazgeçtiler. Benim yıllarca gece gündüz çalışıp emek sarf
ederek aldığım iş yerim ve iki tane evim icra yoluyla satıldı. Benim borcum
yine 500 bin liranın üzerinde. Ben, elimde bulunan müşteri çeklerini tahsil
edemedim. Benim bankalara olan borçlarımı da Hükûmet affedecek mi?” diyor
vatandaş.
Şimdi,
biz çek keşide edenlerin mağduriyetlerini bu yasayla kaldırdık. Bu maili
gönderen ve binlerce bu mail gibi mail gönderen, telefon eden insan var; bunlar
da çok mağdur durumdalar. Bu yasa tasarısı düzenlenirken “çek mağdurları” diye
sadece çekin karşılığını ödeyemeyenler mağdur değil, bu çeklerin karşılığını
alamayanlar da mağdur. Bu insanların sorunlarının çözümü için Hükûmet
yetkilileri, Sayın Bakan anlattı, biz de okuduk yasal düzenlemeyi; hiçbir sorun
çözülmemiş, hiçbir önlem alınmamış.
Biraz
önce grubumuzdan arkadaşlarımızın söylediği gibi, bu konuda çek mağdurlarının
yani alacaklıların mağduriyetini giderme konusunda da herhangi bir girişimin
olmadığını Sayın Bakan itiraf etti.
Değerli
arkadaşlar, bu yasayı çıkarıyoruz, binlerce mağdurun mağduriyetini gideriyoruz
ama binlerce mağdur yarattığımızın da farkındayız.
Sayın
Adalet Bakanı, çek konusundaki düzenlemeyi anlatırken bir televizyon kanalında,
adli para cezası sisteminin alacaklıların işine yaramadığını çünkü araya
devletin girdiğini, çekin karşılığı çıkmadığında, şikâyet üzerine çek keşide
eden şahsın adli para cezası alması hâlinde alacaklının bundan
yararlanamadığını söylüyor. Hâlbuki durum böyle değil. Geçmişte çek mağduru
alacağını alamadığı zaman, çek keşidecisini şikâyet ettiği zaman eğer kendisi
hapisle tehdit edilirse adli para cezasını devlete ödemek yerine alacaklıya
ödeyerek hem hapisten kurtuluyordu hem borcundan kurtulmuş oluyordu.
Dolayısıyla, bu yöndeki bir değerlendirmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Bu
yüzden, çek mağdurları gerçekten… İki taraflı çek mağdurlarından birinin sorunu
çözülürken ikincisinin sorununun çözümü yolunda hiçbir çaba gösterilmemiş
olmasını da doğru bulmadığımı, binlerce insanı da mağdur ettiğimizi
düşünüyorum.
Yine
bu yasal düzenlemenin gerekçesi olarak “Ekonomik suça ekonomik ceza
verilmelidir.” gerekçesi ileri sürülmektedir. Bu doğrudur ancak alacak-verecek
ilişkilerinde sadece bu değil ekonomik suç olan, çek düzenlemesi dışında İcra
ve İflas Kanunu’nun 340’ıncı maddesiyle düzenlenen taahhüdü ihlal suçu da
sözleşmeden doğan bir ekonomik suçtur. Borçlunun evine icra memuru cebri icra
için gelir. Borçlu ya da evde bulunan eşi, annesi, babası, cebri icra tehdidi
altında evdeki eşyalarının gitmemesi için alacaklı vekilinin kabul ettiği bir
miktarla ve süreyle taahhüt altına girer. Bu taahhüdünü, cebri icra tehdidi
altında girdiği bu taahhüdünü ödemediği zaman da hakkında taahhüdü ihlalden
hapis cezası düzenlenir. Bunun örnekleri binlerce, cezaevindedir şu anda, bu konuda
mağdur olmuş binlerce insan da vardır.
Madem
sözleşmeden doğan, madem “ekonomik suça ekonomik ceza” esasını kabul ediyoruz
–ki bu, uluslararası bir standart hâline gelmiştir- taahhüdü ihlal suçları
konusunda da yüce Meclisin bir düzenleme yapmasını ve o suçluların da, o
mağdurların da mağduriyetlerinden kurtarılmasını bekliyorum.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Toptaş.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Mehmet Şandır. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
öncelikle, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Çek
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın değişikliğiyle
ilgili bir müzakerede bulunuyoruz.
Değerli
arkadaşlar, bu konu 23’üncü Dönem’de de Meclisimizi
meşgul etmişti ve bu konuyla ilgili yapılan düzenlemenin uygulamasını erteleyen
bir düzenleme de yapmıştık. Şimdi televizyonlar kapalı yani meselenin polemiğinin -muhalefet-iktidar sürtüşmesi zemininde
tartışılmasının- dışında söylüyorum. Siyasetin görevi, geleceği öngörmek ve
muhtemel sorunların çözümünde dengeli ve adaletli çözümler üretebilmektir.
Şimdi, Sayın Bakanla, biraz önceki “soru-cevap” konusunda tartıştığımız konu
bu. Bugün, burada, bir sorunu, bir toplumsal sorunu
tartışıyoruz ve yürek yakan bir sorunu tartışıyoruz, iki yönlü bir sorunu
tartışıyoruz: Biri, yaşanan ekonomik sorunlardan -kendisinin de ihmalinin
olduğu birtakım sebeplerle- ama daha çok uygulanan ekonomik politikalar
sonucunda, hatta küresel krizlerin sonucunda çekini ödeyememiş, bundan dolayı hapse
düşmüş, takibe düşmüş, çocuklarından ayrı kalmış ve her gün telefonlarımıza,
elektronik posta adreslerimize mesajlar gönderen, canhıraş çığlıklarla “Aman
yardım edin.” diyen vatandaşlarımızın sorununu konuşuyoruz. Bir diğeri
de, verdiği malın karşılığında aldığı çekin karşılığını alamamaktan dolayı
kendisi de bir çek mağduru hâline gelen veya alacağına güvenerek çek kesip
alacağını tahsil edemediğinden dolayı kendisi de karşılıksız çek keşide eden
suçlu durumuna düşen bir toplum kesimi var. Bu bizim sorunumuz. Bu sorunu bu
üslupla çözemeyiz Sayın Bakan. Hiçbir mazeretinizin haklılığı olmaz. Bugünleri
öngörmeniz… Rakamlar ortada, rakamları siz de söylüyorsunuz yani bugün
mahkemeler tıkanmış: “594 bin dosya” diyorsunuz, “karşılıksız çek” diyorsunuz.
Yani bunlarla ilgili toplumda yaşanan… Şu anda bile bizi izleyen vatandaşlar
doğru anlıyorlar, yanlış anlıyorlar ama burada söylenen her cümleden bir anlam
çıkartarak bir endişeye düşüyor, telaşa düşüyorlar. Dolayısıyla bu sorunun
müsebbibi, bu sorunun düçarı olan vatandaşlardan çok
ülkeyi millet adına yöneten siyasi iktidarın zamanında, yeterince ve gerekli
tedbirleri almamış olmasıdır. Burada her defasında kanun değiştirerek, hukuk
düzenleyerek sorunları çözemiyorsak, sorunları büyütüyorsak, sorunları erteliyorsak
görevlerimizi yapamıyoruz demektir.
Değerli
arkadaşlar, farkında mısınız seçimden bu yana -yasama faaliyetine yeni katılan
arkadaşlarım açısından söylüyorum- sürekli kanun değiştiriyoruz. Daha önce
yapılan bir kanun doğru tanzim edilemediğinden, sorunun çözümüne katkı
veremediğinden, kalıcı katkı veremediğinden dolayı burada kanun değişikliği
yapıyoruz. E, buna hakkımız yok. Yani bu milletin bir ferdinin bile sorunu
bizim sorunumuz olmalı. Bu sebeple ısrarla Sayın Bakana soruyoruz yani “Bu
konuda bir sigorta fonu düşündünüz mü, var mı?” “Yok.” diyor. Niye yani niye
yok? Geçen sene yapılan değişiklikle Merkez Bankasında oluşturulan merkez
2012’nin Şubatından itibaren faaliyete geçecek, o da hangi sonuçları verecek o
da belli değil değerli arkadaşlar. Onun için ben ısrarla şunu söylüyorum: Bir kişinin
sorunu bile bizim için önemli olmalı. Kaldı ki bir toplumsal soruna dönüşen bu
hadise, bu konu böyle el yordamıyla, deneme yanılma metoduyla çözülmeye
çalışılmasını doğru bulmuyorum. Bu Meclise, özellikle ülkeyi üç dönemdir
yönetmek sorumluluğunu yüklenen veya bu noktada milletin güvenini kazanıp
buraya gelen iktidar partisine hiç yakışmıyor.
Biz,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak sürekli bu “çek mağdurları” denen yani
karşılıksız çek keşide edip de hukuki takibe düşen insanların sorunlarını
dinlemek ve onlara çözüm üretilmesi talepleriyle buralarda konuştuk. Ben birçok
defa konuştum: “Gelin, şu çek mağdurlarının sorunları çözülsün.” diye. Bu
kanunun komisyonda görüşülmesinde muhalefet şerhi de yazmadık. Ama meseleyi
çözmeyen, yine bir deneme yanılma metoduyla yeni bir denemenin karşısında
iktidarın bu serin duruşunu gerçekten anlamakta zorlanıyoruz.
Değerli
milletvekilleri, sorun tek yönlü değil, sorun çok yönlü ve bu sorunun
oluşmasında sorunun muhataplarının birinci derecede sorumluluğu veya dahli yok.
Uygulanan ekonomik politikaların sonucunda, hatta küresel krizlerin sonucunda
insanımız bu noktaya gelmişse, bunun üzerinde daha dikkatli durmak ve çözüm
üretecek hukuku kurmak, önce iktidarın ve sonra iktidarı ve muhalefetiyle
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir.
Biz,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu türlü sorunlara Hükûmetin bu yaklaşımını
doğru bulmuyoruz. Bunun için burada ısrarla sorunu çok yönüyle, iki yönüyle
ifade etmeye çalışıyoruz. Yoksa, Milliyetçi Hareket
Partisi olarak bir kişinin bile, bir çocuğun babasına kavuşamamaktan dolayı bu
gece üzüntülü yaşaması bizi etkiler. Bunu söylemeyi bile gerekli görmüyorum.
Ama sistemin özünü bozan, dengesini bozan bir hukuk düzenlemesini de -ki her
defa yaptığımız bu- yarın tekrar düzeltmek mecburiyetinde kalacağımız bir
düzenlemeyi de doğrusu içimize sindiremiyoruz. Ama her şeye rağmen “çek
mağduru” dediğimiz, karşılıksız çek kesmiş olmaktan dolayı takibe düşmüş
insanlarımızın bir tekinin de olsa sorununun çözülmesine Milliyetçi Hareket
Partisi olarak biz katkı vereceğiz. Bunu herkes de böyle bilmeli.
Dolayısıyla
daha konuşacaklarımız var. Tabii ki arkadaşlarımız konuşacaklar. Kanunu
inşallah önümüzdeki hafta tamamlarız.
Ben
her şeye rağmen bu kanunun bu yaşanan sorunun çözümüne katkı vermesini diliyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Şandır.
Soru-cevap
işlemine geçiyorum.
Sayın
Işık…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, biraz önce de ifade ettim, özellikle çek garanti fonu ya da çek sigorta
fonu gibi bir fon kurulmadan ne içerideki mağdurların ya da içeriye gitmek
üzere taahhüt verdiği için dışarıda kaçak gezen insanların ne de bunların
karşısında çekinin alacağını almak isteyen insanların mağduriyetinin giderilmesi
mümkün değildir.
Şu
anda yüz binleri aştığı söylenen mağdurlar sadece iki yıl taahhüt ettiği için
dışarıdadır. Bu kanun bugün çıksa dahi yarın yine bunlar ödeme
yapamayacaklardır. Buna çözüm bulmak için mutlaka bu süreçte bir önergeyle
böyle bir fonun kurulması ve bu fona bankaların mutlaka ortak edilmesi
zorunluluğu vardır. Bir kez daha hatırlatıyorum size. Çözemeyiz bu sorunu başka
türlü.
Çok
teşekkür ederim.
BAŞKAN
– Sayın Uzunırmak…
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakan, tabii, siz ekonomiden sorumlu bir bakan değilsiniz ama aslında ona
yöneltmemiz lazım.
Gayrisafi
yurt içi hasıladaki çekin oranı nedir? 1’inci sorum bu.
2’nci
sorum, Türkiye’de yılda vade ortalaması ve miktar olarak neye gelmektedir
kullanılan çek, ekonomide dönen çekin yıllık vade ortalaması ve aynı zamanda
miktarı doğru orantılı olarak neye tekabül etmektedir?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Sayın Bakan, buyurunuz.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Teşekkür ediyorum.
Şu
anda Sayın Uzunırmak’ın söylediği soru birtakım
ekonomik verileri gerektiriyor. Şu anda arkadaşlarımın… Şu anda tabii 2010 yılı
rakamı var. Bankalararası Takas Odaları Merkezine
ibraz edilen çek tutarının dolaşımdaki para miktarına oranı 2010 yılı
itibarıyla… Yani Takas Odasına ibraz edilen çek miktarı 245 milyar 185 milyon
862 bin, dolaşımdaki para miktarı 40 milyar 67 milyon 386 bin TL; Bankalararası Takas Odaları Merkezine ibraz edilen çek
tutarı dolaşımdaki para miktarı oranı 6,2. Yani umarım cevap olmuştur.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Uzunırmak.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Bakanım, ben “gayrisafi yurt içi hasılaya oranı”
dedim, “dolaşan para miktarına” demedim.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Yani şu anda elimde bunun dışında veri yok
Sayın Uzunırmak, şu an elimdeki veriler bunlar.
Onunla ilgili yazılı cevap verelim.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Tamam ama müsaade ederseniz bir soru daha sormak istiyorum
vakit var.
Sizce
Hükûmet olarak bu tasarıyı düzenlerken tanım olarak “mağdur” tanımında hangi
taraftaydınız? Keşide eden tarafta mısınız, çekini tahsil edemeyen tarafta
mısınız? Hangisi mağdur sizin bakış açınızla? Bu tasarı düzenlenirken “mağdur”
tanımınız hangi tarafta?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Biz tarafsızız bu konuda, onu bilmenizi
isteriz. Doğru olan neyse onu yapma konusunda kararlıyız.
Bakın,
ben şu anda karşılıksız çıkan çeklerin Türkiye'de toplam keşide edilen çekler
içerisindeki oranı 2011 yılı on bir ay rakamına baktığınızda yüzde 2,81 gibi
bir rakam. Yani bu rakamlar 2005’te 5,2. 2001’de bu rakamın daha yukarıda
olduğunu görüyoruz. Şimdi, Türkiye'de AK PARTİ hükûmetlerinin uyguladığı
ekonomik politikaların ortaya koyduğu sonuçlar bu oranı her geçen yıl aşağı
çekmiş. 2011 yılının on bir aylık rakamında yüzde 2,81 oranı söz konusudur.
Bunu
arz ediyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Sayın Halaman…
ALİ
HALAMAN (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Ben
Sayın Bakanımıza şöyle bir soru soruyorum: Bu çekten dolayı mağdur olan var,
mağdur olmayan var. Ama genelde çek verirken para kazanan bankalardır. Bu kanunu
yazarken bunun içine bankaları niye sokmuyorsunuz?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Bakanım.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkanım, bu konuda bankalar var
içinde, eğer kanun tasarısı okunduğu zaman görülecektir. Bankalara da
karşılıksız çıkan her çek yaprağı için de bin TL bir ödeme yükümlülüğü
getirilmektedir. Bankalar bu işin içerisinde vardır.
Arz
ederim.
BAŞKAN
– Madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 137 sıra sayılı Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının çerçeve 3 üncü maddesiyle değiştirilmesi öngörülen 5941 sayılı Çek
Kanununun 5 inci maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki cümlenin eklenmesini
arz ve teklif ederiz.
'Bu
fıkra hükmüne göre çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı,
karşılıksızdır işlemine tâbi tutulan çekin düzenlenmesi suretiyle
dolandırıcılık, belgede sahtecilik veya başka bir suçun işlenmesi halinde de
verilir.”
Ahmet Aydın Oya Eronat Mehmet
Doğan Kubat |
Adıyaman Diyarbakır İstanbul |
İsmail Aydın Salih Koca Mahir Ünal |
Bursa Eskişehir Kahramanmaraş |
BAŞKAN
– Komisyon katılıyor mu?
ADALET
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Takdire bırakıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılıyoruz Başkanım.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Gerekçe okunsun Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
30/3/2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 15 inci maddesinin üçüncü fıkrası,
bir fiil hem kabahat hem de suç olarak tanımlanmış ise, sadece suçtan dolayı
yaptırım uygulanması öngörmektedir.
Tasarının
kanunlaşmasıyla birlikte karşılıksız çek keşide etme eylemi için uygulanan adli
nitelikteki yaptırım idari nitelikte bir yaptırıma dönüşecektir.
Bir
kişiyi aldatma kastıyla karşılıksız çek keşide etme suretiyle menfaat sağlayan
kişilere dolandırıcılık suçundan dolayı işlem yapılabileceği konusunda herhangi
bir tereddüt bulunmamaktadır.
Adli
nitelikteki yaptırımın kalkmasından sonra, karşılıksızdır işlemi yapılan çekin
düzenlenmesiyle aynı zamanda bir suç işlenmesi halinde, ayrıca çek düzenleme ve
çek hesabı açma yasağının uygulanıp uygulanmayacağı konusuna açıklık
getirilmesi gerekmektedir.
Karşılıksızdır
işlemi yapılan çekin düzenlenmesiyle aynı zamanda dolandırıcılık veya başka bir
suçun işlenmiş olması durumunda hem işlenen suç bakımından genel hükümler
uyarınca gereğinin yapılacağı hem de Cumhuriyet savcılığınca Çek Kanunun 5 inci
maddesinin birinci fıkrası gereğince çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı
kararı verileceğini hükme bağlamak amacıyla bu önerge hazırlanmıştır.
BAŞKAN
– Komisyon Başkanının bir düzeltme talebi vardır.
Buyurun.
ADALET
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Sayın Başkanım, bu maddeyle
değiştirilmesi öngörülen çek kanununun 5’inci maddesinin 10’uncu fıkrasında
geçen rakamla “8” ibaresinin yazıyla “sekiz” olarak düzeltilmesini arz
ediyoruz.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde
4’ü okutuyorum:
MADDE
4- 5941 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi başlığı ile
birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Çek
düzenleme ve çek hesabı açma yasağının kaldırılması
MADDE
6- (1) Karşılıksız kalan çek bedelinin, çekin üzerinde yazılı bulunan düzenleme
tarihine göre kanunî ibraz tarihinden itibaren işleyecek 3095 sayılı Kanuna
göre ticarî işlerde temerrüt faiz oranı üzerinden hesaplanacak faizi ile
birlikte tamamen ödenmesi hâlinde, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı
Cumhuriyet savcısı tarafından kaldırılır. Çek düzenleme ve çek hesabı açma
yasağının kaldırıldığı, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına 5 inci maddenin
sekizinci fıkrasındaki usullere göre bildirilir ve ilân olunur.
(2)
Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararının verildiği yer Cumhuriyet
Başsavcılığına başvurularak talebin geri alınması hâlinde de birinci fıkra
hükmü uygulanır.
(3)
Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağına ilişkin kayıt, kaydın girildiği
tarihten itibaren her hâlde on yıl geçmesiyle Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
tarafından re’sen silinir ve bu işlem ilân olunur.”
BAŞKAN
– Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın
Mehmet Ali Susam, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
kamuoyunda “Çek yasası” diye bilinen kanun tasarısıyla ilgili söz aldım,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Az
önce Adalet ve Kalkınma Partisinden arkadaşlarımız bir önerge verdiler,
önergeyi de oyladılar. Oylanmadan önce bu önergeyi Sayın Canikli’den rica
ettim, sağ olsun bana verdi. Bu önergenin bir yanı utangaçça bir şekilde, bu
işte psikolojik olarak karşılıksız çek veren insanların üzerinde bir yaptırım
uygulamaya çalışmak. Bunu şundan dolayı söylüyorum: Gerçekten, Adalet ve
Kalkınma Partisinde de piyasanın içerisinden gelen arkadaşlarımızın bu kanunla
ilgili olarak kafaları karışık ve bu konunun çok tartışıldığını da biliyorum.
Grupta bakanların sunum yaptığını biliyorum. Doğru öneriler getiren
arkadaşlarımız olduğunu biliyorum ama burada bazı şeyler üzerinde dikkati
çekmek istiyorum: Bu, sonuçlar üzerine çıkan bir kanun. Neden bu kanunda pişmiş
aşa su katmayı istemiyoruz, az önce konuşan arkadaşlarımız gibi? Onların da
düşüncesine saygı duyarak şunu söylemek istiyorum: İçeride bir insanın bir gün
hapis yatmasına kimsenin yüreği dayanmaz ama çeki karşılıksız çıkıp işleri
bozulmuş insanların, alacaklıların mağduriyetine de kimsenin yüreği dayanmaz.
Şimdi,
bütün bunların dengesi kurulurken, asıl, çek nasıl ortaya çıktı, çek ekonomik
piyasada ne işlev görüyor ve neden önemli bu çek kanunu? Bu kanunu
değiştirdiğiniz zaman sonucunda kimin hapis yatıp çıktığı değil, ekonomik
hayatta çekin işlevinin bundan sonra ne olacağı önemli.
Değerli
arkadaşlar, çek niye önemlidir? Çünkü çek, alan insan için
parasının tahsil edileceğine büyük oranda güvence duyduğu bir ödeme aletidir
ama aynı zamanda şunu söyleyeyim ki, çekin piyasada dünyadakinden bu kadar
farklı bir hâle gelmesinin altında yatan neden, Türkiye’de işletmelerin işletme
sermayeleri eksiktir, namusuyla, dürüstlüğüyle ticaret yapan insanlar çekini
gününde ödeyerek kendilerine çek vasıtasıyla işletme sermayesi
oluşturmuşlardır. Ciddi bir şekilde çekini ödeyen insanlar parası,
işletme sermayesi eksik olsa da çekinden dolayı, sözünden dolayı piyasada
itibarlıdır, mal alır, mal satar ve bu anlamıyla da ticarette eksik sermayeyle
daha yüksek ciro yapma imkânına kavuşur ve bundan dolayı da çek önemli bir ödeme aracı olarak
kendini kabul ettirmiştir.
Şimdi,
siz bu piyasada çeke güveni eğer ortadan kaldırırsanız, piyasada ciddi bir
sıkıntıyı ortaya getirirsiniz. Piyasa çeke eğer güvenmiyorsa, çekte güvence
yaşanmıyorsa bu anlamıyla sermaye sıkıntısı çeken insanların birçoğu çek kullanamaz
hâle gelir ve bundan dolayı da çeki eğer kullanamadığı zaman ciroları,
hacimleri çok ciddi şekilde düşer.
Bütün
bunları düşünerek bu kanunun hazırlanması gerekliydi. Onun için burada Sayın
Bakana sordum ama ekonomiden sorumlu bakan olmadığı için yanıtlayamadı. Bu
kanunu çıkarırken yapmanız gereken, sigorta sistemini buraya koymanızdı.
Ekonomiyi çığırından çıkarmamak, piyasada çekin itibarını devam ettirmek, çek
alacaklısını mağdur etmemek, çek borçlusuna da hapis yatırmamayı istiyorsanız,
bunun hepsini birden düzenleyebilecek olan mekanizma buydu. Bu çok kolay bir
şekilde yapılır ama bankacıların ve büyüklerin itirazı karşısında bu maalesef
getirilemedi. Ne yapılabilirdi, örnek veriyorum: Bankanın çek
verdiği müşterisi çeki yazarken bankaya da “Ben şu çeki yazıyorum.” diye
elektronik ortamda gönderir, gönderdiği çeki de -bankaların hepsinin sigorta
şirketi var- sigorta ettirirdi bir kurumunuz olsaydı, ondan sonra da o alacaklı
olan da bu anlamıyla o çekin sigortası olduğunu bilerek bu işi yapardı ama
bankacılık sistemi bundan kaçıyor. Peki, pırasa gibi, herkese on tane,
yirmi tane kredi kartını niye veriyor? Çünkü kredi kartından öyle bir miktar
para kazanıyor ki toplam kazandığı para içerisinde kredi kartı ödemeyenlerin
miktarı çok düşük olduğu için kazancıyla kaybını karşılaştırıyor, kazançlı
olduğu için mümkün oldukça cirosunu yükseltiyor, kredi kartı kullanmayı teşvik
ediyor. Bu anlamıyla bu noktada gereğini yapıyor. Biz sigorta sistemini
kursaydık aynı zamanda kayıt dışı ekonomiyi kayda almış olacaktık, çek sistemi
kayda girmiş olacaktı, devletin de bundan ciddi bir kazancı olacaktı. Bunları
kurma konusunda bugün bu kanunda buna bir atıfta bulunmasanız bile buradan
uyarıyorum: En kısa zamanda Ekonomi Bakanlığıyla, Merkez Bankasıyla, Bankalar
Birliğiyle bu fonu oluşturmaya çalışın. Böylece de çek almış, çeke güvenmiş
insanlar, çekle iş gören insanlar çekinin bir karşılığı çıkmadığı zaman
karısının bileziğini satar, evini satar, arsasını satar, kendi ödemesi için
bunları yaparlar. O insanları mağdur etmememiz lazım. Bundan dolayı burada bir
garantör sistemi devreye sokmadan çekin bu hâliyle piyasada ciddi bir şekilde
sıkıntıları olacağı açıktır. Ama çekten dolayı mağdur olmuş iyi niyetli bir
sürü de insan var, bunları da ihmal etmiyorum, buna da inanıyorum. Adam ihracat
yapmış, ihracata gönderdiği malın parasını ya siyasi olaylardan ya başka bir
nedenden alamamış, tümüyle sistemi çökmüş ve çeklerinin karşılığını ödeyemediği
için içeriye düşmüş insanlar var. İşte, bu sistemi sübvanse edecek önemli olay
buydu; hem o insanları mağduriyetten kurtarırdınız hem çeki ekonomik piyasada
itibarlı kılardınız hem de insanların çekle ticaret hacimlerini geliştirerek
piyasada iyi bir itibarı olurdu.
Size
belki söyleyememişlerdir ama TOBB’dan TİM’den TESK’e
bağlı önemli kuruluşların çoğundan, bu şekliyle çıkacak bir çek kanununun
piyasada daralma yaratacağını, ekonomik hayatı ciddi bir şekilde zora
sokacağını ve bir süre sonra bunu düzeltme noktasında yeni arayışlar içerisinde
olacağımız konusunda çok net bilgiler alıyorum ve piyasanın içinde olan bir
insan olarak da bunu biliyorum ama tüm bunlara rağmen, pişmiş aşa su katmamak
için, bugün bu yasanın çıkmasında bir itirazı dillendirmiyorum ama tedbirlerinizi
alın diye sizi, Hükûmet olarak, uyarıyorum.
Bu
fonu kurun, bu sigorta sistemini kurun, çeki itibarlı hâle getirin ve bunu
hemen yapın, hemen. Geciktirdiğiniz zaman piyasada öyle bir sıkıntı doğacaktır
ki o doğan sıkıntının altında herkes çok ciddi tedbirler almak zorunda
kalacaktır. Piyasa kanunlarla bozulur ama kanunlarla düzelmesi çok kolay olan
bir şey değildir. Piyasanın kendi kuralları vardır, o kurallar içerisinde
kendisini tanzim eder, düzenler ve ona göre bir yol bulur. Onun
için, değerli arkadaşlarım, ben bu kanunun Adalet ve Kalkınma Partisinin
içerisinde de çok ciddi taraftar bulmadığına inanıyorum ama taraftar bulup
bulmamasının ötesinde, piyasanın dinamikleriyle oynayabilecek bir kanunda
acilen sigortaların, acilen tedbirlerin hayata geçirilmesi gerektiğinin bir kez
daha sorumluluğuyla, bir muhalefet sorumluluğuyla, sorumlu bir muhalefet
anlayışıyla bir kez daha dikkatlerinize sunuyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın Susam.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Kütahya Milletvekili Sayın Alim
Işık. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurun
Sayın Işık.
MHP
GRUBU ADINA ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 137 sıra sayılı Çek Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle
hepinizi saygıyla selamlamak istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, öncelikle bu duruma nereden gelindi, bugün bu kanunu neden
çıkarmak zorundayız önce onu iyi anlamamız lazım. Şimdi, karşılıksız çek
fiiliyle ilgili geçmişe bakıldığında 1985 yılına kadar karşılıksız çek kesme
fiilini işleyenler dolandırıcılık suçuyla cezalandırılıyordu, o kapsamda
değerlendiriliyordu. Bu fiil 1985-2003 yılları arasında hapis cezasına denk
getirildi, 2003 yılında, yani AKP’nin tek başına Türkiye’yi yönetmeye başladığı
dönemin başından itibaren de adli para cezası uygulamasıyla çeki kesenin
borcunu önce ikiye katlayan, sonra ödenemeyen anaparanın faizleriyle katlana
katlana üçe, dörde, beşe kadar çıkaran bir uygulamanın sonucunda buradayız.
2003 yılından itibaren 10 bin lira borcu olan bir kişiye, ödeyememesi hâlinde,
önce 10 bin lirayı devlet adli para cezasına çevirdi. Bu vatandaşım önce malını,
mülkünü, ineğini, danasını sattı, devlete olan 10 bin lirasını ödedi, ondan
sonra anapara 10 bin liraya elini dahi dokunamadı. 10 bin lira yıllarca
faiziyle beraber 20, 25, 30 oldu, olay 2009’a kadar patlama noktasına geldi.
2009 yerel seçimler öncesiydi, 2011 de genel seçimler öncesiydi, tüm
ısrarlarımıza, uyarılarımıza rağmen, iktidar bir palyatif
çözüm uğruna “Gelin, taahhütte bulunun, ‘İki yıl süre içerisinde ben bu borcumu
ödeyeceğim.’ deyin, hepinizi hapisten çıkardık.” dedi. Doğru mu? Doğru. Şimdi
sıra, mart sonu itibarıyla bu iki yıllık sürenin maksimum dolduğu zamana geldi
ve yüz binlerce insan da dışarıda, cezaevinden çıktı veya cezaevine girmekten
kurtuldu taahhütte bulunduğu için ama adli para cezasını ve diğer parayı
bulamadığı için ve işini de kaybettiği için şu anda ne yapacağını bilmez
durumda.
Şimdi,
yine bir palyatif çözümle Sayın Hükûmet getirdi bu
tasarıyı önümüze, diyor ki şimdi “2017’ye kadar, bu önümüzdeki seçimleri de
geçirecek bir yeni düzenleme bulalım.”
Değerli
milletvekilleri, bu çözüm olmaz. Bakınız, yarın kapımıza, kapılarınıza,
hepimizin kapısına feryatlar yağacak. Bunun çözümü belli:
1)
Adli para cezası kaldırılıyor mu? Kaldırılıyor. Teşekkür ediyoruz. Cezaevine
gitmeden kurtuluyor mu insanlar? Kurtuluyor. Bir kişinin dahi babasını
cezaevinde göremeden evde beklemesine hiçbirimizin gönlü razı olmaz. Doğrusu
budur bu kanunun ama bu problemi çözmüyor. Şimdi siz, cezaevine gidecek insanı,
az kaldı, yirmi-yirmi beş gün sonra cezaevine tıkılacak insanları kurtaralım
diye uğraşıyorsunuz ama bu insanlar işini kaybetti, bu insanların birçoğu
kaçak, bu insanların birçoğu adli para cezasını bulmak için yıllarca uğraştı,
devlete olan borcunu ödeyemedi, hâlâ anaparası katlandı. Siz anaparayı buradan
azaltmıyorsunuz, yarın mahkemeye gittiği zaman yine o anapara faiziyle beraber
işlem görecek.
Değerli
milletvekilleri, yapacağımız iş bellidir. Gelin, bir çek garanti fonu veya çek
sigorta fonu kuralım, buraya da bu çekleri veren bankaları en az üçte 1 riski
alacak şekilde ortak edelim. Yoksa banka çeki veriyor, 600 lira… 2009 yılında,
Sayın Başbakan Yardımcısının söylediği bin lirayı zaten siz önermiştiniz. Sonra
buradan önergeyi geri çektiniz, Bankalar Birliği bastırdı 600 liraya
düşürdünüz, şimdi yeniden çek yaprağı başına bin lira bankayı ortak ediyoruz
demenin hiçbir anlamı yok. Yani 100 bin lira, 50 bin lira, 150 bin lira paraya
karşılık gelen çek yaprağına bin lira ortak etmek, bankayı ortak etmek değil.
Bankayı en az üçte 1’ine ortak edecek bir düzenlemeyi getirmemiz lazım. Yoksa
bizim bu işin altından kalkmamız mümkün değil.
Ben
soruyorum, özellikle sordum Sayın Bakana: Siz 2003 yılından bu yana “adli para
cezası” adı altında devletin kasasına ne kadar para topladınız ve bu paranın ne
kadarını bu mağdurlara verdiniz? Hiçbirini vermediniz. İşte, bundan sonra, bu
bankalar ve devletin diğer kaynaklarından kısılacak bir miktar parayla bir fon
oluşturulacak. Bu fon şu amaçla kullanılacak: Cezaevine girmekten kurtuldu ama
borcunu ödeme gücü yok. Gelecek bu insanlar, siz orayı -garanti eden- aynen kredi
kullanır gibi, bu insanları desteklemek için kullanacaksınız veya herhangi bir
nedenle karşı taraftaki yani çekin karşılığını alamamış insanın mağduriyetini
bu fondan karşılayacaksınız. Yoksa bu insanları…
Siz
şimdi, sadece popülizm uğruna, “Bakınız, biz sizi cezaevine gitmekten
kurtardık.” diyerek bu kanunu getiriyorsunuz çünkü bu kanun on beş yirmi gün
sonra, mart ayı sonunda hepimizin önünde patlayacak sosyal patlama için buraya
geldi. Biz bunu altı aydır, bir yıldır, iki yıldır söylüyoruz. Bu, problemi
çözmez. Gelin, bu problemi çözecek köklü bir çözüm bulalım ve burada bir
önergeyle bu fonu -en azından salı günü, çarşamba günü- geliniz kuralım, herkes
bundan memnun olsun.
Şimdi,
biz bir taraftan “Çek karşılığında alacak sahibi olanları, parayı alacak olan
insanları da mağdur etmeyelim.” derken karşı taraftaki, cezaevine girecekler
zannediyor ki… İşte “Bizim cezaevine, hapse girmemizi istiyor bazı partiler.”
gibi yorumluyorlar. Buna fırsat vermeyelim. Şu anda millet bizi izlemiyor, biz
birbirimizi izliyoruz ama bunun çözümü bu. Sayın Grup Başkan Vekilim, mutlaka
bunu -Sayın Adalet Bakanı gelecek- salı günü çözmemiz lazım, çarşamba günü
çözmemiz lazım. Yoksa bu problemi yine konuşacağız. Seçim öncesi yine
konuşacağız, seneye yine gelecek, yani yerel seçimler öncesi yine konuşacağız
çünkü milyonlara varan bir kitleyi etkileyen ve yüz binlerce dosyanın olduğu
bir konuda bu bir çözüm değil. Yani bu çözüm, sadece, bugün, biraz önce dediğim
gibi, 1 Nisan 2012 tarihi itibarıyla son günü dolan taahhüt süresinin getirdiği
mağduriyeti öteleyecek bir çözüm ama bu köklü bir çözüm değil. O nedenle
mutlaka bunu çözmemiz gerekiyor. Burada zaten 2009 yılında çıkarılan 5941
sayılı Yasa’da bahsettiğim konunun özü belli. O gün için de önerimiz buydu
-Sayın Yılmaz Bey bahsetti ismimden de kendisine teşekkür ediyorum- 2009
yılından bu yana bu konunun çözümü için uğraşan insanlardan birisiyiz. Adli
para cezasının mutlaka kaldırılması gerekiyordu, teşekkür ediyorum, geç de
olsa, on yıl sonra, bu kadar mağdur
yarattıktan sonra da olsa bu doğru karar alındı, bu kalktı. Ama bunun
kalkmasıyla çekteki hapis cezasının da beraberinde kalkıyor olması sanki hapse
gidecek olanları bu sıkıntıdan kurtarıyor gibi gösteriyor ama bu çözmüyor. Bu
insanlar bu defa idari takipler sonucunda başka mağduriyetlerle karşı karşıya
kalacaklar. O nedenle
bunu mutlaka çözmemiz lazım.
Bunun
çözüm yolu tek, aklın yolu bir. Öteleye öteleye
bugüne getirdiğimiz bu kanunda mutlaka bahsettiğimiz… Fonun adı değişebilir,
ben onu Kredi Garanti Fonu’ndan esinlenerek söylüyorum, çek sigorta fonu
olabilir, çek garanti fonu olabilir ama bu fona mutlaka bankaların en az yüzde
33 oranında ortak olma şartını getireceğiz. Riski de paylaşacak, nimeti de
paylaşacak ve devletin başka kaynaklardan aldığı İşsizlik Fonu’nda biriken para
ve benzeri gibi birçok kaynağımız var. O kaynaktan bir miktar aktaracağız ve
acil şu anda alacağı ve vereceği mağdur olmuş olan bir kitleyi derhâl bu
sıkıntıdan kurtarmamız lazım, değilse sadece “Cezaevine gitmeyi kaldırıyoruz.”
demek çözüm değil.
Bu
nedenle ben bu maddede bu düşüncemi sizlerle paylaşmayı arzu ettim. Özelikle
bizi bu geç vakitte dinleyen ve sabırla izleyen siz değerli milletvekillerine
teşekkür ediyor, yasanın her şeye rağmen hayırlı olmasını temenni
ediyorum ama inanıyorum ki bu eksiklikleri giderildiğinde hepimizi mutlu edecek
bir yasa olacaktır.
Hepimize
şu anda mesajlar geliyor, İnternet’ten ve diğer kanallardan ama bunların
hepsinin derdi sadece hapis kalktığı için seviniyor ama hapsin kalkması sorunun
çözülmesi anlamına gelmiyor. Yarın aklı başına gelince, normal düşünmeye
başlayınca bunun bir çözüm olmadığını onlar da anlayacaklar ama bunu bizim
normal bir çözüm hâline getirmemiz lazım ve bu Meclis, bu sorunu çözebilecek
güçtedir. İktidarıyla muhalefetiyle, akılcı yaklaşımlarla biz bu sorunu çözeriz
ve inanıyorum ki çarşamba günü inşallah bu sorun kökten çözülmüş olarak bu
Meclisten bu kanunun çıkmasıyla hallolmuş olur.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Işık.
Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli.
Buyurun
Sayın Canikli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii
zor bir konu, bunu öncelikle belirtmekte fayda var yani bir kısmı burada
zikredilen ve bu tasarı hazırlanırken birçok arkadaşımız tarafından, uzmanı
tarafından, piyasayı çok iyi bilenler tarafından gündeme getirilen öneriler
sayısız bir şekilde gündeme geldi, hepsi tartışıldı, hepsi değerlendirildi. Bu
çalışma yapılırken istişare edilmeyen, üzerinde kafa yorulmayan hiçbir öneri
yok. Çok net olarak söylüyorum ve biliyorum, bilerek söylüyorum, gündeme
gelmeyen hiçbir öneri söz konusu değil, bütün boyutlarıyla değerlendirildi,
hatta Genel Kurula geldikten sonra yine bir kez daha tekrar bir üzerinden
geçildi, gözden geçirildi. Zor bir konu.
Şimdi,
iki taraflı mağduriyet söz konusu, biraz sonra ona değineceğim ama ondan önce,
zamanım bitebilir düşüncesiyle önce bu konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum. Fon
meselesi de bunlardan bir tanesi yani bir sigorta fonu oluşturulması ya da
benzeri bir fon oluşturulması ve bu şekilde karşılığı olmayan, karşılığı
çıkmayan çeklerin bu fon tarafından karşılanması. Esas itibarıyla, biraz önce
arkadaşlarımızın önerdiği ve daha önce de gündeme gelen -çok da çalıştığımız
üzerinde- önerilerden bir tanesi.
Şimdi,
bunun realize olabilmesi için şimdi ortaya
koyacağımız tablodaki rakamların finanse edilebilmesi gerekiyor. Yaklaşık
yıllık 300 milyar lira civarında çek keşide ediliyor Türkiye’de yani bu, millî
gelirin yaklaşık –yani rakamlar aşağı yukarı- neredeyse dörtte 1’inden daha
fazla, üçte 1’ine yakın.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Millî gelir deme, doğru tanımla!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Öyle, evet.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Millî gelir deme, doğru tanımla!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Rakam bu işte, rakam bu yani resmî rakamlar bunlar yani
lütfen Ali Bey…
Biraz
önce Başbakan
Yardımcımız da rakamların bir kısmını verdi, en son 2011 yılı rakamları
itibarıyla yaklaşık yine yüzde 3’ü bunun karşılıksız çıkıyor ama konjonktüre
bağlı olarak değişiyor. Yani özellikle doğal olarak ekonomik bir aktivite bu,
ekonomideki gelişmelere, sıkıntılara bağlı olarak bir saykıl
iniyor, çıkıyor; yüzde 7’lere kadar çıktığı oldu, daha da fazla olabilir,
inebilir yani şu anda bir iniş trendinde. Tabii, şimdi
böyle bir fon oluşturulduğu zaman bu rakam yükselir, kesinlikle yükselir. Yani
hangi rakam? Karşılıksız çıkan çek oranı rakamı yükselir. Neden? Çünkü keşide
edilen çek rakamı çok artar çünkü bir tür kredidir aslında, yani insanların çok
kolay ulaşabilecekleri, iş âleminin çok kolay…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Kredi karşılıksız olmayacak Sayın Başkan…
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – İzin verirseniz.
…ulaşabileceği
bir kredidir. Dolayısıyla bugün 300 milyar liralık hacim yani tabii kesin bir
tahminde bulunamayız ama en az, bana göre, yüzde 50’den daha fazla artar, doğal
olarak artar çünkü çok rahatlıkla garantisi de var, sigorta fonu var, eğer
ödenmediği… Hem alıcı açısından yani çeki kabul eden açısından hem de keşide
eden açısından bakıldığında son derece kolaylaşıyor, daha garanti bir mekanizma
hâline geliyor ve istediği kadar sınırsız bir kredi imkânı sağlıyor. Ucuz da
bir kredi imkânı. Neden? Karşılığında ipotek vermiyor ya da buna benzer
herhangi bir mali külfete katlanmıyor.
Bunun
anlamı şu: Bugün yüzde 3 olan oran en az yüzde 10’a çıkar, miktar olarak
da yükselir yani
450 milyara çıkar, bugün 300 milyar liralık -katrilyon- işlem hacmi
vadeli çek üzerinden 450 milyar liraya çıkar. Çok kaba bir hesapla… Tabii, bu
fonun kaynakları olacak. Nereden olacak? Prim olacak yani bir yerden para
gelecek. Eğer hazineden gelmez ise kesilecek yani bir fon oluşturulacak, diyelim
her çek başına… Ya da hazineden karşıladığımızı hesap edelim, en az 45 milyar
liralık yıllık para lazım, 45 katrilyon lira sadece bu iş için. 45 katrilyon
liralık parayı, çok kaba bir hesapla -işletme maliyetleri, başka şeyler de
olabilir- buraya kanalize etmeniz gerekiyor. Böyle
bir öneri için bu paranın kaynağının bulunması gerekiyor. Vergi mükellefinin
parasını oraya aktarma konusunda toplumun rızasının alınması gerekiyor. Bu çok
önemli bir rakamdır yani bir örnek verildi: “İşsizlik Sigorta Fonu’na kesilen
paralar.” Onun amacı bellidir, oranın sahibi bellidir, oranın hangi amaçlar
için kullanılacağı bellidir, kanunların ötesinde yani kanunla
değiştirebilirsiniz ancak kimden kesiliyorsa onun söz hakkı vardır o para
üzerinde. Dolayısıyla, ben buradan 45 milyar lirayı…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Kanun çıkardık GAP’a aktardık. Parayı çok farklı yerlerde
kullandık şimdiye kadar.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Yatırıma gitti, yola gitti vesaire, neyse. Yani 45 milyar…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – İşte buraya da gider.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – O ikisi çok farklı yalnız. Yani o Fon’dan yatırıma
aktarılan bir parayla, bu amaç için, ödenmeyen, karşılığı çıkmayan çeklerin
finansmanı için kullanırsanız olmaz.
MEHMET
ALİ SUSAM (İzmir) – Sigorta sisteminin kendi finansmanını yaratma şansı var.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, seçim öncesi Güneydoğu’da sosyal destek için
kullandık bunu yani. Yapmayın şimdi! Gerçekçi olmamız lazım.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - “Bankayı ortak edelim. Yüzde 33’üne, üçte 1’ine bankayı
ortak edelim.” Peki, banka ne yapacak? Banka kendisine gelen bu maliyeti…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Orada kullanıyoruz da burada niye kullanmıyoruz?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – İzin verin Hocam, izin verin.
Bu
maliyeti ne yapacak? Yansıtacak, doğal olarak yansıtacak. Ekonominin kuralı bu
arkadaşlar. Yani gerçekçi olmak durumundayız. Ne yapacak? Bütün işlemlerine,
bankacılık işlemlerine, en başta bu işlem olmak üzere, yansıtacak.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Aciz vesikası alacak aciz vesikası.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Ya şunu yapacak: Eğer prim koyarsak, bakın, prim, yani
sigorta primi olarak eğer bir yük gelirse o zaman banka şunu yapacak: Bir, çek
vermeyi inanılmaz şekilde sınırlandıracak. Sorumluluğu var çünkü. Çek verirken
eğer karşılıksız çıkarsa üçte 1’inin sorumluluğu kendisinde ve kendisi
ödeyecek. Doğal olarak banka buna nasıl bir refleks ortaya koyacak böyle bir
olay karşısında? Çok hassas davranacak. Ne yapacak? Çek vereceği insanları
seçecek. Hatta çek verirken teminat arayacak, ipotek isteyecek. Bunun iki
sonucu var: Bir, iş âlemine ilave, inanılmaz bir maliyet getirecek. İki, daha
önemlisi, piyasada kullanılan çek miktarında çok ciddi bir azalma ortaya
çıkacak. Peki, bu azalmadan kim zarar görecek? Küçük esnaf zarar görecek, yani
mal alırken çek veren. Genellikle vadeli çek kullanımının yaygın olduğu yer
küçük esnaftır, bunu biliyoruz. Neden? Çünkü büyük esnaf zaten teminat alıyor,
başka birtakım güvenlik mekanizmalarını devreye koyuyor. Ama esnafa veriyor
malı, çeki de keşide eden, düzenleyen esnaf. Böyle bir şey yaptığınız zaman
banka bu nedenle, bu gerekçeyle piyasaya verdiği çek miktarını daralttığı zaman
bundan ilk etkilenecek, ilk şoku yaşayacak olan kesim küçük esnaftır. Neden?
Çek alamayacak. Çünkü banka kısıyor, banka çek vermek için teminat mektubu
istiyor ya da ipotek istiyor, başka şeyler istiyor. Kaç kişi bu imkânı
sağlayabilir? Olsa bile ilave maliyet geliyor.
Dolayısıyla,
bakın, bu öneri nerelere kadar uzanıyor, ne kadar yan etkileri söz konusu. Yani
finansmanı sağlasanız bile böyle prim, kesinti yoluyla, yani çek
düzenleyenlerden üçte 1’i bankaya sorumluluğu, diğer üçte 2’si de çeki kullanan
ya da çeki keşide eden insanlardan prim kesilmek suretiyle yapmaya
kalkıştığınız zaman en az yüzde 10 prim keseceksiniz. Rakama bakın, yüzde
10’luk bir prim çünkü bu nakit kredi karşılığında doğrudan.
İkincisi
de belki bugün 300 milyar lira olan işlem hacmini, ticaret hacmini, çek
üzerinden yapılan ticaret hacmini yarı yarıya düşüreceksiniz. Hemen ekonomide
çok ciddi bir kasılma meydana gelecek çünkü yaratılan kaydi
paradır aslında yani bu yolla paranın üç önemli fonksiyonundan bir tanesi olan
mübadele fonksiyonunu çek yoluyla gerçekleştiriyoruz, bir nevi kaydi para yaratıyoruz aslında. Ha, Türkiye’ye özgüdür,
olur, ekonomide böyle bir denge oturmuş gidiyor, bir sakıncası yok yani onda
herhangi bir problem yok. Dolayısıyla, gördüğünüz gibi ekonomiyi daraltıyor,
küçük esnafı vuruyor, inanılmaz bir mali yük getiriyor… Dediğiniz olay, yani
teorik olarak tamam, bunu yapalım edelim ama biraz detayına indiğiniz zaman,
biraz hesap kitap yapmaya kalkıştığınız anda, tablonun nasıl değiştiğini ve
hemen hemen hayata geçirilmesinin imkânsız olduğunu görüyorsunuz değerli
arkadaşlar. O nedenle -konuşmamın başında söyledim- inanın olabilecek en optimum düzenleme budur. Bütün, hepsi değerlendirilmiştir,
her şey. Yoksa, öyle bir şey olsa niye yapılmasın?
Niye yapmayalım yani? Biz de sonuç itibarıyla… Elbette iki taraf mağdurdur. Bir
taraftan ödeyemeyenler, işte hapse girenler, hapis tehdidiyle karşı karşıya
kalanlar ama diğer taraftan da elinde çeki olup da, malını vermiş çeki olup
tahsilde zorlanan ya da tahsil edemeyen insanlar da en az diğerleri kadar
mağdurdur elbette.
Ha,
ne yapmaya çalışıyoruz? Bir önergemiz geçti, biraz önce ifade edildi, tamam,
tam çözüm değil ama bu psikolojiktir. Nasıl, paranın arkasındaki güç nedir?
Para kâğıttır ama devlet desteği olduğu için, devletin kamu otoritesinin de
desteği olduğu için kabul görüyor; bu da böyle. Psikolojik olarak, psikolojik
faktörleri devreye koymaya çalışıyoruz.
İşte
bir önergemiz daha olacak biraz sonra inşallah. Altı aylık zaman aşımını çekte
üç yıla çıkarmaya çalışıyoruz, kıymetli evrak olarak daha uzun süre işlem ifa
etmesini, icra etmesini amaçlıyoruz. Ha, bunların da yüzde
100 çözdüğünü söylemiyoruz, bakın, onu da söylüyoruz ama getirilen hiçbir öneri
bugüne kadar -biraz önceki burada tartıştığımız öneriler de dâhil olmak üzere-
kesinlikle sorunu çözmüyor, tam tersine daha da ağırlaştırır ve bugüne kadar
vadeli çekin ekonomiye yaptığı katkıyı, işlem hacmini, işte küçük esnaf için
ucuz ve teminat istenmeyen bir kredi mekanizması olma yolunu tamamen
kapatacaktır. Dolayısıyla, bütün bunları, arkasını önünü hesap ederek
yapmamız gerekiyor değerli arkadaşlar. Ama şunu söyleyelim, bakın, şimdi
inşallah bu mekanizma devreye girdikten sonra -yani risk santralizasyonu
giriyor zaten devreye- orada sistem, çek düzenleme konusunda ve bunları
zamanında ödeme konusunda kredibilitesi eksik olan, bu
konuda yeteri kadar hassasiyeti olmayanları -şu veya bu nedenle, zorunluluk da
olabilir bu- piyasadan ayıklama yöntemiyle onu çözmeye çalışıyoruz. Bu, doğru bir yöntem. Belki bugünden yarına sonuç
vermeyebilir ama orta ve uzun vadede kesinlikle sorunu çözecektir.
Nasıl
çözecektir? Diyelim, üç yıl sonra, dört yıl sonra, bu süre içerisinde
karşılıksız çek verip ödemeyenler sisteme “sakıncalı kişi” olarak girecektir, kredibilitesi bu anlamda -tırnak içerisinde, sade buna özgü
olarak kredibilitesi- “zayıf kişi” olarak girecektir ve bu kişiye çek yasağı
gelecektir.
Ayrıca,
daha sonra ödese bile ve yasaktan kurtulsa bile –ödediği zaman çünkü yasaktan
kurtuluyor- yine çek…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Yok, vermedik bugüne kadar, tamam.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Peki, tamam Sayın Başkanım.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
- Yani verebilirim de o kuralı bozmayalım diyoruz.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Peki, tamam Sayın Başkan.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Kendi koyduğun kural.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Tamam, peki.
Teşekkür
ederim.
Şahıslar
adına… Sayın Canikli, şahıslar adına…
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, eğer yoksa ben bir beş dakika konuşmak
istiyorum.
BAŞKAN
– Hayır, var, sayıyorum ben. Belki yer değiştirmek ister arkadaşlarıyla Sayın
Canikli, diye dedim.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Hayır, şahıslar adına var da eğer o arkadaş devrederse
sözlü olarak, ben kabul ederim.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Eğer devrederlerse benim bir önerim olacak, eğer müsaade
ederlerse bir önerim olacak.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Birkaç cümlem vardı Sayın Başkan, izin verirseniz onları o
yolla tamamlayalım.
BAŞKAN
– İki dakika var zaten.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Kuralı bozmayalım.
BAŞKAN
- Hayır, zaten iki dakika süre var. Tamamlamanız için öyle alabilirsiniz.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Tamam.
Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
BAŞKAN
- Buyurun.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Birkaç yıl sonra ne olacak? Bu şekilde hassasiyeti olmayan
arkadaşlar, kişiler piyasadan çıkacak, piyasadan çekilecek. Her geçen gün
sistem uygulandıkça piyasada daha, bu konuda, çek düzenleme ve ödeme konusunda
hassasiyet içerisinde olan ve o konuda kaydı daha düzgün olan -bu noktada yoksa
iyi-kötü anlamında değerlendirmiyorum bunları- insanlar piyasada kalacak ve
dolayısıyla bu oran daha da düşecek göreceksiniz. Ha, bugünden yarına olacak
demiyorum. Sıkıntımız, geçiş dönemindeki bir sıkıntıdır. Onu da işte bu
psikolojik faktörlerle atlatmaya çalışıyoruz. Yoksa hapis cezasının
sürdürülmesine yönelik olarak -çünkü bu tür talepler de var- kaldıramazsınız.
Esasında, baktığınız zaman şunu söylüyor bazı arkadaşlarımız yani ellerinde çek
olanlar: “Ben bu çeki alıp malı verirken arkasındaki hapis cezasına güvenerek
verdim, malımı ve çeki aldım. Dolayısıyla, siz şimdi oyunun kuralını oyunun
ortasında değiştiriyorsunuz. Bunu yapmayın.” Haklı,
baktığımızda gerçekten haklı. Dedim ya, zor bir konu gerçekten ama diğer
taraftan da 600 bin dosya, en az 100 bin kişi hapis tehdidiyle karşı karşıya
kalmış.
İşin
bir başka boyutu da şu: Bu fiil, yani şu andaki uygulamada hapis cezasını
gerektiren fiillerin önemli bir bölümü de kasıtlı olmaksızın yani kaçırmak
amacıyla, ödememek amacıyla ortaya çıkan fiiller değil. Büyük çoğunluğu da
ticari hayatın gerekleri çerçevesinde ortaya çıkan, kaçınılmaz olarak ortaya
çıkan, bazen de konjonktürel olarak yine yani
sıkıntıların… Mesela, bakın, 2009 yılında global kriz
nedeniyle bizim ihracatımızda yüzde 22 civarında bir azalma meydana geldi. Hiç
kimsenin bir kabahati yok. Avrupa’daki sıkıntı bize de yansıdı, oradaki
insanlar daha az Türk malı almaya başladılar, dolayısıyla sıkıntı yaşandı.
İhracatçılarımız, nakit girişlerinde yüzde 22 azalınca ne yaptılar? Çeklerini
ödeyemez hâle geldiler, hiçbir kabahatleri yok. Tamamen
ticari hayatın doğal şeyi. Yani “mağduriyet” derken, burada, bunu
kastediyoruz aslında. Yoksa, kendisi bilerek,
isteyerek dolandırmak amacıyla yapıyorsa, o zaten genel hükümler çerçevesinde
dolandırıcılık fiilidir, suçudur ve zaten biraz önce kabul edilen önergeyle de
ona dikkat çekiyoruz. Hem yargıçları… Sistemin tümüne dikkat çekiyoruz. Ha,
yani o olmasa da zaten o yapılır ama bir hassasiyeti ortaya koymak, bu konudaki
iradeyi yansıtmak adına…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Canikli, bir saniye.
Sayın
Hatibin üç dakikalık süresi var ama bizim zamanımız doldu o üç dakika…
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Tamam gerek yok, sözümü tamamlıyorum.
BAŞKAN
– Yani oylama yapmak zorundayız ya, üç dakika uzatacaktım.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Ben teşekkür ederim.
Yani
İç Tüzük’ü yerine getirmek amaçlıydı.
Sözlü
soru önergeleri ile -alınan karar gereğince- kanun tasarı ve teklifleri ile
komisyonlardan gelen diğer işleri görüşmek için 31 Ocak 2012 Salı günü, saat
15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.