DÖNEM:
24 CİLT: 11 YASAMA YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
53’üncü
Birleşim
18 Ocak 2012 Çarşamba
(TBMM Tutanak Hizmetleri
Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip
üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.-
GELEN KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMALAR
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Denizli Milletvekili Mehmet
Yüksel’in, Denizli ilinde 7 Ocakta meydana gelen sel felaketine ilişkin gündem
dışı konuşması
2.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, 2011 yılında Afşin-Elbistan Çöllolar
kömür havzasında meydana gelen göçük nedeniyle toprak altında kalan 9
vatandaşımıza ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, dış politikadaki son gelişmelere ilişkin
gündem dışı konuşması
V.-
AÇIKLAMALAR
1.- Denizli Milletvekili Emin Haluk
Ayhan’ın, Denizli ilinde meydana gelen sel felaketinde zarar gören
vatandaşların mağduriyetlerinin giderilmesine ilişkin açıklaması
2.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu’nun, Afşin-Elbistan Termik Santralinde meydana gelen göçük nedeniyle
toprak altında kalan ve mezarları belirlenemeyen 9 vatandaşımız için anıt bir
mezar dikilmesine ilişkin açıklaması
3.- Adana Milletvekili Ali Halaman, 17/1/2012 tarihli 52’nci Birleşimdeki “23/12/2011
Tarihli ve 6262 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un
oylanmasında sehven “kabul” oyu kullandığına ve oyunu “red”
olarak tashih ettiğine ilişkin
açıklaması
4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Cumhurbaşkanının görev süresine ilişkin açıklaması
5.- Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağ’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, ileri sürmüş olduğu
görüşlerden farklı görüşleri atfetmesine ilişkin açıklaması
VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın, Genel Bilgi Toplama (GBT) işlemlerinin uygulama ve mevzuatının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/106)
2.- Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın, kömür üretimi ve ticaretindeki yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/107)
3.- Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın, telif hakları konusunda yaşanan sorunların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/108)
VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve
Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi
Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim
2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak
Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/440) (S. Sayısı: 32)
2.- Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu
Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/487) (S. Sayısı: 138)
VIII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Bolu Milletvekili Tanju Özcan’ın,
Televizyon Müdürlüğünün personel yapısına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın cevabı (7/1452)
2.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, THY’nin Ankara-Düsseldorf
arasında doğrudan uçuşları başlatıp başlatmayacağına ilişkin Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanından sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in
cevabı (7/1684)
3.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar
Demirel’in, Eskişehir’de bulunan kilise ve sinagoglara ilişkin sorusu ve
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in cevabı (7/1945)
4.- Giresun Milletvekili Selahattin
Karaahmetoğlu’nun, TSK’dan ilişiği kesilenlerden bazılarının başvurularının
kabul edilmediği iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı İsmet
Yılmaz’ın cevabı (7/1973)
5.- İstanbul Milletvekili Mustafa
Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde
olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı
Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/1999)
6.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik
Çirkin’in, imam-hatip ve müezzinlerin cami ve çevresinin bakım ve temizliği
görevini üstlenmelerine ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın
cevabı (7/2001)
7.- İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın,
tutuklu milletvekilleriyle ilgili bir açıklamasına ilişkin sorusu ve Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/2159)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak iki oturum yaptı.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın
vefatı nedeniyle bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.
TBMM Başkan Vekili Oturum Başkanı Sadık Yakut, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Kazak-Kırgız Türklerinin göç
liderlerinden Delilhan Canaltay
ile Millî Takıma ve Türk futboluna büyük emeği geçen Lefter
Küçükandonyadis’in vefatları nedeniyle bir konuşma
yaptı.
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır,
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın,
Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan,
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan,
Grupları adına;
Bursa Milletvekili Necati Özensoy,
Şahsı adına;
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın
vefatına ilişkin birer açıklamada bulundular.
Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ’ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın vefatına ilişkin gündem dışı konuşmasına
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç cevap verdi.
Ankara Milletvekili Levent Gök, Ankara ilinin sorunlarına,
Tokat Milletvekili Reşat Doğru, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın vefatına,
İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan’ın:
Yolcu taşımacılığı ve uluslararası taşımacılık yapan şoför
esnafının sorunlarının (10/103),
Seçim ve partiler rejiminin yol açtığı sorunların (10/104),
Dışa bağımlı hâle gelen enerji politikalarının; enerji ve güvenlik
konuları ile çevreye etkilerinin (10/105),
Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Tunceli Ağır Ceza Mahkemesinin 6/1/2012 tarihli ve 2011-72 dosya
numaralı yazısıyla, 30/12/2011 tarihinde 2011-94 sayılı kararla Denizli
Milletvekili İlhan Cihaner hakkında soruşturma
açılmasına karar verildiğinin, Anayasa’nın 83’üncü maddesinin ikinci fıkrası
gereği Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirildiği hususu Genel Kurulun
bilgisine sunuldu.
122 sıra sayılı,
Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 2’nci sırasına; bastırılarak
dağıtılan 138 ve 137 sıra sayılı kanun tasarıları ile 136 sıra sayılı kanun
teklifinin ise 48 saat geçmeden bu kısmın 3’üncü, 4’üncü ve 5’inci sıralarına;
76 ve 14 sıra sayılı kanun tasarılarının bu kısmın 6’ncı ve 7’nci sıralarına; 3
ve 4 sıra sayılı kanun tasarılarının da yine bu kısmın son sırasına
alınmalarına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine;
Genel Kurulun 17 Ocak 2012 Salı günkü birleşimde 122 sıra sayılı
geri gönderme tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar, 19 Ocak 2012 Perşembe günkü birleşimde ise 138 sıra
sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını
sürdürmesine;
138 sıra sayılı kanun tasarısının İç Tüzük’ün
91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesine ve bölümlerinin,
birinci bölümün 1 ila 14’üncü maddeler, ikinci bölümün 15 ila 24’üncü
maddelerden oluşmasına ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden
sonra kabul edildi.
Tokat Milletvekili Reşat Doğru'nun (2/15) esas numaralı 2547
Sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin, İç Tüzük’ün 37’nci
maddesine göre verilen doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi, yapılan
görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının:
1’inci sırasında bulunan
(6/10),
136’ncı ” ” (6/213),
147’nci ” ” (6/228),
162’nci ” ” (6/247),
175’inci ” ” (6/265),
178’inci ” ” (6/269),
186’ncı ” ” (6/279),
191’inci ” ” (6/285),
198’inci ” ” (6/293),
207’nci ” ” (6/304),
232’nci ” ” (6/331),
259’uncu ” ” (6/360),
286’ncı ” ” (6/390),
305’inci ” ” (6/415),
311’inci ” ” (6/423),
322’nci ” ” (6/437),
327’nci ” ” (6/442),
403’üncü ” ” (6/526),
408’inci ” ” (6/533),
410’uncu ” ”
(6/536),
412’nci ” ” (6/538),
414’üncü ” ” (6/540),
415’inci ” ” (6/541),
416’ncı ” ” (6/542),
418’inci ” ” (6/544),
447’nci ” ” (6/573),
449’uncu ” ” (6/575),
450’nci ” ” (6/576),
453’üncü ” ” (6/580),
458’inci ” ” (6/587),
464’üncü ” ” (6/594),
474’üncü ” ” (6/605),
508’inci ” ” (6/641),
521’inci ” ” (6/654),
525’inci ” ” (6/658),
536’ncı ” ” (6/673),
Esas numaralı sözlü sorulara, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldız cevap verdi.
Soru sahiplerinden İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan,
Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu, Kütahya Milletvekili Alim Işık,
İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, İzmir
Milletvekili Mehmet Ali Susam cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız da bu görüşlerle
ilgili açıklamada bulundu.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmının;
1’inci sırasında yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve
Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi
Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim
2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak
Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu’nun (1/440) (S. Sayısı: 32), görüşmeleri komisyon yetkilileri
Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
2’nci sırasına alınan, 23/12/2011 Tarihli ve 6262 Sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun ve Anayasa’nın 89’uncu ve 104’üncü Maddeleri Gereğince
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu’nun (1/537) (S. Sayısı: 122) Genel Kurulun kararı gereği
16’ncı maddesinin görüşmelerini müteakip yapılan açık oylama sonucunda tümü
kabul edildi.
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Manisa Milletvekili Özgür
Özel’in,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli’nin,
Gruplarına sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, 23/12/2011 Tarihli ve 6262
Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un görüşmeleri sırasında 16’ncı madde üzerine verilen
önergelerde bütün grup temsilcilerinin imzası bulunduğuna,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Cumhuriyet Halk
Partisinin, 23/12/2011 Tarihli ve 6262 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’a “hayır”
oyu verdiğine,
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, 23/12/2011 Tarihli ve 6262
Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun üzerinde verilen önergelerin tamamında bütün grupların
mutabakatı olduğuna,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
18 Ocak 2012 Çarşamba günü alınan karar gereğince saat 13.00’te
toplanmak üzere birleşime 20.02’de son verildi.
Sadık YAKUT |
Başkan Vekili |
|
Mustafa HAMARAT Tanju
ÖZCAN |
Ordu Bolu |
Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
II.- GELEN KÂĞITLAR
No: 67
18 Ocak 2011 Çarşamba
Tasarılar
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Fas Krallığı Hükümeti Arasında Gençlik ve Spor Alanlarında İşbirliği
Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/547)
(Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 06/01/2012)
2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Birleşik Tanzanya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki
ve Korunması Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
(1/548) (Plan ve Bütçe; Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 09/01/2012)
3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Belçika Fransız Toplumu Hükümeti, Valonya Hükümeti ve
Brüksel-Başkent Bölgesi Fransız Toplumu Komisyonu Heyeti Arasında Kültür,
Eğitim ve Bilimsel Araştırma Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/549) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik
ve Spor ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 09/01/2012)
4.-Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Endonezya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/550) (Milli Savunma
ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/01/2012)
5.- Karadeniz Ticaret ve Kalkınma
Bankası Kuruluş Anlaşmasında Değişiklik Yapılmasına İlişkin Guvernörler Kurulu
Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/551) (Plan ve
Bütçe ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/01/2012)
Teklifler
1.- İzmir Milletvekilleri Alaattin
Yüksel ve Mustafa Moroğlu'nun; Banka Kartları ve
Kredi Kartları Kanunu ile Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi (2/280) (Adalet ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar,
Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/01/2012)
2.- Afyonkarahisar Milletvekili Ahmet
Toptaş'ın; Vatani Hizmet Tertibi Aylıklarının Bağlanması Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/281) (Adalet ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 09/01/2012)
3.- İstanbul Milletvekili Abdullah
Levent Tüzel'in; 5510 Sayılı Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi (2/282) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve
Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/01/2012)
4.- Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz
ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır'ın; Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/283) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 12/01/2012)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- BDP Grubu adına Grup Başkanvekili
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Genel Bilgi
Toplama (GBT) işlemlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi.
(10/106) (Başkanlığa geliş tarihi: 13/10/2011)
2.- BDP Grubu adına Grup Başkanvekili
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, kömür üretimi ve
ticaretindeki yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi. (10/107) (Başkanlığa geliş tarihi: 13/10/2011)
3.- BDP Grubu adına Grup Başkanvekili
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, telif hakları
konusunda yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi.
(10/108) (Başkanlığa geliş tarihi: 13/10/2011)
18 Ocak 2012 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu),
Mustafa HAMARAT (Ordu)
BAŞKAN
– Türkiye Büyük Millet Meclisinin 53’üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme
geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem
dışı ilk söz, Denizli ilinde meydana gelen sel felaketi hakkında söz isteyen
Denizli Milletvekili Mehmet Yüksel’e aittir.
Buyurun
Sayın Yüksel.
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Denizli Milletvekili Mehmet
Yüksel’in, Denizli ilinde 7 Ocakta meydana gelen sel felaketine ilişkin gündem
dışı konuşması
MEHMET
YÜKSEL (Denizli) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım;
Denizli ilinde 7 Ocakta meydana gelen sel felaketiyle ilgili gündem dışı söz
almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Denizli
ilimizin bazı ilçeleri ve yerleşim yerlerinde 7 Ocak 2012 tarihinde meydana
gelen aşırı ve şiddetli yağışlardan oluşan sel felaketinde, ulaşımda, ekili ve
dikili alanlarda olumsuz yönde etkilemeler olmuş; başta Sayın Valimiz olmak
üzere, tarım teşkilatımız, İl Özel İdaresi, Karayolları, DSİ, Tarım Reformu
gibi ilgili kurum ve kuruluşlar acilen mahalline intikal ederek gerekli çalışma
ve önlemlerde bulunmuşlardır. Bizler de milletvekili arkadaşlarımızla birlikte
ilgili kurum ve kuruluşlarla temaslarımıza ve ilçelerimizle temaslarımıza devam
ettik.
Tabii
burada önemli olan şey şu: Bakın, 7 Ocak tarihinde meydana gelen sel olayından
sonra günümüzde de şu anda ülkemizin büyük bir kesimi kar yağışıyla karşı
karşıya. Kar yağışının arkasından da eksi 28-30 dereceleri bulan iklim sebebiyle
dona dönüşmüştür. Bu sebeple gerek hayvanları dağda mahsur kalan
vatandaşlarımız gerekse ürünleri donarak zarar gören vatandaşlarımız vardır.
Buradan
ben özellikle şu noktayı vurgulamak istiyorum değerli kardeşlerim: Yıllardan
beri hükûmetler çiftçilerimizin zararlarını karşılayacak kanunlar çıkarmışlar,
1948’lerden itibaren başlayan bu yasalar günümüze kadar devam etmiş ama
bakıldığında bunların yeterli olmadığı, yeterli şekilde ihtiyacı karşılamadığı
görülmüş, daha sonra da Bakanlığımızın ve Hükûmetimizin teklifiyle, Büyük
Millet Meclisimizin kabulüyle cumhuriyet tarihimizde çiftçilerimiz açısından
devrim olarak nitelendirebileceğimiz 5363 sayılı Tarım Sigortaları Kanunu 21
Haziran 2005 tarihinde çıkarılmış ve 1 Haziran 2006 tarihinde de ilk poliçe
kesilmiştir. Bu Kanun’la birlikte ürününü veya hayvanını sigorta ettiren
çiftçilerimiz, poliçe bedelinin yüzde 50’sini devlet karşılamak kaydıyla,
ürünlerini kurtarabilmişlerdir.
Burada
“doğal afet”in tanımına baktığımız zaman, doğal afet,
“İnsan faktörünün etkisi olmadan üretimi olumsuz etkileyen dolu, su baskını,
heyelan, toprak kayması, olağanüstü sıcaklık değişimleri, kuraklık, çığ,
fırtına, yıldırım ve benzeri yer ve hava hareketleri.” olarak tanımlanmaktadır.
Buradan
da görülmektedir çok değerli kardeşlerim, çiftçilerimiz, hayvancılık yapan
vatandaşlarımız her türlü yatırımı yapıyorlar, ancak tarım sigortası konusunda
ne hikmetse yeterli ilgi ve alakayı göstermiyorlar, çıkarılan kanunlar gereği
de sigorta kapsamına alınan ürünler yaşanan afetlerden dolayı eğer sigortalı
değilse destek alamıyorlar. Bununla ilgili ilimizde de ülkemizde de çoğu zaman
yaşanan sel afetlerinde, don olaylarında, sigorta kapsamında olduğu için, eğer
vatandaşımız sigorta yaptırmadıysa bunlardan yararlanamıyorlar ve büyük zararlar
görüyorlar. Şu anda bilhassa seracılıkta yeni ürünü çıkmaya başlayan
vatandaşlarımız, dona dönüştüğü için, eğer sigorta yaptırmadılarsa bunlardan
büyük zarar görecekler.
TARSİM’in
çıkardığı tarım sigortasıyla özellikle ürünün sigorta bedelinin yüzde 50’sinin
devlet tarafından karşılanıyor olması artı hemen bedelinin prim bedelinin
ödenmiyor olması… Prim bedeli hasat kaldırıldıktan sonra bir ay içerisinde
ödeniyor. Dolayısıyla, böyle kolaylıklar sağlandığı hâlde hâlâ çiftçilerimiz,
tarım kesiminde uğraşan vatandaşlarımız, hayvancılık yapan vatandaşlarımız
tarım sigortasına yanaşmamakta veya bunu pek dikkate almamaktadırlar. Sonra da
hep birlikte sıkıntı, hep birlikte zarar görmekteyiz.
Ben
buradan tekrar duyurmak istiyorum önce kendi ilim Denizli’ye, tüm Türkiye’ye,
tüm milletvekili arkadaşlarımıza, tüm çiftçilerimize: Ürün sahibi
vatandaşlarımız mutlaka tarım sigortası yaptırsınlar. Sonra yaşanan bu doğal
afetlerden, yani elimizde olmadan yaşanan bu doğal afetlerden görecekleri
zararlardan…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Yüksel.
MEHMET
YÜKSEL (Devamla) – Çok teşekkür ederim, sağ olun. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Ayhan.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Denizli Milletvekili Emin Haluk
Ayhan’ın, Denizli ilinde meydana gelen sel felaketinde zarar gören
vatandaşların mağduriyetlerinin giderilmesine ilişkin açıklaması
EMİN
HALUK AYHAN (Denizli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Ben
de sel felaketinde zarara uğrayan vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi
iletiyorum. Onların sel felaketinde uğradıkları zararların da tamamen
giderilmesini Hükûmetten talep ediyorum.
Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Gündem
dışı ikinci söz Kahramanmaraş’ta göçük altında kalan 9 vatandaşımız hakkında
söz isteyen Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’a
aittir.
Buyurun
Sayın Özbolat. (CHP sıralarından alkışlar)
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)
A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)
2.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, 2011 yılında Afşin-Elbistan Çöllolar
kömür havzasında meydana gelen göçük nedeniyle toprak altında kalan 9
vatandaşımıza ilişkin gündem dışı konuşması
DURDU
ÖZBOLAT (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Afşin-Elbistan
Çöllolar kömür havzasında meydana gelen göçük
nedeniyle toprak altında kalan 9 vatandaşımızla ilgili gündem dışı söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, öncelikle sizi bir sene öncesine götürmek ve bugüne gelene kadar
gelişen olaylar hakkında bilgilendirmek istiyorum. Afşin-Elbistan Çöllolar kömür havzasındaki ilk göçük 6 Şubat 2011 Pazar
günü saat dört sıralarında meydana gelmiş, bu olayda elli bir yaşındaki Yaşar
Alkaya hayatını kaybetmişti. Bu olaydan dört gün sonra, 10 Şubat 2011 Perşembe
günü saat on sıralarında ikinci göçük meydana gelmiş, Ruşen Demir isimli işçi
hayatını kaybetmiş, jeoloji mühendisi Halil Tatlı, maden mühendisi Nail Yılmaz,
işçiler Hacı Mehmet İpek, Muhsin Koşan, Kemal Elmas, Adnan Demir, Turan Gökhan,
Aydoğan Polat ve Cuma Yıldırım toprak altında kalmıştı.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bir bölge milletvekili olarak, hemen olay
yerine, incelemelerde bulunmak için Kahramanmaraş’a gittim. Maalesef
karşılaştığım manzara içler acısıydı; 150 bin metrekare alan içerisinde 100
milyon metreküp toprak ve kömür bir anda 40 metre yüksekliğinde bir alanı
doldurmuştu. Olayın hemen ardından ortaya birçok iddia atıldı; mühendislerin
gerekli fizibilite çalışmalarını yapmadığından tutun da madende birtakım
çatlamalar olduğu ve bu kamyonların çatlakları doldurabilmek için taşları
getirip o çatlakları doldurup üzerinden öyle geçmeye çalıştıkları gibi birtakım
şeyler söylendi. Bu iddiaların en vahimi ve üzerinde en çok durulması gerekeni
ise şuydu: A Termik Santraline kömür çıkarılan madende, kömür 190 metreden
çıkarılıyordu ve sondaj kuyusunun derinliği en az 190 metreye kadar iniyordu.
Buraya dikkat edin değerli milletvekilleri, “en az 190 metre” diyorum çünkü
olması gereken derinlik zaten budur. Toprağı kazarsınız ve bu kömürle beraber
yer altı suları karşınıza çıkar, bunları dışarıya çıkarmak için de sondaj
kuyusundan faydalanırsınız. B Termik Santralinde ise kömür 150-160 metre
mesafeden çıkarılıyordu ve ne hikmetse, sondaj kuyuları 90 metre mesafede
kalmıştı yani arada bir 60-70 metrelik
çok büyük bir mesafe var ki bunun neden böyle yapıldığını anlamak mümkün değil.
Bununla
beraber, bölgenin çok yakınından geçen Hurman Çayı’nın sularını da hesaba
katarsak facianın adım adım geldiğini anlamak zor değil. Madene o kadar yakın
olan bölgedeki Hurman Çayı’nın zaten beton kanalların içine alınması ve suların
kömür madenine karışmasının engellenmesi gerekiyordu. Peki, bu kadar hata üst
üste nasıl yapıldı sayın milletvekilleri?
Gene
iddialara göre, devlet belli bir tarihe kadar Çöllolar
B Termik Santraline kömür veren özel sektör firmasına yüzde 50’lik bonus uygulamasına geçmişti. Yani 10 liralık kömür getirene
15 lira fiyat veriliyordu. Yani bonus kazanmak
isteyen firma güvenliği hiçe saymış ve ihlal etmiş oluyordu.
Değerli
milletvekilleri, olayın ardından, bir milletvekili olarak Meclisimizin yasama
kanallarını çalıştırmaya çalıştım, yazılı soru önergesiyle işe başladım ve
tatmin edici bir cevap alamadım. Daha sonra ise Meclis araştırması açılması
için önerge verdim, her zamanki gibi kadük oldu.
12
Ekim 2011 tarihinde tekrar bir önergeyle, toprak altında kalan
vatandaşlarımızın çıkartılmasıyla ilgili herhangi bir çalışma olup olmadığını
sordum, cevap geldi: “Heyelan bölgesine su girişinin önlenmesi, sahanın stabilitesinin takibi, yer altı ve yer üstü drenaj
çalışmaları…” şeklinde kocaman bir hiç.
Zaten
anladığım kadarıyla, firma yetkilileri bölgeye bir anıt mezar yapmak için
toprak altında kalan vatandaşlarımızın ailelerinden ve yakınlarından imza
toplamaya çalışıyor. Yani bunun Türkçesi, artık bölgede herhangi bir şekilde
arama kurtarma faaliyeti olmayacağıdır. Toprak altında kalanların yakınlarına,
ailelerine Allah’tan sabır diliyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; denetimsiz ve kuralsız çalışan kaza riskine
açık madenciliğin önüne geçilmelidir. Özelleştirmelere, taşeronlaştırmalara
derhâl son verilmelidir. İnsanı merkezine almayan, en kısa sürede en fazla kârı
hedefleyen, günlük çalışma süresi uzun, ücreti düşük güvencesiz çalışma ortadan
kaldırılmalıdır.
Özellikle
maden işletmelerinde maliyet unsuru olarak görülüp uygulanmayan işçi sağlığı ve
güvenliği önlemleri tam olarak uygulanmalıdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DURDU
ÖZBOLAT (Devamla) – Başkanım, sözümü tamamlayayım.
BAŞKAN
– Uzatmıyoruz Sayın Özbolat.
Teşekkür
ediyorum.
DURDU
ÖZBOLAT (Devamla) – Peki.
Bana
böyle bir fırsatı verdiğiniz için hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Sayın Dedeoğlu, bir söz talebiniz var.
Buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
2.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu’nun, Afşin-Elbistan Termik Santralinde meydana gelen göçük nedeniyle
toprak altında kalan ve mezarları belirlenemeyen 9 vatandaşımız için anıt bir
mezar dikilmesine ilişkin açıklaması
MESUT
DEDEOĞLU (Kahramanmaraş) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Afşin-Elbistan
Termik Santralinde görev şehidimiz 9 vatandaşımızın mezarlarının bir an önce
belirlenmesi veyahut eğer toprak altından çıkartılamıyorsa anıt mezar dikilmesi
konusunda Hükûmetin bir açıklama yapmasını talep ediyorum. Tekrar, 9
şehidimizin ailelerine, Afşin-Elbistan’a başsağlığı diliyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Gündem
dışı üçüncü söz dış politikadaki son gelişmeler hakkında söz isteyen Ankara
Milletvekili Özcan Yeniçeri’ye aittir.
Buyurun
Sayın Yeniçeri.
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)
A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)
3.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, dış politikadaki son gelişmelere ilişkin
gündem dışı konuşması
ÖZCAN
YENİÇERİ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dış politikadaki son
gelişmeler hakkında gündem dışı söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye’nin jeopolitiğinde çok ciddi ve tehlikeli gelişmeler
yaşanıyor. İran kendisine uygulanan ekonomik ambargoya karşı “Hürmüz Boğazı’nı
kapatırım.” tehdidi çekmiş durumda. Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere
donanmaları bölgede hareket hâlinde. Karşılıklı tatbikat girişimleri var.
Irak’ta Şii-Sünni çatışması için bütün şartlar oluşmuştur. Suriye ise kaynayan
bir kazandır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi kendi başına Doğu Akdeniz’de egemenlik
alametleri sergiliyor. İsrail pusuda bekliyor. Bir kıvılcım bölgede her şeyi
bir anda altüst edebilir. Türkiye olaylara hep hazırlıksız yakalanmaya alıştığı
için bu defa da gelişmeleri aynı lakayıt tavır
içerisinde izliyor. Dış politikada propaganda edilenin aksine Türkiye giderek
yalnızlaşıyor ve coğrafyasında bloke edilir bir ülke hâline geliyor. Bugün
Türkiye dış politikada komşusuna düşman, düşmanına komşu bir strateji izliyor.
Bundan daha elim ve daha vahim olanı ise Türkiye’nin bölgedeki dış
politikasının bir sarkaca dönüşmüş olmasıdır. Bu, ifrattan tefrite, aşktan
nefrete gidip gelen bir sarkaçtır.
Bir
yıl önce yüzde yüz dost ve kardeş ilan edilen ülkelerle Türkiye’nin ilişkileri
bir yıl sonra katil, kalleş, düşman ilişkiler biçimine dönüşmüş durumdadır. Dış
politikanın bu tanımsız ve tarifsiz gelgitlerini tarih ve yüce Meclisin
huzurunda dile getirmek istiyorum. Türkiye’nin bir yıl içindeki politik
değişikliklerini dikkatinize sunmak istiyorum.
Yıl
2010, Türkiye’nin Libya’yla 30 milyar dolar hacmine ulaşan müteahhitlik
hizmetleri var. Libya lideri Kaddafi’nin elinden Sayın Başbakan ödül almak
üzere Libya’ya gidiyor. Yıl 2011, Libya’nın bombalanmasına katkı sağlamak için
Türkiye donanmasını bölgeye gönderiyor.
Yıl
2010, Suriye’yle ilişkilerde Orta Doğu ve İslam ülkelerine açılmakta tarihî
olarak nitelendirilecek gelişmeler yaşanıyor. Türkiye ile Suriye arasında
tarihin koyduğu soğuk duvarları kaldırmak için adım atılıyor. İki ülke arasında
mayın tarlalarının yok edilmesi için karar alınıyor. Türkiye ile Suriye “İki
millet, bir devlet” gibi hareket eder hâle geliyor. Yıl 2011, Suriye’den
Türkiye’ye Scout füzeleri, Türkiye’den Suriye’ye ise Hawk füzelerinin çevrildiği yıl oluyor.
Yıl
2010, Türkiye ile İran arasında sıcak ilişkiler yaşanıyor. 14 Nisan 2010
tarihinde Brezilya Başbakanı Lula ile Başbakan
Erdoğan Washington’da buluşuyor, bir ay sonra nükleer takas anlaşması Tahran’da
imzalanıyor. Yıl 2011, Türkiye önce Amerika, sonra NATO ile vardığı mutabakat
sonucunda İran’a karşı Malatya Kürecik’e Amerika füze
kalkanını yerleştirme kararı alıyor. Böylece, 2010’daki nükleer takas ilişkisi
2011’de İran ile nükleer tehdit ilişkisine dönüşüyor.
Yıl
2010, Irak’ta Maliki Hükûmeti ile Türkiye arasında ilişkiler mükemmel ötesi
iyi. Yıl 2011, Türkiye komşusu Irak’taki hükûmetin mezhep çatışmalarını
büyütmemesi için Amerika’ya Irak Başbakanı Maliki’yi daha fazla şımartmaması
için çağrıda bulunuyor, Amerikalı yetkililer buna “Maliki’nin alternatifi yok.”
cevabını veriyor. Türkiye Irak Başbakanı Maliki ile Amerika üzerinden konuşuyor
ve Irak Başbakanı Maliki Türkiye’nin Irak’ın iç işlerine müdahale ettiğini
iddia ederek bundan Türkiye’nin zararlı çıkacağı türünden küstah tehditler
içeren cevaplar veriyor. “Suriye, Türkiye’nin iç işidir.” sözü de Türkiye’nin
Başbakanına ait bir söz olarak kayıtlara geçiyor.
Şimdi
bir düşünün, bir yıl içinde ne oldu da Türkiye bütün komşularla ilişkileri
sıfırlayarak tersinden dönen bir hâle getirdi? Uluslararası ilişkiler
koy-kaldır, dene-yanıl, yap-boz ilişkisi değildir, aksine uluslararası
ilişkiler bir çıkar sorunu olduğu kadar aynı zamanda bir tutarlılık sorunudur
da. Türkiye’deki iktidar bir yıl içinde neredeyse bütün dostlarını düşmana,
düşmanlarını da dosta çevirmenin maharetini göstermiş bulunmaktadır.
İktidarı,
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliğinin ekonomik krizden çıkışın şartı
olarak gördüğü bölgeye müdahale planlarına alet olmamaya, komşularıyla bir an
önce ilişkilerini onarmaya, mezhep ya da etnik çatışmaların tarafı olmamaya
çağırıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Yeniçeri.
Gündeme
geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç adet önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın, Genel Bilgi Toplama (GBT) işlemlerinin uygulama ve mevzuatının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/106)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na
Genel
Bilgi Toplama (GBT) işlemlerinin uygulama ve mevzuatı hakkında Anayasa'nın 98,
İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince bir Meclis Araştırması açılmasını
arz ve talep ederiz.
Hasip Kaplan
Grup
Başkan Vekili
Gerekçe:
GBT,
Genel Bilgi Toplama kelimelerinin baş harfleri. Fişleme olarak bilinen ve
uygulaması 12 Eylül Darbesi öncesine kadar giden GBT nedeniyle özellikle
Jandarmanın yol aramalarında keyfi olarak seçim konvoylarını durdurması,
araması, milletvekillerinin de aralarında bulunduğu DTP konvoylarını
engellemesi ile son günlerde sıkça, son olarak havaalanlarında GBT araştırması
yapılacak, diye bir haberle gündeme geldi.
Uçuş
güvenliği söz konusu olunca GBT'ye sorulacak. GBT,
kuralları nedir, kim kayıtları tutar, Fişleme kaldırıldıysa, yeni fişleme
nedir, kim neye istinaden yazar? Kırmızı, turuncu ve yeşil gibi renkleri hangi
ölçütlere göre vardır? varsa ne anlama gelir? Bir vatandaş ilgili makama
başvurup, fişinin fotokopisini alabilir mi? Maalesef 'Fişlenme' Türkiye'de
neredeyse kanıksanma noktasına gelmiş çok tehlikeli bir olgu.
Sadece
1988 tarihi itibarıyla ‘GBT/Genel Bilgi Toplama vb'
yöntemlerle fişlenen vatandaş sayısının 4.800.000 kişi olduğu tahmin edilmekte
ve bu fişleme bilgilerine göre; 1 milyon 700 bin kişinin güvenlik
soruşturmalarında hayatlarının etkilendiği tahmin edilmektedir.
Kamu
kurumları, 'sözde' kamusal yetkilerden yola çıkarak kendi vatandaşlarını
fişliyor. İşte GBT bu fişleme yöntemlerinden sadece birisi. Güya yasal olanı...
Bunun dışında başka kurumların da yasal olduğunu iddia ettiği fişlemeleri var.
Bir de tartışmasız yasa dışı fişleme örnekleri var. Batı Çalışma Grubu fişleri,
1. Ordu Fişleri. Jitem fişleri, MİT fişleri,
Genelkurmay istihbarat fişleri gibi.
Demokratik
bir toplumda, devlet vatandaşını fişler mi? Bu fişler ne işe yarar? Bu fişleri,
kim, nasıl kullanır? Türkiye'de bu GBT fişlemesi bir 'yönerge'yle
yapılıyor. Adı, KİHBİ (Kaçakçılık İstihbarat, Harekât, Bilgi Toplama) Bilgi
Toplama Yönergesi. KİHBİ Bilgi Toplama Yönergesi ise yayınlanmamıştır.
Vatandaş, ülkesinde geçerli 'düzenleyici bir idari' işleme/dokümana ulaşamıyor.
AB müzakere süreci reformları da etkili olamıyor. Devlet bazı şeyleri gizli
yapıyor, vatandaşa hesap ve bilgi vermiyor.
Vatandaşın
kaderi kolluğun algılama dünyasına bağlı kılınamaz. Aranan kişilerle, araçlarla
ilgili bilgiler KİHBİ/GBT kartotekslerine/veritabanlarına kaydediliyor. Ayrıca kişilerle ilgili
polisin hiçbir hukuki değer taşımayan çoğu zaman sübjektif notları da
işleniyor. Örneğin bir kişi, bir siyasi suçtan dolayı aklanmış olsa bile o
kişinin bilgileri KİHBİ/GBT de tutulmaya devam ediliyor. Hatta haklarında
hiçbir suç soruşturması olmamış, dava açılmamış vatandaşlarla ilgili bile
"..örgütünün/örgütlerinin üyesidir, o görüşleri benimsemektedir..."
türünden bilgiler bu kayıtlara işlenmektedir. Arama kayıtları ortadan kalkmasına,
beraat ve takipsizlik kararlarına rağmen düşüm yapılmadığı için, binlerce
vatandaş haksız olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmaktadır.
2005
tarihinde yürürlüğe giren yeni CMK'nun 90-99
maddeleri kolluğa yetki vermiyor. Bu yetki 'cumhuriyet savcılarına' aittir.
Adli bilgilerle ilgili veritabanları ancak adli
kurumlar tarafından tutulabilir. Üstelik Türkiye Devleti, UYAP adı altında dev
bir yargı otomasyon projesine başlamıştır. Halen tüm yargı bilgilerinin
tutulmaya başlandığı bu sistem Adalet Bakanlığı/İdarenin kontrolünde ve yasadan
yoksundur. UYAP'ın bağımsızlığa kavuşması yargıya
bağlanması, yasal düzenleme yapılması sorunu var. Adalet Bakanlığı bu sistemin
amaçlarından birisi de polisin tüm adli bilgilere bir 'tuşa' basarak
ulaşmasıdır, derken kolluğun adli bilgilerle ilgili 'ayrı bir veritabanı’ tutmasına gerek yoktur. Uygulamanın,
uluslararası hak ve özgürlükler müktesebatı ile veri kaydı/işlenmesi
müktesebatına aykırı olması da ayrı bir konudur.
Açıkladığımız
nedenlerle vatandaşın en temel hak ve özgürlüklerinin ihlaline yol açan, keyfi
takdiri uygulamalara kapı aralayan GBT/fişlenme konusunda bir meclis
araştırması açılması ve komisyon kurulması yarar bulunmaktadır.
2.- Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın,
kömür üretimi ve ticaretindeki yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/107)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemizin
önemli doğal zenginliklerinden biri olan kömür üretim ve ticaretinde meydana
gelen usulsüzlüklerin ve yolsuzlukların saptanması, kömürle ilgili mevzuata
uygun olmayan davranışların etkilerinin belirlenmesi, bunun ekonomimiz
üzerindeki etkilerinin saptanması ve alınacak sürdürülebilir önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri
gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ve talep ederiz.
Hasip Kaplan
Grup
Başkan Vekili
Gerekçe
Avrupa
Konseyi tarafından 4 Kasım 1999 tarihinde imzaya açılan ve Türkiye Cumhuriyeti
Devleti adına 27 Eylül 2001 tarihinde Strazburg'da imzalanan "Yolsuzluğa
Karşı Özel Hukuk Sözleşmesi'ne" imza atan Avrupa Konseyi üyesi Devletler,
yolsuzluğa karşı mücadelede uluslararası işbirliğinin öneminin bilincinde,
yolsuzluk olgusunun, hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları, hakkaniyet
ve sosyal adalet için ciddi bir tehdit oluşturduğunun, ekonomik gelişmeyi
engellediğinin ve piyasa ekonomilerinin düzgün ve dürüst işlemelerini tehlikeye
koyduğunun altı çizmiş, yolsuzluğun bireyler, Devlet kurumları, Uluslararası
kuruluşlar ve şirketler için menfi sonuçları teyit edilmiştir.
Türkiye
kömür kaynakları açısından oldukça zengin bir ülke olmasına rağmen, kendi kaynaklarını
kullanamamaktadır. Şırnak ilimizde milyonlarca rezerv kömür bulunmasına rağmen,
halkın çıkarına kullanılmamaktadır. TKİ kapatılarak, ihale yoluyla kişilerin
çıkarına kullanılmaktadır. Bu durum kömüre dayalı çevre felaketine yol açacak
kömür termik santral ihalelerini gündeme getirmiştir. 22 Temmuz 2007 ile 29
Mart 2009 yerel seçimlerinde kömür bir seçim propaganda aracı olarak
kullanılmış, dağıtılan kömürün menşei ve kalitesi sorunlu çıkmış, yapılan
ödemelerde şeffaf davranılmamıştır.
Meskenlerde
Kullanılmak Kayıt Şartlı Isınma Amaçlı Kömür İthalatı ve Sanayi'de Kullanılmak
Kayıt Şartlı 'Sanayi Kömürü İthalatı' şeklinde iki ayrı ithalat izni kapsamında
yapılacağı, bu her iki ayrı ithalata konu Kömür Kalite Değerleri’nin
ilgili laboratuvar kontrolleri yapılarak Çevre Bakanlığı'nca belirtilen
parametrelere uygun olup olmadığının araştırılacağı düzenlenmesine rağmen,
yerli yabancı ithalatçı-ihracatçı firmalarla, organize şirketlerin yasalara
aykırı olarak işlem yaptığı görülmektedir. 2002-2007 yılları arası müfettiş
incelemelerinde milyarlarca idari para cezası tahsil edilememiştir.
Gümrük
Başmüfettişlikleri eli altında Yargıya sevk edilen suç fezlekeleri hakkında
yürütülen yasal işlemlere rağmen, ithalatçı firma depolarında duran ve
satılmayı bekleyen standart dışı kömürlere ve diğer varlıklarına, Sahte Kargo
Manifestosu türeterek, bu işte aktif yardım ve yatakçılık
yapan taşıyıcı firma, gemi ve araçlarına el konulmamakta, el konan varlıklar
var ise de bu varlıklar satılmamakta, ithalatçı firmalara kömür ithalat yasağı
ile Firma Sahip ve Yöneticileri'ne yurt dışına çıkma
yasağı getirilmemektedir.Türkiye'deki tüm Kömür
İthalat Limanları'ndan yasalara aykırı olarak sahte
belgelerle gerçekleştirilen Gümrük Kaçakçılığı karşısında etkili ve caydırıcı
bir işlem yapılmamaktadır. lsınma Amaçlı Kömür
niteliği taşımayan standart dışı bu tür kömürlerin çok fahiş, misli misli fiyatlarla Kamu Kurum ve Kuruluşları yanı sıra Özel Sektör'e satılarak, bu tür kömürler üzerlerinden sistemli
bir biçimde ve her yıl gerçekleştirilen milyarlarca dolar tutarlı yolsuzluk
vurgunu yapıldığı basına yansımaktadır.
Kömür
numunesi ile dolu kömür torbalarının ithalatçı firmaca analizi yapan kuruma
getirilip götürülerek analiz ettirilmeleri neticesinde ele geçirilen
"Kaliteli Kömür Analiz Raporları'na "
Gümrük İdarelerinde dayatma yapılarak ithal edilen Rusya ve Ukrayna menşeli,
Türkiye Devleti Isınma Amaçlı Kömür Standartlarına aykırı standart dışı
kömürlerin yurda ithal edilmesi hangi menfaat karşılığında sağlandığı
araştırılması gereken bir konudur. Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulu
Başmüfettişliğince sürdürülen inceleme ve soruşturmalar neticesinde sayısı
binlerle ifade edilen usulsüz kömür ithalat dosyaları hakkında hazırlanan
Soruşturma Raporları olduğu, gereği yapılmak üzere İlgili Cumhuriyet
Başsavcılıklarına sevk edildiği bilinmektedir.
Son
7 yılda yasadışı işlemlerle usulsüz yollardan yurda sokulup Isınma Amaçlı
Kömürler yerine Kamu Kurum ve Kuruluşları yanı sıra Özel Sektöre satılarak
yurda sokulan ortalama 50 Milyon Tonu aşkın standart dışı Sanayi Kömürleri
üzerinden gerçekleştirilen ve toplamı milyarlarca doları bulan ithal kömürlerle
ilgili kaçakçılık yapıldığı, 2007 yılı ve sonrası sahtecilikle, sahte kömür
analiz raporu, sahte kömür kalite sertifikası, sahte CIF. kömür maliyet
faturası gibi işlemlerle devletin milyarlarca zarara uğratıldığı görülmektedir.
Yurda sokulan tüm bu kömürlerin Kamu Kurum ve Kuruluşlarına normaldeki toptan
satış değerlerinin üzerinde fiyatlarla satılarak son yedi yılda devletin
milyarlarca dolar zarara uğratıldığı iddia edilmektedir.
Bu
nedenlerle bir meclis araştırması açılması ve araştırma komisyonu kurulması
gerekmektedir.
3.- Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın, telif hakları konusunda yaşanan sorunların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/108)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemizde
sık sık tartışılan, "Telif Hakları" konusunda, müzik, sinema,
tiyatro, edebiyat, bilim, kültür ve sanat alanında yaşanan sorunların
araştırılması ve bu konuda gerekli çalışmaların yapılması için Anayasanın
98'inci, İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması
açılmasını arz ve talep ederiz.
Hasip Kaplan
Grup
Başkan Vekili
Gerekçe:
Müzik,
sinema, tiyatro, edebiyat, bilim, kültür, sanat alanında telif haklarından,
fikri sınai mülkiyet haklarına, patent, ticari marka ve ticari sırlar rejimi
dâhil her alanda eser sahiplerinin hakları ihlal ediliyor.
Teknik
ve bilişim alanındaki gelişmeler sonucu, dijital ortamdaki eserler olduğu gibi
istenilen sayıda kopya edilebiliyor. Kopyadan kopya kolay çoğaltılmakta,
dağıtılmakta, dijital medyada iletilmekte, elektronik posta ile artık
milyonlarca cep telefonu ile telif hakkına konu olan bir eser postalanmakta,
web aracılığı ile milyonlara ulaştırılmaktadır. Başta müzik endüstrisi olmakla
eser sahipleri zarar görmekte, artık yapımcılar albüm yapamaz duruma
düşmektedir.
Yaşar
Kemal'in, Orhan Pamuk'un, Elif Şafak'ın eserleri korsan olarak ertesi gün her
yerde satılabiliyor. Sinema alanında bin bir emek ve büyük maliyetlerle çekilen
filmler, Yılmaz Güney'in "Yol” filmi, ekranların sevilen dizileri
CD/DVD'lerle anında tezgâhlarda. Sezen Aksu'nun "Gülümse", Tarkan'ın
"Şıkıdım" Şıwan Perwer'in "Xalepce", Zülfü
Livaneli'nin "Özgürlük", Ahmet Kaya'nın "Diyarbakır
Türküsü" gibi binlerce eser MP3'lerde.
Bilgi
ve iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle beraber telif hakları İnternete
taşınmıştır. İnternet üzerindeki elektronik kaynak kullanımının son zamanlarda
artması, bunların kontrolünü gerektirmiştir. Bu kontrol özellikle eser
sahiplerinin hem maddi hem de manevi haklarını koruyacak şekilde sağlanmalıdır.
Sayısal
filigran ve şifreleme ile haksız kullanımları kovuşturmaya ve bunlara karşı
etkin bir koruma sağlamaya ilişkin çalışmalar engelleniyor. Fikri haklar
yönünden yeni teknolojiler sayesinde geliştirilen dezavantajlar, bu
teknolojilerden istifade edenler için bir avantaj oluşturmuştur.
Telif
hakları, yazar ve sanatçıların kendi eserlerine sahip olma haklarının kanunda
ifade edilmesidir. Telif hakları kanunları ülkeden ülkeye değişir. Türkiye'de
telif halkları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) ile korunur.
Bu kanun, ilim ve edebiyat eserleri (bilgisayar programları dâhil), musiki
eserleri, güzel sanat eserleri ve sinema eserlerini konu almaktadır.
Dijital
ortamdaki eserlerin telif haklarının korunması problemine, şifreleme (encyription), "metering"
ve dijital imza gibi metotlarla teknoloji kendi çözümünü getirirken, İnternetin
yaygın ve yoğun kullanıldığı gelişmiş ülkelerde hukuki zeminde bu metotlara
destek olan yeni düzenlemelere gidilmekte veya bu yönde çalışmalar
yapılmaktadır. İnternetin gelişmesi bütün dünyada büyük bir hızla devam ederken
sorunlar çözülmedi.
Yazarların,
sanatçıların, yazılım tasarımcılarının, ilgili kuruluşların, Kültür ve Turizm
Bakanlığının çabaları da soruna çözüm getirmedi. Şifre, parola gibi izinsiz
erişimi engelleyen tedbirleri aşmaya yarayan teknolojinin yasaklanması.
İnternet üzerindeki eserlerin telif hakkı sahipleri, eserlerine izinsiz
erişimi, şifreleme (encryrption), parola vs. gibi
tekniklerle engelleyebilirler. Bu koruma engellerini aşmak, telif hakkının ihlalidir.
Böyle bir ihlalde kullanılabilecek her türlü aracın üretimi, ithali ve dağıtımı
yasaklanabilir, yeni düzenlemelere gidilebilir. Servis sağlayıcıların
potansiyel sorumluluğu var. Kullanıcılara ücret karşılığında İnternet erişimi
sağlayan şirketlere İnternet servis sağlayıcıları olan (ISS)'lere sorumluluk getirilebilir. Telif hakları sorunu küresel
olup, Türkiye’nin bu konuda ev sahipliği yapacağı, dünyanın tanınmış
sanatçılarının, uzmanların, kuruluşların, bileşim dünyasının da katılacağı
uluslararası bir konferans ile çözümü tartışabilir.
Bu
nedenle bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması gerekir.
BAŞKAN
– Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Sayın
Halaman, söz talebiniz var; zaten, dilekçeniz geldi
ve işleme konuldu.
Buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
3.- Adana Milletvekili Ali Halaman, 17/1/2012 tarihli 52’nci Birleşimdeki “23/12/2011
Tarihli ve 6262 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un
oylanmasında sehven “kabul” oyu kullandığına ve oyunu “red”
olarak tashih ettiğine ilişkin
açıklaması
ALİ
HALAMAN (Adana) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum ben.
Dün,
MHP Grubu olarak, Genel Kurul görüşmelerinde ben intibak yasasının gelmesiyle
ilgili kabul oyu vermiştim; o, sehven olmuş, benim oyum reddi. Bunu Genel
Kurula sunmakta fayda gördüm.
Ben
teşekkür ediyorum sizlere, sağ olun.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Alınan
karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına
geçiyoruz.
1'inci
sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası
Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim 2009 Tarihli
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca
Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin
İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve
Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi
Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim
2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak
Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/440) (S. Sayısı: 32)
BAŞKAN
– Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2'nci
sırada yer alan, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı ve Anayasa Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
2.- Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu
Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/487) (S. Sayısı: 138) (x)
BAŞKAN
- Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon
Raporu, 138 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın
milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı İç Tüzük’ün
91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul
edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler
ayrı ayrı oylanacaktır.
Tasarının
tümü üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Adil Kurt,
Hakkâri Milletvekili.
PERVİN
BULDAN (Iğdır) – Başkanım, geliyor.
BAŞKAN
– Sayın Kurt yok.
Tasarının
tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Faruk Bal,
Konya Milletvekili.
Buyurun
Sayın Bal.
MHP
GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı
üzerinde görüşlerimizi açıklamak üzere huzurunuzdayız. Yüce heyeti saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, 1961 Anayasası bir tepki anayasasıydı. Bu tepkinin ortaya koyduğu
badire; 61 Anayasası millete bol geldi, netice itibarıyla ikinci bir ihtilale
kaynak teşkil etti. 1982 Anayasası da bir tepki anayasasıydı. Bu Anayasa da dar
geldi dolayısıyla vatandaşın eli kolu devlete karşı bağlandı, özgürlük alanları
daraltıldı ve güçlü bir iktidar yaratıldı.
Şimdi,
bu etki ve tepki meselesi fizikte bir kuraldır. Bu fizik kuralı fizik disiplini
içerisinde bir anlam ifade eder ancak sosyal olaylarda ve hukuki olaylarda etki
ile tepki fiziksel bir formülün gerektirdiği kurallar dâhilinde çözümlenemez.
Onun yerine sosyal olaylarda ve hukuki olaylarda ortak aklın uzlaşma, sağduyu
dediğimiz ana kurallar dikkate alınmak suretiyle kendi disiplini içerisinde,
ortaya çıkan sorunlara çözüm araması gerekirdi. Gerçek bu iken huzurumuzda
bulunan Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin kanunun temelini
teşkil eden Anayasa değişikliği de bir tepki anayasa değişikliydi. Bu, 367
kararı olarak bilinen Anayasa Mahkemesinin Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili Meclis
kararının iptaline ilişkin karara karşılık tepkiydi. Bu, aynı zamanda
e-muhtıraya karşılık tepkiydi.
(x) 138 S. Sayılı Basmayaız
tutanağa eklidir.
Dolayısıyla,
ortaya çıkan sonuç, nasıl 1961 Anayasası badire olarak ikinci bir ihtilale
kaynak teşkil edecek, yönetilemez bir Türkiye yaratmış ise; nasıl 1982
Anayasası’nın tepki anayasası olarak vatandaşın temel özgürlük alanlarını
daraltan ve onun yerine güçlü bir iktidar yaratan, güçlü bir yürütme organı
yaratan nakisası var ise bu Anayasa değişikliğinin de doğal olarak bir nakisası
oluştu ve bu nakisa sanıyorum 1961 ve 1982 anayasaları kadar vahim bir noktaya
ulaştı.
Değerli
arkadaşlarım, 1982 Anayasası’nda Cumhurbaşkanı, müstakbel Cumhurbaşkanı olacak
Kenan Evren’e göre tanzim edilmiştir, 12 Eylül darbe mantığının ürünü olarak da
güçlü bir Cumhurbaşkanı yaratmak istemiştir. Dolayısıyla da çok aşırı yetkiler
Cumhurbaşkanına verilmiştir. Bu, parlamenter demokratik düzenin denge ve
denetim mekanizmalarını bozmasına ve parlamenter demokrasi içerisinde önemli
bir nakisa olmasına rağmen, Meclis tarafından Cumhurbaşkanının seçilmesi en
azından bu nakisayı çok fazla olumsuz kılacak bir noktaya götürmeyi engelliyordu.
Şimdi, bu kadar aşırı yetkilerle donatılmış olan Cumhurbaşkanının halk
tarafından seçilmesi Cumhurbaşkanlığı makamına aynı zamanda bir meşruiyet ve
halk desteğiyle de bir güç kazandıracaktır.
İşte,
halk desteğiyle elde edilen meşruiyet ve güç, Cumhurbaşkanının mevcut yetkileri
ile birlikte değerlendirildiği zaman karşımıza iki tane temel sorun çıkıyor.
Bunlardan bir tanesi çatışma olacaktır. Çatışma, parlamenter demokraside halka
ve hukuka karşı sorumlu olan iktidar partisinin genel başkanı ve aynı zamanda
Başbakan olan kişi ile Cumhurbaşkanı seçilecek kişi arasında yaşanacaktır. Bu
çatışma, elimizdeki Anayasa’ya göre hiçbir sorumluluğu bulunmayan, sadece
vatana ihanetten dolayı hesap verebilecek olan, halka hesap verme sorumluluğu
bulunmayan, hukuka hesap verme sorumluluğu bulunmayan, iş ve işlemleri yargı
denetiminde bulunmayan Cumhurbaşkanı ile halka doğrudan hesap vermek zorunda
olan ve aynı zamanda iş ve işlemleri itibarıyla hukuka karşı da sorumlu olan
Başbakan arasında yaşanacaktır. Yaşanacak bu çatışmanın da doğal olarak
-silahlardaki eşitsizlik gereği- galibi Cumhurbaşkanı olacaktır. Galibin
Cumhurbaşkanı olmasının anlamı, yürütme organının başındaki kişi sorumsuz
olmasına rağmen, aşırı yetkiyle donatılmış Cumhurbaşkanı olacaktır. Bunun doğal
sonucu olarak da yetkili fakat sorumsuz kişinin sosyolojide, hukuktaki adı
diktatörlüktür. Yani bu anayasa değişikliği ile netice itibarıyla yetkili ama
sorumsuz bir Cumhurbaşkanlığı yaratılmış, yani diktanın, yani diktatörlüğün
adı, kapısı açılmış oldu.
Değerli
arkadaşlarım, halka karşı sorumsuz, hukuka karşı sorumsuz olan Cumhurbaşkanı
mevcut Anayasa’mıza göre yargı üzerinde vesayet sahibidir, bürokrasi üzerinde
vesayet sahibidir, siyaset üzerinde vesayet sahibidir, yasama üzerinde vesayet
sahibidir ve yürütme organı üzerinde vesayet sahibidir. Bu vesayetlerini
sorumsuzluk alanı dikkate alındığında, aşırı olarak yetkilendirilmiş makamının
gereği olarak kullandığı takdirde, yani gidip Bakanlar Kuruluna başkanlık
etmeye kalkıştığı takdirde, bunun tam anlamı, kesin ve net bir ifadeyle
diktatörlük olacaktır.
Değerli
arkadaşlarım, bu parlamenter demokrasinin genetiğini bozacak, parlamenter
demokrasiden bizi ucube bir Cumhurbaşkanlığı sistemine taşıyacak, parlamenter
demokrasideki denge ve denetim mekanizmalarını bozacak ve tek kişi hâkimiyetine
doğru götürecek olan, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin
Anayasa değişikliği, sadece parlamenter demokrasiyle ilgili garabetleri yoktur,
aynı zamanda başka garip ve garabet olarak tanımlanabilecek hususları da
karşımıza çıkarmaktadır. İşte, bunlardan bir tanesi de Anayasa’yı biz halk
tarafından Cumhurbaşkanı seçilsin diye Meclis olarak -biz değil de o zamanın
Meclisi olarak- değiştirdik. Bu değişikliğe göre, bu değişikliğin başlangıcı,
Sayın Gül Cumhurbaşkanı adayı iken 22’nci Dönemde bu Mecliste yapılan
oylamalarda 367 noktasında toplanma yeter sayısı bulunmadığı için, Anayasa
Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Arkasından e-muhtıra verilmişti ve bu iki
olaya karşı da tepki olarak “Madem bu Mecliste seçtirmiyorsunuz, o zaman ben de
halka gider seçilir gelirim.” denilmişti yani Sayın Gül, bu Anayasa değişikliği
yapıldığı takdirde bunun kendisi için yapıldığını biliyordu yani kişiye yönelik
bir Anayasa değişikliği yapıldığını biliyordu. Sayın Gül, aynı zamanda, bu
Anayasa değişikliğiyle ilgili olmak üzere Cumhurbaşkanının görev süresinin yedi
yıldan beş yıla indirildiğini biliyordu ve yine, ikinci defa seçilme hakkının
bulunduğunu biliyordu.
Süreç
böyle devam etmekte iken ve garip bir şekilde o Anayasa değişikliğine 11’inci
Cumhurbaşkanının nasıl seçileceğine dair hükümler de yazılmış olmasına rağmen
yanlış hesaptı, Bağdat’tan döndü, Cumhurbaşkanı bunu veto edince milletvekili
genel seçimiyle birlikte Anayasa referanduma sunulamadı, dolayısıyla da yeni
teşekkül eden, 2007 seçimlerinden sonra teşekkül eden Türkiye Büyük Millet
Meclisi, önündeki İç Tüzük ve Anayasa gereği Mecliste Sayın Gül’ü seçti,
arkasından da Anayasa değişikliği referandumu gerçekleşti.
Şimdi,
karşımızdaki garabet şudur ki Anayasa değişikliği gerçekleştikten sonra Adalet
ve Kalkınma Partisinin yetkili, etkili bütün şahsiyetleri “Artık demokratik bir
Anayasa’ya kavuştuk, Cumhurbaşkanımız da halk tarafından seçilecektir, üstelik
yedi yıllık süre de beş yıla inmiştir.” demiş iken bir müddet sonra bunun uyum
kanunu olarak Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin kanun düzenlendi. O kanunda da
Cumhurbaşkanının süresinin Anayasa’da belirli olduğu şekilde “beş artı beş”
olduğu kabul edilmek suretiyle, herhangi bir düzenleme yok iken bu kanun
Anayasa Komisyonunda görüşülürken geçici bir madde ortaya atıldı. Bu geçici
madde ile… Cumhurbaşkanının görev süresinin -mevcut Cumhurbaşkanımızın görev
süresinin- yedi yıl olacağına dair bir geçici madde konuldu.
İşin
garabeti şurada: Anayasa Komisyonunda bu görüşüldü, hukuki, ahlaki bütün
değerler ile burada olmaması gerektiği noktasında görüşler ifade edildi fakat
parmak üstünlüğü ortaya çıkarak bu geçici madde kabul edildi. Bunun kabul
edilmesiyle birlikte parmakmatik demokrasi bakın ne
hâle geldi: Anayasa ile belirlenmiş Cumhurbaşkanlığının beş artı beş yıllık
süresini kanun ile yedi yıla çıkarmak gibi, yani Anayasa’yı kanunla değiştirmek
gibi bir garip durum ortaya çıktı. Üstelik, bu sadece Anayasa’nın değiştirilmesi
değil, aynı zamanda da halkın iradesinin kanunla değiştirilmesi anlamına
gelmektedir çünkü değiştirilen Anayasa, netice itibarıyla, bir halkoyuna
sunulmuş ve halkın iradesi de yüzde 58 itibarıyla, Anayasa değişikliği
sebebiyle Cumhurbaşkanının görev süresini beş artı beş olarak kabul etmiştir.
Şimdi,
halkın iradesini, Anayasa’yı kanun ile değiştirmeye kalkmanın demokrasinin
neresinde ne gibi bir anlamı olabilir? Bu anlamı hukukçular değerlendiriyor.
Yapılan değerlendirmelere göre elbette ki birtakım bilim adamları “müktesep
hak” gibi söylemlerle “Cumhurbaşkanının görev süresi sonradan referandum
gerçekleştiği için yedi yıldır.” diyenler vardır. Ama aksine bunun hukuki ve
bilimsel temelleri üzerinde tartışmalar yapan, Sayın Hikmet Sami Türk, Sayın
Ergun Özbudun, Sayın Yılmaz Aliefendioğlu, Sayın Şeref
İba, Sayın Kemal Gözler ve Sayın Sami Selçuk gibi
bilim adamları, bu işin uzmanı kişiler, yapılan işin garipliğini ortaya
koymakta ve netice itibarıyla bu kanunun Anayasa’ya aykırı olduğunu, sadece
Anayasa’ya aykırı olmakla kalmayıp siyasi etiğe aykırı olduğunu, siyaset
ahlakına aykırı olduğunu da ifade etmektedirler.
Değerli
arkadaşlarım, bir başka garip husus da -ki ileride daha tehlikeli noktalara
gelebileceğini tahmin ettiğim için değinmek istiyorum- aşırı yetkili ve
sorumsuz olan Cumhurbaşkanına bu kanun ile bir açıdan yardıma ve bağışa muhtaç
kişi gibi bakılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin başını temsil edecek
olan, devlet organları arasında uyumu gözetecek olan en yüksek devlet
temsilcisi durumundaki Cumhurbaşkanını ve aynı zamanda milletin birliğini
temsil eden en yüksek noktada milletin temsil makamında bulunacak
Cumhurbaşkanını yardıma ve bağışa muhtaç kişi hâline getirmekte, diğer taraftan
ise Cumhurbaşkanına yardım edecek veya etmeyecek kişiler arasında bir
kutuplaşma ve inatlaşma yaratmaktadır. Bu kutuplaşma ve inatlaşmada
Cumhurbaşkanı seçilecek kişiye yardım etmeyen kişilerin, bağışta bulunmayan
kişilerin, Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde o Cumhurbaşkanına karşı bakışı,
hâletiruhiyesi ne olacaktır? Bu, onun da
Cumhurbaşkanı olarak kabul edilebilecek midir ya da kendisinin yardım etmediği,
rakibinin yardım etmediği, rakibinin yardım ettiği kişilerin Cumhurbaşkanı
olarak aşırı yetkilerini kullanırken kendisine, kendi sosyal kesimine, kendi
sosyal düşüncesine, kendi siyasi düşüncesine karşı bu aşırı yetkilerin
kullanılacağı kaygısını nereye koyacağız demokratik parlamenter düzende?
Değerli
arkadaşlarım, bunun tabii konulacak herhangi bir tarafı yoktur. Bunun bir tek
adı vardır, o da Cumhurbaşkanlığı seçimine böyle seçim yapılacak adayın yardım
ve bağış toplaması gibi masum gibi görünen bir düzenlemeyi Amerikanvari bir
başkanlık sistemine ya da Fransavari bir yarı
başkanlık sistemine geçiş için bir açılan kapı olarak değerlendirmekteyiz.
Değerli
arkadaşlarım, bu kanun sadece garabetle iştigal eden bir kanun değildir;
Anayasa’ya aykırı, sosyal bilim dallarına aykırı, halkın iradesine aykırı bir
kanun tasarısı olarak karşımıza çıkan, garabet ürünü hükümler taşımasının yanı
sıra abesle de iştigal eden hükümler taşımaktadır.
Değerli
arkadaşlarım, kanunun dörtte 3’ünden fazlası, bilinen Anayasa hükümlerinin
tekrarı ve seçim kanunlarındaki değişik maddelerin oradan buradan devşirme
suretiyle bu kanuna yerleştirilmesinden ibarettir. Meclis, abesle iştigal
etmez. Meclis, kanun yaparken suskun kaldığı bir alan varsa o alanda bilerek
suskun kalmıştır. Meclis, kanun yaparken bir hükmü tekrar ediyorsa bilerek
tekrar ediyordur. Meclis, kanun yaparken noktayı bir yere, virgülü bir yere
koyuyorsa bunu bilerek, isteyerek ve buna bir anlam yükleyerek bu işlemi yerine
getiriyor demektir.
Şimdi,
bizim mevzuatımızda seçimlerin temeliyle ilgili hükümler vardır. Bu hükümler
nedir? Bu hükümler: Seçmen oyunu kendisi kullanır. Bu bilinen bir gerçektir, bu
demokrasinin gereğidir ve seçim mevzuatında vardır. Seçmenin oyunu kendisinin
kullanmasının burada tekrar edilmesinin abesle iştigal dışında bir anlamı var
mıdır? Seçmen oyunu gizli kullanır. Bu, demokrasinin gereğidir, Anayasa
hükmüdür, seçim kanunlarımızın hepsinde vardır. Seçmenin oyunu gizli olarak
kullanacağının bu kanuna yazılmasının abesle iştigal dışında başka bir anlamı
var mıdır? Seçmenin kullandığı oylar açık olarak sayılır. Bu, demokrasinin bir
gereğidir ve bütün seçim kanunlarımızda Anayasa’mızda vardır. Meclis abesle
iştigal etmeyeceğine göre bu da abesle iştigal değil ise bu kanuna yazılmasının
amacı nedir?
Değerli
arkadaşlarım, bunun gibi pek çok hüküm Anayasa’nın aynı cümleleri, seçim
kanunlarının aynı cümleleri tekrar edilmek suretiyle, üstüne üstlük değişik
seçim kanunlarıyla ilgili atıflar yapılmasına rağmen, 298 sayılı Seçimlerin
Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, Milletvekili Seçimi Kanunu,
Siyasi Partiler Seçimi Kanunu, Mahalli İdareler Seçimi Kanunu gibi kanunlar
sayılarak bu kanunlara atıf yapılmasına rağmen böyle abesle iştigal edecek
hükümler garabetin yanında da mevcut bulunmaktadır.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi bu kadar garip, bu kadar Anayasa’ya, bu kadar halkın
iradesine ve bu kadar siyasi ahlaka aykırı bu kanunun görüşülmeleri sırasında
bunları daha teferruatlı bir şekilde Anayasa Komisyonunda izah ettik ancak
Anayasa Komisyonunda bu görüşlerimiz reddedilmek suretiyle görüşlerin
hukukiliği, ahlakiliği ve anayasal açıdan değerlendirilmesi yerine parmakların
üstünlüğü esası kabul edilerek reddedildi yani Türkiye’de artık demokratik bir
yasama süreci değil parmakmatik demokrasinin
hükümleri yürürlüğe girmektedir. İşte burada bir değerli Meclisimizin üyesi
Sayın İyimaya’nın sözleri aklıma gelmektedir. Sayın İyimaya çok veciz bir şekilde ifade buyurmaktadır ki: “Eğer
parmakların aklı olsaydı demokrasiyi yok eden canavarlar ortaya çıkmazdı.”
Evet, Sayın İyimaya çok doğru söylemiş. Parmakların
aklı olsaydı, demokrasiyi yok eden canavarlar ortaya çıkmayacaktı.
Eğer
bu kanunlar görüşülürken parmaklara akıl izafe edecek isek -özellikle iktidar
partisi sıralarında oturan arkadaşlarıma ifade etmek istiyorum- eğer bu
tasarıyı görüşürken parmaklara akıl izafe edecek olur isek, bu tasarının akla,
mantığa, hukuka, siyasi ahlaka ve Anayasa’ya uyan hiçbir tarafı bulunmadığı
gibi, aynı zamanda halkın iradesiyle ortaya konulmuş olan Anayasa
değişikliğiyle halkın iradesini de parmaklarla değiştirmeye yönelik bir durumu
da ortadan kaldırmış oluruz.
Ben
aklıselimin hâkim olacağını, gelecekte ucube bir Cumhurbaşkanlığı sistemiyle
Türkiye’yi diktaya götürecek, gelecekte çocuklarımızı Cumhurbaşkanına oy
veren-oy vermeyen, Cumhurbaşkanı seçimine yardım eden-etmeyen şeklinde
kutuplaştıran bir sürece sokmamak ve Türkiye’yi gerçekten güçlerin
dengelenebildiği, denetlenebildiği, halka karşı hesap verilebilir…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FARUK
BAL (Devamla) – Sayın Başkan, ek süre verebilir misiniz.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim, yok, vermiyoruz Sayın Bal.
FARUK
BAL (Devamla) – Bu görüşlerimi yüce Kurulun takdirlerine sunuyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Tümü
üzerinde, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Adil Kurt, Konya
Milletvekili…
PERVİN
BULDAN (Iğdır) – Hakkâri, Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hakkâri Milletvekili, düzeltiyorum.
ADİL
KURT (Hakkâri) – Sayın Başkan, Allah söyletiyor, bir dahaki sefere Konya’dan
seçiliriz.
BAŞKAN
– Sayın Kurt, biraz önce yoktunuz burada, onun için…
Buyurun.
BDP
GRUBU ADINA ADİL KURT (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu adına, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı üzerine
söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bildiğiniz
üzere, 31 Mayıs 2007 tarihinde Türkiye’de yapılan bir kanun değişikliğiyle
Cumhurbaşkanlığının görev süresi beş yılla sınırlandırıldı. Mevcutta görev
yapan Cumhurbaşkanının artı beş yıl daha, seçime girip artı beş yıl daha görev
yapmasının önü açıldı. Bu kanun o dönem çıkarılırken aslında bu kanunun
mevcutta görev yapan Cumhurbaşkanını da kapsadığı biliniyordu, açık mesaj da bu
yönlüydü. O kanun çıkarıldığında Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün beş yıl
sonra, bu defa halkın önüne konulacak sandıkla yeniden, ikinci bir beş yıl için
Cumhurbaşkanı olup olamayacağına halk karar verecekti. Bundan hareketle Sayın
Gül’ün de dâhil olduğu genel seçimlerde seçilen milletvekillerinin görev
süreleri de -ki bu kanun kapsamında belirlendi- beş yıl değil, dört yılla
sınırlandı. Dört yıl sonra Türkiye’de halkın önüne sandık konuldu ve denildi
ki: ”Biz dört yıl sonra seçim yapıyoruz, milletvekili seçim süresi, görev
süresi dört yıldır.”
Milletvekiline
uygulanan bu müeyyidenin, bu uygulamanın aynı yasayla Cumhurbaşkanına da
uygulanması gerekir, mantıklı olanı budur. Ama, biz mantıklı olanı konuşmayı
bir tarafa koyarsak… Çünkü mantıkla AKP yan yana gelmiyor, çıkarla AKP yan yana
geliyor, dönemsel dengelerle AKP yan yana geliyor çünkü AKP kuantumist
bir mantıkla olaylara, olgulara yaklaşıyor; değerlendirmelerini yaparken konjonktürel denge, durum neye tekabül ediyor, ona göre bir
karar alıyor, ona göre yaklaşım belirliyor.
Bugün
tartışmakta olduğumuz ya da üzerinde konuşmakta olduğumuz bu kanun tasarısı
böylesi kuantumist bir mantığın, olasılıkçı
bir mantığın ortaya çıkardığı bir üründür. Bu ürün iyi bir ürün müdür? Hayır.
Bu ürün defolu bir üründür. Bu kanunu, bu kanun tasarısını bizim. BDP Grubu
olarak, BDP blok grubu olarak tasvip etmemiz, onaylamamız mümkün değildir. Her
aşamada, biz, bu uygulamanın, 2007 yılında çıkan Kanun’a göre, Yasa’ya göre bu
uygulamanın Sayın Gül için de geçerli olması gerektiğini ifade ediyoruz.
Aslında Hükûmet de 2009 yılı sonuna kadar böyle düşünüyordu. AKP Hükûmeti de 10
Aralık 2009 tarihine kadar bu görüşe sahiptir çünkü o dönemde çıkardığı,
hazırladığı bir kanun tasarısı var. O kanun tasarısında Cumhurbaşkanının görev
süresinin beş yıl olduğu bellidir ama şimdi geçici bir madde eklemek suretiyle
bir değişime gidiyor: Sayın Gül’ün görev süresini yedi yıla çıkarma gayreti. Hukuki
midir, yasaya uygun mudur? Elbette ki değildir. En azından geçmiş dönemde bu
Parlamentoda görev yapmış 550 milletvekilinin bir yıllık hak gasbı anlamına geliyor. Eğer milletvekillerinin görev
sürelerini dört yılla sınırlandırmışsanız, yasayı milletvekillerine bu şekilde
uygulamışsanız, Cumhurbaşkanına da aynı şekilde uygulamak durumundasınız. Bu
şekilde uygulamazsanız geçmiş dönem görev yapan milletvekillerinin bir yıllık
hak gasbını sağlamış olursunuz.
Dolayısıyla,
bu geçici maddenin mantığını biraz daha derinden anlamak gerekiyor. Niye böyle
bir madde şu anda Parlamentonun önüne getiriliyor? Niye Sayın Gül’ün görev
süresi beş yıl değil, beş artı beş değil de yedi yıla çıkartılıyor? AKP’nin
dönemsel, konjonktürel yaklaşımına, perspektifine
bakarak anlamak mümkündür. AKP şunu düşünüyor: Kendine göre stratejik hedefler
belirledi, 2023 vizyonu koydu, ki Allah onlara nasip etmez, 2023’te Türkiye’de
gerçek demokrasiyi savunanlar iktidarda olacak. Türkiye 2023’te gerçek
demokratların, gerçekten bu ülkenin geleceğini düşünenlerin iktidarını mutlaka
haiz olacak. O nedenle, vizyon 2023, Türkiye’de demokrasinin vizyon 2023’ü
olacak ondan eminiz ama buradaki konjonktürel
yaklaşımı, buradaki tüccar yaklaşımını şu şekilde okumak mümkündür: Şimdi,
devlet içerisinde kendini kalıcılaştırma politikasını bu dönemde biraz daha
ivme kazandırarak, devletin girilemediği alanlarına da biraz daha nüfuz ederek,
biraz daha tekeline alarak, biraz daha kendi güdümüne, biraz daha cemaatçi
yaklaşımların örgütlenmesine açık hâle getirmek için böyle bir süreye ihtiyaç
vardır. Ama bu süreci idare etmek için de AKP’nin mevcut durumda Erdoğan
olmadan yürüme şansı yok, burası çok açık ve net, bunu biliyorlar. Sayın
Erdoğan’ın on günlük hastalık sürecinde aslında AKP’nin parti olmadığını biz gördük.
Çatırdama başladı, çok başlılık başladı, AKP içerisinde “Biz hiç kimseye biat
etmiyoruz.” diyenler çıkmaya başladı, üst üste demeçler gelmeye başladı. Şimdi,
bir çatırdamayı önleme projesidir bu önümüzdeki geçici madde. Nasıl
önleyecekler?
Esasında
hedef şudur, Adalet ve Kalkınma Partisinin bugün Meclis gündemine getirdiği bu
madde değişikliğiyle ilgili murat şudur, diyorlar ki: “Biz Sayın Gül’ün görev
süresini yaz 2014’e kadar uzatalım -planın bir parçası bu- Sayın Gül Ağustos
2014’e kadar mevcutta Cumhurbaşkanlığını devam ettirsin.” Ama bahar 2014’te
yerel seçimler var Türkiye’de. AKP’nin ikinci hedefi şu: Mart ya da Nisan
2014’te halkın önüne çifte sandık koymayı hedefliyor. Yerel seçimler ile genel
seçimleri birlikte Sayın Erdoğan’ın şefliğinde kotarma gayreti içindedir. Bir,
bu planı devreye sokuyorlar. Mart 2014’te ya da Nisan 2014’te hedeflenen genel
ve yerel seçimleri ya da erken seçimi şunun için planlıyor: Erdoğan’sız
bir seçimi kotarma şanslarının olmadığını düşünüyorlar, kendi içlerindeki konjonktürel hesap bu. Birlikte bu seçime gidelim, 2014’te
baharda yapılacak genel ve yerel seçimlerden sonra, Sayın Erdoğan bu defa
Cumhurbaşkanlığına aday olsun. Bununla iki kuşu aynı taşla vurma gayreti
içindeler.
Şu,
AKP içerisinde mevcutta başlayan bir çift başlılık var, hatta çok başlılık var.
Kendi içinde çatırdamanın seslerini kendileri hissediyorlar, gruplaşmalarını
görüyorlar. Bu çok başlılığın önüne geçmek için bu kurbanlar gereklidir.
Birinci kurban Sayın Gül, bir daha siyasete dönmesin. Şike Yasası’nda biz bunu
çok açık ve net gördük. Şike Yasası’nın veto edilmesi kendi güç sınamasının
ötesinde hiçbir şey değildi. Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde gruplar
kendi güçlerini Şike Yasası’nın vetosuyla ölçme gayreti içinde oldular. Bir
mesaj buraya, Sayın Gül’ü Adalet ve Kalkınma Partisi şimdiden tasfiye planını
hazırladı. Bugüne kadar muhalefete karşı uyguladıkları Ali Cengiz oyunlarını,
AKP artık kendisine uygulama devresine girmiştir. Ustalık döneminin en önemli
argümanlarından bir tanesi de budur. Artık bu Ali Cengiz oyunlarını kendisine
uygulayan bir Adalet ve Kalkınma Partisiyle karşı karşıyayız.
Halk
arasında bir deyim vardır, burada kullanmak istemiyorum ama, biz buna uzlaşıcı
bir gözle yaklaşmayacağız elbette ki. Bu çatırdamanın, bu şirket koalisyonunun
daha uzun sürme şansının olmadığını defalarca, defaatle
söyledik, tekrar etmeye gerek yok. Bu çatırdama bu şekilde ama, kendi içinde
kendisine Ali Cengiz oyunu uygulama gayreti içerisinde olan bir AKP’yi, doğrusu
bu kadar erken Türkiye halkı beklemiyordu diye düşünüyorum.
Şimdi,
biz, bu Cumhurbaşkanlığı Seçimi Yasa Tasarısı’nı onaylarken, aslında
Türkiye'nin demokratik anayasa vizyonuna da bir bakışta kendi vizyonumuzu
koymuş oluyoruz, kendi yaklaşımımızı belirlemiş oluyoruz.
Şimdi,
eğer üç yıl önce hazırladığınız bir yasanın, üç yıl önce bu Meclisten
çıkardığınız bir yasanın üç yıl sonra yok hükmünde olabileceği bir uygulama
içerisine girerseniz, bu, sizin bundan sonra çıkaracağınız yasalara karşı
samimiyetinizin de bir göstergesi olacaktır. Kişiye dönük, kişiye endeksli
yasaları Hükûmet yetkilileri de çok defa burada tasvip etmediklerini, böyle bir
yaklaşım içerisinde olmadıklarını gösterdiler ama bu yasa bal gibi de kişiye
dönük, kişiye özeldir.
Bu,
Adalet ve Kalkınma Partisinin önümüzdeki dönemde demokratik bir anayasa çıkarma
vizyonundan da geri adım attığının göstergesidir, demokratik bir anayasa
istemediğinin, yapmayacağının bir ön adımıdır, mesajıdır. Nasıl algılamak
mümkün? Şunu söylüyor çok açık, net: Bu dönemi zaten ikide bir tırmandırıyor,
şiddet politikalarıyla, kanunsuzlukla, hukuksuzlukla tırmandırarak, toplumu,
halkı, halkları birbirine karşı gerdirme politikasını, birbirinden
uzaklaştırma, birbirine karşı izolasyon politikalarını uygulayarak bu süreci
giderek çıkmaz bir yola sürüklüyor AKP Hükûmeti ama bu dönemde Meclis
hamleleriyle de birilerinin bu sürecin günah keçisi olmasını arzuluyor. AKP,
bunun kendi boynunda kalmasını istemiyor. Çok açık ve net söylüyoruz.
Biz,
Türkiye'nin demokratik anayasa vizyonunun Türkiye halkları açısından ekmek ve
su kadar elzem olduğunu ve bu ihtiyacı karşılamak için olanaklarımızı,
imkânlarımızı sonuna kadar zorlayacağımızı ve sonuna kadar bu süreci
götüreceğimizi ifade etmek istiyoruz ama mevcutta önümüze konulan bu tablo, bu
Kanun Tasarısı’yla, AKP Hükûmetinin üçlü beklenti, üçlü sacayağı
beklentilerinden bir tanesi de anayasa, demokratik anayasa vizyonundan geri
adım attırmaktır, geri adım atmaktır. Bunu yapmayacağının işaretlerini vermeye
çalışıyor. Çünkü bütün gayret şunun üzerine: Bütün gayret, AKP Hükûmetinin, AKP
koalisyonunun, AKP ortaklığının bir müddet daha, bir dönem daha devam
ettirilmesine dönüktür. “Bu şirket koalisyonunu bir dönem daha nasıl devam ettiririz?”in üzerinde hesaplar yapıyor. O yüzden başta da
söyledim, kuantumist bir yaklaşımla, çıkarcı bir
yaklaşımla sürece ve kanunların, kanunlar yaparken bu eksende bakıyor olaya.
Tüm olaylara bakış açısı bu eksendedir. Çıkardığı, Meclisin önüne getirdiği
bütün yasa tasarıları, Meclisin önüne getirdiği tüm gündemlerde öncelik, AKP’nin
önceliği, kendisidir. Kendisini bir dönem daha nasıl yaşatırım? Kendi varlığımı
-Bu çatırdamayı bir süre daha nasıl gizlerim?- nasıl bir süre daha korurum?
Bunun hesabı ve gayreti içerisindedir.
Bu
nedenle de bugüne kadar muhalefet partilerine, muhalefet güçlerine karşı
uyguladıkları türlü Ali Cengiz oyunlarını bu dönem kendi içinde, kendisine
karşı uygulama gayreti içerisine girmiştir. Artık, kendisiyle uğraşan bir
Adalet ve Kalkınma Partisi vardır. Kendi içindeki muhalefetle ya da farklı
görüşlerle, farklı yaklaşımlarla didişen bir Adalet ve Kalkınma Partisi…
Dolayısıyla bu Hükûmetin mevcut durumda Türkiye’nin çözümlerine, Türkiye’nin
sorunlarına demokratik, kalıcı çözüm sağlama gibi bir vizyonu artık olmadığını
burada görüyoruz. Tek gaye, tek gayret “Sayın Erdoğan’ı nasıl bir dönem daha
Başbakanlıkta tutup, daha sonra Cumhurbaşkanlığına taşıyabiliriz?”in
hesabı kitabı yapılıyor burada. Bu hesap kitap da son bir yıl içerisindeki
gelişmeleri okuduğumuz zaman ortaya çıkıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi,
aslında 2010’un başına kadar, Cumhurbaşkanının görev süresinin beş yıl olduğuna
kaniydi, bu şekilde uygulanacağını ifade ediyordu ama bugün, konjonktür
değişti, dönem değişti, halkın beklentileri, talepleri farklılaştı, bu defa,
buradan geri adım atma, bunu farklılaştırma gayreti içerisine girdi.
Unutmayınız
ki, Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin, Cumhurbaşkanının görev süresine ilişkin
yasa düzenlemesi yapılırken onun bir ay öncesine, bir buçuk ay öncesine de
gitmeniz gerekir. 4 Mayıs 2007’de Dolmabahçe Sarayı’nda görüşülenler aslında
bugünkü planın bir parçasıydı. Erdoğan-Büyükanıt görüşmesinin, o günkü
görüşmesinin, Dolmabahçe Sarayı görüşmesinin bir ürününü bugün önümüze koymuş
bulunuyorsunuz. O ürünü tartışıyorsunuz. O defolu ürünü tartışıyorsunuz. Bu
defolu yaklaşım, Türkiye’de demokrasiye kaybettirir, Türkiye’de halkların
geleceğini kaybettirir. Bu oyundan, bu Ali Cengiz oyunundan vazgeçmek
gerekiyor. Eğer gerçekten diliyorsanız, Sayın Başbakan gerçekten bu kadar
Cumhurbaşkanlığı arzusu içerisinde ise, koyun, ağustos ayında ya da eylül
ayında sandığı halkın önüne koyun, seçime girsin, Cumhurbaşkanı olsun. Kimsenin
buna itirazı yok. Girsin seçimlere, kazansın. Abdullah Gül’ü bu şekilde tasfiye
etmenize gerek yok ya da kendi içinizdeki muhalefet didişmesini Türkiye'nin bu
kadar gündemi durumuna getirmeye hakkınız yok. Kendinizle uğraşıyorsanız,
zaten, kulisleriniz vardır, geniştir ve ferahtır, bayağı konforlu kulisleriniz
vardır. Oturun orada, birbirinizle istediğiniz kadar uğraşın, hiçbirimiz de
gelip size “Aman birbirinizle uğraşmayın.” demeyiz ama kendi içinizdeki iç
hesaplaşmaları, bu çatırdamayı, Türkiye'nin gündemi hâline getirmeyin. Bu çok
başlılığı Türkiye'nin gündemi hâline getirmeyin, Türkiye’ye yazık etmiş
olursunuz.
Biz
parti olarak Cumhurbaşkanının görev süresinin, geçmiş dönemde bu Parlamentonun
onayladığı yasayla beş yıl olduğunu düşünüyoruz. Sayın Gül’ün görev süresi
Ağustos 2012’de bitiyor ve Sayın Gül’ün Ağustos 2012’den sonra yeniden seçilmek
için aday olma hakkının olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla bugün önümüze
koyduğunuz bu tasarıyı bu çerçeveden değerlendiriyor ve bu çerçeveden
baktığımız zaman da ret oyu vereceğiz, kabul etmeyeceğiz bu tasarıyı ve
Türkiye'nin gündeminin bu olmaması gerektiğini de bir kez daha söylüyoruz. Bir
yıl boyunca Türkiye'nin gündemini Cumhurbaşkanlığı seçimiyle, Cumhurbaşkanının
görev süresiyle meşgul etmeye hakkınız yok, Türkiye'nin daha acil gündemleri
vardır, Türkiye'nin daha acil sorunları vardır, o sorunları bu Parlamentonun
konuşması gerekiyor. Ama siz,
1)
Kendi iç hesaplaşmanızı,
2)
Demokratik Anayasa vizyonundan vazgeçmeyi,
3)
Kendi iç hesaplaşmanızdan kaynaklı olarak tasfiye politikalarınızı, Ali Cengiz
oyunlarınızı burada, Meclisin önünde, halkın önüne getirip bu şekilde
birbirinizle hesaplaşmayı bu Parlamentoda gündem hâline getirirseniz
Türkiye’ye, Türkiye’de yaşayan halklara, Türkiye’de yaşayan demokratik
dinamiklere haksızlık etmiş olursunuz. Dolayısıyla bu yasa tasarısının, en
azından geçici maddenin hukuka uygun olmadığını, bu maddenin bu hâliyle
onaylanıp Cumhurbaşkanının önüne onay için gönderilmesi en basit tabirle züldür.
Cumhurbaşkanının kendi görev süresiyle ilgili bir yasayı, bu şekilde kendisine
yapılmış bir haksızlığı, bu şekilde gayriahlaki bir yöntemle onaylamaya
zorlamak bu Parlamentonun tercih edeceği bir yol ve yöntem olmamalıdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ADİL
KURT (Devamla) – Biz, tekrar ifade ettiğimiz bu yasa tasarısına ret oyu
vereceğiniz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Konya Milletvekili Atilla Kart.
Buyurun
Sayın Kart. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
görüşülmekte olan 138 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım. Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, yeni Kenan Evrenleri ve Orta Asya tipi demokrasiyi inşa edecek
bir tasarıyla karşı karşıyayız. Bu konudaki kaygılarımızı, eleştirilerimizi
sizlerle somut olarak paylaşmak istiyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti’nde 1924 tarihli Anayasa’dan başlayarak
Cumhurbaşkanlığı görev süresi, hep anayasalarda somut olarak, net olarak,
tereddüde yer vermeyecek bir şekilde açıklık kazandı. Türkiye Cumhuriyeti’ni
yöneten iradeler, devletin en üst makamı olan Cumhurbaşkanlığının görev
süresinin Anayasada belirlenmesini esas aldılar. Bakıyoruz, aynı yaklaşımı
22’nci Yasama Döneminde bu Meclis de göstermiş. 22’nci Yasama Döneminde
31/05/2007 tarihinde 5678 sayılı Kanun’da da yine Cumhurbaşkanının beş
yıllığına ve en fazla 2 kez seçilmesine dair anayasal bir hüküm getirilmiş.
Yetinilmemiş, bu Kanun’un, 5678 sayılı Kanun’un çerçeve 6’ncı maddesinin geçici
18 ve 19’uncu maddelerinde “11’inci Cumhurbaşkanı” vurgusu yapılarak bu konu
daha da somutlaştırılmış. Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ve komisyon
üyelerinin referandum takvimi ve uygulama zorunluluğu sebebiyle “11’inci
Cumhurbaşkanı” ifadesinin konulmaması yönündeki uyarılarına rağmen, 4 Mayıs
2007 tarihli tutanaklardaki uyarılarına rağmen, o dönem egemen olan siyasi
irade bu görüşünde ısrar ediyor. Bu arada ne oluyor? 28 Ağustos 2007 tarihinde
11’inci Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçiliyor. Bunun
devamında da ne oluyor? 5697 sayılı Kanun’la, biraz evvel sözünü ettiğimiz
31/05/2007 tarihli Kanun’un çerçeve 6’ncı maddesindeki 18 ve 19’uncu maddeler
madde metninden çıkarılıyor. Ancak, madde metninden çıkarılırken, burada,
Anayasa koyucu, Cumhurbaşkanının görev süresine yönelik olarak iradesinin
değiştiğine dair, yani yedi yılın devam ettiğine dair bir iradeyi ortaya koymuyor,
bu konuda hiçbir açıklama yapmıyor.
Bakıyoruz,
biraz evvelki söylemlerimizi yine doğrular şekilde, Anayasa’da, biliyorsunuz,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının görev süresine yönelik değişiklikler
yapıldı, Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev sürelerine yönelik değişiklikler
yapıldı, düzenlemeler yapıldı, geçiş dönemini düzenleyen hükümler getirildi.
Bunların her ikisinde de yine bakıyoruz -yakın tarihte, uzak tarihten söz
etmiyorum, 22’nci dönemden, 23’üncü dönemden söz ediyorum- Anayasa’nın 94/3’üncü
maddesinde ve yine Anayasa’nın 147/1’inci maddesinde Anayasal düzenlemeyle bu
hükümlerin düzenlendiğini görüyoruz.
Peki,
daha bir yıl evvel yapılan Anayasa düzenlemelerinde Anayasa hukukunun bu temel
ilkelerinin gereğini yapan Parlamento ya da bu yönde iradesini ortaya koyan
siyasi iktidar grubu bu nitelikteki bir düzenlemeye bugün neden gerek görmüyor,
bunu sorgulamamız gerekiyor, bunu değerlendirmemiz gerekiyor. Bu, aslında,
siyasi iktidarın, Türkiye’yi yöneten, Türkiye’nin yönetiminde egemen olan
siyasi iktidarın, hukuk, demokrasi ve millî irade konularındaki keyfîliğini ve sorumsuzluğunu gösteren çok somut bir gelişmedir.
Bu sebeple şunu önemle ifade ediyoruz: Bu yönde bir irade değişikliğine dair
herhangi bir irade beyanı mevcut olmadığından, Anayasa Komisyonunda kabul
edilen geçici 1’inci maddenin, Cumhurbaşkanının görev süresini düzenleyen
geçici 1’inci maddenin Anayasal dayanağı yoktur değerli milletvekilleri. Bu
safahat karşısında şu çok açık olarak ortaya çıkıyor; cumhuriyet tarihi boyunca
yapılan uygulama ve mevcut meri mevzuat karşısında normatif olarak anayasal
düzenlemeyle yapılması gereken bir düzenlemeyle karşı karşıya olduğumuz hâlde
bunun gereği yapılmamaktadır. Siyasi iktidarın Parlamento aritmetiğindeki
kritik eşik sebebiyle bu yöne başvurmadığı gelişmelerden anlaşılıyor, ortaya
çıkıyor. Anayasa ve demokrasinin bu temel ve vazgeçilmez ilkeleri karşısında bu
ilkelere aykırı olarak bir anlayış ve uygulama içine girilmesinin ve bunda
ısrar edilmesinin “demokrasi” kavramıyla bağdaşması, “millî irade” kavramıyla
bağdaşması söz konusu olamaz.
Siyasi
iktidar, Makyavelist yöntemlerle, Makyavelist
yaklaşımlarla ve dayatmacı anlayışıyla anayasal sistemi sabote etmektedir
değerli milletvekilleri. Bu anlatımlarımız çerçevesinde mevcut
Cumhurbaşkanının, Sayın Abdullah Gül’ün 28 Ağustos 2012 tarihinden sonra tesis
edeceği tüm işlemlerin anayasal dayanağı söz konusu olamayacağından anayasal
sistemde bu anlamda da kaotik bir dönemin başlayacağını şimdiden ifade
ediyoruz. Cumhurbaşkanının bu tarihten sonra tesis edeceği tüm işlemler hem
siyaseten ve hem de anayasal olarak tartışılır hâle gelecektir. Bu durum
toplumda mevcut olan ayrışma ve kutuplaşma sürecinin daha da ileri boyutlara
ulaşmasına yol açacaktır. Cumhurbaşkanlığı makamının meşruiyeti tartışmaları
ülkemiz gündemini bundan böyle de yine meşgul edecektir, daha da önemlisi
değerli milletvekilleri -konuşmamın başında ifade etmiştim- getirilen
düzenlemeyle yeni Kenan Evrenlerin önü açılmakta, 1982 Anayasası’ndaki otoriter
yapı Orta Asya tipi demokrasiye dönüştürülmektedir. Mevcut anayasal sistem
teknik anlamda da anayasa sistematiği anlamında da ucubeleştirilmiştir
değerli milletvekilleri. Bu takdirde yapılacak…
Şunu
yapabilirsiniz değerli milletvekilleri: Siyasi iktidar olarak anayasal sistemde
başkanlık sistemini tercih edebilirsiniz, yarı başkanlığı tercih edebilirsiniz.
Bunun elbette Anayasa zemini içinde tartışması, değerlendirmesi ayrıca yapılır.
Ama getirilen bu düzenlemeyle bunu yaparken ne yapmak gerekiyor? Parlamenter
sistemle bağlantılı olarak Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında yetki, görev ve
sorumluluk dengesini inşa etmek gerekiyor. Peki, bu getirilen düzenlemede bu
yönde bir düzenleme var mı, bir değişiklik var mı? Hayır, böyle bir
düzenlemenin olmadığını görüyoruz. Bu sebeple, getirilen bu düzenleme, çağdaş
demokrasilerde mevcut olan başkanlık sistemine de uymuyor, yarı başkanlık
sistemine de uymuyor, parlamenter sisteme de uymuyor. Anayasa Komisyonu
Başkanının kabul ve itiraf ettiği gibi -tutanaklara geçen ifadesiyle
söylüyorum- ucube bir sistemle, ucube bir düzenlemeyle karşı karşıyayız.
Bu
sistemin demokrasilerde örneği yoktur, bu ucube sistemin demokrasilerde örneği
yoktur. Sayın Bakanın Komisyon görüşmelerinde sözünü ettiği Avusturya ve
Finlandiya gibi ülkelerdeki düzenlemelerin de emsal teşkil etme niteliği yoktur
değerli arkadaşlarım. Çünkü o ülkelerde, evet, bazı ülkelerde, son derece
sınırlı ülkelerde cumhurbaşkanı halk tarafından seçilebiliyor başbakanla
birlikte ama ne yapılıyor? Cumhurbaşkanının sorumluluğunu düzenleyen anayasal
düzenlemeler getiriliyor. Ee ne yapıyoruz? Halkoyuyla
gelen bir cumhurbaşkanı ama halka hesap vermeyen bir cumhurbaşkanı, anayasal
anlamda hiçbir denetim mekanizmasının söz konusu olmadığı bir cumhurbaşkanlığı
makamı. Bunun demokrasilerde yeri
yoktur, bunun hukuk devletlerinde yeri yoktur değerli arkadaşlarım.
Burada
şunu ifade etmek istiyorum geldiğimiz noktada: Biliyorsunuz Anayasa’nın
104’üncü maddesi Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenliyor. 12 Eylülü
yapan 5 kişilik ihtilal komitesi bu düzenlemeyi yaparken, 104’üncü maddeyi
düzenlerken aslında 7’nci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’i esas almıştı, onu
korumayı amaçlamıştı. Buradaki temel amaç şuydu: Bir taraftan 7’nci
Cumhurbaşkanı Kenan Evren’i geniş yetkilerle donatıp diğer yönden ise hiçbir
yasal ve anayasal denetime tabi tutmamak, bu yolla 12 Eylülün o antidemokratik
yapısını olabildiğince uzatabilmek, onun egemen olmasını sağlamak idi; oradaki
düzenlemenin temel amacı buydu.
Getirilen
bu düzenlemeyle ne yapıyoruz? Komisyon raporu düzenlemesiyle ihtilal mantığı ve
kurgusu içinde Kenan Evrenleri korumaya yönelik bu düzenlemeyi daha ileri
boyutlara taşıyoruz. Bilim adamı misyonuna sahip olan tüm akademisyenler, bu
tür bir düzenlemenin demokrasiyle bağdaşmadığını, yetkiyle birlikte paralel
olarak sorumluluklarının ve denetim yollarının da belirlenmesi gerektiğini hep
ifade etmişlerdir.
Gerek
sağ gerek sol ideolojiye mensup olan, aydın namusuna ve tutarlılığına sahip
olan tüm bilim adamları, 12 Eylül 1980’den bu yana, bu Anayasa gerçeğini hep
dile getirmişlerdir. Aslında bu vakıa bile başlı başına, siyasi iktidarın
demokrasi ayıbı ve sakatlığını somut olarak ortaya koymaktadır.
Bu
kronoloji içinde getirilen bu düzenlemeyle 12 Eylül ihtilalinin yarattığı bu
antidemokratik yapı, tam anlamıyla ve tüm kurumlarıyla ihtilal hukuku
boyutlarına ulaştırılmış olmaktadır.
12
Eylül 1980-6 Aralık 1983 dönemindeki yüz beş civarındaki temel kanunun
değiştirilmesine yanaşmayan AKP İktidarının, bunları muhafaza etmek isteyen AKP
İktidarının, demokrasi ve millî iradeyle ilgisinin olmadığı, demokrasiyi
antidemokratik amaçları için araç olarak kullandığı, bu tasarıyla bir kez daha
doğrulanmış olmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, bu söylediklerimizin bir kulağınızdan girip bir kulağınızdan
çıkacağını çok iyi biliyoruz çünkü aradan geçen on yıl bize maalesef bunu
gösterdi ama gelecek nesillere ışık tutmak amacıyla, tarihe ışık tutmak amacıyla,
tarihe not düşmek amacıyla bunları ifade etmek gereğini duyuyoruz.
Bakın,
ne yapıyorsunuz bu düzenlemeyle: On yılı bulan AKP İktidarıyla birlikte kamu
bürokrasisinde oluşturulan parti devleti ve polis devleti yapılanmasının yanına
bu suretle anayasal hiyerarşi yapılanması da eklenmek suretiyle fiilî Başkanlık
sistemi ihdas edilerek Orta Asya tipi bir demokrasiyi inşa etmiş olacaksınız.
Böylece, bir taraftan halk oyuyla ve seçimle gelen, anayasal sistemde çok geniş
yetkilere sahip olan ancak halk oyuyla gelmesine rağmen hiçbir anayasal
denetime tabi olmayan, âdeta bir kral gibi ülkeyi yöneten bir Cumhurbaşkanı,
diğer taraftan ise seçimle gelen ve en üst düzeyde görev yapan ve anayasal
yetkileri birbirinin içine giren Başbakanlık makamıyla yetki kavgası kaçınılmaz
olan bir süreci yaratmış oluyorsunuz, bir fetret yapılanmasını yaratmış
oluyorsunuz değerli milletvekilleri.
Aslında
bu süreç tabii şunun sonucu: Kifayetsiz, muhteris ve öngörüden uzak bir siyaset
anlayışının Türkiye’ye getirdiği sorumsuz ve maceracı ve öngörüden uzak,
tamamen kişisel ve siyasi konjonktüre ve hesaplara göre yapılmak istenilen
düzenlemelerin, yapılmak istenilen, uygulanmak istenilen yönetim anlayışlarının
kaçınılmaz bir sonucunu, bir tablosunu yaratmış oluyorsunuz değerli
milletvekilleri. Bunları ısrarla anlatıyoruz, anlatmaya devam edeceğiz.
Bakın,
bu genel değerlendirmelerin yanında, aslında, komisyon raporunun 11, 13 ve
14’üncü maddelerindeki düzenlemelerin de Anayasa hukuku sistematiği yanında
hukukun genel ilkelerine aykırı olduğunu yine yeri gelmişken ifade etmek
istiyorum. Bu düzenlemeyle, kişiye özgü düzenlemelerin yapıldığını görüyoruz. Hukuk
tekniğine göre genel, soyut ve kapsayıcı nitelikte olması gereken bu
düzenlemelerin adrese teslim birtakım düzenlemeleri getirdiğini görüyoruz.
11’inci
maddede kamu görevlilerinin aday olması hâlinde istifa etmeleri esasını
getiriyoruz. Tamam, doğru bir düzenleme. E, peki, bu kamu görevlileri yanına
Başbakanı niye eklemiyoruz, Cumhurbaşkanını niye eklemiyoruz, Meclis Başkanını
niye eklemiyoruz, bakanları niye eklemiyoruz? Başbakan, bakan ya da Meclis
Başkanı, onların aday olmaları hâlinde, o olağanüstü devlet gücüyle birlikte,
bir, girecekleri yarışta gerçekten sağlıklı, demokratik bir yarışın olması söz
konusu olabilir mi? O devlet nüfuzunun kullanılması, başlı başına o kişiler
lehine nüfuz suistimali yoluyla haksız kazanımlar
sağlamaz mı? Devlet imkânlarının propaganda aracı olarak kullanılmasının yolunu
açmaz mı değerli arkadaşlarım? Neden serbest bir yarışın olmasından
korkuyorsunuz? Neden bunu engellemek istiyorsunuz? Bunları sorgulamak
gerekiyor, bunları değerlendirmek gerekiyor değerli arkadaşlarım.
Bir
diğer husus şu: Kaynağı belirsiz sermaye grupları tarafından oluşturulacak
fonlar üzerinden yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminin anayasal sistemde
yaratacağı tahribatlar başlı başına bir sorun olarak karşımıza gelecektir.
Seçimler öncesinde, propaganda döneminde o finansmanların denetimi yapılmıyor.
Önemli olan o dönemde bu denetimi yapmak. Seçimler yapıldıktan sonra,
seçimlerin sonuçları ortaya çıktıktan sonra yapılacak denetimlerin hiçbir
pratik değerinin olmadığını yine yeri gelmişken ifade etmek istiyoruz. Çünkü bu
yolla, seçimlerden evvel bu denetim yapılmadığı takdirde, orada Cumhurbaşkanı
seçiminin propagandasına yönelik olarak, finansman yapısına yönelik olarak
kayıt dışı bir yapının doğacağının endişesini taşıyoruz. Bu, maalesef bir
Türkiye gerçeği olarak karşımıza gelecektir değerli arkadaşlarım.
Değerli
milletvekilleri, açıkladığımız sebeplerle Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa
Komisyonlarının müktesebatıyla, ciddiyetiyle, sorumluluk anlayışıyla
bağdaşmayan bir komisyon raporu ile karşı karşıyayız. Türkiye’nin yakın
geleceğinde fetret yapılanmasını yaratması kaçınılmaz olan böyle bir
düzenlemenin tarihî sorumluluğuna ve vebaline ortak olmak istemiyoruz. Tarih
önünde siyasi iktidarı uyarmak ve kamuoyunu da bu anlamda doğru bilgilendirmek sorumluluğuyla
karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.
22’nci
Yasama Döneminde birçok zeminde ve 4 Mayıs 2007 tarihli Anayasa Komisyonu
toplantılarında dile getirdiğimiz eleştiri ve kaygılar, maalesef, AKP
iktidarlarının hukuk ve kural tanımaz uygulamalarıyla büyük ölçüde hayata
geçmiştir. Demokrasi ve hukukun nispi kırıntıları bu tasarıyla tümden yok
edilmektedir. Siyasi iktidar bu tasarıyla siyaseten ve anayasal olarak vermesi
gereken hesap verme mekanizmalarını tümden ortadan kaldırmaktadır. Demokrasi ve
hukukun içi boşaltılmaktadır. Bu ve benzeri düzenlemelerle cumhuriyetin değer
ve kazanımlarını etkisiz kılmaya yönelik ideolojik saldırılar en üst düzeyde
himaye altına alınmaktadır. Anayasa yaparken bile toplumu ayrıştıran bir
siyaset anlayışına sahip olan siyasi iktidar, biraz evvel de ifade ettim, bu
tasarıyla bir taraftan yeni Kenan Evrenleri yaratmakta, bir taraftan da Orta
Asya tipi demokrasi inşa etmektedir. Yakın siyasi tarihin demokrasilerin
akıbeti konusunda ortaya koyduğu bir gerçek vardır. Fransız kamu hukukçusu Vedel’in deyimiyle ifade ediyorum: “Demokrasi siyasi
partiler olmaksızın yaşayamaz ancak siyasi partiler yüzünden son bulabilir.”
Cumhuriyet
Halk Partisi, parti devleti ve cemaat yapılanmalarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin
değer ve kazanımlarının yok edilmesine, Türkiye’de faşizmin en üst düzeyde
kurumsallaşmasına fırsat vermeyecektir. Cumhuriyetin değer ve kazanımlarının
demokrasiyle taçlandırılması konusunda da yine tarihî misyonunu yapacaktır,
bunun gereğini yapacaktır. Bu kararlılığı burada bir kez daha ifade ediyoruz.
Sizleri,
yeni Kenan Evrenleri yaratmamak ve Orta Asya tipi demokrasi inşa etmemek
noktasında bir kez daha uyarıyor ve Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Kart.
Tasarının
tümü üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz isteyen Mustafa Şentop, İstanbul Milletvekili.
Buyurun
Sayın Şentop. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, kişisel söz isteyenleri bir okur musun? İç Tüzük
öyle. İç Tüzük’ün bir defa uygulamasını öğren.
AK
PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Değerli Başkan, Meclisimizin
değerli üyeleri; Cumhurbaşkanı seçimi kanunu hakkında AK PARTİ grubunun
görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum, hepinizi hürmetle
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, buradan, neyi görüştüğümüzü bir kere daha hatırlatmak isterim.
Cumhurbaşkanı seçimi kanununu görüşüyoruz. Peki, bu kanun niçin hazırlanmıştı,
niçin önümüze geldi, gündemimize geldi? Anayasa’da daha önce yapılan bir
değişiklikle 102’nci maddenin son fıkrası -müsait olanlar bakabilir-
“Cumhurbaşkanının seçimi, usul ve esasları kanunla düzenlenir.” diyor. Yani Anayasa’nın
102’nci maddesinin son fıkrasının gereğini yerine getirmek üzere hazırlanmış
bir kanunla karşı karşıyayız.
Arkadaşlarımız
konuştular. Burada, tabii, çok büyük laflar edildi. Orta Asya tipi
demokrasiden, tarihî sorumluluklardan, işte faşizmden -Herhâlde bu dönemin en
çok kullanılan kelimelerinden birisi oldu faşizm.- bahsedildi. Peki, ne
yapıyoruz biz? Parlamenter sistemin değiştiğinden falan… Anayasa değişikliğiyle
zaten Anayasa’nın 101’inci ve 102’nci maddeleri 31 Ekim 2007 tarihinden
itibaren yürürlüğe giren bu değişiklikle değişti. Yeni mi bunu fark ediyoruz?
Yeni mi Cumhurbaşkanının halk tarafından seçileceğinin farkına varıyoruz? Yok,
hayır, buna taraftar değilseniz, bu kanunla mı bunun, bu sistemin yeniden
değiştirilebileceğini düşünüyorsunuz?
O
bakımdan buradaki tartışmalar aslında genel, her zaman, her yerde
söylenebilecek sözlerden ibaret. Kanunun içeriğiyle ilgili, yapılmak istenenle
ilgili detaylı ve hukuki bilgiler burada verilmedi, dikkate sunulmadı.
Değerli
arkadaşlar, şimdi, bakın, siyasi bir tartışmadan bahsediliyor, siyasi projeden
bahsediliyor. Bazı arkadaşlarımız burada dile getirdi, komisyonda bu daha açık
olarak konuşuldu. Bakın, Cumhurbaşkanının süresiyle ilgili, 11’inci
Cumhurbaşkanının süresiyle ilgili tartışmalar sadece siyasetçiler arasında
yapılmıyor, akademisyenler arasında da bu tür tartışmalar var. Bu bakımdan
sadece siyasetçiler arasında günlük siyasetin rutini içerisinde bir tartışma
olduğu varsayımıyla hareket edemeyiz. Bu konuda akademisyenler arasında da
Anayasa hukukçuları arasında da tam ortadan ikiye bölünme söz konusu.
Bir
başka arkadaşımız, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle ilgili
düzenlemenin bir tepkisel düzenleme olduğunu ifade etti. Bu konuda biraz
hatırlatma kabilinden detaylara girmekte fayda var.
Arkadaşlar,
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, Türkiye’de muhtelif zamanlarda
konuşulmuştur, tartışılmıştır fakat teorik bir tartışma düzeyinde kalmıştır.
2000’lerin başında bu konu tekrar gündeme getirilmiştir fakat realize edilememiştir.
Cumhurbaşkanının
halk tarafından seçilmesine dair anayasa değişikliği, biraz öncesinde ortaya
çıkan Anayasa Mahkemesinin 367 kararıyla ilişkilidir. Biliyorsunuz, 10’uncu
Cumhurbaşkanının görev süresi sona ereceği zaman, Anayasa’nın, 82 Anayasası’nın
101’inci ve 102’nci maddelerindeki düzenlemelere göre Cumhurbaşkanı seçimi
süreci başlatılmıştır. Parlamento, Cumhurbaşkanını seçmek üzere harekete
geçmiş, adaylar belirlenmiş ve ilk toplantısını da yapmıştır fakat bunun
üzerine, biliyorsunuz, o günlerde Genelkurmayın web sayfasında yayınlanan bir
bildiri var, onun akabinde Anayasa Mahkemesine götürülen seçim süreci var.
Anayasa Mahkemesi, sadece Türkiye tarihinde değil, dünya tarihinde ve anayasa
literatüründe olmayan bir kavramı da literatüre sokarak nitelikli toplantı
yeter sayısını esas alan bir karar verdi. “Nitelikli toplantı yeter sayısı”
literatürde olmayan bir kavram. Anayasa Mahkemesi 367’nin bulunmasını zorunlu
gördü Cumhurbaşkanı seçiminin yapılabilmesi için. Bu detay, tartışmaya girmek
istemiyorum fakat bu kararla beraber Parlamentonun Cumhurbaşkanını
seçemeyeceği, hatta seçmesinin imkânsıza yakın hâle geldiği anlaşılmıştır.
Bunun üzerine, zaten Parlamento seçimlerin yenilenmesi kararı almış ve
seçimlere gitmektedir. Eğer, Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili başka bir sistem
benimsenmediği takdirde yeni oluşacak, seçim sonrası oluşacak Parlamentonun da
Cumhurbaşkanını seçememe, dolayısıyla seçime gitme ihtimali ortaya çıkmıştır.
Bunun üzerine Anayasa Mahkemesinin yorumuyla beraber, 367 yorumuyla beraber
Parlamentonun Cumhurbaşkanını seçme ihtimali ortadan kalktığına göre farklı bir
yol benimsenmesi gerekiyordu. Bu bir tepkisel düzenleme değil, pratik bir
zarurettir. Bu bakımdan, yapılan Anayasa değişikliğiyle Cumhurbaşkanının halk
tarafından seçilmesi benimsenmiştir. Bu bir tepkisel düzenleme değil, birincisi
bu.
İkincisi:
Değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bizim tarihimiz
bakımından da önemlidir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri, siyasi tarihimizde hep
tartışmalı seçimler olmuştur. Özellikle 27 Mayıs 1960’tan sonra 61
Anayasası’nın ilk Cumhurbaşkanı seçilirken yaşanan tartışmaları
hatırlayanlarınız vardır. Merhum Ordinaryüs Profesör Doktor Ali Fuat Başgil Cumhurbaşkanlığına aday olmuştur ve kendisi bizzat
muvazzafların tehdidiyle, sadece ölüm tehdidi değil, aynı zamanda yeni bir
darbe, müdahale tehdidiyle Cumhurbaşkanlığı adaylığından vazgeçirtilmiştir,
senatörlükten istifa etmiş, adaylığı da bu bakımdan düşmüştür. Arkasından
seçilen cumhurbaşkanlarına bakın. 12 Eylül 1980 darbesinin önemli
gerekçelerinden birisi de Parlamentonun Cumhurbaşkanını seçememesiydi. Sonra,
arkadaşlarımız ifade ettiler, ona katılıyorum: 12 Eylül 1980 ihtilali sonrası
hazırlanan mevzuat ve özelikle Anayasa, Cumhurbaşkanlığını başlangıçta Kenan
Evren için hazırlamıştır fakat Cumhurbaşkanlığı makamının bürokratik oligarşinin
bağlantılı bir makamı olarak oluşmasını düşündüğü için, tasavvur ettiği için
bunu hazırlamıştır. Nitekim Anayasa’yı tanıtım konuşmalarında dönemin devlet
başkanı demiştir ki: Daha önceki Anayasa’nın temel problemi, yürütmenin zayıf
olmasıdır. Biz yürütmeyi güçlendiriyoruz. Ama yürütmenin iki kanadı vardır
parlamenter sistemde: Bir Hükûmet -seçilmiş- bir de Cumhurbaşkanlığı makamı.
Biz seçilmişleri, Hükûmeti güçlendirmiyoruz çünkü bunlar siyasetçiler, zaten
memleketi bunlar 12 Eylüle getirdiler. Biz Cumhurbaşkanlığı makamını
güçlendiriyoruz. Niye? Çünkü siyasetle, seçilmişlikle
alakası yok, bürokratik oligarşinin içinden, asker veya sivil gelecek diye. Bu
kurgu, bu paradigma rahmetli Özal hamlesiyle bir ölçüde örselenmiştir, fakat
daha sonra yine paradigma varlığını sürdürmüş. Ama ne zaman ki, Nisan 2007’de,
yeni Cumhurbaşkanını dönemin Parlamentosu seçecek ve Parlamento çoğunluğu
Cumhurbaşkanını belirleyecek hâle gelmiş, o zaman bu paradigmanın çökmesi
noktasına varılmıştır. Onun için, statükonun, müesses nizamın bütün unsurları
devreye girmiş ve bu seçimi imkânsızlaştırmak istemişlerdir. Tabii halk
tarafından Cumhurbaşkanının seçilmesi süreci, bahsettiğim pratik zarurete
ilaveten bir de bu teorik mesele olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye’de
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, sivilleşme bakımından, demokratik
sistemin yerleşmesi bakımından atılmış çok önemli bir adımdır, çok büyük bir
kazanımdır. Bundan geriye Türkiye'nin dönmesi mümkün değil.
Değerli
arkadaşlar, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine dair Anayasa
düzenlemesi yapılırken, değişikliği yapılırken 11’inci Cumhurbaşkanının da
Parlamento tarafından seçilemeyeceği bilindiği için, düşünüldüğü için Anayasa
Mahkemesi kararından sonra, 11’inci Cumhurbaşkanının da halk tarafından
seçileceği varsayılmıştır. Fakat 22 Temmuz 2007 seçimleriyle beraber aziz
milletimiz doğrudan siyasete vaziyet ettiği için, el koyduğu için öyle bir
Parlamento yapısı oluşturmuştur ki, bu Parlamento yapısı Cumhurbaşkanının
Parlamento tarafından seçileceğini göstermiştir.
Burada
Milliyetçi Hareket Partisinin doğru bulduğum tutumunu da bir kere daha
-komisyonda da zikrettim- takdirle anmaktan memnuniyet duyuyorum.
Parlamento
Cumhurbaşkanını seçmiştir, fakat Anayasa değişikliği yapıldıktan sonra -detaya
girmiyorum- Anayasa değişikliğinin referanduma sunulması durumu ortaya çıkıyor.
Referandum ise 21 Ekimde yapılacak. Dolayısıyla, Anayasa değişikliğinin
Parlamentodan geçmiş olmasına rağmen yürürlüğe girmesi için referandum
sonucunun ortaya çıkması gerekiyordu. Dolayısıyla, 11’inci Cumhurbaşkanı
Anayasa değişikliği öncesi hükümlere göre seçilmiştir, Parlamento tarafından
seçilmiştir. Cumhurbaşkanının seçiminden yaklaşık iki ay kadar sonraysa yeni
değişiklik referandum sonucu yürürlüğe girmiştir. Bu süreci hatırlatmakta fayda
var çünkü “Anayasa’ya bakıyoruz, Anayasa’da Cumhurbaşkanının görev süresi beş
yıldır, dolayısıyla bunu niye tartışıyoruz? Getirilen geçici madde, bu
Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’nda getirilen geçici madde hükmü işte Anayasa’ya
aykırıdır.” gibi birtakım değerlendirmeler yapıyor arkadaşlar. Tabii, götürü,
toptancı bir gözle bakarsanız konu böyledir ama detaylara girdiğiniz zaman
böyle değil. Cumhurbaşkanı 28 Ağustos 2007’de seçilmiştir. Cumhurbaşkanının
halk tarafından seçilmesiyle ilgili Anayasa değişikliği ise 31 Ekim 2007’de
yürürlüğe girmiştir. Dolayısıyla burada bir hükmün, hukuk kuralının kendisinden
önceki bir olaya uygulanması mevzu bahistir. Bu detaylara biraz sonra
gireceğim. Burada geçici madde neden konulmamıştır, onu ifade ediyorum.
Şimdi,
Cumhurbaşkanının, 11’inci Cumhurbaşkanının da halk tarafından seçilmesi var
sayıldığı için, seçileceği var sayıldığı için bu bakımdan bir geçiş hükmüne
ihtiyaç olmadığı düşünülmüştür başlangıçta.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Süre, süre, geçici madde süreyle ilgili! Onları doğru anlat
da…
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Anlayacaksın, bir dakika…
Fakat
Parlamento Cumhurbaşkanını seçtikten sonra ise 11’inci Cumhurbaşkanının
seçimini düzenleyen geçici 18’inci ve 19’uncu maddeler uygulanma kabiliyetini
kaybettiğinden, bunların referanduma giden Anayasa metninden çıkartılması söz
konusuydu.
ATİLLA
KART (Konya) – Bunu Anayasa’yla düzenleyin. Niye anayasal düzenleme
yapmıyorsunuz?
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Şimdi, burada, değerli arkadaşlar, geleceğim, yani geçiş
hükmünün, intikal hükmünün Anayasa’yla düzenlenmesi gerekir mi gerekmez mi
oraya geleceğim.
Şimdi,
bu bakımdan konuyla ilgili…
ATİLLA
KART (Konya) – Anlatın da öğrenelim yani biz bilemiyoruz, anlayamıyoruz.
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Atilla Bey, gel sen konuş o zaman istersen. Müsaade et yani
seni dinledik, bitirdin, değil mi?
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Doğruları söylüyor canım, niye kızıyorsunuz?
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Şimdi, arkadaşlar, bu değerlendirmeler hem hukuki sürecin
kronolojisini bilmeden hem de yapılan değişikliğin anlamını tam olarak
kavramadan yapılan değerlendirmeler.
ATİLLA
KART (Konya) – İşte, bizim kavramamızı sağlayın!
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Şimdiye kadar Anayasa’nın açık hükmü…
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Şimdi, bizim getirdiğimiz Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu
Tasarısı komisyonda görüşüldü.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Süre beş mi değil mi?
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Kanunun birçok maddesi var. Bunların elbette bir kısmı
Anayasa’da düzenlenmiş, 101’inci ve 102’inci maddelerde düzenlenmiş hususlar.
E, bu da gayet tabiidir, Anayasa temel esasları getirir, kanunda detaylar,
ayrıntılar vardır.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Süre detay mı?
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Ülke, memleket anayasayla yönetilmez, kanunlarla yönetilir.
Kanunlar anayasadaki temel esasları açan ve uygulanmasını gösteren metinler. Bu
bakımdan anayasada yer alan bazı esasların kanunda yer almasını bir nakisa gibi
göstermek yanlıştır. Birçok kanuna baktığımızda bunu görebiliriz.
Şimdi,
burada birçok husus var, detayları üzerinde görüşülecek, ben geneli üzerinde
konuşuyorum.
ATİLLA
KART (Konya) – Süre konusu Anayasa’da düzenleniyor Sayın Şentop.
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Burada konuşulan konu geçici maddeyle ilgili konu, 11’inci
Cumhurbaşkanının süresiyle ilgili konu, buna dair birkaç hususa değinmek
istiyorum.
ATİLLA
KART (Konya) – Sorularımıza cevap vermediniz Sayın Şentop.
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Bakın, öncelikle bu konu akademisyenler arasında tartışmalı
bir konu; “yedi” diyenler var, “beş” diyenler var; bir zamanlar “yedi” diyenler
var, şimdi “beş” diyenler var; bir zamanlar “beş” deyip de şimdi “yedi”
diyenler de var. Bunların hepsini kötü niyetli olarak görmemek lazım, hukuk
böyledir. “Bir yerde iki hukukçu varsa üç farklı görüş çıkar.” diye bir söz
vardır, ikisinin farklı görüşleri, üçüncünün de onları telif eden görüşü
şeklinde üç farklı görüş olabilir.
ATİLLA
KART (Konya) – Ondan söz etmiyoruz.
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Önemli olan buradaki görüşlerin hukuki bakış açısıyla, hukuk
ve mantık kurallarına uygun olarak ortaya konulmuş olmasıdır.
Şimdi,
bakınız, 11’inci Cumhurbaşkanıyla ilgili, mevcut Cumhurbaşkanıyla ilgili
Anayasa’da bir hüküm var mıdır, yok mudur? Anayasa’da genel olarak Cumhurbaşkanının
süresiyle ilgili bir hüküm var. Ne zaman yürürlüğe girmiş bir hüküm bu? 31 Ekim
2007’de yürürlüğe girmiş bir hüküm. Hâlbuki mevcut Cumhurbaşkanı, 11’inci
Cumhurbaşkanı 28 Ağustosta seçilmiş yani yürürlük tarihinden önce seçilmiş,
önceki bir olay.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Kanun önce çıktı.
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Bu bakımdan mevcut Cumhurbaşkanının durumunu düzenleyen bir
açık hüküm, genel hüküm olmadığı gibi bir geçici madde şeklinde bir geçiş hükmü
de yok.
ATİLLA
KART (Konya) – Anladım da anayasal düzenlemede tartışalım, yasal düzenlemede
değil. Anayasal düzenlemede tartışalım bunları.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Cumhurbaşkanının süresi beş midir yedi midir, onu söyleyin?
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Atilla Bey, bitireyim müsaade edersen, değil mi?
ATİLLA
KART (Konya) – Devam edin canım, size konuşmayın diyen mi var!
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Arkadaki arkadaşa bir şey demiyorum, o zaten âdetini yapıyor
da…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Zaten alışkanlık hâline getirdi.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Beş mi yedi mi, onu söyleyin?
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Ayıp ediyorsunuz yani! Size mi cevap vereyim, konuşmamı mı
tamamlayayım? Sizi itidale davet ediyorum.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Hocam, millet dinliyor sizi! Millet onları dinlemiyor, bizi
dinliyor!
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Arkadaşlar, şimdi, mevcut Cumhurbaşkanının, 11’inci
Cumhurbaşkanının süresiyle ilgili bir düzenleme yok, genel bir düzenleme var
bir kere.
Parlamentonun
iradesinden bahsedildi. Komisyonda da çok konuşulan bir konu bu. Parlamentonun,
arkadaşlar, bir iradesi var, Mayıs ayında ortaya konulmuş. Fakat Parlamento
daha sonra iki kez iradesini değiştirmiş: Bir; 11’inci Cumhurbaşkanının halk
tarafından seçilmesine dair iradesini Mayıs 2007’de ortaya koymuş, fakat daha
sonra 28 Ağustosta Cumhurbaşkanını Parlamento kendisi seçerek bu iradesini
kendisi değiştirmiş. Yine 14 Ekimde yaptığı bir değişiklikle bu sefer geçici 18
ve 19’uncu maddeleri metinden çıkararak iradesini bir kere daha değiştirmiş.
Dolayısıyla, Parlamentonun iradesini bir kere ortaya konulmuş bir irade olarak
görmek de yanlış bu konuda. Dolayısıyla, mevcut Cumhurbaşkanının görev
süresiyle ilgili bir açık hüküm Anayasa’da yok, pozitif hukuk kuralı olarak
yok.
İkincisi;
peki, burada bu kuralı belirleyecek olan kimdir? Yani mevcut Cumhurbaşkanının
görev süresi konusunda madem Anayasa’da açık bir hüküm yok, bu hükmü açıklığa
kavuşturacak kimdir? Parlamento mu, başka bir kurum mu? Bazı arkadaşlar “YSK bu
konuda karar versin.” dediler, Anayasa’ya baktığımızda, YSK’nın yetkilerine
baktığımızda YSK, sadece karar verilmiş bir seçimin yürütülmesinden ve
denetiminden sorumludur. Dolayısıyla, YSK’nın bir seçimin başlangıç tarihine
karar verebilmesi mümkün değil, bu konuda yetkili merci Parlamentodur. Peki
Parlamento bunu nasıl belirleyecek? Nasıl bir düzenlemeyle, kararla
belirleyecek? Bir kanun mu, anayasa değişikliği mi söz konusu? Bu,
Parlamentonun karar vereceği bir husustur. Burada geçiş hükümlerinin
Anayasa’yla düzenlenmesine dair ne uygulamamızda ne de mevzuatımızda bir hüküm
yok.
Ben
süreyle ilgili kendi görüşlerimi de ifade edip huzurunuzdan ayrılmak istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, bir kere, 11’inci Cumhurbaşkanının görev süresi yedi yıldır.
Anayasa’nın hükümlerini, değişiklik öncesi ve değişiklik sonrası hükümlerini
birlikte mütalaa ettiğimizde bu sonuca gayet kolay varabiliyoruz. Önce, bakın,
dikkatinizi çekerim, 101’inci maddede süreyle ilgili hükmün ifadesi farklıydı.
101’inci maddenin değişiklik öncesi hâlinde Cumhurbaşkanının yedi yıl görev
yapacağı veya görev süresinin yedi yıl olacağı yazmıyordu, “Yedi yıllık bir
süre için seçilir yazıyordu.”, hâlbuki yeni düzenlemede “Cumhurbaşkanının görev
süresi beş yıldır.” diye yazıyor. Dolayısıyla, burada bir ifade farklılığı var.
Anayasa koyucunun abesle iştigal etmeyeceğini varsayarak bunu söyleyebiliriz.
Diyorum ki bu ifade farklılığı ortaya farklı bir hukuki sonuç çıkartıyor. Bir
genel ifade “Görev süresi beş yıldır.” ifadesi. Eğer ifade “Görev süresi yedi
yıldır.” olsaydı bu tartışmaları gayet rahat yapabilirdik ama lafzi yorumdan,
seçildiği an itibarıyla Cumhurbaşkanının görev süresini onun şahsında
özelleştiren bir ifade var, “Yedi yıllık bir süre için seçilir.” ifadesi, böyle
bir ifade.
ATİLLA
KART (Konya) – Yasada değil Anayasa’da tartışalım bunları.
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Öncelikle, bu lafzi yoruma dikkatinizi çekiyorum, bu bir.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Anayasa Mahkemesine başvursun Cumhurbaşkanı, başvurabilir.
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Bir dakika…
İkincisi,
normun bütünlüğü ilkesi.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Hocam, niye 2’nci defa seçilmesini engelliyorsunuz
Cumhurbaşkanının? Siz oy vermediniz, ondan dolayı mı?
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Arkadaşlar, Anayasa değişikliği sadece Cumhurbaşkanının
süresini değiştiren bir değişiklik yapmamıştır; Anayasa değişikliğiyle yapılan
bir paket hâlinde, bir sistem değişikliğidir. Bunu ifade etti bazı arkadaşlar.
Nedir? Parlamento tarafından seçiliyor, yedi yıllık süre seçiliyor ve 1 kez seçiliyor; bu bir paket.
İkinci paket ise halk tarafından seçilme, beş yıllık bir süre için seçilme ve
tekrar seçilebilme imkânı.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Halk seçtiğine göre beş yılda bir seçecek halk da.
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) – Normun bütünlüğü ilkesi çerçevesinde bu sadece süre
bakımından bir değişiklik olmadığı için eski sistemin uygulanması gerektiği
konusunda bir tereddüt var.
Bakın,
burada bir başka husus kanunların geriye yürümezliği, buna temas ettim az önce.
Bir hukuk kuralı yürürlüğe girdiği tarihten önceki hükümlere uygulanır mı,
uygulanmaz mı? Bu, hukuk güvenliğiyle ilgili bir husus. Belki bunu daha sonra
arkadaşlar detaylandırabilir.
Bir
başka önemli husus var, bu çok önemli, buna değinmek zorundayım. Arkadaşlar,
parlamenter sistemde Cumhurbaşkanın görevden nasıl ayrılacağı, görev süresinin
nasıl sona ereceği bellidir. Sürenin dolmasıyla olabilir, ölüm hâlinde
olabilir, istifa hâlinde olabilir, görevini yapamayacak derecede bir hastalık
hâli olabilir. Parlamenter sistemlerde Cumhurbaşkanının azliyle ilgili bir
düzenleme yoktur. Parlamentolara Cumhurbaşkanını azletme imkânı verilmemiştir
Yüce Divan meselesi hariç olmak üzere.
Şimdi,
burada Cumhurbaşkanının görev süresinin, seçilmiş bir Cumhurbaşkanının görev
süresinin daha sonra yapılan bir hukuki düzenlemeyle değiştirileceğini kabul
etmek Cumhurbaşkanının dolaylı olarak Parlamento tarafından azledilebileceğini
benimsemek demektir.
Bakınız,
Cumhurbaşkanı yedi yıl için seçilmiş -bazı arkadaşlar süre kısa olduğu için
bunu bir bütün anlayabilir, ben zihinlerinin alacağı bir şekilde de
anlatabilirim bunu- beş yıla indiriyoruz. Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğa
sahip bir iktidar Parlamentoda, eğer bir Cumhurbaşkanından rahatsızlık
duyuyorsa bunun beş yıllık süresini üç yıla indirebilir, dolaylı olarak onu
azletmiş olur, başka bir Cumhurbaşkanı seçtikten sonra da bu sefer beş yıla
tekrar çıkartabilir.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Anayasa’yla yapabilirsiniz. Niye yapmıyorsunuz?
ATİLLA
KART (Konya) – Anayasa’yla yapacaksınız onu.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Anayasal bir engel mi var? Seçilme hakkını gasbediyor
o zaten.
MUSTAFA
ŞENTOP (Devamla) - Eğer biz, hukuki düzenlemelerin, Anayasa değişikliklerinin geriye
yürüyeceğini kabul edersek Cumhurbaşkanının dolaylı olarak azledilmesi yolunu
açmış oluruz. Bu bakımdan da çok önemlidir bu yedi yıllık süre meselesi.
Arkadaşlar,
detayları belki maddelerde tartışacağız. Ben, grubum ve şahsım adına hepinizi
hürmetle tekrar selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Şentop.
Sayın
milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.58
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.11
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu),
Mustafa HAMARAT (Ordu)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 53’üncü Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Cumhurbaşkanı
Seçimi Kanunu Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun tümü üzerinde gruplar
adına konuşmalar tamamlanmıştı.
Şimdi
şahıslar adına ilk söz İstanbul Milletvekili Ercan Cengiz’e aittir.
Sayın
Cengiz, buyurun.
ERCAN
CENGİZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanı Seçimi
Kanunu Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
5678
sayılı Anayasa düzenlemesiyle, Cumhurbaşkanının niteliklerini düzenleyen
Anayasa’nın 101’inci maddesi ve seçimini düzenleyen 102’nci maddeleri
değiştirilerek Cumhurbaşkanının beş yıllık süre için halkoyuyla seçilmesinin
yolu açılmıştır.
Değerli
arkadaşlar, öncelikle ifade etmek gerekir ki Cumhurbaşkanının halkoyuyla seçimi
mevcut Anayasa’da eğreti durmaktadır. Temsil görevi dışında icrai
bir gücü ve görevi bulunmayan, bütün yaptığı iş, kanunları, kararnameleri ve
Bakanlar Kurulu kararlarını imzalamak, bazı kamu görevlilerinin atamalarını
doğrudan yapmak, bazı atamaları da onaylamak olan bir Cumhurbaşkanının
halkoyuyla seçilmesi, bazı siyasi nedenlerle icat edilerek Anayasa’ya monte
edilmiş garip bir olaydır. Bir defa, garip durumlar seçim sırasında başlayacaktır.
Adaylar seçim propagandalarını nasıl yapacaklar, halka ne vaat ederek oy
isteyeceklerdir? “Ben devleti daha iyi temsil ederim, şu şu
görevlere daha iyi adamları bulup atarım.” ya da “Çok iyi imza atarım.” mı
diyecekler? Bir dönemki siyasi atmosferde kızgınlıkla arkası önü iyi hesap
edilmeden yapılmış, Anayasa’nın konseptine uymayan, sırıtan bir düzenlemedir.
Cumhurbaşkanını
halkın seçmesi tabii ki olabilir. Bunun için parlamenter sistemden vazgeçer,
yarı başkanlık ya da başkanlık sistemlerinden birini kabul eder, ona göre görev
ve yetkileri düzenleyerek birbirine uyumlu yasama, yürütme ve yargı
organlarının görev ve yetkilerini de belirleyerek Cumhurbaşkanı halkoyuyla
seçilebilir. Bu konular bütünlük içinde düşünülmeli ve yapılmalıdır.
Mevcut
durum, farklı siyasi düşüncelere sahip bir Cumhurbaşkanı ile hükûmetler
arasında çatışmaya yol açabilecek özellik taşımaktadır. Gücünü doğrudan halktan
alan yetkili ve sorumsuz bir Cumhurbaşkanı ile aynı şekilde Parlamento ve
hükûmet arasında çekişme ve çatışma çıkması kaçınılmaz bir durum olarak
karşımıza çıkacaktır. Parlamenter sistemimize de zarar verecektir. Neyse ki
yeni bir anayasa yapım süreci başlamış durumda ve bu görünen sakıncalar telafi
edilebilecek durumdadır.
Değerli
arkadaşlar, burada, Cumhurbaşkanı seçimini düzenleyen yasada önümüze çıkan
mesele, mevcut Cumhurbaşkanının görev süresinin beş mi, yoksa yedi yıl mı
olduğu hususudur. Öncelikle ifade etmek isterim ki mensup olduğum Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun ve hem de benim kişisel görüşüm, mevcut Cumhurbaşkanının
görev süresinin, Anayasa’ya uyumlu bir şekilde, beş yıl olduğu yönündedir.
Neden beş yıl? Bir defa, Anayasa süreyi beş yıl ile sınırlamış durumdadır.
“Değiştirilen Anayasa maddesinde süre yedi yıl olarak belirlenmişti, Sayın
Cumhurbaşkanı da o hükümlere göre -yedi yıl için- seçildi, mevcut
Cumhurbaşkanını bağlamaz.” diyerek geçiştirilemez. Böyle bir düşünce siyasi
yaklaşım olur, “Efendim, biz böyle istiyoruz.” demek olur ki bu aynı zamanda
konuya keyfî bir yaklaşım da olur. Siyasi niteliği olan görevler için
“kazanılmış hak” kriteri söz konusu olmaz. Cumhurbaşkanlığı, milletvekilliği,
bakanlık gibi görevler, kişiler için kazanılmış hak gibi gösterilebilecek
görevler değildir. Siz seçilir ve o görevi yaparsınız. Seçildiğiniz siyasi görev,
şahsınıza bağlı, kazanılmış bir hak değildir.
Değerli
arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığı süresiyle ilgili değişiklik kamu hukuku ve usul
hukukuyla ilgili bir değişikliktir. Kamu hukuku ve usul hukukuyla ilgili
konularda kazanılmış bir hak söz konusu olamaz. Cumhurbaşkanlığı süresi kamu
hukukuyla ilgilidir ve Cumhurbaşkanlığı hiç kimse için bir hak değildir.
Cumhurbaşkanlığı, aynı zamanda, yetkili bir mercinin
seçimiyle yapılan siyasi nitelikli bir görevdir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanının
görev süresi beş yıla indirilmiştir. Halkın vekilleri, yetkinin doğrudan sahibi
olan halkın iradesini hiçe sayarak süreyi yedi yıla çıkaramaz. Bu aynı zamanda
yetki aşımı olur.
Hukukta
kazanılmış haklar kişiye hak olarak verilen şeyler için söz konusu olabilir ve
özel hukukun konusudur. Cumhurbaşkanlığı kişiye hak olarak verilmiş bir şey
midir? Milletvekilliği için de öyle değil mi? Sormak lazım: Bugün Anayasa’yı
değiştirerek milletvekilliği süresini üç yıla düşürsek mevcut Parlamento dört
yıl görev yapabilir mi? İşin bir de ahlaki bölümünü hesap etmeliyiz.
Cumhurbaşkanlığı
süresini yürürlükten kaldırılan eski Anayasa maddesine bağlamak siyasi ahlaka
da uygun değildir. O zaman bütün bu
değişiklikler ne için yapıldı? O zaman Parlamento iradesi neden süreyi beş yıl
ile sınırladı? Süre yedi yılda tutulabilirdi pekâlâ.
Yasayı
yapan o iradeyi yok sayarsak demokrasi de hukuk da yara alır. Parlamentoda
grubu bulunan AKP dışında bütün siyasi partiler beş yılda birleşmiş durumdadır.
Bu husus da mutlaka dikkate alınması gereken bir husustur.
Sayın
Cumhurbaşkanı esasen bu konudaki görüşünü açıklamayarak görev süresinin yedi
yıl olduğunu işaret etmiş durumdadır. Bu ısrar sürerse Cumhurbaşkanlığı makamı
tartışmalı hâle gelecektir. Kaldı ki Anayasa’da mevcut Cumhurbaşkanlığının
süresinin yedi yıl olduğu öngörülseydi bu konuda geçici bir düzenlemeye yer
verilirdi. Bunun yapılmayarak net beş yıllık bir süre konulmuş olması
Anayasa’nın mevcut ve gelecek Cumhurbaşkanları için kesin düzenleyici bir
emridir.
Değerli
arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığı görev süresi, cumhuriyet tarihi boyunca yapılan
uygulama ve mevcut meri mevzuat karşısında normatif olarak anayasal düzenleme
ile yapılmalıdır. Süreyi etkileyecek ya da iddiaya göre belirsizlik yaratan bir
durum söz konusu ise bu belirsizliği giderecek düzenlemenin de anayasal düzeyde
yapılması zorunluluğu vardır.
Diğer
bir husus: Hukuk devletlerinde mevcut normatif bir düzenlemede değişiklik
yapılmak isteniliyor ise yine eş değer düzeyde bu iradenin ortaya konulması
zarurettir. Hukuki teminat ve istikrara müdahale edilmemesi, keyfiliklerin
önlenmesi için idare hukukunda kabul edilen “paralellik ilkesinin” gereği
olarak da bu anayasal kültüre uymak gerekmektedir.
Siyasi
iktidarın, Parlamento aritmetiğindeki kritik eşik sebebiyle, anayasal
düzenlemede sıkıntı yaşayabileceği endişesiyle yasal düzenleme yolunu seçtiği
anlaşılıyor.
Değerli
arkadaşlar, Anayasa’da Cumhurbaşkanlığı için beş yıldan başka bir süre
bulunmuyor. Bu kanun ile yedi yılı önermek Anayasa’ya aykırıdır. Mevcut süreye
karşın “kazanılmış hak” bahanesiyle daha uzun bir süre önermek siyasi bir
tavırdır, konuyu kişiselleştirmektir. Tekrar vurgulamak gerekiyor,
Cumhurbaşkanlığı siyasi bir kamu görevidir. Kamu hukukunda ve usul hukukunda
“kazanılmış hak” diye bir şey olmaz.
Bilindiği
gibi aynı Anayasa değişikliğiyle milletvekilliği genel seçiminin beş yılda bir
değil dört yılda bir yapılması hükme bağlanmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
2007’deki seçimden dört yıl sonra seçime gitme kararı almıştır. Alınan bu
karar, erken seçim kararı niteliği de taşımamıştır. Bu konu da emsal niteliğinde
örnek bir uygulamadır.
Türkiye,
son yıllarda öyle bir hâle geldi ki her şey tartışılıyor; yerleşmiş, oturmuş
hiçbir kuralı bulunmayan, henüz yeni hukuk devleti olmuş, demokrasisini inşa
etmeye çalışan bir ülke görüntüsü veriyor. Siyasette de, hukukta da hiçbir
kuralı olmayan âdeta bir kabile devleti görüntüsü veriyoruz. Dünyada A’dan Z’ye
her şeyi tartışma konusu olan başka bir ülke var mı? Zannetmiyorum, kabilelerin
bile kendi örflerine oturmuş bir hukuki düzenleri var. Ama bugün neredeyse bin
yıllık bir devlet geleneği ve yüzyıllık bir demokrasi geleneği olan ülkemizde
hiçbir kural yok, her şey tartışmalı. Bu nedir biliyor musunuz? Bir kişinin
isteklerine göre dizayn edilen bir devlet yönetimi anlayışı. Devletin başında
bulunan kişi her şeyi düşünüyor ve karar veriyor. Geriye kalan devlet
mekanizmasının görevi ise en yüksek karar vericinin isteklerini yerine
getirmek. Bugünkü yaşadığımız hukuk kaosunun bütün nedeni bu. Siyasi görüşlere
göre hukuk yorumları yapılıyor. Eğer o kişi beş yılı işaret etseydi eminim ki
bugün “Yedi yıl” diyenler beş yılı savunuyor olacaklardı.
Önümüzde
bulunan Cumhurbaşkanlığı meselesi de öyle. O kişi kendisinin ne zaman
Cumhurbaşkanı olacağına karar vermiş, buna göre zamanlamış, ayarlamış,
isteklerini iletmiş. Önümüze gelen yasa işte böyle bir şey, beklenen metinden
başka bir şey değil.
Bu
sebeplerle bu düzenlemenin Anayasa’ya, ahlaka, demokratik kurallara aykırı
olduğunu işaret ediyor ve karşı olduğumuzu beyan ediyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Cengiz.
Şimdi
söz sırası Adalet Bakanı Sadullah Ergin’de.
Buyurun
Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşmekte olduğumuz Cumhurbaşkanı Seçimi Yasası üzerinde Hükûmetimizin
görüşlerini açıklamak üzere söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Malumunuz
bu düzenleme, Anayasa’mızın 102’nci maddesinin son fıkrasında öngörülen
emredici hükmün gereği yapılan bir düzenlemedir. Bunu benden önceki değerli
konuşmacılar da dile getirdiler.
Değerli
milletvekilleri, Anayasa’mızın 6’ncı maddesinde egemenliğin kayıtsız şartsız
millete ait olduğunu vurgulayan düzenleme var. Yine 8’inci maddesinde ise
yürütme yetkisi ve görevinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından
Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılacağı ve yerine getirileceği hüküm
altına alınmıştır. Anayasa’mızın 104’üncü maddesinde de Cumhurbaşkanının
devletin başı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini
temsil ettiği, Anayasa’nın uygulanmasını ve devlet organlarının düzenli ve
uyumlu çalışmasını gözeteceği hükme bağlanmış, aynı maddede Cumhurbaşkanına
yasama, yürütme ve yargı organlarıyla ilgili önemli görev ve yetkiler
verilmiştir. 105’inci maddede ise Cumhurbaşkanının sorumsuzluğu düzenlenmiştir.
Cumhurbaşkanlığı seçimine gelince, hem 1961
Anayasası hem de 1982 Anayasasında cumhurbaşkanlarının Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarafından seçilmesi düzenlemesi vardır. Bu seçim sistemi
cumhurbaşkanlarının seçimlerinde çok derin siyasal krizler ve kilitlenmeler
yaşanmasına yol açmıştı geçmişte. Örneğin Parlamento 1980 yılı Nisan ayından
itibaren Eylül ayına kadar geçen süreçte
Cumhurbaşkanı seçimini tamamlayamamıştı. Bu siyasi kilitlenme istenmeyen
olayların yaşanmasına ve 12 Eylül 1980 darbesinin yapılmasına en büyük gerekçe
olarak tarihte gösterilmiş durumda. Hatta benzer sorunlar 1961 Anayasası
döneminde de yaşanmıştı. 15 Ekim 1961 tarihinde yenilenen Parlamento ve Senato
seçimlerinden sonra Cumhuriyet Halk Partisi 173 milletvekili ve 36 senatörle
Parlamento ve Senatoda temsil edilmiş ancak çoğunluk darbe ile devrilen
Demokrat Partinin devamı niteliğindeki partilerin eline geçmişti. Darbeden bir
buçuk yıl sonra Mecliste Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı ancak söz konusu seçim
yapılmadan önce askerin tek adayı Cemal Gürsel olarak temayüz etti. Buna
karşılık, Adalet Partisi listesinden bağımsız senatör seçilen Profesör Ali Fuat
Başgil de adaylığını ilan etti. Bu gelişme cunta
tarafından istenmeyen bir durumdu. Oluşan yeni Meclis yapısı karşısında Cemal
Gürsel’in seçilmesi zora girmişti. Bunun üzerine cunta devreye girerek 2
general vasıtasıyla, Başgil’in başına silah dayanmak
suretiyle adaylıktan vazgeçirilmesi sağlanmıştı.
1980
yılından önce yaşanan sıkıntıların benzerlerinin yaşanacağı endişesiyle, 1982
Anayasası’nın Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili 102’nci maddesi müzakereleri
sırasında bu sıkıntılar değerlendirilerek Cumhurbaşkanının halk tarafından
seçilmesi yönünde görüşler dile getirilmiştir. Ancak Cumhurbaşkanının halk
tarafından seçimine ilişkin bu önergeler, yerleşmiş siyasi gelenekler gerekçe
gösterilerek o dönemde kabul edilmemiş idi. Yine cumhurbaşkanlarının halk
tarafından seçilmesi tartışmaları 1946 yılında da yapılmış, ancak o dönemde de
bu yönde bir sonuç elde edilememiş idi.
Bu
tartışmaların yeni olmadığını, 1946 yılından beri siyasi yaşamımızda sıkça bu
tartışmaların yapıldığını ifade etmek üzere bu örnekleri sizlerle paylaştım.
1980
öncesi yaşanan sıkıntıların aynısı olmamakla birlikte benzeri sorunlar önceki
Cumhurbaşkanlarımız merhum Özal ve Sayın Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı
olarak seçilmelerinde de yaşanmış idi.
2007
yılında Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yaşananlar ise hepimizin hafızasında
hâlâ canlı olarak duruyor. Detaylarına girmek istemiyorum 2007’nin çünkü çok
yenidir ve henüz hafızalarda tazeliğini koruyor.
2007
yılında yaşanan bu kilitlenme, söz konusu soruna köklü ve kalıcı bir çözüm
getirilmesini zorunlu kılmıştır. 31 Mayıs 2007 tarihli ve 5678 sayılı Kanun’un
halk oylaması sonucunda, halkımız yüzde 69 kabul oyuyla Anayasa’nın 101 ve
102’nci maddelerini değiştirmiştir. Yapılan bu değişiklikle, Türkiye
Cumhuriyeti’nin en büyük temsil makamı olan Cumhurbaşkanının halk tarafından
seçilmesi kabul edilmiştir.
Bu
süreçte, parlamenter sistemde Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi
yöntemine birtakım eleştiriler getirilmiştir, bugün de bu eleştiriler getirilmeye
devam edilmektedir. İlk eleştiri olarak Cumhurbaşkanının halk tarafından
seçilmesinin parlamenter sistemle uyuşmayacağı dile getirilmiştir, ancak
parlamenter sistemlerde cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bilinmeyen
bir yöntem, yabancı bir yöntem değildir. Bu sistemle yönetilen ve parlamenter
sisteme sahip olduklarından kuşku duyulamayacak olan Avusturya, İzlanda,
İrlanda ve Finlandiya gibi bazı Avrupa ülkelerinde devlet başkanlarının seçimle
iş başına geldikleri bilinen bir gerçektir.
Öte
yandan, Cumhurbaşkanının yetkilerinin çok fazla olduğu eleştirisi de
yapılmaktadır “Sorumsuz bir Cumhurbaşkanı bu kadar yetki kullanıyor.” Bu
eleştiriler aslında 82 Anayasası’ndaki Cumhurbaşkanı için yapılabilecek doğru
eleştirilerdir.
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – O zaman niye değiştirmiyorsunuz?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Ancak 2007’de yapılan Anayasa değişikliğiyle
bundan sonra cumhurbaşkanları halk tarafından seçileceğinden, halk tarafından
seçilen bir Cumhurbaşkanı için bu yetkilerin fazla olduğunu ileri sürmek doğru
olmayacaktır. Ancak burada da dile getirilen bir husus vardır, o da “Bu kadar
yetki kullanan Cumhurbaşkanının sorumluluğu konusu nasıl olacaktır?”
Anayasa’mızın 105’inci maddesinde Cumhurbaşkanımızın sorumsuzluğu düzenlenmiştir.
Değerli
arkadaşlar, tabii 2007 şartlarında yapılan, o gün Parlamentoya yapılan
dayatmalara karşı Parlamentonun bir refleksi olarak ortaya çıkan gelişmeler
idi. Bu aslında eleştiri olarak doğru bir eleştiridir, yetkili olan bir
Cumhurbaşkanının bir şekilde hesap verme durumunun da düzenlenebilmesi lazım,
ancak şu anda Parlamentomuzda çalışan Anayasa Uzlaşma Komisyonunun yapacağı bir
büyük çalışma, bütün çalışma içerisinde bu hususun da değerlendirilmesinde
fayda olacağını ben de mütalaa etmekteyim.
ATİLLA
KART (Konya) – İnandırıcı değil Sayın Bakan, gerekçeniz inandırıcı değil.
Yıllardır bunu söylüyoruz, bugün söylemiyoruz.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, diğer taraftan
Cumhurbaşkanını halkın seçmesi, yani seçim tabanının genişletilmesi demokratik
katılımın sağlanması bakımından da çok olumlu, ileri ve yerinde bir adımdır.
Aslında bu tartışmaları biz 2007’de Parlamentoda yapılan düzenlemeler esnasında
çokça yaptık, dolayısıyla bugün tekrar bu kürsüden dile getirildiği için bunları
yinelemek ve bu eleştirilere bir miktar değinmek zorunda hissediyorum kendimi.
Ayrıca,
Cumhurbaşkanının daha etkin temsilî bir karaktere sahip olmasının yolu
açılmaktadır. Cumhurbaşkanını halkımızın seçmesi toplum tarafından
Cumhurbaşkanlığı makamının meşruiyetine olan inancı güçlendirecek, herkesin
temsiline imkân sağlayacak, millet nezdinde bir psikolojik güven ve rahatlık
temin edecektir. Cumhurbaşkanı, halktan aldığı güç ve yetkiyle sistemin
işleyişinde gerektiğinde inisiyatif alabilecek, kriz çözücü bir pozisyona sahip
olabilecektir. Bunun bir sonucu olarak Cumhurbaşkanı, siyasal hayatımızda denge
ve istikrar unsuru olabilecek makam sahibi olarak yerini alacaktır.
Bu
noktada, sistemdeki siyasal krize ve kilitlenmelere yol açma potansiyellerinin
ortadan kaldırılması da son derece önemlidir. Bu nedenle, söz konusu makamın
geniş katılım ve doğrudan temsil esasına dayanan serbest seçimle belirlenecek
bir kişi tarafından doldurulması sorunların bir çoğunun ortaya çıkmasını
önleyecektir.
Anayasa’mızın
102’nci maddesinin son fıkrasında Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usul ve
esasların yasayla düzenleneceği hükmüne yer verildiğini belirtmiştim.
Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı da bu emredici hükmün gereğini yerine
getirmekten ibarettir aslında.
Değerli
arkadaşlar, seçildiği dönemde yürürlükte bulunan Anayasa hükmü uyarınca seçilip
göreve başladıktan sonra, 5678 sayılı Kanun’un halk oylamasında kabul edilerek
yürürlüğe girmesi üzerine, 11’inci Cumhurbaşkanının görev süresiyle ilgili
değişik görüşler ortaya çıkmış ve tartışılmaya başlanmıştır.
5678
sayılı Anayasa Değişikliğine İlişkin Kanun, kabul edildiği dönemde yaşanan
süreç sebebiyle 11’inci Cumhurbaşkanının halk tarafından seçileceği
düşüncesinden hareketle kaleme alınmış ve hatta 11’inci Cumhurbaşkanının halk
tarafından seçilebilmesine imkân sağlayan seçim usulü hükümlerine ilişkin
geçici 18 ve 19’uncu maddeleri de bu Kanun kapsamında düzenlenmiş idi.
Dolayısıyla, bu yasama faaliyetleri kapsamında, 5678 sayılı Kanun’a
Cumhurbaşkanının görev süresine ilişkin olarak herhangi bir geçiş hükmü
öngörülmesi söz konusu olmamış, böyle bir ihtiyaç da bulunmamıştı, yoktu o
dönemde. Ancak 11’inci Cumhurbaşkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
seçilmesi üzerine 5678 sayılı Kanun’un geçici 18 ve 19’uncu maddeleri 16 Ekim
2007 tarihli ve 5697 sayılı Kanun’la Anayasa metnimizden çıkartılmıştır. Bu
yasama faaliyeti Anayasa Mahkemesine götürülmüş ve Anayasa Mahkemesi bu Kanun’un
Anayasa’ya aykırı olmadığına karar vermiştir.
11’inci
Cumhurbaşkanının görev süresinin olayı yöneten hukukta öngörülen süre olduğu
konusunda geçiş hukuku ilkeleri bakımından bir duraksama yoktur. Esasen
Cumhurbaşkanlığı makamının anayasal yapısı da aynı sonucu zorunlu kılmaktadır.
Aksine durum, kurucu iktidarın ya da yasama organının görev süresine müdahale
etme suretiyle bu makamın istikrarsızlaştırılmasının teamülü yolu açılmış olur.
Oysa Anayasa’mız, 105’inci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü dışında, yasama
organının görevdeki Cumhurbaşkanının görev süresini etkileyebilecek girişimleri
önleyici niteliktedir.
Mevcut
Cumhurbaşkanının görev süresi konusunda hukuk bilimi bakımından bir tereddüt
yok ise de konjonktürel olarak dile getirilen kimi
duraksamaların yasama iradesiyle kesin biçimde giderilebilmesi anayasal imkân
dâhilindedir. Anayasa’nın 102’nci maddesinin son fıkrasında yer alan
“Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.” hükmü
de bunu açıkça işaret etmektedir.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Usule, esasa girmiyor; öze giriyor, öze.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Bu çerçevede tasarıya Anayasa Komisyonu
görüşmeleri esnasında eklenen geçici maddeyle hukuk bilimi ve hukuk devleti
ilkesi bakımından açık olan bir konuda normatif kesinlik sağlamak amacıyla
11’inci Cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıl olduğuna dair hüküm
konulmuştur.
Değerli
arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin bu yasaya ilişkin yapılan
eleştirilerden bir tanesi de -tasarının komisyonlarda görüşmeleri sırasında da
dile getirildi, bu kürsüde de dile getirildi- aday olacak Başbakan ve
bakanların görevlerine devam etmesi noktasındaki eleştirilerdir. Bildiğiniz
gibi, bugün itibarıyla da 3 bakan hariç, seçimlerin yenilenmesi hâlinde
Bakanlar Kurulu, Başbakan görevinin başındadır ve görev yapan bakanlar ve
Başbakanın seçimde bu konumunu kullanmaması adına seçim yasalarında bunu
önleyici hükümler düzenlenmiştir, o önleyici düzenlemelere bu yasada da atıf
yapılmıştır. Dolayısıyla, söz konusu endişeye mahal bırakacak bir hâl
kalmamıştır, yasada bununla ilgili önlemler de alınmış durumdadır.
Değerli
milletvekilleri, aslında konu yeterince tartışıldığından ben çok fazla
detaylara girmeyeceğim, yalnız bu kürsüde yapılan bir iki değerlendirmeye
ilişkin birkaç cümle ifade etmek istiyorum.
Konuşma
yapan bir değerli milletvekilimiz, Anayasa’da yapılan düzenlemenin bu yasa
metninde de tekrarlandığını, yasa koyucunun abesle iştigal etmeyeceğini dile
getirdi. Anayasa’da düzenlenen 102’nci maddedeki hususların Cumhurbaşkanlığı
Seçim Yasa Tasarısı’nda da önemli ölçüde tekraren metne konulduğunu ifade
ederek bu hususu eleştirmiştir.
Aslında
normal hiyerarşisinde, alt norm üst normdaki hükümleri ihtiva eder. Kanun,
anayasadaki çerçeveleri kendi içerisinde, metninde barındırır; yönetmelik,
kanunda belirlenen hususları metni içerisinde barındırır; genelgeler de
yönetmeliklerdeki hükümleri kendi içerisinde barındırırlar.
Bu
anlamda mevcut yasalarımızda çok sayıda bunun örneği de vardır. Baktığınızda,
Anayasa’mızın 68’inci maddesinde seçim kanunlarına ilişkin, seçimin temel
esaslarına ilişkin önemli düzenlemeler vardır. Siyasi Partiler Yasası’nın
11’inci maddesine baktığınızda, Anayasa’daki hükümler aynen seçim yasalarına,
siyasi partiler yasalarına bire bir olarak alınmıştır. Yine aynı örnekleri
Danıştay Yasası’nda görebilirsiniz. Bunun örneklerini çoğaltmak mümkün. Bu,
Türk hukuk sisteminde, mevzuat yapım tekniğinde öteden beri uygulanagelen bir
husustur.
Değerli
milletvekilleri, ben bu aşamada daha fazla sözlerimi uzatmayacağım. Hem
Komisyon aşamasında hem geçen yasama döneminde anayasa yapım sürecinde bu konu
çokça tartışıldı; Anayasa Komisyonunda tartışıldı, Genel Kurulda tartışıldı,
kamuoyunda tartışıldı. Bu dönem yasanın yenilenmesi amacıyla yapılan
çalışmalarda tekrar Anayasa Komisyonumuzda, hem üst komisyonda hem alt
komisyonda çokça tartışmalar yapıldı, bugün Genel Kurulda tekrar konuşuyoruz.
Dolayısıyla, maksadın hasıl olduğunu düşünüyorum.
Bu
yasa çalışmasının ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini diliyor, Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Şahsı
adına söz isteyen İdris Şahin, Çankırı Milletvekili.
Buyurun
Sayın Şahin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İDRİS
ŞAHİN (Çankırı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 138 sıra sayılı
Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum. Yüce
milletimizi ve ekranları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımızı saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Anayasa’nın “Başlangıç” bölümünde, kuvvetler ayrımının, devlet
organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmediği, belli devlet yetki
ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iş bölümü
ve iş birliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu
vurgulanmıştır. Anayasa’nın 6’ncı maddesinde egemenliğin kayıtsız şartsız
millete ait olduğu da vurgulanmıştır. Anayasa’nın 104’üncü maddesinde ise,
Cumhurbaşkanının devletin başı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk
milletinin birliğini temsil ettiğini, Anayasa’nın uygulanmasını ve devlet
organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözeteceğini belirtmiştir.
31/5/2007
tarih 5678 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun ile Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük temsil makamı
olan Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi suretiyle seçim tabanının
genişletilmesi ve demokratik katılımın daha çok sağlanması yöntemleri belirleme
sürecine milletin etkin katılımının temini, halkın seçtiği Cumhurbaşkanının
tarafsız, partiler üstü tutum sergilemesi amaçlanmış ve Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nın 101’inci ve 102’nci maddelerinde değişiklikler yapılmıştır.
102’nci maddenin son fıkrasında ise “Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usûl ve esaslar kanunla düzenlenir.” hükmüne yer
verilmiştir.
Anayasa’nın
102’nci maddesinin son fıkrası gereğince, cumhurbaşkanı seçimine ilişkin usul
ve esaslar Anayasa Komisyonunca tasarıda yapılan değişiklikler ve ilave edilen
geçici maddeyle huzurunuza çıkarılmıştır. 138 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
titiz bir çalışma sonucu huzurunuza geldiğini özellikle belirtmek isterim.
Tasarı
ve Komisyon Raporu ile cumhurbaşkanı seçimi, adaylarda aranacak nitelikler,
adaylara yardım konusu; seçim öncesi, seçim günü ve seçim sonrası yapılması
gereken işlemlere ilişkin usul ve esaslar düzenlenmektedir.
Anayasa’nın
101’inci maddesinin birinci fıkrasında Cumhurbaşkanın halk tarafından
seçileceği belirtilmiştir. Halkın seçimi Cumhurbaşkanının icraatlarına meşruluk
kazandıracaktır. Doğrudan demokrasinin yansıması olacak halktan gelen güçle
Cumhurbaşkanı inisiyatif kullanan, kriz çözen, denge ve istikrar unsuru hâline
gelecektir. Bu düzenlemeyle Cumhurbaşkanı partiler üstü bir konum kazanacaktır.
101’inci
maddeyle Cumhurbaşkanının seçimindeki sistem tamamen değişmiştir. Değişiklik
öncesi Cumhurbaşkanı bir sefere mahsus yedi yıllık süre için Parlamento
tarafından seçilir iken, sonrasında halk tarafından seçileceği, görev süresinin
beş yıl olduğu ve bir kimsenin en fazla iki defa seçilebileceği düzenlenmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; önümüzdeki Kanun Tasarısı Anayasa’nın 102’nci
maddesinin son fıkrası gereği huzurunuza getirilmiştir. Öncelikle bu yasanın
bir temel yasa olduğu unutulmamalıdır. Yasanın tümü üzerindeki tartışmalar
geçici maddede belirtilen Cumhurbaşkanının görev süresine ilişkin düzenleme ve
tartışmalarının gölgesinde kalmakla birlikte, özellikle Komisyonda 5’inci
maddede “Seçimin geri bırakılması”, 11’nci maddede “Adayların görevden
ayrılması ve göreve dönmesi”, 13’üncü maddede “Propaganda”, 14’üncü maddede
“Adaylara yardım” maddeleri üzerinde uzunca tartışılmıştır. Geçici 1’inci
maddeyle, 11’inci Cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıl olduğu, “31/5/2007
tarihli ve 5678 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce seçilen
Cumhurbaşkanları, iki defa seçilememeleri kuralı dâhil, Anayasa’nın değişiklik
öncesi hükümlerine tabidir.” hükmü getirilmiştir. Öncelikle, böyle bir hükme
ihtiyaç olup olmadığı tartışmalıdır. Sorunun, idari işlem kuramına uygun
biçimde ve idare hukuku ilkeleri gözetilerek çözümlenmesi gerekmektedir.
Mevcut
Cumhurbaşkanının seçilme yöntemine ve kaç yıl için seçildiğine ilişkin Anayasa
maddesi 2007 yılının onuncu ayında değiştirilmiştir. Yani, Cumhurbaşkanının
görev süresi beş yıldır ve bir kişi en fazla 2 defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.
Ancak, değişik maddesinde sadece görev süresiyle ya da tekrar seçilmeyle ilgili
olmayan çok önemli bir değişiklik daha vardır ki, o da Cumhurbaşkanının halk
tarafından seçileceği düzenlemesidir. Oysa değişiklikten önce,
Cumhurbaşkanının, Meclis tarafından, yedi yıllığına ve yalnızca 1 kez
seçilebileceği yönündedir. Görüldüğü üzere, yeni Anayasa’da Cumhurbaşkanının
görev süresinin beş yıl olduğu kabul edilmiş olmakla birlikte, mevcut
Cumhurbaşkanının seçildiği sıradaki norma göre, Cumhurbaşkanının görev süresi
yedi yıldır.
Peki,
Cumhurbaşkanı yedi yıl mı, yoksa beş yıl mı görev yapacaktır? Bu sorun nasıl
çözülecektir? Bu noktada, konuya idare hukuku ilkeleri üzerinden bakmak
gerekmektedir. Öncelikle, idare hukukunda kuralsallık
ilkesi geçerlidir. Bu ilke uyarınca, idare hukukunda, hukuki durumların
içerikleri önceden belirlenmiştir. Yani, kişi bir statüye girerken statünün
içeriği hazırdır ve kişiye göre belirlenmez. Konumuz açısından da kuralsallık ilkesi gereğince, Cumhurbaşkanının,
Cumhurbaşkanı seçilmesinden önce belirlenmiş kurallara göre seçilmesi ve bu
kuralların belirlediği statüye uygun bir görev tanımına sahip olması
gerekmektedir. Üzerinde durulması gereken diğer ilke ise, kanunların geçmişe
yürümezliği ilkesidir. Bu ilkeye göre bir kural ya da soyut norm, ancak bu
kural ya da soyut norm yürürlüğe girdikten sonraki durumlar için
kullanılabilir. Bu, hukuk devleti ilkesinin çok önemli bir gereği ve alt
ilkesidir. Bu ilke hukuksal güvenliği, hukuksal öngörebilirliği
sağlar. Yine idare hukukunda “müesses durum” denilen bir statü vardır. Konumuz
bakımından müesses duruma bakarsak, mevcut Cumhurbaşkanı 2007 yılının 10’uncu
ayından önceki anayasal duruma göre, anayasal kurala göre seçilmiştir yani yedi
yıl görev yapmak üzere seçilmiştir, bu seçime ilişkin tüm aşamalar tamamlanmış
ve seçime ilişkin Parlamento kararı Resmî Gazete’de
yayımlanmıştır. Tüm bu aşamalar tamamlanarak yedi yıllığına seçilmiş bir
Cumhurbaşkanı seçiminden sonraki Anayasa değişikliğiyle görev süresinin beş
yıla indirileceğini söylemek müesses durum ilkesine aykırı olup adalet
duygusuna uygun değildir. Dolayısıyla sonraki kuralın önceki kuralın yarattığı
statüyü sınırlandırabileceğini ya da ortadan kaldırabileceğini kolaylıkla
söylemek mümkün değildir, aksine görüş önemli hukuksal ve siyasal tehlikeleri
de beraberinde getirir. Unutulmamalıdır ki parlamenter rejimin güçler ayrılığı
ya da güçler dengesi ilkesinden yoksun bırakılması düşünülemez. Cumhurbaşkanı ile
Parlamentonun karşılıklı olarak donanmış oldukları hak ve yetkilerin
Parlamentonun dilediği gibi davranmak suretiyle karşı güç hâline bozulabileceği
söylenemez. Kısacası, muhtemel bir çekişme Cumhurbaşkanının görev süresinin
kısaltılması suretiyle devlet başkanlığından uzaklaştırılabileceği sonucunu
doğurabilecek bir değerlendirme yapılamaz. Bu durumda, mevcut Cumhurbaşkanının
statüsü konusunda herhangi bir istisna düzenlemesi getirmeyen Anayasa kuralının
mevcut Cumhurbaşkanının seçildiği andaki statüsünü sürdürmesi yönünde içeriğe
sahip olduğu açıktır, aksi bir yorum Anayasa’nın üstünlüğü ilkesine aykırı
olacaktır. Değinilen idare ve Anayasa hukuku ilkeleri ışığında varılacak sonuç,
Cumhurbaşkanının görev süresinin seçildiği sıradaki yürürlükte olan Anayasa’da
yazmakta olan yedi yıl olduğudur. Yeni anayasal düzenlemedeki beş yıllık görev
süresi ise bu yeni anayasaya göre seçilecek Cumhurbaşkanı için geçerli
olacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi burada iradesini ortaya koymak
suretiyle Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’na geçici bir madde koyarak
belirsizliği ortadan kaldırmış ve Yüksek Seçim Kuruluna, sadece Meclis
tarafından belirlenecek tarihe göre seçim takvimi düzenleme görevi kalmıştır.
Demokrasi ile idare edilen rejimlerde son söz daima Meclisin olmalıdır. Bu
düzenleme ile de Meclis bu yetkisini kullanmıştır. Uzunca bir süre milletimizin
gündemini meşgul edecek bu konunun görüşülmekte olan yasayla çözümleneceğini
umuyorum.
Ayrıca
huzurunuzdan ayrılmadan önce, Çankırı Milletvekili olarak güzel bir güne
Çankırı’da tanıklık edemediğimi üzülerek belirtmek istiyorum. Çankırı
Belediyemiz, on sekiz ayda on sekiz yeni projenin bugün itibarıyla startını
veriyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İDRİS
ŞAHİN (Devamla) – Başkanımızı buradan tebrik ediyor, projelerin Çankırı’mıza ve
milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Şahin.
İç
Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşmelere devam
edilmesini talep eden bir önerge vardır, okutuyorum:
TBMM
Başkanlığına
138
s.sayılı kanun tasarısının tümünün görüşmelerinin
İçtüzük 72’ye göre devam etmesini arz ederim.
Oktay Vural Mustafa Kalaycı Sümer
Oral |
İzmir Konya Manisa |
Muharrem
Varlı Reşat
Doğru |
Adana Tokat |
Gerekçe:
Cumhurbaşkanlığı
gibi önemli bir makamın seçimine ilişkin bir düzenleme hakkında
milletvekillerinin daha fazla bilgi edinmesini temin etmek için görüşmeler
devam etmelidir.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza…
III- Y O K L A M A
(MHP
ve CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
OKTAY
VURAL (İzmir) – Toplantı yeter sayısı…
BAŞKAN
– Sayın Vural, Sayın Akşener, Sayın Bal, Sayın Oral, Sayın Korkmaz, Sayın
Öztürk, Sayın Varlı, Sayın Işık, Sayın Doğru, Sayın Türkoğlu, Sayın Halaçoğlu,
Sayın Aslanoğlu, Sayın Genç, Sayın Akar, Sayın Öztürk, Sayın Ağbaba, Sayın Tanal, Sayın Özel, Sayın Soydan, Sayın Bayraktutan.
Yoklama
için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.- Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu
Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/487) (S. Sayısı: 138) (Devam)
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Şimdi
yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın
Işık, Sayın Doğru, Sayın Türkoğlu, Sayın Erdem, Sayın Halaçoğlu, Sayın Varlı,
Sayın Tüzel ve Sayın Erdoğan sisteme girmişlerdir. Yeniden girmelerini talep
ediyorum lütfen.
Sayın
Işık, buyurun.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, bilindiği gibi, 2007 yılında yapılan Anayasa referandumuyla
Cumhurbaşkanlığının görev süresi beş artı beş olmak üzere değiştirilmiştir.
Şimdi Sayın Başbakanın Cumhurbaşkanı adayı olması için önünde herhangi bir
yasal engel var mıdır? Sayın Gül’ün tekrar aday olması hâlinde beş artı beş
olmak üzere on yıllık görev süresi Adalet ve Kalkınma Partisi için çok mu uzun
gelmektedir? Açıklarsanız memnun olurum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Doğru…
REŞAT
DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Daha
önce Cumhurbaşkanlığı görevi yapmış olanlar önümüzdeki seçimlerde tekrar
Cumhurbaşkanı adayı olacaklar mıdır, olabilirler mi? Seçimlere giremezlerse
bunun sebebi nedir? İnsan haklarına aykırı olmaz mı?
İkinci
sorum da, ülkemizde 1,5 milyon civarında kredi kartı borcunu ödeyemeyen ve icra
takibine uğramış olan insanlar vardır. Kredi kartı borçlularının durumlarının
yeniden tanzim edilebilmesi ve yeniden borçlandırılabilmesiyle ilgili olarak
herhangi bir kanuni düzenleme Hükûmet tarafından yapılmakta mıdır? Bunu
öğrenmek istiyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Türkoğlu…
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, üniversiteye siyasal bilgiler fakültesinde başladığımızda bizlere devlet
sistemleri anlatıldı. Bu çerçevede parlamenter sistem, başkanlık sistemi, yarı
başkanlık sistemi gibi devlet yönetim şekillerini öğrendik. Bizim cumhuriyet
dönemi boyunca uyguladığımız sistem parlamenter sistemdi. Bu sistemde, Meclis
kendi içinden bir hükûmet çıkarmakta ve Cumhurbaşkanını da seçmektedir.
Şimdi,
bu tasarıyla Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir. Sizi de hukuk
fakültesinden mezun eden hocaların da merakını gidermek için soruyorum:
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği bu sistemin adı nedir? Bize
öğretilen yönetim şekillerinden hangisine girmektedir?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Erdem…
ENVER
ERDEM (Elâzığ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakanım, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’na konulan bu geçici maddeyle 11’inci
Cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıl olarak kabul edilmesi ve yeniden aday
olamaması ile ilgili düzenleme, Sayın Başbakanın Cumhurbaşkanlığı veya
düşünüldüğü şekliyle başkanlık sistemine giden yolda önündeki engellerin
kaldırılmaya yönelik tedbirler midir?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Varlı…
MUHARREM
VARLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, 2007 seçimlerinde 23’üncü Dönem milletvekilleri beş yıllığına seçilmişti
ancak referandumdan sonra yaptığınız açıklamada -gerek sizin siyasi partinizden
gerekse hukukçuların- dört yıl olduğu... Ve dört yıl sonucunda da seçime
gidildi. Netice itibarıyla “Cumhurbaşkanı da yedi yıllığına seçildi.”
diyorsunuz ve “Onun için bu düzenlemeyi yapıyoruz.” diyorsunuz.
Cumhurbaşkanının süresi de beş yıla düşmüş olmuyor mu? Bu bir.
İkincisi;
“Tekrar seçilemez.” maddesini koyarak, Cumhurbaşkanının tekrar seçilmesini,
demokratik hakkını elinden almış olmuyor musunuz? 23’üncü Dönem
milletvekillerinin bir yıllık seçilmiş olan haklarını gasbetmiş
olmuyor musunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Tüzel…
ABDULLAH
LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, bu Cumhurbaşkanı görev süresindeki
çelişkiyi gidermek üzere Parlamentoda bir yasa hazırlığı yapıldığı anlaşılıyor.
Şimdi “Halk seçecektir.” deniyor ancak yine buradaki hazırlanan yasa
tasarısında, Meclisin gösterdiği adaylar halka oylatılması düşünülüyor. Şimdi,
bunun adı demokrasi mi olacaktır?
Sonuç
itibarıyla herkesin aday olabilmesi gerekirken, yükseköğrenim şartı, Türk
vatandaşlığı gibi yine Türk milletine çağrı yapan bir yaklaşım ne kadar demokrasiyle
bağdaşmaktadır?
Meclis
çoğunluğuyla istediği gibi bir yönetme, Hükûmetin bugün gözettiği tek yönetim
biçimi. Biraz daha iktidarda kalmak için yapıldığı çok anlaşılır bir şekilde
ama aynı zamanda da kendi Hükûmet partisi içindeki çelişkileri gidermeye dönük
de bir hazırlık olduğu anlaşılıyor. Bunu demokratik bir düzenleme olarak kabul
etmek mümkün değildir.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Erdoğan…
MEHMET
ERDOĞAN (Muğla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Şimdi,
atanamayan öğretmenler, 606 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle mağdur edilen
bir sürü kamu yöneticisinin sorunları varken şu anda Anayasa’mızda açıkça
belirtilen konularla ilgili olarak Anayasa’ya aykırı bir şekilde kanunla
düzenleme yapmak için Meclisin zamanını harcamamıza neden gerek duyuldu? Bunu
öğrenmek istiyoruz.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Kuşoğlu…
BÜLENT
KUŞOĞLU (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, tüm milletvekilleri gibi tutuklu milletvekillerinin de Cumhurbaşkanı
adayı olmaları mümkün. Böyle bir durumda kampanyalarını nasıl yürütecekler ya
da seçildiklerinde ne olabilecek? Bunlarla ilgili bir fikrinizi almak
istiyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Türkkan…
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Benim sorum Sayın Millî Eğitim Bakanına olacak.
Sayın
Bakan, Ankara eğitim…
BAŞKAN
– Sayın Türkkan, konuyla ilgili, Hükûmeti şu anda temsil eden Sayın Adalet
Bakanına soru sorabilirsiniz.
Buyurun.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Efendim, bugün basında da çok bahsedilen bir konu. Sayın
Bakanı görmüşken müsaade ederseniz aksettirmek istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Ankara’da Eğitim-Bir-Sen Ankara 1 Numaralı Şubede sekreter
olarak görev yapan Sayın Avni Zengin’i, on bir yıllık eğitimci olmasına rağmen
şube müdürlüğüne atamışsınız. Sizin öngördüğünüz zorunlu eğitimden, on üç
yıldan iki yıl eksik. Bu normal bir atama mıdır yoksa kadrolaşmaya yönelik bir
atama mıdır?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakan, buyurun.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın
Işık’ın sorusuyla başlıyorum. “2007 yılındaki Anayasa değişikliği beş artı beş
olarak Cumhurbaşkanımızın görev süresini düzenlemiştir. Şimdi yapılan bu
değişiklikle, geçici madde eklenmesiyle Sayın Başbakanın önünü açmak için mi
böyle bir düzenleme yapılmaktadır?” diye bir soru sordu.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Önünde bir engel var mıdır? Zaten önü açık Sayın Bakan, yanlış
olmasın.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Işık, bu yapılan düzenleme spesifik
olarak bir somut olaya özgü bir düzenleme değildir. Biraz önce kürsüden de
ifade etmeye çalıştım. 2007 yılında yapılan Anayasa değişikliği sırasında
Cumhurbaşkanını genel seçimlerden sonra halkın seçeceği öngörüsüyle hazırlanmış
bir Anayasa metni vardı önümüzde ve fakat yeni oluşan Parlamento 367 garabetini
aşarak Cumhurbaşkanı seçebildiği için geçici 18 ve 19’uncu maddeler boşa düştü.
O yüzden Parlamentomuz referanduma giden metinden geçici 18 ve 19’u çıkarttı.
MUHARREM
VARLI (Adana) – Sizin yaptığınızın ne
farkı var 360 garabetinden?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Dolayısıyla,
yapıldığı dönemde böyle bir intikal hükmüne ihtiyaç göstermeyen o paket, bu
gelişmeler üzerine bir intikal hükmüne ihtiyaç duyar hâle geldi. Aslında, statü
hukuku açısından Parlamentonun yedi yıllık bir süre için seçmiş olduğu bir
Cumhurbaşkanımız var, bu tartışmasız fakat siz bunu…
MUHARREM
VARLI (Adana) – Milletvekillerine ne oldu peki? Bizim hakkımızı niye aldınız?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Oraya geleceğim, o soruya sıra geldiğinde
geleceğim.
Şimdi,
Parlamento yedi yıllığına ve bir kez
için seçmiştir Sayın Gül’ü. Kendi seçildiği dönemdeki statü içerisinde
değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyoruz.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Statü, yetkileriyle birlikte olur.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Anayasa Mahkemesinin bu noktada verilmiş
kararları vardır. Danıştayın bu konuda vermiş olduğu
örnek kararlar vardır. Dolayısıyla, burada, falanca kişinin, Sayın Başbakanın,
filancanın şuraya gelebilmesi için yapılan bir düzenleme söz konusu değildir.
Bugün karşı karşıya kaldığımız konumda normal şartlarda yedi yıl olması gereken
süre tartışılmaktadır.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Tasarıya niye koymadınız Sayın Bakan imzalarken?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Bu tartışmaları Yüksek Seçim Kurulunun ya da başka birtakım kesimlerin sonuçlandırması
doğru bir şey değildir. Parlamenter sistemlerde Parlamentonun kendi iradesiyle
bu konuda son sözü söylemesi demokratik açıdan da en uygun olanıdır diye düşünüldü.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Siz niye tasarıya koymadınız o zaman?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – O açıdan böyle bir düzenleme getirilmiştir.
Sayın
Gül’ün on yıl görev yapmasıyla ilgili Sayın Işık’ın sorusunun ikinci bir bölümü
var. Bununla ilgili herhangi bir kimsenin çekincesi, sıkıntısı olmaz, olamaz
ama biraz önce de ifade ettim, Parlamentonun Cumhurbaşkanını seçtiği dönemdeki
statü hukuku gereğince yedi yıllığına ve 1 kez seçilmiştir. Dolayısıyla bunun
gereği olarak 1 kez aday olabilmesi söz konusudur.
Sayın
Doğru’nun, “Tekrar aday olabilecekler mi önceki cumhurbaşkanları?” diye bir
sorusu var. Ayrıca kredi kartlarına dönük bir sorusu var ama o benim konum
olmadığı için, doğrusunu bilmediğim, detayına vâkıf olmadığım bir konuda görüş
ifade etmek istemem. Ama geçici maddeyle zaten öyle olması gerekirken vuzuha
kavuşturulan önceki cumhurbaşkanlarının aday olamayacağı hususu tasarı
içerisinde düzenlenmiştir Sayın Doğru.
Sayın
Türkoğlu, “Parlamenter sistem de kendi içinde bir aday çıkarıp cumhurbaşkanı
yapıyor idi. Bize kuvvetler ayrılığı ilkesinde öğretilen, fakültelerde de,
budur.” şeklinde bir değerlendirme yaptı. Ben kürsüdeki konuşmamda da ifade
ettim, bu düzenleme, yani cumhurbaşkanlarının halk tarafından seçildiği ülke
bir tek Türkiye olmayacak. Bunun örneklerini kürsüde saydım, tekrarına girmek
istemiyorum. Parlamenter rejimle yönetilen ve cumhurbaşkanı halk tarafından
seçilen çok sayıda ülke vardır Sayın Türkoğlu.
Sayın
Erdem, “Yedi yıl ve tekrar aday olamama düzenlemesi Sayın Başbakanın seçilmesi
ve başkanlık sistemine geçiş için mi düzenlenmiştir?” dedi. Buna cevap
verdiğimi düşünüyorum. Getirmiş olduğumuz kanun tasarısı, 102’nci maddenin son
fıkrasının emredici hükmü gereğidir ve buradaki düzenlemelerin tamamı soyut
norm şeklindedir. Hiçbir kimseye özgü, özel düzenleme değildir.
Sayın
Varlı, “2007 seçimlerinde milletvekilleri beş yıllığına seçildi.” dedi. “Ancak,
dört yıl dolmakla 2011 yılında seçimleri yeniledik. Dolayısıyla milletvekilleri
için dört yıla düşen süre Cumhurbaşkanı için niçin beş yıla düşmüyor?” şeklinde
bir soru sordu.
MUHARREM
VARLI (Adana) – Hayır, beş yıl olduğunu söylediniz Sayın Bakan o zaman.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Değerli milletvekillerimiz, 2007 yılında
yapılan düzenlemeden sonra 2011 yılında yapılan seçimler Yüksek Seçim Kurulunun
seçim takvimi açıklamasıyla yapılmış bir seçim değildir. Bu Parlamento, bugün
de dâhil olmak üzere, her an erken seçim kararı alabilir. 2011 yılında yapılan
12 Haziran seçimleri de bu Parlamentonun almış olduğu erken seçim kararına
dayalı olarak yapılmıştır. Dolayısıyla Cumhurbaşkanının süresine bunu emsal
göstermemiz mümkün değildir.
“23’üncü
Dönemdekilerin bir yıllık süresini gasbetmiş olmuyor
muyuz?” diye bir ikinci boyutu var sorunun.
Parlamento kararıyla, bugün dahi
üç yıldan fazla süremiz olmasına rağmen, bu Parlamento seçimlerin
yenilenmesi kararını gündeme getirebilir Anayasa’daki sınırlamalara bağlı
kalmak kaydıyla.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Size göre beş yıl mıydı süre?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Değerli milletvekilleri, Sayın Tüzel’in bir
sorusu var: “Meclisin gösterdiği adaylar halkın önüne gidecek. Ne ölçüde
demokratiktir bu? Halk kendi adayını gösteremiyor.” anlamına gelen bir soruydu
yanılmıyorsam.
Tabii,
Anayasa değişikliği yapıldığında, Parlamentoda bulunan 20 milletvekilinin bir
araya gelerek aday göstermesi esası öngörülmüş idi. Ayrıca, “Son genel
seçimlerde almış oldukları oy toplamı yüzde 10’u bulan partiler de müştereken
aday gösterebilir.” diye, Parlamentoda temsil edilen küçük partilerin de, az
sayıda milletvekiliyle temsil edilen grupların da bu seçimde inisiyatif
alabilmesi, aday gösterebilmesi öngörülmüştür. Bu düzenleme Anayasa’mızda var
olan bir düzenlemedir, bu yasanın tartışma konusu değildir.
Sayın
Erdoğan “Atanamayan öğretmenlerin sorunu ortada duruyor iken Anayasa’ya aykırı
bu düzenleme ile niçin vakit harcıyoruz?” diye bir değerlendirme yaptı.
Tabii,
herkesin görüşü kendisi için saygıdeğerdir. Anayasa’ya aykırı olduğuna dair, bu
düzenlemenin, Sayın Erdoğan’ın görüşü var, o kendi görüşüdür, saygı duyarız ama
Anayasa, 102’nci maddesi son fıkrasında, Parlamentoya bu seçimlerin nasıl
yapılacağına dair düzenlemeleri yapma yetkisi vermiştir. Esas itibarıyla, bu
düzenlemeyi Seçim Yasası’nda geçici maddeyle yapmak Parlamentonun hüküm ve
tasarrufu altındadır. Bunu değerlendirecek olan halkın temsil edildiği,
görüşünün yansıtıldığı bu Parlamentodur. Burada bir Anayasa’ya aykırılık olduğu
düşüncesinde değiliz Sayın Erdoğan.
Sayın
Kuşoğlu, tutuklu milletvekilleri de aday olabilir aday gösterilirlerse. “Kampanyayı nasıl
yapacaklardır?”
Tabii,
burada milletvekili adayı gösterildiklerinde de bu arkadaşlar tutuklu idiler ve
kampanyaya bulundukları mekândan katılmış oldular. Bu noktada aday
gösterilmelerinin nasıl bir sonuç doğuracağına burada biz değil, şu anda devam
etmekte olan yargılamalardaki yargılamayı yapan hâkimler karar verecektir.
Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın
Varlı, buyurun.
MUHARREM
VARLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakanın bizim sorumuza vermiş olduğu cevap bir defa uymadı çünkü o zaman Sayın
Toptan Meclis Başkanı idi, kendisi de bir hukukçudur, referandumdan sonra
milletvekilleri seçiminin dört yıla düştüğünü, cumhurbaşkanlığı seçiminin de
beş yılda bir olması gerektiğini söyledi. Şimdi, bu bir.
İkincisi,
acaba birileri yarın çıksa “Bir defa seçilen milletvekili bir daha seçilemez.”
diye bir yasa çıkarsa, “Bir seçilen belediye başkanı bir daha seçilemez.” diye
bir yasa çıkarsa ne kadar demokratik olur? Acaba sizin ileri demokrasi
anlayışınız bu mudur?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Vural…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tabii,
Sayın Bakanın imzaladığı 2009 yılındaki kanun tasarısında bugün bahsettiğiniz
yedi yılla ilgili bir değerlendirme yok. Yani 2009’dan bu yana ne değişti? Yani
ne oldu? Niye birdenbire ”yedi yıl” dediniz? O zamana kadar beş yıldı. 2009’da
imzaladınız, 21 Ekimde yenilediniz, beş yıl. Şimdi “yedi yıl” diyorsunuz. Eğer
bu doğru idiyse niye Bakanlar Kurulunda böyle bir tasarı getirmediniz?
Şimdi,
herkesin seçme ve seçilme hakkı var. Yani birilerine yasak getiriyorsunuz. Bu
yasakçı zihniyetiniz sonuçta nereye kadar varacak, onu öğrenmek istiyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Gök…
LEVENT
GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, Millî Eğitim Bakanımız buradayken bir soru
yöneltmek istiyorum.
BAŞKAN
– Sayın Gök, lütfen, konuyla ilgili Sayın Adalet Bakanına soracaksınız.
LEVENT
GÖK (Ankara) – Ama az önce de soruldu o yüzden.
BAŞKAN
– Aynı hatırlatmayı yaptım.
Buyurun
sorun Sayın Adalet Bakanına.
LEVENT
GÖK (Ankara) – Peki, o zaman Sayın Bakanımız bu bilgiyi alma şansına sahiptir.
Konya
İl Millî Eğitim Müdürlüğünde İlköğretim Müfettişi olan Ethem Gürsu Atatürk’e
hakaret suçundan yargılanmış ve mahkûm olmuştur. Bu kişi daha sonra Afyon İl
Millî Eğitim Müdürlüğüne Teftiş Daire Kurulu Başkanlığına atanmıştır. Atatürk’e
hakaretten dolayı mahkûm olan bir kişinin bu makama atanmasını uygun buluyor
musunuz? Eğer şu anda duyduysanız herhangi bir işlem yapmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakan, buyurun.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Evet, Sayın Varlı’nın ikinci defa sorduğu konu,
Sayın Toptan’ı gerekçe göstererek, kaynak göstererek dört yıl ve beş yıl
değerlendirmesi yaptı.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, bu konuyla ilgili çok değişik değerlendirmeler yapılmıştır,
doğrudur. Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda da süre yedi yıldır deyip
değerlendirme yapan arkadaşlarımız da var, farklı değerlendirmeler yapanlar
var. Şimdi, zaten bizim kanaatimiz şudur: Bu yasa tasarısına böyle bir
düzenleme girmesine aslında gerek yoktur çünkü statü hukuku açısından da bu
böyledir, dünyadaki örnekleri açısından da böyledir. Anayasa Mahkemesinin
vermiş olduğu içtihatlar ortadadır. Danıştayın vermiş
olduğu bu konuya ilişkin kararlar ortadadır. Fransa’daki örnek uygulama
ortadadır ama değil mi ki Cumhurbaşkanlığı makamı gibi bir makamın seçimi
öncesinde bu kadar çok spekülasyon yapılıyor, bu spekülasyonları ortadan
kaldırmak açısından ve Parlamentonun sahibi olduğu bir konu var ortada. Buna
Yüksek Seçim Kurulunun ya da bir başka organın belirleyici bir karar alması
yakışık almaz parlamenter demokrasilerde. O açıdan Seçim Yasası’na böyle bir
geçici hüküm koyma ihtiyacı doğmuştur.
Burada
Sayın Vural’ın sorusuna da geliyorum, “2009’da altında imzanızın bulunduğu
tasarıda böyle bir ‘yedi yıldır’ diye bir süre yazmamıştınız…” Sayın Vural,
orada beş yıl olarak da bir süre yazmadık biz.
OKTAY
VURAL (İzmir) – “Beş yıl” diyor.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Anayasa’nın 102’nci maddesindeki yeni anayasaya
ait sürelerdir onlar. Oysa Parlamentonun yedi yıllık süre için seçtiği bir
Cumhurbaşkanının süresinin beş yıl olacağına dair bir öngörü yoktur orada, bir
değerlendirme yoktur.
OKTAY
VURAL (İzmir) – O zaman 2009 yılında niye bunu imzalarken…
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Böyle bir tartışmaya gerek yoktu ve bu
tartışılmadı.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Şike yasasından sonra oldu bu, vetodan sonra oldu.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Ama şimdi, biraz önce ifade ettim, bu kadar
yoğun tartışmalar yapılması üzerine, bu konunun, gene konunun sahibi olan
Parlamento tarafından vuzuha kavuşturulması gerekir diye düşünüyorum. O açıdan
Komisyonda yapılan ilavenin yerinde olduğu yönünde görüşümü de beyan ettim.
Biraz
önce sorulan soruya ilişkin, bir önceki Millî Eğitim Bakanlığına dönük soruya,
Sayın Bakan yazılı bir not gönderdi: “Şube müdürlüğü görevde yükselme sınavına
göre yapılır. Bu sınav merkezî bir sınavdır. Kazanamayan atanamaz. Ayrıca, bu
sınava girmemişse, vekâleten veya görevlendirme yoluyla yapılır. Bu
görevlendirmeyi de Bakan yapmaz.” diye bir not geldi.
Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
LEVENT
GÖK (Ankara) – Bizim sorumuza cevap olmadı.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Son
soru, Sayın Doğru…
Buyurun
Sayın Doğru.
REŞAT
DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Benim
sorum: Seçim kampanyalarında cumhurbaşkanı adaylarına da kademeli olarak hazine
yardımı yapılması düşünülmekte midir? Bunu öğrenmek istiyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Buyurun
Sayın Bakan.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Başkanım, bu husus özellikle geçen yasama
döneminde Komisyon görüşmeleri sırasında çokça tartışılan bir konudur. “Hazine
yardımı yapılsın-yapılmasın” bunun aslında birtakım tartışmaları yapıldı. En
nihayetinde hazine yardımı yapılmaması ve gerçek kişilerin yapacağı yardımlarla
bu kampanyanın yürütülmesi konusunda bir kanaate vardı Komisyonumuz. Hâlen
bugün de Komisyonumuz aynı kanaatini devam ettirmiştir. O da öngörülebilir, o
da bir yöntemdir ama değil mi ki Komisyonumuz geçen dönem böyle bir kanaate
varmıştır, yasa yenilenirken de aynı metin üzerinden yenilenmiştir.
Arz
ediyorum efendim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Soru-cevap
işlemi de tamamlanmıştır.
Böylece
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Şimdi
birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
Birinci
bölüm 1 ila 14’üncü maddeleri kapsamaktadır.
Birinci
bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Oktay Öztürk,
Erzurum Milletvekili.
Buyurun
Sayın Öztürk. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının maddeleri üzerinde Milliyetçi Hareket
Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu
Tasarısı Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarının kerameti kendinden menkul
icraatlarının orijinal örneklerinden birisidir. Çünkü görüşülmekte olan kanun
tasarısı heyetimizi beyhude işlerle uğraştırmaktan başka bir sonuç
doğurmayacak, âdeta yok hükmünde bir icraattır. Şöyle ki: Cumhurbaşkanının
görev süresini düzenleyen Anayasa’mızın 101’inci maddesi, 21 Ekim 2007 tarihli
halk oylamasıyla onaylanan 31 Mayıs 2007 tarih ve 5678 sayılı Anayasa
Değişikliği Kanunu’yla değiştirilmiş ve söz konusu süre yedi yıldan beş yıla
indirilmiştir.
Bu
değişiklikle Anayasa’nın 101’inci maddesinin ikinci fıkrası şu şekilde
düzenlenmiştir: “Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla
iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.”
5678
sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu’nun son maddesinde de aynen şöyle
denilmektedir: “Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve halkoyuna
sunulması halinde tümüyle oylanır.”
Zira,
5678 sayılı Kanun 21 Ekim 2007 tarihinde halk oylamasına sunulmuş ve halk
oylaması kesin sonuçları ise Yüksek Seçim Kurulu tarafından 31 Ekim 2007 tarih
ve 26686 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.
Dolayısıyla, 5678 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu 31 Ekim 2007 günü yürürlüğe
girmiştir. 5678 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu’nda, 28 Ağustos 2007
tarihinden yani 5678 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden yaklaşık iki ay önce
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmiş ve görevde bulunan
Cumhurbaşkanıyla ilgili ne bir geçici hükme ne de özel bir düzenlemeye yer
verilmemiştir.
Sayın
Bakan Fransa’ya atıfta bulundu ya şimdi, biraz sonra göreceğiz. Oturduğunuz
makam çok önemli bir makam Sayın Bakan, burada insanları doğru bilgilendirmek
mecburiyetindesiniz.
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Sayın Bakan doğru söylüyor.
OKTAY
ÖZTÜRK (Devamla) – Göreceğiz şimdi doğruyu.
Değişiklik
yayımı tarihinde yürürlüğe girdiğine göre, açıkça, Cumhurbaşkanının görev
süresi 31 Ekim 2007 günü yedi yıldan beş yıla inmiştir. Bilindiği gibi, kanun
koyucu yapacağı kanunun yayımlandığı gün değil, daha sonra yürürlüğe girmesini
arzu ediyor veya istisnai bir düzenleme getiriyorsa bunu söz konusu kanunda
ayrıca ve açıkça belirtmek zorundadır. Zira, yorum yoluyla istisna üretilemez
yani istisna, yorumcu veya uygulayıcı tarafından değil, bizzat kanun koyucu
tarafından getirilmelidir. Keza ortada kanun koyucu tarafından getirilmiş bir
istisna olmakla birlikte, bu istisnanın kapsamı konusunda tereddüt hasıl olmuş
ise bu tereddüt dar yoruma tabi tutularak giderilmelidir çünkü hukukta
istisnalar kural olarak dar yorumlanırlar. Dolayısıyla, 5678 sayılı Anayasa
Değişikliği Kanunu Türkiye Cumhuriyeti’nin 11’inci Cumhurbaşkanının görev
süresiyle ilgili bir istisna getirmediğine göre, beş yıllık süre kuralı bu
Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte görevde olan veya göreve gelecek olan bütün
cumhurbaşkanlarına uygulanmak durumundadır. Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün
28 Ağustos 2007 tarihinde yani 5678 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce
seçilmiş olmasının değiştireceği bir şey yoktur. O da mutlak ve genel bir kural
olan beş yıllık süre kuralına tabi olmak mecburiyetindedir.
Bu
konuda sıkça dile getirilen Fransa örneği var. Biraz önce Sayın Bakan da oraya
atıfta bulundu. Bunun bizdeki durumla hiçbir ilgisi yoktur. Zira, Fransa’da
Cumhurbaşkanının görev süresinin kısaltılmasıyla ilgili anayasal değişiklik
yapılırken taraflar, yapılacak değişikliğin görevdeki Cumhurbaşkanına
uygulanmayacağı konusunda mutabık kalmışlardır ve anlaşmışlardır. Bu nedenle
Cumhurbaşkanının görev süresi yedi yıldan beş yıla indirilmesine rağmen, anılan
mutabakat nedeniyle Cumhurbaşkanlığı görevini sürdüren Chirac
yedi yıllık görev süresini tamamlamıştır, hatta yeni düzenlemeye göre tekrar
aday olarak beş yıl daha Cumhurbaşkanlığı görevini üstlenebilmiştir. Hani
siyasi iktidar bu örneğe dayanıyor ya!
5678
sayılı Kanun’dan önce Cumhurbaşkanlığı yapmış olanların taslakla ikinci defa
seçilmesine engel olunmasına anlam vermek mümkün değil. Diğer deyişle, siyasi
iktidarın nalıncı keseri misali her şeyi kendine yontma alışkanlığını bu
örnekte de net olarak görmekteyiz. Açıkçası, Adalet ve Kalkınma Partisinin bu orijinal
hak ve adalet anlayışını takdir etmemek de elde değil!
Eğer
tali kurucu iktidar cumhurbaşkanlığı görev süresinin beş yıla indirilmesi
yolundaki hükmün görevdeki Cumhurbaşkanına uygulanmamasını istiyor olsaydı 5678
sayılı Kanun’a bir geçici madde ekleyerek, beş yıllık süre kuralının görevdeki
Cumhurbaşkanına uygulanmayacağını açıkça belirleyebilirdi. Nitekim hukukumuzda
bunun örnekleri de var. 12 Eylül 2010 tarihli halk oylamasıyla onaylanan 7
Mayıs 2010 tarih ve 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 17’nci maddesiyle
Anayasa’nın 147’nci maddesi değiştirilerek Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev
süresi on iki yıla indirilmiştir ama Anayasa Mahkemesinin görevde olan ve
değişiklik olmasaydı altmış beş yaşını dolduruncaya kadar görevde kalması
gereken üyelerinin bu değişiklikten etkilenmemesi için adı geçen Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun’un 25’inci maddesinde “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte üye olanlar
yaş haddine kadar görevlerine devam ederler.” şeklinde bir hüküm getirildi.
Şayet 2007 Anayasa değişikliğinde de “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte
Cumhurbaşkanlığı görevini sürdüren kişinin görev süresi 101’inci maddenin
değişiklikten önceki metnine tabidir.” şeklinde benzer bir kural yer almış
olsaydı Sayın Gül’ün görev süresi yedi yıl olurdu.
Görüşülmekte
olan taslakta Anayasa hükmü ile öngörülen sürenin kanun hükmüyle kısaltılması
gibi hiçbir hukuk mantığına sığmayacak bir uygulamayla karşı karşıyayız.
Yukarıda açıkladığımız gibi, Anayasa’mızın 101’inci maddesinin ikinci fıkrasına
göre Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Yine yukarıda açıkladığımız
gibi, bu hüküm 31 Ekim 2007 günü yürürlüğe girmiştir. Bu hükme istisna getirilmek
isteniyor ise, yapılması gereken şey, anayasa değişikliği yapmaktan ibarettir.
Anayasa’nın bir hükmüne anayasa değişikliği yoluyla istisna getirilebilir
ancak, kanunla bir anayasa kuralına istisna getirilemez. Böyle bir kanun,
açıkça Anayasa’ya aykırı olur. Eğer bir anayasa hükmü kanunla
değiştirilebilirse anayasanın üstünlüğünün ne anlamı var o zaman? Eğer bir
anayasa hükmü anayasa değişikliği yoluyla değil, kanun değişikliği yoluyla
aşılabiliyorsa anayasanın bağlayıcılığının ve nihai tahlilde hukuk devleti
ilkesinin ne anlamı kalır? Açıkça, siyasi iktidar dünya hukuk literatürüne yepyeni bir normlar
hiyerarşisi teorisi kazandırmaktadır. Anayasa hukuku okumuş her insan bilir ki,
ülkenin hukuk kuralları belirli bir hiyerarşi içinde yürürlük kazanır ve en
üstte de anayasa yer alır. Buna anayasanın üstünlüğü de denilmektedir. Bu
kurala göre de kanunlar anayasaya uygun olmak zorundadır, anayasalar kanuna
değil. Sanırım, Sayın Anayasa Komisyonu Başkanı da bu konuları öğrencilerine
böyle anlatmıştır. Zira, yapılması istenilen değişiklik, bir kanunla değil de
bir anayasa değişikliği yoluyla yapılsaydı, söyleyecek sözümüz de olmayacaktı.
Görüşülmekte
olan taslak Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu Tasarısı’dır Bir başka garabet de
Anayasa’nın 67’nci maddesinin son fıkrası hükmü dolayısıyla karşımıza
çıkmaktadır. Acaba böyle bir kanun yürürlüğe girse dahi bu yılın Ağustos ayında
yapılacak cumhurbaşkanı seçiminde uygulanabilir mi?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.
OKTAY
ÖZTÜRK (Devamla) – Ben teşekkür ediyorum, sağ olun. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Bölüm üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet
Doğan Kubat, İstanbul milletvekili.
Buyurun
Sayın Kubat. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ GRUBU ADINA MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; temel kanun olarak görüşülmekte olan 138 sıra sayılı
Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’nın birinci bölümünü kapsayan 1’le 14’üncü
maddeleri üzerinde AK PARTİ Grubu adına görüşlerimizi ifade etmek üzere söz
almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.
Değerli
milletvekilleri, demokratik bir yönetimin olmazsa olmaz koşulları olan seçme,
seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları Anayasa’mızın 67’nci maddesinde
düzenlenmiştir. 67’nci madde bütün seçimlerde uygulanması zorunlu temel
ilkeleri açıklıkla hükme bağlamıştır. Buna göre, seçimler serbest, eşit, gizli,
tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre yargı yönetim ve
denetimi altında yapılır.
Yine,
Anayasa, Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleriyle ilgili bir kısım maddeleri
kendisi özel olarak düzenlemiş, bazı hükümleri de yasa koyucuya bırakmış ve
bunlar kanunla düzenlenmiştir. Mahallî idareler seçimleri bakımından da aynı
şekilde bir kısım hükümlere Anayasa’da yer verilmiş, diğer bazı uygulamaya
dönük hükümler ise kanunlarla düzenlenmiştir.
Bugün
görüşmekte olduğumuz tasarı, Anayasa’nın 102’nci maddesinde öngörülen amir hüküm
gereği Cumhurbaşkanlığı seçiminin usul ve esaslarını düzenleyen kanun
tasarısıdır. Kanun tasarısının 1’inci maddesinde kanunun amacı ve kapsamı
belirlenmiş, Cumhurbaşkanlığı seçiminde seçim öncesi, seçim günü ve seçim
sonrasına ait usul ve esasların bu kanunun düzenleme amacını oluşturduğu hükme
bağlanmıştır. 2’nci maddesinde seçimde uygulanacak olan genel ilkeler
belirtilmiştir. Buna göre, Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir. Seçimler
-biraz önce saydığım 67’nci maddedeki temel ilkelere uygun olarak- genel, eşit
ve gizli oyla, tek dereceli olarak bütün yurtta aynı günde, yargı denetim ve
gözetimi altında yapılacaktır ve seçmen oyunu tam bir serbestlikle
kullanacaktır. Bu kanun, özel bir kanun olması itibarıyla düzenlediği alanlar
tıpkı 2972 sayılı Mahallî İdareler Seçimi Kanunu ve 2839 sayılı Milletvekili
Seçimi Kanunu’nda olduğu gibi, kendi düzenlediği alandaki bazı esasları
belirlemiş ve onun dışındaki bazı hükümlerde, usul hükümleri özellikle, 298
sayılı Kanun’a yani Seçim Usul Kanunu’na atıf yapılmıştır. Dolayısıyla burada
da, Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’nda düzenlenmeyen hususta işte bu saydığımız
bir kısım kanunlara atıf yapılmak suretiyle doğabilecek boşlukların önlenmesi
amaçlanmıştır.
Yine
Yüksek Seçim Kurulunun Anayasa’nın 79’uncu maddesinden kaynaklanan seçimlerin
başlangıcından bitimine kadar bütün dürüstlüğüyle ilgili işlemleri yaptırma,
bütün itiraz ve şikâyetleri seçim öncesi ve seçim sonrası kesin karara bağlama
yetkisinin bir sonucu olarak burada da, Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili
olarak da Yüksek Seçim Kurulunun bu yetkisi Anayasa’ya uygun biçimde
düzenlenmiştir.
Kanunun
3’üncü maddesi, Cumhurbaşkanlığı seçiminin seçim dönemini, seçimin başlangıç
tarihini düzenlemektedir. Seçim dönemi 101 ve 102’nci maddeye uygun olarak beş
yılda bir yapılacaktır ve bir kimse en fazla 2 defa Cumhurbaşkanı
seçilebilecektir. Bu hükümler Anayasa’da da düzenlenmiştir. Cumhurbaşkanı
seçiminin başlangıç tarihi ikinci fıkrada belirlenmiştir. Cumhurbaşkanının
görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde bu seçim tamamlanacaktır.
Bu altmış gün, önceki altmış gün, aynı zamanda bütün seçim iş ve işlemlerinin
başlangıç tarihi olarak kabul edilecek ve YSK bu tarihten itibaren seçmen
kütüklerinin güncelleştirilmesi vesaire bütün seçimle ilgili usuli prosedürü bir seçim takvimine bağlamak suretiyle
uygulamaya koyacaktır. Cumhurbaşkanlığı makamının ölüm, istifa gibi olağandışı
yollarla boşalması durumunda ise bu boşalmayı takip eden sonraki gün seçimin
başlangıç tarihi olarak kabul edilecektir.
Kanunun
4’üncü maddesinde seçim sistemi ve uygulaması gösterilmiştir. Değerli
milletvekilleri, milletvekili ve mahallî idareler seçimlerinde Anayasa özel bir
seçim sistemi öngörmemiş, bunun takdirini yasa koyucuya bırakmıştır ama
Cumhurbaşkanlığı seçiminde çoğunluk sistemine bizzat anayasa koyucu Anayasa’da
yer vermiştir. Seçim iki turlu çoğunluk sistemine göre yapılacaktır. İlk turda
seçime katılan adaylardan salt çoğunluğu alan aday seçilmiş olacaktır. Salt
çoğunluğun sağlanamaması hâlinde 2’nci tura 2 adayla devam edilecektir ve bu 2
adaydan en çok oy alan -yine burada da esasen çoğunluk, nispi bir çoğunluk gibi
algılanmakla birlikte salt çoğunluktur, yüzde 50 artı 1’i alan- aday 2’nci
turda seçilecektir. 2’nci oylamaya tek aday kalması hâlinde oylama referandum
şeklinde yapılacak ve referandumda kullanılan geçerli “Evet” oyları çoğunlukta
ise aday, Cumhurbaşkanlığına seçilmiş olacaktır.
4’üncü
maddenin son fıkrasında da Cumhurbaşkanlığının, yeni seçilen Cumhurbaşkanının
göreve başlayıncaya kadarki Cumhurbaşkanlığı görevinin ne şekilde ifa edileceği
hükme bağlanmıştır. Cumhurbaşkanı, yeni, seçilinceye kadar eskisinin görevi
devam edecektir ancak ölüm ve istifa hâlinde Meclis Başkanı bu vekâleti
üstlenecektir.
Cumhurbaşkanı
seçilen kimsenin partisiyle ilişkisi varsa seçildikten itibaren kesilecek ve
Millet Meclisinde görevi varsa yani milletvekili sıfatı sona erecektir.
Dolayısıyla, biraz sonra göreceğiz, örneğin, Meclis dışındaki siyasi partilerin
birleşerek bir siyasi partinin genel başkanını aday göstermesi hâlinde veya
Meclisin içinden bir milletvekili arkadaşımızın Cumhurbaşkanlığı makamına aday
gösterilmesi durumunda, bunlar seçilme durumunda bu sıfatları, partiyle olan
ilişkileri kesilecek ve milletvekilliği sıfatı da sona ermiş olacaktır.
Kanunun
6’ncı maddesinde Cumhurbaşkanı seçilme yeterliliği düzenlenmiştir. Kırk yaşını
doldurma, yükseköğrenim yapmış olma şartının dışında, Anayasa’nın 76’ncı
maddesinde öngörülen milletvekili seçilme şartları Cumhurbaşkanı için de
aranacaktır.
Aday
gösterme ile ilgili olarak da milletvekili, Türkiye Büyük Millet Meclisi
içinden veya dışından, 20 milletvekilinin yazılı teklifiyle Cumhurbaşkanlığına
aday gösterilebilecektir ancak Meclisin dışında kalan ve toplam oy sayıları, en
son milletvekili seçiminde almış olduğu geçerli oy sayıları toplamı yüzde 10’u
aşan, mesela, üç dört tane siyasi partinin bir araya gelmek suretiyle aday
göstermesi de mümkün olacaktır. Aday gösterilen kişinin yazılı muvafakati
şarttır. Aday başvuruları, burada Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
veya Yüksek Seçim Kuruluna doğrudan yapılabilecektir.
8’inci
ve devamı maddelerinde de aday başvurularında çıkabilecek bir kısım
problemlerin çözümü düzenlenmiştir. Buna göre, adaylarla ilgili seçilme
şartları Yüksek Seçim Kurulu tarafından incelenecek, incelenen adaylar geçici
askıya çıkarılacak, bu geçici askıya çıkarılan adaylara karşı itirazlar iki gün
içerisinde yapılıp üç gün içerisinde Yüksek Seçim Kurulu tarafından kesin
surette karara bağlanacak ve böylece aday listeleri kesinleştirilmiş olacaktır.
Milletvekili Seçimi Kanunu’nda olduğu gibi burada da yine Yüksek Seçim Kurulu
süre kısaltma noktasında yetkili kılınmıştır.
Kamu
görevlileri ile siyasi parti ve bir kısım sendika, kamu bankaları, vesaire üst
birliklerin yönetim, denetim kurulu üyelerinin adaylığıyla ilgili de 11’inci
maddede özel bir düzenleme getirilmiştir. Bu düzenleme, esasen Milletvekili
Seçimi Kanunu’nun 18’inci maddesindeki görevden çekilmeyle aynı bir
düzenlemedir. Burada bir fark, bunların aday gösterilmesi için önceden istifa
şartı aranmamakta, adaylıkları kesinleşirse bunların görevleriyle ilişiğinin
kesileceği düzenleme altına alınmıştır.
Yine,
12’nci maddede de aday listeleri kesinleştikten sonra seçimin sonucuna kadar
istifaların, listede meydana gelecek boşalmaların dikkate alınmayacağı yani bir
istifa olması durumunda bunun dikkate alınmayacağı hükme bağlanmıştır.
13’üncü
madde propagandayı düzenlemekte ve 298 sayılı Kanun’a atıf yapmaktadır.
Adaylara
yardım noktasında da önemli düzenlemeler getirilmiştir. Bir adaya ancak Türk
uyrukluğundaki gerçek kişiler, en yüksek devlet memurunun brüt aylığı kadar
yardımda bulunabilecek. Bu yardımlar da Yüksek Seçimi Kurulu tarafından
belirlenen esaslar çerçevesinde tamamen denetim altında olacaktır. Bu da
şeffaflık açısından oldukça önemlidir.
Kanunun
hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Kubat.
Şimdi
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Sırrı Sakık,
Muş Milletvekili.
Buyurun
Sayın Sakık.
BDP
GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de Barış
ve Demokrasi Partisi adına, grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
2010
yılı referandumunda halktan bir karar çıktı “beş artı beş” diye. 12 Eylülde
sandık başına gidildi ve halkın büyük bir çoğunluğu bu kararı onayladı. Halkın
kararını, onayladığı ve adına “referandum” dediğimiz şeyi bugün neden buraya
getirip tartışıyoruz, gerçekten onu anlamakta zorlanıyoruz. Biz parti olarak,
grup olarak, halkın iradesine saygı duyulması gerektiğini, beş artı beş
formülünün devam etmesi gerektiğini söylüyoruz. Diğer muhalefet partileri de
aynı noktada ama siz siyaseti kendinize göre dizayn etmeye çalışıyorsunuz.
Şimdi,
2007 seçimleri öncesi bu Parlamento bir Cumhurbaşkanı seçti ama “376 garabeti”
denilen bir şey halkın iradesini yok sayarak Cumhurbaşkanlığı yok hükmünde
sayılmıştı. Ama 2007 seçimlerinden sonra -biz o dönem hemen, seçimlerde seçim
bölgelerimizdeydik- halkta şöyle bir şey vardı, halk diyordu ki: “Bu
Cumhurbaşkanı Müslüman olduğu için bunu seçtirtmediler.” Ve gittiğimiz
köylerde, eğer on oyu varsa, aynen şöyle diyorlardı: “Sizden rica ediyoruz, on
oyumuz da Demokratik Toplum Partisinin oyudur ama müsaadeniz olursa iki oyumuzu
da Abdullah Gül’e vermek istiyoruz. Haksızlığa uğradı, haksızlığa uğrayan bir
Cumhurbaşkanı bizim hâlimizden anlar, biz iki oyumuzu ona vereceğiz.” Ve bize dönüp diyordular ki: “Sayın
milletvekilleri, siz Parlamentoya gittiğinizde o 367’ye karşı bir duruş
sergileyin.” Ve biz de halkımıza söz verdik, geldik hep birlikte burada
halkımızın talepleri doğrultusunda bir duruş sergiledik, Sayın Gül’ü hep
birlikte seçtik ve destek de sunduk. Umudun ayak izlerinde yürüdük. Bir
Cumhurbaşkanı mağdur olmuştur ama bu ülkede de mağduriyetler vardır, bu
mağduriyetlere öncülük edebilir, bu sorunu çözebilir diye biz böyle baktık.
Beş
artı yedi, yedi artı beş formülü bizim açımızdan çok önemli değil ama biz
halkın iradesine saygı duyuyoruz çünkü şunu çok iyi biliyoruz, beş artı beş de
olsa, yedi artı beş de olsa yani muhaliflerden, Kürtlerden, sosyalistlerden,
Alevilerden, Ermenilerden, Rumlardan, Süryanilerden bir cumhurbaşkanının çıkmayacağını biliyoruz.
Aranan vasıf nedir? Türk olacak, Sünni olacak, bu da başımızın üzerinde ama adil
olacak, adaletli olacak yani geldiği ideolojinin emrinde olmayacak, bütün halkı
kucaklayacak ama ne yazık ki bugün geldiğimiz bu noktada Sayın Cumhurbaşkanı o
dönemde mağdurların desteğine öncülük edememiştir. Sayın Cumhurbaşkanı, aslında
bugün bu yasa onun önüne giderse yapabileceği tek şey vardır, veto etmelidir ve
dik durmalıdır ve çıkıp 2012 Ağustosunda da “Benim halkımın bana verdiği görev
budur, beş yıllık görevdir.” ve istifa edip ayrılmalıdır, Cumhurbaşkanına düşen
görev budur. Ama Cumhurbaşkanlığına seçilecek her cumhurbaşkanı gerçekten
Parlamento üstü bir duruş sergilemelidir, geldiği ideolojiden kendisini
arındırmalıdır, geldiği alanlardan, cemaatlerden, nereden geliyorsa çünkü
geçmişten bugüne kadar rahmetli Özal’ın dışında bu duruşu sergileyen tek
cumhurbaşkanı olmadı. Gelen her cumhurbaşkanı kendi ideolojisinin militanlığını
yaptı, burada diğer halkları yok hükmünde saydı, diğer halklara karşı militan
demokrasiyi savundu, onun arkasında durdu.
Şimdi,
bizim için önemli olan, 2012’de eğer gerçekten halkın iradesini dikkate
alacaksak, bu ülkede halkın farklılıklarına kulak veren ve bu farklılıklara,
hayatın her alanında bunlara öncülük edecek bir Cumhurbaşkanına ihtiyaç vardır.
Bunun adı ne olursa olsun bu farklılıklara öncülük etmelidir ama ne yazık ki bu
konuda geçmişten bugüne kadar yaptığımız bütün muhasebelerde böyle bir
cumhurbaşkanının olmadığını görüyoruz.
Şimdi,
şuradan açıkça şunu söyleyeyim: Bakın, Sayın Gül burada, bu kürsüde şunu
söylüyordu “Güzel şeyler olacak, farklı şeyler olacak.” diyordu ama “Güzel
şeyler oluyor.” dediği Sayın Cumhurbaşkanının ülkesinde halkın oylarıyla
seçilmiş Demokratik Toplum Partisi kapatılmıştır, 2 milletvekilinin
milletvekilliği düşürülmüştür. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan yüzde 10’luk
baraj Sayın Abdullah Gül’ün ülkesinde hâlâ devam etmektedir. Demokrasiden
bahsedenler, 12 Eylülden, 12 Eylül Anayasası’ndan hesap soracağını söyleyenler,
ama 12 Eylülün ürünü olan Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Kanunu’ndan
nemalanarak iktidarlar yaratmaya çalışıyorlar ve Sayın Gül burada bir nebze de
olsa değindi, adil yargılanmadan bahsetti ama nasıl adaletsiz bir yargılanmanın
devam ettiğini hep birlikte de gördük.
Şimdi,
hani hep diyorum ya biz muhaliflere ne düşüyor? Muhaliflere düşen, bu ülkede
sadece ölümdür, sadece tutuklamadır, sadece yok hükmünde sayılmadır. Dün Hrant’ın mahkemesinin son günüydü, karar günüydü ve Hrant bir daha katledildi, 17 Ocakta bir daha katledildi
çünkü Hrant, bu ülkenin farklı bir rengiydi ama
mahkemenin kararı, daha da çok, Hrant’ı birkaç kez
öldüren bir karardı. Ne diyor? “Örgüt yok.” Peki “Adli bir vakadır.” diyor. Hrant, Allah aşkına bir kestane tüccarı mıydı, Hrant bir kereste tüccarı mıydı, bir müteahhit miydi ki 3
tane katil gelip Hrant’ı ensesinden üç kurşun sıkarak
öldürüyorlar. Bu üç kurşunun adresi de aslında belliydi, mesajı da belliydi
çünkü Talat’a üç kurşun sıkılmıştı, Hrant’a aynı
kurşunlar sıkıldı ve Hrant’ın dedeleri de o şekilde
katledildi ve Hrant… Bu olayın örgütlü bir olay
olmadığı mahkeme kararıyla dün kamuoyuna sunuldu.
Şimdi
buradan sormak istiyorum: Bakın içinde Valisi var, içinde Emniyet Müdürü var,
içinde MİT’i var, içinde Jandarma Alay Komutanı var, içinde polisi var, polis
şefi var ve devletin örgütlediği bir cinayet şebekesi var ve hâlâ mahkemeler
çıkıp diyor ki: “Burada adli bir vaka vardır.” İşte bu ülkede muhaliflere düşen
görev bu. Muhalifler ya sokak ortasında infaz edilir ya da ellerine kelepçe
vurulur. İşte 2 tane muhalif. Bunlardan biri Hrant
Dink biri de Uğur Kaymaz. Hrant Dink İstanbul’un
göbeğinde kurşunlanarak öldürüldü ve bu kurşunun arkasında devletin ayak izi
var ve tetikte parmak izleri vardır. Bu da Kızıltepe’de Uğur Kaymaz, bedenine
on üç kurşun sıkılarak öldürülen on üç yaşındaki bir çocuk. Bu sizin, adalet
dediğiniz o adalet var ya, o yargı, bu katil, bunun katillerini de akladı, bir
tek gün ceza almadılar. İşte onlarcasını, yüzlercesini size sayabiliriz.
Adaletin ve hukukun olmadığı ülkede iç barışınızı sağlayamazsınız. Siz
muhaliflerinize karşı acımasızsınız. Dün de söyledim bugün de söylüyorum, siz
dünün mağdurlarıydınız ama bugün farklılıklar için, bugün diğer mağdurlar için
her biriniz kurumlarınızla, Parlamentonuzdan birer zalime dönüştünüz. Biraz
muhasebe yapın ve bu mağdurların yanında yer alın.
Hepinize
teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Rıza Mahmut Türmen, İzmir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın
Türmen, sürenizi birleştiriyoruz. Şahsınız adına da
söz talebi var, dolayısıyla on beş dakika.
Buyurun
Sayın Türmen.
CHP
GRUBU ADINA RIZA TÜRMEN (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu yaptığımız görüşmenin, buradaki toplantının
ne kadar tuhaf bir toplantı, ne kadar tuhaf bir görüşme olduğu elbette
dikkatinizden kaçmamıştır.
Bir
Cumhurbaşkanımız var, süresinin ne olduğunu kimse bilmiyor; ne kendisi biliyor
ne halk biliyor. Bunu Türkiye dışında birine söyleseniz çok şaşırır çünkü
süresi belli olmayan krallardır, cumhurbaşkanları değil ve o kişi, hukuktan
anlayan biraz, yabancı bir gözlemci “Peki, ne diye Cumhurbaşkanı seçilirken bu
problemi, bu meseleyi halletmediniz?” diye şaşkınlıkla sorar. Bunun cevabını
bilmiyorum ama tuhaflıklar burada bitmiyor. Bu Cumhurbaşkanlığı konusu böyle
bir dizi gariplikler içeriyor. Bu gariplikleri “hukuka uygun olmayan
davranışlar” şeklinde de söyleyebilirsiniz. Bu gariplikler, bu hukuki
gariplikler… Adalet ve Kalkınma Partisine mensup arkadaşlarım elbette Anayasa
Mahkemesinin 367 kararıyla başlatacaklar. Peki, ama bu, ondan sonraki
gariplikleri, hukuk garipliklerini tabii haklı göstermiyor.
Ondan
sonra ne oldu? Ondan sonra şunlar oldu: Bu 31 Mayıs 2007 tarihli, 5678 sayılı
Kanun’da 11’inci Cumhurbaşkanına ilişkin hükümler vardı. 16 Ekim 2007’de
Türkiye Büyük Millet Meclisi çıkardığı bir kanunla bu, 11’inci Cumhurbaşkanına
ilişkin hükümleri, yani geçici 18, 19’uncu maddeleri ayıkladı, kaldırdı fakat
bunu yaptığı zaman, bu kararı aldığı zaman gümrük kapılarında oylama işlemi
çoktan başlamıştı. Yani, ne oldu? Gümrük kapılarında oy veren vatandaşlar bir
metne oy verdiler, gümrük kapılarında oy vermeyen vatandaşlar başka bir metne
oy verdiler. Şimdi böyle bir hukuki gariplik gördünüz mü? Yurt dışındaki o
üçüncü kişiye bunu anlatsanız o çok şaşırır herhâlde buna, “Bu nasıl oluyor?”
diye sorar.
Bununla
da yetinilmedi, ondan sonra 21 Ekim referandumu geldi. Oysa 16 Ekim değişikliği
halk oylamasına sunulmadan yürürlüğe girmişti. Yani, bu değişiklik, 16 Ekim
değişikliği, yani bu, Cumhurbaşkanına ilişkin hükümleri, 11’inci
Cumhurbaşkanına ilişkin hükümleri ayıklayan değişiklik dayanağını aldığı
anayasal metin onaylanmadığı hâlde kesinleşti, yürürlüğe girdi, bu da başka bir
gariplik ortaya çıkardı.
Şimdi
bu hukuki gariplikler serisine devam ediyoruz. Burada iki tane gariplik var,
hukukla ilgili iki problem var. Bir tanesi, bu yapılmak istenen düzenleme
Anayasa’yla mı yapılmalı, yoksa yasayla mı yapılmalı? Birinci problem bu.
Sayın
Bakanın konuşmasını dikkatle dinledim, Sayın Bakan sanki hep öyle bir izlenim
verdi ki biz Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine karşıyız, bunda bir
tereddüt konusu var gibi. Bu değil bizim meselemiz. Bizim meselemiz bu değil,
bizim meselemiz nasıl olacak bu düzenleme. Birinci mesele bu.
Şimdi,
Cumhurbaşkanıyla ilgili yapılan bütün düzenlemeler, ama bütün düzenlemeler
hepsi Anayasa’yla yapıldı, Anayasa değişikliğiyle yapıldı. Şimdi kanunla yapmak
istiyoruz bunu. Bu bir kere bir problem yaratıyor. Yani, 2007’de yapılan
değişiklikler de, ondan sonraki değişiklikler de hepsi efendim, Anayasa’yla
yapıldı. Şimdi Cumhurbaşkanıyla ilgili kanunla yapılan bir düzenleme getirmek
istiyoruz. Oysa Cumhurbaşkanıyla ilgili, düzenlemelerin Anayasa’yla olması
Cumhurbaşkanlığı makamı bakımından önem taşıyor.
Sonra,
deniyor ki, Sayın Bakanın konuşmasında bu da vardı: “Bir belirsizlik var.”
Aslında belirsizlik filan yok, yani her şey çok belirli ama “Bir belirsizlik
var.” deniyor. “O belirsizliği ortadan kaldırmak için bu düzenlemeyi
yapıyoruz.” Peki ama belirsizlik nereden kaynaklanıyor? Belirsizlik Anayasa’dan
kaynaklanıyor. Şimdi Anayasa’dan kaynaklanan bir belirsizliği ortadan kaldırmak
için kanun çıkarıyoruz, bu da başka bir gariplik.
Bununla
da bitmiyor tabii, bir 102’nci madde var. Sayın Bakan dedi ki: “102’nci
maddenin son fıkrasındaki ‘Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usul ve esaslar
kanunla düzenlenir.’ Bu son fıkraya dayanarak bu kanunu çıkartıyoruz.” Şimdi
bakıyorsunuz, 102’nci madde, münhasıran seçimle ilgili bir madde, başka hiçbir
şeyle ilgili değil. Yani 102’nci maddeyi okuduğunuz zaman görüyorsunuz ki
Cumhurbaşkanlığı seçimi nasıl yapılacak, seçimden önce ne yapılacak, seçim
sırasında ne yapılacak, seçimden sonra ne yapılacak, bunları düzenliyor. Ama
Cumhurbaşkanlığının süresi 102’nci maddede düzenlenmiyor, o başka bir mesele.
“Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.” diyor.
Şimdi buna dayanarak Cumhurbaşkanlığının süresinin düzenlenmesi aslında bu
Anayasa’da öngörülmeyen, bu 102’nci maddeye taşan, buraya sığmayan bir şey,
buraya uygun olmayan bir şey. Bir de tabii, burada bir problem var. Eğer
denseydi ki: Biz kanunla değil, bunu işte Anayasa’yla yapıyoruz. O zaman hiç
olmazsa usul bakımından bu düzgün bir düzenleme olurdu ama bu denmiyor.
Şimdi,
buradaki konu, Cumhurbaşkanı, tabii ki seçildiği zaman daha önceki düzenlemeye,
Anayasa’da mevcut düzenlemeye göre seçildi yani yedi yıl için seçildi fakat
bütün mesele referandum yapıldıktan sonra ve referandumda beş artı beş esası
kabul edildikten sonra bu düzenleme ortadan kalktı tabii, o referandumda kabul
edilen beş artı beş düzenlemesi onun yerine geçti ve Cumhurbaşkanı için geçerli
oldu. Bunda hiçbir tereddüt olmaması gerekir, bunda niye tereddüt var, bunu pek
anlayabilmiş değilim. Nereden kaynaklanıyor bu? Bu, birçok yerden
kaynaklanıyor.
Bir
kere, kamu hukuku dalında yani Anayasa değişikliklerinde bütün Anayasa
değişiklikleri derhâl uygulama ilkesine uyar. Yani Anayasa değişikliği
yapıldığı zaman o statü neyse o statüyü değiştirir, onun yerine Anayasa’yla
yapılan, getirilen yeni statü yürürlüğe girer. Burada da yapılan şey budur.
Yani Cumhurbaşkanının seçildiği zamanki statü ortadan kaldırıldı, onun yerine
referandumla kabul edilen yeni statü yürürlüğe girdi ve tabii ki Cumhurbaşkanı
için de geçerli oldu. Çünkü bu gibi anayasa değişikliklerinde kazanılmış haktan
da söz etmek mümkün değildir. Yani kazanılmış hak, Cumhurbaşkanı için, ne
olabilir? Yani Cumhurbaşkanlığı yapmak gibi böyle bir kazanılmış hak olamaz
tabii. Cumhurbaşkanlığı için kazanılmış hak deyince, işte, çalışma hakkı
olabilir örneğin ya da kişisel haklar olabilir ama burada bizim “kazanılmış hak”tan sözünü ettiğimiz şey Cumhurbaşkanı olma,
Cumhurbaşkanlığı statüsü, bu kazanılmış bir hak olamaz elbette.
Tabii,
bir başka şey daha var.
ÜNAL
KACIR (İstanbul) – Bir seneye indirsek ne olur?
RIZA
TÜRMEN (Devamla) – Bir seneye indirsek...
Şimdi,
referandum, tabii, referandum yapalım. Anayasa değişikliği yapılsa yeni bir
referandumla yeni bir statü koyarsanız o zaman o statü geçerli olur.
ÜNAL
KACIR (İstanbul) – Buradan bunu çıkarttık, Anayasa’yı değiştirdik, bir yıla
indirdik…
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Gel, burada konuş!
RIZA
TÜRMEN (Devamla) – Şimdi, efendim, başka meseleler daha var. 31/5/2007 ve 5678
sayılı Kanun’la siyasi iktidar bir irade beyanında bulundu. Bu irade beyanında
dedi ki: “Benim getirdiğim bu beş artı beş ve seçimle Cumhurbaşkanlığı
seçilmesi 11’inci Cumhurbaşkanı içindir.” Bunu açıkça söyledi siyasi iktidar
“11’inci Cumhurbaşkanı içindir.” dedi.
Şimdi,
deniyor ki: “Efendim, ondan sonra bu ortadan kaldırıldı, ayıklandı, iptal
edildi bu hüküm.” İptal edildi ama, onun yerine başka bir irade getirilmedi ki.
Ondan sonraki referandumda yine beş artı beş, seçimle Cumhurbaşkanının işbaşına
gelmesi esası kabul edildi. Yani bu 5678 sayılı Kanun’daki siyasi iktidarın
beyanı geçerli kaldı. Ha, bugün hâlâ geçerlidir bu irade beyanı.
Bu
tıpkı şuna benzer: Bir uluslararası anlaşmayı imzalarsınız ama taraf
olmazsınız, taraf olmadığınız hâlde o imzanın, o irade beyanının bir hukuki
sonucu vardır. Nedir o hukuki sonuç? O irade beyanına aykırı davranmamakla
yükümlüdür o devlet, yani yürürlüğe girmemiş olsa bile anlaşma.
Tabii,
şu soru da akla geliyor: Parlamento seçimi için de beş yılken dört yıla
indirildi referandumla ve dört yıl sonra da seçim yapıldı. Peki,
Cumhurbaşkanını bundan niye ayırıyoruz, Cumhurbaşkanını bundan ayırmak için
hukuki neden nedir? Bu da sorulması gereken bir soru.
E,
bütün bunları topladığınız zaman, çok açıktır ki bugünkü Cumhurbaşkanının
süresi beş artı beştir. Yani bunu başka türlü söylemek mümkün tabii, başka
türlü kanunlar çıkarmak da mümkün, ama bu Galile’nin
dediği gibi, işte, Cumhurbaşkanının süresinin beş artı beş olduğu gerçeğini,
hukuki gerçeğini pek değiştiremiyor.
Efendim,
bir eleştiri, deniliyor ki: “Biz bunu böyle yaparsak, o zaman tabii,
Cumhurbaşkanını azletmek anlamına gelir, Meclis başka türlü kanunlar çıkarır,
süresini yeniden azaltır ve Cumhurbaşkanı üzerinde böyle bir Meclis baskısı
doğar.”
Bu
böyle değil tabii, yani bütün cumhurbaşkanları için ne olacak, bunu burada
konuşmuyoruz. Burada konuştuğumuz gayet spesifik bir konu var, gayet belirli
bir konu var. Yapılan bir anayasa değişikliği vardır, bir referandum vardır. Bu
anayasa referandumu ne zaman yürürlüğe girmiştir? Ne zaman hüküm doğurmuştur?
Bu konu, konuştuğumuz konu sadece budur yoksa Meclis Cumhurbaşkanı üzerinde
baskı kurar, onu azleder… Cumhurbaşkanının ne zaman yargılanacağı, ne zaman
görevine son verileceği Anayasa’da yazılı tabii, onların dışında böyle bir şey
söz konusu değil.
Burada,
bir de onu unutmamak lazım, bir halk iradesi var burada. Halk iradesiyle kabul
edilmiş bir referandum, bir Anayasa metni var. Şimdi, bu halk iradesiyle kabul
edilmiş Anayasa metnini yasayla değiştirmek çok vahim sonuçlar doğuracaktır
yani benim en büyük endişem şudur: Cumhurbaşkanı şimdiye kadar kaynağını
Anayasa’dan aldığı bir yetkiyle görevini sürdürmüştür ama bundan sonra,
önümüzdeki iki yıl içinde -yani yedi yıl kabul edilirse- Cumhurbaşkanı
kaynağını Anayasa’dan almayan bir yetkiyle görevini sürdürecektir. O zaman,
tabii Cumhurbaşkanlığı makamının üstüne bir gölge düşmüş olacaktır. Niçin bu
gölgeyi düşürelim? Cumhurbaşkanlığı çok
önemli bir yer, devletin en önemli makamı belki. Bu gölgeyi niçin düşürelim?
Bunu da anlamış değilim doğrusu. Yani Cumhurbaşkanını iki yıl için orada bir
topal ördek olarak tutmanın doğru olduğuna inanmıyorum doğrusu ve
Cumhurbaşkanlığı makamı için bunu çok tehlikeli, çok zararlı görüyorum. Bu
makamı zedelemiş oluyoruz ve bundan belki kaçınmak daha doğru. O makama daha
saygılı davranmak gerekir diye düşünüyorum.
Bütün
bunlar eğer böyle belirli bir kişiyi Cumhurbaşkanı yapmak için yapılıyorsa
tabii o da çok yanlış bir şey. O zaman, onu açıkça söylemek lazım belki. Bu
hukuki koridorlara da sapmadan, hukuki zorlamalara sapmadan asıl niyeti belki
açıkça beyan etmek daha doğru olur diye düşünüyorum.
Çok
teşekkür ederim Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Türmen.
Sayın
Komisyonun bir talebi var galiba?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Kısa bir açıklama.
BAŞKAN
- Buyurun Sayın Başkan. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; aslında bence konu çok net, çok berrak ama yine de Sayın Türmen’in konuşmasından sonra birkaç kelam etmek için
huzurunuza çıkmış bulunuyorum.
2007’ye
döndüğümüz zaman, Türkiye’nin o günkü 367 kararı çerçevesindeki tabloyu en
yakın bilenlerden biri benim. O zaman da Anayasa Komisyonu Başkanlığını
yürütüyordum ve 2007’de Cumhurbaşkanını halka seçtirme konusu durup dururken
Türkiye’nin gündemine gelmedi. Yani sanki işte, çok böyle güzel giderken,
oturduk sağ selim hepimiz düşündük, tartıştık, efendim birçok yerlerle
konuşuldu filan. Türkiye’de siyaset böyle gitmiyor. Bunu en iyi muhalefet
bilir.
Dolayısıyla,
o günün şartlarında böyle bir değişiklik düşünüldü. Sebebi de net: Şu
gördüğünüz salon tıkandı. Buraya AK PARTİ dışında kimse gelmedi. O gün, bakın, burada resimleri falan var. Tabii 367
sayısı da sayı olarak bizde olmayınca toplantı yapılamamış oldu. Anayasa
Mahkememiz de böyle bir yanlış karara imza attı ve bu konu tıkanmış oldu. Onun
üzerine yapılan “Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilir.” değişikliği, seçilmesi
meselesi o günkü şartlarda bulunan bir durum. Elbette ki bu, düşünülmeli,
tartışılmalı, yarı başkanlık mıdır, benim candan sevdiğim başkanlık mıdır,
hangi model gelecek bunlar konuşulmalı idi. Bütün bunları kabul ediyoruz. Ama
söylediğim gibi, yani süreç, Türkiye’de siyaset çok mu böyle rayında gidiyor da
yapılanlardaki bazı aceleci durumlar burada masaya yatırılıyor? Bir de olayın
bu tarafını görmek lazım. Neyse, biz karar verdik. Mademki öyle, asli sahip,
asli unsur halk seçsin Cumhurbaşkanını. Halka gitmekten başka çare kalmadı. Tam
bu hazırlıklar yapıldı ve referandum süresi de yüz yirmi günden aşağıya
çekildi. İkisi için, “Beraber olsun, efendim, referandumla genel seçim beraber
olsun.” filan dendi ama olmadı. Niye olmadı? Sayın Sezer yasayı geri çevirince,
yüz yirmi günlük süre aynen uygulanmak durumunda kaldı ve böylece de bizim seçim
yani Meclisin seçimi öne gelmiş oldu, Cumhurbaşkanı seçimi de sona kalmış oldu.
Hâlbuki hesap neydi? Evvela Cumhurbaşkanını halka seçtirmekti, hesap oydu;
paket yola gitti, öyle çıktı, kargoya verildi!
Şimdi,
elimde, o günkü metin var. Şu gördüğünüz metin, Cumhurbaşkanını halka seçtiren
Anayasa değişikliğini getiren metin. Geçici 18, 19’da dedik ki: “11’inci
Cumhurbaşkanı seçiminin ilk tur oylaması, bu Kanunun Resmî Gazetede yayımını
takip eden kırkıncı günden sonraki ilk Pazar günü, ikinci tur oylaması ise ilk
tur oylamayı takip eden ikinci Pazar günü yapılır.” dendi. Tam bu söylendi ama
dediğim gibi, bizim seçim önce olup da Cumhurbaşkanını bu Parlamento seçince bu
hükmün bir anlamı kalmadı çünkü bunun bir karşılığı kalmadı, bu artık kadük
oldu, karşılığı olmayan bir hüküm oldu ve seçimden sonra, Milliyetçi Hareket
Partisiyle beraber -o gün hatırlarsanız, buradaydı arkadaşlarımız, önemli bir
bölümü- bu, anlamı kalmayan 19’uncu maddeyi, 18’le beraber, paketten çıkarmış
olduk.
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – CHP neredeydi?
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Burada Bülent, burada, burada…
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Şimdi, bu, paketten çıkarma meselesi…
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Çok merak ediyorsan, burada…
BAŞKAN
– Sayın Aslanoğlu, lütfen…
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Evet, paketten çıkarma meselesi
gerçekleşince 18, 19 yani 11 no.lu Cumhurbaşkanını halk değil, biz seçmiş olduk
ve böylece artık, yeni seçilen Cumhurbaşkanıyla alakalı kuralların mevcut
Anayasa’ya göre işlemesi gerekir, bu kadar nettir konu. Niye? Çünkü diyor ki bu
Anayasa, 82 Anayasası, o günkü metinde, seçildiği metinde “Yedi yıllığına
seçilmiştir.” diyor, yedi yıllığına, yedi yıl için. Dolayısıyla da yorum
yapacaksak bu bağlamda yapmamız lazım, kuralı koyacaksak bu bağlamda koymak
lazım.
Şimdi,
bize diyorlar ki: “Geçici madde koysaydınız.” Geçici madde koyduk, söylediğim
şekilde geçici madde yazıldı. Ama, niçin yazıldı? Halk tarafından seçilmek
üzere yazıldı ama “takdim tehir” dediğimiz hukukta, öncelik sonralık
gerçekleşince o normal süre işlemedi. Siyaset normal işlemediği için bugünkü
tablo buradan kaynaklandı, evvela arkadaşlarımızın bunu çok iyi görmesi lazım
yani bu Komisyonumuzda unutulmuş bir mesele değil.
Şimdi,
böyle olunca yorum konusuna geliniyor. Geçici madde konabilir miydi Anayasa’ya?
Dediğim gibi o gün konamıyor ama diyelim ki 2010 yılında Anayasa yazıldığı
zaman, daha doğrusu yeni…
ATİLLA
KART (Konya) – 5697’ye konabilirdi Sayın Kuzu.
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Anlamadım.
ATİLLA
KART (Konya) – 5697’ye konabilirdi geçici madde.
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Nasıl koyacaksınız? Siz oradaydınız.
ATİLLA
KART (Konya) – 21 Ekim referandumunda geçici maddeyi koyabilirdiniz.
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Yani bu 2010’dakini mi diyorsunuz?
ATİLLA
KART (Konya) – Evet.
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Tamam, işte onu söylüyorum ben de,
ben de tam onu anlatmaya çalışıyorum.
ATİLLA
KART (Konya) – 2007’dekini diyorum, 21 Ekim referandumunu diyorum.
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi müsaade
buyurun.
ATİLLA
KART (Konya) – O yönde bir iradeniz oluşmadı çünkü.
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Biz kadük kalmış bir maddeyi
çıkardık. Cumhuriyet Halk Partisi bunu Anayasa Mahkemesine götürdü. Anayasa
Mahkemesi de dedi ki: “Yaptığınız doğrudur. Parti olarak burada Meclisin
çıkardığı bu kadük kalmış metni çıkarmak doğrudur.” Ancak paket yola çıkmış ve
kargoda, bizim oraya yeni bir geçici madde koyma şansımız hukuken sıfır bana
sorarsanız. Olmayan bir şey talep ediyor Sayın Kart, olmayacak bir şeyi
söylüyor.
ATİLLA
KART (Konya) – Maddeleri çıkardığınıza göre geçici madde de koyabilirdiniz.
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Hayır, mümkün değil o, o olacak bir
şey değil. Öbürünün nedeni kadük kaldı, çünkü o bitti, onu koysan da anlamı
yok; ölü, ölmüş bir hüküm o, öyle duruyor orada, kuru bir ağaç.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Peki, çıkardığınız ne?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Onu öyle çıkardık işte. Anayasa
Mahkemesi “Doğru yaptınız.” dedi, “Yapılanlarda bir aksaklık görmüyorum.” dedi.
ATİLLA
KART (Konya) – Sizin o yönde bir iradeniz yoktu.
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Şimdi, oraya konamazdı. Paket yolda,
kargoya gitmiş, geri dönüşü yok. Şimdi gelelim…
ATİLLA
KART (Konya) – O gün hesaplarınız farklıydı.
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Ha, şunu desen olur: “2010’da
konsaydı bu, 12 Eylül referandumunda.” o başka, onu konuşalım. Eğer
konuşacaksanız, mantıklı bir şey söyleyecekseniz gelin bunu konuşalım. Oraya da
gerek kalmadı, çünkü biz söylediğimiz gibi “Cumhurbaşkanını mevcut Meclis
seçtiği için, yedi yıllığına seçtiği için bu kurallar geçerli.” dedik. Anayasa
Mahkememizin kararları, Danıştayın kararı bunu
doğruluyor, hukuku, güvenirliği, statünün korunması. Elbette, Anayasa’ya bir
geçici madde bugün yazılabilir. Ne denebilir? Filan tarihte yapılan değişiklik
mevcut Cumhurbaşkanının süresini kapsar. Olur o zaman beş. Bunu kanunla
getiremezsiniz değerli arkadaşlar. Kanuna yazarak yedi yılı beşe
indiremezsiniz, yedi yıl orada neyse… Bu kanun uyum yasası sadece, oradaki
yediyi buraya yazıyoruz sadece o kadar. Yaptığı bir uyumdur. Yoksa “Efendim,
beşti de yediye çıkardık.” Böyle bir şey yok, hiç böyle bir şey yok.
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Geçen dönem biz beş yıllığına seçilmedik mi Hocam?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Evet, beşe seçildik.
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Ee, niye dört yıl yaptınız?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Tamam, dörde indirme şeklindeki
duruma biz erken seçim kararı alarak gittik. Yoksa bakın zabıtlarda bunlar var.
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Hocam, Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev sürelerini
niye düşürdünüz?
ATİLLA
KART (Konya) – Anayasa Mahkemesi üyelerini ne yaptık Sayın Başkan?
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen…
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – O günkü zabıtlara bakın. Beş yıllık
süreyi biz dört yıl uygularken tamamıyla bunları biz öne aldık. İstersek üç ay
sonra da gidebiliriz. Hazırsanız altı ay sonra, üç beş ay sonra gidelim;
isterseniz, yani bu kadar meraklıysanız. Çünkü bu bizim elimizde olan bir şey.
ATİLLA
KART (Konya) – Anayasa Mahkemesi üyelerini ne yaptık?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Bu bizim elimizde olan bir şeydir,
öbürü bizim elimizde değildi. Mahallî seçimi kısamazsın, Cumhurbaşkanlığı
seçimini kısamazsın; böyle bir yetkin yok. Öbürü bizim elimizde olan bir şey.
Kendimize kıydık, başkasına kıyamıyoruz. Sorun bu kadar basittir.
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – 2 kereyle sınırlandırmayı getiriyorsunuz ama.
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Dolayısıyla, beş artı beş formülü
halk tarafından seçilen ve bundan sonra uygulanacak olan bir formüldür. Konuyu
böyle görmemiz lazım.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Halk seçsin Hocam, niye iki yıl geciktiriyorsunuz?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Cumhurbaşkanını halk seçer, Meclis
seçer… “Efendim, parlamenter rejimden uzaklaşılır mı?” Ee,
biz de uzaklaşalım azıcık canım. Zaten parlamenter rejim hangi memlekete ne
hayır getirmiştir bu dünyada? Çok çeşitli tipleri vardır ve çok da enteresan
bir modeldir.
ATİLLA
KART (Konya) – Sayın Kuzu, bu, sistemin adı.
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Yani Avrupa’ya da bir fayda
getirmemiştir. Fransa yıllarca çileden çıktı, en sonunda yarı başkanlığa geçti,
azıcık nefes aldı. Gelin, tam Başkanlık modeline geçelim. Yeni bir anayasa
yapıyoruz, madem bir iş yapacaksak hiç olmazsa kalıcı bir şey olsun.
Değerli
arkadaşlar, “parlamenter rejim” dediğiniz model bu söylediğimiz bağlamda
Balkanlarda da var. İşte Balkanlarda 16 ülkede, dünyada 25 ülkede şu: Yani
parlamenter model var, ama cumhurbaşkanını halka seçtiriyor. Doğru mu? Doğru,
yanlış; ama böyle bir yaygın uygulama başlamış dünyada, gidiyor. Dolayısıyla,
bu akıntıya biz de uymuş olduk. Cumhurbaşkanını halkın seçmesinde… Belki yeni
anayasada zaten yetkileri bu bağlamda dikkate alınabilir. O başka bir mesele,
yani o ayrı bir tartışma konusu.
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Kişiye özel kanun yapıyorsunuz, kişiye özel.
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Ama Cumhurbaşkanını salt halkın
seçmesi, parlamenter rejim olmaktan tek başına çıkarmaz.
OKTAY
VURAL (İzmir) – İnşallah, Cumhurbaşkanı veto eder.
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Zaman içerisinde Cumhurbaşkanı ile
Başbakan çatışır mı, tartışır mı? Olabilir. Ee,
Demirel kimlerle tartışmadı, Özal kimlerle kapışmadı? Ee
onlar da kendi partisinin adamlarıydı. Yani dolayısıyla kendileri seçmişlerdi,
kendilerinin yanında beraber politika yapmışlardı, hem de parlamenter
rejimdeydi. Kavga çıkarsa nerede çıkar? Kavganın parlamenter rejimi, başkanlığı
olmaz ki, yeter ki kavga çıkarmak iste yani, istedikten sonra bir kavga çıkarırsın
bir yerden!
Bu
şartlarda değerli arkadaşlar, bir de şunu söyleyeyim: Geçen dönem, Sayın Kart
sizin de bulunduğunuz alt komisyona verilen muhalefet şerhinizde, sizin de
imzanız burada…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Başkan teşekkür ediyorum.
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
- Yok öyle bir uygulamam Sayın Başkan.
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Peki.
Teşekkür
ediyorum, sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Bölüm
üzerinde şahsı adına söz isteyen Fatoş Gürkan, Adana Milletvekili.
Buyurun
Sayın Gürkan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
FATOŞ
GÜRKAN (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanı Seçimi
Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü üzerinde şahsi kanaatlerimi bildirmek üzere
söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi ve bizi izleyen aziz milletimizi
saygıyla selamlıyorum.
Siyasi
tarihimizde Cumhurbaşkanı seçimleri çoğu zaman siyasi bunalımlara ve sorunlara
yol açmıştır. Cumhurbaşkanlarının seçilme şekli sebebiyle tarafsızlıklarının
tartışıldığı gözlenmiştir. Yine 2007 yılında yapılan en son Cumhurbaşkanı
seçiminde yaşanılan sıkıntılar nedeniyle konuya köklü bir çözüm getirilmesi
zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
Ülkemizin
birçok kronikleşmiş sorununa çare olan AK PARTİ İktidarı, Cumhurbaşkanlığı
seçimiyle ilgili kanunu da çıkararak bu tartışmaların bir an önce bitmesiyle
ilgili bir çalışma yapmıştır. Bu amaçla, 31 Mayıs 2007 tarihli ve 5678 Sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun’la, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük temsil makamı olan
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi suretiyle seçim tabanının
genişletilmesi ve demokratik katılımın daha çok sağlanması, yönetenleri
belirleme sürecinde milletin etkin katılımının temini, halkın seçtiği
Cumhurbaşkanının tarafsız, partiler üstü bir tutum sergilemesinin mümkün
kılınması amaçlanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 101’inci ve 102’nci
maddelerinde değişiklik yapılmıştır. Söz konusu değişiklik 21/10/2007
tarihinde, herkesin de bildiği üzere, halk oylamasından da geçerek yürürlüğe
girmiştir. Bu düzenleme doğrultusunda Cumhurbaşkanının halk tarafından beş yıl
için seçilmesi ve bir kimsenin en fazla 2 defa Cumhurbaşkanı seçilebilmesinin yolu
açılmıştır.
Yapılan
bu değişiklikler çerçevesinde 102’nci maddenin son fıkrasında Cumhurbaşkanlığı
seçimine ilişkin usul ve esasların kanunla da düzenleneceği belirtilmiştir. Bu
tasarı ve komisyon metni Anayasa’nın 102’nci maddesinin son fıkrasında yer alan
söz konusu hüküm gereğince Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin usul ve esasların
düzenlenmesi amacıyla hazırlanmıştır. 23’ncü Yasama Döneminde Anayasa
Komisyonunda ve yine bu Seçim Kanunu’yla ilgili alt komisyonda da bulunmam
nedeniyle bir metin hazırlanmıştı Komisyonda, ancak kadük hâline gelince
24’üncü Dönemde tekrar Anayasa Komisyonumuza geldi ve Anayasa Komisyonunda yine
alt komisyona havale edilerek tarafımızdan tüm Komisyon arkadaşlarımızla
birlikte bir metin hazırlandı, ana Komisyondan da geçti, tasarıyla birlikte
Meclisimizin huzurlarına geldi.
Şimdi,
tabii, burada en önemli tartışılan konu bu saate kadar detaylı olarak
açıklanan, Sayın Cumhurbaşkanımızın görev süresinin ne kadar olduğuyla ilgili.
Sayın Cumhurbaşkanımızın görev süresi -11’inci Cumhurbaşkanımızın- 5678 sayılı
Kanun’un yürürlüğünden önce yedi yıl olarak belirlenmiş, Sayın
Cumhurbaşkanımızın görev süresinin seçildiği tarihteki hükümlere tabi olması
kanunların geriye yürümezliği ve hukuki güvenlik ilkelerinin gereğidir. Hukuki
güvenlik kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Kişilerin
koşulları kanunla belirlenmiş bir statüye, devlete ve hukuki istikrara
güvenerek görev aldıktan sonra bu statüde kanunla makul nedeni olmayan ölçüsüz
ve geriye dönük biçimde hakları kısıtlayıcı değişiklikler yapılması kazanılmış
haklara ve dolayısıyla hukuk devleti ilkesine de aykırı düşecektir. Bu nedenle,
esasında Sayın 11’inci Cumhurbaşkanımızın görev süresinin yedi yıl olduğuyla
ilgili bir netlik vardır ama maalesef kamuoyunda birileri tarafından bu konu
sürekli gündeme getirilerek vatandaşımızın kafası karıştırılmaktadır.
Komisyonumuzda da bu konunun netlik kazanması amacıyla bir çalışma yapılmış ve
geçici bir madde eklenmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün ve ondan
önceki cumhurbaşkanlarımızın da görev süresinin yedi yıl olduğu ve bundan sonra
da tekrar seçilemeyeceği yönünde bir geçici madde eklenmiştir.
Tabii
ki amacımız bundan sonraki seçimlerde cumhurbaşkanlarının seçiminin
tartışılmaya konu olmamasıdır. Dolayısıyla, bu kanunun kabulüyle bu da
sağlanmış olacaktır.
Ben
bu tasarının ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi ve
bizi izleyen aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Gürkan.
Sayın
milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.19
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.38
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu),
Mustafa HAMARAT (Ordu)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 53’üncü Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Cumhurbaşkanı
Seçimi Kanunu Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun birinci bölümü
üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştı.
Şimdi,
on beş dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın
Doğru, Sayın Erdoğan, Sayın Dinçer, Sayın Tanal, Sayın Aslanoğlu, Sayın Işık,
Sayın Canalioğlu, Sayın Bayraktutan, Sayın Kuşoğlu
sisteme girmişlerdir.
Sayın
Doğru, buyurun.
REŞAT
DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Önümüzdeki
Cumhurbaşkanlığı seçimiyle beraber, Cumhurbaşkanlığı yetkilerinin azaltılması
yahut da başkanlık sistemine geçiş ile ilgili, yetki artırımıyla ilgili bir
çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?
Ayrıca
ikinci sorum olarak, 2011 yılı sonu itibarıyla ülkemizde cezaevinde yatan
tutuklu ve hükümlü sayısı ne kadardır? Bunların suçlarıyla ilgili olarak
oranları nedir, sayıları nedir? Cezaevlerinde çalışan ceza infaz memurlarının
özlük haklarıyla ilgili bir çalışma yapma düşünülüyor mu Bakanlığınızda?
Öğrenmek istiyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Erdoğan…
MEHMET
ERDOĞAN (Muğla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, “11’inci Cumhurbaşkanının görev süresi yedi yıldır.” hükmünü içeren
geçici madde Anayasa'ya aykırıdır; bunu siz de gayet iyi biliyorsunuz. Bu
düzenlemeden maksadınız belirsizliği ortadan kaldırmak mıdır? Gündem
değiştirmek midir? Bu düzenlemeden gerçek maksadınız nedir? Birinci sorum bu.
İkinci
sorum da şudur: Eğer 11’inci Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Cumhurbaşkanının
yetkilerini artıran bir kanun çıksaydı, Sayın Cumhurbaşkanı “Ben seçildiğimde
bu yetkiler yoktu, ben bunu kullanmayım.” mı diyecekti? Bunu da merak ediyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Dinçer?.. Yok.
Sayın
Tanal…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Değerli Başkan.
Değerli
milletvekilleri, 12 Haziran 2011 seçimlerinde, Şanlıurfa ili Siverek ilçesine
bağlı kırk tane köyde AKP’ye oy çıkmadığı için bu köylerin yol ve suyu
verilmemektedir, yapılmamaktadır. AKP, acaba ne zaman bu partizanca
davranışlarına son verecektir?
Soru
iki: Silivri Cezaevi ile Silivri Devlet Hastanesi arası 7 kilometredir.
Buradaki, vasıtayla, hastaların, tutukluların devlet hastanesine götürülme
süresi en fazla on veya on beş dakikayı alabilmektedir ancak Silivri
Cezaevindeki revirde alet edevat olmadığı gibi nöbetçi doktor olarak -orada
tutuklu kadın cezaevi yoktur ancak- oraya sırasıyla kadın doğum uzmanı
gönderilmektedir. Bu ne zaman düzeltilecektir?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Aslanoğlu…
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, burada Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a
haksızlık yapmıyor musunuz? Bir defa yedi yıl yapıyorsunuz; beş, beş olsaydı 2
defa seçilebilecekti. Bunda vicdanınız rahat mı?
İki:
Aynı kanunda benim milletvekilliğimi geçen dönem dört yıla indirdiniz. Bu hak
mıdır hukuk mudur? 23’üncü Dönem milletvekillerinin burada bir hakkı yenmemiş
midir? Bu arkadaşlarımız da madem aynı kanunda, aynı adla, aynı süreyle
yapılmıştır, o zaman bizim hakkımız neden yenilmiştir diyorum?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Işık…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, Anayasa’nın 101’inci maddesinin ikinci fıkrası “Cumhurbaşkanının görev
süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.”
demektedir.
Halkın
iradesiyle, halk oylamasıyla kabul edilmiş bu maddeyi şimdi mevcut
Cumhurbaşkanının süresini yedi yıla çıkararak Sayın Abdullah Gül’e bir
haksızlık yapmış olmuyor musunuz?
Şu
anda Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı olmasının
önünde bir engel var mıdır? Bu değişikliğe neden ihtiyaç duydunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Canalioğlu…
MEHMET
VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın
Bakanım, taahhüdü ihlalden dolayı hapis cezası almış olanların “Ekonomik suça
ekonomik ceza” prensibine dayanılarak düzenlenmesi düşünülmekte midir?
İki:
Çek Yasası’nda hapis cezasının kaldırılmasıyla çek alacaklılarının durumu nasıl
olacaktır?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Bayraktutan…
UĞUR
BAYRAKTUTAN (Artvin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakana soruyorum: Anayasa Mahkemesindeki hâlen üyelerle alakalı on iki yıllık
süre var biliyorsunuz. Bunlarla alakalı 18’inci maddede -intikal maddesinde-
bir geçici madde getirildi ve mevcut Anayasa Mahkemesi üyelerinin altmış beş
yaş sınırına kadar görev yapacağını, eski üyelerin… Bu madde, bu 18, intikal
maddesi Sayın Bakan sizce gereksiz midir? Yanlış bir madde midir? Eğer, kanun
koyucu, bu konuda Cumhurbaşkanıyla alakalı aynı düşünce içerisinde olsaydı bir
intikal maddesiyle bunu düzenler miydi?
Çok
teşekkür ediyorum.
BAŞKAN-
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Kuşoğlu…
BÜLENT
KUŞOĞLU (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, biraz önce sorduğum tutuklu milletvekilleriyle ilgili soruya “Hâkimler
karar verecek kampanyaları nasıl yürüteceğine.” dediniz. Peki, seçilmeleri
hâlinde -yüzde 51’le en azından, ortalama olarak da yüzde 61 oyla seçilecekler-
o durumda yine hâkimler mi karar verecek? Halkın yüzde 60’ının seçtiği, en az
yüzde 51’inin seçtiği bir Cumhurbaşkanıyla ilgili böyle bir karar geçerli
olabilecek mi? Bu, teorik gibi görünebilir ama bu aşamada zaten kanun hazırlığı
yapıyoruz, teorik olmak zorunda.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Sakık…
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Tabii,
“KCK operasyonu” adı altında uzun süredir operasyonlar yapılıyor. Bizim
iddiamıza göre 5 bine yakın insan tutuklandı ama Hükûmetin yetkili kurumları
zaman zaman çıkıp “Hayır, böyle bir rakam yok…” Ben de Sayın Bakandan rica
ediyorum, yani bu işi en iyi bilen sizsiniz, yani rakamların ne kadar olduğu
konusunda bir, kamuoyunu bilgilendirirseniz sevinirim.
İkincisi:
Birkaç gündür sekiz, dokuz tane cezaevi dolaştık ve bu cezaevlerinde ciddi
sıkıntılar var Sayın Bakanım. Yani, bizim Şırnak Milletvekilimiz Selma Irmak’ın
kaldığı Diyarbakır E Tipi Cezaevinde 8 kişilik yerde 20’nin üzerinde bayan
arkadaşların kaldığını biliyoruz ve hatta, mutfakta insanlar geceleyin
konaklıyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yeni bir paket sunuyorsunuz ama bu
pakette yeni cezaevleri mi, yoksa Terörle Mücadele Yasası’nda da bir değişiklik
yapmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Türkoğlu…
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Demin,
bu parlamenter sistemin değiştiğini, buna parlamenter sistem denilemeyeceğini
söyledim. Sayın Bakan buna benzer dünyada örneklerinin de olduğunu söyledi.
Kendisinden sonra söz alan hatip de bunun bir martaval olduğunu, böyle bir
tartışmanın martaval olduğundan falan bahsetti. O hatibi de, Sayın Bakanı da
akademik dünyaya havale ediyorum. Ama sormak istediğim şey şu: Bu “Adaylara
yardım” başlıklı 14’üncü maddede gerçek kişilerden yardım alınması imkânı
getirilmiş, böyle bir düzenleme var. Bizde bir söz var: “Yiyen ağız utanır.”
diye. Şimdi, gerçek kişilerden yardım almış bir Cumhurbaşkanının yarın bu
kişilerle ilgili tasarruflarda herhangi bir adaletsizliğe sebebiyet verecek
şekilde davranacağına ilişkin hiç aklınıza bir ihtimal gelmiyor mu?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Son
soru, Sayın Türkkan…
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Bakanım, mevcut Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül yedi
yılını doldurmadan beş yıl Cumhurbaşkanlığı yaptığı bu sürede istifa ederse bir
daha, bu yeni yapılan yasaya göre tekrar aday olabilir mi? Beş artı beş olmuş
olacak o zaman.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Türkkan.
Sayın
Sakık, buyurun.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, tabii KCK operasyonu bizim kanayan yaramız. Üç yıla
yakındır bu arkadaşlarımız ana dilde savunma yapmak istedikleri için, bir
türlü, mahkemede hâlen… Mahkemelerde bu ana dilde… Bunun için tutukludurlar,
bunun için bedel ödüyorlar ve ana dillerinde savunma yapamıyorlar. Bu konuda ne
yapmayı düşünüyorsunuz Sayın Bakanım? Yeni bir çalışmanızın olduğunu da duyduk.
Acaba buradan bir ara formül bulunabilinir mi? Ana
dilde bir savunma hakkı sağlanabilinir mi?
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakan, buyurun.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın
Doğru’nun sorusuyla başlıyorum. “Cumhurbaşkanımızın yetkilerinin azaltılması ya
da arttırılmasını düşünüyor musunuz?” diye bir soru sordu. Bunu iktidar grubu
olarak bizim düşünmemizin çok fazla bir anlamı yok. Malumunuz bu yetkiler
Anayasa’mızda düzenlenen yetkilerdir. Dolayısıyla böyle bir düşünce olacaksa,
arttırma ya da azaltma yönünde, Mecliste şu anda çalışmakta olan Uzlaşma
Komisyonunun bu konuda bir noktaya gelmesi gerekir. Bizim tek başımıza
düşüncemizin pratik bir faydası olmaz.
Cezaevinde
bulunan hükümlü, tutuklu sayısı şu anda 130 bin rakamını bulmuştur. Bunun yüzde
28 civarında olanı tutuklu, yüzde 72 miktarında da hükümlü var. Bu oran, bizim
son otuz yılın en iyi oranı tutukluların az olması açısından. Tutuklu sayısı
artıyor ama hükümlü ile tutuklunun oranını beraber ölçtüğünüzde Türkiye’de
tutuklu oranları düşmektedir cezaevinde bulunanlar açısından. Tabii, onların
hangi suçlardan olduğuna dair dökümü ancak yazılı verebilirim Sayın Vekilim.
“Ceza tevkifevlerinde infaz
koruma memurları için
bir düzenleme -özlük haklarında-
var mı?” diye… Cezaevlerinin dış güvenliğinin jandarmadan alınarak Adalet
Bakanlığına bağlı ceza infaz koruma memurları tarafından yapılmasını içeren bir
tasarımız Bakanlar Kuruluna sevk edildi. Bu tasarı, umuyorum, bir sonraki
Bakanlar Kurulunda görüşülecek ve kısa sürede de Parlamentoya gelecek. O paket
içerisinde görev ve sorumlulukları değiştiği için de ceza infaz memurlarında
bir düzenleme düşünüyoruz. Tabii, bunun Hükûmetten ve Maliyeden geçmesi
gerekiyor.
Sayın
Tanal “Şanlıurfa’nın bir köyü.” dedi ama şu anda bunu bilmem ve buna bir cevap
vermem mümkün değil.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Bir değil dört tane.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) - Bununla ilgili olarak araştırırız, ilgili
arkadaşlardan sorarız Sayın Tanal. Şu anda afaki bir cevap vermek istemiyorum
buna.
Onun
dışında “Silivri Cezaevi ile Silivri Devlet Hastanesi arasında mesafe yakın.”
diyor. Evet, doğru ama gündüz ile akşam saatleri arasında ulaşım açısından çok
fark var. Gündüz trafiğinde zaman uzayabiliyor. Bu açıdan çevre yolundan bir
ulaşım imkânı zorlanıyor. Ancak “Revirdeki imkânlar.” dediniz. Zannediyorum,
kurumun içerisinde, cezaevi kampüsü içerisinde olan sağlık ünitesinden değil F
tipi cezaevlerinde bulunan revirler var, ilk müdahale noktası. Orada, dediğiniz
gibi, imkânlar çok geniş değil ama hemen 8-9 tane cezaevinin oluşturduğu
kampüsün içinde bir sağlık birimi var. O sağlık birimimizde gerekli donanımlar
var. Orada uzmanlar nöbetçi olarak çalışıyor. Dahiliyeci ayrı, işte, hariciyeci
ayrı ya da farklı uzmanlık alanlarında haftanın belli günlerinde uzmanlar
geliyor ve cezaevinden ihtiyacı olanların tedavileri yapılıyor. Ancak zaten
acil olanlar için sürekli devlet hastanesine ve daha üst sağlık birimlerine
gitme imkânımız açık.
Sayın
Aslanoğlu “Beş artı beş haksızlık değil mi?” diye sordular.
Değerli
arkadaşlar, biz burada yapmış olduğumuz düzenlemede bir hak dağıtma noktasında
değiliz. 2007’de bir anayasa değişikliği oldu ve şimdi bu anayasa
değişikliğinin uygulamasına dönük olarak birtakım tereddütler, birtakım
spekülasyonlar yapıldığında bu yasama faaliyetini yapan Parlamento konuya
ilişkin iradesini ortaya koymaktadır. Bize göre olması gereken şeydir bu, yoksa
burada hak alıp hak dağıtma faaliyeti içerisinde değiliz şu anda.
“Milletvekili
olarak biz dört yıl vekillik yaptık geçen dönem. Bu bizim bir yılımıza yazık
olmadı mı?” diyor. Yanılmıyorsam seçim kararını burada gruplarla beraber
aldığımızı düşünüyorum 2011’de yapılan seçimlerde. Buna muhalefet eden bir
siyasi partimiz de olmadı. Dolayısıyla 2011’de yapılan seçimler -tekrar ifade
ediyorum ve altını çiziyorum- Yüksek Seçim Kurulunun resen oluşturduğu takvime
göre yapılmamıştır 2011 seçimleri. Türkiye Büyük Millet Meclisi Parlamentoda
seçim kararı almıştır 12 Haziran için, onun üzerine Yüksek Seçim Kurulu 12
Haziranda seçim yapılmak üzere seçim takvimi hazırlamıştır. İkisi arasında çok
fark vardır. Bu, Cumhurbaşkanlığı açısından da emsal teşkil etmeyecektir bu
yüzden.
Onun
dışında, Sayın Alim Işık “Cumhurbaşkanımızın görev süresi beş yıldır. En fazla
iki defa seçilebilir. Şimdi yapılan Sayın Gül’e bir haksızlık olmuyor mu?”
Biraz önce onu cevaplamaya çalıştım. Burada yaptığımız şunu beş artı beş
yapalım, bunu yedi yıl yapalım gibi bir çalışma değil, bir soyut norm
çalışmasıdır. 2007’de yapılan çalışmanın tereddütler üzerine tavzihi
mahiyetinde bir çalışmadır. Onun dışında hiç kimseye özel bir avantaj temin
etmek üzere yapılmış bir çalışma da değildir.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Sayın Cumhurbaşkanının aday olmasını engelliyorsunuz.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Niye engelliyorsunuz? Niye yasak getiriyorsunuz?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Değerli milletvekilleri, Sayın Bayraktutan’ın bir sorusu var, “Anayasa’da mevcut üyelerin
altmış beş yaşına kadar görev yapacağına dair bir istisna hükmü koydunuz.”
diyor. Doğrudur. Bu intikal hükmü konulmuştur ama bu intikal hükmünün
konulmadığı örnekler de vardır. Kültür tabiat varlıklarını koruma kurullarında
görev süresi indirilmiştir. İndirilen süreye göre Kültür Bakanlığı bunların
görevine son vermiştir. Bu üyeler idari yargıya gitmişlerdir, en neticede konu Danıştaya intikal etmiştir. Danıştayın
yapmış olduğu değerlendirmede, bu düzenlemenin mevcut görevde olanların
süresini de kısalttığına dair özel bir hüküm olmadığı için önceki seçildikleri
süreyi tamamlamaları gerektiğine hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesinin de benzer
şekilde içtihatları vardır.
Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Aksine hüküm var.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Cevaplayamadığım sorulara da yazılı olarak
cevap vereceğim Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan…
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Hep yanlış bilgi veriyor. Bu nasıl Bakan?
OKTAY
VURAL (İzmir) – Beş yılda istifa ederse. Ona bir cevap verin yani bu sonradan
cevaplandırılacak bir konu değil ki.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Hiç aklınıza gelmedi, onun için cevap veremiyorsunuz.
BAŞKAN
– Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.
Şimdi…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Başkanım, özür dilerim.
Bakanın
verdiği bilgi doğru değil. Ben izin verirseniz hemen…
BAŞKAN
– Lütfen Sayın Tanal… Lütfen...
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Mahkeme kararı elimde benim. Doğru bilgisi burada.
BAŞKAN
– Şimdi birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge
işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.
1’inci
madde üzerinde üç adet önerge var, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan Cumhurbaşkanı Seçimi Kanun Tasarısı’nın 1. Maddesinde yer alan “Bu kanunun
amacı” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve kapsamı” ibaresinin eklenmesini arz
ve teklif ederiz.
Enver Erdem Faruk Bal Nevzat
Korkmaz |
Elazığ Konya Isparta |
Hasan
Hüseyin Türkoğlu Lütfü
Türkkan |
Osmaniye
Kocaeli |
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 1 nci
maddesindeki “niteliklere” ibaresinden sonra gelmek üzere “hazine yardımı”
ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Hasip
Kaplan Sırrı
Sakık A.
Levent Tüzel |
Şırnak Muş İstanbul |
Pervin
Buldan Demir
Çelik |
Iğdır
Muş |
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 138 Sıra Sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısının 1. maddesinin
Tasarı metninden çıkarılmasını arz ve talep ederiz.
Uğur Bayraktutan
Ali Serindağ Atilla
Kart |
Artvin Gaziantep Konya |
Ercan Cengiz Mehmet Hilal Kaplan Sakine Öz |
İstanbul Kocaeli Manisa
|
Musa Çam Mehmet Volkan Canalioğlu Ferit Mevlüt
Aslanoğlu |
İzmir Trabzon İstanbul |
Namık
Havutça |
Balıkesir
|
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Katılmıyoruz Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Namık Havutça, Balıkesir Milletvekili.
Buyurun
Sayın Havutça.
NAMIK
HAVUTÇA (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önerge üzerinde
grubum adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye’miz daha bundan bir yıl önce çok önemli bir Anayasa
referandumuna gitti ve halkımızın milyonlarca paraları sokaklarda harcandı. Ve
gelinen noktada, bakın, Türkiye'nin gündeminde şu anda Cumhurbaşkanlığı
seçiminin beş yıl mı yedi yıl mı olmasını konuşuyoruz. Buradan ben Türk halkına
sormak istiyorum: Bir yıl önce Sayın Başbakan ve AKP’li sayın hukukçular bu
konunun bugün bir sorun olacağını öngörmüyorlar mıydı? Yani ne oldu da bir
yılda, 2007’de bir Anayasa değişikliği oldu, 2010’da yine oldu ve
Cumhurbaşkanımız zaten görev başındaydı ve seçim meydanlarında bu belirsizliği
gidermek adına ve bugün yüzde 49 oy aldığını iddia eden sayın siyasi iktidar,
Türkiye'de istikrar olsun diye Türk halkından oy isteyen iktidar niçin bu
konuyu öngörmedi? Bunu garip bir çelişki olarak burada ifade etmek istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, Sayın Hocam anayasa hukukçusu, biz de hasbelkader İstanbul
Hukuk Fakültesini bitirdik. Bize öğretilen, Türkiye'de insanlarla insanlar
arasında sorunlar olduğunda bunlar mahkemelere gider, insanlarla devlet
arasında sorun olduğunda idare mahkemelerine gider, devletle arasında bir sorun
olduğunda bu da Anayasa Mahkemesine gider ve sorun -o günkü örneğin özel hukuka
tabiyse- hâkimin önüne giden mesele o günkü pozitif mevzuata göre çözümlenir,
meri hukuka göre çözümlenir.
Şimdi
bakın, Türkiye’de bir anayasal sorun var, bu sorun nasıl çözülecek?
Uluslararası hukuk, Anayasa’mız ve bugünkü geçerli mevzuata göre
çözümlenecektir ve açıkça, Anayasa’mızın 101’inci maddesinin ikinci fıkrası
cumhurbaşkanının görev süresinin beş yıl olduğunu düzenlemektedir.
Şimdi,
Anayasa açık. Yeniden bir kanunla şu anda gelerek -bu düzenlemenin kanunla,
geçici bir maddeyle- cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıl olduğu iddia
edilmekte ve önerilmektedir. Bu geçtiğinde bunun Anayasa Mahkemesine gideceği
açıktır, çünkü Anayasa’nın amir hükmüyle düzenlenmiş beş yıllık düzenlemeyi bu
şekilde bir kanunla düzenlemek mümkün değildir.
Değerli
milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanımız az önce buradaydı. Daha önce kanun
hükmünde kararnameyle, aldığınız yetkiyle, Hükûmetin aldığı ve Türk idari
yapısında çok önemli değişiklikler yaratan sağlık alanında, millî eğitim alanında
görev ve teşkilatlarını değiştirdi kanunun 2’nci maddesinde. Şimdi, Millî
Eğitim Bakanlığının Görev ve Teşkilatları Hakkında Kanun’un 2’nci maddesinde,
Atatürk ilke ve devrimleri ve Atatürk milliyetçiliği sanki Türkiye'nin
demokratik, laik ve çağdaş uygarlığa gitmesinde bir engel teşkil ediyormuş
gibi, Millî Eğitim Bakanlığının görev ve teşkilatlarından çıkarıldı.
Bakıyoruz,
acaba neden bu düzenleme yapıldı? Anayasa’mızın başlangıç hükmü, Anayasa’mızın
2’nci maddesi ortadayken ve emir verirken “Böyle olması gerekiyor.” diye,
maalesef, Millî Eğitim Bakanlığının bu düzenlemesi Türk halkının önüne garip
bir çelişki olarak gelmiştir.
Yine,
son olarak da 12 Ocakta Sayın Millî Eğitim Bakanının, 19 Mayısların, çocukların
üşüdüğü, eğitimin aksadığı gerekçeleriyle, sadece Ankara’da kutlanması
gerektiği yolunda bir açıklaması oldu, bir genelgesi oldu.
Şimdi,
ben buradan Türkiye’ye soruyorum, Türk halkına soruyorum: 19 Mayıs, bu ülkede,
bu ülkenin ulusal devriminin, ulusal bağımsızlığının meşalesinin yakıldığı gündür,
ulusumuzun gururla üzerinde durduğu bir gündür, bütün gençlerimizin
stadyumlarda tek yumruk oldukları bir gündür. Bugünün hasletini ve güzelliğini
yaşamak, stadyumlarda bir araya gelmek ulusumuzun en büyük hasletlerinden
biridir. Şimdi durup dururken yok “Üşüyoruz.”, yok efendim “millî eğitim
aksıyor.” gibi gerekçelerle Türk halkında ulusal birlik, beraberlik
duygularımızı zedeleyecek bu adımın atılmasını biz kabul etmiyoruz.
O
nedenle, Değerli Millî Eğitim Bakanı, derhâl bu yanlıştan, bu genelgeden dönülmelidir
ve Türk halkının ulusal birlik ve bütünlüğünü sağlayacak günlerin daha bir
ihtimamla, coşkuyla, birlik, beraberlik içerisinde kutlanması gerektiğini ifade
ediyor, hepinize saygılar ve sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 1 nci
maddesindeki “niteliklere” ibaresinden sonra gelmek üzere “hazine yardımı”
ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Hasip Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
PERVİN
BULDAN (Iğdır) – İstanbul Milletvekili Sayın Levent Tüzel konuşacak.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Levent Tüzel, İstanbul Milletvekili.
Buyurun
Sayın Tüzel. (BDP sıralarından alkışlar)
ABDULLAH
LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan kanun tasarısı bir süredir devletteki düzenleme ve yapılanmada Hükûmetin
yeni bir hamlesidir desek yanlış olmaz herhâlde. Ancak anlaşılan o ki bu son
olmayacak çünkü ihtiyaç duydukça bu türden yeni düzenlemelere başvurulacağı
görülüyor.
Cumhurbaşkanının
görev süresindeki tartışmayı sonlandırmak adına görev Parlamentoya verilmiştir
ama her zamanki gibi Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti Meclis çoğunluğuna
dayanarak istediği gibi yönetme yetkisini kullanacaktır.
Bu
düzenlemeyle neyin hesabı yapılmaktadır? AKP İktidarının ve fikrinin uzun yıllar
sürdürülmesi ve mevcut Başbakanın geleceğinin planlanması hesabı yapılmaktadır
ancak AKP yönetimi bu hesaplarını mevcut çoğunluğu koruyacağını düşünerek
yapmakla yanılmaktadır.
Burada,
bu görüşmelerde konuşan bir milletvekili arkadaşımız “Son söz Meclisindir.”
derken, aslında halkı hesaba katmamaktadır. Her gün daha çok hak ve
özgürlükleri gasp eden, geleceği karartan, ortak yaşamı ve barışı tahrip eden,
gelir adaletsizliği uçurumuna yuvarlayan bir iktidarın ömrünü de elbette halk
belirleyecektir yani son söz her zaman halkın olacaktır, bütün zorbalık ve
baskı politikalarına rağmen böyle olacaktır.
“Cumhurbaşkanını
halk seçer.” denilerek tarafsız ve psikolojik olarak halk desteği almış
cumhurbaşkanının özgüveninden söz edilmekte. Halka seçtirmek bunu ne ölçüde
sağlayacaktır? Mevcut Cumhurbaşkanı da halkın çoğunluğunun desteğini alarak
seçilmiş bir partinin içinden çıkmış ancak bütün haksızlıklara, hak gasplarına,
insan hakları ihlallerine ne yazık ki seyirci kalmıştır. Her gün işlenen nefret
suçları, halkı kışkırtıcı psikolojik harekâtlar yürütülürken sessiz ve seyirci
kalmak ne menem bir tarafsızlıktır? Savaş
politikalarıyla halkın acısını büyüten bombardıman gibi kayıplar karşısında
Sayın Cumhurbaşkanının tutumu nasıl olmuştur? Yasada halkın seçtiği Cumhurbaşkanı
halkın içinden çıkmış bir aday olamamaktadır her nedense, seçilme yeterliliği
herkesin seçme seçilme hakkına terstir. “Bunların anayasal hüküm gereği
olduğunu.” söylemek yeni ve demokratik bir anayasa ihtiyacı karşısında yetersiz
kalmaktadır.
Eğer
demokrasi ve halk seçimiyse, yükseköğrenim ve benzeri şartlar aranmadan ve
aidiyet bağı “Türk milleti” denilerek ifade edilmeden, örneğin “Türkiye
Cumhuriyeti yurttaşları.” denilerek aday olabilmenin önü neden açılmamaktadır?
Meclisin aday göstermesi anlamına gelecek “20 milletvekili veya partilerin
ortak adayı” gibi düzenlemeler aslında halkın seçilme hakkının ihlali
anlamındadır.
Esas
olarak değerli milletvekili arkadaşlarım, ülkemizdeki gidişatı konuşmamız
gerekiyor. Nasıl bir gidişattadır? Herkesin kaygı duyması gereken bir gidişat
değil midir yaşadıklarımız? Kimsenin yaşam güvencesi yok, özel yetkili, özel
hukuk yürüten mahkemeler yürürlüktedir. Habire
kararlar vermektedir. Kimsenin düşünce özgürlüğü yoktur. Halkın örgütlenmesi ve
demokratik, meşru mücadelesi gizli örgüt muamelesi görmektedir.
İşte,
Mecliste grubu bulunan Barış ve Demokrasi Partisinin yasal, seçilmiş, siyaset
yapan yöneticileri: Binlercesi bugün tutuklanmış durumdadır. Binlerce insan
tutuklanmış, cezaevlerine atılmıştır ama işte dün Hrant
Dink gibi, verilen bir karar gösterdi ki, halkların barışından, ortak
yaşamından, özgürlüklerinden yana bir gazeteci aydın katledildiğinde, her
nasılsa, bu siyasi cinayette örgüt bulunmamaktadır! Peki, kimin eseridir bu
siyasi cinayet? Hangi iktidar, hangi egemenlik anlayışı bebekten katil
doğurmuştur? Biliyoruz ki, bu taammüden katlin
arkasında büyük bir devlet organizasyonu ve bu organizasyonun koruduğu,
kolladığı, göz yumduğu cinayet şebekeleri vardır. Bunlardan arınmayan bir
devlet anlayışı, yönetimi halklarımızın eşit, ortak, barışa dayalı bir
geleceğini inşa edemez. Asıl görmemiz gereken problemimiz, çözmemiz ve
halkımızın takip etmesi gereken meselemiz de budur. Barıştır, demokrasidir.
Teşekkür
ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Tüzel, yalnız, hatırlatmam gereken bir konu var ki,
Türkiye’de herhangi bir savaş yok, terör var, terör örgütü var, onunla mücadele
eden Türk Silahlı Kuvvetleri var, emniyet var. (AK PARTİ ve MHP sıralarından
alkışlar, BDP sıralarından gürültüler)
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Savaş uçakları…
PERVİN
BULDAN (Iğdır) – Roboski’yi hatırlatırım Sayın
Başkan, Roboski’yi unutmayın!
ADİL
KURT (Hakkâri) – Genelkurmay Başkanı, “savaş” diyor!
BAŞKAN
- Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
NAZMİ
GÜR (Van) – Yorum yapacak makamda değilsiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Yaparım. Devletle, milletle ilgili olduğu zaman yaparım.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan Cumhurbaşkanı Seçimi Kanun Tasarısı’nın 1. Maddesinde yer alan “Bu kanunun
amacı” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve kapsamı” ibaresinin eklenmesini arz
ve teklif ederiz.
Enver Erdem (Elâzığ) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Katılmıyoruz Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Enver Erdem, Elâzığ Milletvekili.
Buyurun
Sayın Erdem. (MHP sıralarından alkışlar)
ENVER
ERDEM (Elâzığ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 138 sıra sayılı
Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’nın 1’inci maddesi için verilen önerge
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime
başlamadan önce, dün ebedî istirahatgâhına
uğurladığımız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’ı
rahmetle anıyor, ailesinin ve milletimizin başı sağ olsun diyorum.
138
sıra sayılı bu Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi amaç ve kapsam maddesidir. Bu
kanunun amacı Cumhurbaşkanı adaylarında aranacak nitelikleri, seçim öncesi,
seçim günü, seçim sonrası yapılması gereken işlemlere ilişkin usul ve esasları
düzenlemektir. Yirmi dört maddeden oluşan bu düzenlemenin yüzde 80’i Anayasa
hükümlerinin ve bilinen kanunların tekrarı anlamındadır. Oy kullanırken
uygulanacak genel ilkeleri yani serbestlik, eşitlik, gizlilik, genellik, yargı
denetimi, oyların sayımı ve dökümü gibi düzenlemeleri bir kenara bırakacak
olursak gerçek amacı ortaya çıkacaktır. O amaç da 11’nci Cumhurbaşkanının görev
süresi ve tekrar aday olup olmayacağıyla ilgili hususlardır. Bu kanun
tasarısının amaç ve kapsamını bu şekilde ortaya koyarak sorunun kolayca anlaşılmasını
sağlayabiliriz.
Değerli
milletvekilleri, yapılan bu düzenlemelerle, bir kez daha ülkemizde rejim
sorunuyla karşı karşıya getirilmiş bulunmaktayız. Bu tasarıyla referandumdan
geçmiş anayasal düzenlemeyi yasal bir düzenlemeyle değiştirme düşüncesi, rejim
sorununa bir de ciddi bir hukuk sorunu eklenmesine neden olmuştur. Yapılmak
istenen bu değişiklik hem usul ve şekil yönüyle hem de esas yönüyle ciddi
sorunları beraberinde getirmektedir. Demokrasilerde yöntem sorunu en önemli
sorunlardan birisidir. Hukukun ana prensiplerinden birisi olan işlemlerin
paralelliği ya da tersine işlem teorisi bu düzenlemeyle ihlal edilmektedir.
Yani normlar hiyerarşisi denilen çok basit bir kural vardır: Hiçbir hukuki
düzenleme bir üstteki düzenlemeye aykırı olamaz. Yani tüzükler ve yönetmelikler
yasalara, yasalar anayasalara aykırı olamazlar. Yapılan bu değişiklik ile
normlar hiyerarşisi de ihlal edilmiş olacaktır. Yani Cumhurbaşkanının görev
süresi Anayasa maddesiyle düzenlenmişse onunla ilgili değişiklikler de yine
Anayasa’da yapılacak düzenlemelerle olmalıdır. 2007 yılında yapılan Anayasa
değişikliği ile Cumhurbaşkanının görev süresi yedi yıldan beş yıla
düşürülmüştür ve geçici, istisnai hiçbir düzenleme de yapılmamıştır. Yine aynı
Anayasa değişikliği ile milletvekilliği süresinin beş yıldan dört yıla inmesi
neticesinde 22 Temmuz 2007 yılında milletvekilliği genel seçimleri yapılmıştır.
Şimdi soruyorum: Siz bu garabete nasıl müsaade edeceksiniz? Aynı düzenleme
milletvekillerine geçerli, Cumhurbaşkanına geçerli değil mi diyeceksiniz? Peki,
Anayasa’nın 104’üncü maddesinde değişiklik yapılıp Cumhurbaşkanı yetkileri
sınırlandırılsaydı ne olacaktı? Yine eski yetkilerini mi kullansın diyecektiniz
ya da Cumhurbaşkanı “Ben eski yetkilerimi kullanmak istiyorum.” mu diyecekti?
Değerli
milletvekilleri, Cumhurbaşkanının görev süresiyle ilgili oluşturulan polemikler
yapay bir durumdur. Her Cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi, bu defa da
Sayın Cumhurbaşkanının görev yapacağı bu son iki yılın tartışmalı geçmesi
amaçlanmaktadır. Anayasa’da belirtilen Cumhurbaşkanının görev süresinin
Anayasa’da değil de yasayla değiştirilmesinin amacının yasanın Anayasa’ya
aykırılığı ileri sürülerek Anayasa Mahkemesine götürülmesinin yolu açılmak ve
Cumhurbaşkanlığı müessesesi sürekli tartışma konusu yapılmak istenmektedir. Yine
Anayasa Mahkemesi bu yapılan düzenlemeyi iptal ederse ne olacak, daha sonra
Yüksek Seçim Kurulu mu devreye sokulacak? Tarafsız ve tartışmasız olması gereken Cumhurbaşkanlığı müessesesi neden
sürekli tartışmaların tam ortasında tutulmak isteniyor?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ENVER
ERDEM (Devamla) - Bu probleme yasal açıdan bakıldığında ortada bir problemin
olmadığı, illa “Bir problem var.” deniyorsa yasal veya anayasal çözümün de çok
kolay olduğu bilinmektedir.
Teşekkür
ederim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Erdem.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde
kabul edilmiştir.
2’nci
madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutup işleme alacağım.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 2 nci
maddesindeki 2 nci fıkranın "ve"
ibaresinden sonra gelmek üzere "yurt içi ve yurt dışı" ibaresinin
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Hasip
Kaplan Sırrı
Sakık A.
Levent Tüzel |
Şırnak Muş İstanbul |
Demir
Çelik Pervin
Buldan |
Muş Iğdır |
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına
Görüşülmekte
olan Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanun Tasarısının 2. Maddesinin 1. 2. 3. 4. ve 6.
fıkralarının Tasarı metninden çıkarılmasını saygı ile arz ederiz.
Faruk Bal Hasan Hüseyin Türkoğlu Nevzat Korkmaz |
Konya Osmaniye Isparta |
Yusuf
Halaçoğlu Cemalettin
Şimşek |
Kayseri Samsun |
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 138 Sıra Sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısının 2. maddesinin
Tasarı metninden çıkarılmasını arz ve talep ederiz.
Uğur Bayraktutan Ali Serindağ Atilla
Kart |
Artvin Gaziantep Konya |
Ercan Cengiz Mehmet Hilal Kaplan Sakine Öz |
İstanbul Kocaeli Manisa |
Mehmet Volkan Canalioğlu Musa Çam Ferit Mevlüt Aslanoğlu |
Trabzon İzmir İstanbul |
Ayşe
Nedret Akova |
Balıkesir |
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Katılmıyoruz Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Sayın Nedret Akova, Balıkesir Milletvekili,
buyurun.
AYŞE
NEDRET AKOVA (Balıkesir) – Saygıdeğer Başkan, sayın milletvekilleri;
Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı 2’nci maddenin yasa teklifinden
çıkartılması talebini içeren önerge üzerine lehte konuşmak üzere söz almış
bulunmaktayım.
Cumhurbaşkanı
Seçimi Kanunu Tasarısı’yla devletimizin en üst düzey yönetiminin nasıl
belirleneceği netleştirilmek istenmesine rağmen sonuçları ileride görülecek,
hukukun üstünlüğü kavramının içinin iyice boşaltıldığı, işine geldiği gibi
kanun çıkarmalara bir örnek olarak tarihe geçecektir. Mecliste kanunlar kişisel
çıkarlara göre değil halkın en iyi nasıl yönetileceğine yönelik çıkarılmalıdır.
Geleceğimiz şekillendirilirken “Bundan en iyi nasıl güç elde ederim.” başlangıç
düşüncesiyle hareket edilirse bunun hiç kimseye faydası olmayacağı açıktır.
Hukuk boşluklarından faydalanılarak yapılan her türlü uygulamaların sonuçları
felaketle sonuçlanmıştır. Hukuk ne zaman ayaklar altına alınsa sonuçlarını
fazlasıyla halkımız ödemiştir.
Anayasa’ya
aykırı olarak yapılmak istenen düzenlemeyle, tasarıyla devlet yönetiminin içine
bir saatli bomba konulmaktadır. Bunun anayasal anlamdaki ağır sonuçlarını yakın
zamanda hep birlikte göreceğiz. Cumhurbaşkanlığı anayasal bir kurumdur ve
bugüne kadarki düzenlemelerin hepsi de Anayasa ile yapılmıştır. Referandumda
kabul edilen değişikliğe göre Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır.
Anayasa’da yer alan ve halkoyuyla kabul edilen düzenlemenin yasayla
değiştirilmesi başka bir hukuksuzluk örneğidir. Anayasa’da yer alan ve görev
süresine ilişkin olarak yapılan bir düzenlemenin yine Anayasa’yla
değiştirilmesi ve düzenlenmesi zorunluluğunun sonucu olarak gerek Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanının görev süresine ilişkin olarak 12/9/2010 tarihli
referandum ile değiştirilen 94/üçüncü madde düzenlemesinde ve gerek Anayasa
Mahkemesi üyelerinin görev süresiyle ilgili geçiş düzenlemesi getiren, yine
12/9/2010 tarihli referandum ile değiştirilen 147/birinci maddelerinde bu
düzenlemeler anayasal düzenlemeler yoluyla yapılmıştır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi bu yönde iradesini açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Anayasa’nın
6’ncı maddesinde “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,
yetkili organları eliyle kullanır. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” hükmüne rağmen kaynağını Anayasa’dan
almayan devlet yetkisi bugün kullanılmaktadır. Yasaların ve Anayasa
değişikliklerinin yapıldığı yer Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Türkiye Büyük
Millet Meclisi, Cumhurbaşkanının görev süresini beş yıla indirmiş, ikinci kez
seçilmesine imkân vermiş ve doğrudan halk tarafından seçilmesini kabul
etmiştir. Mevcut Cumhurbaşkanının bu değişikliğe tabi olacağını kendisiyle
ilgili geçici bir düzenleme getirmeyerek göstermiştir. Bu değişiklik halk
oylamasında da kabul görerek yasalaşmıştır. Mevcut Cumhurbaşkanına bir istisna
öngörülmemiştir.
Cumhurbaşkanı
Seçimi Kanunu Tasarısı değil, Başbakan Erdoğan’ı 2014’te Köşk’e çıkarma
tasarısıdır. Şahsi bir düzenleme yapılarak kanunların genelliği ve objektifliği
prensibine aykırı davranılmaktadır. 28 Ağustos 2012’den sonra gücünü
Anayasa’dan almayan bir Cumhurbaşkanı olacağı gibi, yaptığı işlemlerin yok
hükmünde olacağını ve yetki gasbının olacağını da
düşünmekteyim. Anayasa Mahkemesine gidilmesi hâlinde de Anayasa Mahkemesi
tarafından yasanın iptal edilme olasılığı kuvvetlidir.
Değerli
milletvekilleri, demokrasilerde parlamentolar ya da siyasi iktidar grupları
çoğunluklarına dayanarak istedikleri konularda yasal ya da anayasal düzenleme
yapamazlar. Anayasal düzenlemelerin hangi şartlarda yapılabileceği ve hangi
prosedüre tabi olduğu Anayasa’mızın 105’inci maddesinde amir ve açık bir
şekilde düzenlenmiştir. Bu sebeple ve ayrıca Anayasa’nın maddesinde de yer alan
yetkili organların yetkilerini Anayasa’nın koyduğu esaslara göre kullanacakları
yönündeki hüküm doğrultusunda anayasal düzenlemelerin usul ve esasları
konusunda siyasi iktidar ve parlamentoların takdir yetkisi yoktur, Anayasa
değişikliğine ilişkin hükümler herkes için amir nitelikte olup yine herkes için
de bağlayıcıdır.
Anayasa
ve demokrasinin temel ve vazgeçilmez ilkeleri karşısında bu ilkelere aykırı bir
anlayış ve uygulama içine girilmesinin ve bunda ısrar edilmesinin demokrasi
kavramıyla bağdaşmasının söz konusu olamayacağı açıktır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AYŞE
NEDRET AKOVA (Devamla) – Siyasi iktidar dayatmacı anlayışıyla anayasal sistemi
sabote etmektedir. Bu nedenle de önerge
lehinde kullanıyorum haklarımı.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Akova.
III.- YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yoklama istiyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Arayacağım Sayın Hamzaçebi.
Önergeyi
oylarınıza sunacağım. Ancak yoklama talebi var yerine getireceğim.
Sayın
Hamzaçebi, Sayın Kart, Sayın Tarhan, Sayın Aslanoğlu, Sayın Bayraktutan,
Sayın Serindağ, Sayın Tayan, Sayın Kuşoğlu, Sayın
Ekinci, Sayın Havutça, Sayın Kaplan, Sayın Genç, Sayın Akar, Sayın Türmen, Sayın Karaahmetoğlu, Sayın Özkes,
Sayın Acar, Sayın Topal, Sayın Yıldız, Sayın Akova.
Evet,
üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.- Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu
Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/487) (S. Sayısı: 138) (Devam)
BAŞKAN
- Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına
Görüşülmekte
olan Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanun Tasarısının 2. Maddesinin 1. 2. 3. 4. ve 6.
fıkralarının Tasarı metninden çıkarılmasını saygı ile arz ederiz.
Faruk
Bal (Konya) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Katılmıyoruz Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
AVRUPA
BİRLİĞİ BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen, Hasan Hüseyin Türkoğlu Osmaniye Milletvekili.
Buyurun.
(MHP sıralarından alkışlar)
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Sayın Başkan, Türk milletinin saygıdeğer
milletvekilleri; 138 sıra sayılı, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’nın
2’nci maddesinin bazı fıkralarını yürürlükten kaldırmak amacıyla, tasarı
metninden çıkarılması amacıyla verilmiş olan önergemiz hakkında Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlarım.
Sözlerime
başlarken, öncelikle Türk milliyetçiliğinin kilometre taşlarından biri olan,
Kıbrıs Türk halkının ezelî ve ebedî lideri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin
kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a Cenabıallah’tan
rahmet diliyorum. Haklı mücadelesini son dönemde Kıbrıs’ta ve Türkiye’de
anlamayanları, anlamak istemeyenleri ve onu zamanında Anadolu’ya
sığdırmayanları da şiddetle kınıyorum.
Diğer
yandan, sahip olduğu alt kimliğiyle beraber Türk milletinin sevilen ve başarılı
bir ferdî olmayı becermiş, Türk milletini futboluyla, millî futbolcu kimliğiyle
sevindirmiş, zaferlere ulaştırmış, bugün bizi alt kimliklere ayrıştırmak
isteyen gafillere, hainlere en güzel cevabı vermiş Lefter
Küçükandonyadis’e de rahmet ve mağfiret diliyorum.
Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğu
günden bu yana parlamenter sistemi tercih etmiştir. Bu sistemi, eski Türk
devletlerinde bulunan kurultay, şûra geleneğinin bir devamı niteliğindedir. Bu
çerçevede, 1920’den bu yana devletimiz, bazı kısa ve olağanüstü kesintiler
dışında hep milletin temsilcilerinden oluşan meclisler tarafından
yönetilmiştir. Millet vekillerini seçmekte, vekiller de yasal düzeni, hükûmeti
ve Cumhurbaşkanını seçmektedir. Bu sistemi kabaca “parlamenter sistem” olarak
adlandırmak mümkündür.
1924,
1961 ve 1982 anayasalarında öngörülen düzenlemelerle işleyen bu sistem, zaman
içinde ortaya çıkardığı mahzurları yine kendi içinde yapılan değişikliklerle
gidermiştir; ancak sistemin ana kurgusu, ruhu hep muhafaza edilmiştir.
Şimdi,
2007 yılında yaşanan, “367 krizi” diye bilinen olaylardan sonra AKP,
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin önünü açan bir düzenleme
yapmıştır. Anayasa’nın ilgili maddeleri değiştirilerek parlamentonun görev
süresi dört yıla, Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıla ve Cumhurbaşkanının
halk tarafından seçilmesi ve diğer hususlar getirilmiştir. 2002 yılından bu
yana on yıldır iktidarda bulunan zihniyet “Ben yaptım oldu. Orada o zaman öyle
söylemiş olabiliriz, burada şimdi şöyle söylüyorum.” anlayışıyla beslendiği
kaosları, krizleri tetiklemeye ve büyütmeye devam etmektedir.
Değerli
milletvekilleri, 2002 yılında, AKP, Cumhurbaşkanı kendisinin istediği gibi
olmadığı, kendisi tarafından atanmadığı için yetkilerinin fazla olduğunu,
Cumhurbaşkanının yetkilerinin azaltması gerektiğini söylüyordu ama özel
mahfillerde de “Yarın Cumhurbaşkanı bizden olabilir, dokunmayalım.” diyordu,
yani AKP her alanda olduğu gibi dışı başka, içi başka siyasetler üretiyordu.
İnancımıza
göre ahde vefa imandandır, yani insanın verdiği söze sadık kalması inancının
sağlamlığına işarettir. AKP 2002 yılından bu yana ekonomide, iç ve dış
politikada, terörle mücadelede, her alanda Türk milletini kandırmıştır. Şimdi,
Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu Tasarısı ile parlamenter sistemin özünü bozmakta,
sistemi bugüne kadar yaptığı gibi kaosa, anarşiye sürüklemektedir.
Mevcut
sistemle Cumhurbaşkanı Anayasa’da sayılan yasama, yürütme ve yargı erklerinden
biri olan yürütmenin başıdır, sorumsuz kanadıdır ve milletin vekilleri
tarafından seçilmektedir. Bu hâliyle bile Cumhurbaşkanı ile Hükûmet arasında
çeşitli anlaşmazlıklar olabilmektedir.
Bu
tasarıyla Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi öngörülmektedir. Seçime
katılanların yarıdan fazlası kimi isterse o Cumhurbaşkanı olacaktır.
Anayasa’nın ruhunda bulunan parlamenter sistem tepetaklak edilmektedir. Hem
Meclisin hem de Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bu sistemi ne olduğu
bilinmeyen, anlaşılamayan bir hâle getirecektir, yani Nasrettin Hoca’nın
gagasını, kanatlarını, ayaklarını kestiği ve “Şimdi kuşa benzedin.” dediği
leyleğe benzetecektir.
Diğer
yandan, halk tarafından seçilen Meclisin ortaya koyduğu Hükûmet bir yanda,
milletin yarısından fazlasının oyuyla seçilmiş olan Cumhurbaşkanı diğer yanda;
gücünü milletten, seçimden, oydan alan iki ayrı unsur. Ortaya çıkabilecek
sorunları tahmin etmek çok kolay. Bugün aynı gömleği giymiş olma “Sayın
Abdullah Gül kardeşimizi Cumhurbaşkanı yapacağız.” diyerek Sayın Başbakan
tarafından topluma ilan edilmiş olmasına rağmen, bu iki makamı işgal eden
kişiler arasındaki bazıları su yüzüne çıkmış sorunları düşündüğümüzde bu tasarı
kanunlaştığında ve uygulama gerçekleştiğinde ortaya çıkacak sorunları lütfen
tasavvur ediniz.
Bizim
tavsiyemiz, 2002 yılından beri bu Mecliste...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Türkoğlu.
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Devamla) - ...Hükûmet uygulamalarında ele geçirdiği yargıda
jakoben yaklaşımları, faşizan eğimleri ile burnundan kıl aldırmayan, tek adamın
tek doğrusu yönünde farklı görüşlere yer vermeyen Adalet ve Kalkınma Partisinin bu anlayış ve
bu tasarı ile düştüğü yanlıştan geri
dönmesidir.
BAŞKAN
– Lütfen Sayın Türkoğlu...
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Devamla) – Bu çerçevede teklifimizin Yüce Meclis tarafından
benimsenmesi dileğiyle Türk milletinin milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge
kabul edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 2 nci
maddesindeki 2 nci fıkranın "ve"
ibaresinden sonra gelmek üzere "yurt içi ve yurt dışı" ibaresinin
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Hasip Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Sayın Başkanım, yurt dışındaki
seçmenlerimiz zaten oy kullanıyor bu yasaya göre, önergeyi anlamıyorum.
Katılmıyorum, hiçbir manası yok çünkü önergenin.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
AVRUPA
BİRLİĞİ BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Hasip Kaplan Şırnak
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Kaplan.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben Anayasa Komisyonu
Başkanı Burhan Kuzu’nun bu önergeyi anlamamasını anlıyorum. Siz de anlıyorsunuz
değil mi arkadaşlar?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Verdiğiniz önerge külliyen yanlış.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – 12 Haziranda yurt dışı seçmenler kütük olmadığı için oy
kullandı mı, kullanmadı mı? Kullanmadılar kardeşim. Yani sizin o yurt
dışındakiler vatandaşınız değil mi? Seçmen olmayacak mı? Kütükler olmasın mı?
“Anlamıyorum.” Anlamazsın, anlaman için daha çok profesör unvanı alman lazım
kesin Sayın Kuzu.
Şimdi,
bir şey daha söyleyeyim: Bakın, Cumhurbaşkanlığı seçimini konuşuyoruz. Bütün
grupların bu söyleyeceğim sözleri çok dikkatle dinlemelerini istiyorum. Benim
vicdanıma dokunan terimler var bunun içinde. Sizlere de anlatacağım, inanıyorum
ki hepiniz hak vereceksiniz. “11’inci Cumhurbaşkanı” tabirini kullanıyorsunuz.
“11’inci Cumhurbaşkanı” tabiri içinde 12 Eylül darbecisi Kenan Evren var. Bu
Meclisi kapatmış 80’de ve devlet başkanlığı yapmış. Siz içinize sindiriyor
musunuz arkadaşlar? Sindiriyor musunuz 7’nci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in…
Görev tarihi 80-89. O, şimdi, sanık, 4 Nisanda yargılanacak, yurt dışı yasağı
koymuşlar. Bilmem kaç cinayetten, 2 milyona yakın insanın fişlenmesinden,
bilmem kaç bin kişinin kaybından, bilmem nelerden sorumlu birisi. Şimdi,
soruyorum: Meclis Kenan Evren’i Cumhurbaşkanı olarak kabul ediyor mu, etmiyor
mu arkadaşlar? Etmiyorsak, gelin, dört parti grubu olarak bu unvanını silelim
bugün. Bu seçimde yapacağımız en doğru çalışmalardan birisi, bu Meclise onur
kazandıracak çalışmalardan birisi budur. Bir darbeciyi, Meclisi kapatmakla
suçlanan bir darbeciyi Meclisin Cumhurbaşkanı olarak hâlâ tanıyor olmasına
isyan ediyorum. Sizler isyan etmiyor musunuz? İsyan etmiyor musunuz arkadaşlar?
O zaman, bunu düşürelim, bir Cumhurbaşkanımız eksik olsun. “10’uncu” deyin,
“10’uncu” deyin arkadaşlar ama bunu hukuken bu Meclis yapsın çünkü bunu
kapattılar.
Bakın,
bu Cumhurbaşkanlığı seçiminde dört hata yapıyorsunuz.
Sayın
Bakan da gitmiş, Adalet Bakanı, ama olsun, Avrupa Birliğinden Sorumlu Bakan
gelmiş, yakında dünyadan sorumlu bakan da olabiliriz artık.
Bir,
usul hatası yapıyoruz. Nedir? Anayasa değişikliği yasayla değiştirilmez
arkadaşlar. Bakın, Anayasa’yı geçici bir madde koymadığınız sürece usulle, usul
hatasıyla, burada bir kanunla, Anayasa değişikliğiyle Cumhurbaşkanı seçimini
yaptınız mı tartışmalı bir seçimin A’sını başlatmış olursunuz. Bizim sayımız
yetmez ama ana muhalefetin sayısı yeter, Anayasa Mahkemesine gidecektir.
İkincisi:
Esas hatası yapıyorsunuz. Esas hatası nedir? Mevcut Cumhurbaşkanına bir daha
aday olmasının yolunu kapatıyorsunuz. Adaylara sınırlama getiriyorsunuz, “20
milletvekili aday göstersin.” diyorsunuz. Niye? 5 tane konfederasyon gösteremez
mi? 5 tane parti, Parlamento dışı parti gösteremez mi? 500 bin kişi imza
toplayıp bir kişiyi aday gösteremez mi? Yani halkın iradesinin önüne geçmenin
ne gereği var? Esas hatasıdır bunlar.
Bakın,
bir şey daha söyleyeyim, siyaset hatası yapıyorsunuz. Siyaset hatası nedir
biliyor musunuz? Bu anayasa değişikliği referandumla geçti. Hani, hepimiz
milletin iradesine saygı gösteriyoruz? Milletin iradesine saygıysa, beş artı
beş, 2012’de seçim olacak arkadaşlar. Siyaset hatası yapıyoruz. Bu kanunla
siyaset hatası yapıyorsunuz. Milletin iradesine, referandumda çıkan sonuca “Ben
senin referandumunu, iradeni tanımıyorum.” diyorsunuz, üstelik bir kanunla.
Size
bir önerim var, bakın çoğunluksunuz, Chavez gibi
yapın, bir kanun çıkardı, “Ömür boyu devlet başkanı.” dedi. Çıkarın bir kanun,
Recep Tayyip Erdoğan ömür boyu Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet başkanıdır diye,
hepimiz de bir defada rahatlayalım. Usul hatası, esas hatası, siyaset hatası
yapıp Kenan Evren’e de “Cumhurbaşkanı” demeyin. Bunu yapmayın arkadaşlar.
Bakın,
bu Meclisteki bütün milletvekilleri, 4 Nisanda, bu Meclis kapatıldığı için o
duruşmada eğer müdahil olarak bulunduğu zaman bu Meclis iradesine sahip çıkar.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, 60’ıncı maddeye göre kısa bir söz
talebim var efendim.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Hamzaçebi.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Cumhurbaşkanının görev süresine ilişkin açıklaması
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Adalet Bakanı biraz önce
sorulara cevap verirken, 2011 yılında milletvekili genel seçimlerinin
yapılmasına ilişkin olarak, seçimin dört yılda yapılmış olması nedeniyle bunun
Cumhurbaşkanlığı seçimine emsal olamayacağını ifade ettiler.
Cumhuriyet
Halk Partisi, 2007 yılında yapılan Anayasa değişikliği çerçevesinde
Cumhurbaşkanının görev süresinin beş artı beş olarak belirlenmesine paralel
olarak, 11’inci Cumhurbaşkanının görev süresinin de beş yıl olduğu
görüşündedir. Bu görüşümüzün bir delili olarak, birçok hukuki argümanın yanında
milletvekilliği görev süresinin beş yıldan dört yıla indirilmiş olması ve bu
çerçevede 2011 yılında milletvekilliği genel seçiminin yapılmış olmasını da
ortaya koymaktadır.
3
Mart 2011 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda yapılan
görüşmelerde Sayın Bekir Bozdağ -zamanın Grup Başkan Vekili- Sayın Suat Kılıç
yapmış oldukları açıklamalarda seçim kararı almak üzere toplanmış olan Genel
Kurulun Anayasa değişikliği çerçevesinde seçimlerin beş yıl yerine dört yılda
bir yapılacak olması nedeniyle toplandığını ve kararın bu çerçevede alındığını
ifade etmişlerdir.
Sayın
Bekir Bozdağ’ın cümlesini aynen tutanaklardan okuyorum, Sayın Bozdağ diyor ki:
“O nedenle, biz 2007’de halk oylamasında milletimizin kabul ettiği irade dört
yılda Parlamentonun yenilenmesi olduğu için milletimizin verdiği talimata
uyuyoruz.” Sayın Suat Kılıç’ın cümlesini de çok kısaca ilgili bölümünü almak
suretiyle okumak istiyorum, Sayın Kılıç da şöyle söylüyor: “21 Ekim 2007
tarihinde yapılan halk oylamasıyla Anayasa’mız değişime maruz kaldı ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyelerinin görev süresi beş yıldan dört yıla inmiş oldu.
Bu görev süresi doğrultusunda, madde çok açık ‘Türkiye Büyük Millet Meclisinin
seçimleri dört yılda bir yapılır.’ kaidesi gereğince seçim kararı almak üzere
bugün toplanmış bulunuyoruz.” Yani, 2011’deki seçim kararı bir erken seçim
değil, belki Sayın Bekir Bozdağ’ın yine tutanaklarda yer alan ifadesiyle,
sadece otuz beş günlük bir erken seçimdir. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığı
seçimine emsal olacak bir karardır efendim.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Ben teşekkür ediyorum.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.- Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu
Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/487) (S. Sayısı: 138) (Devam)
BAŞKAN
- Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, adımı zikrederek bana ait bir
ifadeyi söylediler. Açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Bakan, yerinizden lütfen.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
5.- Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağ’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, ileri sürmüş olduğu
görüşlerden farklı görüşleri atfetmesine ilişkin açıklaması
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçim kararı aldığı önergede benim de imzam var
ve o zaman, Anayasa Komisyonunda da benim konuşmam var, Parlamentoda da benim
konuşmam var ve her ikisinde de -Hocamın elinde şu an Anayasa Komisyonunda ve
Parlamentoda yaptığım konuşmalar- ben şunu açıklıkla ifade ettim hem Anayasa
Komisyonunda çok daha net söyledim. Bu Teklif, Millet Meclisi seçiminin dört
yılda mı beş yılda mı yapılacağı tartışması bir yana, bizim 12 Eylül’de
halkımıza verdiğimiz bir sözümüz var dört yılda yapılmasıyla ilgili.
Parlamentodan Anayasa’nın 77’nci maddesine göre erken seçim kararı alma yetkisi
de var. Dolayısıyla “Bu, erken bir seçimdir. Ama dört yılda bir yapılmasını biz
milletimize taahhüt ettiğimiz için, dört yıl hesabı yaparsanız da otuz beş
günlük bir zaman dilimi vardır.” diye ifade ettim ve bu tartışmalara ben
konuşmamda “Parlamentonun görev süresi dört yıldır. O yüzden biz şimdi, dört
yıl dolmak üzeredir, seçim yapıyoruz.” diye benim ne Genel Kurulda ne de
Anayasa Komisyonunda açıklamam vardır. Aksine benim açıklamam tam bununla
alakalıdır.
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) – “Otuz beş gün öne alıyoruz.” demişsiniz Sayın Bakan,
otuz beş gün.
OKTAY VURAL (İzmir) – Beş yıl için söz
vermediniz mi yani?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Biz milletimize verdiğimiz sözün gereğini
yerine getiriyoruz.
OKTAY
VURAL (İzmir) – “Cumhurbaşkanlığı beş yıl” diye söz vermediniz mi millete?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Parlamentonun erken seçim alma kararı var
ama Cumhurbaşkanlığı için yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
OKTAY
VURAL (İzmir) – Yok mu? Ha, orayı yuttunuz. Bir bardak su mu içtiniz?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, ben Sayın Bekir Bozdağ’a 3 Mart 2011
tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul tutanağına bakmasını
öneriyorum.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Baktım.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Öyle anlaşılıyor ki, aradan geçen zaman nedeniyle
Sayın Bozdağ unutmuş.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi, konu anlaşılmıştır.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bir saniye… Bakın, aynen söylüyorum: “Otuz beş gün
de olsa erkene alıyoruz.” diyor. Yani 22 Temmuz yerine 12 Hazirana alınan mini
bir erken seçim vardır.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Yukarıya bakarsanız, seni tekzip ediyor.
BAŞKAN
– Sayın Hamzaçebi, teşekkür ediyorum. Konu anlaşıldı.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Tutanak buradadır Sayın Bozdağ, lütfen…
BAŞKAN
– Tamam Sayın Hamzaçebi, teşekkür ediyorum.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Tutanaklara girmesi açısından… Sayın Bozdağ dedi ki:
“Referandumda kabul edildi. Milletimize söz verdik; beş yıldan dört yıla onun
için indirdik.” dediniz. Demek ki, Cumhurbaşkanlığı konusunda sözünüzü
tutmamayı itiraf etmiş oluyorsunuz.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Cumhurbaşkanı seçimini Parlamentonun öne
alma yetkisi yok.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Bu sözünüzde durmaya
davet ediyorum.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sözümüzü tutuyoruz.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Vural.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.- Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu
Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/487) (S. Sayısı: 138) (Devam)
BAŞKAN
– 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 2’nci
madde kabul edilmiştir.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Millete verdiğiniz sözde durun!
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) – Halkın iki yılını gasbediyorsunuz.
BAŞKAN
– 3’üncü madde üzerinde üç adet önerge vardır; okutuyorum
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 3 ncü
maddesindeki 1 nci fıkrasının “seçilebilir”
ibaresinden sonra gelmek üzere “ilk seçim 2012 yılında yapılır” ibaresinin eklenmesini
arz ve teklif ederiz.
Hasip
Kaplan Sırrı
Sakık A.
Levent Tüzel |
Şırnak Muş İstanbul |
Demir
Çelik Pervin
Buldan |
Muş
Iğdır
|
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, şimdi okutacağım önergeler aynı mahiyette
bulunduğundan önergeleri birlikte işlem alacağım, talepleri hâlinde önerge
sahiplerine ayrı ayrı söz vereceğim veya gerekçelerini okutacağım.
Şimdi
aynı mahiyetteki önergeleri okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına
Görüşülmekte
olan Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanun Tasarısının 3. maddesinin Tasarı metninden
çıkarılmasını diğer maddelerin teselsül ettirilmesini saygı ile arz ederiz.
Faruk Bal Hasan Hüseyin Türkoğlu Nevzat Korkmaz |
Konya Osmaniye Isparta |
Mehmet Erdoğan Yusuf Halaçoğlu Özcan
Yeniçeri |
Muğla Kayseri Ankara |
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 138 Sıra Sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısının 3. maddesinin
Tasarı metninden çıkarılmasını arz ve talep ederiz.
Uğur Bayraktutan
Ali Serindağ Atilla
Kart |
Artvin Gaziantep Konya |
Musa Çam Ercan Cengiz Mehmet Hilal
Kaplan |
İzmir İstanbul Kocaeli |
Sakine Öz Mehmet Volkan Canalioğlu Ferit Mevlüt
Aslanoğlu |
Manisa Trabzon İstanbul |
Mahmut
Tanal |
İstanbul |
BAŞKAN
– Sayın Komisyon, aynı mahiyetteki önergelere katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) - Katılmıyor Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
AVRUPA
BİRLİĞİ BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen?
Mahmut
Tanal, İstanbul Milletvekili.
Buyurun
Sayın Tanal. (CHP sıralarından alkışlar)
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli Divan; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii,
hukukta “Söz uçar, yazı kalır.” denilen bir ilke var.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Bunlara göre hepsi uçar!
MAHMUT
TANAL (Devamla) – Olaya, kronolojik tarihle başlamak isterim. Yüksek Seçim
Kurulunun, bu Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimlerle alakalı, ilgili
olarak genel seçimler dört yılda mı yapılır, beş yılda mı yapılır,
Cumhurbaşkanlığı seçimi beş yılda mı yapılır, yedi yılda mı yapılır… Genel
seçimlerle ilgili, değerli arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisinde Anayasa
değişikliği yapıldığında, beş yıldan dört yıla indirildiği zaman, normal koşullarda
bunun 2012’de yapılması gerekir iken Yüksek Seçim Kurulunun 26 Şubat 2011 tarih
120 sayılı numarasıyla aynen şöyle der: 2011 yılı içinde yapılacak olan 24’üncü
Dönem milletvekili seçimine esas olmak üzere yurt dışındaki vatandaşlarımızın
oy kullanmasıyla ilgili bir düzenleme yapar. Yani bu ne zaman? Bu, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 3 Mart 2011 tarihinde 73’üncü Birleşiminden önce aldığı
bir karardır. Yani Türkiye Büyük Millet Meclisi sizin deyiminizle “erken seçim
kararı” olsaydı… Anayasa hukuku Hocam Sayın Burhan Kuzu’ya -saygı duyuyorum- şu
sırada oturduğumda dedim ki: “Sayın Kuzu Hocam, burada, erken seçim
tutanağında, tutanaklarda ‘erken seçim’ ibaresinin olması gerekir.”
“Mahmutçuğum, ben de bir bakarım buna.” demiştiniz. Ben okudum, siz de
okuduysanız orada “erken seçim kararı” ibaresi geçmiyor. Kaldı ki Meclis bu
kararı almadan, zaten Yüksek Seçim Kurulunun 120 sayılı Kararı’yla 2011 yılında
seçimin yapılacağı açık ve net belirli. Bu hususta, değerli arkadaşlarım, ne
olur, yani tarihî tutanakları okuyun ve ona göre bu konuşmaları yaparsak daha
iyi olur. Çünkü Anadolu halkının bir inancı var, önce Allah’a inanır, sonra
devlete inanır. Devlette de kime inanır? Devlet adına yetkisini kullananlara
inanır. Yani onun için bu şekilde hakikate aykırı beyanlarda bulunmak doğru bir
hadise değil.
Konuya
geldiğimizde, değerli arkadaşlar, şu anda yürürlükte olan ilgili Anayasa
kuralları şöyledir. Anayasa madde 101: “Cumhurbaşkanının görev süresi beş
yıldır.” Yani belirsizlik yoktur. Anayasa madde 11: “Anayasa hükümleri, yasama,
yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri
bağlayan temel hukuk kurallarıdır.” Anayasa madde 6: “Hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” Peki, bu açık
kurallar karşısında yedi yılı, bugün görüştüğümüz yasayı nereden
çıkarıyorsunuz? Yedi yıllık süre Anayasa’nın 101’inci maddesinde bugün artık
yürürlükte olmayan eski metinde yer almıştır. Ama bu kuralın yürürlükten
kalkmış olduğu da tartışılmaz bir gerçektir. Peki, yürürlükte olmayan bir kural
nasıl oluyor da yürürlükte olanın yetkisini alıp Gül’ün görev süresi yedi yıl
belirleniyor? Anayasa devlet organlarını bağlıyor ve daha önemlisi bir devlet
yetkisinin kullanılmasını sağlıyor. Bu sorulara tutarlı ve mantıklı cevap
vermek mümkün değil. Hukuk devletinin özünü oluşturan, hukuka güven ve buna
bağlı olarak hukuk kurallarının olası etkilerini önceden bilme ve kestirebilme
ilkesidir.
Çarpıcı
bir örnek olsun diye veriyorum: Anayasa’nın 104’üncü maddesini Sayın Gül
seçildikten sonra kısmış olsaydınız Cumhurbaşkanı Gül diyebilecek miydi ki:
“Ben Anayasa’nın 104’üncü maddesiyle şu kadar görevlerle seçildim ve
seçildikten sonra siz benim bu görev süremi, buradaki yetkilerimi kısamazsınız,
ben aynı yetkilerimi istiyorum.” deseydi ne yapacaktınız siz? Bunu yapamayacaktınız.
Bu, Anayasa’nın evrensel ilkesi.
Asıl
buradaki sorun, Erdoğan-Gül çatışması. Erdoğan ile Gül çatışmasını
engelleyebilmek için böyle bir geçişi nasıl yapabiliriz? Burada ben Türkiye
Cumhuriyeti’nin milletvekili olarak, aynı zamanda Gül’ün de hak savunucusu
olarak sizin Gül’e yaptığınız bu haksızlığı Türk halkına şikâyet ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar) Siz, burada Gül’e haksızlık yapıyorsunuz. Gül de benim
gibi bir vatandaştır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MAHMUT
TANAL (Devamla) – Uluslararası sözleşmelere aykırılık yapıyorsunuz, eşitlik
ilkesine aykırılık yapıyorsunuz, lütfen bu haksızlıktan vazgeçiniz. (CHP
sıralarından alkışlar)
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Tanal.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yoklama istiyoruz efendim.
BAŞKAN
– Sayın Hamzaçebi, aynı mahiyette önergeler, söz vereceğim, oylamaya sunmuyorum
önergeleri. Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna soracağım, ondan sonra.
Evet,
aynı mahiyetteki önergede söz isteyen var mı?
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Mehmet Erdoğan.
BAŞKAN
– Mehmet Erdoğan, Muğla Milletvekili.
Buyurun
Sayın Erdoğan. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET
ERDOĞAN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz
138 sıra sayılı Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu Tasarısı’nın 3’üncü maddesi
üzerindeki önergemizle ilgili grubum adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle,
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Şu
anda üzerinde konuştuğumuz madde kanun tasarısına gereksiz olarak ilave
edilmiştir, çünkü bu konu Anayasa’mızda açıkça yer almaktadır. Yüce Mecliste
bir hayli hukukçu arkadaşımız var, ayrıca Meclis çalışmalarını yakından takip
eden hukukçular var; bizi dinleyen hukukçular ve aklıselim insanlar,
görüştüğümüz konuyu inanıyorum ki tebessümle takip ediyorlar. Hukuk fakültesi
birinci sınıf öğrencilerinin bile tartışmayacağı açık hükümleri lüzumsuz yere
burada tartışıyoruz. Aslında, temel problem bir sistem üzerinde konuşamamak.
İktidar, bütün kanun tasarılarında yaptığı gibi, günlük gelişmelere tepki
olarak düzenleme yapmayı alışkanlık hâline getirmiştir. Oysa, birilerine tepki
duyularak ya da günlük siyasi hesaplara göre yapılan düzenlemeler, yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yeni sıkıntıları ve tartışmaları beraberinde
getirmektedir.
İktidara
tavsiyemiz, rüzgâra göre hareket etmekten vazgeçip, ortak akla uygun bir
çalışma ortamı oluşturmasıdır. Olmayan sorunları varmış gibi göstermek ya da
var olan sorunları yokmuş gibi göstermek, yüce Meclisin ve milletimizin
zamanını çalmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Anayasa
ile düzenlenmesi gereken hususları kanunla düzenlemek, kanunla düzenlenmesi
gereken hususları Parlamentonun yetkilerini gasp ederek kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlemek çözüm üretemedi bugüne kadar arkadaşlar, bundan sonra
da üretemeyecektir.
Şimdiyse,
11’inci Cumhurbaşkanı seçildiği tarihte yürürlükte olan mevzuata göre sürenin
yedi yıl olduğu, beş artı beş olmak üzere yeniden yapılan düzenlemenin 11’inci
Cumhurbaşkanı için geçerli olamayacağını iddia etmektesiniz. Bu, tartışılamayacak
kadar açık bir husustur. Eğer 11’inci Cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıl
olması öngörülseydi Anayasa değişikliği oylanırken bu hüküm altına
alınabilirdi. Şimdiyse önemli bir yanlışta ısrar ediliyor, Cumhurbaşkanının
görev süresiyle Cumhurbaşkanının seçimi birbirine karıştırılıyor. Bugün biz
Cumhurbaşkanının görev süresini tartışabilecek pozisyonda değiliz. Eğer bunu
tartışacak isek ortaya bir Anayasa değişikliğini getirmek, gündeme bir Anayasa
değişikliğini getirmek durumundayız. Şimdi, Cumhurbaşkanının seçimiyle ilgili
usulü tartışacaksak da bu kanundan bu hükümleri çıkarmak durumundayız.
Anayasa’da düzenlenmiş olan bir hususun kanunla düzenlenmeye kalkışılması
Anayasa’ya açıkça aykırıdır, bunu tartışmak bütün hukukçular için abesle
iştigaldir. Anayasa’da açık olarak düzenlenmiş olan hususların aynı ifadeyle şu
andaki kanunda yeniden ifade edilmesi anlamsız ve gereksizdir. Cumhurbaşkanının
halk tarafından seçilmesi demokratik parlamenter sistemin özüne aykırıdır.
Anayasa’da, Anayasa değişikliğinde bizim üzerinde durmamız gereken en önemli
konu bence budur.
Yine,
yüce Mecliste Anayasa değişikliği için bütün grupların katılımıyla bir Uyum
Komisyonu kurulmuş, bu Komisyon çalışmalarına devam etmekteyken, bu konudaki bu
Komisyonun çalışma alanına müdahale niteliğindeki bu düzenlemelerin burada
tekrar gündeme getirilmesi de anlamsız ve gereksizdir. Bu Cumhurbaşkanının
görev süresi, Cumhurbaşkanının yetkileri, demokratik parlamenter sistemin yeni
anayasada nasıl yer alacağının Uyum Komisyonunda yeterince üzerinde çalışılıp
yeni anayasayla birlikte Parlamentoya getirilmesi gerekir. Bu sebeple bu kanuna
eklenen hem 3’üncü madde hem de geçici maddenin bu kanundan çıkarılması
gerekmektedir. Bu anlamsız maddelerin üzerinde burada zaman kaybetmeye gerek
yoktur.
Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Erdoğan.
Önergelerin
oylamasından önce bir yoklama talebi vardır. Şimdi bu talebi yerine
getireceğim.
III.- Y O K L A M A
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
BAŞKAN
– Sayın Hamzaçebi, Sayın Kart, Sayın Aslanoğlu, Sayın Tayan, Sayın Akar, Sayın
Genç, Sayın Dibek, Sayın Aygün, Sayın Tanal, Sayın Toptaş, Sayın Bayraktutan, Sayın Köprülü, Sayın Özkes,
Sayın Köse, Sayın Canalioğlu, Sayın Şafak, Sayın Kuşoğlu, Sayın Karaahmetoğlu,
Sayın Ekinci, Sayın Sarı.
Üç
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.- Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu
Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/487) (S. Sayısı: 138) (Devam)
BAŞKAN
– Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 3 ncü
maddesindeki 1 nci fıkrasının “seçilebilir”
ibaresinden sonra gelmek üzere “ilk seçim 2012 yılında yapılır” ibaresinin
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Hasip Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
AVRUPA
BİRLİĞİ BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Demir Çelik, Muş Milletvekili.
Buyurun
Sayın Çelik.
DEMİR
ÇELİK (Muş) – Sayın Başkan, çok saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; 138 sıra
sayılı Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’na ilişkin söz almış bulunmaktayım. Barış
ve Demokrasi Partisi adına hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; toplum canlıdır, dinamiktir. Canlı ve dinamik
olan toplumun siyasal, ekonomik, tarihsel taleplerini karşılamak herkesten ve
her kurumdan önce yüce Meclisin görevi olsa gerek.
Bu
yönüyle Meclis soruna yaklaştığında, palyatif, geçici, günü kurtarmaya hizmet
edecek bir kısım kanun değişiklikleri yerine, yüzyılımızı, yüzlerce sorunu ve
problemi kapsayan, halkları otoriter zihniyetten kurtaran, özgürlükçü, hak
dağıtıcı, adilane bir gelir dağılımını sağlayan, toplumun refahı ve mutluluğunu
esas alan bir zihniyete evrili olması hepimizin
görevi olsa gerek.
Biz,
23 Nisan 2012’de 92’nci yılını kutlayacağımız Türkiye Büyük Millet Meclisinin
doksan iki yılında, 1921, 1924, 1960 ve en nihayetinde 1980’de olmak üzere 4
kez Anayasa değişikliğine, yüzlerce defa kanun ve yasa değişikliğine gitme
ihtiyacını duyan bir gelenekten geliyoruz.
Ne
olursunuz, artık kanunlarla, yasalarla oynamak yerine “Toplum kimdir, kimlerden
oluşmaktadır, toplumun inançsal, dinsel, etnik ve kimliksel sorun ve
problemleri nedir?” üzerine yoğunlaşıp çözüme kavuşturmamız gereken gün gelip
geçmiştir. Bizi sorun ve sıkıntılarla karşılaştıran bu tarihsel süreçte buna
dair bir yoğunlaşma, buna dair bir ilgi ve duyarlılık sağlamadığımızda her gün
bunları tartışırız.
2007
Ekim ayının üzerinden henüz dört yıl geçmişken 12 Eylül 2010 referandumunun
üzerinden henüz bir buçuk yılı geçmişken yeniden benzeri sorun ve problemleri
tartışıyor olmamızın izahatı olamaz, halka izah edemeyiz. Biz, 12 Eylül 2010
referandumunda “Halk iradesinden daha büyük iradi güç yoktur, hiçbir vesayete
razı gelemeyiz.” diyen Sayın Başbakana, onun Hükûmetine ve sayın iktidar
partisine hatırlatmak isteriz ki yapılmak istenen tam da 2007 Ekiminde halk
iradesine götürdüğümüzde halk iradesini hiçleştirmektir, hiçe saymaktır. Yine,
kanun devletine, kişinin ikbaline, kişinin geleceğine, kendisine görev edinen
bir kuruma dönüştürmüş olacağız. Hâlbuki, bura, kurum değil, devlet organı
değil, devletler erkinin olmazsa olmazı pozisyonunda bulunan yasama organıdır.
Bu yasama organı, üzerine hassasiyetle titremesi gereken bir işlevi, rolü
herkesten öncelikle görmek, karşılamak durumundadır. Hele hele, günümüz
dünyasının giderek merkezî devletlerden ya da devlet anlayışından uzaklaştığı,
sürdürülebilir, hesap verebilir, verimliliğin esas olduğu bir noktada iken,
yani ademimerkeziyetçi yapıların esas alındığı bir
sürece evrilmişken, yetkileri sonsuz, inisiyatifi
geniş bir Cumhurbaşkanlığını halk iradesinden alıp yeniden yedi yıllık bir
süreye tabi tutarak kanunla onu taçlandırıp güçlü kılacak bir zihniyet tarihin
ve sürecin ruhuna denk düşmüyor. Toplumumuzun yaşadığı sorun ve sıkıntılara
cevap olunabilecek bir zihniyetten yoksundur.
Kürtlerin,
Alevilerin, Ermenilerin, Süryanilerin, ötekilerin -yani kendisini Anayasada
bulamayanların- bizatihi sorun ve problemlerini çözüp barış içerisinde
halkların, kültürlerin, kimliklerin bir arada yaşayabildiği bir iradeyi var
edebilirsek, o iradenin üzerinde bir Cumhurbaşkanlığı, halkın hesap
verebilirliği ilkesine dönüştürebilirsek, gerçek demokrasiyi, halklar
bahçesinin özgürlüğünü sağlamış oluruz.
Bu
duyarlılıkla, bir kez daha hepinizi saygı ve sevgiyle selamlayarak iyi akşamlar
diliyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Demir.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:19.07
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.13
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu),
Mustafa HAMARAT (Ordu)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 53’üncü Birleşiminin
Dördüncü Oturumunu açıyorum.
138
sıra sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmelere devam
edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
4’üncü
madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 4 üncü maddesindeki 1 nci
fıkrasının “geçerli oylar” ibaresinin yerine “seçmen sayısının” ibaresinin eklenmesini
arz ve teklif ederiz.
Hasip
Kaplan Sırrı
Sakık A.
Levent Tüzel |
Şırnak Muş İstanbul |
Demir Çelik Pervin Buldan Özdal Üçer |
Muş Iğdır Van |
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, şimdi okutacağım önergeler aynı mahiyette
bulunduğundan önergeleri birlikte işleme alacağım. Talepleri hâlinde de önerge
sahiplerine ayrı ayrı söz vereceğim veya gerekçelerini okutacağım.
Şimdi,
aynı mahiyetteki önergeleri okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanun Tasarısının 4. maddesinin Tasarı metninden
çıkarılmasını diğer maddelerin teselsül ettirilmesini saygı ile arz ederiz.
Faruk Bal Reşat Doğru Nevzat
Korkmaz |
Konya Tokat Isparta |
Yusuf Halaçoğlu Hasan Hüseyin Türkoğlu Özcan Yeniçeri |
Kayseri Osmaniye Ankara |
Diğer
önergenin imza sahipleri: |
Uğur Bayraktutan Ali Serindağ Atilla
Kart |
Artvin Gaziantep Konya |
Mehmet Hilal Kaplan Ercan Cengiz Mehmet Volkan
Canalioğlu |
Kocaeli İstanbul Trabzon |
Sakine Öz Musa Çam Ferit Mevlüt Aslanoğlu |
Manisa İzmir İstanbul |
Ahmet
Toptaş |
Afyonkarahisar |
BAŞKAN
– Sayın Komisyon?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Hükûmet?
AVRUPA
BİRLİĞİ BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde Reşat Doğru, Tokat Milletvekili.
Buyurun
Sayın Doğru. (MHP sıralarından alkışlar)
REŞAT
DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 138 sıra
sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’nın 4’üncü maddesinin tasarı
metninden çıkarılması için verdiğimiz önerge üzerinde söz almış bulunuyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Cumhurbaşkanının
halk tarafından seçilmesiyle ilgili seçim dönemi, seçim döneminin başlangıcı ve
seçimlerin tamamlanması Anayasa’nın değiştirilen 101 ve 102’nci maddelerinde
düzenlenmiştir. Anayasa’da ve seçim mevzuatında var olan hususların tekrar
tasarıya yazılması gereksiz ve anlamsızdır. Bu sebeple, maddenin metinden
çıkarılmasının uygun olduğunu düşünüyoruz.
Bilindiği
üzere, kanun değişikliklerinin veya tümüyle mevzuat değişiklikleri toplumsal
bir ihtiyacı karşılamak için yapılır. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili beş
artı beşi içeren kanun değişikliği daha önce Mecliste yasalaşmış, halk
oylamasıyla da kabul edilmiştir. O kanunla beraber milletvekilliği süresi de
dört yıl olarak tespit edilmiştir. 23’üncü Dönem Türkiye Büyük Millet
Meclisinde bu dört yıllık süre uygulanmış ve kimse bu yönlü olarak da itirazda
bulunmamıştır. Ancak aynı durum Cumhurbaşkanlığına gelince değişmekte, yeni bir
düzenlemeyle karşılaşılmaktadır. Bu düzenlemeyi anlamak çok zordur.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçileceği halk tarafından kabul edildiğine
göre o zaman neyi bekliyoruz? Neden iki sene sonra bunu uyguluyoruz? Anlamak
çok zordur. Bu durum halka güvensizlik durumunu gösteriyor. Ayrıca, halkın
bizzat kendisi tarafından referandumda kabul edilmiş bir metnin vekilleri
tarafından değiştirilmesi halkın iradesine karşı bir nezaketsizlik değil midir?
Biz,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak Cumhurbaşkanlığı görev süresinin beş yıl
olduğunu ve kendisi isterse ikinci kez aday olabileceğini ifade ediyoruz.
Mevcut Anayasa’mızda da bu konunun bariz şekilde açık olduğunu düşünüyoruz.
Çünkü milletimiz halk oylaması yapmış ve karar vermiştir. Referandum esnasında
da halkımız mevcut Cumhurbaşkanımızın aynı süreye tabi olmasından dolayı oy
vermiştir. Bunu değiştirmek millî iradeye emrivaki yapmak, halkı yanıltmaktır.
Getirilen bu kanun tasarısı AKP içerisindeki çekişmelerden, hesaplardan dolayı
Meclisimizin gündemine gelmiştir.
Halkımız
şu anda Cumhurbaşkanlığı seçiminden ziyade esas kendi gündemiyle meşguldür.
İnsanlarımız çok büyük ekonomik sıkıntılarla karşı karşıyadır. Memur, işçi,
çiftçi, esnaf, emekli, iş adamı çok zorluklar içerisinde yaşam mücadelesi
veriyorlar. Anadolu’da insanlar üretimden vazgeçiyorlar. İç Anadolu Bölgesi’ndeki
birçok şehir ve kasaba çok büyük oranda göç veriyor. İnsanlar tarlasını,
arazisini, evini barkını bırakıp büyük şehirlere göçüyorlar. Anadolu
şehirlerinin büyük kısmında milletvekili sayısı devamlı olarak düşüyor. Nüfusun
düşmesine bağlı olarak da Tokat ili gibi birçok ilde belediyelerin kapanma
durumuyla karşı karşıyayız. Anadolu şehirlerindeki belediyeler kapanmamalıdır.
Belediye başkanları Hükûmetin yanında, Cumhurbaşkanımızdan da bu konuyla ilgili
konuya sahip çıkılmasını, belediyelerin kapanmamasını istiyorlar.
Belediye
hizmetleri bir gelişme göstergesidir. Şayet devlet olarak büyük şehirlere
yığılmayı, göçü engellemek istiyorsak geriye dönüşü yani geri göçü teşvik edici
çalışmalar yapmalıyız. Büyük şehirlerin varoşları çok dolmuştur. Uyuşturucu başta
olmak üzere birçok kanunsuzlukla karşı karşıyadırlar. Hayatlarını devam
ettirmek için her türlü işi yapmaktadırlar ancak Anadolu’da da köyler
boşalmakta, araziler boş kalmakta, üretim de gittikçe düşmektedir.
Üretim
düşüklüğünün sıkıntısı başlamıştır. Bugün çeşitli sebzesinden tutun da
meyvesine kadar ithal etmekteyiz. Hayvancılıkta da geriye dönüş başlamıştır.
Küçükbaş, büyükbaş hayvan ve et, süt, şarküteri ürünlerini ithal eder konuma
gelinmiştir.
Gelin,
Cumhurbaşkanlığının kanununu görüşüyoruz ama yeni bir kanunla da belediyelerin
kapanmasını da ortadan kaldırmalıyız. Belediye başkanlarımız başta olmak üzere,
halkımız bunu beklemektedir. İnanıyorum ki bu tür çalışmalar o tür çalışmaları
da beraberinde getirecektir diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Doğru.
Yine,
önergeler üzerinde söz isteyen Ahmet Toptaş, Afyonkarahisar Milletvekili,
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET
TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte
olan 138 sıra sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’nın 4’üncü maddesiyle
ilgili söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, görüşülmekte olan Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’nın en
can alıcı noktalarından biri, 31/5/2007 tarihinde düzenlenen 5678 sayılı
Anayasa değişikliğiyle ilgili, Cumhurbaşkanının görev süresinin beş yıl olduğu
ve bu en fazla iki kez seçilebileceği yönündeki hükmün bir yasayla ortadan
kaldırılmasına yönelik düzenlemedir. Bu düzenleme açıkça Anayasa’ya aykırı olup
bugüne kadar yüce Mecliste böyle bir düzenleme örneği görülmediği gibi, anayasa
hukukunda da böyle bir uygulamaya onay veren görüş ve düşünceye ne evrensel
hukuk uygulamalarında ne de doktrinde rastlamak mümkün değildir.
Anayasa
değişiklikleri ve referandum yapılması dönemlerinde de Cumhuriyet Halk Partisi
olarak sürekli vurguladığımız gibi, bu konuda yapılan düzenleme, özellikle
yoruma ve çoğunluğun istediği gibi yönetmesine uygun muğlak bir düzenleme
olarak yapılmıştır. AKP içindeki koalisyonlar arası çekişmelerin sonucu Sayın
Gül’ün yeniden aday olmasının önüne geçilmesine gerek görüldüğü için yoruma
açık bu Anayasa düzenlemesi ile yukarıda belirttiğimiz gibi yasa yaparak
Anayasa hükmünün değiştirilmesi yolu açılmıştır. Bu işten vazgeçin. Ya Sayın
Gül’ü ikna edin, yeniden aday olmasın ya da Sayın Başbakanın “Kardeşim Abdullah
Gül Cumhurbaşkanı adayımdır.” diyerek Sayın Gül’ü nasıl Cumhurbaşkanı adayı
yapmışsa Sayın Gül de “Ben aday değilim, bu dönem Kardeşim Recep Tayyip Erdoğan
Cumhurbaşkanı adayımdır.” desin ve bu işi bitirin. Kendi partinizin iç
çekişmelerine yüce Meclisi araç etmeyin lütfen.
Bir
başka can alıcı nokta, değerli milletvekilleri, AKP’nin getirdiği bu tasarı ile
yüksek yargı üyelerinden memurlara, partilerin ilçe yöneticilerinden belediye
meclisi üyelerine kadar, aday olanların, aday listeleri kesinleştiği tarihte
görevlerinden ayrılmış sayılacakları hükmü getirilmiştir. Bu hüküm getirilirken
Başbakanın, bakanların aday olmaları hâlinde görevlerinden ayrılmamaları hakka,
hukuka uygun mudur? Yani “Bir ilçe başkanı, bir sıradan kamu görevlisi, memur,
bir astsubay aday olduğu ve adaylığı kesinleştiği zaman artık görevinden
ayrılacak çünkü elinde bulunan küçük kamu yetkisini Cumhurbaşkanlığı seçiminde
kendi amacına kullanacak.” diyeceksiniz, her türlü yetkiyi elinde tutan bakanı,
Başbakanı bu hükümden ari tutacaksınız.
Biz
bunun acı örneklerini geçmişte çok yaşadık. Genel seçimlerde de yerel
seçimlerde de yaptığınız uygulamalar belli. Devletin bütün olanaklarını nasıl
kullandığınızı, yarattığınız yandaş medya ve sahibinin sesi hâline getirdiğiniz
televizyonları nasıl kullandığınızı gördük. Şimdi, bir de bu düzenlemeyle
Cumhurbaşkanı adaylarına devlet yardımı vermeyeceksiniz, halkın, iş adamlarının
ya da şahısların nakdî bağışlarıyla bu seçim kampanyasını yürüteceğini
söyleyeceksiniz. Bunun da acı örneklerini gördük. Hangi iş adamına Sayın
Başbakanın “Ya taraf olursunuz ya bertaraf olursunuz.” dediğini hatırlayın.
Yarın, seçim kampanyalarında Başbakanın dışında aday olan herhangi bir kişiye
bir iş adamı nakdî yardım yaptığında, bunun da banka hesabına yatırıldığında o
iş adamının başına neler geleceğini o iş adamı şimdiden düşünecektir. Hangi iş
adamı Sayın Başbakanın dışında herhangi bir başka adaya nakdî yardımda, seçim
kampanyasında yardımda bulunabilir? Değerli arkadaşlar, bunların çok acı
örneklerini hep beraber gördük. Bunu kabul etmeyebilirsiniz ama kendi kendinize kaldığınızda vicdanınızda
bunları değerlendirdiğinizi ben biliyorum.
Taşeron
işçileri “Kadroya alacağız.” diye kandırdınız, emeklileri kandırdınız, Sosyal
Yardımlaşma Fonu’ndan, elektriği olmayan insanlara buzdolabı dağıttınız, suyu
olmayan yerlere çamaşır makinesi dağıttınız, sanayici ve iş adamlarına “Ya
taraf ol ya bertaraf ol.” dediniz, insanları vergi kontrolüyle korkuttunuz.
Elinde Başbakanlık yetkisi olan, yürütme yetkisi olan bir şahıs Başbakanlık
görevini yürütürken Cumhurbaşkanı adayı olduğunda bu halkın karşısına hangi
tehditlerle çıkacağını biz biliyoruz. Bunları yerel seçimlerde yaşadık, genel
seçimlerde yaşadık. Bu seçimlerin adil bir Cumhurbaşkanı çıkarmayacağını biz de
biliyoruz, siz de biliyorsunuz. Dolayısıyla lütfen vazgeçin bu tür
ilişkilerden. Türkiye, demokratik, laik, hukuk devletine yakışır bir
Cumhurbaşkanı seçsin kendisine ve buna destek olun.
Bu
tür manipülasyonlarla seçilecek Cumhurbaşkanının da bu ülkede saygı görüp
görmeyeceği konusunu yeniden değerlendirin diyorum.
İyi
akşamlar.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Toptaş.
Aynı
mahiyetteki önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Karar yeter sayısı…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Başladık oylamaya Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Oylamaya sunulduktan sonra söylediniz Sayın Vural.
…
Kabul etmeyenler… Önergeler kabul edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 4 ncü
maddesindeki 1 nci fıkrasının “geçerli oylar”
ibaresinin yerine “seçmen sayısının” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif
ederiz.
Hasip Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
KALKINMA
BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Özdal Üçer, Van
Milletvekili, buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)
ÖZDAL
ÜÇER (Van) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Milletvekili
olarak bu kürsüde söz aldığımızda Genel Kurulu selamlıyoruz. Ben de konuşmama
Genel Kurulu selamlayarak başlamak istiyorum.
Milletin
iradesiyle bu Meclise gelip de bizzat bu Meclis tarafından görevlendirilmiş
Hükûmet yetkililerince tehdit edilmek ve onların emirleriyle görev yapan kamu
görevlileri tarafından darp edilmek durumlarıyla çoğu defa yüz yüze kalmış bir
vekil olarak halk iradesine gidilmesinin, halkın iradesinin önemsenmesinin ne
kadar önemli olduğunu vurgulamak isterim.
Elbette
temsilî demokratik sistemden doğrudan demokratik sisteme geçilmesi, temsilî
Meclis aritmetiğiyle Cumhurbaşkanı seçilmesinden halk oylamasıyla
Cumhurbaşkanının seçilmesi önemli. Cumhurbaşkanının adaylığının belirlenmesi de
halk tarafından mümkün olsa bu daha demokratik olur.
Çoğu
kanun tasarısında “demokratik” sözcüğünü kullanıyoruz ya, Türkiye’de
Anayasa’nın 2’nci maddesi gereği de demokrasi ilkesini çok kez dile getiriyoruz
ve Hükûmetin “ileri demokrasi modeli” diye belirttiği yapı içinde daha da
ilerleyen bir demokratik işleyiş karşımıza geliyor. Aslında bunun bir
demokratikleşme yasa çalışması olmayıp bir AKP siyasal projesi, birilerinin
şahsı için belli makamları hazırlama projesi olduğunu artık halktan kime
sorarsanız biliyor. Yani birinin Cumhurbaşkanlık koltuğunu sağlama almak için
bir düzenleme olduğunu ve Meclis çalışmasının aslında çok daha nitelikli
olması, halkın iradesini doğrudan temsil etmesi gereken Meclis çalışmasının
aslında böylesine -biraz “düzmece” diyeceğim çünkü- Anayasa’yı ihlal eden… Yeri
geldiğinde çokça “Anayasa’yı ihlal ediyorsunuz, Anayasa’yı ihlal ediyorsunuz.”
diye bize bağırıp çağırmalar oluyor ama bu bize saldırma gerekçeniz olan
Anayasa’yı çok defa ihlal ettiğiniz durumunu bugün de gerçekleştiriyorsunuz.
Yani bunun bir tiyatro olduğunu, Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı yapabilmek için bir
çalışma olduğunu herkes biliyor.
Ben
bir birey olarak şunu söylüyorum: Bu on yıllık iktidarınız süresince Türkiye’de
“ileri demokrasi” diye diye bütün halk kesimlerinin zararına her türlü
çalışmaya imzasını atmış birine Cumhurbaşkanlık makamının zemininin
hazırlanmasını içime sindirmiyorum. İçine sindirmeyen milyonlarca insanın var
olduğunu biliyorum ve umuyorum ki kendisi için Cumhurbaşkanlık makamını görmek
ensesini görmek kadar zor bir şey olur.
Ben
her kürsüye çıkışımda Van depreminden bahsediyorum, bahsedeceğim. Yüz binlerce
insan mağdur oldu, yüzlerce kişi… Her bakan sırasıyla kürsülerde söz alıp “Van
depreminde gereken yapıldı.” dedi. Tabii, bunu halkın vicdanına havale ediyoruz
ama Van’da çadır yangınları sonucu ölümler devam ediyor, açlık, sefalet
sınırında yaşayan insanların sayısı gün geçtikçe artıyor, kendisine verilen
vaatlerin gerçekleştirilmesini bekleyen esnaf kan ağlıyor, eğitim sorunları diz
boyu, sağlık sorunları o kadar çoğalmış ki tarif etmek mümkün değil. Bizzat
Valilik tarafından göç ettirilip değişik illere dağıtılan insanların
Silifke’de, Aksaray’da, değişik illerde ırkçı saldırılara maruz kalması ve buna
Hükûmet, devlet yetkililerinin sessiz kalması da ayrı bir sorun.
Deprem
doğal bir afetti ama Van halkının başına gelen…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OKTAY
VURAL (İzmir) – Karar yeter sayısı…
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Üçer.
Önergeyi
oylarınıza sunacağım ancak karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler…
Kâtip
üyeler arasında uyuşmazlık olduğu için elektronik cihazla oylama yapacağım.
İki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.
4’üncü
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul
edilmiştir.
5’inci
madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına
Görüşülmekte
olan Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanun Tasarısının 5. maddesinin Tasarı metninden
çıkarılmasını diğer maddelerin teselsül ettirilmesini saygı ile arz ederiz.
Faruk Bal Hasan Hüseyin Türkoğlu Nevzat Korkmaz |
Konya Osmaniye Isparta |
Özcan
Yeniçeri Yusuf
Halaçoğlu |
Ankara Kayseri |
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısının 5 inci maddesinin, Anayasanın
ilgili maddeleri ile TBMM İçtüzüğünün 38 inci maddesine açıkça aykırılık
taşıdığından tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.
Uğur Bayraktutan Ali Serindağ Atilla
Kart |
Artvin Gaziantep Konya |
Ercan Cengiz Musa Çam Sakine
Öz |
İstanbul İzmir Manisa |
Mehmet Volkan Canalioğlu Ferit Mevlüt
Aslanoğlu Kamer
Genç |
Trabzon İstanbul Tunceli |
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 5 nci
maddesinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Hasip
Kaplan Sırrı
Sakık A.
Levent Tüzel |
Şırnak Muş İstanbul |
Özdal
Üçer Pervin
Buldan Demir
Çelik |
Van Iğdır Muş |
BAŞKAN
– Önergeler aynı mahiyette olduğu için birlikte işleme alacağım.
Sayın
Komisyon aynı mahiyetteki önergelere katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
KALKINMA
BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili.
Buyurun.
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanı
Seçimi Kanunu Tasarısı’nın 5’inci maddesi üzerine verdiğimiz önergede
düşüncelerimizi açıklamak üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerimin
başında, Kıbrıs Türklüğünün bozkurdu, yol göstericisi rahmetli Rauf Denktaş’ı
saygıyla anıyorum, kendisine Cenabıallah’tan rahmet
diliyorum, ailesine ve aziz milletimize de başsağlığı diliyorum.
Bu
önergeyle 5’inci maddenin tasarı metninden çıkarılmasını teklif ediyoruz. Bu
madde, siyasal sistemimiz açısından bazı riskleri, yozlaşma ihtimallerini
ihtiva etmektedir. Küreselleşen dünyada NATO, AGİT gibi birlikler birtakım
barış amaçlı askerî müdahalelere her zaman karar verebilir ve bu birliklerin
içerisindeki devletimiz de bu kararlarla birlikte, bu kararlara ortak olabilir.
Özellikle uzak coğrafyalarda bulunan ülkeler ile Türkiye böylece kolayca
savaşın eşiğine gelebilir. Bu tür ihtimallerle gelecekte sık sık
karşılaşabileceğimizi şimdiden söylemek mümkündür.
Anayasa’mızın
78’inci maddesinde Meclis seçimlerinin savaş sebebiyle geri bırakılması hususu
düzenlenmiştir. Demokrasilerde millî iradenin sonlanması, ara verilmesi yahut
millî iradenin tecelli ettiği yer olan parlamentoların askıya alınması gibi bir
seçeneğe hiçbir zaman cevaz verilmediği için, daha doğrusu bu ihtimal hiçbir
zaman bir seçenek olarak görülmediği için anayasalarda parlamentoların son
derece istisnai bir hâlde -ki bu bizim sistemimizde savaş hâlidir- seçimlerin
bir yıl süreyle ertelenebileceği yer almıştır. Bu hususta geniş yorum
yapılmamalıdır, Anayasa’da böyle bir şey yoksa yasalarla düzenlemeye tevessül
edilmemelidir. Millî iradenin tecellisine istisna getiren bu durumun yasalar ya
da kanunlar hiyerarşisinde daha altta yer alan diğer düzenlemelere konu
yapılmasının önü açıldığı takdirde, Anayasa’da yer alıp sadece Anayasa’da
düzenlenmesi gereken ve böylece emredici niteliği olan birçok kabulün kolay
değiştirilmesini de zımnen kabul etmiş olursunuz. Anayasaların toplumsal
sözleşme ve kolayca değiştirilmemesi gereği ve hususiyetini muhafaza etmek
gerekir. Açıkçası, 5’inci madde Anayasa’nın sadece Meclis için öngördüğü bir
hâli kıyas yoluyla tasarıya taşımaktadır. Anayasa’da olmayan bir norm geniş
yorum yapılarak yasayla doldurulmaya çalışılmaktadır ki bu durum açıkça
Anayasa’ya aykırılık teşkil etmektedir.
Bu
eleştirilerimizi Komisyonda dile getirdiğimizde, Hükûmet temsilcisi Sayın
Bozdağ da eleştirileri haklı görmekle beraber zorunluluk doğabileceğini ve şu
anda Anayasa’da bir boşluk olduğunu, bu istisnai durumun dahi öngörülerek
düzenlenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz
de bu tespite katılabiliriz ancak katılmadığımız, bu düzenlemenin yapılış
şeklidir. 2010’daki Anayasa değişiklik tasarısında Hükûmet bu düzenlemeyi Meclisin
ve halkın önüne getirmemiştir. Cumhurbaşkanının görev süresinin ne olduğu
Hükûmet tarafından bugüne kadar ortada bırakılmıştır. Bugün bu düzenlemenin bir
yasayla yapılmaya çalışılması tutarlılık arz etmemektedir. Milliyetçi Hareket
Partisi olarak bu düzenlemenin Anayasa değişikliği ile yapılmasının hem hukukun
genel prensiplerine, Anayasa’nın emredici niteliğine hem de siyasal
anlayışımıza uygun olduğu kanaatindeyiz. Anayasa’yı değiştirme çalışmalarının
yapıldığını, bunun için Uzlaşma Komisyonunun gayret gösterdiğini kamuoyu
biliyor. Gelin, bu değişikliği, bu eksikliği Anayasa değişikliği tasarısında
giderelim.
Bugün
için stratejik bir eksiklik olduğunu da düşünmüyorum çünkü Anayasa’mızda
Cumhurbaşkanlığına, görev süresi tamamlandığında, kimin vekâlet edeceği hususu
açıktır. Bildiğiniz gibi, bu makam, Anayasa’mızın 106’ncı maddesine göre,
Meclis Başkanıdır. Vekil, asilin tüm yetkilerini haizdir. Nitekim,
Anayasa’mızda bu husus da açıkça belirtilmiştir diyor, birtakım hukuki
değerleri çiğnememek adına, suistimallere kapı
aralamak anlamına gelecek 5’nci maddenin tasarıdan çıkarılması önerimize
desteklerinizi beklediğimi ifade ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Korkmaz.
Önerge
üzerinde söz isteyen Hüseyin Aygün, Tunceli Milletvekili.
Buyurun
Sayın Aygün. (CHP sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN
AYGÜN (Tunceli) – Değerli arkadaşlar, iyi akşamlar; Genel Kurula saygılar.
Bu
tasarı boyunca bütün partilerin, bütün muhalefet gruplarının ve burada söz alan
bütün arkadaşların eleştirileri hemen hemen aynı. Genel Kurul, buradaki
toplantı, millî iradeyi güya yansıtıyor ama iki yıl evvel yapılan referandum
oylaması sonucu millî iradenin şekillendiği metin, bugün hiç de uygun olmayan
usul ve yöntemlerle, bir yasa ile oldubittiye getirilerek her zamanki gibi
değiştirilmeye çalışılıyor.
Söz
aldığım maddeyle ilgili de ne yazık ki durum böyle. Anayasa’da 77 ve 78’inci
maddelerde çok net vurgular olduğu hâlde bu konuda da Anayasa hiçe sayılarak
bir değişiklik yapılmaya çalışılıyor. Bunu ben de benden önce söz alan
arkadaşlar gibi eleştiriyorum. Bunu gerekli bulmuyoruz, öncelikle millî
iradenin karşısında bir girişim olarak görüyoruz.
Millî
irade derken tabii, bu konuda vesayeti yok ettiğini, yeni bir demokratik rejim
kurduğunu on yıldır yüksek sesle söyleyen Hükûmet, 2010 referandumundan sonra
bunu çok daha şiddetli bir şekilde, özellikle referandumun kendi lehine
sonuçlanması için yürüttü ve başarılı oldu. Ancak bu arada çok ilginç şeyler
oldu. Türkiye zaten o kadar tuhaf bir ülke ki aralarında çocukların da
bulunduğu 34 kişinin katledildiği bir olay bugün artık ülkenin gündeminde
konuşulmuyor bile. Dün, beş yıldır bu ülkenin gündeminde olan, herkesi meşgul
eden Hrant Dink davası, örgüt olmadığı kararıyla
sonuçlandı ve adi bir olay, adi bir cinayet olarak nitelendi. Yarın İstanbul’da
onu protesto edeceğiz, bunun aslında devletin süjelerinin, kamu görevlilerinin,
valilerin, emniyet müdürlerinin, il jandarma alay komutanlarının içinde
bulunduğu planlı bir cinayet olduğunu sağır sultan bile duydu ama mahkeme ne yazık
ki bunu duymadı ve verdiği kararla adalet isteyenleri bir kez daha hayal
kırıklığına uğrattı. Hatırlarsanız, Hrant
öldürüldüğünde Ermeni diasporası şunu söylediler: “Bunu Türkiye’de bir mahkeme
yargılayamaz, yargılasa da adil olarak bu olayın üzerine gidemez.” ve hepimiz
haklı olarak tepki gösterdik, bizim yargımıza müdahale ediliyor ve saygısızlık
söz konusu diye. Ama beş yıl sonra ortaya çıkan tabloya bakar mısınız
arkadaşlar, olayda yer alan hiçbir kamu görevlisi soruşturulmadı, olayda
jandarma ve emniyetin istihbaratçısı olduğunu beş yıldır mahkemede söyleyen
Tuncel beraat etti, Hrant cinayetinden ceza almadı.
Olayda beraat edenler ceza alanlardan daha fazla. Hatta, Ogün Samast’ın bile, bir yargı yorumuna göre, tahliye olma
durumu var. Bu açıdan, hani, diasporanın o günkü sözlerine ne kadar kızdığımızı
hatırlıyorum, bugün ortaya çıkan tablonun da hepimizi ne kadar hayal
kırıklığına uğrattığını not etmek istiyorum.
Yine
-son hafta çok garip- Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’ya, artık kendilerine
serum bağlanırken dava açıldı darbe yapmaktan, 650 bin kişiye işkence etmek, 2
milyon kişiyi fişlemek, 30 bin kişiyi vatandaşlıktan atmak ve burada
konuştuğumuz Parlamentoyu kapatmaktan. 4 Nisanda yargılanacaklar ama bu arada,
tutuksuz yargılanan bu kudretli paşaların davasını büyük bir tepkisizlikle
izleyen, hiçbir heyecan duymayan Türkiye toplumu, tam 350 tane askerin
-aralarında eski Genelkurmay Başkanı da var- darbeye teşebbüsten tutuklu
yargılanmalarını ibretle ve dehşetle izliyor. Bunu da Genel Kurulun takdirlerine
sunmak istiyoruz.
Yine
yargı kararı… Adalet Bakanımız buradaydı; keşke bulunsaydı ve dinleseydi. Roboski ve Bujeh’de meydana gelen
olay için Diyarbakır Özel Yetkili Savcılığı gizlilik verdi mesela. Değil
Diyarbakır’daki vatandaşlar, yüreği yanık analar, biz bile o soruşturmanın
nasıl yürütüldüğünü, kimlerin, nasıl öldürüldüğünü, bombardıman uçaklarının
düğmeye hangi süreçlerden geçtikten sonra bastığını bilmiyoruz, zira dosya
kapalı. Buna bizim bile müdahale etme yetkimiz bulunmuyor. O yüzden, “millî
irade” derken, “halk egemenliği” derken sadece -lütfen- aldığınız oylara
bakarak değerlendirme yapmayınız; bir soruşturmanın adil yürütülmesi, bir
davanın tüm tarafları tatmin edici bir şekilde sonuçlanması da millî iradenin
bir gereğidir. Ama ne yazık ki bunlar hiç olmuyor ve mahkeme kararları genelde
bizim grup çıkarlarımıza aykırı olduğunda yerden yere vuruluyor. Bu bakımdan,
bu girişimin de olumsuz bir girişim olduğunu söylemekle yetinmeliyim.
Denktaş
ve Lefter’i saygıyla anmak isterim ve Lefter’in iki üç yıl evvel, seksen yedi yaşındayken şunu
söylediğini Genel Kurula hatırlatmak istiyorum: 6-7 Eylül olayları olduğunda,
kendisiyle ilgili yapılan bir mülakatta, konuşmak istemediğini, makine
kapatılırsa konuşabileceğini söylemiş. Bunu da düşünmenizi diliyorum. Hrant olayından sonra da Türkiye Ermeni yurttaşlarının
nasıl yaşadığını bir kez daha düşünmenizi rica ediyorum.
Çok
teşekkürler dinlediğiniz için. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önerge
üzerinde söz isteyen Nazmi Gür, Van Milletvekili.
NAZMİ
GÜR (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bu
kurum, bu çatı altında Türkiye'nin geleceğini, halklarımızın geleceğini
oluşturduğumuz hukukla, yaptığımız yasalarla oluşturmaya çalışıyoruz, yön
vermeye çalışıyoruz. Tabii, hukuk herkes için gerekli. Tıpkı demokrasi gibi,
tıpkı evrensel haklar ve özgürlükler gibi herkes için, hepiniz için bir gün
hukuk lazım olacak. Hukukun kişiye, zümreye, partilere, sınıflara göre
yapılmayacağını en iyi bilmesi gereken herhâlde bu Mecliste, bu çatı altında
bulunan siz değerli milletvekilleri
olmalısınız. Bu nedenle, yapmaya çalıştığımız, çıkarmaya çalıştığımız bir
yasayla Cumhurbaşkanının seçimi ve görev süresiyle ilgili olarak yaptığımız bu
çalışmayla herhâlde bu çalışmanın, önümüze getirilen bu taslağın evrensel
hukuka uygunluğunu, hele hele 12 Eylül Anayasası’na dahi aykırı olduğunu bütün
kamuoyu, bütün dünya bizi izliyor.
Tabii,
evrensel hukuktan söz etmişken evrensel hukukun sınırlarının da o ülkedeki
demokrasinin sınırlarını çizdiğinin de hepimiz farkındayız. Nasıl ki Sayın
Başbakan hep ileri demokrasiden söz ediyor. Eğer bir ülkede hukuk bu kadar
çiğneniyorsa, eğer bir ülkede hukuk bu kadar yok sayılıyorsa o ülkede elbette
demokrasiden, hele hele ileri demokrasiden söz edilemez. Söz edilse olsa olsa
bir AKP sultanlığından, bir AKP sultasından, hatta hatta
bir AKP faşizminden söz edilebilir.
Üç
temel örnek var size göstereceğimiz. Çok sıcak yaşandı hem de son birkaç gün
içinde yaşandı. Birincisi, Sevgili Hrant’ın davası.
Tabii, mahkemeler -tırnak içinde- bağımsız yargı, bu davayı sonuçlandırmış gibi
görünüyor ama avukatların da söylediği gibi, biz Hrant’ın
dostları da söz veriyoruz Hrant’a, onun aziz hatırası
önünde, bu dava burada bitmedi, bu dava sürecek. Bu dava elbette ki Strasbourg’tan da dönecek.
Değerli
arkadaşlar, üçüncü örnek Roboski katliamı yani
Uludere’deki Türk savaş uçaklarının bombardımanı sonucu öldürülen 34 sivil. Ne
diyordu Sayın Başbakan yirmi dört saat sonraki açıklamasında? Elde dört saatlik
görüntüler varmış. Soruşturmayı sürdüren savcı -bugün sizler de okumuşsunuzdur,
basına düştü- bu görüntüleri istiyor ve bu görüntülerin de kendilerine ne zaman
ulaştırılacağını tahmin edemiyor, söyleyemiyor çünkü asla ulaşmayacağını da
biliyor ve değerli arkadaşlar, Roboski katliamı ve bu
katliamın belki de naklen görüntülerini alan, bu dört saatlik görüntüyü
ne kamuoyu ne soruşturmayı sürdüren savcı ne de -bu olayı gerçekleştirenlerin
arkasında olan güçler tabii ki biliyor da- dünya kamuoyu bilmiyor. Ancak şunu
söylemekte fayda var: Roboski katliamı da bugün artık
dünyanın gündeminde ve emin olun ki orada öldürülen 34 kişinin hesabı tek tek
sorulacak ve Roboski’de emir verenler, Roboski’de tetiği çekenler, Roboski’de
bu katliamı gerçekleştirenlerin tamamı bu hukuk önünde yargılanamasalar bile
tarihin önünde ve insanlık vicdanının
önünde bu katliamı gerçekleştirenler, bu insanlık suçunu işleyenler elbette ki
mahkûm olacaklardır.
Üçüncü
önemli konu, değerli arkadaşlar, tabii umarım bir gün polis sizin de kapınızı
çalmaz ama milletvekillerimizin, milletvekillerinin, bu Parlamentonun bir
üyesinin evi basılıyor, bilgisayarına el konuluyor ve inşallah sizin de bir gün
evinizin kapısı çalınmaz, bu polis korkusuyla, bu polis devleti korkusuyla
yaşamazsınız. Hep mağduru oynadınız, şimdi de zalimi oynuyorsunuz ama bizler,
bu zulmün karşısında asla diz çökmeyeceğimizi ve sizlere sonuna kadar
direneceğimizi beyan ediyoruz, KCK tutuklamaları adı altında bizi asla
sindirmeyeceğinizi söylüyor, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önergeleri
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önergeler kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, çalışma süremizin tamamlanmış olması sebebiyle, kanun tasarı
ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 19
Ocak 2012 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’de toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorum.