DÖNEM:
24
CİLT:
11 YASAMA YILI:
2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
51’inci
Birleşim
12 Ocak 2012 Perşembe
(TBMM Tutanak Hizmetleri
Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip
üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMALAR
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- İzmir Milletvekili
Erdal Aksünger’in, Türkiye’de bilişim sektörünün yaşadığı sorunlara ilişkin
gündem dışı konuşması
2.- Muğla Milletvekili
Mehmet Erdoğan’ın, Muğla ilinde yoğun yağışların yol açtığı sel felaketinde
zarar gören vatandaşların mağduriyetlerinin giderilmesine ilişkin gündem dışı
konuşması ve Orman ve Su İşleri Bakanı
Veysel Eroğlu’nun cevabı
3.- Bursa Milletvekili
İlhan Demiröz’ün, Bursa ilinde iklimsel nedenlerden ortaya çıkan zeytindeki
zarar ve üreticisinin içinde bulunduğu sıkıntılara ilişkin gündem dışı
konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, Hükûmetin zeytine kilo başına destekleme vermesi konusuna
ilişkin açıklaması
2.- Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın, Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un ileri sürmüş
olduğu görüşlerden farklı görüşleri atfetmesi nedeniyle açıklaması
3.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, narenciye üreticilerinin sorunlarının araştırılması konusunda
bir komisyon kurulmasının uygun olacağına ilişkin açıklaması
4.- İstanbul Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Başkanlık Divanındaki Kâtip Üyelerin yoklama
yapılması sırasında Başkana yardımcı olmaları gerektiğine ilişkin açıklaması
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması
Önergeleri
1.- Muş Milletvekili Sırrı
Sakık ve 21 milletvekilinin, sel felaketlerinin araştırılması ve sel riski
taşıyan alanların belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/100)
2.- Muş Milletvekili Sırrı
Sakık ve 21 milletvekilinin, başta eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü
olmak üzere bazı şüpheli ölüm olaylarının ve faili meçhul cinayetlerin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/101)
3.- BDP Grubu adına Grup
Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, JİTEM ve Doğu ve Güneydoğu
Anadolu bölgelerinde yaşanan faili meçhul cinayetlerin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/102)
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri
1.- Şanlıurfa Milletvekili
İbrahim Binici ve arkadaşları tarafından, şeker pancarı tarımı ve pancar
üreticilerinin içinde bulunduğu olumsuz durumun incelenmesi ve alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergenin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin
önüne alınarak, 12/1/2012 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
2.- Narenciye üreticilerinin
piyasada oluşan fiyat dalgalanmalarından korunması ve narenciye ihracatında
ülkemizin potansiyelinin değerlendirilmesi ile ilgili sorunların tespiti ve
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergenin, 12/1/2012 Perşembe günü Genel Kurulda okunarak
görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
3.- Mersin Milletvekili Ali
Rıza Öztürk ve arkadaşları tarafından, hapishanelerdeki tutuklu ve hükümlülerin
sorunları ile hapishanelerde yaşamlarını yitiren kişilerin olup olmadığının
saptanması hakkında verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun
bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 12/1/2012
Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli
birleşimde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
VIII.- SÖYLEVLER
1.- Kırgızistan Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev’in, Genel Kurula hitaben konuşması
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi
Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim
2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine
Dair Anlaşmaya Değişik-likler Getirilmesi Hakkında Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/440) (S.
Sayısı: 32)
2.- Ağrı Milletvekili Ekrem
Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in; 375 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/152) (S. Sayısı: 112)
3.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında İkili Ticari ve Ekonomik
İşbirliğinin Geliştirilmesi ve Derinleştiril-mesine İlişkin Çerçeve
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/451) (S. Sayısı: 48)
4.- Türkiye Cumhuriyeti ile
Irak Cumhuriyeti Arasında Terörle Mücadele Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/379) (S.
Sayısı: 3)
5.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Güvenlik İşbirliği
Antlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu-na Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/381) (S. Sayısı: 4)
6.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Ürdün Haşimi Krallığı Hükümeti Arasında Gümrük Konularında
İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/412) (S. Sayısı: 5)
7.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Gürcistan Hükümeti Arasında Kara Gümrük Geçiş Noktalarının Ortak
Kullanımına İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/429) (S. Sayısı: 8)
X.- OYLAMALAR
1.- 375 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi’nin oylaması
2.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında İkili Ticari ve Ekonomik
İşbirliğinin Geliştirilmesi ve Derinleştirilmesine İlişkin Çerçeve Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması
3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ürdün Haşimi
Krallığı Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardım
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması
4.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Güvenlik İşbirliği
Antlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması
XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Ankara Milletvekili
Zühal Topcu’nun, uzman yardımcılığı mülakat sınavlarına ve bu sınavlara yapılan
itirazlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Faruk Çelik’in cevabı (7/1154) (Ek cevap)
2.- Ankara Milletvekili
Sinan Aydın Aygün’ün, genel sağlık sigortası kapsamında alınan muayene ve ilaç
ücretlerine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in
cevabı (7/1593)
3.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, Bakanlık merkez teşkilatı birimlerinin hizmet
binalarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in
cevabı (7/1594)
4.- Adana Milletvekili Ali
Halaman’ın, emekliliğe hak kazananların yaş sınırı nedeniyle yaşadığı
mağduriyete ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in
cevabı (7/1595)
5.- Manisa Milletvekili
Erkan Akçay’ın, hayvan kaçakçılığı ve kaçak et miktarına,
Karkas et ve canlı hayvan
ithaline,
Türkiye Tarım Havzaları
Üretim ve Destekleme Modeli kapsamında yapılan prim ödemelerine,
- Kütahya Milletvekili Alim
Işık’ın, gıdaların ve gıda kontrol laboratuvarlarının denetimine,
- Tokat Milletvekili Orhan
Düzgün’ün, Erbaa’daki fındık üreticilerinin fındık desteği kapsamına
alınmasına,
- Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt’ün, tarım alanlarının sulanabilmesine yönelik çalışmalara,
- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, hayvancılığa verilen desteğin artırılması ile et ve canlı
hayvan ithaline,
- Ankara Milletvekili
Mustafa Erdem’in, Angora tavşanı üretimine,
- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, Bakanlık merkez teşkilatı birimlerinin hizmet
binalarına,
İlişkin soruları ve Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/1612), (7/1613),
(7/1614), (7/1615), (7/1616), (7/1617), (7/1618), (7/1619), (7/1620)
6.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel’in, Eskişehir ve
bazı ilçelerinde asbestin yol açtığı hastalıklara ilişkin sorusu ve Sağlık
Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/1669)
7.- Ankara Milletvekili
Zühal Topcu’nun, Başbakanlık ve Başbakanlığa bağlı kurum ve kuruluşlarda
çalışan özürlü personel sayısına,
Başbakanlıkta ve
Başbakanlığa bağlı kurum ve kuruluşlarda özürlü personel istihdamına,
İlişkin Başbakandan
soruları ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/1558), (7/1718)
8.- Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt’ün, canlı hayvan ve et ithalatının durdurulmasına,
- Tokat Milletvekili Reşat
Doğru’nun, hayvancılık sektörüne ve hayvan ithalatına,
İlişkin soruları ve Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/1733), (7/1734)
9.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, KİT’lerde çalışan kamu personelinin yıllık izin
kullanımına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in
cevabı (7/1815)
10.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, KPDS puanının geçerlilik süresinin değiştirilmesine
ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı
(7/1816)
11.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, YÖK tarafından belirlenen teknik eğitim programlarının
yeniden düzenlenmesine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Faruk Çelik’in cevabı (7/1818)
12.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, Bakanlık merkez teşkilatı araçları ve
lojmanlarının giderlerine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Faruk Çelik’in cevabı (7/1820)
13.- Tekirdağ Milletvekili
Candan Yüceer’in, eczacıların ve hastaların, ilaç fiyatlarındaki iskonto
oranının farklı uygulanmasından kaynaklanan mağduriyetine ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/1821)
14.- Gaziantep Milletvekili
Mehmet Şeker’in, eczacıların ve hastaların ilaç fiyatlarındaki iskonto oranının
farklı uygulanmasından kaynaklanan mağduriyetine ilişkin Başbakandan sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/1904)
15.- Ankara Milletvekili
Sinan Aydın Aygün’ün, çalışmaya başlayan emeklilerin yeniden emekli
olduklarında maaşlarının düştüğü iddiasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/1925)
16.- Bursa Milletvekili
Turhan Tayan’ın, zeytin üreticilerinin desteklen-mesine,
- Tekirdağ Milletvekili
Bülent Belen’in, usulsüz bir işlem yapıldığı iddiasına,
- Denizli Milletvekili
Adnan Keskin’in, pamuk üreticilerinin sorunlarına,
- Niğde Milletvekili Doğan
Şafak’ın, Niğde Patates Araştırma Enstitüsü ile ilgili bazı iddialara ve
patates ihracatını artırmaya yönelik çalışmalara,
- Zonguldak Milletvekili
Ali İhsan Köktürk’ün, hastalık tehlikesi taşıyan ithal hayvanlara,
İlişkin soruları ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı
Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/1938),
(7/1939), (7/1940), (7/1941), (7/1942)
17.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, 4/C statüsünde çalışan personelin özlük haklarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in
cevabı (7/1989)
18.- Adana Milletvekili Ali
Demirçalı’nın, SGK’ya aktarılan bütçeye ve denetimine ilişkin sorusu ve Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/2016)
19.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin sorusu ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/2017)
20.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, SGK çalışanlarının sorunlarına ilişkin sorusu ve Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/2020)
21.- İstanbul Milletvekili
Sedef Küçük’ün, kamuda ve özel sektörde cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına
yönelik çalışmalara ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk
Çelik’in cevabı (7/2026)
22.- Iğdır Milletvekili
Pervin Buldan’ın, İzmir-Karabağlar Polis Karakolunda bir kadına şiddet
uygulanmasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/2083)
23.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin sorusu ve Avrupa
Birliği Bakanı Egemen Bağış’ın cevabı (7/2095)
24.- Ankara Milletvekili
Sinan Aydın Aygün’ün, 2011 yılı dokuz aylık inşaat sektörü istihdam endeksine
ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/2126)
I.- GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 13.03’te
açılarak dört oturum yaptı.
Mardin Milletvekili Abdurrahim Akdağ,
Beyaz Baston Körler Haftası’na,
Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkcü,
Van’da meydana gelen deprem sonrası Mersin’de dinlenme tesislerine
yerleştirilen depremzedelerin sorunlarına,
İzmir Milletvekili Aytun Çıray, birlikte
yaşama ruhunun tahrip edilmesine,
İlişkin gündem dışı birer konuşma
yaptılar.
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş,
İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın Başbakana ve grubuna,
İzmir Milletvekili Aytun Çıray, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın şahsına,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ile Diyarbakır Milletvekili
Altan Tan’ın partisine,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma
yaptılar.
Diyarbakır Milletvekili Altan Tan,
İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın Irak devletinin bölge sorumlusuna hakarette
bulunduğu iddiasıyla bir açıklamada bulundu.
Bartın Milletvekili Muhammet Rıza
Yalçınkaya ve 21 milletvekilinin, tutuklu gazetecilerin sorunlarının (10/97),
İstanbul Milletvekili Durmuşali Torlak
ve 24 milletvekilinin, denizcilik sektörünün sorunlarının (10/98),
Antalya Milletvekili Yıldıray Sapan ve
19 milletvekilinin, Antalya’nın Serik ve Aksu ilçelerinde yaşanan sel
felaketinin nedenlerinin ve sonuçlarının (10/99),
Araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündeminin, “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler”
kısmında yer alan (Yerel basın ve yayın kuruluşlarının sorunları hakkında);
(10/46) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin görüşmesinin, Genel
Kurulun 11/1/2012 Çarşamba günkü (Bugün) birleşimde yapılmasına ilişkin CHP
Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün davetlisi olarak ülkemizi ziyaret edecek olan Kırgızistan
Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev’in, 12 Ocak 2012 Perşembe günkü birleşimde
Genel Kurula hitaben bir konuşma yapma isteği kabul edildi.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna ait
olup boş bulunan:
Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğine Konya
Milletvekili Mustafa Baloğlu,
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonu üyeliğine İstanbul Milletvekili Mehmet Domaç,
Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonu
üyeliğine Bayburt Milletvekili Bünyamin Özbek,
Seçildiler.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının;
1’inci sırasında yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet
Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22
Ekim 2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin
İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu’nun (1/440) (S. Sayısı: 32) görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
2’nci sırasında yer alan ve
görüşmelerine devam olunan, Ağrı Milletvekili Ekrem Çelebi ve Bursa
Milletvekili Hüseyin Şahin'in; 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu’nun (2/152) (S. Sayısı: 112) çerçeve 2’nci maddesi üzerindeki
görüşmeler tamamlanarak kabul edildi, 3’üncü madde üzerinde bir süre görüşüldü.
Muş Milletvekili Sırrı Sakık, İçişleri
Bakanı İdris Naim Şahin’in şahsına sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Barış
ve Demokrasi Partisi Grubuna yönelik sözlerinde kastı aşmış olduğu
düşüncesiyle, Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Şükran Güldal Mumcu’nun talebi
üzerine, bir açıklamada bulundu.
12 Ocak 2012 Perşembe günü alınan karar
gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 20.00’de son verildi.
Şükran
Güldal MUMCU
Başkan
Vekili
Fatih
ŞAHİN Muhammet
Bilal MACİT
Ankara İstanbul
Kâtip Üye Kâtip
Üye
II.- GELEN KÂĞITLAR
No: 63
12 Ocak
2012 Perşembe
Teklifler
1.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç ve
37 Milletvekilinin; 4634 Sayılı Şeker Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi (2/247) (Tarım, Orman ve Köyişleri; Adalet ile Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/12/2011)
2.- Aydın Milletvekili Bülent
Tezcan'ın; 2090 Sayılı Tabii Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak
Yardımlar Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/248)
(Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/12/2011)
3.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik
Çirkin'in; 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi (2/249) (İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/01/2012)
4.- Kırklareli Milletvekili Turgut
Dibek'in; 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinden Sonra Çalışmadan Alıkonulan,
Kapatılan ve Münfesih Sayılan Mesleki Dernek ve Kuruluşların Yeniden Açılması
ve Hazineye Devredilen Taşınmazlarının İadesi Hakkında Kanun Teklifi (2/250)
(Plan ve Bütçe ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
06/12/2011)
5.- Erzincan Milletvekili Muharrem
Işık'ın; Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/251) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 07/12/2011)
6.- Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkanvekili Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin; 5102 Sayılı Yükseköğrenim
Öğrencilerine Burs, Kredi Verilmesine İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi (2/252) (Plan ve Bütçe ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2011)
7.- İstanbul Milletvekili Mustafa
Sezgin Tanrıkulu'nun; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/253) (İnsan Haklarını İnceleme ile
Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/12/2011)
8.- Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu'nun;
Hatay İline Bağlı Olarak Payas Adıyla Yeni Bir İlçe Kurulmasına İlişkin Kanun
Teklifi (2/254) (Plan ve Bütçe ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 23/12/2011)
9.- Antalya Milletvekili Yusuf Ziya
İrbeç'in; Memur ve Emeklilerinin Maaş Gösterge Dereceleriyle, Şehit, Gazi,
Yaşlılık ve Malullük Aylığı Alanların Aylıklarıyla Aile, Doğum ve Ölüm Yardım
Ödeneklerinin Artırılmasına Dair Kanun Teklifi (2/255) (Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler; İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 29/12/2011)
10.- İstanbul Milletvekili Osman Oktay
Ekşi'nin; Türk Ceza Kanununun 216; 219; 299; 300; 301; 341'inci Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında Yasa Teklifi (2/256) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/01/2012)
11.- İstanbul Milletvekili Osman Oktay
Ekşi'nin; Türk Ceza Yasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Yasa
Teklifi (2/257) (İnsan Haklarını İnceleme ile Adalet Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
12.- İstanbul Milletvekili Erdoğan
Toprak ve Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ile 20 Milletvekilinin; Terör ve
Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/258) (İçişleri ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/01/2012)
13.- Ağrı Milletvekili Halil Aksoy'un;
1136 Sayılı Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
(2/259) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/01/2012)
Sözlü Soru
Önergeleri
1.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu’nun, esnaf ve sanatkârların istihdam ettiği kişilerin sosyal güvenlik
primlerinin Devlet tarafından karşılanmasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından sözlü soru önergesi (6/759) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
2.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu’nun, Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 2011 yılında yapmış
olduğu araştırmalara ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanından sözlü soru
önergesi (6/760) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
3.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu’nun, esnaf ve sanatkârlara sıfır faizle kredi kullandırılmasına
ilişkin Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) sözlü soru önergesi (6/761)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
4.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu’nun, TMO’nun açıkladığı buğday alım fiyatlarına ilişkin Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanından sözlü soru önergesi (6/762) (Başkanlığa geliş tarihi:
02/01/2012)
Yazılı
Soru Önergeleri
1.- Manisa Milletvekili Hasan Ören’in,
ÖSYM tarafından yapılan yerleştirmelere ve hatalara ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/2408) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/12/2011)
2.- Bursa Milletvekili İsmet
Büyükataman’ın, Diyanet İşleri Başkanlığının personel ihtiyacına ve kurum
personelinin başka kurumlara atanmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/2409) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
3.- Bursa Milletvekili İsmet
Büyükataman’ın, ABD Başkan Yardımcısı ve Savunma Bakanının Türkiye ziyaretlerine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2410) (Başkanlığa geliş tarihi:
02/01/2012)
4.- Yalova Milletvekili Muharrem
İnce’nin, FATİH Projesi kapsamında orta öğretim okullarına bilgi teknoloji
malzemelerinin satın alınması ihalesine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/2411) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/12/2011)
5.- Adıyaman Milletvekili Salih
Fırat’ın, özel hastanelere bütçeden ayrılan payın ve hastalardan alınan katkı
payının artmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2412) (Başkanlığa
geliş tarihi: 30/12/2011)
6.- Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın, Şırnak-Uludere’de 35 kişinin hayatını kaybettiği olaya ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2413) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/12/2011)
7.- Erzincan Milletvekili Muharrem
Işık’ın, bazı kamu kurumlarının eleman alırken KPSS şartı aramamasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2414) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
8.- Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu’nun,
İskenderun Limanı açıklarında batan Ulla gemisinin yol açtığı çevre sorunlarına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2415) (Başkanlığa geliş tarihi:
02/01/2012)
9.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın,
bir köşe yazarının bazı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/2416) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
10.- Adıyaman Milletvekili Salih
Fırat’ın, deprem sonrasında Van’da yaşanan sorunlara ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/2417) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
11.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, Şırnak Uludere’de sivillerin ölümüyle sonuçlanan olayla ilgili
iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2418) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/01/2012)
12.- Gaziantep Milletvekili Mehmet
Şeker’in, Kilis’te Suriyeli mülteciler için bir kamp kurulacağı iddiasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2419) (Başkanlığa geliş tarihi:
02/01/2012)
13.- Bursa Milletvekili İsmet
Büyükataman’ın, koğuşların elektrik bedelinin mahkumlardan tahsil edilmesine
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2420) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/01/2012)
14.- Bingöl Milletvekili İdris
Baluken’in, cezaevi koşullarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2421) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
15.- İstanbul Milletvekili Abdullah
Levent Tüzel’in, açlıktan bayılan bir ilköğretim okulu öğrencisi ile ilgili bir
habere ve Sosyal Dayanışma Fonundan yapılan yardımlara ilişkin Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2422) (Başkanlığa geliş tarihi:
30/12/2011)
16.- İstanbul Milletvekili Faik
Tunay’ın, çocukların sorunları ve çocuk haklarına ilişkin Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2423) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
17.- İstanbul Milletvekili Faik
Tunay’ın, özelleşen kurumlarda çalışan personele nakil hakkı verilmesine
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2424)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/12/2011)
18.- İstanbul Milletvekili Faik
Tunay’ın, iş kazalarının önlenmesine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2425) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
19.- İstanbul Milletvekili Aykut
Erdoğdu’nun, Alanya’nın bazı belde ve köylerindeki kadastro çalışmaları ile
ilgili iddialara ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2426) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/12/2011)
20.- İstanbul Milletvekili Faik
Tunay’ın, Marmara Denizi’nin kirliliğine ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2427) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/12/2011)
21.- Aydın Milletvekili Bülent
Tezcan’ın, Van depremiyle ilgili bir açıklamasına ilişkin Çevre ve Şehircilik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2428) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/12/2011)
22.- Bursa Milletvekili İsmet
Büyükataman’ın, Mudanya’da tapuları iptal edilen vatandaşların mağduriyetine
ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2429)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
23.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, Ulusal Bor Araştırma Enstitüsünde yapılan atamalara ve Enstitünün
bütçesine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2430) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/12/2011)
24.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, Ulusal Bor Araştırma Enstitüsünün desteklediği projelere,
personeline ve gelirlerine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2431) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/12/2011)
25.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, Ulusal Bor Araştırma Enstitüsünün desteklediği projelere ve enstitü
personelinin mali ve sosyal haklarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2432) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/12/2011)
26.- Erzincan Milletvekili Muharrem
Işık’ın, ithalatına izin verilen GDO’lu ürünlere ilişkin Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2433) (Başkanlığa geliş tarihi:
30/12/2011)
27.- Ankara Milletvekili Aylin
Nazlıaka’nın, Ankara’nın tarımsal göstergelerine ilişkin Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2434) (Başkanlığa geliş tarihi:
30/12/2011)
28.- Aydın Milletvekili Bülent
Tezcan’ın, ithalatına izin verilen GDO’lu mısır çeşitlerine ilişkin Gıda, Tarım
ve Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2435) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/12/2011)
29.- Bursa Milletvekili İsmet
Büyükataman’ın, zeytin üreticilerinin sorunlarına ilişkin Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2436) (Başkanlığa geliş tarihi:
02/01/2012)
30.- Uşak Milletvekili Dilek Akagün
Yılmaz’ın, Uşak’ta aşırı yağışlar nedeniyle ürünleri zarar gören nohut
üreticilerine ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2437) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
31.- Bursa Milletvekili İsmet
Büyükataman’ın, kontör dolandırıcılığının engellenmesine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2438) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
32.- Bursa Milletvekili İsmet
Büyükataman’ın, hakkında mahkumiyet kararı verilen bir belde belediye
başkanının görevden alınmamasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2439) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
33.- Bursa Milletvekili İsmet
Büyükataman’ın, bir Azerbaycan vatandaşının sınır dışı edilmesiyle ilgili bazı
iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2440) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/01/2012)
34.- Bursa Milletvekili İsmet
Büyükataman’ın, İstanbul’da yaşanan terör saldırısına ve yabancılara silah
satışına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2441) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/01/2012)
35.- Hatay Milletvekili Mehmet Ali
Ediboğlu’nun, Hatay’a yapılan kamu yatırımlarına ilişkin Kalkınma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2442) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/12/2011)
36.- İstanbul Milletvekili Durmuşali
Torlak’ın, İstanbul’da planlanan ve başlatılan kamu yatırımlarına ilişkin
Kalkınma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2443) (Başkanlığa geliş tarihi:
02/01/2012)
37.- Bursa Milletvekili İsmet
Büyükataman’ın, Mudanya’daki bir ilköğretim okulunun kapasitesinin
artırılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2444)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
38.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran
Bulut’un, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğünün Yazarlar Okulda Projesi
kapsamında tavsiye edilen bazı kitaplara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2445) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
39.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan
Köktürk’ün, Karadeniz Ereğlisi’ndeki bir meslek lisesinde bulunan Atatürk
Köşesinin tahrip edilmesiyle ilgili iddialara ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2446) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
40.- İstanbul Milletvekili Durmuşali
Torlak’ın, İstanbul’da mevcut ve yapılması planlanan onkoloji hastanelerine
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2447) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/01/2012)
41.- Bursa Milletvekili İsmet
Büyükataman’ın, ilaç temini konusunda yaşanan sorunların giderilmesine ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2448) (Başkanlığa geliş tarihi:
02/01/2012)
42.- Kastamonu Milletvekili Emin
Çınar’ın, Kastamonu Doğu Çevre Yolu’na ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/2449) (Başkanlığa geliş tarihi:
02/01/2012)
43.- Kastamonu Milletvekili Emin
Çınar’ın, Kastamonu-Tosya kara yoluna ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/2450) (Başkanlığa geliş tarihi:
02/01/2012)
44.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal
Kaplan’ın, Ankara-İstanbul Yüksek Hızlı Tren Projesi nedeniyle Köseköy-Gebze
demiryolu hattının ulaşıma kapatılmasının doğuracağı sorunlara ilişkin
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/2451)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
45.- Ankara Milletvekili Sinan Aydın
Aygün’ün, dış ticaret istatistiklerinde ithalatla ilgili bazı verilerin
gizliliğine ilişkin Ekonomi Bakanından yazılı soru önergesi (7/2452)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29/12/2011)
46.- Adana Milletvekili Muharrem
Varlı’nın, gümrük muayene memurlarının gümrük denetmeni kadrolarına
geçirilmelerine ilişkin Gümrük ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2453) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
47.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın,
F-35 savaş uçağı projesine ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2454) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
48.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran
Bulut’un, İl Afet ve Acil Durum Müdürlüklerinde yaşanan sorunlara ilişkin Başbakan
Yardımcısından (Beşir Atalay) yazılı soru önergesi (7/2455) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/01/2012)
49.- İstanbul Milletvekili Aykut
Erdoğdu’nun, Alanya’nın bazı belde ve köylerindeki kadastro çalışmaları ile
ilgili iddialara ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2456)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
50.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, Mut Barajı HES Projesine ilişkin Orman ve Su İşleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2457) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/01/2012)
Meclis Araştırması
Önergeleri
1.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık ve 21
Milletvekilinin, sel felaketlerinin araştırılması ve sel riski taşıyan
alanların belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi. (10/100) (Başkanlığa geliş tarihi: 13/10/2011)
2.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık ve 21
Milletvekilinin, başta eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü olmak üzere bazı
şüpheli ölüm olaylarının ve faili meçhul cinayetlerin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi. (10/101) (Başkanlığa geliş tarihi: 13/10/2011)
3.- BDP Grubu adına Grup Başkanvekili
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, JİTEM ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu
bölgelerinde yaşanan faili meçhul cinayetlerin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi. (10/102) (Başkanlığa geliş tarihi: 13/10/2011)
12 Ocak
2012 Perşembe
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 13.04
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP
ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Muhammet Bilal MACİT (İstanbul)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 51’inci Birleşimini açıyorum.
III.-
YOKLAMA
BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama
yapacağız.
Üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın
milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, Türkiye’de bilişim
sektörünün yaşadığı sorunlar hakkında söz isteyen İzmir Milletvekili Erdal
Aksünger’e aittir.
Buyurunuz Sayın Aksünger. (CHP
sıralarından alkışlar)
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- İzmir
Milletvekili Erdal Aksünger’in, Türkiye’de bilişim sektörünün yaşadığı
sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması
ERDAL AKSÜNGER (İzmir) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye'de bilişim sektörünün sorunlarıyla ilgili
gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Bilişimle ilgili, değerli arkadaşlar,
çok önemli bir konuyu dile getirmek istiyorum. Türkiye'de 1999’da başlayan ve
2001’de adı değişen Pardus Projesi’yle ilgili size bir iki tane konuda çok
ciddi bilgiler vereceğim, tehditleriyle ilgili konuları size anlatmaya
çalışacağım.
Dünyada “özgür yazılım” diye çok önemli
bir konu vardır ki bu, ülkelerin millî işletim sistemlerini filan ortaya
çıkaran bir konudur. Bu 1999 yılında da ülkemizde çok ciddi olarak ele
alınmıştır, 2001’de de “millî işletim sistemi Pardus” diye bir sistem ortaya
getirilmek üzere TÜBİTAK’ta ciddi bir çalışma başlatılmıştır. Ama bu arada
neler olmuştur, bu Pardus TÜBİTAK’ta ne hâle gelmiştir onları anlatacağım size.
TÜBİTAK 2001 yılında bununla ilgili,
özel sektörde 20-25 tane arkadaşı devlet bünyesine alarak millî işletim
sistemimizle ilgili konuda bir adım atmıştır. 2009’a gelindiğinde bu konu çok
ciddi bir şekilde dünyadaki tehditlerle birlikte bizim de yapmamız gereken
konuları ortaya döktüğü hâlde mevcut iktidar tarafından millî bir politikaya
dökülememiş bir hâlde şu anda rafa kaldırılmak üzere bir kenara itilmiştir. Bu
yapı, 2001’de başladığında dünyada gelişen en büyük, en ciddi yükselen on
işletim sisteminden birisiydi, gerçekten çok değerli bir konuydu. Belki de
dünyada indirilen işletim siteleri arasında ilk 10’a girmişti ama 2005’e
geldiğimizde bu iş unutulmaya başlandı ve konu şu anda rafa kaldırılma
aşamasında duruyor. TÜBİTAK’ta da bu arkadaşların çoğu tasfiye edilmiş
durumdadır.
Nedir Pardus? Bugün, ülkemiz Amerikan,
İngiliz ve İrlanda, İsrail yazılımlarının elinde şu anda tehdit hâlinde durmaktadır.
Pardus o gün devreye sokulduğunda ülkenin kamu kurumlarında, askerî
kurumlarında, maliyesinde, millî eğitiminde kullanılmak üzere devreye
sokulmuştu. Ama neden başarısız olduğunu hiç kimse “Ya bu niye başarısız oldu?”
diye gündeme getirmedi.
Çok basit bir şey anlatacağım size.
Millî Eğitim Bakanlığının dört yıl önce bütün okullarda uygulanmak üzere
çıkardığı bir proje vardı. Bütün okulları dijital platforma taşımak istiyordu.
İhale sürecinden hemen önce, çok yakından tanıdığınız Microsoft’un dünya
Başkanı Bill Gates apar topar Türkiye’ye geldi ve çok acil bir şekilde
Başbakanımızla görüştü. Bu görüşmeden sonra millî eğitim projesinde yine
Amerikan yazılımları kullanılmaya başlanıldı. İşte o günden sonra Pardus
tamamen rafa kaldırılmak zorunda kalındı.
Peki, neden başarısız oldu bu hikâye?
Neden bu uluslararası yazılımlar ülkemizde böyle ciddi bir şekilde yer
bulabiliyor?
Bunun iki tane nedeni var: Ya ciddi bir
baskı altında birilerine dayatılıyor ya da birileri bu işten nemalanıyor.
Bir Microsoft programıyla ilgili
üniversitelere geldiğinde, bir bireysel kullanıcıya, ev kullanıcısına 100
dolara bir programı satıyorsa, üniversite ve okullarımıza ya bedava veriyor ya
da 3 dolardan satmaya çalışıyor bunları. Nedir bunun nedeni? Çocukları hangi
programa alıştırırsanız, ondan sonraki gerçek hayata bununla birlikte devam
etme modunu yaratmaya çalışıyorlar. Bu ciddi bir tehdittir. Ülkenin güvenliği
tamamen bu yazılımlarla birlikte Amerikan şirketlerine teslim edilmiş
durumdadır.
Değerli arkadaşlar, çok önemli bir
konu. Bizim ulusal güvenliğimizden bahsediyoruz. Türk Silahlı Kuvvetlerimiz
özgün yazılımları kullanmaya çalışıyor ama bu, devlet politikası olmadığı
sürece bu işi başarmamız mümkün değildir. Birinci gündem maddemiz yapmak
zorundayız. Bunu lütfen hepiniz ciddiye alın, bu çok önemli bir konudur.
Türkiye’de bugün kullandığınız bütün bilgisayarların, kullandığınız bütün
dijital her türlü veriyi bir yere gönderen cihazların hepsi Amerikan
yazılımları veya İsrail yazılımlarıyla birlikte bir yerlerde kopya edilir
vaziyettedir, bunu unutmayın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Aksünger.
ERDAL AKSÜNGER (Devamla) – Sayın
Başkan, hepinize çok teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Gündem dışı ikinci söz Muğla
ilinde yoğun yağışların yol açtığı sel felaketleri hakkında söz isteyen Muğla
Milletvekili Mehmet Erdoğan’a aittir. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Erdoğan.
2.- Muğla
Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Muğla ilinde yoğun yağışların yol açtığı sel
felaketinde zarar gören vatandaşların mağduriyetlerinin giderilmesine ilişkin
gündem dışı konuşması ve Orman ve Su
İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Muğla ili ve ilçelerinde 7 Ocak 2012 Cumartesi
gününden bu yana devam eden fırtına, aşırı yağış ve seller neticesinde oluşan
hasarlarla ilgili gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle son günlerde başta Muğla,
Antalya ve Denizli’de olmak üzere devam eden fırtına, aşırı yağışlar ve seller
dolayısıyla zarar gören bütün vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi
iletiyorum, Yüce Mevla’mdan ülkemizi ve milletimizi her türlü felaketten
korumasını niyaz ediyorum. Ayrıca, bu felaket sırasında özverili bir şekilde
çalışan bütün kamu görevlilerine ve belediyelerimize şükranlarımı arz ediyorum,
kendilerinin başarılı çalışmalarının devamını diliyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
7 Ocaktan bu yana devam eden fırtına ve yağışlar sonucunda başta Köyceğiz
ilçemiz olmak üzere Ula ve Bodrum ilçemizde de ciddi zararlar oluşmuştur.
Köyceğiz ilçesinde Kargıcak Deresi’nin taşması sonucu ilçe merkezi, Balcılar,
Hamitköy, Döğüşbelen, Çandır köylerimiz ile Toparlar Beldesi’ndeki
üreticilerimiz, vatandaşlarımız ciddi zararlar görmüştür. Binlerce dönüm
narenciye ve nar bahçesi ile birçok sera sular altında kalmıştır. Ula ilçesi
Kıyra, Kavakçalı, Arıcılar, Yeşilova, Sarayyanı ve Turgut köylerindeki meyve
bahçeleri ve ekili alanlar ciddi zararlar görmüştür. Fethiye ilçemizin Çaltıözü
ve diğer bazı köylerinde meydana gelen su baskınları sonucu seralarda önemli
hasar meydana gelmiştir.
Bölgemizdeki zarar gören arazilerin
önemli bir kısmı tarım sigortası kapsamı dışındadır. Çünkü, bu afetten zarar
gören bölgedeki tarım arazilerinin önemli bir kısmı 2/B arazileridir. 2/B
meselesi çözülmediği için bu bölgedeki tarım arazileri tarım sigortası
kapsamına alınamamaktadır. Çiftçilerimiz bu arazilerini ecrimisil ödeyerek
kullanmaktalar. Dolayısıyla, vatandaşlarımız bu felaketten çok daha fazla
etkilenmektedir. Bu yıl bu felaket sebebiyle ürününden para kazanamayacak olan
bu üreticilerimiz, hem ecrimisillerini ödeyecekler hem kredi borçlarını
ödeyecekler. Bu çiftçilerimizin ecrimisil ve kredi borçlarının faizsiz olarak
ertelenmesi zaruret gerektirmektedir. Belediyelerimizin uğramış olduğu
zararların da en kısa zamanda karşılanması, bölgede yaşayan vatandaşlarımızın
belediye hizmetlerini daha sağlıklı almasını sağlayacaktır.
Bundan sonra böyle bir felaketten
bölgemizin daha az zarar görmesi için Kargıcak Çayı başta olmak üzere tehlike
arz eden derelerin ve çayların ıslah edilmesi önem arz etmektedir. Ayrıca,
Köyceğiz’de yaşanan felaketin gelecekte Dalaman ilçemizde de yaşanmaması için
Tersakan Deresi’nin yarım bırakılan ıslah çalışmalarının acilen tamamlanması
gerekmektedir.
Yine, bölgemizde zarar gören yolların
da bir an önce eski hâline getirilmesi önemlidir. Ancak alelacele yapılan yol
ve köprülerin bir yağışta bu kadar büyük hasar görmesi de Hükûmetinizce yol ve
köprüler yapılırken gerekli itinanın gösterilmediğinin açık işaretidir.
Özellikle Namnam Çayı üzerindeki bölünmüş yol için yeni yapılan köprünün
bağlantılarının zarar görmüş olması düşündürücüdür. Her şeyin 2002 yılından
sonra yapıldığını dile getirir gibi açıklamalarda bulunan iktidarın bu örnekte
olduğu gibi 2002 yılından önceki köprü olmasaydı Namnam Çay’ından geçişi
sağlaması mümkün olmayacaktı. Bunu da bu vesileyle hatırlatmak isterim.
Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi
Muğla ili en uzun kıyı şeridine sahip olan ilimizdir. Kıyılarımızda yeni
yapılan marinaların ve barınakların çoğu özel sektör tarafından yapılmakta,
bundan da küçük balıkçılar ve küçük tekne sahipleri yararlanamamaktadır. Bu konuda
da devlet tarafından yeni barınaklar, limanlar yapılması önem arz etmektedir.
Yine, Türkiye’de üretilen çam balının
yüzde 90’dan fazlası Muğla ilinde üretilmektedir. Muğlalı arıcılarımız
ülkemizdeki gezginci arıcılığın en az yarısını gerçekleştirmektedir. Bu son
yağışlarda ilimiz genelinde on binden fazla arılı kovan zarar görmüştür.
Geçimini arıcılıktan sağlayan üreticilerimizin de mağduriyetlerinin bir an önce
giderilmesi önem arz etmektedir. Doğal afetlerden zarar gören vatandaşlarımızın
mağduriyetlerinin giderilmesi konusunda bir kanun çıkartılarak her afet için
ayrı ayrı düzenleme yapılmaya gerek kalmaması önemli bir konudur.
Bu vesileyle bütün hemşehrilerimize
tekrar en içten dileklerimle geçmiş olsun diyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Erdoğan.
Hükûmet adına Orman ve Su İşleri Bakanı
Veysel Eroğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Eroğlu.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU
(Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; MHP Muğla
Milletvekili Sayın Mehmet Erdoğan’ın, Muğla’da yaşanan yoğun yağışların yol
açtığı sel felaketleri konulu gündem dışı konuşmasına cevap vermek üzere
huzurunuzdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Şimdi, efendim, öncelikle şunu bir
belirteyim: Hakikaten Muğla’da, Edirne’de, Antalya’da bildiğiniz üzere cuma
gününden, akşamdan başlayan, cumartesi ve pazar günü yoğun şekilde devam eden
yağışlar neticesinde sıkıntı yaşadık ama tabii, ben oradaki bu bütün
vatandaşlarımıza geçmiş olsun diyorum. Sevindirici yanı şu: Özellikle can kaybı
olmadı. İnşallah, Cenabıallah’tan bir
daha böyle birtakım afetlerden ülkemizi, milletimizi korumasını dileyerek sözlerime
başlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, öncelikle
şunu belirteyim: Biz cuma günü -burada da kayıtlar var- 6 Ocak Cuma günü saat
16.36’da, bölgedeki bütün kaymakamlıklara, valiliklere, kurum ve kuruluşlara,
cumartesi sabahtan itibaren başlayarak büyük bir fırtına ve yoğun, kesif bir
yağış olacağını ifade etmiştik. Gereken tedbirler alındı esasen. Tabii ki bazen
felaketin boyutu büyük olunca insanlar bir noktada aciz kalıyor. Ama ben şurada
şunu ifade etmek istiyorum: Hakikaten o kadar büyük yağış oldu ki mesela Sayın
Vekilimizin ifade ettiği Köyceğiz’de metrekareye kırk sekiz saat içinde 201,6
milimetre, yani 201,6 kilogram/metrekare bir yağış oldu. Bakın, Türkiye’deki
ortalama yağışın 643 milimetre olduğunu dikkate alırsak, demek ki neredeyse
Türkiye’deki yağışın üçte 1’i kırk sekiz saatte yağmış oluyor. Hakikaten büyük
bir sıkıntı yaşadık ancak ben şunu ifade edeyim: Tabii böyle yağışlarda gerek
ben ve gerekse Bakanlığımın mensupları, diğer kamu kurum ve kuruluşları sıkı
takip ediyoruz. Hatta ben pazar günü bizzat konuya muttali oldum ve neticede
Sayın Muğla Valisini de arayarak DSİ’ye gerekli talimatları verdik ve kısa
zamanda, zaten Valimiz de biliyor, bütün ekipler oradaydı ve gerekli çalışmalar
yapıldı. Tabii ki bu arada, hakikaten, sayın milletvekillerimizin de ifade
ettiği gibi, bazı narenciye bahçeleri, tarım arazileri ve arıcıların kaybı var,
bunu da biliyoruz. Zaten Vali tarafından gerekli zarar ziyan tespitleri de
yapılıyor ancak arıcılarla ilgili şunu ifade edeyim: Biz, arıcılık konusunda
Bakanlık olarak tam destek veriyoruz. Hatta, bildiğiniz üzere, arıcılar daha
önce ormanlara dahi sokulmazken ben, yaklaşık on altı sayfalık bir genelgeyle
arıcılara Orman ve Su İşleri Bakanlığı olarak tam destek verdim. Bazı
mevsimlerde onlar başka yere gitmek istiyorlar. Hatta, biz, onlar rahatça
arıcılıkla ilgili işlerini yürütsünler diye, 101 adet bal ormanı kurduk yani
arıcıların önünü açtık. Tabii ki onların zararları neyse onlara bakacağız,
gerekli tedbirler alınacaktır ama ben şunu ifade edeyim: Özellikle oradaki,
Aydın’daki ve Edirne’deki taşkınların önlenmesinde… Bilhassa Muğla’da,
biliyorsunuz, Mayıs ayında açtığımız Akköprü Barajı gerçekten çok büyük fayda
sağlamıştır çünkü Dalaman Çayı’nın kapasitesi ancak 400-500 metreküp/saniyeyi
geçecek kapasitede. Bildiğiniz gibi, eğer bu baraj yapılmamış olsaydı ki
tamamen barajda suyu tuttuk, kontrollü şekilde su verdik, böylece Dalaman
civarındaki, hatta havaalanı, Dalaman Çayı etrafındaki yerleşim alanları
tamamen su altında kalacaktı, çok büyük zarar olacaktı. Dolayısıyla, hakikaten,
bu Dalaman’daki Akköprü Barajı -ki Türkiye'nin 6’ncı büyük barajıdır, Ege
Bölgesi’nin en büyük barajıdır- bu felaketi önlemiştir. Bunu özellikle
vurgulamak istiyorum.
Biliyorsunuz, bunu Dalaman için yaptık,
gerçekten faydalı oldu. Sadece bu barajın gövde yüksekliği temelden 162,5 metre
yükseklikte, rezervuar hacmi dediğimiz su biriktirme kapasitesi 384 milyon
metreküp. Bu gerçekten felaketi büyük ölçüde önledi. Sadece orada mı bakın, şu
anda bizim, Sayın Başbakanımızın uğurlu elleriyle açtığımız Çine Adnan Menderes
Barajı da -10/10/2010 tarihinde açmıştık- o da özellikle Aydın Ovası, Koçarlı,
Bağarası ve Söke Ovası’ndaki büyük felaketi önlemiştir çünkü yağan yağışları
tamamen Çine Adnan Menderes Barajı’nda tuttuk. Bunu da özellikle belirtmek
istiyorum.
Bunun dışında, keza daha önce yapanlara
özellikle teşekkür ediyoruz, geçmişte 1958 yılında yapılan Kemer Barajı da
gerçekten felaketi önlemiştir. Bunu burada özellikle vurgulamak istiyorum.
Yalnız, bu konuda neler yapıyoruz?
Sayın Vekilim, tabii ki eksik kalan
birtakım dere ıslahları varsa elbette bunları yapacağız ama ben şunu gururla
ifade ediyorum: Hükûmetimiz döneminde, Muğla’ya hakikaten muhteşem yatırımlar
yapıldı, siz de biliyorsunuz. Misal olarak sadece Bakanlığımızdan, sekiz buçuk
yıl zarfında Muğla için, sadece bizim Bakanlığımız, 865 milyon TL’lik yatırım
yapmış. Bakın, Bayır Barajı’nı biz bitirdik, Eşen sulaması, Akgedik Barajı,
bunlar tamamen bitti, işte, Dalaman Akköprü Barajı. Bodrum Yarımadası’nda su
yoktu, Bodrum Yarımadası’na su vermek için arıtma tesisleri, isale hatları,
depolar, terfi merkezleri, bunların tamamı yapıldı, hatta açılışı yapıldı.
Ayrıca, Eşen Çayı’ndaki yan derelerin dere ıslahları keza, Muğla Köyceğiz
Toparlar taşkın koruma, Fethiye Göcek yerleşimleri taşkın koruma işleri,
Fethiye’de Karadere, Karaköy ve Kumluova arazileri yan dereleri taşkın koruma
dere ıslahları, Köyceğiz’de Çandır köyü Değirmen Deresi taşkın koruma,
Marmaris’te Turgut köyü arazileri Değirmen Deresi taşkın koruma işleri tamamen
tamamlandı. Bunun dışında, Fethiye’de Söğütlüdere, Marmaris ilçe merkezi Akçay
Deresi ve Eşen Çayı yan dereleri ıslahları tamamlandı. Şu anda devam eden
birtakım faaliyetler var, bunları -özetle- hızla bitireceğiz. Akgedik Barajı
sulaması proje yapımı devam ediyor. Ayrıca, Derince Barajı’nın temelini
atmıştık biliyorsunuz, inşallah onu da çok kısa zamanda tamamlayacağız.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Sayın Bakan,
üreticilerin mağduriyetleri ne olacak?
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU
(Devamla) – Yani netice olarak ben şunu ifade etmek istiyorum: Burada sizin
söylediğiniz derelerin notunu aldım, eksik kalan derelerin de tamamı ıslah
edilecektir. Zaten talimat verdim. DSİ ekipleri tamamen oradaydı. Hatta
yaklaşık olarak 200 kişi ve çok sayıda araç gereçle -sayısını da
söyleyebilirim- bütün ekipler oradaydı taşkından itibaren, kontrol altına
aldılar.
İnşallah bir daha böyle felaketler
yaşanmaz ama bu konuda da özellikle belediyelere çok önemli görevler
düşmektedir çünkü belediyeler dere yataklarını işgal etmekte çoğu kere, yanlış
birtakım menfezler ve birtakım geçitler vermektedir. Dolayısıyla
belediyelerimizi de buradan özellikle ikaz ediyorum: Bu konuda, dere
yataklarının kapatılması, daraltılması yasaktır, Başbakanımızın da kesin
talimatı ve genelgesi var.
Hepimiz özellikle bu taşkınlara karşı
hazırlıklı olmalıyız çünkü küresel iklim değişikliği sebebiyle yağışlardaki
rejim tamamen değişti. Geçmişte düzenli bir yağış varken belli aylarda,
bakıyoruz, kırk sekiz saatte, Giresun’da olduğu gibi, Artvin’de, Edirne’de,
Marmaris’te olduğu gibi kısa sürede büyük yağışlar, büyük sel baskınları
olabilmekte. Dolayısıyla bu konuda gerekli tedbirlerin alınması şarttır.
Sadece dere ıslahları yetmiyor. Bu
konuda, derede birtakım biriktirme yapıları, barajlar, göletler, ayrıca erozyon
kontrolü için ağaçlandırma çalışmaları, mera ıslahları, bunu topluca ele
alıyoruz. Bu konuda da zaten biz her yılbaşında mutlaka bir değerlendirme
yapıyoruz. İnşallah sizlerin de talep ettiği Muğla’yla ilgili dere ıslahlarını
bizzat yakından takip edeceğim.
Cenabıallah bir daha böyle afetler bizlere göstermesin.
Ben bu duygularla hepinizi saygıyla
selamlıyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Eroğlu.
Gündem dışı üçüncü söz, Bursa ilinde iklimsel nedenlerden ortaya
çıkan zeytindeki zarar ve üreticisinin içinde bulunduğu sıkıntılar hakkında söz
isteyen Bursa Milletvekili İlhan Demiröz’e aittir. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Demiröz.
3.- Bursa
Milletvekili İlhan Demiröz’ün, Bursa ilinde iklimsel nedenlerden ortaya çıkan
zeytindeki zarar ve üreticisinin içinde bulunduğu sıkıntılara ilişkin gündem
dışı konuşması
İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sizleri ve televizyon başında bizleri izleyen
vatandaşlarımızı saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Barışın, bereketin, sağlığın ve
ölümsüzlüğün simgesi kutsal ağaç zeytin altı
bin yıldır insanlığın hizmetinde. Dünyanın dar bir bölgesinde
yetişmektedir. Ülkemiz zeytinin yetişebildiği şanslı ülkelerden birisidir.
Zeytincilik Türkiye’de yaklaşık 500 bin ailenin geçim kaynağı, işlenen tarım
arazilerinin yüzde 3,5’unu oluşturan bir sektördür. Zeytin üretimi tüm dünyada
olduğu gibi ülkemizde de sağlıklı beslenmede, istihdam sağlanmasında ve diğer
sanayi kollarına pazar yaratımında
yüksek katma değeriyle önem arz etmektedir. Doğrudan ve dolaylı olarak 10
milyon kişinin geçimini sağlamada tarımsal ve sosyoekonomik yönden önemlidir.
Değerli milletvekilleri, Bursa’ya
gelmek istiyorum. Bursa’mızda 10 milyonun üzerinde zeytin ağacı bulunmaktadır.
Türkiye’de dikili 10 zeytin ağacından 1’isi Bursa’dadır. Bursa’da zeytin üretim
rekoltesi 2011, 2012 yıllarında 160 bin ton civarında gerçekleşmiştir ancak
Bursa’da zeytin üreticisi zor durumdadır. Rekoltenin yüksek olması sevindirici
ancak bu yıl zeytin hasadı gecikmiştir. Bursa’da Kasım 2011’de gece ve gündüz
ısı farklarından kaynaklanan ısı değişimi ve tepelerdeki kar yağışı zeytinde
kalite ve kilo kaybına neden olmuştu. Bu kalite ve kilo kaybı ilçe tarım
müdürlüklerince de tespit edilmiştir. Bursa’da yüzde 70 kalite kaybı, yüzde 30
kilo kaybı gerçekleşmiştir.
Değerli arkadaşlar, bu nedenle,
Marmarabirlik’in açıklamış olduğu başfiyattan hareketle 1 kilogram sofralık
zeytin satış fiyatı 2,10 TL’dir. Orhangazi Ziraat Odamızın çalışmaları ışığı
altında 1 kilogram zeytin üretim maliyeti 2,58 TL’dir. Mazotta yapılan artışın
yüzde 42, taban gübresinde yüzde 85 zam olduğunu dikkate alırsak, Bursa’mızdaki
zeytin üreticilerimizin zor durumda olduğunu anlamış oluruz.
Seslenmek istediğim, dikkatini çekmek
istediğim kurum Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığıdır. Sayın Bakan ve Tarım,
Orman ve Köyişleri Komisyonu Başkanı ve üyeleriyle yaptığımız görüşmeler ışığı
altında seslenmek istiyorum: Sayın Bakan, sofralık zeytine prim desteği verecek
misiniz? 23’üncü Dönem milletvekillerinin araştırma önergesi neticesinde
hazırladığı araştırma komisyonu raporunda önerdiği sofralık zeytine destek
verilmesini uygulamamaya kararlı mısınız? Zeytinyağına verilen desteği sofralık
zeytinden neden esirgiyorsunuz?
İki: Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı “Biz havza bazında destek veriyoruz.” diyeceklerse, Bursa’nın da
içinde bulunduğu Güney Marmara havzasında zeytin desteklenmeyecekse ne
desteklenecek? Bu bölgede buğday ve pamuğun desteklenmesinin anlamının ne olduğunu
bilmek istiyoruz.
Üç: Geçici çözüm olarak afet kapsamına
alarak, sofralık zeytinini kaybeden ve yağlığa veren zeytin üreticisinin zarar
ve ziyanlarını ödemeyi düşünmez misiniz?
2010 yılında çiçek dönemindeki olan
zarar karşılığı ödemelerin tümünü bugünkü tarih itibarıyla yapmamanıza rağmen
afet kapsamına almanız, inanın, üreticiyi sevindirecektir.
Zeytin üreticilerinin uğradığı
mağduriyeti göz önüne alarak Ziraat Bankası, Halk Bankası ve tarım kredi
kooperatiflerine olan borçların ertelenme çalışmalarını başlattığınızı ifade
etmenize rağmen hâlâ kesin bir sonuç alınmamıştır. Üreticiler hızla geçen süreçle
ilgili kesin neticeyi bekliyorlar.
Hava koşullarına bağlı olarak oluşacak
don, kalite ve kilo kaybının tarım sigortaları kapsamına alınması konusunda ne
düşünüyorsunuz?
Sayın Bakan, 2006 yılında yasalaşan
Tarım Kanunu’na göre 2007-2011 yılları arasında çiftçiye 20 milyar TL borcunuz
var, Bursa zeytin üreticisine bu borcunuzdan karşılamanız mümkün değil mi?
Saygılarımla, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Demiröz.
Sayın Bulut…
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın
Başkanım, yerimden bir soru soracağım Sayın Bakana.
BAŞKAN – Buyurunuz.
V.-
AÇIKLAMALAR
1.-
Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Hükûmetin zeytine kilo başına
destekleme vermesi konusuna ilişkin açıklaması
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) –
Efendim, konu zeytin iken zeytin üreticisi Balıkesir bölgesinde de hayli
çoğunlukta. Hükûmet ayçiçeğine destekleme vermekte, zeytinde ise zeytinyağına
destekleme vermektedir. Desteklemeyi zeytine kilo başına vermesi konusunda bir
çalışması olur mu Sayın Bakanlığının?
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bulut.
Gündeme geçiyoruz sayın
milletvekilleri.
Başkanlığa Genel Kurula sunuşları
vardır.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin
üç önerge vardır, okutuyorum:
VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakık ve 21 milletvekilinin, sel felaketlerinin
araştırılması ve sel riski taşıyan alanların belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/100)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Türkiye'de meydana gelen sel
felaketlerinin etkilerini minimize etmek, yaşanan kayıp ve ölümlerin önüne
geçmek amacıyla sel riski taşıyan alanların saptanması ve yerleşim alanlarıyla
ekonomik faaliyet alanlarının buna göre seçilmesi için gerekli inceleme ve
araştırmaların yapılması hususunda Anayasa'nın 98 inci ve İç Tüzüğün 104 ve 105
inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını saygılarımızla arz
ederiz. 13.10.2011
Gerekçe:
Türkiye'de çok sık görülen doğal
felaketlerin başında sel olayları gelmektedir. Önemli can ve mal kaybına neden
olan ve değişik nedenlerle oluşan sel, Türkiye'nin hızla değişen ve gelişen
sosyal, ekonomik yapısı içinde daha da etkili olmakta, büyük ekonomik
kayıpların ve acıların yaşandığı bir afete dönüşmektedir.
Türkiye'de görülen doğal afetler içinde
sel, depremden sonra en büyük can ve mal kayıplarının görüldüğü olaydır. Her
yıl bu afetten kaynaklanan ekonomik kaybın 160 trilyon Türk Lirası civarında olduğu
tahmin edilmektedir.
Son olarak birkaç gün önce Antalya'da
görülen sel felaketinde, 6 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, birçok köprü, yol
ve ev büyük hasarlara uğramıştır. Meteoroloji Bölgesel Tahmin Merkezi
yetkililerinden edinilen bilgiye göre, 24 saatte metrekareye düşen yağış
miktarı 300 kilogramı bulmuş, rüzgarın saatteki hızı ise zaman zaman 80
kilometreye kadar ulaşmıştır. Bu da ne kadar vahim bir olayla karşı karşıya
kaldığımızı açıkça göstermektedir.
Sel felaketini önleme ve kaza
zararlarından korunma çalışmalarına baktığımızda, meydana gelen ölümlerin
yanında ekonomik kayıplar açısından da olumlu bir tablo çizmek mümkün değildir.
Türkiye'nin hızlı ve çarpık bir biçimde artan nüfusunu da göz önüne alacak
olursak sel felaketlerinden kaçışımızın olmadığını açıkça görebiliriz. Çünkü,
hızlı nüfus artışı, sağlıksız kentleşmeyi de beraberinde getirmektedir, bu
yerleşim alanlarında yeni yollar açılmakta, kurulan işletmelerle arazi yapısı
değişmekte, ormanlar ve meralar tahrip edilmektedir. Böylelikle felakete
davetiye çıkarılmaktadır.
Türkiye'de arazi kullanımı yönünden
bakıldığında, ilk çağlardan günümüze kadar, başta ormanlar olmak üzere, doğal
bitki örtüsünün büyük bir bölümü yok edilmiştir. Bitki örtüsü tahrip edilen
alanlarda, eğim ve erozyon nedeniyle tarım yapılamaz hale geldiğinden, bitki
yönünden de fakirleşen yamaçlar, sel oluşumunu hızlandıran bir etken haline
gelmiştir.
Sel felaketlerinden dolayı oluşabilecek
olası can ve mal kayıplarının önüne geçmek için Türkiye'nin ayrıntılı bir
şekilde sel haritasının çıkarılması, sel ihtimalinin yüksek olduğu bölgelerin
tespit edilmesi ve gerekli önlemlerin alınması için Meclis Araştırma Komisyonu
kurulması gerekmektedir.
1)
Sırrı Sakık (Muş)
2)
Pervin Buldan (Iğdır)
3)
Hasip Kaplan (Şırnak)
4)
Halil Aksoy (Ağrı)
5)
Murat Bozlak (Adana)
6)
Ayla Akat Ata (Batman)
7)
İdris Baluken (Bingöl)
8)
Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
9)
Emine Ayna (Diyarbakır)
10) Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
11) Altan Tan (Diyarbakır)
12) Adil Kurt (Hakkâri)
13) Esat Canan (Hakkâri)
14) Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
15) Sebahat Tuncel (İstanbul)
16) Mülkiye Birtane (Kars)
17) Erol Dora (Mardin)
18) Ertuğrul Kürkcü (Mersin)
19) Demir Çelik (Muş)
20) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
21) Nazmi Gür (Van)
22) Özdal Üçer (Van)
2.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakık ve 21 milletvekilinin, başta eski Cumhurbaşkanı Turgut
Özal’ın ölümü olmak üzere bazı şüpheli ölüm olaylarının ve faili meçhul
cinayetlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/101)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Kürt sorununun çözümü konusunda önemli
girişimlerde bulunan 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın yanı sıra Eski Maliye
Bakanı dönemin İstanbul Milletvekili Adnan Kahveci ve eski Jandarma Genel
Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in kuşkulu ölümü ve peş peşe yaşanan bu ölümler
arasındaki bağlantının bütün yönleriyle araştırılıp, aydınlatılması amacıyla
Anayasa'nın 98'inci, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca Meclis
Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz. 13.10.2011
Gerekçe:
1993 yılı hafızalarımızda kara bir yıl
olarak kalmaya devam etmektedir. Kürt sorununun çözülmeye çalışıldığı ve başta
dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın bu konudaki çabalarının filizlenmeye
başladığı bu dönemde adına şüpheli ölümler diyebileceğimiz üç olay
gerçekleşmiştir. Şüpheli ölümler zincirinin ilk halkası 17 Ocak 1993 yılında
gerçekleşmiş, dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis uçağının
düşmesi sonucu hayatını kaybetmiştir. Birkaç gün sonra, dönemin İstanbul
Milletvekili Adnan Kahveci de eşi ve çocuklarıyla 5 Şubat 1993 yılında geçirmiş
oldukları bir trafik kazasında hayatlarını kaybetmişlerdir. Ölümlere son olarak
dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın 17 Nisan 1993 yılında aniden kalbinden
rahatsızlanarak hayatını kaybetmesi eklenmiştir.
8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal Kürt
sorununun çözümü konusunda önemli girişimlerde bulunmuş, 1992 yılında
Başdanışmanı Kaya Toperi ve Başyaveri Albay Arslan Güner'i bu hususta bir rapor
hazırlatarak, bu raporu MGK gündemine getirmiştir. Sorunla yüzleşilmesi
gerektiğini ve askerî yöntemlerle sorunun üstesinden gelinemeyeceğini
belirtmiştir. Aynı dönemde Adnan Kahveci ve Eşref Bitlis tarafından 8.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a iki ayrı rapor daha sunulmuş, Kahveci'nin
raporunda; "Kürt sorunu artık siyasal yaşamı kilitleyen kriz hâline
dönüşmüştür. Krizden çıkabilmek için Kürt Kimliği ve dili hızla kabul edilip
siyasal alanda temsil olanağı sağlanmalıdır" demiştir. Bitlis ise
raporunda çatışmalardan rant elde eden 28 devlet görevlisinin ismini bildirmiş ve
bu isimlerin kademeli olarak bölgeden uzaklaştırıldığını beyan etmiştir. Bunun
üzerine Özal, Kahveci Ve Bitlis'ten yeni bir ortak rapor hazırlamalarını
istemiştir. 1992 Aralık ayında her ikisi buluşmuş ve yeni bir rapor hazırlamaya
başlamışlardır. Raporda Adnan Kahveci, işin siyasi ve ekonomik yönü, Eşref
Bitlis ise güvenlik boyutu üzerinde çalışılması, kültürel ve sosyal yönü
üzerinde de Turgut Özal'a danışılması ve raporun 3-5 ay içerisinde bitirilmesi
kararı alınmıştır. Fakat raporun tamamlanmasına ömürleri yetmemiş, 2 ay
içerisinde ilk önce Eşref Bitlis, daha sonra Adnan Kahveci şüpheli
sayılabilecek bir şekilde hayatlarını kaybetmişlerdir. 8. Cumhurbaşkanı Turgut
Özal'da hayatını kaybedince rapor devlet arşivlerinde yer almamıştır.
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın
ailesinin beyanlarına göre, bütün ısrarlara rağmen otopsi yapılmamış, ABD'ye
gönderilen saç telinde yapılan incelemede zehirlendiğine ilişkin bulgulara
rastlanmış, saç ve kan örneklerinin incelenmesi için Hacettepe Hastanesine
başvuru yapılmış, hastanenin bir hemşirenin kan örneklerinin bulunduğu tüpü
düşürerek kırdığı söylenerek geçiştirilmiştir. Tüm anlatılanlar doğrultusunda
tıpkı iki kaza gibi merhum Turgut Özal'ın ölümünde de büyük şüpheler olduğu
aşikârdır. Kürt sorununda yaşanan bu çatışmalı süreçte meydana gelen bu şüpheli
ölümler aydınlatılması gereken olgular olarak Türkiye'nin önünde durmaktadır.
Adına suikast de diyebileceğimiz bu olayların araştırılması ve aydınlatılması
için bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasının gerekliliğine inanmaktayız.
1- Sırrı Sakık (Muş)
2- Pervin Buldan (Iğdır)
3- Hasip Kaplan (Şırnak)
4- Murat Bozlak (Adana)
5- Halil Aksoy (Ağrı)
6- Ayla Akat Ata (Batman)
7- İdris Baluken (Bingöl)
8- Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
9- Emine Ayna (Diyarbakır)
10- Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
11- Altan Tan (Diyarbakır)
12- Adil Kurt (Hakkâri)
13- Esat Canan (Hakkâri)
14- Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
15- Sebahat Tuncel (İstanbul)
16- Mülkiye Birtane (Kars)
17- Erol Dora (Mardin)
18- Ertuğrul Kürkcü (Mersin)
19- Demir Çelik (Muş)
20- İbrahim Binici (Şanlıurfa)
21- Nazmi Gür (Van)
22- Özdal Üçer (Van)
3.- BDP
Grubu adına Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, JİTEM ve
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan faili meçhul cinayetlerin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/102)
13/10/2011
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
JİTEM ve Doğu/Güneydoğu bölgesinde
yaşanan faili meçhul cinayetler/kayıplar konusunda, politikaların ve
uygulamaların araştırılması; bu konuda gerekli çalışmaların yapılması için
Anayasa’nın 98'nci, İçtüzük'ün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması için gereğini arz ve talep ederiz.
Hasip
Kaplan
Grup
Başkan Vekili
Gerekçe:
Susurluk raporunda belirtildiği üzere,
özel timlerin sevk ve idaresini koordine etmek için Jandarma içinde JİTEM diye,
adlandırılan bir grubun faaliyete geçirildiği görülmüştür. Mahalli jandarmanın
da bilgisi dışında, OHAL zamanında bölgede önemli etkili çalışmalar yapmıştır.
Silopi ilçesinde görev yapan Binbaşı A.
Cem Ersever tarafından kurulan, bünyesinde yer alan asker ve sivil kişiler,
korucular, itirafçılar, ajanlarca birçok yasadışı faaliyeti gözlenen JİTEM'in
varlığı inkar edilse de, kaldırıldığı, tasfiye edildiği, personelinin başka
birimlere dağıtıldığı söylense de halen varlığını ve etkisini sürdürdüğü
görülmektedir.
Bu kesimlerin kırsal alanda yetkili,
etkili ve serbestçe hareket edebilmeleri, giderek görev dışına çıkmaları ve
içlerinde suç işleyenlerin hoşgörü ile karşılanmaları ve korunmaları
karşısında, faaliyetlerinin araştırma konusu yapılması zarureti ortaya
çıkmaktadır.
Bu uygulamaların bir sonucu olarak
çatışmalı sürecin tırmanmasından dolayı Kürt sorunu çözülememiş, aksine sorun
daha da ağırlaşmıştır. Geçen zaman diliminde Türkiye'nin milyarlarca lira
ekonomik kaybına ve 40 bin insanın ölümüne sebep olmuştur.
Geriye dönüşü mümkün olmayan insan
kayıpları binlerce ailenin yüreğini dağlamış, ocakları söndürmüştür. Bu
kayıpların en acılı olanı da faili meçhul bir şekilde işlenen cinayetlerde
öldürülen kişilerin cesetlerinin dahi ailelerine verilmemesidir.
1990 yılından beri işlenen siyasi
cinayetlerin failleri ya bulunmamış veya yargılanmamıştır. Belirli dönemlerde
cinayetlere karışanların verdiği ifadelerde adı geçen sorumlular hakkında ise
adil yargılama gerçekleştirilmemiş, Susurluk davası ile başlayan yargılama
süreci sonuçlandırılamamıştır. Açılan pek çok dava ya "takipsizlik",
ya da "zaman aşımı”yla sonuçlanmıştır. Söz konusu kimi kayıplar hakkında
AHİM'e yapılan başvurular sonucu; tanık ve bulgu araştırmalı yargılamalar
yapılmış Türkiye birçok davada "yaşam hakkı ihlali" nedeniyle mahkûm
edilmiştir.
Susurluk, Şemdinli olayları ile
başlatılan soruşturma süreci Ergenekon soruşturması ile yeni bir boyut
kazanmıştır. Tüm bu soruşturma süreçlerinde yargılanan kişilerin söz konusu
faili meçhul cinayetlerden de sorumlu oldukları konusunda itirafçıların önemli
beyanları olmuş, savcılıklarca yapılan araştırmalar sonucu da doğrulanmıştır.
Silopi ilçe idari sınırları içinde yer
alan BOTAŞ tesislerinde JİTEM adlı yapı tarafından 1990'lı yıllarda öldürülen
pek çok kişinin asitle yakıldıktan sonra gömüldüğü beyan edilmiştir.
Beyanlarda; "...JİTEMCİ'lerin kullandığı mekânlar buralardı, net adres
olarak, Habur sınır kapısına giderken Mardin'in eski ilçesi Cizre'den sınıra
yakın yerde solda karşına bir tesis çıkar, askerler koruyordur. "Orayı
kazarsan çok ceset çıkar" denmektedir.
Nitekim anılan yer ile ilgili gerek
JİTEM kurucusu Ahmet Cem Ersever, gerekse yine o dönemde bölgede faili meçhul
cinayetlere karışan itirafçı, Abdulkadir Aygan'ın ifadelerinde aynı şekilde
BOTAŞ tesisleri adres olarak gösterilmiştir.
25 Ocak 2001 tarihinde HADEP Silopi
İlçe Başkanı Serdar Tanış ile yardımcısı Ebubekir Deniz, jandarma tarafından
gözaltına alınmış, kaybettirilmiş, dava AİHM'e yansımış ve Türkiye mahkûm
olmuştur.
Bilindiği üzere bölgede 1990'lı
yıllarda binlerce faili meçhul cinayet işlenmiş, yapılan araştırma ve
soruşturmalar neticesinde faili meçhul cinayetlere kurban giden çoğu insanın
cesedine ulaşılmıştır. Ancak bu cinayetler aydınlatılmadığı gibi başlatılan
soruşturmalar da her nedense derinleştirilememiştir. Şırnak Barosu 01.12.2008
tarihinde Silopi Cumhuriyet Savcılığı'na başvurarak iddiaların araştırılmasını
istemiştir.
JİTEM'in varlığı uygulamaları, yaşanan
faili meçhul cinayetler, daha sonra kendi mensuplarının infazına kadar yaşanan
sır ölümler, ortada kamu yararından çok, kamu zararının olduğunu
göstermektedir. Bu nedenle meclis araştırma komisyonu kurularak, araştırma
yapılması hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti olmanın zorunlu bir gereğidir.
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler, gündemdeki yerlerini alacak
ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası
geldiğinde yapılacaktır.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç
Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup işleme
alacağım ve daha sonra oylarınıza sunacağım:
VII.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.-
Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici ve arkadaşları tarafından, şeker pancarı
tarımı ve pancar üreticilerinin içinde bulunduğu olumsuz durumun incelenmesi ve
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergenin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen
diğer önergelerin önüne alınarak, 12/1/2012 Perşembe günkü birleşimde
sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerin aynı tarihli birleşimde yapılmasına
ilişkin BDP Grubu önerisi
12.01.2012
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu'nun 12.01.2012 Perşembe
günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği
sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün 19 uncu maddesi
gereğince Genel Kurul'un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Pervin
Buldan
Iğdır
Grup
Başkanvekili
Öneri:
25 Ekim 2011 tarihinde, Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Binici ve arkadaşları tarafından (115 sıra nolu), Şeker
Pancarı tarımı ve pancar üreticilerinin içinde bulunduğu olumsuz durumun
incelenmesi ve alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Meclis
Araştırma Önergesinin, Genel Kurul'un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer
önergelerin önüne alınarak, 12.01.2012 Perşembe günlü birleşiminde sunuşlarda
okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Önerinin lehine Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan. (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, sabah Şeker-İş
Sendikasının bu konuda düzenlediği sempozyumdaydık, bütün parti temsilcileri de
oradaydı, iktidar partisi dâhil. Ve Türkiye’de şu an, tartışılan, şeker
fabrikalarının durumu, pancar üreticisinin durumu, yine, tarım iş gücü
açısından doğacak sıkıntılar, işçilerin durumu, özelleştirme sonrası ve en
önemlisi de özelleştirilecek olan şeker fabrikalarından 31 tanesinden 25
tanesinin kapatılacak olması; 25 fabrika ve bunların hepsi kâr eden durumda
olan fabrikalar. En son, Çarşamba, Çorum, Kastamonu, Kırşehir, Turhal ve Yozgat
fabrikaları da 11 Eylülde satışa çıkarılmıştı biliyorsunuz. Yine, kâr
oranlarına baktığınız zaman, 3-4 milyar civarında bir bilançoyu görüyoruz.
Burada, üniversitelerimizin,
akademilerimizin yaptığı çalışmalar var. Şeker konusunda, özellikle ülkemizde
nişasta bazlı şekerin durumu, “NBŞ” olarak kısaca adlandırılan nişasta bazlı
şekerin payının yüzde 15’e çıkarılması bir vahamet olayıdır -tek kelimeyle-
çünkü Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama yüzde 2 civarındadır, yüzde 2
civarında. Örneğin, Fransa’da yüzde yarım, Almanya’da yüzde 1’in altında. Yine,
biliyorsunuz genetiği değiştirilmiş organizmalı, GDO’lu mısırdan elde edilen
nişasta bazlı şeker söz konusu özellikle. Bunun yanında, bir de “yüksek
yoğunluklu tatlandırıcı” dediğimiz olay var, bu da yabancı şirketlerin iştahını
kabartan çok önemli bir konu olarak önümüze çıkıyor ve en önemlisi de
baktığımız zaman bütün bu verilere, eğer ülkemizde tarım endüstrisini
düşünüyorsak, ülkemizde pancar üreticisinin durumunu düşünüyorsak,
işçilerimizin geleceğini düşünüyorsak bu kâr eden kuruluşların özelleştirilerek
25’inin, 25 fabrikanın kapatılmasının coğrafyasına bir bakmakta yarar var. Van
depreminin vurduğu Erciş’te şeker fabrikasını kapatmak zulümdür arkadaşlar.
Erciş’teki şeker fabrikası da, hemen yanı başında Muş, Ağrı, Erzincan, Erzurum
yine Karadeniz’e doğru geldiğimiz zaman, iç kesimlerde özellikle Kastamonu,
yine iç kesimlerde Kırşehir, Elâzığ, Malatya, Turhal, Yozgat, Çorum, Çarşamba
genellikle iş gücünün, işsizliğin çok olduğu yerler buralar, tarıma dayalı bir
ekonominin olduğu yerler buralar ve doğu bölgesi, 4’üncü teşvik bölgesi olarak
gösterilse de yüzde 50’sinden fazlasının yeşil kartlı olduğu yöreler buralar ve
daha önce tütün fabrikaları, Tekel özelleştirmesi nedeniyle kapatılmış, sonra
süt endüstrisi kurumları kapatılmış, özelleştirilmiş, arkasından et ve balık
kurumları kapatılmış, şimdi de bu şeker fabrikalarının kapatılması gündeme
geliyor. Bu öyle yabana atılacak bir konu değil. Bugün sempozyumda dikkat
ettim, sendikacılar, Türk-İş’ten olsun, oraya gelen akademisyenler, oraya gelen
bütün uzmanlar bu felakete dikkat çekiyorlardı ve bunun tartışmaları
konuşuluyor. Bu şeker fabrikalarının 25’ini kapatmak sadece ülke ekonomisine,
tarım endüstrisine vurulmuş bir darbe olmayacak. Çünkü pancarın zaten kotayla
önünü kesiyorsunuz, üreticiyi mağdur ediyordunuz. Şimdi de bunları kapatarak
Trakya’daki Alpullu fabrikasından tutun da Eskişehir fabrikalarına kadar,
Malatya’ya kadar, bütün bu alanlardaki binlerce nakliyeci ailesini, pancar
üreticisini perişan edeceksiniz.
Bu arada şunu ifade edeyim: Erciş, Muş,
Van kesiminde bu yıl çok yoğun bir kış geçmesi nedeniyle pancar üreticisi
ürününü topraktan alamadı, yani ürün toprakta kaldı. Bütün bunun üzerine, bu
tür durumlarda zaten hükûmetlerin görevleri de bunlar konusunda önlem almaktır.
Şimdi, IMF’nin Türkiye ekonomisine
müdahale ettiği 2000 yılında verilen niyet mektubuna bakıyoruz, diyor ki:
“Özelleştirme gündemine Türkşeker’i, şeker fabrikalarını alın.” Hâlâ IMF’nin
talimatları uygulanıyor bu ülkede. Hani IMF’ye borcumuz bitmişti, artık IMF
buraya buyruk vermiyordu, Türkiye’yi yönetmiyordu? Bakın, IMF’nin 2000 yılı
talimatını AK PARTİ İktidarı hâlâ devam ettiriyor. Etti on sene…
Şimdi Danıştayın verdiği iptal
kararlarının üzerinde durmayacağım ama şunu çok açık söylemek gerekiyor:
Dünyada insan sağlığı açısından tartışmaları devam eden NBŞ lobisine karşı,
pancardan üretilen şekerin şeker fabrikalarını ve Türkiye'nin geleceğini,
çıkarlarını korumak her partinin görevidir. Bu olaya partiler üstü bakmak
zorundayız arkadaşlar. Partiler üstü baktığımız takdirde bu sorunun çözümüne
katkı sunabiliriz. Bunun için bugün iki-üç gün sürecek bir sempozyum yapılıyor
Ankara’da, Meclise de düşen bir görev var, Meclisin de bunu araştırması
gerekiyor. Burasını, bu 25 şeker fabrikasını kapatmak ne getirecek, ne
götürecek? Pancar üretimi ne olacak? Kotalar ne olacak? Nakliyeciler ne olacak?
İşçilerin durumu ne olacak? Bütün bunları Meclisin bir araştırması gerekiyor.
Görev önümüzde yani öyle zübük
siyasetinin de önü kapandı arkadaşlar. Zübükzadelerin siyaset yaptığı o ucuz
dönemi 21’inci yüzyılda sürdürmenin artık imkânı yok. Biliyorsunuz zübük
siyasetinde zübükzade siyasetçi tipi vardı; gayet kolay inanç ticareti yapar,
arkasından da inanç ticaretinin ötesine bir de “Vatan, millet, Sakarya!”
ticaretini ekleyip zübükzadeler türerdi. Şimdi, bu yakın zamana kadar bu Türk
filmleri oynadı, Türk siyasetinin buna artık son vermesi gerekiyor.
Türkiye’deki her siyasetçinin kimliği, inancı, düşüncesi ne olursa olsun bu
yüzyılda zübükzade siyasetini hele hele Mecliste sürdürmesinin hiçbir anlamı yok.
Varsa ülkenin ortak çıkarları, gelinir onun üzerinde konuşulur. Bu Meclis
kürsüsünde, bu Mecliste artık hakaret, aşağılama, tahkir milletin iradesiyle
seçilmiş üyelerine yönelik en üst düzeylerde açıkça yapılıyorsa, kirleniyorsa
siyaset ve Meclis canlı yayınında bunlar yaşanıyorsa, ülkenin gerçek
sorunlarını konuşamaz duruma düşüyorsa Meclis, bir yanlışlık var demek.
Bakın, sendikalar Polonya’ya gitmiş,
aynı şeker fabrikalarının durumunu orada da incelemişler. Orada bir çözüm
bulmuş Polonya, demiş ki: “Fabrikaları özelleştirmeyelim, kapatmayalım,
verelim, pancar üreticisine verelim, işçilere verelim.”
Sahibi var, üreten var yani üretenler
var, emeğiyle bunu, pancarı şekere dönüştürenler var, Türkiye’nin istikbaline
çok büyük katma değer sağlayanlar var. O zaman, Türkiye’nin hemen hemen
doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine kadar yüzde 80 topraklarında yetişen
pancar ürünü eğer GAP projesiyle birleşirse ki yüzde 17 oranında hâlâ sulama
yapılıyor…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Kaplan.
HASİP KAPLAN (Devamla) – Bu araştırma
önergesinin hepimizi ilgilendirdiğini düşünüyor, kabulünü diliyorum
arkadaşlarım.
BAŞKAN – Önerinin aleyhinde, Kayseri
Milletvekili Yaşar Karayel.
Buyurunuz Sayın Karayel. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin şeker pancarı ve pancar
üreticilerinin içinde bulundukları durumun incelenmesiyle ilgili vermiş olduğu
grup önerisinin aleyhinde grup adına söz almış bulunuyorum. Sizleri saygıyla
selamlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, Barış ve
Demokrasi Partimizin buraya, gündeme getirmiş olduğu bu konu, daha önce
Cumhuriyet Halk Partisi tarafından da aynı konuyla ilgili bir araştırma
önergesi verilmiş ve bu Meclis tarafından -bu sorunlarla ilgili detayların
hepsi- bu Mecliste tekrar ele alınmış ve görüşülmüştü.
Saygıdeğer milletvekilleri, ülkemizde
şeker üretimi yapan fabrikalarımıza baktığımızda, bunun 25 adedi kamuda, 8 adedi
özelleştirilmiş, bir kısmı da şu anda özelleştirme neticesine bağlanmak
durumunda, 6 adedi de nişasta bazlı üretim yapan tesislerde üretilmektedir.
Pancar üretimi, ülkemiz için
vazgeçilmez tarım ürünlerimizden olduğu da hepimizin bildiği bir gerçektir.
Pancar üretimiyle uğraşmak zor ve meşakkatli bir iştir. Bununla uğraşan ve
üreten, ülke ekonomisine katkı sağlayan 200 bin civarında pancar ekicilerine ve
bu ekicilerin ailelerine buradan teşekkür etmek istiyorum.
Ülkemizde yıllara sâri olarak pancar üretimiyle
uğraşan çiftçi sayısı 1997 yılında 450 bin civarına, 2000 yılında 411 bin, 2005
yılında 347 bin, 2009 yılında ise bu 188 bin civarına inmiş bulunmaktadır.
Ekici sayısı düşmüş olmasına rağmen
pancar üretimi kesinlikle artmıştır. Ekilen alanlara baktığımızda da toplam
ekili alanlarımız 328 bin hektar civarındadır. Şeker pancarı ülke ekonomimize 3
milyar dolarlık bir katma değer sağlamaya devam etmektedir.
Dünyada her yıl 140-150 milyon ton
civarında şeker üretilmekte olup bunun hâlihazırda beşte 1’i pancardan, kalan
kısmı da kamıştan elde edilmektedir.
Uluslararası piyasalarda dış ticarete
konu olan şeker miktarı 50 milyon ton civarındadır. Kamışın tropikal bir
bölgede yetişmesi bakımından dört-beş yılda bir ekilmesi, yılda 1 kez değil 4-5
kez hasat edilmesi şeker pancarına göre kamışa bir üstünlük sağlamaktadır.
Kamış şekeriyle dünya piyasalarında
rekabet etme şansı gerçekten çok düşüktür. Kamış şekeri, maliyetlerinin çok
düşük olması yanında dünya şeker borsa fiyatlarını da belirleyici durumundadır.
Şeker, dünya borsa fiyatları en
değişken ürünlerden biri olup hatta gün içerisinde yüzde 10’lara varan bir
dalgalanma da gözlenmektedir. Henüz geride bıraktığımız 2010 ve 2011
dönemlerinde dünya şeker üretimi en düşük seviyelerde bulunmasına rağmen fiyatlarda
çok fazla gerileme olmamıştır. Şu anda 650-700 ton/dolar civarında
seyretmektedir.
Ülkemiz, dünya pancar şekeri üretiminde
yüzde 8 civarındaki payla Avrupa Birliği, Amerika ve Rusya’nın arkasından
4’üncü sırada yer almaktadır.
Gıda güvenliğinin dünya genelinde
giderek kritik bir konu hâline geldiği son yıllarda, şekeri pancardan üretenler
başta olmak üzere, ithalat iç fiyatlardan daha ucuza olsa bile, iç taleplerini
yerli üretimle karşılama yoluna gitmektedirler.
2001 yılında yürürlüğe giren Şeker Kanunu’nun
da temel amacı kendine yeterliliktir. Aynı Kanun ile kurulan ve on yıllık bir
geçmişe sahip olan Şeker Kurumunun, Şeker Kanunu’nun uygulanmasının yanı sıra
sektörün daha etkin, daha rekabetçi, sürdürülebilir bir yapıya kavuşması
amacıyla yetkileri çerçevesinde gerçekleştirdiği faaliyetler, yaptığı
düzenlemeler önemlidir. Yurt içi şeker talebinin yurt içinde yetiştirilen ham
maddelerden karşılanması üreticilere düzenli gelir sağlayacak şekilde pancar,
pancar şekeri ve nişasta bazlı şeker üretiminin bir denge içerisinde
sürdürebilirliğinin sağlanması, şeker üretim arz ve fiyatlarının istikrarın
sağlanması ve korunması gibi hedeflere ulaşılması bakımından kurumun görevleri
çok önemlidir.
Pancardaki kota sisteminin ülkemizde
pancar şekeri üretimini kısıtladığı, pancar üretiminin azalmasına yol açtığı
iddiası doğru değildir. Ülkemizde kurulu şeker üretim kapasitesi 3,1 milyon ton
civarındadır. 1 milyon tonu nişasta bazlı şeker olmak üzere 4 milyon tonun
üzerindedir. Dünyada 2010-2011 pazarlama yılında 21 kilogram/yıl olan kişi
başına şeker miktarı ülkemizde 25 kilogram civarındadır. Son on yıldaki yurt
içi şeker üretimi ortalamamız ise 1 milyon 800 bin ton civarındadır. Ülkemizin
kurulu şeker üretim kapasitesinin ihtiyacımızın üzerinde olduğu, düşük maliyetli
kamış şekeriyle rekabet şansı bulunmayan pancar şekerinin ihracat olanaklarının
da kısıtlı olduğu herkes tarafından bilinmektedir.
Şekerle ilgili olumsuz yayınların
kamuoyunu şeker tüketimini azaltmaya yönelttiği dikkate alındığında, kurulu
kapasite düzeyinin de ya da iç talebin üzerinde şeker üretiminin sürdürülebilir
olmadığı da aşikârdır. Nitekim, Şeker Kanunu’nun öncesinde kurulu taraflardan
belirlenen pancar fiyatlarının üreticilere cazip bulunduğu yıllarda ortaya
çıkan üretim fazlası sonucunda şeker stokları oluşmuş, daha sonraki yıllarda da
kısıtlamalara gidildiği zaman da çok büyük dövizler harcayarak şeker ithal
etmek zorunda kalınmıştır.
Bir başka önemli husus da kota
sisteminin sayesinde aynı hedef piyasaya mal üreten pancar şekeriyle nişasta
bazlı şeker sektörünün birbirlerine zarar vermeden ülkemizin ihtiyaçlarını
karşılar durumda olmalarıdır. Şeker Kanunu’nun 2001 yılında yürürlüğe
girmesiyle ilk kota tahsisi uygulaması 2002-2003 pazarlama yılında başlamış ve
bugüne kadar da sürmektedir. Yaklaşık 5 bin yerleşim biriminde 200 bin pancar
çiftçisi tarafından 330 bin hektar alanda 18 milyon ton pancar üretimi
gerçekleştirilmektedir. Son on yılın en yüksek pancar üretim miktarına
ulaşılmış, ayrıca şeker pancarı üretiminde şirketlerimizin rehberliğinde
üreticilere, hayata geçirilen modern tarım uygulamalarının olumlu iklim
koşullarıyla birleşmesiyle ülke tarihinin en yüksek pancar verimi olan 5.460
kilo dekar verimine ulaşılmıştır.
Pancar şekeri üreticisi şirketleri ile
pancar üreticilerinin mutabakatına bağlı olarak belirlenen pancar fiyatlarında
geçtiğimiz 2010-2011 pazarlama yılında bir önceki yıla göre yüzde 2,59 artış
olmasına rağmen şeker fiyatlarında bir değişiklik de olmamıştır. Kanunun
yürürlüğe girmesi sonunda 2003 yılı fiyatları baz alındığında ülkemizde şeker
fiyatlarının reel olarak düştüğü görülmemektedir.
Sonuç olarak, bugün ülkemizin
ihtiyacına yetecek miktarda pancar şekeri ve nişasta bazlı şeker ile şekerin
ham maddeleri olan pancar, mısırın yurt içinde üretilmesi hedef alınmıştır. AK
PARTİ hükûmetleri olarak tarım sektörümüzü ve üreticilerimizi desteklemeyi
sürdüreceğiz.
Sayın milletvekilleri, Ekonomi
Bakanlığı ile yapılan ortak çalışmalar sonucunda şekerli mamul imalatçı,
ihracatçılarına ihracat öncesi yerine ihracat sonrasında Şeker Kurulunca şeker
tahsisatı yapılması sistemine geçilmiş, bu suretle ihracatın da garanti altına
alınması sağlanmıştır.
Önceki hükûmetlerce çıkarılan Şeker
Kanunu’nun uygulanması amacıyla benimsenen politikalar sayesinde ülkemizde gıda
güvenliği sağlanmış, sektörün stok yükü azaltılmış, pancar şekeri ve nişasta
bazlı şeker sektörü arasında dengeli bir büyüme ve rekabet ortamı
sürdürülmüştür. Yerli ham madde kullanımı sağlanmış, denetimler ve idari
yaptırımlar yoluyla kayıt dışı şeker arzı büyük ölçüde önlenmiş; saydam,
katılımcı ve sektörün tüm kesimlerinin menfaatlerini buluşturan bir işleyiş
tesis edilmiştir.
Özelleştirme… Bütün partilerin parti
programlarında, seçim beyannamelerinde taahhütleri olduğunu biliyoruz.
Özelleştirme mutlaka fabrikaların kapanması manasına gelmediği gibi ekicilerin
de mağduriyeti anlamına gelmez. Biz özelleştirmeyi, memleketimizin ve
milletimizin, Türkiye’nin ekonomisinin gerçekleri doğrultusunda destekliyoruz
ve desteklemeye de devam edeceğiz.
Saygıdeğer milletvekilleri, özellikle
pancar ekicileri kooperatiflerinin elinde bulunan Kayseri, Eskişehir,
Adapazarı, Amasya gibi şeker fabrikalarımızda buraların yönetimleri son
dönemlerde gerçekten iyi gitmemektedir. Özellikle seçim bölgemiz olan
Kayseri’de, Kayseri Şeker Fabrikası şu anda bankalardan 450 milyon kısa ve uzun
vadeli alınan paralar sayesinde ayakta durmaktadır. Tarım Bakanlığımızın
gayretleriyle burada çıkarılan kanun neticesinde buralara kayyum tayin edilme
yetkisi Meclisten geçmiş ve şu anda kayyum vasıtasıyla idare edilmektedir.
Kayseri Şeker Fabrikası 450 milyon
zarar ettirilmiş, geriye doğru sekiz seneye baktığımızda bu zararın 2 milyar
dolar civarında olduğu tahmin edilmektedir. Şu anda konu adli makamlara intikal
etmiş, soruşturmalar devam etmektedir. Ama kayyuma devredildikten sonra Kayseri
Şeker Fabrikası 160 milyon civarında bu yıl kampanya döneminde kâr etmiş. Bu
kârlılık dönemiyle inşallah iki üç sene içerisinde Kayseri Şeker Fabrikası
ayağa kaldırılacaktır. Bunda yüce Meclisin vermiş olduğu desteğin payı büyüktür.
Katkı sağlayan herkese teşekkür ediyorum.
Bu vesileyle Barış ve Demokrasi
Partisinin vermiş olduğu grup önerisinin aleyhinde olduğumuzu beyan eder,
sizleri saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Karayel.
Önerinin lehine, Burdur Milletvekili
Ramazan Kerim Özkan.
Buyurun Sayın Özkan. (CHP sıralarından
alkışlar)
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda Meclis içinde yaklaşık 80 kişi varız.
Türkiye de bizi izliyor.
Değerli Bakanım…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan da
dinlerse öyle konuş.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Değerli
Bakanım, değerli arkadaşlarım; Meclisteyiz, sizlere bir şeyler anlatacağım, çok
önemli bir konuya değineceğim.
BAŞKAN – Sayın Özkan, lütfen, Genel
Kurula hitap edin.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Bu uyarılara
ihtiyacımız var bugünlerde Değerli Başkanım.
Ben bir pancar üreticisi çocuğuyum,
aynı zamanda şoför esnafı çocuğuyum. Burada pancar üreticileri, şoförlerin,
esnafların adına şeker pancarının dile gelişini sizlere hicvetmek istiyorum.
“Ben bir şeker pancarıyım. Bakmayın
böyle ufak tefek göründüğüme. İçtiğiniz çayın, kurduğunuz sofranın tadında ben
varım. Soluduğunuz havada, kullandığınız ilaçta bile ben varım. İnanmıyorsanız
anlatayım. Türkiye için her yıl 2,5-3 milyar dolar yerli katma değer sağlayan
benim. 10 milyon insana iş, ekmek, aş veren benim. Yem, gübre, ilaç, maya ve
kozmetik gibi onlarca sektörün ayakta kalmasını sağlayan benim.” Şeker pancarı
diyor değerli arkadaşlarım bunu.
“250 bin çiftçiye yerinde üretim imkânı
sağlayarak köyden kente göçü engelleyen benim. Köylüyü doğduğu topraklarda
doyuran benim. Biyoetanolü biliyor musunuz? Hani şu alternatif enerji
arayışında en hızlı artışın yaşandığı kaynak. İşte o biyoetanolün en verimli ve
en temiz ham maddesi benim. Ha unutmadan, dedim ya soluduğunuz havada bile ben
varım. Vallahi yalan değil, ekili olduğum her tarlada aynı ölçüdeki bir çam
ormanına kıyasla 3 kat daha fazla oksijen üreten benim. Aslında kendimi övmeyi
hiç sevmem çünkü boş başak dik durur. Çok konuşmayı da sevmem, yoğurt kesesi
ağzından eskir. Bilin ki anlattıklarım kibrimden değil, çaresizliğimden. Bugüne
kadar hiç feryat ettiğimi duydunuz mu? Günlerce toprağın altında kaldım,
dirgenlerle sökülüp hoyratça kamyon kasalarına atıldım, lime lime doğrandım,
kaynar kazanlara atıldım, yine de sesim çıkmadı, hep sizin için katlandım çünkü
hayatınıza kattığım tat beni mutlu etmeye yetti. Ama şimdi sıra sizde çünkü
beni yok etmeye çalışıyorlar. Önce ‘kota kota’ diyerek yaşam alanımı
daralttılar, benim yerime ‘NBŞ’ dedikleri tatlandırıcıyı getiriyorlar.
Soruyorum size: Hiç gerçeğiyle sahtesi bir olur mu? Şimdi de işlediğim şeker
fabrikalarını satmaya çalışıyorlar, önce özelleştirip sonra da kapatacaklar.
Oysa fabrika olmazsa üretim olmaz, üretim olmaz, üretim olmazsa istihdam olmaz.
Benim için sorun değil, ben gider başka topraklar bulurum. Mesela beni
Amerika’da stratejik ürün kapsamında değerlendiriyorlar, el üstünde tutuyorlar.
Fransa’da da öyle. Önce şeker fabrikalarını satmaya kalktılar. Çok geçmedi,
yaptıkları hatayı anladılar, şimdi kimselere vermiyorlar. Ama ben Anadolu’yu,
Türk halkını seviyorum. Bu topraklara aidim. Çünkü bana sahip çıkmak Anadolu’ya
sahip çıkmaktır, namusa sahip çıkmaktır. Sizlere teşekkür ediyorum. Şeker
pancarı.” diyerek sesleniyor şeker pancarı.
Burada 100 kişiyiz, bu kararı hep
beraber vereceğiz. Bu konu araştırılsın istiyoruz değerli arkadaşlarım. Bu
konudan kaçmayalım. Türkiye'nin doğusuna batısına, kuzeyine güneyine bu şeker
pancarı hitap ediyor. Ben Burdur Milletvekiliyim. Burdur’umuzun gelir ve getiri
kaynağının yüzde 70’i şeker pancarı. Kamyoncularımıza, berberlerimize,
terzilerimize, esnafımıza, inşaat sektörümüze, herkese iş veren bir sektör
şeker pancarı, şeker fabrikaları. İşçileriyle bir ekol, bir okul; sinemasıyla,
tiyatrosuyla, bahçeleriyle, örnek üretim alanlarıyla bir okul şeker fabrikaları
ama bunu… Yarın pişman olacağız, yarın pişman olunacak. Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’ya bakıyor, Erzurum’a bakıyor, Kars’a bakıyor, Van’a bakıyor, Erciş’e
bakıyor, Trakya’ya bakıyor, İç Anadolu’ya bakıyor, Sakarya’ya bakıyor, Burdur’a
bakıyor. Onun için -azınlık diyeyim, şu anda azınlık var içeride- bu önerge
kaldıracağınız oylarla bir araştırma konusu olacak ve ağzımızın şekeri, tadı da
bozulmayacak. Çok önemli…
Şimdi, biraz önce, bu Şeker Sempozyumu,
Şeker-İş… Gitmenizi de tavsiye ederim. Biz bugün orada Sayın Malatya
Milletvekilimiz, Sakarya Milletvekilimiz, Ankara Milletvekilimiz Sayın Gökhan
Günaydın’la beraberdik, konuşmacıları dinledik. Değerli arkadaşlarım,
iktidardan, sizden de Sayın Çalık vardı, Arkadaşımız. O da özelleştirmenin
karşısında, bu konudaki özelleştirmenin karşısında, şeker fabrikalarının o da
ekmeğimiz olduğunu savunuyor. Muhalefet de bunu savunuyor. Çözüm mercisi de
burası, Türkiye Büyük Millet Meclisi. Bundan neden korkuyoruz? Barış ve Demokrasi
Partisi bir önerge verdi bu konuda. Araştıralım, yanlışsak “yanlış” diyelim.
Bundan korkmayalım diyoruz arkadaşlarım. Bu oyun oluyor burada.
“Şeker fabrikaları yine istihdam
sağlıyor.” dedim. Değerli arkadaşlarım, gerçekten, şeker pancarı tarlasına girdiniz
mi, bilmiyorum. Girin, o tarlada bir serinlik vardır, bir esinti vardır. Şeker
pancarının yaprağından hayvancılık yapılıyor, şeker pancarının kuyruğundan
besicilerimiz yararlanıyor, küspesinden besicilerimiz yararlanıyor.
Bioetanol dedik. Etanol çok önemli bir
konu, temiz enerji. Bunda da yarar sağlıyor. Avrupa Birliği ülkeleri bize
“Bundan vazgeçin.” diyor, Fransa üretim alanlarını artırıyor, Amerika üretim
alanlarını artırıyor, Arjantin üretim alanlarını artırıyor. Niçin biz bu şeker
pancarından vazgeçmeye çalışıyoruz? Enerji sağlıyor, tat sağlıyor, doğaya
temizlik veriyor, endüstri bitkisi, birçok insanı istihdam ediyor, hayvancılığı
geliştiriyor.
Bakın, biz Burdur olarak günde 800 ton
süt veriyoruz. Bunun birinci etkeni şeker pancarıdır ve posasıdır. Bu posa
kuyruklarında, şu anda gidin bölgelerinize, o şeker fabrikalarında, 25 şeker
fabrikasının küspe çukurlarında kamyoncularımız sıra bekliyor. Niçin? 10
liralık küspenin tonunu 50 liradan alıyor, 10 lira hâlbuki, 50 liradan alıyor o
hayvanlarına bakmak için. Çünkü kaba yem ihtiyacını ancak onunla karşılıyor.
Çok önemli bir girdi. O sıralarda kavgalar oluyor, hayvanının ekmeğini götürmek
için kavgalar oluyor, birbirlerinin kafalarını yaralıyorlar. Burdur’da da
oluyor bu, Sakarya’da da oluyor, Eskişehir’de de oluyor, Uşak’ta da oluyor,
Alpullu’da da oluyor, Malatya’da da oluyor. Bunu bilen insanlarsınız. Onun için
bu konuları araştıralım. Pişman olmama adına, bu şeker fabrikalarının
özelleştirilmesinden… Bu Portföy E’de örneğin Burdur var, Afyon var, Uşak var,
Alpullu var, Susurluk var. Burdur ve Afyon kâr ediyor. Bunun yanına sanki çorap
satar gibi -çoraplar şimdi 1’er satılmıyor, 5’erli, 3’erli satılıyor- “Beş tane
fabrika satılık” diyoruz. Biz Burdur halkı olarak örneğin Burdur’u almak
istiyoruz, madem özelleştireceksiniz Burdurlu esnaflar, üreticiler, emekliler
olarak Burdur Şeker Fabrikasını almak istiyoruz ama beşli, “Afyon’u da
alacaksınız, Uşak’ı da alacaksınız, Susurluk’u da alacaksınız, görmediğimiz
ancak askerde gördüğümüz Alpullu’yu, Trakya Şeker Fabrikasını da alacaksınız.”
diyorsunuz. Böyle portföy satışı olmaz. Yani zarar edenleri kâr edenin yanında
yem olarak satmak istiyorsunuz. Bundan ayırın, biz Burdur Şeker Fabrikasını
Burdurlular olarak almak istiyoruz veyahut da yarın pişman olmama adına… Burdur
Şeker Fabrikası Antalya’ya ev sahipliği yapıyor, Denizli’ye ev sahipliği
yapıyor, Afyon’a ev sahipliği yapıyor yani pancarlarını bizim Burdur Şeker
Fabrikası işliyor. Bu fabrikanın denge fabrikası olarak kalması gerekiyor.
Arılar dahi bu fabrikanın şekerini
seçerek yiyor, şerbet yapıldığı zaman başka şerbetleri yemiyor. Arı dahi Burdur
Şeker Fabrikasının yaptığı şekeri beğenerek… Çünkü onda hormon yok, onda GDO
yok, değiştirilmiş organizma tipi değil, doğal, olduğu gibi doğal. Burdur’un
şekerini tadan o arıyı da darıltmayalım. Onun için, bunları araştıralım,
gidelim yerinde görelim.
Önergeye “evet” oyu vereceğinizi
düşünerek hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Özkan.
Önerinin aleyhinde Balıkesir
Milletvekili Sayın Bulut, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde pancar üretimi, pancar üreten
çiftçinin sorunları gerçekten gündeme alınarak araştırılması gereken çok önemli
bir konu. Yüce Meclise getirilen, ülkemizde yaklaşık 10 milyon insanı direkt
veya endirekt etkileyen, ekonomimize yılda 3 milyar dolarlık bir katma değer
sağlayan pancar dolayısıyla şeker sektörü 2000’li yıllardan bu yana
özelleştirme adı altında giderek kapatılmaya, bitirilmeye çalışılmaktadır.
Ülkemizde 1,5 milyar dolar sıvı yakıta, sıvı yağa, 2 milyar dolar hububata para
vererek ithal edip, başkalarının çiftçisine para kazandırıp hazır yiyen,
tüketen bir toplum hâline geldik. Şimdi, pancar üretimini azaltarak,
fabrikaları özelleştirip, el değiştirtip, zamanla kapattırarak şekerde de bu
hâle geleceğiz. Ülkemizde, zaten kanserojen etkisi yapan şeker yerine
tatlandırıcı kullanılması had safhadadır. Pasta, tatlı sektöründe tatlandırıcı
kullanılmakta, bunlar denetlenememektedir. Balıkesir Susurluk Şeker Fabrikası
da bu özelleştirilme kapsamına alınmış, Elâzığ, Erciş, Elbistan, Malatya şeker
fabrikaları bu kapsama girmiştir.
Değerli milletvekilleri, cumhuriyetin
kurulmasıyla, cumhuriyet, genç cumhuriyet, Osmanlının bütün borçlarını 1950’li
yıllara kadar ödemiş. Bu yıllara kadar öderken, yeni cumhuriyetin, yeni kurulan
genç devletin kalkınması için başta şeker fabrikaları olmak üzere ülke
ekonomisine getiri sağlayacak fabrikalarla ülkemiz donatılmış. O yoksulluk
döneminde büyük maliyetlerle kurulan bu fabrikaları, ülkemizin ihtiyacı olan bu
fabrikaları özelleştirme adı altında zarar ediyor diye satmanın akli, mantıki
bir yolu olmadığını ifade ediyorum.
Geçen yıl yine bu kürsüde, Balıkesir
Susurluk Şeker Fabrikasını ziyaretimde rekoltenin yüzde 23’e düşürüldüğünü ve
tam kapasiteyle çalıştırılmadığını, bölgede rekoltenin düşürüldüğünü, sanki bir
elin bilerek bu fabrikaları zarar ettirmeye çalıştığını ifade ettim. Fabrikanın
dibinden doğal gaz geçiyor fakat fabrika kömürle çalışıyor! Kömür ihalesi
Ankara’da yapılıyor. Alan firma, tam sezonda, getiriyor kömürü, bahçeye ürün
–pancar- gelmiş fakat kömür yanmıyor, çok kötü kalitede bir kömür. Duran her
gün, pancarın değeri düşmektedir. Dolayısıyla 200 milyon dolar civarında, o
günkü rakamla ifade edilen bir zarara giriliyor. On gün geçiyor. Oradaki ürünün
şırası akıyor, kalitesi bozuluyor, düşüyor ve sonunda, on gün sonra, yeniden
bir ihaleyle kömür alınıyor ve kömürle geri kalan üretilmeye çalışılıyor. Sayın
Maliye Bakanına geçen sene, niçin buraları tam kapasite çalıştırmıyorsunuz diye
sorduğumda, verdiği cevap şuydu: “Bu fabrikaları tam kapasiteyle çalıştırır
isek Türkiye'nin ihtiyacının 2 katı şeker üretilir.” Peki, “Sayın Bakanım, 2
kat şeker üretilmesi iyi değil mi?” dedim. İnsan tarlayı sürerken evinin
ihtiyacı kadar mı buğday yetiştiriyor? Hayvancılık yaparken evinin et, süt,
yumurta ihtiyacı kadar mı bunu yapıyor? İnsanlar çok üretecek ki kendi
ihtiyacını da karşılayacak, artı para kazanacak, kendisine, ailesine, toplumuna
faydalı olacak.
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) – Satamaz…
AHMET DURAN BULUT (Devamla) - Neden
satamasın? Avrupa’da, Amerika’da üreticiye yapılan destekler Türkiye’den kat
kat fazla ama maalesef, ülkemizde ise pancar üreticisine yapılan destek 142
avro. Diğer ülkelerde, bu Avrupa Birliği ve Amerika ülkelerinde 1.650 avro
destek sağlanmaktadır. Tabii ki sadece pancarda mı? Bütün ürünlerde Hükûmetin
takip ettiği taktik budur? Şimdi, ülkenin zeytinyağı ihtiyacı belirli bir
miktardadır. Mevcut zeytinyağını Türkiye tüketemiyor. Zeytinyağı alışkanlığımız
yok. Veyahut da evde hanımefendiye soruyoruz: “Bu balığı neyle pişirdin?”
“Zeytinyağıyla pişirdim.” diyor. “Getir şu şeyi.” dediğimizde, bakıyoruz ki bir
sıvı yağ, çiçek yağı. Zeytinyağını yeterince anlatamadığımız bu topluma, Tarım
Bakanlığı, dönüm başına 250 milyon lira vererek yeniden zeytin ürünü ektirdi.
Şimdi, mevcudu satamıyorsun, sıvı yağa
yılda 1,5 milyar dolar dışarıdan para veriyorsun, öbür tarafta, bunun tanıtımı
için, bu elde duran ürünün tüketilmesi için bir çaba sarf etmiyorsunuz. Millî
Savunma Bakanına dedim ki “Bu zeytinyağını, depolarımızda kalan, satamadığımız
ve topluma yediremediğimiz zeytinyağımızı orduda tüketelim, çiçek yağıyla
karıştırıp askere yedirelim.” Bu anlamda bir program, bir plan üretmeyen
Hükûmetin şekerde de uyguladığı bundan farklı bir metot değil. Bu fabrikaların
kapatılması, özelleştirilerek kapatılması çok tehlikelidir sayın
milletvekilleri. Daha önce özelleştirdiklerimizi bir Rus konsorsiyum satın
aldı, şekerle uğraşan bir konsorsiyumdu bu. Bir iki yıl çalıştırdı, daha sonra
Türkiye’de üretim daha yüksek diye durdurdu üretimi, Rusya’dan biz şeker almaya
başladık.
Biz üretmezsek nasıl para kazanırız?
Biz üretmezsek borcumuzu nasıl ödeyebiliriz? Dünyada üretmeden kalkınmanın
yolunun olduğu bir ekonomi yoktur. Bu ülkenin kalkınması için üretmesi,
üretmesi için üreticinin desteklenmesi, Hükûmetin de bu anlamda onlara yol
göstermesi, destek olması, ürünlerini pazarlaması, sanayi sektöründe
fabrikacıya destek olması bu anlamla faydalı olur. Hükûmetin yetkilileri, Sayın
Başbakan, bir tüccar mantığıyla ülkeye baktığını ifade etmekte. Eski Maliye
Bakanımız “Her şeyi babalar gibi satarım.” diye ifade ederken bu satışı da bir
ticaretçi mantığıyla değerlendirmesi gerektiğini düşünmekteyim.
Şimdi, cumhuriyet kurulduğunda bu şeker
fabrikaları şehirlerin kenarlarına kurulmuştu, güzel yerlere kurulmuştu; şimdi
bu fabrikalar, değerli milletvekilleri, şehirlerin göbeğinde, içinde kaldılar,
etrafları doldu, rantı yükseldi. Kayseri Şeker Fabrikası bunlardan biri. Bakın
üzerinde nasıl fırtınalar estiriliyor, ne dümenler çevriliyor? Bu konuda araştırma
yapılsın diye kaç defa buraya getirildi ama dokunulmuyor. 1 lira karşılığında
Büyükşehir Belediyesine satıldığı söyleniyor. Ondan sonra projelerle birilerine
para kazandırılıyor. Kimin malı bu? Var yok, araştırılmalı, ifade edilmeli,
Meclise getirilmeli.
İşte, bu gibi konuların araştırılması
için gündeme getirilen bu araştırma önergesini Meclis getirmeli. Çeşitli
dedikoduların, spekülasyonların, yanlış anlaşılmaların ortadan kalkması, mağdur
olan çiftçinin elinden tutulması, bu ülkenin kalkınması adına çiftçimizin,
fabrikaların desteklenmesi konusunda bir çabanın, bir gayretin gösterilmesini,
Meclisin, Parlamentonun bu konuda üzerine düşen görevi yerine getirmesini
diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bulut.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, Sayın Konuşmacı herhâlde tam bilgilerini doğrulamadan burada bir
konuşma yaptı. Kayseri Şeker Fabrikası’nın belediyeye 1 lira bedelle
satıldığını ifade etti.
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) –
“Söyleniyor.” dedim.
BAŞKAN – “Söyleniyor.” dedi.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Efendim,
bunlar burada söylentilerle olacak bir şey değil.
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – “Bunu
burada konuşalım, araştıralım.” diyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Bakın, izin
verirseniz o konuyu düzeltmek istiyorum.
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) –
“Söyleniyor.” diyorum. Burada görüşelim bunu, böyle mi, doğru mu değil mi?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Yeni bir
sataşmaya mahal vermeden…
BAŞKAN – “Söyleniyor, araştıralım.” dedi
ama buyurunuz.
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Kayseri Şeker
Fabrikasının temsilcisi mi Sayın Elitaş, kimin adına söz alıyor Başkanım?
AHMET YENİ (Samsun) – Söylentiyle olur
mu?
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Hayır, Kayseri
Şeker Fabrikasının temsilcisi misin Sayın Elitaş, avukatı mısın?
BAŞKAN – Buyurunuz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
V.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
2.-
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran
Bulut’un ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri atfetmesi
nedeniyle açıklaması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Balıkesir Milletvekilimiz burada
konuşmasını yaparken şeker fabrikalarıyla ilgili bir konuyu gündeme getirdi ama
şu ifadeyi kullandı: “Kayseri Şeker Fabrikasının 1 lira bedelle Büyükşehir
Belediyesine satıldığı söyleniyor.” O Şirket, Kayseri Şeker Fabrikası Pancar
Ekicileri Kooperatifinin şirketidir. Pancar Ekicileri Kooperatifinin
yönetimindeyken, yapılan araştırmalar, incelemeler ve teftişler sonucunda, o
dönemdeki yöneticilerin pancar ekicilerinin haklarını, menfaatlerini çarçur
ettikleri ve bu konuyla ilgili bir mahkeme kararı neticesinde kayyuma
devredildiğini biliyoruz. Geçen dönemde bunu, bu konuyla ilgili kanun
değişikliğini, Türk Ticaret Kanunu’nda yapılan değişiklikler sırasında biz de,
bütün siyasi parti grubundan arkadaşlarımız da ifade ettiler. Dediler ki: “Bu
kanun şunu şunu ifade ediyor.” Ama açıkça söylüyorum: Kayseri Şeker Fabrikası
yüzde 90’ı Pancar Ekicileri Kooperatifinin malıdır, yüzde 10’luk kısmı
Özelleştirme İdaresinin yedindedir, Türk Şeker vasıtasıyla ortaktır, tamamı
Pancar Ekicileri Kooperatifinin olmak üzeredir. Burada Kayseri belediyelerinin
hiçbirinin bir tek hissesi yoktur, olması da mümkün değildir çünkü Pancar
Ekicileri Kooperatifine üye olabilmek için pancar çiftçisi olmak gerekir.
Pancar çiftçisi olmasının da şartları bellidir. Kayseri Büyükşehir
Belediyesinin, herhangi bir yerde tüzel kişi olarak orada pancar ekicisi olması
da mümkün değildir, zaten de bu işe girmez.
Sayın milletvekillerinin burada
konuşurken duyumlar üzerine değil belgeler üzerinde bir şeyi ifade etmelerinin
daha uygun olduğu kanaatindeyim.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Elitaş.
VII.-
ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.-
Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici ve arkadaşları tarafından, şeker pancarı
tarımı ve pancar üreticilerinin içinde bulunduğu olumsuz durumun incelenmesi ve
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergenin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen
diğer önergelerin önüne alınarak, 12/1/2012 Perşembe günkü birleşimde
sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerin aynı tarihli birleşimde yapılmasına
ilişkin BDP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç
Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme
alacağım, daha sonra da oylarınıza sunacağım.
2.-
Narenciye üreticilerinin piyasada oluşan fiyat dalgalanmalarından korunması ve
narenciye ihracatında ülkemizin potansiyelinin değerlendirilmesi ile ilgili
sorunların tespiti ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin, 12/1/2012 Perşembe günü Genel
Kurulda okunarak görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin MHP
Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu'nun 12.01.2012 Perşembe
günü (bugün) yaptığı toplantısında, Siyasi Parti Grupları arasında oybirliği
sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini içtüzüğün 19 uncu Maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP
Grup Başkanvekili
Öneri:
11 Ekim 2011 tarih ve 244 sayı ile
"Narenciye üreticilerimizin piyasada oluşan fiyat dalgalanmalarından
korunması ve narenciye ihracatında ülkemizin potansiyelinin değerlendirilmesi
ile ilgili sorunların tespiti ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla"
verdiğimiz Meclis Araştırma önergemizin 12.01.2012 Perşembe günü (bugün) Genel
Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü Birleşiminde yapılmasını arz ederim.
BAŞKAN – Lehinde, Adana Milletvekili
Ali Halaman. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Halaman.
ALİ HALAMAN (Adana) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Önerimiz narenciye, daha önce de verdik
ama bugüne denk geldi; dünyada ve Türkiye’de narenciye yetiştiriciliği...
Ekvator’un 40 derece güney ve kuzey enlemleri arasında yer alan ülkelerin
tamamında turunçgiller yetiştiriciliği yapılmaktadır.
Türkiye turunçgillerin ana vatanı
olmamakla birlikte, iki bin yıldan beri Anadolu’da turunçgiller
yetiştiriciliğinin yapıldığı bilinmektedir.
Dünyada en büyük portakal üreticisi
ülke Brezilya olup sonra ABD, Meksika, Hindistan, Çin, Endonezya, İspanya ve
Türkiye de önemli üretici ülkeler olarak görülmektedir.
Dünya turunçgiller üretiminin yüzde
55’ini portakal oluşturmaktadır. Türkiye’nin 2008 yılı verilerine göre 635
hektar alanda 1 milyon 430 ton portakal üretimi yapılmaktadır. Ülkemiz dünya
portakal üretiminin yüzde 2’lik kısmını üretir.
Türkiye’de narenciye üreticilerinin
sorunlarını sizinle paylaşmak istiyorum. Değerli milletvekilleri, bir sonuç
olarak söylüyorum: Bugün Adana’da, Mersin’de limon dalında kaldı. Ocak ayının
sonuna ulaşılmasına rağmen henüz daha limonun yüzde 50’si kesilmedi. Limonun
kilosu 30 kuruş, alan da yok satan da yok. Parası olan sandık almaya, işçi
çalıştırmaya, depo tutmaya ve bahçesindeki ürünü kaldırmaya çalışıyor. Parası
olmayan üreticiler dalındaki limonlarını dahi toplatamamaktadır.
Piyasada narenciye ürünlerini satın
alan tüccar yok ve bu sorun her sene yaşanıyor. Bu, siyasetin ötesinde, tüm
Çukurova halkı bugün şu saatte bizleri dinlerken, Adana’nın siyasetçileri
olarak iktidarıyla muhalefetiyle yoğun bir gayret içerisinde vatandaşımızın,
üreticimizin, tüccarımızın sorunlarını her defasında Bakan Bey’e, Hükûmete
ulaştırmaya çalışıyoruz, yani “Bu işler için bir tedbir alınız.” diyoruz.
Değerli milletvekilleri, Adana’nın
insanı ekmeğini taştan çıkaran, dişiyle tırnağıyla, çoluğuyla çocuğuyla o
toprakta yaşamaya çalışan insanlar ama her sene narenciyede zarar ediyorlar.
Buna hakkımız yok, buna bir çözüm üretmenin sorumlusu öncelikle Hükûmet ve bu
Meclistir.
Bu dış ticaretin sorunlarını
aşabilmenin bir yolu bulunmalı ama her sene dış ticarette yaşanan sorunlar
maalesef çiftçimizi canından bezdirdi, hasat mevsimi ıstırap mevsimine dönüştü.
Çukurova insanı haklı olarak tüm siyasete ve siyasetçilere tepki içerisinde,
sitem içerisinde, kendi kaderiyle baş başa kalmıştır.
Son zamanlarda limona ihracat kaydıyla
125 dolar ton başı verilen destek hem zamanlaması itibarıyla derde deva
olmamakta hem de peşin ödemesi yapılmamaktadır. Sonunda bu 125 dolar ihracat
kaydıyla vereceğiz dediğimiz prim bazen tüccara cesaret de vermemektedir çünkü
peşin ödenmediği için. Kaldı ki bu sene ton başına 125 dolar prim vermeyi
düşünen Hükûmet, tüccardan, 896 dolarlık veya 892 dolarlık bir ihracat yapmayı
şart koşuyor. Şimdi, dünyanın hiçbir tarafında ton başına 125 dolar teşvik
verileceği gibi böyle bir uygulama yapılsa bile 892 dolara limon satılmıyor,
satılmadığı için de 125 dolar prim alma şansı yok tüccarın. Buna bir de
“mahsuplaşma” diyorlar. Mahsuplaşmayla yaptıkları için mahsuplaşmanın da yüzde
15’i tüccarın veya çiftçinin eline geçiyor, bunun da çok büyük bir faydası yok.
Bundan dolayı, Sayın Bakanın, bu çiftçiye bir şey söylenmesi gerekir. Ne
yapacağız? Felaketse felaket bu, afetse afet bu. Adamın evini sel basıyor, malı
gidiyor ama şimdi mal dalında kalıyor.
Değerli milletvekilleri, 15 Temmuzda
narenciye sezonu açılır. 15 Temmuzda doğru politikalar uygulanabilse eylül,
ekim ayına gelindiğinde narenciye pazarlanmış olur, artık çiftçi parasını alır,
bahçeden çıkar, tüccar bahçeye girer. Ama şimdi kasımın sonuna geldik, tüccar
yok, olan tüccar da yanlış yönlendirmelerle sezonun başında 50-60 kuruşa limon
aldı, şimdi onu satamıyor, depolar dolu.
Tekrar ediyorum, Adana çiftçisinin
hasat mevsimi iyi olmadı. Narenciyeci mazot parasını, bankaya borçluysa banka
borcunu, ilaç borcunu, varsa gübre borcunu ödemekte güçlük çekiyor.
Şimdi, Sayın Hükûmet, Sayın Bakan,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu çiftçiye çözüm üretmek mecburiyetinde. Bunu
her defasında burada konuşuyoruz. Bu, ne iktidar siyaseti ne de muhalefet
siyaseti değil. Gözümüzün önünde insanların emeği zayi oluyor.
Bahçe yetiştirmek çok zor, emek ister,
ter ister. Narenciye her yerde yetişmez, iklim şartı arar, özel topraklarda
yetişir. Cenabıhakk’ın lütfu, bu memleketimizde yani Akdeniz Bölgesi’nde
özellikle, narenciyenin bol olduğu yerler özellikle Mersin, Erdemli’de. Bak,
bugün, limonla ilgili, çiftçi veya bahçeci kendi sıkıntısının içerisinde her
gün milletvekili arkadaşlarımızı telefonla arayarak “Bizim işimiz ne olacak?”
diyor.
Dolayısıyla, ben Sayın Bakandan da rica
ediyorum. Adana çiftçisinin, limon üreticisinin, narenciye üreticisinin
hepsine, Hükûmetin, siyasetçilerin -dolayısıyla bürokratik engeller çok,
ihracat, ithalat noktasında- bunlara elini uzatması lazım. Bu çiftçiye,
üreticiye böyle kendi dertleriyle baş başa kalmasını söylemek doğru bir şey
değil. Dolayısıyla siyaset, bir coğrafyanın üzerinde yaşayan insanların
ürettikleriyle, tükettikleriyle ilgili ona şekil veren, biçim veren siyaset
kurumu. Hükûmetlerin bir mücavir alan içerisinde oturan insanları rahat
ettirmek, onların ihtiyaçlarını karşılamak, onlarla ilgili kanun çıkartmak,
nizam çıkartmak, uluslararası ilişkileri yönlendirmek gibi görevleri var.
Bundan dolayı Sayın Bakanımız da
burada, bugün ile dünün kıyaslamasını yaparak, ortaya fiyatlar koyarak dün
satılan mazotu, gübreyi, ilacı, bugün bahçenin dalında satılan limonu,
portakalı, mandalinayı kıyaslayarak çiftçinin, üreticinin yani limon
üreticisinin malının satılmasına yardımcı olma noktasında bir gayret göstermeli.
Bundan dolayı ben narenciye
üreticilerinin sorunlarını dile getirmeye çalıştım. Beni dinlediğiniz için
hepinize teşekkür ediyorum, hepinize saygı, sevgilerimi sunuyorum. Allah razı
olsun. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Halaman.
Aleyhinde Mersin Milletvekili Ertuğrul
Kürkcü.
Buyurun Sayın Kürkcü.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın
Başkan, sevgili arkadaşlar; önerge sahiplerine baştan söylemeliyim ki, tabii ki
önergenin aleyhinde değilim, başka türlü konuşamayacağımız için böyledir fakat
gene de ben önergenin görmediği bir yan hakkında konuşarak önergeyi tamamlamak
isterim.
Önerge, esasen son dönemlerde hem
mevsim koşullarının ve işletme koşullarının kötü gitmesi dolayısıyla ortaya
çıkan sektörel sorun üzerinde durmakla birlikte, daha çok bu işletmelerin
sahipleri, doğrudan üretim tesislerini yönetenler üzerinden meseleye yaklaşmaktadır.
Tabii, bu sektörün bu açıdan sıkıntı içinde olduğu doğrudur, ancak sektörün
tamamına baktığımız zaman, buradaki doğrudan üreticiler, gerçek üretici kitle,
yani bu tarım işletmelerinde toprağı çapalayan, meyveleri toplayan, onları
lojistik ve ambalajlama tesislerinde bir araya getiren, paketleyen ve bunların
üzerinden yaşamlarını kazanmaya çalışanların durumlarının da en az üreticiler
kadar, hatta onlardan çok daha geriye doğru gittiğine dikkat çekmek isterim, o
yüzden araştırma bu alanı da kapsamalıdır.
İşin doğrusu, tarım iş kolunda düzensiz
ve güvencesiz çalışma esastır, sendikalı ve sigortalı çalışma istisnadır.
Gerçi, Hükûmetin uyguladığı neoliberal ekonomi politikalarının sonucu olarak,
Türkiye'de güvenceli ve düzenli çalışma artık istisna hâline, güvencesiz,
sendikasız, sigortasız çalışma ise bir kural hâline geliyor olmakla birlikte,
tarım sektöründe bunun çok daha ağır bir maliyete yol açtığı çalışanlar için
çok daha açıktır, çünkü neoliberal tarım politikaları sadece birim işletmeleri
bozulmaya uğratmakla kalmıyor, aynı zamanda kendi hayatlarını çiftçilikle
kazanmaya çalışan, nispeten verimsiz, kıraç topraklarda ve de bölünen
arazilerde çalışan çiftçilerin kendilerini işçi hâline getiriyor. Dolayısıyla,
bir bütün olarak bu tarım topraklarında çalışan işçiler, aslında bir önceki
kuşak çiftçilerdir ve bu çiftçilerin sürekli olarak işçileşmesi, onların
sendikalaşması, sigortalanması, ücret gelirlerinin düzene kavuşması şeklinde,
onlara bir uygarlık alameti olarak değil, onlar için aslında yeni türden bir
feodalizm koşullarında çalışma sonucunu getirmektedir. Bu nedenle, araştırmanın
bu çalışma koşullarına, özellikle çalışma koşullarını kötüleştiren iktisadi
politikalara odaklanmasında çok büyük bir yarar olacaktır.
İkinci nokta, bu işletmelerde çalışan
ve bu işletmelerde mağdur olan işçilerin çok önemli bölümünün kadınlar ve
çocuklar olmasıdır. Türkiye’de hem kadın çalışması hem çocuk çalışması yasayla
bir bakıma yetişkin erkeklere göre daha çok güvence altına alınmaya çalışılsa
da gerçekte güvencesiz işçilerin çok büyük bir bölümünü kadınların ve
çocukların oluşturduğu ya da güvencesiz çalışmadan en çok onların etkilendiği
biliniyor.
Özellikle yaz aylarında, hepinizin
hatırlayacağı, hemen gözünüzün önüne gelecek olan üçüncü sayfa haberleri arasında
hep şunlar vardır: “Römork savruldu, 32 kadın işçi hayatını kaybetti.”, “Otobüs
devrildi, 38 kadın işçi ve 20 çocuk hayatını kaybetti.” ve bu böyle gider.
Sadece narenciye bölgelerinde değil, aynı zamanda fındık, pamuk, incir, üzüm
bölgelerinde de aynı sonuçlar görülür.
Kadınların bu süreçten daha olumsuz bir
biçimde etkileniyor olmalarının asıl önemli nedeni de onların emek güçlerini
koruyan herhangi bir düzenlemenin gelenek içerisinde de yer almamasıdır.
Geleneksel biçimde dayıbaşılık usulüne göre kiralanan bu işçilerin kadın
olanları ise zaten evde de köle oldukları için gerçek üretimin çok büyük
çoğunluğu kadınların, çocukların, genç işçilerin omzunda olmasına rağmen,
hiyerarşik bir biçimde emek tabanının en altında yer almaktadırlar, dolayısıyla
güvencesizin de güvencesizi koşullardadırlar.
Sektörün bu açıdan himaye altına
alınması talebinin… Bu emekçilerin de koruma altına alınması ya da mevcut
koruma mekanizmalarının herkesi kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiği
açıkça ortadadır. Bugün, Türkiye’de, geçtiğimiz yılın rakamlarına göre yaş
sebze ve meyve ihracatının Türkiye’ye getirisi 2 milyar dolar civarındadır.
Bunun iç pazarda en az 4 kat olduğunu da göz önüne alacak olursak, yaklaşık 10
milyar dolarlık bir artık ürün, artık değer üretiminden işçinin payına düşenin
ne kadar küçük bir rakam olduğunu, kamu harcamalarına onların güvenceleri için
gereken miktarın yansımadığına da dikkat edecek olursak, burada son derece
aşırı bir sömürü olduğunu göz önüne alabiliriz, bunu görebiliriz.
Ben kendi payıma özellikle seçim
döneminde Mersin’in işte ücra semtlerinde, taşrasında, dışarısında yer alan
tarım işletmeleri ve lojistik ambalajlama tesislerinin mümkün olduğu kadarını
gezmeye çalıştım. Burada gördüğüm tablo şudur: Dışarıdan bakıldığında gerçekten
Amerika Birleşik Devletlerinin bu entegre üretim tesislerini andıran
parlaklıkta, modernlikte, yüksek teknolojili lojistik tesislerin içinde aslında
üretim araçları, altlarına kıvırdıkları kendi ayaklarından başka bir şey
olmayan şalvarlı genç kız ve kadınların, yaşları on beş ila yirmi beş
arasındaki insanların aşağı yukarı günde en az on iki saat, çoğu zaman bundan
daha fazla çalışarak, sadece ellerini kullanarak, bu, işte, hepimizin afiyetle
yediği ve dışarıya da ihraç edilen meyveleri, sebzeleri paketlemeye
çalıştıkları fakat kendi ücretlerinin o meyvelerden satın almak için aslında
son derece yetersiz olduğu ve büyük zıtlıklar içerisinde, sanki hepimizin işte,
19’uncu yüzyıl edebiyatında daha çok Batı’da İngiltere’yi anlatan romanlarda,
Charles Dickens’ın romanlarında gördüğümüze benzer tabloların her gün o
fabrikalarda, o entegre tesislerde yeniden ve yeniden ve yeniden üretildiğini
aklımızda tutmalıyız. Yediğimiz her dilim mandalinada, portakalda karşılığı
ödenmemiş emeğin sahibi binlerce, on binlerce genç kadın, çocuk işçilerin
emeğinin olduğunu aklımızda tutmalıyız. O yüzden, sektörü korurken sektörün
neyin üzerinde yükseldiğini de görmemiz gerekir. Evet, sektör bu sene zarar
etmiş olabilir ama onlarca yıldır birikmiş olan zenginlik, aslında, bu işçilerin
ödenmemiş emeği üzerine kuruludur ve yeni düzenlemelerin bu işçilere güvence,
sigorta, uygun koşullarda çalışma, sağlıklı yaşam olarak geri dönmesini
beklemek hepimizin hakkıdır.
“Türkiye son on yılda şu kadar miktar
büyüdü, şu kadar çok ilerledik, dünyanın bilmem kaçıncı sırasındayken şu
sırasına geldik.” diye Hükûmet çokça övünüyor. Aslında, bir Hükûmet olarak
bununla övünmesinde de şaşacak bir şey yok. Hakikaten rakamlar onu söylüyorsa,
hakikat bu ise ne âlâ fakat bu hakikatin altına baktığımızda, bütün bu
ilerlemenin içerisinde, gerçek üreticilerin, doğrudan işçilerin ve emekçilerin,
tarımda olsun, sanayide olsun, hizmetlerde olsun, bilişimde olsun, ücretlerinde
ve gelirlerinde hemen hemen hiçbir -sabit rakamlarla- ilerleme olmadığını
görünce, o zaman, her zaman söylenen lafı tekrar etmek gerekir. “Çok verilenden
çok istenir.” O yüzden, Hükûmet ve sektörün başta gelenlerinin, kendi gelirleri
ve kaynaklarının kayda değer bir bölümünü gerçek üreticilere aktarmaları söz
konusu olmadıkça, isterse narenciye üretimi şu kadar artmış olsun, Türkiye'nin
insani sermayesinde herhangi bir artış ve gelişme olmayacaktır. Kendi emekleri
üzerinden karnımızı doyurduğumuz kadın ve erkek ve çocuk işçileri ve onların
hayatlarını her zaman aklımızda tutmamızı tavsiye ediyorum. Öneriyi de
destekliyorum.
Teşekkür ederim. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kürkcü.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan,
özür dilerim. Tüzük’ün 62’nci maddesi “Her görüşmenin başından sonuna kadar
Hükûmeti temsilen bir bakanın bulunması gerekir.” der. Benim mümkün olduğunca
izleyebildiğim kadarıyla -Tüzük’ün emredici hükmü ama- hiç kimse yok. Bu usul
eksikliğini tamamlayabilir miyiz acaba?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Daha gündeme
geçmedik efendim, gündeme geçmedik. Gündeme geçildiği anda olur.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Efendim, “her
görüşme” diyor, gündem diye ayrım bulamıyorum, böyle bir ayrım yok.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Görüşmeye
başlamadık henüz. Geçen yine itiraz oldu. Başkanlık Divanı o konuda kararını
verdi.
BAŞKAN – Başlangıçta vardı Sayın Tanal,
gelirler herhâlde, buyrunuz.
Şimdi önerinin lehinde Mersin
Milletvekili Sayın Seçer.
Buyrunuz Sayın Seçer. (CHP sıralarından
alkışlar)
VAHAP SEÇER (Mersin) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu narenciye sektöründeki sorunların
tespiti ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi hakkında Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, huzurun, hukukun, demokrasinin,
insan haklarının, özgürlüklerin sancılı olduğu bir ülkede toplumun değişik
sosyal kesimlerinin sorunlarını çözmek o kadar kolay değil. Eğer o ülkede
sistem oturmamışsa işte işbaşındaki Hükûmet, yürütme enerjisini büyük çoğunlukla
bu meselelere harcar, muhalefet aynı şekilde bu meseleleri tartışır durur.
Bakın, Türkiye dinamik bir ülke, yapısı
itibarıyla, coğrafyası itibarıyla, sosyoekonomik yapısı itibarıyla dinamik bir
ülke ve çok hızlı gündem değiştiriyoruz. Geçtiğimiz günlerde 34 vatandaşımız
Uludere’de bombalandı, savaş uçakları tarafından bombalandı. Bu ne şekilde
oldu, nasıl oldu, istihbarat paylaşımında bir sıkıntı mı yaşadı, devletin
kurumları arasında bir sıkıntı mı var, Hükûmetle irtibat bozukluğu mu var,
birileri birilerine yanlış bir şeyler mi söylüyor, yanlış bir şeyler mi
yaptırıyor? Ama netice itibariyle 34 masum vatandaşımız Uludere’de öldü ve biz
bunları tartışıyoruz, her gün televizyon ekranlarında bunlar tartışıldı ama bir
hafta tartışıldı, on gün tartışıldı, bugün bunlar unutuldu. Ardından,
Genelkurmay Başkanı hakkında tutuklama kararı, ardından Sayın Genel Başkanımız
Kemal Kılıçdaroğlu’nun adil yargılamaya müdahale ettiği savıyla düzenlenen
fezleke ki adil yargılama olan bir ülkede adil yargılamaya müdahale edilebilir.
Zaten bizim savımız: Türkiye’de adil yargılama yok. Onun için bağırıyoruz, onun
için sesimizi çıkartıyoruz. “Daha fazla demokrasi” diyoruz, “daha fazla insan
hakları” diyoruz, “hukukun üstünlüğü” diyoruz, “adalet” diyoruz; onun için
bağırıyoruz. Ama Sayın Başbakan, düzenlenen bu fezlekeyle ilgili konuya gayet
soğukkanlı yaklaşıyor ve beklenen bir hadise olarak bunu telakki ediyor,
değerlendiriyor. Ama her aşamada Sayın Başbakanın beyanatlarına dikkat edin,
Türkiye’de sivil iradenin, sivil düşüncenin her zaman galebe çalmasından yana
olduğunu söyler, ama mesele ana muhalefet partisi lideriyse onun görüşleri
maalesef bu noktada değişiyor ve farklı mecralara, farklı alanlara kayabiliyor.
Değerli arkadaşlarım, tabii bugün
burada Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu önerge, toplumun önemli bir
kesiminin geçim kaynağını sağladığı sektörle ilgili bir konu. Elbette ki bu
konunun lehine burada sizlere hitap etme imkânı duydum. Elbette ki bu konular
burada tartışılmalı; bu sektörün paydaşlarıyla ilgili yaşanan güncel sorunlar,
geçmişten gelen sorunlar, geleceğe dair birtakım planlama konuları burada
tartışılmalı. Konuştuğumuz konu, ekonomiye önemli katkılar yapan bir sektör.
İhracatına baktığınız zaman, önemli rakamlar... Yaklaşık olarak Türkiye'nin 1
milyon ton narenciye ihracatı var. Yıllara göre değişmek üzere, 800 milyon
dolar ile 1 milyar dolar gibi bir ihracatımız söz konusu. Gayrisafi millî
hasılaya yaptığı katkı önemli. Toplam 57-58 milyar liralık yaş sebze, meyve
ticareti içerisinde ya da hasılatı içerisinde üretilen 3,5 milyon ton
narenciyenin parasal karşılığı yaklaşık olarak 3 milyar TL. Tabii bunlar
Türkiye ekonomisi için önemli rakamlar.
Bu sektör içerisinde birçok paydaş bu
sektörden payını alıyor. Üreticiden başlıyor, hasat eden tarım işçisine, bunu
taşıyan nakliyecisine, pazarlayan halci esnafına, bunu yurt dışına sevk eden,
pazarlayan ihracatçısına kadar birçok sektörün paydaşlarını ilgilendiren bir
konu.
Türkiye’de narenciye sektöründe sorun
vardır, şu anda da bu sorunlar devam etmektedir. Benim gibi narenciyenin üretim
yapıldığı bölge milletvekilleri bunları gayet iyi bilir. Şu dönemde de
üreticilerin kendilerine yoğun şikâyetler ettiklerini biliyorum. Ben de Mersin
Milletvekili olarak bu şikâyetlerle karşı karşıya kalıyorum: “Ürün dalında
kaldı.” şikâyetleri, feryatları, “İflas ettik.”, “Borçlarımızı ödeyemiyoruz.”,
“Kredilerimizi ödeyemiyoruz.” şikâyetleri. İşte gidin, Silifke, Erdemli limon
üretiminde önemli bir potansiyele sahip bir bölge. Silifke’de Limoncular
Kahvesi vardır, şu anda gidin orada üretim yapan üretici arkadaşlarımız ya da
bu işin ticaretini yapan tüccar arkadaşlarımız orada oturuyorlardır, onlarla
bir hasbihâl edin, şikâyetlerini çok yakinen tespit etme şansına sahip
olabilirsiniz. Dolayısıyla bütün bunların konuşulması lazım. Tabii ki bunların
burada konuşulmasıyla kalmaması lazım, lafta kalmaması lazım.
Buradan her fırsat bulduğumuzda şikâyet
ediyoruz, birtakım düzenlemeler yapıyoruz, yasal düzenlemeler yapıyoruz, kâğıt
üzerinde bunlar gayet iyi, bütün siyasi parti grupları bu konuda görüşler
belirtiyor; konu hangi konu olursa olsun, tarım konusu, sanayi konusu ya da
sosyal güvenlik konusu, hangi konu aklınıza gelirse gelsin, burada bazı
tasarılar uzlaşmayla çıkıyor, bazı tasarılar hükûmetin dayatmasıyla çıkıyor,
kâğıt üzerinde bakıyorsunuz gayet güzel ama uygulamada bunların karşılığı yok.
Hemen geçtiğimiz günlerin önemli
konularından bir tanesi de yeni yıl itibarıyla yani, 1 Ocak 2012 itibarıyla
yürürlüğe giren, kamuoyunda “Hal Kanunu” olarak bilinen yasal düzenleme. Yasal
düzenleme yürürlüğe girdi, 23’üncü Dönemde görev yapan milletvekili
arkadaşlarım bunu hatırlayacaklar, aslında bu yasal düzenleme 2010 yılına ait
bir düzenleme, Mart 2010 yılında yüce Meclis bunu kabul etti, 26 Mart
itibarıyla da belirli maddeleri yürürlüğe girdi, belirli maddeleri de 2011’in
Mart ayı itibarıyla yürürlüğe girecekti ama tabii, sistem yeni bir sistem.
Nihayetinde “Hal Kanunu” olarak tabir ettiğimiz konuyla ilgili, iştigal
alanıyla ilgili düzenlemeler, 1995 yılından beri süregelen kanun hükmünde
kararnameyle sevk ve idare edilebiliyordu. Bütün grupların ortak katkısıyla bu
yasa çıktı ve dediler ki: “Biz, bunu Mart 2011 tarihinde yürürlüğe koyarsak
burada sıkıntılar yaşanır. Nihayetinde, hallerde bunun teknolojik altyapısı
yok, gerekli altyapılar yapılmamış, onun için bunun yürürlük tarihini
uzatalım.” Getirdiler, 1 Ocak 2012’ye kadar bunu uzattılar.
Şimdi, 1 Ocak 2012’de bu yeni Hal
Kanunu yürürlüğe girdi ve sıkıntılar yine had safhada. Bu konuda da hem
üreticilerden hem bu konuda ticaretiyle uğraşan tüccar arkadaşlarımızdan hem de
hal esnafından şikâyetler alıyoruz.
Şunu anlatmaya çalışıyorum: Yasa
yapıyoruz, düzenlemeler yapıyoruz, ikincil mevzuatı da çıkartıyoruz ama altyapı
hazır değil. Ben isterdim ki tabii, konuyla ilgili bakan burada olsaydı, bu
konuyla ilgili, en azından, şu gün hangi çalışmaların hangi noktada olduğuna
ilişkin bizlere bilgi verseydi.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de,
özellikle tarım sektörü gibi istihdam odaklı ya da istihdamın absorbe edildiği
bir sektörde önemli sorunlarla her zaman karşı karşıya kalınabilir. Şimdi
konusunu ettiğimiz narenciye konusunda da toplumda azımsanamayacak rakamlara
ulaşan bir çalışan kesim var ve bu insanlar da zor koşullarda çalışıyorlar.
Genelde, Akdeniz Bölgesi’ne gittiğiniz zaman, bu sektörlerde çalışan
insanlarımız Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden göç eden insanlarımız.
Tabii, bu insanlarımız kendi arzularıyla, kendi istekleriyle o bölgelere göç
etmediler. Oradaki yaşadığı sıkıntılar neticesinde, orada yaşayanların çatışma
ortamının kendilerine yarattığı huzursuzluk neticesinde, ekonomik sıkıntılar
neticesinde o bölgelere göç etmiş insanlar. Elbette bu sektör içerisindeki
ticaret yapanların, ihracatçıların, üreticilerin sorunlarını konuşalım,
tartışalım ama o sabahın erken saatlerinden akşamın karanlığına kadar 3 kuruşa,
5 kuruşa, düşük ücretlere orada emek veren insanların da sorunlarını konuşalım.
Onların sosyal güvenceleri var mı onlara bakalım. Onlar harcadıkları emeğin
karşılığını alıyor mu onlara bakalım ve bu sorunların çözüm noktasında da
Meclis devreye girsin ve gerekli düzenlemeleri yapsın diyorum.
Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş
olduğu Meclis araştırma önergesi lehinde oy kullanacağımızı belirtiyor,
hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Seçer.
Aleyhine Antalya Milletvekili Sadık
Badak.
Buyurunuz Sayın Badak.
SADIK BADAK (Antalya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; narenciye üretimi ve üreticilerin sorunlarıyla ilgili
verilmiş bulunan araştırma önergesinin aleyhinde söz almış bulunuyorum,
öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Önergede, ilgili sektörün, narenciye
sektörünün hem üretim hem yurt içi, yurt dışı pazarlaması konusunda tedbirler
alınması üzerinde durulmaktadır. Tabii ki bu tedbirlerin alınmasını hepimiz çok
arzu etmekteyiz ve yakından takip ediyoruz -ki memnuniyetle görüyoruz-
özellikle son dört yıldan bu yana, 2007 yılından bu yana daha fazla artan
oranda alınmış olan tedbirler sonuç vermektedir.
Ben sırasıyla önergede ele alınan
önerileri de dikkate alarak görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Ülkemizde
narenciye üretimi çok yoğun olarak üç ana bölgede meydana geliyor: Birisi Çukurova,
diğeri Antalya bölgesi, üçüncüsü İzmir bölgesi. Her üç bölgede de daha önde
olan narenciye ürünleri var portakal gibi, limon gibi, greyfurt gibi, altıntop
gibi, biraz daha geride olan ürünler var. Efendim, önergede deniliyor ki:
“Zirai ilaç kalıntısı konusunda farkındalık yaratılmalıdır.” Doğru, bu yerinde
bir talep. Bu konuda çok ciddi çalışmalar özellikle son dört yıldır yapılmakta
ve narenciye üretiminde zirai ilaç kullanımının denetim altına alınması ve ilaç
kalıntısı konusunda ihracatta sorun yaşanmaması için ihracat iadesi yardımından
yalnızca bitkisel üretimde kullanılan kimyasalların kayıt altına alınması ve
izlenmesi hakkında yönetmelik çıkarılmış, uygulanmış ve sonucunun başarılı
olduğu görülmüştür. Bu bakımdan, bu konuda yeniden, baştan bir tedbir almaya gerek yok. Fakat çıkarılmış
olan yönetmeliğin daha ciddi şekilde uygulamasını takip etmekteyiz.
Ayrıca, ifade ediliyor ki: “Mazot,
gübre, sulama ve diğer konularda teşvikler verilsin ve üretim desteklensin.” Bu
konudaki teşvikleri de ben şöyle bir gözden geçirdim, çok ciddi teşvikler
sağlandığını gördüm. 2010 yılında uygulamaya başlanan Çiftçi Kayıt Sistemi’ne
göre ülkemizde 36 bin işletmede turunçgiller yetiştiriciliği yapılıyor. Ancak
diğer birçok üründe olduğu gibi turunçgillere de şu desteklemeler veriliyor.
Öncelikle tarım havzaları üretim ve destekleme modeliyle bu desteklerin
verimliliği artırılmış bulunuyor. 7 ayrı destek sağlanıyor. Çok kısaca
bunlardan bahsetmek istiyorum:
Sertifikalı fidan desteği veriliyor.
Turunçgiller bahçesi tesis edilmesi durumunda sertifikalı fidanla eğer bahçe
tesis edilirse dekarda 200 lira, standart fidan kullanılırsa dekarda 100 lira
destek veriliyor.
Mazot, gübre ve toprak analizi desteği
sağlanıyor. 26 Şubat 2010 tarihli 27505 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
2010/118 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı mucibince 2010 yılında Çiftçi Kayıt
Sistemi’ne dâhil olan çiftçilerimize 2011 yılında mazot için dekara 3,25 lira,
gübre için 4,25 lira ve toprak analizi için 2,5 lira destekleme ödemesi
yapılmaktadır. Bu konunun detayları var, girmiyorum. Arzu eden arkadaşlarımla
daha sonra paylaşabilirim.
Yine, 2010 yılı çiftçi kayıt sistemi ve
kayıtlı üreticilere 642.643 dekar alanda 2 milyon 75 bin lira mazot, 2 milyon
713 bin lira gübre ve 1,5 milyon lira toprak analizi desteği verilmiştir.
Yaklaşık 5,5-6 milyon lirayı aşan bir destek bu konuda sağlanmıştır.
Yine, 3’üncü destek, organik tarım ve
iyi tarım uygulamaları desteğidir. Organik tarım yapan çiftçilere dekarda 25
lira, meyve ürünlerinde iyi tarım uygulaması yapan üreticilerimize dekarda 20
lira, örtü altı iyi tarım yapan üreticilere dekarda 80 lira destekleme ödemesi
yapılmaktadır.
Ayrıca, sübvansiyonlu kredi kullanım
desteği vardır. İndirimli faizli kredi yüzde 50 oranında 500 bin liraya kadar
yatırım ve işletme kredisi verilmektedir.
5’inci destek, kırsal kalkınma
yatırımlarının desteklenmesi. Kırsal kalkınma yatırımlarında ürün işleme,
paketleme, tasnif, depolama, frigofrik taşıma ve sulama tesisleri gibi
projelere yüzde 50 hibe desteği sağlanmaktadır.
Yine, ayrıca, damlama sulama sistemi,
soğuk hava deposu, ambalaj, paketleme tesisi kuran çiftçilerimize proje
tutarının yüzde 50’si hibe olarak verilmektedir.
Ayrıca, Ziraat Bankası tarafından
sertifikalı bahçe yetiştiren çiftçilerimize verilen yüzde 50 indirimli 1,5
milyon liraya kadar kredi desteği de bulunmaktadır.
Yine, 6’ncı destek, TARSİM, tarım
sigortaları desteğidir.
7’nci destek, tarım danışmanlığı
desteğidir. Tarım danışmanlığı hizmetinden faydalanan üreticilere işletme
başına 500 lira destekleme yapılmaktadır.
Yine, önergede tanıtım gruplarının
oluşturulması ve geliştirilmesi önerilmektedir. Bu da 2007 yılında kurulan
Narenciye Tanıtım Grubunun son derece faydalı çalışmalarıyla narenciye
ihracatının artmakta olduğunu görmekteyiz. Ben bu konuda birkaç müşahhas örneği
sizlerle paylaşmak isterim. Yurt dışı pazarlarda narenciye meyvelerinin
ihracatının artırılması için çalışmalar yapılmaktadır. Aynı zamanda Alata
Araştırma Enstitüsü, Çukurova Üniversitesi ve Batı Akdeniz Araştırma Enstitüsü
BATEM tarafından yeni narenciye meyve çeşitlerinin geliştirilmesi konusunda
çalışmalar yapılmaktadır. Memnuniyetle söyleyebilirim ki BATEM tarafından sekiz
ayrı narenciye türü geliştirilmiştir ve tescil edilmiştir. Patenti tamamen
Türkiye’ye aittir, BATEM’e aittir. İsimlerini söylemek istiyorum: Portakalda üç
tür… BATEM Fatihi, Washington çeşididir. BATEM Baharı, bu yine Washington
çeşididir, baharda çıkar, üretimi sekiz aya yaymak amaçlıdır. Yine Washington
da BATEM Şekeri adla tescillidir, ince kabuklu ve çok tatlıdır.
Mandarinde üç ayrı yeni tescil
yapılmıştır. BATEM Yıldızı, çok iri bir mandarin çeşidi oluşmuştur; ince
kabuklu, kabuğu kolay soyulur, çekirdeksiz ve lezzetlidir. İkincisi, BATEM
İncisi, orta boy, ince kabuklu, çekirdeksiz. Üçüncüsü, BATEM Göral adıyla tescil
edilmiştir, erkencidir, Satsuma’ya büyüklük açısından eşit, az çekirdekli ve
lezzetlidir.
İki yeni limon çeşidimiz vardır. BATEM
Pınarı, İnterdonat’a benzer ancak çok üstün ve çok suludur. İkinci limon
çeşidimiz, BATEM Sarısı’dır. Olgunlaştığında rengi altın rengine benzer ve
suludur. Dolayısıyla yeni ürün çeşitleri de bu çerçevede üzerinde çalışılan
önemli bir konudur.
Yine tanıtım grubu, Uzak Doğu
pazarlarına -Japonya, Malezya, Hong Kong gibi- ulaşmaktadır. Narenciye
meyveleri ihracatı buralarda uzun soluklu çalışmalar neticesinde önemli
artışlar kaydetmiştir. 2011-2012 sezonunda mandarin ihracatı 344 bin ton olarak
gerçekleşmiş, bir önceki döneme göre Narenciye Tanıtım Grubunun çalışmalarıyla
yüzde 8’lik bir artış gözlenmiştir.
Limon ihracatı 246 ton olarak
gerçekleşmiş ve bir önceki döneme göre yüzde 10 artış gerçekleşmiştir. Portakal
ihracatında yüzde 26’lık artış kaydedilmiş, greyfurt ihracatında da yüzde
10’luk bir artış görülmüştür.
Ben, son olarak -zamanım çok az kaldı-
önergede narenciye ürünlerinin Hal Yasası kapsamından çıkarılması yönünde bir
öneri var, bu öneriyi hiçbir şekilde anlayamadığımı ifade etmek istiyorum. Oysa
biz konsensüsle ülkemizde kayıt dışılığın önlenmesi için çaba göstermekteyiz.
Uygulanmakta olan Hal Yasası’yla bütün ürünlerde olduğu gibi narenciye
ürünlerinde de hal dışında satılan narenciye ürünlerinden alınan yüzde 15
komisyon yüzde 2’ye, hal içindeki satılan narenciye ürünlerindeki komisyon da
2’den 1’e düşürülmüştür. Bunu desteklemek yerine narenciye ürünlerini Hal Yasası
kapsamından çıkarmayı önermek bize çok isabetli gelmemektedir.
Bu itibarla önergenin isabetli
olmadığını düşünüyoruz ve önergenin aleyhinde oy kullanacağımızı belirtiyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Badak.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın
Başkanım, 60’a göre kısa bir söz talep ediyorum.
BAŞKAN – Tabii, buyurunuz Sayın Şandır.
V.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
3.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, narenciye üreticilerinin sorunlarının
araştırılması konusunda bir komisyon kurulmasının uygun olacağına ilişkin
açıklaması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Efendim, bir
sonuç olarak, bu narenciye üreticilerinin sorunlarının tartışılmasını talep
eden önergemiz üzerindeki görüşmeleri bir kazanım olarak görüyorum ama bir
sonuç olarak herkes kabul etmelidir ki narenciye üreticisi zordadır,
sıkıntıdadır, her sene de zarar etmektedir. Bunun canlı tezahürü, limon
bahçeleri kesilmekte, narenciye bahçeleri kesilmekte, yerine başka şeyler
ekilmektedir, dikilmektedir. Dolayısıyla bugün narenciye üreticilerinin
sorunlarını tartışmak için bir komisyon kurulması talebi doğru bir taleptir.
Ayrıca yalnız narenciye üreticileri değil, tüccarlar, ihracatçılar da zor
durumdadır. Sektör örgütlerinin talebi olarak narenciye ticaretinin Hal Yasası
dışarısına çıkartılması örgüt temsilcilerinin talebidir. Dikkate alınmasını,
incelenmesini de talep ediyorum.
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Şandır.
III.-
YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili
ayağa kalktı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.
BAŞKAN – Yoklama talebi vardır.
Önergeyi oylarınıza sunmadan önce
yoklama işlemini yerine getireceğim.
Sayın Hamzaçebi, Sayın Demiröz, Sayın
Tanal, Sayın Seçer, Sayın Özkes, Sayın Aksünger, Sayın Gök, Sayın Tufan Köse,
Sayın Havutça, Gürkut Acar, Sayın Toptaş, Sayın Güven, Sayın Ekinci, Sayın
Karaahmetoğlu, Sayın Ayaydın, Sayın Öner…
Tamam herhâlde.
Öztürk’ü yazdık. Şafak…
Yoklama için üç dakika süre vereceğim.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.
VII.-
ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.-
Narenciye üreticilerinin piyasada oluşan fiyat dalgalanmalarından korunması ve
narenciye ihracatında ülkemizin potansiyelinin değerlendirilmesi ile ilgili
sorunların tespiti ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin, 12/1/2012 Perşembe günü Genel
Kurulda okunarak görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin MHP
Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan, efendim, bir konuyu Başkanlık Divanının ve Genel Kurulun
dikkatine sunmak istiyorum.
Yoklama talebinde bulunduk, 20
arkadaşımız ayağa kalktı ama burada olup ayağa kalkan 2 arkadaşımız, Sayın
Celal Dinçer ve Sayın İhsan Özkes, Divanın almış olduğu notlar arasında isim
listesinde yok. Yani 20 kişi ayakta olduğumuz hâlde sanki 20 kişi yokmuş gibi
bir izlenim veren bir tavır içerisinde bu notu tutan arkadaşlarımız.
BAŞKAN – Oradaki sayı 20’dir Sayın
Hamzaçebi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Efendim, Sayın Celal Dinçer burada, Sayın İhsan Özkes burada. En ön sırada
ayağa kalkan 2 arkadaşımız Divanın tuttuğu yoklama listesinde yok ise bir
problem var efendim.
BAŞKAN – Herhâlde isimleri not ederken
biraz atlama olmuş, kusura bakmayın. Bir dahaki sefer daha dikkatli bakarız.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Efendim, ona göre meydana gelen gecikme nedeniyle iktidar partisi zaman
kazanıyor tabii ki. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ama Sayın
Başkan…
AHMET YENİ (Samsun) – Müftüyü yok mu
saydılar?
BAŞKAN – Lütfen… Şimdiye kadar…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, yoklama talep eden milletvekilleri ayakta beklerler. Orada söylenince
ismi okunan oturur.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, sayın
grup başkan vekilleri; bugüne kadar hep yapageldiğimiz bir şeydir.
Arkadaşlarımız daha yeni olduğu için isimleri kaydederken eğer biraz gecikmemiz
olduysa kusurumuza bakmayınız lütfen.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hayır,
dilekçe verseler bir problem yok efendim.
BAŞKAN - Bir kasıt ve bir şey olması
mümkün değildir.
Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun
İç Tüzük’ün…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan, şimdi, isimleri not etmek kimin görevidir acaba? Yani Divandaki
arkadaşlar, size yardımcı olan arkadaşların bu konuda bir görevi yok mudur?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hayır
efendim, görevleri değil.
BAŞKAN – Efendim, söyledim söyleyeceklerimi.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç
Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme
alacağım ve daha sonra oylarınıza sunacağım.
3.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve arkadaşları tarafından, hapishanelerdeki tutuklu
ve hükümlülerin sorunları ile hapishanelerde yaşamlarını yitiren kişilerin olup
olmadığının saptanması hakkında verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin,
Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak, 12/1/2012 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
12.01.2012
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun 12.01.2012 Perşembe
günü (Bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları arasında oy birliği
sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19’uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
M.
Akif Hamzaçebi
İstanbul
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve
arkadaşları tarafından, 28 Ekim 2011 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına “Hapishanelerdeki tutuklu ve hükümlülerin sorunları ile
hapishanelerde yaşamlarını yitiren kişilerin olup olmadığının saptanması”
hakkında verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin (111 sıra nolu) Genel
Kurul’un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak,
12.01.2012 Perşembe günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı
tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Lehinde Mersin Milletvekili
Ali Rıza Öztürk.
Buyurunuz Sayın Öztürk. (CHP
sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisi
üzerinde söz aldım. Bizim, Cumhuriyet Halk Partisi olarak verdiğimiz grup
önerisi budur değerli arkadaşlarım. Biz, bu grup önerisiyle, yaşam hakları
devletin güvencesi ve sorumluluğu altında olan hasta tutuklu ve hükümlülerin
içerisinde bulunduğu koşulların, sağlık sorunlarının ve bu sorunlarının
nedenlerinin araştırılması, sağlık sorunları nedeniyle hapishanelerde yaşamını
kaybeden kişilerin olup olmadığının saptanması amacıyla bir Meclis araştırması
komisyonu kurulmasını istedik.
Değerli milletvekilleri, yaşam hakkı
insan haklarının en temeli, en başında gelenidir. Kişilerin vücut
dokunulmazlığı ve sağlıklı yaşam hakkı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve
uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmıştır.
İnsanların özgür olarak yaşamakta iken
herhangi bir suç şüphesi nedeniyle tutuklanıp, cezaevine girip tutuklu ya da
hükümlü olduklarında sadece hak ve özgürlükleri kullanma yönünden özgür insana
göre eşitsiz bir duruma düştükleri, insan olma özelliklerini kaybetmedikleri,
bilinen bir gerçektir. Devlet, koruması altındaki tutuklu ve hükümlülerin insan
olduklarını unutmamak durumundadır. Onların sağlıklarını korumakla, hastaysa
tedavi ettirmekle görevlidir. Devletin bu görevleri yapmaması, tutuklu ve
hükümlülerin sağlığına ait tehlikeli sürecin ilerlemesine engel olmaması,
açıkça insan hakları ihlalidir.
Yaşam hakkını tehdit eden başka bir
unsur da adil yargılanma hakkının ihlal edilmesidir. Devlet, adil yargılanma
hakkının ihlal edilmesinin bertaraf edilmesi için gerekli bütün tedbirleri
almakla görevlidir. Adil yargılanma hakkını kim ihlal ediyorsa onları etkisiz
hâle getirmek durumundadır.
Değerli milletvekilleri, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi, özellikle Türkiye’de adil yargılanma hakkından doğan insan
hakları konusunda, son yıllarda Türkiye’yi tazminata mahkûm etmektedir.
Türkiye, adil yargılanma hakkının ihlali bakımından Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine başvuruda 1’inci sırayı almaktadır. Türkiye, tutukluluk kurumunun
iyi çalışmadığı, insanların haksız yere özgürlüklerinden yoksun bırakıldığı,
birçok AİHM kararında işaret edilmektedir. AİHM, Türkiye’de yargılama
sisteminden ve yasadan kaynaklanan yaygın ve sistematik bir sorunun bulunduğunu
tespit etmektedir ve bu sorunu, mahkemelerin tutukluluğun devamına karar
verirken ya da tutuklama kararı verirken soyut tek tip gerekçe kullanmaları,
suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, sanığın kaçma şüphesi gibi soyut
klişe gerekçe kullanmalarından, teminatla salıverilme ya da başka koruma
önlemlerini göz önüne almamalarından, tutuklamanın hukuka uygunluk denetiminin
yapılıp yapılmamasının duruşmalı yapılmamasından ve Türkiye’de, hepsinden
önemlisi, hâkim ve savcıların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını
dikkate almamalarından kaynaklanmaktadır.
Biz, bu AKP İktidarıyla birlikte,
Anayasa’nın 90’ıncı maddesini değiştirdik arkadaşlar. Orada “Eğer uluslararası
sözleşmelerle Türkiye’deki yasalar arasında bir çatışma olursa Türkiye’deki
yasaların önünde uluslararası sözleşmeler vardır.” dedik ve devam ettik… Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisini kabul etmiş bir ülkeyiz. Bunun
Türkçesi şu demektir: Türkiye’deki yargıç ve savcılar, her şeyden önce,
uluslararası hukuk kurallarıyla bağlıdırlar ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
kararlarını uygulamakla görevlidirler, yükümlüdürler; yani mahkemelerin Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uymama gibi bir takdir yetkileri yoktur.
Bu, Anayasa’nın 90’ıncı maddesini açıkça ihlaldir değerli arkadaşlarım.
Yine bu iktidar döneminde AİHM’e atanan
Işıl Karakaş, mahkeme ve tutukluluk süresinin uzunluğuyla ilgili olarak, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle yapılan başvuruların son
yıllarda çok arttığını belirtmiştir. Türkiye’de yargıçların, genelde, dava
sürerken, klasik kriterleri göz önüne alarak sanıkların tutuklu yargılanmaları
yolunda karar verdiğini kaydeden Karakaş, kişisel olarak, bunun yanlış olduğunu
ve AİHM tarafından da yanlış bulunduğunu tespit etmiştir.
Değerli milletvekilleri, burada yine
Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül tarafından 23’üncü Dönem 5’inci Yasama
Yılının açılış konuşmasında aynen şunlar söylenmiştir: “Tutukluluk fiilî
mahkûmiyete dönüştürülmüştür. Bu fiilî mahkûmiyete dönüştürülmesi, bu tür
aksaklıkların düzeltilmesi…” Geç tecelli
eden adaletin adaletsizlikten farkı olmadığı anlayışıyla, gerekli yasal
düzenlemelerin en kısa zamanda hayata geçirilmesini bu Parlamentodan
istemiştir.
Şimdi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
bir yandan bu konudaki aksaklıkların giderilmesini Türk Hükûmetinden istemekte
ve Cahit Demirel kararında olduğu gibi, artık bu adil yargılanma hakkı
konusunda sistematik ve yaygın bir hak ihlali olduğunu belirterek Türkiye’nin
bu konuda önlemler almasını istemekte ve Avrupa Bakanlar Komitesine görev
vermektedir.
Değerli arkadaşlarım, işte, en son, Avrupa
Konseyi, özel yetkili mahkemelere karşı olduğunu, Türkiye’de adil yargılanma
hakkının söz konusu olmadığını açıklamaktadır. “Süreç gazeteci tutuklamalarıyla
başladı.” demektedir, “Hâkim ve savcıların devletçi zihniyeti egemendir.”
demektedir ve “Özel mahkemeler gözden geçirilmelidir.” demektedir.
Yine, değerli arkadaşlarım, Avrupa
Konseyi -en son buraya gelen- Komiseri, yaptığı incelemelerden sonra, iki ay
önce açıkça “İncelemeden tutukluyorlar.” demektedir ve “Kararlar otomatik
olarak alınıyor.” demektedir, “Lehte kanıtlar değerlendirilmiyor.” demektedir
ve Avrupa’dan hâkim ve savcılara çok ağır eleştiri vardır.
Değerli arkadaşlarım, deminden de
söyledim, Anayasa’nın 90’ıncı maddesine uymamak bir anayasa ihlalidir. Şimdi,
Türkiye’de adil yargılanma hakkını kimlerin ihlal ettiğini ben söylemek
istiyorum. Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı 9 Kasım 2011 günü
Silivri’de cezaevinde Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerini ziyaret
ettikten sonra yaptığı açıklama nedeniyle adil yargılanmayı etkilemeye
teşebbüsten hakkında soruşturma açılmış ve fezleke Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, her şeyden önce,
bir şeyin etkilenebilmesi için o şeyin orta yerde olması lazım. Türkiye’de
özellikle özel yetkili mahkemelerde adil yargılanma olayının olmadığı, bizim de
yargı yetkisini kabul ettiğimiz uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi tarafından
açıkça tespit edilmiştir. Bu konuda hiçbir kuşkuya gerek yoktur. Eğer
Türkiye’de adil yargılanma var ise o zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’yi
neden tazminata mahkûm ediyor? O zaman, Türk Hükûmeti, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine şunu neden söylemiyor: “Hayır kardeşim, bizim adliyelerimizde adil
yargılanma hakkı ihlal edilmemektedir, adil yargılanma hakkına saygı
duyulmaktadır, o nedenle biz bu tazminatı ödemiyoruz.” Neden dememektedirler?
Dolayısıyla Türkiye’de adil yargılanma hakkı bizzat adil yargılanma hakkını
sağlamakla görevli hâkim ve savcılar tarafından ihlal edilmektedir. Bunun bu
kürsüden tespit edilmesini istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Genel
Başkan hakkında fezleke hazırlanmasına hiçbir itirazımız yok. Yani şu
söyleniliyor: “Herkesin hakkında fezleke hazırlanır.” Evet, herkesin hakkında
fezleke hazırlanır ama Türkiye’de adil yargılanma hakkını ihlal edenlere “Bu
adil yargılanma hakkını ihlal ettiniz.” dediği için fezleke hazırlanıyorsa bu
hukuk devleti adına ayıptır. Burada aslında yargının Parlamentoyu etkisiz hâle
getirme anlayışı egemendir.
Bu olaydan sonra beni daha da çok üzen
bir olay, Sayın Adalet Bakanının açıklaması. Sayın Bakan diyor ki: “Görevi
yapan savcılara karşı bu hakaretleri, bu ithamları yapma hakkını Sayın
Kılıçdaroğlu nereden alıyor? Başkalarına uygulanan yasalar Kılıçdaroğlu kim ki
ona uygulanmayacak? Hangi özel sıfatları var ki diğer siyasetçilerin muhatap
olduğu maddeler Sayın Kılıçdaroğlu’na uygulanmayacak.”
Değerli arkadaşlarım, biz Sayın
Kılıçdaroğlu hakkında fezleke
hazırlanmasın demiyoruz ki. Elbette, Sayın Kılıçdaroğlu gerçekten suç
işliyorsa Anayasa’nın 10’uncu maddesi gereğince her yurttaş gibi hakkında
fezleke de açılabilir, dokunulmazlık da kaldırılır, buna bir itirazımız yok ama
Sayın Başbakanın ve Meclis Başkanımızın Bülent Arınç’ın o tarihte söylediği çok
laflar var değerli arkadaşlarım. Danıştaya ilişkin laflar var burada, Yargıtaya
ilişkin lafları var ve diyor ki bakın Sayın Başbakan: “Mütalaa yürütmek sadece
yargı kurumlarının tekelinde olamaz, yargı bağımsızlığı yargı kararlarının
eleştirilemez olduğu anlamına gelmez.” Ve burada Sayın Başbakan Danıştay için
diyor ki: “Bu Danıştay, bu ülkenin Danıştayı ve kuvvetler ayrılığı prensibi
içerisinde, yargı başlığı altında, en büyük engelle karşı karşıyayız.” Yine, “Bunlar bu gidişle evin içine de
karışacaklar. Efendi, bu senin işin değil, bu Diyanetin işi.” diyor, Sayın
Başbakan diyor bunu. Ne zaman diyor? 18.5.2006 yılında diyor.
Yine, millet iradesini temsil
ettiklerini söyleyen Erdoğan türban ve AKP’ye yönelik kapatma davasında çok
sert çıktı “Milletin iradesine kimse ipotek koyamaz. İstiklal ruhuyla kurulan
Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini kimse gölgeleyemez. Cumhuriyetin sahibi
millettir. Kimse cumhuriyet millete bırakılamaz deme hakkına sahip olamaz.”
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Öztürk.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım…
BAŞKAN - Çok teşekkür ediyoruz Sayın
Öztürk. Lütfen…
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Şimdi Sayın
Başbakan, en son bakın… “Tutuklu yargılanmak isabetli yol değildir.” dedi.
BAŞKAN - Sayın Öztürk… Lütfen…
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Sayın
Başbakan eğer bunda samimiyse bunun gereklerini yapmak durumundadır, bunu
yerine getirmek durumundadır.
BAŞKAN - Sayın Öztürk, çok rica
ediyorum, lütfen kürsüyü boşaltınız.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – En son
Bülent Arınç’ın sözleri “Lamı cimi yok.” diyor.
BAŞKAN - Sayın Öztürk beni duyuyorsunuz
herhâlde.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Bu
milletvekilleri çıkarılacaktır. Yargıya müdahaleden bahsedeceksek, yargının…
(CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Çok teşekkür ediyoruz.
VIII.-
SÖYLEVLER
1.-
Kırgızistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev’in, Genel Kurula
hitaben konuşması
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün davetlisi olarak ülkemizi
ziyaret etmekte olan Kırgız Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Almazbek Atambayev
şu anda Meclisimizi onurlandırmışlardır. Kendilerine yüce Meclisimiz adına “Hoş
geldiniz.” diyorum. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
Dünkü birleşimde alınan karar
gereğince, Sayın Cumhurbaşkanını konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet
ediyorum.
Buyurunuz Sayın Cumhurbaşkanı.
KIRGIZİSTAN CUMHURBAŞKANI ALMAZBEK
ATAMBAYEV – Sayın milletvekilleri, Sayın Meclis Başkanı, Sayın Başbakan
Yardımcısı, kıymetli dostlarım; Türkiye Büyük Millet Meclisinde sizlere hitap
etmek benim için büyük bir gururdur. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından
alkışlar) Çok heyecanlıyım, affedersiniz. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından
alkışlar) Niye? Türkiye’yi seviyorum, tarihini de biliyorum. Ocak 1920 yılında
İstanbul’da Osmanlı Meclisi Mebusanı tarafından Misakımillî bildirisinin ilan
edildiğini de biliyorum. Daha sonra Meclisi Mebusan dağıtılmıştı. Birçok
siyaset adamı tutuklanmış ama tutuklanmış olmasına rağmen, yeni Millet Meclisi
23 Nisan 1920 yılında bu sefer Ankara’da toplanmış ve kendisini ülkedeki tek
meşru yönetim olarak ilan ettirmişti. İşte o zaman Meclis kendi Başkanını, Mustafa
Kemal Atatürk’ü seçmişti. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
Hürmetli dostlar, Kırım’daki Kul Oba
Kabristanı’nda birbirlerine sırtlarını dayayan ve düşmanlarına yay ile ok
atmakta olan 2 Türk askerinin taşın üzerine çizilmiş resmi bulunmuştu. İşte,
buna arkadaşların dayanışması denir. Eski Türkler her zaman birbirlerinin
sırtlarını korumuşlardır, bu nedenle sadece 2’si kalsalar bile teslim
olmadılar. “Arkadaş” sözünün tarihi böyledir. (AK PARTİ, CHP ve MHP
sıralarından alkışlar)
İşte, bu anlayış ile ulu Türk kağanlığı
kurulmuş ve 552 ile 743 yılları arasında iki yüz sene ayakta kalmayı
başarmıştı. Kardeş kardeşi, Türk Türk’ü sırtından vurmaya başladığında o devlet
yıkılmıştı. Söz konusu kağanlığın sınırları Çin Seddi’nden Karadeniz’e kadar
uzanıyordu o zaman. Çin Seddi’nden Karadeniz’e kadar… Kağanlığın içinde tüm
Türk halkları vardı. İşte bu Türk kağanlığı döneminde Türkler Orta Asya
bölgesini fethetmişlerdi ve o tarihten bugüne kadar Orta Asya bölgesinde
kaldılar ve korudular.
Bu, atasözümüz: Geçmişe tabancayla ateş
edersen gelecek sana top ile ateş eder. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından
alkışlar) Geçmişimizi unutmamalı ve korumalıyız, işte o zaman geleceğimiz de
parlak olacak.
Değerli dostlar, arkadaşlar; eski
zamanlarda halklarımız her zaman birbirlerinin yardımına koşmuşlardır. Ulu
Osman Gazi Osmanlı Devleti’ni kurduğunda Anadolu’daki Bizans bölgesinde başlıca
üç şehir vardı: Bursa, Akçakoca ve bu bölgenin başkenti olan Nikeya, şu andaki
İznik şehri. Bildiğiniz gibi, Kırgız askerlerinden oluşan bir birlik Türk
ordusuna yardıma gelmesine kadar kuşatma sırasında İznik’in demirlerle kaplı
kapılarını hiç kimse açamamıştı. O gün Kırgızlar ordunun ilk sıralarında hücuma
başlamışlar ve hücum sırasında tüm Kırgızlar şehit düşmüşlerdi. (AK PARTİ, CHP
ve MHP sıralarından alkışlar) Ama sonuçta kale kapıları açılmıştı, İznik
fethedilmiş, Bizans İmparatorluğu’nun ordusu yenilmişti. İznik kuşatması
sırasında Orhan Gazi’nin on binlerce askeri şehit düşmüştü ancak Orhan Gazi,
sadece Kırgız askerleri için türbe inşa ettirmişti. Bu türbe, şu anda
İznik’teki Kırgızlar Türbesidir. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
1919 yılında düşman ittifak orduları,
Türkiye'nin şu andaki 81 vilayetinin yerine sadece 6 vilayet bırakmaya karar
aldılar, biliyorsunuz, sadece 6 vilayet bırakma kararı aldılar. Düşman orduları
tarafından İzmir ve Türkiye'nin diğer toprakları işgal edildiğinde Kırgızlar da
dâhil, başka Orta Asya Türk halkları kardeşlerinin yardımına koşmuşlardı. Türk
ordusuna yardım olarak Orta Asya Türkleri, 10 milyon altın toplamış ve Sovyet
Hükûmeti aracılığıyla göndermişti o zaman. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından
alkışlar) Bu altın, bugünün parasıyla milyarlarca dolar olurdu. Sonuçta
birlikte Türkiye’yi koruyabildik. Dostluğu ve sevgiyi parayla ölçmek olmaz,
mümkün değildir.
Kırgızlar için Türkiye, gecenin
gökyüzünde uzakta parlayan bir yıldızdır. Gökyüzü bulutlarla kaplı olsa bile
bulutların arkasında bir yıldızın parladığını biliyoruz. Bu yıldız, kardeşimiz,
arkadaşımız Türkiye’dir. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
Sevgili dostlar, arkadaşlar; söylediğim
gibi Türk kağanlığı, Türkler kendi aralarında savaşmaya, Türk Türk’ü, kardeş
kardeşi öldürmeye başlayınca yıkılmıştır. Şimdiki dünyada Türk halklarına
kötülük yapmak isteyen çok güçler vardır.
Geçen ay Özbekistan Cumhurbaşkanı Sayın
İslam Kerimov ile 2010 yılında Kırgızistan’ın güneyinde meydana gelen ve iki
kardeş halkının çatıştığı, Kırgız ve Özbeklerin birbirini öldürdükleri, Türk’ün
Türk’ü vurduğu, kardeşin kardeşi vurduğu, Müslüman’ın Müslüman’ın kanını döktüğü
trajedik olayları konuştuk. Sayın İslam Kerimov bana şöyle demişti: Almazbek,
düşmanlarımızın amacı Kırgızlar ile Özbekler değil Kırgızistan ve Özbekistan’ı
birbirlerine düşürmekti. Bu savaşın sonucunda her iki cumhuriyetimizin
yıkılması ve yok olmasını istemişlerdir, iki Türk yeni cumhuriyeti yok olsun
istemiştir. Bu doğrudur, acı bir gerçektir ve bu gibi kötü niyetli denemeler
devam edecektir.
Özbekistan’ın parçalanmasını,
Kırgızistan’ın dünya haritasından yok olmasını isteyen kötü niyetli güçlerin
var olduğu gerçektir ve bunun için şu an tam bir uygun dönemdir.
Kırgızistan yirmi yıl önce
bağımsızlığını ilan etmiştir ancak bu tam bir bağımsızlık değildir. Şu anda
ekonomik ve teknik yönden güçlü ülkelere bağımlıyız. Bu gerçek, acı gerçek.
Petrol yataklarımız var, ancak işletecek kimse yok. Her sene büyük zorluklarla
başka ülkelerden akaryakıt ithal ediyoruz. Doğal kaynaklarımız ülkemizden
bedava çıkartılıyordu. Sadece Kumtor altın madenimizden son on yıl içerisinde
10 milyar Amerikan dolarından fazla tutardaki altın ülkeden çıkarılmış ve bunun
sadece yüzde 3’ü Kırgızistan’ın hazinesine girebilmiştir. Kırgızistan’ı kredi
ve maddi destek karşılığında dizüstü çökertmek istiyorlar ancak biz Türk’üz,
biz eski Türk’üz. (AK PARTİ, CHP, MHP sıralarından alkışlar) Ve hiçbir zaman
köle olmayız, çünkü her bir Türk için dik başlı ölmek, diz çöken kölelik
yaşamından daha iyidir. (AK PARTİ, CHP, MHP sıralarından alkışlar)
Değerli dostlarım, arkadaşlarım; biz
parlamenter demokrasi yolunu seçtik ve tüm dünya anlamalı. İktidarın gücü
sadece halkların güvenine bağlıdır. Eğer güven yoksa ve halk adaletsiz ve
hırsız yönetim istemiyor ise, ne tüfek ne tabanca ne top ne tanklar iktidarı
kurtaramaz. (Alkışlar)
İşte, bunu, yakın geçmişte Arap
ülkelerinde meydana gelen gelişmeler açıkça göstermiştir. Rusya lideri Vladimir
Putin’in dediği gibi, Arap bahar hareketi aslında 2010 yılının Nisan ayında
Kırgızistan’da başlamıştı. Bu arada, Vladimir Putin’in, Türkiye'nin yaptığı
gibi, Kırgızistan’ı sürekli desteklediğini belirtmek istiyorum.
Çağdaş Kırgızistan bağımsızlığına
kavuştuktan sonra bizler Bağımsız Devletler Topluluğu’na üye olduk. Burada,
Rusya hâlen önemli rol oynamaktadır.
Rusya, yarım milyondan fazla Kırgız’ın
yaşadığı ve çalıştığı ülke. Rusya, stratejik ortaklarımızdandır. Son dönemde,
sürekli gelişen Türkiye ve Rusya arasındaki ortaklık ilişkileri bize de güvence
vermektedir. Kırgızistan-Rusya ve Türkiye-Rusya ilişkilerindeki gelişmelerden
tüm halklarımız kazançlı çıkacaktır.
Hürmetli dostlarım, arkadaşlarım;
demokratik ve güçlü bir devletin kurulmasında Türkiye Cumhuriyeti bize örnek
teşkil etmektedir. Türkiye, bugün, Türk halkları için Kutup Yıldızı gibidir.
(AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar) Demokratik ve ekonomik yönden
güçlü bir Türkiye halklarımızın parlak geleceğine ümit vermektedir.
Ulu Türk kağanlığının halkları
kendilerine “el” diyorlardı “el.” Şu anda, bu söz sadece Kırgızlarda kaldı,
Kırgız Eli. Türk kağanlığının halkları cennete “Beyiş”, cehenneme “Tozok”
derlerdi. Tozok, Türkçede tuzaktır. Kölelik ölümden beterdir, Türk için
cehennemdir ve bu sözleri sadece bizler, Kırgızlar hatırlıyoruz. Kırgızlar Türk
halklarının en eskisidir. Eski Türk’üz biz, bizler en eski sözleri, örf ve
âdetleri, gelenekleri ve Türklerin özlüğünü muhafaza ettik.
Tabii ki, Türkiye anavatandır, bizim
anavatan Türkiye. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar) Ancak dostlarım,
şunları bilelim: Anadolu’ya gelmek üzere atalarımızın yola çıktıkları bir yer
var. Atalarımız nereden geldi? O da ata vatan yani ata mekândır. (AK PARTİ, CHP
ve MHP sıralarından alkışlar) Kırgızistan, bugünkü Türkiye için bu topraklarda
şehit olan atalarımızı unutmayınız, unutmayınız, bizim atalarımızdı.
Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ve
Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kırgızistan’a ne kadar yardımcı olmak
istediklerini biliyorum. Bu nedenle, sayın milletvekilleri, sizlere ve tüm Türk
halkına hitap ediyorum. Tarih bize bir fırsat daha tanıdı. Ulu Türk kağanlığını
kuramasak bile, en azından, Türk devletlerinin kardeşliğini pekiştirmeliyiz.
(AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar) İnşallah, kuvvetli bir Türk
birliğini de yapmalıyız. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar) Ancak,
bunun için, sadece Türkiye değil, diğer Türk cumhuriyetleri de sağlam, ayakta
durmalı, ekonomik yönden gelişmiş, güçlü devletler olmalıdırlar; Kırgızistan
da, Özbekistan da, Türkmenistan da, hepsi. Sadece eğer bir Türk cumhuriyeti
olursa Türkiye, zor olur. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
Değerli dostlar, arkadaşlar, büyük
Türkiye'nin temelini atan ve burada birlikte şehit düşen atalarımızın ruhları
bize yardımcı olsun. Allah hepimize yardımcı olsun. Kardeş Türk milletine
mutluluklar ve esenlikler dilerim. Allah saklasın, korusun, iyilik versin.
Teşekkürler. (AK PARTİ, CHP ve MHP
sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Cumhurbaşkanı.
Sayın milletvekilleri, Kırgız
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Almazbek Atambayev ve beraberindeki heyet
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in refakatinde Genel
Kuruldan ayrılmaktadırlar.
Sayın milletvekilleri, on beş dakika
ara veriyorum.
Kapanma
Saati:15.53
İKİNCİ OTURUM
Açılma
Saati: 16.17
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP
ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Muhammet Bilal MACİT (İstanbul)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 51’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç
Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verdiği önerisinin görüşmelerine devam
edeceğiz.
Şimdi söz sırası…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurunuz.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Biraz önceki yoklama hususuyla ilgili olarak izninizle bir açıklama yapmak
istiyorum. İzin verirseniz kürsüden iki dakika içinde görüşlerimi ifade
edeceğim.
BAŞKAN – Buyurunuz efendim.
V.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
4.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Başkanlık Divanındaki Kâtip
Üyelerin yoklama yapılması sırasında Başkana yardımcı olmaları gerektiğine
ilişkin açıklaması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, biraz önce bir
grup önerisinin, Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisinin oylanması sırasında
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak yoklama istedik, 20’yi aşkın arkadaşımız
ayağa kalkmak suretiyle talepte bulunduk. Sayının 20 olup olmadığı konusunda
bir tereddüt oluştuğunu fark ettim Başkanlık Divanında, oysa 20’den çok fazla
arkadaşımız ayaktaydı. Sonuçta 20 kişinin tamamlandığı anlaşılarak yoklamaya
geçildi ve işlem sonuçlandı. Divana geldim, sizin sağınızda oturan Kâtip
arkadaşın tutmuş olduğu listeyi aldım… Tabii, hata da olabilir, insanlık
hâlidir, bunları da anlayışla karşılarım, bu da normaldir, bu kadar yoğunluk
içerisinde, milletvekili de kâtip üye de insandır, hata da yapabilir, bunu da
gayet anlayışla karşılarım ancak ben Sayın Başkanın söylediği isimlerin Divan
Kâtibi tarafından not edilmediğini fark ettim, bu endişeyle kendisine birkaç
şey söylediğimde “Başkan ne diyorsa ben onu kaydettim.” diyor. Esasen Başkanlık
Divanındaki kâtip üyeler Başkana yardımcı olmak üzere oradadır yani bütün yükü
Başkanın üzerine bırakarak “Ben sadece not ederim.” demeyi ben doğru bulmuyorum
ama bunun takdiri Başkana aittir. Söyleyeceğim bu değil, “Başkan söylüyor, ben
de not ettim.” dedi. Tutanakları aldım, Sayın Başkan diyor ki: “Sayın Tufan
Köse?” Bu listede yok. “Sayın İhsan Özkes?” diyor Sayın Başkan, bu listede yok.
Başka örnekler de var. Şimdi, kâtip üyelerin görevi orada oturup etrafı
seyretmek değildir, kâtip üyeler görevlerini yapacaktır, hata yapmışsa “Kusura
bakmayın hata yaptım.” der ve bu olay da kapanır ama hem hatayı
üstlenmeyeceksiniz hem görevinizi yapmayacaksınız. Bunun kabulü mümkün değil.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Hamzaçebi.
Bu konuda bazen aksaklıklar oluyor.
Demin de ifade etmiştim, daha dikkate alacağız.
VII.-
ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve arkadaşları tarafından, hapishanelerdeki
tutuklu ve hükümlülerin sorunları ile hapishanelerde yaşamlarını yitiren
kişilerin olup olmadığının saptanması hakkında verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin
önüne alınarak, 12/1/2012 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
(Devam)
BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
önerisi aleyhine Sivas Milletvekili Hilmi Bilgin. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Buyurunuz Sayın Bilgin.
HİLMİ BİLGİN (Sivas) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından yaşam hakları
devletin güvencesi ve sorumluluğu altında olan hasta tutuklu ve hükümlülerin
içinde bulunduğu koşulların ve sağlık sorunlarının araştırılması amacıyla
Anayasa’nın 98’inci ve İç Tüzük’ün ilgili hükümleri uyarınca verilen Meclis
araştırma önergesinin gündeme alınmasına ilişkin grup önerisinin aleyhinde söz
almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, AK PARTİ
hükûmet programlarının ve icraatlarının temelinde insan vardır. Biz parti
olarak “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” anlayışıyla hareket ettik ve tüm
icraatlarımızın temelinde bu anlayış hâkim olmuştur. Hizmetin ve icraatın
odağına, merkezine insanı, milleti esas alan bir anlayışla hareket ettiğimiz
için de bugüne kadar milletimizin bizlere olan desteği artarak devam
etmektedir.
Değerli milletvekilleri, Anayasa’mızın
17’nci maddesi “Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahiptir.” hükmünü içermektedir. Yaşam hakkı insan haklarının en temeli
ve başında gelenidir. Bu hak Anayasa’mız ve İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi’yle güvence altına alınmıştır. Bu manada tüm tutuklu ve hükümlüler
de insan olmalarının doğal gereği olarak diğer özgür insanlar gibi bu hakların
sahibidirler. Bu kesimin sağlıklarını korumak, tedavi ettirmek ve insanca bir
yaşam sürme hakkı temin etmek devletin ve hükûmetlerin temel görevidir.
AK PARTİ hükûmetleri döneminde ceza
infaz kurumları ve tutukevlerinde kalan hükümlü ve tutukluların hayat
şartlarının iyileştirilmesi, sağlık sorunlarının çözümü yönünde önemli ve ciddi
adımlar atılmış ve bu yöndeki çalışmalar hız kesmeden devam etmektedir. Bu
kapsamda cezaevlerinde sağlık sorunları yaşayan tutuklu ve hükümlüleri kapsayan
uygulamalar şöyledir: Hükümlü ve tutukluların beden ve ruh sağlığının
korunması, hastalıkların tanısı için ilk muayene ve tedavi hizmetleri kurumda
verilmekte, ileri tetkik, tedavi ve rehabilitasyon gerekenler devlet
hastanelerine, daha ileri sağlık hizmeti gerekenler ise üniversite
hastanelerine sevk edilmekte, yasa gereği gerekli olan her türlü muayene ve
tedavi devletin teminatı altında ve ücretsiz yapılmaktadır.
Ceza infaz kurumlarında tetkik, tedavi
ve sağlık takipleri yapılamayan ve hastanede yatarak tetkik, tedavi ve sağlık
takiplerinin yapılması gereken hükümlü ve tutuklular için yasalar gereği
ihtiyaç duyulan mahkûm koğuşları, devlet hastaneleri ve üniversite
hastanelerinde, insan ve hasta hakları çerçevesinde, tıbbi gereklilik ve
mevzuata uygun olarak tahsis edilerek düzenlenmektedir.
Ceza infaz kurumunda bulunan ve fiziki
rehabilitasyon ihtiyacı olan tutuklu ve hükümlüler hakkında da ilgili
hastaneler tarafından düzenlenen sağlık kurulu raporu doğrultusunda hareket
edilmektedir.
Bedensel engelli tutuklular ve
hükümlüler hakkında, hastanede yatarak tedavi görmesi uzman hekim tarafından
gerekli görülenler hastanelerin mahkûm koğuşuna alınarak, tedavi ve takibi
burada sürdürülmektedir. Tedaviyi yapan hekimin raporuyla zorunlu olduğu
bildirilmesi hâlinde, ilgili şahsın yanına refakatçi verilmektedir.
Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı
Arasında Ceza İnfaz Kurumlarındaki Sağlık Hizmetlerinin Düzenlenmesi Hakkında
Protokol’ün yürürlüğe girdiği 30 Nisan 2009 tarihinden bugüne kadar geçen süre
zarfında, hükümlü ve tutuklu mevcudu, kurum personeli ve bunların bakmakla
yükümlü olduğu kişi sayısının 5 binin üzerinde olduğu Ankara Sincan, İstanbul
Silivri, İstanbul Maltepe ve Kocaeli ceza infaz kurumları kampüsleri bünyesinde
sağlık birimleri Sağlık Bakanlığınca uygun görülen hastanelere bağlanarak,
buralarda ceza infaz kurumu semt poliklinikleri açılmıştır.
Aile hekimliği uygulamasına henüz
geçilmemiş olan ceza infaz kurumlarında sağlık hizmetleri, il sağlık
müdürlüklerince görevlendirilen hekimlerce veya Sağlık Bakanlığına geçiş
yapmamış olan kurum hekimlerince yürütülmektedir.
Yine, ceza infaz kurumları genelinde,
2010 yılı itibarıyla yüz altı ceza infaz kurumunda diş ünitesi bulunmakta olup,
tamamında diş tabipliği hizmeti verilmektedir.
Değerli milletvekilleri, malumunuz
olduğu üzere, yüce Meclisimiz bünyesinde İnsan Hakları İnceleme Komisyonu
vardır. Bu komisyon, kurulduğu günden itibaren önemli ve sonuç alıcı çalışmalar
yapmaktadır. Bu dönemde de İnsan Hakları İnceleme Komisyonu bünyesinde, ceza
infaz kurumları ve tutukevlerinde incelemelerde bulunmak üzere alt komisyon
kurulmuş ve çalışmalarına başlamıştır. Alt komisyonda tüm partilerimizin üyesi
mevcuttur. Etkin ve sonuç odaklı çalışma yapan bu komisyon bugüne kadar Konya
ve Sincan cezaevlerinde incelemeler yapmış, varsa sorun ve sıkıntıları tespit
etmiştir.
Alt komisyon önümüzdeki haftalarda
Gaziantep askerî, sivil açık cezaevlerinde, Kilis Cezaevinde, Sivas ve Samsun
cezaevlerinde de gerekli inceleme ve araştırmaları yapacaktır. Bu şekilde
yapılacak bir çalışma programıyla Türkiye’deki tüm ceza infaz kurumları Meclis
tarafından incelenecektir.
İnsan Hakları İnceleme Komisyonu,
bahsettiğim üzere etkin ve sonuç alıcı çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalara
sadece birkaç örnek vermek gerekirse hükümlü ve tutukluların ana dilde görüşme
yapma hakkının hayata geçirilmesi sağlanmış, askerî cezaevlerinde uygulanan tek
tip elbise uygulamasının ortadan kaldırılması sağlanmış ve yine Askerî
Cezaevleri Uygulama Yönetmeliği’nin şeffaf hâle getirilmesi sağlanmıştır.
Kısaca arz ettiğim üzere İnsan Hakları
İnceleme Komisyonu bünyesinde oluşturulan alt komisyon, cezaevlerinde kalan
sadece hasta değil, tüm tutuklu ve hükümlülerin sorunlarını bizzat yerinde
tespit etmekte ve çözüm için gayret sarf etmektedir.
Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi
içerisinde yer alan konular zaten yüce Meclisimiz tarafından İnsan Hakları
İnceleme Komisyonu marifetiyle incelenmektedir. Dolayısıyla, Cumhuriyet Halk
Partisi grup önerisi Meclis gündemini değiştirmeye yönelik olup grup önerisine
katılmıyoruz.
Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Bilgin.
Önerinin lehine, İstanbul Milletvekili
Sebahat Tuncel.
Buyurunuz Sayın Tuncel.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisinin lehine söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuya geçmeden önce, biliyorsunuz, iki
gündür Diyarbakır’da eski cezaevinin bulunduğu ve JİTEM’in sorgu merkezi olarak
bilinen yerde, restorasyon çalışmaları sırasında bir toplu mezar ortaya çıktı
ve 8 kişiye ait kemiklere ulaşıldı.
Aslında bu ciddi bir sorun. Tabii
burası bir işkence merkezi. Gözaltında kayıplara, gözaltında ölümlere dikkat
çekmek açısından oldukça önemli. 12 Eylül rejimini bir kez daha gözler önüne
sermek açısından, özellikle Türkiye’de Kürt sorunundan kaynaklı yaşanan savaş,
çatışma durumundan kaynaklı, özellikle 80’li yıllarda, 90’lı yıllarda ciddi
anlamda bir hak ihlallerini, yaşam hakkı ihlalini göstermesi açısından önemli.
Kazı yapılan alanın genişletilmiş olması da önemli ama şimdiye kadar toplu
mezarlar gerçeğinde şunu gördük ki sadece kemikler ortaya çıkıyor. Bu
kemikleri… Yani o toplu mezarlara neden olan zihniyet henüz yargılanmış değil
ve oradaki gerçek sorumlular yargılanmış değil. Bugün bizim beklentimiz bu
duruma sebep olanların, bu zihniyetin ortaya çıkartılması ve yargılanmasıdır.
Aksi takdirde sadece kazı yapılmış ve işte, insan kemikleri bulunmuşun ötesine
çıkmayacak bir durum.
Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk
Partisinin vermiş olduğu grup önerisi aslında oldukça önemli ve Türkiye
gerçeğini ifade ediyor. Cezaevlerinde ciddi anlamda bir doluluk durumu söz
konusu. Her gün aslında bir sorun yumağı hâline gelmiş durumda. Bugün, Adalet
Bakanlığının verilerine göre ocak ayı itibarıyla 35.183 tutuklu, 20.224 hükmen
tutuklu, 66.997 hükümlü olmak üzere toplam 122.404 tutuklu ve hükümlü
bulunmaktadır cezaevlerinde. Bu anlamda çok ciddi sorunlar var. Hem sadece bu
tutukluların yaşam hakkı durumu ciddi anlamda sorun. Cezaevlerinde kapasite
sorunu var. 300 kişilik cezaevlerinde bin kişi kalıyor. Özellikle KCK adı
altında yürütülen operasyonlarla bu ciddi anlamda daha da hız kazandı yani
insanlar, 2-3 kişi birlikte yatmak durumunda kalıyor. Bunlar ciddi sorunlar.
Yine cezaevinde sağlık koşulları ciddi anlamda problemli. İnsanlar insanca
yaşam koşuluna erişemiyor. Hükûmet bu konuda sorumludur. Cezaevleri –çünkü-
Adalet Bakanlığına bağlıdır ve Adalet Bakanlığı bu konuda 5275 sayılı Kanun’a
göre cezaevlerinde uygulamalar yapıyor. Bu anlamda insan hakları örgütlerinin
raporlarına göre bu alanda çok ciddi bir insan hakkı ihlali var. Bu Meclisin
bunu araştırması ve buradaki sorunların giderilmesi konusunda sorumlu olduğunu
düşünüyoruz. Hele hasta tutuklular meselesi çok ciddi bir sorun. Geçenlerde
Grup Başkan Vekilimiz Sayın Pervin Buldan bir hasta tutuklunun durumunu burada
dile getirmişti. Bir iki saat sonra da ölümünü ne yazık ki bu kürsüde ifade
etmek durumunda kaldı. Hâlâ ölüm sınırında olan 50’ye yakın tutuklu var. Bu
konuda ciddi bir sorun var. Daha önceden Cumhurbaşkanının af meselesinde,
özellikle 104’üncü maddeye göre özel af niteliği taşıyan cezalara ilişkin… Ne
yazık ki bu dönem Sayın Cumhurbaşkanı çok cimri davranmakta bu konuda. 2008
yılında 2 kişi, 2009 yılında 7 kişi, 2010 yılında 2 kişinin hastalık nedeniyle
cezası ertelenmiştir ama bu durumda olan çok fazla insan var. Bu konuda
herhangi bir yaptırım da bulunmuyor. Bu, ciddi bir sorun. Çünkü cezaevlerinde
yaşanan bu insan hakları aslında Türkiye demokrasisini göstermesi açısından da
önemli.
Özellikle Türkiye’de tabii politik
tutukluların durumu daha vahim. Türkiye’nin siyasi tablosu, Türkiye’de yaşanan
siyasi gelişmeler direkt cezaevlerine yansıyor. Cezaevlerinde bu tecrit,
izolasyon politikalarına dönüyor. İşte, biraz önce sayın milletvekili dedi ki: “Ana
dilde telefonla görüşebiliyorlar.” Çoğu zaman bunlar kısıtlanıyor. İşte, ana
dilde yayın yapan gazeteler alınmıyor. Bunlar çok ciddi sorunlar, sadece şey
değil. Burada, hani, bunları ifade etmek, buradan sorunun çözümü konusunda
yaklaşımları belirtmek istiyoruz.
İnsan haklarına başvurularda en çok,
özellikle Samsun Bafra, Giresun, Trabzon, Rize Kalkandere ve Erzurum
cezaevlerinde çok ciddi hak ihlalleri var. Bunlar temel olarak, sağlık
sorunları, sevkler, sevk sırasında ve gidilen cezaevinde yapılan kötü muamele,
haberleşme haklarına getirilen kısıtlamalar, disiplin cezaları, cezaevindeki
kapasite fazlalığından kaynaklanan ihlaller, radyoların “zararlı yayınlar
içeriyor” gerekçesiyle ellerinden alınması, spor ve hobi haklarının
engellenmesi, zaman zaman adli mahpuslarla siyasi mahpusların karşı karşıya
getirilmesi. Özellikle bu cezaevlerinde bu çok ciddi bir sorun ve çatışmaya
neden oluyor. Yine, diyelim ki görüş, on saatlik sohbet hakkının uygulanmaması.
Bunlar cezaevlerinde çok ciddi sorunlar ve bu sorunların çözülmesi gerekiyor.
İktidarın bu sorunlara duyarsız, sessiz kaldığı ortada. Her gün, özellikle F
tipi cezaevlerinde ciddi anlamda insan hakları ihlali ve işkenceye yönelik bize
-muhtemelen İnsan Hakları Komisyonuna da geliyordur- şikâyetler geliyor. Bazı
kitaplar mesela cezaevine alınmıyor. Aslında 12 Eylül rejiminden şikâyet eden
bir hükûmetin 12 Eylül rejimini cezaevlerinde uygulaması kabul edilebilir bir
nokta değil. Bu ciddi bir sorun ve bu Hükûmetin cezaevlerinde yaşanan bu konuyu
araştırması, özellikle hasta tutukluların durumunu gündeme alması zorunludur.
Sayın milletvekilleri, özellikle
cezaevlerindeki sorunlara ilişkin özel bir durum da İmralı sistemiyle ilgili.
Biliyorsunuz İmralı cezaevinde Sayın Abdullah Öcalan’la birlikte 5 siyasi tutuklu
var ve burada 27 Temmuzdan bugüne ciddi anlamda tecrit uygulanıyor. Ailesiyle
ve avukatlarıyla görüştürülmüyor Sayın Öcalan. Bırakalım ailesiyle ve
avukatlarıyla görüştürülmeyi, geçen aylarda avukatları gözaltına alındı ve
tutuklandı. Aslında savunma hakkı ihlal edildi. Bu ciddi bir sorun ve Türkiye
bu konuyu gündemine almak durumunda. İmralı sistemi ortadan kaldırılmadığı
sürece Türkiye’de gerçek anlamda toplumsal barışın sağlanması, demokrasinin,
insan haklarının ve özgürlüklerin sağlanması mümkün değil.
Her gün bu kürsüde Hükûmet, Türkiye’nin
dünyanın 17’nci büyük ekonomisi olduğunu ifade ediyor ama İmralı kosteri hep
bozuk. Hükûmetin acaba İmralı’ya bir koster alacak parası mı yok? Eğer parası
yoksa ifade etsin, ailesi ve akrabaları alsın bu kosteri çünkü bu mesele çok
önemli bir mesele. Türkiye’de gerçekten Kürt sorununun çözümü konusunda bu
kadar gündemde olan ve krizlere, çatışmaya neden olan, savaşın derinleşmesine
neden olan bu durumu göz ardı etmek, görmezden gelmek hiç kimsenin faydasına
değil, hele hele Hükûmetin faydasına değil.
Anlaşılan o ki İmralı cezaevinde AKP
Hükûmeti özel bir politika uyguluyor. İşte bir yasa hazırlığı var. Bu yasa
hazırlığında da tecridi ve avukatlarıyla görüşmemeyi altı ayla sınırlandırma…
Zaten uyguladığı şeye yasal kılıf uyduruyor. Bu ciddi bir sorun. Yani dünyanın
hiçbir yerinde kişiye özel bir yasa olmaz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir
şey yok, demokrasilerde bu durum yok ama Türkiye’de bu durum var. Yasalarda
bile neredeyse işte Abdullah Öcalan faydalanacak diye yasaları bile düzenleyen
bir yaklaşım, kabul edilebilir bir nokta değil.
İmralı’daki sistemin bir an önce
kaldırılması, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü konusunda Sayın
Öcalan’ın rolünü oynaması konusunda koşulların yaratılması Türkiye’nin geleceği
açısından önemli, Kürt sorununun çözümü açısından önemli. Bu hassas bir konu.
Bu hassas konuyu olumsuz bir noktada ele almak değil, olumlu bir noktada ele
almak Türkiye’ye kazandırır diye ifade ediyorum.
Sayın milletvekilleri, sonuç olarak
biz, bu araştırma önergesinin tabii genişletilmesini öneriyoruz. Biz de Barış
ve Demokrasi Partisi olarak aslında cezaevlerindeki hak ihlallerine yönelik
birçok araştırma önergesi, kanun teklifi, soru önergesini de verdik. Özellikle
hasta tutukluların durumu konusunda acil bir adım atılması gerekiyor. Bu konuda
bazı yasal düzenlemelerin yapılması şart. 5275 sayılı İnfaz Kanunu’nun 16’ncı
maddesinin üçüncü fıkrası düzeltilmelidir acilen. Çünkü bu yasaya
dayandırılarak aslında ciddi anlamda hak ihlalleri yaşanıyor. Çünkü hasta olan
tutuklulara adli tıbbın karar vermesi gerekiyor. Bütün hasta tutuklular
Türkiye’nin neresinde olursa olsun Ankara’ya işte İstanbul’a gelecek, adli tıp
merkezine gelecek, orada karar verilecek, ona göre de mahkeme karar verecek. Bu
ciddi bir sorun.
Diğer bir konu: Tabii ki İnsan Hakları
Komisyonu gidiyor, bazı cezaevlerini ziyaret ediyor ancak bu yeterli değildir.
Özellikle bu alanda çalışan insan hakları örgütlerinin, bu kurumların, sivil
bazı kesimlerin yine uluslararası gözlemcilerinin mutlaka cezaevlerine gidip
cezaevlerindeki hak ihlallerini tespit etmesi önemlidir. Cezaevlerinde çok
ciddi hak ihlali sorunu var. Personel sorunu var, hastane sorunu var, ring
sorunu var. Bütün bu sorunlar aslında ciddi anlamda yeni cezaevleri açmak
yerine, mevcut cezaevlerine… Hükûmetin çünkü temel politikası bu çünkü yeni
tutuklamalar için durmadan yeni cezaevi açıyor. Yeni cezaevi açmak yerine,
mevcut cezaevlerini insanca yaşam olanaklarını sağlayacak koşula getirmek
durumundadır. Sonuçta oradaki yaşanlar insan…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
SEBAHAT TUNCEL (Devamla) – Bunu
unutmadan düzenleme yapmak lazım. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Tuncel.
Aleyhinde Kırıkkale Milletvekili
Ramazan Can.
Buyurunuz Sayın Can. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisinin, Anayasa’nın
98, Meclis İçtüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddelerine istinaden vermiş olduğu
Meclis araştırması açılması yönünde gündemi değiştirmeye yönelik grup önerisine
katılmıyoruz. Cumhuriyet Halk Partili sözcü buraya geldi, grup önerisini
açıklama ihtiyacı dahi hissetmedi. Anlıyoruz, Meclis gündemiyle ilgili
konuşmuyorlar, maddeleriyle ilgili de konuşmuyorlar ama enteresandır, kendi
vermiş oldukları gündemi değiştirmeye matuf grup önerisiyle ilgili de
konuşmadılar, başka alanlara girdiler. Tabii ki Meclis kamuoyu grup önerisiyle
ilgili bilgilenmek istiyor. Bu bilgiyi de yine AK PARTİ’ye vermek düşüyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Meclis gündeminde biliyorsunuz kanun hükmünde kararnameyi değiştiren ve bazı
kanunlarda değişiklik yapılmasına dair on bir maddelik bir kanun teklifi var.
Bu kanun teklifini iki haftadır görüşüyoruz, maalesef bu grup önerileri
yüzünden 3’üncü maddesinden daha da ileriye gidemedik. Meclisi çalıştırmak
istiyoruz, kamuoyunda belli beklentiler var bu kanun teklifinin kanunlaşması
yönünde. Bunu da kanunlaştırmaya gayret etmek durumundayız. Bu nedenle grup
önerisine gündemi değiştirmeye matuf olduğundan dolayı katılmadığımızı
bildiriyoruz.
Peki, Cumhuriyet Halk Partisi bu grup
önerisiyle ne getirmek istiyor? Cumhuriyet Halk Partisi bu grup önerisiyle
hükümlü ve tutukluların cezaevindeki sağlık problemlerini, tedavi sıkıntılarını
gündeme getirmek istiyor. Yaşam hakkı kutsaldır, insan haklarının içerisinde en
önde gelenidir, devredilmez bir haktır. Gerçekten, cezaevinde hastalanan
hükümlü ve tutukluların öncelikle tedavisi, cezaevinde bulunan polikliniklerde
gerçekleştiriliyor, ileri derecede bir hastalık varsa hastanelere sevk
ediliyor. Hastanelerde yataklı ya da refakatçi eşliğinde kalabilmesi noktası
ise sağlık raporu ve tedavi eden doktorun takdiriyle mümkün olmakta.
Devletin, korumasında bulunan hükümlü
ve tutukluları tedavi ettirmek zorunluluğu vardır, bu devletin bir görevidir.
Devlet bunu Türkiye'de gerçekleştirme anlamında Adalet Bakanlığı ve Sağlık
Bakanlığıyla arasında imzalamış olduğu protokol çerçevesinde yapmaktadır.
Hükümlü ve tutuklunun beden ve ruh sağlığının korunması, teşhis, tedavi ve
tetkik ücretsiz olarak devlet tarafından karşılanmaktadır. Bu şu demektir: Yani
hükümlü ve tutuklu hastanede veyahut da hastanenin evvelinde cezaevi
polikliniğinde ve üniversite hastanelerinde yapmış olduğu, harcanan tetkik,
tedavi giderlerinin tamamı devlet tarafından karşılanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
cezaevinde gerekli rehabilite çalışmaları yapılmaktadır. Bu noktada,
beslenmeyle ilgili birkaç hususa değinmek istiyorum. Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un 72’nci maddesine göre, Adalet ve
Sağlık Bakanlığı arasında imzalanan protokol çerçevesinde hükümlülere ve
tutuklulara verilecek günlük kalori listesine göre yemekler verilmektedir.
Şayet özel bir tedavi gerektiren hastalık varsa, hastalığın ilerlemesi
mümkünse, diyet gerekiyorsa yine doktorun teşhisiyle ve takdiriyle diyet
tedavisi de, diyete yönelik yemekler de verilmektedir.
Yine inancı gereği ve de yaşamsal
olarak hayat tarzı itibarıyla vegan ya da vejetaryenlerle ilgili yemek listesi…
Bununla ilgili de Adalet Bakanlığının çalışması vardır, ileriye yönelik
bunlarla da ilgili talepler karşılanacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ölüm riski altında bulunan, ağır hastalığı olanlar, cezası affedilebilecek
derecede hastalık, sürekli hastalık, kendi kendine yetememe, kocama,
başkalarının yardımıyla hayatını devam ettirme gibi ağır hastalığı olanlarla
ilgili ise doktorun talebi, hastanın talebi üzerine sağlık raporu alınacak ve
adli tıp raporu alındıktan sonra bu konuyla ilgili hukuki ve idari yönlere
başvurulacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hiç kimse Türkiye Büyük Millet Meclisinde teröristbaşına “sayın” diye hitap
edemez. Eğer “sayın” diye hitap ediyorsa bunun gereği yapılmalıdır. Biz şunu
özellikle söylüyoruz: “Sayın” diye başlayan, “Öcalan”la devam kelimeleri bir
araya getiren Barış ve Demokrasi Partisi Sözcüsü bir yaptırımla karşı karşıya
kalmalıdır.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Ne alakası
var ya! Sana mı soracağız kime nasıl hitap edeceğimizi!
RAMAZAN CAN (Devamla) – Çünkü Türkiye
Büyük Millet Meclisinde devletin bekası ve bölünmez bütünlüğüyle uğraşan biri
cezaevinde olursa bununla ilgili de devlet gerekli önlemlerini alacaktır.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Kime nasıl
hitap edeceğimizi senden öğrenecek hâlimiz yok! Siz kendi işinize bakın!
RAMAZAN CAN (Devamla) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisine
katılmadığımızı bildiriyor, tekrar yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Can.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan, karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.
Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 16.42
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 17.01
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP
ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Muhammet Bilal MACİT (İstanbul)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 51’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç
Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verdiği önerinin oylamasında karar yeter sayısı
bulunamamıştı. Şimdi öneriyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı
arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir, karar yeter
sayısı vardır.
Sayın milletvekilleri, şimdi gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz.
1'inci sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet
Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22
Ekim 2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin
İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
IX.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca
Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma
ile 22 Ekim 2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak
Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/440) (S. Sayısı: 32)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Şimdi de 2’nci sırada yer alan, Ağrı
Milletvekili Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in; 375 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
2.- Ağrı
Milletvekili Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in; 375 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/152) (S. Sayısı: 112) (x)
BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Dünkü birleşimde teklifin 3’üncü
maddesi üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu konuşmuştu.
Başka söz talebi ve soru yoktur.
Şimdi, 3’üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 3’üncü madde kabul edilmiştir.
Şimdi, 4’üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4- Bu Kanunun 2 nci ve 3 üncü
maddeleri 15/11/2011 tarihinden geçerli olmak üzere diğer maddeleri ise yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – 4’üncü madde üzerinde Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına bir söz…
PERVİN
BULDAN (Ağrı) – Yok.
BAŞKAN – Söz talebi yok, peki.
Gruplar ve şahıslar adına söz talebi
yok.
Soru-cevap yok.
4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5’inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi
yoktur.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, şimdi, teklifin
tümü açık oylamaya tabidir. Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla
yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Oylama için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Ağrı
Milletvekili Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in; 375 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi açık oylama sonucu:
“Kullanılan
oy sayısı : 208
Kabul : 202
Ret : 6
(x)
Kâtip Üye Kâtip Üye
Fatih Şahin Muhammet Bilal Macit
Ankara İstanbul”
Böylece, teklif kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
Şimdi de 3’üncü sırada yer alan,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında İkili
Ticari ve Ekonomik İşbirliğinin Geliştirilmesi ve Derinleştirilmesine İlişkin
Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
3.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında İkili
Ticari ve Ekonomik İşbirliğinin Geliştirilmesi ve Derinleştirilmesine İlişkin
Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/451) (S. Sayısı: 48) (xx)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu, 48 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerine Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Isparta Milletvekili Ali Haydar Öner konuşacaktır…
Şahsı adına söz talebi?
Buradaki söz taleplerini geri çektiniz
herhâlde, yok.
Tasarının tümü üzerinde…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan,
tümü üzerinde Nevzat Korkmaz ama komisyonda, gelecek.
BAŞKAN – Şahıslara da geçtik efendim,
tümünü de geçtik.
Böylece, maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1’inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE ÇİN
HALK CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ ARASINDA İKİLİ TİCARİ VE EKONOMİK İŞBİRLİĞİNİN
GELİŞTİRİLMESİ VE DERİNLEŞTİRİLMESİNE İLİŞKİN ÇERÇEVE ANLAŞMASININ
ONAYLANMASININ
UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) 8 Ekim 2010 tarihinde
Ankara’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında İkili Ticari ve Ekonomik İşbirliğinin Geliştirilmesi ve
Derinleştirilmesine İlişkin Çerçeve Anlaşması”nın onaylanması uygun
bulunmuştur.
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Adana Milletvekili Ümit Özgümüş. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Özgümüş.
Süreniz on dakikadır.
CHP GRUBU ADINA ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Adana) –
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle sizleri sevgi ve
saygıyla selamlıyorum.
Son yirmi yılda dünyada ekonomide en
başarılı ülkelerden bir tanesi, belki de en başarılısı Çin Halk Cumhuriyeti.
Çin Halk Cumhuriyeti, son dönemlerde sürekli olarak ihracatını artıran,
dünyadaki kriz dönemlerinde büyümesini artırabilen nadir ülkelerden bir tanesi
ve uyguladığı ekonomik politikalarla da yaklaşık olarak yılda 200 milyar dolar
dış ticaret fazlası veren bir ülke. Kendi ekonomisini koruyor, kendi tarımını
koruyor ve bunun altında yatan neden de şu: Küresel düşünüp ulusal çıkarlarını
koruyan bir ekonomi politikası uyguluyor. Onun için de sürekli olarak Türkiye
dış ticaret açığı verirken, Çin Halk Cumhuriyeti dış ticaret fazlası vererek
ekonomisini götürüyor.
Türkiye ile Çin dış ticareti sürekli
olarak Türkiye aleyhine açık vermeye devam ediyor. 2002 yılında 1 milyar 100
milyon dolar civarında Türkiye aleyhine olan Türk-Çin dış ticaret açığı, 2010
itibarıyla yaklaşık olarak 18 milyar dolara -18 katına- ulaşmış durumda. Bugün
görüşülecek olan çerçeve anlaşmada ya da Çin Halk Cumhuriyeti’yle yapılacak
olan bütün ikili ticari ilişkilerde bunun, yani Türkiye aleyhine seyreden bu
dış ticaret açığının kapatılması için uğraşılmak zorunda, maddeler bununla
ilgili olmak zorunda ve aleyhimize gelişen bu ticaret giderilmek zorunda.
Ama tabii, sadece Çin’le değil,
dünyanın birçok ülkesiyle yaptığımız ticaret de Türkiye aleyhine gelişmekte ve
doğal olarak da dış ticaret açığı ve cari açık vermeye devam etmekteyiz. Bunun
altında yatan önemli sebeplerden bir tanesi, Türkiye’nin, özellikle
uluslararası ilişkilerde, dış ilişkilerde, yelkeni olmayan, rüzgâra göre
hareket eden bir politika izlemesi. Çünkü hepimiz biliyoruz ki uluslararası
ilişkilerde iyi siyaset ilişkileri, iyi uluslararası ilişkiler ticareti olumlu
etkiler, ticaretin olumlu etkilenmesi de ikili ilişkileri, yani siyaseti
etkiler; birbirini besleyen süreçlerdir. Ama Türkiye, özellikle son dönemlerde,
uluslararası ilişkilerde, bizim aslında anladığımız -ama anlayamadığımız
diyelim- bazı uluslararası ilişkilerden dolayı birçok ülkeyle ilişkisini
bozmuştur.
Bakın, 2003 yılında AKP İktidarı
döneminde 2013 ihracat stratejisi açıklandığında 2013 ihracat stratejisinin
temel noktası komşularla ticaretti çünkü küresel rekabet ortamında artık
nakliye önemli bir maliyet unsuru olmaya başladı. Onun için öncelikle
komşularla ticaret. Komşularla ticaretin doğru yürüyebilmesi için öncelikle
komşularla iyi ilişkilerin kurulması gerekir.
Şimdi, bundan üç ay, dört ay öncesine
kadar Türkiye sıfır sorun politikası uygularken üç ay içerisinde ne oldu da
bütün komşularla kavgalı ve bazı komşularla savaş edecek noktaya geldik? AKP
İktidarının Türkiye Büyük Millet Meclisinde bunları açıklaması gerekir,
açıklanamayan bazı noktalar olabilir ama genel olarak dış politikamızın,
uluslararası ilişkilerin neden bu şekilde birdenbire 180 derece değiştiğini
Türkiye Büyük Millet Meclisine saygı gösterip, Türkiye Büyük Millet Meclisine
açıklamak zorundadır.
Bundan üç ay önce, dört ay önce
Suriye’ye gidip Beşar Esad’ın evinde akşam yemeğine katılıyordu Sayın Başbakan.
Bundan üç ay önce “Beşar Esad benim kardeşim.” diyordu Sayın Başbakan ve bu iyi
ilişkiler doğrultusunda Suriye ile Türkiye arasında vize anlaşmasında
Türkiye-Suriye arasında vize de kaldırıldı, vize şartı da kaldırıldı, serbest
ticaret anlaşmaları imzalandı ve ticaretimiz artmaya başladı. Ama birdenbire,
nereden geldiyse o emir, o emir doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti taşeronluk
yaparak birdenbire Suriye’ye savaş ilan etti tam da ticari ilişkilerimizin
geliştiği dönemde, tam da güneydeki, güneydoğudaki illerimizin o ülkeyle olan
ticaretinin geliştiği dönemde.
Şimdi, değerli arkadaşlar, neden böyle
olduğunu geçen bir konuşmada burada anlatırken AKP’nin o zaman –burada şu anda
bulunmayan- Grup Başkan Vekili oradan laf attı, dedi ki: “Bayrağımızı
yaktılar.” Bayrak yakmak eğer bir ülkeye savaş nedeni sayılıyorsa, söylemesi
ayıptır, gençliğimiz Amerikan bayrağı yakmakla geçti. Sizin gençleriniz de her cuma
İstanbul’da camiden çıktıktan sonra İsrail bayrağı yaktı. Birçok ülkenin
gençleri, birçok yerde protesto ederken birçok ülkenin bayrağını yaktılar. Daha
geçtiğimiz on beş gün, yirmi gün önce İran’da İngiltere bayrağı yakıldı.
Suriye’de Türkiye’nin Bayrağı’nı kimin yaktığı şu ana kadar belli olmadı.
Ajanlar mı yaptı? Serseriler mi yaptı? Orada şu anda ayaklanan Müslüman
kardeşler mi yaptı? Bir provokasyon muydu belli değil. Ama şunu sormak
istiyorum: Bayrağımızın yakılmasına karşı bu kadar duyarlıysanız ve bu kadar
onurlu bir duruş sergiliyorsanız bundan yedi, sekiz sene önce Türk Silahlı
Kuvvetlerinin askerinin ve subayının kafasına çuval geçirildi. Suriye’de bizim
bayrağımızı yakanların kim olduğu belli değil ama askerimizin kafasına çuval
geçirenlerin kim olduğu, kimliğiyle, ismiyle, rütbesiyle, ülkesiyle tamamıyla
belli. Eğer gerçekten bu kadar duyarlıysanız orada niye bu duyarlılığı
göstermediniz? Amerika Birleşik Devletleri’ne savaş ilan etseydiniz. Amerika
Birleşik Devletleri’ne savaş ilan edemiyorsanız İncirlik’i kapatsaydınız.
İncirlik’ten Amerikalıları kovabilseydiniz. Hadi bunların hepsinden vazgeçtik.
ABD Büyükelçisini çağırıp bir kulağını çekebilseydiniz. Öyle olunca bu tür
konularda çok inandırıcı değilsiniz. Yani bugün Türkiye’yle savaş noktasına
gelmiş olan Türkiye’nin şu anda hiçbir gerekçesi yoktur ki Suriye’yle savaş
hâline gelmiş olsun. Burada çocuklarımızın kanı üzerinden bir pazarlık var. O
pazarlığın ne olduğunu biz bilmiyoruz. Bir daha söylüyorum, çocuklarımızın kanı
üzerinden bir pazarlık var. O pazarlığın burada, açık oturumda veya kapalı
oturumda açıklanması gerekir. Aksi takdirde Türkiye, Suriye batağına girecek,
Orta Doğu batağına girecek ve burada özellikle bu tarafa dönerek, vicdanı olan
AKP’li dostlarıma, arkadaşlarıma, milletvekillerime seslenerek söylüyorum ki
Türkiye Orta Doğu batağına girdiği zaman bir daha çıkamaz. Eğer taşeronluk
adına, tetikçilik adına, Batı’nın taşeronluğu adına Suriye’ye girerse, Orta
Doğu’ya girerse orada sadece Suriye’yle savaşmayacak, İran’la savaşacak,
Rusya’yla savaşacak, arkadan Talabani, Barzani’yle savaşacak ve ABD’nin
kendisiyle savaşacak. Ve bunun arkasında gelecek olan şey de merkezî otoritenin
zayıflaması durumunda, silahlı kuvvetlerin orada bataklığa girmesi durumunda
güneydoğu’da bağımsızlık ilanıdır. Bunu da buradan tarihe not düşmek için
söylüyorum. Çünkü dünyada bütün bu ayrılıkçı hareketler ve rejimi değiştirecek
olan hareketler merkezî otoritenin zayıflamasından sonra ortaya çıkar. İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği’nin batısında ve Avrupa’nın ortasında
gelişen hareketleri incelerseniz ne demek istediğimi çok iyi anlarsınız.
Tabii, bu yetmez, yani sadece Suriye’de
ne olduğunu bilmiyoruz, başka yerlerde de ne olduğunu bilmiyoruz.
Örneğin, geçen gün burada konuşmamda
dedim ki: “Cumhuriyet Halk Partisi sıralarından arkadaşlarımız önerge veriyor,
bütçe görüşmeleri sırasında. Muhtarların durumu iyi değil, emeklilerin durumu
iyi değil. Van’da insanlar depremden sonra açlıktan ölüyor, kaynak yok.” Ama
dedim ki: “300 milyon dolar parayı hangi yetkiyle, kimin parasını alıp çanta
içerisinde Libya’ya gönderiyorsunuz?” Değerli arkadaşlar, bakın, o nokta da
karanlık.
Bir, Dışişleri Bakanı öncelikle bir
zafer kazanmış Osmanlı komutanı edasıyla dedi ki:“Oradaki isyancılara 300
milyon dolar para gönderdik.” Temmuz ayında, henüz daha Libya’da hükûmet
varken… Arkasına, Maliye Bakanı burada konuşurken -tutanaklar şimdi odamda-
dedi ki: “O gönderdiğimiz 300 milyon dolar kredidir.” Arkasına, benim konuşmam
üzerine Sanayi Bakanımız konuşması sırasında –yine tutanaklarda var- dedi ki:
“O para kredi değildir. Uluslararası anlaşmalar çerçevesinde Türkiye’de bulunan
Libya’nın parasının blokesinin çözülmesidir.” Birileri doğru söylemiyor.
Hükûmet adına konuşan 3 bakan ayrı ayrı şeyler konuşuyor, bunların da ortaya
çıkması lazım. Eğer, o gerçekten kredi olsa bile orada da bir yanlışlık ve
yalan var çünkü karşınızda şu anda bir devlet yok. Verdiğiniz para, henüz daha
Libya’da bir devlet, bir hükûmet varken oradaki isyancılara verilmiş bir
paradır. Eğer gerçekten orada Kaddafi başarılı olsaydı ve isyancılar başarısız
olsaydı o verdiğiniz 300 milyon doları nasıl geri alacaktınız?
Onun için, şu anda, birçok konuda
olduğu gibi, ekonomide olduğu gibi, özellikle uluslararası ilişkilerde birçok
şey Türkiye’den gizlenmekte, Türkiye gittikçe bir savaş bataklığına doğru
götürülmektedir.
Hepinizi sevgi ve saygıyla tekrar
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Özgümüş.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Isparta Milletvekili Nevzat Korkmaz. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Korkmaz.
MHP GRUBU ADINA S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bazı
milletler, bazı ülkeler vardır ki onlarla ilişkileriniz ne zaman başlamıştır,
kaç yüz yıldır devam edegelmektedir, bunları tespit etmeniz mümkün değildir;
âdeta birinin tarihî yazılırken diğerinin de geçmişini anlatmış olursunuz;
işte, Çin Halk Cumhuriyeti böyle bir ülkedir Türk milleti için.
Türk tarihî adına tespit ettiğiniz en
eski bilgi içerisinde Çin tarihine ait kayıtlar da mevcuttur. Böyle köklü bir
geçmişi paylaşmanın içerisinde ortak acılar, kederler, sıkıntılar ve
sevinçlerle dolu komşuluk ilişkileri vardır; ortak bir iklimi, coğrafyayı
paylaşmak vardır. Onların biz Orta Asya’dan Anadolu’ya göç ederken hatıralarını
taşımışızdır. Çin’e de bizim için son derece kıymetli canlarımızı,
hatıralarımızı, hatta atalarımızın, dedelerimizin mezarlarını emanet
etmişizdir.
Değerli milletvekilleri, her asırda var
olan ve her asırda insanlık tarihini biçimlendiren iki millettir Çinliler ve
Türkler. Bazen biri medeniyetin bayraktarlığını eline almıştır, tarih
yazmıştır, bazen de ötekisi. Bazen biri şarkta, diğeri de Ön Asya ve Batı’da
güç olmuş, insanlık tarihini dizayn etmiştir.
Yakın siyasi tarihimizde Çin ile
diplomatik ilişkilerimiz 4 Ağustos 1971’de başlamıştır. Siyasi ilişkilerin
niteliklerine baktığımızda, bu ilişkiler daha çok bakanlar düzeyinde ziyaretler
şeklinde cereyan etmektedir, bunun da diplomasideki karşılığı, devlet
başkanları ve başbakan düzeyinde olmadığından “düşük yoğunluklu ilişkiler” diye
anılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, hem Çin hem de
Türkiye kendi bölgelerinde ve küresel düzeyde belirleyici, sözü olan ülkeler
arasındadır, böyle de olmalıdır. Tek kutuplu bir dünyanın sorunlarını hep
birlikte yaşıyoruz, tüm dünya yaşıyor. Uluslararası hukuk uzun bir süredir
neredeyse tamamen gücün kontrolünde, gücün belirleyiciliğinde. Tek kutuplu bir
dünyanın lideri Amerika Birleşik Devletleri bu avantajını uzun süre elinde
tutabilmek için kendi gücüne muhalefet edebilecek her ülkeyi, her olayı kontrol
etmeye çalışıyor. Sadece mevcutla yetinmiyor bazen sebep yaratıyor. ABD kendi
gücü karşısında gelecekteki en önemli muhalefetin 1,5 milyar nüfusu ve geniş
coğrafyasıyla dünya ekonomi liderliğine soyunan Çin olduğunu görüyor, hele hele
Çin ve Rusya’nın içinde olduğu bir Şanghay İşbirliği Teşkilatı olduğunu
düşünüyor çünkü dünya nüfusunun neredeyse yarıdan fazlasının küresel düzeyde
yaratılan gelirin önemli bir kısmının bu örgüt içerisinde yer alan ülkelere ait
olduğunu biliyor.
2007’de Bişkek’te yapılan zirvede
dönemin Rusya Devlet Başkanı Sayın Putin’in “Tek kutuplu dünya kabul edilemez.”
sözü teşkilat misyonunu da ortaya koyuyor. Şanghay İşbirliği Teşkilatında ilk
ciddi ABD karşıtı adım 2005’te atılmıştır. Bu toplantıda ABD’ye Orta Asya’daki
askerî varlığını sona erdirme çağrısı yapılmıştır. Bu çağrının sonunda
Özbekistan’daki ABD askerleri ülkeyi terk etmiştir. Ondan sonra herkesin bildiği
hikâye, bölge karışmıştır, karıştırılmıştır, olaylar yüzlerce insanın canına,
ülkelerin huzuruna mal olmuştur.
Bugün olmasa bile yarın karşılaşılacak
tehditlerde bölgesel iş birliği daha da önem kazanmaktadır. Dolayısıyla ülke
yönetimlerinin bu iş birliği zeminin genişletmesi ve geliştirmesi zorunluluğu
vardır. Ülkemiz açısından da bölgesel sorunların çözümünde Çin gerçeğinin ihmal
edilmemesi ve siyasi, ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ve iş birliğinin
güçlendirilmesi gerekmektedir.
Ekonomik ilişkilerimize gelince Çin
Halk Cumhuriyeti Uzak Doğu’daki en büyük ticari ortağımız, ayrıca dünyada
ithalat yaptığımız 3’üncü büyük ülkedir. 99 yılında 1 milyar dolar civarında
olan ticaret hacmi neredeyse 20 kat artmıştır ancak ticaret hacmindeki artış
hep Türkiye'nin aleyhinde cereyan etmiştir. Çin’den ithalatımız ihracatımızın
neredeyse 9 kat önünde yer almıştır. Ekonomik ilişkilerimizdeki en önemli
handikap aleyhimize artan bu dengesizliktir.
Değerli milletvekilleri, 2010
rakamlarına bir göz atarsak ithalat rakamı yaklaşık 17 milyar dolar, ihracat
ise 2 milyar 260 milyon dolar civarındadır, yaklaşık yine 15 milyar dolar
eksideyiz demektir.
Çin’in tüm dünyada en hızlı büyüyen
ekonomi olduğunu, her yıl ekonomisinin 100 milyar dolar civarında dış ticaret
fazlası verdiğini belirtmeliyiz. Serbest piyasa ekonomisiyle planlama sürecini
birlikte yürüten, yabancı sermaye önündeki engelleri kaldıran Dünya Ticaret
Örgütü üyesi Çin’in, kısa bir zaman içerisinde dünyanın en büyük ekonomisi
olacağı aşikârdır. Türkiye'nin hızla büyüyen Çin piyasasını çok iyi etüt etmesi
ve negatif olan dış ticaret dengesini iyileştirmenin ve pazar payını artırmanın
yollarını araması gerekmektedir.
Ayrıca, Batı’nın giriş kapısı olan
Türkiye'nin, Çin için de Batı’ya açılma stratejisinde önemli olduğu da bilinen
bir gerçekliktir. Türkiye ve Çin, Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinde iş
birliği ve yardımlaşmayı başarabilecek iki güçlü ülkedir.
Bu gelişmelerle birlikte söylemeliyiz
ki iki ülke arasında askerî ilişkiler de güçlenmekte ve yoğunlaşmaktadır.
Askerî otoritelerin karşılıklı ülke ziyaretleri devam edegelmektedir.
Değerli milletvekilleri, “Çin” deyince
Tayvan meselesini de gündeminize getirmek ve değerlendirmelerinize arz etmek
istiyorum. Tayvan, 1971 yılına kadar tüm Çin’i temsil eden, Birleşmiş
Milletlerin muhatap kabul ettiği bir ülkedir, 1971’de bu temsil Tayvan’dan
alınıp Çin Halk Cumhuriyeti’ne verilmiştir ve bu statü Türkiye tarafından da
kabul edilmiştir.
35 bin dolar fert başı millî geliriyle
dünyanın en zengin ülkelerinden birisi olan Tayvan’ın Türkiye Cumhuriyeti’nden
bazı talepleri vardır.
Bunlardan biri İstanbul’da bir ticaret
ve kültür ofisi açmaktır. Bu talep Çin Halk Cumhuriyeti’nin tepkisine sebep
olsa da Amerika Birleşik Devletleri’nde 12, Japonya’da 5, Almanya’da 2 ofis
olduğunu ve bu ofisler aracılığıyla ticaret hacimlerini artırdıklarını
biliyoruz.
İkinci talepleri, Türkiye'nin Tayvan’a
doğrudan uçak seferlerinin başlatılmasıdır. Aktarmalı seferler yirmi saati,
yaklaşık bir günü bulabilmektedir.
Üçüncü talepleri ise, Tayvan Türkiye’ye
uyguladığı vize işlemini tek yönlü, tek yanlı olarak kaldırmak istemektedir.
Bugün, dünyada Türkiye’ye vize uygulamayan ülke kalmamıştır. Tayvan, ülkemizle
artan ticaret ve kültürel ilişkilerini geliştirmek için Türk vatandaşlarına uyguladığı
vizeyi kaldırmak ve bununla ilgili olarak yetkililerle görüşmeleri başlatmak
düşüncesindedir. Ankara’nın Tayvan politikası Çin Halk Cumhuriyeti’nin
etkisiyle yavaş ve tedirgin yürümektedir, ancak özellikle ticaret ve kültür
hayatında ülkemize yeni ufuklar açacak Tayvan politikasında ortaya konacak
birtakım gelişmeler Çin Halk Cumhuriyet’iyle aramızdaki ilişkileri de çok
boyutlu hâle getirecektir.
Değerli milletvekilleri, zikrettiğimiz
birçok iş birliği alanı vardır ancak bazı sorunlar da vardır Çin Halk
Cumhuriyeti ile ülkemiz arasında.
En önemli sıkıntı, Çin Halk
Cumhuriyeti’ndeki Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşanan insan hak ve hürriyetlerinin
ihlali problemidir. Uygurların kendi toprakları Doğu Türkistan 1759’da Çin
Mançu İmparatorluğu tarafından işgal edilmiş, o tarihten bugüne kadar da bu
işgali kırabilmek için yüzlerce mukavemet gösterilmiştir. Doğu Türkistan İslam
Devleti, Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti, Doğu Türkistan Cumhuriyeti gibi
tarihte üç devlet kurulmuştur Doğu Türkistan halkı tarafından.
Çin’le yaşanan binlerce yıllık ortak
tarih ve yaşanmışlığa rağmen, Çin’in dönem yönetimleri Doğu Türkistan’ı
egemenliği altında tutmak amacıyla sistemli şiddet politikaları uygulamış,
1949’dan sonra ülkede tesis edilen komünist sistem çok çeşitli enstrümanları
kullanarak, maalesef asimilasyon politikalarını daha sofistike bir boyuta
taşımıştır. 90’lı yıllar boyunca dinî faaliyetler sınırlandırılmış, camiler
kapatılmış, ibadetler engellenmiş, on sekiz yaşın altındakilere din eğitimi
yasaklanmış, eğitimde ateist politikalara geri dönülmüştür. Çin’le binlerce
yıllık ortak geçmişi ve tarihi olan, kendisine Uygur kardeşlerini emanet etmiş
bir Türkiye’yi bu durum son derece üzmekte ve Türk kamuoyunda da Çin’le ilgili
olumsuz imaj oluşmasına sebep olmaktadır. Ancak tüm olumsuz unsurlara rağmen
Türkiye’nin Çin ile yürüyeceği her iki ülkenin menfaatlerine uygun
politikaların var olduğunu biliyor ve bu anlaşmanın da bu amaca hizmet
edeceğine olan inancımızı ifade ediyoruz.
Üzerinde görüştüğümüz anlaşmanın her
iki ülke insanlarına da hayırlar getirmesini temenni ediyor, yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Korkmaz.
Söz talebi yoktur.
Soru yok.
1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.
2’nci maddeyi okutuyorum:
Madde
2 – (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – 2’nci madde üzerine Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Mehmet Günal.
Buyurunuz Sayın Günal. (MHP
sıralarından alkışlar)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Çin
seferine gidenler belli oluyor!
MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya)
– Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Aslanoğlu “Çin seferine
gidenler.” dedi. Doğru söylüyor. Geçtiğimiz ay içerisinde Çin Halk Cumhuriyeti’ne
bir ziyaret gerçekleştirdik. Hem oradaki gözlemlerimizi ve iş birliği
imkânlarını ve yapılması gerekenleri burada kısaca sizlerle paylaşmak için bu
anlaşmayı da bir vesile olarak addediyoruz.
Değerli arkadaşlarım, Çin, son yıllarda
çok fazla konuşulan bir ülke. Yükselen bir güç olarak bütün ekonomi ve siyaset
çevrelerinde tartışılan bir ülke ve ülkemizle ilişkilerini de son yıllarda
biraz daha bu dışa açılma politikasına uygun olarak geliştirmeye çalışan bir
ülke. 1970’lerin sonunda başlayıp 80’lerden itibaren hızlanan ve 2000’li
yıllarda daha da hız kazanan bir dışa açılma politikası, kontrollü bir açılma
politikası izliyor.
Bu çerçevede, tabii ki, soğuk savaş
sonrası dünya düzeninde tek kutupluluktan yeniden çok kutupluluğa doğru
giderken Türkiye’nin de ciddi anlamda incelemesi gereken ve ilişkilerini
geliştirmesi gereken bir ülke.
Ekonomik yapısı, değerli arkadaşlar,
her ne kadar bir komünist parti yönetiminde olsa da bir piyasa ekonomisine
doğru, kontrollü bir şekilde, kamu ve özel sektör ortaklığı içerisinde, devam
ediyor ve bu açılımlara da, son yaptıkları çalışmalarla ve uluslararası
toplantılarla devam ediyorlar. Genel olarak baktığımız zaman, önce ticari
açıdan ve ekonomik açıdan bakarsak…
Sayın Başkanım, arkadaşların çoğu
telefonla konuşuyor galiba. Ben, ciddi anlamda bir uğultuyla konuşuyorum.
BAŞKAN – Buyurun.
MEHMET GÜNAL (Devamla) – Yani,
dinlemeyebilirler ama en azından sükûneti sağlarsak, önemli bir husustan
bahsediyorum, ülkemiz açısından da önemli olan. Onun için, zaten, uluslararası
anlaşma olmasına rağmen söz aldık.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Günal.
MEHMET GÜNAL (Devamla) – Değerli
arkadaşlar, dünyanın, şu anda, geçtiğimiz yıldan itibaren 2’nci büyük ekonomik
gücü hâline gelmiş Çin Halk Cumhuriyeti ve yaklaşık 7 trilyona bu yıl itibarıyla
ulaşması gereken, ulaşması beklenen bir gayrisafi yurt içi hasılası var.
Geçtiğimiz yıl için 5,8 trilyonluk bir gayrisafi yurt içi hasıla var ve her
yıl, 200 milyar dolardan fazla dış ticaret fazlası veriyorlar.
Bizim için, tabii, Türkiye’yle ilgili rakamlara
baktığımız zaman, her ne kadar son yıllarda ciddi anlamda ticaret hacmimizde
toplam olarak artış olsa da, bunun ihracattaki artışa rağmen, her ne kadar
“Genel ihracatta da rekor kırıyoruz.” deyip ithalatımızın çok artması gibi,
maalesef ithalatımız çok daha hızlı bir şekilde artıyor. “Dış ticaret hacmimiz
artıyor.” diye sevinmemiz gerekirken aleyhimize olan açık çok daha hızlı
büyüyor. Bu yıl, çok daha fazla, 16 milyar doların üzerinde bir dış ticaret
açığının, iki ülke arasında olması bekleniyor. Geçtiğimiz yıl, yine, rakamlara
baktığımız zaman, 15 milyar dolarlık bir açık aleyhimize gelişmiş durumdaydı.
Bunun geliştirilmesi gerekiyor.
Bizim yetkililerle yapmış olduğumuz
görüşmelerde, ikili olarak bazı anlaşmaların yapılmaya çalışıldığını, bugün de
onayladığımız ticaretle, ekonomiyle ilgili anlaşmanın da bu çerçevede katkı
sağlayacağını düşünüyorlar. Tabii, burada, gözlemlerimiz sadece ticaretle
ilgili konularda değil, bunun başlıklarına da bakmamız lazım. Acaba hangi
mallarda, hangi ürünlerde ithalat yapıyoruz? Neden bu kadar dış ticaret
açığımız fazla? Bir taraftan ilk on ay itibarıyla bu yıl 18 milyar dolarlık
ithalatımız var, öbür taraftan 2 milyar doları bulmayan bir ihracatımız var, 16
milyar 300 milyon dolarlık da bir dış ticaret açığımız var. Kendileriyle
bunları görüştük. Tabii ki Hükûmetin de çalışmaları olduğunu biliyoruz, Sayın
Çağlayan da girdi tedarik sistemi üzerinde çalıştıklarını söylediler, henüz
bize brifing vermediler, Plan ve Bütçe Komisyonu olarak bekliyoruz o projenin
ne aşamada olduğunu. Çünkü ithal ettiğimiz malların büyük bir kısmı baktığımız
zaman, maalesef Türkiye’de de üretilebilecek olan mallar ama kur rejimindeki
çarpıklıktan ve kur politikasındaki bazı sorunlardan dolayı bu malların büyük
bir kısmını ve öncelikli olarak da Çin’den ithal ediyoruz. Şimdi baktım ben,
ithalatımızdaki ilk on maddeye bakınca büyük ölçüde makineler, cihazlar, bunlar
var ama onun dışında tekstil mamulleri, mamul eşya, oyuncaklar, aletler bunlar
çok aşırı teknoloji gerektiren şeyler değil. Çin’de teknolojik ürünler de var
ama baktığımız zaman ilk on madde içerisinde -ki bunlar yaklaşık 12-13 milyar
dolarını oluşturuyor toplam 18-19 milyar doların- maalesef Türkiye’de de
üretilebilecek olan bazı ham maddeler ve basit ürünler olduğunu görüyoruz. Onun
için bu konunun ivedilikle gözden geçirilmesi ve bu başlatılan çalışmaların
hızlandırılması gerekiyor.
Türkiye’yle ilişkilerinde -az önce
arkadaşlarımız kısaca değindiler- 2009’da başlatılan bir çerçeve anlaşmayla bu
yıl ve önümüzdeki yıl içerisinde de gelişmeler olacak. Bu yıl Türkiye’de “Çin
Kültür Yılı” olarak ilan ediliyor Kültür ve Turizm Bakanlığının
organizasyonuyla, önümüzdeki yıl da yine Çin’de “Türk Kültür Yılı” olacak. Bunu
bir vesile kılmamız lazım. Ben Antalya Milletvekili olarak oradaki yetkililerle
de görüştüm, maalesef Çin’in turizm pastasından biz gerekli payı alamıyoruz.
Yani 50 milyonun üzerinde turist gönderiyorlar. Tabii, Çin’in nüfusuyla
kıyasladığımız zaman, 1,4 milyara yaklaşan nüfus içerisinde ve ekonomik olarak
zengin kitlelere baktığımız zaman ciddi anlamda Çinli turist dünyada farklı
ülkelere gidiyor. Bizim bu kültür yılını bir vesile kılarak turizmle ilgili,
tanıtımlarla ilgili çalışmaları da biraz yoğunlaştırmamız gerekiyor. Buradan
Hükûmetin temsilcisi olarak Sayın Bakana, Sayın Kültür Bakanımız yok ama,
iletmiş olalım. Onlarda da böyle bir beklenti var. Karşılıklı olarak hem
ilişkilerin gelişmesi açısından önemli hem de turizm gelirlerinden pay almamız
lazım.
Öbür taraftan, Çin’in önemli bir kaynak
fazlası var ve 3 milyar dolardan fazla rezervinin 1,5 milyar dolara yakınını
hazine bonolarında ve Amerikan dolarında tutuyor. Yani, şimdi bakıyoruz, biz
sağdan, soldan, küçük ülkelerden, Körfez ülkelerinden kriz olduğu zaman 300-500
milyon dolarlık fon bulduğumuz zaman önemli bir başarı kaydetmişiz gibi
görünüyor. Oysa önümüzde ciddi anlamda tasarruf fazlası olan bir ülke var.
Onlarla karşılıklı anlaşmalarla… Özellikle yurt dışına büyük miktarlarda
yabancı Çin yatırımı gidiyor. Afrika’da, Asya’da, Orta Asya’daki ülkelerde
onlarla bu konuda da ortak yatırımlar yapılması gerektiğini görüştük. Ama tabii
inisiyatifi hızlandırmak ve gerekli çalışmaları yapmak öncelikle Hükûmetin
görevi. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, her zaman olduğu gibi, eğer bu
konuda yapılacak çalışmalar varsa yapıcı, yol gösterici muhalefet anlayışımız
çerçevesinde sizlere bu konularda destek olup, ihracattaki artışı hızlandırmak,
ithalatı da azaltarak dengeli bir hâle getirmek, Çin’le olan dış ticaret
açığımızı kapatmak için ne gerekiyorsa yapacağız. Tabii, turizmle ilgili
yapılacak çalışmalarda sizlere destek olacağız.
Değerli arkadaşlarım, orada, az önce
Sayın Aslanoğlu söyleyince aklıma geldi, önemli ziyaretler de yaptık. Az önce
Kırgızistan Cumhurbaşkanını dinledik, kendisinin söylediklerinden hepimiz duygulandık
ve ayakta alkışladık. Biz de oraya gidince Yusuf Has Hâcib’in, Kaşgarlı
Mahmut’un, Apak Hoca’nın türbelerini ziyaret ettik. Oralarda neler yapıldığını
kitabelerinde, açıklamalarda bir kere daha görmüş olduk. Ama yine Kültür
Bakanlığımızdan özellikle istirham ediyorum; çevre düzenlemesi açısından da
bakıma ihtiyaçları olduğunu görmüş olduk. Belli yerlerde belli çalışmalar
yapıldığını biliyorum, Çin’le ilişkilerdeki hassasiyeti de biliyorum. Ama yine
bu gelişmeleri, “Çin Kültür Yılı” olduğunu ve önümüzdeki yılın da Çin’de “Türk
Kültür Yılı” olacağını bildiğim için, bu çerçevede bu kültür eserlerinin de
beraberce dikkate alınabileceğini, hatta ortak olarak bir Kaşgarlı Mahmut
enstitüsünün kurularak ortak bir araştırma enstitüsü kurulabileceğini düşünüyorum.
Tarihimize olan, geçmişimize olan bir borcumuzdur. Az önce Sayın
Cumhurbaşkanının burada söylediklerini dinlerken tekrar bunları sizlerin de
dikkatine sunma ihtiyacı hissettim. Çünkü, yıllarca gezmiş Kaşgarlı Mahmut
-yirmi yıla yakın, on beş yıldan fazla gezmiş- ilk Türk dilini, lügatini,
ansiklopedisini, coğrafyasını, haritasını, hepsini çıkarmış. Onun için, bunu
bir vesile edelim, bu çerçevede, yapılacak anlaşmalarla bunu da aradan çıkarmış
olalım. Hem Türkiye'nin tanıtımı açısından hem de kendi tarihimize, kültürümüze
olan bir borcu yerine getirmek açısından önemli buluyorum.
İki ülke, yükselen ülkeler olarak çok
kutuplu dünyada bu ilişkileri rasyonel bir şekilde… Türkiye'nin de bölgesinde
lider ülke olması, 2023’te lider ülke olması için bu ilişkilerin
geliştirilmesine destek olacağımızı burada tekrar ifade ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET GÜNAL (Devamla) - İnşallah,
Kırgızistan Cumhurbaşkanının dediği gibi, birlikteliğe vesile olur ve Türk
devletleri de kendi arasında ekonomik ve kültürel birlik kurar diyor, saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Günal.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Isparta Milletvekili Ali Haydar Öner. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Öner.
CHP GRUBU ADINA ALİ HAYDAR ÖNER
(Isparta) – Sayın Başkanım, değerli milletvekillerimiz; iki güzel vecizeyle
Çin’le ilişkilerimize ilişkin görüşlerimi takdim etmek istiyorum. Birincisi,
ünlü Çinli filozof Konfüçyüs. Konfüçyüs ne diyor: “Geçmiş kırgınlıkları
unutmayanlar yeni dostluklar kuramazlar.” diyor. Bir diğeri de Büyük Atatürk:
“Yurtta barış, cihanda barış.” diyor. Gerçekten de Çinlilerle uzun yıllar
komşuluk ilişkileri yaşamışız, dünyanın yedi harikasından biri sayılan Çin
Seddi’nin yapılmasına vesile olmuşuz. Ama geçmiş kırgınlıkları çoktan unuttuk,
yeni dostluklar kurma sürecine girdik. O süreci, bütün dünya ülkeleriyle olduğu
gibi Çin’de de bazı sorunlara karşın
yaşıyoruz.
Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal
Atatürk de “Yurtta barış, dünyada barış.” diyerek, bu barış kapsamına dünyanın
bütün uluslarını dâhil ediyor ki Çin 1,3 milyar nüfusuyla dünyanın en kalabalık
ülkesi ve ekonomisi itibarıyla da dünyanın ikinci büyük ekonomisi.
Dünyanın 2’inci büyük ekonomisi
yaklaşık 1,2 trilyonluk ihracat, 1,03 dolarlık da ithalat yapıyor. Türkiye’nin
payı Çin ithalatında, Çin’in aldığı mallar itibarıyla binde 1, Türkiye’ye
yaptığı ihracat itibarıyla yüzde 1 yani çok büyük bir açık var dış ticaret
dengesinde. Buna karşın, son yıllarda gelişen olumlu ilişkiler de var.
Özellikle bakanlarımız, Türk işadamlarının seyahatleri, bir yandan dostluk
ilişkilerini, siyasal ilişkileri pekiştirirken, bir yandan da ticari ve
ekonomik potansiyeli artırıyor.
Çinliler de Türkiye’nin stratejik
konumunu, Orta Asya ve Balkanlardaki yerini, Orta Doğu’daki yerini biliyorlar.
Soydaş cumhuriyetlerle iyi ilişkiler kurmanın yollarından biri de Türkiye’yle
olan ilişkilerini daha iyi konuma getirmek.
Biraz önce Kırgızistan Cumhurbaşkanımızı
çok sıcak duygularla dinledik. Kırgız kardeşlerimiz Ruslarla ilişkilerini
geliştiriyorlar çünkü günümüz dünyası, ticari ilişkileri geliştirmek,
yurttaşların ekonomik refah düzeyini yükseltmek.
Avrupa’da, Avrupa Birliğinde onca
uğraşılarımıza karşın istediğimiz ilerlemeyi sağlayamıyoruz. Gümrük kapılarında
“Others” denen muamele gururumuzu çok
incitiyor ancak soydaş cumhuriyetlerde ve Çin’de daha sıcak karşılanıyoruz.
2012 Türkiye’de “Çin Kültür Yılı” olarak iyileşmeleri artıracak, 2013 yılı da
Çin’de “Türkiye Yılı” olarak sempatik duyguları, ticari ve ekonomik ilişkileri,
siyasal yaklaşımları olumlu etkileyecek.
Çin’in Güvenlik Konseyi üyesi olduğunu
dikkate alırsak Çin’le ilişkilerimizi iyileştirmenin siyasal alanda da çok
olumlu etkiler yaratacağını değerlendirebiliriz.
Çin’in özgün bir ekonomik modeli var.
Kendilerine “Halk Cumhuriyeti” diyorlar, “Komünist Çin” diyorlar ancak özgün
ekonomik modelleri, kapitalist yaklaşımların bütün özelliklerini taşıyor. O
bakımdan, Türk yatırımcıların Çin’de, Çinli yatırımcıların Türkiye’de yatırım
yapmaları iki ülke açısından da yararlı görünüyor.
Son yıllarda Sincan Uygur Özerk
Bölgesi’nde bazı olumsuzluklar yaşadı soydaşlarımız. Çin Hükûmetinin, Çin
devlet yetkililerinin bu konuda daha duyarlı olmalarını bekliyoruz çünkü
oradaki soydaşlarımız çok uzun yıllar Marksist rejimin baskısı altında din ve
vicdan özgürlüğünden yoksun kaldılar. Daha sonraki süreçte de provokatif
eylemler nedeniyle ciddi sorunlar yaşadılar, çok sayıda soydaşımız hayatını bu
ortamda kaybetti.
Bu konuda gerek Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmetimizin gerekse Çin yetkililerinin karşılıklı iç ilişkilerine karışmamak
koşuluyla fevkalade dikkatli bir diplomasi sergilemelerine ihtiyaç var. Oradaki
soydaşlarımız bir yandan din ve vicdan özgürlüklerini kullanmak durumundalar
bir yandan da demokratik haklarında kısıntıya uğratılmamaları lazım, hele hele
insan haklarından yoksun bırakılmamaları insani bir zorunluluk.
Çin’de Türk sanayi bölgesi kurulmasına
ilişkin yaklaşımlar var. İkili ortak ilişkilerin geliştirilmesine ilişkin çok
sayıda henüz onaylanmamış sözleşmelerimiz var. Bugün yüce Meclisin takdiriyle
onaylanmasını beklediğimiz ve desteklediğimiz sözleşmeyle de bu ilişkilerin
olumlu etkileneceğini düşünüyoruz. Çin pazar arayışında. Yurt dışında nereye
giderseniz gidin Çinli yurttaşları dünyanın bütün ülkelerinde tıpkı Japonlar
gibi boyunlarında kamera, ellerinde fotoğraf makinesiyle çalışırken
görüyorsunuz.
Bakan düzeyinde ilişkilerimizin
yoğunlaşması, Başbakan ve Cumhurbaşkanı düzeyinde de seyrek olan ilişkilerin
artması Türk-Çin ticaret iş birliğini ve siyasal ilişkileri olumlu
etkileyecektir diye düşünüyoruz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde sık sık
stratejik ortağımız dediğimiz ülkelerle ters düştüğümüz oluyor veya stratejik
ortağımız dediğimiz ülkeler bizi olumsuz ilişkilere zorluyor; tıpkı İran’la
ilişkilerimizde olduğu gibi, Suriye’yle ilişkilerimizde olduğu gibi. AB’ye ya
da ABD’ye bağımlılık yerine alternatif iş birlikleri aramamız Türkiye
Cumhuriyeti adına da, yüce Türk milleti adına da olumlu sonuçlar verecektir.
Biz, Orta Asya’dan Anadolu’ya gelirken Çinlilerle kavgalıydık ama o kavga
ortamı geride kaldığına -Konfüçyüs’ün dediği gibi- geçmiş kırgınlıklar unutulup
yeni dostluk arayışına girildiğine göre Çinlilerle de bu ilişkilerimizi
artırmalıyız. Özellikle ham madde ihracı bakımından yoğunlaştığımız ancak mamul
madde ithalatı bakımından da olumsuz dış ticaret açığına düştüğümüz Çin’e daha
fazla ürün satmanın yollarını bulmalıyız. Özellikle Türkiye’de mermer ihracatı
bakımından -kütük mermer ihraç ediyoruz- bunu işlenmiş mermere dönüştürürsek
son yıllarda mermer piyasasında haklı bir yer alan Isparta adına da, Afyon
adına da, Türkiye adına da olumlu bir iş birliği yapmış oluruz. İnce dilimler
hâlinde ihraç edeceğimiz mermerler, Türkiye açısından ihracat açığını kapatma
olanağını bize sağlayabilecektir diye düşünüyorum. Çinlilerin Türkiye’de tarıma
ve otomotive yönelik yatırımları da artıyor.
Bu anlaşmanın, iki ulus adına da, iki
ülke adına da yararlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP,
AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Öner.
Söz talebi? Yoktur.
2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- (I) Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına, Iğdır Milletvekili Sinan Oğan.
Buyurunuz Sayın Oğan. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA SİNAN OĞAN (Iğdır) –
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti arasında İkili
Ticari ve Ekonomik İşbirliğinin
Geliştirilmesi ve Derinleştirilmesine İlişkin Çerçeve Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında söz almış
bulunuyorum, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Çin bildiğiniz
gibi dünyada yükselen bir güç ve Çin bu gücünü kendi stratejisi çerçevesinde
akıllıca kullanıyor. Çin yükseldikçe ekonomik ve siyasal etkisini artırıyor.
Peki bakmak lazım, Çin’in ekonomik ve
siyasal etkisi öncelikle hangi coğrafyada artıyor? Bugün yüce Meclisimizde,
Gazi Meclisimizde Türk dünyasının önemli ülkelerinden birisi Kırgızistan
Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev bir konuşma yaptı ve bu konuşmasında Sayın
Cumhurbaşkanı Türk dünyasına vurgu yaptı. Gönül isterdi ki Kırgızistan
Cumhurbaşkanı Sayın Atambayev’in Türk dünyasına yaptığı vurguyu Adalet ve
Kalkınma Partisi Hükûmeti de yapsın. Sadece bir örnek vermek istiyorum. Sayın
Dışişleri Bakanı yeni Hükûmetin kurulduğu günden bugüne kadar örneğin daha Azerbaycan’a
gitmiş değildir değerli milletvekilleri.
Türk dünyası maalesef bu Hükûmet
döneminde âdeta göz ardı edilmiştir. İnşallah Sayın Almazbek Atambayev’in bu
konuşmasından sonra Hükûmetimiz de Türk dünyasına ilgi gösterir çünkü siz ilgi
göstermediğiniz takdirde, siz Arap coğrafyasının dehlizlerinde kaybolup
gittiğiniz süre içerisinde Çin Türk dünyasında, Çin maalesef Orta Asya’da
ekonomik ve siyasi etkisini her geçen gün artırmaktadır.
Elbette ki birçok ülkeyle olduğu gibi
Çin’le de ekonomik ve ticari ilişkilerimizin geliştirilmesine biz de taraftarız
ancak bunu yaparken Çin’in âdeta bir yayılmacı ülke gibi davranmasının da
karşısında olmamız gerekir. Bugün, Orta Asya Türk cumhuriyetleri, Türkiye’nin
en önemli misyon coğrafyasıdır ama Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde Türkiye’den
daha fazla Çin’i görmekteyiz. Bugün, Afganistan’da Çin yatırımları, orada
işgalci olan Amerika’dan bile daha fazla durumdadır. Biz, Afganistan’ı
kendimize en yakın ülkelerden birisi olarak görüyoruz ama bizim oradaki ekonomik
ve ticari yatırımlarımız Çin’in çok gerisinde kalmıştır maalesef.
Tabii Çin’le ekonomik ve ticari
ilişkilerimizi geliştirmek önemli ancak bir şeyi unutmamamız lazım: Çin ile
ilişkilerimizde Doğu Türkistan bizim her zaman hassasiyet göstereceğimiz bir
konudur. Doğu Türkistan meselesi sadece lafta kalmamalıdır. Bugün, içinde
bulunduğumuz yıl itibarıyla, Türkiye’de “Çin Yılını” çeşitli vesilelerle
kutlayacağız tabiri caizse, önümüzdeki yıl da Türkiye’de “Çin Yılı” kutlanacak.
Bu vesileyle Doğu Türkistan’ın, Türkiye ile Çin arasında bir köprü rolü
oynamasını mutlaka hayata geçirmek lazım. Bu, hem Türkiye tarafından hem Çin
tarafından ifade ediliyor ancak ifadenin ötesine geçmiyor maalesef. Doğu
Türkistan’ın sorunlarını, Çin ile her türlü görüşmelerimizde mutlaka gündemin
bir maddesi olarak oraya koymak lazım. Bu, elbette ki Çin’in iç işlerine
karışmak değildir. Biz Doğu Türkistan’la aynı etnik kökenden geliyoruz, aynı
dili konuşuyoruz, aynı inanca sahibiz. Bizim orada elbette ki bir
hassasiyetimiz olacaktır. Biz, elbette ki başka ülkelerin iç işlerine
karışmayacağız ancak Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin de suçsuz bir şekilde
hapse atılmasına, Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin de orada baskı görmesine
sessiz kalmayacağız. Türkiye’nin coğrafyasının neredeyse 2 katı büyüklüğündeki,
2,5 katı büyüklüğündeki Doğu Türkistan’ın, Çin ile ilişkilerimizde mutlaka ve
mutlaka bir köprü noktasına, bir köprü konumuna getirilmesi lazım. Bu
çerçevede, Türkiye’de 2012 yılında yapılacak her türlü etkinlik içerisinde
mutlaka Doğu Türkistan’ın da bulunmasına özen göstermemiz lazım. Biraz önce
partimiz adına konuşan Sayın Günal ifade etti. Ben tekrar altını çizmek
istiyorum. Özellikle Kültür Bakanlığımıza bu çerçevede büyük iş düşmektedir.
Sadece ve sadece Çinli heyetleri davet edip, sadece ve sadece Çinli sanatçıları
davet edip siz eğer Doğu Türkistan’a sırtınızı dönerseniz Çin bundan cesaret
alarak elbette ki Doğu Türkistan’a baskı uygulamaya devam edecektir. Bu
çerçevede biz Çin’le ilişkilerimizi geliştirelim, buna diyecek bir sözümüz yok,
Çin dünyanın önemli ülkelerinden birisidir ama bunu yaparken Doğu Türkistan’ı
göz ardı etmememiz lazım. Bu, haddizatında Türk-Çin ilişkilerinin
geliştirilmesinde doğru kullanıldığı takdirde katkı dahi yapabilecektir. Biz
eğer Doğu Türkistan’ı sözde değil, gerçekte bir köprü konumuna getirirsek bu
hem Doğu Türkistan’ın refahının artmasına sebep olacaktır hem de Türk-Çin
ilişkileri bu çerçevede sorunsuz bir şekilde gelişecektir.
Tabii, Çin’in ucuz iş gücü, Çin’in
birtakım devlet desteğiyle birtakım ürünleri Türkiye'den daha ucuza mal
ettiğini biliyoruz. Bizim Çin’le ilişkilerimizi geliştirirken bunun tek taraflı
olmamasına da özen göstermemiz lazım. Türkiye'de birçok üreticimiz Çin’in
ürettiği ucuz mallardan, kalitesiz mallardan çok daha iyisini üretirken,
maalesef Türkiye'de aynı alanda üretim yapan iş yerleri Çin’in bu şekildeki mal
ve ürünlerinin de baskısı altındadır. Biz öncelikle kendi üreticimizi, kendi
sanayicimizi, Türkiye işletmelerini korumak durumundayız. Ucuz Çin mallarının o
anlamda Türkiye'ye girişinde kapılarımızı sonuna kadar açmamalıyız. Birçok ülke
bu korumayı, koruma tedbirlerini uyguluyor. Birçok ülke Çin mallarının kendi
ülkesine girişinde birtakım kısıtlamalar getiriyor. O çerçevede, Türkiye'de
üretilmeyen ürünler tabii ki gelsin burada, Çin ürünleri gelsin o anlamda ama
eğer Türk üreticisi aynı şeyi üretiyorsa, eğer bir Türk sanayicisi aynı ürünü
üretiyorsa bizim önceliğimiz elbette ki buradaki üreticimizin korunması
olacaktır. Bu çerçevede Hükûmetin maalesef herhangi bir çabasının, herhangi bir
hazırlığının olmadığını görmekteyiz. Nitekim, hangi pazara, hangi şehre
giderseniz gidin bir Çin pazarının, âdeta bir Çin malları çöplüğünün oluştuğunu
görmektesiniz. Dolayısıyla, Çin ile ilişkilerimizi geliştirelim, buna bir
sözümüz yok, ama kendi üreticimizi de mutlaka bu çerçevede koruyalım, kendi
ürünlerimizi de bu çerçevede koruyalım değerli milletvekilleri.
Şunu da unutmamak lazım: Çin önümüzdeki
on yılların büyük ülkelerinden birisi olacaktır. Çin belki şimdi dünyadaki
birçok hadiseye; Çin’in zaten, 2020 yılına kadar Amerika Birleşik Devletleri’ni
ekonomik ve siyasi olarak yakalama ve hatta geçme projesi çerçevesinde,
dünyadaki birçok hadiselere doğrudan katılmadığını görmekteyiz. Ancak unutmamak
lazım ki Çin, Türk coğrafyasından Afrika’ya kadar birçok ülkede altyapıyı
oluşturmakla meşguldür. Bu çerçevede, öncelikle Çin’in Afrika’daki
yatırımlarının, Çin’in Afrika’daki girişimlerinin iyi takibi lazım, Çin’in Orta
Doğu’da ne yapmaya çalıştığını iyi okumak lazım ama her şeyden önemlisi Çin’in
Türk dünyasında ne yaptığının iyi takibinin yapılması lazım.
Değerli milletvekilleri, Şangay
İşbirliği Örgütünün bu çerçevede iyi takip edilmesi lazım. Sayın Dışişleri
Bakanımız Türk dünyasına ayıracak vakit bulamıyor, bunun farkındayız ama o Türk
dünyası, şimdiye kadar yetmiş yıldır Sovyetler’in esareti altında olan o Türk
dünyası şimdi bağımsızlığını kazanmıştır. Sovyetler’in askerî ve siyasi baskısı
altında olan Türk dünyası yarın Çin’in ekonomik ve siyasi baskısı altına
girebilir. Bunu da burada uyarmayı bir görev olarak addediyorum.
Değerli milletvekilleri, Türk-Çin
ilişkilerinin geliştirilmesi ve bu çerçevede bu kanunun onaylanmasının
yanındayız ama son olarak şunu ifade etmem lazım: Uygur meselesinin, Doğu
Türkistan meselesinin de mutlaka Çin ile bütün görüşmelerimizde bizim
gündemimizin önemli maddelerinden birisi olması gerektiğinin tekrar altını
çiziyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Oğan.
Söz talebi yoktur, soru-cevap yoktur.
3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik oylama
cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında İkili Ticari ve
Ekonomik İşbirliğinin Geliştirilmesi ve Derinleştirilmesine İlişkin Çerçeve
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama
sonucu:
“Kullanılan
oy sayısı : 218
Kabul :
218 (x)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Fatih Şahin Mine
Lök Beyaz
Ankara Diyarbakır”
Böylece, tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
Sayın milletvekilleri, 4’üncü sırada
yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Terörle Mücadele Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
4.-
Türkiye Cumhuriyeti ile Irak Cumhuriyeti Arasında Terörle Mücadele Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/379) (S. Sayısı: 3)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
5’inci sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Güvenlik
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız.
5.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Güvenlik
İşbirliği Antlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/381) (S. Sayısı: 4)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
6’ncı sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Ürdün Haşimi Krallığı Hükümeti Arasında Gümrük
Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız.
6.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ürdün Haşimi Krallığı Hükümeti Arasında Gümrük
Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/412) (S.
Sayısı: 5) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu, 5 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerine Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Kocaeli Milletvekili Haydar Akar konuşacaktır. (CHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Akar.
CHP GRUBU ADINA HAYDAR AKAR (Kocaeli) –
Evet, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; söz verdim dün size, Kartepe’den
her seferinde bahsedecektim ama Kartepe’den bahsetmeyeceğim, Kandıra’dan da
bahsetmeyeceğim. İki belediyeden bahsetmeyeceğim çünkü İçişleri Bakanı yok.
İçişleri Bakanının olduğu her toplantıda, her birleşimde Kartepe Belediyesini
ve Kandıra Belediyesini getireceğim, bunu bilin. Şimdi, Ürdün konusunda
konuşacağız.
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Ürdün
Haşimi Krallığı Hükûmeti Arasındaki Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı
Yardım Anlaşması’na ilişkin Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, komşularının aksine
petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olmayan Ürdün’ün ekonomisi çevre
ülkelerle yapılan ticarete dayanmaktadır. Tarih boyunca ticaret, barışı
korumanın en büyük güvencelerinden birisi olmuştur. Bu açıdan
değerlendirildiğinde Ürdün-Türkiye ilişkileri büyük önem arz etmektedir. Coğrafya
itibarıyla çok stratejik bir bölgede bulunan Ürdün ile ilişkilerimizi hem
siyasi hem ekonomik açıdan geliştirmenin hem Türkiye’ye hem Ürdün’e hem de
bölgeye büyük yarar sağlayacağı açıktır. Ayrıca, Ürdün’de bulunan Akabe Özel
Ekonomik Bölgesi Türk firmaları için önemli bir yatırım olanağı da sunmaktadır.
Bütün bunlar değerlendirildiğinde, imzalanan karşılıklı yardım ve iş birliği
anlaşması daha da önemli hâle gelmektedir. Bölge ülkeleri arasında imzalanan
her türlü ticari, siyasi ve karşılıklı yardım anlaşması Orta Doğu’da barışın
korunması için önemli rol oynayacaktır. Bu anlaşmanın her iki ülkeye de hayırlı
olmasını yürekten diliyorum.
Değerli milletvekilleri, Ürdün
Krallığı, kurulduğu 1946’dan bu yana, Batı’yla sıkı ilişkileri olan, iç
istikrarını korumak adına denge politikası izleyen bir ülke olagelmiştir ancak
Ürdün’ün gerek ekonomisini gerek dış politikasını belirleyecek temel konu
Filistin’in geleceğiyle yakından ilişkilidir. İsrail’in baskısından kaçan,
İsrail’in işgal ettiği topraklardan Ürdün’e sığınan ve yıllardır orada yaşayan
çok sayıda Filistinli vardır. Ürdün, mülteci olan Filistinlilere yasal
vatandaşlık hakkı tanıyan tek Arap ülkesidir. Ürdün ile Filistin sorununun
birbirinden ayrılmayacak denli iç içe geçmiş olduğunu bu da göstermektedir. Filistin
sorununda yaşanan her kriz Ürdün’ün hem iç hem de dış politikada güvenliğini
tehdit etmiştir. Diğer yandan, Irak’ın işgali sonrasında yaklaşık 1 milyon
Iraklı da Ürdün’e göç etmiş, bu, zaten var olan ekonomik ve sosyal sorunları da
artırmıştır. 1994 yılında İsrail’in imzaladığı barış anlaşması ve sonrasında bu
ülkeyle yakınlaşması, ülkedeki Filistin kökenli vatandaşların sert
muhalefetiyle karşılaşmıştır. Nüfusunun neredeyse yarısı Filistin kökenli
yurttaşlardan oluşan Ürdün, bu gelişmelerin sonucunda, 2009 yılında seçimle iş
başına gelen meclisin feshi ile karşı karşıya kalmıştır. Zaten sakat olan
demokrasisi tamir edilemez bir yara daha almıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Orta Doğu’nun tarihi kanlı bir tarihtir, bir şiddet tarihidir. Son zamanlarda
ülkemizde de hızla bu şiddet tarihi içine yuvarlanmaya çalışılıyor. Orta
Doğu’yu yeniden biçimlendirmek isteyenler, bunu sağlayabilmek için Türkiye
üzerinde kurgular yaratıyorlar. Bölgeyi giderek istikrarsızlığın, savaşın ve
kanın içine doğru itiyorlar. Bütün bunlar bir arada değerlendirildiğinde,
bölgede ortaya çıkacak herhangi basit bir çatışmanın dahi büyük bir yıkıma yol
açacağını görmek mümkündür.
Değerli arkadaşlar, peki, bütün bunlar
olurken Türkiye ne yapıyor? Sayın Bakan “sıfır sorun” diye bir yaklaşım attı
ortaya ancak bu anlayış ortaya döküldüğünden bu yana olanlara bir bakalım.
Sıfır sorun dönüştü sıfır ilişkiye, bütün komşularımızla ilişkilerimiz soğuk
savaştan bu yana bu denli sorunlu olmamıştı. Suriye’yle kavgalıyız. Irak
konusunda elimizden hiçbir şey gelmiyor, olayları bir seyirci gibi kıyıdan
izliyoruz. İran, füze kalkanı yüzünden Türkiye’yle ilişkileri askıya almak
üzere. Suriye’yle ilişkilerimiz, dış politikada ne denli savruk olduğumuzun
açık bir göstergesini oluşturmaktadır. Çok kısa bir süre öncesine kadar gerek
siyasi gerek ekonomik ilişkilerimiz zirvedeydi. O zaman da Suriye’de hak
ihlalleri vardı, o zaman da Suriye rejimi bugünküyle aynıydı, o zaman da
Suriye’de muhalefet üzerinde yoğun baskı vardı. Bu kadar süre içerisinde ne
değişti de ilişkiler bu hâle geldi, ne değişti de Türkiye'nin dış politikasında
böylesine savrukluk yaşandı? Şunun tespit edilmesinde büyük fayda görüyorum: Türkiye
“sıfır sorun” politikasıyla oyun kurucu olmak için çıktığı yolda oyunu
dışarıdan seyreder bir hâle gelmiştir. Bu yalnızca komşularımızla böyle
değildir, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizin durumu da ortadadır. Avrupa Birliği
hayali neredeyse tükenmiştir. Fransa Cumhurbaşkanı Ermenistan’a gidip Türkiye
hakkında olmadık şeyler söyleyebilmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
elbette Türkiye kabuğuna çekilip çevresindeki sorunları görmezden gelmemelidir,
elbette kendi kaderini de belirleyecek olan bölgedeki sorunlara kayıtsız
kalmamalıdır ama bunlar yapılırken hata da yapılmamalıdır. Dış politika hata
kaldırmaz. Bu nedenle, dış politika, gerçeklikler ve gerçekliklere dayanan
bakış açılarıyla yapılır. Eğer dış politikada bugün dediğiniz yarın dediğinizi
tutmuyorsa, dün “NATO’nun Libya’da ne işi var?” deyip ertesi hafta buna
katılıyorsanız, Mısır’da meydanlarda demokrasiden dem vurup Suudi
Arabistan’daki rejimi görmezden geliyorsanız, Sudan’daki kanlı rejimle bir
sorunumuz yokken Suriye’deki rejime çatıyorsanız ortada bir inandırıcılık
sorunu var demektir. Eğer böyle bir dış politikanız varsa hata yapıyorsunuz
demektir. İşte böyle bir hata İsrail’in Gazze ablukasını meşrulaştırmasına
neden olmuştur, işte böyle bir hata Irak’ta büyük petrol şirketlerinin girdiği
ihaleye Türkiye Cumhuriyeti’nin sokulmaması demektir, işte böyle bir hata 3
milyonluk Ermenistan’ın Avrupa’da daha kabul görmesi demektir, işte böyle bir
hata Libya’da Fransızların yüzde 35 pay alması demektir, işte böyle bir hata
Suriye’de Türkiye’nin yalnızlaştırılması demektir.
İsrail’le ilişkilere döndüğümüzde,
yalnızca Mavi Marmara katliamını yapan, uluslararası sularda 9 vatandaşımızı
katleden İsrail’in yaptığı yanına kalmamıştır, insanlık dışı Gazze ablukası
için İsrail’in arayıp da bulamadığı dayanak Birleşmiş Milletlerin raporuyla
âdeta İsrail’e altın tepsi içinde sunulmuştur. Bu konuda “Böyle bir şey
beklemiyorduk, rapor yanlıdır.” gibi açıklamalar kabul edilemez niteliktedir.
Dış politikada söz uçar, yazı kalır. Türkiye o raporun altına imzasını attığı
anda İsrail kazanmış demektir. O saatten sonra meydanlara çıkıp İsrail’i yerden
yere vurmanın bir anlamı yoktur. Hatta bu durumu bir zafer gibi sunmaya
çalışmak gerçeklerle örtüşmemektedir.
İsrail’le bununla da bitmiyor
arkadaşlar. İsrail’in, biliyorsunuz, Akdeniz’de Güney Kıbrıs’la birlikte bir
petrol arama macerası var, aslında Güney Kıbrıs’ın var. Orada da aynı hataları
yaptık, “Aratmayız.” dedik, “Savaş gemilerimizi yollarız.” dedik, yollaya
yollaya bir Piri Reis’i yolladık. İçinizde de bu Piri Reis’in adresini bilen
yoktur. Ama İsrail petrol aramaya devam ediyor, şimdi sonlandırdılar, daha
sonra doğal gazlarını çıkartacaklar ve sevk edecekler Güney Kıbrıs’la birlikte.
Orada da bir hata yaptık arkadaşlar, orada da bir hata yaptık. Özel bir şirket,
Akdeniz’de sismik araştırmalar yapıyor ve Akdeniz’de kıyısı olan ülkelere
satıyor bu araştırmaları. Bu araştırmaları alan üç tane ülke var; Mısır, İsrail
ve Güney Kıbrıs. Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti bu
araştırmaları satın almıyor.
Sonuçta, bu araştırmalardan sonra,
Güney Kıbrıs, bölgedeki ülkelerle ekonomik zone anlaşması yapıyor. Türkiye
hiçbir ülkeyle ekonomik zone anlaşması yapmadığı için bize yutturulmaya
çalışılan “Shell ile Akdeniz’de petrol arıyoruz.” hikâyesi de tamamen
Türkiye'nin kendi kara sularında aramış olduğu bir petrol işidir, onun dışında
başka bir şey yoktur. Tamamen devre dışı bırakıldık Akdeniz’de. İşte bu da dış
politikadaki hatalarımızın bir örneğini göstermektedir.
Değerli milletvekilleri, dış politika
da hata kaldırmadığı gibi çelişki de kaldırmaz. Füze kalkanı böylesi bir
çelişkiyi açık seçik ortaya koymaktadır. AKP Hükûmeti, kimseye danışmadan,
halkın tepkilerine kulak asmadan NATO’yla bir anlaşma imzaladı. Aslında NATO
ile anlaşma imzalandığı söyleniyor. NATO ile anlaşma imzalanmadı, Amerika
Birleşik Devletleriyle imzalandı. Evet, bir NATO ülkesiyiz. NATO, gerçekten
bize füze kalkanı kurmamız gerektiğini söylüyorsa ve NATO’da böyle bir karar
alınmışsa bu yapılabilirdi belki ama bu anlaşma NATO ile imzalanmamıştır. Bir
kez daha söylüyorum, Dışişleri Bakanı buradayken de sorduk, daha önce soru
önergeleriyle sorduk, Malatya Milletvekilimiz Veli Ağbaba defalarca sordu, NATO
ile anlaşma imzalanmamıştır. Eğer imzalandığını iddia ediyorsanız buradayız. Amerika
Birleşik Devletleriyle anlaşma imzalanmıştır, bir kez daha yineliyoruz,
ülkemizi İran ile karşı karşıya getiren, Türkiye’yi ve Türk halkını hedef
tahtasına koyan bir füze kalkanı anlaşması.
Peki, bu kalkan kimi korumak için?
Filistin’de, Gazze’de, Celile’de, Sabra ve Şatilla’da insanları acımasızca
öldüren İsrail’i korumak için. Eğer böyle olmasaydı İran füzelerini bize
yöneltmezdi, eğer böyle olmasaydı Suriye füzelerini bize yöneltmezdi.
Arkadaşlar, Amerika’nın taşeronluğunu yapmaktan vazgeçelim. Türkiye’nin
geleceği, bölge ülkelerinin geleceği için bölgede daha istikrarlı bir
politikanın savunucusu olalım.
Sayın Başbakan, Sayın Dışişleri Bakanı
diyor ki: “Bu savunma kalkanı İsrail için değildir.” İran’dan atılacağı
varsayılan füzelerin menzili Türkiye dışında hangi NATO ülkesine ulaşacak ki
NATO üyelerini korumak için bu kalkan oluşturuluyor. Çünkü İran’dan kalkan
füzeler, bu füze kalkanı sonucu oluşturulan kalkanların Türkiye coğrafyası
üzerinde vurulmasına neden oluyor. Yani eğer bir füze gelecekse ve Türkiye’yi
koruyacaksa, Türkiye coğrafyası üzerinde koruyacak ama İsrail’i koruyacaksa, bu
füzeler kalktığında Suriye üzerinde veya İsrail’e ulaşmadan imha etmek, vurmak
mümkündür, bu füze kalkanları ile. Demek ki bizi korumuyor, zaten Türkiye’nin üzerine
kadar geliyor bunlar. Soruyoruz: “Hangi NATO ülkelerini korumak için?” diyoruz.
Amerika’yla imzaladık çünkü NATO ülkesini de korumaya yönelik değil, tamamen
İsrail’i korumaya yöneliktir.
İşin doğrusu, bu savunma kalkanı
İsrail’i korumak içindir, bu radar sistemi İran’a karşıdır. Bunu bütün dünya
bilirken gerçekleri bu kadar çarpıtmak “Bu sistem İran’a karşı değildir, bu
sistem İsrail’i korumak için değildir.” demek halkı kandırmaktan başka bir şey
değildir. Eğer dedikleriniz ve yaptıklarınız arasında bu kadar büyük bir uçurum
varsa dış politikanız güven veren bir politika değildir. Mısır’da meydanlara
çıkıp İsrail’i yerden yere vuran bir ülkenin Başbakanı böyle bir anlaşmanın
altına imza atmaz, atmamalıydı. Bu, açık bir çelişkidir.
Değerli milletvekilleri, dış
politikamızın en önemli sorunlarından birini de Kıbrıs oluşturmaktadır.
Bakınız, Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail’in yardımıyla, bir Amerikan şirketiyle
birlikte petrol arama çalışması yapıyor, biraz evvel bahsettim. Biz buna haklı
olarak karşı çıkıyoruz ancak bu konuda bize destek veren bir tane bile ülke
yok. Sorun yaşadığımız ülkeleri bir kenara bırakalım, müttefikimiz olan ülkeler
bile haklı olduğumuz bu konuda bizim yanımızda yer almıyor. “Arap Baharı”
sırasıyla desteklediğimiz ülkeler bize değil Güney Kıbrıs’a destek veriyor. Bu
kadar desteği arkasına alan Kıbrıs Rum Rejimi istediği şeyi dilediği gibi
yapıyor, bizimse elimiz kolumuz bağlı öylesine seyrediyoruz. Bu, dış
politikamızın nedenli yetersiz kaldığının açık bir göstergesidir.
Bu duruma iki ay içinde gelinmedi. Dış
politikaya bakış açımızı değiştiriyoruz. Bu süreç “Daha proaktif bir politika
izleyeceğiz.” diye yola çıktığımız zaman başladı. O dönemde Cumhuriyet Halk
Partisi Hükûmeti uyardı ama dinletemedi, yine uyarıyoruz, yine dinlememekte
ısrar ediyorsunuz. Zürih’te Ermenistan ile anlaşma imzalanırken de uyardı,
eksen kayması tartışmaları sırasında da uyardı, şimdi de uyarıyor.
Değerli arkadaşlar, cumhuriyetin
kuruluşundan AKP iktidarının başlangıcına kadar dış politika her zaman siyaset
üstü olagelmiştir. Bütün siyasi partiler dış politika ve güvenlik konularını
günlük siyasi kaygıların dışında tutmaya azami özen göstermişlerdir. Haklı
olunan konularda AKP Hükûmeti açıkça desteklenmiştir, hâlâ da haklı olunan
meselelerde bu destek sürmektedir. Ancak şunun altının çizilmesi gerekmektedir:
Türk dış politikası savrulmaya başlamıştır yıllardır ama özellikle son üç
yıldır bir savrulma iyiden iyiye kendini belli etmektedir. İlkeler üzerine
oturan politik anlayış, günlük siyasi kaygılar üzerine oturtulmaya
başlanmıştır. Çok fazla hata yapılmaktadır, çok fazla çelişki yaratılmaktadır,
bunların da olumlu sonuçlar doğurmayacağı ortadır. Bunun belirtilerini her
yerde görmek mümkündür. Bu açıdan bakıldığında, ülkemizin dış politikasının Avrupa’daki,
Amerika’daki, Orta Doğu’daki algısı hiç de öyle sanıldığı gibi güçlü, sağlıklı
değildir. Bizim saptamasını yaptığımız savrukluk ve çelişkiler batılı, doğulu,
kuzeyli, güneyli tüm aktörlerin dikkatini çekmektedir. Öngörülmez bir dış
politikaya sahip ülke algılaması yaratmanın, başta biz olmak üzere, hiçbir
bölge ülkesine yararı olmayacağı açıktır.
Değerli milletvekilleri, Ürdün’le de
diğer Orta Doğu ülkeleriyle olduğu gibi tarihten kaynaklanan derin bir bağımız
vardır. Daha önce ifade ettiğim gibi Ürdün’ün sağlıklı bir demokrasiye
kavuşması, istikrarlı bir ekonomiye sahip olması bu coğrafyayı paylaşan tüm
ülkeler için önemlidir. Bu anlaşmanın Ürdün’e, Ürdün’de yaşamak zorunda kalan
Filistinli kardeşlerimize büyük yarar sağlayacağını umuyorum. Nasıl ki Ürdün’ün
geleceği Filistin’e bağlıysa Filistin’in geleceği de Ürdün’e bağlıdır.
İstikrarlı ve ekonomik olarak güçlü bir Ürdün, demokrasinin gelişmesi, bölgede
sağlıklı ilişkiler tesis edilmesi açısından kritik bir rol oynayacaktır.
Ülkemizin karşılıklı ticaretini geliştirerek buna katkı sağlaması son derece
önemlidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
konuşmamın başında da belirtmeye çalıştığım gibi, bölgemizi hiç de iç açıcı bir
gelecek beklemiyor. Sanayileşmiş ülkelerin enerji açığının Orta Doğu’yu bir
savaş ortamına doğru ittiği açık seçik ortadadır. Orta Doğu’da çıkacak bir
savaşın bölgeyle sınırlı kalmayacağı ve pek çok acıya neden olacağı da
bellidir.
Küresel bir çıkar çatışmasının
ortasında demokrasiyle yönetilen tek laik ülke Türkiye’dir. Böyle bir
coğrafyada ve böylesi koşullarda sorunlardan azadeye kalmak elbette mümkün
değildir ancak şu unutulmamalıdır: Bu kadim topraklarda işgalciler gelirler ve
giderler. Halklar yine beraber yaşamak zorunda kalır. Küresel çıkar
çatışmasında taraflardan birinin yanında çok fazla yer alırsanız bunun
sonucunda bölgede o kadar düşman edinirsiniz. Bu coğrafyada yapılan hatalar
kolay unutulmaz ve bedelleri de her zaman ağır olur. Bu nedenle dış
politikamızı elden geldiğince dostluklar üzerine kurgulamak zorundayız.
Orta Doğu’da barış, her zaman pamuk
ipliğine bağlı olagelmiştir. Bu ipi koparan biz olmamalıyız. Bu konuda “Yurtta
barış, dünyada barış.” ilkesi şiarımız olmalıdır. Türkiye’yi olası bir kanlı
savaşın içine çekmek isteyeceklerdir, bu da açıktır. Bugün uygulanan dış
politika bu konuda ülkemizi koruyacak, böylesi bir savaşın dışında tutacak bir
politika izlenimi vermemektedir. Her an her şey olabilir çünkü dış politikamız
bir ulusal politika olmaktan çıkmıştır. Ulusal politikanın anlamı: Siyasetin
içerisinde olan, Mecliste olan, bu çatı altında olan siyasi partilerin,
Hükûmetin bir araya gelerek Türkiye'nin geleceği için oluşturmuş olduğu ulusal
politikadır. Hükûmetlerin değişmesiyle değişmeyen, Dışişleri bakanlarının
değişmesiyle değişmeyen… Bizzat kendisine de söyledim Dışişleri Bakanının
cumhuriyet tarihinin gelmiş geçmiş en kötü Dışişleri Bakanı ve en kötü
Dışişleri yönetimi olduğunu hem bütçedeki Dışişleri bütçesi konuşmasında hem de
diğer konuşmalarımda ifade ediyorum. Türkiye hiç bu kadar yalnızlaştırılmamıştır,
Türkiye yalnızlaştırılmaya da devam etmektedir.
Sizlere soruyorum arkadaşlar… Herhangi
bir arenada, dünyada herhangi bir platformda, herhangi bir kuruluşta, Birleşmiş
Milletlerde, -NATO’da, NATO’yu kastetmiyorum çünkü NATO’da biz ret verdiğimizde
zaten kabul olmuyor ama, onun dışındaki- tüm uygulamaların, Türkiye, dışında
tutulmaktadır, hiçbir ülke yanımızda yer almamaktadır. Kadim dostumuz, kardeş
ülke dediğimiz Azerbaycan bile Türkiye'nin uluslararası platformlarında zaman
zaman yer almakta zorlanmaktadır çünkü Türkiye'nin bir ulusal dış politikası
yoktur, Türkiye'nin Davutoğlu’na bağlı, Davutoğlu’nun gece göreceği rüya ve
hayale bağlı bir dış politikası vardır.
Bunun için de çok hızlı bir şekilde
Hükûmet bu dış politikayı gözden geçirmeli, Meclis içinde bulunan siyasi
partilerin bu konudaki düşüncelerini, desteklerini almalı, topyekûn bir dış
politika uygulamasını hep birlikte hayata geçirmeliyiz. Evet, ulusal bir dış
politika olmalı, bu yıllar yılı hesaplanmalı, gelecek yıllara da atıfta bulunmalı
ama zaman içerisinde dünyada gelişen konjonktüre göre de zaman zaman bu işler
revize edilmeli. Böyle altı ayda bir, senede bir Amerika’nın talimatıyla ya da
emperyalist güçlerin talimatıyla Libya’da yaptığımız gibi, Suriye’de yaptığımız
gibi, diğer Arap ülkelerinde yaptığımız gibi yapar isek hem dünyada
yalnızlaşırız hem de bölgemizde yalnızlaşırız ve hiç hayal etmediğimiz bir
dönemde de Türkiye Cumhuriyeti’ni savaşın içinde görürüz.
Şimdiden uyarıyoruz, Cumhuriyet Halk
Partisi ana muhalefet partisi olarak defalarca uyardı ve uyarmaya da devam
ediyoruz. Dış politikanızı gözden geçiriniz, tarihin en kötü uygulanan dış
politikası ve en kötü Dışişleri Bakanını gerekirse görevden çekiniz ve ulusal
bir dış politika oluşturunuz. Eğer bunu yaparsanız her türlü desteğimiz
arkanızda olur dış politika konusunda diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Akar.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Şandır.
MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Uluslararası sözleşmelerin yürürlüğe
girebilmesi için bu şekil şartının yerine getirilmesi gerekiyor, burada
kanunlaştırılması gerekiyor, böyle bir çalışmanın içindeyiz. Türkiye
Cumhuriyeti devleti ile Ürdün Haşimi Krallığı Hükûmeti arasında 9 Mart 2010
tarihinde imzalanan bir sözleşmeyi bugün burada kanunlaştırıyoruz.
Öncelikle, yani Orta Doğu bölgesinde
dostlukların çok önemli ve değerli olduğu bir süreçte, Ürdün gibi kilit
düzeyindeki bir ülkeyle imzaladığımız bir sözleşmeyi iki yıl raflarda bekletmiş
olmamızın gerçekten anlamı yok. Hâlbuki bu anlaşmalar dostluğa, ilişkilerin
gelişmesine katkı verecek önemli sözleşmelerdir, bunların bir an önce
kanunlaştırılarak gündeme, uygulamaya geçirilmesi önemliydi, ama her ne
hikmetse Türkiye'de on yıl bekleyen sözleşmeler bulunmakta ve bu sözleşmelerin
kanunlaştırılması bu ilgisizlik içerisinde gerçekleştirilmektedir.
Bunun için, dış politika konusunda,
yani Ürdün merkezli dış politika konusunda görüşlerimi ifade etmeye
çalışacağım, ama tabii -milletimizin dikkatine sunayım- konu Meclisimizin ilgi
alanı içerisinde maalesef bulunmamaktadır. Sayın Bakan burada değil, Dışişleri
Komisyon Başkanımız biraz önce buradalardı, onlar da şu anda salonda değiller…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Cumhurbaşkanımıza gittiler.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Evet.
Dolayısıyla, siyasi partilerin dış
politikayla ilgili görüşlerini ifade etmek fırsatı olan bu tür görüşmelerde,
maalesef konuşmaların muhatabı, ilgilisi burada bulunmamaktadır, acı olan durum
bu. Dolayısıyla, iktidar partisinin verdiği önem ve değer kadar konular ağırlık
kazanmakta, ne konuşursak konuşalım, sonuçta tutanaklarda yük olmaktan öte bir
anlamı yok, maalesef öyle, ama biraz önce konuşan Değerli Arkadaşımı eğer
dinlediyseniz -Cumhuriyet Halk Partisinin Sözcüsünü- çok iyi hazırlanmış, anlamlı,
kapsamlı, endişelerini ifade eden bir konuşma yaptı. Bunların üzerinde
ciddiyetle, dikkatle düşünmeye kalkarsak hepimizin ülkemizin, milletimizin
geleceği açısından bazı endişeleri paylaşması bir zorunluluk hâline gelir.
Değerli milletvekilleri, Orta Doğu
bölgesinde, bütünüyle bölgemizde son dönemlerde yaşanan hadiseleri eğer bir
bütünlük içerisinde değerlendirirsek Sayın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun
işaret ettiği bir sonuçla karşı karşıya kalırız. Sayın Davutoğlu diyor ki:
“Bölgede yeni bir savaşa izin vermeyiz.” Bunun anlamı, dış politika verilerine
göre, bölgede bir savaş tehdidi var demektir. Bunu Sayın Ahmet Davutoğlu
söylüyorsa, stratejik derinliğin ilmini yapan, kitabını yazan ve bugün Türkiye
Cumhuriyeti devletinin Dışişleri Bakanlığını yapan bir zat söylüyorsa bunun
dikkate alınması, üzerinde konuşulması ve düşünülmesi gerekmektedir. Türkiye
Büyük Millet Meclisi, bu Genel Kurul, milletin oylarıyla seçilmiş siz değerli
milletvekilleri, bu ülkenin geleceğiyle ilgili ifade edilen endişeleri, ifade
sahibi kim olursa olsun, ama o ifadenin içeriğini tartışmaya, birlikte
düşünmeye, bana göre, göreviniz gereği bir sorumluluk içerisindesiniz.
Değerli milletvekilleri, bakınız, son
günlerde çıkan gazete haberleriyle söylüyorum. Ben dış politika uzmanı değilim,
grubumuzda dış politika uzmanı olan arkadaşlarımız, Sayın Sinan Oğan, Dışişleri
Komisyonu üyesi olarak grubumuza bu konuda çok ciddi endişelerini de ifade
ediyor. Gerçekten, bölgemizde yaşanan gelişmeler bir savaşın eşiğinde
olduğumuzu gösteriyor. Savaş, kolay değil arkadaşlar, insan öldüren olay ve
bunu yaşayarak seyrediyoruz. Libya’da 50 bin kişi öldü, kısa süre içerisinde,
gözümüzün önünde öldü. İnsan, bir insan, ananız babanız ölmedi mi? Ölümün ne
demek olduğunu, yani en yakın nefsinizden hatırlatmak mecburiyetindeyim. Ama
Libya’da kardeş kardeşi boğazlayarak… Küresel güçlerin desteğiyle, onlardan
aldıkları uçaklarla, bombalarla insanlar birbirlerini yok ettiler; 50 bin
insan. Irak’ta 1,5 milyon Müslüman öldü, hâlâ ölüyor. Bunun adı savaş.
Şimdi, bölgemiz için böyle bir savaş
tehdidinin ve ihtimalinin çok yakın olduğu ifade ediliyor. Bu konuda veriler,
gelişmeler öyle net ki, Sayın Dışişleri Bakanı diyor ki: “Böyle bir savaşa izin
vermeyiz.” Nasıl vermezsiniz? Hangi tedbiriniz var? Sayın Dışişleri Bakanı
gelip bu sözünün gerçeğini, içeriğini gelip burada anlatmak durumunda değil mi?
Burada bir genel görüşme yapılması gerekmiyor mu? Sayın Ali Babacan da lütfen
buradaydı eski Dışişleri Bakanı, o da ayrıldılar. Kime söyleyeceğiz? Kime konuşacağız
değerli arkadaşlar?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) –
Sayın Elitaş burada!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bakın, birkaç
olayı birlikte bir değerlendireyim.
Şimdi, Suriye’deki iç savaş hızla bir
mezhep savaşına doğru sürükleniyor. Suriye’yi bilen bir arkadaşınız olarak
söylüyorum. Suriye’deki hadisenin sebepleri çok sorgulanabilinir,
tartışılabilinir ama sonuçları itibarıyla, Suriye’deki hadise hızla bir mezhep
savaşına doğru gidiyor. Aynı durum Irak’ta yaşanıyor. Irak’ta, Amerika sonrası
bile hadise hızla bir mezhep savaşına doğru yol alıyor.
Ee, bu mezhep farklılığının kaynağı,
İran ve Suudi Arabistan arasındaki mezhep eksenli savaştır. Bunun arkasında da
küresel güçlerin ekonomik projeleri, siyasi projeleri yatmaktadır. Bunu hepimiz
biliyoruz ama değerli milletvekilleri, tüm stratejistler bilir ki, tüm
dışişleri diplomatları bilirler ki, küresel güçlerin bu bölgedeki küresel
projelerinin nihai hedefi Türkiye’dir. Türkiye’yi etnik temelde ayrıştırıp
çatıştıramayan küresel güçler, şimdi, mezhep eksenli bir çatışmanın içine
itebilmek için, komşularından başlayan bir kuşatma içindeler. Eğer tedbirini
almadığımız takdirde, Libya’da olduğu gibi… Burada, çok üzüldüğüm için
söyledim. Sayın Dışişleri Bakanının şahsiyetini ilzam edecek, onu üzecek bir
tavrım olmaz ama Libya’daki 50 bin ölümle neticelenen o olayda Türkiye’nin
aldığı pozisyondan övünmüş olmasından utandım. Değerli milletvekilleri,
utandım. Sonuçta, 50 bin Müslüman öldü orada. Bunun içerisinde Türkiye'nin
olmasını, “Bir insanlık görevi yaptık.” diye pay çıkartmış olmasını, Sayın
Dışişleri Bakanının ne şahsına ne ilmine ne de Türkiye Cumhuriyeti devleti
Dışişleri Bakanlığı gibi önemli bir görevi üstlenmiş olmasına yakıştıramadım.
Değerli milletvekilleri, bakınız,
kafamızı kuma sokmayalım. Doğu Akdeniz çanağında, hızla, küresel güçler
mevzilerini tutuyorlar ve hazırlık yapıyorlar. Türkiye'nin Sureyi rejimine
karşı çıkışına bir karşı destek olarak Rusya, gemilerini Doğu Akdeniz’e
gönderdi. İran’ın tüm yetkilileri Türkiye’yi tehdit ediyorlar. İran, İsrail’le,
ABD’yle, Amerika Birleşik Devletleri’yle olan kavgasını öyle bir noktaya
getirdi ki, Hürmüz Boğazı’nı kapatmak tehdidini ortaya koydu ve bunun
kararlılığını ifade edebilmek için, on gün süren, çok ciddi de bir tatbikat
yaptı. Şimdi, ABD artı İsrail, aynı tatbikatı, hava güçleriyle yapmayı
planlıyor.
Çok daha sıkıntılı bir gelişme var,
gözümüzün önünde cereyan eden, kardeş ve dost Pakistan bir iç savaşın eşiğinde.
Haberleri izliyorsanız, Başbakanla Genelkurmay Başkanı, Millî Savunma Bakanı,
birbirlerine karşı, açık tehdit ifade eden konuşmalar yapmaya başladılar.
Tanklar sokaklarda yürüyorlar. Her an bir iç savaşın, her an bir ihtilalin
olması bekleniyor. Afganistan’da çatışmalar devam ediyor. Irak’ta derseniz,
yaşıyoruz işte, Şii, Sünni ekseninde Araplar, aynı ırktan gelen insanlar bugün
birbirlerinin kanını akıtıyorlar, bir istikrar temin edebilmek imkânını
maalesef oluşturamadılar. İran’ın nükleer çalışmalarının böyle tehdit, ileri
bir tehdit anlamında yeni meydan okumalarını seyrediyoruz. Bunun dışında,
Afganistan’ı hep beraber seyrediyoruz. İran’a uygulanan ekonomik ambargo öyle
sıkıntılı bir noktaya geldi ki yani İran’ı boğmak niyetini Amerika Birleşik
Devletleri Başkanı Barack Obama’nın başkanlığında tüm küresel güçler, tüm Batı
güçleri ortaya koydular, İran buna karşı “Ben de sizin petrolünüzü bu Hürmüz
Boğazı’ndan çıkaramam.” dedi. Dış politikada blöf olur, bir şey söylemiyorum
ama bu gelişmelerden -bir ölçü olarak söylüyorum, Sayın Komisyon Başkanı da
geldiği için tekrar söylüyorum- bunlardan farklı anlamlar çıkarabilirsiniz bir
aydın olarak, bir düşünür olarak ama meselenin bilgisine bütünüyle sahip olmak
durumunda olan, meseleyi teknik ve teorik olarak bilmek durumunda olan
Dışişleri Bakanı bir savaş hazırlığı olarak görüyor ve diyor ki: “Bölgemizde
bir savaş çıkmasına izin vermeyiz.” Bu demektir ki bölgede bir savaş hazırlığı
var ve bu çok yakın bir tehdit.
Değerli milletvekilleri, ben bütün
bunların ötesinde, Türkiye'nin tavır değişikliğini sorgulamak istiyorum.
Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğundan bu yana, yaklaşık doksan yıl bütün
dünyayla ve özellikle de komşularıyla “yumuşak güç” dediğimiz bir yaklaşım
içerisinde hem kendi gelişmesini tamamladı hem de komşularının dönüşümüne katkı
verdi.
Doksan yıl içerisinde kimseyle
savaşmayarak, bölgede ve dünyada yaşanan hiçbir savaşa katılmayarak Türkiye
bugün bu sonucu oluşturdu. Ama bugün Sayın Davutoğlu’na atfen, izafeten
söylediğim gibi ne değişti de ata bindi, kılıcı kuşandı, savaşın eşiğine geldi?
Tüm dünya Türkiye'nin en kısa sürede Suriye’ye müdahale edeceğini konuşuyor. Bu
noktada Barack Obama’nın Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı desteklediğini
ve Türkiye'nin politikasıyla, bölge politikalarıyla örtüştüğünü, arkasında
olduğunu tüm Batı basını yazıyor.
Ne olacak, geri adım mı atacağız, bir
ihtimal var mı değerli milletvekilleri? İsrail’le yaşadığımız o onur kırıcı
restleşmeyi şimdi Suriye’yle de mi yaşayacağız? Hani, savaş sebebi sayacaktık
İsrail’in tavrını devam ettirmesi hâlini veya Doğu Akdeniz’de petrol araması
çalışmasını? Hani, donanma gemilerimizi de yardım gemilerinin peşinde
gönderecektik? Çok onur kırıcı bir davranış, Türkiye’ye yakışmamıştır. Türkiye
Cumhuriyeti devletinin Başbakanı veya Türkiye’yi temsil eden tüm şahsiyetler
dış politikada bir tavır ortaya koyarlarsa bu milletin tavrıdır ve sonuna kadar
götürülmek durumundadır. Şimdi Türkiye, Suriye’ye, Suriye yönetimine, bana göre
Suriye halkına da…
Lütfen, Lübnan gazetelerini takip edin,
televizyonlarını izleyin; İran’ın gazetelerini okuyun, televizyonlarını
izleyin. Manşetlerin tamamında Türkiye aleyhtarı demeçler var. Hani, “Dost,
kardeş Lübnan.” diyordunuz? Sayın Başbakanın çok değer verdiği kişilerin
yönettiği Lübnan. Ama bugün Lübnan’da Türkiye karşıtı öyle bir kamuoyu, öyle
bir siyasi propaganda gelişti ki Türkiye'nin buralarda artık böyle bölgesel güç
olmak, dost olmak, kardeş olmak şansı ve imkânı kalmadı. Niye böyle? Bunun
böyle olacağını bir adım önceden görmeniz lazım çünkü bu hadise Şii ekseninin
tavrı; İran, Irak, Suriye ve Lübnan, sizin bunun karşısına koyabileceğiniz bir
argümanınız yok. Şimdi, eğer bu bölgede iç savaşa dönüşecek mezhep eksenli bir
çatışma… Önleyebilme gücünüz yok, Türkiye'nin bunu önleyebilme gücü yok. Bunun
Türkiye’ye yansıma ihtimalini -siyaset adamı geleceği öngörmek durumunda- bu
ihtimali bugünden öngörmek mecburiyetindesiniz ve tedbirini almak
durumundasınız.
Küresel projelerin uygulanmaya
çalışıldığı bölgemizde ve dönemde, 21’nci yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye bu
savaşlara karışarak -zımnen karışarak, taraf olup karışarak, tavır belirleyip
karışarak- kendi birliğini, kendi geleceğini tehlikeye atmaktadır. Suriye’de
yaşanacak bir mezhep kavgasının etnik kavgayla da desteklenerek… Suriye’nin de
Kürt bölgesi var, “Kürt Konfederalizmi” dedikleri dört bölgeli Kürdistan’ın bir
parçası da Suriye’dedir. Suriye’de yaşanacak bir Libya örneği sonrası bu
konfederasyonun batı ucu olarak Suriye’de oluşacak bir Irak’ın kuzeyindeki
siyasi yapılanmaya hangi tedbiriniz var Sayın Dışişleri Bakanı, Sayın Hükûmet,
sayın yetkililer? Şimdi, Türkiye’de de, bizim kuzey komşularımız bulunmuyorlar
ama farkında değil misiniz bu gerginlikten amaçlananın ne olduğunu? Hızla
Suriye’de yaşanacak bir iç savaşın, Irak’ta yaşanan bir iç savaşın sonrasında
yaşanan bir mezhep ayrışmasının Türkiye’ye yansıması için siyasi bölücülük öyle
azgın hâle geldi ki, resmen meydan okuyorlar; “Bölündük.” diyorlar, bayrak
istiyorlar. Nedir tedbiriniz?
Değerli arkadaşlar, komşularımızla
ilişkimiz… Sayın Başbakan “Suriye bizim iç meselemiz.” demişti, bir anlamda
doğru söylemişti. Bana göre bu bölgedeki tüm ülkelerin yaşadığı sorunlar bizim
iç meselemiz olmak durumunda. Çünkü eğer ona karşı zamanında tedbir alamazsak
veya tavır belirleyemezsek o sorun hızla bizim iç meselemiz hâline gelecektir.
Benden önce konuşan sayın arkadaşımın
ifade ettiği hadise önemli. Dış politika millî politikadır. Siyasi iktidarların
veya partilerin kendine özel politikaları olmaz. Bu politika milletin, devletin
politikası ve bir değer ekseni etrafında sürekliliğinin olması gerekir. Bir
muhalefet partisi olarak ben ülkemin dış politikasını zayıflatacak bir beyanda
bulunmam, doğru olmaz. Ülkemizin elini zayıflatacak bir tavrımız olmaz bizim.
Ama bir siyasetçi veya ülkesinin insanına, geleceğe mensubiyet duyan, buna
hassasiyeti olan bir siyasetçi olarak geleceği öngörmek ve gereken uyarıları
yapmak mecburiyetindeyiz.
Değerli milletvekilleri, bakınız -benim
bu konuda geçmişte görevim olduğu için söylüyorum- ülkeler arasında savaşın da
tedbiri dostluklardır; ikincisi de, ticarettir, ortaklıklardır. Şimdi,
dostlukları öyle bir noktaya getirmiştik ki, artık ortaklık noktasına doğru
ulaşıyorduk. Ama Suriye halkı adına Suriye halkının örgütlü gücü olan
devletiyle dövüşmeyi seçtik. Ne yapacağız, şimdi Suriye halkı da bize düşmanlık
duyuyor. Benim orada akrabalarım, kardeşlerim yaşıyor, biliyorum. Dün Sayın
Recep Tayyip Erdoğan ve Sayın Cumhurbaşkanı gerçekten çok itibarlı liderlerdi.
Türk Bayrağı altında nümayişler yapılıyordu. Bugün öyle değil değerli
milletvekilleri, yüreğim yanarak söylüyorum. Bu pozisyonumuz yanlış
politikalarımızla kaybedildi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Sayın
Başkanım, bir sonraki maddede konuşmayacağım eğer iki dakika verirseniz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Verin de
konuşmasın Sayın Başkan.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – İki dakikada
bitireceğim.
BAŞKAN – Lütfen, uzatmamak kaydıyla,
buyurunuz.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Sayın Elitaş’ın
da müsaadesiyle efendim!
Değerli arkadaşlar, dostluklar
gerçekten önemli. Eğer halkların dostluğunu kazandıysak, o halkların
yöneticilerinin yanlış yapmasına müsaade edilmez. Biz, kazandığımız, dişimiz
tırnağımızla kazandığımız Suriye halkıyla dostluğumuzu bir kalemde çizdik
attık, yazık ettik.
Ben, Sayın Bülent Arınç’a gittim, dedim
ki: “Efendim, yanlış yapılıyor. Siz, Suriye’nin siyasi rejimiyle kavga
yapıyorsunuz. Sebebi size ait, çok doğru bulmuyorum, haklı bulmuyorum ama
sorgulamıyorum ama halkıyla ne derdiniz var? Parlamentolar arası dostluk
grubunu niye kurmuyorsunuz?”
Bu Parlamento, bu halkın
temsilcilerinin olduğu yer. Suriye halkının Meclisi, Halk Meclisinin dostluk
grubuyla Türkiye arasında köprüler, dostluk köprüleri devam etse olmaz mıydı?
Değerli arkadaşlar, tenkidim şudur:
Yani iktidar partisinin dış politikasının kafası karışık. Sayın Davutoğlu’nun
heyecanlarıyla o stratejik derinliğin karanlıklarında kaybolduk. Ata bindi,
kılıcını kuşandı, tarihte örneğini gördüğümüz ham hayallerin peşinde Türkiye’yi
bir yere doğru sürüklüyor.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Malkoçoğlu!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bunu
durdurmamız lazım, bu yanlış. Bu yanlıştan nasıl döneceksek beraber dönelim.
Bunu bir iç politika malzemesi olarak sizi tenkit etmek için söylemiyorum ama
Suriye özelinde görüyorum; iyiye gitmiyor, bu iyiye gitmeyiş, Suriye, bölge
açısından söylemiyorum, Türkiye açısından iyiye gitmiyor arkadaşlar. Bu mezhep
eksenli çatışma Türkiye’ye sıçrarsa hiçbir tedbiriniz yok. Tarihin en kanlı
çatışmaları mezhep eksenli çatışmalardır. Siyasetçi ve devlet adamı, geleceği
öngörmek mecburiyetindedir. Bu öngörülerin endişeleriyle bunları ifade ettim.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Şandır.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1’inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE ÜRDÜN
HAŞİMİ KRALLIĞI HÜKÜMETİ ARASINDA GÜMRÜK KONULARINDA İŞBİRLİĞİ VE KARŞILIKLI
YARDIM ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) 1 Aralık 2009 tarihinde
Amman’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ürdün Haşimi Krallığı
Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşması”
ile söz konusu Anlaşmaya ilişkin Notaların onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN – Madde üzerinde söz? Yoktur.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2’nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Söz talebi? Yoktur.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
3’üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Söz talebi? Yoktur.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler..: Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik cihazla
olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler..: Kabul edilmiştir.
Üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Ürdün Haşimi Krallığı Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve
Karşılıklı Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı açık oylama sonucu:
“Kullanılan
oy sayısı : 216
Kabul : 214
Ret : 2
(x)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Fatih Şahin Muhammet
Bilal Macit
Ankara İstanbul”
Böylece, tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
Şimdi, 7’nci sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Gürcistan Hükümeti Arasında Kara Gümrük Geçiş
Noktalarının Ortak Kullanımına İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız.
7.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Gürcistan Hükümeti Arasında Kara Gümrük Geçiş
Noktalarının Ortak Kullanımına İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/429) (S.
Sayısı: 8) (xx)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 8 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili Kemal Ekinci.
Buyurunuz Sayın Ekinci. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA KEMAL EKİNCİ (Bursa) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Gürcistan Hükümeti Arasında Kara Gümrük Geçiş Noktalarının Ortak Kullanımına
İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Gürcistan’la
yaklaşık bin yıllık bir ilgimiz var, Selçuklular döneminde başlamış, Osmanlı
döneminde yaklaşık üç yüz dört yüz yıl kadar bizimle birlikte aynı imparatorluk
sınırları içerisinde kalmışlar. 1921 yılında -son sınır anlaşmasıyla- Gürcistan
Cumhuriyeti’nin Sovyetler Birliği tarafından işgalinden hemen sonra Gürcistan
ile yaptığımız anlaşma Sovyetler Birliği tarafından da onaylanmış, o gün bugün sınırlarımız
belirlenmiştir. 1990’dan sonra Gürcistan yeniden demokratik haklarını elde edip
özerkliğine kavuştuktan sonra ilişkilerimiz hem kültürel boyutta hem ticari
boyutta hem siyasi boyutta hem de stratejik özellikler itibarıyla iyi bir
noktada seyretmektedir.
Yalnız, sadece siyaset, ticaret,
strateji değil, Gürcistan’la olan ilişkilerimizde Ahıska Türklerinin sorunları
var. Ahıska Türkleri 1944 yılında ana yurtlarından nedeni belli olmayan biçimde
uzaklaştırılmış, Ön Asya’ya, Orta Asya’ya sürülmüş, önce Kazakistan’da
kalmışlar, daha sonra Kırgızistan ve Özbekistan’a göç etmişlerdir. Kadersiz bir
millet, orada da bir soykırıma kendi… Demin Kırgızistan Cumhurbaşkanımız
kardeşlikten söz ederken, herhâlde onların üvey olduğunu hesap etmiş ki, orada
da onlar bir soykırıma muhatap olmuşlardır, Kırgızistan’da da, Özbekistan’da
da.
Şimdi, yeniden, Sovyetler Birliği’nin
dağılmasından sonra bu Ahıska Türklerine Azerbaycan kucak açmış, 1992 yılında
Türkiye Cumhuriyeti zannedersem 3835 sayılı Yasa’yla ilgili vatandaşlık hakkı
vermiştir. Bunların ayrıca 2007 yılında Avrupa Konseyi anayurda dönüşleri
konusunda bir yaptırım uygulamış, Gürcistan Cumhuriyeti bu yaptırıma karşılık
“kabul” demiş, fakat bir türlü Ahıska Türklerine kendi anayurtlarında iskân
izni vermemiştir. Şöyle söylüyor Gürcistan Cumhuriyeti: “Gelin, biz istediğimiz
yerde sizi iskân edelim ama adınızı değiştirin.” Şimdi, Bulgaristan’ın daha
önce oradaki soydaşlarımıza uyguladığı bir metottu; bundan dolayı da Türkiye,
Bulgaristan’daki yurttaşlarımıza hem vatandaşlık hakkı verdi hem de çifte
pasaport imkânı tanıdı, ayrıca Bulgaristan’daki özlük haklarının korunması
konusunda da Bulgaristan Hükûmeti ile anlaştı. Aynı şey Gürcistan için
yapılmalıdır. Bu bir temenni değil, mutlaka olması gereken şeydir diye düşünüyoruz.
Ahıska Türklerinin Ahıska’da 5 ilçesi,
200 köyü var; bu 200 köyün ve 5 ilçenin yarısını Gürcüler ve Ermeniler işgal
etmiştir. Bu işgal edilen bölgelerin tekrar Ahıska Türklerine verilmesi
konusunu Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin mutlaka Gürcistan Hükûmetine diyalog
yoluyla empoze etmesi gerekir. Bunu Dışişleri Bakanına havale edersek,
Dışişleri Bakanımız maşallah dediğini kırk gün yaşatmıyor. Onun için,
diplomasinin başka bir dalını kullansak iyi ederiz.
İkinci mesele, Türkiye’deki ticaret
anlayışıyla veya seyahat nedeniyle Gürcistan’a giden vatandaşlarımızın cebine
uyuşturucu falan koyulup onları mahkûm ediyorlar, onlardan para sızdırıyorlar;
bu çok yaygın. Bizim basınımızda da sık sık yer tutmaktadır. Bu konuda da
Gürcistan Hükûmetinin uyarılmasında yarar var.
Aramızdaki temel ilişkilerin bizi
zorlayacak bir başka noktası, Türkiye’de yaklaşık 500 bine yakın Abhaz
vatandaş, yurttaşımız yaşamaktadır. Abhazya’yla Gürcistan arasındaki ilişkiler:
Bir savaş nedeniyle Abhazya özerkliğini ilan etmiş ve bu özerklikten sonra
sınırları çizilmiştir. Türkiye’yle Abhazya yurttaşlık ölçüsünde bizimkiler, ama
kan bağı itibarıyla Abhazya’da yaşayan Abhazlarla ilişkileri var. Ne yazık ki
Gürcistan’ın engellemesinden dolayı ulaşım imkânı bulamamaktadır. Özellikle deniz
yoluyla kara sularını kullandırtmıyorlar, bu konuda sıkıntılar var. Türkiye’de
yaşayan özellikle Adapazarı, Düzce yöresinde yaşayan Abhaz vatandaşlarımızın,
yurttaşlarımızın ciddi sorunları var. Bu konuda da Türkiye Cumhuriyeti bir iyi
niyet olarak, Gürcistan Hükûmetinin bu konuda yumuşak, daha dengeli, buradaki
yurttaşlarımızın gönlünü alabilecek biçimde bir tolerans tanıyabileceğini
düşünüyoruz. Bu bir temennidir, bu temenniyle Sayın Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Ekinci.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Iğdır Milletvekili Sinan Oğan. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Oğan.
MHP GRUBU ADINA SİNAN OĞAN (Iğdır) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bugün, Sayın Kırgızistan
Cumhurbaşkanının Meclisimizi ziyaretiyle ilgili bir televizyon bağlantım vardı,
o yüzden yarım bırakmak durumunda kaldım onu.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Gürcistan Hükümeti Arasında Kara Gümrük Geçiş
Noktalarının Ortak Kullanımına İlişkin Mutabakat Zaptı’yla ilgili grubumuz
adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Gürcistan,
bizim komşularımız içerisinde belki de Sayın Dışişleri Bakanının o çok üzerinde
durduğu, çok ifade ettiği “sıfır sorun” yaşadığımız ülkelerden birisi, belki de
yegâne ülkedir diyebiliriz. Bunda Hükûmetin öyle özel bir çabasının, özel bir
katkısının olduğunu da düşünmüyorum. Zira, Gürcistan’la bu anlamda çok ciddi
sorunlarımız zaten bulunmamaktaydı. Özellikle birkaç sene öncesinde, 2008’de
Rusya ile Gürcistan arasında yaşanan savaş sonrasında da Gürcistan tamamıyla
Türkiye’ye dönük bir siyaset izlemiştir. Bundan zannediyorum iki sene önceydi,
Gürcistan Cumhurbaşkanıyla bir görüşmemizde şunu ifade etmişti aynen: “Biz,
Türkiye’yle vizeleri kaldırdık, yakında pasaportla geçişleri de kaldıracağız.”
Bunlar tabii sevindirici gelişmeler. Bunlar sevindirici gelişmeler ancak bizim,
o anlamda Gürcistan’dan beklentilerimizin sadece bu mevcut ifade edilen
anlaşmadan veyahut da Gürcistan’la Türkiye arasındaki ekonomik ve ticari
ilişkilerden ibaret olmadığını belirtmem lazım. Gürcistan, biraz önce de ifade
edildi burada, Ahıska Türklerinin de aynı zamanda ana vatanıdır değerli
milletvekilleri ve Ahıska Türklerinin Gürcistan’daki tarihî ana vatanlarına
dönmesi konusunda, dostumuz olan, çok iyi ilişkiler içerisinde olduğumuz
Gürcistan yönetimi, üzerine düşeni yapmamıştır. Gürcistan’ın Avrupa Konseyine
üyeliğinde vermiş olduğu bir söz vardı, bu söz de en kısa süre içerisinde
Ahıska Türklerinin tarihî ana vatanlarına dönmesi noktasında Gürcistan üzerine
düşeni yapacaktı. Ancak Türkiye, maalesef, bu konuda Ahıska Türklerini
sahiplenmemiştir. Türkiye, Ahıska Türklerinin tarihî ana vatanlarına dönmesi
konusunda Gürcistan’a gerekli baskıyı yapamamıştır. Aynı şekilde, Gürcistan da
Azerbaycan Türkleri de -500 bin Azerbaycan Türkü de yaşamaktadır- dostumuz
olan, iyi ilişkiler içerisinde olduğumuz Gürcistan yönetiminin orada Azerbaycan
Türklerine yönelik zorla isim değiştirme kampanyasının da maalesef Hükûmet
önüne geçememiştir.
Değerli milletvekilleri, biraz önce,
Doğu Türkistan konusunda konuştuğumda bir hususun altına çizdim. Biz, hiçbir
ülkenin iç işlerine karışmayız. Biz, bütün ülkelerin, bu çerçevede Gürcistan’ın
toprak bütünlüğüne saygı gösteriyoruz, toprak bütünlüğünün korunması için de
biz elimizden geleni yapıyoruz Türkiye olarak, bu başka bir şeydir ancak
oradaki bizim kardeşlerimizin haklarının savunulması da elbette ki başka bir
şeydir.
Yine, aynı bu çerçevede, Gürcistan’ın
toprak bütünlüğü konusu çerçevesinde, Ahıska Türkleriyle beraber Gürcistan’la
bir savaş yaşayan ve Türkiye’de de birçok vatandaşımızın akrabasının bulunduğu
Abhazya konusunun da elbette ki Hükûmetin dikkat merkezinde olması gerekir. Dış
politikamız bu çerçevede dizayn edilirken bizim vatandaşlarımızın orada
akrabalarının, daha doğrusu bizim oradaki vatandaşlarımızın haklarının da
savunulması lazım. Bizim vatandaşımız diyorum çünkü bizim birçok vatandaşımız,
Kafkas kökenli birçok vatandaşımız, zamanında sürgün edilen, Türkiye’ye göçmek
zorunda kalan birçok vatandaşımız, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra
Abhazya’ya gitmiştir ve bugün Türkiye ile Abhazya arasında bir köprü vazifesi
görmektedir. Orada bizim vatandaşlarımız vardır ve o vatandaşlarımızın her
birinin hakkının korunması da yine Hükûmetimizin görevidir.
Biz Gürcistan’a birçok konuda destek
oluyoruz ancak ben bir hususu anlamakta zorluk çekiyorum. Gürcistan’la bugün
aramızda yaşanan en büyük sorunlardan birisi Abhazya’ya giden gemilerin
Gürcistan tarafından yakalanması ve el konulmasıdır. Zannediyorum bölgedeki
milletvekillerimizin birçoğuna da, AK PARTİ milletvekillerine de bu konuda
zaman zaman vatandaşlarımız müracaat etmektedirler. Burada benim anlamadığım
husus şudur değerli milletvekilleri: Biz Gürcistan’a sahil güvenlik botları
verdik, hibe ettik ve Gürcistan, bizim hibe ettiğimiz sahil güvenlik botlarıyla
bizim gemilerimizi müsadere etmekte ve el koymaktadır. Bizim birçok
vatandaşımız bu sebeple hapislerdedir. Bunun bir tek sebebi vardır, biz
Gürcistan’a derdimizi anlatamamışız. Biz Gürcistan’a bizim vatandaşımızın
vergisiyle alınmış sahil güvenlik botlarını hibe ediyoruz, Gürcistan bu hibe
ettiğimiz sahil güvenlik botlarıyla bizim gemilerimizi müsadere ediyor. Bu
nasıl bir anlayıştır? Buna Hükûmet nasıl ses çıkarmaz, nasıl Gürcistan
makamlarına bu konuda gerekli girişimde bulunmaz?
Değerli milletvekilleri, elbette ki
Gürcistan’ın kendine göre haklı sebepleri olabilir, bunu ifade edenler olabilir
ancak eğer Gürcistan’a biz şunu anlatabilirsek, “Türkiye ile Abhazya arasındaki
ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi Abhazya’yı Rusya’nın
egemenliğinden kurtarır ve zaman içerisinde belki Gürcistan’ın bu manada toprak
bütünlüğünün de sağlanmasına katkıda bulunur.” tezini biz doğru anlatabilirsek
zannediyorum ki bu sorundan da kurtulmuş olacağız. Ancak biz oradaki
vatandaşlarımızı, Abhazya’daki vatandaşlarımızı Rusya’nın insafına bırakmışız,
orayla bir şekilde ticaret yapmak isteyen vatandaşlarımızı da Gürcistan’ın insafına
bırakmışız. Hâlbuki biz her iki sorunu da çözebilecek güçte bir ülkeyiz; yeter
ki doğru politikalar uygulayabilelim, yeter ki bu manada etnikçi bir zihniyetle
yaklaşmayalım. Bunun ne demek olduğunu çok açıklamak istemiyorum, bu manada
birçok şey kamuoyu tarafından da zaten bilinmektedir.
Şimdi, bir taraftan Gürcistan’la gümrük
ve kara geçiş anlaşması yapıyoruz ama öte taraftan -ben Iğdır milletvekiliyim-
Iğdır’a da gelen Kars-Ardahan kara yolunun –ki bu, Gürcistan’a da aynı zamanda
geçişlerin yapıldığı kara yoludur- yapımını biz hâlâ tamamlayabilmiş değiliz.
Biz bu çerçevede Meclis Başkanlığına bir önerge de verdik, Sayın Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım’ın cevaplaması isteğiyle. Ancak
birçok konuda olduğu gibi bu konuda da daha henüz bir cevap gelebilmiş
değildir. Dolayısıyla da sadece anlaşmaları imzalamak yetmez, onun altyapısını
da bu çerçevede yapmak gerekir.
Değerli milletvekilleri, Gürcistan’la
ticaretin geliştirilmesi, Gürcistan’la siyasi ilişkilerin geliştirilmesi, bu
bizim Türkiye olarak çıkarımızadır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz,
komşularımızla gerçek manada iyi ilişkiler kurma taraftarıyız ve bu konudaki
uluslararası anlaşmaları eğer içerisinde ülke menfaatlerimizi olumsuz
etkileyecek herhangi bir madde yoksa her zaman destekleme taraftarıyız ve
desteklemekteyiz. Bu çerçevede bu anlaşmayı da biz Milliyetçi Hareket Partisi
olarak desteklemekteyiz ancak bunu yaparken ülkemizin oradaki menfaatlerinin de
bütün detaylarıyla takibinin yapılması kaydıyla.
Daha önceki konuşmalarımda da ifade
ettim, Kafkasya ve Orta Asya Türk cumhuriyetleri, genel itibarıyla bizim ilgi
alanımızdan çıkmıştır değerli milletvekilleri. Biz, Orta Doğu’nun dehlizlerinde
kaybolup gitmekteyiz. Biraz önce Grup Başkan Vekilimiz Sayın Şandır da ifade
etti, biz Suriye’yle savaşın eşiğine getirilmiş durumdayız. Biz, yarın belki de
aynı tehdidi ve tehlikeyi İran’la yaşayacağız.
Ancak Kafkasya’da önemli gelişmeler
oluyor. Bu gelişmelerden birisi de, değerli milletvekilleri, bizi Fransa’da
gelip buluyor. Fransız Parlamentosunda Türkiye aleyhine onaylanan bir yasa
tasarısı var ve soykırımın inkârının suç sayıldığı bu yasa tasarısı sadece
Fransa’nın girişimleriyle yapılmış bir tasarı değil, gündeme gelmiş bir tasarı
değil, bunun arkasında aynı zamanda Ermenistan da bulunmaktadır. Ancak
Kafkasya’da bulunan Ermenistan konusunda Türkiye hâlâ ne yapacağını bilemez
durumdadır. Bu çerçevede hatta Gürcistan üzerinden biz Ermenistan’la her türlü
ticari ilişkilerimizi sürdürmekteyiz. Biz, bir taraftan AKP Hükûmeti diyor ki:
“Fransa’ya her türlü yaptırımı uygulayacağız.” ama bu tasarının arkasında olan
ve yarın 2015 sürecinde başka tasarıların da arkasında olan Ermenistan’la AKP
Hükûmeti kucaklaşmaktan da vazgeçmiyor. Dolayısıyla, meselenin özüne inmekten uzak, sadece
göstermelik, kamuoyuna yönelik açıklamalarla bu sorunu geçiştirmeye
çalışıyorsunuz.
Bir şeyi yine anlamakta güçlük
çekiyorum, yıllardır bu konuları çalışan birisi olarak. Sayın Başbakan açıklama
yaptı, dedi ki: “Biz Fransa’ya yaptırımların ilk etabını hayata geçiriyoruz.”
Fransa’ya yaptırımların ilk etabında ne var? Güney Akım Projesi’nin onaylanması
var. Güney Akım Projesi Nabucco’nun rakibidir, o ayrı bir konu, hiç o konulara
girmiyorum. Trans Anadolu Projesi’nin yani bizim olan projelerin rakibidir,
işin bu boyutuna da değinmiyorum ama daha önemli bir boyutu var. Güney Akım
Projesi’nin yüzde 15’i Fransız şirketine aittir. 22 Aralıkta Fransa Senatosu
Türkiye aleyhine bir tasarıyı onaylıyor, bundan bir hafta sonra siz Fransız
şirketinin yüzde 15 pay sahibi olduğu bir anlaşmayı onaylıyorsunuz. Yani
Anadolu’da o tabir edilen “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” lafı aklıma
geliyor yani bu nasıl bir iştir? Hangi mantıkla bunu yapıyorsunuz? Tabii siz
bunu yaptığınız zaman Fransa da diyor ki: “Nasılsa biz Türkiye’ye karşı hangi
adımı atarsak atalım, neticede birkaç geçiştirme lafla bunu geçiştiriyor, hatta
bizi ödüllendiriyor.” Evet Fransa’yı ödüllendiriyorsunuz. Fransa ne yapıyor
bunun karşılığında? Hızını alamayarak diyor ki: “Sadece bu anlaşma, soykırımın,
sözde soykırımın inkârının suç sayıldığı anlaşma Fransa’da geçerli olmasın,
Avrupa Birliği ülkelerinde de geçerli olsun.” diye girişimlerde bulunuyor.
Dış politika sadece kitap yazmayla
olmaz değerli milletvekilleri. Sayın Davutoğlu çok güzel kitap yazabilir, ancak
dış politikanın gerçekleri her zaman kitapların sayfalarıyla örtüşmez, dış
politikanın reel gerçekleri vardır ve bunu bilmemiz gerekiyor. Örtüşmediği için
zaten bugün sıfır sorun diye yola çıktınız, sorunumuz kalmayan ülke yok
neredeyse, bütün ülkelerle sorunlu olduk. Suriye ile savaşın eşiğindeyiz,
İran’la söz düellosu şimdiden başladı.
Değerli milletvekilleri, dolayısıyla
bizim öncelikle -bu vesileyle ifade etmek istiyorum- Meclis olarak iktidarıyla,
muhalefetiyle 2015 sürecini daha dikkatli takip etmemiz lazım. 2015 yılına
giden süreçte Türkiye dış politikada ciddi sıkıntılarla karşı karşıya
gelecektir. Siz eğer bu konuda ciddi bir duruş sergilemezseniz, siz bir
taraftan “Fransa’ya yaptırım uygulayacağız.” deyip öte taraftan, üzerinden bir
hafta dahi geçmeden yüzde 15 Fransız şirketinin ortaklığı bulunduğu bir
projeyi, uluslararası projeyi onaylarsanız bunun arkası gelir ve nitekim
önümüzdeki günlerde, 23 Ocakta Fransız Senatosundan büyük bir ihtimalle bu
oylanarak geçecektir ve mesele bununla sınırlı kalmayacaktır. Fransa bunu şimdi
Avrupa Parlamentosu gündemine getirerek Avrupa ülkelerinden de aynı tasarıyı
geçirmeye çalışacaktır. “ne olur? Biz büyük ülkeyiz.” demekle olmaz. Bu
meselenin sadece bir yasa tasarısı olmadığı, sadece bir inkâr ve ceza yasası
olmadığı, bunun sadece meselenin ilk adımı olduğunu dikkatlerinize sunmak
isterim.
Değerli milletvekilleri, Gürcistan’la
ilişkilerimiz önemlidir dedik. Gürcistan, sorunlarımızın az olduğu ülkelerden
birisidir. Ancak başka bir komşumuz olan Ermenistan, Gürcistan üzerinden
Türkiye ile ticari ilişkilerini sürdürüyor, dolayısıyla da biz Gürcistan’la
ilişkilerimizde bu hususu da dikkate almak durumundayız.
Ermenistan bir taraftan bizim
açılımımıza karşılık “Ağrı Dağı’nı Ermeni gençlerine bıraktık.” diyor -daha
önce de ifade etmiştim- bir taraftan Türkiye ile ticaretini devam ettirmeye
çalışıyor ama bir taraftan da Avrupa üzerinden, Amerika üzerinden ve
uluslararası camia üzerinden Türkiye’yi sıkıntıya sokmaya çalışıyor.
Uluslararası ilişkiler karşılıklılık esasına göre yapılır. Ermenistan size bu
manada her türlü kötülüğü yapmaya çalışırken sizin Ermenistan’ı hâlâ
kucaklamaya çalışmanızı anlamak mümkün değil.
Bu çerçevede bir hususun daha altını
çizmek istiyorum: Türkiye’de birçok, bu manada girişimler var, birisi de Ankara
Büyükşehir Belediyesinin girişimidir, Fransız Büyükelçiliği karşısında bir
Cezayir soykırım anıtı yapılacağı ifade ediliyor, olumlu bir gelişmedir. Ancak
bir de Hocalı soykırımı anıtının yapılması lazım, çünkü hiç uzağa gitmeyin,
1992 senesinde Ermenistan ve bugünkü Devlet Başkanı Sarkisyan’ın da iştirakiyle
Hocalı’da bir soykırım yaşandı, Azerbaycan Türkleri orada katledildi, soykırıma
uğratıldı ve bugün Fransız Parlamentosunun bu kararının arkasında da Ermenistan
vardır ve sizin sadece Cezayir noktasında bir girişiminiz yetmez. Ermenistan’la
bu manada çok ciddi bir şekilde konuşmak lazım, Ermenistan ya aklını başına
alacaktır, Türkiye'nin uzattığı dost elini aynı şekilde, aynı samimiyetle
karşılayacaktır veyahut da bunun gereğini Türkiye yapacak ve Ermenistan da buna
katlanmak zorunda olacaktır.
Nedir bunun gereği? Türkiye,
Ermenistan’ın bu işgalci tutumunu bir an önce bırakması için Ermenistan’la her
türlü ilişkisini kesmelidir. Bizim esas dostumuz, kardeşimiz olan Azerbaycan
topraklarının yüzde 20’si işgal altındadır. Kimin işgali altındadır?
Ermenistan’ın işgali altındadır. O Ermenistan ki sizin açılım yaptığınız,
futbol diplomasisi diye gittiğiniz Ermenistan’dır ama Ermenistan bunu
anlamamıştır, bunu görmek istememiştir. O Ermenistan bugün Gürcistan üzerinden
Türkiye’yle ticaret yapıyor, bizim bu sınır kapılarını, bugün görüştüğümüz
sınır kapılarını, daha da iyi hâle getirelim dediğimiz, kara sınırlarımızı daha
iyi bir noktaya getirelim dediğimiz, Gürcistan üzerinden Türkiye’yle ticaret
yapıyor. Türkiye'nin de bu noktada gereğini yapması lazım değerli
milletvekilleri.
Yine, dış politika konuşuyoruz, bu
vesileyle bir hususun daha altını çizmemiz lazım. Sayın Grup Başkan Vekilimiz
ifade etti ama zamanı yetmediği için bir iki hususu daha ben toparlamak
istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin
Suriye’yle savaşa sokulmanın eşiğine getirildiğini dikkatlerinize bir kez daha
sunmak istiyoruz. Batı basınına baktığımız zaman sorulan soru şudur: “Türkiye
ne zaman Suriye’ye girecek veyahut da ne zaman bir koridor oluşturulacak
veyahut da uçuşa yasak bölge Türkiye'nin kontrolünde ne zaman hayata
geçirilecek?” sorusu sorulmaktadır. Bütün bunlar tesadüfen değildir, bu sorular
ortada bir şey yokken ortaya çıkmış bir hadise değildir. Türkiye gizli
pazarlıklarla Suriye’ye sokulmaya çalışılmaktadır. Bunu da yüce heyetinize
sunmak istiyorum çünkü birçok mesele yüce Meclisin dikkatinden kaçırılmakta,
kanun hükmünde kararname ve diğer hususlarla geçiştirilmektedir.
Yüce Meclis demişken, yüce Meclisin bir
değerli milletvekili, bir açıklama yaptı. AK PARTİ Milletvekili Cuma İçten
Beyefendi dedi ki: “Türkiye Kürdistan’ın kurulmasını desteklemelidir.” Bizim bu
konudaki, Hükûmet olarak görüşümüzde bir farklılık mı var? Bizim bir kırmızı
çizgimiz vardı ve orada ayrı bir devletin kurulması, Irak’ın toprak
bütünlüğünün parçalanması bizim millî menfaatlerimize ters bir durumdu şimdiye
kadar. Bizim bilmediğimiz bir husus mu var? AK PARTİ Grubunun, Hükûmetin ve
Dışişleri Bakanının bu konuya bir açıklık getirmesi lazım. Biz Irak’ın toprak
bütünlüğünün yanında mıyız, karşısında mıyız? AK PARTİ’nin, Adalet ve Kalkınma
Partisinin Suriye’nin içişlerine elini sonuna kadar daldırdığını görüyoruz.
Şimdi de Irak’ı parçalamaya mı soyundunuz? Bu konunun Adalet ve Kalkınma
Partisi ve Hükûmeti tarafından açıklığa kavuşturulması ve bu milletvekilinin
görüşünün Hükûmeti bağlamadığının burada açıklanması lazım. Aksi takdirde,
Türkiye'nin böyle bir mecraya, böyle bir maceraya girişmesinin bir müddet sonra
aynı niyetlerin Türkiye’ye doğru döneceğinin de kapısını açacağını ifade etmek
istiyorum.
Yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Oğan.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelerinize geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1’inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE
GÜRCİSTAN HÜKÜMETİ ARASINDA KARA GÜMRÜK GEÇİŞ NOKTALARININ ORTAK KULLANIMINA
İLİŞKİN MUTABAKAT
ZAPTININ
ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) 11 Haziran 2010 tarihinde
İstanbul’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Gürcistan Hükümeti
Arasında Kara Gümrük Geçiş Noktalarının Ortak Kullanımına İlişkin Mutabakat
Zaptı”nın onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi
yoktur.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2’nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Söz talebi yoktur.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Söz talebi yoktur.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Gürcistan Hükümeti Arasında Kara Gümrük Geçiş
Noktalarının Ortak Kullanımına İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:
“Kullanılan
oy sayısı : 222
Kabul : 221
Ret : 1
(x)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Fatih Şahin Muhammet
Bilal Macit
Ankara İstanbul”
Böylece, tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
Sayın milletvekilleri, siyasi parti
gruplarının almış olduğu ortak karar nedeniyle, sözlü soru önergeleri ile kanun
tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek
için 17 Ocak 2012 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum.