DÖNEM: 24 CİLT: 11 YASAMA YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
50’nci Birleşim
11 Ocak 2012 Çarşamba
(TBMM Tutanak Hizmetleri
Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip
üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - YOKLAMALAR
IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Mardin Milletvekili Abdurrahim Akdağ’ın, Beyaz Baston Körler Haftası’na ilişkin
gündem dışı konuşması
2.- Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkcü’nün, Van’da meydana gelen deprem sonrası Mersin’de
dinlenme tesislerine yerleştirilen depremzedelerin sorunlarına ilişkin gündem
dışı konuşması
3.- İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın, birlikte yaşama ruhunun tahrip edilmesine ilişkin
gündem dışı konuşması
V.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın,
Başbakana ve grubuna sataşması nedeniyle konuşması
2.- İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
3.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş
ile Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın, partisine sataşması nedeniyle
konuşması
4.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
VI.-
AÇIKLAMALAR
1.- Diyarbakır Milletvekili Altan
Tan’ın, İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın, Irak
devletinin bölge sorumlusuna hakarette bulunduğu iddiasıyla ilgili açıklaması
2.- İçişleri Bakanı İdris Naim
Şahin’in, Barış ve Demokrasi Partisi Grubuna yönelik sözlerinde kastı aşmış
olduğu düşüncesiyle, Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Şükran Güldal Mumcu’nun
talebi üzerine açıklaması
VII.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza
Yalçınkaya ve 21 milletvekilinin, tutuklu gazetecilerin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/97)
2.- İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak
ve 24 milletvekilinin, denizcilik sektörünün sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/98)
3.- Antalya Milletvekili Yıldıray Sapan
ve 19 milletvekilinin, Antalya’nın Serik ve Aksu ilçelerinde yaşanan sel
felaketinin nedenlerinin ve sonuçlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/99)
B) Duyurular
1.- Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün davetlisi olarak ülkemizi ziyaret edecek olan Kırgızistan
Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev’in,
12 Ocak 2012 Perşembe günkü birleşimde Genel Kurula hitaben konuşma yapma isteğine ilişkin duyuru
VIII.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- Yerel basın ve yayın kuruluşlarının
sorunları hakkındaki (10/46) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 11/1/2012 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin
CHP Grubu önerisi
IX.-
SEÇİMLER
A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim
1.- Plan ve Bütçe; Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler
ile Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonlarında açık bulunan
üyeliklere seçim
X.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca
Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin
İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim 2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi
Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler
Getirilmesi Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/440) (S. Sayısı: 32)
2.- Ağrı Milletvekili Ekrem Çelebi ve
Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in; 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (2/152) (S. Sayısı: 112)
XI.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Manisa Milletvekili Hasan Ören’in,
TBMM’nin personel yapısına ve norm kadro çalışmalarına ilişkin sorusu Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın cevabı (7/1451)
2.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik
Çirkin’in, Hatay ve ilçelerinde yapılan kömür yardımına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in cevabı (7/1471) (Ek
cevap)
3.- Antalya Milletvekili Tunca
Toskay’ın, Antalya’daki esnaf ve sanatkârların sorunlarına ilişkin Bilim,
Sanayi ve Teknoloji Bakanından sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati
Yazıcı’nın cevabı (7/1589)
4.- Erzurum Milletvekili Oktay
Öztürk’ün, son dokuz yılda merkezlerini Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki illere
taşıyan şirket ve iş adamlarının sayısına ilişkin Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanından sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı’nın cevabı (7/1590)
5.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu’nun, Bakanlık merkez teşkilatı birimlerinin hizmet binalarına ilişkin
sorusu ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in cevabı (7/1636)
6.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu’nun, Bakanlık merkez teşkilatı birimlerinin hizmet binalarına ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/1659)
7.- Hatay Milletvekili Mehmet Ali
Ediboğlu’nun, Hatay’a yapılan yatırımlar ve aktarılan toplam ödenek miktarına
ilişkin sorusu ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/1767)
8.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran
Bulut’un, özürlülerin istihdamına ilişkin Başbakandan sorusu ve Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in cevabı (7/1794)
9.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu’nun, Bakanlık merkez teşkilatı araçları ve lojmanlarının giderlerine
ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı’nın cevabı (7/1842)
10.- Erzurum Milletvekili Oktay
Öztürk’ün, Erzurum’un kış turizmi potansiyeline ve yapılan çalışmalara ilişkin
sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/1958)
11.- Ankara Milletvekili Sinan Aydın
Aygün’ün, oda ve borsalar ile TOBB’un organları için yapılacak seçimlere
ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı’nın cevabı (7/2043)
12.- İstanbul Milletvekili Mustafa
Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde
olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2052)
13.- Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcı’nın, Türk Tabipler Birliği Kanunu’nun 1 inci maddesinden “tabipliğin kamu
ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak” ibaresinin çıkarılmasına
ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/2091)
I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te
açılarak iki oturum yaptı.
Konuşma yapmak üzere Genel Kurulu
teşrif eden Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanı Mevlüt
Çavuşoğlu’na Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denildi.
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi
Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu, Genel Kurula hitaben bir
konuşma yaptı.
Sivas Milletvekili Mesude Nursuna Memecan,
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır,
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi
Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Konsey çalışmalarına
yaptığı katkılara;
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi,
Iğdır Milletvekili Pervin Buldan,
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır,
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ne;
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun vermiş olduğu bilgilere, 10 Ocak
Çalışan Gazeteciler Günü’ne ve tutuklu bulunan gazetecilerle ilgili
değerlendirmelerin gerçeği yansıtmadığına,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can,
Kırıkkale ilinin Yahşihan ilçesinde bulunan Kara Kuvvetleri Komutanlığına ait
mühimmat ayrıştırma tesisinde meydana gelen patlamada hayatını kaybeden 4
vatandaşımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilediğine,
Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan,
Kocaeli esnafının yaşadığı ekonomik sorunlara,
İstanbul Milletvekili Melda Onur, 10
Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ne,
İlişkin gündem dışı birer konuşma
yaptılar.
Ağrı Milletvekili Fatma Salman
Kotan’ın, Kamu İktisadi Teşebbüsleri,
Konya Milletvekili Mustafa Baloğlu’nun,
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler,
Komisyonu üyeliklerinden çekildiklerine
ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve
23 milletvekilinin, ataması yapılmayan öğretmen adaylarının sorunlarının
(10/94),
Muğla Milletvekili Nurettin Demir ve 22
milletvekilinin, Muğla’da yapılması planlanan HES projelerinin ve çevreye
etkilerinin (10/95),
Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran
Bulut ve 21 milletvekilinin, emeklilerin sorunlarının (10/96),
Araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Bartın Milletvekili Muhammet Rıza
Yalçınkaya ve arkadaşları tarafından, 6 Ekim 2011 tarihinde, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına “Tutuklu gazetecilerin içerisinde bulunduğu
sorunlarının tespit edilerek, alınması gereken önlemlerin bir an önce belirlenmesi
ve ülkemizde basın ve ifade özgürlüğünün dünyaya örnek teşkil eder hale
gelmesi” hakkında verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, (20 sıra no.lu)
Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak, 10/1/2012 Salı günkü birleşimde sunuşlarda
okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin CHP
Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
İzmir Milletvekili Oğuz Oyan’ın,
İzmir Milletvekili Oğuz Oyan, Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın,
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
İzmir Milletvekili Oğuz Oyan’ın,
Şahıslarına sataşmaları nedeniyle birer
konuşma yaptılar.
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün,
Üreticilerin T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatiflerine Olan ve
Yeniden Yapılandırılan Borçlarının Faizsiz Ödenmesine İlişkin Kanun Teklifi’nin (2/28) İç Tüzük’ün
37’nci maddesine göre verilen doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesinin,
görüşmelerden sonra kabul edilmediği açıklandı.
Gündemin "Sözlü Sorular"
kısmının:
1’inci sırasında bulunan (6/9),
7’nci “ “ (6/16),
8’inci “ “ (6/17),
42’nci “ “ (6/76),
54’üncü “ “ (6/92),
55’inci “ “ (6/93),
61’inci “ “ (6/105),
66’ncı “ “ (6/111),
79’uncu “ “ (6/128),
92’nci “ “ (6/146),
161’inci “ “ (6/232),
254’üncü “ “ (6/342),
306’ncı “ “ (6/400),
307’nci “ “ (6/401),
308’inci “ “ (6/402),
321’inci “ “ (6/416),
322’nci “ “ (6/417),
414’üncü “ “ (6/519),
428’inci “ “ (6/535),
471’inci “ “ (6/578),
484’üncü “ “ (6/593),
493’üncü “ “ (6/602),
502’nci “ “ (6/611),
550’nci “ “ (6/660),
553’üncü “ “ (6/663),
554’üncü “ “ (6/664),
Esas numaralı sözlü sorulara, Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay cevap verdi; soru sahiplerinden Tokat Milletvekili
Reşat Doğru, Kütahya Milletvekili Alim Işık,
Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu, Adana Milletvekili Ali Halaman, Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt de cevaplara karşı
görüşlerini açıkladılar.
Mardin Milletvekili Muammer Güler, Türk
İdareciler Günü’ne ilişkin bir açıklamada bulundu.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında yer alan Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine
Dair Anlaşma ile 22 Ekim 2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi
Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler
Getirilmesi Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/440) (S. Sayısı: 32) görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
2’nci sırasında yer alan ve
görüşmelerine devam olunan Ağrı Milletvekili Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili
Hüseyin Şahin'in; 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu’nun (2/152) (S. Sayısı: 112) çerçeve 2’nci maddesinin (a) bendi
üzerindeki görüşmeler tamamlanarak kabul edildi.
11 Ocak 2012 Çarşamba günü alınan karar
gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 19.54’te son verildi.
Şükran Güldal MUMCU |
Başkan
Vekili |
|
Fatih ŞAHİN Mustafa HAMARAT Muhammet Bilal MACİT |
Ankara Ordu İstanbul |
Kâtip
Üye Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
II.- GELEN
KâĞITLAR
No:
62
11
Ocak 2012 Çarşamba
Tasarı
1.- Türkiye Cumhuriyeti ile Morityus Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/539) (Plan ve Bütçe;
Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 27/12/2011)
Teklifler
1.- İstanbul Milletvekili Osman Oktay
Ekşi'nin; Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin
Tanzimi Hakkındaki 5953/212 Sayılı Yasanın Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve
Bir Madde Eklenmesi Hakkında Yasa Teklifi (2/243) (Adalet ile Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2011)
2.- İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya
Önder'in; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/244) (İnsan Haklarını İnceleme ile Adalet
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
3.- Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı
ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır ile İzmir Milletvekili Oktay Vural'ın; 31/12/1960
Tarihli ve 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/245) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
4.- İstanbul Milletvekili Mustafa
Sezgin Tanrıkulu ve İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel'in; Elektrik Piyasası
Kanunu ve Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Gelirleri Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/246) Plan ve Bütçe ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar,
Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
Rapor
1.- 23/12/2011
Tarihli ve 6262 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü
Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/537) (S. Sayısı: 122) (Dağıtma
tarihi: 11/01/2012) (GÜNDEME)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza
Yalçınkaya ve 21 Milletvekilinin, tutuklu gazetecilerin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/97) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/10/2011)
2.- İstanbul Milletvekili Durmuşali Torlak ve 24 Milletvekilinin, denizcilik
sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/98) (Başkanlığa
geliş tarihi: 13/10/2011)
3.- Antalya Milletvekili Yıldıray Sapan
ve 19 Milletvekilinin, Antalya’nın Serik ve Aksu ilçelerinde yaşanan sel
felaketinin nedenlerinin ve sonuçlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/99) (Başkanlığa geliş tarihi: 13/10/2011)
11
Ocak 2012 Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 13.03
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP
ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 50’inci Birleşimini açıyorum.
III.-
YOKLAMA
BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama
yapacağız.
Yoklama için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın
milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz Beyaz Baston Körler
Haftası hakkında söz isteyen Mardin Milletvekili Abdurrahim
Akdağ’a aittir.
Buyurunuz Sayın Akdağ (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
Mardin Milletvekili Abdurrahim Akdağ’ın, Beyaz Baston
Körler Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması
ABDURRAHİM AKDAĞ (Mardin) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Beyaz Baston Körler Haftası münasebetiyle
gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, beyaz baston
körlerin özgürleşmesini simgeleştiren en önemli araçtır. 1921 yılında bir
trafik kazası sonucu kör olan bir fotoğrafçı, çevresindekilerin kendisinin kör
olduğunu anlaması ve dikkat çekici olması için bastonunu beyaza boyayarak
dolaşmaya başlar. Londra’da o kadar başarılı olur ki 1931’de Fransız Körler
Örgütü, “Beyaz Baston” adıyla simgeleştirilmesini kararlaştırırlar. Her yıl
7-14 Ocak tarihlerindeki etkinliklerle göz sağlığının önemi ve görme engelli
kişilerin sorunlarına çözüm yolları tartışılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Dünya Sağlık
Örgütüne göre dünyada 500 milyon engelli yaşıyor, Türkiye’de ise 8,5 milyon
kişi, yani yüzde 12,29 engelli var, bunun yüzde 0,6’sı görme engellidir.
Engelli vatandaşlarımızın günlük hayatta karşılaştıkları sorunlara çözüm
bulmak, kendilerine yetebilen bireyler olarak hayatlarını sürdürmek için
gerekli olan her desteği sağlamak sosyal devlet olmanın önemli bir gereği
olduğu kadar AK PARTİ olarak da bizim temel hedefimizdir. AK PARTİ’nin iktidara geldiği 2002 yılında engellilere ödenen
aylık 24 TL iken 2011 yılı itibarıyla aylık 325 TL’ye ulaşmıştır.
AK PARTİ Hükûmeti döneminde uygulamaya
konulan, engellilerin evde bakımı için kişi başına ödenen bakım ücreti 2011
yılı itibarıyla 570 TL’dir. AK PARTİ İktidarı döneminde ilk kez on sekiz yaşın
altındaki engelli çocuklarımız da yararlanmış ve kendilerine de engelli aylığı
bağlanmıştır. Engellilerin destek eğitimlerinin devlet tarafından karşılanmasıyla
on binlerce aile ücretsiz olarak engelli çocuğuna destek eğitimi aldırma
fırsatı yakalamıştır. Otomobil, ev, özel araç gereç ve bilgisayar programları
gibi engellilerimizin yaptığı çeşitli harcamalara vergi muafiyeti
getirilmiştir. Yüzde 90 ve üzerinde engelli aracı kullanan kişilerin on yılda
bir olmak üzere özel tüketim vergisi ve motorlu taşıtlar vergisi
kaldırılmıştır. Kara yolu taşımacılığında ücretler engellilere yüzde 40
oranında indirimli olarak uygulanmaktadır. 2004’ten beri devlete ait özel
eğitim okullarına giden öğrenciler ücretsiz servislerle taşınmaktadır.
Muhtaç aylığı alan seksen beş yaşına
gelmiş vatandaşlar ile engelli oranı yüzde 70’in üzerinde olan vatandaşlardan
talep edenlere üç ayda bir aldıkları maaşları evlerinde kendilerine teslim
edilmektedir.
2003 yılında çıkarılan bir kanunla,
babasından SSK ve BAĞ-KUR’u olan engelli bayanlar evlenseler dahi maaşları
kesilmeden sosyal güvencelerinin devam etmesi sağlanmıştır.
Bakıma muhtaç engelli çocuğu bulunan
kadınlara beş yıla kadar erken emeklilik hakkı getirilmiştir.
BAĞ-KUR ve Emekli Sandığı mensupları
için de motorlu malul arabası alabilme imkânı sağlanmıştır.
Özür grubu yüzde 40 ila yüzde 60
oranında olan engelliler yirmi yılda, yüzde 60 ila yüzde 80 arası olanlar on
sekiz yılda, yüzde 80’in üzerindekiler on beş yılda emekli olabilmektedirler.
Büyükşehir Belediyeleri Özürlü Hizmet
Birimleri Yönetmeliği çıkarılmıştır.
Engelli vatandaşlarımıza sevk almadan,
özel muayenehanelerde diş tedavilerini yaptırma imkânı getirilmiştir.
Engelli memurların mesleklerine göre
kadrolara atanması sağlanmakta ve kullanacakları araç ve gereçleri kurumlarınca
karşılanmaktadır.
Engellilere mesleki rehabilitasyon
hizmeti yaygınlaştırılmıştır.
Engelli üniversite öğrencilerine araç
gereç temini yapılmaktadır.
Engellinin işini yapabilmesine yönelik
tedbirler alınması ve fiziki çevre düzenlemeleri yapılması zorunluluğu
getirilmiştir.
Daha evvel çalışma gücünün yüzde
66,6’sını kaybedenlerin malul sayılması öngörülmüş iken bu oran yüzde 60’a
indirilmiştir.
Engelli çalıştırma zorunluluğu kurum ve
kuruluşlarda en az yüzde 3’e çıkarılmıştır, kamuda ise bu oran yüzde 4’tür.
Engelli çalıştırmayan kurumlara
verilecek cezalar para olarak caydırıcı bir orana çıkarılmıştır.
Değerli milletvekilleri, 2023 hedefimiz
engellilerin sosyal ve…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ABDURRAHİM AKDAĞ (Devamla) - …ekonomik
olarak hayatlarını daha kolay sürdürebilmeleri amacıyla…
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Akdağ.
ABDURRAHİM AKDAĞ (Devamla) – Beyaz Baston
Körler Haftası’nı kutlar, bu duygu ve düşüncelerle yüce Meclisi saygılarımla
selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Gündem dışı ikinci söz
Mersin’deki Vanlı depremzedelerin durumu hakkında söz isteyen Mersin
Milletvekili Ertuğrul Kürkcü’ye aittir.
Buyurunuz Sayın Kürkcü.
(BDP sıralarından alkışlar)
2.-
Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkcü’nün, Van’da
meydana gelen deprem sonrası Mersin’de dinlenme tesislerine yerleştirilen
depremzedelerin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) - Sayın
Başkan, sevgili arkadaşlar; sizleri Van’da meydana gelen ve herkesi son derece
ciddi ölçüde sarsan deprem sonuçlarının Mersin’deki etkileri bakımından
düşünmeye davet edeceğim. Özellikle Mersin milletvekili arkadaşlarımın beni
dikkatle dinlemelerini de isterim.
Birinci mesele şudur: Aslında, Van
depreminden sonra Mersin’in nüfusu bir ay içerisinde yüzde 1 oranında
artmıştır. Mersin’in nüfusu 2011 Şubat tespitlerine göre 1 milyon 600 bin küsur
civarındayken şu an Mersin’e Van’dan 14.533 aile kendi başlarına, 1.500 kişi de
Mersin Valiliğinin, İçişleri Bakanlığı kanalıyla yaptığı çalışmalar sonucunda
Mersin’e gelmişlerdir. Bu aileler, evet, Van’daki depremin sonuçlarından Van’da
kalanlardan belki şu an için daha az etkilenmektedirler çünkü sıcak bir iklime
gelmişlerdir ancak bununla birlikte Van’dan Mersin’e gelişleri ve Mersin’de
bulunuşları diğer depremzedelerden daha da fazla kendi yurtlarından, kendi
doğdukları yerden, kendi doğal çevrelerinden uzakta oldukları için sorunludur.
Birinci soruna dikkat çekmek istiyorum.
Ben kendi payıma, Silifke’deki iki yerleşim merkezinde toplu olarak ağırlanan
aileleri ziyaret ettim. Bunlardan bir tanesi 23 Nisan Tesisleri, Millî Eğitim
Bakanlığına bağlı, diğeri de İçişleri Bakanlığına bağlı dinlenme tesisleri.
Buradaki depremzedelerin birincil şikâyetleri, kendilerinin bir konuk gibi
değil, bir tür hakları kısıtlı yurttaş muamelesi gördükleridir. Evet,
girecekleri bir evleri vardır fakat evlerinden dışarıya çıkamamaktadırlar, kent
içinde ulaşımda bulunamamaktadırlar, ulaşım yapamadıkları için iş
arayamamaktadırlar. Kendilerini ziyarete gelenler kayıt kuyut
altına alınmakta ve belli bir süreden sonra dinlenme tesislerini terki
istenmektedir. Bütün bunlar, orada yaşayanların aslında zoraki alıkonuldukları
duygusuna kapılmalarına yol açmaktadır.
İkincisi, Silifke’de ikamet eden bu
yurttaşlarımız, Silifke Belediyesinin genel hizmetler alanında kalmakla
birlikte burada yeterli bir biçimde misafir gibi kabul görmemekte olduklarından
yakınmaktadırlar. Kendi dilleriyle konuşmalarının rahatsızlık yarattığı
söylenmekte ve okula gönderdikleri çocukları da okulda dışlamayla
karşılaşmaktadırlar. Ben kendi payıma, Silifke Kaymakamının yerine bakan Mut
Kaymakamıyla bu konuyu konuştum ancak hâlâ aileler durumdan mutlu değiller.
Bunun dışında, diğer 14 bin insan, İçişleri Bakanlığından, Mersin Valiliğinden
herhangi bir destek almamaktadırlar. Sosyal Sigorta ve BAĞ-KUR’a kayıtlı
olanlar Sosyal Sigorta ve BAĞ-KUR kaydı oldukları gerekçesiyle yardımdan
yararlandırılmamaktadır. Dolayısıyla, 15 bin yeni bir Kürt nüfus, özellikle
Mersin’in Akdeniz ilçe belediyesinin imkânlarına bağlı olarak yaşamaya
çalışmaktadırlar. Bir an önce, ben, İçişleri Bakanlığının
duruma el koymasını, Mersin Valiliğinin kendi uhdesinde olan imkânları harekete
geçirmesini ve bir an önce bu yurttaşlarımızın, eğer Mersin’de kalmak
isterlerse, Mersin’de kalmalarının imkânlarını, geri döneceklerse, geri
dönüşleri için, kitlesel bir geri dönüş için hazırlık yapılmasını ve nisan
ortalarından başlayarak bu imkânların devreye sokulmasını sağlamalarını
istiyorum.
Ancak hepsinden önemlisi, bir sosyal
devletin, felakete uğramış yurttaşlarının üzerini bir çatıyla örtmekten çok
daha fazlasını yapmak, özellikle göç etmiş yurttaşlarına travmalardan
korunmaları için yardımcı olmak, genç ve çocukların dışlamaya uğramalarına mâni
olmak gibi bir görevi vardır. Ne yazık ki bugüne kadar bunun yerine
getirilmediğini görmekteyiz. Özellikle Mersin milletvekili arkadaşlarımızın ve
Silifke Belediyesiyle irtibatlı arkadaşlarımızın dikkatini bu konuya çekmek
istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Teşekkür
ederim. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyoruz Sayın Kürkcü.
Gündem dışı üçüncü söz, birlikte yaşama
ruhunun tahrip edilmesi hakkında söz isteyen İzmir Milletvekili Aytun Çıray’a aittir.
Buyurunuz Sayın Çıray.
(CHP sıralarından alkışlar)
3.-
İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın, birlikte yaşama
ruhunun tahrip edilmesine ilişkin gündem dışı konuşması
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Sayın Başkan,
değerli üyeler; ülkemiz için endişelenmemiz gereken günlerden geçiyoruz.
Biliyorsunuz, Uludere’de hepimizin kalplerini yakan bir facia yaşadık. Ancak bu
faciadan sonra AKP’nin sergilediği tutum, milletimizin geleceğiyle sorumsuzca
oynamaktı.
Unutmayın, bazı felaketlerin felaket
olduklarının anlaşılması zaman alır. Savaştan sağ çıkabilmiş bir Alman’a
sorsaydık, “Hitler’e nasıl olup da oy verdiniz?” deseydik, “Biz böyle olacağını
nasıl bilebilirdik?” diye cevap verirdi. Ancak son pişmanlık fayda etmiyor.
Felaketin felaket olduğunu her şey tarumar olup gittikten sonra anlarsanız
geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayabilir.
Değerli milletvekilleri, AKP,
milletimizi, maalesef, böyle bir felaketin kıyısına getirmiştir. Ne yazık ki
Türkiye, AKP İktidarının büyük bir nefret ve rövanş duygusunun şekillendirdiği
politikaları sonucunda derin bir sosyal ayrışma sürecine girmiştir. Birlikte
yaşama ruhumuz sürekli kan kaybetmektedir. Milletimiz, Van’da yaşanan büyük
afetin ardından, bu ruhu güçlendirme içgüdüsüyle, AKP İktidarının
beceriksizliklerini telafi etmek için seferber olmuştur ancak Uludere’de
yaşanan elim hadiseden sonra AKP Hükûmetinin tutumu bütün bu olumlu etkileri
berhava etti.
Değerli milletvekilleri, bir hekim
olarak Başbakanın sağlık nedeniyle bölgeye gitmemesini anlıyorum, Başbakan
yardımcılarının ürkmüş olmalarını da anlıyorum ancak iki tutumları var ki ne
anlayışla karşılıyorum ne de bağışlıyorum. Siz tek amacı birlikte yaşama ruhunu
güçlendirmek olan Sayın Kılıçdaroğlu’nun ve
Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerinin işini nasıl olur da
kolaylaştırmazsınız? Bu bitip tükenmek bilmeyen öfkenizin ve nefretinizin
nedeni nedir? İşte statükonuzu kurdunuz, tek parti
devletiniz var, daha ne istiyorsunuz? Ama sizleri uyarıyorum, intikam duygusu
yakıcıdır. Sonunda yakayım derken yanarsınız. Sizin yanmanız mühim değil de
Allah korusun, milletimizi yakmayın. Benim asıl endişem, kendinizle birlikte
milletinizi yakmanızdır.
Aklımın, havsalamın almadığı ikinci
nokta, siz nasıl olup da Mesut Barzani’nin parti temsilcisinin ölenlerin
yakınlarına “Yardım” adı altında para dağıtmasına göz yumarsınız? Uludere Kuzey
Irak’ın egemenlik sahasına girdi de bizim haberimiz mi yok? Sayın Davutoğlu’na bu
konuda soru önergesi verdim, hemen cevaplandırılmasını istiyorum. Bu, PKK’yla
yaptığınız pazarlık tarzınızdan daha utanç verici bir tutumdur, egemenliğimizin
açıkça ihlalidir. CHP liderine oldukça zorluklar çıkarıp çirkin isnatlarda
bulunacaksın ama Kuzey Irak’ta kim bilir hangi yayılmacı emelleri besleyen
aşiret reisinin işini kolaylaştırıp ekmeğine yağ süreceksin.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Aşiret reisi
değil, bölge başkanı.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) – Kimsiniz siz,
kimsiniz? Yeter artık, Türkiye'nin birlikte yaşama ruhunda açtığınız yaralar
yeter!
ALTAN TAN (Diyarbakır) - Aşiret reisi
değil, Kürdistan bölge başkanı.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) – Değerli
arkadaşlar, İzmirli hemşehrilerimin pek çoğu gibi
Rumeli’de 5,5 milyon insanımızın katliyle sonuçlanan
etnik ve dinî ayrışmaların ne acı sonuçlara yol açtığını bilen bir ailenin
çocuğuyum ama biz hiçbir zaman için bunu kimliğimizin ve acılarımızın bir
parçası hâline getirmedik.
Yanlış anlamayın, Dersim dâhil biz
yaşadığımız acıları tamamen unutalım demiyoruz ancak ucu bucağı gelmez öz
eleştirilerle bir sosyal barış vasatı inşa edebileceğini zannedenler tarihî
yanılgı içindedirler.
Değerli arkadaşlar, değerli
milletvekilleri; CHP’yle ilgili, tek sermayesi babasının ekmek karnesi olan
Sayın Başbakana bir gerçeği daha hatırlatmak istiyorum. Rahmetli babanız belki
karneyle ekmek almanın sıkıntısını çekti ama cephelerde şehit olmadı. Avrupa’da
kan ve vahşet hüküm sürerken onların sıkıntısı ekmek karnelerine vurulan
mühürdü. Benim babamın ekmek karnesine de mühür vuruldu ama şikâyetim yok.
Vurulan mühür ekmek karnelerine olsun. Yeter ki gönüllere ve düşünen beyinlere
mühür vurulmasın. Ne yazık ki bugün AKP hukukun üstünlüğüne, medyanın
bağımsızlığına, fikir ve ifade özgürlüğüne, en önemlisi birlikte yaşama ruhuna
mühür üstüne mühür vuruyor. Allah milletimizi bu nefret erbabının vurduğu
mühürlerden kurtarsın.
Hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Çıray.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, Konuşmacı, hem Sayın Başbakanımızı hem Grubumuzu itham eden şekilde
konuşmalar yaptı, Hitler’le benzeştirmeye çalıştı. İzin verirseniz…
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Elitaş.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sayın Konuşmacı,
dost ve kardeş Irak Devletinin bölge sorumlusu hakkında hakarette bulundu, söz
almak istiyorum.
V.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.-
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İzmir
Milletvekili Aytun Çıray’ın, Başbakana ve grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Burada konuşan arkadaşımız birlikte
yaşamak için bazı meseleleri dile getirmeye çalıştı ama konuşmasının içerisinde
birlikte yaşayabilecek hiçbir sözcük bulamadım. Tüm düşmanlığı, kin ve nefreti
bu milletin AK PARTİ’nin yaptığı icraatları, milletin
verdiği desteği içine sindirememiş bir insanın ruh hâliyle birlikte nasıl
saldırabilirim diye saldırgan bir tavırla yaptığı konuşmayı dinlemenin üzüntüsünü
yaşıyorum.
Bakın değerli milletvekilim, AK PARTİ
2002 yılının 3 Kasımından bu tarafa 5 seçim geçirdi, 2 tane de referandum
geçirdi. Bu referandumlarda ve seçimlerde -bu üçüncü dönemimiz birlikte
çalıştığımız- sizin gibi konuşan milletvekillerinin hepsi buraya geldi. Dediler
ki: “Siz şöyle yapıyorsunuz, böyle yapıyorsunuz, milletin kalbinde mühür var.”
Ama milletin kalbindeki mühür beş seçimdir devam etmez. Siz milletin kalbindeki
iyilikleri, milletin kalbine giden yolu bilemiyorsunuz ondan kalkıp diyorsunuz
ki: “Milletin kalbine mühür vurdunuz.” 3 Kasım 2002 tarihinde
yüzde 34’le geldik, aldık, arkasından 2004 seçimleri geldi, orada da yüzde
42’yle geldik, aldık, daha sonra 2007 seçimleri geldi, orada da yüzde 47’yle
aldık, arkasından mahalli idareler seçimleri ve en son daha üzerinde bir yıl
olmadı 12 Haziran seçimleri ve ondan önce hepinizin ortaya çıkıp 12 Eylül 2010
tarihindeki 26 maddelik anayasa değişikliğiyle ilgili millet yüzde 58 oy verdi.
Yani milleti anlayamayan, milletin ruhuna giremeyen siyasi partiler
kalkıyorlar diyorlar ki: “Hitler de böyle yapmıştı.” Değerli milletvekilim,
eğer Hitler’le ilgili bir kıyaslama yapacaksanız Hitler’in dönemine bakmanız
lazım. Bir grup başkan vekiliniz o zaman öyle söyledi. Kalktı burada dedi ki:
“O zaman demokrasi vardı da biz mi uygulamadık? O zaman dünyadaki geçerli olan Franco rejimiydi, o zaman dünyadaki geçerli olan Mussolini rejimiydi, o zaman dünyada geçerli olan Hitler
rejimiydi.” dediniz. Bunu söyleyen sizin grup başkan vekiliniz. Biz hiçbir
zaman Hitler’in, Mussolini’nin, Franco’nun
milletine uyguladığı zulmü, ıstırabı, işkenceyi kabul etmeyen bir nesilden, bir
kültürden geliyoruz. Ama siz o dönemleri karşılaştırırken, bunların var
olduğunu ifade etmeye çalışırken büyük bir yanlış içerisindesiniz. Hiç kimse
Adalet ve Kalkınma Partisine demokrasiyle ilgili bir konuda suçlama yapamaz.
Bugün bizim bulunduğumuz seçimler içerisinde -7 tane seçim- 5 genel seçim ve 2
tane referandum içerisinde hanginiz açık oy, gizli tasnif olduğunu iddia
edebilirsiniz? Ama sizin geçmişinizde biz bunu yaşadık.
Değerli milletvekilleri, burada
konuşurken, itham ederken dikkat etmeniz gerekir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Elitaş.
Buyurun Sayın Tan…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, niçin söz veriyorsunuz?
BAŞKAN – Söz talebinde bulundu efendim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Efendim, ama
Kuzey Irak’ın burada savunucusu olur mu Sayın Başkan?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Elitaş, siz hangi hakla bu soruyu soruyorsunuz
ki?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Sayın
Başkan, bu yaptığınız Türkiye Büyük Millet Meclisiyle uygun değil.
BAŞKAN – Lütfen…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, Kuzey Irak’taki bir şeyin burada temsilcisi olur mu?
BAŞKAN – Lütfen…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Barzani benim
amcam oğlu, itirazı olan var mı?
BAŞKAN – Lütfen…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, amca oğluyla ilgili burada…
BAŞKAN – Konuya açıklık getirmek
istiyorsa buyurunuz Sayın Tan, devam edin.
Sayın Elitaş,
lütfen yerinize oturunuz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Barzani benim
amcam oğlu…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, yaptığınız hiç alakalı değil. Başka bir ülkenin şeyiyle ilgili söylenen
şeyi nasıl savunma…
BAŞKAN – Lütfen, çok rica ederim.
Buyurun Sayın Tan.
VI.-
AÇIKLAMALAR
1.-
Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın, İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın, Irak devletinin bölge sorumlusuna hakarette
bulunduğu iddiasıyla ilgili açıklaması
ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sevgili
arkadaşlar, ben CHP’li üyenin, dost ve kardeş Irak Cumhuriyeti’nin Kürdistan
Bölgesel Yönetimi Başkanı Sayın Mesut Barzani’yle ilgili hakaretine cevap
vermek için geldim ama önce AKP’yi kınıyorum. “Ne alakası var?” diye cevap
vereceğinize, böyle bir yanlışlığa siz de cevap vermeliydiniz. Bugün…
OSMAN AYDIN (Aydın) – Barzani’yi
savunmak sana mı düşüyor?
ALTAN TAN (Devamla) – Barzani’yi
savunmak bana düştü, benim amcam oğlu, var mı bir itirazın? Varsa bir itirazın
söyle! Varsa bir itirazın söyle! (CHP ve AK PARTİ sıralarından gürültüler)
KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Amca oğlunun yeri değil burası!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, burası amca oğlunu savunma yeri değil.
BAŞKAN – Sayın Tan… Sayın Tan, lütfen,
üslubunuza dikkat ediniz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, lütfen, yanlış yapıyorsunuz, burada başka bir ülkede yaşayan bir
kişiyle ilgili konuşma hakkı, savunma hakkı nasıl verirsiniz?
ALTAN TAN (Devamla) – Sevgili
arkadaşlar, burada diplomasinin, devletlerarası hukukun, çevredeki dost ve
kardeş ülkelerin hukukuyla ilgili doğru bir dil kullanılma mecburiyeti vardır.
KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Dediği
gibi işte, aşiret başkanının torunları!
ALTAN TAN (Devamla) – Bugüne kadar
“aşiret reisi” diye aşağıladığınız insanlar her Kürt’ün yüreğinde ve Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı her namuslu, haysiyetli şahsın yüreğinde yara açmaktadır.
Bunların kimseye faydası yok.
KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – “Aşiret
reisi” aşağılamak değildir.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, bir ilke imza attınız, başka bir yerde yaşayan insanın burada
savunulmasını sağladınız.
ALTAN TAN (Devamla) – Bunları hiçbir
şekilde kullanmanızı doğru bulmuyorum. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin varisi
olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nu kuran Osman Bey de bir aşiret reisiydi. Bugün
aşiret reisi olmak da öyle zannettiğiniz gibi utanılacak bir şey değil.
KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Sen
diyorsun, biz demiyoruz.
ALTAN TAN (Devamla) – Keşke bir aşiret
reisinin kültürü, örfü, adabına sahip olsaydı bazı arkadaşlar.
Sevgili arkadaşlar, bu üslubu
değiştirmek zorundasınız. Bugün Kürtlere olan bu kininiz nereden geliyor?
Avrupa’da 6 milyon Arnavut var, iki buçuk tane Arnavut devleti var, Arnavutluk
var, Kosova var, Makedonya’nın da yüzde 50’si Arnavut. Çeçenistan Özerk Bölgesi
var, Nahcıvan Özerk Bölgesi var, Abazaların, Acaraların özerk bölgesi var. Dünyada mazlum ve mağdur
Kürtler gökyüzünün altında bir bölgesel yönetim sahibi olmuşlar, bu kadar kin
ve nefretiniz niye? Bu kinle ve nefretle nasıl bir Türkiye kuracaksınız?
AK PARTİ’nin
gözü aydın olsun, bu CHP olduğu müddetçe daha çok ekmek yersiniz ama sizde de
bu kafa olduğu müddetçe demokratik bir Türkiye’yi kuramazsınız.
Sevgili arkadaşlar, bu dilin yanlış
olduğunu söylüyorum ve arkadaşımızın gelip bu sözünü geri almasını teklif
ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tan.
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Sayın Başkan,
Sayın AKP Grup Başkan Vekili Partimizin kurumsal kimliğiyle ilgili bir iki
sataşmada bulunmuştur.
(CHP ve BDP sıraları arasında
karşılıklı laf atmalar, gürültüler)
BAŞKAN – Duyamıyorum…
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Ne
diyeceğini sana mı soracak dangalak!
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Terbiyeli
ol, terbiyeli ol!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, biraz
sakin olur musunuz? Sessiz olunuz, Sayın Çıray’ı
duyamıyorum.
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Şahsımla ilgili
sataşmada bulundular, cevap vermek istiyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Şahsıyla
ilgili bir şey söylemedim efendim. Adını ağzıma almadım, bir şey yapmadım,
şahsıyla ilgili bir şey söylemedim ben.
(BDP ve CHP sıraları arasında
karşılıklı laf atmalar, gürültüler)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Hayır, niye
“dangalak” diyorsun.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen
yerinize geçiniz.
(BDP ve CHP sıraları arasında
karşılıklı laf atmalar, gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri...
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Sayın Başkan,
Sayın Grup Başkan Vekili benim buradaki yaptığım konuşmayla benim bölücülük
yaptığımı ifade etmek istedi, ona cevap vermek istiyorum.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın
Başkan...
BAŞKAN - Lütfen yerinize geçiniz ve
sakinliğinizi muhafaza ediniz sayın milletvekilleri.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın
Başkanım, özür diliyorum...
BAŞKAN - Sayın Milletvekili, lütfen,
burada bir başka milletvekilimizi dinlemek durumundayken siz gelip bu tarzda
davranamazsınız.
Buyurunuz Sayın Çıray.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Zaten densiz
bir konuşma yaptı, ortalığı karıştırdı.
V.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2.-
İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; uzun süredir buraya gelen AKP sözcüleri, AKP’nin uzun
yıllardır seçimlerde gösterdiği başarıları ve son seçimde aldığı yüzde 50’yi
söylüyorlar. Buna saygımız var ama aynı saygıyı kendilerine oy vermeyen yüzde
50’ye de göstermelerini beklerim. Eğer burada bir demokrasi varsa bizim
gösterdiğimiz yüzde 50’ye olan saygıyı siz de yüzde 50, size oy vermeyen
insanlara göstereceksiniz. Üstelik sizin yaptığınız seçimler kanunen meşrudur;
basın özgürlüğü, haber alma özgürlüğü engellendiği için siyaseten meşruiyeti
tartışmalı seçimlerdir, onu da söyleyeyim.
Diğer meseleyse, değerli arkadaşlar,
eğer birisi kin ve nefret tohumları ektiyse her sabah uyanıp bu milleti Türk,
Kürt, Laz, Çerkez diye separe eden, bir başka yabancı devlete gidip dünyada
hiçbir şekilde, görülmemiş bir şekilde kendi etnik kimliğinden bahseden ve
sürekli etnik kimlikler üzerinde siyaset yapan AKP yapmıştır.
Sizi uyarıyorum: Bu anayasa
çalışmalarında oluşturduğunuz bu etnik ortamı, bu anayasayla düzelteceğinizi
zannediyorsanız dünyanın en etnik anayasasını yapan Yugoslavya’nın o
anayasasının kendisini kurtarmadığını bilmenizi rica ediyorum.
Eğer bu ülkede felaketlerden söz
ediyorsak, olabilecek en büyük felaket Haçlıların boyunduruğu altında topraksız
ve vatansız kalmamızdı. Türkiye'yi Haçlıların boyunduruğu altında topraksız ve
vatansız bırakmayan Atatürk ve silah arkadaşlarına, dava arkadaşlarına burada
teşekkür ediyorum ve kendilerini rahmetle anıyorum.
Değerli arkadaşlar, egemenlik hakkına
bir şikâyetiniz yok. Ben BDP sözcüsünün söylediklerinin tamamına karşıyım, ama
sizin esas itiraz etmeniz gereken konu sadece o sözler değildi, Türkiye'nin o
bölgede egemenlik haklarını başka birine devretmesine itiraz etmeliydiniz. Buna
itiraz etmiyor musunuz? Buna bir itirazınız yok mu?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sen
doktorluğunu yap, ne söylediğinin farkında değilsin.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) – Vatan nedir
biliyor musunuz? Benim gidemediğim yer vatan değildir. Beni oraya özgürce
gönderemiyorsanız, sizin bakanlarınız oraya özgürce gidemiyorsa, sizin göreviniz
olan o toprakları vatanlaştıramamışsınız demektir.
Hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Çıray.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, hem Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkan Vekili Sayın Elitaş değerlendirmelerinde tek
parti dönemine ilişkin sarf ettiği bazı cümlelerle Cumhuriyet Halk Partisinin
kurumsal kimliğine sataşmada bulunmuştur hem de Barış ve Demokrasi Partisi
adına kürsüye çıkan sayın sözcü, “Bu CHP oldukça demokrasi olmaz.” şeklinde bir
cümle kullanmak suretiyle partimize sataşmada bulunmuştur. 69’uncu
maddeye göre söz istiyorum efendim.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Hamzaçebi.
(CHP sıralarından alkışlar)
3.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ile Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın, partisine
sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İzmir Milletvekilimiz Sayın Aytun Çıray güzel bir konuda bir konuşma yaptı, birlikte yaşama
ruhunun tahrip edilmesine ilişkin bir değerlendirme yaptı.
Fransız sosyolog Alain
Touraine’in “Eşitliklerimiz ve farklılıklarımızla
birlikte yaşayabilecek miyiz?” şeklinde, bu konuda çok da güzel bir kitabı
vardır, bütün milletvekillerine bu kitabı tavsiye ederim.
21’inci yüzyıl, bütün insanlığın, bütün
ulus devletlerin, bütün milletlerin eşitlikleriyle, farklılıklarıyla birlikte
yaşamayı başarmaya çalıştığı, başaracağı bir yüzyıl olmalıdır, olmak
zorundadır.
Sayın Elitaş,
tek parti dönemine giderek Cumhuriyet Halk Partisinin o dönemdeki yönetimiyle Franco İspanyası, Mussoloni İtalyası arasında bağ kurmaya çalıştı. Bu cümleleri Sayın Elitaş’a iade ediyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ben başka
bir grup başkan vekilinin söylediğini söylüyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Franco İspanyası’yla, Mussoloni İtalyası’yla, Hitler Almanyası’yla cumhuriyet rejimi arasında bağ kurmaya
çalışanlar Türkiye Cumhuriyeti tarihini bilmeyenlerdir.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ben başka
bir CHP Grup Başkan Vekilinin söylediğini mealen oradan söyledim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) -
Türkiye'nin tek parti yönetiminin olduğu dönemde, Cumhuriyet Halk Partisi
yönetiminin olduğu dönemde Türkiye’yi çok partili sisteme ve Türkiye’yi özgür
ve adil seçimlere taşıyan parti Cumhuriyet Halk Partisidir. (CHP sıralarından
alkışlar) 1950 seçimleri, bir yandan, Cumhuriyet Halk Partisinin mağlubiyetidir
belki, bir yandan da Türkiye’yi çok partili sisteme, özgür ve adil seçimlere
taşımış olması nedeniyle Cumhuriyet Halk Partisinin en büyük zaferidir. Bununla
gurur duyuyoruz.
Cumhuriyet Halk Partisinin geçmişinde
demokrasi vardır, geçmişinde özgürlükler vardır. Demokrasiyi ve özgürlükleri
sadece referandumlarda, seçimlerde aldıkları oy olarak yorumlayanlar
demokrasiyi bilmeyenlerdir.
Modern demokrasiler, özgürlük, eşitlik,
adalet ilkeleri üzerine yükselir. Modern demokrasiler, bütün vatandaşları için,
kendi sınırları içerisinde yaşayan herkes için eşit özgürlüğü güvence altına
aldıkları ölçüde meşrudurlar. Bu açıdan baktığımızda, Türkiye’de meşruiyet
sorunu olan bir Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti vardır. Siz, oturup bununla
hesaplaşın, bunu kendinize dert edinin.
Bir İç Tüzük değişikliği teklifi
getirdiniz. Mecliste her şeyi yaptınız. Temel yasa kavramı adı altında
düzenlemeler yaptınız, muhalefetin sesini kıstınız. Şimdi, ufak tefek kalmış
olan muhalefetin konuşma haklarını da almak istiyorsunuz. Sizin demokrasi
anlayışınız, Adalet ve Kalkınma Partisinin demokrasi anlayışı budur. Demokrasi
özgürlük, eşitlik, adalet demektir. Sadece alınan oyla ölçülecek olan bir
kavram değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Hamzaçebi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, gündeme
geçiyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, herhâlde bana da bir söz verirsiniz. Sayın Hamzaçebi benim demokrasi
tarihiyle ilgili bilgimi sınamaya çalıştı. Her isteyene söz veriyorsunuz.
Müsaade ederseniz, ben de demokrasi tarihiyle ilgili kısa bir bilgi vermek
istiyorum.
BAŞKAN – Bu konuda siz söylediniz, o da
sözünü söyledi karşılıklı. Size yeniden sataşmada bulunmadı.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ama efendim,
hayır. Bana İzmir Milletvekili arkadaşımız cevap verdi.
BAŞKAN – Ona başka bir şekildeydi
efendim. Lütfen burada…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Neyden söz
verdiniz?
BAŞKAN – Lütfen…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Bakın,
burada BDP temsilcisi de bizi itham ederek, bizi itham ederek bu konuyla…
BAŞKAN – Sayın Başkan Vekilimiz, lütfen
Başkanlığın takdiri üstüne bu kadar sorgu sual açmayınız.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Niye
efendim?
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Lütfen buyurunuz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – İç Tüzük’ü uygulamaya davet ediyoruz.
BAŞKAN – Ben İç Tüzük’ü
uyguluyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Bakın
diyorum ki, burada hiç kimsenin…
BAŞKAN – Ben İç Tüzük’ü
uyguluyorum. Size sataşma görmedim efendim; onun için söz vermiyorum şu anda.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, bir milletvekilinin başka bir yerde yaşayan insanla ilgili itham edici,
aşağılayıcı söz söylemesi yanlıştır. Ama o sözü burada oturan bir
milletvekilinin başka bir ülkede yaşayan birisini savunma hakkını vermek de
tamamen yanlıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin usullerine aykırıdır. Türk
milletvekilliğine aykırı bir davranıştır. Ben size onu uyardım. Ama siz söz
hakkı verdiniz. Arkasından farklı bir şekilde bana söz hakkı veriyorsunuz bana
sataştığından dolayı. Sonra, Grup Başkan Vekiline söz hakkı veriyorsunuz ve
Grup Başkan Vekili benim demokrasi tarihiyle ilgili bilgilerimi sınıyor.
Müsaade edin, ben de ona cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Elitaş,
size sataşmadı.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Olur mu
efendim? Ben niye sataştığını…
BAŞKAN - Ben bir sataşma görmedim; onun
için vermedim sözünü.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, ben Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna ne diye sataştım?
BAŞKAN - Lütfen, çok rica ederim. Bu
konuda en iyi şekilde kullandığımı sanıyorum sataşma konusunu.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hayır,
Cumhuriyet Halk Partisine ben ne diye sataştım?
BAŞKAN – Herkese söz hakkı veriyorum.
Görmedim, onun için vermiyorum. Yoksa bir şeyim yoktur.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Milletvekiline, İzmir Milletvekiline ne diye sataştım? “İsmimi hitap ederek,
ismimi anarak ifade etti.” dedi. Ben ağzıma almadım ismini.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan, Sayın Elitaş konuşmasında çok açık bir
şekilde Cumhuriyet Halk Partisine sataşmıştır. Franco
rejimiyle Cumhuriyet Halk Partisi arasında bir fark bulunmadığını…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekillerinden birisinin söylediği
sözü ben burada tercüme ettim.
BAŞKAN – O gayet net anlaşıldı efendim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
“Açık oy, gizli tasnif” demediniz mi?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Yalan mı o?
Yalan mı diyorum?
BAŞKAN – Sayın Elitaş,
bu sizin söylediğiniz net bir şekilde anlaşıldı. Karşılıklı sataşmalar
konusunda, net bir şekilde, her iki grup olarak, sözcü olarak cevaplarınızı
verdiniz ve kayıtlara geçti efendim.
Teşekkür ediyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, sizi tarafsız yönetime davet ediyorum. Sizin militanlığınız tasdik
edilmişti ama…
BAŞKAN - Sayın Elitaş,
sizi, lütfen, daha uygun konuşmaya davet ediyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Bakın, grup
başkan vekillerine yaptığınız bir şeyde, sizi tarafsız olmaya davet ediyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Elitaş, olmadı.
BAŞKAN – Başkanlığa karşı daha uygun
konuşmaya davet ediyorum. Militanlık söz konusu değildir burada.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ben de sizi
tarafsız olmaya davet ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - İç Tüzük’ü
net bir şekilde uyguluyorum. Çok rica ederim…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Çok belli
oluyor, çok anlaşılıyor!
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın
Başkanım, biraz önce, Barış ve Demokrasi Partisinin…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan, Sayın Elitaş’ın size yönelik olarak
yapmış olduğu bu militanlık suçlamasını kınıyorum efendim. (CHP sıralarından
“Geri alsın.” sesleri)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan,
tarafsız bir davranışa davet ediyorum sizi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Hayır, hayır, çok… Sayın Elitaş, lütfen, bu cümlenizi
düzeltin. Yakışmadı.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Yakışmadı.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, burada bir parti sözcüsü, temsilcisi olarak değil, Türkiye Büyük Millet
Meclisini tarafsız olarak idare etmek mecburiyetindesiniz.
BAŞKAN – Sayın Elitaş…
Sayın Elitaş… Lütfen… Çok rica ediyorum.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sen parti
sözcüsü olmasını istiyorsun onun aslında. Onun aslında, AKP’nin sözcüsü gibi
davranmasını istiyorsun Elitaş. Hep ondan
yönetiyorsun Meclis Başkanlarını da ve sen olduğun zaman mutlaka kavga çıkıyor.
BAŞKAN – Bu Başkanlık kürsüsü tamamen
tarafsız bir şekilde yönetilmektedir. Bu konuda, lütfen, dikkatli bir şekilde
izleyiniz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Test
edilmiş, onaylanmıştır; doğru!
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Elitaş, lütfen düzeltin.
BAŞKAN – Her olayı izleyebilirsiniz.
Bütün kamuoyu önünde de bütün olaylar gerçekleşiyor. Lütfen… Bu konuda böyle
bir söz söylememenizi tercih ederdim.
Buyurunuz efendim.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın
Başkan, biraz önceki konuşma sırasında, şahsıma çok ağır bir laf edilmiştir.
Onun için, pek kısa bir söz talep ediyorum.
BAŞKAN
- Sizin şahsınıza ve isminizle bir sataşma olduğunu duymadık efendim.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Burada bütün
Meclisin duyacağı şekilde, burada tekrar etmek istemediğim bir hakaret
etmiştir.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Aslında
vermeniz lazım!
BAŞKAN – Lütfen… Böyle bir şey kürsüden
gerçekleşmemiştir. Lütfen…
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – O zaman Sayın
Başkanım, kayıtlara geçecek şekilde şunu söylemek istiyorum.
BAŞKAN – Onu gördüğüm zaman bakarım
efendim. Teşekkür ediyorum.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Şunu söylemek istiyorum: Bir grup başkan
vekilinin bu kadar ağır hakaret ettiği bir yerde bir milletvekilinin ettiği laf
normaldir. Ne yazık ki Meclisin saygınlığı çok düşmüştür.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Sayın
Başkan…
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Takdirlerinize arz ediyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sen ne
yapmaya çalışıyorsun ya?
BAŞKAN – Sayın milletvekilimiz, lütfen…
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – “Sen”
diyemezsin!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Sen ne
yapmaya çalışıyorsun?
BAŞKAN - Tutanakları göreyim, ondan sonra bakarız.
Lütfen...
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Sen beni burada eleştirme hakkına sahip değilsin!
Ne karışıyorsun? Ben istediğimi konuşurum burada! Sen benimle orayı niye
kıyaslıyorsun? Grup Başkan Vekilin var burada!
BAŞKAN – Şimdi, gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları
vardır.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin
üç önerge vardır, ayrı ayrı okutacağım.
İlk okutacağım Meclis araştırması
önergesi beş yüz kelimeden fazla olduğu için önerge özeti okunacaktır, ancak
önergenin tam metni Tutanak Dergisi’nde yayınlanacaktır.
VII.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.-
Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya ve 21 milletvekilinin, tutuklu
gazetecilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/97)
(x)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
(Özet)
Basın özgürlüğü; basın camiasının
hiçbir baskı, tehdit, yönlendirme, sansür ve cezalandırma altında kalmadan
görevini en iyi şekilde yerine getirmesidir. Bugün gelinen noktada ise
ülkemizde gazeteciler, yazdıkları yazılar nedeniyle büyük bedeller ödemektedirler.
Ülkemizde çağdaş gazetecilerin beyinlerine ve kalemlerine kelepçe vurulmuştur.
Böyle bir düzeni kabul etmek ülkemiz adına üzüntü vericidir. Eleştirmek ülkede
suç sayılır hâle gelmiş, iktidarı eleştirenler cezaevine atılır olmuştur.
Gerçeğin peşinde olan gazeteciler örgüt mensubu oldukları gerekçesiyle
cezaevine konuldular. Türkiye’de cezaevlerinde tutuklu ve hükümlü yaklaşık 70
gazeteci bulunuyor. Gazeteciler hakkında açılmış dava ve soruşturmaların sayısı
ise on binleri geçiyor. Demokratikleşme mücadelesi uğruna şehit bile vermiş
olan gazeteciler, bugün gelinen noktada terör örgütü propagandası yapmakla,
terör örgütü üyesi olmakla suçlanmaktadırlar. Yayımlanan veya hiç yayımlanmayan
kitapları, haber kaynakları ile yapmış oldukları telefon görüşmeleri ve bilgi
notları nedeniyle hapishanelerde çürüyorlar. Türkiye gazetecilerin işini en iyi
yaptığı için cezalandırıldığı bir ülke konumuna dönüştürülüyor. Basın
mensupları 1908'den beri tam 103 yıldır sansüre karşı direniyor, fakat sansür;
basın üzerindeki siyasi, ekonomik baskılarla, işten atmalarla, göz altılarla
tutuklamalarla hala hızlı bir şekilde sürüyor.
Gazeteciler özgür fikir ve
düşüncelerinden dolayı adeta yok edilmeye çalışılıyor.
Yukarıda kısaca özetlenenler ışığında;
tutuklu gazetecilerin içerisinde bulunduğu sorunlarının tespit edilerek,
alınması gereken önlemlerin bir an önce belirlenmesi ve ülkemizde basın ve
ifade özgürlüğünün dünyaya örnek teşkil eder hâle gelmesi amacıyla TBMM iç
tüzüğünün 104. ve 105. maddeleri ile Anayasanın 98. maddesi gereğince
"meclis araştırması" açılmasını arz ederiz. 09.08.2011
1)
Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
2)
Candan Yüceer (Tekirdağ)
3)
Bülent Kuşoğlu (Ankara)
4)
Erdal Aksünger (İzmir)
5)
Aydın Ağan Ayaydın (İstanbul)
6)
Mehmet Şeker (Gaziantep)
7)
Tufan Köse (Çorum)
8)
Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
9)
Atilla Kart (Konya)
(x)
(10/97) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin
tam metni tutanağa eklidir.
10)
Kazım Kurt (Eskişehir)
11)
İhsan Özkes (İstanbul)
12)
Ali Rıza Öztürk (Mersin)
13)
Salih Fırat (Adıyaman)
14)
Aytuğ Atıcı (Mersin)
15)
Özgür Özel (Manisa)
16)
Nurettin Demir (Muğla)
17)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
18)
Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
19)
Ali Özgündüz (İstanbul)
20)
Celal Dinçer (İstanbul)
21)
Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
22)
Malik Ecder Özdemir (Sivas)
2.-
İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak ve 24 milletvekilinin, denizcilik
sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/98)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Denizcilik sektörünün sorunlarının ve
çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98'inci, TBMM İç Tüzüğünün
104 ve 105'inci maddeleri uyarınca "Meclis Araştırması" açılması için
gereğini saygılarımızla arz ve talep ederiz. 12.10.2011
Gerekçe:
1980’li yıllardan sonra uygulanan
politikalar çerçevesinde, yavaş yavaş kapalı ekonomiden serbest piyasa
ekonomisine geçişini başlatan ülkemiz, bu değişim süreci içerisinde
uluslararası kural ve kaidelere göre yönlendirilen ve yönetilen denizcilik
sektöründe de serbestleşmenin yollarını aramış, hatta 2581 sayılı Kanun ile sektörel serbestleşmeyi ilk başaran sektörlerden biri
olmuştur.
Bu değişim sürecinde, mevcut yapının
eksikliklerini ve tıkanıklıklarını tespit eden siyasiler ve sektör
temsilcileri, yaşanan değişimi hem planlamak hem daha iyi yönetmek hem de
gelişmiş dünya ülkelerinin sektörün yapısına uygun kurdukları yapılanmayı
sağlamak için denizciliğin devlet içinde tek bir sahibi olacak yapıya yönelik
çalışmalar yapmışlardır.
Bu tartışmalar 1990’lı yıllara kadar
sürmüştür. Ne var ki, Bakanlık talebi ile başlayan süreç, Başbakanlığa bağlı
olarak çalışacak olan bir Müsteşarlık olarak yeni bir başlangıcı getirmiştir.
Denizcilik, Ulaştırma Bakanlığı
bünyesinde Deniz Ulaştırması Genel Müdürlüğü olarak varlığını sürdürürken, 1993
yılında 491 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bakanlık bünyesinden
kurtarılarak Müsteşarlık seviyesinde temsil edilmesinin uygun olacağı
değerlendirilmiş ve denizcilik devletin yapılanmasında en azından üst düzeyde
bir görüntü kazanmıştır.
1993 yılından 2011 yılına gelene kadar
da her hükûmet döneminde Denizcilik Müsteşarlığının Denizcilik Bakanlığı olarak
yapılandırılması talepleri aralıksız devam etmiştir.
Ancak bugün geldiğimiz noktada yapılan
tartışmaya baktığımızda şöyle bir manzara ile karşı karşıya olduğumuzu
görmekteyiz; ''denizci olmayan kadroların kurduğu Denizcilik Müsteşarlığı,
denizci kadrolar tarafından kapatılmaya çalışılmaktadır."
Bu görüntü çok vahim bir görüntüdür.
Özellikle uluslararası siyaset acısından da ülkemizin iddiasını zayıflatacak
bir görüntüdür.
Denizcilik sadece su yolu ve ulaştırma modu değil, 378.000 Km2’lik karasuyu ve münhasır ekonomik
bölgesiyle mavi bir Vatan'dır.
Ülke yük taşımasının % 95’inin
yapıldığı ana sektördür.
Suyla denizin buluştuğu adalar dâhil
8.400 kilometre sahil uzunluğu ve bu kıyı şeridindeki her türlü kıyı yapılarını
ilgilendirmektedir.
Karasuları ve münhasır ekonomik
bölgesiyle denizin altı ve üstü dâhil petrol, doğalgaz, madenler v.b. yönetimini içeren faaliyet alanına sahiptir.
Aynı zamanda kara sınırından fazla
denize olan sınırımız mevcuttur. Dolayısıyla güvenlik ve seyir güvenliği, deniz
emniyeti, boğazlar ve denizdeki trafik sorunları, denizdeki çevre kirliliğine
müdahale etme gibi görevleri bulunmaktadır.
Büyük bir Bakanlık yapısının içinde üç
tarafı denizlerle çevrili bir ülkenin denizciliğinin Genel Müdürlük seviyesinde
temsilinin, bu alanda hizmet veren ve alan ciddi bir sektörün varlığı
karşısında işlemlerin gerçekleştirilmesinde yeni bürokratik hiyerarşi
oluşturulacaktır.
Denizciliğin, uluslararası özelliği
gereğince bu yapının güçlendirilerek ayrı tutulmasının
"Ulaştırma-İletişim" başlıklarının sınırlarını aşan ve alan olarak
çok ciddi bir katma değer yaratan sektörün yönlendiricisinin Genel Müdürlük
seviyesinde tasarlanması yanlış bir karar olacaktır.
Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık
Denizcilik Müsteşarlığını bugün bütün dünya tanımakta ve otoritesini kabul
etmekte iken;
2008
küresel krizi ile birlikte batma noktasına gelen ve hâlâ ayağa kalkamayan, yan
sanayisi ile birlikte 100 bin'den fazla insanımızın
işsiz kaldığı bir ortamda, yan iş kolları ile birlikte yine 85-90 bin ailenin
ekmek yediği balıkçılık sektörünü de içine alan denizcilik sektörünü güçlü bir
idare yapısına kavuşturmak yerine, ulusal ve uluslararası alanda büyük bir
tecrübe sahibi olan Denizcilik Müsteşarlığını kapatmak ve Genel Müdürlük
düzeyine indirmek uluslararası camiada Türkiye'nin iddiasından vazgeçtiği
görüntüsünü verecektir. Bu kabul edilemez bir durumdur.
1)
D. Ali Torlak (İstanbul)
2)
Necati Özensoy (Bursa)
3)
Mehmet Şandır (Mersin)
4)
Özcan Yeniçeri (Ankara)
5)
Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
6)
Sümer Oral (Manisa)
7)
Hasan Hüseyin Türkoğlu (Osmaniye)
8)
Ali Öz (Mersin)
9)
Enver Erdem (Elâzığ)
10)
Lütfü Türkkan (Kocaeli)
11)
Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
12)
Sinan Oğan (Iğdır)
13)
Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
14)
Bülent Belen (Tekirdağ)
15)
Seyfettin Yılmaz (Adana)
16)
Celal Adan (İstanbul)
17)
Koray Aydın (Trabzon)
18)
Ali Halaman (Adana)
19)
Erkan Akçay (Manisa)
20)
Mustafa Kalaycı (Konya)
21)
Emin Haluk Ayhan (Denizli)
22)
Zühal Topcu (Ankara)
23)
Ali Uzunırmak (Aydın)
24)
Edip Semih Yalçın (Gaziantep)
25)
Muharrem Varlı (Adana)
3.-
Antalya Milletvekili Yıldıray Sapan ve 19 milletvekilinin, Antalya’nın Serik ve
Aksu ilçelerinde yaşanan sel felaketinin nedenlerinin ve sonuçlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/99)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı’na
09.10.2011 tarihinde Antalya'nın Serik
ve Aksu İlçelerinde yaşanan sel felaketinin nedenlerinin, sonuçlarının
araştırılması ve böylesine afetlerin bir daha yaşanmaması için gereken
önlemlerin alınması anacıyla, Anayasanın 98'inci, T.B.M.M. İçtüzüğünün 104 ve
105'inci maddeleri uyarınca "Meclis Araştırması" açılmasını
saygılarımızla arz ederiz.
Gerekçe:
Antalya, herkesin bildiği gibi Akdeniz
ikliminden yoğun bir şekilde nasibini alan bir ilimizdir. Bu ilimizde her
mevsim coşkulu bir şekilde akan yüzlerce ırmağın olduğu da herkes tarafından
bilinmektedir. Her sonbahar ve ilkbahar mevsiminde Antalya'da yaşayan halkımız
bu sefer nerede sel yaşanacak diye tedirginlik duymaktadırlar.
2009'da görülen yoğun yağış sonrasında
Konyaaltı İlçesi'nden denize dökülen Boğa Çayı taşmıştır. Civarındaki evlerin
tamamına yakınını su basmıştır. Yine aynı yağış sonrasında Sarısu Deresi'nin
taşması sonucunda Antalya-Kemer karayolu sular altında kalmıştır.
Antalya-Korkuteli karayolunun ise 2,5 km'lik kısmı kapanmıştır. Gemiler ve
tekneler sürüklenmiştir. Yoğun çalışmalar sonucunda neyse ki hiçbir
vatandaşımız hayatını kaybetmemiştir. 2010'da yine aynı manzara ile karşı
karşıya kalmıştık. Ancak o yıl o kadar şanslı değildik. Yoğun yağış sonrası
yine taşan dereler sonucunda 3 vatandaşımızı kaybetmiştik. Yine 10 binlerce
dekar tarım alanı sular altında kalmıştı. Yine insanlar evlerini kaybetmişti.
Yıl 2011, yine aynı manzara ile karşı
karşıyayız. 09.10.2011 tarihinde yaşanan yoğun yağmur ve dolu sonrasında bu
sefer Küçük Aksu çayı taşmıştır. Taşkın sonrasında maalesef 4 vatandaşımızı
kaybettik ve bu saat itibariyle 2 vatandaşımız hâlen kayıp durumdadır. 25-30
konut oturulamayacak hale gelmiştir. 50 konutta da hafif hasar oluşmuştur.
Küçük Aksu Çayı'nın Aksu Çayı ile birleşmesinden sonra daha büyük bir sel
taşkını ortaya çıkmış ve Serik Ovası'nda yaklaşık 46 bin dekar arazi sular altında
kalmıştır ki bu zarar gören alanın yaklaşık 5 hin dekarı tarım ve sera
alanıdır. Buradaki nar ve narenciye bahçeleri harap olmuştur. Hasat zamanı
gelmiş olan pamuk ve mısır tarlaları sular altındadır. Bununla birlikte Gebiz Beldesi'ndeki on dört köyün yolu kullanılamaz
haldedir. Bazı köylere hâlen ulaşılamamıştır. Aksu Ovası ve Abdurrahmanlar
Beldesi taşkın suları altındadır.
Vatandaşlarımızın can güvenliğini
sağlamak, eğitim ve sağlık hizmetlerini vermek, yol, su, elektrik gibi altyapı
hizmetlerini bölgeye götürmek devletin temel görevlerindendir. Bu nedenle,
Hükümet bölgeyi derhal "afet bölgesi" kapsamına almalı, arkasından
çok ciddi bir hasar tespit çalışması yaparak bu afet nedeniyle zarar görmüş,
maddi ve manevi travmaya uğramış vatandaşlarımızın
kayıplarını tazmin etmelidir ve en kısa zamanda yaralarını sarmalıdır. İleriye
dönük olarak da doğal afetler nedeniyle aşırı can ve mal kayıplarını önleyecek
altyapı sorunları mutlaka çözülmelidir. Taşması muhtemel derelerin ıslah
çalışması, ilgili Bakanlık tarafından bir an önce başlatılmalıdır. Her yıl
yaşanan felaketler Antalya'nın makûs kaderi olmaktan çıkarılmalıdır.
09.10.2011 tarihinde Antalya'nın Serik
ve Aksu İlçelerinde yaşanan sel felaketinin nedenlerinin, sonuçlarının
araştırılması ve böylesine afetlerin bir daha yaşanmaması için gereken
tedbirlerin Yüce Meclisimizce tespiti amacıyla bir Meclis Araştırması açılması
yerinde olacaktır.
1)
Yıldıray Sapan (Antalya)
2)
Osman Kaptan (Antalya)
3)
Arif Bulut (Antalya)
4)
Gürkut Acar (Antalya)
5)
Ali Haydar Öner (Isparta)
6)
Sena Kaleli (Bursa)
7)
Musa Çam (İzmir)
8)
Süleyman Çelebi (İstanbul)
9)
Aytuğ Atıcı (Mersin)
10)
Nurettin Demir (Muğla)
11)
Ahmet Toptaş (Afyonkarahisar)
12)
Levent Gök (Ankara)
13)
Ali Rıza Öztürk (Mersin)
14)
Kemal Ekinci (Bursa)
15)
Bedii Süheyl Batum (Eskişehir)
16)
Orhan Düzgün (Tokat)
17)
Alaattin Yüksel (İzmir)
18)
Haluk Eyidoğan (İstanbul)
19)
Doğan Şafak (Niğde)
20)
İdris Yıldız (Ordu)
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak
ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki ön görüşmeler, sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun
İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve daha sonra oylarınıza sunacağım.
VIII.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.-
Yerel basın ve yayın kuruluşlarının sorunları hakkındaki (10/46) esas numaralı
Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin,
Genel Kurulun 11/1/2012 Çarşamba günkü birleşiminde
yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulu, 11.01.2012 Çarşamba
günü (Bugün) toplanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisini İçtüzüğün 19
uncu maddesi gereğince Genel Kurul’un onayına sunulmasını saygılarımla arz
ederim.
M.
Akif Hamzaçebi
İstanbul
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler Kısmında yer alan (Yerel basın ve yayın
kuruluşlarının sorunları hakkında); 10/46 Esas Numaralı Meclis Araştırma
Önergesinin görüşmesinin, Genel Kurul'un 11.01.2012 Çarşamba günlü (Bugün)
birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Önerinin lehinde, İstanbul
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu.
Buyurunuz Aslanoğlu. (CHP sıralarından
alkışlar)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) –
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum.
Öncelikle, bizler bugün, tüm Cumhuriyet
Halk Partisi milletvekilleri, hiçbirimizin dokunulmazlık zırhında olmaması
yönünde ve tüm milletvekillerimiz dokunulmazlığımızın kaldırılması için Meclis
Başkanlığına, tek tek, özgür irademizle imzalayarak bir dilekçe sunduk.
Bunun bir anlamı var. Biz, hiçbirimiz,
başta Sayın Genel Başkanımız, dokunulmazlık zırhı içinde olmak istemiyoruz.
Lütfen, bizim dokunulmazlığımızı kaldırın. Biz gidelim “Türkiye’de yargı
şeffaftır, yargı her zaman adalet dağıtır”a inanmayan
bir kişi olarak ama o yargının önünde de hesap vermeye her zaman hazır ve
nazırız. Bizim dokunulmazlıklarımızı kaldırın kardeşim. Bunu istiyoruz; tüm
Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri dokunulmazlıklarının kaldırılmasını
istiyor.
Değerli milletvekilleri, dün 10 Ocak
Çalışan Gazeteciler Günü’ydü ama bir günü kutlamanın bir anlamı olmalı. O
insanların sorunlarını, o insanların dertlerini, o insanların çalışma
koşullarını… İçinde yaşadıkları koşullara hiçbir katkı vermeksizin kuru kuruya
“Gününüzü kutluyoruz.” demekten ben utanıyorum.
Bu insanların bir sürü dertleri var,
bir sürü sorunları var ama hiçbirine yıllardır çözüm bulunmamasına rağmen
sadece kutluyoruz. Bu yüce Meclis bu sorunları hep birlikte ele alarak, en
azından, onların bir sorununu çözüp de onların gününü kutlamak bu Meclise
yakışan bir olaydır arkadaşlar.
Bu nedenle, ben bir kez daha
söylüyorum; bu nedenle, hemen ertesi gün biz yerel basını, özellikle yerel
basın ve içinde olduğu sorunları, çalışan gazetecilerin sorunlarını gündeminize
getirdik. Gelin hep beraber bunu irdeleyelim, sorunları çözelim. Bu
arkadaşlarımızın sorunları çözülmüş olarak onların günlerini kutlamak, bu yüce
Mecliste, hepimize yakışan bir davranış olmalıdır.
Değerli milletvekilleri, bir kere bu
Meclis, gazeteci kardeşlerimin, tüm çalışan gazetecilerin yıpranma tazminatını
kaldırdı. Hepiniz, her gün sabahın beşlerine kadar, gece sabahlara kadar bu
arkadaşlarımızın hangi koşullarda, nasıl çalıştıklarını iyi biliyorsunuz. Ama
her ne hikmetse, her ne hikmetse, çalışan gazeteci arkadaşlarıma, yıpranma
tazminatının neden kaldırıldığını kimse bize izah edemedi. Bunu geçen dönem,
aynı şekilde, Sosyal Güvenlik Yasası geçerken bir emrivaki yapıp kimse cevabını
vermedi ve kaldırdılar. Bize yakışan, tekrar… Bu arkadaşlarımızın yıprandığına,
bu arkadaşlarımın çalışma koşullarının çok zor koşullarda olduğuna hepimiz
inanmamıza rağmen bunu yapmıyoruz.
Sayın Ekşi’nin, İstanbul
Milletvekilimizin bu konuda bir yasa teklifi var. Kendisi o koşulları, çalışan
arkadaşlarımızın koşullarını çok iyi bilen bir insan olarak vicdanında bu yasa
teklifini verdi. Gelin… Bunu öncelikle ele almak zorundayız.
Değerli arkadaşlarım, “özgürlük”
diyoruz. Neyin özgürlüğü? Bir, mali özgürlük. Bu
arkadaşlarımızın mali özgürlüğü yok. Türkiye’de işini en kolay kaybeden bir kesimdir
çalışan gazeteciler, en çok işinden olan kişilerdir. Bir, ekonomik özgürlükleri
yok bu arkadaşlarımızın. İki, kalem özgürlükleri yok. Türkiye’de hep
özgürlükten bahsediyoruz. Özgürlük yok, kalem özgürlüğü yok. Burada… Bugün
içeride tutuklu olan gazeteciler -hep bir şeye sığınıyoruz- bunlar terör
örgütünden dolayı içeri alındılar.
Arkadaşlarım, ben Ahmet Şık’ın, Nedim
Şener’in acaba hangi terör örgütünün üyesi olduklarını, acaba Ahmet Şık ve
Nedim Şener kalemleriyle mi terörist oldular, hakikaten merak ediyorum. Siz,
eğer, basın suçu işlemiş bir arkadaşımızı, Basın Kanunu olmasına karşın, bir
şekilde terör örgütü üyesi olarak özel mahkemeler kanalıyla, bu koşulla eğer
içeri alıyorsanız, hepimize yazıklar olsun.
Ben yine iddia ediyorum: Nedim Şener’in
ve Ahmet Şık’ın nasıl bir terör örgütü üyeleri olduğunu hakikaten çok merak
ediyorum. Kalemleri acaba silah mıydı? Acaba kalemleriyle mi insanları
vuruyorlardı? Acaba kalemleriyle mi bunu yapıyorlardı ve bunun peşine takılıp
burada veriyorsunuz cevabı “Şu kadar gazeteci terör örgütünden dolayı içeride.”
Arkadaşlar, kimi kandırıyoruz? Basın
suçu, eğer varsa bir suçu, Türkiye’de özel yetkili mahkemeler değil, basın suçu
işlemişse, kalemiyle işlemişse bunun gideceği adres basın suçudur. Herkesten
hesap sorun. Varsa bir suçu, hesabını versinler. Ama bu kardeşlerimizi terör
örgütü üyesi olarak siz özel yetkili mahkemelerle içeri alıyorsanız, bu ülkede
adalet mülkün temeli olmadı arkadaşlar.
Değerli arkadaşlarım, yerel gazeteler,
yerel televizyonlar biraz da bundan bahsetmek istiyorum. Türkiye’de bir
İnternet gazeteciliği var. Sahibi yok bu insanların. Neye göre yayın
yapıyorlar? Hiç kimse denetlemiyor, bir yere hesap vermiyorlar. Ekonomik
özgürlükleri nedir? Neye bağlılar, kime bağlılar, kime hesap veriyorlar? Böyle
bir yasa yok. Türkiye’de bir İnternet gazeteciliği gerçeği var ama bu
insanların sahibi yok. Hiçbir yerden izin almaksızın –altını çiziyorum- bir
yere hesap vermeksizin, her önüne gelen İnternet gazeteciliği yapıyor. Haber
alma özgürlüğü çok önemli, kutluyorum o insanları; anında hesap veriyorlar,
anında yayın yapıyorlar ama bunların bir sahibi olmalı. Bunların hiçbir
ekonomik özgürlüğü yok. Bir reklam pastasından, bir reklam gelirlerinden hiçbir
şey alamıyorlar. Bir kere, bu, öncelikle Hükûmet tarafından İnternet
gazeteciliğinin bir yasasının, hesap verecekleri ve hesap soracakları bir yer
olması lazım. Bu yok arkadaşlar ve tamamen perişan durumdalar, tamamen sahipsiz
bir yapıdalar. Bir kere bunu bilgilerinize arz ediyorum.
Gelelim yazılı yerel basına.
Arkadaşlar, bir Basın İlan Kurumu var. Sadece gazetelerin aldığı ilan
paralarından yüzde 15 kesinti yapıyor. Başka hiçbir yerel gazetelere katkısı
yoktur. Basın İlan Kurumunun olmadığı illerde bunu vilayet basın bürosu yapıyor.
Gelen resmî ilanları yerel gazetelere belli oranda dağıtılıyorlar ama tek
yaşamları, tek ekonomik kaynakları ilan.
Resmî ilanda şimdi şu başladı: Çerçeve
ilan. Bir kamu kurumu diyelim ki değişik malzeme alacak, bir ilan veriyor, beş
sene de bu ilanla devam ediyor. Böyle bir şey olur mu arkadaşlar? Bir malın
fiyatı değişiyor, o malın alım fiyatı değişiyor, koşullar değişiyor, şartlar
değişiyor. Beş sene verdiği bir çerçeve ilanla olur mu arkadaşlar? Onun için
önce kamunun işi ciddi yapması lazım. Yerel gazetelerin tek ekonomik kaynağı
resmî ilanlardır. Resmî ilanlarla ekonomik özgürlüklerine devam ediyorlar.
Mutlaka bunun güncel hâle getirilmesi lazım. Her mal alımında ve her ihalede
mutlaka o yerelde bunun ilan edilmesi lazım ama bundan kaçıyorlar. Başta kamu
suç işliyor. Beş sene bir ilanla mal alınmaz arkadaşlar. Bunu dikkatlerinize
sunuyorum.
Yine aynı çerçevede yerel
televizyonlar. Karasal yayın yapan televizyonlar çok zor durumda. Mutlaka
bunlara yerel ilandan pay verilmeli. Ayrıca frekans ihalesi açılacak. Bunların
en müktesep hakkıdır. Bunlardan para alınamaz. Bunları, on yıldır, yirmi yıldır
karasal yayın yapan firmaları bugün başlayacak insanlar gibi ihaleye sokup para
almak objektif değildir, adil değildir. Mutlaka bunların öncelik hakkı vardır, öncelikle
frekanslar bunlara tahsis edilmelidir.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Aslanoğlu.
Aleyhine, Kütahya Milletvekili Alim Işık.
Buyurunuz Sayın Işık. (MHP sıralarından
alkışlar)
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun yerel basın ve yayın kuruluşlarımızın yaşadığı sorunların
araştırılması ve mevcut sorunların çözümünün sağlanmasına katkıda bulunmak
amacıyla vermiş olduğu Meclis araştırma önergesinin İç Tüzük gereği aleyhine
ama gerçekte lehine söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, benden önce
konuşan Değerli Hatip Sayın Aslanoğlu’nun özellikle İnternet gazeteciliğinin
sahipsizliği konusundaki düşüncelerine aynen katıldığımı ifade etmek istiyorum.
Her geçen gün sayıları artan, önemi de buna paralel olarak artan bu
gazeteciliğin ya da İnternet yayıncılığının mutlaka bir sahibi ve dayandıkları
bir yasal kanunlarının olması gerekiyor. Eminim Meclis bu konuyu önümüzdeki
günlerde daha ciddi ele alarak değerlendirecektir.
Değerli milletvekilleri, hepimizin de
bildiği gibi gerek yaygın gerekse yerel bazda yayın yapan medya kuruluşları, ki bunlardan “Yazılı medya kuruluşu” grubunda
değerlendirilen basınla “Görsel medya” grubunda değerlendirilen televizyon ve
radyo kuruluşlarının en önemli sorunlarından birisi ekonomik sorundur. Sadece
kuruluşların değil, burada çalışanların da önemli sorunları var. Bunların da
başında yine ekonomik sorunlar gelmekte. Ancak, tabii şu anda Türkiye’de, gerek
demokrasinin güçlenmesi gerekse vatandaşın haber alma özgürlüğünün
artırılmasına çok ciddi katkılarda bulunan bu yerel ve yaygın medya
kuruluşlarının desteklenmesi kaçınılmazdır. Bugün sayılarda az sayıda değişiklik
olabilir ama eldeki yayınlanmış verilere göre, 1.058 adet radyo, bunun 928’i
yerel; toplam 247 adet televizyon kuruluşu var, bunun 207’si yerel; yine
gazetenin de 2 binden fazlası yerel bazda yayın
yapıyor.
Şimdi, bunların temel sorunları nedir
derseniz, biraz önce bahsettiğim temeldeki ekonomik sorunların dışında, yerel
televizyonların en önemli sorunlarının başında, müzik meslek birliklerine
yapılan telif hakları ödemesinin yüksekliği geliyor. Bu konu şu: Eğer siz bir
tane sanatçının bir şarkısını alıp yerel televizyonda yayınlamak isterseniz,
tüm sanatçıların şarkıları adına toptan bir telif ödemesinde bulunmak
zorundasınız. Binlerce şarkının içerisinden bir tanesini yayınlayacak olan
televizyon, o binlerce şarkının tamamına bu telif hakkını ve yüksek miktardaki
telif hakkını ödemek zorunda. Örneğin Kütahya’daki bir yerel televizyon, bir
şarkı için bir yılda 7 bin-10 bin TL dolayında telif hakkı ödemek zorunda.
İllere göre, illerin nüfuslarına göre bu rakamlar değişiyor. Bir defa bunun
halledilmesi lazım. Yani yerel televizyonlar birkaç tane şarkıyı çalmak
istediğinde bunun için telif hakkını ödesin, ama bu ad altında, binlerce
şarkıya toptan ödemesi gereken telif hakkına maruz bırakılmasın.
İkincisi,
enerji maliyetleri çok yüksek. Değerli milletvekilleri, yerel
televizyon veya radyolar yayın yapmak zorunda kaldıklarında ortalama, bugün
itibarıyla, 1.500 TL/ay dolayında elektrik enerjisi bedeli ödemek zorunda.
Mutlaka bu yerel medya kuruluşlarının enerji desteğinden yararlandırılması ve
bunların kullanacakları elektrik faturaları ödemesinde bir indirime gidilmesi
kaçınılmaz hâle gelmiştir.
Bir başka konu, yerel televizyonların
ve radyoların resmî ilanlardan faydalandırılmaması sorunudur. Evet, gazeteler
bunlardan faydalanıyor ve onunla ayakta duruyor ama yerel televizyonlar ve
radyolar da kendilerine bu resmî ilanlardan bir payın ayrılmasının daha yerinde
olacağı ve sorunlarının çözümüne ciddi anlamda katkı yapacağı düşüncesindeler.
Basın İlan Kurumunun mutlaka bu düzenlemeyi geciktirmeden gerçekleştirmesi
gerekmektedir.
Bir başka önemli sorunları, yerel medya
kuruluşlarının, istihdamın teşviki yönünde herhangi bir özendirmede
bulunulmamasıdır. KOBİ kapsamına alınmış olsalar da hiçbir teşvikten
yararlandırılmamaktadırlar. Dolayısıyla bugün, 200 civarında olan ve toplamda
250 civarında olan televizyon kanallarının, ulusal yayın yapanları ve bölgesel
yayın yapanları dikkate alınmaz, dışta bırakılırsa, yerelde yayın yapanların
sayılarının her geçen gün azalmasının altındaki en önemli gerçeklerden birisi
de budur. 2005 yılında sayıları 600’den fazla olan yerel televizyonların sayısı
bugün üçte 1’e düşmüştür yani son beş yılda 200 dolayına inmesinin altında
yatan önemli gerçeklerden bazıları bunlardır.
Peki, yerel basın ne yapıyor yani
gazetelerde ne sıkıntı var derseniz, her şeyden önce ekonomik güçleri yetmediği
için ciddi anlamda her geçen gün sayıları bunların da azalıyor. Resmî
ilanlardan pay alıyorlar ama bu ilanların kapsamının genişletilmesi lazım. Bir
başka deyişle her resmî kurum ve kuruluşun o ilde çıkartılan yerel gazetelere
abone edilmesi lazım ki hiç olmazsa onunla ayakta durabilsinler.
Diğer taraftan, 10 kişiden fazla
çalışanı bulunan yerel gazeteler o ilin yararlandığı kısmi teşviklerden
yararlandırılıyor olsa da 10’un altında çalışanı bulunan, örneğin 9 ya da 8
kişinin çalıştığı bir gazetenin bu haktan yararlandırılmaması gerçekten anlaşılabilir
değildir. Onun için, en azından 5’e belirli bir miktar teşvik, 10’a ve üzerine
başka bir kademede teşvik yapılması bu anlamda ciddi bir katkı olacaktır
dolayısıyla 10’dan az çalışanı bulunan gazetelerin de söz konusu indirim
teşviklerinden yararlandırılmasının önü açılmalıdır. Bu, kaçınılmaz hâle
gelmiştir. Bu anlamda, bunun da, mutlaka yüce Meclis tarafından en kısa zamanda
değerlendirilmesinin yararı vardır.
Değerli milletvekilleri, tabii, medya
çalışanlarının çoğu düşük ücretlerle çalıştırılmaktadır. Ulusal bazda yayın yapan medyada çalışanların, evet, çok astronomik
rakamlarla aylık bazda geliri olanlar vardır, köşe yazarlarının birçoğu ciddi
paralar almaktadır ama aynı köşe yazarının milyonlarca lira alabildiği bir
medya kuruluşunda harcadığı paranın karşılığını alamayan birçok çalışanın da
bulunduğu bir gerçektir. Elbette ki herkes aynı potada değerlendirilmemelidir
ama en azından, bu çalışan insanların alın terinin karşılığının ödendiği bir
ödeme sisteminin bu sektörde mutlaka yerleştirilmesi zorunluluğu vardır.
Özellikle yüksek tirajlı, yaygın basında çalışanların
ücretleri arasında adaletsizlik, dengesizlik ve hatta uçurumlar söz konusudur,
bunun giderilmesi lazım. Aynı gazetede
-biraz önce belirttiğim gibi- astronomik rakamlarla çalışanlar varken,
yapmış olduğu harcamanın fatura karşılığını almakta zorlanan insanların da
bulunduğu bir gerçektir.
Günümüzde bölgesel bazda,
il veya ilçeler bazında haberler toplamak için ve bunları yayın hâline
getirerek kamuoyunun bilgisine sunmak için çalışan kameramanlar, gazeteciler ve
diğer çalışanlar ciddi anlamda tehlikelerle karşı karşıyadırlar. Özellikle
yerel medyada çalışanların kaynağı mutfaktaki ya da sokaktaki işsiz gençlerdir.
İletişim fakültesini bitirmiş olan hiçbir genç yerel medya kuruluşunda istihdam
edilmemektedir. Fırsat bulursa ulusal ya da yaygın basın veya medya
kuruluşlarını tercih eden bu gençler, yerelde çalıştırılabilecekleri ortamı
bulamadıkları gibi maaş ve ücretleri de bulamadıkları için yerelde kaliteli
gazeteciliğin ya da televizyon veya radyoculuğun önünün açılmasında katkı
sağlayamamaktadırlar. O zaman bunların gerek yerelde gerekse ulusal bazda çalıştırılmaları hâlinde en azından asgari bir
ödemeyle çalıştırılmalarının sağlanması, bu konuda ciddi bir katkıya yol
açacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu tarafından verilmiş olan yerel basın yayın çalışanlarının ve
kuruluşlarının sorunlarının araştırılması yönünde bir Meclis araştırması
açılmasının faydalı olacağı düşüncesini tekrarlıyor, hepinize saygılar
sunuyorum (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Işık.
Lehinde, Iğdır Milletvekili Pervin
Buldan… (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Buldan.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür
ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun vermiş olduğu yerel basın ve yayın
kuruluşlarının sorunları hakkında Meclis araştırması önergesinin görüşülmesinde
lehte söz aldım, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Evet, aslında, Türkiye açısından yerel
basının çok sorunları olduğunu hepimiz biliyoruz ama bu konuda verilen
araştırma önergeleri ne yazık ki, AKP Grubu tarafından reddedilmekte. Sadece
CHP’nin değil, bugün muhalefetin vermiş olduğu bütün araştırma önergeleri ne
yazık ki, kabul edilmiyor ve reddediliyor. Ben emimin ki, bu önerge de yine AKP
Grubu tarafından reddedilecek.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
konuyla ilgili vermiş olduğumuz bizim de iki tane araştırma önergemiz var:
Biri, düşünce ve ifade özgürlüğü önünde engel teşkil eden yasal hükümlerin saptanması
ve tutuklu bulunan gazetecilerin durumunun araştırılması için bir araştırma
önergemiz var. Bir diğeri de, Türkiye’deki basın özgürlüğünün önündeki
engellerin bütün boyutlarıyla araştırılması ve alınacak önlemlerin belirlenmesi
amacıyla vermiş olduğumuz bir araştırma önergesi var. Bunların da en kısa
zamanda gündeme alınıp ve bir araştırma komisyonunun kurulması talebimizi
buradan bir kez daha yinelemek istiyorum.
Evet, basın özgürlüğü Birleşmiş
Milletler tarafından İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde ilan edilen, birçok
ülke tarafından kabul edilen bir haktır değerli arkadaşlar. Gerek Birleşmiş
Milletler gerekse de Avrupa Birliği bünyesinde basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü
konularında pek çok sözleşme hazırlanmış ve üye ülkelere imzalattırılmıştır. Bu
anlamda, ülkemiz de bu tür pek çok sözleşmeye taraftır ancak özgür, tarafsız
bir basın oluşturmada da iç hukukun bu sözleşmelere uygun duruma getirilmesi
gerekmektedir. Bu anlamda, Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nun
mutlaka değiştirilmesi gerektiğini de bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Özgür basın, demokratik sistemin
korunması ve güçlendirilmesinde son derece önemli bir unsur olma özelliğini
taşımakta olup insan haklarına dayalı, barış içinde, demokratik bir toplumsal
ve siyasal düzenin gerçekleşmesi yolunda önemli yapı taşlarından birini
oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra demokratik siyasetin oluşturulmasının temel
koşullarından biridir. Siyasi ve ekonomik baskı altında bulunan basının düşünce
ve ifade özgürlüğü kapsamında yeniden ele alınması ve önündeki engel olan
düzenlemelerin derhâl değiştirilmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
dün Dünya Çalışan Gazeteciler Günü’ydü ve burada, hem Genel Kurulda hem de
yerelde birçok açıklama yapıldı ama bana göre en talihsiz açıklama, dün Sayın
Cemil Çiçek tarafından yapılan açıklamaydı. Sayın Cemil Çiçek, tutuklanan
gazeteciler için “Onlar teröristti.” ifadesini kullandı. Buradan çok açık ifade etmek istiyoruz. Tutuklanan
bütün gazeteci arkadaşlarımızın sadece suçları yaptıkları haberler oldu. Evet,
o arkadaşlarımız yaptıkları haberleri ile not defterleri ile fotoğraf
makineleriyle ve kalemleriyle suçlandılar. Sayın Cemil Çiçek’in bilgisine
buradan arz etmek istiyorum.
Aynı zamanda, dün yine işte Çalışan
Gazeteciler Günü dolayısıyla, tutuklu bulunan gazeteci arkadaşlarımız bize,
bizim grubumuza bir mektup gönderdiler. Ben bu mektubu olduğu gibi buradan
okumak istiyorum: “Hatırlıyor musunuz, 20 Aralık 2011 tarihi size bir şey
hatırlatıyor mu? O gün saat beşte Diyarbakır ve İstanbul başta olmak üzere
birçok kentte onlarca gazetecinin kapısı eş zamanlı çalındı. Tanırız
birbirimizi, gelenler bizi iyi tanıyordu, biz de onları. Biz onları sokak
ortasında adresli ve adressiz kurşunlardan, kameralar önünde pervasızca kol
kırmalarından, aldıkları talimatları yerine getirirken kadın, çocuk demeden
kararttıkları hayatlardan, Türkiye’nin son otuz yıllık, hatta seksen yıldır
karanlık tarihinin sayfalarından tanıdık. Yine çok değil son üç yıldır
‘Öldüremediğin en iyi Kürt tutuklu Kürt’tür.’ diyerek avukatlar, siyasetçiler,
seçilmişler, insan hakları savunucuları, kadınlar başta olmak üzere
gerçekleştirilen Kürt avının uygulayıcıları olarak tanıyorduk onları. Onlar ise
bizi ardılı olduğumuz Musa Anter, Gurbetelli Ersöz, Nazım
Babaoğlu, Yahya Orhan, Metin Göktepe ve daha onlarca basın şehidinin mirasçısı
olarak tanıyordu.
‘Hiçbir şey karanlıkta kalmayacak.’
diyerek karanlık tarihin karanlık uygulayıcılarını deşifre ettik, bir halkın
kimliğinin, kültürünün, dilinin sesi olduk. Plaza medyalarının aksine
eylemlerde, etkinliklerde polisin ardına sığınıp polis muhabirlerini esas
almaktansa halkı esas aldık. Devleti teşhir ettik, sınır boylarında barış için
sabahlayan annelerle sabahladık, parçalanmış cenazeleri dağlardan toplayanların
yanındaydık. Toplu mezarlarda kayıplarının kemiklerini arayan anaların
ağıtlarıydık. Besta'da, Zap'ta,
Tatvan'da, Kazan Vadisi'nde savaş suçu işleyerek kimyasal silah kullanan
devleti teşhir edendik. Karadeniz köylüsünün yanındaydık. Asgari ücret ve
sendikalı çalışma hakkı için sokağa çıkan emekçilerin ‘Teğet geçecek.’
diyenlerin aksine ‘Yoksullaşıyoruz, yaşam standardımız düşüyor.’ diyen bilim
insanlarının sesiydik. Doğayı talan edip şirketlere peşkeş çekenlere karşı ‘HES'lere toprağımı vermem.’ diyen Karadeniz köylüsünün
yanındaydık. ‘Üç çocuk’ öğüdü veren ataerkil zihniyetin yarattığı kadın
katliamlarının karşısında, kadınların çığlığıydık. Kotalarla topraklarından
edilen köylülere, ekmesi biçmesi yasaklanan, açlığa mahkûm edilen çiftçilerin
yanındaydık. Bu oyunun farkındaydık. Dün bombalandık, öldürüldük; bugün
yargılanıp tutuklanıyoruz. Biz bu oyunun farkındaydık, bile bile ‘lades’ dedik.
Senaryosu Başbakan ve İçişleri Bakanı
tarafından yazılan oyunun 1’inci perdesi yetmiş iki saat boyunca emniyette
sahnelendi. Hukukun değil, AKP hukukunun dayatıldığı cemaat sohbetlerine
‘davet’ edildik. Bu ‘davet’lerde ‘balon şema’larıyla, olmayan bir yapının ‘komite’si
ilan edildik ve taciz edildik. Bu trajikomik oyunun 2’nci perdesi adliyede
devam etti. Ne idiği belirsiz şişirilmiş dosyalarla
görevlendirilen savcılar tarafından, gazeteciliğin temel ilkelerinden bihaber
biçimde haber kaynakları ve yapılan haberler üzerinden ‘derin’ bir sorgulamadan
geçirildik. Bizlere, doktora ‘Neden bu hastayı tedavi ettin?’ sorusu sorulur
gibi ‘Neden bu haberi yaptın?’ denildi. Yaptığımız işin aleniliğine rağmen
varlığı yokluğu belli olmayan ‘gizli tanık’ ifadeleriyle kriminalize
edildik. Oyunun son perdesinde (en azından şimdilik) ise sevk edildiğimiz
mahkemede hâkimlerin ‘İnisiyatif bizde değil.’ itirafıyla tutuklandık.
İnisiyatifin kimde olduğunu, Samanyolu TV tutuklama kararından yarım saat önce
tutuklanan gazetecilerin sayısını vererek gösterdi. Kısacası, Başbakan
Erdoğan’ın talimatı ‘namlı’ İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in ‘terör’
çerçevesi, cemaat polisinin ‘acar’ avcılığı ve figürandan öteye gidemeyen
mahkemenin kararıyla mesleğimizi icra edemez hâle getirildik. Roboski Katliamı’nı plaza
medyasının Kürt basınından 9 saat sonra vermesi ‘Neden Kürt basını hedef
alındı?’ sorusunun iyi yanıtı… Bu vesileyle tüm meslektaşlarımıza şu çağrıyı
yapıyoruz: Unutmayalım ki gazeteciler olarak iktidara karşı kamunun vicdanıyız…
Bu ateş sizi de yakmadan sesinizi sesimize katmanızı bekliyoruz.” diyorlar
tutuklu gazeteciler.
Teşekkür ediyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Buldan.
Aleyhine
İstanbul Milletvekili Tülay Kaynarca.
Buyurun Sayın Kaynarca. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; CHP grup önerisi aleyhine söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle 10 Ocak Çalışan Gazeteciler
Günü’yle ilgili düşüncelerimi ifade etmek istiyorum. Basın mensuplarının
haklarının korunması, çalışma şartlarının günün ihtiyaçlarına göre
iyileştirilmesi oldukça önemlidir ancak bir o kadar da önemli olan basının
kamuoyunun sesi olma görevini başarıyla yerine getirebilmesi için meslek
etiğini her şeyin üzerinde tutması, doğru, ilkeli, tarafsız habercilik
anlayışından ayrılmaması da aynı ölçüde büyük önem taşımaktadır.
Yazılı ve görsel medyanın yanı sıra
sanal ortamda da ciddi bir ilerleme gösteren Türk basını, geçmişten bugüne
ülkemizin gelişimine değerli katkılar sunmuştur. Basının geldiği bu seviyede en
büyük pay görevini şartlar ne olursa olsun fedakârca yapan basın çalışanlarına
aittir ve inanıyorum ki basın çalışanlarının sorunlarının çözülmesi, haklarının
daha da iyileştirilmesi, hak ettikleri yaşam şartlarına ve çalışma ortamlarına
kavuşturulması basını daha da güçlü kılacaktır. Evet, medyada özgürlük ve ifade
hürriyeti kapsamında yaşanan birtakım aksaklıklar demokrasimiz geliştikçe ortadan
kalkacaktır, bu inancım sonsuz. Elbette bu özgürlüklerin korunması kadar önemli
olan diğer bir husus daha var. Bu özgürlüğün istismar edilmemesi, doğru,
objektif haber verme eğilimine uyma, tarafsızlık, özel hayata, inançlara saygı,
toplumun ve bireylerin hakkını gözetme, insani ve toplumsal değerlere uyma gibi
ilkelerin habercilikte üstün tutulması.
Türk basınının demokrasimize
katkılarının hassasiyetle süreceğine inancım sonsuzdur ve değerli basın
mensuplarının çalışan gazeteciler gününü tebrik ediyorum. Bu düşüncelerle,
görevlerini yaparken hayatlarını kaybeden basın çalışanlarını da rahmetle anmak
istiyorum.
CHP’nin grup önerisi yerel basının
sorunlarının araştırılmasıyla ilgiliydi ve medya kuruluşları demokratik
kültürün ayrılmaz bir parçasıdır, bunu özellikle belirtmek istiyorum. Basın, bu
sürecin sağlıklı işlemesi için sorumluluk ve yükümlülük sahibidir. Dolayısıyla
medya, demokrasinin tarafıdır, toplumun değerlerinin, inançlarının tarafı,
hukukun insan hak ve özgürlüklerinin tarafıdır, öyle de olmalıdır.
Türkiye değişiyor, temel haklar başta
olmak üzere ekonomiden sağlığa, eğitimden ulaşıma her alanda büyük gelişmeler,
ilerlemeler kaydediyor. Elbette basınımız da yenileniyor. Çağdaş yayıncılık
anlayışını benimseyen, etik kurallara uygun, objektif yayın yapan kamuoyunun
takdirini kazanabiliyor ve yerel basın da elbette bu tanımlamaya dahildir.
Az önce konuşma yapan değerli
milletvekillerimizden biri, iletişim fakültesi mezunu olanlardan yerel basında
çalışanların olmadığını söyledi. Aslında ben o anlamda bir örneğim hem iletişim
fakültesi mezunuyum hem yerel basında çalıştım, bölgesel yayın organlarında ve 212’ye
tabi yasadan -fikir işçisi statüsüdür bu aynı zamanda- bu şekliyle görevimi
yerine getirdim. Dolayısıyla, aslında çok ciddi haklar ve söylemler var. Bunlar
içerisinde ben maddi sorunlarının, yerel basının maddi sorunlarının en önemli
başlıklardan biri olduğunu düşünüyorum. Bunlarla ilgili yasal çalışmalar var,
aslında anlatılacak çok şey var Hükûmetimiz döneminde, gerek 22’nci gerek
23’üncü Hükûmetimiz döneminde ve yeni dönemde yapılan. Bunlar içerisinde, 4734
sayılı Kamu İhale Kanunu’nda, 4964 sayılı Yasa’yla yapılan değişiklik sonucunda
yerel basının maddi yönden güçlendirilmesi sağlanmıştır. Mesela bir tanesi bu,
çok fazla var ama bir tanesi bu.
Yine yerel ve bölgesel televizyonlarla
ilgili de bir düzenleme var. 6112 sayılı Kanun düzenlenirken yerel ve bölgesel
radyo ve televizyonların sorunları da dikkate alınmış. Bununla ilgili paylar,
mesela reklam gelirleriyle ilgili yüzde 5 olan üst kurul payı yüzde 3’e
düşürülmüştür.
Yine bunun sayılarını artırmak mümkün,
birçok not aldım ama bunların her birini burada ifade etmek yerine bir başka
ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum, o da şu: Basın-Yayın Enformasyon Genel
Müdürlüğünün bütçesini bu Mecliste ben açıklamıştım, onunla ilgili lehte görüş
belirtmiştim. Orada saydığım maddeler içerisinde en çok yerel basınla ilgili
bölüme dikkat çekmiştim bu kürsüden. Niye? Çünkü bu dönemde yerel basına
verilen önemle ilgili çalışmalar orada ayrıntılarıyla vardı. Yeterli mi, daha
fazla yapılabilir mi? Elbette yapılabilir ama yine bu dönemde yerel basının
eğitim alabilmesi, Türkiye’nin her noktada eğitim seminerlerine tabi tutulması,
yine mesleki eğitimlerine yönelik, gerek fotoğrafçılık kursları gerek birçok
çalışma yapabilmesi için yine bu kalemler içerisinde yer almıştı.
Basın Kartı Yönetmeliği’nde yapılan…
Bakın, bu konuyla ilgili yasa çıktı ama bu ay itibarıyla 27 Ocağa kadar süren
bir çalışma var, o da şu: Basın Kartı Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle
ilkokul mezunları da bir defaya mahsus basın kartı alabilecek ve yerel
basınımızın çok önemli bir mağduriyeti de bu anlamda giderilmiş olacak. Aslında
bu yasa önceden çıktı biliyorsunuz, önceki Hükûmetimiz döneminde ancak
yararlanabilenler oldu, kanun maddesini atlayanlar oldu. Dolayısıyla, 27 Ocak
itibarıyla başvuruda bulunan birçok meslektaşımız -bu konuda- yerel basın
mensubu, genel medyada çalışanlar da bu kanundan faydalanabilecekler.
Yine, gazetecilere, yerel gazetecilere
yönelik en önemli düzenlemeler, inceleme ve ziyaret programları bu çalışmalar
altında yapıldı. Yerelin sesini tüm dünyaya ulaştıran ve geniş yankı uyandıran
TRT Anadolu kanalında yayınlanan “Anadolu’nun Sesi” programıyla da sesini
duyurabileceklerdir.
Aslında, ben, bunlar içerisinde birçok
madde var tek tek sıralamak istemiyorum ama bir tanesine de dikkat çekmek
istiyorum çünkü benden önceki konuşmacı milletvekillerimizin, sayın değerli
milletvekillerimizin işaret ettiği konu başlıklarından bir tanesi yerel basının
ihtiyaçlarına yönelikti, bu maddede de onu sağlayabilecek bir kolaylık sağlıyor
basın mensuplarımıza. Yerel medyaya yönelik hizmetlerinden biri de web
sayfasında kullanıma sunulmuş haber ajansı üyeliği, yani haber almadaki
kolaylıklarıyla ilgili.
Bu duygu ve düşüncelerle, aslında çok
fazla konu başlıkları da var ama ben bu hassasiyete katıldığımı ifade etmek
istiyorum. Yerel basının sorunlarıyla ilgili Hükûmetimizin gerek 22 gerek
23’üncü Hükûmetimiz dönemlerinde imza attığı çalışmalar, yasal düzenlemeler
vardır, bu dönemde de yapılacak çalışmalar vardır. Yine İnternet medyasıyla
ilgili hazırlıklar da bunlardan bir tanesidir ve bu dönem itibarıyla da yeni
çalışmaların artarak devam edeceği inancımı yürekten ifade etmek istiyorum,
bunu gerçekten meslektaşlarım adına da diliyorum. Bu konuda katkı sunacak olan
tüm milletvekillerimize de şimdiden teşekkürlerimi sunarak, CHP grup önerisi
aleyhine görüş bildirdiğimi belirterek yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın
Kaynarca.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan, karar yeter sayısı…
BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım
efendim.
Cumhuriyet Halk Partisi önerisini kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
On dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 14.35
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.54
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP
ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 50’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
önerisinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi öneriyi tekrar oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.
VII.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) Duyurular
1.-
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün davetlisi olarak ülkemizi
ziyaret edecek olan Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek
Atambayev’in, 12 Ocak 2012 Perşembe günkü birleşimde
Genel Kurula hitaben
konuşma yapma isteğine ilişkin duyuru
BAŞKAN - Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün davetlisi olarak ülkemizi ziyaret edecek
olan Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sayın Almazbek Atambayev, 12 Ocak 2012 Perşembe günü, yarın, Genel Kurula
hitaben bir konuşma yapmak istemişlerdir.
Bu hususu oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gündemin “Seçim” kısmını geçiyoruz.
IX.-
SEÇİMLER
A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim
1.-
Plan ve Bütçe; Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Kamu İktisadi Teşebbüsleri
Komisyonlarında açık bulunan üyeliklere seçim
BAŞKAN - Şimdi bazı komisyonlarda boş
bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen üyelikler için seçim
yapacağız.
Adayları okuyorum:
Plan ve Bütçe Komisyonunda boş bulunan
üyelik için Konya Milletvekili Mustafa Baloğlu: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonunda boş bulunan üyelik için İstanbul Milletvekili Mehmet Domaç: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunda
boş bulunan üyelik için Bayburt Milletvekili Bünyamin Özbek: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, alınan karar
gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci
sırada yer alan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak
Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim 2009 Tarihli Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine
Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
X.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve
Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi
Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim
2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak
Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/440) (S. Sayısı: 32)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan Ağrı Milletvekili
Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in; 375 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
2.-
Ağrı Milletvekili Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in; 375
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/152) (S. Sayısı:
112) (x)
BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Dünkü birleşimde teklifin 2’nci
maddesinin (a) bendi kabul edilmişti.
Şimdi, çerçeve 2’nci maddenin (b) ve
(c) bentlerini birlikte okutuyorum:
b) 6 ncı
maddesinin (f) fıkrasında yer alan “% 4’ü” ibaresi “% 5,5’i” şeklinde, “120”
ibaresi “80” şeklinde değiştirilmiş ve aynı fıkraya aşağıdaki paragraf
eklenmiştir.
“Ancak,
görev ve hizmet ihtiyaçları nedeniyle Emniyet Genel Müdürlüğünce belirlenen ve
İçişleri Bakanlığınca onaylanan bilfiil uçuş gerektirmeyen kadro görev
yerlerine atanan veya bu kadro görev yerlerinde görevlendirilenlerden, 10’uncu
uçuş hizmet yılını tamamlamış ve toplam uçuşu 1000 saatten fazla olan pilot ve
uçuş ekibi personeline (a) fıkrasında belirtilen zorunlu uçuş saatlerini
tamamlamaları şartı ile 80 saatlik uçuş karşılığının % 80’i yıllık uçuş
tazminatı olarak ödenir. Bu şekilde ödenen tazminat damga
vergisi hariç hiçbir vergiye tabi tutulmaz.”
c) 6 ncı
maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“h) Emniyet Genel Müdürlüğünce İçişleri
Bakanlığının onayı alınmak kaydıyla bu maddede belirtilen yıllık zorunlu uçuş
süreleri malzeme, araç ve teknik zorunluluk veya imkânsızlıklar nedeniyle veya
olağanüstü durumlarda azaltılabilir. 20 uçuş hizmet yılı veya 2500 saatten
fazla uçuşu olan pilot ve uçuş ekibi personeli statü ve hakları saklı kalmak üzere
3 yıla kadar yıllık zorunlu uçuş süre ve miktarları aranmayabilir.”
(x) 112 S.
Sayılı Basmayazı 04/01/2012
tarihli 47’nci Birleşim Tutanağı’na eklidir.
BAŞKAN – Madde 2 (b) ve (c) üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Mehmet Günal. (MHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Günal.
MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya)
– Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu görüştüğümüz
kanun teklifi, biliyorsunuz Meclis İdari Teşkilat Kanunu görüşülürken
söylemiştim, TOKİ’yle ilgili bir teklif var, arkadaşlarımız Türkiye Büyük
Millet Meclisinin ve Cumhurbaşkanlığının 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname
kapsamı dışına çıkarılmasını talep etmezken böyle bir teklif var, inşallah bu
gelmez demiştik, geldi. Gelmez derken, tabii, kapsamı olarak dar olduğunu ve bu
kanun hükmünde kararnameyle diğer birçok düzenleme eksikliğinin de giderilmesi
gerektiğini söylemiştik.
Değerli arkadaşlar, burada, o kanun
hükmünde kararnamede yapılan bazı yanlışlıklar, bazı eksiklikler giderilmeye
çalışılıyor, ama sadece bundan ibaret değil. Neden? Çünkü sizler bunları
tartışmadan, bir düzenlemeyi geniş bir şekilde ilgili kesimlerle tartışmadan
gündeme getirdiğiniz için ve sadece kanun hükmünde kararname çıkararak bu
düzenlemeleri yaptığınız için bu eksiklikler devam ediyor, önümüzdeki günlerde
de bu konuda başka tekliflerin, başka kanun tasarılarının gelmesi kaçınılmaz
gözüküyor. Bunun çıkışını söylemiştim, tekrar ediyorum sizlere.
Değerli arkadaşlar, bu kanun hükmünde
kararname çıkarma yetki kanunu tartışılırken hem burada hem Plan ve Bütçe
Komisyonunda sizlere söyledik, tekrar bütçe görüşmeleri sırasında da söyledik.
Bakın, bunun yolu, Meclisin elindeki
yetkiyi kullanarak, bu KHK başta olmak üzere, yetki kanunu çerçevesinde
görüşülen kanun hükmünde kararnameleri Meclisin, Anayasa çerçevesinde, gündeme
alarak bunları tartışması ve üzerinde değişiklik yapılması gereken yerler varsa
değiştirmesi, çıkarılması gereken yerler varsa çıkarması, reddedilmesi
gerekenleri de reddetmesi gerekiyor. Çünkü, bu
Meclisin yetkisi değerli arkadaşlarım. Dolayısıyla, bu yetki gaspıyla yapılan
yanlışlıkları düzeltmenin yeri yine Meclistir. Sayın Bakan burada, Bakanlar
Kurulunu temsil ediyor, 2 tane bakanımız olmuş bu arada, diğerini görmedik.
Sayın Bakanım, bizim burada Meclis
olarak bir yetkimiz var. Mecliste yetkimiz var, bu KHK’ları burada tartışma
yetkimiz var. Gelin, bunları öyle parça parça, ikişer, üçer maddelik
yapacağımıza getirin buraya 666 sayılı KHK’yı, zaten gündeme alma yetkisi var,
Meclis Başkanlığı da burada, yetkimizi kullanalım, tek tek uğraşmayalım. Neyse
olması gereken, komisyonlardan geçsin ve bu yetki kanunu çerçevesinde
çıkardığınız şeyi Meclisin denetleme, düzeltme yetkisini kullanarak yapalım,
tek tek uğraşmayalım dedik. Aksi takdirde, bütün kamu kurumlarını düzenleyen
yasalar yalan yanlış geçmiş oluyor. Niye güceniyorsunuz? Burada, Mecliste, Parlamentoda,
gelin, komisyonlardan geçsin, bütün o komisyonlarda sizin zaten çoğunluğunuz
var ama en azından eksiklerini düzeltelim ve Meclis iradesiyle bu kanunları
buradan çıkaralım. Aksi takdirde, maalesef bu eksiklikleri sık sık burada
yamalarla düzeltmek zorunda kalacağız.
Devlet personel rejimi maalesef yamalı
bohça hâline geldi yani her tarafı yama. Normalde, yama deyince bir tane, iki
tane olur ama şimdi yamadan normal bohçanın kendisini göremez hâle geldik.
Sürekli olarak, her teklifte bir yama yapıyoruz.
Bu teklifin içerisinde, evet, bir
TOKİ’yi kapsam dışında bırakan var, diğeri emniyetle ilgili -şimdi
konuştuğumuz- ve uçuş personeliyle ilgili düzenleme var. Peki, diğer hakkı
yenen personel ne olacak? Eşit işe eşit ücret diye çıkardığınız düzenlemelerde
birçok personel mağdur olmuş ve kapsam dışında. Öğretmenler yok, din
görevlileri yok, emniyet mensuplarının diğer kısmı, bu uçuşun dışındakiler yok.
Sağlık çalışanları yok.
Peki, diğer emniyet mensupları ne
olacak? Dün Sayın Bakana sordum, “Eşit işe eşit ücret kapsamında bizim kurum
içerisinde yok.” dedi. Diğer kurumla ilgili var. Arkadaşlarımız yazmışlar,
emniyet mensupları.
Şimdi,
bakıyorum, diyorlar ki: “Burada Teftiş Kurulu içerisinde, diğer kamu
müfettişleriyle kendileri ayrı tutuluyor.” Şimdi, sadece eşit işe eşit ücretse,
uzmanlar aynı alacaksa, müfettişler her yerde müfettiştir o zaman, olması
lazım. Mülkiye müfettişleri de var, emniyet müfettişleri, polis müfettişleri
var, diğer bakanlık müfettişleri var, var veya diğer şeylere bakıyoruz. Burada
emniyet müdüründen aşağıda polis memuruna kadar kimlerin ne aldığının dökümünü
vermişler; ben size onları da vereyim.
Hepsinin birden düzenlenmesi lazım;
yani bu yaptığımız çalışmanın eksikliğini anlatmaya çalışıyorum. Eğer böyle
alelacele KHK ile düzenleme getirirsek, sonra mağdur olanların hepsi ortaya
çıkar. Eğer burada tartışmış olsak, komisyonlardan geçmiş olsa, burada uzman
arkadaşlarımızla bu eksiklikleri tamamlarız, hangi kurumda ne varsa…
Peki, bunun için ne yapmak lazım? Tabii, bunları getirip burada tartışmak lazım. TSK
personelinde de yine çok küçük bir kısmı düzenliyor. Uçuş personeli var,
astsubayların durumu var, gündemde sürekli burada tartışıyoruz, araştırma
önergesi açılsın diye de tartıştık; bunlar yok. Sivil memurlar var, uzman er ve
erbaşlar var. Hepsini o zaman bir standarda koymak lazım.
Yine, burada bizim milletvekillerimiz
daha önce defalarca verdiler, şehit ve gazi aileleri var; onların
mağduriyetlerinin giderilmesi lazım. Bunlarla ilgili birçok kanun teklifimiz
var, araştırma önergemiz var mali durumlarıyla ilgili, korunmasıyla ilgili.
Bunların hiçbirisi dikkate alınmadan, böyle parça parça yamalar yapılıyor.
Değerli arkadaşlar, gelin, bu Meclisin
iradesini kullanalım. Aksi takdirde, bunları yeniden yeniden
tartışmanın ötesine geçemeyiz. Yamalı bohçadan öte bu geçemez. Devlet personel
rejiminin genel anlamda elden geçirilmesi gerekiyor. Nasıl yapacaksınız? Önce,
devletin fonksiyonlarını, yapılan işleri, bütün kademeleri ve kariyer
basamaklarını tek tek tanımlamanız gerekiyor. Yapılması gereken çalışmaları
baştan yapmamız gerekiyor. Yani her bakanlıktaki uzmanlık gerektiren işler,
farklı farklı işler var. “Uzman” dediğiniz zaman, tamamı bir değil. Zaten
kariyer uzmanlığı, bu düzenleme sonrası kalmadı. Devlet Planlama Teşkilatı
kapatıldı, Hazinedeki uzmanlıklar, diğer
birimlerdeki uzmanlıklar birleştiriliyor.
Reform yaparken karmaşaya yol açmadan
yapmak gerekiyor. Bunun için, devlet personel rejiminin köklü bir şekilde
yeniden ele alınması gerekiyor; bütün kurumlarla, sendikalarla, çalışanların
temsilcileriyle beraber tartışarak ama bu Meclisten geçirerek. Bakanlıktaki bürokratların getirdiğini
Başbakanlıktan geçirip Sayın Başbakanın imzasıyla Resmî Gazete’ye
göndererek yaparsak bu eksiklikleri tamamlama şansımız olmuyor. Yine, sizlerin
getirdiği öneriler dikkate alınır ama hem uzmanların hem çalışanların hem de
sendikaların bu konudaki eleştirileri, katkıları dikkate alınarak hazırlanırsa,
daha derli toplu ve yeniden yama yapmak zorunda kalmadan bu düzenlemeleri yapma
şansımız olur değerli arkadaşlar.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak
bizim, personel rejimi reformu önerimiz var. Hem seçim beyannamelerimizde hem
de bunun eki olan devlet ve personel reformuna ilişkin çalışmalarımızda
bunların genel çerçevesini çizdik. Eğer sizler, gerçekten, bu görüşümüzü samimi
bulur bir çalışma yapmak isterseniz, kurulacak komisyonlarda da, yine ihtisas
komisyonlarında da sizlerle somut olarak görüşlerimizi paylaşırız çünkü bu çok
önemli bir rejim yani kamu hizmetlerinin düzenlenmesi, devletin hizmetlerinin
görülmesinde kamu personel rejimi gerçekten çok önemli. Bu, işe almadan
başlıyor, tayinde, terfide, özlük işlerinde, atanmalarında, tamamında, baştan
sona ele almak gerekiyor.
Onun için, gelin, bu kararların
alınmasındaki, devletin hizmetlerinin yerine getirilmesindeki rolü çok büyük
olan kamu personelinin durumunu, rejimini yeniden yapılandıralım. Bunun için de
en önemli öneri: Sayın Bakanım, Bakanlar Kuruluna öncelikle götürülmek üzere ve
Meclis Başkanımıza da söylemek üzere, başta bu 666’yı yeniden ele alalım,
kaçıncı defadır söylüyorum, herhangi bir tepki henüz alamadık. Eğer bunu
yapmazsanız, her gün maalesef bunları düzeltmek zorunda kalırız. Burada, bütün
haklarını temelden düzeltmemiz gerekiyor. Gerçekten, yapılacak işleri tanımlamamız
gerekiyor. Aksi takdirde, sürekli sızlanmaları duyacaksınız. Bize günde,
sürekli olarak, değişik kurumlardan arkadaşlarımız geliyor, “Bizim de hakkımız
yenildi, bizim de maaşlarımızda eşitsizlikler var, bu birleştirmelerden bizler
çok büyük sıkıntı çekiyoruz.” diyorlar. Yani burada Sayın Bakan dün tam cevap
vermedi ama Sayın Bakanım, merak ediyorum, polisler, yine dünkü soruma sizin
genel cevabınız üzerine “Bizimle ilgili bir şey yapılacak mı?” diye soruyorlar.
Kendi içlerindeki eşitsizliğin ötesinde, diğer kurumlarla olan maaşlardan
dolayı da eşitsizliklerini dile getiriyorlar. Ben, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin kendi iradesine sahip çıkmasını, özellikle Meclisle ilgili
düzenlemeyi Anayasa çerçevesinde bu Meclisin yapması gerektiğini düşünüyorum,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin de Anayasa’nın amir hükmü gereğince bu 666
sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin kapsamı dışarısına çıkarılması gerektiğini
düşünüyorum. Gelin, birlikte bu iki yetkimizi de kullanalım hem Meclisi bunun
kapsamı dışına çıkaralım hem de 666’yı birlikte burada köklü bir şekilde
değiştirerek reform yapalım diyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Günal.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu.
Buyurunuz Sayın Kuşoğlu. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara)
– Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve onu
değiştiren 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ilgili söz almış
bulunuyorum.
Biliyorsunuz, 375 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname yirmi iki yıldan beri Türkiye’de uygulanan bir mevzuattı, yirmi iki
yıldan beri devlet memurları buna istinaden taban aylığı, kıdem tazminatı ve ek
tazminatlarını alıyorlardı, bir kabullenmişlik söz
konusuydu. Bu Kanun Hükmünde Kararname ile de, 666’yla da birdenbire devlet
personel rejimi, ücret rejimi altüst oldu, büyük sıkıntılar, sızlanmalar söz
konusu oldu, durup dururken bir sorun ortaya çıktı. Biraz önce Sayın Günal
anlattı, bunu bir kanunla Meclis tarafından çıkarmak en doğrusuydu. Bunun şöyle
bir farklılığı olurdu, şöyle bir avantajı olurdu: Türkiye Büyük Millet Meclisi
tarafından üstlenilen bir kanun hükmü, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından desteklenen,
“Biz yaptık, doğrudur; bu şekilde olacaktır.” denilen bir kanun, herkes
tarafından, devlet memurları tarafından da kabul görürdü. Bu yapılmamış, çok
büyük bir fırsat bu şekilde kaçırılmıştır. Onun için, büyük bir sıkıntı var.
Onun için, iki haftadan beri biz durup dururken bu kadar iş güç arasında bu
kanun hükmünde kararnamenin yanlışlıklarını, eksikliklerini düzeltiyoruz.
Bundan sonra da önümüze buna benzer sıkıntılar gelecek, yine 666’nın, daha
doğrusu 375’in yanlışlıklarını düzeltmeye çalışacağız önümüzdeki günlerde.
Biliyorsunuz, özellikle teklifin 2’nci
maddesinin (b) ve (c) şıklarıyla ilgili söz aldım. 2’nci madde, özellikle
emniyet hizmetleri sınıfında, emniyet teşkilatında uçuş ve dalış hizmetleriyle
ilgili bir düzenleme yapıyor. Bunun yeterli olduğunu söyleyemeyiz tabii ki, çok
yeterli durumda değil ama benzer durumda olan birçok kamu kuruluşunda da
maalesef yetersizlikler söz konusu olduğu için, birçok devlet memuru özellikli
hizmet yapıp mağdur durumda olduğu için yetersiz olduğunu söylemek zorundayım.
Önceki konuşmamda, geçen haftaki
konuşmamda özellikle emniyet amir ve polis memurlarının sıkıntılarını sizlere
arz etmiştim. Bu defa da hazine avukatlarının, yine mülki idare amirlerinin ve
şu andaki vergi müfettişlerinin benzeri sorunları var, onları size mümkün
olduğunca aktarmak istiyorum.
Sayın Bakan, geçen konuşmamda ben “Bu
kanun hükmünde kararnamenin sahibi yoktur.” demiştim. Sayın Bakan da “Bu kanun
hükmünde kararnamenin sahibi benim.” demişti. Aslında, İçişleri Bakanlığıyla
çok ilgili değil doğrudan doğruya, diğer bakanlıklarla belki daha ilgili ama
bugün ya da iki haftadır düzeltmeye çalıştığımız bölümler Sayın Bakanla ilgili
olan bölümler.
Bakın Sayın Bakan, siz “Ben sahibiyim.”
diyorsunuz ama sizin emrinizde çalışan mülki idare amirlerinin nasıl
şikâyetleri var. Şimdi, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle valilerin ek
göstergeleri 7.000’den 7.600’e, makam tazminatları da 7.000’den 10.000’e
yükseltildi, güzel ama buna karşın vali yardımcısı ve kaymakamlarda benzeri bir
düzenleme yapılmadı. 2011 yılının ikinci yarısında uygulanmakta olan
katsayılara göre net rakamlar üzerinden 652 lira ödenek, 608 lira ek ödeme
olmak üzere toplamda 1.260 liralık net gelir kaybı söz konusu oldu. 375’le bu
düzeltilmeye çalışıldı, “İyileştirme.” diye tanımlanan bir düzenleme yapıldı,
44 lira eksik gelir söz konusu oldu. Bakın, 44 lira, bu da yeni düzenlemeyle,
fark tazminatıyla kapatılmaya çalışıldı ama bu kadar bakın -Sayın Bakan da
Bakanlıktan mülki idare amiri olarak geliyor- önemli farklılıklar var; aynı
yerde çalışanlar ya da bir şekilde vali olamamış olanlar ne kadar mağdur
edilmiş vaziyette. Yani “Sahibi yok.” derken haksız değilim herhâlde değil mi
arkadaşlarım?
Yine, benzeri bir durum hazine
avukatları için, Muhakemat Genel Müdürlüğüne bağlı
çalışan hazine avukatları için söz konusu. Şöyle diyorlar: Son olarak 659
sayılı KHK ile yapılan düzenleme sonucu hazine avukatları genel bütçeli
idarelerin adli yargıya ilişkin davalarını takip etmekteyken idari yargıya
ilişkin olanların da takip görevini almışlar. Hazine avukatlarının davalarını
takip ettiği kurum sayısı 59 iken, bu düzenlemeyle, özel bütçeli idareler de
eklenerek kurum sayısı 205 olmuş ama 666’yla bununla ilgili olarak da hazine
avukatlarına ek hiçbir şey verilmemiş; 59’dan 205’e yükselmiş takip ettiği
müvekkil sayısı ama mağdurlar. “Ayrıcalık istemiyoruz, sadece hakkımızı
istiyoruz.” diyorlar. Benzeri bir durum yine emekli vergi müfettişleri için,
onlara daha önce belli makamlarda olanlar için bu dönemde tazminat veriliyor.
“Geçmişte de aynı işi yapan, aynı makamı dolduranlar için de aynı şekilde
tazminatın söz konusu olması gerekir.” diye yazıyorlar. Buna benzer yüzlerce
mektup alıyoruz, şikâyet alıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, ben kürsüye
çıkmışken bir de genel bir sıkıntıdan bahsetmek istiyorum. Vatandaşımız,
bilmiyorum fark ediyor musunuz, sıkıntı içerisinde, büyük sorunlar içerisinde.
Ekonomide önemli sorunlar var. Ekonomiyle ilgili her gün Merkez Bankası Başkanı
kalkıyor, dövizi kontrol etmek için bir yığın şey söylüyor, güven vermeye
çalışıyor ama olmuyor bir türlü. Ekonominin geleceğiyle ilgili sıkıntılar var,
sorunlar var. Vatandaş sıkıntılı. Traktörünü jandarmadan dağa kaçırıyor
jandarma geldiğinde. Büyük sorunlar, sıkıntılar var herkeste. Böyle bir ortamda
bir de Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanıyla ilgili olarak bir fezleke
düzenleniyor, durup dururken sıkıntı çıkarılıyor. Bir iktidar üçüncü döneminde
yüzde 50 oy almış iktidar olmuş ama ülkede büyük bir sorun var, sıkıntı var.
Böyle bir şey olamaz. Bakın, bir genel başkan, Ana Muhalefet Genel Başkanı 2
milletvekili de tutuklu iken -ve bu dönem biliyorsunuz 8 milletvekili
tutukludur, ilk defa böyle bir anormallik yaşıyoruz- şu sözleri nasıl söylemez:
“Burada ön yargılı, siyasi otoritenin emrinde olan yargıçların sadece
oynadıkları bir tiyatro var. Bunun adına ‘yargılama, demokrasi’ diyorlar. Bu,
ne demokrasidir ne de adalet dağıtmadır. Bunların kaçma imkânları yok, zaten
kaçamazlar, ülkelerini seviyorlar. Bunlar ‘Biz yargılanmayalım.” demiyorlar,
zaten yargılanıyorlar. Bunlar Parlamentoya gelip yeminlerini içerek Anayasa’nın
90’ıncı maddesinde ve diğer maddelerinde öngörülen kurallar içerisinde
görevlerini yapmak istiyorlar. Ama bu görevler maalesef bazı yargıçlar
tarafından engelleniyor. Onlara ‘yargıç’ demeyi içime sindiremiyorum. Çünkü
yargıç, vicdanıyla hareket eden kişi demektir. Yargıç, toplumun beklentilerini,
duygularını bilen ve ona saygı duyan demektir. Vicdan her şeyin üstündedir.
Vicdanıyla hareket etmeyen bir yargıç yargıç olabilir
mi? Anayasa’nın 90’ıncı maddesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin imzaladığı
uluslararası sözleşmeler var. Bunları görmezlikten gelip “Ben bildiğimi okurum,
benim bildiğim ve söylediklerim doğrudur.” mantığıyla yola çıkarsanız adalet
dağıtamazsınız.”
Değerli arkadaşlarım, bir yargıçlar
devleti olmamamız, bir kanunlar devleti olmamamız lazım. Biz, yasama organı
olarak, öncelikle tabii ki iktidar partisi milletvekilleri olarak sizler, sonra
ana muhalefet partisi olarak biz ve diğer muhalefet partileri hep beraber bu
konuyu sahiplenmemiz lazım.
Gerçekten ülkede büyük bir sıkıntı var,
durup dururken ilave olarak bu sıkıntıların yaratılmaması lazım, bu
huzursuzluğun ortadan kaldırılması lazım, bu sorunun çözülmesi lazım.
İçeride 2 tutuklu milletvekiliniz
varken, bir partinin genel başkanı olarak başka nasıl konuşabilirsiniz? Üstelik
bu konuyla ilgili olarak da, tutuklu olan milletvekilleriyle ilgili olarak da
çok açık hükümler var iken nasıl konuşursunuz siz olsanız?
Buna benzer konuşmaları sayın bakanlar,
Sayın Başbakan, hemen hemen her gün benzeri vesilelerle, yargıyla ilgili olarak
yapmıyorlar mı? Yargıyı hiç mi tenkit etmeyeceğiz? Burada yargıyı etkilemekten
ziyade yargıya yönelik bir eleştiri var. Eleştiriyle hakareti ve yargıyı
etkileme hususunu ayırmamız lazım, bilmemiz lazım bütün bunları.
Sabrınız için çok teşekkür ediyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Kuşoğlu.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
Diyarbakır Milletvekili Altan Tan.
Buyurunuz Sayın Tan. (BDP sıralarından
alkışlar)
BDP
GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yılbaşından beri Türkiye üç önemli olayı tartışmakta: Bunlardan birisi,
Şırnak’ta meydana gelen Roboski katliamı; ikincisi,
26’ncı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un, terör örgütü kurma iddiası ile
tutuklanması; üçüncüsü ise mevcut Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in “Kürtçe
ana dille eğitime karşıyız, ülkeyi böler.” beyanatları.
Ben, sırasıyla bu üç konu hakkındaki
fikirlerimi beyan etmek istiyorum.
Sevgili arkadaşlar, bugün, Şırnak’taki
olay, oluş şekliyle tam olarak aydınlığa kavuşturulamadı ama şu kesin ki ölen
insanlar sivil ve günahsız insanlardı.
Burada yapılması gerekenler çok açık,
kısa ve netti:
Bir, olayın gerçek yüzü -yani sivil
vatandaşlar olmaları hasebiyle- anlaşılır anlaşılmaz Sayın Başbakanın ve
yetkililerin özür dilemesiydi.
İkincisi, hemen Hava Kuvvetleri
Kumandanı dâhil, bölgedeki albay ve tümen kumandanı da dâhil birinci derece
sorumlu olanların açığa alınmasıydı.
Üçüncüsü, ciddi bir soruşturma, ister
Meclisin kuracağı bir araştırma komisyonu ister dışarıdan yine yetkililerin,
devlet yetkililerinin yapacağı bir soruşturma. Sonrasında da olayın gerçek
yüzünün bütün açıklığıyla kamuoyuna açıklanması ve sorumluların
cezalandırılmasıydı ama bunlar yapılacağına öyle bir politika takip edildi ki
sanki bunları BDP bombaladı, sanki bunları BDP öldürdü, kaymakamı BDP dövdü, ne
yapıldıysa hepsini BDP yaptı.
Tamamen yanlış bir politika olmuştur,
tamamen savunulamaz bir politika olmuştur ve bu işin arkasını BDP Grubu da
bırakmayacaktır, gerçek sorumlular cezalandırılıncaya kadar ve Sayın Başbakan
çıkıp özür dileyene kadar bu konunun takibi devam edecektir.
26’ncı Genelkurmay Başkanı İlker
Başbuğ’un tutuklanma hadisesinden sonra meydana gelen Sayın Başbakanın
açıklamaları da maalesef üzüntü vericidir. Bugüne kadar 8 milletvekilimiz hâlen
cezaevinde. “Bunlar tutuksuz yargılanmalı.” demeyen, diyemeyen Sayın Başbakan,
“Genelkurmay Başkanı tutuksuz yargılanmalıydı.” diyebilmiştir. Bu da demokrasi
anlayışı ve siyasi yaklaşım açısından savunulamaz bir durumdur.
Bunun ötesinde, 26’ncı Genelkurmay
Başkanından önce eğer gözaltına alınması gereken veya hakkında dava açılması
gereken, soruşturma açılması gereken birisi de varsa o da ondan önceki
Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’tır. “Bizim çocuklar,
tanırım iyi çocuklar.” dediği insanlar daha dün otuz dokuz sene ceza
almışlardır ve 27 Nisan Muhtırası’nın altında da
kendi imzası vardır ve “Bu imzanın da sahibi benim, ben verdim.” diyebilme
cüretini göstermiştir ama Dolmabahçe’de ne olduysa, Yaşar Büyükanıt’ın
arabasının zırhlı olması gibi, kendi üzerinde de bir zırh konulmuş ve bu zırh
hâlen de devam etmektedir.
Bütün, belki bunlardan daha vahim olanı
mevcut Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in “Kürtçe ana dille eğitim ülkeyi
böler, buna karşıyız.” beyanatı olmuştur. Yine ne hikmetse Avrupa Birliğine
girme sürecini yöneten Devlet Bakanı Egemen Bağış da dâhil, çıkıp Genelkurmay
Başkanından hesap sorulacağına bu iş de yine BDP’nin
üzerine yıkılmıştır ve BDP, orduyu küçük düşürmekle, hakaret etmekle veya
şahıslarla uğraşmakla itham edilmiştir. Ben Sayın Başbakana da, Sayın Egemen
Bağış’a da soruyorum: Avrupa Birliğine giriş sürecinde bir Genelkurmay
Başkanının böyle bir beyanat verme hakkı var mıdır? İki, doğru mudur bu
söyledikleri? Siz de katılıyor musunuz?
Sevgili arkadaşlar, bütün olaylarda
dikkat ederseniz, eski tabirle “Zarfa değil, mazrufa bakın.” sözünün tam tersi
olarak, sürekli olarak mazruf yani zarfın içindeki esas söylenenler göz ardı
edilmekte ve bunun üzerinde yapılan konuşmalar üzerinden bir spekülasyon
ve kamuoyunu yanıltma süreci takip edilmektedir. Bugün açık ve net olarak şunu
söylüyoruz: Mevcut Genelkurmay Başkanı hakkında bir soruşturma açılmalıdır ve
artı, eğer Hükûmet de aynı fikirdeyse bunun da çok daha vahim bir gelişme
olduğunun bütün dünyaya açık ve seçik bir şekilde gösterilme zarureti vardır. Nitekim, şu an tutuklu bulunan 26’ncı Genelkurmay Başkanı
İlker Başbuğ da göreve gelir gelmez Diyarbakır’a gitmiş ve tatbikat
elbiseleriyle Vilayette, akredite sivil toplum kuruluşlarıyla -kendince
akredite- bir toplantı düzenlemiş ve yine aynı meyanda “Kürtçe ana dilde eğitim
ülkeyi böler ve biz karşıyız.” demiştir. İşte, o günden bugüne gelinmiştir.
Sevgili arkadaşlar, eğer biz bugün bu
olayların üzerini örtersek ve doğru düzgün bir soruşturma yapamazsak,
Genelkurmay Başkanının bu siyaset üzerindeki vesayetini engelleyemezsek, bugün
yapmakta olduğumuz bütün demokratikleşme çalışmaları ve yeni anayasa
çalışmaları da maalesef güme gider.
Sayın Başbakanın dili ve Sayın İçişleri
Bakanının dili, maalesef, geçenlerde tekrar söyledim, barışın dili değil.
Sürekli olarak BDP’yi suçluyorsunuz ve sürekli olarak
“Şeytanlar, iblisler, ipi bağlı olanlar, bir yerden izin almadan tuvalete bile
gidemeyenler.” gibi ilkokul öğrencilerinin bile birbirleriyle olan
ihtilaflarında kullanılmayacak bir dili kullanıyorsunuz. “On koyunu teslim
etmezler.” diyorsunuz. Peki, siz dokuz senedir iktidardasınız, 5 tane
Genelkurmay Başkanını doğru düzgün yönetebildiniz mi? Gelen konuştu, giden
konuştu; gelen muhtıra verdi, giden tavır koydu, gelen de aynı şekilde devam
etti. On koyun meselesinden evvel 5 tane Genelkurmay Başkanının idaresi
meselesinin doğru düzgün bir gündeme gelmesi gerekmektedir.
Sevgili arkadaşlar, bugün çok dostane
ve samimi bir çağrıda bulunuyorum: Sayın Başbakan “BDP’liler
aynaya baksınlar.” dedi. Lütfen, Sayın Başbakan da bir aynaya baksın.
Bugün gelinen noktada çok fazla laf
söylemeden iki şeyin altını çizmek istiyorum: Dün bu Parlamentoda baş örtüsüyle
alakalı “411 oy –ki o oyların içinde bizim arkadaşlarımızın da oyları vardı-
411 el kaosa kalktı.” diyenler, Ahmet Kaya’nın “Kürtçe şarkı söyleyeceğim.”
sözünden sonra ertesi gün manşete “Vay şerefsiz!” diye manşet çekenler bugün
Sayın Başbakanı övmeye başlamışlardır ama o gün yanında duran, verdiği
liberalleşme ve demokratikleşme mücadelesine destek veren Ali Bayramoğlu, Ahmet
Altan, Hasan Cemal, Ali Akel, Mehmet Altan, Emre Uslu gibi yazarlar ve daha
onlarcası bugün eleştirmeye başlamıştır. Ciddi bir şekilde aynaya bakılma
mecburiyeti vardır.
Arkadaşlar, dostlarınızı dost, size
asla dost olmayanları da tanıma mecburiyeti vardır. Eğer bugün, en zor günlerde
yanınızda olanlar sizi eleştiriyorsa yanlış giden bir şeyler vardır. Bunu da
hakaret ederek, polemiğe girerek, tartışarak, laf
atarak değil, doğru düzgün bir muhasebeyle yapma mecburiyeti vardır.
Bugün gittiğiniz yol neresidir? BDP,
farz edin ki -farz edin diyorum- velev ki baştan aşağıya yanlış şeyler yapıyor.
Peki, sizin demokratikleşme projeniz ne? Kürtçe ana dilde eğitimle ilgili,
bölgesel yönetimlerle ilgili, cemevleriyle ilgili, baş örtüsünün kamusal alanda olmasıyla ilgili, askerî
vesayetle ilgili bugün projeleriniz ne? Bunları konuşalım. Ama anlaşılıyor ki,
burada öyle bir dil ve yol takip ediliyor ki BDP Anayasa Uzlaşma Komisyonundan
çekilsin, mümkünse Meclisin de dışına çıksın, dışına çıkmıyorsa kapatılma
davası açılsın ve ondan sonra çıkıp denilsin ki: “Ya biz zaten Türkiye’yi
cennet yapacaktık ama bu adamlar bırakmadı.” Hiçbirisini yapmayacağız.
Meclisten de gitmeyeceğiz, Anayasa Uzlaşma Komisyonundan da kalkmayacağız,
sonuna kadar demokrasi mücadelesi vereceğiz, üslubumuza, tavırlarımıza da
dikkat ederek konuşacağız, Türkiye Cumhuriyeti ya demokratik bir hukuk devleti
hâline gelecek veya iktidar, iktidarını kaybedecek.
Urfalı Nâbi’nin
bir sözüyle bitirmek istiyorum:
“Bağ-ı dehrin
hem hazanın hem baharın görmüşüz,
Biz neşatın
da gamın da ruzgârın görmüşüz.
Çok da mağrur olma kim meyhane-i
ikbalde,
Biz hezaran
mest-i mağrurun humarın görmüşüz.”
Gururdan mest olmayın.
Demokratikleşmeye devam.
Selamlar, saygılar. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tan.
Şahsı adına Kars Milletvekili Ahmet
Arslan.
Buyurunuz Sayın Arslan. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AHMET ARSLAN (Kars) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ben de 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun Teklifi’nin
2’nci maddesinin (b) fıkrasıyla ilgili şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
(b) fıkrası, 1985 tarih ve 3160 sayılı
Emniyet Teşkilatı Uçuş ve Dalış Hizmetleri Tazminat Kanunu’nun 6’ncı maddesinin
(f) fıkrasında, zorunlu uçuş saatlerinden fazla uçtukları her saat için uçuş
hizmeti yılının son ayındaki uçuş tazminatının yüzde 4’ü oranının yüzde 5,5’a
çıkarılmasını öngörüyor. Yine aynı şekilde, 120 saatten fazla uçuşların dikkate
alınmamasının 80 saate düşürülmesini öngörüyor. Zira,
4 olan oranı 5,5’a çıkardığınızda etkilenen kesim çok daha fazla, dolayısıyla
120 saat yerine bunu 80 saatle sınırlamak gereği var. Onuncu uçuş hizmeti
yılının tamamlanması ve toplam uçuşu bin saatten fazla olan pilot ve uçuş ekibi
personelinin de zorunlu uçuş saatlerini tamamlama şartları ile seksen saatlik
uçuş karşılığının yüzde 80’inin uçuş tazminatı olarak ödenmesini öngörüyor.
Bu ne işe yarayacak? Bu şuna yarıyor
arkadaşlar: Belli bir yıldan sonra belli bir uçuş saatini sağlamış olan Emniyet
Genel Müdürlüğünün uçuş personeli artık teknik zorunluluklar anlamında ve
tecrübelerinin gereğini devam ettirmek anlamında gerekli saatleri uçacaklar.
Onun üstünde, fazladan uçuş zorunluluğu getiren kaldırdığınız her helikopterin
uçuş masrafı, diğer teknik ekibin masrafını da düşündüğünüzde çok ciddi bir
şekilde, aynı zamanda tasarruf anlamına geliyor. Bu
tasarrufun da sağlanması çok çok önemli.
Bu kanunla ilgili birçok şey
söyleniyor, birçok şey ifade ediliyor ancak ben de huzurlarınızda birkaç şey
söylemek istiyorum.
Birincisi: Kurumların birçok yerine
insanlar alınıyor ve bu insanlar uzmanlaşıyor konularında. Ancak eğer kurumlar
arasında ücret eşitliği yok ise çok ciddi bir dengesizlik var ise o zaman
herkes ücreti daha iyi olan kuruma gitmek istiyor ve siz de o kurumu idare eden
kişi olarak çalışkan olan insanları bırakmak istemiyorsunuz ve karşınıza şöyle
çıkıyorlar: “Çalışkan olmak, başarılı olmak suç mudur?” Tabii ki burada bir
ikilem arasında kalıyorsunuz: Çalışkan olanı tutarak cezalandırmak mı,
göndererek mükâfatlandırmak mı? Ancak bunun sonucu şu: Siz, o kurumunuzun
işlerini yerine getirmek adına, aldığınız sorumluluğu yerine getirmek adına
kişiyi göndermek istemiyorsunuz.
Bir başka gerçek: Bu tecrübeyi kazanmış
bir insan, gittiği bir başka kurumda o tecrübenin tamamını kullanamıyor, yeni
bir tecrübe edinmesi gerekiyor. Hâlbuki, bu yapılan
düzenlemelerle, bütün kurumlarda, birbirine benzer iş yapanların “eşit işe eşit
ücret” kavramı çerçevesinde, eşit iş çerçevesinde eşit para almaları şöyle bir
sonucu doğuruyor: İnsanlar artık tecrübe edindikleri kurumda görevlerine devam
etmek istiyorlar. Ben bunun geçmişte sıkıntısını çekmiş bir bürokrat olarak, bu
düzenlemenin çok çok faydalı olacağını yaşanan tecrübeler çerçevesinde söylemek
istiyorum, bunu bilgilerinize arz etmek istiyorum.
Yine yüce heyetin bilgisine bir başka
şeyi sunmak istiyorum. Doksan yedi yıl önce, 6, 7, 8 Ocakta, özellikle
Sarıkamış’ta 90 bin şehit verdik. Biz bugün biliyoruz ki söz konusu ülke yani
vatan olunca canın öneminin olmadığı ecdadımız tarafından en iyi bir şekilde
sergilenmiş. Bu ruh, bugün yaşatmamız gereken, bu tecrübeden faydalanmamız
gereken bir ruh. İşte bu ruhtan faydalanmak, 90 bin şehidimizi anmak adına,
hafta sonu Sarıkamış’ta “Türkiye Şehitleriyle Yürüyor” anma etkinlikleri vardı.
Bu anma etkinliklerine seksen bir ilimizden birçok kişi katıldı, sayın
bakanlarımız katıldı, biz Kars vekilleri başka milletvekili arkadaşlarımızla
katıldık. Gerçekten orada, insanımızın, 90 bin şehidini anmak adına 8.300
metreyi nasıl da duygulu bir şekilde yürüdüğünü gördük. Ben onların hepsine
Karslılar adına, Sarıkamışlılar adına çok çok teşekkür ediyorum.
Tabii ki şehitlerimizin ruhu şad olsun
deyip hepsini saygıyla anıyorum.
Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Arslan.
Malatya
Milletvekili Mustafa Şahin.
Buyurunuz Sayın Şahin. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ŞAHİN (Malatya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 112 sıra sayılı 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin
2’nci maddesinin (b) ve (c) fıkraları hakkında şahsım adına söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, daha önceki dönemlerde Türkiye'nin kanayan yaralarından biri
olan adaletsiz ücret dağılımı, kamu çalışanları arasında psikolojik, sosyal ve
özellikle ekonomik anlamda huzursuzluk yaratmakta idi. AK PARTİ iktidarları
öncesinde hiçbir hükûmetin bir türlü gündemlerine dahi alamadıkları, sadece
söylemlerinde ifade ettikleri eşit işe eşit ücret uygulaması bizim, AK PARTİ
iktidarları dönemimizde yapılabilmiştir. Hükûmetimiz
tüm olaylar karşısında hassasiyetle yaptığı devrim niteliğindeki çalışmaları bu
konuda da göstermiş olup, her gün bir yeni yanlışı düzeltme adına yeni bir
uygulamayı gündeme almakta ve bu uygulama üzerinde gerekli çalışmaları yaparak
ilgili kanunlar ile çalışma hayatını nitelikli, adaletli, sistemli bir hâle
getirmeyi amaçlamakta ve uygulamaktadır.
Kamuda eşit işe eşit ücret sistemi
uygulamasını kademeli olarak hayata geçirmeye çalışmaktayız. İşin taşıdığı
önem, zorluk ve sorumluluk gibi özellikleri göz önüne alınarak ödenen ücretler
arasında bir denge sağlanması bizim temel amacımızdır. Yapılan bu
değişikliklerle aynı unvan ve aynı kadroda olanların farklı ücret almasının
önüne geçilmesi sağlanmış olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile daha önce 2629 sayılı Kanun’da
düzenlemeler yapılmıştı. Bu Kararname ile yapılan bazı düzenlemelere ilişkin
yeni düzenleme yapılması hasıl olmuştur. Buna göre,
Emniyet Genel Müdürlüğünde görev yapan pilot ve kurbağa adamlar için 3160
sayılı Kanun’da da düzenleme yapılması eşit işe eşit ücret kapsamında
gerçekleşmiş olacaktır. Daha önce 2629 sayılı Uçuş, Paraşüt, Denizaltı, Dalgıç
ve Kurbağa Adam Hizmetleri Tazminat Kanunu’nda değişikliklerin, 3160 sayılı
Emniyet Teşkilatı Uçuş ve Dalış Hizmetleri Tazminat Kanunu’nda da bazı
düzenlemelerin yapılması eşit işe eşit ücret kapsamında gerekmekteydi. Bu
kapsamda 3160 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesindeki bazı düzenlemelerin 2629
sayılı Kanun’a paralel olarak yapılması zorunludur.
Kamuoyunda beklenen ve Hükûmetimizce de
yapılan bu değişikliklerle özellikle kamu çalışanlarımızın eşit işe eşit ücret
alması sağlanmış olması bizleri ve bugüne kadar bu sıkıntıyı yaşayanları
sevindirmiştir.
Özellikle, sözlerimi bitirirken
Şırnak’ın Uludere ilçesinde hayatını kaybeden 35 vatandaşımıza Cenabıallah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize sabır ve
başsağlığı diliyorum, ancak hiç kimsenin bu Meclise insanlık dersi verme gibi
bir hakkının ve haddinin olmadığını ifade etmek istiyorum.
Türkiye’nin birlik ve bütünselliğini
parçalamak isteyenler… Evet, o bölgede aşiret reislerimizin… Örf
ve ananelerin, törelerin ne kadar önemli olduğunu bildiğimiz o bölge
insanlarımızın ana kuzuları olan o körpecik kız çocuklarımızı ve erkek
çocuklarımızı 12-15 yaşlarında ailelerinden koparıp dağa çıkarmak için baskı
yapanlar, masum 4 kız çocuğumuza 280 adet kurşun sıkacak kadar merhametsizce ve
canice davrananlar, anne karnındakilere, masum insanlarımıza ve çocuklarımıza
karşı silah kullananlar, güvenlik güçlerini ve masum vatan evlatlarını haince
pusu kurarak şehit edenler sanırım acaba bir zerre insanlıktan nasibini
almışlar mıdır?
Referandumda
halkın iradesine saygı göstermeyip sandığa gitmesini engelleyenler ve zorbalık
yapanlar, evet, yine törelerimiz içerisinde yer alan taziye ziyareti için gelen
ilçe kaymakamına ve misafirlere saldırmaları için insanları kışkırtanlar,
Bingöl’de canlı bomba sonucu anne ve 2 evladının öldürülmesi, yine Bingöl’de 33
askerin, Başbağlar’da 37 masumun canlarına kıyanlar,
vatandaşlarımızın canlarına ve mallarına kastederek molotofkokteylleri ve havai
fişekler atanlar, Ankara Kumrular’da, Kumrular
Sokak’ta ve İstanbul Güngören’de, dershane önlerinde, sokaklarda rastgele
yerlerde bomba patlatanlar ve masum insanların ölümüne sebep olanlar olmasaydı,
acaba o bölgede o hazin hadise olur muydu diye soruyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MUSTAFA ŞAHİN (Devamla) – Acaba, bu
insanların yapmış oldukları bu eylemler karşılığında insanlık suçu işlediler
mi, işlemediler mi?
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Ne alakası var?
Hayret bir şey ya!
MUSTAFA ŞAHİN (Devamla) - Buradan yüce
Meclisin huzurunda ifade etmek istiyor, kanun maddesinin hayırlara vesile
olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
SIRRI SAKIK (Muş) – Sokak kabadayısı.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Şahin.
Soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
Sayın Bulut, buyurunuz.
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın
Bakan, ordunun yükünü çeken bir kesim var: Uzman çavuşlar. Uzman çavuşlar,
ordunun profesyonelleşmesi yolunda önemli bir kitle oluşturmakta, bunlara
lojman hakkı verilmemekte, subay, astsubay orduevlerine girememekte, özlük
hakları açısından çok mağdur durumdadırlar. Sosyal hayatları yoktur. Kendi
güvenliklerini sağlayamamaktadırlar. Bugüne kadar ne kadar uzman çavuş orduya
alınmıştır ve bunlardan ne kadarı ayrılmıştır? Bunu sormak istiyorum. Bugün
başka kurumlarda çalışmak için müracaat eden birçok uzman çavuş var ve
yerleştirilememektedir.
Arz ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bulut.
Sayın Işık…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Bakanlığınız bünyesinde
çalışan polis memurları, bilindiği gibi, meslek yüksekokulu ya da fakülteyi
bitirmeleri hâlinde bile 1’inci dereceye kadar yükseltilememektedirler. Bu
durumda olan kaç polis memuru vardır? Bu kanun görüşmeleri sırasında, bu
mağduriyete maruz kalan polislerin mağduriyetlerinin giderilmesi sağlanabilir
mi?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Işık.
Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) –
Sayın Bakan, özel güvenlik görevlileriyle ilgili yasal düzenleme yıllar önce
çıkartılmış. Bu düzenleme yetersiz olup özellikle çalışanların görev, yetki ve
sorumlulukları belirli değildir, açık ve net bir şekilde belirlenmemiştir.
Özellikle hastane, okul gibi yani psikolojik hizmet veren yerlerin dışında,
fabrikada hizmet veren bir özel güvenlik görevlisinin aynı eğitimden geçmesini
doğru buluyor musunuz? Bu nedenle özel güvenlikle ilgili, tüm yetki ve
sorumluluklarla ilgili yeniden günün koşullarına göre bir düzenleme yapacak
mısınız ve ne zaman yapacaksınız?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın
Aslanoğlu.
Sayın Yılmaz…
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, dün de söylediğim gibi,
kanun hükmünde kararnameler ısrarla Meclise getirilmediğinden dolayı 659 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname’yle ilgili bir sorum olacak size.
Hazine vekilleri sevgili
meslektaşlarımız için, kazanmış oldukları vekâlet ücretlerinin devlet bütçesine
gelir kaydedilmesinin yanında, serbest avukat olarak seçilen, idareler
tarafından seçilen avukatlara böyle bir sınırlama getirilmemektedir. Sizce bu
doğru bir şey midir? 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin acilen Meclise
indirilmesi ve bu haksızlığın düzeltilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Düşünceleriniz nelerdir?
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yılmaz.
Sayın Sakık…
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Ben de Sayın Bakana sormak istiyorum.
23’üncü Dönemde de biz zaman zaman bunu seslendirmiştik: Uzman çavuşların
orduda ayrımcı bir politikaya tabi tutulduklarını ve çocuklarının, eşlerinin
orduevine alınmadığını ama bunu seslendirdiğimizde, bugün tutuklanan, Sayın
Başbakanın mesai arkadaşı aynen şöyle diyordu: “Ordunun arasına nifak sokuyor.”
yani bir haksızlığı dile getirdiğimiz için. Ve bu haksızlık hâlen devam ediyor.
Eğer bu bir nifaksa bu nifakı buradan yeniden tekrarlıyorum. Yani hayatın her
alanında bedenlerini ölüme feda edenler neden orduevine giremiyorlar, neden
ayrımcı politikalarla karşı karşıyadırlar? Bu konuda bizi aydınlatırsa
sevinirim.
Teşekkürler.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Sakık.
Sayın Dinçer…
CELAL DİNÇER (İstanbul) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, siz de bir mülki idare
amiri kökenlisiniz. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki mülki idare amirleri
özellikle ek göstergelerinin 6.400’e çıkarılmamasından dolayı, emekli
olduklarında çok düşük bir maaşa maruz kalmakta ve mağdur olmaktadır. Mülki
idare amirlerinde ek göstergeyi özellikle vali yardımcısı ve kaymakamlar için
6.400’e çıkarmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Dinçer.
Buyurunuz Sayın Bakan.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Soru soran arkadaşlarımızın sorularına
cevap vermeye çalışacağım.
Sayın Bulut’un, uzman personel, uzman
çavuşlar konusundaki sorusu, ne kadar olduğunu sorar. Bunların sayısı 30 bin
civarındadır ama net sayıyı ayrıca yazılı olarak bildiririz.
Sayın Işık’ın, yüksekokul mezunu polis
memurlarının 1’inci dereceye yükselmeleri konusu. Daha önce de defaatle sorulan bir soru ve defaatle
de cevabını alan bir soru ama bir kez daha söyleyelim, bu konuyu yasal olarak
çözeceğiz. “Sayıları ne kadar?” sorusu: Ne kadar yüksekokul mezunu polis memuru
varsa 1’inci dereceye gelmesi gereken, o kadar sayıda memurumuz var.
Sayın Aslanoğlu, özel güvenlik
personeline yönelik mevzuatın ve bu personelin çalışma şartlarının, görev ve
yetki konularının ele alınıp alınamayacağı, bazı özellikli iş yerlerinde
çalışan özel güvenlik personelinin özel eğitime alınıp alınmamaları konusundaki
düşüncemizi, tasarımızı öğrenmek istedi. Çok doğru, haklı bir soru. Bu konuyu
yeniden ele alacağız, yasasıyla, personeliyle ve o personelin çalışma
şartlarıyla ve diğer, genel kollukla olan irtibatları itibarıyla yeniden yasal
olarak ve diğer gerçekler itibarıyla düzenlemeye tabi tutacağız.
Sayın Dilek Yılmaz’ın, hazine
vekilleriyle ilgili sorusu, onların vekillik ücretlerinin bütçeye gelir kaydı,
buna karşılık serbest avukatların vekâlet ücretlerinin bütçeye gelir
kaydedilmemesi konusu. Her iki personelin yaptığı iş mahiyeti itibarıyla birbirine
benzerse de statüleri birbirine hiç benzememektedir.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Ama Sayın
Bakan…
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Statüleri benzememektedir. Hiç o jesti yapmanıza gerek yok çünkü birisi
sözleşmeyle çalışan, hukuk hizmeti veren kişilerdir; diğeri ise devletle kadro
bağı olan, memur konumundaki kişilerdir.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Yıllarca
emek vermiş insanlara haksızlık yapıyorsunuz Sayın Bakan.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Ama sonuçta işleri birbirine benziyor. “Eşit işe eşit ücret, benzeri işe
benzeri ücret.” dersek o zaman serbest çalışanları kadrolulara benzetmek gibi
bir fikir de ortaya çıkabilir ve bu bizi hizmet açısından bir sıkıntıya
götürebilir ama fikirdir, bir sorudur, bunu ilgili Sayın Bakana intikal
ettireceğim ayrıca.
Uzman
çavuşların durumuna gelince.
Sayın Sırrı Sakık,
hakikaten, sorunuzu sorarken cevabınızı da verdiniz, teşekkür ederim. Daha önce
de sorduğunuz soruya “Nifak sokma” olarak cevap verilmiş. Aynı soru, aynı cevap
bugün de geçerlidir. Neden “Nifak sokmak” dersek, ben bu sorunun samimi olduğuna
inanamıyorum, açıkça da söylüyorum.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Samimiyet
ölçme metresi var mı sizde?
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Aynen…
Size cevap vermiyorum, size cevap
vermiyorum. Sırrı Bey cevap verebilir. Susmasını bilin, size de ayrıca cevabım
var.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Bir daha böyle
yapma bak, canımı sıkıyorsun.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Canın da sıkılır, her şeyin sıkılabilir.
BAŞKAN – Lütfen, karşılıklı
konuşmayınız.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Bir daha böyle
yapma, terbiyeli ol!
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Böyle yapsam ne olur, yapmasam ne olur, sen de yaparsın olur biter, bu,
işaret parmağıdır.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Şimdi, Sayın Sakık, bu ülkenin Genelkurmay
Başkanına, sizin partinizin iki taneden biri, Genel Başkanı kalkıp “General
değil, ben seni…”
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Eşbaşkanımız…
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– İşte, eş, iki tane yani iki taneden biri, yanlış mı söylüyorum? İki taneden
biri kalkıp “General değil, ben seni onbaşı olarak görüyorum.” derse…
SIRRI SAKIK (Muş) – Siz Genelkurmay
Başkanına “teröristbaşı” demiyor musunuz?
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Sen bir sus, cevap vereyim!
SIRRI SAKIK (Muş) – Genelkurmay
Başkanına “teröristbaşı” demediniz mi?
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Sayın Başkan, lütfen, süremi istiyorum, bu önemli bir konu.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen
karşılıklı konuşmayın, önce bir cevabı dinleyiniz, önce bir dinleyin.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Her vesileyle bu ülkenin polisine, askerine, memuruna, çalışanına sataşmayı,
hakaret derecesinde sataşmayı kendinize bir ilke edinmişsiniz ve biz bu sözlere
çok alışığız, bu sataşmalara çok alışığız, bu samimiyetsiz sorulara da çok
alışığız.
SIRRI SAKIK (Muş) – Samimiyetsiz sensin
o zaman! Ayıptır, bir Bakan nasıl böyle konuşabilir, siz nasıl böyle
konuşabilirsiniz?
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Bu samimiyetsiz sorulara da çok alışığız…
BAŞKAN – Lütfen…
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– …ve bu sözler on para etmeyen insanların ağzına yakışan sözlerdir.
SIRRI SAKIK (Muş) – Siz on para etmeyen
adamsınız!
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– “Onbaşı” sözü de, “çavuş” sözü de, “general” sözü de sizin ağzınıza
yakışmıyor. Onlar bu devletin görevlileridir.
SIRRI SAKIK (Muş) – On para etmeyen
sensin o zaman!
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Evet, siz on para etmeyen insanlarsınız ve o sözleri söylüyorsunuz.
BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen soruya
cevap veriniz.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Soruya cevap veriyorum…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan,
uyarın.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Soruya cevap veriyorum: Bu ülkenin ordusunun Genelkurmay Başkanına hakaret amacıyla
şerefli onbaşıyı dile getiren, hakaret amacıyla dile getiren partinin bir başka
üyesinin burada kalkıp “Uzman çavuşlar ordu evlerine alınmıyor.” yaklaşımını
ben samimi olarak bulamam. Ya o yanlış ya bu yanlış. Bu iki doğru bir arada
olamaz, olamaz.
Dolayısıyla, biz bu değerlendirmelere
çok alışığız ve bugün bu kadar pervasızca konuşmalar yapılıyorsa bu ülkenin
güvenliği ve bu güvenlik şemsiyesi altında bu ülkede var olan özgürlüğün
kullanımından başka bir şey değildir. Kullandığınız bu cümleler, kullandığınız
bu aşırı özgürlükler ve bu serbest konuşmalar…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Şahin, süremiz doldu.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– …sağladığı bir ortamdır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
SIRRI SAKIK (Muş) - Sayın Başkan…
BAŞKAN - Buyurun Sayın Sakık.
SIRRI SAKIK (Muş) – Neyi
alkışlıyorsunuz? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Bir dakika, dinleyin.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, ben
bir soru sordum. Benim bir şey söylememe gerek yok, ben bir soru sordum, Sayın
Bakanın dilini siz de gördünüz ve hatta uyardınız. Cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Sakık, lütfen sataşmaya mahal vermeyiniz.
V.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
4.-
Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, İçişleri Bakanı
İdris Naim Şahin’in, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; Allah rızası için benim sorduğum soruya neydi bu cevap
Sayın Bakan? Yani gerçekten Türkiye’de tam bir komik hâle dönüştünüz. Ben
buradan seslendirdim, 2010 yılında aynen şunu söyledim, bakın, gazetelere de
yansımıştı, döndüm dedim ki orduevlerine uzman çavuşların çocukları alınmıyor,
orduda ayrımcı politikalar uygulanıyor. Ve bunu teyit eden onlarca köşe yazarlarının
size şu an yazılarını da sunabilirim. Ama siz terbiyeden, edepten bahsediyorsunuz.
İlk önce terbiye ve edepten siz pay almalısınız çünkü konuştuklarınızı
bilmiyorsunuz. Siz, bir genel başkanın, Genelkurmay Başkanıyla ilgili bir
açıklaması var. Şimdi, ne diyor? Siyasi konularda Parlamentonun görevini…
Kendisi diyor ki: “Ana dilde eğitim olmaz.” O da uyarıyor. Siz eğer
Genelkurmaya bu kadar saygılıysanız dün Genelkurmay Başkanıydı bugün de terör
suçundan dolayı cezaevinde, terörist başıdır. Şu anki Genelkurmay Başkanı öyle
değil mi? Öyle değil mi peki?
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Ne demek istiyorsun? Genelkurmay Başkanıdır, başka bir şey değildir.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Ne demek
istiyoruz?
BAŞKAN - Sayın Sakık,
lütfen Genel Kurula hitaben konuşunuz.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Ne demek
istiyorum yani? Şimdi ne demek istiyorum onu söyle.
BAŞKAN - Lütfen Genel Kurula hitaben
konuşunuz.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Şimdi, bakın
sevgili arkadaşlar, bu zat gerçekten iç barışımızı baltalamak için ne
gerekiyorsa onu yapıyor, aydınlara dil uzatıyor, ressamlara dil uzatıyor,
efendim, Türkiye’de herkese dil uzatıyor. Bu kadar büyük bir dilinizin olduğunu
biliyoruz. Diliniz ağzınıza yerleşmiyor ama biz size bakın bize hakaret etme
hakkını vermeyiz. Biz size usulca, ahlaklıca bir sual sorduk.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Sakık.
SIRRI SAKIK (Devamla) – “Bakın, uzman
çavuşlara hakaret ediliyor, bu hakareti nasıl gidereceğiz? Bu haksızlığı nasıl
ortadan kaldıracağız?” dedik. Bize hakaret ediyorsunuz, size harfiyen hepsini
iade ediyorum.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Buna gücün yetmez.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
X.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.-
Ağrı Milletvekili Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in; 375
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/152) (S. Sayısı:
112) (Devam)
BAŞKAN - Madde üzerinde iki önerge
vardır, önergeleri önce geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık
sırasına göre işleme alacağım.
TBMM Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan 112 sıra sayılı yasa
tasarısının 2. maddesinin (c) fıkrasındaki (20) uçuş hizmet yılı, (15) uçuş
hizmet yılı olarak değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu Musa Çam R. Kerim Özkan |
İstanbul İzmir Burdur |
Turgut Dibek Süleyman Çelebi Aytun Çıray |
Kırklareli İstanbul İzmir |
İhsan Özkes Ali
Özgündüz Candan
Yüceer |
İstanbul İstanbul Tekirdağ |
Dilek Akagün Yılmaz Haydar
Akar |
Uşak Kocaeli |
TBMM Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan 112 sıra sayılı yasa
teklifinin 2. maddesinin (b) fıkrasındaki (%80) oranının % 85 olarak
değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu Musa Çam R. Kerim Özkan |
İstanbul İzmir Burdur |
Turgut Dibek Süleyman Çelebi Aytun Çıray |
Kırklareli İstanbul İzmir |
Selahattin Karaahmetoğlu Ali Özgündüz Dilek Akagün Yılmaz |
Giresun İstanbul Uşak |
İlhan
Demiröz İhsan
Özkes |
Bursa İstanbul |
BAŞKAN – Komisyon bu okuttuğum son
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HÜSEYİN
ŞAHİN (Bursa) - Katılamıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Katılamıyoruz Sayın Başkanım.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Dilek Akagün Yılmaz konuşacaklar.
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, buyurunuz. (CHP
sıralarından alkışlar)
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
görüşmekte olduğumuz 112 sıra sayılı Yasa Teklifi’nin
2’nci maddesinin (b) ve (c) bendi fıkralarıyla ilgili vermiş olduğumuz önerge
üzerine şahsım adına konuşmak üzere söz almış bulunuyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
bugünlerde ülkemizde tarihî bir süreç yaşanıyor. Artık bu güzel ülkede
demokrasi yok, özgürlükler yok, yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti yok. AKP
İktidarının hiç dolanmadan açık faşizm uygulamaya başladığı günleri yaşıyoruz.
Ülkemizde referandum sonrası yargı dizayn edildi,
yargı bağımsızlığı yok edildi. Üniversiteler susturuldu, rektörler, bilim
adamları Silivri’ye gönderildi. Özgür basın susturuldu, sindirildi, gazeteciler
cezaevine gönderildi. Ordu dizayn edildi, öç alma
duygusuyla askerler cezaevine gönderildi. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ
tutuklandı; Anayasa gereği yargı mercisi Yüce Divan
yani Anayasa Mahkemesi olduğu hâlde Anayasa açıkça ihlal ediliyor. Ülkenin en
büyük işçi sendikası korkusundan, çok düşük tutulan asgari ücrete dahi itiraz
edemiyor. Sendikalar, sivil toplum örgütleri susturuldu, sindirildi. İşte, bu
koşullarda toplumun umudu olan, susturulamayan, sindirilemeyen bir tek
Cumhuriyet Halk Partisi kaldı. Şimdi AKP İktidarı, özel yetkili mahkemeleri ile
güdümlü yargısı ile savcısı ile Cumhuriyet Halk Partisine saldırmaya başladı.
Eski Adalet Bakanımız Sayın Seyfi Oktay ve pek çok avukat arkadaş aleyhinde
uydurma iddialarla davalar açılıyor ve bu davada eski Genel Başkanımız Sayın
Deniz Baykal’ın ismi geçiriliyor. Oda TV davasında Mecliste soru önergesi
vermiş milletvekili arkadaşlarımızın ismi geçiriliyor ve son olarak da iktidar
güdümlü yargı Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu
aleyhinde yargıyı etkilemeye çalışmaktan fezleke hazırlıyor ama biliniz ki
hukuk dışı bu saldırılar bizleri yıldıramaz, Cumhuriyet Halk Partisi
susturulamaz, sindirilemez.
Buradan Silivri Savcısına sesleniyorum:
Ben de Sayın Genel Başkanım Kemal Kılıçdaroğlu’nun
işlediği suçu işliyorum ve sözlerine aynen katılıyorum. 133
milletvekili arkadaşımla beraber dokunulmazlığımızın kaldırılması için Meclis
Başkanlığına dilekçemizi verdik, Silivri’den fezleke bekliyoruz ve Silivri’de
tutsak olan Sayın Mustafa Balbay, Sayın Mehmet Haberal için ve onları
yargılayanlar için aynen Genel Başkanım gibi diyorum ki: Burada ön yargılı,
siyasi otoritenin emrinde olan yargıçların sadece oynadıkları bir tiyatro var,
bunun adına “yargılama, demokrasi” diyorlar. Bu ne demokrasidir ne de
adalet dağıtmadır. Bunların kaçma imkânları yok, zaten kaçamazlar, ülkelerini
seviyorlar. Bunlar “Biz yargılanmayalım.” demiyorlar, zaten yargılanıyorlar.
Bunlar Parlamentoya gelip yeminlerini içerek Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde ve
diğer maddelerinde öngörülen kurallar içerisinde görevlerini yapmak istiyorlar
ama bu görevler maalesef bazı yargıçlar tarafından engelleniyor. Onlara
“yargıç” demeyi içime sindiremiyorum, çünkü yargıç, vicdanıyla hareket eden
kişi demektir, yargıç, toplumun beklentilerini, duygularını bilen ve ona saygı
duyan demektir. Vicdan her şeyin üstündedir. Vicdanıyla hareket etmeyen bir
yargıç, yargıç olabilir mi? Anayasa’nın 90’ıncı maddesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin
imzaladığı uluslararası sözleşmeler var. Bunları görmezlikten gelip “Ben
bildiğimi okurum, benim bildiğim ve söylediklerim doğrudur.” mantığıyla yola
çıkarsanız adalet dağıtamazsınız. Aynı sözleri tekrarlıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
bugün görüşmekte olduğumuz kanun teklifi Hükûmet tarafından yapboz tahtasına
dönüştürülmüş, torba değil artık çorba olmuş kanun hükmünde kararnamelerdeki
eksiklikleri düzeltme teklifidir. Daha 2 Kasım 2011 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanan kamu görevlilerinin mali haklarının
düzenlenmesi amacıyla çıkartılan 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname üzerinden
iki ay geçmeden eksiklikleri düzeltmeye çalışıyoruz. Bunu neden yapmak zorunda
kalıyoruz? Çünkü AKP İktidarı, yangından mal kaçırırcasına, Meclise sunmadan,
komisyonlarda tartışılmasına izin vermeden, karmakarışık, yasa yapma tekniğine
de uymadan bir gecede o kadar çok kanun hükmünde kararname çıkardı ki hata
yapılmaması mümkün değildi.
Bu konuda en vahim olan şey ise Anayasa
madde 91 uyarınca kanun hükmünde kararnamelerin Resmî Gazete’de
yayınlandığı gün Meclise sunulması, komisyonlarda ve Genel Kurulda ivedilikle
görüşülmesi gerekirken Anayasa’nın emredici hükmü çiğnenmektedir. Kanun
hükmünde kararnameler ne komisyonlara ne de Genel Kurula görüşülmek üzere
getirilmemektedir.
Şimdi, ben buradan Meclis Başkanına
sesleniyorum: Bunları en kısa zamanda Mecliste görüşmek istediğimiz talebimizi
yineliyoruz.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yılmaz.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan, karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Karar yeter sayısı vardır, önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
TBMM Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan 112 sıra sayılı yasa
tasarısının 2. maddesinin (c) fıkrasındaki (20) uçuş hizmet yılı, (15) uçuş
hizmet yılı olarak değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit
Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor
mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HÜSEYİN
ŞAHİN (Bursa) - Katılamıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Kim konuşacak acaba?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Gerekçe...
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyoruz.
Gerekçe:
15 yıl hizmetin yeterince deneyim
kazandırılması açısından
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Çerçeve 2’nci maddenin (b) ve (c)
bentlerini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Çerçeve 2’nci maddenin (ç) bendini
okutuyorum:
ç) 8 inci maddesinde yer alan “binde
üçü” ibareleri “binde altısı” şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Ali Haydar Öner.
BAŞKAN – Değiştirdiniz, peki.
Sayın Ali Haydar Öner.
Buyurunuz Sayın Öner. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ HAYDAR ÖNER
(Isparta) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli milletvekillerimiz, bir yeni
kanun hükmünde kararnameyi görüşüyoruz. 375 sayılı Kanun Hükmündeki
Kararname’nin 2/ç bendi hakkında söz almış bulunuyorum.
Sayın milletvekillerimiz, daha
geçtiğimiz günlerde, Sayın Akagün Vekilimin ifade
ettiği üzere, Devlet Memurları Yasası’yla ilgili bazı konuları görüştük. Hemen
peşinden bütçe kanunuyla ilgili değerlendirmeler yaptık. Şimdi, yeni bir
düzenlemeyle karşı karşıyayız.
Türkiye Cumhuriyeti devleti bir aşiret
devleti değil, Türkiye Cumhuriyeti devleti köklü, kuralları olan, gelenekleri
olan, kurumsal yapısı sağlam bir devlet. Nedir bu? Her gün bir konuda âdeta
korsan madde sunulur gibi yasa tasarıları, kanun hükmünde kararnamelerle ilgili
değişiklikler gündeme geliyor, kim hangi konuda bastırırsa o öne çıkıyor.
İçişleri Bakanlığı bünyesinde çok
değerli elemanlar var. Dün İdareciler Günü’ydü. İdarecilerimizin saygın,
tarafsız, milletin çıkarına, Ahmet’in, Mehmet’in yararlarına değil, memleketin,
milletin yararına çalışan değerli valilerini, kaymakamlarını, genel idare
çalışanlarını, veri hazırlama kontrol işletmenlerinin günlerini kutluyorum.
Dün yine Çalışan Gazeteciler
Bayramı’ydı. Kalemlerini, kameralarını kamu yararına kullanan gazetecilerin,
medya mensuplarının bayramlarını kutluyorum. Dün grevli, toplu sözleşmeli hak
günüydü, yıl dönümüydü, emekleriyle geçimlerini sağlayan işçi kardeşlerimi,
onların sendikal haklarını cesaretle savunan sendika liderlerini kutluyorum ama
valilik, kaymakamlık mesleğini iktidar yandaşlığına dönüştüren, iktidar
partilerinin il başkanının propagandadan sorumlu yardımcılığına dönüştüren
kişileri de kınıyorum. Aynı şekilde Çalışan Gazeteciler Bayramı’nı gazetecilere
zehir eden anlayışı da kınıyorum.
Ahmet Şık niye tutuklandı? Kendi
kendime yediremiyorum. Ahmet Şık yayınlanmamış kitabından dolayı tutuklandı.
Korkarım, yakında, bir hamile bayanı gören özel yetkili bir savcı o hamile
bayanı da tutuklayabilir, “Doğuracağı çocuk suçlu doğacaktı, onun için tutukladık.”
diyebilir, kimse de yargıya bir şey diyemeyiz diye buna alkış tutar. (CHP
sıralarından alkışlar)
Nedim Şener, Çalışan Gazeteciler
Bayramı’nda mapusta. Niye? Niye? Bilen var mı? Hangi
delille tutuklandı Nedim Şener? Ben söyleyeyim arkadaşlar: Uğur Dündar gibi
cesur, seçkin bir gazetecinin, televizyon programcısının yapımcısı olduğu için
tutuklandı, Ermeni davasına ilişkin görüşleriyle ilgili tutuklandı,
uğursuzlukları, hırsızlıkları sergilediği için tutuklandı, Deniz Feneri davası
gibi davaların peşinden koştuğu için, soyguncuları, haramzadeleri teşhir ettiği
için tutuklandı.
Aynı şekilde, işçiler haklarını alamaz
oldular, küçük bir asgari ücret artırımıyla yetinmek zorunda kaldılar.
Hafta sonu bir yeni olayla sarsıldı
kamuoyu. Cumhuriyetin son kalesi Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı
hakkında yargılamayı etkileme gerekçesiyle fezleke düzenlendi. Hepimiz, hep
beraber aynı suçu işledik. Sayın özel yetkili savcılar, sivil mi askerî mi, ne
olduğu bilinmeyen statüdeki, iktidar yandaşı savcılar iktidarın ve Sayın
Başbakanın görüşleri doğrultusunda fezleke düzenlemekten geri durmuyorlar.
İktidar Partisinin uygulamalarını kim
eleştirecek? Cumhuriyetin son kalesi olan Cumhuriyet Halk Partisi
eleştirmeyecek de kim eleştirecek? Türkiye bir yargı devleti hâline geldiyse,
hukukun üstünlüğünü hâkimler tanımaz duruma geldiyse, elbette muhalefet partisi
eleştirecek.
375 sayılı Yasa’da da İçişleri
Bakanlığının değerli personelinin veri hazırlama, kontrol işletmelerinin ve
bütün bakanlıklardaki genel idare elemanlarının onca ekonomik güçlükleri varken
bazı nitelikli personele ek ödeme verilmesi doğru ama ötekilerin ihmal edilmesi
kabul edilemez.
Emeklilerle ilgili işlemler hâlâ
yapılamadı. İçişleri Bakanımız Bakanlığın diğer mensuplarıyla da ilgilenirse
çok isabetli olur diye düşünüyorum.
Aynı şekilde, bu Kararnameyle TOKİ
mensuplarına da birtakım imkânlar sağlanıyor. TOKİ ile ilgili iki değerlendirme
yapabiliriz:
Birisi, şehirlerimizin özgün
yapılarını, mimari yapılarını bozan planlar uygulaması, şehirlerimizi yapboz
tahtasına çevirmesi, şehirlerin dokusuyla uyum sağlamayan yapıların çoğalması,
şehirleri Türk şehirleri olmaktan çıkaran görünüme yönlendirmesi.
Bir de Sayın Başbakanın 61’inci
Hükûmetinin ustalık döneminin keşfettiği bakanlardan biri olan Sayın Erdoğan’ın
uygulamaları. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Sayın Erdoğan’a bağlandı ama
çevrecilikten haberi yok. Çevre Bakanlığı müstakil bir bakanlık olmalı, çevre
sorunlarını yetkiyle takip etmeli.
Sayın Erdoğan bir de son günlerde ince
ayarla seçkin bir spor kulübümüze popülistlik yapıyor. Trabzonspor’un Sayın
Erdoğan’ın ince ayarına ihtiyacı yok. Sayın Erdoğan bir ince ayar yaptı, Van’da
40 kişiye sebep oldu. Sayın Başbakan Van depreminin sorumlularını arıyor. Kabinedeki Erdoğan hemen yanı başında. Hâlâ farkına varmadı
mı?
AHMET YENİ (Samsun) – Bakanın soyadını
bile bilmiyorsun Sayın Vali, Bakanın soyadını bile bilmiyorsun.
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) – Efendim,
siz söz atmakla bir yere varamazsınız. Biz gerçekleri dile getirmeye devam
edeceğiz.
Sayın Başbakan hâlâ 40 kişinin
sorumlusunu bulamadı. Bakalım, Uludere’nin sorumlusunu ne zaman bulacak?
Bakalım Ana Muhalefet Lideri Sayın Kılıçdaroğlu
hakkında fezleke düzenleme anlayışının sorumlusunu nerede bulacak? O sorumlu bu
çatı altında. Bir milletvekili arkadaşımızı bu kürsüden zorbalıkla
uzaklaştırana AKP Grubu ceza vermedi. Niye? “Efendim, biz ‘Özür dilesin,
yetinelim.’ dedik, kabul edilmeyince ceza vermiyoruz.” Suçu belli olan, İç Tüzük’te yazılı olan bir cezayı vermemekle yargıçlara kötü
örnek oldunuz.
Hafta sonu “Kerbela”
temsilini izledim Büyük Tiyatro’da. Son replik şuydu: “Zulümlerden, iktidarlar
kadar, günü kurtarmak adına suskun kalanlar da sorumludur.” AKP Grubu içinde
çok değerli arkadaşlarım var. Hatalı uygulamalarda, o arkadaşlarımın, durumu yeniden
değerlendirmelerini rica ediyorum çünkü bugün suskun kalanlar, yarın, niye
suskun kaldıklarının hesabını veremezler.
375 sayılı yasayla ilgili
düzenlemeleri, bundan böyle, daha derli toplu düzenlemelerle gündeme getirmeyi
yeniden düşünmeye 61’inci Hükûmeti davet ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Öner.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel. (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Tuncel.
BDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL
(İstanbul)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 112 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin (ç) bendi üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Kanun hakkındaki görüşlerimi söylemeye
geçmeden önce, biraz önce Sayın Bakanın grubumuza yönelik yaklaşımına ilişkin
birkaç şey ifade etmek istiyorum. Barış ve Demokrasi Partisi, Türkiye’de yüzde
10 seçim barajına rağmen, bütün antidemokratik uygulamalara rağmen, bağımsız
adaylarla, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku adına seçimlere girmiş, 36
milletvekilliğiyle bu ülkede büyük bir demokrasi zaferi kazanmıştır. Bu parti,
yaklaşık 3 milyon insanın oyunu almıştır. Dolayısıyla, 3 milyon insanın oyunu
alan bir partinin eş başkanlarına, eş genel başkanlarına, milletvekillerine
yönelik yaklaşım kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Sayın Bakanın
-farkındayız- son bir yıllık, son birkaç aylık çalışması Barış ve Demokrasi
Partisini siyaset alanının dışına itmektir, “KCK” adı altına yürütülen operasyonların
temel nedeni budur. Bizim kadın meclisi, gençlik meclisi yöneticilerimizin
tamamı neredeyse “KCK” adı altında siyasi bir soykırıma tutulmuştur. Bunun
temel nedeni AKP İktidarının Kürtlere, BDP’lilere
siyaset yaptırmama politikasıdır. Yetmiyor, Sayın Bakan, elinden gelse aslında
burada bu grubu da oturtmayacak, biz bunun farkındayız ama bizi burada oturtan
AKP’liler değil, Sayın İçişleri Bakanı değil, bu halkın iradesidir. Bu halk
istemediği sürece de hiçbir yere gitmeyeceğiz, burada olacağız. Bunu herkesin
bir kenara not etmesini isteriz, özellikle sadece Sayın Bakanın değil, AKP
Hükûmetinin hepsinin ve milletvekillerinin. Eğer “Bu ülkede demokrasi var.”
deniliyorsa o zaman demokrasiye saygılı olacaksınız. Siz bu partiye “bilmem
neyin uzantısı, şudur, budur” diyorsunuz. Bütün bunlara rağmen, Barış ve
Demokrasi Partisine oy verenler BDP’nin hangi politik
çizgide olduğunu bildiği hâlde oy vermiştir. Seçim sürecinde Kürt sorununun
demokratik ve barışçıl çözümü için halkımızdan oy istedik, demokratik özerklik
için halkımızdan oy istedik, ana dilde eğitim için halkımızdan oy istedik ve
buna halkımız “Evet.” demiştir, 36 milletvekilini Parlamentoya göndermiştir.
Siz ne yaptınız? Bu halkın iradesini gasp ettiniz. Bu halkın iradesi şimdi
Diyarbakır zindanındadır, bu halkın iradesi Urfa zindanındadır, Mardin
zindanındadır. Şimdi neden bahsediyorsunuz “demokrasi” diyerek? Bu kabul
edilebilir mi sayın milletvekilleri? “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”
deniliyor. O zaman milletin egemenliğini niye gasp ediyorsunuz? Varsa bir şey,
hukuki olarak süreci başlatırsınız. Öyle parti kapatmayla, bilmem bizleri
tutuklamaya çalışmakla bu işten kurtulamazsınız. Eğer burası bir hukuk
devletiyse o zaman gereğini yaparsınız. Buradan partimize yönelik her defasında
“Yok teröristsiniz, yok şusunuz, busunuz.” tartışmalarını kabul etmiyoruz.
Kaldı ki dünya “terörizm” kavramını yeniden tartışıyor. Türkiye de bu
“terörizm” kavramını yeniden tartışmalıdır. Bu kadar geniş bir “terörizm”
tanımı hiçbir yerde yoktur. Bugün ağzını açan herkes terörist kılıfına giriyor.
Dolayısıyla, Türkiye demokrasisi bu noktada mı? Bunu bütün milletvekillerinin
dikkatine sunmak istiyorum.
Ve bir daha, lütfen, sayın iktidar
milletvekilleri bize yönelik üsluplarına dikkat etsinler. Biz halkımızdan aldığımız
irade karşısında burada konuşuyoruz, başımız dik, alnımız açıktır. Ona göre de
herkes durduğu noktayı bilsin.
Sayın milletvekilleri, kanun maddesine
ilişkin de görüşlerimizi ifade edeceğiz. Bu kanun hükmünde kararnameyle
çıkartılmış bazı kanun değişikliklerine ilişkin düzenlemeyi öngörüyor. Tabii,
biz ifade ettik, aslında bu ülkede demokrasinin olmadığını bu kanun hükmünde
kararnameler de gösteriyor. Kanun hükmünde kararnamelerle
yönetilen bir parlamento. Bugün bu Parlamento, sadece noter görevini görüyor,
Türkiye Cumhuriyeti devletinin Parlamento noteri. Çünkü burada demokrasi yok,
muhalefet gruplarının hiçbir etkisi yok, verdiğimiz hiçbir önerge dikkate
alınmıyor. Ne oluyor? AKP’nin çoğunluğu gereği -ne oldu- el kaldır, indir,
tamam, geçiyor. Böyle bir demokrasi olabilir mi? Böyle bir demokrasi olmadığı
için, bu ülke neredeyse diktatörlüğe giden bir nokta üzerinde. Bu, kabul
edilebilir bir şey değil. Tüm toplumsal alanlarda, sadece siyasal alanda değil,
yaşamın tüm alanlarında biz bu tekçi, otoriter zihniyeti, faşizan zihniyeti
görüyoruz, özellikle yaşam alanlarına ilişkin.
Bugün Çevre ve Şehircilik Bakanlığının
temel görevlerinden birisi, neoliberal politikalar
çerçevesinde Türkiye’de yeni rant alanları açmaktır,
zenginleri daha zengin etmek, yoksulları daha yoksul etmek, insanları yaşam
alanından koparmaktır. Bu, çok temel bir nokta. Kanun
hükmünde kararnameyle de bu, devlet güvencesi altına alınıyor. Biz burada
istediğimiz kadar konuşalım, istediğimiz kadar muhalefet edelim sadece
muhalefet etmiş oluyoruz. Zaten medya da yine iktidarın
denetimi altında. Diğerlerine, özgür basına -biraz önce arkadaşlarımız
da ifade etti- yaşam hakkı bile tanınmıyor, onlar “terörizm kapsamı” adı
altında tutuklanıyor. Dolayısıyla, biz burada kürsüde söylediğimiz sözle
kalıyoruz. Bu, kabul edilebilir bir nokta değil. Bir önce AKP Hükûmetinin
demokrasiden, eğer ileri demokrasiden bahsediyorsa bu ileri gasp projesinden
vazgeçmesi gerekiyor.
Bu kanun hükmünde kararnameyle Çevre ve
Şehircilik Bakanlığının yaptığı temel şeylerden birisi, aslında “kentsel
dönüşüm” adı altında kentsel ranta dönüşen, yaşam
alanlarımızı daraltan, sınıflaşmayı ve yoksullaşmayı derinleştiren bir politik
noktada. Dolayısıyla bunun zararını da yoksul, emekçi halk görüyor. Burada eşit
işe eşit ücret meselesi konuşulduğunda Sayın Bakan sanıyorum en doğru şeyi
söyledi, bütün alanlarda eşit işe eşit ücret değil, eşitsizlikler arasındaki
şeyi gidermek değil, sadece aynı konumda çalışanları düzenleyen bir nokta. Oysa
bu ülkede en yoksul ile en zengin arasındaki fark -geçen de bu kürsüde
söyledik- 14 kata çıkmışsa bu ülkede demokrasiden bahsedilemez. O zaman orayı
düzenleyeceksiniz. En çok emek harcayan, ağır işlerde çalışan insanların
koşullarını, yaşam koşullarını düzenleyeceksiniz ama bu yok. Ne var? Yeni
alanları “Nasıl, işte TOKİ’ye alan açabiliriz, orada bina inşa edebiliriz,
nasıl yaparız?” diye… Özellikle İstanbul açısından söyleyeyim, bu 3’üncü köprü
meselesi de bunun bir uygulamasının sonucudur.
3’üncü köprüyle ciddi anlamda İstanbul
nefessiz bırakılmaya çalışılıyor sayın milletvekilleri. Bu, kabul edilebilir
bir nokta değil. Sevindirici bir şey var: 3’üncü köprü ihaleye çıktı, kimse
çıkmadı ama umuyoruz ki iktidar, bunu “Bizim TOKİ’miz var, biz yaparız.” şeyine
girmesin, özellikle bu konuda sivil toplum örgütlerinin -şehir ve bölge-
mühendisler ve mimar odasının, bu konuda çalışma yapan çevre örgütlerinin
itirazlarını dikkate alır ve 3’üncü köprüden vazgeçer. 3’üncü köprü biliyoruz
ki trafik sorununu çözmeyecek. 3’üncü köprünün temel nedeni yeni rant alanı açmak.
Bakın, 3’üncü köprüde, 3’üncü Boğaz
Köprüsü ve bağlantılı yolların her iki yönde 5 kilometrelik etki kuşağında
İstanbul’daki özel orman alanlarının yüzde 34’ü, orman alanlarının yüzde 46’sı,
2/B alanlarının yüzde 38’i, tarım alanlarının yüzde 43’ü yer alıyor. Köprü ve
bağlantı güzergâhları için düşünülen 150 metrelik kamulaştırma sonucunda hattın
geçeceği ve doğrudan koşulsuz etkilenecek alan ise bölgede 680 hektar sayın
milletvekilleri ve burası sit alanı. 931 hektar tarım alanı ve 2,5 milyondan
fazla ağaç barındıran 1.453 hektarlık orman alanı içindeki canlılarıyla
birlikte tamamen yok olacaktır. Sarıyer’deki Türkmenbaşı
ve Beykoz’daki Polonezköy tabiat parkları
barındırdıkları önemli bitki örtüsü ve yaban hayatı ile halkın dinlenme ve
eğlenmesine uygun tabiat parçaları olarak bu orman alanları tamamen 3’üncü
köprü vesilesiyle tahrip olacaktır.
Çok büyük bir kısmı su toplama
havzalarında kalan 3’üncü boğaz köprüsü bağlantı yolları İstanbul’un önemli
içme suyu rezervleri olan Ömerli, Elmalı, Darlık, Alibeyköy, Büyükçekmece, Sazlıdere ve Terkos havzalarını
yoğun yapılaşma baskısı altında bırakacaktır.
Bütün bu risklere rağmen hâlâ 3’üncü
köprüde ısrar etmek ciddi anlamda bir doğa katliamıdır. Doğayı bir hak öznesi
olarak görmeyen bir iktidarın ne yazık ki Türkiye’yi demokratikleştirmesi
mümkün değildir.
Son olarak şunu ifade etmek istiyorum
sayın milletvekilleri: AKP İktidarı ustalık dönemini yaşıyor. Anlaşılan o ki
ustalık dönemi iktidarın o kadar çok gözlerini kapamış ki “Bu dönemde neyi talan
edebilirsek, neyi baskı altına alabilirsek, nasıl biz burada kendi cebimizi
doldurabilirsek” üzerinden bir siyaset güdüyor. Bu siyaset Türkiye halklarının
ne yazık ki yaşamını zindan ediyor. Bu politikadan geçmediğiniz sürece “ileri
demokrasi” diye bir şeyden bahsetmek mümkün değil. Sizin ileri demokrasiniz
ancak ve ancak Türkiye halklarına zulümdür, işkencedir, zamdır, gözaltıdır,
tutuklamadır. Bunu biz her gün yaşıyoruz. Türkiye’yi açık bir cezaevi hâline
getirdiniz. Sadece cezaevindekiler değil, aslında dışarıdakiler de ne yazık ki
mutlu değil. Bu AKP İktidarının ileri demokrasisinin bir sonucudur! Biz böyle
bir ileri demokrasiyi istemiyoruz diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tuncel.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Sayın Özensoy, buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA NECATİ ÖZENSOY (Bursa)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 112 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin çerçeve 2’nci maddesinin (ç) bendiyle ilgili
Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere söz aldım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, iyi niyetli olarak bu
çalışanlar arasındaki eşitsizliği gidermek üzere bir kanun hükmünde kararname
hazırlandı ama tabii bu iyi niyetin yeterli olmadığını, bugün burada
görüştüğümüz kanunla, düzeltme yaptığımız kanunla da ortaya koydunuz.
Ancak sayın milletvekilleri bu kanun
görüşülürken sorular sordular, dediler ki: “Bugünkü görüştüğümüz kanunun
dışında mağdur olanlar var mı?” Israrla “Yok.” diye ifade ettiniz ama bize
gelen bilgilere, ilgililerin bize aktardığı bilgilere göre çok sayıda mağdur
olan memurun olduğunu biliyoruz.
Bununla ilgili, Bursa’da, Türkiye
Kamu-Sen yetkilileri bir basın açıklaması yaptılar, hatta biraz da ironi olsun
diye işaret diliyle yaptılar ki sağır sultan da bunu duysun diye. Bu mağdur
olanlarla ilgili yazılı belgelerinde aynen şunu ifade ediyorlar: “Devlet
memurlarına ek ödeme yapılmasını düzenleyen kanun hükmünde kararname, üst düzey
memurlara daha çok, alt düzey memurlara daha az ve başta profesörler olmak
üzere akademik personele, öğretmenler dâhil, her türlü eğitim personeline sıfır
ek ödeme öngörüyor. Buna karşılık, öğretmenler, profesörler, doçentler,
yardımcı doçentler, araştırma görevlileri, din hizmetleri sınıfındaki din
görevlileri, sağlık hizmetleri sınıfında bulunan doktor dışındaki sağlık
personeli, KİT çalışanları, kadastro çalışanları, postacılar ile bazı
kurumlarda çalışan memurların ek ödemesi sıfır olarak belirlendi. Bu memurlar
hiç ek ödeme alamadı. Yüz binlerce öğretmene hiçbir ek ödeme yapılmaması…
Profesörler ve akademik personele ek ödeme verilmemiştir. Düzenlemeye göre,
Genelkurmay Başkanından kuvvet komutanlarına, subaylardan astsubaylara hiçbir
askerî personele ek ödeme yapılmadı. Kanun hükmünde kararnameyle kamu
görevlilerinin bir kısmının eline geçen ücretlerin de düşüşlere yol açması sorun
yarattı.”
Burada ifade edilirken şunu da
söylüyorlar: “Eşit işe eşit ücret.” Aslında bunun adını değiştirmemiz lazım.
“Eşit unvana eşit ücret.” şeklinde tecelli etti maalesef bu kanun hükmünde
kararnameyle.
Bakın, mesela Sağlık Bakanlığında
çalışan memurlardan müdür ve müdür yardımcısı konumunda olanlar şu anda
araştırmacı kadrosuna geçtikleri için ciddi anlamda sıkıntıdalar ve mağdur
durumdalar. Mesela, Hıfzıssıhha kurumunda çalışan bir biyolog, müdür veya müdür
yardımcısı olduysa, şimdiki kadroları bunların araştırmacı kadrosuna geçenler
eğer biyolog olarak kalmış olsalardı yani biyolog olarak kalan arkadaşlar
şimdi, o müdür ve müdür yardımcısı konumunda olup araştırmacı kadrosuna
geçenlerden daha fazla ücret alır durumdalar. Dolayısıyla, bu tür mağduriyetlerden
Sayın Bakanın da haberi yok.
Bununla ilgili, bu kanun hükmünde
kararnameden sonra çok sayıda idari mahkemelere başvurular başladı. Herhâlde
bunlardan bir şekilde Sayın Bakanın veya Bakanlar Kurulunun haberi olur,
olacaktır ve önümüzdeki günlerde de bunlarla ilgili bu yanlışlıkları, bu
haksızlıkları gidermek için daha kapsamlı bir kanun teklifi veya tasarıyla
buraya gelmekte fayda var diye düşünüyorum.
Evet, sayın milletvekilleri, tabii
burada TOKİ görevlileri de var. TOKİ görevlileri varken TOKİ uygulamalarında da
burada birtakım eksiklikler, yanlışlıklar varsa bunlardan da bahsetmek
durumundayız.
Geçtiğimiz günlerde yine bu kanunla
ilgili bir Bursa Milletvekili, iktidar partisinin Bursa Milletvekili çıkıp
Bursa’daki Doğanbey Kentsel Dönüşümü’n
mağduriyetlerinin olduğunu, bir an önce bunun sonuçlanması gerektiğini buradan
Sayın Bedrettin Demirel ifade ettiyse bu durum vahim bir noktaya gelmiş
demektir.
Şimdi bakın, bu özellikle Doğanbey Kentsel Dönüşüm elbette bir rantsal dönüşüme… Böyle uygulamalara dönüştüğünü
bırakın, bir de ben buradan Sayın TOKİ yetkililerine, TOKİ’de görev yapanlara
sormak istiyorum: Sizin hiç mi şehircilik anlayışınız yok? Siz hiç mi Bursa’yı
bilerek, tanıyarak bu projeyi gerçekleştirmediniz? “Ucube bir yapı” diye
Türkiye’de birtakım yerlerde tartışmalar yapıldı. Eğer “Ucube yapı nasıl olur,
nerededir?” diye merak edeniniz varsa gelsin Doğanbey
Kentsel Dönüşümü’ndeki o çıkan yapıları görsün. O yeşil Bursa’yı, orayı nasıl katlettiğini, Yalova yolundan
gelirken o dağ manzarasını nasıl katlettiğini, yine Osman Gazi, Orhan Gazi
Türbesi’ne gelen Bursa dışından turistlerin, yerli veya yabancı turistlerin
Bursa manzarasını seyretmek için oraya konulan dürbünlerin, artık tamamen önüne
bu çıkan ucube yapıların olduğunu, buradaki sayın milletvekilleri de gelip
Bursa’ya, orayı bir görürlerse elbette bana hak vereceklerdir diye düşünüyorum
ama artık olan olmuş. Burada Doğanbey Kentsel Dönüşümü’ndeki toprak sahiplerinin mağduriyetleri var.
Bakın, bizim Bursa Milletvekilimiz
Sayın İsmet Büyükataman bir soru önergesi vermiş. Bunu lütfen bir an önce
cevaplandırın. Daha önce sorulan bu sorulara da cevaplar verilmedi. 2007
yılında anlaşması yapılan bu konutların on sekiz ayda teslim edilmesi
gerekirken, sene 2012 olmasına rağmen bunların neden teslim edilmediğinin
cevabını vermesi lazım yetkililer. Yine 2007 yılında Resmî Gazete’ye
göre 482 TL olarak birim maliyetler belirlenmişken bugün aynı hak sahiplerine
650 lira olarak yansıtılmış. Bunu söylerken şunu da ifade etmek istiyorum:
Burada yapılan anlaşmalardan sonra, yer sahipleri, 50 metrekare yeri olana 75
metrekare daire vereceğiz şeklinde anlaşmalar yapıldı. Güzel. Peki, bu proje
başladıktan sonra “Yok, ben size 75 metrekare değil illa 100 metrekare daire
yaptım, bunu vereceğim.” diyerek aradaki 25 metrekarenin farkını vatandaştan
istemek ne kadar hakkaniyete uyar, ne kadar hakkaniyetin ölçüsüne uyar? Bunu da
sizlerle buradan paylaşmak istiyorum. Bunu da isterken üstüne üstlük 2011
yılındaki birim maliyetler 625 TL iken hak sahiplerinden metrekare başına 1.100 lira
gibi bir maliyet binmekte ve bunu da bu şekilde talep etmekte ve yarın öbür gün
maalesef bu hak sahipleri mahkeme kapılarında bu şekilde sürüneceklerdir diye
düşünüyorum. Bu hak sahipleri, yer, arsa sahipleri bu projeye girerken “Yarın öbür
gün size daha fazla fark çıkartarak bu konutları yapacağız.” şeklinde bir
anlaşmayla girmediler. Bursa’yı bilenler bilecektir, o bölgede yaşayan insanlar
öyle çok varlıklı, çok zengin insanlar değil; babadan, dededen kalma
arsalarını…
Zaten, aslında, Osmangazi Belediyesiyle
yapılan bu anlaşmaya önce orada belki hak sahiplerinin yani arsa sahiplerinin
yarıdan fazlası karşı çıkmasına rağmen âdeta yine Osmangazi Belediyesinin o yer
sahiplerini tehditvari söylemlerle yani
“Kamulaştırırız ve kamulaştırma ücretleri de sizin öyle umduğunuz gibi olmaz.”
şeklinde tehdit eder tavırlarla mecburiyet karşısında o sözleşmeleri imzalamış.
Oradaki vatandaşlar maalesef o sözleşmeleri imzalandıktan sonra “Belki daha iyi
bir evimiz olacak.” şeklinde sevinenler de bugün mağduriyet içerisindedir ve
200 bin liraya kadar da 2-3 tane dairesi olan vatandaşların da 200 bin
liraya, hatta 400 bin liraya kadar farklar çıkarıldığını ve bu insanların
mağduriyetlerinin de hem bir an önce bu dairelerin, bu projenin bitirilmesi hem
de bu farkların da hakkaniyet ölçüsüne getirilmesi noktasında gayret
gösterilmesini buradan ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Özensoy.
Şahsı
adına İstanbul Milletvekili Tülay Kaynarca.
Buyurunuz Sayın Kaynarca. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 375 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Hakkındaki Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesinin (ç) fıkrasıyla ilgili söz
almış bulunuyorum, yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
“Eşit işe eşit ücret” politikası
çerçevesinde 2 Kasım 2011 tarihinde yayınlanan 666 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan pilot ve uçuş ekibinin
mali haklarını düzenleyen 2629 sayılı Kanun günün şartlarına uygun hâle
getirilmiştir ancak bu Kanun Hükmünde Kararname ile iş konseptleri
birbirine benzeyen uçuş personelinin özlük haklarında ise herhangi bir
düzenleme yapılmamıştı. Görüşülmekte olan 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun Teklifi’yle
Emniyet Genel Müdürlüğünde görev yapan pilot uçuş ekibine ödenen tazminat
oranları, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan emsallerinin mali haklarını
düzenleyen 2629 sayılı Kanun’da yer alan oranlarla paralellik oluşturması
amaçlanmaktadır.
Bu amaçla, görüşülmekte olan Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesi (ç) fıkrası ile 8’inci maddesinde
yer alan “binde üçü” ibaresi “binde altısı” şeklinde değiştirilmiştir. Bu da
birçok özlük haklarında iyileştirme anlamına gelmektedir.
Bu değişikliğin özlük hakları kazanımı
açısından lehte olduğu inancımı belirtiyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Kaynarca.
Şahsı adına Şanlıurfa Milletvekili Abdulkerim Gök.
Buyurunuz Sayın Gök. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ABDULKERİM GÖK (Şanlıurfa) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Sözlerimin hemen başında bir temenniyle
başlamak istiyorum. Dili, dini, rengi, ırkı ne olursa olsun, belki ideolojisi
de ne olursa olsun diyerek, hep beraber, kardeşçe ve sorunlarımızı tartışarak
çözmenin var olduğu bir ülke örneğini sergilediğimizi belirtmek isterim.
Bu duygularla Sayın Başkan, sizleri ve
yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Efendim,
burada 112 sıra sayılı, 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 2’nci
maddesinin (ç) bendiyle 3160 sayılı Emniyet Teşkilatı Uçuş ve Dalış Hizmetleri
Tazminat Kanunu’nun 8’inci maddesi değiştirilerek, Emniyet Genel Müdürlüğü
havacılık birimlerinde uçuş öğretmenliği yapanlara, günün gelişen şartlarına
göre TSK’da görev yapan pilot ve uçuş ekibinin özlük haklarını düzenleyen 2629
sayılı Kanun ile paralellik oluşturması amaçlanmaktadır. Böylece
öğretmenlik uçuş saati başına kıstas aylığının binde 3’ü -ki bu da 1,7 TL’ye
tekabül ediyor- ödenen yetiştirme ikramiyesi, TSK’da uygulanan binde 6’ya
-bunun da 3,5 TL’ye tekabül ettiğini görüyoruz- çıkarılarak eşit işe eşit ücret
çalışmaları çerçevesinde mali hakların günün şartlarına uygun hâle getirilmesi
amaçlanmıştır.
Ayrıca, bu kanunla yapılacak
değişiklikle hava araçlarının uçuş saatlerinin azaltılarak bakım maliyetlerinin
düşürülmesi amaçlanmış, fazla yakıt harcanmasının düşürülmesi hedeflenmiştir.
Örnek verecek olursak, helikopterlerin ortalama uçuş maliyeti 7 bin TL olduğu
düşünüldüğünde 120 saat uçuş karşılığı 840 bin TL’dir. Bu uçuşların 80 saate
indirilmesiyle maliyet 560 bin TL düşürülerek 280 bin TL devlete kazanç
sağlanacaktır. Böylece toplamda 18 polis havacılık filosunun yıllık olarak
devlete sağlayacağı kazanç 5 milyon 400 bin TL’dir. Bununla birlikte uçuş
saatinin azaltılması ve tazminat oranının yükseltilmesiyle uçuş ekibinin motivasyonlarının yükseltilmesi amaçlanmıştır.
Görülüyor ki AK PARTİ hükûmetleri ile
makro performansın yanında mikro performans da başarıyla yürütülmektedir.
Bunların da sırrının siyasal istikrardan geçtiğini belirterek sözlerime burada
son veriyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Gök.
Soru-cevap bölümüne geçiyorum.
Sayın Özgündüz…
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Teşekkürler
Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, iki hafta önce Kayseri
Valiliği Özel Kalem Müdürü tutuklandı biliyorsunuz Sosyal Dayanışma Yardımlaşma
Vakfının hesaplarında yolsuzluk yaptığı iddiası… Ve iddialar arasında Kayseri
Valisinin Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı ile AKP’li bir milletvekilinin
çocuğunun düğününde takı taktığı, bu takıların da bu Vakfın hesabından
karşılandığı şeklinde bir iddia var. Bu konuda Bakanlığınıza intikal eden
herhangi bir ihbar var mı ve soruşturma başlamış mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Özgündüz.
Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) –
Sayın Bakan, bir hak kaybının giderilmesini konuşuyoruz. Ben yine sizin
Bakanlığınızla ilgili… Özellikle, İstanbul’un Silivri, Çatalca, Başakşehir ilçelerine bağlı köylerde, bir ilçeye 5
kilometre olmasına rağmen 35 kilometre ilerideki bir ilçeye bağlanan köylerin
hakkı, hukuku kaybolmuştur. Yıllarca örfü, âdeti o ilçeye gidip gelmesine
rağmen şu anda o ilçeye, 5 kilometre yakınlıkta bir ilçeye bağlanmayıp 35
kilometre, 40 kilometre ileride bir ilçeye bağlanmıştır. Bu insanlar isyan
ediyor. Bunların en azından bağlanırken görüş, düşünce ve önerilerini niçin
almıyorsunuz? Bu ilçelerin bu sorununa çözüm bulacak mısınız? İsyan ediyorlar
Sayın Bakanım.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Aslanoğlu.
Buyurunuz Sayın Bakan.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Özgündüz’ün sorusu: Kayseri
Valiliğimiz Özel Kalem Müdürünün bir olay vesilesiyle, hakkındaki bir iddia ve
isnat vesilesiyle tutuklandığını bildirdiler. Doğrudur.
Ona bağlı başka iddiaların olduğunu
bildirdiler. Bu incelenen bir konu, muhtemelen farkında olunan bir konudur. Ama
bugüne kadar Bakanlığımız incelemelerinde veya savcılık incelemelerinde
kayıtlara geçmemişse bu soruyu da bir ihbar kabul edip, buradan itibaren biz
bunu araştırmaya devam ederiz.
Sayın Aslanoğlu’nun sorusu: Bu konu…
İstanbul’umuzda otuz dokuz tane ilçe var şu anda. Bu ilçeler kanunla düzenlendi,
oluşturuldu 2008 yılında. Yani seçimlerden bir sene öncesindeki bir tarihte
yapılan yasal düzenlemeyle kurulmuş ilçelerdir. O yasanın görüşülmesi esnasında
bu tür sıkıntıların dile geldiğini veya getirilmesi gerektiğini ifade etmek
istiyorum. Ama bugün de bir sıkıntı varsa bu… Belirttiğiniz gibi ya da
belirtildiği gibi halkın isyanı şeklinde bir sıkıntı yoktur.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) –
Aynen öyle efendim.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– “İsyan” kelimesi çok da sanırım kastı aşan bir kelimedir. İsyan, teknik
anlamda değil. Burada ben isyanı bir talep, bir itiraz olarak anlamak,
algılamak istiyorum Sayın Aslanoğlu’nun sorusunda. Hakikaten haklı bir talep
var ise onu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) –
Efendim, ihbar ediyorum.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Bu ihbar konusu olmaz, burada bir suç yok. Burada bir idari ihtiyaç var, öyle
olduğu söyleniyor.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) –
Oradaki köylülerin adına şikâyetleri iletiyorum.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Buna bakarız, bunu değerlendiririz. Haklı bir talep olarak hep birlikte
görürsek onun düzeltilmesi için gayret ederiz, düzeltme yaparız.
Benim cevabım bu kadar.
Arz ederim Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Yeni sorular var.
Sayın Akar…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan,
daha önce size soru önergesi olarak vermiş olduğum Kartepe
Belediyesi… Yine Meclis kürsüsünden belirtmiş olduğum Kartepe
Belediyesi hakkında henüz sizden cevap alamadım. Uzun süre oldu, üç ayı buldu. Kartepe Belediyesinde belirgin bir suistimal
var, rüşvet var ve bunlar hâlen görevlerine devam ediyorlar. Rüşvetin ispatı,
kanıtı, kendi itirafları var. Teknik takibe takılmış, resmî bunlar, savcılık
iddianamesinde de var. Bu konuda henüz ne beni ne de kamuoyunu
bilgilendirdiniz. Dosyayı size de bizzat kendim elimle sundum, yine de bu
konuda bir sonuç alamadım. Nedir, Kartepe
Belediyesindeki olay yasal mıdır değil midir? Bir suç işlenmiş midir,
işlenmemiş midir? Artı, AKP İlçe Başkanı da var içerisinde, bu konuda ne
yaptınız? Bunu da öğrenmek istiyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Akar.
Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür
ederim Başkan.
Ankara
ve İstanbul büyükşehir belediyelerinin bütçesi belli. Belediye
başkanlıkları bütçelerinin yüzde 10’ununu aşacak kadar eğer harcama yapar iseler
belediye başkanlıklarının sorumlulukları söz konusu. Ankara ve İstanbul
büyükşehir belediyelerinde bütçenin yüzde 10’unu aşan miktarda harcama
yapıldığı hâlde bugüne kadar Bakanlık tarafından bir işlem yapıldığı tabii
basına yansımadı. Bilmediğimiz bir husus mu var? Bu hususta bir işlem yapılmış
mıdır? Yoksa bütçe aşılmadı mı? Bu konuları öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Tanal.
Sayın Işık…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bilindiği gibi, Kütahya’da
yıllarca hizmet veren Jandarma Birinci Er Eğitim Taburu 12 Haziran seçimleri
öncesinde tüm yetkililer tarafından Kütahyalılara taşınmayacağı sözü
verilmesine rağmen, resmen 24 Eylül 2011 tarihinde Kastamonu iline taşınmıştır.
Bunun yerine polis meslek yüksekokulu getirileceği, açtırılacağı yönünde
verilen sözler ne derece doğrudur? Bakanlığınızın bu konudaki son kararı nedir?
Cevap verirseniz sevinirim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Işık.
Sayın Dinçer…
CELAL DİNÇER (İstanbul) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Bir önceki maddede Sayın Bakanımıza
özellikle mülki idare amirlerinin, vali yardımcısı ve kaymakamların emekli
olduklarında çok düşük bir ücrete maruz kaldıklarını, ücret almaya
başladıklarını söylemiştim. “Bu konuda bir düzenleme düşünüyor musunuz ek
göstergelerde?” demiştim ancak cevap alamadım. Dün mülki idare amirlerinin,
daha doğrusu idarecilerin çok buruk bir gününü kutladık. Bunlara böyle bir
günde müjde vermeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Dinçer.
Buyurunuz Sayın Bakan.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Önce Sayın Dinçer’den başlayayım. Bir
önceki soru-cevap turunda niçin cevap veremediğimi çok açık şekilde biliyor
olmasına rağmen “cevap verilemedi.” yerine “verilmedi.” ifadesini çok yerinde
bulamadığımı belirtmek istiyorum.
Dün kutlanan 10 Ocak İdareciler Günü,
hakikaten, Türkiye’de idarecilik adına devlete ve millete büyük hizmetler veren
valilerimizin, kaymakamlarımızın, diğer meslek mensubu arkadaşlarımızın önemli
bir günüydü. O günün buruk geçtiğini bilemiyorum ama muhalefette olunca kişi güzelliği
göremeyip hep buruk mu görüyor onu bilemiyorum, hep birlikteydik, akşam da
gündüz de. Anlamakta zorlanıyorum, arkadaşlarımızın takdirine bırakıyorum,
meslektaşlarımızın takdirine bırakıyorum.
Bahse konu mülki idare amirlerinin,
1’inci sınıf mülki idare amirlerinin ek göstergelerinin yükseltilmesi konusu
Hükûmetimizin, Bakanlığımızın gündeminde olan konulardandır, vakti geldiğinde
makul süre içerisinde bu konudaki düzenleme yapılacaktır. Bunu daha önce bütçe
konuşmasında da söylemiştim yine tekrar ediyorum, Sayın Dinçer’e de gündeme
getirdiği için ayrıca teşekkür ediyorum.
Sayın Işık, Jandarma Er Eğitim
Taburunun taşınması konusunda hangi yetkili söz verdi bilemiyorum. Bir
yetkilinin söz verip o sözünün dışında bir işlem yapacağını sanmıyorum.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Sayın İçişleri Bakanının taşınmayacağına yönelik yazısı var,
sizden önceki Bakanın.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Ama detaya girmeden şunu söyleyeyim: Jandarma Er Eğitim Taburu ihtiyaca
binaen Kastamonu’ya taşınmıştır. O anlaşılıyor, zaten ben de biliyorum.
Polis
meslek yüksekokulu konusuna gelince. Polis meslek yüksekokullarını biz bir
plan dâhilinde yapıyoruz, ihtiyaca göre açıyoruz, her istenen yere, her
düşünülen yere açmama konusunda da bir yaklaşımımız var. Kütahya’yı bu açıdan
değerlendiririz. Sanırım o konuda bir ön çalışmamız da var ama nihai bilgiyi,
net bilgiyi yazılı olarak Sayın Işık’a takdim ederiz.
Sayın Tanal’ın “Ankara ve İstanbul
büyükşehir belediyelerinin yüzde 10’u aşan miktar…”
Yüzde 10’un dayanağını da söyleyerek
soruyu kursaydı, çok daha memnun olurdum. Hangi yasadan kaynaklanan bir
sorudur; bunu doğrusu, ben anlayamadım. Ankara, İstanbul büyükşehir
belediyeleri veya herhangi bir belediye kanuna aykırı bir işlem yaptığında
bunun karşılıksız kalması mümkün değildir. Ankara, İstanbul belediyelerinin de
bu kadar kanuna aykırı fahiş bir işlem yaparak çalışma yapmasını düşünmek dahi
zordur diye düşünüyorum. Biraz daha somuta indirgenen bir soru olursa
cevaplandırırım, ayrıca da araştıracağız konuyu.
Sayın Akar’ın Kartepe
Belediyesiyle ilgili sorusu. Son yedi saniyenin içinde diyorum ki: Yedi
konuda soruşturma izni verilmiştir ve soruşturmalar yürütülmektedir,
yürümektedir Kartepe Belediyesiyle ilgili ve AK PARTİ’li belediyedir ayrıca, onu da arz ederim yüce
heyetinize.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
(ç) bendi üzerinde bir önerge vardır,
okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte olan 112 sayılı yasa
teklifinin 2. Maddesinin (ç) bendindeki “binde altısı” ifadesinin “binde
yedisi” olarak değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu Musa Çam R. Kerim Özkan |
İstanbul İzmir Burdur |
Turgut Dibek Süleyman Çelebi Aytun Çıray |
Kırklareli İstanbul İzmir |
Ali Özgündüz İhsan Özkes Candan
Yüceer |
İstanbul İstanbul Tekirdağ |
Haydar
Akar Özgür
Özel |
Kocaeli Manisa |
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HÜSEYİN
ŞAHİN (Bursa) – Katılamıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Peki.
Hükûmet?
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Katılamıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Kim konuşacak?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Manisa Milletvekili Özgür Özel.
BAŞKAN – Sayın Özel, buyurunuz. (CHP
sıralarından alkışlar)
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Önergemiz üzerinde grubumuz adına
konuşmak üzere söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan hemen önce özellikle
birazdan bu önergeyle ve üzerinde tartıştığımız konuyla ilgili ne kadar samimi
olduğumuzu ve ortaya çıkan bazı mağduriyetleri giderirken bazı mağduriyetleri
nasıl görmezden geldiğimize değinmek istiyorum.
O noktaya gelirken de gerçekten bugün
karşı karşıya olduğumuz bir iktidar samimiyetsizliğinin de altını çizmek
gerekiyor. Dün gündeme geldi, hafta sonundan beri özellikle Türkiye'nin
gündeminde çok ciddi bir tartışma var; bu tartışma, Cumhuriyet Halk Partisinin
Sayın Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında
düzenlenen fezleke ve dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili talep. Ne
demişti de Sayın Kılıçdaroğlu buna gerek oldu? Sayın Kılıçdaroğlu, Silivri’de cezaevinin önünde, yaptığı bir
cezaevi ziyaretinden sonra, o içerideki millî iradenin temsilcisi 2 tane
milletvekilimizle görüştükten sonra şunu ifade etmişti: “Burası bir toplama
kampına döndü, bu toplama kampında hukuk yok. Demokrasilerde böyle şeyler
olmaz, demokrasilerde böyle yargılama olmaz, yargıçlarda vicdan gerekir ama
burada vicdan yok.” demişti. Sayın Kılıçdaroğlu
hakkında düzenlenen fezleke ve dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili talep
tam da Sayın Kılıçdaroğlu’nun orada ortaya koyduğu bu
iddiaları, bu ifadeleri doğrular niteliktedir çünkü sadece toplama kamplarında
insanlar yargılanmadan -ama bütün ortak özellikleri iktidara muhalif olmak olan
insanlar- bir yere toplanırlar, hukukun olmadığı bir şekilde, yüzlerine suçları
bile okunmadan aylarca, yıllarca beklerler. Daha sonra göstermelik
yargılamalar yapılıyorsa da o yargılamalar aslında tutuklamanın, o tutuklamalar
cezalandırmanın ta kendisi hâline gelmiştir. Şu anda orada yapılan mesele ve
Silivri’de yaşananlar ve bu konu da, artık, ana muhalefet partisi liderinin
dahi dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin talep tam da bu tezi doğrular
niteliktedir. Ama Türkiye’de maalesef, devletin en tepesinden, Sayın Cumhurbaşkanından
Başbakana, Adalet Bakanına ve Sayın Başbakan yardımcılarına kadar herkes uzun
tutukluluk sürelerinden rahatsız olduğunu ifade etmektedir. Bu bir atasözüne
dönüşmüştür, bu yeni bir Türk atasözüdür ve devlet büyüklerimiz tarafından
hızla ve süratle tekrarlanmaktadır. İşte tam da burada bir samimiyetten yoksun
davranışın altını çizmek gerekiyor çünkü yetkili olan bütün makamlar kanun
teklifini getirecekler, Meclis gündemine aldıracaklar. Buradaki çoğunluğa
hükmedebilip onu yasalaştıracak olanlar ve onu onaylayarak Resmî Gazete’de yayımlatacak olanlar, hepsi birden uzun
tutukluluk sürelerinden rahatsız olduklarını ifade etmektedirler. Bu
samimiyetli bir davranış değildir; aynı bugün, eşit işe eşit ücret genelgesinin
TOKİ ve TMSF’de yarattığı eşitsizlikleri ortadan
kaldırmaya çalışıyor olmanın samimiyetli bir davranış olmadığı gibi çünkü
hepimiz biliyoruz ki hepinize binlerce, yüzlerce mail geliyor günde, bu genelge
pek çok kurumdaki eşitliği, pek çok kurumdaki dengeleri altüst etmiştir.
Bunlardan bir tanesi de, Sosyal Güvenlik Kurumunun içinde çalışan eczacı,
doktor ve diş hekimi olan meslektaşlarımızın uğradığı mağduriyettir. Sosyal Güvenlik Kurumu -Bire bir çalıştığımız dönemlerden çok iyi
biliyorum- kendi mesleklerinin yanında dünyaya bakmasını bilen, çok iyi
istatistik öğrenmiş, bilgisayar teknolojileri konusunda son derece ileriye
gitmiş ve kurumun politikalarının belirlenmesinde son derece kritik rol oynayan
birtakım, sağlık alanından uzmanları barındırıyor ama bu kişiler dışarıda
mesleklerini yaptıkları takdirde, örneğin bir devlet hastanesinde alacakları
döner sermayeyle, bir serbest eczacılık yaptıklarında veya bir özel hastanede
çalıştıklarında, hatta devletin Sosyal Güvenlik Kurumunun reçete kontrol
biriminde çalıştıklarında aldığının çok altında ücret alıyorlar. Onunla
ilgili bir çalışma yapılmış, bu eşitsizlik ortadan kaldırılarak bir ödeme şansı
getirilmişti ama bu eşit işe eşit ücret genelgesi tabii kurumlardan yeterince
görüş alınmadan ve tartışılmadan hayata geçirildiği için orada çok ciddi bir
sıkıntı var. Kurum başkanı ilgili komisyona geldi, ifade
etti, hatta bakan da söyledi, hatta iktidar partisinin sayın milletvekilleri bu
konuda bir önerge hazırladılar ama o sırada Maliye Bakanlığı “Kendi genelgemizi
deldirmeyiz.” diyerek bunu, iktidar partisinin hazırladığı önergeyi geri
çektirdi ama şimdi, burada, ne hikmetse birileri için o genelge delinmektedir
ve bu arkadaşlarımızın ciddi mağduriyeti vardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Özel.
ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – Bu konuyu Genel
Kurulun bir kez daha gündemine arz ediyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Karar yeter sayısı istiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
On dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 16.57
ÜÇÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 17.13
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP
ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 50’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
112 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesinin (ç) bendi üzerinde verilen
Manisa Milletvekili Özgür Özel ve arkadaşlarının önergesinin oylamasında karar
yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi önergeyi tekrar oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım:
Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmemiştir, karar
yeter sayısı vardır.
Teklifin görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi 2’nci maddenin (ç) bendini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Şimdi çerçeve 2’nci maddenin (d)
bendini okutuyorum:
d) 11 inci maddesinin (a) ve (b)
fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“a) Şehit olanların kanuni
mirasçılarına kıstas aylığın 100 katı,
b) Yaşamak için gerekli hareketleri
yapmaktan aciz ve hayatını başkasının yardım ve desteği ile sürdürebilecek
şekilde malul olanlara kıstas aylığın 200 katı, diğerlerine ise vazife malulü
olanlar hakkında esas alınan 13/7/1953 tarihli ve 1053
sayılı Vazife Malullüklerinin Nevileri ile Dereceleri Hakkındaki Nizamnamede
gösterilen sakatlık derecelerine göre (a) bendinde belirtilen tutarın;
1 inci dereceye % 75’i,
2 nci
dereceye % 65’i,
3 üncü dereceye % 55’i,
4 üncü dereceye % 45’i,
5 inci dereceye % 35’i,
6 ncı
dereceye % 25’i,”
BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına İstanbul Milletvekili Celal Dinçer. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Dinçer, buyurunuz.
CHP GRUBU ADINA CELAL DİNÇER (İstanbul)
– Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 112
sıra sayılı Kanun Teklifi hakkında söz almış bulunuyorum.
Bu konudaki görüşlerimi açıklamadan
önce, birkaç konuya değinmek istiyorum. Silivri Cumhuriyet Başsavcısının Sayın
Genel Başkanımız hakkında hazırladığı fezleke konusu bugünlerde gündemimizi
oluşturmaktadır. Bugün Türkiye’de hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, çok
ciddi şekilde tartışılır hâle gelmiştir. Bu fezlekeyle, Türkiye’de özel yetkili
bir yargı terörüyle karşı karşıya kaldığımızı daha iyi görüyoruz. Bu
fezlekeler, bağımsız olması gereken yargının siyasi iradenin emrinde olduğunun
bir göstergesidir. Bu fezlekeler, Türkiye’de artık “ifade özgürlüğü” diye bir
kavramın kalmadığının ispatıdır. Bu fezlekeler, kim olursanız olun, Türkiye’de
iktidar aleyhine konuşmanın resmen suç sayılacağının açık bir deklaresidir. Bu
fezlekeler, Türkiye’de düşünce özgürlüğüne karşı yapılan sivil darbenin
tamamlandığının ifadesidir çünkü iktidarı eleştiren, kendisini Silivri’de bulmaktadır.
Bu fezlekeler, ifade özgürlüğü alanında sözün bittiği yerdir.
Türkiye’de artık, gün ağarmadan yapılan
baskınlarla gözaltıları başlatmak, savunmaları
engellemek, iktidarın bunaldığı anlarda gündemi değiştirecek ve dikkatleri
başka tarafa çekecek kararlara imza atmak, özel yetkili mahkemelerin günlük işi
hâline gelmiştir. Şimdi de Sayın Genel Başkanımızı hedef seçmişlerdir. Başbakan
Sayın Recep Tayyip Erdoğan “Yargı bize kan kusturdu, bakanları, çetenin nöbetçi
hâkimleri var.” derken suç oluşmayacak, yargıyı etkilemek olmayacak, yaşanan
onlarca hukuksuzluğu eleştiren Sayın Genel Başkanımız hakkında fezleke
düzenleyeceksiniz. Hangisi hakarettir, hangisi yargıyı etkilemektir? Yukarıda
belirttiğim sözleri sarf eden Sayın Başbakan ve sayın bakanlar hakkında niçin
fezleke düzenlenmemiştir? Şimdi “Bu yargının işidir.” deyip topu yargıya
atamazsınız. Yanlış yapan, suç işleyen yargıçlarla ilgili işlem yapılması
Adalet Bakanı ve Müsteşarının üyesi olduğu Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun işidir. Onları bu kürsüden göreve davet ediyorum.
Artık herkesin bu hukuk dışılığı
görmesi gerekir. Türkiye’nin aydınları, politikacıları, gazetecileri,
öğrencileri, kısaca, Türkiye’de hiç kimse güven içinde değildir. Günümüzde
hakkını aramak için konuşan, yazan, düşüncesini açıklayan, sokağa çıkan herkes
terör örgütü üyesi ve Hükûmete karşı darbe planı yapmak suçlamasıyla içeri
alınmaktadır. Bugün yaşanan kanun dışı, hukuk dışı bu uygulamalar geçmişte,
darbe dönemlerindeki sıkıyönetim mahkemelerini bile aratmaktadır. Hatta, iktidarın uygulamaları sıkıyönetim dönemindeki
uygulamaları dahi geride bırakmıştır. Cumhuriyet değerlerini savunan herkes
hakkında soruşturma açılıyor, cumhuriyete ve laikliğe karşı olan hiçbir eylem
ise soruşturulmuyor. Savcıların görevi cumhuriyeti korumak değil midir? Bu
görevlerini yapmayıp sadece iktidarı koruma ve kollama görevi yapıyorlar, bizim
de bu yargının bağımsız olduğuna inanmamızı bekliyorlar. İktidarın “ileri
demokrasi” dediği bu olsa gerek.
Bütün bu olanlara rağmen demokrasiyi,
insan haklarını, özgürlüğü, hukuku onlara öğreteceğiz. Adil yargılamanın ne
olduğunu, nasıl olması gerektiğini de öğreteceğiz. Onların adil yargısını Deniz
Feneri davasında ibretle görmekteyiz. Türkiye bu utançtan kurtulmalıdır.
Antidemokratik rejimlere özenenlerin sonlarının hüsran olduğunu bir kez daha
huzurlarınızda hatırlatmak istiyorum.
Belirtmek istediğim bir başka konu,
TÜRK-İŞ Başkanı ve diğer yöneticilerin Genel Başkanımız hakkındaki sözleridir.
Sayın başkanlar iktidara yaranmak için muhalefet liderine cevap vermeyi bırakıp
temsilcisi oldukları işçilerin haklarıyla ilgilenirlerse daha hayırlı bir iş
yapmış olurlar.
Hükûmetin vaat ettiği sendikal
özgürlüğün bir aldatmaca olduğunu, hiçbirisinin gerçekleşmediğini hepimiz çok
yakından görüyoruz, görmekteyiz. Anayasa oylaması sırasında “Bir değil iki
sendikaya üye olacaksınız.” diye bol bol vaatler yapıldı, oylama yapıldı ama
bugün uygulamada bunların hiçbirisini göremiyoruz. Bir tek sendikayı dahi
kurmak isteyen, iş yerinde sendika kurmak isteyen işçiler, ertesi günü kapı
dışarı edilmektedir ama ne yazık ki işçi sendikalarının değerli başkanları
bunlara hiç söz geçirememekte, ses çıkaramamaktadır.
Sözleşmelerdeki düşük ücret
artışlarına, sosyal hakların gün geçtikçe yok edilmesine, devlete ait
fabrikaların birer birer kapatılıp işçilerin sokağa bırakılmasına ve bu
fabrikaların birilerine peşkeş çekilmesine sendika başkanları bugüne kadar
niçin ses çıkarmadılar, niçin ses çıkarmıyorlar, niçin seslerini
yükseltmiyorlar? İşçi haklarını savunan muhalefetin liderine laf yetiştirmede
hiç de zaman kaybetmiyorlar.
Bugün yüce Mecliste eşit işe eşit
ücreti konuşuyoruz, TÜRK-İŞ Başkanının Asgari Ücret Tespit Komisyonunda
muhalefet şerhi koymaktan korktuğu bir süreçte emeğin kutsallığını
tartışıyoruz.
Değerli milletvekilleri, buradan
sesleniyorum: Sayın Başkan, korkma, korkuyorsan o koltukta ne işin var?
Bilirsiniz “Hak verilmez alınır.” diye bir slogan var. Hak mücadeleyle alınır
ve her mücadelenin de bir bedeli vardır. Göze alamıyorsan mücadele edip hak
alacaklara bırak o koltuğu. Bir de Sayın Başkanın arka bahçe korkusu varmış,
CHP’nin arka bahçesi olmayacakmış.
Açık açık diyoruz ki bizim ön ve arka
bahçeye ihtiyacımız yoktur Sayın Başkan. Sen “korktum” diyerek iktidarın
bahçesine sığınmışsın. Biz diyoruz ki: O bahçeden de çık, sadece emeğin,
işçinin bahçesinde ol.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
bugün 112 sıra sayılı Kanun Teklifi hakkında değerli arkadaşlar görüşlerini
bildirdiler. Daha üç ay önce çıkmış bir kanunu da yamalı bohçaya çeviriyoruz.
Burada sadece unutulan Emniyet Genel Müdürlüğü Uçuş ve Dalış personeli değil,
Türk Silahlı Kuvvetlerindeki uzman erbaşlar değil, mülki idare amirleri de
unutulmuştur, merkezde görevli polis baş müfettişleri
de unutulmuştur, merkez emniyet müdürleri de unutulmuştur, Maliye personeli de
unutulmuştur, üniversite personeli, icra memurları, öğretmenler, doktorlar da unutulmuştur, belediye
denetçileri de unutulmuştur, bakanlık müfettişleri de unutulmuştur.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
kanun hükmünde kararname mağduru olan bakanlık müfettişleri de unutulmuştur. Bu
örnekleri artırmak mümkündür. Şimdi size bu iktidarın bu kararnamelerle yaptığı
bazı uygulama ve trajikomik olaylardan bahsetmek istiyorum. 2 Kasımda
yayınlanan 657 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle Elektrik İşleri Etüt
İdaresinin bazı görevleri DSİ’ye ve Enerji Bakanlığına devredildi. Ne yazık ki
aynı gün yayınlanan başka bir kararnameyle bu kurum kaldırıldı. Madem
kaldıracaksın görevlerinin bir kısmını niye devrediyorsun? Aynı kararnameyle
devret, o kurumu kapat ama aceleyle, kapalı kapılar ardında çıkarılan kararname
birkaç kişiyle hazırlanan kararnameler olduğu için böyle yanlışlar
yapılmaktadır. Daha bitmedi. Aynı kararnameden bir gün sonra –dikkatinizi
çekiyorum- 3 Kasım 2011 tarihli Resmî Gazete’de de
kapatılan bir kurumun teftiş kurulu yönetmeliği yayınlanıyor değerli
arkadaşlar. Kurumu siz bir gün önce kapatıyorsunuz bir gün sonra teftiş kurulu
yönetmeliğini yayınlıyorsunuz. Bu da ne kadar dar çerçeveli bir kadroyla bu
kararnamelerin hazırlandığının bir göstergesidir. Siz eğer kadrolaşma uğruna,
sırf Bakanlıktaki kadroları ele geçirmek uğruna bu tür usulsüzlükler yaparsanız
Türkiye’ye çok yazık edersiniz.
Hepinize çok teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Dinçer.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır.
Buyurunuz Sayın Şandır.
MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Personel rejimleri, sizler de biliyorsunuz,
bir devletin çok önemli, sistem açısından, rejim açısından çok önemli temel
hukuk düzenlemeleridir. Personel rejimlerinde oluşan, biriken sıkıntıların,
yapılan yanlışlıkların toplum hayatına yansıması, çalışma hayatına yansıması
çok önemli, çok maliyetli sorunları tetikler mahiyettedir. Aramızda çok sayıda
bürokrat arkadaşımız vardır, bu sorunları yaşamışlardır.
Değerli arkadaşlar, görüşmekte
olduğumuz kanun, 666 sıra sayılı Kanun Hükmündeki Kararname’yle yapılan
düzenlemelerin oluşturduğu yanlışlıkların bir kısmını düzeltmeyi
amaçlamaktadır. Ama birkaç gündür, hatta iki haftadır burada yapılan
konuşmalarla görülmüştür ki bu düzenleme yeterli değildir, hatta bu düzenlemede
birçok eksiklikler ve yanlışlıklar vardır. İktidar partisi grubunun burada
verdiği önergelerle yaptığı düzeltmeler de bu söylediğimin ifadesidir,
ispatıdır. Dolayısıyla bu kanun üzerinde daha çok düşünmek, daha çok konuşmak,
istişare etmek bir zorunluluk olduğu kanaatindeyim. Ama ne yazık ki Meclisimiz,
özellikle iktidar partisi grubu sayın milletvekillerinin bu konuya
ilgisizliğini gerçekten geleceğimiz açısından önemli bir zafiyet olarak
görmekteyim. Sistemin, rejimin çok temel bir konusunda Hükûmetin çok iddialı
bir hedef koyarak yapmış olduğu düzenlemenin iki ay içerisindeki
yanlışlıklarını konuşuyoruz, sayın bakanlar gereken ilgiyi gösteriyorlardır,
biliyorum, ama kanun koyucu, kural koyucu pozisyonundaki görevlisi, sorumlusu
olan Meclisin bu konudaki duyarsızlığı gerçekten ülkemizin geleceği açısından
bir handikaptır.
Değerli arkadaşlar, bu kanun hükmündeki
kararname ile birtakım yanlışlıkların yapıldığı, eksik birtakım düzenlemelerin
yapıldığı kesin, çünkü görülmektedir ki birkaç konudaki -kanunun gerekçesinde
de ifade ediliyor- sehven yapılan yanlışlıklar düzeltilmekte ama personel
rejiminin tüm alanlarıyla ilgili bir çözüm bulunmamaktadır. Yani öğretmenlerle
ilgili, maliye memurlarıyla, vergi denetmeleriyle ilgili, bugüne kadar devlet
yönetiminde sorumluluk yüklenmiş müdürler, daire başkanlarıyla ilgili veya kamu
düzenini sağlayan, kamu görevini tanzim eden tüm konularda kapsayıcı, eşit işe
eşit ücret hedefini gerçekleştirecek bir düzenleme olmadığı ortadadır.
Bu noktada, Türkiye’mizde maalesef on
yıllık bir iktidarın sonunda hâlâ bugün geçmişi mazeret göstererek topluma yapılan
zulmü bu vesileyle de ifade etmek lazım. Hâlâ altmış beş yaş
aylığı 110 liradır, bakıma muhtaç engelli aylığı 329 liradır, diğer engelliler
ve engelli yakını aylığı 219 liradır, muhtar aylığı hâlâ 384 liradır, geçici
köy korucusunun aylığı 322 liradır ve bunların özlük haklarıyla ilgili sorunlar
hâlâ devam etmektedir, personel rejiminin konuşulduğu, düzenlendiği bir kanun
hükmünde kararnamede bunlarla ilgili bir düzenleme de yapılmamıştır.
Değerli arkadaşlar, 1965 çıkışlı olan
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu da personel reformu iddiasında eşit işe eşit
ücreti getirmek iddiasıyla kanunlaştırılmıştı ama geçen bu uzun süre içerisinde
personel rejimindeki oluşturulmaya çalışılan dengeler perişan edilmiş, çalışma
barışı, iş hayatındaki denge maalesef bir türlü kurulamamıştır.
Değerli milletvekilleri, çok genel bir
kabul olarak söylüyorum: Devlet dediğimiz mekanizma hâkimiyetinin meşruiyetini
adaletten almak mecburiyetinde. Devlet, vatandaşları arasındaki adaleti
gerçekleştirmek ve geliştirmekle görevli, görevi ve misyonu
bu. Eğer adaleti gerçekleştiremezseniz bunun zıddı zulümdür. Zulmün abad olması, zulümle bir devletin, bir ülkenin huzur
bulması mümkün değildir.
Bu sebeple, ülkemizde bugün, kanun
kurmak, kanun koymak, işte hukukun üstünlüğünü gerçekleştirmek iddiasında
iktidar olanlar, siyaset yapanlar maalesef kendi çalıştırdıkları arasında dahi
adaleti sağlayamamanın sonucu olarak burada ikide bir kanun değişikliğiyle bu
Meclisi meşgul etmekte, muhatap olmaktadırlar. Dolayısıyla, tekrar ediyorum, devlet
olmanın meşruiyeti adaleti hâkim kılmaktır.
Şimdi, moda tabiriyle, “Hukukun
üstünlüğü, hukukun bağlayıcılığı.” gibi bir tanımın altında meseleyi
geçiştiriyoruz ama asıl olan adaletin teminidir. Devlet Personel Yasası’yla
bugün yaptığımız düzenlemeyle bile kamu çalışanları arasında öyle bir
adaletsizliği hâkim hâle getiriyoruz ki... Ben geçen konuşmamda da ifade ettim,
belki de tarihinde ilk defa Maliye Bakanlığı personeli, yani bu işleri
düzenlemekle görevli ve sorumlu olan Maliye Bakanlığı personeli Maliye
Bakanının kapısının önünde eylem yapmak durumunda kaldı. Bu sebeple söylüyorum, bu görüştüğümüz kanun
ve buna bağlı görüşeceğimiz kanunlar bu ülkenin ve bu milletin geleceği
açısından çok değerli ve çok önemli, hayati değerde, ıskalamamamız
gereken, gereken ilgiyi göstermemiz gereken kanunlardır.
Değerli milletvekilleri, adaleti temin
edebilmenin iki temel ilkesi vardır: Biri istişare -hem kültürümüzün hem inanç
değerlerimizin bize dikte ettirdiği bir husus- ikincisi de emaneti ehline
emanet etmektir. Eğer bu iki konuda bir zafiyet içerisinde olursanız adaleti
temin edemezsiniz ve devleti ebet müddet kılamazsınız, milleti huzurlu,
barışıklık içerisinde yaşatamazsınız. Maalesef, on yıllık iktidarı sonucunda
hâlâ, AKP İktidarı milletin bu kadar büyük desteğine rağmen, personel
kanununda, devlet personel rejiminde dengeleri bozucu birtakım müdahalelerle
buraya kanun değişiklikleri getiriyorsa burada bir yanlışın yapıldığını
düşünmek mecburiyetindeyiz. Muhalefet siyaseti olarak söylemiyorum, bu ülkeye
mensubiyet duyan, bu millete sorumluluk
duyan bir siyaset adamı olarak söylüyorum: Bu yaptığımız doğru değil, istişare
yeterli değil. Ortak aklı üretmek noktasında işte, Meclisin Genel Kurulu. Kaç
kişi dinliyor, kaç kişi bu kanunla neyin getirildiğini…
666 sıra sayılı Kanun Hükmündeki
Kararname’yi Anayasa’ya rağmen bu Meclise niye getirmiyorsunuz? Adalet ve
Kalkınma Partisi Hükûmetini, Adalet ve Kalkınma Partisinin Meclis Grubunu
millete şikâyet ediyorum. Anayasa’ya aykırı bir işlem içerisindesiniz. 91’inci
maddeye göre kanun hükmünde kararname çıkartabilirsiniz ama Resmî Gazete’de yayımlanmasından hemen sonra Meclise getirmeniz,
öncelikle ve ivedilikle bu Genel Kurula getirmeniz lazım. İki buçuk ay oldu, üç
aya yaklaştı ama bu 666 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname’yi buraya
getirmediniz. Hem istişareden kaçırıyorsunuz hem de anlaşılıyor ki ehline
emanet etmediğiniz için birçok yanlışı da beraberinde getiriyor. Buna ne
mecburiyetiniz var değerli milletvekilleri? Yani birbirimizden neyi saklıyoruz,
neyi gizliyoruz? Oturup birlikte tartışsak, ortak aklı üretsek, devlet personel
rejimini en adaletli biçimde tanzim etsek de bu ülkede öncelikle yönetim
bazında iç barışı sağlasak, bunun kime ne zararı olur?
Ben, bu sebeple, geçen defa söyledim,
bu kanunu geri çekin, 666’yı getirin, beraber tartışalım, mükemmel hâle
getirelim, geç olsun, ama sonuçları itibarıyla bu ülkenin ve bu milletin önüne
birtakım yeni güçlükleri koymasın diyorum. Bu bir tekliftir, dikkate alırsanız
milletin hayrına ve kendinizin hayrına iş yapmış olursunuz.
Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Şandır.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
Muş Milletvekili Sırrı Sakık.
Buyurunuz Sayın Sakık.
BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) –
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de halkın iradesine saygı duyan herkese
saygılar sunarak ve bize saygı duyan, bizim irademize dil uzatmayan herkese
saygılar sunarak sözlerime başlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, biraz önce çok
masumane bir soru sorarak, ben, gerçekten bir sorunun çözümüyle ilgili “Bu
konuda neler yapılabilir?” sorusunu Bakana iletmiştim, ama ne yazık ki Bakan
bize “Bu samimiyetsiz sorularda çok alışık olunan bu sözler, on para etmeyen
insanların ağzına yakışan sözler.” diyor.
Şimdi, Sayın Bakan çok da Genel Kurulu
izleyen, gelip giden bakanlardan biri değildi geçmişten bugüne kadar. Eğer sen
bizim grubumuzu iyi izlemiş olsaydın, biz bütün sorunları, sizin yüreğinizin
yetmediği sorunları bile nasıl bu Meclise taşıdığımızı görürdünüz. Sayın
Başbakanın eşinin GATA’ya alınmadığı zaman, ilk bu kürsüye çıkıp, “Haddinizi
bilin, nasıl bir Başbakanın eşini GATA’ya alamazsınız.” diyen bu gruptur.
Yine, asker aileleri kışlaya başlarında
baş örtüsü olduğu için kışlada yemin törenlerine
alınmadığı için, ilk bu kürsüye çıkıp “Haddinize değil, çocuklarını ölümün
üzerine gönderirsiniz ama o anneleri kışlaya alamıyorsanız o çocukları da
kışlaya almamalısınız.” diyen biziz.
Benim uzman çavuşlarla ilgili dile
getirdiğim de bir haksızlıktı. Bu, uzun süre Türkiye’de yazıldı, çizildi ve
bugün de bu yara ne yazık ki kaşınıyor, ne yazık ki o insanlara üçüncü, beşinci
sınıf insan muamelesi yapılıyor. Ama siz, o karanlık güçlerin avukatlığını
yapacağınıza ilk önce dönün hakkaniyetten yana tavır alın.
Sayın Bakan, sizin bu dilinizdir ki…
Bakın, geçen gün sizi telefonla aradım, konuştum. 9 Aralıkta, ben, Ankara’dan
Adana’ya giderken silahımı VIP’de güvenlik güçlerine teslim ettim. Silahımda
hiçbir mermi yoktu ve zabıtlar tutuldu. Ben Adana Havaalanına gittim, oturdum,
benim masama silahımı getirip bıraktılar ve hemen yanında da bana bir mermi
hediye ettiler, masama koydular.
Biz bu mermilerin ne olduğunu biliriz
çünkü nereden geldiğimizi siz çok iyi bilirsiniz. İnfaz yapılmadan önce,
birileri hedefe oturtulmuşsa bu mermiler onun masasına koyulur veyahut da
adresine gönderilir. Bunu sizinle paylaştım, kamuoyuyla paylaşmadım, gruptaki
arkadaşlarımla paylaştım. Bu sorunu belki insani ilişkiler içerisinde çözeriz
dedim ama bir ayı aşkın bir süredir hiçbir işlem yapılmadı. Eğer siz
Ankara’daki tutanakları, oradaki kameraları alıp incelerseniz silahın boş
olduğunu siz de görürsünüz ve bu sorunda eğer gerçek katilleri ve bu işi
yapanları araştırmış olsaydınız, siz Adana’daki kamera kayıtlarını alıp
inceleyip bu merminin nasıl benim masama koyulduğunu da görürdünüz; o da
olmadı. Bugün ikinci bir mektup geldi. Her gün tehdit mektupları alıyoruz.
“KATASOMA” diye bir örgüt kurulmuş ve bizi tehdit ediyorlar, ölümle tehdit
ediyorlar. Sizin diliniz ve bu örgüt ve bu mermi emin olunuz ki, aynı alana,
aynı amaca hizmet ediyor. Ama şunu açıkça size açıkça söyleyeyim: Vallahi
ölümden korkmuyoruz. Bize saldırılarınız olabilir. Bir bütün olarak -sadece
ölüm değil- birçok alanda saldırılar olabilir. Kamuoyunu da buradan uyarıyorum
ve Allah adına diyorum ki, ben ve arkadaşlarıma bir şey olursa ilk sorumlu siz
olacaksınız. Hiçbir güçten de korkmuyoruz; bunu iyi biliniz.
Bakın, iyi biliniz… Masamıza mermi ve
orada size çok masumane bir soru ve siz, bize dönüp hakaret ediyorsunuz. Hiçbir
makam, hiçbir mevki, size bize hakaret etme hakkını vermez. 1936’lardaki tek
parti dönemindeki nasıl ki İçişleri Bakanı, hem Partinin Genel Sekreteriydi hem
de İçişleri Bakanıydı, bugün yıl 2012, siz de uzun süre Genel Sekreterlik
yaptınız ve şimdi de İçişleri Bakanısınız. 1936’nın ruhu neyse bugün 2012’nin
ruhuyla bizimle konuşuyorsunuz ve bizi ne yazık ki, tehdit ediyorsunuz ve
bizimle çatışmak… Vallahi hodri meydan; bizim tercihimiz değil, ama başımızın
üzerinde de yeri var.
Zirveler, uçurumlara en yakın anlardır.
Siz iktidarsınız. Her gün oylarınız da artıyor; yüzde 55 dolayında oylarınız da
var. Bu, zirvedir. Ama unutmayın ki, her zirve uçuruma yakın olan andır ve
sizin de uçuruma yakın olduğu anlardır. Çünkü çok şımardınız. Çünkü siz, bu
halkın iradesiyle cebelleşmeye çalışıyorsunuz ve çünkü siz, gerçekten sorunları
çözmüyorsunuz. Bizim sizinle olan farkımız da bu.
Sevgili arkadaşlar, bakın bugün
Türkiye’de bir araştırma yapmışlar. Şurada Türkiye’nin bütün illerinde bir
anket yapılmış. Sormuşlar “Ne istiyorsunuz?” Mesela mavi “sağlık” diyor,
kırmızı “aşk” diyor, yeşil “para” diyor. Evet, barış isteyenler de gri bir
renkle ve dönün bakın, kimler ne istiyor? Türkiye’de, dilek haritasında, en çok
aşkı isteyen İstanbul, bir derdi yok, İstanbul aşk istiyor.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Derdi çok, derdi çok İstanbul’un.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Ankara, Bursa,
Eskişehir, Adana, Antalya’da, en çok aşk konuşuluyor. İzmir’de para
konuşuluyor, İzmir daha tüccar. Van, Hakkâri, Şırnak, Bitlis, Batman,
Diyarbakır, Elâzığ, sağ olsun Manisa da onun içerisinde, biraz vicdan
sahipleri, onlar da barış istiyor.
Şimdi, bizim kimleri temsil ettiğimizi
az çok bilirsiniz. Bizim böyle bir şey, derdimiz, barış derdimiz var.
Gittiğimiz her yerde bu dilekleri tutarız. Ben, yine, barışla ilgili bir anımı
sizlerle paylaşmak istiyorum. Biz, bundan bir ay önce, yine, Sayın Meclis
Başkanıyla, bir heyetle birlikte Prag’a gittik. Prag’ı dolaşırken -orada dilek
tutulan yerler var- biz de gittik -Cumhuriyet Halk Partisinden Adnan Keskin de
vardı- ikimiz de gittik, dokunduk, dilek tuttuk. Gazeteci arkadaşlarımız vardı,
parlamenter arkadaşlarımız vardı ve Meclis Başkanımız da döndü, dedi ki: “Sayın
Sakık, ne diledin?” Dedim: “Vallahi ben barış
diledim.” Dedi ki: “Çok zor vallahi, bu olmaz.” Sonra döndü, Adnan Bey’e “Siz
ne dilediniz?” dedi. “İktidar.” “Sizinki daha çok zor. O
da olmaz.” dedi.
Şimdi, biz, gittiğimiz her yerde, halkımız
ve biz, gerçekten, barış istiyoruz, gerçekten, sorunları çözmek istiyoruz. Biz,
kimseyle, bir husumetimiz varsa da barışla çözülmesi gerektiğine inanıyoruz. Yoksa, birbirimizi boğazlayarak bir yere varamayız. Yeteri
kadar boğazlamalar oldu, yeteri kadar, bu ülkede, farklılıklar, çok ağır
bedeller ödedi ama bu farklılıkların hukukunu oluşturmak da Parlamentonun
görevidir, askerlerin görevi değil. Burada bir milletvekili çıkıp bir şey
söylüyorsa, ona cevap Parlamentodan gelmelidir, Genelkurmay Başkanından değil.
Genelkurmay Başkanı talimat veriyor. Ben çıkıp demişim ki: “Efendim, yani bize
niye ters bakıyorsunuz?” “E vallahi, apoletiniz de olsa, silahınız da olsa,
güçleriniz, ordunuz -ne derseniz- tankınız, biz sizin o ters bakışınıza boyun
eğmeyiz, haddinizi bileceksiniz.”
demişiz. Bunun cevabı dönüyor, “Niye Parlamento bunları linç etmedi?” diyor. Yani şimdi, el vicdan. Siz, gelip bu tepelerde
oturacaksınız, bu halkın iradesine tepki göstereceksiniz, gelip bu tepelerde
oturacaksınız “Halkın oylarıyla seçilmiş milletvekillerini, iktidarları nasıl
ters düz ederiz?” anlayışı içerisinde olursanız bizim de size söyleyecek çok
sözümüz olur. İşte bizim sizden farkımız bu. Siz ürkersiniz söylemeye, vallahi
biz de çıkarız yiğitçe söyleriz, bedeli neyse arkadaşlarımızın yattığı gibi
yatarız. Ölümse, 17.500 faili meçhul cinayet var, onları da başımızın gözümüzün
üzerinde kabul ederiz yani farklılığımız budur.
Ben, Adana’da benim masamın üzerine
koyulan bu kurşunu buraya bırakıyorum. Bize saygı duyan herkese saygılar
sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Sakık.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Suç unsurunu
Bakana teslim edin.
BAŞKAN - Şahıslar adına Yozgat
Milletvekili Ertuğrul Soysal. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Kürsüde
kurşun olması doğru bir şey değil efendim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın
Başkanım, onun alınması lazım.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, şunu aldırır mısınız efendim.
BAŞKAN – Evet, lütfen onu alınız.
Lütfen alınız.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Yani bu
neyin raconu oluyor Sayın Başkan şimdi?
SIRRI SAKIK (Muş) – Bana bırakılan
kurşunu ben Parlamento…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Olur mu
böyle şey? Az önce racondan bahsediyorsunuz.
BAŞKAN – Lütfen sahibine veriniz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Siz Türkiye
Büyük Millet Meclisini tehdit mi ediyorsunuz?
SIRRI SAKIK (Muş) – Benim masama
bırakılan bir kurşundur.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Hayır, siz
onun raconunu bahsediyorsunuz. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin tehdidi anlamına gelmez mi bu?
SIRRI SAKIK (Muş) – Ne tehdidi Allah
aşkına?
BAŞKAN - Buyurunuz Sayın Soysal.
ERTUĞRUL SOYSAL (Yozgat) – Teşekkürler
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkındaki Kanun Teklifi’nin 2’nci madde (d) fıkrası
üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi ve aziz milletimizi
saygıyla selamlıyorum.
Güvenlik, dünyanın belki de en önemli
ve pahalı konusudur. Güvenliğin olmadığı bir ortamda sağlıktan, eğitimden,
ulaşımdan, ticaretten, iletişimden ve her türlü sağlıklı ortamdan söz edilemez.
Her insanın davranış şekli, kültürü, sosyal çevresi, eğitim durumu, psikolojik
yapısı farklıdır. Bu nedenle, doğası gereği insanla uğraşmak dünyanın en zor ve
zahmetli işidir. Polis ise sürekli ve kesintisiz olarak toplumun en sorunlu ve
suç potansiyeli yüksek olan kitleleriyle muhatap olmak durumunda kalması
nedeniyle çok daha zor ve meşakkatli, bir o kadar da fazla stresli bir meslek
icra etmektedir. Gelişmiş ülkelerde suç ve suçluya ulaşmada halkın duyarlılığı
nedeniyle ihbar mekanizması yüzde 80’lere ulaşmaktayken bizde tam tersi yüzde
30’ları ancak bulur. Bu nedenle, ülkemizde suç ve suçluya yine Türk polisinin
kişisel gayretleri ve özverisiyle ulaşılır. Bu zor ve olumsuz şartlara rağmen,
suç ve suçluya ulaşma başarısı çoğu gelişmiş ülkelerin çok çok önündedir.
Ülkemizde her türlü zor şartlar
içerisinde özveriyle görev yapan polis teşkilatının sorunları olduğu yetkili,
yetkisiz herkes tarafından kabul edilmektedir. Hükûmetimizin katkılarıyla polis
teşkilatının parasal konularda desteklendiği kamuoyu tarafından bilinmektedir.
Polislerin özlük haklarıyla ilgili çalışmalar da devam etmektedir. En başta
ülkemizde intihar oranı en yüksek meslek grubu, maalesef, polislik mesleğidir.
Son zamanlarda cinnet geçiren ve intihar eden polislerin sayısının diğer meslek
gruplarından fazla olması nedeniyle Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından tüm
birimlerde psikolojik destek öncelikli eğitim ve seminerler devam etmektedir.
Polisin çalışma şartları, maalesef, diğer kamu görevlileriyle kıyaslanmayacak
derecede farklıdır.
Anayasa’mızın eşitlik ilkesinden
hareketle eşit işe eşit ücret çalışmaları çerçevesinde, Emniyet Genel
Müdürlüğünde çalışmakta bulunan uçuş ve dalış hizmetleri personelinin özlük
haklarının benzer kurumlarda bulunan personel özlük haklarıyla denk hâle
getirilmesi amacıyla bir hukuki düzenleme zarureti ortaya çıkmıştır. Eşit işe
eşit ücret çalışmaları çerçevesinde 2/11/2011
tarihinde yayımlanan 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile TSK’da görev yapan
pilot ve uçuş ekibinin mali hakları günün şartlarına uygun hâle getirilmiş
olmasına rağmen, benzer iş konseptine sahip Emniyet Genel Müdürlüğünde görev
yapan pilot ve uçuş ekibinin mali hakları konusunda gerekli düzenleme yapılmamıştır.
Görüşülmekte olan 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi içerisinde Emniyet
Genel Müdürlüğünde görev yapan pilot, uçuş ekibi ve kurbağa adamlara ödenen
tazminat oranlarının günün gelişen şartlarına göre yeniden belirlenerek, TSK’de
görev yapan pilot ve uçuş ekibinin özlük haklarını düzenleyen 2629 sayılı
Kanun’la paralellik oluşturması amaçlanmaktadır.
Yapılacak olan
düzenlemeden 46 pilot
ile 65 uçuş ekibi -bunlar içerisinde 5’i mühendis, 57 teknisyen ve 3 de
tekniker var- ve 110 da kurbağa adam yararlanacaktır. 2000 yılından günümüze
kadar 19 tecrübeli pilotumuz -bu mevcut pilotların yüzde 41’i ediyor- özlük
haklarının yetersiz olması nedeniyle teşkilatımızdan ayrılarak sivil sektörlerde
çalışmaya başlamışlardır. Emniyet Genel Müdürlüğünde 46 pilot ile görevler
yürütülmek durumunda kalınmıştır. Yine, Emniyet Genel Müdürlüğünde pilotların
özlük haklarında yapılacak bir düzenlemeyle teşkilatın pilot kaybının önüne
geçileceği değerlendirilmektedir.
Ayrıca, aynı Kanun’un 2’nci maddesinin
(d) fıkrasının (a) bendinde şehit olanların kanuni mirasçılarına kıstas
aylığının 100 katı, (b) bendinde ise yaşamak için gerekli hareketleri yapmaktan
aciz ve hayatını başkasının yardım ve desteği ile sürdürebilecek şekilde malul
olanlara kıstas aylığının 200 katı, diğerlerine ise vazife malulü olanlar
hakkında esas alınan 13/7/1953 tarihli ve 1053 sayılı
Vazife Malullüklerinin Nevileri ile Dereceleri Hakkında Nizamnamede gösterilen
sakatlık derecelerine göre (a) bendinde belirtilen tutarın 1’inci dereceye
yüzde 75’i, 2’nci dereceye yüzde 65’i, 3’üncü dereceye yüzde 55’i, 4’üncü
dereceye yüzde 45’i, 5’inci dereceye yüzde 35’i ve 6’ncı dereceye yüzde 25’i
verilmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ERTUĞRUL SOYSAL (Devamla) - Bu
vesileyle tekrar heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Soysal.
Şahsı adına Kayseri Milletvekili Ahmet Öksüzkaya. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz efendim.
AHMET ÖKSÜZKAYA (Kayseri) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 112 sıra sayılı 375 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
hakkında şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu nedenle yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Bugün bu kanun teklifiyle yapılan
düzenlemede… Emniyet Genel Müdürlüğü Havacılık Dairesi 19 Ekim 1981 tarihinde
kurulmuş, Emniyet Genel Müdürlüğünün tüm hizmet ve destek birimlerinden gelen
talepler doğrultusunda trafik, asayiş, terör, istihbarat, güvenlik ve uçuş
hizmetleri ile suç önleme ve suçla mücadelede etkin görevler üstlenmiştir. Ülke
genelinde vatandaşın huzur ve güvenliğinin sağlanması, suçun önlenmesi, suçun
ve suçlunun takibinin yapılabilmesi ve diğer stratejik hedef ve amaçlarını
gerçekleştirmede Türkiye genelinde tüm emniyet birimlerine yedi gün yirmi dört
saat havadan destek verebilen ve devlet büyüklerine gerekli uçuş hizmetlerini
sağlayabilen bir hava gücüdür. Kuruluşundan bu yana geçen zaman içinde birçok
konuda önemli mesafeler kat etmiştir. Kuruluş yıllarında bünyesinde emniyet
hizmetleri sınıfı, uçucu pilot yok iken, günümüzde emniyet hizmetleri sınıfı
pilotları, bakım yöneticisi ve uçuş ekibiyle hizmetlerini yerine getirmektedir.
Havacılık Dairesi Başkanlığı 21’inci yüzyıl hava polisinin nasıl olması
gerektiği konusunda çalışmalar yürütmekte ve bu amaçla ileriye dönük
projelerini hayata geçirebilmek için çalışmaktadır.
Gelişen teknolojinin polis havacılığına
sunduğu teknik imkânları, gece görüş ve kızıl ötesi görüş sağlayan termal
kamera sistemlerini helikopterlere monte ederek haber merkezlerine anında
görüntü aktarıp, polisin asayiş, terör, güvenlik, trafik ve istihbarat
hizmetlerinde önleyici ve caydırıcılığı artırmaktadır. Metropol iller başta
olmak üzere bünyesinde bulunan tüm helikopter ve personelle yurt çapında önemli
hizmetler vermektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bilindiği gibi 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle 2629 sayılı Kanun’da
değişiklik yapılarak Türk Silahlı Kuvvetlerinde belirli görevleri ifa eden
personelin tazminatlarında iyileştirmeler yapılmıştı. Buna paralel olarak
emniyet teşkilatında da benzer görevleri ifa eden pilot ve kurbağa adamların
3160 sayılı Kanun’a göre almakta oldukları tazminatların artırılması ve anılan
kanun hükmünde kararnameyle yapılan diğer bazı düzenlemelere ilişkin yeni
düzenlemeler yapılması ihtiyacı ortaya çıkmış bulunmaktadır. Teklif, bu
ihtiyacın giderilmesi amacıyla hazırlanmıştır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; teklifin 2’nci maddesiyle, 3160 sayılı
Kanun’un 11’inci maddesi uyarınca yapılan ödemenin, 2629 sayılı Kanun’daki
düzenlemeye paralellik oluşturması amacıyla, şehit olanların kanuni
mirasçılarına kıstas aylığın 100 katı, yaşamak için gerekli hareketleri
yapmaktan âciz ve hayatını başkasının yardımı ve desteğiyle sürdürebilecek
şekilde malul olanlara kıstas aylığın 200 katı verilmesi benimsenmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye’nin her yerinde ülkemizin güvenliği ve huzuru için kahramanca ve büyük
bir fedakârlıkla görev yapan polis ve askerlerimize teşekkür ediyorum.
Güvenlik güçlerimizin görevlerini daha
verimli yapabilmesi amacıyla düzenlenen bu kanunun hayırlı olmasını diliyor,
yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Öksüzkaya.
Soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür
ederim Başkan.
Bir önceki konuyla ilgili, ben Sayın
Bakana soru sormuştum “Hangi yasayla ilgili?” demişti. Herhâlde Bakanlık
temsilcileri bulabilir diye düşünmüştüm ama yine ben katkı sunayım. 5393 sayılı
Belediye Kanunu’nun 68/d maddesi uyarınca burada şöyle söyler: “İlgili maddeye
göre, belediyelerin faiz dâhil iç ve dış borç stok tutarı, en son kesinleşmiş
bütçe giderlerinin toplamı, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’na göre belirlenecek
yeniden değerlendirme oranıyla arttırılan miktarı aşamaz.” Bu anlamda, Ankara
ve İstanbul belediyelerinin bütçeleri de bunu aştı mı aşmadı mı? Aştıysa ne
gibi işlemler yaptınız?
Soru iki: Muhtarlarımız mağdur durumda,
muhtarlar 384 lira maaş almakta. Asgari ücret altında kişi
çalıştırılamayacağına göre, bu aynı zamanda Anayasa’nın 18’inci maddesi
uyarınca angarya değil midir? Bu ne zaman düzelecek? Çünkü verilen 384 lira,
muhtarlar…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Tanal.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Peki,
teşekkürler.
BAŞKAN – Sayın Halaman…
ALİ HALAMAN (Adana) - Sayın Başkan,
Sayın Bakanıma sorularım şu: Birinci sorum, bölücülük ve terörle ilgili vermiş
olduğu cevaplardan dolayı Bakan Beye teşekkür ediyorum.
Sorumun ikincisi: Emniyet ve TOKİ'deki
personel maaşlarını kısmen iyileştirmeyi diğer kurumlarda da yapmayı düşünmez
miydi? Bu kanunun eksik olduğunu düşünür mü? “Eşit işe eşit ücret” oldu mu?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Halaman.
Buyurunuz Sayın Bakan.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Sayın Tanal’ın sorusu bir varsayım
üzerine kurulu bir soru, aşıldığına dair; Ankara, İstanbul büyükşehir
belediyelerinin veya başka belediyelerin yatırımlarında bütçelerine göre, Vergi
Usul Kanunu’na bağlı olarak belirlenen bir oranın üzerinde aşım olup olmadığı
varsayımına dayalı. “Aşım var, niçin?” sorusu değil, “Aşım var mı yok mu, varsa
ne yapıldı?”
Şimdi, “Var mı”sı,
“Yok mu”su belli olmayan bir konunun ne yapıldığını
açıklamak, takdir edilir ki mümkün değil, gerekli de değil. Varsa aşım, onun
gereğini yaparız, ayrıca da bakacağız.
Muhtarların
mağduriyeti konusu, daha önceki görüşmelerimizde, Meclis birleşimlerimizde
sorulan ve cevaplandırılan bir konu. Bu konuyu yine cevaplandırayım.
Köy Kanunu konusu, Bakanlığımızın,
Hükûmetimizin üzerinde çalıştığı bir konudur, tümden yenilenmesi öngörülen bir
konudur ve bu bağlamda da muhtarlarımızın ödeneklerinin düzeltilmesi söz
konusudur. Muhtarlarımız seçimle iş başına gelmiş, kamu hizmeti yapan
görevlilerdir, devletle sözleşme yaparak, atama ya da sözleşmeye bağlı çalışan
görevliler değillerdir. Ödenekleri söz konusudur.
AK PARTİ hükûmetleri iktidar olduğu
dönemlerde muhtarlarımızın ödenekleri 60 lira civarındaydı bildiğim kadarıyla.
Bugün çok çok yükseklerde bir rakamdır o rakama göre. Ama yeterli midir? Biz de
yeterli olduğunu düşünmüyoruz. Bunu makul seviyeye, asgari ücret düzeyindeki
bir seviyeye çekmek için çalışmalarımızı yapıyoruz.
Angaryayla muhtarların çalışmasının
herhangi bir bağlantısı yoktur. Muhtarlar mecburi olarak çalışmıyorlar, aday
oluyorlar veya aday gösteriliyorlar. Halkın seçimi üzerine, halka propaganda
yaparak, tanıtım yaparak iş başına geliyorlar. Kendi iradesiyle “Ben muhtar
olmak istiyorum, beni seçin.” diyen insanların seçimi sonucu üstlendikleri işi
angarya olarak değerlendirmek mantıki olarak ve hukuki olarak yerinde bir
değerlendirme değildir diye düşünüyorum.
Sayın Halaman’ın
değerlendirme ve sorusuna cevap olarak şunları arz etmek isterim: Bölücülük ve
terör konusunda kendilerinin teşekkürü var. Ben inanıyorum ki bu teşekkür
sadece Sayın Halaman’ın değil, bu yüce Mecliste
bulunan aziz milletimizin değerli temsilcilerinin, tamamı demek isterim ama
tamamından bir kısım eksi tutarak geriye kalan tamamının düşüncesidir,
değerlendirmesidir. Terörü burada savunanlar bellidir, rengini belli ediyor. O,
rengini belli etmeyenlerin dışındaki herkesin, ben, terör konusundaki, Sayın Halaman’ın değerlendirmelerine katıldığını biliyorum, öyle
kabul ediyorum. Müsaade ederseniz öyle inanmak istiyorum.
Diğer konularda yani terör dışındaki
görüştüğümüz bu yasa tasarısının hedef aldığı, düzenleme konusu yaptığı
konuların dışında da düzenlemeler yapsaydık değerlendirmesi ve sorusu
yerindedir, doğrudur. Ama her şeyi bir anda bir Meclis çalışmasıyla, bir
yasayla düzenlemek mümkün olsaydı, o zaman ne bu Meclisin devamına ne de
hayatın devamına imkân kalmayabilirdi. İhtiyaçlar günbegün kendini gösterir, o ihtiyaçlar görülür ve
o ihtiyaçlara yönelik de çözümler bulunur. Şu anda yaptığımız, yapmakta
olduğumuz, müsaadenizle, budur. Görülen eksiklikler düzeltilmeye çalışılıyor,
yasal düzenlemeyle çalışılıyor. Bunun dışında, sadece mevzuat Türkiye Büyük
Millet Meclisinde yasamayla, yasama faaliyetiyle ortaya konmuyor. İkincil
mevzuatlar, bunun tüzük düzenlemeleri, yönetmelik düzenlemeleri, genelgelerle
yapılan düzenlemelerle gün boyu ve zaman içerisinde pek çok konuda
değerlendirmeler ve düzenlemeler yapılmak suretiyle hayatın ihtiyaçları,
devletin kendi ihtiyacı, millete yürütülen hizmetlerin gerektirdiği düzenleme
ihtiyaçları yerine getirilmektedir. Bugün yaptığımız budur, yapmaya
çalıştığımız budur.
Hepinize çok teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ben özür
dilerim. Sayın Bakan cevap verirken bu angaryayla ilgili yanlış bilgi… Bunu
düzeltmek isterim. İzin verebilir misiniz efendim?
BAŞKAN – Neyi efendim?
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Bakanın
muhtarlarla ilgili ben “Angaryadır.” dedim. “Bu angarya yasaktır. Bunun
angaryayla alakası yoktur Sayın Bakan.” dedim. Bununla ilgili verirseniz
açıklama yapabilir miyim? Yani yanlış bir bilgi, bu bilgiyi düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN – Tabii, buyurun.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür
ederim.
Değerli Bakanım, belediye başkanları
seçimle gelir. Belediye başkanı seçimle geldiğine göre, belediye başkanı… Büyük
şehirlerde muhtarlarımızın maaşları, aldıkları oylar bazı belediyelerin
oylarından daha yüksek. O zaman şunu yapmak lazım: Belediye başkanlarının tüm
sosyal hakları neyse aynısını muhtarlara da verelim. Yani seçimle gelmişse,
seçimle gelen iki kurum arasında bu eşitsizliği niye yaratıyoruz? Bakın,
muhtarlar yargılandıkları zaman memur suçlarından dolayı yargılanıyor. Ancak
maaş anlamında memurların veya belediye başkanlarının hiçbirinin sosyal
haklarından yararlanmıyor. Bu eşitsizliği, bu dengesizliği göz önüne aldığımız
zaman gerçekten angarya anlamında telakki etmek lazım.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tanal.
Sayın milletvekilleri, madde üzerinde
iki önerge vardır.
Önergeleri önce geliş sırasına göre
okutacağım, sonra da aykırılık sırasına göre işleme alacağım.
TBMM Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan 112 Sıra Sayılı yasa
teklifinin 2. maddesinin (d) bendindeki (b) fıkrasındaki “200 kat” ifadesi
yerine “220 kat” olarak değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu Musa Çam R. Kerim Özkan |
İstanbul İzmir Burdur |
Turgut Dibek Süleyman Çelebi Dr. Aytun Çıray |
Kırklareli İstanbul İzmir |
Ali Özgündüz İhsan Özkes Selahattin
Karaahmetoğlu |
İstanbul İstanbul Giresun |
İlhan
Demiröz |
Bursa |
T.B.M.M
Başkanlığı’na
Görüşülmekte
olan 112 Sıra Sayılı yasa teklifinin 2. maddesinin (d) bendindeki (a)
fıkrasındaki “100 kat” ifadesinin “120 kat” olarak değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu Musa Çam R. Kerim Özkan |
İstanbul İzmir Burdur |
Turgut Dibek Süleyman Çelebi Dr. Aytun Çıray |
Kırklareli İstanbul İzmir |
Ali Özgündüz Dr. Candan Yüceer İhsan Özkes |
İstanbul Tekirdağ İstanbul |
Haydar
Akar |
Kocaeli |
BAŞKAN – Komisyon bu son okuttuğum
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ EKREM
ÇELEBİ (Ağrı) - Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet?
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Katılamıyoruz Sayın Başkanım.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Haydar Akar, Kocaeli.
BAŞKAN – Sayın Akar, buyurunuz. (CHP
sıralarından alkışlar)
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; biraz evvel Sayın Bakana, İçişleri Bakanına –iki bakan
olduğu için belirteyim- bir soru sordum Kartepe Belediyesi
hakkında.
Diyeceksiniz ki Haydar Akar Kartepe Belediyesine taktı. Evet, taktım çünkü 03/10/2011 tarihinde bir soru önergesi verdim. Yine 22/11/2011 tarihinde bir soru önergesi verdim. Bu da yetmedi
-bu soru önergelerine cevap alamadım- geldim bu kürsüden bir dosya gösterdim,
içi boş olan bir dosya değildi.
Dosyayı size kısaca hatırlatmak
istiyorum. Kartepe Belediyesi bir teftişten geçiyor.
Müfettiş gelmiş, incelemiş. Kim biliyor musunuz bu müfettiş? Adana Büyükşehir
Belediyesini görevden alan müfettiş. Bu müfettiş Kartepe
Belediyesini inceliyor, diyor ki: “Burada usulsüzlük var, yolsuzluk var.”
Teknik takip istiyor. Teknik takip sonucunda Belediye Başkanının, Kartepe AKP Belediye Başkanı Şükrü Karabalık’ın,
Kartepe AKP İlçe Başkanının -geçen hafta tekrar
seçildi- kayınpederinin hanımının bu paradan pay aldığı tespit ediliyor. Bu
teknik takipte, bunları kendileri itiraf ediyorlar. Bunlar benim sözlerim
değil. Bunu, iki günlük teknik takip sonucunda kendileri itiraf ediyorlar ve Kartepe AŞ Genel Müdürü, bu müfettişe 50 bin TL rüşvet
teklif ediyor. Müfettiş bildiriyor ilgili birimlere. Para 30 bin TL olarak
verilirken zapturapt altına alınıyor ve bu Genel Müdür tutuklanıyor. Bir ay
sonra Genel Müdür serbest bırakılıyor, Belediye Başkanı ortada geziyor. Yine
Belediye Başkanının özel kalem müdürü, bu işleri organize eden özel kalem
müdürü bu müfettiş tarafından görevden alınıyor. Bakın davanın sonucuna: Önce
mahkemeye gidiyor, birinci mahkemede serbest bırakılıyor Belediye Başkanı ve Kartepe AŞ Genel Müdürü; ikinci mahkemede, yani bir üst
mahkemeye müracaat ediyor savcı, tekrar tutuklama talebi istiyor ama
tutuklanmıyor. Yani şurada hep beraber gözümüzün içine baka baka çifte
standardı oynuyoruz. AKP’li belediyeler yaparsa tutuklanmıyor, CHP’li
belediyeler yaparsa sabah 6’da, yaparsa, -böyle teknik takip sonucu da yok,
resmî bir sonuç yok, rüşvet verme olayı yok tespit edilen- onlar hapse
yollanıyor ya da sabah 6’da evlerinden kaldırılıp mahkemelere götürülüyor.
Şimdi İçişleri Bakanına soruyorum:
Sayın Bakan, 5393 sayılı Belediyeler Kanunu’nu niçin uygulamıyorsunuz? 44’üncü
maddeyi size hatırlatmak istiyorum. 44’üncü madde bakın ne diyor: “Belediye
başkanının, görevini yerine getiremeyeceğinin anlaşılması üzerine İçişleri
Bakanlığının başvurusu üzerine Danıştay kararı ile görevi sona erer.” 47’nci
madde “Belediye başkanı yine bu görevleri yerine getiremezse İçişleri Bakanı
tarafından görevden uzaklaştırılır.” diyor, yani geçici uzaklaştırma ve iki
aylık bir periyot içerisinde çek eder, test eder,
gerçekten bir suç unsuru yoksa göreve iade eder.
Şimdi, bu Belediye Başkanı göreve devam
ediyor, Kartepe AŞ Genel Müdürü devam ediyor. Devam
ediyor arkadaşlar. Vicdanınız varsa… Ben dosyayı -geçen sefer dediğim gibi
bütün arkadaşlara veririm, bir arkadaş istedi- İçişleri Bakanının kendisine
takdim ettim. “Eğer burada suç unsuru yoksa Sayın Bakan, vicdanın rahatsa bir
daha Kartepe Belediyesini gündeme getirmeyeceğim.”
dedim. Tekrarlıyorum Sayın Bakan, tekrarlıyorum: Eğer gerçekten -o dosyayı
incelememişsiniz, siz inceleyin, müfettişi falan bırakın, siz inceleyin- suç yoksa, yolsuzluk yok ise ben de bir daha getirmeyeceğim.
Bunu getirmeyeceğim ama Kandıra
Belediyesini getireceğim. Kandıra Belediyesini denetleme kurulu, 3 AKP meclis
üyesi, Kandıra Belediye Başkanı hakkında yolsuzluk iddiasıyla tekrar savcılığa
suç duyurusunda bulundu. Ne yaptınız arkadaşlar biliyor musunuz? Bu 3 tane
belediye meclis üyesinin AKP’den ihraç edilmesi için karar aldınız. Vallahi
sağduyuluymuş İl Yönetim Kurulu -yani sizin şeyinizin nasıl işlediğini
bilmiyorum ama- ihraç kararını kaldırdı, geri yolladı ilçeye, ihraç edilmesini
önledi 3 tane AKP Kandıra belediye meclis üyesinin.
Evet, Sayın Bakanım, Kandıra’yı daha
sonra yine konuşacağız ama sizden şimdi öncelikle Kartepe’yi
istiyorum. “Ben oraya müfettiş yolladım.” demeyin. 80 tane müfettiş var İzmir
Büyükşehir Belediyesinde. Artık “Müfettiş yolladım.” demeyin, müfettiş hakkında
açtığınız davayı söylemeyin. Bakın, Belediye Başkanı hakkında değil, müfettiş
hakkında, Adana Büyükşehir Belediyesini yargılayan veya görevden alınmasını sağlayan
-usulsüzlük nedeniyle- müfettiş hakkında soruşturma açtılar. Soruşturma açtılar
ya! Böyle bir şey görülmemiş. Şahit oldunuz mu daha önce böyle bir şeye? Ve
arkadaşlar, eğer gerçekten… Vicdanınıza sesleniyorum: İnceleyin dosyayı, ben
haksızsam, bu söylediklerimin ucunda bir kelime yalan varsa bir daha da
dillendirmeyeceğim.
Teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum.
(CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Akar.
III.-
YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili
ayağa kalktı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.
BAŞKAN – Yoklama talebi vardır.
Sayın Hamzaçebi, Sayın Özdemir, Sayın
Aslanoğlu, Sayın Akar, Sayın Canalioğlu, Sayın Tanal, Sayın Toprak, Sayın
Kaplan, Sayın Moroğlu, Sayın Havutça, Sayın Dibek,
Sayın Özkan, Sayın Dinçer, Sayın Korutürk, Sayın Erdoğdu, Sayın Öner, Sayın Ağbaba, Sayın Dedeoğlu, Sayın Özgümüş,
Sayın Tezcan.
Yoklama için iki dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.
X.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.-
Ağrı Milletvekili Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in; 375
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/152) (S. Sayısı:
112) (Devam)
Sayın Haydar Akar ve arkadaşlarının
vermiş olduğu önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
T.B.M.M Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan 112 Sıra Sayılı yasa
teklifinin 2. maddesinin (d) bendindeki (b) fıkrasındaki “200 kat” ifadesi
yerine “220 kat” olarak değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit
Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor
mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ EKREM
ÇELEBİ (Ağrı) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet?
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Kocaeli Milletvekili Sayın Haydar Akar konuşacak efendim.
BAŞKAN – Sayın Akar, buyurunuz. (CHP
sıralarından alkışlar)
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Evet, bugün
belediyelerden gidiyoruz. Niye belediyelerden gidiyoruz? Çünkü sadece sizin
gözünüzde muhalefet belediyeleri suçlu, muhalefet belediyelerinde suç işlenir.
Hatta İçişleri Bakanı burada belediyelerdeki denetim sayılarını verirken
“İstanbul yoktu.” dedi. Hatırlıyorum, İzmir’i söylerken, kaç defa
denetlendiğini veya başka AKP belediyeleri denetlenirken İstanbul çantasında
yoktu o gün. Bilmiyorum, bugün var mı kaç defa denetlendiğine dair…
Şimdi, muhalefet belediyeleri, biraz
evvel belirttim, sabah 6’larda basılıyor ve oradaki çalışanlar böyle
teröristlermiş gibi, teröristmiş gibi tutuklanarak götürülüyor. Bir de AKP
belediyelerine bakıyoruz, AKP belediyelerinde olağan dışı hiçbir gelişmenin
olmadığı kabul edilerek belediye başkanları da davet ediliyor eğer böyle bir
soruşturma durumu var ise.
Neyse, biz şimdi Kandıra’ya gelelim. Kocaeli’den bahsediyoruz bugün, Kartepe’yi
biraz evvel anlattım, şimdi biraz da Kandıra’yı anlatmak istiyorum. Kandıra
demin eksik kaldı, biraz da hızlı söylemek zorunda kaldım.
Kandıra’da yine biraz evvel söylediğim
kanun çerçevesinde, kanunun 25’inci maddesi çerçevesinde bir denetleme kurulu
kuruluyor. Kimlerden kuruluyor? Meclis üyelerinden kuruluyor. Bu meclis
üyelerinde Cumhuriyet Halk Partisinin komisyon üyeleri de var, AKP’nin de
komisyon üyeleri var. 3 tane AKP temsil ediliyor, 1 tane de CHP temsil ediliyor
komisyonda. Bu komisyon bir denetleme görevini yerine getiriyor. Neleri
denetliyor? Hesapları denetliyor. Neleri denetliyor? İhaleleri denetliyor.
Neleri denetliyor? Yani belediyenin hesapla ilgili tüm kalemlerini, birimlerini
denetliyor; sonuçta da bir rapor hazırlıyor. Bu raporda da belediye başkanının,
belediye encümeninin ihalelerde usulsüzlük yaptığını tespit ediyor. Kim tespit
ediyor? Komisyon tespit ediyor. Bakın, içinde CHP’li üyelerin de olduğu
komisyon tespit ediyor ama savcılığa suç duyurusunda bulunan AKP’li 3 tane
belediye meclis üyesi. Savcılığa suç duyurusunda bulunuyor. Bakın savcılık ne
yapıyor? Belediye Başkanıyla beraber 6 kişiyi savcılığa davet ediyor, 1 kişiyi
tutukluyor, diğerlerini serbest bırakıyor. Yalnız, Belediye Başkanını da 10 bin
TL kefaletle serbest bırakıyor. Savcılık yine üst mahkemeye başvuruyor
tutuklanması istemiyle, üst mahkeme de tekrar Belediye Başkanını serbest
bırakıyor Sayın Bakan.
Bu belediye başkanı da göreve devam
ediyor ama siz AKP olarak başka bir şey yapıyorsunuz: Bu suç duyurusunda
bulunan belediye meclis üyelerini disipline veriyorsunuz. Evet, disipline
veriyorsunuz. Kocaeli milletvekilleri burada, Mehmet Bey’i görüyorum orada,
eksik varsa bu kürsüye gelir söyler. Disipline veriyorsunuz, il yönetim kurulu
daha fazla olayın büyümemesi için bunların disiplin işlemlerini durdurtuyor ve
affediyor.
Arkadaşlar, yine bir şey daha
söyleyeceğim: Elinizi vicdanınıza koyun, AKP belediyeleri dışındaki
belediyelere uygulamış olduğunuz zulmü bir gözden geçirin. Hukukun üstünlüğüne
inanmış Türkiye Cumhuriyeti parlamenterleri olarak hukukun nasıl
katledildiğine, yargının nasıl Hükûmet veya iktidar lehine işletildiğine hep
beraber şahit oluyoruz. Bunun önüne geçin, bu size zarar vermez, avantaj
sağlar. Adında “ak” olan partinin belediye başkanlarının çok ak olmadığını
görüyoruz. Bu da devletin savcıları tarafından tespit edilmiş; tutanaklarda,
resmî kayıtlarda görebiliyoruz. Bunlar için gerekli işlemleri yapın diyorum ve
gereğini yerine getirin.
Eğer gereğini yerine getirmezseniz ne
olur? Evet, temcit pilavı gibi, her kürsüye çıkışımda bunları söyleyeceğim, her
yerimden söz alışımda bunları söylemeye devam edeceğim. Eğer bir suç varsa bunu
Cumhuriyet Halk Partili, Milliyetçi Hareket Partili veya AKP’den olsun olmasın
hepsinin yargılanması veya adalet önüne çıkarılması taraftarıyız. Bizim
belediyelerimize bir ayrıcalık yapın demiyoruz ama sizin belediyelerinizi de
aynı denetim mekanizmalarından geçirin. Bakın, büyükşehirdeki şirketlere bakın,
ne hâle getirdiklerine bakın: Sadece Kocaeli Büyükşehir Belediyesi 8,5 trilyon
lira reklam gideri harcamış. 8,5 trilyon lira! Yazık, günah değil mi bu ülkenin
parasına? Yazık değil mi bu ülkenin halkına? 700 lira alan asgari ücretliye
yazık değil mi? Atanamayan öğretmene yazık değil mi?
Arkadaşlar, belediyelerin harcadıkları
para Türkiye Cumhuriyetinde görülmemiş bir rakama ulaşmıştır. 16 büyükşehir
belediyesinin… Arkadaşlar bizimkini de denetleyin, bunları söylerken
bizimkileri ayırın demiyorum, bizimkileri de denetleyin ama rakam çok büyük
boyutlara ulaşmıştır, bunlar denetlenemiyorlar; geçen yıl çıkarılan, geçen
yılın sonunda çıkarılan bir Sayıştay Kanunu’yla denetlenmeye başlanmıştır ama
eksiktir.
Saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Akar.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Çerçeve 2’nci maddenin (d) bendi
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
(d) bendini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… (d) bendi kabul edilmiştir.
Komisyonun bir redaksiyon talebi
vardır.
Lütfen, buyurunuz.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ EKREM
ÇELEBİ (Ağrı) – Görüşmekte olduğumuz teklifin 2’nci maddesinin (c) bendindeki
ifade düşüklüğünü gidermek için “uçuş ekibi personeli” ifadesinden sonra “için”
ibaresinin eklenmesini arz ederiz efendim.
BAŞKA – Şimdi bu redaksiyonla birlikte
bentlerin bağlı olduğu çerçeve 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- 28/2/1982
tarihli ve 2629 sayılı Kanunun;
a) 6 ncı
maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine "% 73'ü" ibaresinden sonra
gelmek üzere "denizaltıcı uzman erbaşlara kıstas aylığın % 65'i,"
ibaresi,
b) 8 inci maddesinin birinci fıkrasının
(a) bendinin 4 numaralı alt bendine "sözleşmeli astsubaylar"
ibaresinden sonra gelmek üzere "ile uzman erbaşlar" ibaresi,
c) Eki ek cetvelde yer alan "B-
Hizmet Grubu" sırasına "Denizaltıcı Astsubay," ibaresinden sonra
gelmek üzere "Denizaltıcı Uzman Erbaş," ibaresi, eklenmiştir.
BAŞKAN – 3’üncü madde üzerine
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Erkan Akçay. (MHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Akçay.
MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 112 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 3’üncü maddesi üzerine Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz aldım. Muhterem heyetinizi partim ve şahsım adına
saygıyla selamlıyorum.
Değerli Milletvekilleri, Hükûmet, altı
ay süreli bir yetki kanunu ile bugüne kadar toplam otuz beş kanun hükmünde
kararname çıkarmıştır. Bu kanun hükmünde kararnamelerin çoğu esastan ve usulden
o kadar çok hatalarla, haksızlıklarla doludur ki anlatmaya saatler yetmez. Bu
kanun hükmünde kararnamelerle yapılan düzenlemelerde statü değişikliği ve mali
haklardaki dengenin bozulmasının yanında birçok çelişki de bulunmaktadır. Bu
kanun hükmünde kararnameler rafine edilmemiş bir petrole benzemektedir. Bunlar
Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmeden, petrolü kuyudan çıkardığınız gibi
araçların deposuna konulmasına benzemektedir. Bu araçların rafine edilmeyen ham
petrolle yürümeyeceği aşikârdır. Dolayısıyla bu kanun hükmünde kararnamelerin
çoğundan eninde sonunda vazgeçilecek ve yeni düzenlemelere ihtiyaç doğacaktır.
Biz bu ifadeleri 26 Kasım tarihinde söylemiştik. Âdeta dakika bir, gol bir
misali, 2 Kasım 2011’de çıkarılan bir kararnamenin bir ay bile geçmeden bir
teklifle değiştirilmek istenmesi bu görüşümüzü ve benzetmemizi teyit
etmektedir. Önce kanun hükmünde kararname çıkarıyorsunuz, sonra bunun
düzeltmesini de kanunla yapıyorsunuz.
Devlet personel rejimi bir ülkenin en
önemli politikalarından birisidir. Bu nedenle, devlet personel rejiminde
yapılacak değişikliklerin çok iyi planlanarak, hazırlıklardan sonra mutlaka
Türkiye Büyük Millet Meclisi zemininde tartışılarak yürürlüğe girmesinde büyük
fayda bulunmaktadır.
666 sayılı Kararname’yle kamuda çalışan
memur ve sözleşmeli personelin maaş ve ücret sisteminde köklü değişiklikler
yapılmıştır. Yönetici kadroda bulunanlar ile uzmanların ve bazı memurların
maaşlarında kısmen artış olurken öğretmenler, polisler, sağlık çalışanları,
Maliye ve Adalet personelinin büyük çoğunluğu bu düzenlemeden hiç pay
alamamıştır. Maliye Bakanlığı âdeta ayaktadır. Defterdarlar, müdür, müdür
yardımcıları, uzmanlar, memurlar huzursuzdur. Güya bütün il müdürlerinin ek
göstergelerini bu Kararname eşitliyordu ama mesela gençlik ve spor il
müdürlerinin ek göstergesi bu uygulamanın dışında kalmıştır, diğer il müdürleri
3600 ek göstergeye tabi tutulurken bu gençlik ve spor il müdürleri 3 bin
göstergeye tabi tutulmuştur. Eşit işe eşit ücret ilkesi iddialı bir kavramdır.
Kamu kurum ve kuruluşunda aynı unvana sahip personelin aynı işi yaptığı
anlamına gelmemektedir.
Düzenleme yapılırken kazanılmış
hakların korunmasına hiç özen gösterilmemiştir. Aynı kurumda, aynı odada, aynı
işi yapan insanların unvanları değiştirilerek farklı ücrete tabi
tutulmuşlardır. Bunun neresi eşit işe eşit ücrettir? Az sayıda memurun
maaşındaki iyileştirmeler dışında ücret rejimine bir katkı yapılmamıştır.
Yapılan düzenlemeler kamu kurum ve kuruluşlarında mağduriyete, karmaşaya, iş
barışının ve kurum içi dengenin bozulmasına neden olduğu gibi hem statü kaybı
hem de mali haklarda kayıplar meydana gelmiştir. Bu nedenle, Kanun Hükmünde
Kararname’yle mağdur edilen kamu personeli için de acilen düzenleme yapılması
gerekmektedir.
Değerli
milletvekilleri, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle 2629 sayılı Uçuş,
Paraşüt, Denizaltı ve Kurbağa Adam Hizmetleri Tazminat Kanunu’nda değişiklik
yapılarak Türk Silahlı Kuvvetlerinde bazı görevleri ifa eden personelin
tazminatlarında düzenlemeler yapılmıştı ancak bu kanun teklifinin gerekçesinde
de ifade edildiği üzere denizaltıcı uzman erbaşlar ile uzman erbaşlara ilişkin
düzenlemeye sehven yer verilmediği ifade edilmişti. Bu
kanun teklifinin 3’üncü maddesiyle de denizaltıcı uzman erbaşlara kıstas
aylığın yüzde 65’i tutarında aylık dalış tazminatı ödenmesi, uzman erbaşlara
yıpranma tazminatı ödenmesi imkânı getirilmekte. Yine denizaltıcı uzman
erbaşlara hizmet yılları karşılığında ve oranında aylık dalış tazminatı
ödenmesi öngörülmektedir. 3’üncü madde ile getirilen bu düzenlemeleri olumlu
bulduğumuzu da ifade etmek isterim.
Uzman erbaşlık sisteminin ilk adımı
1986 yılında Uzman Erbaş Kanunu ile atılmıştır. O tarihten beri, Kanun’un
yürütülemeyen maddeleri ve uzman erbaş personelin özlük haklarındaki sıkıntılar
nedeniyle mağduriyetler hâlen devam etmektedir. Bu mağduriyetlerin kaynağı ve
çıkış noktası, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’dur. Zira,
bu Kanun’da, öncelikle insan faktörü ve personelin de insan olduğu hususu
önemli ölçüde göz ardı edilmiştir. Uzman erbaşlardan bir yıl içerisinde doksan
günden fazla istirahatı gerektirecek bir hastalığa
yakalananların Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiği kesilmektedir. Bu konuyla
ilgili en ölümcül hastalıklardan tedavi gören uzman erbaşlar ve ailelerine ilk
önce bu uygulamayla devlet sırtını dönmektedir.
Yine, aynı Kanun’un başka bir
maddesinde “Bir yılda sicil amirlerinden otuz günden fazla disiplin cezası
alanların ilişikleri kesilir.” denilmektedir. Üstelik disiplin amirlerinin
verdiği cezalar da yargıya kapalıdır. Hata yaparsanız atılırsınız, hasta
olursanız atılırsınız ve lojmanlardan istifade oranları da sadece yüzde 2,5
düzeyindedir ve orduevlerinden de istifade imkânları bulunmamaktadır.
Subay ve astsubaylarda tayin süresi iki
üç yıl iken uzman erbaşlarda dört beş yıldır. Uzman erbaşların istihdam
amaçları bellidir ancak özlük haklarının da bir an evvel düzeltilmesine acilen
ihtiyaç bulunmaktadır. 2009 yılında 57.300 sözleşmeli uzman Türk Silahlı
Kuvvetlerinde hizmet verirken 2011 yılında bu sayı 39.500’e düşmüştür. 31 Aralık
2011 tarihi itibarıyla ise 1.500 sözleşmeli uzman istifa etmiştir.
Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, 2011
yılında görev yapması için 5.103 sözleşmeli er alınması planlanmış ancak 3.038
kişi başvurmuştur. 1.992 kişi kazanmış sınavı ve hastane raporu sonrası kazanan
sayısı 750’de kalmıştır. Dolayısıyla, 4.353 sözleşmeli er kadrosu hâlen
doldurulamamıştır.
Çok değil, bundan üç beş yıl önce
“Sözleşmeli er alınacak.” denilse zannederiz on binlerce başvuru olurdu. Bu
başvuruların bu kadar az olmasının nedeni nedir? Hükûmetin bu soruyu mutlaka
kendisine sormasında fayda vardır. Hükûmet yetkilileri 2011 yılında görevi
bırakan 1.500 uzman erbaşa acaba sordu mu “Neden istifa ediyorsunuz? Nedir
problemleriniz?” diye? Uzman erbaşlara kendi mesleklerinden dahi emekli olma
hakkı verilmemektedir. Kırk beş yaşına kadar görevlerini yapanlara, emekli
olabilmeleri için, sivil personel olarak eksik günleri kadar çalışma şartı da
getirilmektedir.
Değerli milletvekilleri, yine bu kanun
teklifi kapsamında ifade edebileceğimiz bir husus da: Yine kanun hükmünde
kararnamelerle, aynı hava aracında birlikte uçan uçuş teknisyenleri için, yıl
ayrımı yapılmaksızın, tek bir oran belirlenmiş ve pilotlara yapılan artış oranı
paralelinde bir artış sağlanmamıştır. 666 sayılı Kararname öncesi
düzenlemede uçuş ekibi personeli ile pilotlar arasında yüzde 5 fark var iken bu
kararnameyle uçuş hizmeti yılı on beş yıla kadar olan pilotlar için yüzde
12’ye, uçuş hizmet yılı on yılın üzerinde olan pilotlar için ise yüzde 24’e
kadar fark doğmuştur ve bu haksızlığın da bir an önce giderilmesi
gerekmektedir.
Bu düşüncelerle, muhterem heyetinize
saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Akçay.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Malatya Milletvekili Veli Ağbaba.
Buyurunuz Sayın Ağbaba.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA VELİ AĞBABA (Malatya) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, geçtiğimiz günlerde
de söylediğim şeyi buradan bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Sayın Bakan,
Malatya, büyükşehir olma konusunda yıllardan beri aldatılıyor. En son sizden
önceki İçişleri Bakanı, 12 Aralık 2010’da Şanlıurfa’da Malatya’nın büyükşehir
olacağı konusunda Malatyalılara söz verdi ve onun ardından AKP’li arkadaşlarımız
açıklamalar yaparak Malatya’nın 2010 yılı içerisinde büyükşehir olacağını
Malatyalılara müjdelediler
ancak 2010 yılında olmadı.
2011 yılının başında yine AKP’li
arkadaşlar, Malatya’nın büyükşehir olacağını, 2011 yılının başında büyükşehir
olacağını büyük bir gururla Malatyalılara müjdelediler. Maalesef, seçim
sürecine girildi, Malatya büyükşehir olmadı.
Sonra Maraş’ta, Sayın Başbakan Maraş
mitinginde bir konuşma yaptı “On bir tane il büyükşehir olacak.” dedi.
Malatyalılar bunu dinleyince kandırıldıklarını anladılar, aldatıldıklarını
anladılar, Malatya içlerinde yoktu. 750 bin nüfus şartı konulmuştu ve 17 Mayısa
gelindiğinde, günler öncesinden AKP’deki arkadaşlar yine Malatyalılara büyük
vaatler vererek “Başbakan geliyor, Malatyalılara büyükşehir yapma sözü
verecek.” dediler. Başbakan Malatya’nın meydanına geldi, Malatyalılarla buluştu
arkadaşlar. Malatya’nın meydanında “Ey Malatyalılar, sizin
nüfusunuz 742 bin ancak büyükşehir olmak için 750 bin nüfus gerekiyor.” dedi
Sayın Başbakan ve arkasından –bu söylediklerim tamamen Başbakana ait- hemen
ekledi “Ey Malatyalılar, hazır mısınız?” dedi, “Ey kadınlar hazır mısınız?”
dedi, “Ey Malatyalılar, hazır mısınız?” dedi, herkes el kaldırdı ve “Nüfusunuzu
çoğaltın.” dedi Başbakan yani “Çocuk yapın.” dedi yani Malatya’nın büyükşehir
olma konusunu Malatyalıların yatak odasına havale etti arkadaşlar.
Tabii, Malatyalılar böyle büyükşehir
olmaya heves ederken, beklerken, bir uğraş içerisinde beklerken bir gün, 17
Mayıstan yaklaşık altı ay sonra Başbakan bir açıklama daha yaptı, on bir ilin
büyükşehir olacağı açıklandı, Malatya yine içlerinde yok.
Değerli arkadaşlar, doğanın kanunu,
çocuk dokuz ayda oluyor. Altı ay beklemeden Malatyalılar tekrar kandırıldı.
Ben, onun için Malatya’nın, kandırılan, aldatılan kentin milletvekiliyim
diyorum. Bu konuda Sayın İçişleri Bakanının hem Başbakanın hem geçmiş dönemdeki
İçişleri Bakanının sözünde durup Malatya’nın büyükşehir olmasını sağlamasını
istiyoruz. Büyükşehir olma meselesi sadece nüfusa indirgenecek kadar basit bir
mesele değildir. Belki o, on bir ilin milletvekilleri alınabilirler ama değerli
arkadaşlar, Malatya her anlamda o, on bir kentten daha fazla büyükşehir olmayı
hak eden bir kentimiz.
Bakın dünyada kuru kayısı ticaretinin
tek başına yüzde 90’ını karşılayan bir kent Malatya. Bu kent, yine yetiştirmiş
olduğu siyasetçileriyle ünlü olan bir kent, Turgut Özal’ı, İsmet Paşa’yı
yetiştirmiş bir kent. Bu Malatya, sadece tarımla ilgili değil. Bakın, Malatya,
dünyada karaciğer nakli konusunda, Turgut Özal Hastanesinin yapmış olduğu
karaciğer nakli konusunda dünyada 2’nci, Türkiye’de 1’inci arkadaşlar.
Malatya’nın sanayisi, Malatya’nın bulunduğu konumu büyükşehir olmayı herkesten
daha fazla hak ediyor. Malatyalılar sizden Sayın Bakan, bir bağış istemiyor,
Malatyalılar hakkını istiyor. Bu konuda benden önceki milletvekilimiz Sayın Mevlüt Aslanoğlu, defalarca bunu dile getirdi ve burada da
sözler verildi ama maalesef bu sözler Malatyalılara tutulmadı ve Malatyalılar
kandırıldı arkadaşlar. Ben bunun, bu hakkımızın teslim edilmesini, Malatya’nın
büyükşehir yapılmasını derhâl istiyorum arkadaşlar. Bu, Malatyalıların
hakkıdır, bizim hakkımızdır. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, gelelim diğer bir
meseleye, sıkça gündemde tartışılan bir meseleye: Tüm Türkiye’de yaşayan yüreği
insan sevgisiyle dolu insanların yüreğine bir ateş düştü, 35 insan Uludere’de
katledildi. Şimdi, bazı aymazlar, bazı kendilerini bilmezler Cumhuriyet Halk
Partisinin Genel Başkanı, yöneticileri ve göndermiş olduğu heyeti kastederek
birileriyle iş birliği yaptığımızı söylediler. Onlara tavsiyem şudur ki: Önce
aynaya baksınlar. Cumhuriyet Halk Partisi her koşulda, her zaman insan
haklarını, yaşam hakkını kim olursa olsun savunmaya devam edecektir ki, orada
öldürülen insanların, katledilen insanların katledilmesinin sebebi bu ülkeyi
yıllardır yönetenlerdir çünkü insanlara başka hiçbir hak bırakmamışsınız.
İnsanların yaşaması için Uludere’de, Gülyazı köyünde
insanların yaşaması için başka şans bırakmamışsınız; sadece kaçakçılık yapmayı
önlerine bir seçenek olarak bırakmışsınız ve insanların da yetmiş yıldan,
seksen yıldan beri ataları, dedeleri, babaları bu işi yapagelmiş.
Değerli arkadaşlar, burada bu
düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakın, orada bir kaçakçılık olayı
diye bir şey yok, orada bir sınır ticareti var. Oradaki insanlar akrabalarından
sadece kendi geçimlerini sağlamak için birer depo mazot alıp geliyorlar.
Anlatıldığı gibi, birilerinin iddia ettiği gibi orada farklı bir şey yok.
Nereden alındığı belli olmayan bir istihbarat sonucunda insanlar öldürülüyor,
katlediliyor, 35 tane insan.
HALİDE İNCEKARA (İstanbul) – 34…
VELİ AĞBABA (Devamla) – 34-35, evet.
Şimdi, o insanlar yıllardan beri yapa
yapa, askerin, devletin, hükûmetin göz yumduğu bir olay, rutin hâle gelmiş yani
yasa dışı bir olay gibi gözüken bir durum yok. Ama burada hükûmet
yetkililerinin özür dilemesi gerekirken bir AKP yetkilisi dedi ki: “Bu bir
operasyon kazası.” Arkadaşlar, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde böyle bir
şey söylenemez, böyle bir şey söylense de bu cevapsız kalmaz.
Afganistan’da 3 tane Alman askeri
öldürüldü, 3 tane Alman vatandaşı öldürüldü, Almanya’daki Millî Savunma Bakanı
istifa etti. Ama bizim bakanlarımız maalesef… İçişleri Bakanımız, Millî Savunma
Bakanımız milletin yüzüne baka baka, insanların gözüne baka baka o koltukta
oturmaya devam ediyorlar. Bu işin siyasi sorumluluğunu Hükûmet almalıdır.
Uludere’de öldürülen 35 insanın siyasi sorumluluğunu Hükûmet, bakanlar
almalıdır ve o koltukta zaman geçirmeden, bir dakika bile zaman geçirmeden
derhâl istifa etmelidir. Siz “İleri demokrasi” diyorsunuz arkadaşlar, ileri
demokrasilerde böyle şey olmaz. İleri demokrasilerde, 35 insanın öldürüldüğü
bir yerde Hükûmet çıkar özür diler, Başbakan çıkar özür diler. Ama maalesef,
siz, bu operasyonu yapanlara teşekkür ettiniz, kutladınız.
Şimdi, bu olay ciddi bir olaydır.
Türkiye'nin önümüzdeki döneminde, eğer bir yıl sonra, iki yıl sonra, üç yıl
sonra özür dileseniz bile bu acıyı yok edemezsiniz. Buradan bir kez daha çağrı
yapıyorum: Lütfen, bu insanların ailelerinden özür dileyin, onlar sizin iddia
ettiğiniz gibi yasa dışı bir iş yapmıyorlardı ve onların birçoğu korucu ailesi,
birçoğu gazi ailesinin çocuklarıydı.
Arkadaşlar, özür dilemediyseniz orada,
o insanlarda ruhsal bir kopuş başlar, o insanlar artık size güvenerek bakamazlar.
Bu nedenle, Uludere konusunda kendinizle yüzleşmeye Hükûmeti davet ediyorum ve
bu konuda derhâl, zaman geçirmeden oradaki insanlardan özür dilemenizi sizden
bekliyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye’de sadece
Uludere’de değil birçok alanda hukuksuzluk yaşanıyor. Dün 10 Ocak Çalışan
Gazeteciler Günü’ydü. Ben 10 Ocak çalışan gazetecilerin ve Hükûmetin
baskısıyla, iktidarın baskısıyla çalışamayan gazetecilerin de gününü kutluyorum.
Muhalif olan herkes susturuluyor, muhalif olan herkesin bir türlü ellerinden
kalemleri alınarak Ergenekondan, başka davalardan
zindanlara tıkılıyor. Onların haklarını savunacağımızı bilmenizi istiyorum.
Değerli arkadaşlar, nasıl ki Hasan
Tahsinler hâlâ yaşıyorsa bilin ki bugün gözaltına alınan Nedim Şenerler, Ahmet
Şıklar, Mustafa Balbaylar da yaşayacaktır. Bu insanları gözaltına alan, bu
insanları tutsak edenler mutlaka unutulacaktır ama bu insanlar yaşayacaktır.
Ben, beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür
ediyorum ve Hükûmeti tekrar göreve davet ediyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ağbaba.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
Muş Milletvekili Demir Çelik.
Buyurunuz Sayın Çelik. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) –
Sayın Başkan, çok saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; hepinizi Barış ve
Demokrasi Partisi adına saygıyla selamlıyorum.
112 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 3’üncü maddesine ilişkin söz almış bulunmaktayım.
Buna dair bir kısım düşüncelerimi paylaşmak üzere aldığım bu sözde de öncelikle
ilerleyen bu saatte değerli halkımızı da selamlayarak sözlerime başlamak
istiyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; az önce grubumuzdan bir arkadaşımızın bir kısım
konulara ilişkin düşüncelerini ifade etmeye çalıştığı bir an ve saatte
grubumuzun tümünü hedefleyerek on para etmediğimiz yönlü bir söylemde bulunan
Sayın İçişleri Bakanımızı bir kez daha sorumluluğa davet ederek bu söyleminden
ileri gelen sorunu gidermek adına özür dilemeye davet ediyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi, halkın
iradesi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin dört büyük partisinden biridir. 3
milyon civarında seçmeninin oyuyla bizatihi iradesini temsile hak verdiği biz
milletvekillerini hiç kimsenin ama hiç kimsenin yermeye, hakaret etmeye ve bu
Mecliste ağza bile alınması abesle iştigal olan söz ve davranışla bizi mahkûm
etmeye hakkı yoktur.
Başbakanın bu ve benzeri söylemine
binaen Meclisin suskun olması, Meclis Başkanının suskun olması da ayrıca
sorgulanmaya muhtaç bir konu olsa gerek diye düşünüyorum. Hâlbuki yasama organı
faaliyetini yürüten Meclisin her şeyden önce toplumun mutluluğu, zenginliği ve
müreffeh bir topluma evrilmesi için hizmet üretmesi
ve yürütmesi gerekiyor ama gelin görün ki düşüncelerimize, fikirlerimize,
siyasal anlayışımıza bile tahammülün olmadığı bu Mecliste hakaret işitmek bizim
hakkımız olmasa gerek. Sizin kadar, sizler kadar bizim de bu Mecliste siyasal,
sosyal, demokratik ve ekonomik konularda düşünce ifade etmeye, söz söylemeye
hakkımız vardır. Bu hakkı halkımızdan ve seçmenimizden aldığımız hakkın gereği
olarak icrasıyla sorumluyuz. Bu haktan hiçbir güç bizi alıkoyamayacaktır. Biz
bildiğimiz, inandığımız davada ölümleri göğüsleme kararı ve inancını dün
gösterdiysek bugün de bundan bir adım geri atmayacağız çünkü yürüttüğümüz dava
insanlık davasıdır, yürüttüğümüz dava hak davasıdır. Birilerinin icazeti,
insafı ve iznine tabi olan bir dava olmuş olsaydı biz de sizlerin emir ve kulu
noktasındaki bürokratınız olurduk, askeriniz olurduk. Ama hiyerarşik ilişkiyi
reddeden, hazineden yararlanmamayı sorun etmeyen, yüzde 10 seçim barajını yok
hükmünde sayan ve halkın öz gücüne dayalı bir iradenin buraya taşınmasından
başka bir sorunu, derdi olmayan bu parti ve onun geleneğine ne olursunuz insaf
ve izanla yaklaşmanızı diliyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
altı aylık süre zarfında otuz beş civarında kanun hükmünde kararnameyle
maddelerin değiştiriliyor olması, personelde, Köy Kanunu’nda, vergide, Belediye
Kanunu’nda değişikliğe gidiliyor olması yeni değil. Doksan iki yıllık
cumhuriyet tarihimizin her döneminde demokratikleşemediğimiz için,
sivilleşemediğimiz için başvurduğumuz, başvurmaya da devam edeceğimiz bir
açmazımız. Yasama organı her gün göreceli, palyatif ve
geçici çözümlerle soruna neşter atmak yerine çözümler arıyor olması kabul
edilemez.
Bir ülke düşününüz ki ikili iktidarın
hükmü olduğu bir ülkedir ve ikili iktidarın hükmü olduğu ülkemizde bir yanıyla
askerî vesayet, yüksek yargı, Danıştay ve Sayıştayıyla
ayrı bir anlayış ve iktidar odağı, biri de biz yasama organına verilen şekliyle
demokratik bir hukuk devletinin iktidarı. Bu iktidarlar arası çatışma ve
çelişkiyi gideremediğimizde, iktidarı tekleştirip demokratikleştiremediğimiz
sürece sorunu çözüme kavuşturamayız. Çözüme kavuşturamadığımız için de 28
Aralıkta 34 vatandaşımızın ölümü üzerine, devlet olmaktan, devleti yöneten erk
olmaktan ileri gelen sorumluluğumuzun gereği özür de dilemeyiz, halkın
temsilcisi olan milletvekillerinin temsilinden oluşan bir gruba hakareti de
kendimize görev biliriz. Hâlbuki bu ülke, yani güzide ülkemiz, yani Türkiye'miz
otuz altı etnik kimliğiyle, farklı inanç ve dinî öğeleriyle, farklı kültürel
yapısıyla demokratik bir ülke olmuş olabilseydi, bugün gündemimiz de, güncelimiz
de çok farklı olurdu ama maalesef, dün tartıştığımızı bugün ve yarın da
tartışmaya devam edeceğiz. Rutini tekrarlayan özgünlük bu Meclisin karakterine
uymamalı. Eğer bu Meclis değişimi, dönüşümü, hukuk devletini esas alacaksa
olmamalı ve yine bu Meclisin, irademize ipotek koymayı hâlâ askerî vesayetin
gereği olarak kendisine hak gören bir Genelkurmay Başkanına da söyleyebilecek
sözü olmalı.
Düşününüz ki 12 Eylül Anayasası’nın
mimarı Sayın Kenan Evren’i yargıladığımızla övünüyoruz; yine, 26’ncı
Genelkurmay Başkanı olan Sayın İlker Başbuğ’u yargıladığımızla övünüyoruz ama
12 Eylül rejiminin anayasasıyla yargıladığınız bu generaller, sadece mevcut
iktidarın çelişkilerinden öte bir anlam ve değer ifade etmiyor.
Bugün Genelkurmay Başkanlığını yürüten
Sayın Necdet Özel, kendisinin görev alanı olmadığı hâlde ana dilde eğitimi
istemediğini, doğru bulmadığını söyleyebilme, dolayısıyla irademizin ve siyasal
faaliyetimizin alanına girmeyi hak görmüştür. Buna itiraz edecek miyiz, susup
kabullenecek miyiz?
İleri
demokrasi olarak övündüğümüz ülke gerçek anlamda bir hukuk devleti, insan
haklarına duyarlı bir devlet olmuş olsaydı, İskandinav ülkelerinde, yani
İsveç’te, yani Finlandiya’da, yani Norveç’te sınıfta 5 kişinin ana dilinde
eğitim görsün noktasında talebi, yani velilerinden iletilen talebi
iletildiğinde Kürt de olsa Türk de olsa Arap da olsa ana dilinde eğitim fırsatı
verilir.
Sayın Başbakanımız Almanya’yı
ziyaretinde “Asimilasyon insanlık suçudur.” demiştir. Doğrudur,
insanlık suçu olan asimilasyon, insanın doğuştan getirdiği, kazandığı kimlik ve
ana diliyle konuşma ve eğitim görme hakkını reddettiği için insanlık suçudur
ama Kürt olarak, Kürtler olarak, Araplar olarak, ötekiler olarak, biz bu ülkede
yani Türkiye Cumhuriyeti’nde ana dilimizle eğitim görmediğimiz gibi bunu
istediğimiz için bölücülük yaftasıyla, terörist yaftasıyla yargılanıyoruz. Eğer
suçumuz ana dilini istemek ve bu bölücülükse, nezdinizde, evet biz bölücüyüz
ama bizim hak ve meşru olan talepleri dile getirme ısrarında ve inancında olduğumuz
konu, annemizden sizler gibi, sizin gibi hak olarak bildiğimiz şeyin arkasına
düşüyor olmamız, onu kovalıyor olmamızdır. Bunu iktidarlar gasbetmiş
olabilir, dün etmiş olabilir, bugün etmiş olabilir ama hiçbir zaman gasbedilenin hak olmadığı, doğru olmadığı gerçeğiyle
yüzleşmemiz lazım. Yüzleşmediğimiz takdirde, Başbakanın Aralık 2011’de
Dersim’le ilgili “Gerekirse özür diliyorum.” demesi de lafta ve sözde kalır. Koçgiri’yle, Şeyh Sait’le, Zilan’la,
Ağrı’yla, Dersim’le, Gazi’yle, Çorum’la, Sivas’la, Maraş’la, 1977 1 Mayısıyla
yüzleşebilirsek gerçek anlamda demokratik bir ülke oluruz, gerçek anlamda
hukukun üstünlüğü, insan hak ve özgürlüklerinin anlam bulduğu, değer biçildiği
bir ülke durumuna gelebiliriz. O zaman Kürt’ün Türk’le buluşması, kucaklaşması,
kardeşleşmesi, öteki kimliklerle kültürlerin buluşması yolunu da açmış oluruz.
Bu Meclise de düşen budur.
Bu anlamıyla, demokratik, eşitlikçi,
özgürlükçü bir anayasayı tartıştığımız günümüz Türkiye’sinde bu ve benzeri palyatif çözümlerle değil yüz yıl sonrasında bile
değiştirilemeyecek, özgürlükçü, eşitlikçi maddelerle Anayasa’mızı
taçlandıralım…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
DEMİR ÇELİK (Devamla) - İçinde personel
de, belediye de, vergi dairesi de kendisini bulsun.
Saygılarımla iyi akşamlar diliyorum.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Çelik.
Sayın milletvekilleri, Sayın Bakan,
Sayın Meclisimizde bulunan Barış ve Demokrasi Partisi Grubuna yönelik olarak
söylemiş olduğunuz sözler konusunda herhâlde kastı aşmış olacağını düşünüyorum.
Bu konuda bir açıklama yaparsanız
seviniriz. Talepleri özür dileme konusundadır. Bu konu…
Buyurunuz.
VI.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
2.-
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in, Barış ve Demokrasi Partisi Grubuna yönelik
sözlerinde kastı aşmış olduğu düşüncesiyle, Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili
Şükran Güldal Mumcu’nun talebi üzerine açıklaması
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Talepleri, grubun, belirttiğiniz yönde
ama bunu gerektiren bir İç Tüzük maddesi varsa ona uyarız hukuk devletinde.
BAŞKAN – Var efendim, bir İç Tüzük
maddesi var.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – “On para
etmezsiniz.” dediniz Sayın Bakan.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Şimdi, Barış ve Demokrasi Partisi genel başkanlarıyla, milletvekilleriyle,
her birisi ayrı değerlendirmeye tabi bir camia.
Benim değerlendirmem, Sayın Sırrı Sakık Milletvekilinin bir sorusuna bağlı değerlendirme.
Konu itibarıyla soru Türk Silahlı Kuvvetleri personeliyle ilgili olduğu için
kendisinin Partisinin Genel Başkanının yakın zamanda Türk Silahlı Kuvvetlerinin
Genelkurmay Başkanıyla ilgili yaptığı, hakaret amaçlı yaptığı bir
değerlendirmeye…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan,
ne alakası var? Yani şimdi sözüyle ilgili konuşsun. Kestirmeden savunmaya
geçip, hakareti sürdürüyor. Esasa gel, hikâye anlatma!..
BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri.
Herhâlde kendisi İç Tüzük’ün gereğini…
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu) –
Meclisi, bu yüce Meclisi, benim bildiğim yüce Meclisimizin Sayın Başkanı ve
Başkanlık Divanı idare eder.
BAŞKAN – Lütfen…
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Ben Sayın Başkanlık Divanının tevcihi üzerine açıklamamı yapıyorum. Sizin şu
anda yaptığınız da veya şu anda yapılan da her zaman yapılanın en masumu, en Mecliscesi, Ankaracası; sataşma,
atışma, tartışma. Bu, gittikçe, uzaklaştıkça coğrafyadan, kan, öldürme, kin,
pusu, böyle devam ediyor.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan,
lütfen müdahale edin!
BAŞKAN – Sayın Bakan…
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Böyle iftira, böyle devam eder.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ya özür diler
ya der ki “Sözümde duruyorum.”
BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen sakin
olunuz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – O zaman, bizim
de söyleyecek iki sözümüz olur.
BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen, baştan da
belirtmiş idim…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – İç Tüzük 160’a
göre söz talebimiz var Sayın Başkan.
BAŞKAN – Lütfen… Baştan da belirtmiş
idim, biliyorsunuz, İç Tüzük’ümüzün amir hükmüne
göre, hiç kimse kaba ve yaralayıcı söz söyleyemez.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Efendim, 163’ü
onun için talepte bulundum. Siz de tutanaklar gelince…
BAŞKAN - 163’ün değil… Sayın Bakan,
lütfen, bu konunun kastı aştığını söyleyiniz ve bu konuyu, lütfen, şey yapalım.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, hangi konuda kastı aştığıyla Sayın Bakanı zorluyorsunuz?
PERVİN BULDAN (Iğdır) – “On para
etmezsiniz.” dedi Sayın Elitaş.
BAŞKAN – Lütfen…
PERVİN BULDAN (Iğdır) – “On para
etmezsiniz.” dedi…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hangi konuda
zorluyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın… Lütfen…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Ne konuda
zorluyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen,
sakin olunuz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kendileri kaç
para ediyor acaba?
BAŞKAN – Lütfen, sakin olunuz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Bir para ediyor
mu kendisi? Bakın, bu Meclisin iradesine küfrediyorsunuz!
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen… Sayın Kaplan,
lütfen olayı…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Buraya,
kürsüye mermi koyarak racon kesmeye kalkıp… Hangi
konuda yapıyorsunuz?(Gürültüler)
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Özür dileyecek!
SIRRI SAKIK (Muş) – Ayıptır!
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Ya soru
sormak için…
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Yeter!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayser) – Sayın Başkan,
ne anlamda yapıyorsunuz?
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Meclisin
iradesine küfretti!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, şu hareket yanlış bir harekettir.
BAŞKAN – Lütfen, daha sakin olunuz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Şu hareket
yanlış bir harekettir. Tehdit içerir bu.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Özür dileyecek!
HASİP KAPLAN (Şırnak) – On para etmez…
BAŞKAN – Ve lütfen…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Özür dileyecek!
BAŞKAN – Lütfen, lütfen, oturunuz…
Lütfen oturunuz.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Sayın Başkan,
bir grup başkan vekili bir soru sormayacak mı yani?
BAŞKAN – Soruyor efendim. Ben, onların
sakin olmasını istiyorum.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Niye müdahale
ediyorsunuz?
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Ne alakası var?
Sen konuşma! Bir paralık adamı bakan yapıyorsunuz!
BAŞKAN – Lütfen yerlerinize oturunuz!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, burada kimsenin terör estirmeye hakkı yoktur.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bu Meclise,
milletin iradesine “On paralık” diyor.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri… Sayın
Kaplan… Böyle bir usul olamaz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Kendi bir
paralık bile değil!
BAŞKAN - Sayın Kaplan…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Burada hiç
kimsenin terör estirmeye hakkı yoktur, kimse bağıramaz.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Kimsenin
haddi değil...
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Terbiyesiz!
BAŞKAN – Sayın Buldan…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – “Terbiyesiz”
diyemezsin! “Terbiyesiz” diyemezsin sen!
BAŞKAN - Sayın Sakık…
Lütfen, yerinize oturunuz. Lütfen yerinize oturunuz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Ben bir söz verdim Sayın
İçişleri Bakanına ve konuyu belirttim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, öncelikle, oradaki grup başkan vekili buraya dönerek “terbiyesiz”
diyemez. O, “terbiyesiz” lafını geri alacak, özür dileyecek!
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Özür dileyecek
buradan!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – “Terbiyesiz”
demedim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Önce ondan
özür dileyecek!
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Senin Bakanını
terbiyeye davet ediyorum! Elitaş, çarpıtma…
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Arkadaşınız
söyledi.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ondan özür
dileyecek önce!
BAŞKAN – Hepinizi, sayın grup başkan
vekilleri…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Sayın
Başkan, “terbiyesiz” diyemez! “Terbiyesiz” diyemez! “Terbiyesiz” sözünü geri
alacak!
HASİP KAPLAN (Şırnak) – “Terbiyesiz”
lafını kim söyledi? Çarpıtma!
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Arkadaşın
söyledi.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Özür
dileyecek! Çarpıtma değil! Çarpıtma değil! Eleştiriye karşı çıktığınız zaman
haddi aşıyorsunuz! Kendinizden geçiyorsunuz! Bardağı kıran sensin!
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Evet!
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Ya
arkadaşlar, ne dedilerse iade ediyoruz.
BAŞKAN - Bir dakika Sayın Kaplan,
oturunuz lütfen.
İç Tüzük’ün
160’ncı maddesini
tekrar okumanızı rica edeceğim. Bu çatı altında hiçbir
milletvekilinin diğer bir milletvekiline ya da gruba karşı kaba ve yaralayıcı
sözler sarf etmemesi gerekir.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kınama cezası gerektiriyor.
BAŞKAN - Lütfen bu konuda daha dikkatli
olunuz ve ben, bu çerçeve içinde Sayın İçişleri Bakanının bunun haddi aşmış ya
da biraz maksadını aşmış bir söz olduğunu ve bu konuda bir açıklama yapmasını
rica ettim ve bu konunun bu şekilde kapanmasını istiyorum.
Lütfen buyurunuz Sayın Bakan.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Umarım bir kez daha müdahaleyle sözüm
kesilmez.
BAŞKAN – Siz de lütfen kısa bir şekilde
bu konuyu söylerseniz…
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Tabii, yok, hayır, hayır, ben kısa bir şekilde…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Başka
hakaretlere neden olmadan kısaca söylesin.
BAŞKAN – Evet efendim, yapmaz herhâlde,
kendisi, demin söyledim, İç Tüzük’e uygun
davranacağından eminim.
Buyurunuz Sayın Bakan.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Kaldığım yerden devam edeyim, tekrara
girmek istemiyorum.
Şimdi, kendilerinin savundukları bir
tez var, asılsız, akıl dışı bir tez üzerinden siyaset yapıyorlar. Bu siyaseti…
(BDP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Bakan, konumuz…
SIRRI SAKIK (Muş) – Kardeşim, sen neyi
savunuyorsun?
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bir paralık bir
adam Bakan olursa böyle konuşur!
BAŞKAN – Bir dakika, oturunuz sayın
milletvekilleri, lütfen oturunuz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Nedir bu?
Hakaret üstüne hakaret! Bu Meclis onu hak etmiyor.
BAŞKAN – Lütfen oturunuz Sayın Kaplan.
Lütfen oturunuz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bu Meclis onu
hak etmiyor. Milletin iradesine saygısızlık bu!
BAŞKAN – Lütfen oturunuz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, şu şiddet uygun mu? Şu ses tonu uygun mu? Şiddettir bu. Şiddet
uyguluyor şu anda. Bağırarak şiddet uyguluyor.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bakana
söyleyin, milletin iradesine saygı duysun. Ayıptır! Bu Genel Kurulda hepimize
hakaret ediliyor şahsınızda, bu Genel Kurulun iradesine, bütün
milletvekillerine hakaret ediliyor. Niye susuyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen oturunuz.
Sayın Bakan, talebimiz, size
yönelttiğimiz isteği lütfen bu çerçeve içinde değerlendiriniz, tartışmalara yol
açmadan bu konuyu lütfen kapatalım.
Buyurunuz.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Sayın Başkanım…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bir bakan
bakanlık yapmazsa istifa etmesi lazım.
BAŞKAN – Lütfen Sayın Kaplan, lütfen
sakin olunuz, suhuletle davranınız ve uygun bir şekilde sonuçlandıralım.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Sayın Başkanım, yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri, aziz milletimiz; özür
dilemem konusunda talepte bulunan siyasi parti ve onun ilgili
milletvekillerinin siyaset tarzı, siyasette yapmak istedikleri aziz milletimizin
ve yüce Meclisimizin yeteri kadar malumudur.
Benim söylemek istediğim, Türkiye’yi
bölmek için faaliyet gösteren bir terör örgütünün…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Allah Allah, süphanallah!
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– …savunmasını bir şekilde ama her yerde yapmaya çalışan bir siyasi partinin…
SIRRI SAKIK (Muş) – Aslında senin bu
politikaların ülkeyi böldüren!
BAŞKAN – Sayın Sakık,
lütfen…
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
- …otuz senedir bu ülkede, özellikle doğu, güneydoğu bölgemiz başta olmak üzere
bu ülkenin tamamında…(BDP sıralarından gürültüler)
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sen kaç
paralıksın onu anlat, onu bilelim!
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Hayır, ya özür
dilersin ya da gereğini yaparız.
BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…
Sayın Bakan, tekrar ben…
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– …terör adına, terör üzerinden ve terörü savunarak, teröristleri savunarak…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ayıp ya! Bu
milletin iradesine, bu Meclise saygılı olacaksınız.
BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen, ben…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan ya
özür diler ya da oylatın.
BAŞKAN – Sayın Kaplan…
Lütfen Sayın Bakan, konumuz sadece bu
yaralayıcı söz üzerinedir. Daha fazla detay üstüne tartışmıyoruz. Sadece bu
konu üstünde sizden bir söz alıyoruz.
Buyurunuz.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Sayın Başkanım, Meclisimizin değerli üyeleri; terör ve terörü savunarak bu
ülke…(BDP sıralarından gürültüler)
SIRRI SAKIK (Muş) – Yeter be!
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sen
savunuyorsun ya! Ayıp ya! Bir bakana yakışıyor mu bu!
BAŞKAN – Lütfen…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, istedikleri gibi söylemek mecburiyetinde değil.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan,
bir bakana yakışıyor mu bu? Saat 7’yi geçti, televizyon kapandı…
BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen yerinize
oturun. Birazcık sabırlı olur musunuz lütfen.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Savunmuyorsanız…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bu milletin
iradesi önünde özür dilememek için bunu yapıyor.
BAŞKAN – Lütfen sabırlı olunuz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, tutanaklara baktınız mı siz?
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Tamam,
mahkemede hesaplaşacağız sizinle.
BAŞKAN - Sayın Şahin, lütfen bu
konudaki sözünüzü söyleyiniz ve bu konuyu kapatalım lütfen.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Devam ediyorum Sayın Başkanım, müsaade edin.
Terör ve terörü savunarak bu ülkede
hiçbir insanımıza otuz yılda 25 kuruşluk bir yarar kimse sağlamamıştır. Millet
acı içindedir, feryat içindedir, ıstırap içindedir; iş hayatı sıkıntıdadır,
özgürlükler sıkıntıdadır, halk sıkıntılıdır ve şikâyet etmektedir.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ya ne anlatıyor
Sayın Başkan, Allah aşkına! Şimdi bu hikâyeleri dinlemek zorunda değiliz.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Ben diyorum ki genel başkanıyla, milletvekilleriyle, bütün ilgilileriyle…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – “On para ediyor
musun, etmiyor musun?” Söylediğin sözlerine açıklık getir.
BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen oturunuz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bu milletin
iradesine saygısızlık ya!
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– …bütün ilgilileriyle bu ülkede…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Özür diliyor
musun, dilemiyor musun?
BAŞKAN – Sayın Kaplan…
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– …bu ülkede kimsenin…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Özür diliyor
musun, dilemiyor musun?
BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen oturunuz.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– …beş kuruşluk, on kuruşluk bir katkısı olmamıştır.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – İstifa
kampanyasını başlatıyorum bütün Türkiye’de. Bir paralık Bakan bakanlık yapamaz
diye Türkiye’de kampanya açıyorum!
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu)
– Konuştuğu her şey boştur. “On para etmez.” dedim, eğer istiyorlarsa “On para
eder.” diyeyim, o zaman düzelteyim.
Arz ederim. Teşekkür ederim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) – İstifa
kampanyası açıyorum. (BDP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, on
dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.06
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 19.59
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP
ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 50’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
Çalışma süremizin sonuna geldiğimiz
için, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için 12 Ocak 2012 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat
13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.