DÖNEM:
24 CİLT:
10 YASAMA
YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
47’nci Birleşim
4 Ocak 2012 Çarşamba
(TBMM Tutanak Hizmetleri
Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip
üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALARI
1.- İstanbul Milletvekili
Türkan Dağoğlu’nun, Veremle Savaş Eğitimi Haftası’na ilişkin gündem dışı
konuşması
2.- İstanbul Milletvekili
Osman Oktay Ekşi’nin, basın ve ifade özgürlüğüne ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Isparta Milletvekili S.
Nevzat Korkmaz’ın, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki sivil memurların durumuna
ilişkin gündem dışı konuşması ve Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın cevabı
IV.- AÇIKLAMALAR
1.- Zonguldak Milletvekili
Ali İhsan Köktürk’ün, Zonguldak Madenci Yürüyüşü’nün 21’inci yıl dönümüne
ilişkin açıklaması
2.- İstanbul Milletvekili
Kadir Gökmen Öğüt’ün, Haydarpaşa-Kocaeli arasındaki tren hattının kapanacak
olmasına ilişkin açıklaması
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Van Milletvekili Özdal
Üçer ve 20 milletvekilinin, çocuk ve gençlerde madde bağımlılığının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/89)
2.- Van Milletvekili Özdal
Üçer ve 20 milletvekilinin, 1930 yılında Van’ın Erciş ilçesindeki Zilan
bölgesinde yaşanan olayların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/90)
3.- Adana Milletvekili Ali
Halaman ve 22 milletvekilinin, narenciye üreticilerinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/91)
B) Tezkereler
1.- TBMM Dışişleri
Komisyonu üyelerinden oluşan bir parlamenter heyetin, Gürcistan Parlamentosu
Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Akaki Minashvili’nin vaki davetine icabetle
Gürcistan’a resmî ziyarette bulunmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/720)
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- Gündemdeki sıralama ile
Genel Kurulun çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK PARTİ Grubu
önerisi
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi
Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim
2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine
Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/440) (S.
Sayısı: 32)
2.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetlerarası Çerçeve
Andlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/446) (S. Sayısı: 26)
3.- Ağrı Milletvekili Ekrem
Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin’in; 375 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/152) (S. Sayısı: 112)
VIII.- OYLAMALAR
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetlerarası Çerçeve
Andlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması
IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt’ün, Orta Asya ve Arap ülkelerine yapılan ihracatın teşvik edilmesi
ve öğrenci değişimine ilişkin Başbakandan sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer
Çağlayan’ın cevabı (7/1298) (Ek cevap)
2.- Manisa Milletvekili
Erkan Akçay’ın, Akhisar Sigara Fabrikasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı
Mehmet Şimşek’in cevabı (7/1519)
3.- Zonguldak Milletvekili
Ali İhsan Köktürk’ün, 657 ve 662 sayılı KHK’lar ile yapılan bazı düzenlemelere
ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı
(7/1573)
4.- Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt’ün, bir köy camisinin onarımına ve cami lojmanı yapılmasına ilişkin
sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/1689)
5.- Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt’ün, Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin özlük haklarının
iyileştirilmesine ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı
(7/1763)
6.- Kırklareli Milletvekili
Turgut Dibek’in, yurt dışı seyahatlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/1801)
7.- Bolu Milletvekili Tanju
Özcan’ın, Cumhurbaşkanının görev süresine ilişkin Başbakandan sorusu ve
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/1912)
8.- Mersin Milletvekili Ali
Rıza Öztürk’ün, Akkuyu Nükleer Güç Santrali için alınan izinlere ilişkin sorusu
ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/1936)
9.- Eskişehir Milletvekili
Kazım Kurt’un, 2010 yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısında uygunluk bildirimi
verilmeyen bazı merkezî yönetim hesaplara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın cevabı (7/1976)
10.- Kocaeli Milletvekili
Lütfü Türkkan’ın, KHK’lar ile bazı üst düzey yöneticilerin görevden alınmasına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı
(7/1986)
11.- Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcı’nın, Akkuyu Nükleer Güç Santraline ve olası zararlarına ilişkin
sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/2036)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat
15.00’te açılarak iki oturum yaptı.
TBMM Başkan Vekili Oturum Başkanı Mehmet Sağlam, Şırnak ilinin
Uludere ilçesinde hayatını kaybeden 35 vatandaşımızın ailelerine ve
milletimize, Kırıkkale’de kaza sonucu hayatını kaybeden 4 işçinin ailelerine
başsağlığı dilediğine ve yeni yılın hayırlara vesile olmasına ilişkin bir
konuşma yaptı.
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Şırnak ilinin Uludere ilçesinin
sınır kesiminde yapılan hava operasyonunda 35 vatandaşımızın hayatını
kaybetmesi ve açılan soruşturma ile bu vatandaşlarımızın geride kalan
yakınlarına yapılacak yardımlara ilişkin gündem dışı bir açıklamada bulundu;
İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu, İzmir Milletvekili Oktay Vural,
Siirt Milletvekili Gültan Kışanak ve Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal
grupları adına, aynı konuda görüşlerini belirttiler.
Mersin Milletvekili Çiğdem Münevver Ökten, 3 Ocak Mersin ilinin
düşman işgalinden kurtuluşunun 90’ıncı yıl dönümüne,
Adıyaman Milletvekili Salih Fırat, Şırnak ilinin Uludere ilçesinin
sınır kesiminde yapılan hava operasyonu sonucunda 35 vatandaşımızın hayatını
kaybetmesi nedeniyle Hükûmetin gereğini yapmasına,
Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu, Osmaniye ilinin
düşman işgalinden kurtuluşunun 90’ıncı yıl dönümüne,
İlişkin gündem dışı konuşma yaptılar.
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk, 3 Ocak Mersin ilinin düşman
işgalinden kurtuluşunun 90’ıncı yıl dönümüne,
Şırnak Milletvekili Mehmet Emin Dindar, Şırnak ilinin Uludere
ilçesinin sınır kesiminde yapılan hava operasyonunda 35 vatandaşımızın hayatını
kaybetmesi ile Uludere Kaymakamının darp edilmesi olaylarında, faillerin
bulunması gerektiğine,
Erzurum Milletvekili Oktay Öztürk, Birinci Dünya Savaşı’nda
Osmanlı-Rus muharebesi sırasında gerçekleştirilen Sarıkamış Harekâtı’nın yıl
dönümüne,
İlişkin açıklamada bulundular.
23/12/2011 tarihinde kabul edilen 6262 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un
16’ncı maddesinin Türkiye Büyük Millet Meclisince bir daha görüşülmek üzere
geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine
sunuldu.
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve 22 milletvekilinin, tütün
üreticilerinin (10/86),
Bitlis Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu ve 20 milletvekilinin,
arıcılık sektörünün (10/87),
Van Milletvekili Özdal Üçer ve 21 milletvekilinin, Van ili ve
çevresinde yaşayan insanların büyük çoğunluğunun geçim kaynağını oluşturan
tarım ve hayvancılığın (10/88),
Sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun
bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön
görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/12/2011 ve Diyarbakır 5.
Ağır Ceza Mahkemesinin 17/11/2011 tarihli yazıları ile Diyarbakır Milletvekili
Leyla Zana’nın yargılandığının, Anayasa’nın 83’üncü maddesinin 2’nci fıkrası
gereği Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirildiği hususu Genel Kurulun
bilgisine sunuldu.
Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun; Türk Ceza Kanunu ve Uyuşturucu
Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi’nin (2/14) İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilen doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesinin, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmediği
açıklandı.
Gündemin “Sözlü Sorular” kısmının:
1’inci sırasında bulunan (6/7),
148’inci “ “ (6/214),
151’inci “ “ (6/217),
159’uncu “ “ (6/226),
166’ncı “ “ (6/233),
172’nci “ “ (6/240),
181’inci “ “ (6/249),
185’inci “ “ (6/253),
186’ncı “ “ (6/254),
190’ıncı “ “ (6/258),
203’üncü “ “ (6/273),
232’nci “ “ (6/307),
251’inci “ “ (6/326),
281’inci “ “ (6/356),
289’uncu “ “ (6/364),
292’nci “ “ (6/367),
316’ncı “ “ (6/392),
336’ncı “ “ (6/413),
348’inci “ “ (6/425),
354’üncü “ “ (6/431),
366’ncı “ “ (6/444),
373’üncü “ “ (6/452),
381’inci “ “ (6/460),
409’uncu “ “ (6/488),
427’nci “ “ (6/506),
430’uncu “ “ (6/509),
450’nci “ “ (6/529),
451’inci “ “ (6/530),
505’inci “ “ (6/584),
506’ncı “ “ (6/585),
551’inci “ “ (6/630),
586’ncı “ “ (6/665),
607’nci “ “ (6/686),
611’inci “ “ (6/690),
616’ncı “ “ (6/695),
618’inci “ “ (6/697),
619’uncu “ “ (6/698),
621’inci “ “ (6/700),
Esas numaralı sözlü sorulara, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı
Mehmet Mehdi Eker cevap verdi; soru sahiplerinden Adana Milletvekili Ali
Halaman, Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu, Gaziantep Milletvekili
Mehmet Şeker, İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi, Balıkesir Milletvekili
Namık Havutça, Aydın Milletvekili Osman Aydın, Çanakkale Milletvekili Mustafa
Serdar Soydan, Tokat Milletvekili Reşat Doğru, Kütahya Milletvekili Alim Işık,
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam da
cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında yer alan Orta Doğu Sinkrotron Işığı Deneysel
Bilim ve Uygulamaları Uluslararası Merkezi Statüsüne Katılmamızın Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/297) (S.
Sayısı: 64) görüşmeleri tamamlanarak yapılan açık oylamadan sonra kabul edildi
ve kanunlaştı.
2’nci sırasında yer alan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve
Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası
Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim 2009 Tarihli
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca
Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya
Değişiklikler Getirilmesi Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/440) (S. Sayısı: 32)
tümü üzerinde bir süre görüşüldü.
Alınan karar gereğince 4 Ocak 2012 Çarşamba günü saat 14.00’te
toplanmak üzere birleşime 19.58’de son verildi.
Mehmet
SAĞLAM
Başkan
Vekili
Muhammet Rıza YALÇINKAYA Mine
LÖK BEYAZ
Bartın Diyarbakır
Kâtip Üye Kâtip
Üye
II. - GELEN KÂĞITLAR
No:
58
4 Ocak 2012 Çarşamba
Teklif
1.- Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifi (2/242) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/12/2011)
Rapor
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında UNDP-İstanbul
Uluslararası Kalkınmada Özel Sektör Merkezinin (IICPSD) Kuruluşu ile İlgili
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/511) (S. Sayısı: 119) (Dağıtma tarihi: 04/01/2012)
(GÜNDEME)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Van Milletvekili Özdal
Üçer ve 20 Milletvekilinin, çocuk ve gençlerde madde bağımlılığının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi. (10/89) (Başkanlığa geliş tarihi:
10/10/2011)
2.- Van Milletvekili Özdal
Üçer ve 20 Milletvekilinin, 1930 yılında Van’ın Erciş ilçesindeki Zilan
bölgesinde yaşanan olayların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi.
(10/90) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/10/2011)
3.- Adana Milletvekili Ali
Halaman ve 22 Milletvekilinin, narenciye üreticilerinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi. (10/91) (Başkanlığa geliş tarihi:
11/10/2011)
4 Ocak 2012 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Muhammet Rıza
YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN – Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 47’nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı
vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç
sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Konuşma süreleri beşer
dakikadır. Hükûmet bu konuşmalara cevap verebilir. Hükûmetin cevap süresi yirmi
dakikadır.
Gündem dışı ilk söz, Verem
Savaş Haftası münasebetiyle söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Türkan
Dağoğlu’na aittir.
Buyurun Sayın Dağoğlu. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu’nun, Veremle Savaş
Eğitimi Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması
TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Veremle Savaş ve Eğitimi Haftası
nedeniyle gündem dışı konuşma yapmak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Verem, dünyada çok ciddi
bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir. Her yıl yaklaşık 9 milyon kişi
verem hastalığına yakalanmaktadır, ayrıca dünya nüfusunun üçte 1’i de
tüberküloz mikrobuyla enfekte durumdadır.
Ülkemizde tüberküloz 1940
ve 50’lerde birinci sırada ölüm nedeniydi; 1953 ve 70 yılları arasında başarılı
çalışmalar yapılmış, hastalık kontrol altına alınmış ancak bu açıklandıktan
sonra çalışmalar gevşetilmiştir ve bu nedenle 1977’den itibaren hastalık tekrar
artmaya başlamıştır.
Dünya Sağlık Örgütü, 1993
yılında, hükûmetlerin tüberküloz kontrol programlarının zayıflaması ve süratle
artan vakalar nedeniyle tüberküloz için acil durum ilan etmiştir.
Ülkemizde, 2003 yılından bu
yana, Dünya Sağlık Örgütü tarafından uygulanan Küresel Kontrol Programı’yla
aynı standartta Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesinde Ulusal Tüberküloz
Kontrol Programı uygulanmaktadır. Bu program üç basamaktan oluşmaktadır.
İlki: Verem Savaş Dairesi
Başkanlığında verem savaş dispanserleri, aile sağlığı merkezleri, toplum
sağlığı merkezleri ve tüm sağlık kurum ve kuruluşları tüberkülozun kontrolü
çalışmalarını planlamakta, yürütmekte ve izlemektedir.
İkinci olarak: 2003
yılından itibaren Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği doğrudan gözetimli tedavi
stratejisi uygulanmaktadır. Bu nedir? Doğrudan tedavi stratejisi, hastanın
ilaçlarını tüm tedavi süresince bilgilendirilmiş ve yetkilendirilmiş bir
görevlinin gözetiminde içmesi ve bu durumun kayıt altına alınmasıdır.
Üçüncü olarak: 2010
yılından itibaren tüberküloz ilaçlarının dağılımı herhangi bir sosyal güvencesi
olmasa da birinci, ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmeti veren kurumlardan
hastalara ücretsiz olarak temin edilmektedir ve bu, Verem Savaşı Dairesi
Başkanlığınca temin edilip dağıtılmaya başlanmıştır.
Sonuçta, Tüberküloz Kontrol
Programı kapsamında hizmete erişim kolaylaşmış, doğrudan gözetimli tedavi
stratejisi uygulanmış, riskli gruplar belirlenmiş, hastalık ve hasta hakları
konusunda toplum bilgilendirilmiş ve topluma tüm sağlık-bakım hizmeti veren
tarafların veremle mücadeleye katılmaları sağlanmıştır.
Dünya Sağlık Örgütünün
tüberkülozun yayılmasıyla ilgili hedefi 2015 yılına kadar 1990 yılına kıyasla
yarıya düşürmektir. Türkiye’de 1990 yılında bu oran yüz binde 52 iken 2010
yılında yüz binde 24’e indirilebilmiştir yani öngörülenden beş yıl önce hedefe
ulaşılmıştır. Türkiye, 2010 yılı yeni yayma pozitif olgularda tedavi başarısı
konusunda Dünya Sağlık Örgütü Avrupa bölgesinde yer alan 53 ülke arasında
başarı sıralamasında 3’üncü sırada yer almaktadır. Alınan sonuçlar göstermiştir
ki ulusal bazda Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında bu konu da başarıyla
uygulanmaktadır ve başarıya da ulaşılmıştır.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Dağoğlu.
Gündem dışı ikinci söz,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve kamuoyunun dikkatini çekmek için medyayla
ilgili söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Oktay Ekşi’de.
Buyurun Sayın Ekşi. (CHP
sıralarından alkışlar)
2.- İstanbul Milletvekili Osman Oktay Ekşi’nin, basın ve ifade
özgürlüğüne ilişkin gündem dışı konuşması
OSMAN OKTAY EKŞİ (İstanbul)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; huzurunuza, uzun süredir kanayan ama
sizin, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisine mensup milletvekillerimizin
görmezden geldikleri bir yaraya dikkatinizi bir kere de ben çekeyim diye çıktım.
İtiraf edeyim ki, vicdanlarınızı harekete geçirebileceğim konusunda fazla
iyimser değilim ama yine de umutsuz olmak istemiyorum.
Değerli milletvekilleri,
özellikle Adalet ve Kalkınma Partisine mensup arkadaşlar; siz, 2001 yılının
ağustos ayında kurduğunuz partiyle kamuoyunun karşısına çıktınız. Bu ülkeye
daha önce görmediğimiz kadar özgürlük vaddettiniz. Daha öncekilerden çok daha
iyi bir demokrasi ve daha öncekilerden çok daha ciddi bir hukuk devleti inşa
etmek vaadiyle iktidara geldiniz. Bugün, yani iktidarınızın dokuzuncu yılını da
geride bıraktığımız tarihte Türkiye’nin adı “dünyanın en büyük gazeteci
hapishanesi”ne döndü. Artık sokaktaki adamın bile bildiğini tekrarlayacak, yani
Türk gazetecilerinin daha üç kuşak öncesine kadar içinde yamyamların yaşadığı
ülkelerdeki meslektaşlarının özgürlüğüne gıptayla baktığından söz edecek
değilim. Arzu ederseniz bu ülkelerin listesini hemen takdim edebilirim. Genel
kabul görmüş uluslararası ölçümler Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı
sayesinde bir Türk gazetecisinin Moğolistan’daki, Tacikistan’daki ve
Bangladeş’teki meslektaşı kadar bile özgür olmadığını söylüyor. Çok merak
ediyorum, siz bu gerçekleri görmüyor musunuz? Görüyorsanız vicdanınızın sesini
nasıl bastırabiliyorsunuz? Bakıyorum, sözcüleriniz Adalet ve Kalkınma Partisi
iktidarında demokrasimizin çok geliştiğini söylüyor, “Daha önce tabu olan
birçok konu, şimdi rahatça ele alınabiliyor, yazılabiliyor.” diyorlar. Bir
bakıma doğru tespitler bunlar. Gerçekten, önceki yıllarda üstüne gidilemeyen,
âdeta dokunulmazlık imtiyazı yaşayan silahlı kuvvetlerimize, şimdi, herkes
ağzına gelen her şeyi söylüyor çünkü silahlı kuvvetler bir iktidar odağı
olmaktan çıktı.
Peki, madem herkes çok
özgür, bana lütfen söyler misiniz, bugün Türkiye’de, Sayın Başbakanı kızdırması
ihtimali olan herhangi bir şey yazabilen var mı? Bırakın başkasını, aranızda,
Başbakanı kızdırmış olabileceğini fark edince etkin pişmanlık yoluyla af
dilemeyen kaldı mı?
Açık konuşalım dostlarım,
özgürlük, düşüncelerinizi, eleştirilerinizi, iktidar sahibinin yüzüne karşı
güvenle ifade ettiğiniz zaman var demektir.
Sadece Başbakanı değil,
bugün iktidarınızın gizli ortağı olduğunu herkesin bildiği bir cemaati de kimse
yazamıyor, hatta o cemaatten artık siz de korkuyorsunuz çünkü Ahmet Şık’ın
ifadesiyle “Dokunan yanıyor.” Örnek isterseniz, Silivri’ye kimler atılmış, Oda
TV davasının sanıkları kimlermiş, neden tutuklanmışlar, lütfen bakınız.
Değerli milletvekilleri,
özellikle siz Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlar, bakınız, artık,
demokrasiye bağlı olduğunuza inanan kalmadı. Türkiye’deki ifade özgürlüğünden
söz edip de hakkınızda olumlu söz söyleyen bir tek resmî rapor, bir tek saygın
meslek kuruluşu yok. Avrupa Birliğinin, Avrupa Konseyinin, Avrupa Güvenlik ve
İşbirliği Örgütünün bu konudaki söyledikleri, kavgada söylenmeyecek kadar ağır
şeyler.
Dostça söylüyorum
arkadaşlar, adınız “zalim”e çıktı. Nitekim, iktidarınızın tavsiyesiyle Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına getirilen Profesör Doktor Işıl Karakaş
bile en sonunda “Türkiye, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü konusunda en kötü
durumdaki devlet diyebilirim.” diyerek isyanını dile getirdi.
Ben tekrar vicdanlarınıza
hitap ederek soruyorum: Bize ve daha doğrusu Türk insanına vadettiğiniz Türkiye
bu muydu? Bu soruya dürüstçe “Evet, buydu, diyenler ellerini kaldırsınlar.”
desem kaçınız elinizi kaldırabileceksiniz?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
OSMAN OKTAY EKŞİ (Devamla)
– Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Ekşi.
Gündem dışı üçüncü söz,
Türk Silahlı Kuvvetlerindeki sivil memurların durumu hakkında söz isteyen
Isparta Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz’a aittir.
Buyurun Sayın Korkmaz. (MHP
sıralarından alkışlar)
3.- Isparta Milletvekili S. Nevzat Korkmaz’ın, Türk Silahlı
Kuvvetlerindeki sivil memurların durumuna ilişkin gündem dışı konuşması ve
Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın cevabı
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerimin başında,
ülkemizin bütünlüğü, milletimizin birliği için fedakârca görev yapan, terörle
mücadelede şehitler veren gazi ordumuzun erinden komutanlarına, asker-sivil tüm
personeline en derin şükranlarımı, sevgilerimi sunuyorum.
Hakikaten, “Pardon”u
olmayan bir coğrafyada yaşıyoruz değerli arkadaşlar. Tutunamamış kavimlerin bir
bir yok olduğu coğrafyanın, toprakların adıdır Anadolu. Bu coğrafyadaki en
büyük gücümüz, dayanağımız ordumuz. Ordu üzerinden politika yapmamak, istismara
tevessül etmemek herkesin kırmızı çizgisi olmalıdır diye düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri,
bir süreden beri seslerini Meclisimize duyurmak için gayret gösteren Silahlı
Kuvvetler içerisindeki sivil memurlar, onurlu, medeni bir çalışma ortamında
askerî personel ile birlikte çalışmak ve hak ettikleri düzeyli yaşamı sağlayan
özlük haklarına kavuşmak istemektedirler.
Önce, statülerinin doğru
tanımlanmasını arzu ediyorlar değerli milletvekilleri. Bu arkadaşlarımız asker
mi, sivil mi? Şayet askerî statüde iseler tüm askerî personelin sahip olduğu
nimete de, külfete de ortak edeceksiniz. Yok, sivil ise statüleri -zaten bunun
arkasına gizlenip birtakım özlük haklarını vermiyorsunuz- o zaman külfet de
-kusura bakmayın- kaderleri, yazgıları olmamalı.
“Sivil” diye hem yeterli
ücret vermeyeceksin hem terfi imkânlarını ortadan kaldırıp iş tatminini asgari
düzeye indireceksin hem aynı kurumda sanki hizmet bir bütün değilmiş gibi onları
asli unsur görmeyeceksin, üstüne üstlük de askermiş gibi 926 sayılı askerî
kanuna tabi kılıp cezalandıracaksın. Bunun bu çağda kabul edilmesi mümkün
değil. Kurumdaki ilişkilerin medeni bir çizgiye çekilmesi, çalışma şartlarının
ve ücretlerinin iyileştirilmesi eminim sadece sivil memurların değil, tüm
kurumun motivasyonunu artıracak, iş verimini yükseltecektir. Bunu sanıyorum en
iyi bilenler uzmanlık alanları motivasyon, sevk ve idare olan komutanlarımız
olsa gerek.
Değerli milletvekilleri,
bütçe görüşmeleri esnasında Sayın Bakana sorduğum sualler maalesef cevapsız
kalmıştır. Bu sualleri tekrarlayıp cevaplarını Sayın Bakandan istirham ettiğimi
belirtmek istiyorum:
1) Sivil personel tıpkı
askerî personel gibi fiilî hizmet hakkından, mesai ücreti uygulamasından
faydalanmak istiyor. Hükûmetiniz bu konuda ne düşünüyor? Bu hakları vermek için
Bakanlığınızda herhangi bir çalışma yürütülüyor mu?
2) Aynı ortamda iş yapan
askerî ve sivil memurlar var; “eşit işe eşit ücret” diyordunuz ya, farklı özlük
haklarına sahipler. Bu ücretleri eşitlemek üzere bir çalışmanız var mı? Yok ise
neden nimeti değil de sadece külfeti paylaştırıyorsunuz? Bu personel asker
olmadığı hâlde neden 926 sayılı Kanun’a ve bir türlü netice alamadıkları askerî
yargıya tabi? Hatta bazı birliklerde uygulamalar o kadar kişiselleşmiş ki
askerlerle birlikte içtimaya çıkarma uygulamasına bile başvurulmaktadır; neden?
3) Lojmanların sadece yüzde
5’i sivil memurlara tahsisli. Bunu önemli-önemsiz personel ayrımı diye de
açıklayamazsınız. Bakın, öyle sivil memurlar var ki son derece stratejik
yerlerde ve hayati tehdit altında görev yapıyorlar. Bu lojmanların bir kısmının
daha sivil memurlara verilmesi için bir çalışmanız var mı? Servis araçlarında
karşılaştıkları haksızlıklara, sosyal tesisler ve kampların kullanımında
konulan engellere, hatta kanunun belirlediği mesai saatlerini, dinlenme
sürelerini ve tatillerini şahısların insafına terk etmek keyfîliğine ne zaman
bir son vereceksiniz?
4) Çalışırken sınavlarla
kazandıkları kadroların emeklilikte hiçbir karşılığı yoktur, düz memur gibi
emekli olurlar. Ayrıca, kadro tahsisi yapılmadığı için görevde yükselme
şansları da bulunmamaktadır. Bir başka kuruma geçiş imkânı muvafakatname
verilmediği için âdeta imkânsızdır. Bu sıkıntıları ortadan kaldırmaya yönelik
bir çalışmanız var mı?
5) Bu memurların örgütlenme
özgürlüğü hakkında ne düşünüyorsunuz? Sivil personel Türk Silahlı Kuvvetlerinin
iç işleyişi ve disiplinini bozacak bir şey istemiyor. Kendi mesleki
gelişimlerine katkı sunmak ve birtakım platformlarda da kendilerinin temsil
edilmesi amacıyla örgütlenme özgürlüğü istiyorlar. Hani siz diyordunuz ya
“ileri demokrasi” diye, işte, imtihan saati. Ne kadar samimisiniz, bir görelim
bakalım.
6) 2009-2010 yıllarında
uzmanlık sınavını kazanan ve sayıları 350’yi bulan sivil memurların uzman
olarak atanması ne zaman gerçekleştirilecektir?
Bu soruların cevabının 52
bin sivil memur, 250 bin ailesiyle birlikte beklendiğini ve çözüm için
Hükûmetin getireceği öneriye de Milliyetçi Hareket Partisi olarak destek
vereceğimizi ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Korkmaz.
Evet, Millî Savunma
Bakanımız…
Buyurun Sayın Bakanım. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gündem dışı söz hakkında
açıklama yapmak üzere söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Süleyman Nevzat
Korkmaz Beyefendi’nin, Sayın Milletvekilimizin sivil memurlarla ilgili
açıklamaları vardı. Süremiz elverdiği ölçüde bunlara cevap vermeye çalışacağım.
Öncelikle -adı üstünde-
bunların statüsü nedir? Sivil memur. Askerî memur değil, sivil memur.
Dolayısıyla da sivil memurun girerken koşulu da belli, statüleri de belli. Kişi
o statüyü bilerek o kuruma giriyor. Dolayısıyla, girdikten sonra “Bu statü bana
uymuyor.” diyebilmesi… Muhakkak denir. O da demokrasinin bir gereğidir ancak
girerken bildiği hukuki şartlar var. Bunları daha iyileştirmek gerekir mi?
Kesinlikle daha iyileştirmek gerekir. Biz de bunun için çalışıyoruz.
Asli unsuru mudur? Silahlı
kuvvetlerimizin erinden, sivil memurundan en üst, Genelkurmay Başkanımıza kadar
herkes silahlı kuvvetlerimizin asli unsurudur. Hiç kimseyi bir tali unsur
olarak nitelendirmiyoruz.
Yine, “Bir başka kuruma
geçiş imkânı yok.” diye bir açıklama vardı. Daha önceki uygulamalarda, bunlar
yetişmiş, nitelikli personel, dolayısıyla izin verirsek bizim kadrolarımızda
aksama olur, hizmetlerimizde aksama olur, diye izin verilmiyordu ancak bu
dönemde herkesin alternatifi vardır; dolayısıyla, kendisi, gönül rahatlığıyla,
bir başka kurumda çalışmak istiyorsa, orayı da bulmuşsa, biz, bundan sonra
gitmek isteyen arkadaşlarımıza -ancak bazı yerlerde tek bir memurumuz oluyor, o
giderse iş kalıyor, dolayısıyla yerine bir alternatifini bulmak kaydıyla
da-kurumumuzdan ayrılmak isteyenlere muvafakat vereceğiz.
“Örgütlenme özgürlüğü yok.”
deniliyor. Sonuçta biz, silahlı kuvvetlerin içerisinde, silahlı kuvvetlerin
ailesi içerisinde bir hizmet görüyoruz ve bunların da sivil toplum örgütleri
var, dernekleri var, ziyaret ettiler. Kendileriyle ilgili ne gibi yasal düzenlemeler
veya hangi düzenlemeler yapılırsa daha iyi bir duruma gelir? Dolayısıyla, bir
bilgi alışverişimiz de var, inşallah onu da gerçekleştireceğiz.
Bir başka, lojman…
Doğrudur. Bizim henüz daha asker olarak görev yapan personelimize dahi yeterli
lojman yok. Dolayısıyla da herkesin bir kıdemi, herkesin bir derecesi var. Bu
dereceye, bu kıdeme göre bir lojman tahsis etmeye çalışıyoruz. İnşallah,
Türkiye’nin bugünü dünden çok daha iyi, Türkiye’nin yarını da bugünden daha iyi
olacaktır. Bundan hiç şüphe yok. Dolayısıyla, Türkiye’nin imkânları iyi
oldukça, inşallah, biz, hem sivil memurlarımıza hem de asker olan personelimize
de lojmanları sağlayacağız.
Biz hep şunu söylüyoruz:
“Nimet-külfet dengesini sağlayacağız.” diyoruz. İnşallah, geçmişe bakılınca, enflasyona
bakın, 2002 yılından bu zamana kadar enflasyon oranına bakın, hangi oran olursa
olsun, buna emekli memurlar dâhil, BAĞ-KUR memurları dâhil, SSK memurları
dâhil, her türlü emekliye bakın, herkese şu sözümüz vardı: “Hiçbir
vatandaşımızı, hiçbir kamu görevlisini enflasyona ezdirmeyeceğiz.” diye.
Dolayısıyla biz, bu zamana kadar enflasyona ezdirmedik. Refah payından, Türkiye
kalkındı, gelişti, dolayısıyla da bu refah payından da inşallah bu
insanlarımıza cevap, karşılık vereceğiz. Mevcut statülerini de, özlük haklarını
da daha da iyileştireceğiz diyoruz.
Yine bir başka sayın
milletvekilimiz “Uzman memurlar sınava girdiler, atamaları ne zaman yapılacak?”
diyordu. 2012 yılında bu atamaların hepsini gerçekleştireceğiz. Dolayısıyla,
bir kazanılmış hakkın zayi olması söz konusu olmaz.
Şunu söyleyebilirim ki:
Türkiye’nin ekonomisi, demokrasi standartları geçmişe kıyasla kesinlikle çok
daha iyi bir durumdadır. Şüpheniz olmasın ki bundan sonra da gerek ekonomik
durumda gerekse demokratik kriterleri sağlama konusunda Türkiye’nin yarını da
bugünden daha iyi olacaktır.
Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bakanım.
Sayın Ali İhsan Köktürk,
Zonguldak Madenci Yürüyüşü’nün yıl dönümü dolayısıyla yerinizden bir dakika
buyurun lütfen.
IV.- AÇIKLAMALAR
1.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Zonguldak Madenci
Yürüyüşü’nün 21’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Büyük Zonguldak Madenci
Yürüyüşü’nün 21’inci yıl dönümü nedeniyle söz almış bulunuyorum. Öncelikle yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 12
Eylül darbesinden sonra neoliberal politikalar ağırlığını tüm ülkemizde olduğu
gibi Türkiye Taşkömürü Kurumunda da hissettirmiş, maden emekçilerimizin en
haklı talepleri göz ardı edilmiş, dönemin siyasal liderinin emeği dışlayan
söylem ve eylemleri, madencisiyle bütünleşen bütün bir kentin haklı ve zorlu
direnişinin, bütün bir Zonguldak’ın haklı ve zorlu direnişinin yaşama geçmesine
neden olmuştu. Yüz binlerin Ankara yollarına doğru yola çıktığı bu kararlı
yürüyüş ve hak arama mücadelesi Türk ve dünya emek mücadelesinin müstesna
sayfasında yerini almış, Zonguldaklının madencisiyle, esnafıyla, köylüsüyle,
kadınıyla erkeğiyle onurlu mücadelesini tarihe kazımıştı.
Bugün bu şanlı yürüyüşün
21’inci yıl dönümünde, eylemin büyük sendika lideri Şemsi Denizer başta olmak
üzere yerin yüzlerce metre altında iş kazalarında, grizularda yaşamını yitiren
tüm maden şehitlerimizi ve hayatta bulunan tüm maden emekçilerimizi büyük bir
saygıyla anıyorum.
Çok teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Köktürk.
İstanbul Milletvekili Sayın
Öğüt sisteme girmiş.
Konunuz neydi efendim?
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT
(İstanbul) – Haydarpaşa-Kocaeli arasındaki tren hattının kapatılmasıyla ilgili
konuşacaktım.
BAŞKAN – Peki, bir dakika
yerinizden…
2.- İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ün, Haydarpaşa-Kocaeli
arasındaki tren hattının kapanacak olmasına ilişkin açıklaması
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT
(İstanbul) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkanım, sayın
milletvekillerim; Haydarpaşa-Kocaeli tren yolunun kapanacak olması İstanbul ile
Anadolu bağlantısını kesecektir. Bu bölgede ucuz ve güvenli yolu seçen
işçilere, memurlara, öğrencilere nasıl bir çözüm yolu önerilmektedir?
Anadolu’ya gidecek dar gelirlilere nasıl bir çözüm yolu önerilmektedir?
Biliyorsunuz, Haydarpaşa
bütün Anadolu’nun en ücra köşesini tren hatlarıyla bağlayan bir merkezdir.
Haydarpaşa’yı işlevsiz bırakarak, halkın dikkatini dağıtarak yeni bir imar
operasyonu yapmak istiyorsanız, böyle bir amacınız varsa şunu biliniz ki, böyle
bir amaca İstanbullular kesinlikle engel olacaktır, buna izin vermeyecektir.
Bu anlamda, Hükûmetin bir
an önce bu yolu açması için bir çözüm yolu bulmasını istiyoruz.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Öğüt.
Kütahya Milletvekilimiz
Sayın Işık sisteme girmişler, buyurun efendim.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Van
depreminde hafif hasarlı binalara 1.250 TL verilirken Simav depreminde 750 TL
verilmiştir, o konuda bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Bunun aciliyeti ne
şu anda?
ALİM IŞIK (Kütahya) – Acil
efendim.
BAŞKAN – Böyle bir usulümüz
yok Sayın Işık.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Efendim, kısa bir açıklamada bulunacağım. Simavlı depremzedeler 500 lira zarar
görmüştür. Bu çok acil.
BAŞKAN – Teşekkür ederim,
sağ olun, çok teşekkür ederim.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır, başlatıyorum.
Meclis araştırması
açılmasına ilişkin üç ayrı önerge vardır, bilgilerinize sunmak üzere
okutuyorum:
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması
Önergeleri
1.- Van Milletvekili Özdal Üçer ve 20 milletvekilinin, çocuk ve
gençlerde madde bağımlılığının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/89)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Ülkemizde çocuklarda ve
genç nüfusta madde bağımlılığı giderek artmaktadır. Başta Van olmak üzere ülke
genelinde ilköğretim ve ortaöğretim öğrencilerinde, başta çocuklar olmak üzere
genç nüfusta bağımlılık yapan madde kullanımının araştırılması amacıyla
Anayasa’nın 98, İçtüzüğün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis
araştırması açılmasını arz ederim.
Gerekçe:
Tüm dünyada olduğu gibi
ülkemizde de uyuşturucu madde kullanım yaşı gittikçe düşmektedir. EGM KOM Daire
Başkanlığına bağlı Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi
(TUBİM) verilerine göre en fazla kullanıcının bulunduğu yaş aralığının 15-24
yaş arası olduğu görülmektedir. 2007 yılında yapılan bir çalışmada ülkemiz
genelinde genç nüfusta herhangi bir madde kullanım oranı %2,9 olarak tespit
edilmiştir.
Çocuklarda ve gençlerde
madde kullanımını tetikleyen bir çok neden bulunmaktadır, madde kullanımını
tetikleyen nedenler arasında; merak ve arkadaş etkisi ilk iki sırayı
almaktadır. Bunun yanında gençlerin ergenlik döneminde, rol-model arayışları da
madde kullanımında diğer bir önemli etkendir. Bu önemli etmenlerin tamamının
toplu olarak sergilendiği mecralardan en önemlisi de hiç şüphesiz
televizyondur. Madde kullanımı açısından risk grubu içindeki okul çağındaki
çocuklarda dizi izleme oranı da %70 olarak tespit edilmiştir. Okul çağı
gençlerde dizi film izleme oranı da dizilerin kahramanları ve işlenen konular
bakımından bir kat daha önem kazanmaktadır. Diğer bir önemli nedende
öğretmenlerin tükenmişliği ve öğrenci için güçlü bir model olamayışıdır.
Günümüzde ilköğretim başlarında çocuk için en güçlü model olan öğretmenin
yerini arkadaş almıştır.
Son 12 aylık dönemde
kullanıldığı bildirilen maddeler içinde, öğrencilerin yüzde 3’ünden fazlası
esrar, yüzde 2’den fazlası da uçucu madde kullandığını ifade edilmektedir.
Kullananlar arasında ilk kullanılan maddeler esrar, sakinleştirici ya da
sedatifler ve ectasydir. Gençlerde madde kullanımı ile mücadelede başta Milli
Eğitim Bakanlığı olmak üzere birçok kuruma çok ciddi görevler düşmektedir.
Fakat Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülen programların pek çoğunda
temel sorumluluk rehberlik öğretmenlerinde olup psikolojik danışmanlık ve
rehberlik öğretmenleri sayıca yetersizdir. Okullarda sosyal ve psikolojik
olarak destek programlarının temel sorumlusu olan psikolojik danışmanlık ve
rehberlik öğretmenlerinin kadrolarının artırılması sağlanmalıdır. Ayrıca,
öğretmenlerin rehberlik ve psikolojik danışmanlık kapasitesinin
geliştirilmesine yönelik hizmet içi eğitim programları düzenlenmelidir. Milli
Eğitim Bakanlığı tarafından çocuklara yönelik programlar sırasında aileler ile
görüşmeler yapılması gerekmektedir. Ancak, ailelerin çalışma temposunun
yoğunluğu nedeniyle bu iletişim kurulamamaktadır. Bu konuda okul aile
birlikleri de yetersiz kalmaktadır. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü tarafından
ülke çapında gençlerin gelişmesine yönelik olarak, gençlik kampları, gençlik
kulüpleri, gençlik merkezlerinde spor etkinliklerine katılması sağlanmaktadır.
Ancak, hedef grubuna göre çok az sayıda genç bu kuruluşlardan
yararlanabilmektedir. Bu kulüplere devlet tarafından yapılan ödemeler son
derece sınırlıdır. Kamplara alınacak öğrencilerin başarılı olanlardan
seçilmesi, eğitimde ödüllendirme kuramı ile uygun olmasına karşılık; özellikle
madde kullanan veya kullanma eğilimi olup risk grubunu oluşturan gençlerin ders
başarısının çok düşük olduğu belirlenmiştir.
Madde bağımlılığı ile
mücadelede diğer önemli bir görevde madde bağımlısı olan gençlerin bu
bağımlılıktan kurtulmasında Sağlık Bakanlığına düşmektedir. Fakat ülkemizde
madde bağımlılarının tedavisi için gerekli olan merkezlerin sayısı oldukça
sınırlıdır. Madde bağımlılığı konusunda toplam 20 tedavi merkezi bulunmaktadır.
Tedavi merkezlerindeki yatak sayısı 495’tir. Bu sayıyı artırması gerekirken
İzmir’de 18 yaş altındaki madde ve alkol bağımlısı çocuk ve ergenlerin ayaktan
ve yatılı tedavi gördüğü Ege Üniversitesi Çocuk ve Ergen Alkol, Madde
Bağımlılığı Araştırma ve Uygulama Merkezi (EGEBAM) yatılı bölümü, güvenlik ve
temizlik personeli krizi nedeniyle kapanmıştır.
Ülkemizde madde
bağımlılığından kaynaklı ölümlerin 2002 yılından 2008 yılına kadar 17 kat
artmış olması (2002:9, 2003:6, 2004:29, 2005:26, 2006:51, 2007:147, 2008:159,
ölüm sayısı 2002’den 2008’e kadar %1.766 artmıştır), ilköğretime kadar başta
esrar ve diğer maddelerin kullanımının yaygınlaştığı göz önüne alındığında
gençlerde madde kullanımına ilişkin önlemlerin acilen alınması gerekmektedir.
Özellikle Van ilinde madde
kullanımı 10 yaşına kadar düştüğü ve öğrenciler arasında esrar, bali, tiner vb.
maddelerin kullanımı son derece yaygınlaşmış durumdadır. Özellikle Van’da
güvenlik güçlerinin ve okul idarecilerinin duyarsız kaldığı dile
getirilmektedir. “Uyuşturucu uyutur, herkes uyursa asayiş berkemaldır.” mantığı
ile yaklaşıldığı belirtilmektedir. Hatta resmi yetkililerin, gençlerin ve
çocukların madde bağımlısı olmasına göz yumdukları iddia edilmektedir.
Anayasa’nın 58’inci
maddesinde “... Devlet gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden,
suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için
gerekli tedbirleri alır.” hükmü ile devletin bu konudaki sorumluluğu ve ödevi
belirtilmiştir.
Yukarıdaki açıklamalar
gerekçesinde, ülkemizde genç nüfusta madde bağımlılığına ilişkin kapsamlı bir
çalışmanın ve kurumlar arası ortak bir stratejinin olmamasını da göz önünde
bulundurularak başta Van olmak üzere ülke genelinde ilköğretim ve ortaöğretimde
öğrenciler ve genç nüfusun bağımlılık yapan madde kullanımı hakkında kapsamlı
bir araştırma yapılması büyük önem arz etmektedir.
1) Özdal Üçer (Van)
2) Pervin Buldan (Iğdır)
3) Hasip Kaplan (Şırnak)
4) Sırrı Sakık (Muş)
5) Murat Bozlak (Adana)
6) Halil Aksoy (Ağrı)
7) Ayla Akat Ata (Batman)
8) İdris Baluken (Bingöl)
9) Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
10) Emine Ayna (Diyarbakır)
11) Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
12) Altan Tan (Diyarbakır)
13) Adil Kurt (Hakkâri)
14) Esat Canan (Hakkâri)
15) Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
16) Sebahat Tuncel (İstanbul)
17) Mülkiye Birtane (Kars)
18) Erol Dora (Mardin)
19) Ertuğrul Kürkcü (Mersin)
20) Nazmi Gür (Van)
21) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
2.- Van Milletvekili Özdal Üçer ve 20 milletvekilinin, 1930
yılında Van’ın Erciş ilçesindeki Zilan bölgesinde yaşanan olayların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/90)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Van’ın Erciş İlçesinde 1930
yılında yaşanan Zilan Katliamı araştırılıp, isyan dönemi yaşanan olayların
aydınlatılması amacıyla Anayasanın 98’inci, İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri
gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.
Gerekçe:
1930 yılında Ağrı ili ve
civarında Ağrı İsyanı adıyla anılan bir isyan gerçekleşmiş; isyanın
bastırılmasından sonra ise isyana katılan-katılmayan birçok insan Van ili Erciş
ilçesi sınırları içerisindeki Zilan Deresi’ndeki köylere sığınmıştır. Temmuz
1930 tarihinde ordu güçleri tarafından Zilan Deresi’ne bir operasyon
düzenlenmiş, köylerin büyük bir kısmı yakılarak boşaltılmış ve isyana katılıp
katılmadığına bakılmaksızın binlerce sivil vatandaş katledilmiştir. Bu
operasyonda; Hasanabdal, Aks, Şahbazar, Doğancı, Tendurek, Çakırbey, Yılanlık,
Harhus, Babazeng, Kömür, Şor, Şorik, Mürşit, Mescitli, Karakilis, Kündük,
Zorava, Aryutin, Hallacköy, Koşköprü, Kuruçem, Mülk, Yekmal, Kilise, Gosk,
A.Partaş, Y.Partaş, Binesi, Bunizi, Pelexlu, Kerx, Söğütlü, Mığare, Kardoğan,
Kelle, Hostekar, Süvarköy, Kızılkılise, Ziyaret, Hiraşen, Komik, Şeytanava,
Birhan ve Yukarı Koçköprü Köyü ateşe verilerek yakılmıştır. Operasyon sonrası
sivil ve silahsız olan 15.000’e yakın kişi öldürülmüştür.
13 Temmuz 1930 tarihli
Cumhuriyet gazetesi operasyonu, “Ağrı Dağı tepelerinde kovuklara iltica eden
1.500 kadar şaki kalmıştır. Tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli
bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde
inlemektedir. Türkün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir.
Eşkıyaya iltica eden köyler tamamen yakılmaktadır. Zilan harekâtında imha
edilenlerin sayısı 15.000 kadardır. Zilan Deresi ağzına kadar ceset
dolmuştur... Bu hafta içinde Ağrı Dağı tenkil harekâtına başlanacaktır.
Kumandan Salih Paşa bizzat Ağrı’da tarama harekâtına başlayacaktır. Bundan
kurtulma imkânı tasavvur edilemez.” şeklinde haber yapmıştır.
1930 tarihindeki sayısında
Cumhuriyet Gazetesi Zilan Deresi’ndeki toplu katliamı şöyle vermiştir:
“Karaköse, 14 (Özel muhabirimiz bildiriyor) - Ağrı eteklerinde eşkıyaya katılan
köyler yakılarak, ahalisi Erciş’e sevk ve orda iskan olunmuştur. Zilan
harekâtında imha edilen eşkıya miktarı, 15 binden fazladır. Yalnız, bir müfreze
önünde düşüp ölenler bin kişi olduğu tahmin ediliyor. Zilan Deresi’ne sıvışan 5
şaki teslim olmuştur. Buradaki harp, pek müthiş bir tarzda cereyan etmiştir.
Zilan Deresi, lebalep cesetlerle dolmuştur.”
Dönemin iktidarlarına göre
ise; “İsyan mıntıkasında işlenen fiiller suç sayılmaz”dı. Bölge, “serbest atış
alanı”ydı. 20 Temmuz 1931 tarih ve 1850 Sayılı Kanunla bu teyid edilmiştir.
Madde 1: Erciş, Zilan, Ağrı
dağ havalisinde vuku bulan isyanda, bunu müteakip Birinci Umumi Müfettişlik
mıntıkası ve Erzincan Pülümür kazası dahilinde yapılan takip ve te’dip
hareketleri münasebetiyle 20 Haziran 1930’dan 1 Kanun-ı Evvel 1930 tarihine
kadar askeri kuvvetler ve devlet memurları ve bunlar ile birlikte hareket eden
bekçi, korucu, milis ve ahali tarafından isyanın ve bu isyanla alakadar
vak’aların tenkili emrinde gerek müstakilen ve gerekse müştereken işlenmiş
ef’al ve hareket suç sayılamaz.
Madde 3: Bu kanunun
icrasına Adliye ve Dahiliye vekilleri memurdur.
Katliam sonrası binlerce
insan köylerini terk etmek zorunda bırakılmıştır. Boşaltılan köyler 1980 yılına
kadar boş bırakılmış, bu yıldan sonra ise köylere Afganlar yerleştirilmiştir.
1930 yılında yaşanan Zilan
Katliamı ile ilgili olarak gerekli araştırmaların yapılması ve dönemin
mağdurlarının ve vârislerinin mağduriyetlerinin giderilmesine yönelik
çalışmalar bir an önce yapılmalıdır.
1) Özdal Üçer (Van)
2) Pervin Buldan (Iğdır)
3) Hasip Kaplan (Şırnak)
4) Sırrı Sakık (Muş)
5) Murat Bozlak (Adana)
6) Halil Aksoy (Ağrı)
7) Ayla Akat Ata (Batman)
8) İdris Baluken (Bingöl)
9) Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
10) Emine Ayna (Diyarbakır)
11) Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
12) Altan Tan (Diyarbakır)
13) Adil Kurt (Hakkâri)
14) Esat Canan (Hakkâri)
15) Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
16) Sebahat Tuncel (İstanbul)
17) Mülkiye Birtane (Kars)
18) Erol Dora (Mardin)
19) Ertuğrul Kürkcü (Mersin)
20) Nazmi Gür (Van)
21) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
3.- Adana Milletvekili Ali Halaman ve 22 milletvekilinin,
narenciye üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/91)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı’na
Narenciye üreticilerimizin
piyasada oluşan fiyat dalgalanmalarından korunması ve narenciye ihracatında
ülkemizin potansiyelinin değerlendirilmesi ile ilgili sorunların tespiti ve
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci İçtüzüğün
104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ve talep
ederiz.
Gerekçe:
Türkiye yıllık 3,5 milyon
ton civarında üretim ile dünya narenciye üretiminde ilk on ülke arasında yer
almaktadır. Bu üretim miktarının ancak üçte biri ihraç edilebilmekte kalan
kısmı iç piyasaya sunulmaktadır.
Ülkemizin narenciye
ihracatında diğer ülkelerle rekabet edebilirliğinin artırılması için ton başına
verilen teşviklerin üreticiler açısından yeterli bir noktaya getirilmesi
gerekmektedir. Öte yandan iç piyasada fiyat istikrarının sağlanması, ürünün
bahçe fiyatı ile market fiyatı arasındaki uçurumun kapanması, narenciye
ürünleri için tanıtım grupları oluşturulması son derece önemlidir.
İhracat yapılan ülkelerin
sayısının artırılması ve yapılan ihracat miktarının yükseltilmesi gereği
vardır. İhracatı olumsuz etkileyen faktörlerin başında gelen zirai ilaç
kalıntısı konusunda üreticilerin eğitilmesi ve denetim mekanizmalarının
işletilmesi zorunludur. İhracatın artırılması için etkin ve iyi işleyen bir
pazarlama organizasyonuna ihtiyaç olduğu açıktır. Bunu gerçekleştirmek için
Devlet kurumları öncü rol üstlenmelidir.
Özellikle 2010-2011
sezonunda narenciye ürünleri maliyetinin altında fiyata alıcı bulduğundan
dalında kalmıştır. Mazot, gübre, sulama ve işçilik maliyetlerinin sürekli
yükselmesine rağmen 2011-2012 yılı narenciye fiyatları önceki yılların altına
inmesi dolayısıyla, üretici bu sezonu da zararla kapatmak zorunda kalacaktır.
Narenciye üreticisi açısından bir sahipsizlik söz konusudur. Üreticinin hak
ettiği geliri elde edebilmesi bakımından girdi fiyatlarının aşağı çekilmesi
büyük rol oynayacaktır. Narenciye üretiminde bahçe oluşturma ve bakım
masrafları yüksektir. Öte yandan yeni dikilen narenciye ağaçlarının meyve
vermesi beş altı yıl almakta büyük ölçüde yatırım yapıldığından ürün profili
kısa dönemde değiştirilememektedir.
Üretilen narenciyenin üçte
ikilik kısmının iç pazarda tüketildiği göz önüne alınarak iç pazara yönelik
stratejiler geliştirilmesi gerekmektedir. Bunun için üretici örgütlerinin temel
beklentisi narenciyenin Hal Yasası kapsamı dışına çıkarılmasıdır. Üreticiden
tüketiciye kadarki süreçte aracıların yüksek kâr elde ettiği bilinmektedir.
Narenciye ürünleri Hal Yasası kapsamı dışına çıkarılırsa pazar fiyatını aşağı
çekmek ve talebi artırmak mümkün olabilecektir.
Narenciye sektöründe
üreticiler lehine sürdürülebilirliğin sağlanması için temel girdiler konusunda
destek sağlanması gereği vardır. Bu önleme paralel olarak kooperatifler ve
üretici birlikleri Devletçe desteklenmeli ve özendirilmelidir. Yurtiçi talebi
artırmak için tanıtım ve reklam kampanyaları düzenlenmelidir.
İşleme sanayi yatırımları
desteklenmelidir. Hastalık ve zararlılarla mücadelede dış pazarların karantina
uygulamaları ve üst kalıntı sınırları göz önünde bulundurulmalıdır.
Yukarıda sayılan
gerekçelerle narenciye üreticilerinin yaşadıkları sorunların ve bu ürünlerin
ihracat politikasında var olan eksikliklerin saptanması ve alınacak tedbirlerin
Yüce Meclisimizce tespiti amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasının yerinde
olacağı kanısını taşımaktayız.
1) Ali Halaman (Adana)
2) Mehmet Şandır (Mersin)
3) Oktay Vural (İzmir)
4) Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
5) Sadir Durmaz (Yozgat)
6) Oktay Öztürk (Erzurum)
7) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
8) Tunca Toskay (Antalya)
9) D. Ali Torlak (İstanbul)
10) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
11) Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
12) Ruhsar Demirel (Eskişehir)
13) Mehmet Günal (Antalya)
14) Emin Çınar (Kastamonu)
15) Mustafa Kalaycı (Konya)
16) Enver Erdem (Elâzığ)
17) Erkan Akçay (Manisa)
18) Mehmet Erdoğan (Muğla)
19) Hasan Hüseyin Türkoğlu (Osmaniye)
20) Muharrem Varlı (Adana)
21) Mustafa Erdem (Ankara)
22) Reşat Doğru (Tokat)
23) Sümer Oral (Manisa)
BAŞKAN – Meclis araştırması
açılmasına dair önergeler bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Şimdi, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.
B) Tezkereler
1.- TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir parlamenter
heyetin, Gürcistan Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Akaki
Minashvili’nin vaki davetine icabetle Gürcistan’a resmî ziyarette bulunmalarına
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/720)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
TBMM Dışişleri Komisyonu
üyelerinden oluşan bir parlamenter heyetin, Gürcistan Parlamentosu Dış
İlişkiler Komisyonu Başkanı Akaki Minashvili’nin vaki davetine icabetle
Gürcistan’a resmî bir ziyaret gerçekleştirmesi öngörülmektedir.
Söz konusu parlamenter heyetin
Gürcistan’ı ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkında 3620 Sayılı Kanun’un 6. Maddesi uyarınca Genel Kurul’un
tasviplerine sunulur.
Cemil
Çiçek
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri
1.- Gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun çalışma saatlerinin
yeniden düzenlenmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu 04.01.2012
Çarşamba günü (bugün) toplanamadığından, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince,
Grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Ahmet
Aydın
Adıyaman
AK
PARTİ Grup Başkan Vekili
Öneri:
Gündemin Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler Kısmında yer alan 112 sıra
sayılı kanun teklifinin bu kısmın 3 üncü sırasına, 15 sıra sayılı kanun
tasarısının ise bu kısmın son sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna
göre teselsül ettirilmesi,
Genel Kurulun;
10, 17, 24, 31 Ocak 2012
ile 07 Şubat 2012 Salı günkü birleşimlerinde 1 saat süre ile sözlü soruların
görüşülmesini müteakip diğer denetim konularının görüşülmeyerek, gündemin kanun
tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işler kısmında yer alan
işlerin görüşülmesi,
11, 18, 25 Ocak 2012 ile
01, 08 Şubat 2012 Çarşamba günkü birleşimlerinde ise Sözlü Soruların
görüşülmemesi,
4 Ocak 2012 Çarşamba günkü
birleşiminde saat 20:00’ye kadar,
10, 17, 24, 31 Ocak 2012
ile 7 Şubat 2012 Salı günkü birleşimlerinde 15:00-20:00 saatleri arasında
çalışması,
5, 11, 12, 18, 19, 25, 26
Ocak 2012 ile 01, 02, 08, 09 Şubat 2012 Çarşamba ve Perşembe günkü
birleşimlerinde ise 13:00-20:00 saatleri arasında çalışması,
Önerilmiştir.
BAŞKAN – Önerinin lehinde,
Ankara Milletvekili Sayın Nurdan Şanlı.
Buyurun Sayın Şanlı. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
NURDAN ŞANLI (Ankara) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Danışma Kurulu bugün toplanamadığından
İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince grup önerimizin lehinde söz almış bulunuyorum.
Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.
Gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan 112 sayılı
Kanun Teklifi’nin 3’üncü sıraya alınmasıyla ilgili olarak, Emniyet Genel
Müdürlüğünde görev yapan pilot, uçuş ve görev ekibine ödenen tazminat
oranlarının yeniden belirlenmesi ile 2629 sayılı Kanun’un 666 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ile değiştirilen hükümlerinde Türk Silahlı Kuvvetlerinde
görev yapan denizaltıcı uzman erbaşlara hâlen ödenmekte olan tazminata ilişkin
sehven yer verilmeyen düzenlemeler görüşüleceğinden, grup önerimizin lehinde
olduğumuzu belirtir, saygılarımı sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şanlı.
Önerinin aleyhinde, Şırnak
Milletvekili Sayın Hasip Kaplan.
Buyurun Sayın Kaplan.
Süreniz on dakika.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün de işte geldik yeni yılın ilk
haftası, AKP’nin bir klasiğiyle karşı karşıyayız.
Her hafta bir önerge
getirir, her hafta gündemi değiştirir, her hafta kendi istediği gibi bu Meclisi
yönetir, bu Meclisin içinde üç tane parti grubu yokmuş gibi davranır; ülkenin
gerçek gündemlerini konuşmak yerine kendi gündemini, kendi çıkarlarını, ülkenin
gündeminin önüne, ülkenin çıkarlarının önüne, toplumun çıkarlarının önüne
koyar.
Aralıktan bu yana her
hafta, her gün Meclisin toplantıları düzenleniyor. Burada, dikkat edin, ocak
ayının sonuna kadar çalışma saatlerinin ve görüşülecek konuların tespiti var.
Sizinle burada iddiaya girerim ki bu ayın sonuna kadar, verdiğiniz bu önergeyi
yine en az iki üç önergeyle değiştireceksiniz çünkü bu Meclis kendi iradesiyle
çalışmıyor. Meclisin çoğunluğunu oluşturan AK PARTİ de kendi gündemini
merkezinden, başka yerlerden aldığı talimatlar doğrultusunda grup başkan
vekillerinin önergeleriyle burada belirliyor.
Şimdi soruyorum size:
Türkiye’nin gerçek gündemi nedir? Türkiye’nin gerçek gündemi Uludere’de 35
insanımızın savaş uçaklarımız tarafından bombalanıp hunharca katledilmesi,
insanlığa karşı işlenen suç, soykırım suçunun gerçek faillerinin ortaya
çıkarılması değil midir? Türkiye Meclisi, bunu araştırmadan, bunu konuşmadan,
bununla ilgili komisyon kurmadan, bununla ilgili genel görüşme açmadan, bununla
ilgili araştırma komisyonları kurmadan, bu katliamın, insanlık suçunun ayıbının
hepsini açıklığa, aydınlığa kavuşturmadan TOKİ yasalarını getirmesi, 35
insanımızı cayır cayır bombalarla yakıp paramparça eden zihniyetin ne amacı
olabilir?
Eğer bu Meclis sizin
çiftliğinizse, eğer milletin iradesi söz konusu değilse, eğer üç parti grubunun
çalışma isteği ve planlaması hiç önemli değilse, eğer Mecliste konuşulacak
konulardan önceden haberdar değilse, eğer Meclis üyeleri hazırlanmadan,
çalışamadan geliyorsa ve eğer siz de bunun üzerine 2 Kasımda çıkardığınız bir
kanun hükmünde kararnameyi yirmi bir gün sonra düzeltmeye kalkarsanız, bir
taraftan Hükûmet ve Meclisi baypas edip 2 Kasımda kararname çıkarıp arkasından
bununla, bir kanunla bunu baypas etmeye çalışırsanız bu, milletin iradesiyle
dalga geçmektir, ti geçmektir, aşağılamaktır milletin iradesini, milletin
çıkarını, gündemini görmemezliktir; bu, milletle dalga geçmektir; bu, milletin
en başta gelen, en temel hakkı olan yaşam hakkı konusunda, insanlığa karşı suç
konusunda aymazlıktır.
Arkadaşlar, bu Meclis bunu
hak etmiyor, milletin iradesi bunu hak etmiyor. Yoksulluk içinde geçim derdiyle
uğraşan, her gün zamlarla perişan duruma gelen halkın sorunlarını da
konuşamıyoruz burada. Önümüzde raporlar var. Bakın, İnsan Hakları Derneği,
MAZLUMDER, KESK, Türk Tabipleri Birliği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Türkiye
İnsan Hakları Vakfı, Türkiye Barış Meclisi, DİSK, Genel İş Sendikası gibi
onlarca emek ve meslek örgütü ve sivil toplum kuruluşu Uludere’ye gidiyor,
Roboski katliamının raporlarını hazırlıyor. Bu Meclisi uyarıyorum, bakın,
uyarıyorum: Bu insanlık ayıbı şu turuncu koltuklarda oturanların hiç sorunu
değilse, eğer onu konuşmayacaksa bu Meclis, eğer bunu çözmeyecekseniz, eğer
bunu biz Lahey Adalet Divanına, Uluslararası Ceza Mahkemesine, Cenevre savaş
hukukuna, bütün dünyaya taşımazsak da biz de siyaset yapmıyoruz demektir. Bu
meydanı size boş bırakırsak…
Burada insanlığa karşı suç
bizim de yasalarımızda suçtur, dikkatinizi çekmek istiyorum. Türk Ceza
Kanunu’nun 76’ncı maddesi soykırım suçlarında bir planın icrası suretiyle
millî, etnik, ırkî veya bir grubun tamamen ve kısmen yok edilmesinin suçlarının
cezasının ağır müebbet olduğunu söylüyor ve burada “zaman aşımı yoktur” hükmü
var. Bakın, Türk Ceza Kanunu’nun 27’nci maddesi “İnsanlığa karşı suç” başlığı
altında toplu kırımları, jenositleri, “…”(*) insanlık suçu sayıyor
ve onun altındaki maddede de “bu maddede zaman aşımı yoktur” yazıyor. Kendi
yasamızı uygulamıyoruz. Taraf olduğumuz Birleşmiş Milletlerin yasalarını
uygulamıyoruz. İnsanlığa karşı suç oluşturan Birleşmiş Milletler Şartı’nı
dikkate almıyoruz. İkinci Dünya Savaşı sonrası Nürnberg mahkemelerinde
yargılanan savaş suçlularının nasıl yargılandığını hesaba katmıyoruz. Bırakın
uzağa gitmeyi, yakın tarihimize gelelim. Avrupa’nın göbeğinde, Bosna-Hersek’te
işlenen katliamların yargılandığı Bosna-Hersek ATOK İnsan Hakları Uluslararası
Mahkemesinin, bunun da akıbetinden ders almıyoruz. Bırakın onu, Ruanda’da
kurulan ATOK Uluslararası Mahkemede, katliam suçu işleyenlerin nasıl
yargılandığını ve zaman aşımına tabi olmadan yargılandığını da dikkate almıyoruz.
Bu ayıp burada temizlenmediği sürece bütün bu kurumların içinden geçecek ve
savaş suçu işleyenler, El Beşir gibi, uluslararası ceza mahkemelerinin imzacısı
olmasa, tarafı olmasa da uluslararası yargı önünde tutuklanacak, haklarında
tutuklama kararları çıkacak ve ülkeler arasında dolaşamaz bir duruma
geleceklerdir.
Şimdi Türkiye’nin gerçek
gündemi bu iken, TOKİ yasalarıyla bu memleketi, bu milleti oyalamak bu millete
zulümdür, bu millete hakarettir. Bu şımarmış bir iktidarın, arsız bir
iktidarın, ne yaptığını bilmez bir iktidarın, bu ülkede ağzından çıkanı
duymayan bir iktidarın yaptığı saçmalıkları milletin iradesinde, Meclisinde
taşımak zorunda değiliz.
Bugün Hüseyin Çelik, gazete
yönetmenleriyle kahvaltı yapıyor ve diyor ki: “Ana muhalefet lideri
Kılıçdaroğlu’na biz helikopter vermedik, verseydik Selahattin Demirtaş’a,
Devlet Bahçeli’ye de vermek zorundaydık.” Peki, o helikopterler… AKP tur,
turizm midir arkadaşlar? AKP’nin turu, turizmi midir, şirketi midir, malınız
mıdır, varlığınız mıdır? Bunun parası hazineden çıkmıyor, bunun parası
vatandaştan çıkmıyor yani devletin olanakları, devletin uçakları, devletin
şirketleri, hepsi sizin babanızın malı mıdır? Sizin ayrıcalığınız ne,
özelliğiniz ne? Bu ülkeye bu ayrımı, bu ayrıcalığı, bu zulmü, bu utanası
insanlık suçunu, bunu işleyenleri korumayı, bunları koruyup da arkasından
memleketin gözüne, dünyanın gözüne bakarak kaza süsü verip kan parasıyla bu işi
kapatma gayretlerinin içinde olmayı bu milletin iradesi bu Mecliste
konuşamıyorsa, hâlâ TOKİ’yi konuşmayı öne alıyorsanız, bu insanlık ayıbı, bu
insanlık suçu, bu suçu işleyenleri, zaman aşımı olmaksızın tarih önünde bunun
hesabını verdirecektir. İstediğiniz kadar yönlendirilmiş medya, psikolojik
savaş tarzlarıyla bu katliamı örtmeye çalışın, örtbas etmeye çalışın, 35 genç
fidanı toprağa verdiğimiz Roboski’de, onların yattığı mezarlıkta dikilecek
anıttaki soykırım suçunun üzerinde bu dönemin iktidarının, bu dönemin
sorumlularının, bu dönemin aymazlığının, bu dönemin sorumsuzluklarının, bu
dönemin pişkinliğinin, bu dönemin işlediği insanlık suçunun, abidesinin destanı
yazılacaktır. Bu destanda hak, hukuk, adalet, eşitlik varsa, vatandaşlık varsa,
temel hak ve hürriyetler varsa, yaşama hakkı varsa, bu hak, bu hukuk da bu
Mecliste sorulacaktır.
Şimdi böyle bir gündemi
bırakacaksınız, böyle gerçekleri bırakacaksınız bu Meclisi TOKİ’lerle meşgul
edeceksiniz. Biz buna onay vermeyeceğiz. Bu zulmünüze, bu çoğunluk diktanıza,
bu anlayışınıza, bu insanlığa karşı suçları koruma, kollama anlayışınıza prim
vermeyeceğiz, buna karşıyız. Buna karşı olmak bir insanlık borcudur, milletin
iradesinin gereğidir, saygının gereğidir.
Bu Meclisi cumhuriyet
tarihinin tek parti dönemlerinde, tek lider dönemlerinde dahi böylesine
hoyratça, böylesine acımasızca, böylesine diktatörce hiçbir iktidar, hiçbir
zaman kullanmadı ama bu dönem bunun kullanıldığını görüyoruz. Bu Meclis
diktaların at koşturduğu, çiftliğe çevirdiği bu Meclis, kimsenin malı mülkü
değildir, kimsenin de çoğunluğunun emrinde olmayacaktır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(BDP sıralarından alkışlar)
(*) Bu bölümde, Hatip
tarafından Türkçe olmayan bir dille kelime ifade edildi.
BAŞKAN – Önerinin lehinde
Mersin Milletvekili Sayın Mehmet Şandır.
Buyurun Sayın Şandır. (MHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Her defasında olduğu gibi,
tekraren ifade ediyorum: Meclisimizin gündemini belirlemek yetkisi Hükûmete
aittir çünkü ülkeyi millet adına yönetmek sorumluluğu siyasi iktidarındır. Öyle
olunca toplumun sorunlarının çözümü için gerekli hukuki düzenlemenin öncelik
sıralamasını siyasi iktidar, Hükûmet ve onun Meclis grubu belirleyecektir. Arzu
edilen husus bunun muhalefet partileriyle uzlaşarak birlikte yapılması çünkü
yaptığınız programla bu Meclis çalışmaktadır. Çalışma süresiyle ve çalışacağı
konuların sıralamasıyla hepimizi yakından ilgilendirdiği için olması gereken
Meclis Genel Kurulunun gündeminin Mecliste grubu bulunan tüm siyasi partilerle
birlikte tanzim edilmesidir. Bu yönde birçok defa birlikte, ortak Danışma
Kurulu kararları getirilebilmiştir ama bazen de uzlaşma temin edilemediği
zamanlarda grup önerisiyle buraya teklifler getirilir, bu teklifler Genel
Kurulun bilgisine ve onayına sunularak Meclisimizin çalışma saatleri ve çalışma
konuları şekillenmiş olur.
Bugün de böyle bir olayla
karşı karşıyayız. AKP Grubu bugün, hatta 9 Şubata kadar Genel Kurulun çalışma
süresini belirliyor ve bu hafta için mevcut gündem sıralamasına arka
sıralardaki, komisyondan yeni çıkmış bir kanun tasarısını, 375 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin
görüşülmesini getiriyor. Demin de arz ettiğim gibi bu kendi takdirleridir. Biz
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bu takdire, bu teklif doğrultusunda
hazırlığımızı yaptık, muhalefet görevimizi, muhalefet düşüncelerimizi de ifade
ederek katkı vereceğiz.
Değerli arkadaşlar, tabii
ki şunu da söylemek gerekir: Burada hukuk kuruyoruz, kurduğumuz hukukla
toplumun sorunlarına çözüm üretiyoruz. Kendi yaptığımız kanunlarda sürekli
olarak değişiklik yaparak kendimizin sebep olduğu birtakım sorunların çözümüne
imkân veriyoruz.
Bu noktada sorumluluğumuz
ağırdır çünkü burada kurduğumuz hukukla toplumun bir kısmı, bir kesimi büyük
problemler yaşıyor. Bu problemler, eğer örgütlü bir güç varsa buralara
duyuruluyor ve tekrar düzeltiyoruz ama eğer buralara getirilemiyorsa bu
sorunların çözümü, o toplum kesimi kendi sorunlarıyla boğuşup duruyor.
Bu kapsamda, bu anlamda,
mesela yine toplumun bir sosyal sorunu hâline gelen bu çek meselesi, çek
mağdurları meselesi iki yönlü bir hadise. Çek sahibi ve çek veren her iki kesim
mağdur ama sorunun çözümü bugün ortadaki hukukla temin edilemiyor. Buna bir
çözüm üretmek mecburiyetindeyiz. Bu konuda Hükûmetin bir hazırlığı olduğu sözü
duyuluyor, ama bugüne kadar buraya gelmedi, ama “çek mağdurları” diye
tanımladığımız, çekini karşılayamadığı için çalışma özgürlüğünü kaybeden, yani
kaçak duruma düşen veya tutuklu olan insanların feryatları her gün sizlere de
ulaşıyor, hepimize ulaşıyor. Bu sorunu yok sayamayız. Her yönüyle -çek
mağdurları- ikili bu mağduriyete zemin teşkil eden hukuk düzeltilmeli, bu konuda
sorumluluk yüklenmesi gereken bazı kurumlar da sorumluluk yüklenmeli, bu sorun
çözülmeli.
Bir başka husus: Bu İcra
İflas Kanunu’nda bir değişiklik kanun teklifi vermiştik Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu olarak, özellikle ev eşyalarının haczedilememesi ve üretim
araçlarının haczedilememesi, yani takım tezgâhlarının haczedilememesi yönünde
bir kanun teklifi vermiştik İcra İflas Kanunu’nun ilgili maddelerinde
değişiklik yapılması yönünde. Bu, Meclisin ilgili komisyonunda beklemektedir.
Bu yönde Hükûmetin de bir çalışması olduğu söyleniyor ama bunlar
geciktirilmeden buraya getirilmeli, bu yöndeki düzenlemeler yapılmalı ve sonuç
itibarıyla, toplumun bir kesimini çok yakından ilgilendiren bu sorunların
çözümüne hukuk oluşturmalıyız.
Bir başka şey, yargılamanın
hızlandırılması, tutukluluk sürelerinin kısaltılmasıyla ilgili gerçekten bugün
Türkiye’ye yakışmayan, hukuk devleti olma özelliğine uygun düşmeyen
uygulamaların ortadan kaldırılabilmesi için yeni bir hukuk kurulması gerekiyor.
Bu yönde de bir düzenlemenin yapılmasını biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak
talep ediyoruz. Bu konuda, özellikle, bugün, hâlâ milletin oylarıyla seçilmiş
milletvekillerinin tutukluluk sürelerinin devam ettirilmiş olmasını kabul
edebilmek mümkün değil. Bunda da bir düzenleme olmasını talep ediyoruz ve AKP
Grubundan, İktidar Grubundan bu yönde Meclis Genel Kurulunun önceliklerini
belirlerken bu hususları da dikkate almalarını talep ediyoruz.
Değerli arkadaşlar, son
günlerde yaşadığımız birtakım hadiseler maalesef Türkiye’yi ve Meclisimizi
germiş bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlar, öyle
zamanlar vardır ki, öyle zor zamanlar vardır ki bu zor zamanların acısıyla
hepimiz birden ayağa kalkar, sesimizin en yüksek perdesinden birbirimize
bağırır çağırırsak bu topluma, bu ülkeye haksızlık yapmış oluruz.
Sebebi bir an önce
araştırılıp, gerçeklerin ortaya çıkartılıp milletin bilgilendirilmesini talep
ettiğimiz bu son hadisenin üzerine siyaset bina ederek ülkeye ve millete zarar
vermenin kimseye bir faydası yoktur. Israrla, Milliyetçi Hareket Partisi olarak
herkesi böyle zor zamanlarda, dar zamanlarda sağduyulu olmaya, sorumluluk anlayışıyla
hareket etmeye davet ediyoruz.
Değerli arkadaşlar, ortak
sorumluluğumuz olarak bu ülkenin birliği, bu milletin birliği hepimizin ortak
paydası, en önemli değeri. Bunu yaralayacak, bunu bozacak hiçbir girişim haklı
olamaz. Hele özellikle birtakım acıları kullanarak devleti ve milleti suçlamak
hiç kimsenin haddi değil, hiç kimsenin de hakkı değil. Devlet olmazsa burada
bulunamazsınız.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Bombalayanları ne yapalım Şandır? Bombalayanları ne yapalım, söyle. Katliam
yapanları ne yapalım? Biraz bu vicdanınızı çalıştırın ya!
BAŞKAN – Lütfen Sayın
Kaplan…
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Sayın Hasip Kaplan, rüzgâr eken fırtına biçer.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Ama
bizi suçluyorsun. Katliamcıları bırakıyorsunuz, bizi suçluyorsunuz. Yapmayın!..
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Rüzgâr eken fırtına biçer. Sen ne söylendiğini bile anlamayacak kadar…
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Ama
“Biraz adalet, biraz vicdan.” diyorum.
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen… Sizi sükûnetle dinlediler. Lütfen Sayın Kaplan…
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Siz ne söylendiğini, söylenileni anlamayacak kadar öfke dolu ve karşınızdakini
dinlemeyen…
HASİP KAPLAN (Şırnak) -
Öyle değil, anlamıyorsunuz. Bu olayın başından beri Hükûmeti destekliyorsunuz.
Böyle bir yanlış yapmayın. Yani samimi söylüyorum.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
…söylediklerinizle de Türkiye’ye zarar veren bir yapı içerisindesiniz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Bu milleti, bu ülkeyi soykırım yapmakla suçlayan
Ermenilerdir, Fransızlardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Al
işte, alkışları alıyorsunuz. Katliam yapanları savunursanız elbet alırsınız.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) -
Ama siz kalkıp bu milletin kürsüsünden bu ülkeyi soykırım yapmakla
suçluyorsunuz. Böyle bir şeyin kime faydası var?
HASİP KAPLAN (Şırnak) -
Katliamdır, toplu katliamdır.
MEHMET ŞANDIR (Devamla)-
Tekrar ediyorum Sayın Kaplan, tekrar ediyorum: Herkes bu dönemlerde sağduyulu
olmak ve sorumlulukla hareket etmek mecburiyetinde.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sağduyu, sorumluları çıkarmakla olur. Yapmayın!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Bu ülkenin bölündüğünü ifade ederek burada siyaset yapılmaz. Eğer maksadımız bu
ülkeyi bölmek değilse bölündüğünü ifade ederek hiçbir soruna çözüm
üretemezsiniz.
Değerli arkadaşlar, tekrar
ediyorum: Bu ülke bizim. Bu ülke kolay kurulmadı. Bedeli kanla ödenerek
vatanlaştırıldı ve bu ülkenin milletine “Türk milleti” denildi.
Farklılıklarımızı kimlikleştirerek ayrıştırmak nasıl akıllılık olabilir? Biz,
ortak paydalarımızı öne çıkartıp onu güçlendirerek, birlikte yaşama iradesini
sahiplenerek, yanlışın üzerine birlikte giderek ancak çözüm üretebiliriz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – O
da katilleri ortaya çıkarmakla olur.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Şimdi böyle olunca, böyle olunca ben tekrar söylüyorum:
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Katiller ortaya çıkarılır, öğrenilir bu.
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen dinler misiniz. Lütfen rica ediyorum.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Eğer Türkiye Büyük Millet Meclisi Türk milleti adına sorunlara çözüm üretmek
yeri ise bu yaklaşımla çözüm üretemezsiniz, bu öfkeyle çözüm üretemezsiniz.
Tekrar söylüyorum: Herkes
sağduyulu ve sorumlu davranmak mecburiyetindedir. Böyle davranmadığımız
takdirde bu millete ve bu ülkeye haksızlık yaparız.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şandır.
Önerinin aleyhinde Aydın
Milletvekili Sayın Bülent Tezcan.
Buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
BÜLENT TEZCAN (Aydın) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizin yeni yılını
kutluyorum, tüm milletimizin yeni yılını kutluyorum. Yeni yılın, kapanan yılda
olduğu gibi acıları getirmemesini diliyorum. Mutlu, huzurlu bir yıl diliyorum.
Bu arada, tartışmalara konu
olan, günlerden bu yana da Türkiye gündemini işgal eden, Uludere’de 35
vatandaşımızın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan olay nedeniyle de üzüntülerimi
paylaşmak istiyorum. Ölenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum ve
devlet sorumluluğuyla bir an önce bu yaraların sarılması için gerekli ciddi
adımların atılması gerektiğini düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, Adalet
ve Kalkınma Partisi tarafından getirilen grup önerisiyle ilgili konuşuyoruz.
Burada, iktidar partisi, Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran iktidar partisi,
iki ayrı temel noktada bir önerge getirmiş. Birincisinde 112 sıra sayılı Kanun
Teklifi’nin öne alınması talep ediliyor, diğerinde de çalışma sürelerine
ilişkin bir talep var, önümüzdeki dönemde çalışma sürelerinin nasıl
düzenleneceği konusunda.
Değerli milletvekilleri,
değerli arkadaşlar, bakın, 112 sıra sayılı Kanun Teklifi, daha önce çıkarılan
bir kanun hükmünde kararnamede yapılan hatayı düzeltmek üzere getiriliyor.
Dikkat edin, bu kanun teklifi, bir kanun hükmünde kararnameyle yapılan hatayı
düzeltmek için, bir an önce, öncelikle görüşelim diye getirilen bir teklif.
Değerli arkadaşlar, bu Meclisin
kürsüsünde bugüne kadar defalarca söyledik. Yasama yetkisi ve görevi Türkiye
Büyük Millet Meclisinin asli görevi ve yetkisidir. Kanun hükmünde kararname
çıkarma istisnai bir görevdir ve yasama meclisi tarafından devredilir. Bakın,
bu istisnai kuralı, istisnai uygulamayı kural hâline getirirseniz, yanlış
yapmaya her zaman hazırsınız demektir.
Değerli arkadaşlar, geçen
yasama dönemi sonunda otuz beş ayrı kanun hükmünde kararnameyle bu Meclisten
doğrudan doğruya devlet düzenini, idari yapıyı değiştiren düzenlemeler
kaçırıldı, doğrudan Hükûmet tarafından yukarıdan aşağıya bir devlet düzeni
sanki yeniden düzenlendi, değiştirildi. Bakanlıklar kuruldu, bakanlıklar
bozuldu, şube müdürleri atandı, görevden alındı, yargının arkasından dolanmak
için uygulamalar yapıldı, ücrete ilişkin düzenlemeler yapıldı. Kanun hükmünde
kararnameyle otuz beş ayrı alanda ciddi düzenlemeler yapıldı, Meclisten
kaçırılarak yapıldı.
Değerli arkadaşlar, onları
burada tartışsaydık bugün belki de bu değişiklik önergesini verme ihtiyacı
ortaya çıkmayacaktı. Şimdi bir şeyi merak ediyorum: 112 sıra sayılı Kanun
Teklifi’ni öne almaya çalışıyoruz. Peki, doğrudan doğruya bakanlıkların
yapısını değiştiren, kadrolar ihdas eden, kadroları kaldıran, yetkileri
paylaştıran otuz beş ayrı kanun hükmünde kararname Meclise niye gelmiyor, neden
gelmiyor, burada niye tartışmıyoruz onları? Onları da alelacele bir uygulamada
hatayı gördüğümüz zaman yine böyle bir önergeyle öne çekip mi görüşeceğiz?
Değerli arkadaşlar, sayın
milletvekilleri, sayın iktidar çoğunluğu, sayın Adalet ve Kalkınma Partisi
milletvekilleri; Meclis çalışmasında Meclisin en önemli görevi olan yasama
yetkisini bu şekliyle ihlal edecek, ortadan kaldıracak uygulamalara artık mahal
vermeyin.
Değerli arkadaşlar, bu
nedenle, otuz beş ayrı düzenlemeyi içeren kanun hükmünde kararnameler dâhil
olmak üzere bir an önce Meclis gündemine getirilip görüşülmesini talep
ediyoruz. Ayrıca, bundan sonra da kanun hükmünde kararnamelerle bu ülkeyi
yönetme alışkanlığını lütfen terk ediniz.
Değerli arkadaşlar, yine
ikinci konu: Burada çalışma saatlerine ilişkin bir düzenleme yapılıyor. İç
Tüzük’ün 54’üncü maddesi açıklamış, “Aksi kararlaştırılmağı sürece salı,
çarşamba, perşembe günleri Meclis Genel Kurulu saat 15.00’ten 19.00’a kadara
çalışır.” diyor.
Değerli arkadaşlar, şimdi,
daha önce burada bu tip önerilerle “Sürenin bitimine kadar çalıştıralım.”
dendi, bu tip önerilerle “Aman şunun yetişmesi gerekir.” deyip arka planda
verilen talimatlar gereği, bütün bu verdiğiniz önergelerin aksine, İç Tüzük
hükümlerinin aksine, burada yapılan düzenlemelerin, daha önce Danışma Kurulu
tarafından alınan kararların da aksine Meclisi sabahlara kadar çalıştıracak
-bütçe görüşmelerini hariç tutuyorum, onun dışında- düzenlemeler yapıldı.
Değerli arkadaşlar, şunu
soruyorum: Yarın Sayın Başbakan bir talimat verip “Sabaha kadar
çalışacaksınız.” dediğinde bu getirdiğiniz öneri ne olacak, bugün burada
yapılan oylama sonucu getirdiğiniz çalışma düzeni ne olacak? Anlaşılan o ki siz
bugün buraya neyi getirirseniz getirin, bir akşamüzeri talimatıyla ya da bir
sabaha karşı talimatıyla Meclisin çalışma düzenini yeniden değiştireceksiniz.
Böyle bir ciddiyetsiz çalışma düzeni Türkiye Büyük Millet Meclisine yakışmıyor
değerli milletvekilleri, yakışmıyor.
Değerli arkadaşlar, şimdi,
duyuyoruz, basına da yansıdı, yeni İç Tüzük düzenlemeleri yapılmak
isteniyormuş. Yeni İç Tüzük çalışması sırasında AKP iktidar çoğunluğu,
muhalefetin zaten mevcut İç Tüzük’e göre muhalefet yapma hakkının sınırlı
olduğu böyle bir süreçte, uygulamada, Parlamentoda muhalefet yapma hakkının
yeterince hayata geçirilemediği bir Parlamento pratiğinde, şimdi önergeleri
sınırlamaya çalışıyor. Yeni İç Tüzük çalışmasıyla konuşma sürelerini kısaltmaya
çalışıyorsunuz, konuşma sayısını azaltmaya çalışıyorsunuz. “Muhalefetin sesini
-mevcut hâlinde dahi tahammül etmeyerek, edemeyerek- daha fazla nasıl
kısarız?”ın hesabı içindesiniz.
Değerli arkadaşlar, tabii
şunu anlıyorum: AKP’nin mantığının, mantalitesinin nasıl çalıştığını biliyorum.
Her şeye şöyle bakıyorsunuz: “Biz seçimlerde yüzde 49,9 oy aldık, her
istediğimizi yaparız. Parlamentoda parmak çoğunluğumuz müsaade ediyor, her
istediğimizi yaparız.” diyorsunuz. Bunu siz diyorsunuz ama yapamazsınız,
yapamazsınız. (CHP sıralarından alkışlar) Çünkü demokrasi size bunu yapma izni
vermez.
Değerli arkadaşlar,
Cumhuriyet Halk Partisi, ana muhalefet partisi olarak size oy vermeyen yüzde
50,01’i değil sadece, sadece size oy vermeyen yüzde 50,01’i değil, size oy
veren yüzde 49,9’u da iktidarın şerrinden korumak göreviyle, sorumluluğuyla
donatılmıştır. Bizim görevimiz size oy veren vatandaşı da sizden korumaktır.
(CHP sıralarından alkışlar) Demokrasilerde muhalefetin görevi budur. Başka
uygulamalarla, yeni uygulamalarla muhalefetin sesini kısmaya dönük çalışmanız,
aslında sizlere oy veren vatandaşların da hakkını, hukukunu gasbetmeye dönük
adımdan başka bir şey değildir.
RIFAT SAİT (İzmir) – Siz
kendi seçmeninizi koruyun.
BÜLENT TEZCAN (Devamla) –
Biz hepsini koruruz. Biz hepsini koruruz.
En büyük tehlike, iktidara
güven duyanların iktidarın şerrine maruz kalmasıdır. Bir ülkede en büyük
tehlike, iktidarın kendi gücünü kontrolsüz sanmasıyla başlar.
Değerli arkadaşlar, bakın,
başka bir şey daha yaptınız: Saat yediden sonra bu konuşmalar televizyondan
yayınlanmıyor. Vatandaş muhalefetin ne dediğini duymuyor. Vatandaş, hangi
kapıların ardında gizli kapaklı nelerin döndüğünün merakı içerisinde.
Değerli arkadaşlar, TRT’nin
gelirleri, hem de vatandaşın ödediği vergilerden aldığı gelirler 2010 yılında
551 milyon lira, BBC’den yüksek. BBC’nin, dünyanın en büyük yayın kuruluşu
BBC’nin dahi böyle bir bütçesi yok. Ama Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin
Meclisi, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu milletin televizyonu, gelirleri
milletin vergileriyle elde ettiği gelirler ve dünyanın en fazla geliri olan
yayın kuruluşu, milletin Meclisinin sesini milletin televizyonu vermiyor.
Son olarak şunu söylüyorum:
Ne yaparsanız yapın, Parlamentodaki…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BÜLENT TEZCAN (Devamla) -
…sesimizi vatandaşa ulaştırmayacaksanız, vatandaşın ayağına gideceğiz ve orada
vatandaşa sesimizi duyuracağız.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Tezcan.
Sayın milletvekilleri,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş
olan önerisi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi öneriyi oylarınıza
sunacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmiştir.
Alınan karar gereğince
sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca
Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma
ile 22 Ekim 2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak
Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin
İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim 2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası
Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi
Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/440) (S. Sayısı: 32)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin
Hükümetlerarası Çerçeve Andlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Su İhtiyacının
Karşılanmasına İlişkin Hükümetlerarası Çerçeve Andlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/446) (S.
Sayısı: 26) (x)
BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon Raporu 26 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
görüşmelere başlıyoruz.
Birinci konuşmacı
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Aytuğ Atıcı, Mersin Milletvekili.
Buyurun Sayın Atıcı. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakika.
CHP GRUBU ADINA AYTUĞ ATICI
(Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin
Hükümetlerarası Çerçeve Andlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, önce
muhalefetin sesini kısmak için Meclis Televizyonunun yayınlarını azalttınız.
Kalan kısıtlı süreyi de iktidar partisine kullandırmak adına bazı Meclis
başkanlarının da azami çaba gösterdiği gözlerimizden kaçmıyor. Dün de bunun bir
örneğini yaşadık. Meclis Televizyonu açık olduğu sürede Sayın Bakanın konuşması
burada uzatıldı, uzatıldı, uzatıldı, saat yediyi birkaç dakika geçe de ara
verildi, muhalefetin konuşmaları da Meclis Televizyonundan yayınlanmadı ve
halkımız da bizim fikirlerimizden mahrum olmuş oldu. Ne yaparsanız yapın, hangi
yola başvurursanız başvurun, hiçbir şekilde, hiçbir zaman bizim sesimizi
kısamayacaksınız, asla bunu başaramayacaksınız.
Şimdi, dünkü konuşmamdan
bazı alıntılar yapacağım, siz de bunları tekraren dinlemek durumunda
kalacaksınız çünkü halkımızın da bazı gerçekleri görmesi, duyması, hissetmesi,
Cumhuriyet Halk Partisi gözüyle de görmesi gerekiyor.
Şimdi, dün konuşmama
başlarken “Öncelikle Şırnak Uludere’de öldürülen vatandaşlarımıza Allah’tan
rahmet diliyorum.” demiştim ve yakınlarına da başsağlığı dilemiştim. O
konuşmamın en can alıcı noktası şuydu: “Siz Hükûmet olarak bu olayı basit bir
hata olarak gösteremezsiniz.” demiştim, “Bunu basit bir hata olarak göstermek
elbette ki AKP Hükûmetine yakışır.” demiştim. Hükûmet, her zamanki gibi “İyi
şeyleri ben yaptım.” hatta muhalefetin önerdiği noktaları da alıp içini
boşaltsa bile “Ben getirdim.” deme alışkanlığına sahipken kötü şeyleri de
“Vallahi ben yapmadım, onlar yaptı.” deme alışkanlığına artık iyice sarılmış
durumdadır. “Onlar.” dediği kim? Hükûmet dışında herkes. “Onlar.” dediği kim?
Asker olabilir, yargı olabilir, bazen devlet olabilir. “Vallahi ben görüşmedim,
devlet görüştü.” diyecek kadar bu Hükûmet ileri gitmiştir. Bu “başka”larının
listesini de uzatmak, uzatmak mümkündür.
(x)
26 S. Sayılı Bazmayazı tutanağa eklidir.
Bütün değerlerin içini
boşaltıyorsunuz; bizim önem verdiğimiz, toplumumuzun, ulusumuzun önem verdiği
değerlerin içini boşaltıyor, süslü püslü laflarla vatandaşlarımıza
anlatıyorsunuz ama artık vatandaşlarımız uyandı. Artık, vatandaşlarımız sizin
söylediklerinizi dinlerken 1 kere değil, 2 kere değil, 3 kere düşünüyor, diyor
ki: “Bunlar konuşuyorsa bunun altında bir çapanoğlu var, daha dikkatli
dinleyeyim.” O zaman, siz de artık bunun hesabını vermek durumundasınız, zamanı
geldiğinde de bunun hesabını vereceksiniz.
Her ne kadar, sizler
kendinizi aklamaya çalıştıysanız da halkımız, Uludere’de yaptıklarınızı hiçbir
zaman ama hiçbir zaman unutmayacaktır.
Demiştim ki dün size: “Van
depreminde nasıl Hükûmet enkaz altında kaldıysa Uludere’de de bombalar altında
kalmıştır.” Bir küçük fark var: Van’da deprem doğal afetti, doğal afet oldu,
siz yaptığınız yanlışlarla bunun altında kaldınız ama Uludere’yi bombalayan da
sizdiniz, Uludere’de bombalar altında kalan da siz oldunuz. Bunu da hiç kimse
unutmasın.
Dün, konuşmamın bir kısmını
da Mersin’in kurtuluşuna ayırmıştım. Mersin’in kurtuluşu, tıpkı diğer illerin
kurtuluşu gibi bizim için çok önemliydi çünkü Mersin düşman işgalinden
kurtulmuştu, anlı şanlı bir mücadele vermiş ve doksan yıl önce düşmanlardan
kurtulmuştu. Demiştim ki: “Biz, bu olayı her şeye rağmen kutlamaya çalıştık.”
“Çalıştık.” demiştim çünkü “Mersin’de, ulusal günlerimizdeki coşkuyu azaltmaya
çalışan, kendini akıllı zanneden ve ağabeylerinden çok iyi talimat alan bazı
yöneticiler var.” demiştim, “Buradan o yöneticilere de sesleniyorum: Mersin’de
değil, Türkiye’nin neresinde olursa olsun, millî coşkularımızı, millî
duygularımızı asla köreltemeyeceksiniz. Ne yaparsanız yapın, Mersin halkı
kurtuluşunu da çok iyi bir şekilde kutlayacak, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’e
yakışır bir şekilde davranmaya devam edecektir çünkü Mustafa Kemal Atatürk’ün
bize bir vaziyeti var.” demiştim. Demiştim ki: “Mustafa Kemal Atatürk
‘Mersinliler, Mersin’e sahip çıkın.’ demişlerdi.” Ben de buradan “Sevgili Atam,
hiç kuşkunuz olmasın, Mersinliler Mersin’e sahip çıkıyorlar.” demiştim, bu
vesileyle de Kurtuluş Savaşı’nda canını feda eden şehitlerimize, savaşan
gazilerimize hürmetlerimi, saygılarımı sunmuş idim.
Bir de demiştim ki:
“Mersin’de yeni işgalciler var, yeni türden işgalciler var, bu işgalciler
işsizlik.” demiştim, “Bu işgalciler ekonomik sorunlar.” demiştim, “Bu
işgalciler nükleer santrali kurmaya çalışan aymazlar.” demiştim.
Hiç merak etmeyin, Mersin,
tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda Fransızlardan kurtulduğu gibi bugün bu yeni işgalcilerden
de kurtulacaktır.
Değerli milletvekilleri,
konumuz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne içme ve kullanma suyu sağlanmasıyla
ilgili bir anlaşma. Elbette ki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne içme, kullanma
ve sulama amacıyla kullanılmak üzere ülkemizden su sağlanması son derece insani
bir olaydır. Cumhuriyet Halk Partisinin buna karşı çıkacağı elbette
düşünülemez. Orada yaşayan soydaşlarımıza böyle bir yardımı yapmak hepimize
onur verir. Bununla birlikte, böyle bir yardım yaparken kendi vatandaşlarımızın
da mağdur edilmesi asla kabul edilemez. Yani bu projeyi uygulayanlar kaş
yapayım derken göz çıkarmamalılar. Buna da asla izin vermeyeceğiz.
Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ne su sağlamak amacıyla yapımına başlanan Alaköprü Barajı güzel bir
öyküye sahip. Öykü kısaca şöyle: Alaköprü Barajı Mersin’in Anamur ilçesinde
yapılacaktır. Muhtemelen içinizde Anamur’u giden, görenler vardır. Anamur
Türkiye’nin en güzel, en nadide cennet köşelerinden bir tanesidir. Barajın
yapılmasıyla son derece önemli özelliklere, tarihî özelliklere sahip Akine,
Ormancık, Sarıağaç ve Çaltıbükü köyleri sular altında kalacaktır. Hadi diyelim
ki tamam, böyle önemli bir iş yapıyorsunuz, bazı köyleri sular altında
bırakıyorsunuz. Hadi bu kabul edilebilir. Bu köylerin boşaltılması ve bu arazilerin
de istimlak edilmesi gerekir.
Tam da işte öykü burada
başlıyor, bu Alaköprü Barajı’nın hazin öyküsü, Anamurluların, Akine
köylülerinin, orman köylülerinin hazin öyküsü de işte burada başlıyor. Nedir bu
hazin öykü? Bu hazin öyküyü size sorunlarıyla anlatacağım ama her zaman
yaptığımız gibi sadece sorunları söylemeyeceğim, beraberinde çözüm önerilerini
de getireceğim. Yani sizin ağzınıza sakız yaptığınız gibi “Gelip gelip burada
konuşup gidiyorsunuz. İyi şeyler söyleyin biz de yararlanalım.” diyorsunuz ya,
işte, şimdi size, sizin Mersin’de, Anamur’da yarattığınız sorunları da
söyleyeceğim, arkasından çözüm önerilerini de söyleyeceğim. Bakalım ne kadar
yararlanıyorsunuz, zaman içerisinde göreceğiz.
Birinci sorun şu değerli
milletvekilleri: İstimlak edilen arazilere… Herkes ne bekler bir araziyi
istimlak ediyorsanız? Onun gerçek bedelinden bir ödeme yapmanızı bekler. Ama
sizler geldiniz buraya, gerçek bedellerin çok çok altında ödemeler yaptınız,
yine ikiyüzlü tavrınızı burada da sürdürdünüz. 2/B orman arazilerini -seçim
bildirgelerinizi hatırlayın- insanlara biz anlatırken “Hayır, oraları biz rayiç
bedel üzerinden vereceğiz.” derken kalktınız, geldiniz Anamur’a, istimlak
ettiğiniz yerlerde rayiç bedelin çok çok altında paralar ödemeye başladınız ya
da başlayacaksınız. Bu düşük istimlak bedelleri nedeniyle anlaşmayan köylülere
de ceza verdiniz. Bu köylüleri mahkeme kararıyla mahkûm ettiniz. Dediniz ki:
“Biz sizin arazinizi kamulaştırdık.” ve zor kullanarak köylüleri evinden,
tarlasından atmak istediniz. Bu da, köylülerde, bir yardım duygusuyla başlayan
bu iş, büyük bir yıkım etkisi yarattı.
Çözüm önerimiz şudur:
İstimlak edilen yerlere gerçek değerlerini ödeyiniz.
Bakınız, ne Cumhuriyet Halk
Partisi ne de Mersin halkı ne de Anamur köylüleri buraya baraj yapılmasına
karşı değildir. Buraya yapılan baraj ile soydaşlarımıza su gönderilmesine
hiçbir şekilde karşı değildir. Sadece ve sadece istimlak ettiğiniz arazilerin
parasını düzgün bir şekilde ödeyin. Bu da, eğer “kul hakkı yemek” diye bir şey
varsa, siz de bunu ödemezseniz, bunun adına “kul hakkı yemek” denir.
İkinci sorun şu: Akine,
Ormancık, Sarıağaç ve Çaltıbükü köyleri orman köyleridir. Ben bu köylerin
hepsini tek tek gezdim. Âdeta bir cennet içerisinde yer alır. Oradan akan
suları görseniz, oradaki yeşillikleri, envaitürlü bitkileri görseniz, acırsınız
oraya baraj yapmaya ama “Gerekiyorsa yapalım.” dediniz. Peki, yapalım.
Peki, burada yaşayan
insanlar, yıllardır burada orman köylüsü kültürüne sahip olmuşlardır. Bu
vatandaşlarımıza hâlâ bir yaşam alanı göstermediniz. Oysa, buraları istimlak
edilirken dönemin valisi oraya gelmişti ve demişti ki köylülere: “Arkadaşlar,
biz size yeni yaşam alanları da göstereceğiz. Ne olur soydaşlarımıza su
gönderelim.” O zaman da vatandaşlar “Peki sayın valim, devlet böyle diyorsa
boynumuz kıldan ince.” diyerek pılıyı pırtıyı toplamaya hazır hâle gelmişti.
Hatta, o dönemde köylülerden “Kardeşim, nereye gitmek istiyorsunuz, sizi nereye
yerleştirelim?” diye o dönemin valisi sorular da sormuştu. Hatta harita
üzerinde de köylüler gitmek istedikleri orman köylerini göstermişlerdi. Ama ne
oldu? Onlara bir yerleşim alanı hâlâ gösterilmedi.
Değerli arkadaşlar, siz
orman köylülerini TOKİ’lere sıkıştıramazsınız. Onları TOKİ’lere sıkıştırdığınız
zaman onların ölüm fermanını imzalamış olursunuz. Orman köylüsü nerede yaşamak
istiyorsa, orman kültürünü eğer devam ettirmek istiyorsa, siz de nasıl oraları
istimlak ettiyseniz bu insanların da hakkını vermek zorundasınız.
Çözüm önerimiz nedir bu
sorunla ilgili? Şudur: Bu vatandaşlarımıza, mutlu, huzurlu, üretken bir yaşam
sürdürebilmeleri için, mutlaka, şimdiki ortamlarına benzer bir ortamı acilen
sağlamak zorundasınız. Bunu da yapmak çok zor değil. Yeni bir kanuna gerek yok,
yeni bir düzenlemeye gerek yok. Sadece ve de sadece 5543 sayılı İskân Kanunu ve
Uygulama Yönetmeliği’ne eklenmiş olunan geçici 5’inci maddeyi işletmeniz yeter.
Bakın, her şey hazır, her şey var ama siz bu uygulamayı yapmıyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, üçüncü
sorun şu: Burada yaşayan halk çok çalışkan ve üretkendir. Türkiye’nin, hatta
iddia ediyorum, dünyanın en güzel çileği ve muzu burada yetişir, Anamur’da
yetişir, dünyaca meşhurdur. Bu bölgede yetişen bu ürünleri buradaki çalışkan halk
üretir. Bu vatandaşlarımız, tamamen kendi imkânlarıyla, devletten hiçbir yardım
almadan, imece usulüyle bir sulama kanalı yapmışlardır ve doğal suları
almışlar, ücretsiz olarak bu arsalarını sulayarak bu ürünleri yetiştiriyorlar.
Yeni yaşam alanlarında, sizin önerdiğiniz yaşam alanlarında böyle bir imkânı
bunlara sağlamadınız ve bunları, kendi paralarıyla, elektrik parası ve su
parası vererek su kullanmaya mahkûm ettiniz. Çözüm önerimiz de derhâl bu yeni
yerleşim alanlarına bu köylülerin daha önceden sahip oldukları sulama kanalının
ücretsiz olarak verilmesi.
Bir önemli konu daha var,
bakın, burası çok önemli; bu, Anamur’un geleceğini ilgilendiriyor: Alaköprü’ye
bir baraj yapacaksınız. Alaköprü’ye yapacağınız barajda sular toplanacak,
topladığınız suları alacaksınız, Kıbrıs’a göndereceksiniz. Güzel, her şey iyi
görünüyor ama bilim adamları böyle demiyor. Bilim adamları diyor ki: “Siz, bu
suyu buradan alıp Kıbrıs’a gönderirseniz, bu durumda Anamur’un yer altı
sularının bileşimi değişecek, kompozisyonu değişecek, tuz oranları artacak.”
Biz artık burada ne çilek yetiştirebiliriz ne de muz yetiştirebiliriz. Peki, ne
yapacağız? Yapılacak olan şey şudur arkadaşlar: 55 bin dekar alanda örtü altı
muz, çilek ve sebze yetiştiriciliği yaparak ülke ekonomisine büyük katkı
sağlayan Anamurlu çiftçinin baraj yapımından dolayı uğrayacağı bu zarar
fizibilite çalışmaları yapılarak önlenmeli. Çok basit. Ben tarımdan çok anlamam
ama şunu bilirim: Eğer toprağın, suyun kompozisyonu değişirse bitkinin de
hayatı değişir. O hâlde, yapılacak olan bu barajdan Anamur’un toprağının
kompozisyonu değişmeyecek şekilde bir miktar suyu da o topraklara iade etmeniz
gerekir yani yer altı sularının iyi bir şekilde kompozisyonunun sağlanması
gerekir.
Bakın, köylüler o kadar
çalışken ki, sadece sulama kanalı değil, kendi olanaklarıyla, hiçbir devlet
katkısı olmaksızın imece usulüyle buraya, kendi köylerine okul, cami, köy
konağı gibi tesisler yaptırmışlardır. Yeni yerleşim alanlarında bunların
yapılmayacağı söyleniyor.
Çözüm: Devlet olarak büyüklüğümüze
yakışır bir şekilde, siz de Hükûmet olarak devleti yönettiğinize göre size
yakışır bir şekilde buranın köylülerine verdiğiniz sözleri tutmalısınız. Yani,
bakın, bunu muhalefet olsun diye söylemiyorum. Gitmişsiniz, valimiz,
devletimiz, köylüye söz vermiş; e, şimdi zaman geçmiş, sözünüzü tutmuyorsunuz.
Allah aşkına, bu yakışır mı? Koskoca bir devleti yönetiyorsunuz, koskoca bir
Hükûmetsiniz; Allah’ın gariban köylüsüne söz verdiniz, şimdi sözünüzü
tutmuyorsunuz. Ne olur kendinize, size yakışanı yapın.
Şimdi, olayın bir de
psikolojik boyutu var. Olayın psikolojik boyutu da şu: Eski yaşam alanları.
Herkes bir düşünsün, herkes öldüğü zaman nereye gömüleceğini şöyle bir
düşünsün. Dünyanın neresinde olursa olsun “Beni köyüme götürün, oraya gömün.”
diyen içinizde kaç tane milletvekili vardır? Aynen bu düşünceyle buradaki
insanlar da atalarını bu topraklara gömdüler. Şimdi bunların hepsi sular
altında kalacak. Bunlar önemli bir psikolojik travma yaratır, toplumsal travma
yaratır. Toplum bilimciler, sosyologlar bu konuya derhâl müdahale edilmesi
gerektiğini söylüyorlar ve sizin de -çözüm önerimiz olarak da- köylülere
psikolojik destek sağlamanız gerekiyor.
Köylülerin haklı
isteklerini dikkate almadan Devlet Su İşlerinin bir yıldır baraj yapım
çalışmalarını sürdürmesi artık köylüleri rahatsız ediyor. Verilen sözlerin
tutulmasını çok net bir şekilde istiyorlar. Devletini seven, devletine bağlı
olan, devletini önemseyen, soydaşlarını önemseyen, onlara su verilmesi için
çaba gösteren ve bunun için maddi-manevi birçok probleme “evet” demiş olan bu
halk artık devlete karşı, dolayısıyla Hükûmete karşı, dolayısıyla devlete karşı
ateş püskürür bir duruma gelmiştir. Bunu yapmaya hakkınız yok, yani
vatandaşlarımızı devlete karşı ateş püskürtmeye hakkınız yok. Zaten gidiyorsunuz,
geçicisiniz, gideceksiniz, yerinize başka bir hükûmet geldiği zaman tekrardan
bu güveni sağlaması gerçekten çok zor olacak.
TEMEL COŞKUN (Yalova) –
Nereye?
AYTUĞ ATICI (Devamla) –
Nereye gideceğinizi hepimiz çok iyi biliyoruz.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne
gönderilen bu su iyi. Keşke suyumuz çok bol olsa da dünyanın her tarafına
göndersek. Bu, insani bir olaydır. Fakat burada yaşayan insanlar her nereden
duydularsa, her nasıl değerlendirdilerse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’inden
İsrail’e su gönderileceği konusunda ciddi endişe taşımaktadırlar. Ben böyle
yapacaksınız demiyorum.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Yok öyle bir şey.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Yok
öyle bir şey Sayın Bakan, tamam, yok öyle bir şey. Çıkarsınız, buradan çok
güzel bir şekilde söylersiniz, bizim halkımız da ikna olur. Ben size, o
bölgenin bir milletvekili olarak duyduklarımı söylüyorum.
BAŞKAN – Sayın Atıcı,
Meclise hitap edin lütfen, Genel Kurula.
MUHARREM İNCE (Yalova) – O
da Meclisin bir parçası. Bakan da Meclisin bir parçası.
AYTUĞ ATICI (Devamla) –
Hiçbir şeyi kaçırmıyorsunuz Sayın Başkan!
BAŞKAN – Kaçırmıyorum.
AYTUĞ ATICI (Devamla) –
Vallahi iyi, çok iyi!
Siz de çıkarsınız, buradan
“Hayır, biz bu suyu sadece ve de sadece Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne
vereceğiz.” dersiniz, bizler de buna inanırız, devletimize güvenmeye devam
ederiz. Siz de bu güvenlerimizi lütfen boşa çıkarmayın. Buradaki halka
verdiğiniz sözü tutun, size yakışır bir şekilde davranın.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Atıcı.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Özcan Yeniçeri.
Buyurun Sayın Yeniçeri.
(MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA ÖZCAN
YENİÇERİ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetlerarası Çerçeve
Andlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın tümü
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle grubumuz ve şahsım adına yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
konuya geçmeden önce önemli bir hususun altını çizmek istiyorum. Türkiye Büyük
Millet Meclisi milletin kalbidir. Burası esip gürlemek, saçıp savurmak için
uygun bir yer değildir. Herkesin her düşüncesini özgürce dile getirebildiği bir
yerde gerilim gereksiz bir metadır. Eskilerin “Muktezayı hâle mutabakat
sağlamak.” dedikleri bir üslup vardır. Bu kürsüye o üslup yakışır. Bu kürsü
ucuz kahramanlık, meydan okuma, tehdit, şantaj kürsüsü değil, milletin
sorunlarına çözüm bulma kürsüsüdür. Siyaset ile ahlak iki ayrı kavramdır ama bu
iki kavram da birbiriyle bütünüyle ilgisiz değildir. İdeal olanı siyaseti
ahlakileştirmektir. Unutulmamalıdır ki siyaseti ahlakileştiremeyenler sonunda
ahlakını siyasallaştırmak zorunda kalırlar. İktidar hiçbir eleştiriyi kabul
etmemek, muhalefet her şeyi eleştirmek değildir elbet. Türkiye Büyük Millet
Meclisi de söz yemek, söz yedirmek ya da söz gezdirmek yeri hiç değildir.
Hepimiz büyük Türk milletine karşı sorumlulukları olan insanlarız. İktidarı ve
muhalefetiyle halkın karşı karşıya olduğu yoksulluğu, haksızlığı, hastalığı,
işsizliği, çaresizliği gömmek için el birliği, fikir birliği ve güç birliği
etmemiz gerekir. Büyük bir kültürün evladı olmanın zorunlu sonucudur bu. Alkış
şaşırtır, övgü unutturur, kutsamak mahveder. Üçünden de kaçınmak gerekir. Asıl
olan birliktir, beraberliktir, el birliğidir, güç birliği yapmaktır, afra tafra
yapıp saçıp savurmak değildir.
Değerli milletvekilleri,
unutmayalım ki, yalnız milletin değil, tarihin de gözleri bu yüce Meclisin
üstündedir. Sorumluluğumuz büyük, sorunlarımız da zorludur. Bu vesileyle, bu
kürsüden Türk milletini küçümseyen, “Siz kimsiniz?” gibi haddini aşan sözler
edilmektedir. Bu sözleri söyleyenlerin hem varlıklarını hem de bu sözleri
söyleyebilme özgürlüklerini borçlu oldukları Türk milletini ve “Türk” kavramını
bu vesileyle açıklamak istiyorum: Türk, Ötüken’de Kültigin Anıtı, Edirne’de
Selimiye mabedi, Konya’da Mevlânâ Mesnevi’si, Türkistan’da Yesevi’nin Hikmet’i,
Balasagunlu Yusuf’ta Kutadgubilig, Altay’da yere çakılmış balbal, Uluğ Bey’de
uzaya gözünü dikmiş rasathane, Kaşgar’da Mahmut’un yazdığı lügattir. Türk, Malazgirt’te
Alparslan’ın giydiği kıyamet gömleği, Eskişehir’de Yunus’un söylediği ilahi,
Siriderya kenarında Korkut Ata’nın çaldığı kopuz, Bayburt’ta Genç Osman’ın,
Viyana’da Kara Mustafa Paşa’nın duyduğu hırstır. Türk, İstanbul’un burçlarında
dalgalanan Ulubatlı Hasan ihtirası, Diyarbakır’da ise Ziya Gökalp’tır. Hülasa
Türk, Karaman’da Mehmet Bey’in yayınladığı “Türkçe konuş!” fermanı, Haliç
önlerinde “Ya o beni, ya ben onu alacağım.” diyen Sultan Mehmet kararlılığı,
Sarıkamış’ta donan 90 bin şehit, Maraş’ta Sütçü İmam’ın namusu, Antep’te Şahin
Bey’in “Cesedimi çiğnetmeden Antep’i çiğnetmem!” andı, Erzurum’da Nene Hatun’un
cüreti, İzmir’de düşmana Hasan Tahsin’in sıktığı kurşun, Çanakkale’de
Atatürk’ün “Size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!”, Kocatepe’de ise “İlk
hedefiniz Akdeniz’dir.” emrini veren iradenin adıdır ve Türk, nerede ezilen,
itilen, örselenen, hırpalanan, horlanan halk varsa, ona kucağını açan ve
bağrına basan bir milletin de adıdır. Daha öz bir deyişle, Türk milleti
Anadolu’ya kovulan, sürülen ve saldırıya uğrayan halklar için Anadolu’yu ana
rahmine çeviren bir kültürün adıdır. Bu milletin merhametini kimse zaaf olarak
görmesin, ağır başlılığını da hantallık zannetmesin.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye’nin bütün ülkeler gibi kendi fırsat, imkân, tehdit ve risk eksenine
oturmuş, özgün, istikrarlı, ısrarlı ve tutarlı bir stratejisinin olması
gerekir. Millete ve çıkarlarına özgü tehdit ve fırsat algılamaları ancak millî
stratejiler ekseninde düşünülebilir. Eğer bir ülkenin millî stratejisinin ne
olduğu belli değilse millî çıkarlarının ne olduğu da belli değildir.
Kıbrıs, Türkiye’nin millî,
siyasi, stratejik konseptinin mihverinde olan bir coğrafyayı temsil etmektedir.
Kıbrıs, Türk dış politikasının en stratejik ve en hassas yanıdır. Kıbrıs, Türkiye
açısından orada yaşayan 250 bin Türk’ün varlığının korunması, Türkiye’nin
güneyden kuşatılmaması, Kazakistan, Hazar, Azerbaycan, Türkmenistan, İran, Irak
petrollerinin İskenderun Körfezi çıkışını kapatarak tehdit etmemesi ve Yunan
Megalo İdeası’nın durdurulması gibi bir yığın ilave sebepten dolayı hayati bir
öneme sahiptir. Kıbrıs, Türk milletinin uzun yıllardır süren içe büzülme,
manevi ve tarihî olarak geri çekilme duygusuna karşı çıkışın simgesel de
adıdır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle Türkiye arasında anlaşmayı bu
bağlamda irdelemek ve ele almak gerekir. Diğer yandan, Kıbrıs, yalnız Türkiye
için değil İsrail ve diğer Orta Doğu ülkeleri için de hayati önemi haiz bir
coğrafyadır.
Bu bağlamda, Kıbrıs’ın
stratejik önemini vurgulayan tarihî bir olayı burada hatırlatmak yararlı
olacaktır. Zamanın İngiltere Başbakanı Anthony Eden, 1956 Süveyş operasyonunda
İngiltere’nin başarısız olma nedenlerinden birisini, Kıbrıs yerine Süveyş’e bin
mil uzaklıktaki Malta’dan deniz desteği sağlamak zorunda kalınması olarak ifade
etmiş ve açıklamıştır. Küresel güçler için Orta Doğu’ya etkinlik ve nüfuz
aktarmanın önemli bir merkezidir Kıbrıs. Enerji yollarının güvenliği, Orta Doğu
petrolünün dünya üzerinde düzenli akışı Kıbrıs’la yakından alakalıdır. Kıbrıs
Türkiye açısından bir güvenlik sorunu olmanın da ötesinde, aynı zamanda
stratejik ve jeopolitik bir sorundur. Kıbrıs’tan bahsederken bir yandan Doğu
Akdeniz’den, diğer yandan Orta Doğu ve öbür yandan da Türkiye-AB ve Yunanistan
ilişkilerinden de bahsediyoruz demektir. Orta Doğu’da potansiyel olarak tek bir
jeostratejik kuşağın parçası olan Kıbrıs, Arap-Müslüman bölgesinin de hemen
yanı başında, stratejik anlamda ileri karakol olarak dünyanın ana karasının
merkezinde bir uçak gemisi niteliğindedir. Kıbrıs’ı kontrol eden güç,
Türkiye’den Mısır’a, Suriye’den İran’a uzanan bölgeyi kontrol edecek imkâna
sahip demektir. Kıbrıs Türkiye’ye 65 kilometre, İsrail’e 267 kilometre,
Yunanistan’a 965 kilometre mesafededir. Kendisine 965 kilometre uzaklıkta olan
bir adaya Yunanistan’ın gösterdiği ilgi bu bağlamda dikkate değerdir. Bunun
nedeni olarak, Yunanistan’ın tarihî hedef ve yönelişlerine bir göz atmak zaruri
oluyor. Bilindiği gibi, Yunanistan Megalo İdea’sını gerçekleştirmek için
geçmişte Kırım Savaşı’ndan, Balkan Savaşı’ndan, Birinci ve İkinci Dünya
Savaşı’ndan yararlanmıştır. Bugün de sık sık Yunanlı liderler Kıbrıs’ı “Yunan
adası” Ege’yi de “Yunan gölü” olarak niteleyen konuşma ve değerlendirmeler
yapmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 1974 yılına gelinceye kadar,
Yunanistan Türkiye ile çıkardığı her ihtilaftan kazançlı çıkmıştır. Yunanistan
Türkiye’ye karşı ne kadar uzlaşmaz, anlaşmaz, hırçın, asi ve saldırgan olmuşsa
o ölçüde Batılılar tarafından değerlendirilmiş ve ödüllendirilmiştir. Bu
nedenle, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi tarihî bir milattır. Anlaşmazlıkların
derinliğinde de biraz bu olgu vardır.
Değerli milletvekilleri,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti genç bir devlettir. Kıbrıs Rumlarının ortak
devlet olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş sözleşmesine uygun davranmamaları
sonrasında, Türkiye’nin uluslararası anlaşmalardan doğan müdahale hakkını kullanmasının
sonucunda bu devlet ilan edilmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan
edildikten sonra, Rumlar Kıbrıs’ın tek yasal devleti olarak kendilerini Avrupa
Birliğine ve dünya kamuoyuna kabul ettirmişlerdir. Avrupa Birliği, Güney Kıbrıs
Rum yönetimini her şeye rağmen tam üye olarak almış ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ne de yasa dışı bir oluşum muamelesi yapmıştır ve yapmaktadır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti uzun yıllardır Rum ve müttefikleri tarafından
haksız ve insafsız bir ambargo altında tutulmuş ve hâlâ tutulmakta, ekonomik,
ticari, siyasi ve sosyal baskıya muhatap kılınmaktadır.
Türkiye kaynak yönünden
Yunanistan’dan 6 defa daha büyük, ekonomik ve askerî güç olarak da yaklaşık
Yunanistan’ın 2,5 katıdır. Yunanistan coğrafi bakımdan dağınık olmasına karşın
Türkiye coğrafi bakımdan da derli topludur. Yunanistan bugün ekonomik yönden
kriz ve sosyal yönden de kaos içinde bulunmaktadır. Buna rağmen Kıbrıslı Rumlar
Yunanistan ile iş birliği yaparak, Türkiye’nin bölge ülkeleriyle gerilim içinde
bulunmasından yararlanarak, Kıbrıs’ın güneyinde doğal gaz arama ve çıkarma
faaliyetlerine başlamışlardır. Kıbrıs Türk tarafı da karşılıklılık temelinde
ana vatan Türkiye ile benzer bir anlaşma yapmıştır. Rum yönetimi tarafından
atılan adımları, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Türkiye’yle birlikte eşdeğer
adımlar atarak cevaplandırmak durumunda kalmıştır. Piri Reis ve ardından da
diğer bazı Türk gemilerinin bölgede sismik araştırmaları simgesel de olsa bir
biçimde devam ediyor. Rumların tek yanlı provokasyonları bölgede alabildiğine
sürmektedir. Bu arada, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile Güney
Kıbrıs Rum Lideri arasında Kıbrıs sorununun çözümü için sonu gelmez görüşmeler
de sürüyor.
Değerli milletvekilleri,
Türk dış politikasında Kıbrıs, turnusol kâğıdı rolü oynayan bir kavramdır. Bir
zamanlar Londra ve Zürih anlaşmalarıyla garantör ülke Türkiye’ydi. Bu
anlaşmalara göre, Türkiye’nin onayı olmadan Kıbrıs uluslararası bir kuruluşa
üye olamazdı. Bugün, Kıbrıs Rum kesiminin onayı olmadan Türkiye’nin Avrupa Birliği
üyeliği söz konusu olamıyor. Rumlar bugün Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerini
veto eder, bloke eder hâle gelmiştir. Millî bir dava olan Kıbrıs konusunda
izlenen yanlış politikanın bundan daha açık bir göstergesi olamaz. Bu aşamaya
nasıl gelindiği de üzerinde durulması gereken bir husustur.
Bilindiği gibi, Kıbrıs’ın
kendisi ilgili taraflar arasında başlı başına bir sorundur. Böyle bir sorunun
Türkiye’yle Yunanistan ilişkilerinin, Türkiye-AB ilişkilerinin, gümrük birliği
anlaşmalarının, Türkiye’nin AB’ye aday ülke ilan edilmesinin ya da Türkiye’nin
AB’yle imzaladığı Katılım Ortaklığı Belgesi’nin aracı olmaması gerekirdi.
Bilindiği gibi, Zürih ve Londra anlaşmalarında Kıbrıs’ta üç garantör ülke
vardı; Türkiye, İngiltere ve Yunanistan. Avrupa Birliği, sorunun çözümlenmesi
süreci bağlamında aşama aşama konuya müdahale ederek âdeta dördüncü garantör
ülke konumuna gelmiştir. 1995 yılında Türkiye’yle Avrupa Birliği arasında
imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması da bu anlaşmalardan birisidir. Nitekim
zamanın İngiltere Dışişleri Bakanı Cook “Türkiye Kıbrıs ile müzakerelerin
açılmasını 1995’te kabullendi, Gümrük Birliği de bu bağlamda gerçekleşti.”
demiş idi.
2000’li yıllarda Türkiye
ile AB arasında imzalanan Katılım Ortaklığı Belgesi’yle Kıbrıs sorununun
çözümünün Türkiye’nin AB üyeliği için kısa vadede siyasi kriter olduğu ilan
edildi. Zamanın Yunanistan Dışişleri Bakanı Papandreu, “Helsinki kararlarıyla
Kıbrıs ve Türk-Yunan sorunları Avrupa Birliğinin sorunu olmuştur.” şeklinde bir
de talihsiz açıklama yaptı.
Kıbrıs meselesi AKP
İktidarının iş başına gelmesiyle ilginç bir seyir izlemiştir. Başbakan Erdoğan
Kıbrıs meselesini “Kırk yıldır çözülmeyen sorun” olarak değerlendirmiştir.
Kıbrıs sorununu, Denktaş’ın uzlaşmaz tutumu ve çözümsüzlüğü çözüm olarak
görmesinin sonucu olduğu iktidar yetkilileri tarafından sık sık iddia
edilmiştir. AKP İktidarı Kıbrıs sorununu “Denktaş sorunu” olarak ele almıştır.
Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş’ın görevden ayrılmasından sonra yerine Kıbrıs’ta
“yes be annem”ci Mehmet Ali Talat getirilmiştir.
Bu dönemde AKP’nin Kıbrıs
politikası dört sloganla ifade edilir hâle gelmiştir: “Komşularla sıfır sorun”,
“kazan-kazan modeli”, “bir adım önde olmak”, “Yes be annem!”
İlk aşamada, AB’nin yoğun
baskısı altında, Annan Planı’nı, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti,
Türkiye’nin etki ve telkinleriyle, “Yes be annem!” yaygaraları altında kabul
etmiştir. Kıbrıs Türk tarafının kabulüne karşılık, Rum tarafı bu planı
reddetmiştir. Rumlar, bu tavrıyla, Türklerle bir arada yaşamak istemediklerini
bütün dünyaya ilan etmişlerdir. Buna rağmen, Avrupa Birliği, Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi’nin bütün Kıbrıs’ın tamamını temsil etmesini doğal ve meşru ilan
etmiştir. Avrupa Birliği, tek başına Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tam üye
olarak bütün Kıbrıs’ı temsil edecek bir statüyle üyeliğe alması yetmiyormuş
gibi, bu defa da Türkiye’ye “AB üyesi bir ülkeye limanlarını aç.” baskısını
yapmaya başlamıştır. Bütün bunlara karşın, Mehmet Ali Talat’ın yönetiminde
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, bir yandan Rumlara jest yapıp kapı açarken,
sürekli barış talep eden taraf görüntüsü içerisinde inatla da görüşmeleri
sürdürmüş ve bugün gelinen noktada, orta yerde, öylesine durmaktadır.
İdealizm, ahlak ya da
felsefeden entelektüeller etkilenir ancak diplomatlar, tartışılır konu olarak
gerçekleri, sürdürülebilir olguları ve mümkün olabilenleri irdelerler. Masada
oturan diplomatlar, tumturaklı cümlelerden daha çok, masaya düşen güç ya da
güçlerin gölgesiyle ilgilenirler. “Ya AB’ye üyelik ya Kıbrıs”, “Ya gümrük
birliği ya Kıbrıs”, “Ya taviz ya ambargo” denklemlerini kuranlar, Türkiye
çıkarını esas alan yaklaşım içinde olmamışlardır.
Değerli milletvekilleri,
biliyorsunuz, nesillere bilinç, ruh ve mana veren davalar vardır. Bu davalar
halkları millet yapar, bir arada tutar, ideal kazandırır ve onları bir anlam
sahibi eder; nesillere ruh, yurttaşlara da istikamet gösterir. Kıbrıs böyle bir
davadır; Kıbrıs, Türkiye için aynı zamanda millî, dinî, insani ve ahlaki bir
davadır; Kıbrıs, fiyatı olmayan, maliyeti hesaplanamayacak kadar büyük olan bir
davadır. Hiçbir maliyet-fayda analizinin Kıbrıs için anlamı yoktur. Kıbrıs,
Türkiye açısından, tarih bakımından zorunlu, jeopolitik bakımdan olmazsa olmaz,
siyasi anlamda da tartışmasız bir coğrafyadır.
Değerli milletvekilleri,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni stratejik olarak güçlendirmenin yolu stratejik
unsurlar yönünden Kuzey Kıbrıs’ı güçlendirmekten geçmektedir. Kıbrıs için
stratejik iki unsur vardır: Bunlardan birisi enerji ise diğeri de sudur.
Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti yarı kurak iklime sahiptir. KKTC için suyun önemi hayatidir.
KKTC’de içme ve kullanma suyunun tamamı yer altı su kaynaklarından
sağlanmaktadır. Yer altı suları da hızla tuzlanmaktadır. Bu yüzden Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nin su sorunu her şeyden daha öncelikli bir konuma gelmiştir.
Bir süre önce Rumların
Evangelos Florakis donanma üssünde meydana gelen patlama, Güney Kıbrıs’ın
elektrik ihtiyacının önemli bir kısmını karşılayan Vasiliko elektrik santralini
devre dışı bırakmıştı. Güneyin genelinde elektrik kesintisi yaşanması nedeniyle
Rum yönetimi, elektrik enerjisi açığının bir kısmını Türk tarafından karşılamak
zorunda kalmıştır. Bu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne her anlamda ciddi bir prestij
sağlamıştır.
Kıbrıs Barış Suyu
Projesi’nin hayata geçirilmesi için düğmeye basılması ve anlaşma yapılması
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin elini daha da güçlendirmiştir. Zira yarı
kurak ikliminden dolayı nehir ve dere gibi doğal su kaynaklarına sahip olmayan
Ada, boru hatları ile taşınacak suya can suyu kadar önem vermekte ve ihtiyaç
duymaktadır.
KKTC’nin ekonomik alanda
atacağı adımlarla uluslararası kamuoyu nezdinde farklı bir Kuzey Kıbrıs imajı
oluşturabilecektir. Ada’daki asimetrinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti lehine
bozulması, Birleşmiş Milletlerin temel parametreleri çerçevesindeki kalıcı bir
çözüm için de gerekli unsurlar arasındadır.
Bu anlaşmayla hem Türkiye
Cumhuriyeti tarafından hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarafından kara
yapıları ve boru hattı vasıtasıyla gerçekleştirilecek deniz geçişinin inşası
Türkiye tarafından yapılacaktır. Kara yapıları ile deniz geçişli boru hattının
ve proje kapsamında inşa edilen tüm tesislerin mülkiyeti, inşanın başlandığı
andan itibaren Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olacaktır.
Her anlamda yararlı ve
stratejik bir anlaşmadır. Her iki ülkeye de hayırlı olmasını diliyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Yeniçeri.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder.
Buyurun Sayın Önder.
Süreniz yirmi dakika.
BDP GRUBU ADINA SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli üyeler; iki arkadaş yola
gidiyorlarmış, yolun yarısında bir yağmur başlamış, tedbirli olan birisi
çıkarmış abasını diğerine vermiş. Adam, ıslanmadan, bu yolculuk, yağmur faslını
atlatmış. Yağmur dinince abayı veren söylenmeye başlamış “Yahu, iyi ki benim
yanımda bu aba vardı, bak yoksa sırılsıklam olacaktın.” demiş. Diğeri “He
kardaş, Allah razı olsun.” demiş. Biraz daha gitmişler “Yahu bir düşünsene ben
sana bunu vermeseydim ne hâle gelirdin falan.” demiş. Bir, üç, beş, en son,
öbürü, bir dere kenarına geldiğinde kendini kaldırmış dereden aşağı atmış “La,
bilmem ne, bundan da fazla ıslanmazdım ya!” demiş.
Bu meseldeki gibi bizim
Kıbrıs’la ilişkimiz. Sürekli bir başlarına kalkma görgüsüzlüğü, sürekli bir
minnete sokma görgüsüzlüğü, herhangi bir doğrultu içermeyen, tutarlılık gibi
bir derdi olmayan, evrensel insan haklarıyla kendini bağlı saymayan, dün şöyle,
bugün böyle, konjonktüre göre dalgalanan bir ilişkimiz var ama esas olarak bu
başlarına kalkma görgüsüzlüğü bu adanın otuz küsur yıllık makûs talihi.
Biraz tarihten bakmak
lazım, nasıl oldu, bu işler buraya nasıl geldi, niye bir türlü çözülemiyor?
Türkiye, bu konuda acayip bir ülke. Bu Kıbrıs harekâtı yapıldığında dünyada
buna koltuk çıkan bir tek ülke vardı, onun liderini de paramparça ettirtmek
için bu ülkenin toprakları üs olarak kullanıldı. Libya Lideri rahmetli
Kaddafi’den başka bu işe koltuk çıkan yoktu. Bizim ülkemiz de onun paramparça
edilmesi için ne gerekiyorsa onu yaptı.
Şimdi, ondan sonra yaklaşık
işte yirmi dokuz, otuz yıl önce oradaki o faşist darbeyi önlemek amaçlı yapılan
müdahale giderek bizim oraya kök salmamız, orada oturup kalmamız yolunda bir
politikaya dönüştü. Bunu başımıza 2’nci kez bela eden Kenan Evren’dir. Tuttu
bugünkü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletini ilan etti. En az 12 Eylül
iddianamesi kadar ağır bir suçla bu meseleden dolayı yargılanması gerekir.
Şimdi zaman zaman burada
milletvekilleri çıkıyorlar yaygın bir kullanım, her bu ülkenin resmî politikasının
dışındaki her söylemi “sözde” diye sözde Kürt devleti, sözde Ermeni devleti,
sözde şu bu diye söylüyorlar ya. Bu tanıma uyan tek yer aslında Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’dir çünkü bizden başka uluslararası toplumda buna “devlet”
diyen bir tek Allah’ın kulu yoktur, dost düşman buna dahildir. Biz kalkıyoruz
bunun devlet olduğu yalanını otuz küsur yıldır bu halka riyakârca söylemeye
devam ediyoruz. Yakın dönem cumhuriyet tarihinde bu kadar veballi ve bu kadar
sık söylenen başka bir yalan yoktur. Devlet değil, niye yalan söylüyorsunuz bu
halka? Kendiniz çalıp kendiniz oynuyorsunuz. Bu ülkenin seksen ikinci vilayeti
yapmaya çalışıyorsunuz ama boyunuzu ve haddinizi aşan bir yeri var.
Buraya su götürülmesi
meselesi doğrudur çünkü bu ülkenin kalın bağırsağı durumuna getirdiniz orayı.
Bu kalın bağırsağı temizlemek için çok su götürmeniz lazım. Bakın bu ülkede
kontrgerilla örgütlenmesi, bakın bu ülkede Amerika tarafından kurdurulan
hükûmetler; onların kocaları, onların hısımları, akrabaları, ondan önceki hükûmetin
bakanları, hepsinin Kıbrıs’ta mezbelelik hâline getirdikleri ya bir bankaları
ya çat pat fiktif firmaları ya da hükûmetleri olmuş. Şimdi, siz, bu ülkenin
bütün safrasını orada temizleyeceksiniz diye hem Ada halkına hem Türkiye
halklarına yıllardır Kıbrıs’ın bir devlet olduğu yalanını söyleyip
duruyorsunuz. Meseleye buradan bakmayan her türlü değerlendirme eksiktir,
sonuca hizmet etmez, bir yalanı çok fazla söylemekle hakikate inkılap etmez.
Şimdi bakıyoruz, bu ülkede
bizim öyle tutarsız bir yaklaşımımız var ki Annan Planı’yla kendinizi
bağlamışsınız. Karşı taraf nasıl davranmış olursa olsun şimdi gelinen noktada
bunun tam tersi -eskiler “değnek atma” derlerdi, mütegallibenin toprak edinme
biçimiydi- uçaktan seyrederek “Ya, şurası da güzelmiş, burayı vermeyelim.”
diyorsunuz. Bu Hükûmetin genel pervasızlığının tavan yapmış hâlidir aynı
zamanda Kıbrıs.
Önce şu gerçekleri bilmek
lazım: Buranın nüfus artışında bu kolonizasyonun -kolonize bir ülkedir- rolünü
bir hatırlamamız gerekiyor. Adalı olan nüfus, hâlihazır nüfusun beşte 1’i, siz
buraya 5 katı kadar, o ülkenin yerli halkının 5 katı kadar adam ithal
edeceksiniz, nüfus ithal edeceksiniz, ondan sonra yaptığınız bütün düzenlemeler
sizin oraya ithal ettiğiniz nüfusun iaşesini, ianesini sağlamaya dönük; oraya göndermişsiniz,
orayı kolonize etmişsiniz, bunu besleyeceksiniz, bunun da böyle bir şeyi var.
Ondan sonra kalkıp diyeceksiniz ki: Besleme. Ondan sonra kalkıp her türlü
insani, evrensel ve hukuksal talepleri karşısında biz, sizin için –baştaki
fıkrada da anlattığım gibi- şöyle, şöyle, şöyle şeyler yapmıştık. Yani ebet
müddet siz bize muhtaçsınız, ne dersek onu yapacaksınız; her türlü pisliğimizi
burada arıtmaya devam edeceksiniz, diyeceksiniz. Böyle bir şey hiçbir ahlaki
norma sığmaz. Aynı görgüsüzlük başka bir ülkeyle de söz konusu. Yani bu,
Hükûmette temel bir refleks hâline gelmiş.
Kore’ye Meclisten karar
çıkarmadan, sırf “NATO’ya bizi alsınlar.” diye bu ülkenin evlatları apar topar
gönderildi. Öyle talihsiz bir şey ki, öyle talihsiz bir süreci başlattı ki
Kore’ye müdahale, Kenan Evren de sırf Kore kıdemi yüzünden Genelkurmay Başkanı
oldu -gerçi al birini vur ötekine, o olmasa Nurettin Ersin olacaktı ama- böyle
de bir şeyi var.
Bugün Anadolu’da “Topal”
lakaplı anılan herkesin Kore’de topuğundan vurulduğu söylenir. Sanayi Bakanı
kalktı, mütekabiliyet isteyen Korelilere “Biz sizin için orada o kadar şehit
verdik.” dedi. Yani insanın, neuzübillah... Bu şehitlik meselesi dönüp dolaşıp
hep benim önüme geliyor. Sen, bir Korelinin yanında durup kendi kardeşi için ötekiyle
savaşmaya Meclisten karar çıkarmadan bu ülkenin evlatlarını gönderip orada
kırdırtacaksın Amerikan çıkarları için, ondan sonra da adam, ticaretini
gözettiğinde, ki bu ticaret meselesi bu Hükûmetin olmazsa olmazlarından birisi…
Aynı, Bakan Sayın Çağlayan bu, Fransa’daki Ermeni tasarısı meselesinde kıyamet
koptuğu zaman, buradaki en büyük Fransız firması, yıllarca bu ülkeye orduyla
ortaklık kurup tapon mal satan firmaya dönük bir şey yapılacağı zaman “Onlar
Türk oğlu Türk’tür.” dedi. Böyle bir Türklük dağıtma ruhsatını inhisarında
görüyorlar, bir Türklük bahşediyorlar. Yani tercümesini ben yapayım: Yahu
gardaş, para getirsinler de ne ederlerse etsinler anlayışı var. Bu Bakan,
Korelilere aynı bu görgüsüzlüğü yapmıştı, dedi ki: “Biz sizin için o kadar şehit
verdik.” Ee? O zaman gelip ticari olarak burada her türlü madrabazlığı yapma
hakkımız var. “Madrabazlık” lafı bana aittir, Sayın Bakana ait değil.
Şimdi, bu anlayış Kıbrıs’ta
da bu şekilde tezahür ediyor. Hiç kimse kalkıp da “Yahu, bu adanın gerçek sahipleri
vardı kardeşim, bunlar ne düşünüyorlar?” demiyor. Milliyetçi, hamasi
söylemlerde bulunan sayın vekiller şu gerçeği niyeyse hep göz ardı ediyorlar:
Tarihi en az biz de sizler kadar biliyoruz, tarihini de sizler kadar biliyoruz
ki o tarihi de… Çok sahih ve salih amellerle fethedilmiş bir ada değil. Rivayet
ederler, Sultan Selim şarabı çok güzel diye burayı fethettirtmiş yani öyle çok
bir Türk obası değil. Ama şu, o tarihine bakarak söyledikleri şeyleri, bu
ülkenin, dört tarafı dertle çevrili bu adanın bugün nasıl bir fuhuş, nasıl bir
kumarhane, nasıl bir mafya cennetine dönüştürüldüğünden hiç bahsetmiyorlar. Bu
adadaki bütün milliyetçi söylem, işte, bu saydığım sektörlerin finansmanıyla
neşvünema buluyor. Kim ki bu lafları ediyor -Meclistekileri kastetmiyorum-
Kıbrıs’ta kim ki bunun bayraktarlığını yapıyor, bakıyorsunuz ki arkasında fuhuş
baronları, bakıyorsunuz insan etini pazarlayan bir mantık, bakıyorsunuz
kumarhane turizmi, bakıyorsunuz envaiçeşit rezillik.
Kalın bağırsağı derken hiç
kimseyi tahfif, tahkir etmek gibi bir niyetimiz yok. Bunları çektiğiniz zaman
bu ülkede hayatı duracak duruma getirmişsiniz. Neo liberal sistem böyle bir
şeydir. Önce kendi çarşısını bu şekil bina eder, ondan sonra bunu savunacak
dangalak zihniyetler bol miktarda zuhur eder, artık başkasını yapmaya
kalktıklarında sizin bir şey yapmanıza gerek kalmaz, onlar sizin yerinize
yeterince direnirler.
Hatırlayalım, Rumlar doğal
gaz aramaya başladıklarında biz bunu savaş sebebi saymıştık. Yahu, ülke
dediğin, ağızla başka organı birbirinden ayıran belli ölçüler vardır. Ülke
yönetmek ağzından çıkan lafı kırk kantarda tartmak demektir. Savaş sebebiydi,
bir tane “…” (*) gemi gönderdiniz, canını o gemi zor geri Türkiye
topraklarına attı. Bugün orada doğal gaz kaynakları bulunuyor, bugün orada
petrol çıkarıyor bir Rus firması Rumlar adına. Buna karşılık siz ne
yapıyorsunuz? Gidiyorsunuz Shell’le anlaşıyorsunuz, o da orada petrol arayacak.
Noble firmasının da, Shell
firmasının da insanlık vicdanında çok kötü sabıkaları vardır. Nijerya’daki
faşist yönetimi finanse edip ülkeyi bir kan gölüne çevirmiş ve orada bütün yer
altı, yer üstü kaynaklarını talan ettirtmiş bir firmaya siz gidip o ülkedeki
geleceğinizi teslim ediyorsunuz. Bütün bunların üzerine örtülecek en etkili şal
milliyetçi söylemdir, milliyetçiliğin kendisi de değil, milliyetçi söylem.
Buraya gelirsiniz “vatan” dersiniz “millet” dersiniz “bizim gözbebeğimiz”
dersiniz, çok kafanızı bozarsa “beslememiz” dersiniz, ağanın azaba yaptığından
daha zalimce, daha pervasızca davranır gidersiniz. Olan biten budur.
Ne oldu sizin savaş sebebi
saymanıza? “Donanmamız da nihayet devreye girdi, kendine geldi.” diye yazı
yazan -şimdi bir şey söyleyeceğim, kendime hâkim olayım- düzenbazlar oldu bu
memlekette. Ne oldu? Hiç mi fikri takip yok? Hiç mi fikrinizin haysiyeti yok?
Olan ne oluyor? Bu ülkenin genç dimağlarını kodluyorsunuz, olacaksa biz çözüm,
siz böyle okside ettiğiniz için zihinleri, onlara düşmanlık, nefret söylemi,
karşıdaki halkı aşağılayan, yok sayan, her türlü aşağılamanın önüne bir takı
olarak kullanılmasını sağlayan bir söylem enjekte ettiğiniz için bu çözüm
çözümsüzlüğe doğru hızla gidiyor.
Şimdi bir de adını
değiştiriyorlar bu ülkenin. Dün biz söylesek kıyameti koparırlardı. Dün bu adın
kutsallığı, bu bayrağın kutsallığı üzerine elli bin türlü ideoloji inşa
etmiştiniz, adını değiştiriyorsunuz. Ne Türkiye’de ne Kıbrıs’ta, ne Eroğlu ne
Sayın Erdoğan çıkıp… Ne oldu da bu isim değişikliğine gidiliyor hatta bir
anayasa değişikliğinden söz ediliyor? Buna dair Kıbrıs halkının, Türkiye
halklarının bildiği bir tek cümle yoktur. Varsa burada sayın bakanlardan bu
konuda bir şey söyleyecek olan, mutlu oluruz. Niye adını değiştiriyorsunuz? Ne
gullep dönüyor orada? Neyin peşindesiniz?
Şimdi, hâl böyle olunca,
sizin bir lütuf gibi gördüğünüz şeyi, sizin boynunuzun borcu, bir nevi
yarattığınız pisliği temizlemek olarak göreceksiniz. Ama dönüyoruz, bir yeri
abat ederken bir yeri harap etmek yeryüzünde en çok bu millete mahsus; artık,
bunu bu duruma getirdiniz.
(*) Bu bölümde Hatip
tarafından Türkçe olmayan bir kelime ifade edildi.
Dönüyorsunuz, Anamur’da
yapılacak olan baraj için oradaki köylüye, oradaki yerli halka hiçbir şey
sormadan, neredeyse bir tarım cenneti olan bölgede binbir türlü tahribat
yapıyorsunuz. Su, bir insanlık hakkıdır. Bugün şişeleyip satıyorsunuz, uğruna
savaşlar sürdürülüyor ama unuttuğunuz bir gerçek vardır: Tıpkı hava gibi bir
insanlık hakkıdır ve yeryüzündeki tüm yaratılmışların ortak mülkiyetidir. Onun
için, yani bunu Cenabıhak böyle tanzim etmişken sizin başka türlü nizamat
vermeye çalışmanız, bunu bir meta hâline getirmeniz, alınır satılır bir nesne
hatta bırakın alınır satılır bir nesne, bir savaş, bir diz çöktürtme, bir
mecbur bırakma, bir tehdit, bir şantaj aracı olarak kullanmak yine neo liberal
sisteme mahsus bir şeydir. En büyük temsilcisi, en yılmaz savunucusu da mevcut
Hükûmettir.
Sayın Kürkcü,
Milletvekilimiz Sayın Kürkcü “Kıbrıs işgal altındadır.” dediği zaman kıyameti
kopardınız. Kıbrıs işgal altındadır. İşgal eden zihniyet de bu neo liberal, bu,
orayı fuhuş, kumar ve binbir türlü mafya pisliğiyle yönetmeye çalışan
zihniyettir. Hangi ülkenin bayrağını taşıdığının hiçbir önemi yoktur.
Kapitalizmin, paranın dini, imanı, ulusu, aidiyeti olmaz.
Son olarak, sözlerimi
bağlarken, biraz da bu adanın gerçek halkı, gerçek sahibi, oraya taşımayla
götürülmeyen, ithal edilmeyen halkı ne düşünüyor, bir parça bunun üzerinde
düşünmenizi diliyorum.
Saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Önder.
Şimdi AK PARTİ Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın Volkan Bozkır.
Buyurun Sayın Bozkır. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA VOLKAN
BOZKIR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’yle imzalanan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Su İhtiyacının
Karşılanmasına İlişkin Hükümetlerarası Çerçeve Andlaşması’nın onayı vesilesiyle
AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum ve yüce Meclise saygılarımı
sunuyorum.
Kıbrıs Türk’ü,
mücahitlerimizden devraldığı kararlılıkla, hür yaşama iradesini ortaya koyarak
insan hakları, hukukun üstünlüğü ve bunun gibi evrensel değerler üzerinde yükselerek
dünya sahnesindeki onurlu yerini almıştır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ise,
siyasi ve ekonomik alanlarda bugüne kadar katettiği mesafeyi misliyle
aşabilecek birikimi ve donanımıyla bizim için iftihar kaynağı olmaktadır.
Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti arasındaki ilişkiyi güçlendirmek, birlikte hareket etmek ve bu, hem
Türkiye’nin hem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin vardığı noktayla iftihar
etmek yerine, bundan rahatsızlık duymak ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ve
Türkiye’yi rahatsız edecek ifadeler kullanmak, Türkiye’yi Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nde işgalci olarak göstermek, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
nüfusunu da âdeta Türkiye’den tamamen götürülmüş insanlar hâlinde düşünmek,
bence hem vicdana sığmaz hem akla sığmaz hem de bu kadar yıldır çekilen
sıkıntılara da karşılık olmamalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti ve
Kıbrıs Türkleri, Birleşmiş Milletler çevresinde yürütülen müzakereler yoluyla
Ada’da kalıcı ve kapsamlı çözüme ulaşılması amacıyla çaba sarf etmektedir.
Hedef, 2012 yılının ikinci yarısında kapsamlı çözüme ulaşmaktır. Biz bu hedefin
gerçekleşmesi için, Türkiye olarak elimizden gelen tüm imkânları
kullanmaktayız, siyasi olarak, ekonomik olarak uluslararası platformda sahip
olduğumuz güçten yararlanarak da bu hedefe ulaşılması için gerçekten önemli
mesafe katettiğimizi düşünüyoruz. Ancak Kuzey Kıbrıs sorununun çözümü ve Kıbrıs
sorununun çözümü Doğu Akdeniz ve Orta Doğu bölgesindeki güven, istikrar ve iş
birliğine de katkıda bulunacak olmasına rağmen, Kıbrıs sorunu tek başına Türkiye’nin
veyahut Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin çözebileceği bir sorun ve konu
değildir. Dolayısıyla, Rum tarafınca da gerekli siyasi iradenin ve kararlılığın
ortaya konulması ve önümüzdeki son fırsatın iyi değerlendirilmesi
gerekmektedir. Rum tarafı gerçekten dünyada çok az sayıda kalmış, şımartılmış
çocuk karakterinde hareket etmekte olan bir camiadır. Bu şımartılmış Kıbrıs Rum
toplumunun ve devletinin gerçekten artık uluslararası toplum tarafından ve
dünyada bölgede çıkarı olan, bölgede nüfuzu olan, bölgede bu kadar zamandır
bulunmuş ülkeler tarafından doğru yola sevk edilmesi ve üzerlerinde baskı
kurulması zamanı gelmiştir. Kıbrıs Türk tarafının çözüm yönündeki iradesini
kararlılıkla ortaya koymuş olmasına rağmen, maruz bırakıldığı insanlık dışı kısıtlamaların
hiçbir makul bir izahı bulunmadığı da açıktır. Ancak 2004 yılında olduğu gibi
mevcut sürecin de sonuçsuz bırakılması hâlinde bunun bedelinin Türk tarafına
ödettirilmeye devam edilemeyeceğinin, Kıbrıs Türk halkına başkasının
uzlaşmazlığının ceremesini yüklenemeyeceğinin bilinmesi de gerekmektedir.
Kıbrıslı Türklere uygulanan kısıtlamaların artık kaldırılması gerekmektedir.
Dünyada mevcut bütün duvarlar yıkılmış iken Kuzey Kıbrıs’ta bir duvarın mevcut
olduğunu görmek hepimizin yüreğini sızlatmaktadır ancak bütün dünyanın da artık
bu sorunun çözümü için, bu duvarın da yıkılması için gayret sarf etmesi zamanı
gelmiş ve geçmiştir. Kıbrıs Türk’ü refahını yükseltecek ve layık olduğu yaşam
kalitesine kavuşacak değerlere ve beceriye sahiptir. Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin bu yolda da her zaman olduğu gibi gelecekte de yanında
olacaktır. Türk Hükûmeti, Kıbrıs Türk’ünün girişimciliğinin ve başarma
arzusunun ekonomik kalkınma alanında da daha fazla hayata geçirilmesine büyük
önem atfetmektedir ve bu yönde de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükûmeti ile
birlikte çalışmaktadır. Bir yandan kısa sürede çözüme ulaşılacak gibi bir
uzlaşma için çaba sarf ederken, diğer yandan Türkiye ile KKTC arasındaki
bağların güçlendirilmesine, her alanda ikili iş birliği mekanizmalarının hayata
geçirilmesine, bu yönde girişimlerde bulunmaya devam ediyoruz. Bunun, çözüm
çabalarımıza da katkıda bulunacağını düşünüyoruz. Kıbrıs Türk halkının refahı
ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ekonomik alandaki başarısı, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nin kendi ayakları üzerinde güvenle durabilmesi, kalkınması ve
gelişmesi öncelikli hedefimizdir. Birlikte hareket ederek, süratle KKTC’yi
ekonomik olarak çok daha sağlam, müreffeh ve rekabet edebilir bir yapıya
kavuşturabileceğimize inanıyoruz.
Son dönemde, bu bağlamda
ısrarlı ve kararlı bir politika uygulanmıştır ve önemli gelişmeler
sağlanmıştır. Çalışmaların meyvesini vermekte olduğunu, ekonominin güçlendiğini
ve refahın giderek arttığını memnuniyetle müşahede ediyoruz. Birçok AB ülkesinde
ve dünya genelinde ekonomik sıkıntıların yaşandığı bir dönemde Türkiye’nin
yakaladığı başarıdan Kuzey Kıbrıs da mutlaka yararlanacaktır. Bu çerçevede,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne sağlanan hibe, teşvik ve krediler artmakta
olup, 2011 yılı itibarıyla bu ülkeye desteğimiz 1 milyar Türk lirasına
yaklaşmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
KKTC’nin her alanda desteklenmesi politikamız çerçevesinde Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin verimli topraklarına Türkiye’den hayat suyu getirilmesini
sağlayacak, ana vatan ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasındaki sarsılmaz
birlik ve dayanışmayı pekiştirecek büyük bir projenin temelleri atılmıştır. Bu
çerçevede inşa edilecek denizaltı boru hattı projesinin üç yılda tamamlanması
ve 440 milyon ABD dolarına mal olması öngörülmektedir.
Bu boruyla su taşınması
projesinin dört ana unsuru vardır:
Birincisi: 2011 Mart ayında
temeli atılan ve inşaatına başlanan Alaköprü Barajı’dır. Dragon Çayı üzerinde
inşa edilecek Alaköprü Barajı’nın ihalesi Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
tarafından sonuçlandırılmıştır ve barajın temel atma töreni de 7 Mart 2011 günü
Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın ve KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Derviş
Eroğlu ve KKTC Başbakanı Sayın İrsen Küçük’ün katılımlarıyla
gerçekleştirilmiştir.
İkincisi: Anamur’dan çıkıp
Akdeniz’den su altından geçerek Girne Karşıyaka’ya ulaşacak bir boru hattıdır.
Projenin ikinci bölümü olan boru hattının yapımının iki yıl içinde bitmesi
öngörülmektedir.
Üçüncüsü: Kıbrıs’a ulaşan
bu suyun depolanıp dağıtımının yapılacağı Geçitköy Barajı’nın kapasitesinin 1
milyon metreküpten 25 milyon metreküpe ulaşması için yapılacak mevcut barajı
büyütme çabasıdır.
Dördüncüsü ise: Söz konusu
barajdan, Geçitköy Barajı’nda depolanan suyun tüm Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
sathından ilgili bölgelere dağıtımının yapılacağı boru hattının döşenmesidir.
Toplam 500 kilometre
uzunluğundaki boru ağının tüm KKTC’ye erişmesi planlanmaktadır. Projenin
bitiminin 7 Mart 2014 tarihinde tamamlanması Sayın Başbakanımız tarafından
müteaddit kereler açıklanmıştır.
Değerli milletvekilleri,
anılan proje çerçevesinde getirilecek suyun Rum tarafına doğrudan satış olanağı
da olabilecektir. Ayrıca bunun arazi değerinde artışa neden olacağı da açıktır.
Bu iki unsurun, olası bir kapsamlı çözüm çerçevesinde mülkiyet meselesinin Türk
tarafının daha lehine koşullarla çözülmesi ve olası bir toprak transferinin
asgaride tutulmasına yardımcı olacağı da açıktır. Türk tarafının müzakerelerde
elini güçlendirebilecek bir unsura dönüştürülmesi imkânı bu projeyle mümkün
hâle gelebilmektedir.
Kıbrıs sorunu bir çözüme
ulaşsın ya da ulaşmasın, sağlıklı, sürdürülebilir ve üretkenliğiyle, rekabet
edilebilirliği devamlı olarak artan bir ekonomik yapı Kıbrıs Türk halkının
geleceğinin en önemli teminatı olacaktır. Kıbrıs Türk halkı, ekonomide de değişim
dinamiğini gösterecek güce sahip olduğunu defalarca kanıtlamıştır. KKTC
Hükûmetinin bu amaca yönelik yapmakta olduğu cesur adımlara desteğimiz tamdır.
Tüm engelleri birlikte aşacağımızdan, Kıbrıs Türk halkını daha güçlü
kılacağımızdan, daha mutlu bir müreffeh bir geleceği birlikte kazanacağımızdan
hiç kimsenin şüphesi olmasın. Türkiye, Kıbrıs Türk’ünün yanındadır, daima
yanında olacaktır, garantör ve ana vatan sorumluluklarını yerine getirmeye
devam edecektir, hiçbir suretle bundan ödün vermeyecektir ve millî davamızda
ancak birlik, beraberliğimizi hassasiyetle muhafaza ederek hakça bir sonuca
ulaşabileceğimiz açık iken, bu kürsüden bu Türkiye ile KKTC arasındaki
gerçekten çok önemli bağı zedeleyecek açıklamalar yapılmasını da burada
şiddetle kınıyorum. Gücümüzün asli kaynağı olan birlik ve beraberliğimiz bugün
her şeyden daha önemlidir ve her zamankinden daha sağlam olması gereken bu
noktada da bu tür söylemlerle bunu zafiyete uğratmanın bir anlamı yoktur.
Kıbrıs Türk halkının her türlü engel ve kısıtlamalara rağmen geldiği bu
noktadan dolayı gerçekten haklı bir kıvanç duyuyoruz. Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk halkının hem bugününün teminatı hem de geleceğini
kurarken en sağlam dayanağı olacaktır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bozkır.
Şimdi, 81’inci maddeye göre
soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Alim Işık, Milliyetçi
Hareket Partisi Kütahya Milletvekili.
Buyurun Sayın Işık.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bilindiği gibi
kısa süre önce Kıbrıs’ın da içinde bulunduğu Doğu Akdeniz Bölgesi’ne Rum ve
İsrail ortaklığı petrol arama platformu kuruldu ve bunun üzerine de Türkiye
“Piri Reis” isimli gemiyi gönderdi. Bu bölgede olup bitenler ne aşamadadır? Bu
platformda petrol bulunmuş mudur? Bulunduysa Kıbrıs’ın ve Türkiye’nin hakkı ne
olacaktır? Bizim Piri Reis gemisi ve diğer çalışmalarımız ne aşamadadır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Işık.
Başka sisteme giren
arkadaşımız yok.
Sayın Bakan, buyurun.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Evet, teşekkür ediyorum.
Ben, müsaade ederseniz
özellikle Alaköprü Barajı altında, göl alanında kalacak dört köyle ilgili sayın
milletvekilleri konuşma yaparken bazı sorular sormuştu, onları da
cevaplandırayım. Efendim, bir kere Alaköprü Barajı sadece Kıbrıs’a yılda 75
milyon metreküp su vermekle kalmayacak, aynı zamanda bilhassa Anamur’daki
mümbit toprakları da sulayacak olan çok maksatlı bir barajdır. Yani maksat
sadece Kıbrıs’a su vermek değil. Orada zaten bir ihtiyaçtı. Yaklaşık 3.300
hektarlık bir alanı sulayacak, ayrıca hidroelektrik enerjiyle o bölgedeki
elektrik ihtiyacını da karşılayacaktır. Bunu bir kere dikkatlerinize arz
ediyorum.
Ayrıca, özellikle oradaki
dört köyle alakalı, malum olduğu üzere, geçen dönem bir kanun tasarısıyla bu
dört köyün haklarının korunması konusunda bir kanun çıkarılmıştı. Bu konuda
Bakanlar Kurulu kararı da alındı. Hatta şu ana kadar da 25 milyon 556 bin 370
TL’lik bir kamulaştırma ödemesi de yapıldı. Bunun dışında Ormancık köyündeki
otuz adet konutun ivedilikle yeni bir alana taşınması işlemleri de yapılıyor.
Bununla ilgili ihale de 27/10/2011 tarihinde gerçekleşti. Yani buradaki
vatandaşları mağdur etmek gibi bir durum asla söz konusu değildir. Onu
özellikle vurgulamak istiyorum.
Bunun dışında, tabii ki,
Doğu Akdeniz’de Rum tarafı doğal gaz ve petrol arama çalışmalarına başladı.
Tabii, Türkiye, bildiğiniz gibi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle hemen bir
anlaşma yaparak kendi hükümranlık alanında bu çalışmalara şu anda devam ediyor.
Ve bir de Türkiye Cumhuriyeti olarak şunu ilan ettik: “Rum tarafı petrol ve
doğal gaz çıkardığı zaman bunu mutlaka kendi menfaatleri için, tek taraflı
olarak kullanamayacak.” Zaten kendileri de ilan ettiler. Bunun Kıbrıs’ın
tamamının menfaatleri için kullanılacağı da ilan edildi. Şu anda Hükûmetimiz
konuyu çok dikkatli şekilde takip ediyor.
Bilgilerinize arz ediyorum
efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
İsrail’e değinmediniz.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bu
konuda zamanımız var efendim.
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Hocam, teşekkür ederim.
Gerçekten, bu görüşmeleri
Anamur köylüleri izlemektedir. İzlendiğimizi bilerek, bilgi vermek amacıyla
biraz daha geniş konuşmanızı istirham ediyorum.
Burada, biliyorsunuz, Akine
köyünün tamamı boşaltılacak. Bunların 5 bin dönüm arazileri var, su altında
kalıyor; 2 bin dönüm de 2/B kapsamında kullandıkları arazi var, bu da su
altında kalıyor. Bu köy nereye taşınacak? Ne zaman taşınacak? 25 milyon
kamulaştırma bedeli ödediniz ama evlerini ve tarlalarını vermediğiniz için bu
köylüler şehre göçtüler. Halbuki, bu köylüler tarım yapmalılar, üretim
yapmalılar; bunlara yetecek kadar araziyi vermemiz gerekiyor.
Biraz sonra konuşmada arz
edeceğim ama zamanınız olduğu için, bir de köylülerimiz, muhtarlarımız sizi
dinliyorlar, bilgi verirseniz, ne zaman yapılacak? Bunları TOKİ evlerine
taşımanız olmaz; bunlara, yine hayat alanları bulacakları, tarım
yapabilecekleri, hayvanlarını besleyebilecekleri köy evi yapılması lazım. Bu
konuda Hükûmetin neler yaptığını, köylüye bilgi vermek anlamında açarsanız
memnun olurum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Şandır.
Buyurun Sayın Bakanım.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz;
özellikle şunu ifade edeyim: Tabii, orada, bir, baraj aksının yapıldığı alanda
Ormancık köyü var. Burası çok acil olduğu için, onlar için -otuz hane vardı-
otuz tane evin hızlı şekilde yapımı kararını aldık.
Diğer alanların ise baraj
göl alanında olması zaten zaman alacak, çünkü daha barajın inşaatı ve aynı
zamanda su tutulması işlemleri var. Barajın tamamlanmasını da biz 7 Mart 2014
saat 13.00 olarak planladık şu anda, dolayısıyla o zamana kadar zaten süremiz
var. Vatandaşlar zaten şu anda kullanıyor. Bizim şu anda çözdüğümüz, sadece
baraj inşaatının yapıldığı, aksının yani gövdenin inşaatının yapıldığı alandaki
Ormancık köyünün problemini çözmek.
Diğerleriyle ilgili, şu
anda hem Orman Genel Müdürlüğümüz hem Orman ve Su İşleri Bakanlığının DSİ Genel
Müdürlüğü hem de Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız oradaki vatandaşlarla
görüşerek -vilayeti de işin içine soktuk- en uygun şekilde, vatandaşları mağdur
etmeden, hatta onlar için de yeni imkânlar sağlayacak şekilde birtakım çözümler
buluyoruz. Hatta şunu da ifade edeyim: Oradaki vatandaşların mağdur olmaması
için, bozuk orman alanlarının onlara gelir getirici birtakım özel ağaçlandırma
şeklinde verilmesi talimatını da verdim.
Dolayısıyla, bundan asla
mağdur olmayacaklardır, onu özellikle belirteyim ama çalışmalar devam ediyor şu
anda çünkü belli bir göl alanıyla ilgili kamulaştırma için belli bir süre var.
Ayrıca, kamulaştırma
bedellerinin ödenmesinde asla onları mağdur etmiyoruz. Bunu özellikle
vurgulamak istiyorum.
Bir diğer husus da
“Buradaki 75 milyon metreküp sudan İsrail’e su verilecek mi?” diye bir soru
sorulmuştu kürsüde bir sayın milletvekili tarafından.
Şunu ifade edeyim: Buradaki
su tamamen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne iletilecektir. Oradaki gerek sulama
gerek içme, kullanma, sanayi suyu ihtiyacını karşılamak içindir. Yoksa oradan
başka bir ülkeye herhangi bir şekilde su iletilmesi veya satılması asla söz
konusu değil, böyle bir planlamamız yok. Bunu da sırası gelmişken
dikkatlerinize arz etmek istiyorum efendim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Bakan.
Sisteme girmiş olan Sayın
Kuşoğlu…
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sorum Sayın Bakanla
doğrudan ilgili değil ama Dışişleri Komisyonu ve Dışişleri bürokratları da
buradayken son günlerde basında yer alan bir konuyu müsaadenizle sormak
istiyorum.
Hatay üzerinde İsrail’le
ilgili insansız hava araçlarının uzun süre kaldığı ve bizim savaş uçaklarımızın
da bölgeye gidip durum değerlendirmesi yaptığı, herhangi bir çatışmanın
olmadığı, bunun zaman zaman Kıbrıs’la ilgili de olabildiğiyle ilgili haberler
yer aldı. Bunların ne derece doğru olduğunu, amacının ne olduğunu, net nasıl
sonuçlandığını sormak istiyorum.
Çok teşekkür ederim.
BAŞKAN – Ben teşekkür
ederim.
Sayın Atıcı, Mersin
Milletvekili.
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bu kadar önemli bir konuyu
iki dakikada geçiştirmenizi doğrusu yadırgadım Sayın Bakan. Orada insanlar kan
ağlıyorlar. Gerçekten hakları yeniyor. Vazgeçtim uzun konuşmanızdan bana şunu
söyleyin: Oradaki köylülere gidip de verdiğiniz sözleri tutacak mısınız,
tutmayacak mısınız? Çünkü bütün Anamur şu an sizi izliyor. Çıkın deyin ki: “Ne
söz verirsek tutacağız.” Başka bir şey istemiyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Atıcı.
Sayın Dibek…
TURGUT DİBEK (Kırklareli) –
Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, benim bu
konuda değil de, gündemde Kırklareli’yle ilgili bir sorunumuz var. Kofçaz
ilçemiz var bizim sınırda, Bulgaristan sınırında Kırklareli’nin Kofçaz ilçesi.
Bu ilçemizin kadastro çalışmaları bitti de bu 2/B’yle ilgili çalışmalar bir
türlü yapılmadı bu Kofçaz ilçesinin köylerinde. Şimdi, oradaki vatandaşlarımız,
özellikle küçükbaş hayvancılık yapan vatandaşlarımızın bu hayvan barınakları
yıllardan bu yana, kırk yıldır o alanların içerisinde. Bunlarla ilgili olarak
mühürleme çalışmaları yapılıyor. Savcılığa başvuruyorlar, savcılık orman
işletmesine talimat veriyor ve mühürleniyor. Vatandaşlar bu hayvanlarını
sokacakları yer bulamıyorlar. Ben sordum ilgili işletmeye de: “Niçin 2/B
çalışmaları yapılmıyor?” diye. Çok küçük bir ilçemiz, 4 bin kişi yaşıyor
köyleriyle beraber. Zannediyorum ihmal ediliyor. Yani bir an evvel oradaki 2/B
çalışmaları, kadastro çalışmaları biterse zannediyorum… Zaten bu yerler, tamamı
2/B kapsamında orman dışında olan yerler ama şu anda mühürlü ve vatandaşlar kış
şartlarında bu hayvanlarına orada, maalesef şu anda bakamıyorlar.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Dibek.
Sayın Bakan…
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri;
özellikle, tabii ki, insansız hava araçlarıyla ilgili olarak Dışişleri
Bakanlığımız yazılı olarak cevap verecek çünkü bu hassas bir konu. Ona müsaade
ederseniz yazılı cevap verelim.
Sayın Atıcı’yla ilgili bir
hususu söylüyorum: Ben yeteri kadar açıkladım ama şunu ifade edeyim: Şimdiye
kadar biz Hükûmet olarak ne söz vermişsek -ben de şahsen eskiden Çevre ve Orman
Bakanı ve şu anda Orman ve Su İşleri Bakanı olarak- sözümüzün kesinlikle
arkasındayız, bunun da takipçiyiz onu merek etmeyin. Ben yeteri kadar
açıkladığımı ifade ediyorum. Hatta onlara şunu ifade edeyim: Oradaki
vatandaşlara bozuk orman alanlarından orada gelir getirici bazı çalışmalar da
yapıyoruz, onları mağdur etmeyeceğiz. Daha ne söyleyelim bilemiyorum.
Bunun dışında, bir de Sayın
Vekilimiz 2/B alanlarıyla ilgili… Tabii, öncelikle 2/B alanlarını, biz,
bilhassa yerleşim alanlarının da gelir getireceği, problemleri kesif bir
şekilde olan alanları seçtik. Şu anda İç Anadolu’da olsun, Trakya’da olsun bazı
yerlerde eksikler var ama onları da tamamlayacağız. Ben not aldım. İnşallah,
onu da kısa zamanda tamamlayalım. Bu problemi çözeceğiz.
TURGUT DİBEK (Kırklareli) –
Bir tek burası kalmış Sayın Bakanım, Kofçaz.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Tamam. Ben sizden mevkiyi de alayım Sayın
Vekilim, onu bizzat kendim takip edeyim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Ben teşekkür
ederim.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi, tasarının 1’inci
maddesini okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ
HÜKÜMETİ ARASINDA KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİNİN SU İHTİYACININ
KARŞILANMASINA İLİŞKİN HÜKÜMETLERARASI ÇERÇEVE ANDLAŞMANIN
ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) 19 Temmuz 2010
tarihinde Lefkoşe’de imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Su
İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetlerarası Çerçeve Andlaşma”nın onaylanması
uygun bulunmuştur.
BAŞKAN – 1’inci madde
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İlhan Demiröz, Bursa
Milletvekili.
Sayın Demiröz, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA İLHAN
DEMİRÖZ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri ve
televizyonları başında bizi izleyen vatandaşlarımızı saygı ve sevgiyle
selamlıyorum.
2012 yılının barış, sevgi,
mutluluk, sağlık getirmesini diliyorum.
Şırnak Uludere’de hayatını
kaybeden 35 vatandaşımıza Tanrı’dan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum.
Değerli milletvekilleri,
sıra sayısı 26 olan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Su İhtiyacının
Karşılanmasına İlişkin Hükümetler Arası Çerçeve Antlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi hakkında söz almış
bulunuyorum.
Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti, 9.251 kilometrekare olan Kıbrıs Adası’nın 3.355 kilometrekare
alanı ile yaklaşık üçte 1’ini teşkil etmektedir. Bu alanın 1.870
kilometrekaresi, yüzde 57’si tarım alanı niteliğindedir ancak sulanabilir arazi
miktarı çok düşük olup 87 kilometrekare civarındadır.
Değerli milletvekilleri,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, yarı kurak iklim kuşağında yer alması ve
kısıtlı doğal kaynaklara sahip olmasından dolayı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
için içme suyunun ve sulama suyunun, başka bir ifadeyle suyun varlığının büyük
önem taşıdığını biliyorum. Bu bakımdan kanun tasarısının önemli ve yerinde
olduğunu da ifade etmek isterim.
Değerli milletvekilleri,
2002 yılından önce yapılan işler hakkında bilgi verildiği zaman AKP yetkilileri
alınıyor. Hatta her şeyi kendilerinin döneminde yaptıklarını ifade ediyorlar
ama size Kıbrıs’la ilgili neler yapıldığını, 2002’den önce neler yapıldığını da
ifade etmek istiyorum. O tarihlerde kapatılan TOPRAKSU ve Köy Hizmetleri
müdürlükleri vasıtasıyla, 1989’dan itibaren Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünce,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 20’ye yakın sulama göleti yapılmıştır.
Değerli arkadaşlar, 1998
yılında Türkiye’den, 10 bin ve 40 bin metreküp hacimli, denizden çekilerek
getirilen torbalarla beş yıl içerisinde toplam 4,1 milyon ton metreküp su
taşınmıştır. Yine, 2000’li yıllar içerisinde deniz suyundan içme suyu elde
edilme çalışmaları çerçevesinde bugün 2 bin metreküp/gün kapasiteye
ulaşılmıştır. Yine, sizin iktidarınızdan önceki dönemlerde atık sulardan
yararlanım çerçevesinde Lefkoşa atık suları (4 milyon metreküp/yıl) arıtılmakta
ve bunlar mera alanlarının sulanmasında kullanılmaktadır. Bunları şunun için
anlattım, ifade ettim: Evet, bu proje, bu sulama ve içme suyu projesi oldukça
önemli ancak bu konuda suyun ne kadar önemli olduğunu da vurgulamak üzere ve
daha önce de bu konuda yapılan çalışmaları belirtmek anlamında söyledim.
Bir başka konuyu da şöyle
burada bitirmek istiyorum: Bir tek noktaya gelecek olan suyun 3.300
kilometrekarelik bir alanda dağılmasında da Türk Mimar Mühendis Odalar
Birliğine bağlı mühendis arkadaşlarımızca en ekonomik ve en iyi şekilde
yapacaklarına inancımızın tam olduğunu ifade etmek istiyorum.
Bu konulardan bahsettikten
sonra ülkemizde de çok kısa arazi varlığıyla ve sulanabilen arazilere değinmek
istiyorum. Ülkemizin arazi varlığı 78 milyon hektar. Rakamlara boğmamak
anlamında… Sulanabilir arazi varlığı 25,8 milyon hektar ve ekonomik sulanabilir
arazi varlığımız 8,5 milyon hektar. Değerli arkadaşlar, sulamaya açılan arazi
varlığı ise 4,9 milyon hektar. Bu da bir kısım DSİ, TOPRAKSU, Köy Hizmetleri,
vatandaş iş birliğiyle yapılmıştır.
Bu konuma tekrar döneceğim
ancak dünyada suyla ilgili de size çok kısa bilgiler sunmak isterim. Dünyada su
miktarı 1,4 milyar kilometreküp. Bunun yüzde 97,5’u tuzlu, yüzde 2,5’u tatlı.
Biz bu yüzde 2,5 tatlı suyun binde 3’ünü göl, akarsu, baraj ve göletlerle
sağlamaktayız.
Değerli milletvekilleri,
suyla ilgili şu bilgileri de sizinle paylaşmak isterim. Şu anda dünyamızda 1,4
milyar insan yeterli içme suyuna erişemiyor, 2,3 milyar insan sağlıklı suya
hasret, her gün 7 milyon kişi suyla ilgili hastalıkla ölmekte, kişi başına su
tüketimi ortalama 800 metreküp. Ülkemizde ise rezervimiz, 110 milyar metreküp
suyumuz var. Su zengini olabilmemiz için bazı kaynaklara göre 10 bin metreküpün
üzerinde olması gerekir ki, ülkemizdeki 3.690 metreküp/yılla biz ne su zengini
ne de su fakiriyiz.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye’de 8,5 milyon hektar ekonomik sulanabilir arazinin 4,9 milyon
hektarının sulamaya açıldığını ifade etmiştim, bu konuya tekrar döneceğimi
söylemiştim. Şunun için: Sulanabilir tarım arazilerinin sulanabilmesinin bu
gidişatla veya bugünkü ayrılan ödenekle yıllar alacağını, elli yıllık bir
dönemde dahi bunu bitiremeyeceğimizi ifade etmek istiyorum. Neden? Şu anda,
değerli milletvekilleri, sulamayla ilgili, sulama ana görevi olan bir kurum,
kuruluş yok. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünü derseniz, barajlardan kalan
ödenek varsa yapılabilir. Hâlbuki Köy Hizmetleri kapatılana kadar 500
litre/saniyeye kadar olan bütün projeleri, sulama hizmetleri, tarla içi
hizmetleri, drenaj, tesviye, arazi toplulaştırması bu kurum tarafından yapılıyordu,
diğer kısımlar ise Devlet Su İşleriyle ortak olarak yapılmaktaydı. Şimdi kim
yapacak? İl özel idaresi mi? İl özel idarelerinin buna yetecek kaynağı var mı?
Sulama konusunda, drenaj konusunda, arazi tesviyesi, toplulaştırma konularında
yeterli teknik elemanları var mı? Hayır. Olmadığını şuradan biliyorum: İl özel
idarelerine bir norm kadro getirildi. Çocuğunu evlendiren, o mesleğini burada
tamamlayan, emekli olan, yıllarını bu teşkilata verenler şantiyelere gönderildi
arkadaşlar ve şantiyelerde kalmaları da engellendi. Neden? Emekli olsunlar diye
ve emekli işlemi yapıldı. Peki, il özel idaresinde bu emekli işlemlerinden
sonra norm kadrolar yerinde oturtturuldu mu? Hayır. Neler yapıldı? Sözleşmeli
personel devri başladı. Daha önceki dönemlerde, sizin iktidarınızdan önce
mevsimlik işçi sorunları çözülmüştü ve kadroya alınmıştı ama gelin görün ki bu
kadar sıkıntılı olan bu konuda bugün mevsimlik işçiler yine kadroya alınmakta,
amca, dayı, yeğen konusunda hareketler devam etmektedir.
Bu olayları şunun için
anlatıyorum: İl özel idareleri bütçeleriyle sulanabilir tarım alanlarının
sulanmasını sağlamanın hayal olduğunu hepimiz kabul ediyoruz. Acaba daha önceki
dönemlerde yapılan taklitlerle il özel idareleri zayıflatılarak il genel
meclislerinin etkinlikleri mi ortadan kaldırılmak isteniyor? İstanbul ve
Kocaeli gibi diğer illerde de büyükşehir statüsüyle il genel meclisleri mi
devre dışı bırakılmak isteniyor?
İki yıl il genel meclisi
grup başkan vekilliği yaptım. Bu parlamento yerel bir parlamento. Özveriyle çalışıyor
arkadaşlarımız. Planlama yapılmasında etken oluyor, yöreleriyle ilgili önemli
kararlar veriyorlar ancak sosyal hakları konusunda atılmış herhangi bir adım
olmadığı gibi, protokolde bile yerleri yok.
O zaman ben şunu söylemek
istiyorum: Sırasıyla, sıra il genel meclislerine mi geldi diye düşünüyorum ve
hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Demiröz.
Şimdi söz sırası Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Sayın Yusuf Halaçoğlu’nda.
Buyurun Sayın Halaçoğlu.
Süreniz on dakika. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin su ihtiyacının karşılanması bizim için en önemli yapılması
gereken bir görev olarak kabul edilmektedir. Buna bağlı olarak Kıbrıs’ta Kıbrıs
meselesini Arestis ve Loizidu davaları gibi birinci derece siyasi olarak
etkileyecek olan Kıbrıs vakıfları konusunda yüce Meclisi bilgilendirmek
istiyorum. Bu konunun özellikle hem iktidar hem de muhalefet partileri için son
derece iyi bir bilgilendirme olacağı düşüncesindeyim.
Değerli milletvekilleri,
1571’de Kıbrıs’ın fethiyle adada temeli atılan vakıflar, Kıbrıs Türk’ünün en
eski, tarihî ve köklü vakıflarıdır. Fetihten itibaren Ada’da şu vakıflar
oluşturulmuştur: Kıbrıs’ta 1571’den itibaren ahkâmü’l-evkaf ve mülhak vakıf
olarak 700’den fazla vakıf kurulmuştur. Bu vakıfların en önemlisi Abdullah
Paşa, Lala Mustafa Paşa, Cafer Paşa, Ferruhzade el-Hac İsmail Ağa bin el-Hac
Ramazan Ağa, Derviş Efendizade Mustafa Nazif ve Gümrükçü Osman vakıfları gibi
vakıflardır.
Bunlardan Abdullah Paşa
Vakfı, 1761 yılında Halep Beylerbeyi iken ölen Abdullah Paşa tarafından
kurulmuştur. Abdullah Paşa sahibi bulunduğu Maraş Magosa bölgesinde bulunan 60
bin dönüm araziyi vakfederek “Abdullah Paşa Vakfı” adıyla mülhak bir vakıf
kurmuştur. Söz konusu vakfın vakfiyesi bizzat Abdullah Paşa’nın kendisinin
hazır olduğu 24 Temmuz 1748 tarihinde Şeri Meclis’te yazılmış ve tescil
edilmiştir. Bu vakfın en önemli birimlerinden biri de Kıbrıs’ın su
kaynaklarıdır ki, şu anda bu su kaynakları Güney Kıbrıs Rum Kesimi tarafından
kullanılmaktadır ve bu vakfa aittir. Yani “Kuzey Kıbrıs’a su verelim.” Derken,
Abdullah Paşa Vakfına ait olan suyun kullanımı konusunda bir girişim şu ana
kadar söz konusu olmamıştır.
Lala Mustafa Paşa Vakfı ise
1571 yılında Kıbrıs’ı fetheden Osmanlı ordusunun başkomutanı olan Lala Mustafa
Paşa tarafından kurulmuştur. Otağını Derinya civarında kuran Lala Mustafa
Paşa’nın kurduğu vakfın sahip olduğu mülk, otağından Maraş’a kadar uzanmakta
olup 30 bin dönümdür. Vakfa ait, sadece arazi olarak, Lefkoşa’da 6.775 dönüm
arazi bulunmaktadır. Bütün bunlar göz önüne alındığında Maraş bölgesinin yüzde
78’inin bu vakıfların gayrimenkullerinden oluştuğu görülmektedir.
Kıbrıs 1878 yılında
İngilizlere emaneten verildiğinde yaklaşık 300 bin dönüm arazi vakıf arazisi
olarak görülmektedir. Şu anda ise eldeki vakıf arazileri yaklaşık olarak 30 bin
dönüm civarındadır. Bunlar çeşitli yollarla gerek İngilizler gerekse Rumlar
tarafından bir şekilde el değiştirmiştir. Mesela, şu anda İngilizlerin üssü
olan arazinin de vakıf arazisi olduğu belgelerde yer almaktadır. Bu durumda tüm
adanın yaklaşık üçte 2’sinin vakıf mülkleri hükmünde olduğu görülüyor. 1974
Barış Harekâtı sonrasında vakıf mallarının adet itibarıyla yüzde 44’ü, gelir
kaynakları itibarıyla da yüzde 63’ü Rum kesiminde kalmıştır. Uluslararası hukuk
kurallarına göre vakıf malları devredilememekte ve zaman aşımına
uğramamaktadır. Kaldı ki zikredilen Kıbrıs vakıfları 1878-1960 yılları İngiliz
dönemi ve 1960-1974 ortak cumhuriyet döneminde de yasal ve anayasal düzeyde
tanınmıştır.
4 Haziran 1878 tarihinde
İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında yapılan ve Kıbrıs adasının İngiltere’ye
kiralanmasını da içeren anlaşma ekindeki 1 Temmuz 1878 tarihli Protokol’ün
2’nci maddesi “Ahkâmül Evkaf”ı yürürlükte tutmaktadır. 1914’te İngilizler,
Birinci Dünya Savaşı’nı bahane ederek Kıbrıs’ı ilhak ederken “Ahkâmül Evkaf”ı
ilga eden bir düzenleme de yapmamışlardır. Tam tersine, 1915 Kıbrıs “Müslüman
dinî taşınmaz mallar” adı altında İmparatorluk emirnamesi “ahkâmül evkaf”ın
yürürlükte olduğunu teyit etmektedir.
Lozan Anlaşması’nın 20’nci
maddesi ile Kıbrıs İngiltere’ye resmen devredilirken “Ahkâmül Evkaf” ile ilgili
aksi bir düzenleme veya karar da bulunmamaktadır. Bugün bu vakıflar Kıbrıs
Vakıflar İdaresinin yönetim ve denetimi altındadır.
1959 Londra ve Zürih anlaşmaları
yapılırken ise eski Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş, gasbedilen vakıf
mallarıyla ilgili Kıbrıs Türk toplumunun haklarının saklı olduğuna ve söz
konusu malların geri alınması ve tazmini için gerekli çarelere başvurulacağına
dair anlaşma metin taslağına şerh koydurmuş bulunmaktadır.
Tüm bu hukuki çerçeveye
rağmen, 1878’den ve özellikle de 1913’ten itibaren aşamalı olarak bu kurallar
İngilizler ve Rumlar tarafından ihlal edilmiş ve vakıf emlakin önemli bir kısmı
gasbedilmiştir. Yasa dışı yöntemlerle el konulan bu emlakin kaba bir
hesaplamayla yalnızca arazi olarak değerinin 100 milyar doları aştığını ve
vakıflar idaresinin yüz yıla yaklaşan sürede yoksun kaldığı mali gelirin 1
trilyon dolar civarında olduğunu söylemek olayın önemli ve mali boyutu hakkında
bir fikir verecektir.
Bu arada, Gazi Magosa Kaza
Mahkemesi Türk tarafı için önemli bir karar almıştır. Bu kararla izolasyonların
kaldırılmaları karşılığında Maraş’ın Rumlara verileceği yönündeki demeçlere
karşın, bölgenin vakıf olduğu Magosa Kaza Mahkemesince tescillenmiştir.
Mahkemenin İngiliz yönetimi dönemindeki arazi devirlerinin yasalara aykırı
olduğunu karara bağlamasıyla Türk tarafının eline ciddi bir koz geçmiş
olmaktadır. Vakıf mallarının devredilememesi sebebiyle, Rumların yerleşimine açılması
düşünülen kapalı Maraş ve Kıbrıs sorununda yeni bir sayfa açılabilir.
Maraş kime aittir? Aslında,
sürem çok kısıtlı olduğu için kısa şekilde geçeceğim. Vakıf emlak yağmasının
önemli bir bölümünü oluşturan ve 1913 yılında gasbedildiği tespit edilen kapalı
Maraş bölgesindeki taşınmazlar Abdullah Paşa ve Lala Mustafa Paşa vakıflarına
aittir. Bununla ilgili belgeler, on sene önce Maraş bölgesinde bir otelin
bodrum katında bulunmuştur. Dolayısıyla 1910 ile 1930 dönemine ait bu bulunan
defterlerde tapu kayıtları mevcuttur. Yani bugün Kıbrıs’ta Rumların elinde
bulunduğu söylenen emlakin Türk vakıflarına ait olduğu tespit edilmiştir.
Dolayısıyla, buna bağlı olarak, mülhak vakıf hükmünü taşıyan bu vakıfların
hiçbir şekilde satılması mümkün olmadığı gibi herhangi bir şekilde başkasına
devri veya takası söz konusu olamaz. Dolayısıyla, Türkiye’nin kapalı Maraş
bölgesini Rumlara verme gibi bir düşüncesi tamamen uluslararası hukuka
aykırıdır.
Öte yandan, ilk olarak
Aralık 2003 yılında, AİHM tarafından, Loizidu isimli Rum kadına, Girne’de
bıraktığı mülkünü 1974’ten beri kullanamadığı gerekçesiyle 1,1 milyon avro
tazminat ödemeye Türkiye mahkûm edilmiştir. Ardından, Arestis adlı Rum kadının
1974 öncesinde kapalı bölge Maraş’ta bıraktığı mülkü için de 1998 yılında AİHM’de
Türkiye aleyhine yaptığı kişisel başvuru, yine Kıbrıs’ta mülkiyet sorunu ve
vakıf mallarının yağmalanması konusunda derinden Türkiye’yi etkileyecek yeni
bir dava niteliği taşımaktadır. AİHM Türkiye’yi bu konuda 885 bin avro tazminat
ödemeye mahkûm etmiştir. Oysaki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vakıf
kayıtlarında, bu mülkün Abdullah Paşa Vakfına ait olduğu açıkça yer almaktadır.
Arestis’in avukatının açıklamalarına göre, Maraş’ta benzer durumda olan 5 bin
taşınmaz bulunmaktadır. Bu durum, işin vahametini bütün çıplaklığıyla ortaya
koymaktadır.
Değerli milletvekilleri,
işin diğer yönüne baktığımızda ki Arestis mülkünün asıl vakıf mallarına ait
olduğu belgeleri elimizdeki belgelerdir. Dolayısıyla, bunun AİHM’e neden
sunulmadığının sorgulanması gerekmektedir. Türkiye’yi yönetenler veya Kıbrıs,
neden bunları AİHM’e sunmadılar?
Diğer taraftan, eğer biz
bunları ciddi olarak ele alacak olursak Maraş’taki mülklerin “Ahkâmül Evkaf”
prensipleri ihlal edilerek yasa dışı yöntemlerle Rumların isimlerine
kaydedildiğini bu şekilde kanıtlayabileceğiz ve AİHM’de davacı değil, davalı
taraf hâline getireceğiz Rumları.
Dolayısıyla, bu konuda
gerekli çalışmaların yapılmasını Hükûmetten istiyoruz ve bu vesileyle hepinize
saygılarımı sunuyorum.
Teşekkür ederim. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Halaçoğlu.
Şimdi, 81’inci maddeye göre
soru-cevap.
Sayın Halaman sisteme
girmiş.
Sayın Halaman…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Yok efendim.
BAŞKAN – Yok.
O zaman 1’inci maddenin
görüşmeleri tamamlanmıştır.
1’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2’nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Madde üzerinde
Sayın Şandır, Mersin Milletvekilimiz.
Buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın milletvekilleri,
öncelikle sizleri saygıyla selamlıyorum.
Tabii, işin esprisi ama söz
konusu Kıbrıs ve Mersin olunca, sabrınıza da baştan teşekkür ederek birkaç
cümle söylemek istiyorum.
Gerçekten, biraz önce soru
kısmında da söylediğim gibi, bu konunun Anamur’un Dragon Çayı Vadisi’ndeki, o
vadideki 5 tane köyle ilgili çok özel önemi vardır; Akine köyü, Ormancık köyü,
Sarıağaç köyü, Kılıç köyü ve başka köylerin mahalleleriyle ilgili çok önemi
vardır ve tüm köylüler dikkatlice bu görüşmeleri izlemektedirler. O sebeple,
ben sözlerime Sayın Bakanın sözünü tekrarlayarak başlamak istiyorum. Sayın
Orman ve Su İşleri Bakanı Profesör Doktor Veysel Eroğlu “Bu köylere ne sözümüz
varsa yerine getireceğiz…” “Zamanında yerine getireceğiz.”i de ben ilave
edebilir miyim Hocam?
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Öncelikli olarak…
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
“…zamanında yerine getireceğiz.” dedi. Bunu önemsiyorum, bunu bir yere
yazıyoruz.
Gerçekten, değerli
arkadaşlar, Toros dağlarının yamaçlarında, vadilerinde dişiyle tırnağıyla,
çoluk çocuğuyla rızkını kazanmaya çalışan o insanlara Türkiye Cumhuriyeti
devleti olarak, Hükûmeti olarak, Parlamentosu olarak çok borcumuz bulunmaktadır.
Onlara hizmetin en güzelini götürmek gibi bir mecburiyetimiz vardır. O insanlar
ki o dağ başlarında kendi emekleriyle, onurlarıyla yaşamakta ısrar ve inat
ediyorlarsa, devlet olarak bizim de onlara karşı görevimizi aksatmadan,
ertelemeden, mazeret bulup geçiştirmeden yerine getirmemiz lazım. Bu konuşma
dolayısıyla, bunu fırsat bilerek, o köylülere, sizler adına, Hükûmet adına, ben
de oraların halkının oyuyla seçilmiş bir milletvekili olarak söz vermek
durumundayız.
Değerli arkadaşlar, bu
Alaköprü Barajı çok hayırlı bir yatırımdır; her anlamıyla, AKP iktidarlarının,
hükûmetlerinin, bana göre, çok hayırlı bir yatırımı olmuştur. Özellikle Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nin, Kıbrıs’ta yaşayan soydaşlarımızın içme suyu ihtiyacını
karşılayacak olması çok önemli bir hadise. Buna cüret göstermek, buna cesaret
göstermek, bunun kararını vermek çok önemli, çok değerli; tebrik ediyor,
teşekkür ediyorum; Kıbrıs halkı adına, Kıbrıs Türk halkı adına, Türk milleti
adına çok teşekkür ediyorum. Ama bu konu Anamur için de çok önemli. Bu Alaköprü
Barajı’nda birikecek suyun bir miktarı Kıbrıs’a taşınacak, ihtiyaçları olduğu
kadarıyla. Ne kadar ihtiyaçları varsa o kadar verilecek ama geri kalan kısmı da
Anamur köylülerinin sulamada kullanacakları su olarak değerlendirilecek. Onun
için, bu baraj, hem Anamur halkı için hem Kıbrıs’ta yaşayan soydaşlarımız için
çok hayırlı bir yatırım olmuştur. İnşallah, Sayın Bakanın ifadesine göre, 7
Mart 2014 tarihinde bu baraj inşaatı bitecek ve bununla beraber sulama
kanalları da bitecek inşallah Hocam. Bir açıklama yaparsınız ümit ederim.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – 10 katı kadar su var, 750 milyon metreküp su
var, merak etmeyin.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Tamam Hocam, tamam.
Dolayısıyla, Anamur’un
muhtelif ovalarında -oralar çok parçalı, vadi vadi parçalanmış- o vadilerde
kendi cazibesiyle akan sulamayla sulama yapacak köylümüz açısından da bu baraj
önemli bir barajdır. Sulama kanallarıyla, ümit ederim ki bu tarihe kadar
bitirilmiş olur.
Ancak Hocam, bir şey söyleyeyim;
tekrar dikkatinize sunmak adına söylüyorum: Bakınız, burada 25 milyon TL
kamulaştırma bedeli ödediğinizi söylüyorsunuz, doğrudur ama bu insanlar
çiftçilik yaparlar, bu insanlar ticaretle veya sanayicilikle uğraşmazlar.
Bunlar tarımı bilir, üretmeyi bilir, toprağı bilir, hayvanı bilir. Dolayısıyla,
bu insanlara bu işi yapabilecek zemini hazırlamanız lazım.
Bakın, henüz daha iskân
edilecekleri yer belli değil. 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2’nci maddesinin (A)
bendi size bu imkânı veriyor. Orman içi açıklıklarına, boşluklarına bu
köylüleri taşıyabilir, yerleştirebilirsiniz.
Bakınız, bu Akine köyünün
tamamını ve Ormancık köyünün bir mahallesini taşıyacaksınız. Nereye
taşıyacaksınız? Belli değil. Bir defa bu köylünün her birine, hiç olmazsa hane
başına onar dönüm arazi vermemiz lazım ve bunu sulamamız lazım, sulama imkânı
da getirmemiz lazım. Bu insanlar yalnız ve yalnız tarım yaparlar. Dolayısıyla,
bu insanlara bugün bildikleri, yaşadıkları ortamı hazırlayarak, şimdiden
hazırlayarak geleceğe umut vermemiz lazım. Yani parayı verdiniz, bu para yarın
biter, bu köylüler şehre taşınırlar. Zinhar şöyle bir şey doğru değil yani
bunları TOKİ binalarına taşıyarak iskân etmeniz “Taşıdık” demeniz bunlara
iyilik değil, geleceklerini karartmanız anlamı taşır. Dolayısıyla, biz ısrarla
şunu söylüyoruz: Bakın, iskân edilecek yer buraya yakın olmalı, bu barajın
suyundan bunlar da faydalanmalılar ve bunların geçimini temin edebilecek en az
8-10 dönüm arasında bir arazi tahsis etmek lazım ki burada serasını yapsın, burada
sebzesini meyvesini yetiştirsin, kendi çoluk çocuğunun geçimini temin edebilsin.
Yine bir şey söylüyorum
Değerli Hocam: Siz bunların arazilerine bir bedel ödüyorsunuz ama devlete
yakışan ağalık bunlara vereceğiniz arazilerden bir bedel almamaktır. Ümit
ederim ki bu noktada bir programınız vardır, bir planınız vardır, bunu da
köylümüze bu vesileyle açıklarsınız diye ümit ediyorum.
Değerli milletvekilleri,
tabii söz konusu olan Orman Bakanı ve Su Bakanı olunca ve yine söz konusu olan
Mersin olunca Göksu Vadisi’yle ilgili, Göksu Nehri’yle ilgili barajlardan da
bahsetmek lazım.
Değerli milletvekilleri,
inanınız ki devletin aldığı kararla vatandaşımız mağdur edilmektedir.
Bahçesinin önünden çay akmaktadır, dere akmaktadır ama o dereden bir damla su
alıp bostanını sulayamamaktadır. Devlet Su İşlerinin aldığı karar, tahsis
kararı doğrultusunda yani köylü bakmakta, dere akmakta ama bostanlar da
sulanamamaktadır. Bu anlamda Sayın Bakana birçok defa gelmişizdir, kendileri de
ümit vermiştir ama Göksu Vadisi’nde yaşayan köylüler o bomboz toprakları
sulayamadıkları takdirde ürün üretememektedirler, bunların kullanacağı suyu
kendilerine tahsis etmek veya işte, yapılacak barajlardan tahsis etmek bir
zorunluluktur. Ümit ediyorum ki bu noktada Hükûmetin ve Sayın Bakanın da bir
gayreti, bir kararı, bir projesi bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
sözlerimin sonunda 3 Ocak gününü de hatırlatmak istiyorum. 3 Ocak Mersin’in
Fransız işgalinden kurtulduğu gündür. Aslında bugünlere “kurtuluş günü” demek
doğru değil, her şehrimiz için söylüyorum. Bazı arkadaşlarımız hatırlayacaktır,
dadaş hatırlayacaktır, ben burada başka zamanlarda da söyledim, bu “kurtuluş
günü” ifadesi yanlış, esareti kabul edip esaretten kurtulmayı kabul etmek
anlamı taşır, “zafer günü” demek lazım. Atalarımız…
Öyle değil mi Sayın
Valiler?
MUAMMER GÜLER (Mardin) –
Evet.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Evet, zafer günü.
Yani Fransız niyet
etmiştir; önce İngilizler, sonra Fransızlar Mersin’i işgale niyetlenmişlerdir;
gemilerini getirmişlerdir, askerlerini getirmişlerdir ama işgalde başarılı
olamamışlardır. Netice, 1921’in Aralığında verilen nota doğrultusunda çekip
gitmişlerdir. Biz, bu günleri kurtuluş günü olarak kutlarsak kendimize
haksızlık, atalarımıza haksızlık yapmış oluruz. Bunlar bizim zafer
günlerimizdir. Mersin 3 Ocakta, Tarsus 27 Aralıkta böyle güzel günler
yaşamıştır. Ben de onlara katıldım.
Bir başka şey daha
söyleyeyim: Değerli arkadaşlar, sorunlar bir bütünlük içindedir. Eğer Anamur’un
bu sorunlarını çözmek istiyorsak benim sizden, sayın Hükûmetten, sayın
bakanlardan istirhamım, Sayın AKP Grubundan istirhamım Anamur’u il ilan etmektir.
Anamur Antalya’ya 250 kilometre, Mersin’e 250 kilometre, Konya’ya 250 kilometre
uzaklıkta böyle denizin kenarında ama kenarda kalmış, unutulmuş bir yerleşim
yeridir ancak burayı il yaptığımız takdirde sorunlarının çözümünde çok ciddi
bir mesafe katetmek mümkündür. İnşallah, inanıyorum ki 2014 tarihine kadar, bu
baraj yapılıncaya kadar Anamur’u il ilan ederiz. Anamur, kara yollarıyla,
üniversitesiyle, vilayetiyle, valisiyle gerçekten bir cennet köşe; çok güzel
bir geleceğe sahip olur diye ümit ediyor, bunları temenni ediyor, hepinize
saygılar sunuyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şandır.
Madde üzerinde görüşmeler
tamamlanmıştır.
2’nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- (1) Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Madde üzerinde söz
talebi yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakika süre
vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım
istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını,
oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını
yine oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri oylama sonucunu açıklıyorum:
“Kullanılan oy sayısı : 280
Kabul : 272
Ret : 7
Çekimser : 1(x)
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Mine LÖK BEYAZ Muhammet
Rıza YALÇINKAYA
Diyarbakır Bartın”
Bu şekilde tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlı uğurlu olsun.
Oturuma on beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 17.22
(x)
Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.41
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Muhammet Rıza
YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 47’nci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
3’üncü sıraya alınan, Ağrı
Milletvekili Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin’in; 375 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız.
3.- Ağrı Milletvekili Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin
Şahin’in; 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/152) (S.
Sayısı: 112) (x)
BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu 112 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde
gruplar adına söz isteyen, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Ertuğrul
Kürkcü, Mersin Milletvekili.
Buyurun Sayın Kürkcü.
BDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bu önümüze gelen 375 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi’nin, aslında bu kanunun gündeme alınıp alınmaması konusunda daha
önce yapılan görüşme sırasında grup başkan vekilimizin yaptığı açıklamada
olduğu gibi, onu aynen tekrar ederek söylemek istiyorum ki Türkiye’nin şimdi
içinde yaşadığı günler ve gündemle bütünüyle ilgisiz, kendi sırasında görüşülse
ilzam ettiği kesimlerin herhangi bir hak kaybına yol açmayacak olan bu içeriğin
bugün gündeme getirilmiş olmasının, herhangi bir biçimde Türkiye siyasetinin
doğru rayda sürdürülmesiyle, yurttaşların hak ve çıkarlarının korunmasıyla bir
ilgisi olmadığı kanaatindeyiz, çünkü, bir kere, her şeyden önce Türkiye’nin
bugün karşı karşıya kaldığı temelli meseleler bakımından bu kanunun taşıdığı
bir aciliyet yoktur.
İkincisi, bu, bir kanun
hükmünde kararnamenin çıkartıldığı sırada, telaşla çıkartılırken unutulmuş,
akla getirilmemiş ya da ihmal edilmiş kimi bölümlerini şimdi onarmak, gidermek,
bunlara Hükûmetin ve onun arkasındaki parti çoğunluğunun çıkarları ya da
gerekçeleri istikametinde yeni bir karakter kazandırmayı öngören bir değişiklik
önergesi fakat asıl büyük problem olduğu yerde durmaya devam ediyor, bu da:
Gerçekte bir kanun hükmünde kararnamenin şimdi bir kanunla değiştirilmek
isteniyor olmasıdır. Buradaki garabete dikkatinizi çekmek isterim.
Hükûmet henüz bu kanun
hükmünde kararnameyi onaylanmak ve yürürlüğe kanun olarak sokulmak üzere
Meclise getirmiş değildir ama oradaki değişikliği bir kanunla yapmak
azmindedir. Bunu açıklamak, gerçekten bir yasama tutarlılığı açısından asla
mümkün değildir. Daha önce de çeşitli defalar söylemiştik, Türkiye Büyük Millet
Meclisi, tarihinde hiçbir zaman olmadığı şekilde yasama ile yürütme arasındaki
(x)
112 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
bağların bir bütün olarak
koptuğu, yürütmenin kendi başına buyruk bir biçimde hayatına devam ettiği,
yasamanın yani buradaki vekillerin, halkın temsilcilerinin ise Meclis
çoğunluğunun iradesi böyledir diye yürütmeyi herhangi bir biçimde denetleme
kapasitesi gösteremediği, Türkiye’nin gündemini Meclise taşıyamadığı, önüne
dizilmiş olan, Hükûmet için öncelikli meseleleri karara bağlayan bir noter
konumundan uzaklaşarak, kendi iktidarına sahip, kendi gücüne sahip, kendi
yönetme erkine sahip bir iktidar organı olarak asla hareket edememektedir. Ben,
Meclisimizin bütün üyelerinin, hangi partiden olurlarsa olsunlar, milletin
vekili olarak, bu Mecliste kendilerinin bir iktidar gücü olduğunu hatırlamaları
gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Sizlersiniz, siz olmazsanız hükûmet
olmaz. Millet bir hükûmet seçmiyor, millet bir Meclis seçiyor. Bu Meclis kendi
işlerinin bazılarını görsün diye kendisine bir hükûmet tayin ediyor. Güya,
kâğıt üzerinde, usulen böyle gibi ama hakikatte nasıl?
Hakikatte, işte hepimiz
görüyoruz, usulen, başka türlü bu kanunlar görüşülemeyeceği için Hükûmet ya da
ilgili komisyonlar buraya geliyor, onun dışında Mecliste asla görünmezler,
yoklar, zaten Meclisin önüne getirdikleri meselelerin kendi çoğunlukları
tarafından onaylanacağından emindirler. Bir tek gün olsun, çoğunluk partisinden
bir üyenin de buraya gelen bir mesele hakkında aykırı bir görüş belirttiğine
tanık olmayız. Böylelikle, otomatiğe bağlanmış bir biçimde hayat sürüp gider,
biz de yasama görevimizi yaptığımızı düşünürüz. Hakikaten düşünüyor musunuz?
Ben size sormak istiyorum. Kimileriniz dinleme zahmetinde bile değiller. Olur,
dinlemeyin ama nihayet bu kayıtlar, bu zabıtlar bir gün yeniden gözden
geçirilecek ve insanlar kendilerinin nasıl uyarılmış olduklarını, kendilerine
bir ayna tutulduğunu görecekler.
Ben bu hâlde Türkiye’nin
kaderi bakımından tayin edici bir rol oynayan bir organda çalıştığımızı kendi
payıma hissedemiyorum. Hükûmetin hiçbir icraatını denetleyebilmek, Hükûmetin
hiçbir icraatını onun istemediği tarzda dönüştürmek ve değiştirmek, Hükûmetin
hesap verilebilirliğini sağlamak bakımından aslında etkisiz, yetkisiz,
iktidarsız, güçsüz bir organ hâline gelmiştir Türkiye Büyük Millet Meclisi.
Bence, her şeyden önce, bu yasa vesilesiyle bunu düşünmemiz yerli yerinde olur.
İkinci mesele: Meclisin
gündemiyle memleketin gündemi arasında, eğer gündem dışı bir söz alınmazsa,
hiçbir ilgi kurulamaması paradoksuyla karşı karşıyayız. Gerçekten burada söz
alan bütün milletvekili arkadaşlarımız kaçınılmaz bir biçimde Meclisin gündemini
Türkiye’nin gündemine yaklaştırmak için hileişeriyeye başvurmak zorundadırlar.
Yani aslında yasanın aleyhinde söz alıp lehinde konuşmakta ya da lehinde söz
alıp aleyhinde konuşmakta, yani bir etik kusur işlemeden siyasi bir doğru tavır
ortaya koyamadıklarını görme çaresizliği içinde veya aslında gündem dışı
konuşmalarla gündemi yakalamaya çalışmaktadırlar. Ne kadar tuhaf değil mi? Ne
kadar paradoksal? Gündem dışı ile ancak gündem yakalanabiliyor ve Meclis,
kendisi hakkında ve kendisine tevdi edilmiş Türkiye’yi yönetme görevi hakkında
bazı sözler söyleyebiliyor eğer İktidarın yani Hükûmetin gücünü aşabilirse yani
yürütmenin gücünü aşabilirse. Aslında öyle bir zaman hiç olmuyor.
Ben, o nedenle, bu kanun
hükmündeki kararnamelerle Türkiye’yi yönetme alışkanlığına Hükûmetin, nasıl bir
çare bulacağımızı hepinizin ve hepimizin düşünmesinin asıl mesele olduğu
kanaatindeyim. Nasıl olabilir de nasıl yapabiliriz de halkın bize verdiği
memleketi yönetme, onun adına bütün Türkiye’nin akıbeti hakkında karar
verebilme ve bu kararı yürütmek için kimi insanları aramızdan görevlendirme
işini layıkıyla yapabiliriz? Ben, muhalefet gruplarının, çoğu kez, büyük bir
çaresizlik içinde kaldıklarını gözlüyorum çünkü ne yapsalar ne deseler, bir
kulaktan girip öbüründen çıkıyor, bütün tasarılar geldiği gibi gidiyor; bir tek
virgülü değişsin, göreyim. Bir tek konuda herhâlde bu oldu, emekli maaşlarına
yüzde 40 değil de yüzde 60 oranının uygulanması bakımından. O zaman da zaten,
muhalefet iktidar arasında bir fark da kalmamıştı, herkes iktidar gibi olmuştu.
Hakikaten, o zaman, bir iktidar kullanmış olduk ama bunun da millet vicdanında
bir karşılığı olmadığını hepimiz biliyoruz.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Siz de imzaladınız.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) –
Efendim?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul)
- Sizin grup başkan vekilleriniz de imzaladı, idare amiriniz.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) –
Bu bir şeyi değiştirmez. Şimdi ben onun aksine…
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Aynı eleştirileri kendi idare amirinize de yapın o zaman.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) –
Şimdi ben onun aksine konuşuyorum, hiçbir şeyi değiştirmez.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Aynı eleştirileri idare amirinize söylerseniz daha samimi
olursunuz.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) –
Aynı eleştirileri, sırası geldiğinde yaparız hanımefendi, niye
dertleniyorsunuz?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Tamam.
ERTUĞUL KÜRKCÜ (Devamla) –
Onun da sırası gelir, onu da yaparız.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(İstanbul) – Sayın Başkan, lütfen uyarın. Laf atmasın Sayın Grup Başkan Vekili.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Siz cevap vermeyin, Başkan karar verir Sayın Önder.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(İstanbul) – Başkan bir türlü akıl edemiyor ama!
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) –
Evet.
Bunlar bir şeyi
değiştirmez. Bunlar, yapılmış olan bir hatanın yapılmamış olduğu anlamına
gelmez. Burada bir irade sahibi olmanız, hatada, onu hata olmaktan çıkartmaz. O
nedenle, bunlar, benim söylediklerimi doğrulayan istisnalardır, bunun bir farkı
yok.
Şimdi, sevgili arkadaşlar,
gelelim memleketin gündemine. Memleketin gündeminde çok temelli bir mesele var.
Memleket, esasen, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bir iç çatışma riskinin
üstesinden nasıl gelebileceği hakkında düşünmeye çalışıyor. Türkiye’de fikir
yapanlar, kanaat sahipleri, halk, çatışma bölgesinde yaşayanlar, siyasi parti temsilcileri,
buradaki bütün partilerin bölgedeki temsilcileri, Türkiye’nin batısında yaşayan
ve bu çatışmadan dolaylı olarak etkilenen herkesin gündeminde, aslında,
Türkiye’de sürüp giden ve önlenemeyen, bir rotaya sokulamayan, bir çözüme
kavuşturulamayan çatışma meselesi var ama bu çatışmanın nasıl çözümleneceğine
dair, biz, karşımızda, bir Hükûmet önerisi, bugüne kadar göremedik, bir
bastırma faaliyeti ötesinde.
Bir bastırma faaliyetinin
sonuçlarının neye mal olabileceğini, çünkü sorun, aslında bastırmayla
çözülemeyecek bir sorun olduğu için, sonuçlarının neye mal olabileceğini daha
çok yakında gördük. Çok yakında hepimiz gözlerimizle gördük, kulaklarımızla
duyduk ki bölgede yaşayan, kaçınılmaz bir biçimde başka hiçbir çareleri
olmadığı ve hayatın doğal akışı öyle olduğu için, bölünmüş yurtlarının diğer
tarafında kalan akrabaları, hemşehrileri, aşiret üyeleriyle alışveriş yapmak
için katırlar üzerinde yolculuk yapan insanlar isyancı sanılarak bombalandılar,
öldürüldüler ve bunun yarattığı vicdan yarası bugün Türkiye’nin tamamında
gündem olarak konuşuluyor.
Herkes “Bu meselenin
içinden nasıl çıkarız? Bu çatışma derinleşmeden, bu çatışma herkesi her yerde
yarmadan, herkes komşusunun aslını faslını araştırarak onunla ilişkisini,
geleceğini tayin edecek duruma düşmeden, Türkiye bir dizi iç çatışma geçirmiş
komşularına benzemeden bu badireden nasıl çıkabilir?” diye düşünüyor. Fakat biz
burada öncelikli mesele olarak aslında gündemin sonundaki maddeleri, orada
görüşülse olacağı hâlde, öne alarak bu meseleden kaçmaya çalışıyoruz. Tabii ki
kaçamıyoruz, kaçamayız, hiçbirimiz karşı karşıya kaldığımız bu vahametten
kaçamayız, Başbakanın yaptığı gibi hiç kaçamayız. Bu meseleyi erbabına teslim
etmek, aslında gerçekleşmiş olanın ne olduğunu anlamak için Mecliste bir araştırma
komisyonu kurmak, bağımsız bir araştırma kurulu görevlendirmek, bu araştırmanın
sonuçlarına bağlı olarak bir yargıya varmak yerine, Hükûmet çoktan karar verdi:
“Bir kasıt yok. Bir kasıt yok, bir suç da yok ama biz tazminat öderiz.” Bir
kasıt olmadığını nereden biliyorsunuz, araştırdınız mı? Şimdi, mahkemeye sevk
ettiğiniz dizi dizi albaylar, generaller, orgeneraller, onlar da bir kasıt
olmadan bir şeyler yaptıklarını söylüyorlardı, şimdi onları suçluyorsunuz,
suçlattırıyorsunuz “Kasıtları vardı, onu yapacaklardı, bunu yapacaklardı.”
diye.
Peki, bir yargı süreci
olmadan bu kastın olup olmadığını anlayabilir miydik? Hâlâ anlayabilmiş
değiliz. Belki de var, belki de yok. Peki, bu olayda olmadığını nereden
biliyoruz? Nereden biliyoruz, o köylülerin kasıtlı bir biçimde ortadan
kaldırılmaları için bütün birimlerin sevk ve idare edilmediğini nereden
biliyoruz? O kadar bilebilecek durumdaysak niçin oluyor? O nedenle, bir kere,
Hükûmetin bu meseleyi ele alması, yürütmesi, yönlendirmesi bütünüyle ve
bütünüyle kendi iktidarıyla ilgilidir. Asla ve asla oradaki yurttaşların
baktığı yerden hayata bakmamaktadır. “Buradan bizim Hükûmetimize bir zayiat
gelir mi, gelmez mi?” 35 tane insanın hayatını kaybettiği bir yerde bir hükûmet
zayiata uğrasa ne olur, uğramasa ne olur? Kendi yurttaşlarının, kendi halkının,
kendi insanlarının uğradığı felaket karşısında bu kadar kendine, bu kadar kendi
emrindekilere sahip çıkmayı anlamak mümkün değil. Bunu çözmek zorundayız, bunu
anlamak zorundayız.
Ve bunu anlamak için kafa
yoranlar, sadece muhalefetin üyeleri, o sıralarda oturanlar değil; bu
sıralarda, bu sıralarda oturanlar değil. Bugüne kadar Hükûmeti desteklemekte
asla şaşmış olmayan pek çok kanaat önderinin, köşe yazarının neler yazdığını
görmek için Hükûmeti bugüne kadar destekleyegelmiş özellikle gazetelerin köşe
yazarlarının yazdıklarına bakınız; Yeni Şafak’a bakınız, Taraf’a bakınız,
Zaman’a bakınız, diğer gazetelere bakınız. Düşünen insanlar her tarafta “Bu
işteki bit yeniği nedir?” diye çözmekle meşguldürler ama Hükûmet bize parmağını
uzatmakta ve “Bit yeniği yok. Problem sizsiniz, bütün bunları siz çıkardınız.”
diyebilmektedir. Hakikaten içinizde buna inanan var mı? Hakikaten içinizde
bizim iblis olduğumuz için bütün bunların ortaya çıkmış olduğunu düşünen var
mı? Eğer varsa “iblisi evvel” kendisidir buna inananın. Yok, olamaz çünkü
hakikat bu değil. O zaman bu hakikatten kaçmayın arkadaşlar. Gelin, bu işi
çözmek için şiddetten başka bir çare bulalım, şiddetten başka bir çarenin
nerede yattığına dair kafa yoranlara kulak kabartalım.
Kendi geleceğini, kendi
istikbalini bir ayaklanmayı bastırma şerefinde gören zavallı güvenlik
elemanlarının aklı bir hükûmetin aklı olabilir mi? Elindeki alet sadece çekiç
olan, çekiçten başka hiçbir alet tanımayan gördüğü her sorunu çivi sanar ve onu
çakarak çözebileceğini zanneder. Bir asker böyle düşünebilir, bir polis böyle
düşünebilir, bir istihbaratçı böyle düşünebilir; peki, bir politik heyet, bir
hükûmet, bir Meclis böyle düşünebilir mi, Meclis böyle bakabilir mi? Buradaki
üyelerin buraya gelip gelmemelerini tayin eden, önlerine sandık koyduğunuz
insanların davranışlarını çözebilmek bakımından, anlayabilmek bakımından
onların kafasına çekiçle çivi çakma fikrini, onları bastırma, onları bastırarak
yok etme fikrini, insanlara geleceklerini kurtarabilmeleri için oğulları ve
kızlarını öldürmenin en iyi çare olduğunu anlatmanın yolunu arayanların aklı
Hükûmet aklı olabilir mi? Ne yazık ki Başbakan ve onun yakın yardımcıları bir
güvenlik kliğinin eline tutsak düşmüşlerdir. Onlarca yıl bunun karşısında söz söyleyip,
bunun karşısında pozisyon almaya çalıştıktan sonra, şimdi nihayet bir güvenlik
kliğinin elindedirler, onların gösterdiği yoldan ayrılamamaktadırlar.
Genelkurmay Başkanını sorguya çekmek aklına gelmemektedir Başbakanın.
Genelkurmay Başkanının yaptığı açıklamayı bize inandırmaya çalışmaktadır,
inanmayana da hakaretin bini bir paradır. Bütün hakaretlerin hepsini iade
ediyorum buradan, hepsini, hepsini, hepsini. (BDP sıralarından alkışlar) Biz
hakaret edilecek hiçbir şey yapmadık, derdimizi edeplice söyledik. Yas içinde
olan insanların dilini acılaştırmadan kullanmaya çalıştık, sorunu ortaya
koymaya çalıştık ama karşı karşıya kaldığımız şey, ağzını açtığı zaman
tuvaletten başlayan bir Başbakan suretidir. Buna layık mısınız arkadaşlar? Bu
Meclis işini gördürmek için böyle bir heyet mi seçmiştir? Bu mudur Türkiye’ye
layık olan? Bu mudur kendi geleceğimizi kurtaracağımız, kendi halkımıza hizmet
edeceğimiz ekibin dili? Böyle mi konuşulacaktır, böyle mi dinleyecektir
insanlar birbirlerini? Asıl meselemiz budur, yoksa TOKİ’nin şu yasası geçmiş,
bu yasası geçmiş… Nasıl olsa geçer, nasıl olsa bunlar yapılır çünkü burası
zaten hükûmetten gelen kanunların onaylandığı bir yer değil mi? Ama silkinip,
kendimize gelip, bu memleketin geleceği bize emanet edildi, bize bırakıldı;
bunun içerisinden çıkabilmek için bir anlaşma yolu, bir çözüm yolu bulabilir
miyiz diye birbirimizi dinlemenin bir çaresi yok mu? Bunun yolu açılamaz mı?
Partiler bu bakımdan birbirlerini dinleyemezler mi? Hakaret mi dinlemek
zorundayız sabahtan akşama kadar ölen insanların hesabını sorduğumuz için
sevgili arkadaşlar? 35 insan, asla orantılı olduğu söylenemeyecek bir biçimde…
Bırakın köylü olmasını, kaçakçı olmasını ya da olmamasını, tutalım ki isyancı,
tutalım ki gerilla, tutalım ki kalaşnikoflarıyla sınırı geçiyor, bunu yapmak
için, onları önlemek için…
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) –
“Terörist” bile diyemiyorsun!
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) –
Ben “terörist” demiyorum, demek zorunda da değilim. Mecbur muyum sizin
dilinizle konuşmaya?
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) –
İşte, nereden emir, nereden talimat aldığın ortaya çıkıyor.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) –
Ben senin dilini dinliyorum, sen de benim dilimi dinleyeceksin, burada herkes
aynı lisanı konuşmayacak.
HASİP KAPLAN (Şırnak) -
Tuvalet ağzını bırakın.
BAŞKAN – Lütfen karşılıklı
konuşmayalım. Lütfen…
Meclise hitap edin siz de.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) –
Herkesin aynı lisanı konuştuğu yerde demokrasiden söz edemezsin. Benim dilimi
de öğreneceksin. Ben “terörist” demiyorum…
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) –
Senin dilini ne öğreneceğim ben!
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) -
Sen öğreneceksin. Her şeyi öğreneceksiniz, herkes herkesten öğrenecek.
Öğreneceksin.
BAŞKAN – Lütfen karşılıklı
konuşmayalım.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, müdahale etsenize.
BAŞKAN – Ediyorum iki
tarafa da, siz de susun, onlar da sussun lütfen.
Sayın Kürkcü, devam edin
efendim.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) –
Bir şeyi anlamanın ilk yolu onu adlandırmaktır, nasıl adlandırırsan öyle
anlarsın. “Terörist” dediğin için anlamıyorsun ne olduğunu, “isyancı” dediğin
zaman ne olduğunu anlayabilirsin. (BDP sıralarından alkışlar) Türkiye’yi
yönetenler, zamanında bu kadar güvenlik doktrinlerine saplanmadıkları zaman
aslında bunun bir isyan olduğunu kaç kere söylediler. Ne oldu da, son beş yılda
mı “terörizm” oldu bunun adı? Türkiye’de hepimizin anlayarak çözmek zorunda
olduğumuz bir sosyal, iktisadi, kültürel, hatta diplomatik bir mesele var.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kürkcü.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) –
Osmanlı topraklarında yaşarken kendi ülkelerinde bir arada yaşayan insanlar bir
anda dörde bölününce şimdi kaçakçı oldular öyle mi? Onlar ne kaçakçı ne
isyancı.
BAŞKAN – Sayın Kürkçü,
teşekkür ederim. Süreniz doldu efendim.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) –
Süremin dolduğunu biliyorum.
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) –
Benim süremin laf atılarak çalındığını sizin görmeniz gerekirdi Başkan.
BAŞKAN – Karşılıklı oldu o.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) –
Karşılıklı! Ben onun süresini mi çaldım?
Evet, arkadaşlar, sizleri
düşünmeye davet ediyorum. Boş verin, bu yasada bir şey yok, onaylasanız da
olur, onaylamasanız da. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Şimdi, ikinci
konuşmacı Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mustafa Kalaycı, Konya
Milletvekili.
Buyurun lütfen. (MHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır.
MHP GRUBU ADINA MUSTAFA
KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 112
sıra sayılı Kanun Teklifi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Bu teklifle “eşit işe eşit
ücret” diye adlandırılan 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 375 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen düzenlemelerden Toplu Konut İdaresi
Başkanlığı ve bu Başkanlığa ait unvanlar çıkarılmaktadır. Ayrıca, Emniyet Genel
Müdürlüğünde görev yapan pilot, uçuş ve görev ekibine ödenen tazminat oranları
yeniden belirlenmekte, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan denizaltıcı uzman
erbaşlara hâlen ödenmekte olan tazminata ilişkin sehven verilmeyen düzenleme
yapılmaktadır. AKP Hükûmetinin “eşit işe eşit ücret” adını verdiği düzenlemesi
daha yürürlüğe girmeden delinmektedir. Yani dakika 1, gol 1! Hem de AKP’nin
kendi kalesine attığı bir gol.
Bütçe görüşmeleri esnasında
666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle ilgili yaptığım değerlendirmelerde
yetki kanunu kapsamında mali hakların yer almadığı, bu düzenlemenin Türkiye
Büyük Millet Meclisinden kaçırılarak yapıldığı, ayrıca “eşit değerde işe eşit
ücret” düzenlemesi niteliğini taşımadığı, dolayısıyla, kaçak yapılan ruhsatsız
bir yapı gibi malzemesinin de çürük olmasından bahisle en ufak bir sarsıntıda bu
yapının göçeceği benzetmesini yapmıştım.
Nitekim, görüşmekte
olduğumuz bu kanun teklifi ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığı kapsam dışına
çıkarılmakta olup bu durum “eşit işe eşit ücret” sloganıyla yapılan
düzenlemenin aslında “eşit işe eşit ücret” öngörmediğini açık bir şekilde
ortaya koymaktadır.
Teklifin gerekçesinde ve
Komisyonda yapılan görüşmeler esnasında sunulan gerekçelerde, “eşit işe eşit
ücret” adıyla yapılan düzenlemenin TOKİ çalışanlarının mağduriyetine yol
açtığı, TOKİ’nin çok önemli bir kurumumuz olduğu, bu itibarla söz konusu düzenleme
kapsamından çıkarılması gerekliliği ortaya konulmuştur.
Bu gerekçeler mutlaka
doğrudur, TOKİ çalışanları mağdur olmaktadır ancak Toplu Konut İdaresi
Başkanlığı çalışanları açısından ortaya çıkan mağduriyet, birçok bakanlık ve
kurum personeli için de söz konusudur. Her bakanlığımız ve kurumumuz önemli
hizmetler yürütmektedir. Sadece birini önemli görüp diğerlerini görmezden
gelmek dürüst bir yaklaşım değildir. O nedenle, mağdur olan birçok bakanlık ve
kurum personeli için de adaletsizlikleri giderecek düzenleme yapılması
gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, 2
Kasım 2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 666 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname de önceki örneklerinde olduğu gibi tek taraflı olarak, kapalı kapılar
ardında, sosyal tarafların görüşleri alınmadan hazırlanmıştır. Bu noktada,
gerek Anayasa gerekse kanunlarla belirtilmiş olmasına rağmen kamu
görevlilerinin en temel mali ve sosyal haklarından biri olan ek ödeme ve “eşit
işe eşit ücret” konusunun, toplu sözleşme sürecinden kaçırılarak tek taraflı
bir düzenleme ile hatta Türkiye Büyük Millet Meclisinden, yasama denetiminden
dahi kaçırılarak kanun hükmünde kararname ile düzenlenmesinin yanlış olduğunu
vurgulamakta fayda vardır.
Toplu sözleşme masasının
konusunu teşkil etmesi gereken ek ödemenin kanun hükmünde kararnameyle
düzenlenmesi, doğru bir yaklaşım olmamıştır.
666 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname, zaten bölük pörçük olan sistemi daha da karmaşıklaştıran, bazı
memurların maaşlarındaki iyileştirmeler dışında ücret rejimine anlamlı bir
katkı yapmayan, aksine personel rejimine yeni bir yama daha ekleyen gecekondu
niteliğinde bir düzenlemedir.
Yapılan düzenlemeyle kamuda
yaklaşık 405 bin çalışanın maaşında -oranları farklı olmakla birlikte- artış
sağlanmıştır ancak çoğu memur için kararnameden beklenen umutlar hüsrana
dönüşmüştür. Bir tarafta ücretlerinde hiç artış yapılmayan, hatta tazminatları
azaltılan kamu görevlileri bulunurken diğer tarafta ücretleri yüksek oranlarda
artacak kamu görevlilerinin varlığı çalışma barışının bozulmasına yol
açabilecek bir olumsuzluk oluşturmuştur.
Farklı kurumlarda emsali
bulunan unvanların ücretleri eşitlenmeye çalışılırken kamu görevlilerinin büyük
çoğunluğunu oluşturan öğretmen, din görevlisi, hekim dışı sağlık personeli,
polis, subay, astsubay, profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi
gibi birçok kamu görevlisi görmezden gelinmiş ve bu personele herhangi bir
artış yapılmamıştır.
666 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’den öğretmenlerimiz maalesef yararlanamamıştır; öğretmenlerimiz yok
sayılmıştır, akademik personelimiz yok sayılmıştır. Öğretmenlerimiz,
hocalarımız gerçekten hayal kırıklığına uğramıştır. Acaba üniversite
hocalarımızın, öğretmenlerimizin nasıl geçindiğinden haberiniz var mı?
Bu düzenlemede polislerimiz
görmezden gelinmiştir. Madem polislerimizin ek ödemeleri artırılmadı, bari
derece sorunları çözülmeliydi. Lisans ve yüksek lisans mezunu hatta doktora
yapan polis memurları emeklilik müktesebi olarak 1’inci dereceyi alamıyorlar
ama diğer memurlar alabiliyor.
Sayfa sayfa kararnameler
yayınlandı. Nerede eşitlik? Neden böylesi bir eşitsizliği giderecek düzenleme
yapmadınız? Polise bu haksızlığı neden reva görüyorsunuz?
KİT’lerde (I) sayılı
cetvele tabi olarak çalışan personelden, bölge müdürü, başmüdür, fabrika
müdürü, müessese müdürü, işletme müdürü, diğer müdürler ve yardımcıları ile
savunma uzmanları ve sivil savunma uzmanlarının ek tazminat oranlarında azalma
olmaktadır. Bu durum büyük bir adaletsizlik doğurmakta ve kazanılmış haklardan
geriye gidiş anlamını taşımaktadır.
Maliye Bakanlığı ve Gelir
İdaresinde çalışan şube müdürleri, müdürler, müdür yardımcıları ve birçok
personel mağdur edilmiştir. Defterdarlık uzmanları ve gelir uzmanları merkez ve
taşra ayrımı yapılarak yeni bir ayrımcılığa gidilmiştir.
Eşitlik olmadığı,
adaletsizlikler yapıldığı öylesine açık ki Türkiye genelindeki vergi dairesi
müdür ve müdür yardımcıları cumhuriyet tarihinde ilk kez Maliye Bakanlığı
önünde eylem yapmıştır. Yapılan düzenleme ile Sağlık Bakanlığı, Sosyal Güvenlik
Kurumu, Türkiye İş Kurumu, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Meteoroloji Genel
Müdürlüğü, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı gibi daha birçok bakanlık ve kurumun
çalışanları için haksızlık ve eşitsizlikler söz konusudur.
Kurumların teşkilat
kanunlarında ve diğer farklı mevzuatlarda öngörülen ikramiye, maktu fazla
çalışma ücreti gibi ödemeler 15 Ocak 2012 tarihi itibarıyla sona
erdirilmektedir. Bu açıdan bakıldığında bazı unvanların ek ödeme oranlarında
çok yüksek artışlar yapılmış gibi görülürken aslında kesilen fazla mesai,
ikramiye gibi ödemeler nedeniyle hak kaybı yaşanacak, bazılarında ücret artışı
ya hiç olmayacak ya da sınırlı kalacaktır. Kamu personelinin yıllardır özlemle
beklediği eşit işe eşit ücret talebinin gerçeğe dönüştürüldüğü söyleniyor.
Nerede eşit işe eşit ücret? Bu kanun hükmünde kararnameyi kapalı kapılar
ardında dizayn edenler acaba hangi adaleti sağlamışlardır?
Değerli milletvekilleri,
Hükûmete altı ay süre ile kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi veren 6223
sayılı Kanun uyarınca, sürenin dolduğu 2 Kasım 2011 tarihine kadar toplam 35
adet kanun hükmünde kararname çıkarılmıştır. Kararnamelerde, bakanlıklar ile
bağlı ve ilgili kuruluşların teşkilat, kadro, görev ve yetkileri ile
çalışanların mali ve özlük haklarına ilişkin kapsamlı düzenlemeler yapılmıştır.
Aslında, bu Yetki Kanunu ve
gerekçesi, dokuz yıldır işbaşında olan AKP hükûmetlerinin kamu yönetimini,
personel rejimini, emeklilik rejimini içinden çıkılmaz bir hâle getirdiğinin
ikrarıdır. Bu kanunun gerekçesinde 58, 59 ve 60’ıncı AKP hükûmetleri döneminde
yürürlüğe konulan düzenlemelerin kamu yönetimini hantal yapısından
kurtarabilmek için yeterli olmadığı açıkça ikrar edilmektedir. Dokuz yıldır
Anayasa’yı bile değiştirecek çoğunluğa sahip olan AKP’nin bunları söylüyor
olması AKP adına utanılacak bir durumdur.
Çıkarılan kanun hükmünde
kararnamelerle yapılan düzenlemelerin yetki kanununun kapsamına uygun olmaması,
yapılan düzenlemelerin birbiriyle uyumlu ve tutarlı olmaması, kamu kurumları
arasında görev ve yetki çakışmalarının artması, yapılan teşkilat düzenlemelerinin
hizmet gereklerine bağlı olmaksızın personelle ilgili sebeplere dayanması, tüm
yöneticiler başta olmak üzere mevcut personelin görevlerine son verilerek âdeta
bankamatik memuru yapılmaları suretiyle çalışanların onurları ile oynanması,
iptal edilen kadrolar yerine yeni kadrolar ihdas edilmesi sebebiyle yapılan
düzenlemelerin hizmet icabından olmayıp kadrolaşmaya dönük olduğunun
anlaşılması, memurların çalıştıkları yerler dışında merkez ve taşrada
görevlendirilmeleri adı altında sürgünlerin yolunun açılması, bu şekilde
çalışanlar arasında huzursuzluk ve keyfî uygulamalarla mağduriyetler
yaratılması gibi sakıncalı hususlar yer almıştır.
Değerli milletvekilleri,
yeni bir personel rejimi ve ücret rejiminin süratle hayata geçirileceğini
taahhüt etmesine rağmen AKP Hükûmeti bu yönde dokuz yıldır bir adım atmamıştır.
Tam aksine, AKP hükûmetleri döneminde ücretler arasında dengesizlik ve
adaletsizlik artmıştır.
666 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile yapılan düzenleme, aynı işi yapmalarına rağmen çalıştıkları
kurum, bazen de statüleri gereği çok farklı ücret alan personelin farklı
ödemelerini kaldırması, yaklaşık 400 bin memurun maaşında artış sağlaması,
zaten zor durumda olan bu memurlarımızın refahına bir ölçüde de olsa katkıda
bulunması sebepleriyle olumludur.
Ancak hazırlanışında
sendikalar yoktur ve katılımcı, ortak aklı yansıtan bir kararname değildir.
Düzenleme ile benzer unvanlarda olanların aynı ücreti almaları sağlanmış ancak
eşit işe eşit ücret uygulamasına dair herhangi bir adım atılmamıştır.
İşlerin görev, yetki ve
sorumlulukları ile çalışanların nitelikleri ve atanmalarını içeren işin
değerine dayalı bir ücretlendirmeye gidilmediğinden kararname eşit işe eşit
ücret getirmemektedir. Teknik açıdan ıslaha muhtaçtır. Tamamlayıcı birçok
düzenleme gerektirmektedir.
Düzenleme yapılırken
personelin, benzer nitelikte olmadıkları hâlde sadece benzer unvanlarda
bulunmalarından dolayı aynı ücreti almasının yaratacağı motivasyon ve
verimlilik düşüşü ile iş yükü farklı olan personelin aynı ücreti almasının
yaratacağı olumsuzluklar göz ardı edilmiştir.
Eşit işe eşit ücretten
sadece aynı unvana sahip olanlara aynı ücreti ödemenin anlaşılması ve
düzenlemenin bu anlayışa göre şekillendirilmesi, işin tanımlanarak hangi
işlerin birbirine eşit olduğuna ilişkin bir çalışmanın yapılmaması, ücret
grupları belirlenirken işin mahiyeti, şümulü, görev, yetki ve sorumluluk
açısından getirdiği yük ve risk ile görevlilerin niteliklerinin gözetilmemesi,
işin değerinin belirlenmemiş olması sonucunda, iş yükü fazla kurumlardaki
memurların, iş yükü az olan kurumlara geçme çabasına girmesine, özel nitelik
gerektiren işler için nitelikli personelin genel ücret sistemi içinde
tutulamayacak olmasına yol açacaktır.
Kamuda en önemli sorun olan
verimliliğin göz ardı edilmesi, yapılan düzenleme ile binlerce bankamatik
memuru oluşturularak bunların en verimli çağlarında hizmet üretmekten
alıkonulmalarına neden olacaktır. Hâlen seksenin üzerinde ödeme unsuru içeren
karmaşık maaş sisteminin sadeleştirildiği, anlaşılabilir, şeffaf, adil
unsurları içeren, kabul edilebilir, sağlıklı bir ücret rejimi ancak kamu
çalışanlarının tümünün hukuki ve mali statülerini birlikte esas alan ve ilgili
tarafların etkin katılımıyla yapılan bütüncül bir çalışma ile mümkün
olabilecektir. Düzenlemenin çok fazla sorunu barındırması nedeniyle, bugün
olduğu gibi yakın zamandan başlayarak sık sık değişikliğe uğrayacağı ve ilk
hâlinin birçok bakanlık ve kurum personeli için delinmesi anlamına gelebilecek
düzenlemelere konu olacağı muhakkaktır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak
personel rejiminin liyakati esas alan ve performansı değerlendiren bir
çerçevede ele alınması, ücret adaletini sağlayarak görev, yetki ve
sorumluluklarla birlikte başarının ödüllendirilmesi, eşit değerde işe eşit
ücreti sağlayacak adil bir ücret rejiminin tesis edilmesi, ülkenin her yerinde
hizmet ihtiyacı ile mütenasip nicelik ve nitelikte personel istihdamının
sağlanmasını gerekli görmekteyiz.
Değerli milletvekilleri,
kamu görevlilerine yapılan tüm ödemelerin emekliliğe sayılması ve bu şekilde,
emekli olacak kamu görevlilerinin emekli maaşlarının son derece düşük
kalmasının önüne geçilmesi konusunda bir çalışma yapılmamıştır. Bu noktada ek
ödemelerden damga vergisi hariç hiçbir kesinti yapılmayacak olması bu
ödemelerin hiçbir şekilde emekliliğe yansımayacağını ve kamu görevlilerimizin
emekliliklerinde mağduriyet yaşayacağı anlamını taşımaktadır. Emeklilerimizin
yıllarca hizmet verdikten sonra geçim kaygısı duymadan, onuruna yaraşır bir
hayat sürmesini temin etmek devletimizin önemli ve öncelikli görevlerinden
biridir. Ancak emeklilerin tamamına yakını açlık sınırının altında aylık
almaktadır. Emeklilerin enflasyona ezdirilmediği söylense de halkın gerçek
enflasyonunu yansıtan gıda, kira, ulaşım, su, elektrik ve gaz gibi kalemler
açısından değerlendirme yapıldığında durumun söylendiği gibi olmadığı
anlaşılacaktır.
AKP Hükûmeti son yıllarda
emeklilere hep umut vermiş ancak emeklileri sürekli aldatmış ve hayal
kırıklığına uğratmıştır. Emekliler arasındaki maaş adaletsizliğini gidereceğini
vaat etmesine karşın, daha da adaletsiz hâle getirmiştir. Emekli aylıklarının
refah payını düşürmüştür. 2012 yılı bütçesi rakamları da emekli, dul ve yetim
aylıklarında herhangi bir iyileşmeyi öngörmemektedir. Emekli aylıklarının
önceki altı aylık enflasyona göre artırılması söz konusudur.
Değerli milletvekilleri,
sadece memurlar ile emeklilerimiz değil, yaşlımız, muhtarlarımız,
engellilerimiz, gazilerimiz ve köy korucularımız da çok yetersiz maaş
almaktadır. Bugün itibarıyla altmış beş yaş aylığı 110 lira, bakıma muhtaç
engelli aylığı 329 lira, diğer engelliler ile engelli yakını aylığı 219 lira,
muhtar aylığı 384 lira, sosyal güvenliği olan harp gazilerinin aylığı 388 lira,
on beş yıllık emekli geçici köy korucusunun aylığı 322 liradır.
Milliyetçi Hareket Partisi
olarak muhtar aylığının, 65 yaş aylığının, engelli kardeşlerimizin maaşlarının
artırılması, gazilerimiz ile şehitlerimizin yakınlarının haklarının
genişletilmesi, iyileştirilmesi ve aralarındaki mevcut eşitsizliklerin
giderilmesi için verdiğimiz kanun teklifleri Meclisin gündeminde beklemektedir.
“Bu, Milliyetçi Hareket Partisinin teklifleri.” diyorsanız, biz diyoruz ki
getirin tasarı ve teklifini, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak gerekli
desteği vereceğiz.
Bu bütçe tasarısı ile de
yaşlıya, engelliye yapılacak maaş artışı memur maaş katsayısıyla orantılı
olduğundan, en fazla 5-6 lira, bilemedin 10 lira. Gerçekten yaşlılarımızı,
engellilerimizi düşük maaşlardan, bu komik zamlardan kurtarmamız gerekmektedir.
Türk vatanını bölmeye çalışanlara karşı, bayrağımızın yere düşmemesi için
canını feda eden şehitlerimizin yakınları ile gazilerimizin geçim sıkıntısı
içinde olmalarını inanıyorum ki hiç kimse kabul edemez, vicdanlarımız asla
kabul edemez. Gaziler ile şehit yakınlarının sorunlarına çözüm getirmek
hepimizin sorumlulukları arasında yer almaktadır.
Yine güvenlik güçleriyle
birlikte zor şartlarda, terörle mücadelede görev yapan geçici köy korucularının
çalışma şartlarının ve özlük haklarının iyileştirilmesi ve mağduriyetlerinin
giderilmesi gerekmektedir. Köy ve mahalle muhtarlarına ödenen maaş da gerçekten
çok yetersizdir. En azından asgari ücret düzeyinde olmalıdır. Milliyetçi
Hareket Partisi olarak verdiğimiz teklif gündemde yer almaktadır.
Ben her şeye rağmen
tasarının hayırlara vesile olmasını diliyor, tekrar hepinizi saygılarımla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kalaycı.
Tasarının tümü üzerinde
üçüncü konuşmacı Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın
Musa Çam. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Çam, süreniz
yirmi dakika.
CHP GRUBU ADINA MUSA ÇAM
(İzmir) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına 112 sıra sayılı kanunla ilgili söz almış
bulunuyorum. Hepinizi ve ekranları başında bizi izlemekte olan değerli
yurttaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Aynı zamanda savaşsız ve sömürüsüz bir
yıl dileğiyle hem siz değerli parlamenterlerin hem de ekranları başında bizi
izlemekte olan değerli yurttaşlarımızın yeni yıllarını kutluyorum. Yeni yılda
savaşsız ve sömürüsüz bir dünya olmasını diliyorum.
Sayın Başkan, 112 sıra
sayılı kanunla ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum ve bunları burada sizlere dile getirmek istiyorum ancak bundan önce
özellikle belirtmek istediğim birkaç konu var. Bunlardan bir tanesi, geçtiğimiz
günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi Teşkilat Yasası’nı burada hep birlikte
tartışarak kabul ettik. Geçtiğimiz günlerde yine Cumhuriyet Halk Partisi Manisa
Milletvekilimiz Sayın Hasan Ören’in Meclis Başkanlığına vermiş olduğu bir soru
önergesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisindeki personel sayısıyla ilgili
rakamlar kamuoyuyla paylaşıldı. Bununla 2002 yılında AKP’nin hükûmete geldiği
dönemden bugüne kadar 2 bin küsurun üzerinde personelin Türkiye Büyük Millet
Meclisi kadrolarına geçirildiğini hep birlikte öğrenmiş oluyoruz. Şimdi, yeni
çıkarılan Teşkilat Yasası’yla birlikte önümüzdeki günlerde Divan toplanacak ve
Türkiye Büyük Millet Meclisinde çalışan arkadaşlarımız çıkarılan yasa gereği
Başbakanlık havuzunda toplanarak -burada çalışan arkadaşlarımız- oraya
gönderilecek. Şimdi, bu doğru bir düzenleme olmadı. Burada biz bunları dile
getirdik ama ne yazık ki bütün uyarılarımıza rağmen, muhalefet partilerinin tüm
uyarılarına rağmen iktidar partisinin çoğunluğuyla bu yasa buradan geçti ve
şimdi uygulamaya başlanacak. Buradan özellikle uyarmak ve dikkatinizi çekmek
isteriz: Burada uzun yıllar, yirmi yıl, yirmi beş yıl burada görev yapmış olan
arkadaşlarımız emekliliğe zorlanmak, sıkıştırılmak ve buradan gönderilmek gibi
bir durum ve pozisyonla karşı karşıya kaldıklarında burada da bir eylem, bir
mücadele alanı olacağını dile getirmek isterim ve özellikle Sayın Başkan siz
bunların sunumunda oradaydınız ve sizlere de bunu hatırlatmak isterim. Burada
adaletli ve doğru bir düzenlemenin yapılmasından yanayız ve burada çalışan
arkadaşlarımızın hiçbirisinin tehditle, şantajla emekliliğe zorlanmasına ve
buradan gönderilmesine rıza göstermeyeceğimizi ve onlarla birlikte bir
mücadele, dayanışma içerisine gireceğimizi bir kez daha belirtmek istiyoruz.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
geçtiğimiz günlerde, 29 Aralıkta ülkemizde yeni bir asgari ücret belirlemesi
gerçekleşti. Bu asgari ücret yaklaşık olarak yılbaşından iki gün önce… Tabii ki
beklentilerimiz… Türkiye’de yaklaşık 8 milyona yakın insan bu yeni asgari
ücretle birlikte çalışanların, işçilerin, emekçilerin yüzünün güleceği ve en
azından açlık sınırına yaklaşan, açlık sınırında bir asgari ücretin
belirleneceğiyle ilgili bir beklenti içerisindeydi ama ne yazık ki yine Asgari
Ücret Tespit Komisyonu toplandı ve işçilerin, emekçilerin sevinçlerini ve
muratlarını kursaklarında bıraktı. Bir defa burada daha önce dile getirmiştim.
Asgari Ücret Tespit Komisyonunun biçimi, şekli ve yapısı demokratik değildir.
Türkiye’nin sadece en büyük konfederasyonun orada temsil edilmesi, diğer işçi
konfederasyonlarının temsil edilmemesi hukuki ve doğru bir temsil oranı
değildir ve bunun mutlaka değiştirilmesi için Hükümetin bu konuda bir çaba
göstermesi ve burada herkesin temsil edileceği bir yapının oluşturulması
gerekiyor.
İkinci konu: Asgari ücret
tespiti yapılırken genel olarak sadece bir kişi baz alınarak yapılıyor. Oysa
çalışan işçinin mutlaka bir eşinin, bakmak zorunda olduğu çocuklarının veyahut
da bir ebeveyninin olduğu, en azından 4 kişilik bir ailenin, onların geçim
endeksi hesaplanarak bir asgari ücretin belirlenmesi gerekirken sadece bir kişi
baz alınarak hesaplanıyor ve böyle komik ücretler saptanıyor. Ocak ayından
başlamak üzere bu yılın başında ilk yapılan zam 5,91 oranında, yani brüt 886,5,
net 701 TL oldu; temmuz ayında, ikinci altı aylık dönemde de yüzde 6,09 zam ve
brüt 940,50, neti de 739 lira yani brüt aylık zam 49 lira 47 kuruş oldu, net 34
lira 62 kuruş ücrete zam yapıldı. Şimdi, bunu günlüğe böldüğümüzde 1 lira 15
kuruş gibi her işçi için komik bir zam yapıldı arkadaşlar ve Sayın Çalışma
Bakanı ve Hükümet sözcüleri, bunun bugüne kadar yapılan en büyük zam olduğunu
ve bunun arkasında durduğunu da söyledi.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
peki asgari ücret bizde bu kadar. Geçtiğimiz günlerde bütçe görüşmeleri
yapılırken AKP sözcüsü, burada, 2002’den günümüze kadar olan süreç içerisinde
çok büyük atılımlar gerçekleştiğini, yıldız bir ülke olduğunu söyledi ve değişik
ülkelerden de burada örnekler verdi ama şunu vermeyi de unuttu: Almanya’da
asgari ücret 1.300 Euro, İngiltere’de asgari ücret 1.086 Euro, Avusturya’da
1.400 Euro, İrlanda’da 1.462 euro, Fransa’da 1.365 euro, İspanya’da 748 euro,
Yunanistan’da 877 euro, Portekiz’de 565 euro, İtalya’da bin euro ve kardeş ülke
Kuzey Kıbrıs’ta 1.500 TL arkadaşlar, bizde ise demin söylediğim gibi 730 lira
arkadaşlar.
Aynı zamanda, biz, en fazla
çalışan ülkelerin başında geliyoruz arkadaşlar. Bakın, Almanya’da 37,6 saat
arkadaşlar haftalık, Avusturya’da 38 saat, İrlanda’da 39 saat, Fransa’da 35
saat, İspanya’da 38,3 saat, Yunanistan’da 40 saat, Portekiz’de 38 saat, İtalya’da
38 saat ve Türkiye’de 45 saat ile 56 saat arasında değişen bir çalışma saati
var ve belirlenen asgari ücret de 739 lira arkadaşlar ve sizler de bunun
Türkiye koşullarında iyi bir asgari ücret olduğunu söylüyorsunuz ve bunun
arkasında duruyorsunuz.
Bugün buraya getirilen 112
sıra sayılı tasarıyla beraber, bazı iş kollarında eşit işe eşit ücretle ilgili
bir düzenlemeyi de karşımıza getiriyorsunuz. Bugüne kadar yaptıklarınız belli,
işçiler için, emekçiler için yaptığınız ortada iken şimdi yeni bir düzenleme
yapıyorsunuz. Bakın, arkadaşlar, 10 milyon emeklinin şu anda gözü kulağı
Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve bunlar intibak yasasını bekliyorlar ve
intibak yasasıyla birlikte refah payını alarak emekli maaşlarının
iyileştirilmesini ve günün ekonomik koşullarında insanca yaşayacakları bir
ücretin belirlenmesini istiyorlar ama bunu sizlere anlatmakta çok zorluk
çekiyoruz ve çok güçlük çekiyoruz.
Geçtiğimiz günlerde, yine
burada, Emekli Sandığında uzun yıllar hizmet vermiş ama bir şekilde ayrılmış,
SSK’ya veyahut da BAĞ-KUR’a geçmiş olup oradan emekli olmuş insanların,
geçmişte Emekli Sandığında on beş yıl, on yedi yıl emek vermiş olan bu
insanların hesaplamalarının o günün değeriyle değil, bugünün değeriyle
hesaplanarak bugünün katsayısıyla emekli ikramiyelerinin verilmesiyle ilgili
Anayasa Mahkemesi iki defa karar vermiş olmasına rağmen, ısrarla ve inatla
Anayasa Mahkemesi kararlarının baypas yapılmaması için öneride bulunduk,
uyarıda bulunduk ama sizin kulaklarınız sağır, gözleriniz bizi görmez durumda olduğu
için yine o kararları da reddettiniz ve yine bildiğiniz gibi bir kararı buradan
geçirdiniz.
Şunu bilmelisiniz ki: Yine
açılan 17 bin dava, 290 bin kişiyi ilgilendiren bu tasarı Anayasa Mahkemesine
mutlaka gidecek ve yanlış oradan düzeltilecektir ama şöyle bir şey
söyleyebilirsiniz, geçen sefer de söyledim, bir kez daha yeni yılda hatırlatmak
isterim: “Anayasa Mahkemesinin yapısı değişti, eski yapı değil, artık biz orada
istediğimiz kararları çıkartırız ve bu da orada reddedilecek.” deyip de Anayasa
Mahkemesini arkadan dolanarak böyle bir işi düzenledinizse onu da sizin
vicdanlarınıza sizi mahkûm ederek bırakıyorum.
Değerli arkadaşlar, şimdi
getirilen TOKİ’deki düzenleme ve poliste ve askeriyede yapılacak olan
düzenlemelerle ilgili birkaç şeyi de söylemek istiyorum. TOKİ’de yapılan
düzenlemeyle ilgili diyor ki gerekçede: “TOKİ bugüne kadar, sağlıklı yurtlar,
spor salonu, kütüphane inşaatları, engelli vatandaşlarımız için engelsiz yaşam
merkezleri, sosyal donatılar kapsamında cami, ticaret merkezi ile spor
kompleksi, stadyumlar ve sınır karakol binaları yaptı.” Eyvallah. “TOKİ’nin
doğal afetlerden etkilenen muhtelif ülkelerde konut ve sosyal donatı
uygulamaları yaptığı, bu bağlamda TOKİ’ye yurt dışından özellikle Asya, Afrika,
Ortadoğu ve Amerika ülkelerinden konut yapımıyla ilgili teklifler geldiği ve
yaklaşık 50 ülkeyle görüşmelerin sürdürüldüğü…” diyor arkadaşlar.
Şimdi, TOKİ iyi niyetle bu
ülkede evsiz barksız geçim sıkıntısı çeken insanlar için bir yapı oluşturulması
için kurulmuş olan bir organizasyon iken bugün Türkiye’nin en büyük BİT’i, en
büyük holdingi olmuş durumdadır arkadaşlar ve ne yazık ki bunu denetlemek de
mümkün değildir ve şimdi burada, yapılan bu kanun hükmünde kararnameyle
birlikte mağdur edilen insanların tekrar özlük haklarıyla ilgili yeni bir
düzenleme yapılmaktadır.
Değerli arkadaşlar, bu
Hükûmet döneminde 35’e yakın kanun hükmünde kararname çıkardınız. Bunların
hiçbirisini bugüne kadar ne komisyonlara getirdiniz ne de Türkiye Büyük Millet
Meclisine getirip bizimle beraber tartıştınız. Biz muhalefet partileriyiz ve
sizin yeteri kadar çoğunluğunuz var, getirdiğiniz bütün kanunları burada tartışmasız
bir şekilde geçirip götürüyorsunuz. Bu kanun hükmünde kararnameleri buraya
getirip bizlerle beraber tartışıp yine kabul ettirebilirdiniz ama buradan,
Parlamentodan kaçırdınız ve kendi başınıza kapalı kapılar arkasında bu kanun
hükmünde kararnameleri yaptınız ama şimdi ayağınıza dolaşıyor, yanlışlar tek
tek ortaya çıkıyor ve bu yanlışları düzeltebilmek için de palyatif tedbirler
olarak böyle düzenlemeler getirerek bizim önümüze, Meclisin çalışmasını sekteye
uğratır bir noktaya getiriyorsunuz. “Danışma Kurulunu toplayamadık, şunu
yapamadık…” Bütün kanunların önüne getirerek bunları koyuyorsunuz arkadaşlar.
Bu, Parlamentoya karşı yapılan bir saygısızlıktır, bize karşı yapılan bir
saygısızlık, oy veren seçmenlerimize karşı yapılan bir saygısızlıktır; bunu şiddetle
reddediyoruz arkadaşlar.
Bizi saymıyorsunuz ama
sizler de iktidar partisinin milletvekillerisiniz, şunu düşünmüyor musunuz
arkadaşlar ya: “Biz milletvekiliyiz, seçildik, geldik buraya. Şu kanunlar neden
buradan geçirilmiyor? Neden biz tartışmıyoruz, niçin konuşmuyoruz da sadece
kanun hükmündeki kararnamelerle bu ülkeyi yönetmeye kalkıyoruz?” diye acaba
kendi kendinize sormuyor musunuz?
Değerli arkadaşlar, şimdi,
polis ve Emniyet Genel Müdürlüğü, pilot, uçuş ekibine ödenen tazminatlarla
ilgili bir itirazımız yok. Varsa bir mağduriyet, varsa bir eksiklik, Sayın
Bakan, varsa bir yanlışlık burada onun düzeltilmesinden yanayız; hiçbir
sorunumuz yok. Ama arkadaşlar bu çocuk oyuncağı gibi değil ki her seferinde
böyle bir kanun getirip, bunları bir yerlere sokup böyle getirmek de
arkadaşlar, bu doğru değil. Varsa eğer genel anlamda bir ücret politikası
devletin, 4/B, 4/C, 657, sözleşmeli personel dâhil olmak üzere varsa ve
düzenlenmesi gerekiyorsa bunlar açık ve net bir şekilde buraya getirilir,
bunların hepsi tartışılır. Biz çalışan arkadaşlarımızın hiçbirinin mağdur
edilmesini ve sıkıntı çekmesini istemeyiz. Ama parça parça getirilen bu
düzenlemelerde, ayrıntılarda… Şeytan da ayrıntılarda gizlidir ve bunların doğru
olmadığını söylemek istiyoruz.
Şimdi, polislerin sadece bu
pilotların düzenlenmesi doğru değil. Polis teşkilatımızın hepsi on iki saat
çalışıyor ve karakollarda ve toplumsal olaylarda güvenlik güçlerinde çalışan
polislerimizin ne kadar düşük ücret aldığını ve hangi güç ve zor koşullar
altında çalıştığını hepimiz biliyoruz. Eğer düzenleme yapılacaksa bunların
tamamı için yapılması gerekiyor, sadece bunlar için değil. O nedenle, bunun
doğru bir düzenleme olmadığını söylemek istiyorum.
Sayın Bakan, yine,
muhtarlarımızla ilgili sorunlar var. Türkiye’de yaklaşık olarak 52 bin muhtar
var. 52 bin muhtarımız şu anda büyük bir beklenti içerisinde. Bakın,
arkadaşlar, aldığı ücret muhtarın 380 lira. Sigortasını kendisi yatırıyor,
İnternet giderleri kendinden, telefon ücreti kendisinden, elektrik kendisinden,
su kendisinden, kırtasiye giderleri kendisinden, bilgisayar kendisinden. Bütün
giderlerin tamamını kendisi karşılıyor Sayın Valim; bunların hepsini kendisi
karşılıyor, muhtar karşılıyor.
Şimdi, arkadaşlar, teklif
getiriyoruz. Plan Bütçe Komisyonuna defalarca öneri getirdik. Plan Bütçe
Komisyonunun saygıdeğer üyeleri burada, hem de iktidar hem de muhalefet
partisinin temsilcileri burada. Öneri getirdik, verdik, dedik ki: “Muhtarların
ücretleri asgari ücrete çekilsin arkadaşlar ve bir sosyal güvence altına alınsın
ve bunların sosyal güvenceleri de İçişleri Bakanlığı bütçesinden veya il özel
idareleri bütçesinden karşılansın, muhtarlarımız sıkıntı çekmesinler.”
Şimdi, düşünün Sayın
Başkan, Sayın Bakan, devletin, bürokrasinin bütün kademelerinde görev yaptınız,
bir an için kendinizi -bir kademe düşürmek olarak değil- muhtar olarak düşünün,
380 lira para alıyorsunuz ve muhtarlığın bütün giderlerini de kendiniz
karşılıyorsunuz. Bunu, vicdanınız kabul eder mi böyle bir şeyi? Türkiye’de 52
bin muhtar bütün bu giderleri kendi ceplerinden karşılar ve Türkiye Büyük
Millet Meclisinden şimdi bir çözüm bekliyorlar arkadaşlar, diyorlar ki: “Bizler
hem bir sosyal güvence altına alınmalıyız hem de ücretlerimiz asgari ücret
düzeyine çekilmelidir.” Ama Sayın Bakan, inşallah, bunu duyduktan sonra,
kendinizi de bir muhtar yerine koyduktan sonra, inanıyoruz ki en kısa zamanda
muhtarlarımızın bu özlük haklarıyla ilgili bir düzenlemeyi yapacaksınız.
E, nüfus müdürlükleri şimdi
ikametgâh da veriyor, nüfus kâğıdı da veriyor, her şeyi veriyor arkadaşlar.
Muhtarlar sadece oralarda icralardan gelen mektupları tebliğ eden birer tebliğ
memuru oldular arkadaşlar, nüfus müdürlüklerinin kapıcıları, bekçileri oldular.
Halkın oyuyla seçilmiş olan muhtarları bizler kapıcılar hâline getirdik arkadaşlar.
İçişleri Bakanlığı, maalesef, muhtarlarımızı bu hâle getirdi. Muhtarlar mademki
halkın oy vererek seçmiş olduğu insanlar ise o zaman bunların düzeltilmesi
gerekiyor.
Son olarak şunları söylemek
istiyorum arkadaşlar, Sayın Başkan: Türkiye’de 2.950 belediye var, bunun 2 bin
tanesi AKP Hükûmetinin denetimi altında ve AKP’li belediye başkanları
tarafından yönetilmektedir; 950’sinin de 534 tanesi Cumhuriyet Halk Partisi, 160
tanesi BDP, 250’si de MHP tarafından yönetilmektedir arkadaşlar. Kuşkusuz bütün
belediyelerde eksiklikler, yanlışlıklar, olumsuzluklar, hatalar, yanlışlar
olabilir ama bunların eşit bir şekilde İçişleri Bakanlığı tarafından
denetlenmesi ve kontrol edilmesi, Sayıştay tarafından denetlenmesi gerekiyor
ama sadece muhalefette bulunan partilerin iktidarda olduğu belediyelerin
kuşatılarak oraların çalıştırılamaz hâle gelmesi, Sayıştay denetçisi, Maliye
denetçisi, mülkiye müfettişi denetçisi gönderilerek oraların çalıştırılamaz
hâle getirilmesi ve itibarsızlaştırılmasını kabul etmek mümkün değildir.
Bunlardan bir tanesi de İzmir Büyükşehir Belediyesidir ve İzmir’deki
belediyelerdir, Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarda olduğu belediyelerdir.
Sayın Bakan, adaletli
olmanızı istiyoruz ve Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarda olduğu belediyelerde
bunun yanlış olduğunu bir kez daha söylemek istiyorum.
Bakın arkadaşlar, bir
gazeteci yazar bir kitap yazmış “Belediye İhale Dalavereleri” Harun Gürek diye
bir gazeteci yazar bir kitap yazmış. Geçtiğimiz hafta piyasaya çıktı -Kocaeli
Belediye Başkanı bunu Kocaeli’de açmış olduğu bir dava sonucunda 3. Asliye Hukuk
Mahkemesi tarafından- İstanbul, Kocaeli, Bursa, Ankara, Konya, Samsun
büyükşehir belediyeleri ihalelerini araştıran ve yolsuzlukları içeren bir
kitap. Kars belediyesini almış ve kitapta sonunda yazar diyor ki:
“Araştırmaların temel amaçlarından biri ihalelerde hiç yolsuzluk olmamış olsa
bile kaynak dağılımının nasıl yapıldığı, olduğudur.” Yani yolsuzluk da
olmayabilir ama kaynak dağılımının özellikle trilyonlarca lira, katrilyonlarca
liraya varan o yatırımların kimlere ve ne şekilde aktarıldığı, hangi yandaş
şirketlere peşkeş çekildiği ve yandaş şirketlere aktarıldığının açık bir
göstergesidir ve bu kitap şimdi Kocaeli Belediye Başkanının açmış olduğu dava
sonucunda toplatılmaya başlandı arkadaşlar.
Bu mu demokrasi? Bu mu
adalet? Bu mu eşitlik? Hani Türkiye çağ atlamıştı? Kitap yazıyoruz, kitap
toplatılıyor. Ahmet Şık kitabını yazıyor, henüz daha yayınlanmamış hâlde,
tutuklanıyor, içeride yatıyor arkadaşlar! Hani demokrasi? Hani özgürlük? Hani
eşitlik arkadaşlar?
Sayın Bakan, sizin bunlarda
duyarlı olmanızı istiyoruz. Pazartesi günü İzmir Büyükşehir Belediye Başkanım
da savcılığa çağrıldı, beş saat, beş buçuk saat ifade verdi. Ama bir şey daha
yaptı Sayın Belediye Başkanı, ifade vermeye giderken makam arabasını
kullanmadan son derece naif ve düzgün bir tavır sergileyerek bir taksiyi
çağırarak, taksiye binerek adalete inandığı için gidiyor ve savcılıkta ifade
veriyor. Bunu hangi başkan yapar arkadaşlar, hangi belediye başkanı yapar?
Taksiyle gidiyor ve taksiden iniyor gidiyor ifade veriyor. Bu ancak bir Cumhuriyet
Halk Partisi belediye başkanına yakışan bir tutum ve tavırdır ve kendisini de
burada bir kez daha kutluyorum arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, sözlerimi
şöyle bitirmek istiyorum: İktidar…
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Bitir, bitir. Silivri’ye selam…
MUSA ÇAM (Devamla) – Onu
siz söylersiniz Sayın Metiner. Ama Silivri’deki insanların da Fransız düşünür
Voltaire’in söylediği gibi “Düşüncelerinizden nefret ediyorum ama o
düşüncelerinizi özgürce ifade edebilmeniz için gerekirse canımı vereyim.”
Son olarak yaşanan, 35
insanımızın hayatını kaybettiği olaydır arkadaşlar. Bu, Hükûmetin dokuz yıllık
hükûmet döneminde yapmış olduğu en büyük cinayet, en büyük katliamdır
arkadaşlar. Orada bir an için, bir an için diyelim ki bunların içerisinde 3-4
tane sızmış insan da olabilir, olabilir ama büyük bir devlet, büyük bir
hükûmet, büyük bir ülke, oradaki 35 insanı imha etmez arkadaşlar. Onların
takibini yapar, suç unsurlarıyla beraber yakalar ve etkisiz hâle getirir.
Bundan sonra da eğer bu
imhalar, bu katliamlar olacaksa Türkiye’de barışın ve kardeşliğin büyük bir
darbe yiyeceğini söylüyorum ve hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum
arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Çam.
Gruplar adına dördüncü
konuşmacı Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın
Recai Berber.
Buyurun Sayın Berber. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA RECAİ
BERBER (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de konuşmama
başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bütün muhalefet
milletvekilleri gerçekten son dönemde, son günlerde, geçen yılın son gününde
yaşadığımız elim olayı buradan eleştirerek, daha çok Hükûmeti eleştirerek
söylediler. Ben de öncelikle hayatını kaybeden yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet
diliyorum, yakınlarına da başsağlığı ve sabırlar diliyorum.
İşte, burada Millî Savunma
Bakanımız ve İçişleri Bakanımız, başta Başbakanımız olmak üzere, bu olayın
örtülmeyeceğini, sonuna kadar takip edileceğinin güvencesini vermişlerdir.
Dolayısıyla, bu olayın sonunu beklemeden birtakım yargılarla, ön yargılarla hem
Hükûmetimizi hem de iktidarımızı ve partimizi itham altına almak son derece
yanlıştır, bu tespiti belirterek sözlerime başlamak istedim.
Değerli arkadaşlar, bu 112
sıra sayılı 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi Hakkında AK PARTİ Grubunun görüşlerini arz
etmek üzere huzurlarınızdayım.
Bu kanun teklifinin
maddelerine geçmeden önce TOKİ ve Emniyet teşkilatımızla ilgili bazı genel
bilgiler vermek istiyorum.
Bilindiği üzere Toplu Konut
İdaresi Başkanlığı 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’yla belirlenen görevler
kapsamında yürütmekte olduğu faaliyetler ile ülkemizde konut ve kentleşmeye
ilişkin sorunlara ulusal düzeyde çözüm üretmeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevedeki
politikaların üretilmesi ve uygulanması için yirmi yedi yılı aşkın bir süredir
görev yapan TOKİ, ülkemizde sağlıklı ve yaşanabilir kentsel çevrelerde yeterli
ve nitelikli konut inşa edilmesi yönünde faaliyet yürütmektedir. TOKİ’nin
kurulduğu 1984 yılından 2003 yılına kadar on dokuz yılda Toplu Konut Fonu’nun
da imkânlarıyla Emlak Bankasından devralınan 7.850 konut ile birlikte toplam
43.145 konut üretebilmişken, Hükûmetimizin Planlı Kentleşme ve Konut Üretimi
Programı kapsamında başlatılan konut seferberliğiyle 2003 yılı başından
itibaren konut yapımı ülke genelinde hızlandırılmış ve 81 ilimizin tamamında
800 ilçemizde toplam 2.206 şantiyede 518.178 konut rakamına ulaşılmıştır.
EMİN HALUK AYHAN (Denizli)
– 1 milyon kredi verdi, “Yapmadı.” deme.
RECAİ BERBER (Devamla) - Bu
rakam 100 bin nüfuslu 20 şehir demektir. Üretilen konutların 1 milyon konut…
EMİN HALUK AYHAN (Denizli)
– 1 milyon konuta kredi verdi. 40 binle 518’i karıştırıyorsunuz.
RECAİ BERBER (Devamla) –
Evet, gerçekleşen konutlardan da biraz sonra bahsedeceğiz onlardan, ne kadar
sürede tamamlandığına da bakacağız onların.
EMİN HALUK AYHAN (Denizli)
– Zaten bu Yetki Kanunu’nda da senin ihmalin var.
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
RECAİ BERBER (Devamla) -
Üretilen konutların 204.278’i dar ve orta gelir gruplarına, 141.500’ü alt gelir
ve yoksullara yönelik, 63.352’si gecekondu dönüşümüne, 22.532’si afet konutuna,
4.241’i de tarımköy uygulamaları kapsamında olmak üzere toplam 435.903 konut
sosyal konut niteliğindedir. 389 bin konut sosyal donatı alanları ve çevre
düzenlemeleriyle birlikte tamamıyla bitirilmiştir.
Yerel yönetimlerle
müştereken başlatılan büyük ve kapsamlı kentsel yenileme programı doğrultusunda
168 projede toplam 233 bin konutluk gecekondu dönüşüm çalışmaları yapılarak 134
bölgede 63.352 konutluk uygulama başlatılmıştır. Bunlardan 32 bin konut tamamlanmıştır.
Sosyal donatılar
kapsamında…
EMİN HALUK AYHAN (Denizli)
– TOKİ memurlarının hakkını kim yedi?
RECAİ BERBER (Devamla) –
Dinleyin, dinleyin…
EMİN HALUK AYHAN (Denizli)
– Hangi kararnameyle yediniz?
BAŞKAN – Lütfen dinleyelim.
EMİN HALUK AYHAN (Denizli)
– Sayın Başkan, bunun müsebbibi budur.
RECAİ BERBER (Devamla) -
Bakın, 772 okul, 444 ticaret merkezi, 166 hastane, 90 sağlık ocağı, 389 cami,
87 yurt ve pansiyon, 24 sevgi evi, 19 engelsiz yaşam merkezi inşaatları
başlatılmış, büyük kısmı tamamlanmıştır. Yatırım maliyeti yaklaşık 40 milyar
Türk lirası olan 3.108 ayrı ihale gerçekleşmiştir.
Değerli arkadaşlar, bakın,
deminden beri burada TOKİ’nin faaliyetleriyle ilgili birtakım şeyler
söyleniyor. 40 milyar liralık yatırım yapacaksınız ve 3.108 ihale gerçekleştireceksiniz,
bunlardan 1 tanesi bile yargıya gitmeyecek.
Toplam 20 milyarlık hak
ediş ödemesi yapılmış değerli arkadaşlar. Satışa sunulan konutların da
404.223’ü satılmış. Bu projelerin finansmanı için de yapılan yeni bir yöntemle,
hasılat paylaşım modeliyle 82.775 konuttan elde edilen 10,3 milyar liradan 5,6
milyar lirası tahsil edilmiştir.
Önümüzdeki dönemde
belediyelerle iş birliği hâlinde, kentsel yenileme ve gecekondu dönüşüm
projelerine, alt gelir gruplarına ve yoksullara yönelik sosyal konut projelerine,
İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Diyarbakır gibi büyükşehirlerimizde uydu
kentlerin kurulmasına, orta ölçekli il ve ilçelerimizde örnek yerleşim
alanlarının oluşturulmasına, tarihî doku ve yöresel mimarinin geliştirilmesi ve
tarımköy uygulamalarına, eğitim tesisleri, sosyal donatı alanları, ağaçlandırma
ve çevre düzenlemelerinin artırılmasına, özellikle de altyapılı arsa üretimine
ağırlık verilecektir.
EMİN HALUK AYHAN (Denizli)
– TOKİ’deki bu çocukların hakkını kim yedi? Niye düzeltme getiriyorsun?
RECAİ BERBER (Devamla) –
Düzeltiyoruz işte.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; esasen, TOKİ’nin özet olarak bahsettiğim icraatları, sadece
geçmişte yapılamayan konut sektöründe devletin aktif bir aktör olarak yer
alması ve büyük hedefler konulup bunların gerçekleştirilmesi olarak
görülmemelidir. Yeni TOKİ’yle 2003 yılından itibaren konsept değişikliğine
gidilmiştir. 17 Ağustos 99’da yaşanan Körfez depremi sonrasında Türkiye, bir
gerçeği yine büyük acılarla ve büyük bedel ödeyerek öğrenmiştir. O da, konut sektöründe
devletin gözetim ve denetiminin mutlaka sağlanması ve özellikle sosyal
konutların, orta ve dar gelirli vatandaşlara uygun maliyetlerle ve ödeme
koşullarıyla temin edilmesi gerekmektedir.
Esasen temel eğitim gibi,
sağlık gibi, sosyal güvenlik gibi, Anayasa’nın devlete yüklediği görevlerden
biri olan vatandaşların asgari şartlarda yaşama, insanca yaşamasını temin
edecek barınma ihtiyaçlarının karşılanmasıdır.
Öte yandan, yeni konseptte
bu büyük görevi yerine getirmek için en önemli sorun olan kaynak sorunu da
yepyeni ve özgün bir model geliştirilerek çözülmüştür. Bu da kamunun elinde
atıl vaziyette duran arsa ve arazilerin TOKİ bünyesinde hasılat paylaşım
modeliyle değerlendirilmesi ve bu arsaların doğrudan satışından sağlanabilecek
gelirin belki de onlarca katı kaynak yaratılmasıyla olmuştur.
Aynı zamanda, TOKİ denetim
ve güvencesiyle modern yerleşim alanları ve uydu kentler kurulmuştur. Bu sayede
geçmişte sadece merkezî bütçeden sağlanan ödeneklerle iş yapmaya çalışan
TOKİ’nin yerini kaynak yaratan ve bu kaynaklarla konut ve kentleşme alanında
sosyal projeleri sübvanse edebilen bir idare ortaya çıkmıştır.
EMİN HALUK AYHAN (Denizli)
– Kanun hükmündeki kararnameden bahset. O kadar iyi yaptı da niye hakkını
yedin?
RECAİ BERBER (Devamla) –
TOKİ bu dönemde hazineye yük olmaktan, hazineden kaynak almaktan ziyade kendi
finansmanı ile bu projeleri gerçekleştirmiştir.
Yine, bu konsept kapsamında
2935 sayılı Toplu Konut Kanunu’na ilave olarak, son dokuz yılda kamu
yönetiminde yapılan yasal ve idari düzenlemelerle TOKİ’ye ait, TOKİ’ye ek bazı
yükümlülükler devredilmiştir. Bu yükümlülükler başta Emlak Bankasının
bankacılık faaliyetleri dışında kalan bütün işleri, Konut Müsteşarlığının
kapatılmasıyla bu Müsteşarlığın görevleri, Arsa Ofisi Genel Müdürlüğünün kapatılmasıyla
bu kurumun görevleri, Göçmen Konutları Koordinatörlüğü ve Ahıska Türkleri İskân
Koordinatörlüğünün görevleri, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına Bağlı olarak
faaliyet gösteren Mesken İşleri Daire Başkanlığının Toplu Konut İdaresi
Başkanlığına bağlanmasıyla bu Dairenin görevleri ve son olarak Başbakanlık
Proje Uygulama Biriminin kapatılmasıyla bu Birimin görevleri Toplu Konut
İdaresi Başkanlığına devredilmiştir.
Sayın Başbakanımızın
61’inci Hükûmet Programı çerçevesinde TOKİ’ye 2023 yılına kadar 500 bin ilave
konut talimatlarıyla birlikte TOKİ’nin konut hedefi 2023’te 1 milyon adede
çıkmıştır.
Ülkemizde afet bölgelerinde
kalıcı konut inşaatlarıyla birlikte mağdur vatandaşların acilen barınma
sorunlarını gidermek için konteyner geçici konutları temin edilmektedir. Yakın
zamanda Kütahya Simav’da meydana gelen deprem felaketi nedeniyle yapılan kalıcı
konutlarla birlikte okul ve diğer sosyal donatılar altı ay gibi kısa bir sürede
yapılarak mağdurlarına, mağdur vatandaşlarımıza teslim edilmiştir.
EMİN HALUK AYHAN (Denizli)
– Ondan bu hâle geldiniz zaten.
RECAİ BERBER (Devamla) –
Van depremi sırasında yine bölgedeki vatandaşlarımızın mağduriyetlerinin
giderilmesi bakımından 4 bin kalıcı konut inşaatına başlanmış, diğerlerinin de
ihaleleri hızlı bir şekilde yapılmaktadır. Vatandaşlarımızın acil barınma
ihtiyaçlarını karşılamak için de konteyner geçici konutlarının temin edilmesine
hızla devam edilmektedir.
Ayrıca TOKİ ile çeşitli
kamu kurum ve kuruluşları arasında yapılan protokoller kapsamında kamu kurum ve
kuruluşlarının hizmet binaları inşaatlarının yanı sıra 2011 yılı içinde
üniversite öğrencileri için kaliteli ve sağlıklı yurtlarda barınma sorunu TOKİ
ve YURTKUR iş birliğiyle çözüme kavuşturulmaktadır. Bu konuda TOKİ ile YURTKUR
arasında yapılan protokolle ülke çapında yurtlar TOKİ eliyle inşa edilmektedir.
Sağlık Bakanlığına hastane,
rehabilitasyon merkezleri, sağlık ocakları, üniversitelere kampüs binaları,
Millî Savunma Bakanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığına sınır karakol binaları,
Millî Eğitim Bakanlığına okul, spor salonu, kütüphane inşaatları, özürlüler
için engelsiz yaşam merkezleri, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna
sevgi evleri inşaatlarıyla birlikte sosyal donatılar kapsamında cami, ticaret
merkezi ile spor kompleksleri inşaatları yapılmakta ve bu faaliyetlere her
geçen gün yeni projeler ilave edilmektedir.
TOKİ, doğal afetlerden
etkilenen, sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde, işte, geçtiğimiz
yıllarda Endonezya, Sri Lanka, Pakistan ve Somali gibi muhtelif ülkelerde konut
ve sosyal donatı uygulamalarını da yapmaktadır.
TOKİ’nin kazanmış olduğu bu
marka hüviyeti ve edinmiş olduğu tecrübeler doğrultusunda, artık sadece
Türkiye’de değil, Afrika’da, Orta Doğu, Orta Asya, Güney Amerika gibi toplu
konut modeline ihtiyaç duyan dünyanın pek çok ülkesinde de TOKİ eliyle diğer
ülkelerde konut üretimi görüşmeleri devam etmektedir.
EMİN HALUK AYHAN (Denizli)
– Tasarı niye geldi, ondan bahset.
RECAİ BERBER (Devamla) – Bu
sayede, dünyada şu anda müteahhitlik hizmetlerinde Çin’den sonra 2’nci sırada
olan müteahhitlerimizin de bu alanda daha fazla önleri açılmış olacaktır.
Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; 2/11/2011 tarih ve 28103 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan 667
sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin ek 12’nci maddesinin üçüncü fıkrasıyla…
EMİN HALUK AYHAN (Denizli)
– Hukuki dayanağı yok onun.
RECAİ BERBER (Devamla) –
Evet, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’nun ek 3’üncü maddesinin dördüncü
fıkrasında yapılan değişiklikle, TOKİ’nin istisnai memuriyet kadrolarında kadro
karşılığı sözleşmeli personel çalıştırılma yetkisi kaldırılmıştır, bu kanun da
zaten bunun için buradadır. Bu durum karşısında idarede nitelikli ve kalifiye
mühendis çalıştırılması mümkün olamayacağı gibi, uzman kadrolarında görev yapan
ve yapacak olan mühendislerin kamudan özel sektöre ve diğer kurumlara kaçışı
söz konusu olabilecektir. Bu durumdan TOKİ faaliyetleri olumsuz
etkilenebilecektir.
Ayrıca, hizmetin gereği
olarak TOKİ’nin yönetim kadrolarında yapılacak görev değişikliklerinde idarede
başka unvanlı kadro mevcut olmadığından, yönetici kadrolarından uzman
kadrolarına atanacak personelle sözleşme yapılamayacağından, bu personelin
ciddi ücret kayıpları olabilecektir.
EMİN HALUK AYHAN (Denizli)
– Yetkiyi, bozalım diye mi aldınız?
RECAİ BERBER (Devamla) –
Toplu Konut İdaresi Başkanlığının 2985 sayılı Kanun’la belirlenen görevleri ile
bu görevlerine getirilen ilave görevlerle idarenin iş yükünde ciddi artış
husule gelmiştir.
Değerli arkadaşlar, bu
itibarla bu kanun teklifiyle TOKİ Başkanlığı personeli için özlük ve mali
haklarında yeni bir artış veya değişiklik getirilmemekte, yalnızca faaliyet
alanıyla ilgili sektör içerisindeki konumu dikkate alınarak 666 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname’yle değişmeden önceki mevzuat hükümlerinin aynen muhafaza
edilmesi amaçlanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu kanunla getirilen düzenlemelerin bir kısmı da Emniyet Genel
Müdürlüğü personeliyle ilgilidir.
Türk polis teşkilatı
ülkemizin her köşesinde vatandaşımızın huzur, güven ve özgürlük içinde
yaşamasını sağlamak için gece gündüz demeden yirmi dört saat hizmet vererek
çalışmalarını sürdürmektedir. Suçla mücadele politikasını önleyici polislik,
vatandaşla iş birliği ve toplumun memnuniyeti üzerine kuran polis teşkilatı son
yıllarda benimsediği proje ve çalışmalarına devam etmektedir.
Özellikle son yıllarda
yaygınlaştırılan ve vatandaşlarımıza güven veren, suçların önlenmesinde
caydırıcı etkisi de olan MOBESE kameralarının ülke genelinde yayılması amacıyla
çalışmalar yapılmıştır.
Ayrıca, yine geçen yıl
yapılan düzenlemelerle pasaport uygulamasında uluslararası pasaport
standartlarının uygulamasına geçilmiş, ikinci el araç alımlarında, satımlarında
-geçmişte, hatırlayanlar vardır, herhâlde bugünlerde belki notere bu nedenle
yolu düşenler de görmüştür- vatandaşlar sadece notere gidip beş on dakika
içerisinde ne vergi dairesine ne Emniyete, hiçbir yere gitmeden hem de 20 lira
gibi çok düşük bir ücretle aracını devredebilmektedir. Milyonlarca araç, geçmiş
yıllarda maalesef sahiplerinin üzerinde değilken bu sayede son dönemde herkes
sahip olduğu aracı aynı zamanda tescil ettirmek suretiyle üzerine alabilmiştir.
Değerli arkadaşlar, bütün
bu kolaylıkların yanında, Emniyet Genel Müdürlüğümüz bünyesinde Havacılık Daire
Başkanlığı, başta terörle mücadele olmak üzere asayiş, güvenlik, kaçakçılık ve
istihbarat gibi polisiye görevlerin yanında, Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız,
bakanlarımız ve üst düzey diğer devlet görevlilerinin havadan nakli için çok
kritik uçuş görevleri üstlenen bir birimi vardır, Havacılık Daire Başkanlığı.
Havacılık Daire Başkanlığınca yerine getirilen bu görevler; merkezde Daire
Başkanlığı, taşrada Diyarbakır, İstanbul, İzmir, Antalya ve Adana’da
konuşlandırılmış olan havacılık şube müdürlükleri aracılığıyla yerine getirilmektedir.
Bunun yanında, Emniyet
Genel Müdürlüğü Koruma Daire Başkanlığının da bünyesinde kuruluşu yapılmış olan
Deniz Limanları Şube Müdürlüğü ve taşra teşkilatı olan sualtı grup amirlikleri
de kurulmuş ve 16/11/2000 tarihinde Dalış Hizmetleri Yönetmeliği yürürlüğe
girmiştir. Bu yönetmelikle, teşkilat içinde 110 personel seçilerek kurbağa adam
hizmet branşında görev yapmaya başlamışlardır.
Bu kanun teklifiyle, burada
görev yapan pek çok arkadaşımızın, görevlimizin, kamu görevlisinin, 666 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname’yle yapılan bazı düzenlemelerin kapsamı dışında
kaldığı görülmüştür; böyle bir mağduriyeti gidermek adına bu düzenlemelere
ihtiyaç duyulmuştur.
Değerli arkadaşlar, son
olarak bu kanun neler getiriyor diye baktığımızda: Biraz önce söylediğim gibi,
Emniyet Teşkilatı Uçuş ve Dalış Hizmetleri Tazminat Kanunu’na göre tazminat
alanlardan yönetici kadrolarına atanan personel ile kurumlarında aynı veya
benzer kadro ve görevlerde bulunan personelin aynı düzeyde ücret almasını;
Emniyet Genel Müdürlüğünde görev yapan pilot ve pilot adayları uçuş ekibi
personeli ve kurbağa adam adayları arasında bunlarla ilgili tazminatların yüzde
4’ten yüzde 4,5’a yükseltilmesini sağlıyor.
Bunun yanında, yine Emniyet
Genel Müdürlüğü bünyesinde olağanüstü durumlarda teknik ve zorunluluk
nedenlerinde uçuş sürelerinin ve eğitimlerinin azaltılması imkânını sağlıyor.
Değerli arkadaşlar, uçuş
okulu görevlisi olan öğretmenlerin tazminatlarını olması gereken noktaya, binde
3’ten binde 6’ya çıkarıyor. Aynı şekilde, 2629 sayılı Kanun’un 666 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname’yle değiştirilen hükmünde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev
yapan denizaltıcı uzman erbaşlara hâlen ödenmekte olan tazminata ilişkin
düzenlemeye sehven yine yer verilmediği için burada da onlara yüzde 65 oranında
aylık dalış tazminatı ödenmesi getiriliyor.
Yine, uzman erbaşlara da
yıpranma tazminatı ödemesi imkânı sağlanıyor.
Değerli arkadaşlar, en
önemlisi de Plan ve Bütçe Komisyonunda verilen değişiklik önergeleriyle, ilave
olarak 3’üncü maddede yapılan değişikliklerle, 3160 sayılı Kanun’un yine
11’inci maddesi uyarınca yapılan ödemenin 2629 sayılı Kanun’daki düzenlemeye
paralellik oluşturması amacıyla şehit olanların kanuni mirasçılarına kıstas
aylığının 100 katı, yaşamak için gerekli hareketleri yapmaktan aciz durumda
olan maluller için kıstas aylığının 200 katı, diğerlerine ise vazife malulü
olanlar hakkında esas alınan nizamnamede gösterilen sakatlık derecesine göre
yüzde 25 ila 75 arasında değişen oranlarda maddi ve manevi tazminat ödenmesini
temin eden bir madde, fıkra ilave edildi.
Değerli arkadaşlar, bu
düzenlemeler… Esasen burada bu düzenlemelerin aleyhinde hiçbir konuşma
yapılmadı, ben bunların neler olduğunu bütün yüce heyetimizin, Meclisimizin
bilmesi açısından özet olarak belirttim. Bu düzenlemelerin hem bu kurumlarımıza
hem de ülkemize ve çalışanlarımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum ve yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Berber.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü üzerinde gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi şahısları adına Ağrı
Milletvekili Sayın Ekrem Çelebi.
Buyurun Sayın Çelebi. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; 2/11/2011 gün ve 28103 sayılı mükerrer Resmî Gazete’de
yayımlanan 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin ek 12’nci maddesinin üçüncü
fıkrası ile kanunun değişikliğine ait teklifin gerekçeleri hakkında bilgi
vermek istiyorum.
Bununla ilgili olarak
TOKİ’ye biz neler verebiliriz, TOKİ’ye biz bunları vermesek neler
kaybedebiliriz, o konu hakkında yüce Meclisi ben bilgilendirmek istiyorum.
15/1/2012 tarihinden
itibaren ilk defa TOKİ’de uzman kadrolarında çalışacak teknik ve idari kariyerli
personel hâlen çalışmakta olan uzmanlara göre daha düşük düzeyde özlük ve mali
haklar alacaktır.
2) TOKİ’nin hâlen yönetim
kadrolarında görev yapan personelin 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin
yürürlüğe gireceği 15/1/2012 tarihinden itibaren hizmetin gereği olarak
yapılacak görev değişikliklerinde atanacakları uzman kadrolar ile sözleşme
yapılamayacağından bu durumdaki personelin aylıklarında mevcut duruma göre
önemli ölçüde düşüşler olacaktır. Hak kaybı idarenin yönetici kadrosuna yeni atanacakların
görev değişikliği hâlinde de söz konusu olacaktır. Dolayısıyla, idarenin
yönetim kadrolarında görev yapan ve ilk defa yönetim kadrosunda görev alacak
olan personelin motivasyonunu olumsuz yönde etkileyecek ve verimliliğinin
düşmesine neden olacaktır.
3) 666 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname’nin yürürlüğe gireceği 15/1/2012 tarihinden sonra TOKİ’de
uzman yardımcısı, uzman ve avukat kadrolarında işe alınacak mühendisler,
avukatlar ve idari branşlardaki personelle sözleşme yapılamayacaktır. Bu durum
TOKİ’de hâlen aynı kadrolarda sözleşmeli olarak istihdam edilen ve aynı işi ve
görevi ifa eden personel arasında ücret farklılığı yaratacak ve personel
arasında huzursuzluğa sebebiyet verecektir. Dolayısıyla, idarede uzman
kadrolarında nitelikli ve kalifiye mühendis ve avukat çalıştırılması mümkün
olamayacağı gibi, mevcut personelin de başka kamu kuruluşlarına veya dışarıdaki
şirketlere gitme imkânı daha fazla olacaktır. Dolayısıyla, TOKİ aynı zamanda
kalifiye personel istihdamı yönünde sıkıntıya girecektir.
Yine, 375 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi’nin yasalaşmasıyla TOKİ’de görev yapan uzmanların ve yönetim
kademesindeki personelin mevcut haklarının aynen muhafaza edilmesi ve mevcut
mevzuat hükümlerinin uygulanması amaçlanmaktadır. TOKİ’deki personel için yeni
bir hak veya yeni bir ücret artışına buradan gidilmemektedir.
Diğer taraftan, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği
ile düzenleyici ve denetleyici kurumlar da 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname
kapsamına alınmışlardır. Ancak, söz konusu kurumların 15/1/2012 tarihinde kadro
ve pozisyonlarında bulunan tüm personel için söz konusu personel kurumunda
istihdam edildiği sürece, kadro ve görevlerinde her türlü yatay veya dikey
değişikliklerde hâlen uygulanmakta olan mevzuat hükümleri uygulanacaktır.
Yine, 666 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname hükümleri, bu kurumların kadro veya pozisyonlarına,
15/1/2012 tarihinden sonra dışarıdan ilk defa veya yeniden atanacak personel
için uygulanacaktır.
Dolayısıyla, anılan
kurumların kadro veya pozisyonlarında hâlen çalışmakta olan tüm personelin her
türlü mali ve sosyal hakları emekli oluncaya kadar muhafaza edilmiş
bulunmaktadır. Bu nedenle, şimdi eğer biz bunları vermezsek…
TOKİ’nin biraz da
hizmetlerinden bahsetmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu çerçevede 2003 yılı başından itibaren konut yapımını ülke
genelinde hızlandırmış, 81 ilimizin tamamında, 800 ilçemizde toplam 2.190
şantiyede 517 bin konut rakamına ulaşılmıştır; bu rakam, 100 bin nüfuslu 20
adet şehir demektir. Üretilen konutların 434 bin 761’i sosyal konut niteliğinde
olup 388 bin konut sosyal donatıları ve çevre düzenlemeleri ile birlikte
bitirilme aşamasına gelmiştir.
Yine, daha önce diğer kamu
kuruluşlarında özellikle yani TOKİ’ye… TOKİ hazineye yük olmadan kendi
finansmanını kendisi sağlamaktadır ama daha önce bazı kamu kuruluşlarında olup
da yetkisi şimdi TOKİ’de olan ve bu anlamda hizmet verdiği bazı kurumları saymak
istiyorum:
1) Emlak Bankası AŞ’nin
bankacılık faaliyetleri dışında kalan bütün işler, şu anda bunları TOKİ
yapmaktadır.
2) Konut Müsteşarlığının
kapatılmasıyla bu müsteşarlığın görevleri yine TOKİ’ye devredildi.
3) Arsa Ofisi Genel
Müdürlüğünün kapatılmasıyla bu kurumun görevleri.
4) Göçmen Konutları
Koordinatörlüğü ve Ahıska Türkleri İskân Koordinatörlüğünün görevleri.
5) Bayındırlık ve İskân
Bakanlığına bağlı olarak faaliyet gösteren Mesken İşleri Dairesi Başkanlığının
Toplu Konut İdaresi Başkanlığına bağlanmasıyla bu dairenin görevleri.
6) Başbakanlık Proje
Uygulama Biriminin kapatılmasıyla bu birimin görevleri Toplu Konut İdaresi
Başkanlığına devredilmiştir.
Yine, Sayın Başbakanımızın
61’inci Hükûmet Programı çerçevesinde, TOKİ’ye 2023 yılına kadar 500 bin ilave
konut talimatlarıyla birlikte konut hedefi şu anda TOKİ’nin 1 milyon adede
çıkmıştır.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; özellikle TOKİ’nin öncelik sıralamalarını biraz sizlere arz
etmek istiyorum:
1) 2011 yılında meydana
gelen Simav ve Van-Erciş depremleri göz önüne alındığında, TOKİ’nin yapmış
olduğu kentsel dönüşüm projelerinin ülkemiz gerçeklerinde ne kadar önemli
olduğunu göz önüne sermiştir.
2) Kentsel dönüşüm projesi
çerçevesinde yerel yönetimlerle birlikte müştereken başlatılan 169 projede toplam
232.600 konutluk gecekondu dönüşüm çalışmaları yapılarak 134 bölgede 63.222
konutluk uygulama başlatıldı. Bunlardan 32 bini şu an itibarıyla bitirildi.
3) Yine, tarımköy konutları
uygulamalarıyla birlikte kırdan kente göçün cazibesi azaltılarak aynı zamanda
kırsal yerleşimlerin yaşanabilirliğinin arttırılması kapsamında 4.093 konutun
yapımına başlanmış olup çoğu konutlarımız tamamlanmıştır.
4) TOKİ’nin toplam yapmış
olduğu konutların yüzde 86’sı fakir, alt gelir, dar ve orta gelir grubu
konutlarıdır. Bunların yüzde 14’ü ise gelir getirici projelerden oluşmaktadır.
TOKİ hazineden herhangi bir
pay almadığı için kendi finansmanını kendisi sağlamaktadır. Bu konutların
satışıyla, fakir kesimin aldığı konutlar desteklenmektedir.
5) 2003-2011 arasındaki
toplam sosyal konut adedimiz 434.761, kaynak geliştirme kapsamında yapılan
konut adedi ise 82.275 adettir. Toplamda ise 517 bin adede ulaşmaktadır.
6) Doğal afetler kapsamında
bugüne kadar TOKİ tarafından 22 bin konut yapılmıştır.
Yine, yakın zamanda Kütahya
Simav’da meydana gelen deprem felaketi nedeniyle yapılan 928 adet kalıcı
konutlar, altı ay gibi kısa bir sürede okul ve diğer sosyal donatılarıyla
birlikte mağdur vatandaşlarımıza teslim edilmiştir.
Yine, Van depremi
sonrasında ise bölgedeki vatandaşlarımızın mağduriyetlerinin giderilmesi
bakımından 4 bin kalıcı konutun inşaatlarına başlanmış olup acil barınma
ihtiyaçlarını karşılamak için de konteyner temin edilmesi AFAD ve Kızılay’la
birlikte hızla devam etmektedir.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; devletin inşaat faaliyetlerinin tamamına yakın bir kısmı kara
yolları ve hava limanları hariç TOKİ tarafından yapılmaktadır. Bunun neticesi
olarak TOKİ ile çeşitli kamu kurum ve kuruluşları arasında yapılan protokoller
kapsamında 2003-2011 yılları arasında, TOKİ ve YURTKUR arasında yapılan
protokol ile üniversite ve öğrenciler için kaliteli ve sağlıklı yurtlar
yapılmaktadır. Yine bu anlamda Sağlık Bakanlığına hastane, rehabilitasyon
merkezleri ve sağlık ocakları, yine üniversitelere kampüs binaları, yine Millî
Savunma Bakanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığına sınır karakol binaları, bu
meyanda Millî Eğitim Bakanlığına okul, spor salonu, kütüphane inşaatları,
engelli vatandaşlarımız için ise engelsiz yaşam merkezleri, yine aynı şekilde
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna sevgi evleri, sosyal donatılar
kapsamında cami, ticaret merkeziyle spor kompleksi ve stadyumlar, bunların
arasında Arena 14, değişik illerde stadyum projeleri uygulanmaktadır.
Yine TOKİ doğal gaz…
Afetlerden etkilenen muhtelif ülkelerde de konut, sosyal donatı uygulamaları
yapılmaktadır. Bu anlamda bazı dış ülkeleri de saymak istiyorum: Güney Asya’da
meydana gelen deprem ve tsunamide evlerini kaybedenler için Endonezya’da 1.050
konut, Sri Lanka’nın Matara Bölgesi’nde ibadethane, toplum merkezi ve spor
sahası olmak üzere 500 konut, Pakistan’ın kuzeydoğusunda meydana gelen deprem
sonrasından Muzafferabad bölgesinde, bir şehir merkezi kompleksi kapsamında 2
ilkokul, 2 yurt, hükûmet binaları, konut, cami, sosyal tesisler yapılmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Çelebi.
EKREM ÇELEBİ (Devamla) –
Yüce heyetinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Şahısları adına
ikinci konuşmacı Bursa Milletvekili Sayın Hüseyin Şahin.
Buyurun Sayın Şahin,
süreniz on dakika. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN ŞAHİN (Bursa) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi üzerine şahsım adına söz
almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bilindiği üzere, 2 Kasım 2011 tarihli ve 666 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname’yle 2629 sayılı Kanun’da değişiklik yapılarak Türk Silahlı
Kuvvetlerinde belirli görevleri ifa etmekte olan personelin tazminatlarında iyileştirmeler
yapılmıştır. Anayasa’nın eşitlik ilkesinden hareketle eşit işe eşit ücret
çalışmaları çerçevesinde Emniyet Genel Müdürlüğünde çalışmakta bulunan uçuş ve
dalış hizmetleri personelinin özlük haklarının benzer kurumlarda bulunan
personel özlük haklarıyla denk hâle getirilmesi amacıyla bir hukuki düzenleme
zarureti ortaya çıkmıştır. 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle Türk Silahlı
Kuvvetlerinde görev yapan pilot ve uçuş ekibinin mali hakları günün şartlarına
uygun hâle getirilmiş olmasına rağmen benzer iş konseptine sahip Emniyet Genel
Müdürlüğünde görev yapan pilot ve uçuş ekibinin mali hakları konusunda gerekli
düzenleme yapılmamıştır.
Bu amaçla, görüşmekte
olduğumuz 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi içerisinde Emniyet Genel Müdürlüğünde görev
yapan pilot, uçuş ekibi ve kurbağa adamlara ödenen tazminat oranlarının günün
gelişen şartlarına göre yeniden belirlenerek Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev
yapan pilot ve uçuş ekibinin özlük haklarını düzenleyen 2629 sayılı Kanun’la
paralellik oluşturması amaçlanmaktadır.
2629 sayılı Kanun’un 666
sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle değiştirilen hükümlerinde Türk Silahlı
Kuvvetlerinde görev yapan denizaltıcı uzman erbaşlara ödenmekte olan tazminata
ilişkin düzenlemeye sehven yer verilmemesi nedeniyle, bu kanunun 6’ncı
maddesinde yapılan düzenlemeyle söz konusu personele kıstas aylığının yüzde
65’i oranında aylık dalış tazminatı ödenmesi sağlanacaktır. Bu kanun teklifiyle
Emniyet Genel Müdürlüğünde görev yapan pilot ve pilot adayları, uçuş ekibi
personeli ile kurbağa adam ve kurbağa adam adaylarına yapılacak uçuş ve dalış
tazminatı ödemelerinin belirlenmesinde kullanılan kıstas aylık oranlarında
artış yapılması ve zorunlu uçuş saatinin üzerinde uçtukları uçuş hizmet yılının
son ayındaki hizmet uçuş tazminatının yüzde 4’ü oranında yapılan toptan
ödemenin oranının yüzde 5,5’a yükseltilmesi ve üzeri saatlerde ödeme
yapılmayacak uçuş saati sınırının yüz yirmi saatten seksen saate düşürülmesi
hedeflenmektedir.
Emniyet Genel Müdürlüğünce,
İçişleri Bakanlığının onayı alınmak kaydıyla, yıllık zorunlu uçuş sürelerinin
malzeme, araç ve teknik zorunluluk veya imkânsızlıklar nedeniyle veya
olağanüstü durumlarda azaltılabilmesine imkân sağlanabilmesi hedeflenmektedir.
Ayrıca uçuş okulu ve kursu
öğrencilerini, aynı hava vasıtasında fiilen uçurmak suretiyle yetiştiren
kadrolu ve sözleşmeli uçuş öğretmenleri ile Emniyet Genel Müdürlüğü havacılık
birimlerinde çift kumandalı hava vasıtalarında uçuş öğretmenliği yapanlara, öğretmenlik
uçuş saati başına ödenen yetiştirme ikramiyesi oranının binde 3’ten binde 6’ya
çıkarılması hedeflenmektedir.
Emniyet Genel Müdürlüğünde
görev yapan pilot ve pilot adaylarına kıstas aylığının uçuş hizmet yılı on beş
yıl ve daha yukarı olanlar için yüzde 95’i, uçuş hizmet yılı on beş yıldan az
olanlar için kıstas aylığının yüzde 83’ü, uçuş ekibi personeline kıstas
aylığının yüzde 71’i, kurbağa adam ve kurbağa adam adaylarına kıstas aylığının
yüzde 67’si üzerinden, bu kanuna ek cetvelde hizmet yılları karşılığında
gösterilen nispette aylık uçuş veya dalış tazminatı ödenmesine karar
verilecektir.
Görev ve hizmet ihtiyaçları
nedeniyle Emniyet Genel Müdürlüğünce belirlenen ve İçişleri Bakanlığınca
onaylanan bilfiil uçuş gerektirmeyen kadro görev yerlerine atanan veya bu kadro
görev yerlerinde görevlendirilenlerden, 10’uncu uçuş hizmet yılını tamamlamış
ve toplam uçuşu bin saatten fazla olan pilot ve uçuş ekibi personeline, zorunlu
uçuş saatlerini tamamlamaları şartı ile seksen saatlik uçuş karşılığının yüzde
80’i yıllık uçuş tazminatı olarak ödenmesine karar verilecektir.
Ayrıca, şehit olanların
kanuni mirasçılarına kıstas aylığın 100 katı, yaşamak için gerekli hareketleri
yapmaktan âciz ve hayatını başkasının yardım ve desteği ile sürdürebilecek
şekilde malul olanlara kıstas aylığın 200 katı, diğerlerine ise vazife malulü olanlar
hakkında esas alınan 13 Temmuz 1953 tarihli ve 1053 sayılı Vazife
Malullüklerinin Nevileri ve Dereceleri Hakkında Nizamname’de gösterilen
sakatlık derecelerine göre belirlenen tutarın 1’inci dereceye yüzde 75’i, 2’nci
dereceye yüzde 65’i, 3’üncü dereceye yüzde 55’i, 4’üncü dereceye yüzde 45’i,
5’inci dereceye yüzde 35’i, 6’ncı dereceye yüzde 25’i olacak şekilde düzenleme
yapılmasının uygun olacağı kanaatindeyiz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; aynı şekilde 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile uzmanlık
ve ihtisas kurumu olan TOKİ kariyer uzmanlıklar arasına dâhil edilmemiş, ek
12’inci maddesinin üçüncü fıkrası ile de 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’nun ek
3’üncü maddesinin dördüncü fıkrasında yapılan değişiklikle TOKİ’nin sözleşmeli
personel çalıştırma yetkisi kaldırılmıştır. TOKİ’nin istisnai memuriyet
kadrolarında kadro karşılığı sözleşmeli personel çalıştırma yetkisinin
kaldırılmasıyla kurumda nitelikli ve kalifiye mühendis çalıştırılmasının mümkün
olamayacağı gibi uzman kadrolarında görev yapan ve yapacak olan mühendislerin
özel sektöre ve diğer kamu kuruluşlarına kaçışının söz konusu olacağı ve bu
durumun TOKİ’nin personel istihdamında sorunlar yaşamasına neden olacağı
kaçınılmazdır. TOKİ’de uzman kadrolarında çalışan teknik ve idari kariyerli
personelin kariyer uzmanlığına dâhil edilmemesi nedeniyle emsal kamu kurum ve
kuruluşlarına nazaran özlük ve mali haklarında hak kaybı olmuş, yönetim
kadrolarında görev yapan personelin görev değişikliklerinde atanacakları uzman
kadroları ile sözleşme yapılamayacağından bu durum hakkındaki personelin
aylıklarında ciddi bir düşüş olacak ve hak kaybına sebebiyet verecektir. Hak
kaybı, idarenin yönetici kadrosuna yeni atanacakların görev değişikliği hâlinde
de söz konusu olacaktır. TOKİ’de uzman yardımcısı, uzman ve avukat kadrolarında
işe alınacak mühendisler, avukatlar ve idari branşlardaki personel ile sözleşme
yapılmayacak, dolayısıyla idarede uzman kadrolarında nitelikli ve kalifiye
mühendis ve avukat çalıştırılması mümkün olamayacağı gibi, personelin özel
sektöre ve diğer kamu kurumlarına yönelmesi söz konusu olacak, kalifiye
personel istihdam etme yetkisi konusunda sıkıntı yaşanacaktır.
Bilindiği üzere, Toplu
Konut İdaresi Başkanlığı, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu ile tariflenen
görevleri kapsamında yürütmekte olduğu faaliyetleriyle, temel olarak, ülkemizde
konut ve kentleşmeye ilişkin sorunlara ulusal düzeyde çözüm üretmeyi amaçlamaktadır.
Yirmi yedi yılı aşkın bir süredir görev yapan TOKİ, ülkemizdeki sağlıklı ve
yaşanabilir kentsel çevrelerde yeterli ve nitelikli konut üretiminin yapılması
yönünde faaliyetlerini sürdürmektedir. Devletin inşa faaliyetlerinin tamamına
yakını -bunun içerisinde kara yolları hariç- büyük bir kısmı TOKİ tarafından
yapılmaktadır. Bunun neticesi olarak, TOKİ’yle çeşitli kamu kurum, kuruluşları
arasında yapılan protokoller kapsamında, 2003-2011 yılları arasında
üniversitelere yerleşke binaları, kaliteli ve sağlıklı yurtlar, okul, spor
salonu, kütüphane inşaatları, engelli vatandaşlarımız için engelsiz yaşam
merkezleri, sosyal donatılar kapsamında cami, ticaret merkezi ile spor
kompleksi, stadyumlar ve sınır karakol binaları inşa edilmiştir.
666 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’yle yapılan düzenlemeler sonucunda istemeden TOKİ personelinin
mağduriyetine yol açıldığı… 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, TOKİ’de görev yapan
uzmanların ve yönetim kademesindeki personelin hak kayıplarının önlenmesine
yöneliktir.
Teklifle, TOKİ personelinin
mali haklarının korunması için mevcut mevzuat hükümlerinin muhafaza edilmesi ve
ayrıca kurumlarında aynı veya benzer kadroyla görevlerde bulunan personelin
aynı düzeyde ücret alması amaçlanmaktadır.
Söz konusu kanun teklifinin
kabulüyle, ülkemiz adına hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şahin.
Bu şekilde, teklifin tümü
üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi İç Tüzük’ün 81’inci
maddesine göre yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi yapacağız. On dakika
sorular için, on dakika da Sayın Bakanın cevaplandırması için olacak.
Sisteme giren
arkadaşlarımıza sırasıyla söz vereceğim.
Birinci sırada İstanbul Milletvekili
Sayın Çelebi.
Buyursunlar efendim.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul)
– Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, bakanlara
şunu sormak istiyorum: 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi daha önce bir kararnameyle
yürürlüğe girdi ve bugün bunu bir daha görüşüyoruz.
Bu maddeler dışında da
özellikle TOKİ, Emniyet Müdürlüğü ve diğer alanlarda bugün görüşülmekte olan
hak kayıpları diğer kurumlar için de var mıdır, araştırıldı mı, varsa
hangileridir? Böyle bir hak kaybı, doğrudan düzenleme bu kanun hükmünde
kararnamede oldu mu?
İkinci sorum da şu: Sayın
bakanlar hatırlayacaklar, Plan ve Bütçe Komisyonunda bu konuda hak kaybıyla
ilgili önerilerimiz olduğunda reddedilmişti. Yani muhalefet olunca mı,
muhalefetten bir öneri geldiğinde mi reddediliyor? Mutlaka iktidar partisi
milletvekili mi olmak lazım bu tip haksızlığın giderilmesi için?
Bunları sormak istiyorum,
teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Çelebi.
İkinci sırada Şırnak
Milletvekili Sayın Kaplan var.
Buyurun Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Uludere
Roboski’de 35 yurttaşımız F16 uçaklarının bombardımanı sonucu katledildi. Bunun
istihbaratı insansız hava araçlarından sağlanıyor. Bu araçların yazılımı hangi
ülkeye aittir, İsrail’e mi Amerika’ya mı? Bombalama emrini kim verdi? Hükûmetin
bilgisi nedir? Olay anında ambulans uçak, helikopter gönderilmediği için 13
yaralı yurttaşımızın köylüler tarafından taşınırken öldüğü belirtiliyor.
Katliamda hangi bombalar kullanıldı, ne tür bombalar? Çünkü insanlar yanıyor ve
bu etkili bombalar sonucu tek bir canlı kalmamıştı ortada. 1999 yılından bu
yana o bölgede çatışma yok. Bu bölgede çatışma olmazken, her gün kaçakçıların
gidiş gelişini oradaki tümen komutanlığı bildiğine göre, bu olayda bunlardan
bilgilenme oldu mu, yani saldırı düzenleyen uçaklarla hava komuta merkezi
arasında? Bunları sormak istiyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kaplan.
İstanbul Milletvekili Sayın
Aslanoğlu.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Bakan, burada bir hak mağduriyeti, yani şöyle hak
mağduriyeti: Kararnameyle bir yanlış yapmışsınız, çünkü kanun getirseydiniz
yanlış olmazdı, kararname getirdiğiniz için yanlış oldu. Bir hak mağduriyeti
doğmuş, düzeltmek güzel bir şey ama biz vefalı olmalıyız. Artık, ömrü tükenen
köy ve mahalle muhtarlarımız var, hepsi 3 bin tane kaldı. Bunları emniyet
hizmetleri sınıfına geçirdiniz fakat tek kuruş para almadılar, elbisesini dahi
vermiyorsunuz. Bu insanlar artık son zamanında düğün bayram yaptılar, “Biz
emniyet hizmetleri sınıfına geçtik.” ama tazminat ödenmiyor, niye geçirdiniz bu
insanları? Bırakın öyle kalsalardı, isimleri “bekçi baba” olsaydı. Bunları
düzeltecek misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Aslanoğlu.
Mersin Milletvekili Sayın
Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, arkadaşların
da ifade ettiği gibi bu bir düzeltme kanun teklifi, yapılan bir düzenlemeyle
oluşan yanlışlığı düzeltiyorsunuz ama bu düzeltmeyi diğer kurumların
personeliyle ilgili de düşünüyor musunuz? Bir tespitiniz var mı, hangi
kurumlarda? Mesela bu konuda kanun teklifi değil de kanun tasarısı yapıp tüm
kurumlara sorsaydınız, bu anlamda tüm yanlışlar ortaya çıksaydı da toptan bir
düzeltme yapsanız daha doğru olmaz mıydı? Birinci sorum bu.
İkincisi: Kamu görevi yapan
seçilmişler var ve size bağlı: İl genel meclisi üyeleri, belediye meclisi
üyeleri; bunların özlük hakları yok, kamu görevi yapıyorlar bunlar, kamu
hizmeti yapıyorlar ama özlük hakları yok, düzenlemeyi düşünüyor musunuz?
Bir başka şey: Muhtarlar da
kamu görevi yapıyor ama yaptıkları görevin maliyetini ceplerinden
karşılıyorlar. Bunu adaletsiz buluyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şandır.
İstanbul Milletvekili Sayın
Eyidoğan.
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Simav depreminden sonra
Simav’da TOKİ tarafından 8 kilometre kuzeye, şehir dışına inşa edilen 900
konuttan 700’üne yerleşen Simavlılardan kaç tanesi anahtarlarını geri
vermiştir? Simav’da hak sahipliği edinmiş ancak TOKİ konutlarına gitmek
istemeyen, kendi evini yapmak isteyen kişilerden işlemlerine mâni olunduğu
konusunda duyumlar vardır. TOKİ’den ev almaya zorlandığı hususunda şikâyetler
vardır, doğru mudur?
Gebze İnönü Mahallesi’nde
deniz manzaralı kaç bin konut yapılacaktır? Bu projeyi TOKİ mi yapacaktır?
Burada mevcut bin haneye ne olacaktır? Bu proje kâr paylaşımlı sisteme göre mi
yapılacaktır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Ben de teşekkür
ederim.
Bursa Milletvekili Sayın
Demiröz.
İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakana sormak
istiyorum: Bursa Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği ile TOKİ arasında esnaf
ve sanatkârlara iş yeri yapma protokolü yapılarak projeler hazırlandı ancak
Bursa’da tüm meslek odaları ve akademik odalar projenin yerine karşı, konu
yargıda. Yargıda olan bu yer için Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç’a
temel attırıldı ve daha sonra ilçemiz Kestel Belediyesi tarafından ruhsatsız
diye bu inşaat durduruldu. Sayın Bakana soruyorum: Bu olayı nasıl
yorumluyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Denizli Milletvekili Sayın
Ayhan.
EMİN HALUK AYHAN (Denizli)
– Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
666 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile yapılan düzenlemeler sonucunda istenmeden TOKİ personelinin
mağdur edildiği ve bunun düzeltilmesi gerektiği tasarıda yer alıyor, raporda
yer alıyor. Peki, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yapılan düzenlemede
mağdur olan bakanlık ve kurum personelleri için de bir düzenleme yapılacak mı,
yoksa onlar bilerek mi mağdur edilmişlerdir, yoksa onlar için ne zaman
düzenleme yapılacaktır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Ayhan.
İstanbul Milletvekili Sayın
Tanal.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Teşekkür ederim Başkan.
Değerli milletvekilleri,
kanun hükmünde kararnameyi Bakanlar Kurulu çıkardı ancak 6 Temmuz 2011 tarihli
Cumhurbaşkanı işlemiyle oluşturulan Bakanlar Kurulunda bakan olmayan 4 kişi
bulunmaktadır. Anayasa’nın 109’uncu maddesine göre, Bakanlar Kurulu Başbakan ve
bakanlardan kurulur. Buna göre, 6 Temmuz 2011 tarihinde yer alan ancak Bakanlar
Kurulunda listesi olmayan Bursa Milletvekili Bülent Arınç, Ankara Milletvekili
Ali Babacan, Kırıkkale Milletvekili Beşir Atalay, Yozgat Milletvekili Bekir
Bozdağ Başbakan Yardımcısıdır ancak Cumhurbaşkanı 6 Temmuz 2011 tarihli
işlemiyle 21 bakanı atamış, bakan olmamalarına karşın 4 kişinin Başbakan
Yardımcısı olarak görevlendirilmesi onaylanmıştır. Bu 4 kişinin bakan olarak
atanmasına ilişkin Cumhurbaşkanı işlemi ise bulunmamaktadır. Cumhurbaşkanı
işleminin 2’nci maddesinde “Bakanlar Kurulunda yer alan bakanlıklara gösterilen
kişiler atanmıştır.” denilmektedir. Söz konusu 4 kişinin atandığına ilişkin bir
bakanlık işlemi bulunmamaktadır. Bunu ne zaman düzelteceksiniz?
BAŞKAN – İzmir Milletvekili
Sayın Çam.
MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın
Bakan, 100 bine yakın emekli astsubay var. Emekli astsubaylar dışarıdan
-üniversite mezunu- bitirmiş olmalarına rağmen, birinci dereceye
yükseltilememektedir. Bu 100 bin kişiyi kapsayan emekli astsubaylarla ilgili
düzenlemeyi düşünüyor musunuz?
İkincisi İçişleri
Bakanımıza: Polis memurlarıyla ilgili de böyle bir sorun var. İster meslek
yüksekokulunu bitirsinler isterse üniversite mezunu olsunlar isterse master
yahut da doktora yapsınlar bunlar da 1’inci dereceye yükseltilememektedir.
Bununla ilgili düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Balıkesir
Milletvekili Sayın Bulut.
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Sayın Bakan, TOKİ vatandaşa sağlam ve ucuz ev yapmak maksadıyla
kurulmuştur ancak Balıkesir merkezde ve Edremit’te TOKİ binaları tepede bir
yere yapılmış vaziyette ve buraların yollarını yapmadan, korumasını, yolların
çevresinin korumasını sağlamadan vatandaşa teslim etti; 3 oda, 1 salon 120
milyara vatandaşa mal oluyor. Oysaki Edremit’in merkezinde çok daha ucuza bu
bina alınabiliyor. Bunu TOKİ’nin kuruluş amacıyla nasıl bağdaştırıyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Kütahya
Milletvekili Sayın Işık.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, kanun hükmünde
kararnamelerle yapıları değiştirilen birçok bakanlıktaki şube müdürü, müdürler
ve bölge müdür yardımcıları, bilindiği gibi, araştırmacı kadrosuna
atanmışlardır ve mağdur edilmişlerdir. Bu teklif içerisinde, bu tür mağdur
edilenlerin de hakları geri iade edilebilecek midir?
İkincisi, Simav’da 2008’den
beri devam eden ve deprem nedeniyle alelacele teslimleri yapılan 912 konutluk
TOKİ konutlarının sahipleri mağdurdur. Bunların geri ödemesi depremzedelere
sağlanan şartlara uydurulabilir mi?
Memnun olurum, teşekkür
ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Bakanım…
İçişleri Bakanımız Sayın
İdris Naim Şahin.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM
ŞAHİN (Ordu) – Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz; sorulan sorulara kısa
kısa cevap vermeye çalışacağım.
“Başka hak kaybı var
mıdır?” sorusuna vereceğimiz cevap: Diğer kamu idarelerinde istihdam edilen
yöneticiler 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli II sayılı cetvelde,
kariyer personelse III sayılı cetvelde düzenlenmiştir. Dolayısıyla, bu
idarelerde çalışan yani diğer kurumlarda çalışan personelin mali haklarında
herhangi bir hak kaybı söz konusu değildir.
TOKİ’de çalışan uzmanlarsa
ekli III sayılı cetvelde yer almadığından bir hak kaybı söz konusu oluştuğu
için bugünkü yasa teklifiyle yasalaşma çalışmamızı yapmaktayız.
EMİN HALUK AYHAN (Denizli)
– Sayın Bakan, başka hiçbir kurumda yok mu böyle bir problem?
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM
ŞAHİN (Ordu) – Sayın Aslanoğlu’nun sorusu, köy ve mahalle bekçileriyle ilgili.
Bunun köy tarafı yok, mahalle bekçileri, çarşı ve mahalle bekçileriyle ilgili.
Emniyet hizmetlerine geçişi sağlandı, doğrudur, onlarla ilgili bir çalışmamız
söz konusu. Tamamlandığında gündeme gelecektir.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Bakanım, iki yıl oldu, iki yıl.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM
ŞAHİN (Ordu) – Sayın Şandır’ın “Diğer kurumları da düzeltseydiniz.” sorusuna
cevap verdik.
Seçilmiş kamu
görevlilerinin özlük hakları, daha doğrusu onlar için öngörülen ödenekler
konusu. Bu konuda, belediye meclisi ve il özel idare il genel meclisi
üyeleriyle ilgili yerel yönetim kanunlarında çalışmamız var, iyileştirme
gündemimizdedir.
Muhtarların konusu hem
Sayın Şandır hem de başka arkadaşlarımız tarafından soruldu, mamafih kürsüde
söz alan grup temsilcileri, sözcüleri tarafından da dile getirildi. Daha önce
verdiğimiz cevapların aynısını söyleyelim: Köy Kanunu yeniden düzenlenmek
durumunda. Bu yasama yılı bitmeden önce yüce Meclisin değerlendirmesine ve
takdirine sunmak durumundayız. O bağlamda da muhtarların, muhtarlarımızın özlük
haklarının makul seviyede düzenlenmesi söz konusu olacaktır.
Simav’daki deprem evleri
konusuna yazılı cevap vereceğiz.
Yine, Bursa’daki Esnaf
Sanatkârlar Kooperatifiyle ilgili konuya yazılı cevap vereceğiz.
“Başka mağdurlar var mı?”
Sayın Ayhan’ın sorusu. Başka mağdurlar olmadığını söyledim. Bilerek mi mağdur edilmişlerdir?
Bilerek kimse mağdur edilmemiştir. Bilerek mağdur edilmediğinin de bilgisi
dâhilinde soru sormuş olmayı takdirlerinize bırakıyorum. Kimse kimseyi bilerek
mağdur etmez.
Sayın Akçay’ın Anayasa’yla
ilgili, Hükûmetin kuruluşuyla ilgili sorusu: Hükûmetin kuruluşuyla ilgili
olarak kanun hükmünde kararnameler yürürlüktedir. O kararnameler çerçevesinde
Hükûmetin hangi bakanlardan ve başbakan yardımcılarından oluşacağı, hangi
sayıda olacağı bellidir. O kapsamda, Hükûmet 6 Temmuz 2011 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanı
tarafından onaylanarak kurulmuştur.
Emekli astsubaylar ve o
konu Sayın Bakanla ilgilidir.
Birinci dereceye
yükselemeyen yüksekokul mezunu polislerimizin durumu düzeltilmek üzere yüce
Meclise sevk edilecektir önümüzdeki süreçte.
“TOKİ ödemelerine
depremzedelere sağlanan ödeme kolaylığı sağlanabilir mi?” Yani depremzede ile
depremzede olmayanı yan yana getiren bir sorunun mantığını anlamakta ve
dolayısıyla cevaplandırmakta zorlanıyorum.
Balıkesir’de TOKİ’nin
uygulamaları konusuna da yazılı cevap vereceğim.
Arz ederim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın İsmet
Yılmaz, Millî Savunma Bakanımız.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Öncelikle, Irak’ta can
veren 35 kardeşimize Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine sabırlar diliyorum.
Sözler, acıyı, ailelerin yaşadıklarını, hissettiklerini ifadeye yetmez; hâl
gerekir, anlamak gerekir. Anlamak için 74 milyonu kardeş bilmek gerekir. Van
Erciş depreminde nasıl bir ve beraber olduysak, Irak’ta ölen kardeşlerimiz için
de Türkiye bir ve beraber oldu, aynı acıyı hissetti. Bu kardeşliği bozmak
isteyenler, depremi de, Irak’taki ölümleri de istismar için fırsat bildiler.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Bakan, size, bombayı kim attı, onu sordum.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Ancak milletimiz bunlara itibar etmedi, etmeyecek.
Erciş’e gittiğimde…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Bakan, bir soru sordum: İstihbaratı kim verdi? Hükûmetin bilgisi var mı?
BAŞKAN – Bekleyin.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Erciş’e gittiğimde…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Bombaları kim attı?
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen bekleyin.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, usul hatası yapıyorsunuz.
BAŞKAN – Lütfen bekleyin,
belki cevap verecek.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Erciş’e gittiğimde güzel bir pankart vardı, İstanbul
Esenler’den gelenler yazmış: “Erciş depremi Esenler’de hissedildi.”
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Bakan, soruma cevap ver, uçakları soruyorum.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Irak’ta vuku bulan elim olay da hiç şüpheniz olmasın, tüm
Türkiye’de hissedildi.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Bakan, size uçakları soruyorum. Yapmayın, yakışmıyor bu!
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – 74 milyonu bir vücudun parçaları gibi görenler ve bilenler
için bunun doğal olduğunu ifade etmeye gerek yok, bunu anlar ve hisseder.
Düşünce dünyası bu ülkeye yabancı olanlar tarafından şekillenenler, 74 milyonun
bir vücut olduğunu anlayamazlar.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – 74
milyon bir de Sayın Bakan, bombaları niye indirdiniz F-16’larla?
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
Lütfen…
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Bir yanda köyüne gelen kaymakamı tekme tokat dövmeye
çalışanlar…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ben
sorumluları soruyorum: Bombalama emrini kim verdi?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – …vurmayı bırakın, bir de düştüğünde üzerine çullananlar, diğer
yanda taziye için gelen misafirlerini korumak için kendilerini yumruklara siper
eden insanlar…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Bakan, bombalama emrini kim verdi?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – …birincisi Kürt istismarcısı, diğeri örfü, âdeti, fedakârlığı,
misafirlere emanet olarak bakan Kürtler. Bu ikisini birbirinden ayırmalıyız.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Bakan, sorumuzun cevabını verin, propaganda yapmayın.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Bu anlarda insani değerler de öne çıkarılmalı.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Bombaları kardeşlerinin üzerine nasıl attılar?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Kültürümüzde acıyı paylaşmak vardır.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Bombaları kardeşlerinin üzerine nasıl attılar, bunu anlatın, hikâye anlatmayın.
Hikâye anlatma zamanı değil.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Mehmet Âkif’in dediği gibi: “Gitme ey yolcu, beraber oturup
ağlaşalım / Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım.”
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Hani kardeşlerinizdi? İnsan kardeşlerine bomba atar mı, söyle?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Yine, Bedri Rahmi söyler: “Yar yüreğim yar, gör ki neler var.
Bir insan tanımak oğul, bir cihan tanımaya bedel.”
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
İnsan kardeşine bomba atar mı Sayın Bakan?
BAŞKAN – Sayın Kaplan
lütfen… Lütfen…
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Bizim kültürümüzde bir insanı kaybetmek bir âlemi kaybetmek
gibidir. Olayda evladını kaybeden anneyi, babayı, kardeşi anlarım her ne dese
haklıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ona karşı söz olmaz. Yangını var,
ateş düştüğü yeri yakar.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Bakan, bombaları kardeşlerinize nasıl attınız? Onu anlat. Kardeş kardeşe
bomba atar mı? Soruya cevap ver. Propaganda yapma.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Evine hırsız girip de tüm eşyaları götürüldüğü hâlde uyanmayan
ev sahibine “Nasıl bu kadar uyuyabildiniz?” diyen Hazreti Ömer’e, ev sahibi
“Biz Hazreti Ömer’i uyanık biliyorduk.” diyen bir kültürden geliyoruz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Kardeşlerinize nasıl bomba attınız onu anlat.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Ailelerin kaçakçı ile teröristi ayırabilmesini, devletinden de
yurt içinde ayırt etmesi gibi yurt dışında da ayırt etmesi gerektiğini bilirim.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Bakan, bombaları kardeşlerinize nasıl attınız? Bomba atılır mı kardeşe?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Biz de bir ölüm olursa mümkünse bu acıyı paylaşmak, dertleri
azaltmak gerekir, insan olana bu yakışır.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Yapmayın ya, bu kadar vicdansızlık olmaz! “Hata yaptık.” deyin. Özür dileme
erdemi yok mu?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Acı azalır mı bilinmez ama kültürümüzde bu doğrultuda hareket
edilmesi gerekir.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
“Hata yaptık.” deyin, onu söyleyin!
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
Lütfen…
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Bir yanda 35 insanımız üzerine istismarcılar var, bir tarafta
çile çeken Kürt kardeşlerimiz var.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
“Hata yaptık” deyin, onu söyleyin.
Sayın Başkan, sorulara
doğru dürüst cevap versin. Böyle bir şey olur mu?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Bir yanda “Gelmelerini istemiyoruz. Bir provokasyon olursa
artık gençleri biz değil hiç kimse durduramaz. Burada bu dağlarda herkeste
silah var. Bugün buraya gelmeyin.” diyerek taziyeye gelecek olanları tehdit
eden, halkı kışkırtanlar var.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Kardeşlerinize bombayı nasıl attınız? İnsan kardeşine bomba atar mı? Bombaları
anlat, uçakları anlat. Benim sorum ne…
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Diğer yanda üzücü hava operasyonunda iki ay önce askerden
gelen kardeşini kaybeden ve buna rağmen “Türk-Kürt kardeştir, biz Müslüman’ız…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Bakan, soru sorduk soru, cevap verin, sorulara cevap verin.
BAŞKAN – Sayın Kaplan lütfen,
gerekirse yazılı cevap verir, lütfen. Lütfen… Lütfen…
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – …katliamı gerçekleştirenleri Allah’a havale ediyoruz.” diyerek
acısını iten bir abla var.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Hikâye anlatmayın Sayın Bakan. Sayın Başkan, sorulara cevap vermiyor Sayın
Bakan. Böyle bir usul var mı?
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – O, dört bir yandan saçılmaya çalışılan nifak tohumlarına,
fitneye karşı dirençle duran tam bir Türk kadını. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Kardeşlerinize nasıl bomba attınız? Onu söyle.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Şimdi karşılaştırın…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Kardeşlerinize bombayı nasıl attınız?
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Halkı taziyeye gelenlere karşı kışkırtanlarla acısına rağmen
kardeşliği hatırlayıp dillendiren Kürt abla, bir yanda kameralar önünde “Üç gün
yas ilan edilsin.” diyenler kameralar kapalıyken kahkahalar atan istismarcılar var.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, var mı böyle bir usul?
BAŞKAN – İstediği gibi
cevap verebilir, lütfen… Lütfen…
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Bir tarafta Bingöl’de öldürülen 33 erimiz için, Çukurca’da
öldürülen 24 Mehmetçiğimiz için “Türk katliamı.” diyemeyen ama ölen 35
kardeşimiz için “Tarih bu dağlarda bir Kürt katliamı yazdı.” diyenler var. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Kardeş kardeşe bomba atar mı? Hikâye anlatmayın. Kardeşlerinize bombayı nasıl
attınız? Sayın Başkan böyle bir usul var mı?
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen…
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Bir yanda “Devlet halkını bombaladı.” diyenler var, bir
tarafta ise “Sekiz yıldır çocuğumuz olmuyordu, iki aylık hamileyim, çocuğumu
yetim bıraktılar, günah değil mi?” diyen var.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kim
emir verdi? Kardeş kardeşi bombalar mı? Allah korkusu yok mu? Vicdan yok mu
sizde?
BAŞKAN – Lütfen…
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Birisi Kürt, birisi Kürt istismarcısı.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Allah korkusu yok mu?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Allah korkusu olup olmadığı buradan belli.
Bir tarafta iki evladı ölen
var…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Vicdan yok mu sizde?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) –”Çocuklarımızın hayatı bu kadar ucuz muydu?” diyen var, bir
tarafta ise “Yapılan bu değil, her zaman yaptınız, hep istismarcılığını yaptınız,
her zaman katil…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – 35
kişinin katilisiniz!
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – 35 bin insanın eline silahı verip de dağa sürükleyenler
katildir.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Kardeş kardeşe bomba atar mı? 35 kişinin katilisiniz doğruyu konuşacaksınız!
Katiller konuşamaz!
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – 35 bin insanın eline silahı verip de intihara sürükleyenler
katillerdir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Kardeş kardeşi bombalar mı? Onu söyleyin. Doğru konuş, konuşacaksan doğru
konuş. Sayın Başkan, katiller konuşamaz! Doğruyu konuşacaksınız.
BAŞKAN – Sayın Bakan,
teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Kardeş kardeşi bombalar mı?
BAŞKAN – Böyle bir usulümüz
yok.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Soru soruyorum hikâye anlatıyor. İnsanlık suçu işlenmiştir, Allah’tan
bulursunuz.
BAŞKAN – Maddelere
geçilmesini oylarınıza sunuyorum…
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Başkanım, özür diliyorum…
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Sayın Başkan… Sayın Başkan, özür dilerim…
BAŞKAN – Kanun teklifiyle
ilgili 1’inci madde üzerinde söz alanların konuşmasına yetecek kadar çalışma
süremiz kalmadığından kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer
işleri sırasıyla görüşmek üzere 5 Ocak 2012 Perşembe günü alınan karar
gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.