DÖNEM: 24 CİLT: 9 YASAMA YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
44’üncü Birleşim
21 Aralık 2011 Çarşamba
(TBMM Tutanak Müdürlüğü
tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler
tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in, 1915
yılında yaşanan olayları daha önce “soykırım” olarak tanımlayıp aksini iddia
edenlerin cezalandırılmasını öngören kanun teklifine ilişkin Fransa Ulusal
Meclisinde 22/12/2011 tarihinde oylama yapılacağına, konuyu gündeme taşıyarak
tarihî bir sorunu iç politikaya alet etmelerine, konunun siyasetçilerin değil
tarihçilerin araştırması gereken bir konu olduğuna ilişkin konuşması
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi
ve Eki Raporların
Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S. Sayısı: 88)
V.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
2.- Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak’ın, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
4.- Iğdır Milletvekili Pervin
Buldan’ın, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
5.- Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli’nin, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
6.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in,
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
7.- Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
VI.-
AÇIKLAMALAR
1.- Yalova Milletvekili Muharrem
İnce’nin, Kültür ve Turizm Bakanının konuşmasına istinaden, Bakanlıktan bilgi
notları istediğine ve gönderilen bilgileri basın toplantısında açıklayacağına
ilişkin açıklaması
VII.-
TEBRİK, TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, bütçenin kabulü dolayısıyla teşekkür konuşması
VIII.-
OYLAMALAR
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı’nın oylaması
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı’nın oylaması
IX.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Suriye ile ilişkilere ilişkin Başbakandan
sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1022)
2.- İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan’ın, Van depremi ile ilgili teknik verilerin
oluşturulması ve açıklanmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan
Yardımcısı Beşir Atalay’ın cevabı (7/1034)
3.- Bursa Milletvekili İsmet
Büyükataman’ın, sismik araştırmalar için Akdeniz’e açılan Piri Reis Gemisinin
çalışmalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu’nun cevabı (7/1039)
4.- Şanlıurfa Milletvekili İbrahim
Binici’nin, Van’da meydana gelen deprem ile arama ve kurtarma çalışmalarına
ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın cevabı (7/1052)
5.- Gaziantep Milletvekili Edip Semih
Yalçın’ın, öğrenim ve katkı kredi borçlarına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor
Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/1072)
6.- Bursa Milletvekili Sena Kaleli’nin,
Kredi ve Yurtlar Kurumu yurtlarında yapılan ve zorunlu olduğu iddia edilen özel
yaşam hakkındaki anketlere ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat
Kılıç’ın cevabı (7/1073)
7.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, Antalya Atatürk Kültür Merkezindeki
Atatürk’ü Anma Konserinin ertelenmesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı İdris
Naim Şahin’in cevabı (7/1097)
8.- Ankara Milletvekili Zühal
Topçu’nun, uzman yardımcılığı mülakat sınavlarına ve bu sınavlara yapılan
itirazlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı
Fatma Şahin’in cevabı (7/1154)
9.- Ankara Milletvekili İzzet Çetin’in,
AOÇ arazisinin tarihî misyonuna aykırı amaçlar için
kullanımına ilişkin Başbakandan sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı
Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/1155)
10.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, Van’daki depremzedelerin ihtiyaç ve sorunlarına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın cevabı (7/1158)
11.- İzmir Milletvekili Musa Çam’ın,
ABD ile yapıldığı iddia edilen anlık istihbarat paylaşımı konusundaki anlaşmaya
ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı
(7/1161)
12.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, Irak’ın kuzeyine yapılan kara operasyonlarına ilişkin sorusu ve
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1172)
13.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, Türkiye’nin Kıbrıs politikasına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1173)
14.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, terörle mücadeleye ve Irak’ın kuzeyine yapılan kara harekâtına
ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1175)
15.- Mersin Milletvekili İsa Gök’ün,
İncirlik Hava Üssüne ABD tarafından konuşlandırılan dört predatorun
kullanımına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı
(7/1176)
16.- İzmir Milletvekili Alaattin
Yüksel’in, Van’daki deprem sonrası yapılan açıklamalara ve çalışmalara ilişkin
Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın cevabı (7/1197)
17.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, Almanya’daki Türklere yapılan saldırılara ilişkin sorusu ve
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1222)
18.- Tekirdağ Milletvekili Candan
Yüceer’in, 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta meydana gelen olayların sanıklarının
iadesine ilişkin sorusu ve
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1223)
19.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Türkiye genelinde ve İstanbul’da olası bir depreme karşı alınan
tedbirlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın
cevabı (7/1295)
20.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in, Van’ın afet bölgesi ilan edilmesine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın cevabı (7/1296)
21.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza
Yalçınkaya’nın, Bartın Irmağı’ndaki kirliliğe ve alınan önlemlere ilişkin
sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/1315)
22.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik
Çirkin’in, Hatay ve bölge illerinde olası bir depreme karşı alınan önlemlere
ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın
cevabı (7/1370)
23.- Ankara Milletvekili Mustafa
Erdem’in, Arap Baharının Türk şirketlerine etkisine ilişkin Başbakandan sorusu
ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/1372)
24.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, Fransa-Türkiye ilişkilerine ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu’nun cevabı (7/1454)
25.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik
Çirkin’in, Hatay ve ilçelerinde yapılan kömür yardımına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in cevabı (7/1471)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 13.00’te açılarak altı oturum yaptı.
2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/470) (S.
Sayısı: 87) ve 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna
Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporunun
(1/278, 3/538) (S. Sayısı: 88) görüşmelerine devam edilerek, maddeleri kabul
edildi.
İzmir Milletvekili Oktay Vural, TBMM’de bulunan Muhafız ve Tören Taburu’nun görevlerinin polise devredilmesine,
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner, Fransa’nın tutumunu
eleştiren bildirinin okunması sırasında neden ayağa kalkmadığına ve Genel
Kuruldan özür dilediğine,
Düzce Milletvekili İbrahim Korkmaz, “İçinizde 40 tane Amerikan
vatandaşı vardır.” şeklindeki ifadesini hakaret manasında söylemediğine ve
sözünü geri aldığına,
Denizli Milletvekili Adnan Keskin, “Aklını kiraya veren
beyinsizler.” şeklindeki ifadesinden dolayı özür dilediğine,
İlişkin açıklamada bulundular.
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş,
Mersin Milletvekili İsa Gök’ün şahsına,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın partisine,
Mersin Milletvekili İsa Gök, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın şahsına,
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Balıkesir Milletvekili Namık Havutça’nın partisine ve Genel Başkanına,
Balıkesir Milletvekili Namık Havutça, Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın şahsına ve partisine,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın partisine,
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Yalova Milletvekili Muharrem
İnce’nin partisine,
İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel, İzmir Milletvekili Nesrin Ulema’nın şahsına ve partisine,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce, İstanbul Milletvekili Oktay Saral’ın
partisine,
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin partisine,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Zonguldak Milletvekili Özcan
Ulupınar’ın partisine,
Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar, Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin şahsına,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Zonguldak Milletvekili Özcan
Ulupınar’ın şahsına,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Düzce Milletvekili İbrahim
Korkmaz’ın partisine,
Sataşmaları nedeniyle konuşma yaptılar.
Söz vermediği gerekçesiyle Başkanın tutumu hakkında usul görüşmesi
yapıldı. Yapılan görüşmelerden sonra Başkan, İç Tüzük’ün
69’uncu maddesine uygun söz verdiğini belirterek tutumunda bir değişiklik
olmadığını açıkladı.
Başkanlığın, sözde Ermeni soykırımını reddedenlerin
cezalandırılmasını öngören teklifin Fransa Ulusal Meclisinde görüşülecek
olmasına ilişkin açıklaması okundu.
Alınan karar gereğince 21 Aralık 2011 Çarşamba günü saat 14.00’te
toplanmak üzere birleşime 23.18’de son verildi.
Meral AKŞENER |
Başkan
Vekili |
|
Fatih
ŞAHİN Bayram
ÖZÇELİK Özlem YEMİŞÇİ |
Ankara Burdur Tekirdağ |
Kâtip Üye Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
|
II.- GELEN KâĞITLAR
No:
52
21 Aralık 2011 Çarşamba
Raporlar
1.- Vişegraddaki
Sokullu Mehmet Paşa Köprüsünün Yapısal Unsurlarının Durumunun Tespit Edilmesi,
Restorasyon Projesinin Hazırlanması ve Projenin Uygulanması Konusundaki
İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile
Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu ile Dışişleri Komisyonu
Raporları (1/333) (S. Sayısı: 104)
(Dağıtma tarihi: 21.12.2011) (GÜNDEME)
2.- T.C. Başbakanlık Türk
İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme
ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli
Televizyon ve Radyo Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı Alanında İşbirliğine
Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/344) (S. Sayısı: 105) (Dağıtma tarihi: 21.12.2011) (GÜNDEME)
3.- Türkiye Cumhuriyeti ile
Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Kamu Personel Yönetiminin Geliştirilmesi ve
Desteklenmesi Alanlarında İşbirliğine İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/345) (S.
Sayısı: 106) (Dağıtma tarihi:
21.12.2011) (GÜNDEME)
4.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Somali Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Teknik İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/364) (S. Sayısı: 107) (Dağıtma
tarihi: 21.12.2011) (GÜNDEME)
5.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Bilim ve Teknoloji
Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/374) (S. Sayısı: 108) (Dağıtma tarihi: 21.12.2011) (GÜNDEME)
6.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ve Birleşmiş Milletler Sınai Kalkınma Örgütü (UNIDO) Arasında
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/382) (S. Sayısı: 109) (Dağıtma tarihi: 21.12.2011) (GÜNDEME)
7.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Polonya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Bilimsel ve Teknolojik
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/501) (S. Sayısı: 110) (Dağıtma tarihi: 21.12.2011) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Çanakkale Milletvekili
Mustafa Serdar Soydan’ın, Biga’da görülen şap hastalığından zarar gören
üreticilerin mağduriyetine ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından sözlü
soru önergesi (6/690) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
2.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, adliye ile ceza infaz kurumları ve
tutukevleri personelinin özlük haklarına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru
önergesi (6/691) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
3.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, atama bekleyen bilişim öğretmenlerine ilişkin
Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/692) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
4.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, Bakanlıkta görev yapan bazı çalışanların
mağduriyetinin giderilmesine ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi
(6/693) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
5.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, emeklilik yaşının yükseltilmesinden
kaynaklanan mağduriyetin giderilmesine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından sözlü soru önergesi (6/694) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
6.- Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, tarım ve hayvancılığa verilen desteklere
ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından sözlü soru önergesi (6/695)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
7.- Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Adana ve ilçelerinde yürütülen proje ve
yatırımlara ilişkin Ekonomi Bakanından sözlü soru önergesi (6/696) (Başkanlığa
geliş tarihi: 15/12/2011)
8.- Aydın Milletvekili
Osman Aydın’ın, afete maruz kalan pamuk üreticilerinin destek priminden
faydalandırılmasına ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından sözlü soru
önergesi (6/697) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)
9.- İstanbul Milletvekili
Ali Özgündüz’ün, Jokey Kaza ve Yardım Sandığı ile ilgili bazı iddialara ilişkin
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından sözlü soru önergesi (6/698) (Başkanlığa
geliş tarihi: 16/12/2011)
10.- İstanbul Milletvekili
Ali Özgündüz’ün, jokeylerin sorunlarına ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanından sözlü soru önergesi (6/699) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)
11.- İstanbul Milletvekili
Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, Çatalca-Yalıköy’deki hayvan ölümlerine ilişkin Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanından sözlü soru önergesi (6/700) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili
Haluk Eyidoğan’ın, Van ve Kütahya-Simav depremi
sonrasında meskûn topluluğun başka mahallere yerleştirilmesinde uygulanan usule
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1978) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
2.- Ankara Milletvekili
Aylin Nazlıaka’nın, Ankara’daki taksici ve minibüsçü
esnafının sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1979)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
3.- Kırklareli Milletvekili
Turgut Dibek’in, Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığındaki bazı atamalara ve Müsteşarlık binasının tadilatına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1980) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
4.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, Hizbullah davası sanıklarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1981) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
5.- Mersin Milletvekili
Vahap Seçer’in, Suriye ile ticari ilişkilere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1982) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
6.- Ankara Milletvekili
Özcan Yeniçeri’nin, Ankaray
ve Söğütözü metro ortak
istasyonunun üzerinde bulunan demir kafes ile ilgili bazı iddialara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1983) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
7.- Kocaeli Milletvekili
Lütfü Türkkan’ın, Ankara’da hava kirliliğinde uyarı eşiğinin aşıldığı iddiasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1984) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
8.- Kocaeli Milletvekili
Lütfü Türkkan’ın, Van depremi sonrasında yaşanan mağduriyete ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1985) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
9.- Kocaeli Milletvekili
Lütfü Türkkan’ın, KHK’lar ile bazı üst düzey yöneticilerin görevden alınmasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1986) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
10.- Hatay Milletvekili
Adnan Şefik Çirkin’in, fakir ailelere dağıtılan kömürün kalitesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1987) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
11.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, memurların reel gelirlerinde enflasyon nedeniyle meydana gelen
azalmaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1988) (Başkanlığa geliş
tarihi: 15/12/2011)
12.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, 4/C statüsünde çalışan personelin özlük haklarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1989) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
13.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, dış basında yayımlanan Türkiye-ABD
ilişkileriyle ilgili yazıya ve ABD’nin dış politikaya etkisine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1990) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
14.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, yasa dışı telefon ve ortam dinlemeye
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1991) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
15.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, terör örgütünün şehir örgütlenmesine karşı
alınan önlemlere ve yürütülen çalışmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/1992) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
16.- Ankara Milletvekili
Aylin Nazlıaka’nın, Ankara’daki jeotermal ve
mineralli su kaynaklarıyla ilgili ihalelere ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/1993) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)
17.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Başbakan Yardımcısından
(Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/1994) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
18.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, TRT yayınlarında siyasi partilerle ilgili
haberlerin belirlenmesi ölçütüne ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç)
yazılı soru önergesi (7/1995) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
19.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, TRT kanallarında çocuklara yönelik klasik
müzik yayınlarına ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru
önergesi (7/1996) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)
20.- İstanbul Milletvekili
İhsan Barutçu’nun, deprem sonrası müdahalelerle ilgili bir projeye ve bir özel
şirketle yapılan sözleşmeye ilişkin Başbakan Yardımcısından (Beşir Atalay)
yazılı soru önergesi (7/1997) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
21.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Başbakan
Yardımcısından (Beşir Atalay) yazılı soru önergesi (7/1998) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14/12/2011)
22.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Başbakan
Yardımcısından (Bekir Bozdağ) yazılı soru önergesi (7/1999) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14/12/2011)
23.- Gaziantep Milletvekili
Mehmet Şeker’in, Diyanet İşleri Başkanlığının Doğu ve Güneydoğu Anadolu
bölgelerinde istihdam edeceği din adamlarına ilişkin Başbakan Yardımcısından
(Bekir Bozdağ) yazılı soru önergesi (7/2000) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
24.- Hatay Milletvekili
Adnan Şefik Çirkin’in, imam-hatip ve müezzinlerin cami ve çevresinin bakım ve
temizliği görevini üstlenmelerine ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bekir
Bozdağ) yazılı soru önergesi (7/2001) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
25.- Adana Milletvekili Ali
Demirçalı’nın, iç ve dış borca ilişkin Başbakan
Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/2002) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14/12/2011)
26.- Adana Milletvekili Ali
Demirçalı’nın, bankalara olan borçlara ilişkin
Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/2003) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14/12/2011)
27.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Başbakan
Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/2004) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14/12/2011)
28.- Bilecik Milletvekili
Bahattin Şeker’in, Bozüyük Toprak AŞ fabrikalarının kapanmasıyla yaşanan
mağduriyete ve Bilecik’in seramik ve mermer sanayindeki potansiyeline ilişkin
Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/2005) (Başkanlığa
geliş tarihi: 15/12/2011)
29.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, faaliyetteki TMSF’ye
devredilen bankalara ilişkin Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru
önergesi (7/2006) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
30.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Adalet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2007) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
31.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in, tutuklu ve hükümlülerin ikametgâhlarından
uzak cezaevlerine yerleştirilmelerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2008) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
32.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, karşılıksız çek suçundan ceza alanlardan taahhütlerini
yerine getirmeyenlerin mağduriyetine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2009) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
33.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, karşılıksız çek suçu nedeniyle açılan davalara
ve verilen cezalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2010)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
34.- Malatya Milletvekili
Veli Ağbaba’nın, Hrant Dink
cinayetinde bazı MİT görevlilerinin ihmali bulunduğu iddialarına ilşikin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2011)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)
35.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, karşılıksız çek suçu nedeniyle açılan
davalara ve yaşanan mağduriyetlere ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2012) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)
36.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2013) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
37.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, Bakanlığın bütçesine, gelirlerine ve bunların kullanımına
ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2014)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
38.- Mersin Milletvekili
Ali Rıza Öztürk’ün, İzmir-Karabağlar Polis Karakolunda bir kadına şiddet
uygulanmasına ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2015) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
39.- Adana Milletvekili Ali
Demirçalı’nın, SGK’ya
aktarılan bütçeye ve denetimine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2016) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
40.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2017) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
41.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Emet Bor İşletme Müdürlüğünde alt işverenlik
uygulamasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2018) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
42.- Elazığ Milletvekili
Enver Erdem’in, Elazığ’da işsizliğin önlenmesi için alınan önlemlere ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2019) (Başkanlığa
geliş tarihi: 15/12/2011)
43.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, SGK çalışanlarının sorunlarına ilişkin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2020) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
44.- Adana Milletvekili Ali
Halaman’ın, 4/C’li
personelin mağduriyetine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2021) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
45.- Muğla Milletvekili
Mehmet Erdoğan’ın, SGK’lıların geriye dönük prim
borçlarını ödeyebilmeleri hususunda yapılacak çalışmaya ilişkin Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2022) (Başkanlığa geliş tarihi:
15/12/2011)
46.- Artvin Milletvekili
Uğur Bayraktutan’ın, 4/C’li
personelin mağduriyetine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2023) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)
47.- Malatya Milletvekili
Veli Ağbaba’nın, taşeron işçilere ilişkin Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2024) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16/12/2011)
48.- Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcı’nın, sağlık harcamalarındaki istismar ve israf ile ilgili bir
açıklamasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2025) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)
49.- İstanbul Milletvekili
Sedef Küçük’ün, kamuda ve özel sektörde cinsiyet
eşitliğinin sağlanmasına yönelik çalışmalara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2026) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)
50.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
geneline olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Çevre ve Şehircilik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2027) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
51.- İstanbul Milletvekili
Haluk Eyidoğan’ın, yeni Van’ın kurulacağı bölgeye
ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2028)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
52.- Elazığ Milletvekili
Enver Erdem’in, 2010’da Elazığ’da meydana gelen deprem sonrasında bazı köylerin
etkililik oluruna dâhil edilmesine ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2029) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
53.- Adana Milletvekili
Seyfettin Yılmaz’ın, 2002-2011 yıllarında sözde Ermeni soykırımı konusunu
parlamentolarının gündemlerine alan ülkelere ilişkin Dışişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2030) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
54.- Mersin Milletvekili
Ali Rıza Öztürk’ün, Fransa Parlamentosundaki sözde Ermeni Soykırımı ile ilgili
yasa tasarısına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2031)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
55.- Hatay Milletvekili
Refik Eryılmaz’ın, Emniyet Genel Müdürlüğü ve MİT’le bağlantılı kırk iki
kişinin Suriye’de yakalandığı iddiasına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2032) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
56.- Mersin Milletvekili
Ali Rıza Öztürk’ün, Fransa Parlamentosundaki sözde Ermeni Soykırımı ile ilgili
yasa tasarısına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2033)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)
57.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2034) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
58.- Elazığ Milletvekili
Enver Erdem’in, Elazığ’daki doğal gaz çalışmalarına ilişkin Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2035) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
59.- Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcı’nın, Akkuyu Nükleer Güç Santraline ve
olası zararlarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2036) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)
60.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Gençlik ve Spor
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2037) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
61.- Bilecik Milletvekili
Bahattin Şeker’in, Bilecik’te yapılan ve yapılacak yatırım ve projelere ilişkin
Gençlik ve Spor Bakanından yazılı soru önergesi (7/2038) (Başkanlığa geliş
tarihi: 15/12/2011)
62.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2039) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
63.- Hatay Milletvekili
Adnan Şefik Çirkin’in, hastalık tehlikesi taşıyan ithal hayvanlara ilişkin
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2040) (Başkanlığa
geliş tarihi: 15/12/2011)
64.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, hastalık tehlikesi taşıyan ithal
hayvanlara ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2041) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
65.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde
olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Gümrük ve Ticaret Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2042) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
66.- Ankara Milletvekili
Sinan Aydın Aygün’ün, oda ve borsalar ile TOBB’un organları için yapılacak
seçimlere ilişkin Gümrük ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/2043)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
67.- Elazığ Milletvekili
Enver Erdem’in, Elazığ’ın ihracatının azalmasının sebeplerine ilişkin Gümrük ve
Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/2044) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
68.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde
olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2045) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
69.- Ankara Milletvekili
Aylin Nazlıaka’nın, Ankara Büyükşehir Belediyesine
bağlı kuruluşlara ve bunların faaliyetlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2046) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
70.- Ankara Milletvekili
Özcan Yeniçeri’nin, Ankara’nın şehirler arası ana
giriş çıkış güzergâhlarına yolcu indirme ve bindirme terminalleri yapılmasıyla
ilgili çalışmalara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2047)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
71.- Ankara Milletvekili
Özcan Yeniçeri’nin, Gökkuşağı Rekreasyon Alanı
Projesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2048) (Başkanlığa
geliş tarihi: 15/12/2011)
72.- Muğla Milletvekili
Mehmet Erdoğan’ın, Van’daki depremden etkilenen kamu görevlilerinin
sorunlarının giderilmesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2049) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
73.- Mersin Milletvekili
Ali Rıza Öztürk’ün, İzmir-Karabağlar Polis Karakolunda bir kadına şiddet
uygulanmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2050)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
74.- Kırklareli
Milletvekili Mehmet Siyam Kesimoğlu’nun, TBMM görüşmelerinde teröristleri
gerilla olarak nitelendirdiği bir açıklamasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2051) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)
75.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Kültür ve Turizm
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2052) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
76.- Malatya Milletvekili
Veli Ağbaba’nın, memur ve uzman kadrolarına atanan
arkeolog ve sanat tarihçilerinin özlük haklarına ilişkin Kültür ve Turizm
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2053) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)
77.- Adana Milletvekili Ali
Demirçalı’nın, 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesindeki
faiz ödeme miktarına ve SGK’nın bütçesindeki
değişikliğe ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2054) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14/12/2011)
78.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Maliye Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2055) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
79.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya Belediyesine tahsis edilen bazı
taşınmazların kullanımına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2056) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
80.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, özelleştirilmesinden bugüne Kütahya Şeker
Fabrikası AŞ’nin ödediği vergi ile vergi borcu ve cezalara ilişkin Maliye
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2057) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
81.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, yurt dışı çıkış yasağı kaldırılan mükelleflere
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2058) (Başkanlığa geliş
tarihi: 15/12/2011)
82.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, vergi dairesi müdürlerinin mağduriyetlerine
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2059) (Başkanlığa geliş
tarihi: 15/12/2011)
83.- Eskişehir Milletvekili
Ruhsar Demirel’in, Bakanlık Taşra Teşkilatında görev yapan defterdarlık
uzmanlarının maaşlarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2060)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
84.- Eskişehir Milletvekili
Ruhsar Demirel’in, Bakanlık Merkez ve Taşra teşkilatlarında çalışanlar
arasındaki ücret farklılığına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2061) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
85.- Eskişehir Milletvekili
Ruhsar Demirel’in, Bakanlık Merkez ve Taşra teşkilatlarında çalışan uzmanlar
arasındaki maaş farklılıklarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2062) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
86.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2063) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
87.- Kocaeli Milletvekili
Lütfü Türkkan’ın, Devlet okullarında bedelsiz yemek hizmeti verilmesine ilişkin
Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2064) (Başkanlığa geliş tarihi:
15/12/2011)
88.- Bilecik Milletvekili
Bahattin Şeker’in, Bilecik’teki bazı eğitim kurumlarındaki eksikliklere ilişkin
Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2065) (Başkanlığa geliş tarihi:
15/12/2011)
89.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, Okul Hayattır (Okulda Hayat Var) Projesine ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2066) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
90.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, öğretmen atamalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2067) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
91.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, özür grubu atamalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2068) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
92.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafet
kurallarına aykırı hareket eden öğrenciler hakkında tutanak tutan
akademisyenlerle ilgili
soruşturmalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2069) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
93.- İstanbul Milletvekili
Haluk Eyidoğan’ın, 1999’da Düzce’de meydana gelen
depremde hasar gören okul binaları ile ilgili çalışmalara ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2070) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
94.- İstanbul Milletvekili
Haluk Eyidoğan’ın, Kartal’daki bir ilköğretim okulu
binasındaki güçlendirme çalışmalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2071) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
95.- Bursa Milletvekili
Sena Kaleli’nin, Bursa ve çevresindeki okullarda olası bir depreme karşı alınan
önlemlere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2072)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
96.- İzmir Milletvekili
Oğuz Oyan’ın, görülmekte olan bir davanın
iddianamesinde milletvekillerinin yazılı ve sözlü açıklamalarının suç delilleri
arasında yer almasına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/2073)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/12/2011)
97.- Ankara Milletvekili
Aylin Nazlıaka’nın, ilköğretim ve ortaöğretim
öğrencilerine yönelik 100 Temel Eser uygulamasına ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2074) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)
98.- İstanbul Milletvekili
Ali Özgündüz’ün, okul aile birliklerine aktarılması gereken bir kaynak ile
İstanbul Bahçelievler İlçe Müdürlüğüne makam aracı alındığı iddialarına ilişkin
Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2075) (Başkanlığa geliş tarihi:
16/12/2011)
99.- İzmir Milletvekili
Musa Çam’ın, okul içi beden eğitimi, spor ve izcilik faaliyetlerine ilişkin
Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2076) (Başkanlığa geliş tarihi:
16/12/2011)
100.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Milli Savunma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2077) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
101.- İstanbul Milletvekili
Osman Oktay Ekşi’nin, TSK’nın kimyasal biyolojik nükleer korumalı kıyafet
üretim ihalesine ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2078)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
102.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere olası
bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Orman ve Su İşleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2079) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
103.- Artvin Milletvekili
Uğur Bayraktutan’ın, Artvin-Şavşat’taki tarihî Berta
Köprüsünün korunmasına ilişkin Orman ve Su İşleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2080) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
104.- İstanbul Milletvekili
Haluk Eyidoğan’ın, baraj ve hidroelektrik
santrallerinde depremle ilgili yapılan çalışmalara ilişkin Orman ve Su İşleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2081) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
105.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2082) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
106.- Iğdır Milletvekili
Pervin Buldan’ın, İzmir-Karabağlar Polis Karakolunda bir kadına şiddet
uygulanmasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2083)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
107.- Eskişehir
Milletvekili Ruhsar Demirel’in, obezite ile
mücadelede ayran tüketiminin özendirilmesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2084) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
108.- Bilecik Milletvekili
Bahattin Şeker’in, Bilecik’teki sağlık hizmetlerinin yeterliliğine ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2085) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
109.- Ankara Milletvekili
Bülent Kuşoğlu’nun, tedavi amaçlı Türkiye’ye gelen Libyalılara ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2086) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
110.- Bursa Milletvekili
Sena Kaleli’nin, Bursa ve çevresindeki hastanelerin depreme dayanıklı hâle
getirilmesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2087)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
111.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Ulaştırma, Denizcilik
ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/2088) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14/12/2011)
112.- Bilecik Milletvekili
Bahattin Şeker’in, Yüksek Hızlı Tren Projesiyle ilgili Bilecik’te yapılan
çalışmalara ve yapımı devam eden yol çalışmalarının tamamlanmasına ilişkin
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/2089) (Başkanlığa
geliş tarihi: 15/12/2011)
113.- Muğla Milletvekili
Mehmet Erdoğan’ın, Muğla’da yol ve kavşak yapımına yönelik çalışmalara ilişkin
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/2090)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
114.- Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcı’nın, Türk Tabipler Birliği Kanununun 1 inci maddesinden “tabipliğin
kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak” ibaresinin
çıkarılmasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2091)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)
115.- Artvin Milletvekili
Uğur Bayraktutan’ın, Ardanuç-Yalnızçam-Ardahan
yolu çalışmalarına ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2092) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)
116.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Kalkınma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2093) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
117.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Ekonomi Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2094) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
118.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke
genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Avrupa Birliği
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2095) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)
Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergesi
1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, kan şekeri ölçüm cihazlarının büyük oranda
hatalı çıktığı iddialarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/542)
21 Aralık 2011 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Cemil ÇİÇEK
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Değerli
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 44’üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı
vardır.
III.- OTURUM BAŞKANLARININ
KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in, 1915 yılında yaşanan olayları
daha önce “soykırım” olarak tanımlayıp aksini iddia edenlerin
cezalandırılmasını öngören kanun teklifine ilişkin Fransa Ulusal Meclisinde
22/12/2011 tarihinde oylama yapılacağına, konuyu gündeme taşıyarak tarihî bir
sorunu iç politikaya alet etmelerine, konunun siyasetçilerin değil tarihçilerin
araştırması gereken bir konu olduğuna ilişkin konuşması
BAŞKAN – Gündeme geçmezden
önce, bir hususu, önemi sebebiyle ve zamanlaması itibarıyla bir defa daha
burada, sizlerin huzurunda dile getirmek istiyorum.
Sayın milletvekilleri, 1915
yılında yaşanan olayları daha önce “soykırım” olarak tanımlayıp aksini iddia
edenlerin cezalandırılmasını öngören kanun teklifine ilişkin Fransa Ulusal
Meclisinde yarın oylama yapılacaktır. Geçmişte barış içerisinde yaşadığımız
Ermeni vatandaşlarımızı tahrik ederek her iki taraf açısından istenmeyen
olayların vuku bulmasına sebep olanlar, bugün de sadece oy hesabıyla ve
bezirgânca bir yaklaşımla konuyu gündeme taşıyarak tarihî bir sorunu iç
politikaya alet etmektedirler. Konu, siyasetçilerin değil, tarihçilerin
araştırması gereken bir konudur. Bunu defaatle ifade
ettik.
Yarın Fransa Ulusal
Meclisinde yapılacak oylamanın olası sonuçlarına ilişkin hassasiyetimizi
çeşitli vesilelerle dile getirdik. Fransa Ulusal Meclis Başkanına mektup
gönderdim. Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan
bir heyetimiz ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri, Fransız kamuoyuna ve
politikacılarına konunun iki ülke ilişkilerinde yol açacağı kalıcı tahribatı
anlatıyorlar. Dünkü birleşimde Başkanlık tarafından Genel Kurul kürsüsünden
gerekli uyarı Meclisimiz adına bir defa daha yapıldı, ben de aynen katılıyorum,
bugün de aynı uyarıyı yapmayı tarihî bir görev olarak kabul ediyorum. Teklifin
seçimler öncesinde gündeme getirilmiş olması bile başlı başına bazı Fransız
politikacıların bu konuya nasıl yaklaştığını göstermektedir.
Milletvekillerinin ve
parlamentoların görevi ülke ve dünya barışına hizmet etmektir. Politikacı oya
muhtaçtır, ancak sağduyulu politikacılar ülkelerinin ve vatandaşlarının
geleceğini ipotek altına alacak kararlardan kaçınmalıdırlar. Teklifin kabul
edilmesi Türkiye-Fransa ilişkilerinde telafisi mümkün olmayan, tamir
edilemeyecek ölçülerde büyük bir hasara yol açacaktır. Umarım yarınki oylamada
sağduyu öne çıkar ve Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine her fırsatta karşı
çıkan Fransız politikacıların her iki ülke vatandaşları arasında kalıcı bir
tahribata yol açacak hataya düşmelerinin önüne geçilmiş olur.
Değerli milletvekilleri,
şimdi gündeme geçiyoruz.
Programa göre 2012 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı üzerindeki son görüşmelere başlıyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (x)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S. Sayısı: 88) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Sayın milletvekilleri,
Genel Kurulun 6/12/2011 tarihli 29’uncu Bileşiminde
alınan karar gereğince, bütçe görüşmelerinin sonunda gruplara ve Hükûmete birer
saat süreyle söz verilmesi -bu süre birden fazla konuşmacı tarafından
kullanılabilecektir- İç Tüzük’ün 86’ncı maddesine
göre yapılacak lehte ve aleyhteki kişisel konuşmaların ise onar dakika olması
kararlaştırılmıştı.
Şimdi grupları ve şahısları
adına söz alan sayın üyelerin isimlerini bilgilerinize sunuyorum: Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına: Sakarya Milletvekili Sayın Münir Kutluata, Mersin Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın
Mehmet Şandır.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına: İstanbul Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Akif Hamzaçebi,
Tekirdağ Milletvekili Sayın Faik Öztrak.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına: Diyarbakır Milletvekili Sayın Nursel Aydoğan ile Iğdır
Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Pervin Buldan.
Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına: Giresun Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Nurettin Canikli.
Şahısları adına: Lehinde,
İzmir Milletvekili Sayın Mehmet Saim Tekelioğlu; aleyhinde, Yalova Milletvekili
Sayın Muharrem İnce.
Şimdi ilk söz sırası,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Münir Kutluata’da. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Kutluata.
Süreniz yarım saat Sayın Kutluata.
MHP GRUBU ADINA MÜNİR
KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. 2012 yılı bütçesi üzerinde son görüşmelerde Milliyetçi Hareket
Partisinin görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızdayım.
Değerli milletvekilleri,
bütçeler, ait oldukları yılda ülke ekonomisinin ne durumda olduğunu
gösterdikleri kadar, daha önceki uygulamaların ülkeyi nereye getirdiğinin de
önemli belgeleridir. Bu görüşmelerde, sadece bu bütçenin durumunu değil, ülke ekonomisinin
ne durumda olduğunu da görüşüyoruz. Bu nedenle, sözlerimin başında bir
kıyaslama ile dikkatlerinizi konunun özüne çekmek istiyorum. Dokuz yılı aşkın
bir süre iktidarda kalmış olan Adalet ve Kalkınma Partisi, seksen sekiz yıllık
cumhuriyet tarihimizin yüzde 10,5’ine hükmetmiştir. Bu, uzun bir süredir, tek
başına büyük bir Meclis çoğunluğuyla yürütülmüş bir iktidardır. Bu dönemin
sonunda Türkiye’nin nerede olduğunu gerçek göstergelerle ifade edersek, dokuz
yıllık değerlendirmeyi de, bundan sonraki bütçelerden ne beklendiğini de aşağı
yukarı ortaya koyma şansımız olur. Bu dönemin sonunda, elimizde 2010 yılının
net rakamları var, 2002 ile 2010 yılının sonuna kadar Türkiye’deki ekonomik
gelişme, kişi başına millî gelirin net olarak yüzde 31 artışından ibarettir.
Yani bu dönemde, 2002 yılında 4.225 dolar olan kişi başı millî gelir iktidar
tarafından 5.570 dolara çıkarılmıştır. Bu, Devlet Planlama Teşkilatının,
Kalkınma Bakanlığının kaynaklarında 2012 programının on altıncı sayfasından
alınmış bir bilgidir.
Eğer daha önceki iktidarlar da AKP gibi bir performans
gösterselerdi, her sekiz yılda Türkiye yüzde 31 gelişme kaydetseydi, kişisel
zenginleşme ve fert başına millî gelir açısından bu süre içinde gelinen nokta,
1923 yılında 45 dolarlık fert başına geliri esas alırsanız, 2002 yılında AKP
İktidarı sadece 530 dolarlık bir millî gelir seviyesi devralmış olurdu kişi
başına. Hâlbuki…
BAŞKAN – Sayın Kutluata, bir dakikanızı rica edeceğim.
Değerli milletvekilleri,
bütçe müzakereleri bizim Parlamento kültürümüzde önemli bir yer tutar. Şahsi
talebi olan milletvekillerimizin lütfen kendi yerlerine oturmaları ve bakan
arkadaşlarımızı meşgul etmemelerini… Hassaten uğultuya ve konuşulanı anlamaya
engel teşkil edecek hususlardan hepimizin sakınması gerekmektedir. (CHP, MHP ve
BDP sıralarından alkışlar) Birbirimizin hem hukukuna hem de sözlerine saygı
duyarak bu müzakereleri götürelim.
Buyurun Sayın Kutluata.
MÜNİR KUTLUATA (Devamla) –
Adalet ve Kalkınma Partisi, 4.225 dolar kişi başı reel millî gelir değil, 535
dolarlık bir Türkiye devralmış olurdu 2002’de. Demek ki hem önceki
performanslarının yüksek olduğunu söylüyoruz hem de bu dönemin iyi
değerlendirilmediğini ifade etmiş oluyoruz. Bu İktidar dönemi geçen süreyi
dikkate alırsanız,1929 buhranı, İkinci Dünya Savaşı, ihtilaller, her türlü
yokluklara rağmen Türkiye ekonomisi çok daha hızlı bir gelişme kaydetmiştir.
Diğer taraftan, başka göstergelere baktığınız zaman da aynı şeyi görüyorsunuz;
kişi başı gelişmişlik endeksinde 92’nci sırada olduğumuzu, yirmi beş yaşındaki
nüfusunuzun aldığı eğitim bakımından 126’ncı sırada olduğunuzu görüyorsunuz ki
bunun dokuz yılı bu İktidar döneminde geçmiştir. O hâlde Türkiye'nin genel
göstergelerine baktığımız zaman ortada bugün söylendiği gibi, yetkililerin,
sorumluların söylediği gibi bir tablo olmadığını görüyoruz ama bu gerçek
tablolar ortaya koyuldukça bir temel göstergeler savunmasıyla karşılaşıyoruz.
Deniliyor ki: “Hangi gerekçeyi gösterirseniz gösterin, hangi realiteyi önümüze
koyarsanız koyun Türkiye'nin temel göstergeleri sağlamdır.” O bakımdan, sizlere
bu sağlam denilen temel göstergelerin nereye oturduğunu ve ne kadar güvenilir
olduğunu da ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
sağlam denilen bu göstergeler, büyüme oranı, istihdam oranı, enflasyon oranı,
bütçe denkliği, tasarruf oranı ve borçların yapısı ve seyri gibi hususlardır.
Şimdi, bütün bu göstergelerin çok büyük bir cari açık üzerine dayandığını görür
ve bilir, buna göre irdelerseniz ortadaki size bugün veya dün sağlam görünen
göstergelerin birdenbire nasıl değiştiğini görürsünüz bugün olduğu gibi. Dün
söylediği kadar bugün, iktidar, bu göstergelere güvendiğini ifade edemiyor.
Bunlardan birincisi büyüme oranıdır. Büyüme dediğimiz zaman üç büyüklüğün bir
arada gözlenmesi gerekiyor. Bunlardan bir tanesi zaten tüketim oluyor ve büyüme
başlıyor. Tüketim olduğu zaman yatırım icap ediyor, üretimin artması gerekiyor.
Tüketimi artırıp yatırımı yapmadığınız, üretimi artırmadığınız zaman
karşıladığınız tüketim başka ülkelerin üretimiyle gerçekleşen tüketimdir.
Dolayısıyla, büyümeniz var, üretim artışınız yok.
Üçüncü düzelme ve gelişme:
İthalat ve ihracat arasındaki farkın ihracat lehine artmasıdır. Kendiniz üretmediğiniz
takdirde bu sefer ihracatınız azalmakta, nispi olarak düşmekte ve ithalat
artmakta, dolayısıyla, buradaki büyüklük de aleyhinize işlemektedir. O
bakımdan, bu tür büyümeye “kalitesi bozuk büyüme” deniyor ve Türkiye’de
yaşananın da bu olduğu herkes tarafından biliniyor.
Özet olarak, her zaman
ifade edilen husus şudur: İthalatla ekonomi yürütülüyor, başkasının parasıyla
ithalat yapılıyor ve parası olmayan tüketici kesimler de borçlandırılmak
suretiyle bu ithalat sağlanıyor. Yani başkasının parasıyla yapılan ithalat,
borçlandırılarak yapılan tüketim ve bu işi seyrederek vergi alan bir hükûmetle
karşı karşıyayız. Ekonominin çarklarının özeti netice itibarıyla bu olmaktadır.
Burada önemli bir örnek
vermek istiyorum: Bu yapı bizi devamlı daha verimsiz bir dış ticaret yapısına
götürüyor. Bu yapı bizi devamlı bozulan bir üretim yapısına, üretimdeki yapısal
bozulmaya götürüyor. Bu sürecin sonunda verimsiz ihracat ortaya çıkıyor. Bir
örnek vermek gerekirse, 2002 yılında ihracatımızın içinde yüzde 4,7 olan yüksek
teknolojiye dayalı ürünlerin payının 2010 yılında 2,2’ye, 2011 yılında da 1,9’a
düştüğünü görüyoruz. Dolayısıyla, her zaman daha aleyhe işleyen bir dış ticaret
yapısı, her zaman katma değeri düşen bir ihracat yapısıyla karşı karşıya
kalıyoruz.
Bir başka nokta değerli milletvekilleri, istihdam konusu. İstihdamın her yıl dalgalanan büyüme rakamlarıyla artıyor
görünmesi Türkiye’de istihdamın rakamlar üzerindeki görüntüsünü değiştiriyor
olabilir ama istihdamın kalitesini artırmıyor. İstihdamın kalitesinin artması,
işe giren insanların işlerinden memnun olması ve işlerini garanti
görebilmeleridir. Bu açıdan baktığımız zaman, sağlanmış görünen istihdam
dalgalı bir istihdam olmakta, bir yıldan öbür yıla istihdamın kalitesi devamlı
bozulmaktadır. Bunun en önemli örneğini 2008-2009 krizinde gördük; 1 milyon 300
bin insanımız işsiz kaldı, bunların 870 bini tezgâh başından, sanayideki üretim
yapısından koparak işsizler ordusuna katıldı. Ondan sonraki yıllarda “Düzeldi,
sayısı arttı.” dediğimiz istihdam inşaat sektöründeydi, hizmetler
sektöründeydi, büyük oranda tarım sektöründeydi. Dolayısıyla, bunlar,
istihdamdaki kalitenin bozulmasının alametleridir, rakamlardaki düzelme
meseleyi halletmiyor.
Buna bir başka örnek vermek
isterim: 2009-2010 yılında, Ankara’da Tekel işçilerinin direnişi
sırasında, Tekel işçilerine yapılanların
hepsi bir tarafa, bunlardan daha vahim birtakım ifadeler kullanılmıştı.
Denilmişti ki işçilere: “Sizin razı olmadığınız ücretlerden, dışarıda, çok daha
düşüğüne çalışmak isteyen çok sayıda insan var; onun için nazlanacak hâliniz
yok.” İşte, istihdam kalitesinin bozulması bu demektir değerli milletvekilleri.
Toplumun mutlu ve itibarlı
bir üyesi olarak, anayasal hak olan çalışma hakkına kavuşmak yerine, ölmeyecek
kadar gelirlerle çalışmaya razı olma konusu; bu konunun her türlü siyasi
tartışmanın üzerinde tutulması gerektiğini düşünüyoruz.
İşe giren bir genç “İş
sahibi oldum.” deyip, evini tutup, düzenini kurabiliyor ve yarınına güvenle
bakabiliyorsa işsizlik oranı düşüyor demektir; durum böyleyse Hükûmet haklıdır.
Yok, işi itibarıyla diken üstünde oturuyor, geliri itibarıyla muhtaç
durumdaysa, işten çıkarılması an meselesiyse o zaman bizim söylediklerimize
kulak verilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Bu “Düzgündür.” diyerek
ifade edilen göstergelerden bir tanesi de enflasyon konusu değerli
milletvekilleri. Enflasyon konusunda çok özet olarak üç noktaya temas etmek
istiyorum. Bunlardan bir tanesi, enflasyonun “düşük” denildiği dönemde yani bu
İktidarın yönetiminde, Türkiye’de enflasyon oranları hiçbir zaman Hükûmetin
ilan ettiği ve tahmin ettiği oranlar olarak gerçekleşmemiştir. “Yüzde 4”
denilmiş, 9 gerçekleşmiş; “5” denilmiş, iki haneli rakamlara çıkmış yani birçok
yıl yüzde 100’ün üzerinde şaşmalar ortaya gelmiş ve yüksek enflasyon
dönemlerinde olduğu gibi, enflasyon psikolojisi dar gelirli insanların aleyhine
işlemiştir.
Zam yapabilecek olan, fiyat
dikte edebilecek olan fiyatını yapar, zammını koyar, gerçek enflasyon
oranlarının üzerinden hareket ederken talep gücü zayıf olan, ürettiği ürüne
fiyat koymakta tedirginlik içinde bulunan küçük işletmeler dâhil olmak üzere
herkesin aleyhine işleyen bir enflasyon süreci yaşanmıştır.
Bir başka nokta,
enflasyondaki düşme bir başarı olarak takdim edilerek bunun düşük dövizle
sağlanan, ucuz ithalatla sağlanan bir gelişme olduğu göz ardı edilmiş ve
bununla iftihar edilmeye çalışılmıştır.
Şimdi, enflasyon
başkaldırınca “Enflasyon canavarını hallettik.” edasıyla sergilenen şövalye
tavırlarının, “Enflasyon hortlamak üzeredir.” diye yine aynı terminolojiden
birtakım sevimsiz ifadelerle itiraf edilmeye çalışıldığını görüyoruz.
Dolayısıyla, enflasyonun
geldiği yer çok önemlidir. İktidarın bunu gözden kaçırmaması lazımdır.
Enflasyonun geldiği yer, maliyetli üretim yapısı ve yetersiz üretim yapısıdır.
Bunları düzeltmeden, düşen enflasyonun sizin elinizden düşmediğini, hangi
sebepten düştüyse yine o sebepten yükseleceğini bilmeniz gerekir.
Bir başka nokta,
enflasyonla ilgili söylenmesi gereken üçüncü husus, Merkez Bankası enflasyonun
en büyük problem olduğunu ifade etmeye başlamıştır. Hükûmet: “Enflasyon ciddi
tehlike hâline geliyor.” demeye başlamıştır. İş çevreleri zaten işin
farkındadır. Dar gelirli başından beri, düşük olduğu söylendiği dönemden beri
de bu sıkıntıyı yaşamaktadır. Gözler Merkez Bankasına, tenkitler Merkez
Bankasına çevrilmiştir ama görüyoruz ki iktidar, enflasyonun düşürülmesi
konusunda kendine düşenleri yapmamak suretiyle, üretimdeki yapısal bozuklukları
âdeta teşvik etmek suretiyle Merkez Bankasını bu noktada yalnız bırakmaktadır.
Bir başka husus, göstergelerimizle
ilgili, borçlar meselesi değerli milletvekilleri. Borçlarla ilgili devamlı
söyledik: Borçlarda azalma yok artış var. İç borçlar yüzde 149 oranında, 2,5
katı oranında artmış. Kamu borçları yüzde 25 oranında artmış. Diğer taraftan Türkiye ekonomisi üreticisiyle, tüketicisiyle
muazzam bir borç yapısının altında. Böyle bir ortamda Türkiye’de borçlar
üzerinden iyi ekonomik görüntü verildiğini söylemenin sadece bir savunma
ihtiyacından ibaret olduğunu söylemek zorundayız. Bakınız, tüketici borçları,
hane halkı borçları 2002’de 6,7 milyar lira iken bugün 236 milyar liraya
çıkmıştır. 6 milyar lira… 236 milyar lira… “Bu önemli olmaz, gelirine oranı…”
derseniz, harcanabilir gelire oranı yüzde 4 iken yüzde 45’e çıkmıştır, 11
katının üzerine çıkmıştır. Tüketicinin tüketim takatinin bittiği, yarınki
gelirlerinin bugünden tüketime harcatıldığı bir ortamda ekonominin geleceğiyle
ilgili herkesin endişe duyması son derece tabiidir. Tasarruf oranlarının yüzde
12’ye düştüğünden bahisle cari açığın gerekçesi olarak tasarruf oranlarının
gösterilmesi gibi bir yanlış izahla da karşı karşıyayız. Bu tavır cari açığın
devamlı artacağının en önemli işaretidir. Cari açık düşük tasarruf oranının
sonucu olmaktan önce düşük tasarruf oranları cari açığın sonucudur. Cari açıkla
yaptığınız ithalatla
yere serdiğiniz üretimde faktör gelirleri elde edemeyen ekonomik kesimler,
ücret elde edemeyen işçi kesimi, kâr elde edemeyen iş âlemi, kira gelirleri
düşen gayrimenkul sahipleri, sermaye gelirleri azalan diğer kesimlerin tasarruf
etmeleri kolay değildir. Dolayısıyla, bu yapısal bozukluğun nereden geldiğine
bakmadan bunu cari açığın kaynağı yapmak doğru değildir diye düşünüyoruz.
Son olarak, cari açığın
doğrudan doğruya kendisiyle ilgili bazı ifadelere dikkatinizi çekmek istiyorum.
Türkiye’nin bu kadar büyük sıkıntıya sokulduğunu söylediğimiz her noktada cari
açıkla ilgili bir söylemle karşılaştık. İktidar mensupları dediler ki: “Cari
açık karşılanabildiği sürece mesele yoktur.” Esasen, bu tam bir mirasyedi
tavrıdır. “Cari açık karşılanabildiği sürece sorun yok.” derseniz, cari açıkla
yapılan tahribatları görmez olursunuz.
Bir başka kesim, daha
bilgiç bir kesim ortaya çıktı. “Cari açığın finansman kalitesi önemlidir.”
dendi ve sonuç itibarıyla Türkiye’de cari açık 80 milyar dolara dayandı. 80
milyar dolara dayanan cari açığın yüzde 20’sine yakın kısmını, 16 milyar dolar
gibi sarsıcı bir kısmını bu ekonomi “net hata noksan” denen, “nereden geldiği
belli olmayan” diye tanımlanan bir kaynaktan karşılıyor.
Değerli milletvekilleri,
yönetim nereden geldiğini bilmiyor olabilir diyelim. Peki, bunların nereye
geldiğini de mi bilmiyor? Hangi alanlara geldiğini de mi bilmiyor? Dolayısıyla
cari açığın bu yoldan karşılanması, sıcak parayla karşılanması, isterse
doğrudan sermaye girişiyle karşılansın, mevcut işletmelerimizin satın alınması
şeklindeki uygulamalarla karşılanması millî gelirdeki adaletsizliği ve millî
gelirin göründüğü kadar vatandaşın refahına yansımıyor olmasını açıklıyor.
Dikkat ederseniz bu
yabancılaşmaların sonunda gelinen noktada Türkiye’de birtakım rakamlar yüksek
gösterilmekle gayrisafi yurt içi hasılanın gayrisafi millî hasılaya dönüşme
oranının zaman içinde düştüğü ve gayrisafi yurt içi hasıla
üzerinden hesap edilen millî gelirlerin gerçeği ifade etmediği ortaya çıkıyor.
O yüzdendir ki Hükûmet “Biz kişi başına geliri 10 bin doların üzerine
çıkardık.” dedikçe, vatandaşlarımız “Nerede benim 10 bin dolarım?”
demektedirler.
Türkiye ekonomisi bütün bu
göstergelerle birtakım açıklamalar ışığı altında değerlendirilebilir ama gözle
görülür çok büyük bir sıkıntı konusu vardır. Bu da Türkiye’de ekonomideki
strestir, iş dünyasının huzursuzluğudur.
Türkiye’de iş çevreleri
huzursuzdur çünkü üretim yapısının nasıl bozulduğunu görmektedir. İş çevreleri,
Merkez Bankasının açıklamalarına bakmakta ve telaşı görmektedir. İş çevreleri,
Hükûmetin açıklamalarına bakmakta ve telaşı görmektedir. Hükûmetin cari açığı
düşürmek amacıyla attığı adımın dövizde ortaya çıkardığı fırlama
durdurulamamış, yükselme durdurulamamış ve şu anda herkes olayı sıkıntıyla
izlemekte ve Merkez Bankasının rezervleri her müdahalede önemli bir oranda
azalmaktadır. Bu bakımdan, Türkiye ekonomisinin bu stresinin değerlendirilmesi
konusunda Hükûmetin atacağı birtakım adımlar vardır. Bunları gecikmeden
atmasını ve bu konuda düzenlemeleri yapmasını bekliyoruz.
Bakın, 2008-2009 krizinin,
bu güvensizliğin ortaya çıkmasında bu krizin zihinlerde yarattığı travmanın büyük etkisi vardır. O tarihte tedbir almak yerine
göz göre göre krizi hazırlıksız karşılayan bir iktidarın o dönemde iş çevresine
güven vermemiş olmasının bugünlerde büyük etkisi vardır. Söz buraya gelmişken,
bu noktada, Milliyetçi Hareket Partisinin, 2009 yılı krizi yaşanırken tedbir
almayan Hükûmete rağmen, 2008 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı
zaman Küresel Krizi İzleme ve Değerlendirme Komisyonu kurduğunu ve bu
komisyonun değerli uzman milletvekillerinin muntazam bir çalışma sürecinde,
belirli periyotlarla hem kamuoyuna hem iş çevrelerine
hem Hükûmete yapılması gerekenleri söylediğini ve bu anlamda tavsiyelerde
bulunduğunu ve üzerine düşeni yaptığını hatırlatmak istiyorum. Gerçekten, bu
tarihte, 22 Ekim 2008, 5 Kasım 2008, 19 Kasım 2008, 8 Ocak 2009, 20 Şubat 2009,
17 Nisan 2009 ve 10 Haziran 2009 tarihlerinde kamuoyuna bu endişeler, Hükûmete
bu tavsiyeler ve iş çevrelerine bazı öngörüler duyurulmuş ve görev yapılmıştır.
Ancak, hatırlanacağı üzere o tarihte, Hükûmetin, bu sıklıkta ve bu hassasiyette
iş çevrelerinin ve kamuoyunun önünü görmesini sağlayacak çalışmalara ve
açıklamalara girmediğini hepimiz hatırlıyoruz. O bakımdan, bu noktada, hem orta
vadeli program dediğimiz programın hiçbir öngörüsünün hiçbir yıl tutmamış
olması ve geçmişin böyle değerlendirilmiş olması, öbür taraftan yarına yönelik,
2012’ye yönelik tehlike çanları çalarken Hükûmetin hâlâ Avrupa’nın durumuna
hayıflanmakla yetiniyor olması kamuoyunda bu stresi yaratıyor, güçlendiriyor.
Değerli milletvekilleri,
bütçe değerlendirmeleri konusunda, bütçe denkliği çok önemli bir kriterdir. Bu Hükûmetin de sık sık bütçe denkliği konusuna
temas ettiği ve bunun üzerinde durduğunu görüyoruz. O bakımdan önce bütçeyi bu
bütçe denkliği açısından değerlendirmekte yarar var diye düşünüyorum.
Bütçe denkliği bizde eğer
yaygınlaşmış ve zenginleşmiş bir tabandan alınan vergilerden oluşuyorsa o bütçe
zenginlik getirir. Bütçe denkliğini her hâlükârda sağlayabilirsiniz, ne
pahasına olursa olsun fakirden vergiyi alır, bütçe denkliğini sağlarsınız ama
burada fakirleştiren bütçe ortaya çıkar. Bu noktada, iktidarın yüzde 70’e
ulaşmış vasıtalı vergiler yoluyla sağladığı bütçe denkliğinin esasen
zenginleştiren mi yoksa fakirleştiren mi bir bütçe uygulaması olduğunu
dikkatlere sunmak istiyorum.
Bir başka nokta: Bütçe
denkliğinde arızi gelirlere sık başvuruluyor. Bunlardan bir tanesi
özelleştirmenin özellikle yabancılara satış şeklinde gerçekleştirilmesi ve
buralardan sağlanan gelirle bütçe denkliğidir. Bu yarın için millî gelirin
önemli payının dışarıya akması şeklinde olacağı için bu tür bütçe denkliğinin
sağlıklı bir yol olmadığını biliyoruz. Bir başka yol, “borçların yapılandırılması”
dediğimiz arızi denemedir. Borçların yapılandırılmasına 2009 krizi sırasında
ihtiyaç vardı ki küçük işletmelerimiz üretim alanından çekilmesin, esnafımız
yerle bir olmasın. O zaman yapılmayıp da bunun seçim döneminde yapılmış olması
sadece bütçeye gelir maksadıyla yapılmış olduğunu gösteriyor, bu bakımdan da
arızidir. Bedelli askerlik, 2/B uygulaması vesaire, bunları alt alta
koyabilirsiniz, bunlar arızi bütçe tedbirleridir ve sağlıklı değildir. Buna
dayanan tedbirlerin bir şey ifade etmediğini, geçici olduğunu, sağlıklı bir
ekonomi anlamına gelmediğini ifade etmek istiyorum. Bu tür uygulamalara
uzmanlar “şapkadan tavşan çıkarma” diyorlar yani bu tedbirlerin köklü ve asıl,
esas tedbirler olmadığını ifade etmeye çalışıyorlar.
Değerli milletvekilleri,
üçüncü nokta bütçe denkliği konusunda söylenecek olan, cari açıkla sağlanan bir
bütçe denkliği veya yüksek cari açığın Türkiye ekonomisine muazzam zararlar
verirken, öbür taraftan bütçeye bazı gelirler sağlıyor olması. Nitekim, ithalde alınan KDV’nin 53,9 milyar Türk lirası
öngörüldüğünü görüyoruz 2012 bütçesinde. Vergi gelirleri bile 53,8 milyar Türk
lirası, yani daha fazla. Dolayısıyla, bütçenin bu anlamda yine sağlıklı bir
yolla denkleştirilmediğini görüyoruz. “İkiz açık” diye bilinen cari açık ve bütçe
açığının, dış açık ve iç açık şeklindeki açığın, Türkiye’de cari açığın
dayanılmaz boyutlara çıkarken iç açığın nispeten düşürülüyor olması, esasen
bizde, bütçe açığının cari açığın içine gizlendiği gerçeğini ortaya
koymaktadır. Çünkü bütçe açığının düşüklüğü dev bir cari açıkla önümüzdedir. Bu
açığı diğer büyük rakamın içinde aramak gerekir diye düşünürüz.
2009 yılı bütçesi 2008 yılı
sonunda görüşülürken 10 milyar liralık bir bütçe açığı öngörülmüştü. Bunun
olmayacağını, kriz içinde olduğumuzu ve tedbir alınması gerektiğini, “Fakiri
kendi hâliyle baş başa bırakmayın.” demiş idik iktidara. Bu tedbirler alınmadı,
10 milyar liralık bütçe açığı öngörüldü, 52 milyar liralık açık gerçekleşti.
Şimdi 2012 yılının arifesinde “Bütçe açığı 21 milyardadır.” denilmesiyle ve bu
konuda buradan birtakım övünç payları çıkarılması ile endişemizin gitmediğini,
2009 bütçesini hatırlatma gereği olduğunu ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
gerçekten bütçenin değerlendirileceği çok nokta var ama zamanım çerçevesinde bir
iki noktaya daha temas etmek istiyorum, burayı kısa geçiyorum.
Ancak şunu ifade edeyim:
Yüzde 2 ile 4 arasında, yüzde 1 ile 4 dört arasında olacağı kabul edilen bir
büyümeye karşılık yüzde 13’ün üzerinde gelir artışı öngörülüyor. Dolayısıyla,
Türkiye ekonomisinin, vatandaşımızın gelecek yıl vergilerde çok zorlanacağı
bellidir. Hükûmet zamları 3+3 diye bir ayın, bir dönemin düşük görünen tüketici
endeksine göre yapıyor ama tahsilatlarını, vergi tahsilatlarını onun 2 katını
bulmuş olan üretici fiyatlarına göre yapıyor.
Dolayısıyla, bu bütçenin
neresine el atsanız söylenecek çok şey var ama sizlere Türkiye ekonomisinin
nerelerde olduğunu söylemek bakımından, bize her gün gelen müracaatları bir
şekilde bu kürsülerde her zaman ifade etme fırsatı bulamamış olmamızdan ötürü
de size bir tablodan bahsetmek istiyorum değerli milletvekilleri. Şurada
elimde, bir iki gün öncesinin, Sakarya’nın bir yerel gazetesinin kupürü var, başlığı var. Bu, gazetenin
birinci sayfasından fotokopi. Burada diyor ki: “Köyler icralık” Sayıyor:
Bankaların, yabancı…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kutluata, süreniz doldu.
Bütçenin ilk günkü
müzakerelerindeki uygulamaya paralel olarak gruplarımıza 6’şar dakika -ilk ve
son olarak- vereceğim. Dolayısıyla, bu 6 dakikanın 3’ünü şimdi size veriyorum,
3’ünü Sayın Şandır kullanacak. Sizden sonraki konuşmacıların bu sürelere dikkat
ederek konuşmalarını yapmaları işimizi kolaylaştıracaktır.
Size 3 dakika ek süre
veriyorum, buyurun.
MÜNİR KUTLUATA (Devamla) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Köylerin icralık olduğunu
ve yabancı bankaların bol keseden ve dönüm başına yüksek değerle verdikleri
paraları toplayamadıklarından şimdi şubeleri olmayan ilçelere hukuk büroları
açtığını gösteriyor ve söylüyor. Burada ilçelerimizi saymış: Kocaali, Geyve,
Ferizli, Hendek, Taraklı vesaire. Fakat esas önemli olan, biz
bu sıkıntının gelmekte olduğunu 30 Ekim 2007 tarihinde dönemin Maliye Bakanına
2008 bütçesi yapılırken söylemişiz, 2009 bütçesi yapılırken söylemişiz ve bir
yabancı bankanın veya bazı yabancı bankaların, ilin bazı yerlerinde bazı
alanlara çok özel ilgi gösteriyor olmasının takibinin kendilerinin görevi
olduğunu söylemiştik; şimdi Sakarya’da durum budur. Bu, borç oranlarını
verdiğimiz insanımızın, hane halkımızın, tüketicimizin, çiftçimizin,
üreticimizin genel tavrının bir küçük örnekteki yansımasıdır.
Şimdi, değerli
milletvekilleri, aynı yerden elimde bir başka vesika var; bu ilçelerimizden
Kocaali ilçesinin 40 muhtarı -köy ve mahalle muhtarları, toplamı 40 tane-
imzalar atmışlar, mühürler basmışlar ve göndermişler Türkiye Büyük Millet
Meclisine, diyorlar ki: “Bu sene fındık ürünü yok, şu kadar perişanız, şu kadar
zor durumdayız. Tarım krediye, Ziraat Bankasına ve diğer bankalara -bunları kastediyorlar-
borçlarımızın ertelenmesini istiyoruz.”
Çok önemli görüyorum bunu
çünkü bu muhtarlar zor durumdadır. Muhtarlar, seçim sırasında oyların iktidara kanalize edilebilmesi bakımından “hizmet alamayacakları”
şeklindeki ikazlar karşısında vatandaş üzerinde etki kurmaya çalışmak zorunda
bırakılmışlardı. Şimdi, vatandaş muhtara “Bizim durumumuz ne olacak?” diyor.
Muhtarlar da Meclise başvuruyor. Ama muhtarlar “Bu çiftçimiz daha önceki
yıllarda, bol fındık ürünü döneminde FİSKOBİRLİK’in devre dışı bırakılması ve
çiftçinin sahipsiz bırakılması sonucu bu borçların altında kaldılar.”
demiyorlar, “Bugün yokken 7.000 liraya çıkan fındığın o tarihlerde 2.300
liradan satılmasının biriktirdiği borçlardır, herkes sorumluluğunu bilsin.”
diyemiyor muhtarlar. Onlar bu kadar söyleyebiliyor. Ben de yüce Meclise ve
Hükûmete bunu arz etmiş oluyorum ancak kamuoyunun büyük kısmının bu sıkıntılar
içinde olduğunu ifade etmeliyim.
Değerli milletvekilleri, bu
bütçenin bütün bu eksiklerine rağmen ve daha önceki uygulamasıyla Türkiye’yi
arzu ettiğimiz yere getirmemiş olmasına rağmen milletimize hayırlı olmasını
diliyor, hepinize tekrar saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Kutluata.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına ikinci konuşmacı, Mersin Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın
Mehmet Şandır.
Sayın Şandır, buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz otuz artı üçtür.
MHP GRUBU ADINA MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Çok Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2012 bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun
görüşlerini ifade etmek için söz aldım. Öncelikle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Ancak, sözlerime başlamadan önce, bugün ülkemizin ve milletimizin
önünde çok önemli bir konu olan Fransa’daki hadise üzerinde Milliyetçi Hareket
Partisinin duygularını, düşüncelerini de ifade etmekle başlayacağım.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu ve camiası olarak, Türk milletini soykırım yapmakla, katliam yapmakla
suçlamak cüretine kalkan bazı gafiller, özellikle ve başta soykırım yapmayı suç
sayan bir kanun teklifini, tasarısını Fransız Parlamentosuna sunan Fransa
Hükûmetini ve bunu gündemine alan Fransız Parlamentosunu şiddetle, nefretle
kınıyoruz. Fransız parlamenterlerin bu yanlışlıktan geri döneceğini ümit etmek
istiyorum ama yanlışta ısrar ederlerse biz, bunu bir düşmanlık olarak kabul
edeceğimizi ve Türk milletinin dostluğuna herkesin ihtiyacı olduğunu tekrar
hatırlatmak ihtiyacını duyuyoruz. Bu bir millî konu, bu bir millî dava, bu
davada tüm milletimiz başta Milliyetçi Hareket Partisi camiası olarak ne
yapılması gerekiyorsa onu yapmak noktasında siyasi iktidardan da gereken tavrı
beklediğimizi ifade ediyorum.
Değerli milletvekilleri,
buraya çıkarken bir diğer acı haber, bir önemli bir haber daha ulaştı: Diyarbakır’da
maalesef müessif bir kaza olmuş, 24 vatandaşımız bir trafik kazasında hayatını
kaybetmiştir. Hakk’ın rahmetine kavuşan bu vatandaşlarımıza yüce Allah’tan
rahmet diliyorum, ailelerine, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Milletimizin
başı sağ olsun.
Değerli milletvekilleri, bütçe konusunda konuşmaya başlamadan
önce, öncelikle, bu bütçenin -işte son konuşmalarını yaptığımız şu gününde-
hazırlanmasında emeği geçen tüm bürokratlara, bakanlık bürokratlarına,
siyasilere, bu bütçenin Komisyonda ve Genel Kurulda bu noktaya gelmesine katkı
veren tüm milletvekillerine, başta grubumuz mensubu sayın milletvekillerimize,
arkadaşlarıma ve bizim bu çalışmalarımıza gece gündüz demeden katkı veren
Meclis personeline huzurlarınızda öncelikle teşekkür ediyorum.
Şunu bir daha ifade
ediyorum: Bütçe çalışmaları Türkiye Büyük Millet Meclisi ve siyaset kurumu için
önemli ve değerli bir faaliyettir. Bunu yapabilmiş olmamızın, bu Meclisin açık
olmasının, demokrasimizin işlemiş olmasının değerini ve kıymetini bilmek durumundayız.
Bunu önemsiyoruz ve bunun için demokrasimizin, Meclisimizin kıymetini bir daha
ifade ediyorum.
Bundan sonra sorumluluk
siyasi iktidarındır, artık, bu bütçenin uygulanması ve sonuçlarının hesabını sayın Hükûmet vermek durumundadır.
Değerli milletvekilleri,
-sizler de biliyorsunuz, birçok defa tekrarlandı- bütçe görüşmeleri aslında
ülke gündemi üzerinde bir genel görüşmedir, burada yapılan müzakereler de çok
değerli birer siyaset belgesidir. Biz bu bütçe konuşmalarında, bütçe
müzakerelerinde millete ait olan kaynakların nasıl kullanılacağını, nasıl
kullanıldığını burada birlikte değerlendiriyoruz. Bütçe görüşmelerinde, toplum,
kendi kaynaklarının kullanılmasını, milletvekilleri, muhalefet milletvekilleri
tarafından denetlenmesini birlikte izlemektedir. Değerli milletvekilleri, buna
“bütçe hakkı” deniyor; bütçe hakkı, toplumların demokratik gelişmişliklerinin
en önemli ölçüsüdür. Eğer bir toplum, milletvekilleri, Parlamentosu vasıtasıyla
kaynaklarının nasıl kullanıldığını sorgulayabiliyorsa demokratik olgunluğa
erişti demektir. Biz, bu anlamda, bütçe müzakerelerini çok değerli buluyoruz.
Bütçe görüşmelerinde,
aslında…
BAŞKAN – Sayın Şandır, bir dakikanızı rica edebilir miyim.
Değerli milletvekilleri,
konuşmaları dikkatle takip edebilmemiz bakımından bu uğultunun kesilmesi lazım.
Ayakta konuşan arkadaşlarımız konuşma ihtiyacını duyuyorsa bu ihtiyaçlarını
kulislerde gidermelerini hassaten rica ediyorum.
Buyurun Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Süremin ilavesini isterim Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Adaletimden emin
olabilirsiniz.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmelerinde siyasi partiler ülke ve millet
için gelecek öngörülerini, ülke için tehdit algılamalarını, tedbir ve yatırım
önceliklerini bu müzakerelerde ifade ederler. Aslında, bütçe görüşmeleri siyasi
partilerin misyon ve vizyon sahnesidir ve bu sahnenin
seyircisi de Türk milletidir, büyük milletimizdir.
Bütçe görüşmelerinde,
aslında, iktidar, icraatının hesabını verebilmek imkânına sahip oluyor
değerlendirebilirse; kesin hesap kanunuyla da aslında kendini ibra ediyor, çok
değerli, çok önemli bir imkân. Muhalefet milletvekilleri için, muhalefet
partileri için de bu konu, millet adına denetim görevini yapabilecekleri bir
alan olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca, muhalefet milletvekilleri, muhalefet
partileri iktidar projelerini de bütçe görüşmelerinde topluma sunabilmek
imkânlarına sahip olurlar.
Değerli milletvekilleri,
biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütçe görüşmelerini bu anlam ve kapsamda
değerlendirdik ve bu konuda milletvekillerimiz çok sayıda soru sordu, çok
sayıda konuşmalarında önerilerde bulundu. Her bütçe müzakereleri sonrasında,
bizim grubumuz bu türde çalışmalar yaparak Hükûmete bu görüşmelerde sunulan
projeleri, önermeleri böyle kitap hâline getiriyoruz ama bugüne kadar, 10’uncu
bütçesini görüştüğümüz AKP İktidarı muhalefetin bu türlü önermelerine ihtiyaç
duymadı, değerlendirmeye de almadı maalesef. İnanıyorum ki birazdan Sayın
Canikli çıkacak “Ne öneriyorsunuz yani? Hep tenkit ediyorsunuz.” diyecek ama
her defasında biz bunu söylüyoruz.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Demeyeceğim, demeyeceğim.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) -
Burada, her bütçe sonrasında, Milliyetçi Hareket Partisi milletvekillerinin
proje önerileri böyle kitaplar hâlinde raflarda beklemektedir.
Aslında, bütçe
müzakerelerinin bu kapsamda yapılması gerekirken siyasi iktidarı, iktidar
partisi grubunu bu yaklaşım içerisinde bir türlü göremedik. Her aralık ayında
aynı nakarat, aynı şeyleri dinliyoruz. Yine rakamlara takla attırıyorsunuz,
muhalefeti suçluyorsunuz, övünüyorsunuz, ilgisizlik, tahammülsüzlük. Sözde
birleşim yapıyoruz, müzakere ediyoruz ve ülke kaynaklarının nasıl kullanıldığını,
kullanılacağını müzakere ediyoruz ama ilgisizlik buranın temel karakteristiği
oldu. Vizyonu olmayan konuşmalar ve ne yazık ki bu defa dozu artan, Başbakana
methiyeler. Yani buna Sayın Başbakanın ihtiyacı yok sayın iktidar partisi grubu
milletvekilleri ama burada her defasında her çıkan konuşmacınızın temel konuşma
karakteristiği bu, geçmişi suçlamalar ve Sayın Başbakana methiyeler. Ne yazık
ki üzülerek söylüyorum, bütçe görüşmeleri, bir anayasal zorunluluk, bir şekil
şartının yerine getirilmesinin ötesine geçemiyor hâlbuki,
başta da arz ettiğim gibi, çok değerli bir fırsat ve imkândır.
Değerli milletvekilleri,
öncelikle her defasında olduğu gibi, şunu tekrar ifade edeyim: Biz Milliyetçi
Hareket Partisi olarak bu millete, bu ülkeye bir gram hizmeti dokunan kim varsa
ona şükranlarımızı sunuyoruz, hangi iktidar varsa ama biz bu milleti her şeyin
en güzeline, en çoğuna layık görüyoruz, azla yetinmemizi beklemeyin. Bu
sebepten dolayı bu bütçeyi yeterli bulmuyoruz, yaptığınız savunmayı yeterli
bulmuyoruz, politikalarınızı bu anlamda tenkit ediyoruz ve bir şey daha
söylüyoruz size, iktidarlar övünmemeli. İktidarlar milletten aldıkları yetkiyle
millete verdikleri sözü, görevlerini yerine getiriyorlar. Buraya çıkıp da “Şunu
yaptık, bunu yaptık.” diyerek milletin başına kakmaya hakkınız yok, bu yanlış
ve bunu o kadar rahatsız edici bir üslupla yapıyorsunuz ki her defasında
konuşuyoruz, bu sizde bir gelenek hâline geldi. Aslında, her defasında yine
söylüyoruz, diyoruz ki: Siz bu ülkeyi, bu milleti nerede görmek istiyorsanız
orayla mukayese ederek bugünü mukayese ediniz, bugünü konuşunuz. Geriye bakarak
2002’nin rakamlarıyla teraziye çıkmak yakışmıyor.
Bu sebeple biz, bu
müzakereleri iktidar açısından kaybedilmiş bir fırsat olarak görüyoruz.
Aslında, bu karakterinizi sorgulamak da gerekiyor. Bütün ısrarımıza rağmen,
onuncu yıla girdik, dokuz yıl sonra, yine aynı: bakanıyla, Sayın Başbakanıyla,
konuşmacılarıyla, ısrarla 2002’ye endeksli bugünü değerlendirmek, geleceği
öngörmek saplantısından kurtulamadınız. Bu neyin kompleksi?
Hangi kompleksin dışa vurumu? Bunu gerçekten anlamakta
zorlanıyoruz. Nedir yani? Bir vicdan azabı mıdır? Görevi başaramamış olmanın
suçluluğunun dışa vurumu mudur?
Değerli milletvekilleri,
her ne ise bunu biz sağlıklı bir ruh hâli, sağlıklı bir siyaset anlayışı olarak
değerlendirmiyoruz yani bu sözlerimi ağır bulabilirsiniz ama sayın bakanlar
burada, şahıslarını ilzam etmiyorum ama bir sayın bakan çıktı burada, hepinizin
gözünün içine baka baka, 2002 öncesini “zulüm dönemi” olarak niteledi. Var mı
böyle bir hak değerli arkadaşlar? Zulüm dönemi yani bu ülkede ne yapıldıysa
sizin dönenimizde yapıldı, geçmişte hiç iyi bir şey yapılmadı! Bu, sağlıklı bir
ruh hâli değil. Bunun size de faydası yok, ülkeye de faydası yok.
Yine söylüyoruz, artık,
kendinizi kendinizle mukayese ediniz, dokuzuncu yılını doldurdu iktidarınız.
Kendinizi OECD’yle mukayese ediniz, kendinizi üyesi olmak için çırpındığınız
Avrupa Birliğiyle mukayese ediniz, Amerika Birleşik Devletleri’yle mukayese
ediniz. Yani buna gücünüz mü yetmiyor, buna ufkunuz mu yetmiyor ya da
başaramamış, becerememiş olmanın acziyle burada geçmişi suçlayarak kendinizi
millete mi anlatmaya çalışıyorsunuz; bunu anlamak mümkün değil.
Aslında bir soru sordum ben
daha önce, gene soruyorum: İktidarınız dokuz yılını doldurdu. 2002’de var olup
da bugün unuttuğumuz bir sorun var mı değerli arkadaşlar? Hangi sorun çözüme
kavuştu, hangi sorun? İşte, biraz önce, yani güpegündüz, Diyarbakır yolunda,
Diyarbakır Batman arasında bir trafik kazası oluyor, 24 vatandaşımız hayatını
kaybediyor. Neyin övünmesindesiniz?
İSMAİL AYDIN (Bursa) –
Kazayı da mı Hükûmet yaptı?
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) –
Bununla Hükûmeti suçlamak…
BAŞKAN – Lütfen, sayın
milletvekilleri…
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Yani Hükûmeti suçlamak meselesi değil, bir sonucu ifade etmek açısından
söylüyorum. Burada övünmek için sebep yok. Dün hangi sorun varsa bugün de var.
Değerli milletvekilleri,
yine söylüyorum: Dokuz yılın sonunda -elinizi vicdanınıza koyun, bizi
milletimiz izliyor- insanımızın hayatında iyiden yana, güzelden yana ne
değişti? Değişikliği…
SONER AKSOY (Kütahya) – Her
şey değişti, her şey.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Her defasında Soner Bey böyle söyler. Ama bu değişikliği yeterli buluyor
musunuz? Siz milleti bununla avunmaya mecbur mu tutuyorsunuz? Neden?
SONER AKSOY (Kütahya) –
Seçimler bunu gösteriyor, seçimler.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, rica edeceğim. Bakınız, yeri geliyor bu kürsüden İç Tüzük
hükümlerini tartışıyoruz. Laf atmak bizim İç Tüzük’ümüzde
yok. Nasıl olsa partiler adına konuşmalar yapılıyor. Cevap verilmesi gereken
hususlara parti sözcüleri ya da Hükûmet cevap verecektir. Rica edeceğim, bu
alışkanlığımızdan vazgeçelim, iyi bir görüntü olmuyor vatandaş nezdinde de.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bakın, sayın milletvekilleri,
dokuz yıl sonra ulaştığınız üç sonuç var, Sayın Hükûmet de burada:
Birincisi: Biraz önce Sayın
Münir Kutluata çok teknik, güzel hazırlanmış bir
konuşmayla ekonomideki durumu size anlattı. Bir sonuç olarak söylüyorum: Dokuz
yılın sonunda Türkiye’yi üretimden çıkardınız; artık, Türkiye üretmiyor. Hiç
gezelemeyin, Türkiye üretmiyor. Artık üreten ve istihdam yaratan bir ekonomiden
borçlanarak tüketen bir ülkeye dönüştük. Rakamları biraz önce söylendi.
İki: Uyguladığınız açılım
politikalarıyla bu ülkenin, bu milletin kardeşliğini parçaladınız, birliğini
parçaladınız. Bugün bu ülkede Sayın Başbakanın bile şikâyet ettiği gelişmeler
yaşanıyorsa bunun sorumlusu, müsebbibi sizlersiniz.
Üçüncüsü de: Maalesef,
cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana ilk defa komşularımızla bir savaşın
eşiğine geldik. Üç sonucunuz var. Bu sonucun bu millete ve bu ülkeye çok büyük
maliyetleri olacağı kanaatindeyiz.
Benim dostça bir uyarımı,
bir üzüntümü de sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu üç sonuçtan öte bir sonucunuz
daha var. Kendinize isim olarak aldığınız, kendinizi tanımladığınız,
milletimizin çok önemli değerleri olan muhafazakârlık ve demokratlığın da içini
boşalttınız. Tüm sonuçlardan daha tehlikeli bir şey.
Değerli milletvekilleri,
üzülerek söylüyorum, inancımızda tanımlanan veya sizin başlangıcınızda
yaşadığınız muhafazakâr duyarlılıkla bugününüzü mukayese edebilir misiniz? Bu
konuda ölçümüz, önderimiz Hazreti Peygamber’in hayatı değil mi? İktidar gücüyle
saltanata dönüşen zenginliğinizi nasıl izah edeceksiniz? Üzüntü
verici bir sonuç.
İki: Demokratlık. Her gün
gazetecilerin tutuklandığı bir ülkede demokrat olmaktan bahsedilebilir mi?
Bir başka şey: Siz milletin
iradesiyle iktidar olduğunuzla övünüyorsunuz ve her defasında milletin
iradesini buraya getirerek diyorsunuz ki: “Aldığın oy kadar konuş.” Ama
milletin iradesiyle seçilmiş milletvekillerini hâlâ tutuklu tutuyorsunuz ve bu
konuda parmağınızı oynatmıyorsunuz. Bunun neresi demokratlık? (MHP ve CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri,
Sayın Hükûmete buradan soruyorum, sayın bakanlara: “Büyüdük.” diyorsunuz, “10
bin dolar oldu fert başına millî gelirimiz.” diyorsunuz ama işsizliği
bitiremediniz; hâlâ üniversite mezunu gençlerimizin işsizlik oranı yüzde 20’ler
dolayında. Toplumun, özel sektörün tasarruf oranı 1/3 oranında düştü. Hani
“Büyüdük, zenginleştik.” diyordunuz? Gayrisafi millî hasılasının yüzde
18,6’sıydı, şimdi 13’lere düştü. Zenginleşsek biraz tasarrufumuz olmaz mıydı?
Nerede bu büyüme? Hane halkının gelirleri 2,5 kat artarken borçları 14,2 kat,
14,2 misli artmış. Nerede bu büyüme değerli arkadaşlar?
Varlıklarımız yabancıların
eline geçti; TÜPRAŞ’ı, PETKİM’i, Petrol Ofisini, Telekomu,
bankaları, sigortaları… Birçok şirket yabancının mülkiyetine geçti. Yeni bir
PETKİM kurabildiniz mi? Yeni bir TÜPRAŞ kurabildiniz mi? Nerede bu büyüme? Kim
büyüdü Türkiye’de? Bugün ülkemizde yaklaşık çalışabilir durumda olup da çalışamayan,
iş bulmaktan ümidini kesmiş insanlarımız dâhil 4,5 milyon insan işsiz, 5 milyon
insan asgari ücretle çalışıyor. 9,5 milyon insan yeşil kart sahibi, 10 milyon
emekli, 20 milyon köylü, 2 milyon memur açlık değilse bile yoksulluk sınırının
altında yaşıyor. Bunun büyüme neresinde? Olana şükredelim, bu millete hizmet
edene teşekkür edelim ama burada gelip de milletin gözünün içine baka baka
övünmenizin anlamı yok.
Değerli arkadaşlar, daha
dün yayınlandı, nüfusumuzun yüzde 10’u millî gelirin yüzde 2,1’ini alıyor, yine
nüfusumuzun diğer yüzde 10’u millî gelirin yüzde 32,2’sini alıyor, tam 12 kat
fark var. Sefaletle safahat, ateşle barut misali yan yana yaşıyor. Allah
korusun bu nereye kadar böyle devam edecek?
Bir başka şey -Sayın Bakan
buradaysa kusura bakmasın- 134 milyar dolar ihracat yapmakla övünüyorsunuz ama
Sayın Cumhurbaşkanı buraya geldi dedi ki: “1 dolarlık ihracatın içerisinde 82 sent
ithalat var.” Siz 18 sentle Türkiye’yi büyüttüğünüzü nasıl söylüyorsunuz yani?
Siz kendinizi akıllı, milleti
aptal mı zannediyorsunuz? (MHP sıralarından alkışlar) 18 sentle
neremiz büyüyor değerli arkadaşlar? Kaldı ki bu 18 sentin ne kadarı kâr olarak
bu topluma, istihdam olarak bu topluma yansıyor o da bir ayrı hesap.
Değerli arkadaşlar, Sağlık
Bakanlığının bir Ruh Sağlığı Eylem Planı yayınlandı, sizin Hükûmetinizin -Sayın
Bakan burada zannediyorum- deniliyor ki: Türkiye’de nüfusun yüzde 18’i yaşam
boyu bir ruhsal rahatsızlık geçiriyor. Toplum cinnet geçiriyor.”
“2002” diyorsunuz,
2002’deki hapishanedeki tutuklu hükümlü sayısının tam 2 katına çıktınız, daha
fazla 120 bini geçtiniz. İcra dairelerindeki dosya sayısı 15 milyon adedi geçti.
Değerli arkadaşlar, iyi
değilsiniz, iyi değilsiniz. İkinci sonucunuz, milletin birliğini bozdunuz. Süre
gerçekten az ama bu konuya dokunmasak olmaz.
Değerli arkadaşlar, çok
kötü durumda olabiliriz, uygulanan ekonomik politikalarla yoksul olabiliriz,
düşebiliriz ama birliğimizi koruyabilirsek düştüğümüz yerden tekrar kalkarız
ama bugün başlattığınız açılım politikalarıyla, demin de ifade ettiğim gibi,
Sayın Başbakanın ifadesiyle, bugün ülkede paralel devlet yapılanmasına
ulaştınız.
Sayın Başbakan diyor ki:
“Türkiye’de bir grup, Türkiye Cumhuriyeti devletinin dışında, toplum içinde bir
paralel devlet yapılanması kuruyor.” Rüzgâr ektiniz, fırtına biçiyorsunuz. Çok
ekonomik sıkıntılarımız olabilir, dış politikada sıkıntılarımız olabilir ama
milletimizin birliğini parçalarsak ayağa kalkamayız. Bu sizin eseriniz.
Sayın Başbakan “Kürt
kimliğini tanıyorum.” diyerek bu toplumun içerisinden yeni bir siyasi kimlik
oluşturdu. Bu milletin oylarıyla iktidar olmuş, Başbakan olmuş bir siyasi
kimliğin kalkıp “Türk milleti kimliğinin dışında bir başka kimliği tanıyorum.”
demesi, inanın değerli arkadaşlar, üzüntüyle ifade ediyorum, gaflet ötesi bir
davranıştır. Şimdi, o kimliğini tanıdığınız, “Dağdan inin, gelin siyaset
yapın.” diye davet ettikleriniz işte bugün ülke içerisinde paralel devlet
yapılanmasına ulaştılar. Ne yapacaksınız? Biz, size ısrarla söyledik bu yolun
yanlış olduğunu, sürekli uyardık.
Sayın Genel Başkanımız
2004’ün 15 Haziranında bir bildiri yayınladı, dedi ki: “Bu gidiş iyi değil, bu
gidiş kardeş kavgasına sebep olur, gelin sorumluluk duygusu içerisinde,
sağduyulu davranın, bu bölücülük akımını durdurun.” Ama bizi o zaman
suçladınız. Yetmedi “Alt kimlik, üst kimlik” diye “Türkiyelilik kimliği” diye
kimliğimizi sorguladınız. Yani bir insanın aidiyetini, mensubiyetini, kimliğini
elinden alırsanız, dalından kopmuş yaprak gibi… Kimliğini sorguladınız. Sonuçta
bugün bu ülkede bir başka kimliğin asabiyyetinde ayrı
devlet kurmak iddiasında terörün silahlı olanıyla mücadele edersiniz sizin
müsaadeniz doğrultusunda siyasi bölücülük bugün devlet kurmak aşamasına geldi.
Bu sizin eseriniz arkadaşlar. Bu ülkeye yapılabilecek en büyük yanlışlık budur.
İhanet demiyorum ama bunu düzeltemezsek yani kardeş olmuş, bin yıldır beraber
yaşayan, kanı birbirine karışmış insanları farklılıkların üzerinden kimlikleştirerek milletleştirirseniz onun egemenlik hakkını
vermek mecburiyetinde kalırsınız. Bunun adı bölücülüktür. Bu ülkeyi böyle
parçalarsınız. Dünyanın her bölgesinde, tarihin her döneminde coğrafyalar böyle
parçalanmıştır. Bu sizin eseriniz değerli arkadaşlar.
Değerli milletvekilleri,
bölücü terörün siyasi kanadını da silahlı kanadını da şiddetle kınıyoruz,
tenkit ediyoruz. Hiç kimsenin böyle bir hakkı yok. Ülkemizin ve milletimizin
çok sorunu olabilir ama bu
sorunları bir etnik kimliği özne yaparak tartışırsak ne çözüm
buluruz ne bulduğumuz çözüm bu milletin birliğini artırır; ayrışırız,
parçalanırız. Ülkemizin demokrasi sorunu var, yönetim sorunu var, yargı sorunu
var, çok sorunu var ama bu sorun Türkiye’nin. Bu sorunları çözmek için biz
birliğimizi muhafaza ederek, o birliğin gücünde ortak aklı üreterek çözüm
üretmek mecburiyetindeyiz.
Bu sebeple ben
ilgililerine, bazı arkadaşlarımıza Milliyetçi Hareket Partisi olarak şu
hususları ifade etmek istiyorum: Türkiye’de insan hakları ve hukukun
üstünlüğüne dayalı bir demokrasinin yerleşmesi ve gelişmesi gerçekten arzu
ediliyorsa ve sorunların çözümü burada görülüyorsa artık bazı şeylerin iyi
ayırt edilerek yerli yerine konulması gerekir. Öncelikle, sorumluluk sahibi
bütün siyasi çevrelerin ve aydınların, demokrasiyi sadece kendi açılarından
tanımlayıp yorumlama alışkanlığından, kendi çıkarlarının ya da ideallerinin
hayata geçirilmesinin bir aracı olarak görme saplantısından vazgeçmeleri
gerekmektedir. Sürekli kültürel ve etnik farklılıklara vurgu yaparak bunları
derinleştirmekle ve hatta kurumlaştırmakla, çalışmakla demokrasi yerleşemez.
Sonuçta ortaya, sadece ve sadece daha çok çatışma, farklılaşma ve ayrışma
çıkar. Demokrasi, birey, aile, toplum ve devlet arasındaki ilişkilerin, temel
hak ve özgürlüklerden başlayarak hukuk devletini yaratacak bir şekilde biçimlendirildiği
bir siyasi sistemdir.
Demokratik değerler, hak ve
özgürlük sahibi bireylerden oluşan yurttaşların, bu hak ve özgürlüklerinin
meşru kaynağını oluşturduğu gibi, yurttaşların devlet karşısındaki
sorumluluğunu da tayin eder. Demokratik devlet yapısı bu özelliklere dayalı
olmak durumundadır yani etnik alt kimlik, etnisite
veya mezhep esasında bir dayatma yapılamaz. Bunlar insanların kendi
özelleridir, saygıya değerdir ama bunları dayatarak ne demokratik sistemi ne
toplumu ne devleti şekillendiremeyiz. Buna niyetlenen insanların yaptığı
bölücülüktür.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, insan haklarına dayalı
demokratik cumhuriyet ve devletimizin kuruluş hukukunu, sosyal hukuk devleti
ilkelerini, resmî dil ve bayrağın tartışılmazlığını, din ve vicdan hürriyetinin
garantörü anlamında bir laik devlet anlayışını, üniter
devlet yapısını, sınırlarımızın tartışılmazlığını ve her türlü teröre karşı
çıkmak mecburiyetini hepimizin ortak sorumluluk paydası olarak görüyoruz. Burada siyaset yapan aydın olmak sorumluluğunda. Bu ülkenin
ekmeğini yiyen, suyunu içen herkesin bu ortak paydada hareket etmesi gerekiyor.
Ben, bu anlamda, Sayın Hasip Kaplan’ın, Başbakanın
üzerinden “Botan halkı önünde diz çökeceksin.” yaklaşımını çok yanlış
buluyorum, asla kabul edilmez buluyorum. Bu millet kimsenin önünde diz
çökmemiştir arkadaşlar, böyle bir hak yok. (MHP sıralarından alkışlar) Bunun
adı kardeşlik değil, bunun adı demokrasi değil, bu resmen düşmanlıktır, bu
düşmanlığın da kimseye faydası yoktur. Buna kimse niyetlenmesin.
Değerli arkadaşlar, süre
çok az kaldı ama üçüncü konu da dış politikadaki yanlışınızdır. Değerli
arkadaşlar, bugün geldiğimiz nokta itibarıyla dış politikada ülkemiz savaşa en
yakın durumdadır. Geri dönüşü mümkün olabilecek mi? İsrail karşısındaki
tavrınızdan geri dönüşünüz onurumuza dokunmuştur.
Suriye karşısında
gösterdiğiniz kesin tavrın dönüşünü nasıl yapacaksınız bilmiyorum ama
yaptığınız yanlış, Türkiye’ye yakışmaz. Bu cumhuriyet doksan yıldan bu yana
savaşmayarak bu noktaya geldi; yumuşak güç, yumuşak enerji olarak hem kendini
geliştirdi hem komşularına, komşularının dönüşümüne destek verdi. Bugün ne oldu
da dost, kardeş Suriye’yle böyle düşman noktasına geldik? Libya’da yaşananları
biliyoruz, Irak’ta yaşanan, Afganistan’da yaşananları biliyoruz. Tüm bu
yaşananlardan sonra şimdi Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında Suriye’ye
yapılacak bir müdahaleye taşeronluk yapmak Türkiye’ye ve Türk milletine
yakışmaz.
Ben buradan Sayın Dışişleri
Bakanı veya Sayın Hükûmeti, bunu fırsat bilerek bir açıklama yapmaya davet
ediyorum. Gelip burada demeliler ki: “Biz Suriye’ye bir askerî müdahale
yapmayacağız. Biz Suriye’ye yapılacak bir uluslararası müdahaleye karşı
çıkacağız ve içinde olmayacağız. Biz Suriye’ye yapılacak bir askerî müdahaleye
Türkiye topraklarını kullandırmayacağız.” Bunu söylemeleri lazım.
(MHP sıralarından alkışlar)
Ben inanıyorum ki, bunu,
Sayın Hükûmetin bakanları, AKP’ye oy vermiş tüm vatandaşlarımız da böyle
beklemektedir ama görünen manzara öyle değil, Batı’da konuşulan bu değil, bu
işin Türkiye’ye ihale edildiğini ve Türkiye'nin bir şekilde… Suriye’de de böyle
konuşuluyor ve Suriye halkı bugün Türkiye liderlerine ve Türkiye Cumhuriyeti’ne
düşmanlık duyuyor. Buna yazık! Böyle bir yanlışı yapma hakkımız yok değerli
arkadaşlar.
Ben Sayın Dışişleri
Bakanını burada seyrettim, üzüntülerimi ifade ediyorum, sayarım severim
kendisini ama buradaki konuşmanın tutanağı yanımda -siz de dinlediniz- sanki
ata binmiş, kılıcı kuşanmış sefere gidiyor. Libya’daki 50 bin Müslüman’ın katlinden övünüyor burada. Üzüntü verici
bir hadise. Bunu Suriye’de bu millete, bu zilleti bu millete
yaşatmamalısınız.
Değerli milletvekilleri,
sözlerimin sonunda dostça bir uyarıda da bulunmak istiyorum. Bu üç konuda
sözünüz varsa gelin söyleyin ama tekrar ediyorum: Türkiye’yi üretimden
çıkarttınız, artık Türkiye üretmiyor. Türkiye’yi tekrar üreten bir ekonomiye
geri çeviriniz.
Türkiye'nin birliğini
parçaladınız, siz açtınız o yoldan başkaları gidiyor. Bu açılım
politikalarından vazgeçiniz. Yıkım koordinatörünün yanlış yönlendirmesiyle
Sayın Başbakan inanıyorum ki bugün pişman olduğu bir yola girdi.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Şandır,
ilave sürenizi veriyorum.
Buyurun efendim.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Bu açılım politikalarından vazgeçiniz. Bunun ne Kürt soylu vatandaşlarımıza
faydası var ne Türkiye’ye faydası var, kimseye faydası yok. Bu küresel
projelerin uygulanmaya çalışıldığı şu süreçte bu milletin birliğini
parçalamanın kime faydası var? Akla ziyan değerli arkadaşlar. Bundan vazgeçin.
Üçüncüsü de: Bu dış
politika yaklaşımından vazgeçin artık, küresel güçlerin eş başkanı olmaktan,
taşeronu olmaktan. Batı dünyasında “Suriye’yi Türkiye’ye ihale ettik.” gibi bir
zilleti taşımaktan vazgeçin. Artık, Ankara merkezli bir dış politikayı, millî
bir politikayı bu milletin önüne koyun. Bunları yapamıyorsanız, kapalı kapılar
arkasında kayıt altına alınamayan görüşmelerde kimlere, ne söz verdiyseniz yani
dönülmez akşamın ufkundaysanız size tavsiyemiz milletten aldığınız emaneti iade
edin. Bu millet çaresiz değil mutlaka kendi içinden yeni bir iktidar
çıkartacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz milletimizin hizmetine her
zaman hazırız. (MHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri,
tabii, bir bütçe görüşmelerinde bunları değil geleceği konuşmalıydık. Ben
konuşmamın yaklaşık yarısını bitirdim, gerisinde de onu konuşacaktım. İnternet
sayfama koyacağım, merak edenler oradan okuyabilir.
Yeni bir yüzyılın ilk
çeyreğindeyiz. Türkiye, bölgesinde lider ülke Türkiye olabilir. Milliyetçi
Hareket Partisi Sayın Genel Başkanının hazırlattığı sekizinci Beş Yıllık
Kalkınma Planı’nda “Lider ülke Türkiye” vizyonu, bugün
devlet politikası hâline gelmiştir. Doğruları yaparsak, uluslararası konjonktürün getirdiği fırsatlardan da faydalanarak ülkemizi
lider ülke Türkiye yapabiliriz ama bu kısır döngünün içerisinde, 2002’ye göre
kendinizi mukayese ederek bugünü savunmaya kalkan bir zihniyetle veya küresel
projelere taşeronluk yapan bir zihniyetle veya özgürlük, demokrasi diye
milletin farklılıklarını ayrıştırarak, bu ülkeyi bölmeye zemin hazırlayarak
bunu başaramazsanız.
Milliyetçi Hareket Partisi
olarak, biz ısrarla sizi uyarıyoruz, gittiğiniz yol yanlış, bu yanlışın
maliyeti çok büyük olacaktır, milletten aldığınız oyu kendinize gerekçe
göstermeyiniz. Bunun sonucu denenmez, ölümün denemesi olmaz değerli arkadaşlar.
Bu politikalarla koca bir imparatorluk yıkıldı, bugünkü vatanın 10 katı
büyüklükte bir vatanı kaybettik.
Dolayısıyla, Milliyetçi Hareket
Partisi olarak size millet adına samimi uyarılarımızda bulunuyoruz, ümit ederiz
ki faydalanırsınız.
Ben, her şeye rağmen bu
bütçenin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şandır.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Evet, buyurun
efendim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Hatip adımı zikrederek bir konuda bir açıklamada bulundu. Anlattığı gibi
değil. O konuya açıklama getirmek istiyorum; bu çarpıtılmıştır, ismim
zikredildiği için 69’a göre…
BAŞKAN – “Aynı oturum
içerisinde olmak kaydıyla Başkan söz verebilir.” diyor. Sizin bu talebinizi
değerlendireceğim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – İç Tüzük uygun
olarak ben değerlendireceğim, lütfen…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, ama…
BAŞKAN – Söz vermeyeceğim
demedim, İç Tüzük 69’a dayanarak talep ettiniz, ben de 69’a göre bu imkânı
değerlendirip…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
69’a göre şunu ifade ediyorum Sayın Başkan: Sayın Hatip ismimi zikrederek
“Sayın Başbakana Botan halkı önünde diz çöktüreceğim dedi.” demiştir ve burada
kınama gibi bir açıklama yaptı. Bunun böyle olmadığını açıklamak zorundayım
çünkü yanlış bilgi; bir. İkincisi: İsmim zikredildi. Üçüncüsü: Bu İç Tüzük
gereği bu aşamada, çok net bir durum var.
Gayet nazik sınırlarda,
Sayın Şandır’ın nazik eleştirileri çerçevesinde bir
cevap vereceğim.
BAŞKAN – Ben söz
vermeyeceğim demedim. Siz 69’a göre söz istiyorsunuz. Ben de dedim ki: “Aynı
oturum içerisinde olmak kaydıyla bunu takdir edeceğim.”
Müsaade ederseniz…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Aynı oturum değil, sıcağı sıcağına…
BAŞKAN – Yok, sıcağı
sıcağına, aynı oturumdur.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sıcağı sıcağına…
BAŞKAN – Burada, sıcağı
sıcağına dediğimiz iş aynı oturum içerisindedir.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Usul budur. İzin verirseniz…
BAŞKAN – Şimdi, söz sırası
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Akif Hamzaçebi’de.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ama
Sayın Başkanım, bu konuda bir karar vermek…
BAŞKAN – Vermeyeceğim demedim
ben. Daha ben burada oturuyorum, oturumu kapatmadım.
Buyurun Sayın Hamzaçebi.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına sizi ve bizleri televizyonları başında izleyen milletimizi
saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlarken,
insanların temel hak ve özgürlükleri veya bu bağlamda insanın insan olmaktan
kaynaklanan yaşam hakkı konusunda kirli bir tarihi olan Fransa’yı Türkiye’ye
karşı takındığı bu tutum ve düşünce özgürlüğü karşıtı politikası nedeniyle
kınıyorum. (CHP, AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)
Bütçeye ilişkin
değerlendirmelerime Türkiye’deki adalet ve yargı sistemi konusunda birkaç cümle
etmek suretiyle başlamak istiyorum. Çünkü bütçeler, sadece ekonomik
politikaların, rakamların konuşulduğu yerler değil aynı zamanda Hükûmetin tüm
politikasının değerlendirildiği bir platformdur. Yine ekonomik istikrar siyasi
istikrarın üzerine oturur. Bir ülkede siyasi istikrar varsa ekonomik istikrar
da vardır ve siyasi istikrar pek çoğumuzun düşündüğü gibi parlamento
çoğunluğuna dayalı bir tek parti hükûmetinden değil kişilerin temel hak ve
özgürlüklerinin güvence altında olmuş olmasından kaynaklanır.
Adalet ve Kalkınma
Partisinin 2002’de Hükûmet olmasından bu yana yaptığı 10’uncu bütçeyi
konuşuyoruz ve bu on yıllık süre içerisinde Adalet ve Kalkınma Partisi adına
kurulmuş olan her yeni hükûmet eskisine kıyasla daha otoriter bir görüntü
verdi. Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde bugün
başlangıç noktasına kıyasla insan hak ve özgürlüklerinden çok daha geriye
gitmiş bir durumdadır.
Geçen hafta İnsan Hakları
Haftasıydı; bütün dünyada kutlandı, Türkiye’de kutlanamadı. Türkiye, İnsan Hakları
Haftası’na girerken hapishanelerinde 128 bin kişi vardı. Bu 128 bin kişinin 55
bini tutukluydu. Hapishanelerindeki insan sayısının yaklaşık
yarısının tutuklu olduğu bir başka demokrasi, bir başka gelişmiş ülke
demokrasisi olduğunu düşünmüyorum ve 55 bin tutukluya hükümlü gözüyle bakan
“Bunların tutukluluk sürelerini kısaltalım.” denildiği zaman, böyle bir öneri
ortaya konulduğu zaman “Muhtemel mahkûmlar serbest kalır.” düşüncesiyle onlara
bu yolu kapayan bir iktidarın olduğu bir demokrasiyi gelişmiş ülkelerde
düşünmüyorum, düşünemiyorum. Avrupa Birliği gibi bir hedefi olan
Türkiye’de böyle bir gerçeğin olmuş olmasını, gerçekten 21’inci yüz yıl
Türkiye’sinde Türkiye’ye yakıştıramıyorum.
“Parasız eğitim istiyoruz.”
diyen gençlerin silahlı terör örgütü üyesi olarak yargılandığı, iki yıla yakın
süreyle hapiste tutulduğu bir başka demokrasi, Türkiye gibi bir başka demokrasi
olduğunu düşünmüyorum.
Sayın Başbakanın Hopa
mitinginde güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanımı sonucu hayatını kaybeden
vatandaşımız nedeniyle güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanımını protesto eden
vatandaşların terör örgütü mensubu olarak tutuklandığı ve altı aya yakın süre
hapishanede tutuklu kaldığı ve terör örgütü üyesi olarak yargılandığı bir başka
demokrasi olduğunu düşünmüyorum. “Böyle bir demokrasi dünyada yoktur.” diye
düşünüyorum.
Yumurta atmanın, pankart
açmanın, basın açıklaması yapmanın terör eylemi sayıldığı bir başka demokrasi
yoktur Türkiye dışında.
Öğrenci liderlerinin
kartpostalları, megafon, pankart çubuğu gibi eşyaları suç aleti sayan bir başka
ülke, bir başka demokrasi, bir başka yargı sistemi olduğunu düşünmüyorum.
Tutuklu veya hükümlü,
hapishanelerde kendisine tedavi imkânının sağlanmamış, tedavi imkânının
esirgenmiş olması nedeniyle onlarca, yüzlerce vatandaşımızın hayatını
kaybettiği Türkiye gibi bir başka demokrasi olduğunu düşünmüyorum.
Bunlar, 21’inci yüzyıl
Türkiye’sinde, Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarda olduğu bir dönemde,
Türkiye’de yaşanıyor ve Türkiye, demokratik rejime sahip bir ülke.
Adalet ve Kalkınma Partisi
her seçimde oylarını artırdıkça, Türkiye, daha otoriter bir hükûmetle tanışmaya
başladı. Bugün, iktidar karşıtı düşüncesi olanlar, iktidarı eleştirenler,
öğrenciler, bilim adamları, gazeteciler, sadece ve sadece bu düşünceleri
nedeniyle özel yetkili mahkemeler eliyle yargılanmaktadır.
Bütün bunlar, her seçimden
sonra Sayın Başbakanın vatandaşlarımızı kucaklayıcı konuşmalar yaptığı o balkon
konuşmalarının olduğu Türkiye’de yaşanıyor. Sayın Başbakanın balkon
konuşmalarını, ben, bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Sayın Başbakana buradan
bir kez daha geçmiş olsun diyorum, bir kez daha yürekten şifa dileklerimi
iletiyorum ama balkonlar sadece iktidar ve gücün hissettirildiği yerler değil,
ölümün körfezleri değil, özgürlüğün sembolleri olmalı. Sayın Başbakana, bu
konuşmaları bir kez daha hatırlamasını bu kürsüden iletiyorum.
Bugünü daha iyi
anlayabilmek için tarihten birkaç örneği sizlerle paylaşmak istiyorum. İslam
siyasi tarihinde babadan oğula geçen saltanat sistemini ilk kuranlar Emeviler olmuştur ve Emevi
sultanları, kendilerini Allah’ın temsilcisi olarak görüyorlardı ve kendilerini
bu şekilde konumlandırmış olmaktan dolayı, kendi zulüm ve haksızlıklarını
“kader” kavramı üzerinden meşrulaştırıyorlardı yani “Allah’ın takdiri, alın
yazısı” anlamındaki “kader” kavramı üzerinden meşrulaştırıyorlardı. Kulun böyle
bir kader, böyle bir alın yazısı karşısında yapabileceği hiçbir şey yoktu,
bugün de durum Adalet ve Kalkınma Partisinin çoğunluğuna dayanarak bütün
kararlarını “çoğunluk” kavramı üzerinden meşrulaştırmasıdır. “Çoğunluk
haklıdır, çoğunluğun söylediği her şey doğrudur.” anlayışı demokrasiye uygun
bir anlayış değildir.
Yine Emevi
döneminde, bin üç yüz sene önce Emevi sultanları
hakkında eleştirel düşünmek serbest, kişi istediği gibi düşünebilir ama bu
düşüncelerini başkaları ile paylaşması, konuşması yasaktı, tıpkı bugünkü gibi.
Meşru yönetimler “özgürlük”, “eşitlik”, “adalet” kavramlarından güç alırlar.
Meşruiyetin birinci şartı kararların ve politikaların arkasındaki güçlü halk
desteğiyse, ikinci şartı bu karar ve politikaların “özgürlük”, “eşitlik” ve
“adalet” ilkelerine uygun olmasıdır. Bu iki şartı bir arada taşıyan yönetimler
meşrudur ve meşru yönetimlerin, meşru hükûmetlerin, meşru iktidarların bütün
bireyler, bütün vatandaşlar için eşit özgürlüğü güvence altına aldıkları ölçüde
meşruiyet seviyeleri yükselir. Bu açıdan baktığımızda, Türkiye’de Adalet ve
Kalkınma Partisi Hükûmetinin bir meşruiyet sorunu vardır çünkü Türkiye’de bir
insan hakları sorunu vardır.
Değerli milletvekilleri, bu
siyasi değerlendirmeden sonra bütçeye ilişkin yani ekonomik konulara ilişkin
değerlendirmelerime geçmek istiyorum. Birkaç gün önce, evvelsi gün TÜİK’in gelir ve yaşam koşulları araştırması yayınlandı,
çok çarpıcı rakamlar var. Araştırmaya göre Türkiye nüfusunun 16,9’u yani 12
milyon 400 bin kişi yoksulluk sınırının altında yaşamlarını sürdürüyor. “Bu
bütçe, görüştüğümüz bütçe bu vatandaşımızın sorununa bir çözüm getiriyor mu?”
diye sorarsak, buna bütçenin vereceği cevap, benim vereceğim cevap: “Hayır.” Bugüne
kadar cevap verilmiş olsaydı, böyle bir yoksulluk rakamı olmazdı. Şimdi,
iktidar partisi sözcüleri, Hükûmeti temsilen sayın bakanlar buraya çıkıp şunu
söyleyeceklerdir, görür gibiyim: “Efendim, biz iktidara geldiğimizde bu daha
çoktu, 2002’de; biz onu azalttık.” Siz 2002’de iktidara geldikten sonra bir
Acil Eylem Planı ilan ettiniz, dediniz ki orada: “Nüfusun yüzde 15’i açlık
sınırının altındadır.” Aslında yoksulluğu kastediyorsunuz. Ee,
şimdi 16,9. Hesabı o zaman yanlış mı yaptınız? Ne olursa olsun 12 milyon 400
bin kişinin yoksul olduğu bir Türkiye’de, Hükûmet, başarı öyküsü anlatamaz.
10’uncu bütçeyi
konuşuyoruz, dedim. Hükûmetler, yaptıklarıyla yapamadıklarıyla seçimlerde
halkın karşısına çıkarlar. Her iktidar döneminin hesabı seçimlerde verilir. Bu
bütçe görüşmelerinde, öncekilerde olduğu gibi Hükûmeti temsilen konuşanlar,
iktidar partisini temsilen konuşanlar dokuz yıl önceyi esas alarak bugünü
anlatmayı tercih ettiler. Aslında yapılması gereken, 2011’i esas alarak
önümüzdeki dört yıllık iktidar döneminde Adalet ve Kalkınma Partisinin
Türkiye’yi hangi hedeflere ulaştıracağını anlatmaktır. Bu, tercih edilmedi.
Dokuz yıl önce neydi, şimdi ne oldu? Buradan bir başarı öyküsü çıkarılmak
isteniyor. Elbette ki başarı varsa Hükûmet bununla övünecektir, övünmek
hakkıdır. Ancak dokuz yıl önceki başlangıç noktasına kıyasla bugün gelinmiş
olan nokta, yakalanmış olan seviye, büyüme, işsizlik, istihdam gibi halkın
günlük yaşamını ilgilendiren konularda, yoksulluk gibi konularda bir başarıyı
ifade etmiyor ise, bir ilerlemeyi ifade etmiyor ise ortada bir başarı yoktur.
Veya bugün yakalanmış olan seviye, dokuz yıl öncesinden önceki hükûmetler
döneminde, benzer dönemlerde benzer şekilde yakalanmış ise yine ortada bir
başarı yoktur. Bazı alanlarda bir şeyler yapılmış olabilir. Ama büyüme,
işsizlik, istihdam gibi özellikle seçtiğim üç tane kavram var. Gelir dağılımı,
vergi sistemi, vergi adaleti; bu başlıklarda dokuz yıl önceye göre Hükûmetin
övüneceği bir başarı yoktur. Başarı, sondan başa doğru yazılan bir hikâyedir. Ulaştığınız
yer çok iyi bir yerse başarı vardır.
Bakalım var mı, yok mu? Ben
de Hükûmetin ve iktidar partisi sözcülerinin yaptığı gibi 2002 rakamlarını esas
alacağım, başka bir rakamı esas almayacağım ama sizin yerinizde olsam, 2011’i
alıp 2015’i anlatmayı tercih ederdim.
2001’den itibaren, dünya
ekonomisinde, özellikle gelişmiş ülkelerde yaşanan resesyon,
yani durgunluk nedeniyle para ve maliye politikaları gevşek tutuldu. Bir daha
böyle bir durgunluk yaşamayalım, durgunluğu aşalım; bu endişe, para ve maliye
politikalarının gevşek tutulmasına yol açtı. Bunun sonucunda uluslararası
piyasalarda olağanüstü bir likidite artışı meydana geldi. Bu likidite artışına
bağlı olarak talepte olağanüstü bir artış oldu. Bu, bütün dünya ekonomilerini
bir büyüme sürecine soktu, bütün dünya büyüdü, Türkiye de bu süreçte büyüdü.
Bütün dünya, eşi benzeri görülmemiş bir büyüme sürecini yaşadı. Bir kere bunu
tespit edelim ve bu uluslararası likidite gelişmekte olan ülkelere yöneldi,
yüksek getiri vardı oralarda. Gelişmekte olan ülkeler, yüksek faiz vermek
suretiyle, bu likiditeyi, bu parayı kendi ülkelerine çekmek istedi, önemli
ölçüde de başarılı oldular. Türkiye, yüksek faiz yanında bir enstrüman
daha kullandı, düşük kur. İkili bir enstrüman sundu ve
sıcak para Türkiye’ye geldi. O dönemin Maliye Bakanının çok güzel bir cümlesi
vardı, bu iki enstrümanla sıcak paranın çekilmesine
ilişkin olarak: “Yabancılar bizi iki kere öpüyor” demişti. Yani bir gelip
yüksek faizden para kazanıyor, bir de dönem sonunda parasını transfer ederken
kur düştüğü için bir de oradan kazanıyor. Şimdi işler eskisi gibi iyi değil,
dışarıda işler iyi değil. O kadar para gelmeyecek, Türkiye’nin problemleri var.
Hükûmet hazinenin öpülmesine razı ama öpecek yabancı yok.
İthalat ve yurt içi
talepteki artışa dayalı olarak Türkiye’de önemli büyümeler kaydedildi. 2007’ye
kadar böyle bir büyüme süreciyle geldik ancak dünya ekonomisinin sunduğu bu konjonktürel imkân maalesef iyi kullanılamadı. Gelen sıcak
para, üretim ve ihracata yönelecek, üretim ve ihracatı artıracak sabit sermaye
yatırımlarına yöneltilmekten ziyade tüketim amaçlı olarak kullanıldığı için
Türkiye’de büyüme iç talep kaynaklı, daha doğrusu tüketim kaynaklı olmuştur.
Tüketim kaynaklı büyüme Türkiye'nin büyümesinin sürdürülebilirliği konusunda
sorun yaratan bir büyümeydi. Böyle bir süreçle bugünlere geldik. O günlerde,
2007’den itibaren Türkiye ekonomisi tekrar o yüksek büyüme oranlarını terk
etmeye ve küçülmeye başladı, 2009’da da Türkiye ekonomisi dünyadaki
gelişmelerin etkisiyle bir krize girdi, dünyanın en çok küçülen ekonomilerinden
biri oldu. Kabahati dışarıya attık ama en çok küçülenlerden biri olduk, bizim
sorunlarımız vardı çünkü ama ekonomi yönetimi bu sorunları bugüne kadar
görmezlikten geldi. Hükûmetten beklenen, 2009 kriziyle ortaya çıkmış olan
ekonomi politikalarındaki problemin tespit edilip buna uygun yeni bir ekonomik
çerçeve, yeni bir ekonomik programı hazırlamak iken, buna gidilmemiştir. 2009
sonrasında açıklanan Orta Vadeli Program en son 2012-2014 dönemini kapsayan
Orta Vadeli Program’ın aynısıdır, aynı varsayımlara, aynı politikalara
dayalıdır.
“2002’de AKP, hükûmeti
devraldığında Türkiye ekonomisinin temel sorunları neydi?” diye bakarsak:
1) Sürdürülebilir yüksek
büyüme yoktu, ekonomi büyüyor, sonra krize giriyor, tekrar toparlanmaya başlarken
tekrar krize giriyordu. İşsizlik yüksekti, yüzde 10,3. 80’li, 90’lı yıllarda
Türkiye ekonomisinin işsizlik ortalaması yüzde 8’di, 2002’de 2001 krizinin
etkisiyle 10,3. Toplam iç tasarruflar azalmaya başlamıştı, azalma eğilimine
girmişti, 2000’den itibaren uygulanan IMF destekli politikaların çok doğal
sonucuydu bu, iç tasarruflardaki düşüş kendisini cari açık olarak gösteriyordu.
Bir ülkenin tasarruf açığı cari açığa eşittir; tasarrufunuz yok ise dışarıdan
kaynak alacaksınız, borçlanacaksınız demektir. Vergi gelirleri içerisinde
dolaylı vergilerin payı yüksekti. Neden? 2000’den itibaren uygulanan istikrar
programı gelir tarafında önemli bir adım atmıştı, bu zaman içerisinde bu
yapının daha adil bir hâle dönüştürülmesi gerekiyordu. Hükûmet, kendi döneminde,
AKP, büyümeyi öne çıkaran bir söylem kullandı. Ancak, Hükûmetin 2003 ve
önümüzdeki Orta Vadeli Program dönemi dâhil 2014 arası ortalama büyüme oranı,
AKP hükûmetleri döneminin ortalama büyüme oranı yüzde 5,1’dir. Yani övünülen
büyüme budur değerli milletvekilleri. Türkiye ekonomisi 80’li yıllarda yüzde
5,2 büyümüştür ortalama. 90’lı yılların büyüme ortalaması yüzde 4’e yakındır.
Cumhuriyet tarihinin büyüme ortalaması 2002’ye kadar yüzde 4,6’dır. Dünya
Savaşı var, 1929 ekonomik bunalımı var, krizler var, darbeler var, ihtilaller
var; 4,6. Siz ne büyümüşsünüz? 5,1. Hükûmet diyor ki: “Biz iyiyiz.” İyi değiliz
değerli milletvekilleri. Bir de bu iyi olmamızı birileriyle kıyaslamamız lazım.
Kendi içimizde kıyasladım, ne büyümüş 2003-2011 arası? Diğer ülkeleri de
alıyorum. Türkiye 2003-2011 arasında 5,2 büyümüş. Diğer ülkeler, gelişmekte
olan ülkeler yüzde 6,6. Onun gerisindeyiz. Sahra altı Afrika 5,6. Biz neyiz?
5,2. Bağımsız Devletler Topluluğu 5,3, Asya ülkeleri 8,7, Kuzey Afrika 4,9.
Kuzey Afrika’yı küçücük geçmişiz. Yani başarılı bir büyüme performansı yoktur.
Bir kere, bunu tespit edelim.
2) İşsizlik neydi 2002’de?
10,3. Önümüzdeki yıl için Hükûmet neyi hedefliyor? Hükûmet yüzde 10,4 işsizliği
önümüzdeki yıl için başarı olarak sunuyor. Yani AKP on yıl sonra, on yıl önceki
işsizlik seviyesini bile yakalayamayacağını itiraf ediyor. Bir ekonomi
politikasının temel amacı vatandaşa iş yaratmak değil midir? İş yaratamıyorsa,
Türkiye'nin 2000 öncesi işsizlik seviyelerini bile yakalayamıyorsa, 2002’yi
bile yakalayamıyorsa ortada başarılı bir ekonomik programdan söz etmek mümkün
müdür?
Büyüme ve işsizlik dışında
ikinci konu, “İç tasarruflar düşük.” demiştim. Daha doğrusu, 2000’den itibaren
düşmeye başlamıştı. 2007’ye kadar ekonomi nispeten yüksek büyüme oranlarıyla
geldi, 2007’den itibaren büyüme oranlarında düşüş başladı ve Türkiye
ekonomisinin 2000 sonrasındaki büyümesinin altında, büyümesiyle beraber cari
açık sorunu ortaya çıkmıştır. Cari açık, doğrudan iç tasarrufların azalmasından
kaynaklanan bir sorundur.
Size bir tablo göstermek
istiyorum. Tablo şu: 1998 burada, 2011, 2012 burada.
1998 yılında, ilk başta
Türkiye ekonomisinde toplam iç tasarrufların gayrisafi yurt içi hasılaya oranı
yüzde 24,3’tür. Bakın, bu politika, bu oran 2000’den itibaren azalmaya başlıyor.
2000’de yüzde 18,4, 2002’ye gelmiş yüzde 18,6. İstikrar programının ilk
yılları, ekonomide dengeler kurulmaya çalışılıyor. Siz 2002’yi kötü olarak
değerlendiriyorsunuz. Bugün nereye gelmiş bu? 2011’de 13,3’e yani 1998’e göre
yarıya yakın oranda bir azalış, 2002’ye göre üçte 1’e yakın oranda bir azalış
var. Bu eğriyi yukarıya doğru çevirmediğimiz sürece, Türkiye sürekli olarak
krizlere girecektir.
2011’in üçüncü çeyreğinde
ekonomi yüzde 8,2 büyüdü, Hükûmet sevinemiyor “Eyvah, yine büyüdük.” diyor. Niye?
Cari açık kapıda çünkü, duvara çarpacağız, ekonomiyi
soğutmak istiyor Hükûmet, büyümeyi aşağı çekmek istiyor. Değerli
milletvekilleri, bu eğri yukarı dönmediği sürece Türkiye’nin çözümü yoktur.
Şu da diğer tablo:
Büyüme-cari açık ilişkisi.
Bakın, 2003-2007 arasında
Türkiye ekonomisi yüzde 6,9 büyümüş, cari açık millî gelire oran olarak 4,6.
2008-2009 kriz yılları,
ekonomi ortalama 2,1 küçülmüş, yüzde 4’lük cari açık vermişiz; bu, Türkiye
ekonomisinde ilk kez yaşanıyor. Ekonominin küçüldüğü yıllarda ekonomi cari açık
vermez ama Türkiye ekonomisi o kadar ithalata bağımlı ki Türkiye ekonomisi küçüldüğü
yılda da cari açık verdi.
2010-2011’e geldik. Büyüme
oranı ortalama 8,3, cari açık yüzde 7,9. 2012-2014’te Hükûmet büyümeyi aşağı
çekmek istiyor, ekonomiyi soğutmak istiyor, yüzde 4,7’lik bir büyüme var. Cari
açık, hemen hemen geçen yılın aynı. Yani büyüme yarı yarıya düşmesine rağmen
cari açıkta bir azalış yok.
Şimdi, 2002’ye göre bu
tablonun daha iyi olduğunu söylemek mümkün müdür? Hükûmetin, cari açık riskine
karşı hiçbir korunma önlemi yoktur, hiçbir alternatif politikası yoktur.
Sadece, liberal ekonomi muskasını cebine koymuştur, “Bu muska beni risklerden,
krizlerden korur.” diyor.
Değerli milletvekilleri,
cari açık sorunu giderek kronik bir hâle geliyor. Bunu aşmanın en önemli
yolunun, toplam iç tasarrufları arttıran bir politika olduğunu biraz önce ifade
ettim.
Bunun yanında Türkiye'nin
yapması gereken şeyler var. Türkiye, olağanüstü ölçüde bir rekabet gücü
kaybıyla karşı karşıyadır. Hükûmetin, altında, imzası olan Yıllık Ekonomik Rapor’daki rakamlara göre, 2007’de Türkiye dünya rekabet
liginde 53’üncü sıradayken 2010 yılında 61’inci sıraya inmiştir, gerilemiştir.
2011’de bu rakam 59’uncu sıradır.
Merkez Bankasının
sayfasında çok güzel bir araştırma var. Türkiye'nin yoğun dış ticaret
ilişkilerinin bulunduğu ve aynı zamanda dünya pazarlarında Türkiye'nin rakibi
olan ülkeleri temel alarak, toplam on beş ülkeyi temel alarak yapılmış olan bir
çalışma, 1997-2010 aralığını düzenliyor. 97’ye kıyasla
2010 yılında Türkiye ekonomisi, sözünü ettiğim on beş ülke karşısında yüzde
70’e varan oranda rekabet gücünü kaybetmiştir. Bunu arttırmanın yollarından
birisi kur politikasıdır belki ama kur politikasını bir yere kadar
kullanabilirsiniz. Dolarizasyonun yoğun olduğu
ülkemizde yani doların hâlâ bir tasarruf ve ödeme aracı olarak kullanıldığı
ülkemizde bunu sonsuza kadar kullanma şansınız yoktur. Ayrıca reel sektörün 123
milyar dolarlık açık pozisyonu karşısında kur politikasını bir yere kadar
kullanabilirsiniz. Bugün Merkez Bankası her ne kadar faizi tutup kuru serbest
bırakmış görünüyorsa da bunun makul bir sınırının olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’nin yapması gereken, rekabet gücünü artırmak için kendi içine
dönmesidir, vergi ve teşvik politikalarını etkin bir şekilde kullanmasıdır.
Türkiye’de istihdam üzerindeki vergi yükü yüzde 36 düzeyindedir. 34 OECD ülkesi
arasında 9’uncudur. OECD ortalaması yüzde 25’lerdedir. Örneğin istihdam
üzerindeki vergi yükünü toplam vergi gelirlerinden fedakârlık etmeden düşürecek
bir politika Türkiye ekonomisine, Türkiye sanayisine, ihracatına nefes
aldıracaktır ama böyle bir politikanın izlerini ben Hükûmette göremiyorum.
Bütçeyi çok yakından
ilgilendiren diğer bir konu çiftçilerimiz, tarım kesimi. Bütçe bütün toplum
kesimlerinin beklentilerinin tartışıldığı yerdir. Bu beklentiler, ihtiyaçlar
karşılanıyor mu, karşılanmıyor mu? Şimdi, 2012 bütçesine bakıyorum ben, 2012
bütçesinin tarım kesimine ayırdığı kaynak 7 milyar 180 milyon lira. Tek başına
bu bir şey ifade etmiyor. Nedir bu? Bir önceki yıla göre yüzde 2 artış. E,
enflasyon kaç 2012’de? Yüzde 5,2. Yani çiftçiye enflasyon kadar bile bir şey
vermiyorsunuz, bırakalım büyümeyi. Yani millî gelir yüzde 11,3 artıyor,
büyümeyi falan bıraktık, enflasyon kadar bile bir artış yok. Bütçeye, millî
gelire oranı ne? Binde 5. 2002’de neymiş tarımsal desteklerin millî gelire
oranı? Küçük de olsa yüksek, binde 5,3. Yani 2002’yi bile yakalayamamışsınız.
Şimdi, “Tarım sektörünü destekliyoruz.” söylemi biraz havada kalıyor.
Şimdi, endeks, enflasyon,
büyüme… Bırakalım bunları. Çiftçi için en iyi ölçü “Ürettiğim ürün karşılığında
ne kadarlık tarımsal girdi alıyorum? Ben bundan anlarım.” diyor çiftçi. Ben de
ona göre size örnek veriyorum. 2002 yılında bir buğday üreticisi 4 kilo
buğdayla 1 litre mazot alırken, bugün 6 kilo buğdayla 1 litre mazot alamıyor.
Pancar üreticisi 2002 yılında 15 kilo pancarla 1 litre mazot alabilirken, bugün
30 kilo pancarla 1 litre mazotu ancak alabiliyor. Süt üreticisi 2002’de 1 litre
sütle 2 kilodan fazla yem alırken, bugün 1 litre sütle 1 kilo yemi ancak
alabiliyor.
Ben, tarım konuları gelince
Trabzon’da bir hayvan yemi satıcısını ararım. Trabzon’un Tonya Çarşısı’nda
esnaf Osman Yıldırım’ı aradım. “Osman, nedir durum?” dedim. Bana dedi ki:
“Vekilim, eskiden 10 kilo sütle bir çuval kepek alıyorduk, şimdi 30 kilo sütle
bir çuval kepek alamıyoruz.” Durum bu. Tonya Çarşısı’nda esnaf Osman Yıldırım…
Cumhuriyet Halk Partili de değil, onu da söyleyeyim. Eskiden bir inek bir
aileye bakıyordu, şimdi bir aile bir ineğe bakmaya çalışıyor. Durum bu değerli
arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, Sayın Maliye Bakanı
asgari ücretin satın alma gücündeki artışı örneklemek için “2002’de şu kadar
süt alıyordu asgari ücretli, şimdi şu kadar süt alıyor.” diyor. Bunun arkasında
süt üreticisinin yere serilmiş olması var.
Ayrıca, Sayın Bakana o 2002
rakamları nedeniyle teşekkür ediyorum. Her yıl bütçesinde Sayın Bakan asgari
ücretlinin satın alma gücüne ilişkin olarak rakamları verirken ben de farklı
rakamlar veriyordum. Geçen sene o listede yer almayan gıda maddelerini örnek
vermiştim. Benim geçen sene kullandığım gıda maddelerinden birisini bu sene
Sayın Bakan kullanmış. O örneği verdiği için kendisine teşekkür ediyorum.
Örnek, beyaz peynirdi. “Asgari ücretli -Sayın Bakanın ifadesine göre- 2002 yılı
Aralık ayında 34 kilogram beyaz peynir alırken, şimdi 47 kilogram alabilir.”
diyor. Sayın Bakanın 2002 rakamının biraz düzeltilmesini kendisinden rica
ediyorum. Çünkü o 94 endeksine göre hesaplanmış bir rakam, öbürü 2011 rakamı,
2003 endeksine göre hesaplanmış. İki ayrı endeksin rakamını kıyaslamak doğru
değil. Ben 2003 endeksine göre, 2003 Ocak ayında asgari ücretlinin 61 kilogram
beyaz peynir alabildiğini, şimdi bunun 47 kiloya düştüğünü söylüyorum. Tabii
ki, bu, kasım rakamı. 2011 Kasımıyla 2003’ün Ocağını kıyaslamak doğru değil.
2012’nin Ocağını da alırsak 19 liralık asgari ücret zammı bu rakamları çok
fazla değiştirmeyecektir.
İlk defa, bir bütçe
yapılırken kamu görevlilerinin, memurların maaş artış oranının ne olacağı
konusunda bütçede hiçbir hüküm yoktur. Unutulmuş değil tabii bu çünkü 12 Eylül
2010 referandumuyla kabul edilen anayasa değişikliğiyle yürürlüğe giren yeni
sisteme göre artık memurların, kamu görevlilerinin maaşları, özlük hakları
toplu sözleşmeyle belirlenecektir. Peki, aradan on dört ay geçti. Nerede,
ilgili yasayı niye çıkarmadınız? Şimdi “İlgili yasayı çıkaracağız.” diyorlar,
“Bütçeden sonra çıkaracağız.” diyorlar. 15 Ocakta maaş alacak memurlar. Toplu
sözleşmeyi ne zaman, kiminle yapacaksınız?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi,
ek süre veriyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Yani olsa olsa hemen
sıkıştırılmış bir takvimle, Hükûmet paralelindeki sendikalarla göstermelik toplu
sözleşmeler yapacaksınız. Ya bu düzenlemeyi yaptığınızdan pişman oldunuz ya da
doğru dürüst bir artış yapmayacağınız için böyle sıkıştırılmış bir takvimle bu
düzenlemeleri gerçekleştireceksiniz.
Bütçeyle ilgili
konuşacağımız çok fazla konu var, tabii ki zaman yetmiyor. Önemli olan, tabii
ki, bu kısa zamanda mümkün olduğunca fazla şeyi söyleyebilmektir.
Şimdi kamu görevlileriyle
ilgili konuya değindim. Hükûmet, Ekonomik ve Sosyal Konseyi kurdu. Daha doğrusu
anayasal kurum hâline getirdi 12 Eylül 2010 tarihinde. Aslında 2001’den bu yana
yasayla bu Konsey var, anayasal kurum hâline getirildi. “Toplumun bütün
kesimleri bu Konseyde taleplerini dile getirecek.” dedi. E, 12 Eylül 2010
referandumuyla anayasal kurum oldu, hâlâ Konsey toplanmadı. Şubat 2009’dan beri
Konsey toplanmıyor. İki ay sonra üç yıl olacak, Konsey ortada yok.
Öte taraftan, kamu
yönetiminde olağanüstü düzenlemeler yapıyorsunuz. “Eşit işe eşit ücret.” adı
altında bir düzenleme yaptınız, işleri eşitlemediniz, bütün unvanları dikkate
alarak bir düzenleme yaptınız. Bütün genel müdürler eşittir, bütün polisler
eşittir, bomba imha uzmanı polisle öbür polis de eşittir, bir müdürle öbürü de
eşittir. Altüst ettiniz.
Öğretmen atamaları nerede?
250 bin öğretmenimiz atanmayı bekliyor. Önceki Millî Eğitim Bakanımız Sayın
Nimet Çubukçu, 2011 yılında 55 bin öğretmen atanacak dedi, 40 binde kaldı. Yani
Sayın Çubukçu’nun sözü söz değil midir sizin
anlayışınızla? Sayın Çubukçu Bakanlıktan ayrılınca yeni Bakanın görevi onun
sözlerini tekzip edip öğretmenlerden özür dilemek midir? Hükûmeti göreve davet
ediyorum. Bizim teklifimiz var. Beğenmiyorsanız kendiniz getirirsiniz, bunu
buradan çıkarırız.
Çek mağdurları: Ekonomik
suça ekonomik ceza olur. Bu insanlar itibarlarını yeniden kazanmak istiyorlar.
Dolandırıcıları bunların içinden ayıralım ama bu insanlara itibarlarını
kazanmak için bir fırsatı yeniden verelim.
Tekliflerimiz Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığında. İntibak yasası, eski ve yeni emekli arasındaki
farkı giderecek olan yasa teklifimiz Meclis Başkanlığında, aile sigortası
teklifimiz Meclis Başkanlığında.
2/B ile ilgili kanun
teklifimizi, seçimlerde verdiğimiz söze uygun olarak Meclis Başkanlığına
sunduk. 7 milyon orman köylüsü atasından, dedesinden beri kullandığı araziyi
almak istiyor. Bedelsiz verelim dedik. Diğerlerine de, ekonomik gücüne bakalım;
bir tane evi var, binası var, bu adama rayiç bedelle satarım demek olmaz, emlak
vergisi değeri. Gelin bunları hep beraber burada yapalım. Toplum bunları
bekliyor.
Sözlerimi bitiriyorum…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Son cümlemi ifade edeyim.
BAŞKAN – Evet, teşekkür
ederim Sayın Hamzaçebi, üç dakika da doldu.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Ama bir son selamlama cümlemi söyleyeyim.
BAŞKAN – Peki, selamlama
için lütfen…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Evet, konuşmamı burada
bitiriyorum. Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. 2012 yılı
bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum ve Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Hamzaçebi.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına ikinci konuşmacı Tekirdağ Milletvekili Sayın Faik Öztrak.
Buyurun Sayın Öztrak. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Öztrak,
sizin de süreniz aynı şekilde.
CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK
(Tekirdağ) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın geneli
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle Genel
Kurulu ve bizi izleyen vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
Adalet ve Kalkınma Partisi sahip olduğu yoğun medya desteği ve iktidar
olanaklarıyla ekonomide bir başarı hikâyesi anlatmakta ve herkesi bu masala
inanmaya zorlamaktadır. Bugün son gününe geldiğimiz bütçe görüşmeleri boyunca
da hem bakanlar hem de iktidar partisi sözcüleri bu yaklaşımlarını
sürdürmüşlerdir. Şimdi ortaya koyacağım gerçekleri dikkatle dinlemenizi rica
ediyorum.
Değerli milletvekilleri,
önce, 2002 sonunda yani sizin “çıraklık dönemimiz” dediğiniz dönemin
başlangıcında nasıl bir ekonomi devraldığınızı anlatayım. Kriz nedeniyle hızla
daralan Türkiye ekonomisi benim de içinde bulunduğum bir takım tarafından hazırlanan
program sonucunda süratle toparlanmaya başlamıştı. Büyüme yüzde 6’nın üstüne
çıkmıştı. Enflasyon bir yıl öncesine göre 39 puan birden düşerek yüzde 30’un
altına inmişti. Kamunun borçlanma faizleri bir yılda 30 puanın üzerinde azaldı.
Kısa sürede mali disiplin sağlandı, bankacılık sistemi yeniden yapılandırıldı,
şirketler kesimi verilen desteklerle yeniden ayağa kalktı.
İşte, böyle bir ekonomiyi
ve güven uyandıran bir ekonomik programı devraldınız. Ekonomiden sorumlu
Başbakan Yardımcınızın da söylediği gibi ekonomiyi otomatik pilota bağlamanız
yeterli oldu. Aldığınız program ve olağanüstü iyi küresel iklimde uçak otomatik
pilotta sorunsuz uçtu. Çıraklık dönemini böyle geçirdiniz ancak değişen dünya
şartlarını göremediniz ve ekonomide kırılganlıkların birikmesine neden oldunuz.
2007’de, kalfalığınızın hemen başında ise uçak türbülansa
girmeye başladı.
Şimdi bunları bazı
göstergelerle anlatayım. Çıraklık döneminizde Türkiye 149 gelişen ve yükselen
ekonomi içinde gelirini en hızlı artıran 44’üncü ekonomi oldu. 2007 yılında
başlayan kalfalık döneminizden bugüne kadar ise ekonomiyi 98’inci sıraya
gerilettiniz. Yani kalfalık döneminizde 54 ülke büyüme yarışında Türkiye’yi
geçti. Bırakın hızlı balık olmayı, yavaş balık oldunuz.
Kalkınma yarışındaki
durumunuza gelince: Birleşmiş Milletlerin insani kalkınma raporlarına göre
Türkiye, siz iktidara gelmeden hemen önce, 2000 yılında insani gelişmişlik
bakımından 80’inci sırada, çıraklık döneminizin sonunda, 2007 yılında 85’inci
sırada, kalfalığı bitirdiğiniz 2011 yılında ise 92’nci sırada. Adında
“kalkınma” olan bir partinin iktidarında Türkiye, kalkınma yarışında sürekli
irtifa kaybetmiş, “kalkınma” sadece partinizin tabelasında asılı kalmış.
Aynı durum işsizlik
cephesinde de var. Gelişen ve yükselen 71 ekonomi içinde Türkiye, iktidarı
devraldığınızda işsizliği en yüksek 36’ncı ekonomiydi. İktidarınızda Türkiye
işsizlik sıralamasında 14 basamak birden yukarı tırmandı. Kalfalık döneminizin
sonunda işsizliği en yüksek 22’nci ekonomi oldu.
Başarı bu mudur? Bunu nasıl başarı sayabiliriz?
Ekonomik İşbirliği ve
Kalkınma Teşkilatı verilerine göre Türkiye, 2010 yılında çalışma çağındaki
nüfusunun iş hayatına girmesi ve bunlara istihdam sağlanması bakımından
Teşkilatın en son sıradaki üyesidir. Ancak tablo kadınlarımız için daha da
vahimdir. Kadınlar iş ve çalışma yaşamında kendine yer bulamamaktadır.
Türkiye’de her 100 kadından ancak 30’u çalışma yaşamındadır. Muasır medeniyet
seviyesini hedefleyen Türkiye’de böyle bir tabloyu herhâlde hiçbirimiz kabul
edemeyiz. Kadınlarını eğitemeyen, meslek edindiremeyen ve çalışma yaşamına
katamayan bir toplumun kalkınması, demokratikleşmesi, çağdaş bir ülke olması ve
geleceğe güvenle ilerlemesi mümkün değildir.
AKP İktidarında kanayan
diğer bir yara gençlerin işsizliğidir. Annelerin babaların binbir
fedakârlıkla baktığı, büyüttüğü evlatlarımız hayatlarının baharında umutsuzluk
girdabına kapılmaktadırlar. Yükselen piyasa ekonomisi Kore ve Meksika’da her
100 gençten 10’u işsizken bizde her 100 gençten 20’si işsizdir. Hepimiz
övünmüyor muyuz Türkiye'nin genç ve dinamik nüfusuyla? Siz bu nüfusa iş
sağlayamazken, bu üstünlüğü kullanamazken nasıl övünebiliyorsunuz?
Kalfalık döneminizin en
önemli eseri ise cari açıkların önlenemez yükselişidir. Hükûmet hiçbir
cumhuriyet hükûmetinin yapamadığını yapmıştır. Bu ülkede cari açık rekorlarını
kimseye kaptırmayacak şekilde kırmışsınızdır. Türkiye’de ihracatın sahibi
Hükûmettir ama bu ülkede başını alıp giden ithalat sahipsizdir, yetimdir.
Türkiye’yi böyle bir iktidar anlayışıyla dokuz yıl yönettiniz. Ülkenin rekabet
gücünü hızla aşındırdınız. Ülkemizde kalabilecek iş ve istihdamı yurt dışına
transfer ettiniz. Verdiğiniz dış açıklar ortada. 150 gelişen ve yükselen
ekonomi arasında, çıraklığınızın ilk yılında gayrisafi yurt içi hasılaya oran
olarak Türkiye’den daha az cari açık veren ülke sayısı 48’di, çıraklığınızın
sonunda Türkiye’den daha az açık veren ülke sayısı 77 oldu. Kalfalığı
bitirdiğinizde ise 104 ekonominin cari açığı Türkiye’den daha azdı. AKP
İktidarında Türkiye’nin cari açığı yani döviz bilançosu açığı 55 basamak birden
kötüleşmiştir. Buraya özellikle dikkatinizi çekmek isterim: AKP’nin çıraklığı
ve kalfalığı arasında büyüme sıralamasında Türkiye 54 basamak düşmüş, cari açık
vermede de 55 basamak yukarı çıkmış. Bu tabloya bakınca insanın içinden “Allah
Türkiye’yi sizin ustalık döneminizden korusun.” demek geçiyor. (CHP
sıralarından alkışlar) Nitekim, daha ustalığınızın ilk
yılında cari açık 80 milyar dolara dayandı. Türkiye’yi döviz açığı vermede
Amerika Birleşik Devletleri’nin ardından dünya ikincisi yaptınız. Evet değerli
milletvekilleri, Türkiye 80 milyar dolarlık cari açığıyla dünyada en fazla cari
açık veren ikinci ekonomidir. Peki, önümüzde kim vardır? Amerika Birleşik
Devletleri vardır.
“Devir büyük balığın küçük
balığı yuttuğu değil, hızlı balığın büyük balığı yuttuğu devir.” diyerek
kendisini büyümede, işsizlikte Amerika’yla kıyaslayan Sayın Babacan’a ben de
buradan izninizle bir kıyaslama yapayım: Türkiye’yi Amerika’dan sonra dünyada
en fazla cari açık veren ülke konumuna getirdiğinizi söylemiştim ama
Amerika’nın geliri bizimkinin 19 katı. Amerika dolar matbaasının sahibi.
Amerika’nın cari açığı ise bizim sadece 5 katımız.
Gelelim gelir dağılımına ve
yoksulluk göstergelerine. Değerli milletvekilleri, TÜİK’in
açıkladığı rakamlar vatandaşın yaşadığı gerçek ekonominin ne olduğunu hepimizin
gözlerinin önüne seriyor. Kalfalık döneminin sonunda, 2010 yılında 45 milyon
131 bin vatandaşımız hiç olmazsa iki günde bir et, tavuk veya balık içeren bir
kap yemek yiyemiyor. 58 milyon 308 bin vatandaşımız evinde eskiyen
mobilyalarını değiştiremiyor. Kendisine yeni giysiler alamayan
vatandaşlarımızın sayısı 26 milyon 504 bin. Soğuk kış günlerinde evini ısıtma
imkânına sahip olmayan vatandaşlarımızın sayısı ise 26 milyon 268 bin kişi.
Evden uzakta bir haftalık tatile çıkamayan vatandaşlarımızın sayısı 62 milyon
396 bin kişi. Borç ve taksit ödemeleri altında bunalan vatandaşlarımızın sayısı
ise 41 milyon 336 bin kişi.
Değerli milletvekilleri,
2010 yılında maddi yoksunluk sınırı altında yaşayan yurttaşlarımızın sayısı bir
önceki yıla göre 861 bin kişi artmış, 45 milyon 303 bin kişi olmuş. Yani “Kriz
geçti gitti.” dediniz ama sıkıntısını vatandaşın üzerine yıktınız.
İşte, başarı hikâyeleri
anlattığınız Türkiye’deki gerçek insan manzaraları bunlar.
Değerli milletvekilleri,
OECD geçenlerde ilk defa yaptığı bir çalışmayı yayınladı. Bu çalışma, çok
ilginç bir çalışma, mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. Çalışmanın adı:
“Yaşamınız nasıl?” Gelir, refah, iş, kazanç, sağlık, eğitim gibi 11 ayrı ölçüte
göre üye ülkelerdeki vatandaşların yaşam memnuniyetine bakmışlar. Sonuç: OECD
içinde yaşamından en az memnun olan insanlar maalesef bizim ülkemizde yaşıyor,
Türkiye’de yaşıyor. Size rapordan birkaç çarpıcı örnek vermek isterim: Türkiye,
OECD ülkeleri içinde çalışma koşullarının en ağır olduğu ülke. Türkiye’deki
çalışanların yarısı haftada 50 saatten fazla çalışıyor. İktidarınız
Türkiye’sinde insanların birbirine güveni kalmamış. Her 100 insandan ancak 9’u
başkasına güvenebiliyor! 34 ülke içinde maalesef Türkiye bu oranla sonuncu
durumda. Bunları özellikle dikkatinize sunuyorum. Bir ekonominin başarısı
sadece millî gelirinin artmasıyla ölçülemez; bir ekonominin başarısı ve
gelişmesi yaratılan refahın, vatandaşın yaşam kalitesini artırmasıyla ölçülür.
Aksi takdirde, ekonomik gelişme kâğıt üzerinde bir yüzde değişmeden ibaret
kalır, sadece sıcak paracıları memnun eder.
Değerli milletvekilleri,
Hükûmetin en iddialı olduğu alan sağlıktır. Daha birkaç gün önce Bakan,
sağlıkta devrim yapmakla övünüyordu ama ustalığınızın ilk yılında geldiğiniz
noktada sağlıkta sıkıştınız. Geçtiğimiz yıllarda önce doktorlara, sonra
eczacılara, daha sonra da ilaç firmalarına yüklendiniz ama deniz bitti!
Hazinede para tükenince bu sefer vatandaşa “katkı payı” diye yüklenmeye
başladınız. Vatandaşın cebinden yaptığı sağlık harcamaları sürekli ve hızla
artıyor. Daha da bunları artırmayı öngörüyorsunuz. Vatandaşın devlet
hastanelerinde tecrübeli profesörlere muayene ve ameliyat olmasını
engellediniz. Kanun hükmünde kararnamelerle devlet hastanesinden kaçırdığınız
hocayı, çıkardığınız kanun hükmünde kararnameyi delerek Sayın Başbakanın
ameliyatı için geri getirdiniz. Peki, bunlardan hangisi doğru? Elbette
ikincisi. Şifaya erişim ve insan sağlığı kutsaldır ama yalnızca Sayın
Başbakanınki değil, tüm vatandaşların yaşamı kutsaldır. (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli milletvekilleri,
özetle, Adalet ve Kalkınma Partisinin çıraklık döneminde heba edilen
fırsatların faturası, kalfalık döneminde ülkenin rekabet gücünün hızla erimesi,
büyüme ve kalkınma yarışından kopması, ekonomide kaliteli ve sürekli iş
imkânlarının yaratılmaması suretiyle vatandaşlara ödettirilmiştir. Bu dönemde,
iktidar, ülkemizin rekabet gücünü ve büyüme potansiyelini artıracak yapısal
tedbirleri alamamıştır. Gerekli dönüşümleri gerçekleştirememiş ve önemli
fırsatları heba etmiştir. Kısa vadeli, popülist çıkarları için yapısal
sorunları önemsemeyen fırsat müsrifi Adalet ve Kalkınma Partisi, daha 2009
krizinin acı hatıraları hafızalardayken küresel iklimdeki son değişimi de doğru
yorumlayamamıştır. Dışarıdaki kriz adım adım kapımıza ilerlerken AKP seçimlerde
iktidar için popülizmin daniskasını yapmıştır. Ayağını gazdan hiç çekmemiş,
sıcak parayla beslenen borçla vatandaşın geliri ile umutları arasındaki uçurumu
kapatarak yalancı bir coşku yaratmıştır. Bedel ise dünyanın en büyük ikinci
cari açığı ve hızla artan küresel sermaye-sıcak para bağımlılığı olmuştur. Kriz
kapıya dayandığında ise Sayın Babacan’ın deyimiyle uçak manuele
alınmış, birdenbire pilot sayısı artmış, her kafadan ayrı bir ses çıkmaya
başlamıştır. (CHP sıralarından alkışlar) Önce, ekonomiden
sorumlu Başbakan Yardımcısı ile Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkan
Yardımcısı temmuz ortasında “Kriz geliyor, harcamayı kesin.” demiştir ancak
onlardan hemen sonra kanun hükmünde kararname ürünü olan yeni bakanlardan
Ekonomi Bakanı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı “Kriz yok, harcamaya devam.” diyerek topa girmişlerdir. Başbakan,
27 Temmuzda “Bu defaki teğet bile geçmeyecek.” demiştir. Asıl ürkütücü olan ise
bağımsız olması gereken Merkez Bankası Başkanının da bu koroya katılmasıdır.
Ancak bundan tam on gün sonra Türkiye’de kriz yönetimine geçilmiştir. “Teğet
bile geçmeyecek.” denilen krizin yükü acımasızca yapılan zamlarla vatandaşın
omuzlarına yüklenmiştir. (CHP sıralarından alkışlar) Vatandaş zamlar altında
ezilirken bu ülkenin bakanları, G20 toplantısına gittikleri Fransa’nın bir
tatil beldesinde, yalnızca kendilerinin gülebildiğini sıkılmadan
anlatabilmişlerdir.
Değerli milletvekilleri,
biz bu uyarılarımızı yaptığımızda Hükûmet bunu muhalefet yapmak için
söylediğimiz zannına kapılıyor ancak Hükûmetin yaptığı gibi “Bizde her şey
iyi.” havasını pompalamak, aşırı öz güvenle gelişmiş ekonomilere nasihat ve
ders vermeye kalkışmak, dışarıda dünyanın farkında olmadığımız izlenimini
yaratıyor. Bu nedenle, bu kürsüden Hükûmeti uyarıyorum. Bu marazi, narsist öz güven görüntüsünden bir an önce kurtulun.
Yaptığınızın korkudan mezarlıkta ıslık çalmak olduğunun biz farkındayız. (CHP
sıralarından alkışlar) Ancak caka satarak görüntüyü
kurtardığınızı zannederken sizinle birlikte tüm milletin ayağının altındaki
halının çekilebileceğini de unutmayın. Zaman caka
satmanın değil, doğru teşhis koymanın ve doğru politikaları üretmenin
zamanıdır.
Hükûmet “Kimse orta vadeli
program yapmazken ben yaptım.” diye övünmesini biliyor. Oysa daha 13 Ekimde
açıklanan Orta Vadeli Program’da, yılın bitimine iki buçuk ay kalmışken 2011
enflasyonu için yüzde 7,8 olarak enflasyonu tahmin ettiniz. Bu tahminden tam on
üç gün sonra, Merkez Bankası yayımladığı enflasyon raporunda “2011 enflasyonu
yüzde 8,3 olacak.” dedi. Kasım ayı enflasyonu rakamları açıklandı, bir de
baktık ki enflasyon yüzde 9,5 olmuş bile. 2011 sonunda çift haneli enflasyon
şimdiden garantilendi. Sizin tahmin ufkunuz bir yıl değil, iki yıl değil, üç
yıl hiç değil. Yılın bitimine iki buçuk ay kala enflasyon tahmininde bu kadar
sapma olursa biz bu Hükûmetin hangi tahminine ve hedefine güveneceğiz? Aslında,
getirdiğiniz bütçenin insanlara ne kadar güven verdiğini daha açıklandığı gün
gördük. Sayın Maliye Bakanı bütçeyi açıkladı, devalüasyon
patladı, Merkez Bankası 2006’dan bu yana ilk defa doğrudan döviz satarak
piyasalara müdahale etmek zorunda kaldı. İşte, bütçenizin içeride ve dışarıda
açıklandığı gün vermiş olduğu güven bu.
Değerli milletvekilleri,
ülkemizin sağlıklı bir şekilde kalkınmasından, büyümesinden, iş ve istihdam
yaratmasından elbette hepimiz çok mutlu oluruz ama eğer ki ekonomide
kırılganlık biriktiren bir büyüme varsa, taşıma suyla değirmen dönüyorsa
değirmenin suyu kuruduğunda, elde edildiği zannedilen kazanımlar bir anda elden
avuçtan çıkabilir. Ben bunları “Laf olsun.” diye, sırf muhalefet amacıyla
söylemiyorum, yaşadığım deneyimlere dayanarak sizleri uyarıyorum. Nitekim, Avrupa’da yaşanan gelişmeler su taşınan derelerin
kurumak üzere olduğunu göstermektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde de
görünüm parlak değildir, alınması gereken bazı ciddi kararlar yaklaşan seçimler
nedeniyle artık alınamamaktadır. Hükûmet, dışarıda biriken kırılganlıklara
gözlerini kapamış, seçim kazanmak için arabayı sorumsuzca, son süratle
kullanmıştır. Şimdi frenler tutmamaktadır, aracın içindeki 74 milyonun geleceği
de risk altındadır.
Artık her gün Türkiye
ekonomisine ilişkin uyarı dozu yüksek raporlar uluslararası piyasalarda
dolaşmaya başlamıştır. Bu raporlarda Türkiye'nin yüksek cari açığına, kısa
vadeli borçlarına dikkat çekilmekte, finansman koşullarındaki bozulmaya ve
uluslararası rezervlerin yetersizliğine vurgu yapılarak ekonomide ani duruş
ihtimalinin giderek arttığı söylenmektedir. Aslında, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak biz bunları uzun zamandır söylüyoruz, ekonomideki kötü gidişe uzun
zamandır dikkatleri çekmeye çalışıyoruz ancak herhâlde Türkçe söylediğimiz için
Hükûmet bizi dinlemiyor. Bahsettiğim raporlar İngilizce. Bu raporlar İngilizce
yazıldığı için, diğer konularda da olduğu gibi, belki bu raporlar Hükûmetin
dikkatini daha fazla çekebilir.
Değerli milletvekilleri,
son dönemde istihdam ve işsizlikte bir başarı hikâyesi yazılmak isteniyor.
Eylül ayında istihdam, geçen yıla göre 1 milyon 700 bin kişi arttı. Bir de
baktık, bu istihdamın 476 bini tarımdan geliyor, tarımda yaratılmış. Şimdi,
iktidarınızda, tarımda ekili alanlar 17 milyon dönüm azalmış, mercimek üretimi
120 bin ton azalmış, kuru fasulye üretimi 141 bin ton düşmüş, nohut üretimi 153
bin ton azalmış, Türkiye Kanada’dan baklagil ithal
eder hâle gelmiş, Kurban Bayramı’nda anguslar, chevroletler, limuzinler ithal edilir olmuş. Sorarım: Bu
üretim düşerken, ekili alanlar daralırken, ithalat başını alıp giderken, bu 476
bin kişi nerede çalışmış? (CHP sıralarından alkışlar)
Yine, daha ilginç bir
gelişme, son bir yılda, kanun yapıcı, üst düzey yönetici ve müdür sayısı 184
bin kişi artmış. Yani şu son dönemde yaratılan, o 1 milyon 700 bin kişilik
istihdam içinde yaratılan her 100 iş imkânından 10’unu kanun yapıcı, yönetici
ve müdür kadrosunda olanlar yaratmış. Şimdi, bu rakama bakınca insan sormadan
edemiyor: Bizim haberimiz olmadı da son bir yılda bu ülkede bir derin devlet mi
oluşturdunuz? (CHP sıralarından alkışlar) İstihdam rakamlarınız güven telkin
etmiyor. İşsizlikteki düşüşü inandırıcı bulmuyoruz.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye’de büyüme ve üretim artışı rakamlarına sevinemez hâle geldik çünkü yel
ile gelenin sel ile gidebileceğini yakın bir zamanda, 2009 yılında hep beraber
gördük. 2011’in üçüncü üç ayındaki yüzde 8,2’lik büyüme rakamı, Hükûmet ve
Merkez Bankasının söylemlerine rağmen, mevcut politikalarla ekonominin kontrol
altına alınamadığını ortaya koydu. Kapasite kullanımı, sanayi üretimi ve cari
açığın geldiği seviyeler, 2011’in son üç ayında da ekonomideki kontrolsüz
gidişin sürdüğünü gösteriyor. Aileler aşırı borçlu. Borcunun gelirlerine
oranının geldiği düzey, sert iniş hâlinde yaşanacaklar üzerine endişeleri daha
da artırıyor. 2002’de ailelerin borcunun harcanabilir gelirlerine oranı yüzde
4,5 iken 2011’in 9’uncu ayında bu oran 10’a katlanmış ve yüzde 45’e çıkmış.
Burada tecrübelerime
dayanarak şunu ifade etmek istiyorum: 2001 krizinde borçlu olan şirketlerdi.
“İstanbul yaklaşımı” gibi uzlaştırma yöntemleriyle sorun nispeten rahat
çözüldü. Ancak şimdi aileler de ciddi şekilde borçlu. Ekonomide
ani bir fren durumunda bunu çözmek çok daha zor. Aslında, ailelerin
bilançosundaki bozulmanın maliyet ve sonuçlarını bugün gelişmiş ekonomilerde
bir türlü gelmeyen büyümeye ve düşmeyen işsizliğe bakarak anlamak da mümkündür.
Değerli milletvekilleri,
peki, Hükûmetin Türkiye Büyük Millet Meclisi huzuruna getirdiği Orta Vadeli
Program ve 2012 Bütçe kanunu ekonomide artan ani duruş riskini dikkate alıyor
mu? Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisinin 2011’de yüzde 8’in üstünde
büyüyeceği anlaşılıyor. 2012’de ise Türkiye'nin, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Teşkilatı tahminine göre yüzde 3, Uluslararası Para Fonu’nun tahminlerine göre
ise sadece yüzde 2 büyüyeceği öngörülüyor. Bu, ekonomide gelecek yıl sert bir
iniş riskinin uluslararası kuruluşlar nezdinde giderek ağırlık kazandığını
göstermektedir. Kaldı ki Türkiye’ye para getiren bazı yatırım bankaları 2012’de
büyümenin sıfıra yakın olabileceğini söylüyorlar. Yani neresinden bakarsanız
bakın, borç tuzağına düşürdüğünüz vatandaşlarımız, şirketlerimiz gelecek yıl
çok zorlanacaklar.
Hükûmet getirdiği Orta
Vadeli Program’la ağırlaşan küresel koşulları hiç dikkate almamış. Hükûmet,
gelecek yıl, kendi tahmini olan 65 milyar dolarlık bir cari açığı ve 135 milyar
dolarlık borç geri ödemesini finanse edebileceğini ve toplam 200 milyar dolar
para bulacağını varsaymaktadır. Ekonomik dengeler bu kumar üzerine
kurulmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki bu para bulunamaz ve ekonomi yere çakılırsa,
aynen 2009’da yaptığınız gibi, bahaneniz küresel kriz olacaktır. “Bu seferki
teğet bile geçmez.” sözü ise hiç söylenmemiş sayılacaktır.
Buradan açıkça uyarıyorum:
Bu sert çakılma sonunda ödenecek acı bedelin tek sorumlusu bu frensiz gidişe
yol açan Hükûmettir.
AKP Hükûmeti, Orta Vadeli
Program’da kendine beş temel öncelik belirlediğini ifade etmiştir. Bu beş
öncelikten ikisi, cari açığı düşürmek, iç tasarrufları artırmaktır. Bunu diyen
Hükûmet ne yapıyor? Kamuda yatırım-tasarruf açığını büyüten bir program ile
Türkiye Büyük Millet Meclisinin huzuruna çıkıyor. Kamu tasarruf-yatırım açığı
2011’den 2012’ye geçişte gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak 0,6 puan
artarak yüzde 2,2’ye çıkıyor. Devlet “Gelecek yıl cari açığa 0,6 puan ilave
katkı yapacağım.” diyor. Böyle mi cari açık düşürülecek? Cari açık lafla
düşmez. Dengeler, cari açığı düşüremeyeceğinizi ve bu işten -kusura bakmayın
ama- pek de bir şey anlamadığınızı gösteriyor. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri,
Hükûmet bir “mali disiplin” lafı tutturmuş, buna herkesin inanmasını istiyor.
2007-2011 arasında bütçenin faiz dışı harcamalarındaki artış yüzde 74,2.
Afların bir defa etkileri ayıklandığında vergi gelirlerindeki artış yüzde 59,5.
Aynı dönemde ekonomideki toplam gelir ise yüzde 52 artmış. Yani harcamalar
millî gelir artışının 22 puan üstünde artarken süreklilik arz eden vergi
gelirleri ekonomik büyümenin sadece 7,5 puan üstünde artmış. Vergi aflarından
elde edilen bir defalık gelirler ve ithalatta sürdürülemez artışa bağlı olarak
tahsil edilen vergilerle maliye politikasındaki gevşemeyi maskeliyorsunuz.
Değerli milletvekilleri,
son dönemde, sağlıklı bir demokraside olmayacak şeyler oluyor ülkemizde.
Hukukun genel ilkelerini ihlal etmek sıradanlaşıyor. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin yetkileri, Anayasa’ya aykırı bir biçimde ve Anayasa Mahkemesi
Başkanının da desteğiyle Hükûmet tarafından âdeta gasbedildi.
Türkiye, kanun hükümde kararnamelerle yönetilen bir ülke hâline geldi. Genel
seçimler öncesinde kabul edilen bir yasayla verilen kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisi, yeni seçilmiş bir Meclis olmasına rağmen, Hükûmet tarafından,
fütursuzca, son gününe kadar kullanıldı. Çıkardığınız otuz
beş kanun hükmünde kararname ile Türk kamu yönetimini altüst ettiniz,
uluslararası standartlardan uzaklaştırdınız, köklü kuruluşları bir gecede
ortadan kaldırdınız, on bir yeni bakanlık kurdunuz, memurların kazanılmış
haklarını ellerinden aldınız, insanları kariyer planlaması yapamayacak hâle
getirdiniz, kamu çalışanlarını sokağa döktünüz, İstanbul Menkul Kıymetler
Borsasını devletleştirdiniz, özerk düzenleyici ve denetleyici kuruluşları
bakanların ağzına bakar hâle getirdiniz. Rekabet gücümüzü artırmak için
araştırma, geliştirme ve bilime en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde kalktınız Türkiye Bilimler
Akademisine seçim ile gelen bilim adamlarını dünyada örneği olmayan bir şekilde
atanır hâle getirdiniz. Sizin dışınızdaki seçimle gelen tüm kurumları kontrol
altına alma hırsınızın tepe noktasına geldiniz. Bundan sonra bir adım kaldı,
millî takım oyuncularını da kararnameyle atarsanız bu iş bitmiş olacak. (CHP
sıralarından alkışlar)
Tüm bunları yaparak
uluslararası yatırımcıların risk algılamasını artırdınız. Dışarıdan para
bulmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde bunu yaparak durumun gerçekten farkında
olmadığınızı bir kere daha gösterdiniz. Bunların yanında kanun hükmünde
kararnameler kanunsuzluklarınızın kılıfı oldu. Bugüne kadar bu kürsüden sizi
defalarca uyardık. Bütçe sürecini başlatan orta vadeli program ve mali planın
kanunun öngördüğü sürelerde çıkarılmadığını söyledik. Kendi çıkardığınız bu
kanunu yıllarca yine kendiniz ihlal ettiniz. Sonra bir de baktık bir kanun
hükmünde kararnameyle kanunu kanunsuzluğunuza uydurmuşsunuz. Hiç olmazsa bu
düzenlemeyi Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçirme cesaretini gösterseydiniz.
Değerli milletvekilleri,
geçen sene bu kürsüden konuşan iktidar partisi sözcüsü “Cumhuriyet Halk Partisi
iktidara gelirse kur patlar, enflasyon uçar, faiz coşar.” diyordu. Şimdi
iktidarda Cumhuriyet Halk Partisi mi var? Ne oldu da bu ülkede son bir yılda
yüzde 24 devalüasyon oldu? Faizler nasıl çift haneye
çıktı? Kredi faizleri nasıl yüzde 15’e geldi? Enflasyon nasıl çift hanelere
ulaştı?
Değerli milletvekilleri,
özetlersek, Türkiye, yeniden kabaran kriz dalgasına dünyadaki en yüksek ikinci
cari açığı vererek yakalanmıştır. Hükûmet, ekonominin çıpalarını birer birer
yok etmektedir. Merkez Bankası ve bağımsız kurullar, Hükûmetin emrine
girmiştir. Komşularla sıfır sorun diye yola çıkılmış, sorunsuz sıfır komşu
noktasına gelinmiştir. İhracatımız, turizm gelirlerimiz darbe yemiştir. Dünya
krizden çabuk çıkacağa benzemiyor. Yeni dalganın geçmişten farklı olarak
küresel likiditeyi daha fazla daraltması bekleniyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – İlave süre veriyorum
Sayın Öztrak.
Buyurun.
FAİK ÖZTRAK (Devamla) -
Türkiye'nin önümüzdeki yıl 200 milyar dolar tutarında bir parayı bulamaması
durumunda yere çakılmasını kaçınılmaz hâle getirdiniz.
Diğer taraftan halkı borca
batırdınız. Ülkenin döviz cinsinden borçları ile alacakları arasındaki fark,
İktidarınızda 85 milyar dolardan 351 milyar dolara çıktı. Reel sektörün dış
pozisyon açığı 6’ya katlandı, 119,3 milyar dolar oldu. Kişi başına dış borç
4.187 dolar oldu, İktidarınızda 2.224 dolar arttı. Yani yeni doğan her çocuk
kaşını gözünü annesinden babasından alırken 2.224 dolar borcu da Tayyip
amcasından alıyor. (CHP sıralarından alkışlar) Ama Başbakan çözümü buldu, dış
borcu azaltacağına her aileden 3 çocuk istiyor.
Değerli milletvekilleri,
son görüşmelerini yaptığımız bütçe ve Hükûmetin mevcut politikaları bu
sorunların üstesinden gelememektedir ve gelemeyecektir. Tavsiyem, bir an önce
kamu dengelerinde gerçek bir mali disipline yönelmenizdir, gayrisafi yurt içi
hasılanın binde 6’sı kadar bir ek uyum yapmanızdır. Merkez Bankası derhâl
piyasalara net mesajlar vermeye başlamalıdır, tek başına piyasalara karşı
durmaktan vazgeçmelidir. Merkez Bankası, yitirdiği güveni hızla geri
kazanmalıdır. Ekonomi seçim öncesinde izlediğiniz popülist politikaların bedeli
olarak her hâlükârda yavaşlayacaktır. Bundan en çok borca batmış çalışanlar ve
küçük esnaf etkilenecektir.
Bu çerçevede başta işsizlik
yardımları olmak üzere sosyal destek ağlarını bir an önce güçlendirin. Kredi
Garanti Fonu’nu küçük esnafa nefes aldıracak şekilde çalıştırın. Ekonominin
günlük işleyişine keyfî
müdahalelerden vazgeçin. Rekabet gücünü artıracak yapısal
reformlara artık başlayın. Küresel likiditenin kurumaya başladığı bir dönemde
ekonomiye duyulan güveni ve çekiciliği artıracak bu tedbirleri hızla alın.
Ancak bu şekilde ihtiyaç duyulan finansmana erişim kolaylaşacak ve ekonomide
yumuşak bir iniş sağlanabilecektir.
Değerli milletvekilleri,
hepimiz bu milletin daha müreffeh yaşamasını, geleceğe güvenle bakmasını
isteriz. Amacımız sizlere yol göstermektir. Bu bağlamda eleştirilerimizin ve
önerilerimizin Hükûmet kanadında samimi bir biçimde değerlendirilmesini temenni
ediyor, 2012 Bütçe kanununun milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Öztrak.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
Sayın Şandır’ın konuşmasında size sataştığından
bahisle 69’uncu maddeye göre söz istediniz. İki dakika size söz veriyorum, yeni
bir cevap hakkına imkân vermemek şartıyla.
Buyurun.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın,
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; doğrusu Sayın Şandır’ın
konuşması sonunda bize ismimizi zikrederek söylediği üç noktaya dikkati
çekeceğim.
Sayın Şandır,
samimiyetimle, partimin programı ve tüzüğüyle söylüyorum: Biz bayrağı
tartışmıyoruz bir, resmî dili tartışmıyoruz iki, sınırları tartışmıyoruz, ortak
vatanda bütünlük içinde çözüm istiyoruz ve çok açık söylüyoruz ki: Türkiye’de
bize, buna rağmen yöneltilen bölücülük suçlamasını da biraz vicdan ve insaf
sınırlarını aşmış olarak görüyoruz ve şunu söylüyoruz: Bölücülük sendromunun en iyi ilacı yeni Anayasa ve demokrasidir.
Mademki bu kaygılarınız var, bu kaygılarınızı yaşamayın. Bizim grubumuz işte
Türkiye’dir, Türk, Kürt, Süryani bütün milletvekilleri hep beraber oturuyoruz.
Diğer bir noktaya gelince:
Benim Botan halkıyla ilgili söylediğim sözleri keşke tam bilseydiniz. Şırnak’ın
bütün seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları tutuklandı, içeride ve
milletin iradesine saygı, sandıktan çıkan oya saygı, her siyasetçinin saygıyla
önünde eğilmesi gereken bir durumdur dedim. Her siyasetçi de sandıktan çıkan
iradenin önünde eğilecektir. Buna Başbakan da dâhildir, hiç kimsenin ayrıcalığı
yok ama benim şaşırdığım bir şey var: Ben “Botan halkının sandıktan çıkan millî
iradesinin önünde Başbakan da diz çökecek.” derken sizin Başbakanın
avukatlığını yapmanıza şaşırdım doğrusu. AK PARTİ burada çoğunlukta zaten,
ihtiyacı yok.
Ben, şu anlamda söylüyorum:
Basında çıkan sözler bazen cımbızlanıyor. Birbirimizi konuşarak anlayabiliriz
ve ana dilimizi, kültürümüzü, şarkılarımızı söylemek bu ülkeyi bölmez,
şarkılar, dil, kültür, kimlik bölmez.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Devamla) - Bu
konuları bu kürsüden rahat konuştuğumuz zaman hiçbir sorun kalmaz.
Teşekkür ediyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Maksat hasıl oldu, teşekkür ediyorum.
Şimdi görüşmelere devam
ediyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S. Sayısı: 88) (Devam)
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına ilk söz, Diyarbakır Milletvekili Sayın Nursel Aydoğan. (BDP
sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Aydoğan.
BDP GRUBU ADINA NURSEL
AYDOĞAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi adına bütçenin geneli
üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bütçe üzerine görüşlerimizi
ifade etmeden önce, bugün Diyarbakır-Bismil kara yolundan bir kaza haberini
aldık. 24 yurttaşımız bu kazada yaşamını yitirmiş. Ben öncelikle yaşamını
yitiren bütün yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılara acil
şifalar diliyorum, geride kalan ailelerine de sabır ve başsağlığı diliyorum.
Değerli milletvekilleri,
elbette ki 2012 yılı bütçesinin son gününde geneli üzerine değerlendirmeler
yapıyoruz. Şunu ifade etmek isterim ki 2012 yılı bütçesinin bize göre en
çarpıcı yönü, emniyet, güvenlik ve bir bütün savunma bütçeleriyle ilgili olarak
bütçenin önemli bir kısmının, yani yüzde 37’lik bir kısmının bu bütçeye
ayrılmış olmasıdır. Türkiye tabii ki genç bir nüfus, genç bir ülke, Millî Eğitime
ayrılan oran yüzde 35 değerli arkadaşlar. Nüfusun büyük
çoğunluğunun genç olduğu bir ülkede, okula gidenlerin ilkokuldan üniversiteye
kadar olanlarının yüzdesinin çok yüksek olduğu bir ülkede Millî Eğitime ayrılan
bütçe yüzde 35 ama bir bütün savunma ve güvenlik harcamalarına ayrılan bütçe
yüzde 37. Üstelik bu dönem savunma ve bir bütün güvenliğe ayrılan bütçede yüzde
7’lik de bir artış var değerli arkadaşlar. Bu çerçeveden baktığımızda,
bu bütçedeki güvenlik, emniyet ve savunma bütçesinin daha fazla bu ülkede
çatışmalı süreçlere zemin hazırlanmak üzere oluşturulduğu ve bir savaş bütçesi
olduğunu söyleyebiliriz.
Elbette ki şunu ifade etmek istiyorum: Bir kadın olarak
Parlamentoda bu bütçenin bir barış bütçesi olmasını çok isterdim, arzu ederdim
ve hatta Hükûmet adına söz alan arkadaşımız bu kürsüye geldiğinde Türkiye'nin
en temel sorunu olan Kürt sorununun çözüldüğünü, demokrasi sorunlarının
çözüldüğünü, dolayısıyla bu ülkede artık emniyet, güvenlik gibi konulara çok
fazla bütçe ayrılmaması gerektiğini ve daha fazla, bu ülkede yaşayan insanların
daha müreffeh bir yaşam sürmesi için eğitime, sağlığa, kültüre daha fazla bütçe
ayrıldığını söylemesini isterdim ama ne yazık ki 90’lardan itibaren, yaklaşık
yirmi-yirmi bir yıldır böyle bir söylemle bu Mecliste karşılaşmadık. Şunu ifade etmek isterim: Umarım ve dilerim ki bundan sonraki
yıllar Türkiye’de barış bütçesinin yapıldığı yıllar olur.
Değerli arkadaşlar, elbette
ki AKP iktidara geleli dokuz yıl gibi bir zaman oldu. Tabii ki Türkiye’de
yaşananlar dokuz yılla sınırlı değildir. On yıllardan beri bu ülkede insanlar
yaşamlarını yitiriyorlar ve elbette ki en önemlisi bu ülkede çocuklar yaşamını
yitiriyor. Daha bir hafta önce Mardin’de Fırat İzgi adlı bir genç çocuğumuz, on
beş yaşındaki bir genç çocuk kendini yakarak “Bu ülkede barışın sesi olmak
istiyorum.” diyerek yaşamına son verdi değerli arkadaşlar. Sanıyorum Sağlık Bakanımız
da burada. Hastaneye getirilen yani Mardin Devlet Hastanesine
getirilen bu gencimiz hastanedeki yetersizlikler nedeniyle başka bir hastaneye
nakledilemeden ve elbette ki o sırada -İçişleri Bakanımız da inşallah
buradadır- yanmış bir çocuktan ifade almak istenmesinden dolayı zaman gecikti
ve bu çocuğumuz ne yazık ki Mardin Devlet Hastanesinde yaşamını yitirmek
zorunda kaldı ve yine bu ülkede hazırlanan bu bütçeler nedeniyle yani güvenlik,
emniyet bütçeleri nedeniyle Diyarbakır’da Mustafa Malçok
isimli bir gencimiz yine kendini yakarak yaşamına son verdi. Yine Evrim
Demir Muş’ta ve yine Ceylan Önkol gibi, Uğur Kaymaz gibi, Mehmet Aytun gibi
daha bir buçuk yaşındaki küçücük bir bebek polis kurşunuyla yaşamını yitirdi.
İşte, değerli arkadaşlar,
şunu ifade etmek istiyorum size: Bütün bu yaşananlardan hareketle diyorum ki,
bu Meclisin, bu yaşamını yitiren, bu gencecik yaşta, daha küçücük yaşta, bir
buçuk yaşındayken yaşamını yitiren bu çocuklara karşı bir özür borcu olmalıdır
onlara daha güzel bir Türkiye, daha güzel bir dünyayı yaratamadığı için. Ben
kendi adıma bu yaşananlardan dolayı tüm çocuklardan özür diliyorum ve
düşünüyorum ki bu sıralarda oturan bütün milletvekilleri ve başta kadın
milletvekilleri arkadaşlarımızın bu çocuklardan bir özür borcu var ve bu özür
önümüzdeki dönem mutlaka dilenmelidir diyorum.
Değerli milletvekilleri, şu
anda, tabii ki, iktidarda olan AKP’nin iç politikası tamamen kapitalist, modernist bir karaktere sahip olduğu gibi dış politikası da
aynı şekilde kapitalist, modernist paradigma
temelinde şekillenmektedir. Bu paradigma temelinde
şekillenen iç ve dış politikanın elbette ki başarı şansı yoktur. Nitekim AKP
Hükûmetinin hem iç hem dış politika konusunda ne kadar başarılı olduğu bugün ve
önümüzdeki dönemlerde en fazla konuşulacak, en fazla tartışılacak konulardan
biri olacaktır Türkiye’de.
Özellikle, AKP Hükûmetinin
Dışişleri Bakanı gibi Başbakan da neredeyse zamanının büyük çoğunluğunu yurt
dışında geçirmesine rağmen, son bir yıldır özellikle Orta Doğu politikası
çökmüştür değerli arkadaşlar. Komşularımızla sıfır sorun politikasından bütün
komşularla sorun politikası başlamıştır. Suriye, İran ve Irak’la PKK karşıtlığı
üzerinden kurulan diplomasi, ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında Orta
Doğu’yu yeniden şekillendirme, yeniden dizayn etme
projesiyle başarısız olmuştur. 2002’lerde bu proje kapsamında Orta Doğu’da
Ilımlı İslam Projesi’ni yerleştirme çerçevesinde desteklenerek iktidara gelen
AKP Hükûmetinin de bu desteğin geri çekilmemesi için ABD politikalarına
yattığını, bu nedenle de “Kardeşim Esad” dediği Beşar
Esad ile nasıl ilişkilerini kopardığını, yine İran’a rağmen füze kalkanını
nasıl Malatya’ya yerleştirmeye çalıştığını ve Türkiye'yi nasıl bir kaosun içerisine sürüklemeye çalıştığını, yine ihracatının
önemli bir kısmını Irak’a yapan bir ülke olarak ihracatının bu nedenden dolayı
fazla etkilenmemesi için Irak’la olan ilişkilerini tehdit düzeyinde bıraktığını
hep birlikte izliyoruz ve biliyoruz değerli arkadaşlar.
Yine, Orta Doğu’da otoriter
rejimler ve kırk yıllık diktatörlüklerle 2002’den beri AKP Hükûmetinin çok iyi
ilişkileri vardı ancak Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında Orta Doğu’ya yönelik
müdahale kapsamında diktatörler bir bir ABD
tarafından yerlerinden ve koltuklarından edildiler değerli arkadaşlar. Bununla
birlikte AKP Hükûmetinin de ne yazık ki bu ülkelerle olan ilişkilerini
kopardığını görmekteyiz.
Elbette ki uluslararası
ilişkilerin önemli oranda bize göre insan hakları ve demokrasi çerçevesinde
kurulması lazım. Elbette ki ülkelerin ve devletlerin de ekonomik çıkar
temelinde kurduğu ilişkiler de mutlaka olacaktır ancak yine de bizler, kurulan
ilişkilerde ilkesel bir tavır ve duruşun da olması gerektiğine inanıyoruz.
Sayın milletvekilleri,
Türkiye'de 2002 yılında yüzde 3-4 civarında bir büyüme öngörülmektedir. Bu
büyümenin emekçilerin ve halkın sırtından sağlanmak istendiğini bizler
biliyoruz. Yine sendikasızlaştırma politikası, grev hakkının olmayışı ve düşük
ücret politikası bu büyüme hedefinin gerçekleşmesi için esas alınmaktadır. Kürt
muhalefetinin dışında ne yazık ki bu ülkede güçlü bir muhalefet olmaması, hem
Hükûmetin elini güçlendirmekte hem de yasama, yürütme ve yargıyı elinde
bulundurmanın verdiği otoriter güçle istediği kanunu çıkarabilmekte ve bu
büyümeyi devam ettirebilmektedir değerli arkadaşlar. Ama büyüyen ekonomiye
rağmen, halkın refah ve yaşam düzeyinde çok önemli de bir farklılık yoktur.
İşsizlik, gerçek anlamda, çok yüksek düzeydedir ve kronikleşmiştir. İş
istihdamı son derece düşüktür. Ücretliler bu büyümeden istedikleri payı
alamamaktadırlar.
Adaletsiz bir vergi
politikası vardır. Sürdürüldüğü söylenen güçlü bütçeyi tüketicinin sırtından,
yüzde 70 dolaylı vergilerle sağladığı bilinmektedir. Dünyanın hiçbir yerinde
değerli arkadaşlar, böylesine adaletsiz bir vergi sistemi yoktur. Dolayısıyla,
bölüşümde ve paylaşımda da bir adaletsizlik söz konusudur.
Özelleştirmelerle -ki,
hemen hemen Türkiye’de özelleştirilmedik kamu kurumu kalmadı diyebiliriz-
özellikle TOKİ yatırımlarıyla da AKP Hükûmeti kendi çevresinde organik bir
sermaye grubu oluşturmuş, bunları ciddi şekilde de palazlandırmaktadır yani bu
yüzde 3 veya 4’lük büyüme çalışan ve işsizlere ayrı bir şey getirmemiştir
değerli arkadaşlar.
Sayın milletvekilleri, 13
milyon ücretlinin yaşadığı bir ülkede maalesef sendikalaşma oranı son derece
düşüktür, bunun yüzde 10 civarında olduğunu söyleyebiliriz. Örgütlü olanlarda
da maalesef hem örgütlenme özgürlükleri kısıtlanmakta hem grev hakkı
verilmemektedir. Başta Kürt muhalefeti olmak üzere, öğrenciler, muhalefet
edenler baskı altında tutulmakta, cezaevlerine atılmaktadır. İşte bugün, 21
Aralıkta KESK ve Türk Tabipler Birliği tüm bunları protesto etmek için bir
günlük grev hakkını kullandı ve alanlardalar. Ben buradan, greve çıkan bütün
emekçileri, kamu emekçilerinin grevlerini ve eylemini selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, 1924
Anayasası’yla başlayıp kangren hâline dönüşen Kürt sorununun çözülemediğini,
her geçen gün can yakmaya devam ettiğini görüyoruz. Sadece son bir yılda bu
sorun çözülemediğinden yüzlerce insanımız yaşamını yitirmiştir.
Yine cezaevlerinde ölümler
devam etmektedir. En son Erzurum Cezaevinde Mehmet Aras isimli bir yurttaşımız,
kanser hastası olan bir yurttaşımız insan hakları örgütlerinin yoğun
girişimleri olmasına rağmen ve kanser hastası olmasına rağmen hastaneden evine
gönderilmemiş, ne yazık ki, hastane koşullarında ve cezaevinde yaşamını
yitirmek durumunda da kalmıştır.
Hâlen cezaevlerinde 18’i
ağır olmak üzere, 111’i ölüm sınırında olan yurttaşımız vardır. Hükûmetin
cezaevi politikasını acilen değiştirmesi gerekir diyoruz.
Sayın milletvekilleri,
Adalet Bakanlığı devasa adliye saraylarını yapmakla övünmektedir. KCK adı
altında yürütülen operasyonlarda olduğu gibi mahkemeye çıkarılanların hiçbir
adalet anlayışıyla karşı karşıya kalmadıklarını hep birlikte izliyoruz. Sadece
ana dilleriyle ifade veremedikleri için üç yıldan beri, bu dava kapsamında
tutuklananlar içerdedir.
Şimdi, insan yaşamının
cezaevlerinde hiçleştirildiği ve insanı yaşatmak için bir bütçenin ayrılmadığı
bir ülkede adalet saraylarının olmasının ne anlamı olacağını ben gerçekten
Adalet Bakanına sormak istiyorum.
Başbakanın “Bizden iyi
niyet beklemesinler.” ve “Terörle mücadele, siyasetle müzakere”
açıklamalarından sonra, faaliyetleri açık ve gözetim altında olan belediye
başkanlarımız, il, ilçe yöneticileri, belediye il genel meclisi üyelerinin
tutuklanmalarına hız verilmiş, bu kapsamda da tutuklananların sayısı 4 bini
aşmıştır değerli arkadaşlar.
Son olarak da Başbakan
Yardımcısı Sayın Beşir Atalay’ın “KCK ve
askerî operasyonların hepsi bir koordinasyon dâhilinde yapılmaktadır. Bunların
hepsi kararlaştırılmış, planlanmış ve yürütülmektedir.” söyleminin üzerinden
daha üç beş gün geçmeden, dün sabah saatlerinde, DİHA, Özgür Gündem, Etik
Ajans, Demokratik Modernite ve Gün Matbaası gibi
kurumlar basılmış, çok sayıda gazeteci ve çalışanı gözaltına alınmıştır. 90’lı
yıllarda, özgür basında çalışanların binaları kundaklanıyordu, yakılıyordu
şimdi ise özgür basında çalışanlar tutuklanıp gözaltına alınıyor, cezaevlerine
konuyor değerli arkadaşlar. Herhâlde böyle bir demokrasi ve adalet anlayışının
olduğu, dünyada, ülke sayısının çok az olduğunu belirtebilirim.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye’de, tutuklu gazeteci sayısı 71’dir. Bu hâliyle dünyada ilk sıralarda
olduğumuzu daha önce belirtmiştik. Buna rağmen Hükûmet, tutuklanan gazeteciler
için, ısrarla, mesleklerinden kaynaklı değil gazetecilik faaliyeti dışındaki
faaliyetler nedeniyle tutuklandıklarını ifade ediyor. Bize göre onlar illegal
faaliyetleri için tutuklanmadılar, sadece, AKP politikalarına karşı oldukları
için ve bu politikalara boyun eğmedikleri için tutuklanmışlardır. Ne yazık ki
AKP’nin “Ya benden olursun ya da karşıdan olursun.” yaklaşımı var. Bu yaklaşım
nedeniyle de zaten değerli arkadaşlar, bu yaklaşımın karşısında olanlar her
gün, peyderpey, bir bir yakalanıp, tutuklanıp
cezaevine atılmaktadır. Zaten, uzun tutukluluk süreleriyle de henüz verilmeyen
cezanın da infazı bu şekilde yapılıyor olmaktadır.
Değerli milletvekilleri, dünyaya demokrasi dersi vermeye kalkan
Başbakanın ülkesinde, bir buçuk yaşındaki, Şırnak’taki Mehmet Uytun bir polis kurşunuyla öldürüldü; Halil İbrahim Oruç,
Bismil’de, 18 Nisanda, bir gösteri sırasında yine polis kurşunuyla öldürüldü ve
hâlen Halil İbrahim Oruç hakkında İçişleri Bakanlığının hiçbir çalışması yoktur
değerli arkadaşlar; yine, Ceylan Önkol bu şekilde katledildi; Uğur Kaymaz, Yahya
Menekşe Şırnak’ta, yine Hakkâri’de bir çocuk öldürülerek dereye atıldığında;
yine, bir çocuğun kolu kameralar önünde polis tarafından kırıldığında; yine,
eylemlerde, gösterilerde gazlarla yaşlılar öldürüldüğünde; yine, Solin bebek ve ailesi Türk Silahlı Kuvvetlerinin hava
bombardımanı sonucu yok edildiğinde; yine, Nusaybin’de polisin ve jandarmanın
on iki yaşından daha küçük olan Kürt çocuklarını önlerine katarak mayın
tarlasına sürdüğünde ve daha sonra kameralar önünde o çocuklara işkence
yapıldığında; yine, üç yaşındaki Y. E. Nusaybin’de polis tarafından beyninden
vurularak komaya girdiğinde aile ve sosyal politikalardan sorumlu Bakanın
ağzından tek bir kelime çıkmadığı gibi, İçişleri Bakanlığı da hiçbirinin
faillerinin bulunması konusunda bir çalışma içine girmedi. Yine Hakkâri Çukurca’da, Kazan Vadisi’nde 36 PKK’linin
kimyasal silahlarla öldürüldüğüne dair iddialara da İçişleri Bakanı bir cevap
vermediği gibi, bununla ilgili olarak da bir araştırma yapılmasıyla ilgili
Meclisin herhangi bir çalışması olmadı. Biliyorsunuz kimyasal silah kullanmak
bir insanlık suçudur, bu da herhâlde ileri demokrasinin olduğu ülkemizde
Hükûmetimizin iyi bir pratiği oldu.
Değerli milletvekilleri,
2004 yılında Başbakan Moskova’da sorulan bir soru üzerine “Düşünmezseniz Kürt sorunu
yoktur.” demişti. Bugün atanan İçişleri Bakanı da ona benzer şeyler söylüyor:
“Gittim, aradım, bulamadım Kürt sorununu, ne sağlıkta gördüm ne eğitimde.” gibi
söylemler. “Madem Kürt sorunu yoksa, niye bölgede yüz
binlerce asker ve on binlerce polis görevlendiriliyor?” diyoruz biz de. Bugün
AKP bölgede polis terörüyle özgürlük ve demokrasi isteyen halkın taleplerini
bastırmaya çalışıyor değerli arkadaşlar. Bunun için İçişleri Bakanlığı
bütçesinden ne kadarının gaz bombalarına ayrıldığını doğrusu ben merak
ediyorum. Ayrıca, atılan gaz bombaları sonucu Van’da İl Genel Meclisi üyemiz
Yıldırım Ayhan’ın ve nicelerinin hayatını kaybettiğinin de yine İçişleri
Bakanlığı tarafından izah edilmesi gereken bir konu olduğunu düşünüyorum ve
Türkiye’de Türkiye kamuoyunun da böyle bir beklentisi olduğunu biliyorum.
Hâlbuki sözde güvenlik ve emniyete ayrılan bütçe eğitime ayrılabilirdi değerli
arkadaşlar. Bölgede ücretli öğretmenlik meselesi almış başını gitmektedir.
Henüz okuldan yeni mezun olan, lisans veya ön lisans mezunu olduklarına dahi
bakılmadan öğretmenler, bölgede “geçici öğretmen” adı altında
görevlendirilmektedir. Oysa, sırada bekleyen binlerce,
on binlerce üniversite mezunu öğretmemiz var. Umuyor ve diliyorum ki, AKP
Hükûmeti en kısa zamanda bu arkadaşlarımızı da görevlendirerek sorunlarına bir
nebze de olsa çözüm getirecektir.
Değerli arkadaşlar,
kadınların özgürlük mücadelesi, tüm insanlığın özgürlük ve demokrasi
mücadelesidir. Kadınlar özgürleşmeden insanlığın gerçek anlamda özgürleşmesi ve
özgür bir dünyaya kavuşmak da mümkün değildir. İlk baskı, sömürü ve istismar,
erkek tarafından kadın üzerinde gerçekleştirilmiştir. Devletçi-iktidarcı sistem, erkek egemenlikli
bir sistem olarak şekillenmiştir. Kadın köleliği, baskısı ve istismarı
üzerinden şekillenen bu gerçeklik, kadın özgürleşmeden ortadan kaldırılamaz. Bu
nedenle, kadın özgürlüğü sadece kadını değil tüm toplumu ilgilendirmektedir.
Oysa Türkiye de, maalesef üzülerek belirtmek isterim ki, toplum ahlaki ve
manevi olarak bir erozyona uğramaktadır. Siyasi haklardan tutalım yaşam hakkına
kastetmeye, kişilik haklarına kadar erkek egemenlikli
devlet ve Hükûmet tarafından yöneltilen saldırılar, bir tecavüz zihniyetinin
sonucudur. Kadın katliamları, cinayetleri, kadına yönelik şiddet konusunda AKP
Hükûmetinin olumlu anlamda yasal ve anayasal değişiklikler yaptığını
belirtebilirim. Ama buna rağmen, Mardin’deki N.Ç. davasında ve son günlerde,
son bir ay içerisinde İzmir’de polis karakolunda dayak yiyen Fevziye Cengiz
olayında da görüldüğü gibi, bir zihniyet değişiminin hâlen Türkiye’de
sağlanmadığı görülüyor. Bu zihniyet değişiminin sağlanmamasının önemli
nedenlerinden birinin de değerli arkadaşlar, ben, AKP’nin muhafazakâr paradigması olduğunu düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri,
2012 bütçesi toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe değildir. Hiçbir bakanlığın
bütçesinde, kadına yönelik politikalarla ilgili bir bütçenin ayrılması söz
konusu değildir. 326 milletvekili olan iktidar partisinin Hükûmette tek kadın
bakanı vardır. Meclis komisyonlarında yer alan kadın üye sayısının da minimum
düzeyde olması bir zihniyeti açığa çıkarmaktadır. İşte, bu zihniyet de değerli
arkadaşlar erkek egemen zihniyettir.
Sayın milletvekilleri, şu
anda Meclisin gündeminde yeni bir anayasa yapımının gerekli olduğu konusunda
Türkiye’de yaşayan tüm toplumsal kesimlerin ve demokrasi güçlerinin bir
mutabakatı vardır. Ancak, AKP Hükûmetinin nasıl bir demokratik anayasa yapacağı
konusunda tüm toplumsal kesimlerin kafası karışıktır. Bize göre Hükûmet,
Anayasa’yı kendi zihniyetine uygun hâle getirmek istiyor. Çünkü,
her yere gidip, Türkiye’de ileri demokrasi olduğunu iddia ediyor. Sadece
uygulamada bazı eksiklikler olduğundan, eksikliklerin var olduğundan
bahsediyor. İleri demokrasi olduğunu söyleyen bir zihniyet, demokratik anayasa
yapımına engeldir, ancak kendine göre eksik gördüğü bazı yerleri yamalar.
Hâlbuki Türkiye’de, çok köklü, Kürt sorunu gibi çözülmesi gereken demokrasi
sorunları olduğu açıktır. Bu anayasa, bu sorunların çözümünü eğer içermiyorsa,
asla ve asla yeni bir anayasa olmayacaktır değerli arkadaşlar.
Demokratik bir anayasa, bir
partinin Parlamentodaki siyasal gücüne göre yapılamaz. Küçük büyük her
toplumsal kesimin temel demokratik haklarının tanınması gerekir. Bir toplumsal
kesime “Senin cüssen nedir ki bu kadar hak istiyorsun” asla denilemez. Bunu
diyen zihniyet demokratik değildir. Güçlünün zayıfı ezebildiği, zayıfın da
büyük olanın dediğini kabul edeceğini söylemek, demokratik olmayan otoriter bir
zihniyettir değerli arkadaşlar.
Bir etnik, dinsel ve sosyal
kesimin toplumdaki siyasal gücü ve Meclisteki yansıması yüzde 5 olabilir. Böyle
bir kesime “Sayın kadar konuş, sayın kadar hak iste” denilebilir mi?
“Türkiye’nin kabul edeceği düzeyde hak talep edin” diyebilenlerin zihniyeti de
işte bu zihniyetten farklı değildir değerli arkadaşlar.
AKP ve çevresindekiler,
egemen ulus zihniyetinin düşünce hegemonyası altında düşünenler bu dayatmanın
kabul edilemeyeceğini bilmeliler. “Baskılarız.”, “Töhmet altında bırakırız.”,
“Geriletiriz.” deyip ve sonuç olarak toplumdaki en yaygın deyimle “Alavere,
dalavere, Kürt Mehmet nöbete.” deniyorsa, buna verilecek cevap da elbette ki
bunların zamanının çok geçtiğidir yani “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini
Niğde’ye.” cümlesi tam da buna uygundur değerli arkadaşlar.
Başbakan “Bu vatan
hepimizindir.” diyor ama tek milletten vurgulu bir biçimde söz ederek, Türkiye
içinde yaşayan diğer halkların haklarını reddediyor. Kürtlerin ve diğer
toplulukların varlığı açıkça tanınmayacaksa, Kürtlerin ve diğer toplulukların
siyasi iradesi ve öz yönetimleri tanınmayacaksa, ana dilde eğitim olmayacaksa o
zaman Türkiye herkesin ortak vatanı olamaz değerli arkadaşlar.
Başbakan, hep “Tek
millet.”, “Tek dil.”, “Tek vatan.” gibi tekçi söylemlerle hareket ediyor. “Tek
millet.” ve “Tek dil.” söylemi Kürtlerin Anayasa ve yasalarda kimliğinin ve ana
dil talebinin kabul edilmeyeceğini ifade ediyor.
Tek vatanda ısrar eden
Başbakana da bizim ısrarlı olarak cevabımız şudur arkadaşlar: Ortak vatanda
özgür birliktelik.
Sayın milletvekilleri, AKP
nasıl bir anayasa düşünüyorsa bizce kalkıp kamuoyu önünde bunun çerçevesini
çizmesi ve kamuoyuyla da bunu paylaşması gereklidir. Kürt sorunu aynı zamanda
bir Anayasa sorunudur. Kürt sorununu yaratan 1924 Anayasası’dır.
Bu Anayasa yani 1924 Anayasası, Kürtlerin, sol ve siyasal İslamcıların sistemin
dışında tutulması sonucu ortaya çıkmış bir anayasadır. Oysa, şimdi AKP’ye
bakıyoruz değerli arkadaşlar, kendisi sistem içine girince demokrasi
sorunlarının bittiğini ve Türkiye'nin demokratikleştiğini iddia ediyor. İşte,
kendine Müslüman ve kendine demokrat anlayışı da bu olsa gerek değerli
arkadaşlar.
Sayın milletvekilleri,
bölgenin her tarafına irili ufaklı onlarca baraj yapılıyor. Bizler başta
Hasankeyf gibi kültürel ve tarihî mirası yok eden yeni barajların neden
yapıldığını biliyoruz. Bölgedeki barajların yapımı elektrik üretimini
artırmaktan öte Kürt sorunuyla ilgilidir. Bölgenin bütün dere boylarının, yani
bütün yerleşim yerlerinin su alanları altında bırakılması planlanıyor.
Böylelikle önemli bir coğrafya, hem de verimli bir coğrafya insansızlaştırılmak
isteniyor. Bölgeyi bir bütün olarak incelemek yerine sadece Dersim’i
değerlendirmek belki bize bu konuyla ilgili vahametin ortaya çıkması açısından
yeterli olacak.
Değerli arkadaşlar, Dersim
zaten yıllardır askerî, sosyal, ekonomik, kültürel politikalarla önemli oranda
boşaltılmıştır. Herhâlde nüfusu oranında en fazla nüfusun kendi toprakları
dışında yaşadığı bir ildir. Kalan nüfus da bu yeni barajlarla yok olacak
değerli arkadaşlar ve böylece Dersim’in demografik dengesi bozulacak. Elbette
ki Dersim’de sadece yok edilmek istenen Dersim’in nüfusu değil, aynı zamanda
Alevi kültürünün de yok edilmesidir değerli arkadaşlar.
Barajlar doğa ve kültür
katliamıdır. Karadeniz halkı doğa katliamı nedeniyle HES’lere
karşı çıkıyor. Bu değerli bir bilinçlenmeyi ifade ediyor değerli arkadaşlar. Ne
Karadeniz halkı ne Türkiye’de yaşayan farklı halklar artık kendi coğrafyasında HES’ler istemiyor. Halklar HES’lere
karşıyken maalesef AKP Hükûmeti de HES’lerle ilgili
yapılacak yerleri âdeta bu halka müjdelemektedir. Türkiye’de enerji açığının
olduğu muhakkaktır. Ama bizim AKP Hükûmetine naçizane tavsiyemiz HES’ler ve nükleer santraller yerine daha doğal enerji
kaynaklarının bu ülke için yaratılması olacaktır.
Değerli arkadaşlar, şimdiye
kadarki yaşadığımız süreç toplumu tüketim toplumu hâline getirmiştir. Ama aynı
zamanda yoksulluk o kadar ciddi boyutlardadır ki Dünya Bankasının yoksulluğu
yönetme politikası Türkiye’de devreye konulmuştur. Sosyal devlet olma anlayışı
büyük oranda ortadan kaldırılırken, yoksulluğu yönetmenin tek yolu, sadaka
dağıtan devlet anlayışı olmuştur. İşte, bugün Hükûmetin yaklaşımı, sosyal
devlet yaklaşımı değil, sadakacı bir devlet
yaklaşımıdır. Bu politika, 2008’de IMF’yle yollarını ayıran AKP Hükûmetinin,
yollarını ayırmasına rağmen uygulamaya koyduğu bir IMF politikasıdır. Bu
politika da “Halkı yoksullaştır, muhtaç et ve kendine bağla.” politikasıdır. Bu
politika, AKP’nin bu ülkede yüzde 50 oy alabilmesinde önemli bir faktördür,
yani vatandaşın temel hakları sadakaya tahvil edilerek bu yapılmıştır
arkadaşlar.
Bugün, Türkiye’de halktan
toplanan vergilerin, biz, ne kadarının militarist fonlara gittiğini bilmiyoruz
değerli arkadaşlar. Bu Meclisin önemli görevlerinden birinin de halktan
toplanan vergilerin nasıl harcandığının halk adına denetlenmesi olduğunu
biliyoruz. Bu nedenle, bundan sonraki bakanlıkların bütçelerinin daha şeffaf ve
denetlenebilir olması gerektiğini ve bu Meclisin de bu konuda bir irade beyan
etmesi gerektiğini ifade ediyorum.
Değerli arkadaşlar, sürem
az kaldı, bitmek üzere.
Ben, bir kez daha,
hazırladığımız bütçenin, Türkiye’de barışa, demokrasiye, özgürlüğe vesile
olmasını diliyorum ve halkın bütçesi olmasını diliyorum. Bundan sonra, bu
ülkede yapacağımız bütçelerin barış bütçesi olması temennisiyle hepinizi bir
kez daha…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
NURSEL AYDOĞAN (Devamla) –
…saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Aydoğan.
Şimdi, Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına, Iğdır Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Pervin
Buldan, ikinci konuşmacı olarak.
Buyurun Sayın Buldan. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA PERVİN
BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ben de öncelikle, Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde meydana gelen
trafik kazasında yaşamını yitiren yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına
sabır diliyorum, yaralılara da acil şifalar diliyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2012 Merkezi Yönetim Bütçe Yasa Tasarısı’nın tümü üzerinde
Barış ve Demokrasi Partisinin görüşlerini sunmak üzere huzurlarınızdayım.
Konuşmama başlarken Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Hükûmetler, bütçelerini
toplum ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak planlarlar ve yürütmenin politik
hedefleri doğrultusunda sosyal, kültürel ve ekonomik amaçlarla düzenlerler. Bu
nedenle, AKP Hükûmetinin sahip olduğu bütçe programı, onun politik hedeflerinin
ve faaliyetlerinin aynası niteliğindedir.
İki yasama dönemidir
katıldığım bütün bütçe görüşmelerinde olduğu gibi ne yazık ki 2012 bütçesi de
sahip olunan siyasi anlayışın bir sonucu olarak önümüze konmuştur ve bundan
ötürüdür ki bütçe, yine kendi halkının gücüne dayanmayan, dolayısıyla halkın
çıkarlarını gözetmekten uzak bir biçimde düzenlenmiştir. Demokrasiyi, bilimi ve
hukuku, sosyal devlet anlayışını ve özgürlükleri temel alan bir siyasi
anlayıştan yoksun olarak hazırlanan bu bütçede çalışanların, yoksulların,
kadınların ve çocukların adı yok; toplumun dezavantajlı kesimlerine yönelik
olarak ayrılan bir kaynak bulunmadığı gibi, bütçede kurumlar arası ve bölgeler
arası eşitsizlikler beslenmeye devam etmektedir.
Bunun yanı sıra toplumun
temel gereksinimleri olan sağlık, eğitim, adalet gibi alanlara ayrılan kaynak
ise kendisini sürekli olarak tehdit altında hisseden bir devlet için, doğal
olarak kısıtlı miktarlarla sınırlandırılmıştır. İç ve dış düşmanın varlığından
gücünü alan bir devlet yapısının ortaya koyacağı üzere, Türkiye Cumhuriyeti
devleti yine gelirlerinin ve gelecek olan kaynaklarının aslan payını savunma ve
güvenlik giderlerine ayırmıştır. Savunma bütçesi bu sene hiçbir neden
gösterilmeksizin yüzde 7,4 oranında arttırılmıştır. Üstelik,
bütçenin bu kısmıyla ilgili harcamalar karanlıkta bırakılmaktadır.
Şimdiye kadar bütün
iktidarlar döneminde yapıldığı gibi AKP Hükûmeti döneminde de örtülü ödenekten
yapılan sınırsız harcamalar birer sır olmaktadır. Mevzu silah, tank, top,
insanlı-insansız savaş uçakları ve operasyonlar olunca halkın sırtından elde
edilen bütçe gelirleri sonuna kadar ve hesap vermeksizin harcanabilmektedir.
Bu harcamaların görünür
olmasına gerek duyulmaması, demokratik hukuk devletlerinde kabul edilecek
türden değildir. Bütçe şeffaflığı konusunda Türkiye, Uganda ve Zambiya’nın dahi
gerisinde bulunmaktadır. Savunmaya ayrılan bütçe dışı kaynakların ise ne kadar
olduğu açıklanmamaktadır; en azından, açıklanıyorsa dahi biz Türkiye
Cumhuriyeti parlamenterlerine bu açıklama yapılmamaktadır. ABD’ye ve NATO’ya
açıklanabiliyorsa bile bu bilgiler bizim ve aynı zamanda Sayıştayın
da denetimine kapalı durumdadır. Örneğin Millî Savunma Bakanlığı bütçede de
kendisine ayrılan pay dışında iki ayrı kaynaktan beslenmektedir. Bunların biri
“modernizasyon” adı altında Türk Silahlı Kuvvetlerine ayrılan kaynak, diğeri
ise Savunma Sanayi Fonu’ndan ayrılan bir paydır. Jandarma Genel Komutanlığının
bütçesi ise ayrı. Bunların yanı sıra ihtiyaç duyulursa savunma harcamaları için
Bakanlık bütçesinden kesinti yapılabilmektedir. Bu para Millî Savunma
Bakanlığına aktarılmaktadır. Ortadaki rakamlara rağmen yapılacak bir
operasyonun ekonomik maliyeti ise devlet sırrı olarak kalmaktadır. Tüm bunların
yanı sıra çeşitli isimlerde kurulan askerî vakıf ve dernekler de silahlanmaya
kaynak ayırmak için kullanılmaktadır. Âdeta devlet içerisinde devlet gibi özel
bir güçle donatılan Türk Silahlı Kuvvetleri, dünya üzerinde holding sahibi olan
tek ordu özelliğini taşımaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu sene sınır ötesine düzenlenen operasyonların yirmi
altıncısı gerçekleştirildi. Peki, bu operasyonların ekonomimize maliyeti kaç
Türk lirasıdır? Biz, bütçeyi kanunlaştıran, bu demokrasi mekânı kabul edilen
Parlamentonun asli unsurları olarak bu maliyeti öğrenebilir miyiz? Hayır. Peki,
neden, burası demokratik bir hukuk devleti değil mi? Bu iki durum arasındaki
tezatlığı, Hükûmet, hangi haklı gerekçeye dayandırmaktadır? Özellikle savunma
ve güvenlik amaçlı harcamaların bütçe içerisinde ayrı bir uygulamaya tabi
tutulması şeffaflık ilkesini yok saymaktır. Bu Hükûmetin Maliye eski Bakanı
Sayın Unakıtan “Hiçbir operasyonun ekonomik izlerini bütçede göremezsiniz.”
demişti. Sonradan Sayın Cemil Çiçek tarafından yapılan açıklamada, 1984
yılından bu yana PKK ile mücadelede devletin 300 milyar gibi korkunç bir rakamı
harcamış olduğunu öğrenmiş olduk. İşte, maalesef, bu seneki bütçe hesaplarının
da daha nice milyar dolarları heba etmek üzere denetimsiz ve saklı hesaplarla
hazırlanmış olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla, bu bütçeye “hayırlı olsun” demek
bizim açımızdan mümkün değildir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye, satın alma paritesine göre
yapılan sıralamada, silahlanma harcamalarında 17 milyar ile dünyanın 14’üncü
ülkesi konumundadır. Bu noktada, Türkiye’de silahlanmaya ayrılan bütçenin ne
kadar olduğu, Türkiye’de silah sektörünün kimlerin elinde olduğu, Türkiye’nin
hangi tür silahlara ihtiyacı olduğuna kimlerin, nasıl karar verdikleri;
kimlerin, nereden, ne tür alımlar yaptıkları; aracılık yapan kurumların
hangileri olduğu, nasıl lobi yaptıkları ve kaç lira komisyon aldıkları gibi
konuların hepsi meçhuldür. Millî Savunma Bakanlığının bütçe dışı kaynaklar ile
birlikte mal ve hizmet alımı giderlerine ne kadar harcandığını hiçbir zaman
için tam olarak bilmemekteyiz. Çünkü bu konular devlet sırrı olarak
tanımlanmıştır ve üzerine denetimlerin yapılması, bu konuların üzerinde
konuşulması yasaktır.
Yine, Türk Silahlı
Kuvvetleri personellerinin giderleri, Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı gibi
bakanlıkların personel giderlerinin oldukça üzerindedir. Ancak bu giderlerin
harcama kalemleri de yine meçhul durumdadır. Valilerin, profesörlerin,
müsteşarların maaşları kamuoyuna açıklanmakta iken subayların maaşları, ek
ödemeleri ve tazminatları karşılaştırmalı tablolarda yer almamaktadır.
Kısacası, son kırk yıldır Türk Silahlı Kuvvetlerinin her türlü malı,
harcamaları ve tasarrufları, siyasetin, hukukun ve sivil denetimin dışındadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu durumun ülkemiz açısından elbette ki çok ağır sonuçları
ortaya çıkmaktadır. Bedeli ödeyen kim? Yaşamı her geçen gün siyasiler
tarafından kendileri için daha da çok zorlaştırdığımız halkımız. İşte, OECD raporu. Türkiye’ye “İşsizlik, yoksulluk ve gelir
adaletsizliğinde liderlik sizde.” diyor.
Yine, Türkiye, yolsuzluk sıralamasında hatırı
yabana atılmayacak bir yere sahip.
Değerli milletvekilleri,
ağır vergilerle halkımızın emeğinden elde edilen bütçe gelirlerinin silah
tüccarlarının keselerini doldurmak üzere israf edilmesi bu halka yapılacak en
büyük haksızlıktır. Bu halkın silahtan, bombadan önce insan onuruna yakışır bir
yaşam standardına ihtiyacı vardır. Yaşamını idame ettirebileceği ve ülkesine
hizmet edebileceği bir işe ihtiyacı vardır. Bilimsel eğitime, nitelikli bir
sağlık hizmetine ihtiyacı vardır. Bu ülkede adalete ihtiyaç vardır. Adaleti
sağlayacak doğru düzgün bir yargıya ihtiyaç vardır ve dahası bu halkın
sokaklarında artık bombaların patlamadığı, silahların evlatlarını gencecik
yaşlarda toprağa düşürmediği, barışçıl bir yaşamın hüküm sürdüğü bir ülkeye
ihtiyaç vardır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Epir Kralı Yunanlı Pyrrhos milattan önce 280 yıllarında İtalya’ya savaş ilan
eder ve savaşı kazanır. Savaşın sonucunda Pyrrhos’un
10 bin kişilik ordusundan geriye sadece 15 kişi kalmıştır. Pyrrhos
bu kanlı zaferin sonucunda şunu söyler: “Tanrım, bir daha bana böyle zaferler
nasip etme.” Evet, değerli milletvekilleri, Pyrrhos kanlı
zaferler istemediğini milattan iki yüz seksen yıl önce ilan etmiş fakat ne
trajiktir, insanlık bin yıllardır savaşın kanlı pençesinden kendisini
kurtaramamıştır. Bizim topraklarımız kırk yıldır yürütülen kirli savaştan ötürü
acılı bir yurt hâline gelmiştir. Kırk yıldır oğullar, kızlar, her biri can
paresi binlerce eş, evlat, kardeş toprağa düşmektedir.
Soruyorum: Silah
tüccarlarından başka kim kazanıyor bu savaştan? Kim bu savaş sayesinde bu
ülkenin kurtarılmış olduğunu söyleyebilir? Kim bu savaş sayesinde sokakta
yürürken, parkta otururken güven içinde olduğunu söyleyebilir? Halkın emeğinden
çalınan vergiler ile yürütülen bu savaştan, savaş tacirleri dışında kim
karnının doyduğunu, yüreğinin ısındığını söyleyebilir?
Bu devlet, bu Hükûmet,
içine saplandığı bu kirli savaş sarmalının içinde her geçen gün daha da
kirlenmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; her namlunun iki yüzü varmış aslında, biri kurbanını
öldürürmüş, öteki de tetiği çekenin vicdanını. Bu savaş, bu devleti öyle zalim
bir hâle getirdi ki her türlü insanlık suçu işlendi bu ülkede. En ağırından
trajediler yaşadık ve bu trajedinin tanığı olduk aynı zamanda. İşte, daha geçen
hafta, İnsan Hakları Komisyonunda, Dersimli acılı bir baba, devletin silahlı
güçleri tarafından kaçırılan kızının cesedinin nasıl parçalandığını anlattı.
Doğrusu bu hikâyeyi dinlemeye dahi yürek dayanmıyor ama daha vahimi ise bu
coğrafyada bu insanlık dışı hikâyeye sahip binlerce yurttaşımızın olduğu
gerçeğidir.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, ayakta duran sayın milletvekilleri, ayakta konuşan sayın
milletvekilleri, eğer dinlemeyeceksiniz kulislere rica edeceğim sizi. Sizi
sükûnete davet ediyorum.
Buyurun Sayın Buldan.
PERVİN BULDAN (Devamla) –
Savaş bu devleti öyle bir canavara dönüştürdü ki devlet yurttaşını yutarken
gözünü oymak, ayağını, kulağını koparmak istedi ve bunu binlerce, ısrarla
söylüyorum, binlerce yurttaşımıza yaptı ve AKP Hükûmeti eliyle de devlet bu
uygulamalarına, yıl 2011, hâlâ devam etmektedir. Meydana gelen çatışmalarda
yaşamını yitiren cenazelere yapılanlar, cenazelere dahi nasıl bir vahşet
uygulandığını gözler önüne sermektedir. Bu ülkenin yurttaşları, çocuklarının
cenazelerini almaya gittiklerinde tam anlamıyla bir vahşet ile
karşılaştıklarını acı içinde haykırmaktadırlar. Hakkâri’nin Çukurca ilçesinde
sivil toplum örgütlerinin tespitlerine göre, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından
kimyasal silah kullanılarak öldürüldükleri iddia edilen gerillaların
cenazeleri, haftalarca Malatya Adli Tıp morgunda bekletildiler ve ailelerin
verdikleri bilgiye göre cenazeler tanınmaz durumda idiler. Birçoğunun kafasının
olmadığı ifade edilmekteydi ve tamamen yanık durumda olan cenazeler yakınları
tarafından teşhis edilemediler. Seksen yıldır öldürmeye ve öldürtmeye doymamış
devlet politikalarının vahşet fotoğraflarını izlemek istemiyoruz artık.
Avrupa’da faşist rejimler son nefeslerini verdi, dünya çapında diktatörler
devri kapanmaya yüz tuttu.
Bizim ülkemizde devlet
zihniyeti seksen yıldır zulmünden hiçbir şey yitirmedi. Bundan seksen yıl önce
Dersimli bir Kürt’ün kesik başıyla fotoğraf makinesine poz veren zabitlerin
vahşet saçan görüntülerinin üzerinden on yıllar geçti. Devletin güvenlik
güçleri, JİTEM ve çeteler kesik baş ve uzuvlarla poz vermeye devam eder oldu.
Vahşet çağı bu coğrafyada hiçbir zaman kapatılmamıştır çünkü. Kürt çocuklarının
ölüsüne dahi her türlü hakaret yapılmaktadır. Gerilla cenazeleri insanlık dışı
bir şekilde parçalanmakta, teşhir edilmekte, hiçbir dinî vecibenin yerine
getirilmesine izin verilmeksizin bu cenazeler kimsesizler mezarlığına
atılmaktadır. Oysa bu topraklarda yaşayanlara çok görülse dahi insan onuru diye
bir şey vardır, bir ölünün dahi hak ettiği birtakım uygulamalar vardır, beden
bütünlüğüne zarar verilmeden gerektiği gibi defnedilmesine müsaade edilmesi ve
cenazesinin yakınlarına teslim edilmesi gibi. Bu yaklaşım insan olmanın
gereğidir. Bütün dinler bunu buyurur ve bütün güzel ahlak öğretileri bunu gerektirir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2012 bütçesini görüşüyoruz. 2012 yasama yılına da yeni anayasa
çalışmalarıyla gireceğiz. En azından Hükûmet böyle söylüyor ve biz de bu yönlü
bir beklenti içerisindeyiz. Peki, neden yeni bir anayasa? Çünkü mevcut Anayasa
ile Türkiye'nin ilerleyemediğini hepimiz çok derinden hissediyoruz çünkü ülke,
içine saplandığı çözümsüzlüğün ana damarını bu Anayasadan almaktadır. Bu
Anayasa bütün organlarıyla gayrimeşru ve antidemokratiktir ve bu Anayasa faşist
bir karaktere sahiptir. Fakat siyasal gelişmelere ve Hükûmetin icraatlarına
baktığımız zaman özgürlük temelli bir toplumsal projenin geliştirilmediğini
görmekteyiz. Tam aksine, Hükûmet antidemokratik uygulamalarına hız vererek
demokratik bir anayasanın inşası için elverişli bir zemin yaratma çabasından
uzak durmaktadır.
Le Monde
gazetesi Türkiye'nin bu hâlini “Arap Baharı, Türk Sonbaharı” başlığıyla gayet
iyi özetliyor. Mevcut uygulamalarla âdeta bir korku imparatorluğu
yaratılmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan dönemi McCarthy
dönemi oldu. Türkiye’de bugün itibarıyla yürütülen gözaltı ve tutuklama
operasyonları, tarihte Amerikan demokrasisinin kara lekesi olan McCarthy dönemini hatırlatmaktadır. Elinde taş izi olan,
poşu takan, komünist akrabası olan, düz ovada siyaset yapan, Hükûmeti protesto
eden, HES’lere karşı yürüyen, evinde Mahir Çayan’ın
resmini bulunduran, Marx’ın, Engels’in kitaplarını
okuyan, sola bakan, sağda durmayan, kısacası biat etmeyen binlerce yurttaşımız
gözaltına alınıp tutuklanmaktadır. Belediye başkanı, milletvekili, akademisyen,
avukatlar, gazeteciler ve öğrenciler; sayısı 13 bini bulan, terörist olduğuna
karar verilmiş yurttaşımız hapishanelere kapatılmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Hükûmetin sayın üyelerine sormak istiyorum: Demokrasi sandık
başında oy kullanmaktan mı ibarettir? Muhaliflerin imha edilmeye çalışıldığı
bir ülkede demokrasiyi konuşmak ne kadar mümkün olabilir? Çok iyi bildiğiniz
üzere, siyaset sadece Mecliste yapılan resmî bir işlem değildir sayın
milletvekilleri. Siyaset, insanın olduğu her yerde, okulda, parkta, sokakta,
her yerde yapılabilir. Siyasi düşüncesi çerçevesinde örgütlenip eylem yapan her
protestocuyu hapse atmaya yeltenirseniz, bu ülkeyi ne hâle koyacağınızın
farkında mısınız? Darbeler dönemi de dâhil olmak üzere, cumhuriyet tarihinin
hiçbir döneminde, hiçbir iktidar bu kadar çok siyasi tutuklama yapmamıştır.
İstiklal mahkemeleri, DGM’ler nasıl çalıştıysa bugünkü özel yetkili ağır ceza
mahkemeleri de aynı işlevi yerine getirmek üzere çalışmaktadır.
“Bizim Hükûmetimiz döneminde
90’lı yıllar dönemi kapandı.” diyorsunuz. Kendi döneminizin uygulamalarına
bakın, sizin 90’lı yılların uygulamalarından ne farkınız var? O dönemde Kürt
milletvekilleri Meclisten yaka paça çıkarılarak cezaevine atılmışlardı, şimdi
ise daha baştan Meclise girmelerine izin verilmedi. Bin yıllık devlet
hilelerinizle 90 bin seçmenin ve 80 milyonluk Türkiye'nin gözlerinin önünde hiç
kızarıp bozarmadan, hak yemenin sıkılmışlığını
yaşamadan halkın iradesini çaldınız ve siyasi ahlaktan zerre kadar nasiplenememiş
bir şahsiyet bu çalıntı makama büyük bir iştahla oturdu. Sorunumuz elbette ki
bu şahsiyetin siyasi erdeme olan ihtiyacı değildir, ne var ki Hükûmetin bu
denli çiğ bir şekilde siyasi gaspa soyunmaktan imtina etmek gibi bir
mecburiyeti vardır, bu kadar aleni bir şekilde hukuku ayaklar altına almama
sorumluluğu vardır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; adalet sistemini oluşturamamış, yargı sistemi iktidarın
istemleri doğrultusunda çalışan bir ülkenin cezaevlerini doldurması elbette
kaçınılmaz olmaktadır. Her gün verilen mahkeme kararlarından adaletin
çürümüşlük kokuları yayılmaktadır. Gözünün üstünde kaşın vardı misali, olmayan
sebeplerle gençlerimizi, siyasetçi ve düşünürlerimizi hapishanelere kapatan
yargı, tecavüzcüleri, işkencecileri, insanlık suçu işleyenleri ve katilleri bir
bir serbest bırakmaktadır. Bu ülkede yakın tarihte
işlenmiş 17 bin cinayetin failinden 1 tanesi bile ceza almamıştır. 17 bin
cinayetin katilleri halkın içinde dolaşmaktadır. Dahası, yargı bu cinayetlerin
soyut olduğuna karar vermiştir. Yargıya göre aydınlatılmayı bekleyen binlerce
cinayet birer soyut iddiadan ibarettir. İddialar soyut olunca birkaç gün önce
İbrahim Şahin ve adamları bırakılıvermişler bir anda.
İşte bu kadar hazindir Türk adaletinin durumu. Yıllardır benim gibi adalet
bekleyenlerin daha fazla tahammül edemediği yargının durumu bu kadar içler
acısıdır.
12 Eylül darbesinde
yaşamını yitirenlere gözyaşı döken, Dersim’de bir katliam yaşandığını
kameralara açıklayan Sayın Başbakan, ne yapmayı düşünüyorsunuz? Siz bilmez
misiniz ki bu devlet eylül darbesi ve Dersim’le sınırlı tutmadı vahşetini, bu
devletin seksen yıllık tarihi katliamlarla doludur ve daha hiçbiri aydınlığa
çıkarılmamıştır, hiçbirinin hesabı verilmemiştir henüz. 90 bin masum insan
katledildi Dersim’de. İl başkanları toplantısında bir polemiğin
tarafına haddini bildirmek amacıyla “Gerekirse özür de dilerim.” denecek kadar
hafife alınacak bir olay değildir.
İstiklal mahkemelerinde
idam edilenlerin sayısı Kurtuluş Savaşı’nda ölenlerin sayısını aşmıştır. 16 bin
kişinin katledildiği, 337 köyün yakıldığı, liderinin Diyarbakır meydanında ipe
çekildiği Şeyh Sait ayaklanması belleklerimizde durmaktadır. Ağrı’da katledilen
binler, Zilan Deresi’ne akıtılan kanlar, 6-7 Eylül
olaylarında öldürülüp sürgüne yollanan Rumlar, Maraş katliamında zulmün ayyuka
çıkarıldığı olaylar, Sivas’ta katledilen canlar ve daha birçok organize devlet
katliamı toplumsal hafızamızda yerini korumaktadır.
Bunların hiçbirinin faili
cezalandırılmadı. Devlet elbette ki bu kanlı tarihin hesabını bir gün
verecektir. Geçmişiyle hesaplaşmak devletler için tarihsel bir zorunluluktur.
Sizin döneminizde olmasa dahi bir gün bu yüzleşme mutlaka gerçekleşecektir
fakat şunu bilin Sayın Başbakan: Faili meçhul tutulan binlerce cinayetten,
binlerce köyün yakılmasından sorumlu olanlar şu anda, sizin döneminizde hâlâ
işlerinin başında oldukları ve de evlerinde sefa içinde yaşadıkları için tarih
sizi de yargılayacaktır. Bu devlet, sizin Hükûmetiniz döneminde gerçekleşen
yargısız infazlar, hak ihlalleri, iyi çocuk eylemleri, cenazelere uygulanan
vahşet ve tutuklama terörü gibi zalimane faaliyetlerin de hesabını vermek
zorunda kalacaktır. Bütün hükümranlar saltanatlarını bir gün bırakıp gidiyor
Sayın Başbakan, insanlığa kattıkları, halklarına reva gördükleri baki kalıyor
yalnızca. Gelin, bu devletin asırlık kanlı politikalarının bir halkası olmaktan
vazgeçin, yüzünüzü halkınıza dönün, bu topraklar bir asırdır adaleti, hak
olanı, eşitliği ve barışı bekliyor. Bu devletin bütün olanaklarına sahipsiniz.
Rotanızı savaştan, kıyımdan çevirin artık. Çocuklarımızı toprağa verdiğimiz
yeter. Sırf barışın sesi olmak için çocuk bedenlerini ateşe verenlerin acısının
üzerine başka acılar eklenmesin artık. Baskı, gözaltı, sindirme, operasyon,
binlerce gözaltı, tutuklama ile Türkiye’yi felakete götürdüğünüzün farkında
mısınız?
“Terörle mücadele” bahanesi
adı altında Kürt halkına savaş açanlar, kaybedecektir. Bir siyasetçi, bir lider
için en kötü durum Kürt düşmanı olmaktır. Kürt sorunu terör sorunu değildir.
Ana dilde eğitim, kimlik, kültür, çoğulcu kültürel yaşamı, terörizm olarak
suçlayanlar gaflet içindedir Kürt sorunu tarihî, sosyolojik, siyasi, sosyal,
kültürel kimlik problemleriyle çözüm bekliyor. Barışa giden yol, demokratik
çözüme giden yol uzlaşı ve diyalogdan geçer diyorum ve sözlerimi bu kürsüde
birçok kez okunmasına rağmen Cahit Sıtkı Tarancı’nın hepimizin özlem duyduğu
“Memleket” şiiriyle bitirmek istiyorum:
“Memleket isterim,
Gök mavi, dal yeşil, tarla
sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı
olsun.
Memleket isterim,
Ne başta dert, ne gönülde
hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir
nihayet olsun.
Memleket isterim,
Ne zengin fakir, ne sen ben
farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı
olsun.
Memleket isterim,
Yaşamak, sevmek gibi
gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden
olsun.” diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Şimdi, gruplar
adına son söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Giresun Milletvekili ve
Grup Başkan Vekili Sayın Nurettin Canikli’de.
Buyurun Sayın Canikli. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben de
bugün Diyarbakır’da trafik kazasında hayatını kaybeden 25 vatandaşımıza
Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine başsağlığı diliyorum ve diğer taraftan
Fransa Hükûmetini, Fransa yetkililerini akıl dışı bu adım ve çalışma nedeniyle
telin ediyorum, kınıyorum.
Evet, değerli arkadaşlar,
bugün 2012 yılı merkezî bütçesinin son görüşmeleri yapılıyor. Gerçekten uzun bir süreç. Hazırlanışı itibarıyla, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde ve Komisyonda, Genel Kuruldaki görüşmeleri itibarıyla
gerçekten çok emek sarf edildi. Birçok arkadaşımız kanaatlerini, düşüncelerini
ortaya koydular, ifade ettiler. Tabii, bu noktaya gelinmesinde başta Maliye
Bakanlığı yetkilileri olmak üzere bütün katkı sağlayan arkadaşlarımıza, elbette
Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan tüm siyasi partilere, Plan ve
Bütçe Komisyonu üyesi arkadaşlarımıza ve Genel Kurulda katkı veren tüm
milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar,
-arkadaşlarımız da aslında ifade ettiler- bütçe görüşmeleri önemli arenalardır,
sadece iktidar açısından, Hükûmet açısından değil aynı zamanda muhalefet
açısından da son derece önemlidir. Yani bütçe görüşmeleri yapılırken elbette
Hükûmetin çalışmaları eleştirilir, yaptıkları yapamadıkları ortaya konulur, bu
konudaki kanaatlerini paylaşırlar ama aynı zamanda muhalefet açısından da
milletimize karşı görücüye çıkılan bir yerdir burası, öyle olmalıdır. Elbette
muhalefeti eleştirirken, kendi açılarından var ise eksiklerini ortaya koyarken,
diğer taraftan da kendileriyle ilgili olarak gelecek projeksiyonlarını
kamuoyuyla paylaşmak, vizyonlarını, vitrinlerini ortaya koymak açısından da son
derece önemli alanlardır, arenalardır, tartışma zeminidir, tabii, kullanıldığı
takdirde.
Şimdi, tabii, değerli
arkadaşlar, bütçe görüşmelerinde çok şey anlatılır, çok rakamlar ortalıkta
dolaşır. Yöntem olarak, buradan yola çıkarak değerlendirmeler de yapılabilir,
biz de yaptık bugüne kadar. Yani daha mikro bazda bir
yöntem tespit ederek, buradan yola çıkarak uygulamaları, ekonomideki sonuçları
değerlendirmeye çalıştık. Esasında, yine benzer bir yöntem uygulayacaktım bugün
ama özellikle Sayın Şandır’ın açıklamasından ve
talebinden sonra, en azından değiştirmek durumunda kaldım. Sayın Şandır’ın talebi şu: “Hep geçmişi, 2002’yi alıyorsunuz,
karşılaştırıyorsunuz, yıllardan beri bunu yapıyorsunuz; hep geçmişle
karşılaştırıyorsunuz, kendi içimizde bu değerlendirmeyi yapıyorsunuz.”
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Gelecekle…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– “Öyle yapmayın, başka ülkelerle karşılaştırın Türkiye’yi. Mesela AB ülkeleriyle
karşılaştırın, Amerika’yla karşılaştırın.” Hatta “Buna gücünüz yeter mi
bilemiyorum.” diye bir ifadesi de oldu. Yani Sayın Şandır’ı
kıracak değiliz şimdi. Madem Sayın Şandır’ın öyle bir
talebi oldu, memnuniyetle, başlangıç olarak biraz değişiklik yaptım. Elbette
diğer karşılaştırmaları, diğer değerlendirmeleri yapacağız ama önce, Türkiye’yi
AB ülkeleriyle karşılaştıracağım Sayın Şandır yani sizin talebiniz
çerçevesinde. Ondan sonra, diğer, içeriğiyle ilgili, kısmen belki geçmişimize,
tarihe kısa bir yolculuk yapmak, elbette ekonomi kulvarında
kalarak, elbette bugünkü tartışmaların özünden de sapmayarak, gerekebilir.
Şimdi, tabii değerli
arkadaşlar, 10’uncu bütçeyi bugün görüşüyoruz ve öyle görülüyor ki inşallah, AK
PARTİ hükûmetleri 13’üncü bütçeyi de tamamlayacak. Tabii, öncelikle bize
10’uncu bütçeyi art arda görüşme imkânı ve onuru sağlayan, bu görevi bize
veren, güvenen milletimize, yüce milletimize buradan şükranlarımızı arz
ediyoruz çünkü bu, Türk siyasi tarihinde çok sık karşılaşılan bir durum değildir.
Yani bir hükûmetin ya da bir siyasi partinin arka arkaya on yıl –inşallah on üç
yıl- bütçe yapması ve buralarda tartışılması çok görülen bir şey değil.
Dolayısıyla, bu onuru bize yaşatan milletimize şükranlarımızı buradan arz
ediyoruz.
Değerli arkadaşlar, biraz
önce söylediğim gibi, tabii şimdi, Türkiye nasıl yönetiliyor, ekonomi nasıl
yönetiliyor? Esas tartıştığımız konu bu yani birinci bölümü; iktidarı
ilgilendiren, hükûmetleri ilgilendiren, Hükûmetimizi ilgilendiren boyutu bu.
Muhalefet, bizler bu soruya doğru cevap vermeye çalışıyoruz. Yani gerçekten
Türkiye ekonomik anlamda nasıl yönetiliyor? Birçok yöntem bu soruya cevap
vermek için ortaya konulabilir, mikro tartışmalardan, mikro rakamlardan yola
çıkarak kanaatler edinilebilir ve kamuoyuyla paylaşılabilir. Ben biraz daha
–biraz önce söylediğim de gerekçeyle- bütüncül bir yaklaşımla görüşlerimi
sizlerle paylaşacağım ama bütün bu tartışmalar yapılırken vazgeçilemez bir
mekanizma, bir yöntem var, o da nedir? Karşılaştırma yapmak. Rakamları söylersiniz
“Şu şudur, şu böyledir, şu şöyle olmuştur.” falan yani “İşsizlik böyledir,
ihracat budur, ithalat budur.” bunları söylersiniz ama başlı başına bunlar çok
fazla bir anlam ifade etmez. Evet “İhracat şu
kadardır, işsizlik 8,8’dir.” ne demektir bu? Bir fikir edinebilmek için bir
şeylerle karşılaştırmak gerekir. Yani ortada başarı var mı ya da başarısızlık
mı var, bunu ortaya koyabilmek için mutlaka bu rakamların, bu gelişmelerin
dinamik bir değerlendirme yöntemiyle karşılaştırılması gerekir. Eğer bu karşılaştırma
yapılamazsa ya da… Karşılaştırma içermeyen bir değerlendirmenin sağlıklı bir
sonuç vereceğine ben ihtimal vermiyorum. Dolayısıyla, dünyayla
karşılaştıracağız Türkiye’yi, dünyanın gelişmiş ekonomileriyle kıyaslayacağız
ve bu değerlendirmeyi karşılaştırarak yapacağız doğal olarak. Yani “Hep
içeriyle, hep geçmişle, hep 2002’yle bugüne kadar yapageldiniz; bunlar çok
fazla katkı sağlayıcı değil, biraz da dışarıya çıkın, onlarla karşılaştırın.”
Evet, öyle yapacağız.
Değerli arkadaşlar,
biliyorsunuz, 2008’in sonlarında ve 2009 yılında başlayan bir küresel kriz var,
global kriz, dünyayı etkileyen bir kriz, hâlen de
etkileri devam ediyor. Şimdi, Türkiye libere
ekonomilerle kıyaslandığında bu krize maruz kalma potansiyeli açısından eşit
şartlara sahip. Neden? Çünkü bizde de korumacılık yok, libere
bir ekonomi. Dolayısıyla, doğal olarak dünyanın herhangi bir yerinde bir
sıkıntı, bir gelişme olduğu takdirde Türkiye ekonomisi de bundan etkileniyor,
tıpkı Almanya ekonomisi gibi, İngiltere ekonomisi gibi libere
edilmiş, serbest piyasa ekonomisi uygulayan bütün ülkeler gibi, bu kanallar
açık. Bu yönüyle bakıldığında Türkiye, libere
ekonomilerin tamamı gibi, ülkelerin tamamı gibi bu krize maruz kalma açısından
eşit konumdalar, aralarında bu anlamda bir fark yok. Yani Türkiye bu kriz
nedeniyle özel bir koruma tedbiri, bir güvenlik mekanizması oluşturmadı, libere ekonomi kuralları neyi gerektiriyorsa onu muhafaza
etti ve o çizgide yürümeye devam etti. Dolayısıyla, bu karşılaştırma anlamlı
olacaktır bu yönüyle bakıldığında. Onlar da, o ülkeler de bu krize maruz
kaldılar, muhatap oldular, Türkiye de muhatap oldu, bu yönüyle eşitiz.
Şimdi bakın, tabii, bu
krizin neticesinde ya da gelinen bu nokta itibarıyla birçok ülke bazı tedbirler
aldı, bütün ekonomiler hatta. Avrupa Birliği ekonomileri de, Amerika da, diğer
gelişmekte olan piyasalar da ve Türkiye de birtakım tedbirler aldı.
Şimdi, bazen sonuçtan yola
çıkarak karşılaştırma yapmak daha anlamlı olabilir. Eşit şartlarda ve eşit kulvarda yarıştığımıza göre, sonuçlar üzerinden bir
değerlendirme yapmak mantıklıdır, kalıcı olur ve sağlıklı bir değerlendirme
yapma imkânı ortaya çıkarır.
Şimdi, dolayısıyla, bu
değerlendirmeyi yapmadan önce, AB ekonomilerinin kriz nedeniyle aldıkları
tedbirleri -almak zorunda kaldıkları tedbirleri demek daha doğru olur- ve
Türkiye'nin almak durumunda olduğu tedbirlerle karşılaştırma yapacağız.
Önce, Almanya’dan
başlıyoruz. AB’nin motoru, Avrupa Birliğinin en güçlü
ekonomisi, hatta dünyanın en güçlü ekonomilerinden bir tanesi. Bu kriz
nedeniyle 2011 yılında aldığı tedbirler: Almanya, devlet memurlarının
maaşlarında yüzde 2,5 indirime gidiyor. Devlet memurlarına her yıl ödenen
primler donduruluyor. 2014’e kadar kamuda çalışanların yani memurların sayısını
14 bin azaltıyor yani 14 bin memurun işine son veriyor. Yeni ailelere yapılan
yardımlar kesiliyor, işsizlik sigortası için devletin katkısı sıfıra
indiriliyor. Biliyorsunuz, bu tür yapılanmalarda devlet de katkı sağlar,
işçiler de katkı sağlar. Maaşa bağlı asker sayısı 190 binden 150 bine düşürülüyor.
Doğum izni yardımı azaltılıyor. Almanya Ulusal Servisi için askerî okullarda
yetiştirilen 60 bin kişinin eğitimine kademeli olarak son veriliyor ve nükleer
enerji için özel bir vergi getiriliyor. Almanya’nın aldığı tedbirler bunlar.
İngiltere: Katma değer
vergisi oranı yüzde 17,5’tan yüzde 20’ye çıkarılıyor. Kazanç vergisi, gelir
vergisi, yüzde 18’den yüzde 28’e yükseltildi. Kamu kurumlarının, tüm kamu
kurumlarının bütçe ödenekleri yüzde 25 oranında kesildi. Kraliçe II.
Elizabeth’in maaşı 2015 yılına kadar donduruldu. 300 bin memurun işine kademeli
olarak son verilecek. Evet, yanlış duymadınız, İngiltere’de 300 bin kamu
çalışanının işine kademeli olarak son verilecek.
Gelelim Avusturya’ya:
Yüksekokul okuyan çocukların aile yardımı süresi yirmi altı yaştan yirmi dört
yaşa indiriliyor. On sekiz-yirmi bir yaş arasındaki iş arayan çocukların aile
yardımı tamamen kesiliyor. 3 çocuktan itibaren çok çocuklu ailelere ödenen ek
aile yardımı tamamen ortadan kaldırılıyor. Akaryakıt üzerinden alınan vergiler
artırılıyor. Yurt dışındaki birçok Avusturya konsolosluğu kapatılıyor. Askerî
harcamalar azaltılıyor. Emekli olabilme şartları ağırlaştırılıyor Avusturya’da.
Emekli olabilmek için geriye borçlanma imkânları zorlaştırılıyor. Engelli bakım
parası için yapılan başvuruların onayı ve kabulü ve uygulaması zorlaştırılıyor.
Yargı harçları artırılıyor. Memur sayısı azaltılıyor. Kamudaki, diğer, aşağı
yukarı Almanya ve İngiltere’ye paralel bir biçimde, Avusturya’da da memurların
bir kısmının işine son veriliyor. Eğitim harcamalarında çok ciddi kesintiler
yapılıyor. Bazı yatırım projeleri askıya alınıyor, bunlar arasında otoyol
projeleri de var. Sigaraya zam yapılıyor. Banka vergileri artırılıyor. Hava
taşımacılığına, biletlere ilave vergi getiriliyor. Çok ilginçtir bu da, vakıfların
faiz gelirlerinden alınan yüzde 12,5’luk vergi, 2’ye katlanarak, yüzde 25’e
çıkarılıyor. Avusturya’da da kriz nedeniyle alınan tedbirler bunlar.
Fransa: Sağlık harcamaları
azaltılıyor. Dar gelirlilere yapılan kira yardımı ciddi oranda düşürülüyor. Bakanlıkların
ödeneklerinde çok önemli kesintilere gidiliyor, bütün bakanlıkların
ödeneklerinde. Yani geçen yıl verilen paradan daha az para gönderiliyor
bakanlıklara. Hükûmetin haberleşme harcamaları kısıtlanıyor. Kamu personel
sayısında önemli bir biçimde azalma yapılması için çalışmalar yapılıyor,
planlanıyor yani aşağı yukarı kabul edildi bile diyebiliriz, Fransa için de
geçerli. Tam emeklilik maaş alma yaşı altmış beşten altmış yediye
yükseltiliyor. Memurlar için emeklilik aylıklarındaki ayrıcalıklar aşamalı
olarak… Yani işçilerle memurlar arasındaki, memurlar lehine olan emeklilik
ayrıcalıkları tamamen ortadan kaldırılıyor yani azaltılıyor. Bütçedeki cari
harcamalar, üç yıl içerisinde, her yıl kesintisiz yüzde 10 olarak azaltılacak.
Yerel yönetimlere -belediyelere ve mahalli idarelere- bütçeden aktarılan paylar
azaltılıyor, nominal olarak azaltılıyor hem de. Alkol,
tütün ve içecekler üzerindeki vergiler artırılıyor. Emlak üzerinden alınan
vergiler artırılıyor; yüzde 16’dan 19’a yükseltildi. Menkul değerler üzerinden
alınan sermaye kazancı ve kâr payı vergileri artırılıyor. Fransa’da da bu
tedbirler alınıyor.
Portekiz: Katma değer
vergisi, gelir vergisi, kurumlar vergisinin oranları artırılıyor. Merkezi
bütçeden belediyelere, mahallî idarelere aktarılan kaynaklar azaltılıyor.
Devlet memurlarının yıl sonu ve tatil ikramiyeleri
ortadan kaldırılıyor. Özel sektördeki çalışma saatleri günlük yarım saat
artırılıyor. Bu da çok ilginç tedbirlerden bir tanesi. Tüm
işçilere ödenen ikramiyeler yüzde 50 oranında azaltılıyor. Elektrik ve gaz
faturalarındaki vergi yüzde 6’dan yüzde 23’e yükseltildi değerli arkadaşlar,
Portekiz’de. Toplu taşıma araçlarına -bilet fiyatlarına- ciddi zam yapıldı.
Emekli memurlara yapılan ekstra ödemelerin tamamı kaldırıldı. Bazı hızlı tren projeleri
ve otoyol projeleri erteleniyor.
İspanya: Emekli maaşları
belirsiz bir tarihe kadar donduruldu yani emekli maaşlarına zam yapılmayacak,
yapılmıyor İspanya’da. Çocuğu olanlara verilen 2.500 euroluk
yardım kaldırıldı. Yatırım ödenekleri düşürüldü. Kamu çalışanlarının
maaşlarında yüzde 5 indirim yapıldı. Sağlık harcamaları azaltıldı. Eğitim
alanında ciddi kesintiler yapıldı. Öğretmenlerin haftalık çalışma saatleri on
sekiz saatten yirmi saate çıkarıldı. Ayrıca, alınacak olan tedbirlerle
öğretmenlerin yarısının İspanya’da işini kaybedeceği konuşuluyor ve
tartışılıyor İspanyol basınında, yoğun bir şekilde.
İrlanda: Memur maaşları
azaltıldı. Kamu çalışanlarının bir kısmı işten çıkarılıyor. Çok çocuklu
ailelere verilen yardımlar kesiliyor. İşsizlik yardımı azaltılıyor. Üniversite
harçları artırılıyor. Sağlık harcamaları azaltılıyor. Tarım, Ulaştırma ve Çevre
Bakanlıklarının ödenekleri azaltılıyor. Eğitim harcamaları azaltılıyor.
Son iki ülke kaldı, İtalya
ve Yunanistan, onları da izninizle paylaşacağım sizinle:
İtalya: 2013 yılına kadar
kamu sektöründeki ücretleri dondurdu, tüm ücretleri dondurdu. Emeklilik yaşı
yükseldi. Katma değer vergisi oranı yüzde 20’den yüzde 23’e çıkartıldı. Zorunlu
tüketim vergisi gıdada yüzde 4’ten yüzde 6’ya, diğer alanlarda yüzde 10’dan
12’ye çıkartıldı. Araç üzerinden alınan vergiler artırıldı. Emlak vergileri
kısa bir süre önce kaldırılmıştı, tekrar yürürlüğe konuldu. Bütçe
harcamalarında ciddi kesintiler yapıldı. İtalya’da alınan tedbirler bunlar.
Bunları iyi dinlememiz lazım
arkadaşlar çünkü biraz sonra bunlar üzerinden yorum yapacağız.
Son olarak Yunanistan,
Yunanistan’da kriz nedeniyle alınmak zorunda olunan tedbirler şunlar: Katma
değer vergisi yüzde 19’dan yüzde 23’e çıkartıldı. Emekli maaşlarında yüzde 20
civarında kesinti yapılıyor, azaltılıyor, düşürülüyor. Gelir vergisi oranı
yükseltildi. 300 bin devlet memurundan 180 bin tanesi yedeğe alınıyor -işine
son vermek üzere kademeli bir şekilde yapılıyor- ilk planda da, ilk aşamada da
14 bin tanesinin işine son verildi. Hane halkı gelirlerinden yüzde 1 ile yüzde
5, olağanüstü bir vergi alınıyor -iki yıl alınacak- hem 2011’de hem de 2012
yılında. Emlak vergileri yükseltiliyor. Benzin, sigara ve alkolden alınan
dolaylı vergiler üçte 1 oranında artırıldı. Memur maaşları yüzde 20 oranında
düşürüldü. KİT’lerde çalışanların maaşları yüzde 30 oranında düşürüldü. Tüm
geçici kamu sektörü işçilerinin sözleşmeleri feshediliyor yani bizde 4/C’ye ve
4/B’ye tekabül ediyor arkadaşlar. Yunanistan’da 4/C’lilerin
ve 4/B’lilerin tamamının sözleşmeleri feshediliyor
yani kapı dışarı ediliyorlar. Kamu yatırımları azaltılıyor, sağlık harcamaları
azaltılıyor, sosyal güvenlik harcamaları azaltılıyor.
Evet, şimdi bakın,
Avrupa’nın aldığı, dünyanın diyelim, aşağı yukarı birçok ülkede, hemen hemen
tamamında benzer tedbirler öngörülüyor. Bunları kategorize ettiğinizde ortak
noktaları şunlar:
Bir: Bir kere sosyal
ödeneklerde çok ciddi olarak bir azalma söz konusu, bütün sosyal harcamalarda.
Sosyal harcama olarak nitelendirebileceğimiz bütün aşamalarda, bütün boyutlarda
çok ciddi bir kesinti söz konusu.
İki: Emekli maaşları ya
donduruluyor ya da azaltılıyor. Ayrıca kamu çalışanlarının maaşları
donduruluyor ve çok ciddi sayıda memurun işine son veriliyor yani emeklilerin,
memurların, işsizlerin, dar gelirlilerin, tümünün gelirleri azaltılıyor; kamu
çalışanlarının maaşları donduruluyor veya düşürülüyor, bazı sosyal haklar
geriye alınıyor.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Canikli, Türkiye’ye geleceksiniz, değil mi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla )
- Biraz önce ifade etmeye çalıştım, çalışma saatleri yani herhâlde çalışanlar
açısından en önemli, en hassas alanlardan bir tanesi, Avrupa’da şu anda özel
sektörde çalışma saatleri artırılıyor. Kamu ürünlerine zam yapılıyor, ciddi
oranlarda zam yapılıyor, elektriğe, doğal gaz gibi. Yine ortak özellikleri
bütün bu tedbirlerin, kamu yatırımları ve diğer harcamalar, yatırım
azaltılıyor, yatırım projeleri askıya alınıyor. Bir de büyüme oranları revize
edilerek aşağı çekiliyor yani yüzde 1’lere, ortalama olarak yüzde 1’lere, 2’lere,
o civarda, ciddi anlamda revize ediliyor. Bir de bugüne kadar hiç IMF’den
kaynak kullanmayan, IMF’yle bir düzenleme yapmak durumunda kalmayan bu
ülkelerin önemli bir bölümü IMF’den şu anda kaynak kullanmak için sıraya girmiş
durumdalar. Biraz sonra da ayrıntılı bir şekilde onları şey yapacağız.
Evet, Sayın Şandır, Avrupa
bunları yapıyor.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Biz ne yapıyoruz, Türkiye ne yapıyor?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Yani siz öyle dediğiniz için ben bu karşılaştırmayı yapacağım.
Peki, Türkiye’de neler
oluyor değerli arkadaşlar? Aynı dönemdeyiz, aynı ortamdayız, aynı şekilde krize
muhatabız yani bu anlamda bakıldığında aramızda herhangi bir fark yok. Evet,
Avrupa’da sosyal harcamalar azaltılırken, insanlar çıkartılırken, emekli
maaşları dondurulur ve azaltılırken, biz, değerli arkadaşlar, emeklilerimize
enflasyonun üzerinde zammın yanında intibak meselesinin çözülmesini
tartışıyoruz. Öyle değil mi değerli arkadaşlar?
Avrupa emeklilerin
maaşlarını azaltırken, dondururken, biz emeklilere enflasyonun üzerinde ciddi
anlamda reel artış veriyoruz. Ayrıca yılların sorunu olan intibak sorununun
çözümü için de şu anda Bakanlığımız çalışıyor. İnşallah, önümüzdeki günlerde,
önümüzdeki aylarda da Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu konuyu konuşacağız. Bunun
not edilmesi gerekiyor. Avrupa onları yapıyor, biz bunları yapıyoruz.
Avrupa memur maaşlarını
dondurur ve azaltırken, biz enflasyonun üzerinde memurlara ek zam vermeye devam
ediyoruz. Avrupa on binlerce memuru, işçiyi işten çıkarırken, Türkiye, biz, 2012
yılında kaç bin kişiyi işe alalım ya da kaç bin kişi alınacak onu konuşuyoruz.
Yani 90 bin, 100 bin kişinin 2012’de kamuya alınmasını konuşuyoruz. Avrupa 100 binlerce
insanı, memuru, işçiyi sokağa atarken Türkiye, Hükûmetimiz, biz bunu
konuşuyoruz. 2012 yılında alınacak 90 bin, 100 bin memuru konuşuyoruz değerli
arkadaşlar. Bunların sizce hiçbir anlamı yok mu? Yani bunlar önemsiz şeyler mi?
Karşılaştırıldığımız ülkeler dünyanın en güçlü ülkeleri, Avrupa’nın en güçlü
ekonomileri hemen hemen hepsi bu pozisyondalar şu anda. Gerçekten çok sıkıntılı
konumdalar ve hepimiz aynı yerde yaşıyoruz, aynı dünyada yaşıyoruz, Almanya da
aynı yerde yaşıyor, Türkiye’de aynı yerde yaşıyor, onlar uzayda yaşamıyor.
Dolayısıyla, bunu görmemezlikten gelmek mümkün değil değerli arkadaşlar.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) -
Oradaki asgari ücret ne, buradaki asgari ücret ne?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bunun da takdir
edilmesi gerekir yani zor olabilir. Avrupa, yüz binlerce memurun işine son
verirken Avrupa’nın en gelişmiş ekonomileri Türkiye on binlerce memur alımını
konuşuyorsa bu ekonomi yönetimine teşekkür edilmesi gerekir değerli arkadaşlar.
Bu haktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu haktır ve bu hakkın teslim
edilmesi gerekir.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Avrupa’da işten çıkarılanları da alırsınız siz işe!
BAŞKAN – Lütfen sayın
milletvekilleri… Rica edeceğim…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Bakın Avrupa -biraz önce tek tek ayrıntılı bir şekilde aktardım- otoyol
projelerini, hızlı tren projelerini askıya alırken, Ulaştırma Bakanımız buradan
müteaddit kereler ayrıntılı bir şekilde bilgilendirdi ve açıkladı, biz
Türkiye’yi otoyollarla ve hızlı tren ağlarıyla örmeye devem ediyoruz değerli
arkadaşlar. Aradaki fark bu işte. Avrupa’nın hemen
hemen tamamı bu tür önemli projeleri askıya almış durumda, biz artan oranda
büyütmeye devam ediyoruz. Hepsinde sağlık harcamaları azaltılıyor, Avrupa’nın
hepsinde. Bugüne kadar sağlanan o imkânlar büyük oranda ortadan kalkıyor ama
biz sağlık harcamalarını hem de çok ciddi oranlarda artırmaya devam ediyoruz.
Dönüşümün inanılmaz bir reform mahiyetinde olduğunu herkes kabul ediyor.
İlk Almanya’ya göçün
ellinci yıl görüşmeleri ya da çalışmaları nedeniyle o görüşmelerde bulunmak
üzere ben de Almanya’ya gitmiştim. Orada görüştüğümüz vatandaşlarımızın,
soydaşlarımızın, işçilerimizin, işçi olarak giden vatandaşlarımızın hemen hemen
tamamının ortak bir dileği var değerli arkadaşlar; belki sizlere de, bütün
arkadaşlarımıza da aktarma imkânı bulmuşlardır; hepsi Türkiye’ye kesin dönüş
yapmak istiyor. Neden? Bunun için işte. Yani durup dururken on yıl önce, yirmi
yıl önce, otuz yıl önce böyle bir şey var mıydı arkadaşlar? Almanya’da çalışan
bir işçiye, yirmi yıl önce, Türkiye’ye dönmesi gerektiğini söyleseniz herhâlde
bunu hakaret olarak algılardı. Neden? Çünkü sosyal açıdan, verilen sosyal
imkânlar, sağlanan hizmetler, sağlık, eğitim, hangi alana bakarsanız bakın
artık Türkiye parlıyor, yıldız gibi parlıyor, herkesin dikkatini çekiyor,
onların da dikkatini çekiyor. Bakın, geçen yıl Almanya’dan 36 bin kardeşimiz
Türkiye’ye kesin dönüş yapmış. Rakam hızla artıyor, rakam geometrik olarak
büyüyor. Yani çorak topraklara, ümit vadetmeyen yerlere insanlar gelir mi?
Cazibe merkezi değil ise böyle bir şey olabilir mi değerli arkadaşlar? Şu anda
bu gerçekleşiyor. Yani bundan hepimizin memnun olması gerekir. Türkiye, Türkiye
ekonomisi büyüyen bir yıldızsa, cazibe merkezi olmuş ise ve bu çok net bir
şekilde rakamlara, gelişmelere yansımış ise bundan Türk milletinin bütün
vatandaşlarının memnun olması gerekir, öyle değil mi değerli arkadaşlar? Tamam,
muhalefetinizi yapın, bir şey demiyorum, eleştirinizi yapın ama lütfen şunu
takdir edin, şunu görün, herkes görüyor zaten.
Yani, bakın, bu çerçevede,
yeri gelmişken… Tabii, biz söylüyoruz, inanmıyor arkadaşlar. Hatta diyorlar ki:
“Efendim, siz işte, size yandaş medyanın da etkisiyle bir ekonomide başarı
hikâyesi sunuyorsunuz.” gibi benzer, bu anlama gelecek şeyler söyleniyor, biraz
önce de dinledik. Tamam, bize inanmıyorsunuz. Diyelim ki hadi biz taraflı
yorumlar yapıyoruz, bizim söylediklerimize inanmıyorsunuz. Bakın, sizden biri,
Sayın Kemal Derviş, ne diyor biliyor musunuz? Yeni daha, 2 Aralık 2011 Cuma.
Sorunun yani şu krizin, global krizin özellikle Avrupa
Birliğinin yaşadığı, Avrupa Birliğine yansıması itibarıyla “Bu krizin çözülmesinde
IMF kilit rol oynar ancak bu kurumun daha etkin bir yapıda olması gerekir.
Belli ki Avrupa Birliği bunu tek başına yapamıyor. Amerika’nın durumu AB’ye
göre daha iyi ama ortada bir liderlik göremiyoruz.” Yani AB’de bu işi götürecek
bir liderlik yok. “Ciddi bir krizle karşı karşıyayız. Türkiye’deki finansal
yapı krizin odak noktası ülkelere göre çok daha sağlam.” Şimdi, bakın, esas
bence ilginç olan önerisi şu: ”Liderlik problemi var Avrupa Birliğinde.” diyor.
“IMF katkı sağlayabilir, çözebilir ama bu yapısıyla olmaz.” diyor. “Bu açıdan
IMF’nin başında bir Türk olmalı.” diyor Sayın Kemal Derviş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, yani bundan hepimiz, mutlu olmamız gerekmez
mi? “Böyle bir krizi -Avrupa’ya katkı anlamında, Avrupa’ya destek anlamında-
Avrupa çözemez yani IMF’ye rağmen çözemez, çözülebilmesi için IMF’nin finansal
desteğine ihtiyacı var ama bu hâliyle değil, başına ancak bir Türk’ü
geçirirseniz, ancak IMF bu şekilde Avrupa Birliğinin bu sıkıntısını
giderebilir.” diyor. Söyleyen Sayın Kemal Derviş
değerli arkadaşlar. Buna benzer o kadar çok var ki, yabancı basında,
ekonomistler, yazarlar, gazeteler… Yani, ben ayrıntılarına girmek istemiyorum,
ismin ilginç olması nedeniyle, hem bu işlerin içinde olan bir tanesi hem de
sizden birisi olması nedeniyle değer buldum.
Değerli arkadaşlar, bakın,
onlar eğitim harcamalarında çok ciddi azaltma yapıyorlar ve kesintiye
gidiyorlar. Onlar bunu yaparken biz Fatih Projesi gibi projelerle eğitimde çağ
atlamaya doğru gidiyoruz, aramızdaki fark bu. Onlar geriye gidiyorlar bizi
çağın ötesine geçmeye çalışıyoruz FATİH Projesi’yle değerli arkadaşlar, evet,
aynen öyle.
Bu ülkelerde büyüme hızı
iyice yavaşlayıp hatta resesyon (durgunluk)
tartışmaları yaşanırken Türkiye 2011’in tamamında, birinci çeyreğinde, ikinci
çeyreğinde ve üçüncü çeyreğinde büyüme rekorları kırıyor değerli arkadaşlar.
Bunu küçümsüyorsunuz ama nasıl büyümenin somuta yansıdığını da biraz sonra
rakamlarla koyacağız.
Bakın, birinci çeyrek yüzde
12; dünyada 1 numara, dünyanın en hızlı büyüyen ülkesi. Gerçekten
çok büyük olay oldu, bu ilk rakamlar yayınlandığında uluslararası ekonomi
çevrelerinin yayınlarına baktığınız zaman ya da görüşlerine baktığınız zaman
hepsinin ne kadar hayretler içerisinde ama aynı zamanda bir hayranlık
içerisinde bu gelişmeleri takip ettiğini ve düşüncelerini, yani bizim
muhalefetteki arkadaşlarımızdan farklı olarak, takdirlerini aynı zamanda dünya
kamuoyuyla paylaştıklarını görürsünüz, onlar bunu yapıyorlar. İkinci
çeyrek yüzde 8,8; dünya 2’ncisi. Üçüncüsü 8,2; yine dünya 2’ncisi büyüme söz
konusu. Dolayısıyla, biraz sonra bu büyümenin ayrıntılarına, gerçekten fiktif bir büyüme mi, bir balon büyüme mi olduğunu
rakamlarla ortaya koymaya çalışacağız.
Bankalar batıyor, bakın, bu
ülkelerde bankalar batıyor ve kamudan, bütçeden çok ciddi rakamlar aktarılıyor.
Yüz milyarca euro Avrupa’da bankaları kurtarmak için
paralar aktarılıyor. Biz bugüne kadar bir kuruş para aktarmadık hiçbir banka
için, ihtiyacı yok. Neden? Çünkü bankaları AK PARTİ kadroları yönetiyor değerli
arkadaşlar. Bu farkın ortaya konulması gerekiyor. Yani biraz sonra yine kamu
bankalarıyla ilgili bölümde bu değerlendirmeyi yapacağız. Onlar uluslararası
alanda güç ve itibar kaybederken Türkiye, ekonomisiyle, siyasetiyle, dış
politikasıyla bir yıldız hâline geliyor. Bunu sadece biz söylemiyoruz. Bakın,
yine Alman Die Welt
gazetesinin bu konuda çok ilginç bir yorumu var. Tabii biz öyle bir
hâletiruhiye içerisinde değiliz yani öyle bir şımarma anlamına gelebilecek bir
yaklaşımımız, tavrımız olamaz hiçbir zaman, kesinlikle ayaklarımız her zaman
yere basıyor, “Türkler Avrupa Birliğindeki finans krizine kıs kıs gülüyorlar.”
diyor. Yani tabii, belki bir benzetme yani oradaki havanın ne olduğunu ve
buradan bu rakamlar çerçevesinde ancak bu şekilde bakılabileceğini, böyle
söylüyor, böyle düşünüyor, böyle görüyor, ancak bu şekilde bakılabilir herhâlde
diyor. Çünkü hatırlayın değerli arkadaşlar, bundan on yıl önce, yirmi yıl önce
oralardan bize kıs kıs gülüyorlardı. Allah aşkına yani paramızın o bol
sıfırlarıyla hemen hemen her gün alay ediyorlardı, etmiyorlar mıydı, dalga
geçiyorlardı. Enflasyon oranımızla dalga geçiyorlardı. Rekorlar kırıyorduk yani
dünyada rekorlar kırıyorduk. Bunlar unutulmadı.
Avrupa Birliğinin ve bütün bu tartışmalar neticesinde, sonucunda
Avrupa Birliğinin dağılma senaryolarının tartışıldığı bir dönemde, öyle, şu
anda o dönemdeyiz, gerçekten çok ciddi olarak kendileri de dâhil olmak üzere
dünyanın belli başlı ekonomi çevrelerinde, bugün, Euro bölgesinin ve Avrupa
Birliğinin dağılma ihtimallerinden söz ediliyor, ciddi ciddi bunlar konuşuluyor
ve tartışılıyor. Bunlar tartışılırken biz
Türkiye olarak Avrupa Birliğine tam üyelik noktasında ekonomik olarak bize
katkı sağlayabilir mi, bu konuyu yeniden masaya yatırmamız gerekir, bunların
değerlendirmesini yapıyoruz, bunların tartışmasını yapıyoruz değerli
arkadaşlar.
Dolayısıyla, tüm yatırım
harcamalarının azaltıldığı, önemli yatırımların askıya alındığı, sağlık
hizmetlerine ulaşımın zorlaştırıldığı; özürlülere, fakir fukaraya, eğitime
ayrılan kaynakların azaltıldığı, işsizliğin arttığı; gelir, kurumlar ve katma
değer vergisi oranlarının yükseltildiği bir Avrupa’yı bir an Türkiye’de hayal
edin yani bir an bunların Türkiye’de yapıldığını düşünün değerli arkadaşlar.
Allah korusun. Gelir, kurumlar, katma değer vergisi oranlarının yaşanan kriz
nedeniyle Avrupa’da olduğu gibi, tüm dünyada olduğu gibi artırmak zorunda
kaldığımızı bir düşünün, bir hayal edin. Sağlık hizmetlerine ulaşımda
zorlaşmanın olduğunu düşünün ya da emekli maaşlarının azaltıldığını düşünün. Memur
maaşlarının dondurulduğunu düşünün. On binlerce memurun işine, 4/C’lilerin işine son verildiğini düşünün arkadaşlar.
Düşünebiliyor musunuz? Bizi çiğ çiğ yemezler mi değerli arkadaşlar?
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Memur maaşlarını kıyaslayın, ona göre söyleyin.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Düşünebiliyor musunuz? Hayal edin yani hayat etmesi bile çok acı. Avrupa
Birliğine üzülüyoruz. Allah kimseyi o duruma düşürmesin. Ancak elimizden bu
geliyor Avrupa Birliği için. Eğer IMF’nin başına bir Türk geçirirlerse o başka
ama şu an itibarıyla en azından ancak bunu diyebiliyoruz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Bakın, herkes elini
vicdanına koysun değerli arkadaşlar. Avrupa’yı, Sayın Şandır’ın
söylediği gibi, Avrupa Birliği ülkelerini koyduk, Türkiye’yle karşılaştırdık.
Türkiye’de ne yaptık? Türkiye’de bu döneme yönelik olarak taşıt vergilerini,
lüks taşıtların ÖTV’lerini artırdık; bir de sigara ve içeceklerde ÖTV artırdık;
bütün tedbirimiz bu, aldığımız tüm tedbir bu, bu anlamda başka bir tedbir yok.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Doğal gaz artmadı mı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Hayır, onlar genel çerçevede yapılan zamlardır, o ayrı bir şey yani her yıl
enflasyon çerçevesinde yapılan zamlardır. Tedbir çerçevesinde yani krizin
sonucu olarak, onun olumsuz sonuçlarını minimize etmeyi amaçlayan tedbirler
çerçevesinde aldığımız iki tane tedbirdir.
Şimdi, bu iki tablo
karşısında, Allah aşkına, elinizi vicdanınıza koyun. Şu dalgalı okyanusta
gemisini ustaca yürüten bir kaptan ve kadrosu var değerli arkadaşlar (CHP sıralarından
“Ooo” sesleri) Tablo bu. Şimdi, bu kaptana ve onun
ekonomi yönetimine, kadrosuna bir teşekkür gerekmez mi? Hak etmiyorlar mı? (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Dünyada durum bu. Tabii, biraz da bu soruya
tam, doğru cevap verebilmek için… Yani Türkiye nasıl yönetiliyor? Şu anda
dünyanın belli başlı ülkeleriyle kıyaslandığında, Türkiye ekonomisi son derece
başarılı, son derece iyi yönetiliyor. Rakamlarla biraz önce ifade ettik, ortaya
koyduk.
Bu soruya cevap verebilmek
için biraz daha belki Türkiye’ye dönmemiz gerekir, biraz da tarihe kısa bir
yolculuk yapmak gerekir. Bu değerlendirmeyi de IMF ile Türkiye ilişkileri
üzerinden yapmak istiyorum izniniz olursa.
IMF ile ilişkilerimiz 1961
yılında başladı. İlk, birinci stand-by düzenlemesi
1961 yılında gerçekleştirildi. Tam kırk yedi yıl, yani gönderilene kadar, 2008
yılı Mayıs ayına kadar kırk yedi yıl geçti ve biz kırk yedi yıl IMF ile haşır neşir olduk, olmak zorunda kaldık. Bu süre zarfında
Türkiye, tam 19 tane anlaşma yaptı IMF ile, 19 stand-by düzenlemesi. İlki 1961 yılında, sonuncusu da 2005
yılında. Bunun 18 tanesini biz yapmadık yani AK PARTİ hükûmetlerinden önce
yapıldı, 1 tanesini biz düzenledik, 19’uncu stand-by.
18 tane stand-by
düzenlenmesinin temel nedeni ya da hükûmetlerin böyle bir çağrı yapmasının o
dönem nedeni, ekonomilerin o dönemde krize girmeleri. Yani ödeme darboğazına
girmesi ekonominin, en temel ihtiyaçları karşılayacak döviz bulamamaları ve
IMF’den kredi alabilmek için can havliyle IMF’nin kapısına gitmelerinden
kaynaklanıyor istisnasız. 19 stand-by düzenlemesinin
18 tanesi böyle yapıldı değerli arkadaşlar. Ekonomi duvara tosladı, acilen
dövize ihtiyaç var; hükûmetler de IMF’nin kapısına gitmek zorunda kaldılar
1961’den 2005 yılına kadar. 19’uncusu hariç 18’inde kriz oldu IMF’nin kapısına
gittiler. 18’inde biz yokuz yani AK PARTİ hükûmetleri yok, 19’uncusunda biz
varız. 19’uncusunda kriz nedeniyle gidilmedi değerli arkadaşlar, sadece
19’uncusunda gidilmedi çünkü onda biz varız, onda AK PARTİ var, onda AK PARTİ
yönetiyor ekonomiyi. Sadece borç yapılarının iyileştirilmesi, daha düşük, ucuz
kredi kullanmak amacıyla 2005 ve son stand-by
düzenlemesi yapıldı.
Dolayısıyla, şimdi tabii, bu dönem içerisinde IMF çok egemen. IMF, Türkiye’nin her noktasına çok derin nüfuz eden bir konumda.
Hatta hatırlarsanız, IMF’nin Türkiye masası şeflerinin isimleri Türkiye kamuoyu
tarafından bir sanatçıdan çok daha fazla biliniyordu, çok daha meşhurlardı;
öyle aynen. Yediği yemekten tutun gittiği yerlere kadar basın günü gününe takip
ediyordu, bütün basın. Hatta ben hiç unutmuyorum, Carlo Cottarelli
ismi aklımda kalmış. Yani belki o dönemde birlikte, kamuoyuna mal olan
sanatçılarımızın isimleri yok ama -sadece benim değil, sanıyorum bütün
kamuoyunun- Carlo Cottarelli, o kadar önemli ki IMF,
IMF’nin Türkiye Masası Şefi yani sonuç itibarıyla bu şahıs. Ama,
basın öyle bir gösteriyor ki… Neden? Çünkü Türkiye ona muhtaç, kaynak
kullanması gerekiyor, kaynak IMF’de. Dolayısıyla, Türkiye
masası şefinin sözleri önemli, değerlendirmeleri önemli. Onun için,
bütün basın takip ediyor, Türk kamuoyu takip ediyor; o kadar etkili.
Şimdi, bakın, değerli
arkadaşlar, bu süre zarfında -biraz önce söyledim- tam 19 tane stand-by düzenlemesi yapıldı. 18’ini başkaları yaptı -hepsi
kriz üzerinden gidildi- 19’uncuyu biz yaptık fakat 18’i ve 19’u biz uyguladık.
18’i biz yapmadık ama -2002 yılında yapıldı, Şubat ayında- uygulamasını biz
gerçekleştirdik.
Şimdi, 19 stand-by’dan 17 tanesi hedefine ulaşamıyor değerli arkadaşlar,
17 tanesi hedefine ulaşamıyor. Bakın, ben örnek vereceğim. Özellikle 2002
değerlendirmesinden kaçınıyorum hassasiyet nedeniyle yani amacımız o değil
zaten, amacımız belli bir döneme hapsolup oradan bir çıkış yapmak falan değil.
Sadece, biz o dönemde iktidara geldiğimiz için bunu yapmaya çalışıyoruz,
yapıyoruz. Bugüne kadarki değerlendirmeleri o çerçevede algılamak gerekiyor ama
buna rağmen ısrarla kaçınıyoruz. Bakın, ta 1970’li yıllardan başlatacağım. 17 stand-by düzenlemesinin tamamı fiyaskoyla sonuçlanıyor yani
düzenlemenin, anlaşmanın amaçlarından hiçbir tanesi gerçekleşmiyor. Şimdi,
buradan, başka bir yere geleceğim. 10’uncusuyla başlayalım. Bakın, 10’uncu stand-by düzenlemesi Sayın Demirel Hükûmeti tarafından
gerçekleştiriliyor, Ağustos 1970 yılında. Amaç nedir? Amaç,
ekonomik durgunluğa son vermek. Sonuç: Büyüme hızlanıyor ancak enflasyon
iki haneli rakamlara çıkıyor. 11’inci stand-by
düzenlemesi, rahmetli Bülent Ecevit, Mart 1978. Amaç: İhracatı artırmak,
büyümeyi hızlandırmak; bu amaçla yapılıyor.
Çok net bir şekilde,
biliyorsunuz, IMF’yle bir anlaşma yapılacağı zaman yöntem şöyle: Önce, perde
arkasında görüşmeler yapılıyor. IMF diyor ki: “Sen şunları, şunları, şunları,
bana, uygulayacağını kabul edeceksin, yazı yazacaksın.” Bir de stand-by düzenlemesi gönderiliyor. Yani sanki ülke kendisi
gönderiyormuş gibi ama arkasında, esasında, tüm şartları IMF dikte ettiriyor;
noktasına, virgülüne kadar dikte ettiriyor değerli arkadaşlar çünkü başka
çaresi yok. Borç almak zorundasınız, paranız kalmamış, döviziniz kalmamış,
başka çareniz yok, para da orada, gittiğiniz zaman her türlü şartı, şablonu
size dayatıyor. Amaç: İhracatı artırmak, büyümeyi
hızlandırmak. Sonuç: Sorunlar daha da ağırlaşıyor, durgunluk krize
dönüşüyor.
12’nci stand-by
düzenlenmesi, Mart 1979, Rahmetli Ecevit. Amaç: Ekonomik krizi sona erdirmek
yani bir yıl önce kriz oldu, onu sona erdirmek. Sonuç: Enflasyon yükselişini
sürdürüyor, üç haneli enflasyon rakamlarına ulaşılıyor ve ekonomi durgunluğa
giriyor, 1979, 12’nci stand-by düzenlemesinin
sonucunda.
13’üncü stand-by
düzenlemesi, Ocak 1980, yine Sayın Demirel. Amaç: Ekonomiyi dışa açmak, bu
amaçla yapılıyor ve krize son vermek. Sonuç: Ekonomi dışa açılıyor, ancak
enflasyon üç haneli rakamlarda seyretmeye devam ediyor.
Nisan 1994, Sayın Çiller
Hükûmeti. Amaç: İç ve dış açıklardaki tırmanışı durdurmak yani hem bütçe
açığını hem de döviz açığını, cari açığı durdurmak. Sonuç: Enflasyon patladı ve
1994 krizini doğurdu.
17’nci stand-by
düzenlemesi yapılıyor. Ne zaman? Aralık 99, rahmetli Bülent Ecevit. Amaç:
Enflasyonu tek haneli rakama indirmek, aynen bu şekilde hedef, esas hedef
konuluyor. Sonuç: Büyük bir devalüasyonla tamamlanıyor
dönem ve 2001 krizi patlıyor.
Evet, geliyoruz, şu ana
kadarki stand-by düzenlemelerinin tamamını bizden
önceki başka hükümetler uyguladı, şimdi, 18’incisini biz uyguladık, biz
imzalamadık ama biz uyguladık. Ocak 2002 tarihinde imzalar düzenleniyor;
rahmetli Ecevit. Amaç: Birinci amaç, enflasyonu tek haneye
indirmek. İki: Reel faizin düşürülmesi ve sağlıklı borç pozisyonuna ulaşılması.
Üç: Sürdürülebilir büyümenin sağlanması. Sonuç: Enflasyon tek haneye
indi. Değil mi? Yüzde 10’un altında. Reel faiz yüzde 30’dan -yani
devraldığımızda yüzde 30’du, hatta Sayın Derviş’in IMF’ye gönderdiği niyet
mektubunda da yüzde 33 olarak çok net bir şekilde zikrediliyor- yüzde 5’lere
düştü, şu anda yüzde 2-3 civarında reel faiz çünkü amaçlardan bir tanesi de bu, ve yüksek büyüme oranları sağlandı. Üç tane amacı var,
üç tane hedefi var 18’inci stand-by düzenlemesinin;
üçü de gerçekleştiriliyor, üçü de yerine getiriliyor. Diğer on yedi tanesinin
hiçbir tanesinde amaca, hedefe ulaşılamıyor değerli arkadaşlar. 17’sinde biz
yokuz. 18’inciyi AK PARTİ hükûmetleri, AK PARTİ’nin
ekonomi yönetimi gerçekleştiriyor; aradaki fark bu, onun için amaca ulaşılıyor
değerli arkadaşlar. Başka türlü yorum yapmak mümkün mü? Mümkün değil. Yani bu
tesadüf mü? 17 tanesinin 17’si de başarısız oluyor, rakamlar ortada. Hepsi yeni
bir kriz nedeniyle tekrar IMF’nin kapısına gidiyorlar kredi almak için, hiçbir
tanesinde hedefe ulaşılamıyor; 18’incisinde ulaşılıyor çünkü AK PARTİ kadroları
yetişiyor, çünkü AK PARTİ kadroları tarafından uygulanıyor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, böyle
bir sonucu başka türlü yorumlama imkânı var mı? Yani haydi 1’incisi tesadüf,
2’ncisi tesadüf, 3’üncü, 4’üncü, 5’inci, 16, 17… Hepsi tesadüf olabilir mi, bu
kadar olabilir mi? Olamaz, ve 18’inci stand-by düzenlemesinden yani AK PARTİ kadrolarının, AK
PARTİ ekonomi yönetiminin uyguladığı ve sonuçlandırdığı bu düzenlemeden sonra
hem enflasyon düşüyor hem borç ödeme sorunu ortadan kalkıyor hem yüksek oranlı
büyüme sağlanıyor hem gelir dağılımı iyileştiriliyor hem reel ücretler ciddi
olarak yükseliyor, yoğun bir sosyal program uygulamaya konuluyor, işsizlik azalıyor.
Değerli arkadaşlar, şimdi, bütün bu gelişmeler, değerlendirmeler, biraz önce
ifade etmeye çalıştığım gibi hiçbir şekilde tesadüf olarak değerlendirilemez.
Biraz önceki yapılan
konuşmalarda bir arkadaşımızın “Bu 2002 programı dizayn
edilirken, yani 18’inci stand-by düzenlemesi
dizayn edilirken ben de görevdeydim, benim de katkım oldu.” şeklinde bir
ifadesi oldu. Arkadaşlar, kendi kendimizi kandırmayalım. Bakın, 19’uncusu hariç
bütün düzenlemeler IMF’in standart şablonudur, bütün çatı IMF tarafından verilir
ve Türkiye onu dizayn eder. Yani bunları söylemek
zorunda kaldığım için kusura bakmayın ama söylemek mecburiyetindeyiz. Yoksa, öyle arkadaşlarımız tarafından dizayn edilmiş falan
değil. Ana parametreler, ana hedef IMF tarafından verilir ve yetkililer de bunu
uygulamak zorunda kalır. Yani, bunlar da zaten standart şablon programlardır.
Öyle, hakikaten bizim kurmayların –geçmiş dönemlerde, onu söylüyorum- öyle bir
ortam içerisinde zaten insanların böyle bir IMF’ye öneride bulunacak hâlleri
kalmamış ki. Çok acil paraya ihtiyaçları var, bir an önce döviz bulmaları
gerekiyor, bir an önce en ihtiyaç olunan malzemelerin ithalatı için acilen
dövize ihtiyaç var. Böyle bir ortam içerisinde hangi hükûmet yetkilisi, hangi
bürokrat IMF’e kendi şartlarını dikte ettirebilir ya da önerebilir ya da kabul
ettirebilir, gerçekçi olmak lazım değerli arkadaşlar. Hatta öyle bir noktaya
gelmişti ki, IMF’in uzmanları, bütün ekonomiyle ilgili bakanlıklarda en ücra
köşelerde detaya nüfuz ediyorlardı ve müdahale ediyorlardı. Bunlar
gerçeklerimiz bizim ve tam kırk yedi yıl boyunca böyle devam etti; kırk yedi
yıl boyunca, kırk yedi yıl.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sizin
gerçeğiniz!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Türkiye’nin gerçeği.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Tecrübelerine binaen söylüyorsun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Yani, siz, o IMF uzmanları, gidin, o eski bakanlıklara bakın… Hatta
bürokratlar bize gelip şikâyet ediyorlardı, hakikaten insanın ağrına gider
arkadaşlar. Düşünebiliyor musunuz, geliyor bir uzman, diyor ki, bunu böyle
yapacaksın, yönlendiriyor. Tabii, borç almak durumunda kalırsanız yapacağınız
bir şey yok. İhtiyacınız varsa… “Borç alan emir alır.” Bunu biz söylemiyoruz,
atalarımız ne güzel söylemiş. Borç alan emir alır.
OKTAY VURAL (İzmir) – Aynen
sizin yaptığınız gibi!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Borcu, bakın biz aldığımızda –dönemi söylemiyorum- 23,5 milyar dolardı, şu
anda herhâlde 5’in altına indi, 2013’te de inşallah tamamen kapatıyoruz. Yani,
bizim emir almadığımızın en önemli göstergelerinden bir tanesi de budur. Biz emir
almadık. Neden? Çünkü biz borç almadık arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Tabii, IMF’in ekonomik bir
boyutu var, bir de siyasi boyutu var. Kırk yedi yıl boyunca, özellikle
Türkiye’de sosyalistler, protest kesimler, hatta İslamcılar, milliyetçiler
IMF’i hep protesto etti. IMF’i uluslararası sömürünün bir aracı olarak
gördüler. 1980’li yıllarda, 70’li yıllarda “IMF defol” demeyen aramızda belki
çok azdır, bilemiyorum yani.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
“Ücretleri dondurun” diyor, tabii diyecekler.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Özellikle sol cenahtan gelen arkadaşlarımız daha da yoğun bir şekilde “IMF
defol, seni istemiyoruz, sen uluslararası sermayenin organısın” vesaire, buna
benzer o kadar çok konuşuldu, o kadar döviz taşındı, sloganlar atıldı, protestolar
yapıldı, kırk yedi yıl boyunca IMF’ye “Defol.” denildi ama IMF gitmedi. Zaten
IMF’yi çağıran hükûmetler yani IMF’yi çağıran hükûmetler. IMF, zorla “Gel, ben
sana kredi vereyim, karşılığında şu şartları dayatayım.” demiyor, ekonomiler
kötü yönetildiği için IMF’ye gidilmek zorunda kalınıyor para bulmak için, biraz
önce ifade ettim. Dolayısıyla, kırk yedi yıl boyunca IMF’ye “Defol.” dediler,
dedik. Defolmadı, gitmedi, kimse kurtulamadı IMF’den. 2008 yılının Mayıs ayında
sessiz sedasız gittiler değerli arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Allah aşkına, bakın,
özellikle protest özelliği olan arkadaşlara söylüyorum, kırk yedi yıl boyunca
IMF’yi Türkiye’den göndermek için geçmişte meydanlarda slogan atan arkadaşlara
sesleniyorum: Kimse gönderemedi, hiçbir hükûmet gönderemedi…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
“Numan Kardeşim, IMF’yle konuşmamak gaflettir.”
Bu sözü hatırladın mı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- …yani onu gönderen ve ihtiyaç kalmadığı için gönderen Hükûmetin liderine bir
teşekkürü çok mu görüyorsunuz? Hak etmiyor mu değerli arkadaşlar? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Buna üzülüyorum, gerçekten üzülüyorum.
Şimdi, bu noktada…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Başkanım, ağır tahrik var.
OKTAY VURAL (İzmir) – Yani
sosyalizme…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Hepsi için, hepsi için yani bugüne kadar “IMF defol.” diyen ya da IMF’ye
karşı içinde çok sıcak duygular beslemeyen herkes için söylüyorum, her siyasi
parti için söylüyorum, her milletvekili arkadaşımız için söylüyorum, herkes
için söylüyorum. Yani kırk yedi yıl kimsenin gönderemediği, gönderecek
mantıklı, akılcı ekonomik politikaları uygulayamayan hükûmetlerden sonra,
ihtiyacımız kalmadığı için gönderdiğimiz böyle bir tabloda yani bu tablonun
ortaya çıkmasını sağlayan bu kadroya, elbette lideriyle birlikte bir teşekkür
edilmesi gerekiyor. Buna gerçekten çok üzüldüm, bugüne kadar da hiç duymadım
ama en azından bundan sonra yapabilirler.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
bakın, yokluk var ya! Yani hakikaten bu IMF’le ilişkiler, çok enteresan olaylar
da yaşanıyor o dönemlerde. Yine, biraz önce bahsettim, 11’inci ve 12’nci stand-by düzenlemeleri rahmetli Ecevit döneminde yapılıyor.
Şimdi, 11’inci stand-by düzenlemesi
için dönemin ekonomi yetkilileri imzalayıp IMF’ye bir mektup gönderiyorlar, stand-by düzenlemesini gönderiyorlar, orada birkaç ifade
var, onlar son derece önemli çünkü sonuç itibarıyla rahmetli Bülent Ecevit’in
CHP’si sosyal demokrat, o söylemlerle hep öne çıkan, köylünün, işçinin, memurun
yanında olduğunu söyleyen -hâlen de öyle- bir siyasi parti, bir organizasyon. Onunla
ilişkili olduğu için son derece önemli görüyorum. Bakın, 1978 yılında IMF’ye
gönderilen 11’inci niyet mektubunda ne diyorlar biliyor musunuz? Başka şeylerde
yazıyorlar tabii. Ben önemli bulduğum iki tanesini söylüyorum 11’inci stand-by için. Orada diyor ki: “Ücret ve maaş artışları
enflasyonun altında kalacaktır.”
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Şimdiki gibi!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Taahhütte bulunuyor hükûmet. Dönemin hükûmeti IMF’ye yazdığı mektupta
taahhütte bulunuyor, diyor ki: “Ücret ve maaş artışları enflasyonun altında
kalacaktır.”
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Şimdiki gibi, şimdiki gibi!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- İkincisi: “Tarım ihraç ürünlerinin destek fiyatları dünya fiyatlarına göre
ayarlanacaktır.” Bu kadarla da değil bakın arkadaşlar. Bir sonraki yıl yapılan
12’nci stand-by düzenlemesinde gönderilen mektupta da
şunlar taahhüt ediliyor: “Buğday tarımına verilen sübvansiyonlar
kaldırılacaktır…” Bunu söyleyen kim? Rahmetli Bülent Ecevit’in hükûmetinin
ekonomi kurmayları. “…ve ayrıca kamu personel giderleri disiplin altına
alınacaktır.” Gerçekten bütün samimiyetimle söylüyorum: Allah hiçbir hükûmeti
böyle bir noktaya getirmesin, böyle bir duruma düşürmesin. Düşünün, bakın,
sosyal demokratsınız, işçiden yana olduğunuzu söylüyorsunuz, emekçiden yana,
köylüden yana olduğunuzu söylüyorsunuz ama memurun, işçinin ücretini, çiftçinin
parasını IMF’yle müzakere ediyorsunuz değerli arkadaşlar. Kolay bir durum mu? Zor bir durum. Allah yardım etsin, yani kimsenin başına da
vermesin. (CHP sıralarından gürültüler)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Ya Canikli, nasıl bir cehalettir bu ya!
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul)
– Açlık sınırının altında 600 bin liraya çalıştırdığın vatandaşa ne oldu?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Yani ne diyeyim arkadaşlar, bu duadan başka elimden bir şey gelmiyor. Bırakın
da samimiyetle bu duayı da edeyim. Yani, ondan yana herhangi bir problem yok.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas)
– Bugün senin yaptığın ne?
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, müzakerelerin sonuna yaklaşıyoruz. Gayet güzel tartışma yapıyoruz.
Lütfen müdahale etmeyin, lütfen.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Bakın, AK PARTİ Grubu gayet uhuletle suhuletle
bütün grupların konuşmacılarını dinledi, tek bir söz bile atılmadı değerli
arkadaşlar. (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Lütfen AK PARTİ Grubu gibi davranmaya sizi davet ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Şimdi, arkadaşlar, bakın,
sonunda IMF gitti. Bir ilginç nokta daha var. IMF giderken -isim vermeyeceğim,
yani spekülasyon yapmak istemiyorum- bazıları dedi ki:
“Ya ne yapıyorsunuz siz, IMF’yi gönderemezsiniz, aman yeni bir anlaşma yapın,
acele 40 milyar dolar para bulun. IMF’yle yapılacak olan anlaşmanın
gecikmesinden dolayı ortaya çıkacak muhtemel sıkıntıların sorumlusu siz
olursunuz.” diye eleştiriler geldi. Hiçbir şey olmadı ve krizin tam ortasında,
dünyanın yaşadığı yüzyılın en büyük krizlerinden bir tanesinin tam ortasında
gitti IMF ve o tarihten beri bir kuruş kaynak kullanmadık IMF’den değerli
arkadaşlar. IMF’nin danışmanları Türkiye’ye gelip akıl vermiyorlar; Türkiye
ekonomisini, Türk milletinin evlatları yönetiyor, Türk milletinin kaynakları
yönetiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Bu borcu kimle yaptık o zaman biz? Borcun kaynağı değil miktarı önemli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Şimdi, bakın, tabii çok şey söyleniyor ayrıntılı olarak ama bugün, ben
özellikle daha global, daha genel şeylerden yola
çıkarak bu değerlendirmeyi yapmaya çalışıyorum. Bunlardan bir tanesi, yine
konuşuluyor, yolsuzluktan bahsediliyor vesaire. Şimdi, arkadaşlar, münferit tek
tek olayların çok fazla bir anlamı yok, yani onları ifade etmek, oradan yola
çıkarak değerlendirmeler yapmak bilimsel bir yaklaşım değil. Onun yerine,
değerlendirme, rakamlarla bu işi ortaya koymak gerekir ve karşılaştırma yapmak
gerekir.
Şimdi, bakın, Türkiye’de
geçmişte ya da genel olarak her zaman diyelim, suistimallerin
önemli alanlarından bir tanesi de kamu bankaları olmuştur, yani kamu bankaları
üzerinden yapılmıştır. Nedir kamu bankaları? İşte, Halk Bankası, Vakıflar
Bankası ve Ziraat Bankası, yani Vakıflar Bankasını biz bu çerçevede şeyden
sayıyoruz, kamu bankası tanımına sokuyoruz.
Şimdi, bu açıdan da bir
karşılaştırma yapmamız lazım, yani biraz önce dünyayla yaptık, Türkiye ekonomi
tarihinde kısa bir gezinti yaptık, şimdi de bankalar üzerinden “Türkiye nasıl
yönetiliyor?” sorusuna cevap bulmak için bir değerlendirme yapmamız gerekiyor.
Şimdi, bakın, değerli
arkadaşlar, biz ekonomiyi devraldığımızda, Halk Bankasının toplam kredi miktarı
1 katrilyon 365 milyon lira, toplam o andaki kredi hacmi, toplam kredi rakamı.
“Batak kredi.” olarak nitelendirebileceğimiz takibe alınmış kredilerin miktarı
da 1 katrilyon 300 milyon lira. Toplam kredi 1,3 katrilyon, 1 milyar 365 milyon
lira; takibe dönüşen krediler 1 milyar 300 milyon lira, yani toplam kredilerin
yüzde 95’i batak. Aynen böyle, resmî rakam. Halk Bankasının
durumu bu.
Ha, buradan hemen şunu
söyleyeyim değerli arkadaşlar…
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Yani böyle bir batak olabilir mi? Hiç mi bir bankacı…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Aynen öyle, bu rakamlar resmî rakamlar.
Buradan şu yanlış
anlaşılmasın: Yani “Biz devraldığımızda 57’nci Hükûmet görevdeydi, bütün
kabahat…” Öyle bir şey demiyorum, “Onlarındır.” demiyorum. Bakın, Halk
Bankasının takipteki kredilerinin yıllar itibarıyla artış oranlarını ben vermek
istiyorum. Yani bunun, ta geçmişten gelen bir problem olarak, sadece bir
Hükûmete mal edilemeyecek bir sorun olduğunu ifade etmek için söylüyorum. 1978
yılında Halk Bankasının takipteki kredilerindeki artış oranı yüzde 293; 1999’da
yüzde 183; 2000’de yüzde 151; 2001’de 286. Evet, devam edeyim. Yüzde 95’i batak.
Şimdi, bu oran, dokuz
yıllık AK PARTİ hükûmetleri sonucunda ne olmuş biliyor musunuz değerli
arkadaşlar? Yüzde 2,9; evet, aynen öyle. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şu
anda Halk Bankasının toplam verdiği kredilerin geriye dönüşü zorlaşanların -ya
da kısaca “batak krediler” diyelim- toplam kredilere oranı yüzde 2,9 değerli
arkadaşlar; yüzde 95’ten 2,9’a gelmiş. Sadece Halk Bankası değil, diğerleri
için de geçerli.
Bakın, aynı şekilde Ziraat
Bankası. 2002 yılında yine batak oranı yüzde 24 imiş.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Sayın Canikli, o Halk Bankası Genel Müdürüne sorun…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Şu anda ne kadar biliyor musunuz? Yüzde 1,25; yüzde 1,25’e kadar düşürülmüş.
Aynı şekilde Vakıflar Bankasının yüzde 24,25’ten yüzde 3,69’a düşürülmüş
değerli arkadaşlar ve AK PARTİ geldikten sonra verilen kredilerin yani 2003
başından itibaren verilen kredilerin geriye dönmeyenlerinin oranı da yüzde
2’nin altında değerli arkadaşlar; sektörün ortalamasının da bir hayli altında
bu rakam.
Ne demek bu? Bu ne anlama
geliyor, nasıl yorumlamak gerekir?
Önce AK PARTİ dönemine
ilişkin olarak yorumlamak gerekir. Demek ki kesinlikle siyasi amaçlı,
bankalara, kamu bankalarına kredi vermeleri için baskı yapılmıyor. Bu anlama
geliyor.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – O
kanunu biz çıkarttık.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Bakın, arkadaşlar, dizayn önemli yani karar önemli
çünkü zaman zaman deniliyor ki: “2001 yılında, 2002 yılında, efendim,
uyguladığınız programı biz dizayn ettik.”
Arkadaşlar, örneklerini
verdim 17 defa. Yani elbette alınan kararların doğru olması gerekir ama alınan
karalardan önce uygulama son derece önemli. Yani 17 kez alınmış kararlar…
Bunların hepsi doğru kararlardı baktığınız zaman, hepsi de IMF’nin aldığı
kararlardı, 2002 yılındaki 18’inci stand-by
düzenlemesi dâhil. Dolayısıyla, demek ki AK PARTİ döneminde kamu bankaları
üzerinden en ufak bir suistimal, bir yanlışlık, bir
yolsuzluk söz konusu değil. Bu tablonun gösterdiği, bu
rakamların gösterdiği gerçek bu. (MHP sıralarından gürültüler) Ne
söylerseniz söyleyin bunu inkâr edemezsiniz arkadaşlar. Öyle bir şey olsa bu
kredi batar yani eğer eş, ahbap, dost işi olsa, tıpkı geçmişte olduğu gibi…
Geçmişte niye battı? Çünkü açıyordu siyasetçi ve talimatla kredi verdiriyordu…
(CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, rica edeceğim.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- …eşine, dostuna.
BAŞKAN – Sayın Canikli, bir
dakikanızı rica edeceğim.
Sayın Hatibin konuşmasını
vatandaş dinliyor ama laf atanın ne söylediğini vatandaş dinlemiyor. Onun için
bu laf atmaların pratikte size de faydası yok, hiçbir şeye faydası yok.
Müzakerelerin…
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Biz doğruyu söylüyoruz.
BAŞKAN – Sayın Valim, siz
valilik yaptınız, öyle oturduğunuz yerden konuşmak var mı?
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Biz doğruyu söylüyoruz. Tüm esnafa verilen kredi kadar bir gruba kredi verdiniz
niye söylemiyorsunuz?
BAŞKAN – Bak, rica
edeceğim. Sayın Serindağ, bakınız, isminizi telaffuz
ederek ikaz etmek mecburiyetini duyuyorum.
ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) –
Sayın Başkan, hoş geldiniz…
BAŞKAN - Ön sıraya oturup
laf atmak yok. Doğru bir şey de değil, yakışmıyor da bize. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Arka sırada atılabilir mi o zaman?
BAŞKAN - Onun için, lütfen,
Hatibin sözünü kesmeyin, müzakerelerin sonuna geldik. Eğer sizi ilgilendiren
bir yanı varsa Grup Başkan Vekilleriniz zaten konuşur, onun için lütfen, iyi
götürüyoruz…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Evet, arkadaşlar, yani tekraren söylemekte fayda var: AK PARTİ döneminde kamu
bankalarında en ufak bir ayrımcılık, özel bir kredi kullanımı, talimatla kredi
kullanımı, suistimal, yolsuzluk kesinlikle
olmamıştır. Olsaydı bu tablo böyle olmazdı, olsaydı devraldığımız tablo gibi
olurdu değerli arkadaşlar. Bunu herkesin görmesi ve kabul etmesi gerekiyor.
Şimdi, bakın fakir
fukaradan herkes söz ediyor. Herkes ne kadar fakir fukara dostu olduğunu, fakir
fukarayı ne kadar çok sevdiğini söylüyor, ifade ediyor. Şimdi, tabii, lafla
olmuyor arkadaşlar yani hükûmetler icraatlarını bütçe uygulamalarıyla ortaya
koyarlar. Yani bütçe yoluyla millî gelirin aşağı yukarı yüzde 25’e yakın kesimi
toplanır tekrar dağıtılır. Dolayısıyla, politikaları gerçekleştirmek için çok
önemli araçlardan bir tanesidir bütçe bu yönüyle. Dolayısıyla, istediğiniz
kadar konuşun: “Ben, şöyle fakir dostuyum. Ben, şöyle, işte, fakirleri
seviyorum…” Arada bir fakir ailelerine danışıklı dövüş olarak gitmek falan…
Bunların çok fazla bir önemi yok. Ha, bunlar da güzel şeyler ama başka icraatla
desteklenmesi gerekir. İcraatla desteklenmediği takdirde sadece bu söylemler
siyasi söylemlerin malzemesi olmaktan öteye gidemez.
Şimdi, peki, nasıl
anlayacağız? Gerçekten, siyasi iktidarların, hükûmetlerin, fakir fukaranın
dostu olup olmadığını ya da toplumun hangi kesimini daha çok sevdiğini, hangi
kesimine daha çok önem verdiğini anlamamızın tek bir yolu var: Bütçe
rakamlarına bakacağız değerli arkadaşlar, bütçe rakamlarına bakacağız. Eğer
bütçeden hangi kesime daha çok pay aktarmışsa, o kesimi seviyor, öyle değil mi?
Hangi kesime az aktarmışsa, o kesimi sevmiyor. Onun için, bütçe rakamlarına
bakacağım ve yine, o hassasiyet nedeniyle 1998 bütçesinden başlayacağım yani
2002’ye takılıp kalmamak açısından.
Bakın, 100 liralık bütçe
düşünün. Toplam 100 liralık
bir harcama söz konusu 1998 bütçesinde. Yaklaşık 25 lirası
personel harcamalarına gidiyor, 40 lirası faize aktarılıyor -100 liralık
bütçenin, toplam- yatırıma 6,4 lira gidiyor, tarıma 1,2, diğerlerine de 28
gidiyor, 1998… Aşağı yukarı 2002 bütçesine baktığımızda benzer bir tablo ortada yani
personel harcaması yüzde 20, yatırım harcamaları yüzde 6 diyelim, tarıma destek
1,62, faiz ödemeleri 44,7 -yüzde 45- sosyal güvenlik yüzde 9,7.
Şimdi, biraz önce
söylediğimiz çerçevede bu rakamları değerlendirdiğimizde şu görülüyor: Yani bu
bütçeyi uygulayan Hükûmet faizcileri yüzde 40 oranında seviyor veya yüzde 50
oranında seviyor. Efendim, sosyal güvenliği, sosyal güvenlikten pay alan
kesimleri yüzde 9,7 oranında seviyor. Öyle arkadaşlar yani kusura bakmayın.
Lafın çok fazla bir anlamı yok, icraata bakacağız; laf değil, icraat.
Şimdi, baktığınız zaman
2002’ye, yaklaşık, 98 de öyle, aşağı yukarı öncekiler de öyle. Yalnız, bir
hakkı teslim etmek gerekiyor. 90’lı yıllardan itibaren bütçe içerisindeki faiz
oranı sürekli artmaya başlamış, bir yıl hariç, 1997 yılı. 1997 yılında Hükûmet
faiz harcamalarında çok ciddi düşüş sağlayabilmiş, ondan sonra tekrar artmaya
devam etmiş. Bunu, burada belirtmekte fayda var. 115 milyar liralık bütçenin 52
milyar lirası faize gidiyor.
Şimdi, faiz kime
aktarılıyor? Faiz sermaye sahibine aktarılıyor, parası olana aktarılıyor.
Düşünün bir bütçenin, 100 liralık bütçenin… Faiz geliri elde edenlerin önemli
bir bölümü de 100 bin kişi değerli arkadaşlar, toplam sayısı 100 bin kişi.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Evet, ek sürenizi
veriyorum Sayın Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Bu tablo şudur değerli arkadaşlar: Bütçenin aşağı yukarı yarısı 100 bin
kişiye, yarısı da 74 milyon insana. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından
alkışlar) Yani böyle bir taksimi kurt bile yapmaz değerli arkadaşlar.
Şimdi siz söyleyebilir
misiniz yani biz fakirin fukaranın dostuyuz, biz memurun, işçinin dostuyuz
demenin anlamı var mı yani ya da bu rakamlar karşısında çok geçerli bir iddia
mı değerli arkadaşlar? Kim inanır buna, kim inanır? Hiç kimse inanmaz.
Yani buradan şunu anlıyoruz
ki, bizden önceki hükûmetlerin ortak özelliği, sermaye sahiplerini seviyorlar,
faiz geliri elde edenleri seviyorlar ama işçiyi sevmiyor, köylüyü sevmiyor,
memuru sevmiyor, fakiri sevmiyor. Rakam bu. Yani bunu söylediğimiz zaman da
arkadaşlarımızın bundan rahatsız olmamaları gerekiyor çünkü tamamen rakamları
gösteriyoruz.
Şimdi, bakın, biraz önce
100 liralık bütçenin 2002’deki dağılımını verdim. Bir de 2011’deki gerçekleşen
rakamlar itibarıyla söylüyorum: Personel giderleri -rakamlar revize edildi-
18’den 27,6’ya çıkmış, sosyal güvenliğe bütçeden aktarılan -100 lira üzerinden-
oran 9,3’ten 16,8’e çıkmış, mahallî idarelere aktarılan para 6,6’dan 7,8’e
çıkmış, yatırıma aktarılan oran 6,6’dan 11,3’e çıkmış, tarıma aktarılan oran
2,5’tan –geniş tanımıyla,dolaylı
rakamlar dâhil- 3,3’e çıkmış, faize aktarılan rakam 44,7’den 13,6’ya düşmüş.
(AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Bu tablonun gösterdiği
gerçek şu: Biz memurlarımızı seviyoruz. Gerçekten seviyoruz. Yüreğimizle
seviyoruz. Sadece siyasi malzeme konusu yapmak için değil. Neden? Çünkü
bütçeden aktardığımız payı, bunlara verdiğimiz payı artırmışız. Seven öyle
yapar değerli arkadaşlar. Seven daha çok kaynak aktarır bütçeden. Öyle değil
mi? Öyle. Biz de öyle yapıyoruz.
Bakın, emeklilerimizi de
biz seviyoruz. Neden? Daha önce bütçeden emeklilere verilen pay 9,3’ten 16,8’e
çıkmış. En az 2 kat. Bizden öncekilerden en az 2 kat daha fazla seviyoruz
emeklilerimizi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Keza mahalli idarelere
yatırımları da seviyoruz. 6,6’dan… Oran, bakın rakam değil, bu oran, miktar,
yani 100 liralık bütçeden verilen pay. 6,6’dan 11,3’e çıkarmışız. Biz
çiftçimizi de seviyoruz.
Değerli arkadaşlar,
bütçedeki payı yüzde 2,5’ken 3,3’e çıkarmışız, yüzde 50’den fazla artırmışız.
Çiftçimizin bütçeden aldığı payı yüzde 50’den fazla artırmışız. Yani siz mi
daha çok seviyorsunuz, biz mi daha çok seviyoruz? Elbette biz seviyoruz çünkü
biz daha çok kaynak aktarmışız. Yani hem kaynak aktarmayacaksın hem paraları
faiz geliri elde edenlere aktaracaksınız, ondan sonra diyeceksiniz ben çiftçiyi
seviyorum, ben emekliyi seviyorum, ben memurun dostuyum. Kusura bakmayın, buna
ben de inanmıyorum, hiç kimse de inanmaz.
Peki, kimi sevmiyoruz
değerli arkadaşlar? Faiz geliri elde edenleri sevmiyoruz biz. Neden? 2002
bütçesinin yarısı aktarılıyordu. 13,6’ya kadar düşürmüşüz arkadaşlar, 13,6’ya
kadar düşürmüşüz.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Dünyada faiz düştü. Böyle bir şey yok ya!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Bakın, dünyada artıyor. Yüzde 80’den aşağı olan yok.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Dünyada faizde yüzde 0’dır, libor.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Borç itibarıyla ve elbette faiz ödemeleri de buna göre sürekli yükseliyor Avrupa’da.
Aynen onlarda yükseliyor. Rahat olun o yüzden.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Ali Babacan’a sorun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Şimdi, dolayısıyla arkadaşlar, yani buradaki dostu düşmanı -düşman derken
tabii mecazi anlamda söylüyorum- vatandaşlarımız,
gerçek anlamda hangi iktidarın, hangi hükûmetin kendilerinin yürekten dostu
olduğunu sanıyorum zaten hissediyor, yaşıyor, Emeklimiz onu hastaneye gittiği
zaman görüyor, genç kardeşlerimiz okula gittiği zaman yaşıyorlar. Annelere
aktarılan para…
Özürlüler, bakın, özürlüler…Çok ilginçtir mesela, bizim 2003 ya da 2004’ten
önce… İlk uygulaması 2004’te başladı yanlış hatırlamıyorsam. Özürlü
vatandaşlarımıza 2004’ten önce aktarılan bir kuruş para yok arkadaşlar, bir
kuruş. Ya ondan önce hiç özürlü yok muydu bu memlekette, özürlü vatandaşımız
yok muydu? Biz aktarmışız.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(İstanbul) – “Engelli” Sayın Canikli.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın Canikli “engelli” diye kullanırsanız
kavramı daha iyi olur.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– 2011 yılında 3,2 katrilyon lira para aktarmışız arkadaşlar. Yani bunlara da
baktığınız zaman bunların ayrıntılı hesapları da var.
Şimdi, bir an şöyle
düşünün: 2002 bütçesi, devraldığımız bütçe itibarıyla söylüyorum. Aynı faiz
oranı, yüzde 44’lük oran veya yüzde 45’lik oran, 2011 bütçesinde aynen muhafaza
edilmiş olsaydı yani bu oranı ne kötüleştirip ne iyileştirmiş olsaydık ödememiz
gereken faiz miktarı ne kadardı biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Yani aynı
oran korunmuş olsaydı tam 140 katrilyon lira 2011 bütçesinde faiz ödememiz
gerekecekti. Bizim ödediğimiz faiz de 42,6 milyar lira. Yani sadece faizden
tasarruf edilen, bir yılda tasarruf edilen rakam 97,4 milyar lira. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Şimdi, bazı arkadaşlar
soruyorlar, diyorlar ki: “Efendim, özelleştirmeden şu kadar gelir elde ettiniz,
şuradan şu kadar elde ettiniz, faizden bu kadar tasarruf…” Dokuz yılda 313
milyar lira faizden elde ettiğimiz tasarruf bu yolla, 313 katrilyon lira.
“Bunları nerede kullanıyorsunuz?” diyorlar. Hemen söyleyelim, bakın değerli
arkadaşlar: Dokuz yılda yatırıma 173 milyar lira aktarmışız, tarıma 56 milyar
lira yani katrilyon aktarmışız, sosyal güvenliğe 310 katrilyon lira aktarmışız,
sağlık harcamalarına 253 katrilyon lira aktarmışız, eğitim harcamalarına 269,
personel harcamalarına 470, sosyal yardımlara 77 milyar lira aktarmışız. Sosyal
yardımlara bir yılda 16 milyar lira. 2002 bütçesinde ayrılan rakam sadece 1
milyar lira, tam 16 kat neredeyse değerli arkadaşlar, 16 kat. Yani biz fakir
fukarayı, garip gurabayı sizden en az 16 kat daha
fazla seviyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Bu nasıl bir mantık ya?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Aynen öyle yani hakikaten hayret. Ben söylemiyorum bunu. Rakamlar yalan
söylemez.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Canikli,
verdiğim ek süreniz de doldu.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Sayın Başkanım, teşekkür etmek için…
BAŞKAN – Sadece Genel
Kurulu selamlamak için mikrofonu açacağım. Nasıl olsa Grup Başkan Vekili olarak
kalan görüşlerinizi bu kürsüden sıkça ifade etme imkânınız olacaktır. Sadece
selamlamak üzere…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben 2012 yılı merkezî
yönetim bütçesinin inşallah ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini temenni
ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) –
Sayın Başkan…
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Vural.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkanım, bir iki konunun tutanağa girmesi açısından… Ayakta da olabilir çünkü
tutanaklara girmesi açısından…
BAŞKAN – Oradan
dinleyebiliyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Efendim, tabii, Sayın Canikli’nin ortaya koyduğu tablo: Aslında, işsiz, emekli
kış günü… Millet de zannediyor ki mayosuyla denize giriyor. Doğrusu…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Millet neyin doğru olduğunu anlıyor.
OKTAY VURAL (İzmir) – Bir
de “Emir aldılar.” diye ifadede bulundu. Şunu ifade etmeliyim ki: Türkiye
Cumhuriyeti hükûmetleri olarak biz devrettiğimiz zaman emir alan bir hükûmet değildik,
hiçbir zaman da olmadık. Ama kendileri itiraf etti, “2001 yılında imzalanmış
olanları biz uyguladık.” dediğine göre emri kendileri almışlar, emri alan
kendileri.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Devlette devamlılık var efendim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Bir
husus daha: Emir nasıl alınır? 2009 yılı bütçesi görüşülürken burada, gece
yarısı, yüzde 10, tarımda ve yatırımlarda harcama yapan kesinti önergesini
getirdiğiniz zaman IMF’den emir alarak bu emri Türkiye Büyük Millet Meclisine
onaylattınız. Emirleri kendi hanenizde, kendi Hükûmetinizde…
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Vural.
Sayın Öztrak…
FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) –
Sayın Başkan, 69’uncu maddeden, sataşma nedeniyle söz istiyorum Sayın
Canikli’nin konuşması nedeniyle.
BAŞKAN – Yani hangi
ifadesine dayanarak, onu bir açıklarsanız…
FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) –
Sayın Başkan, şöyle dedi Sayın Canikli: “O programı hazırlayan ekibin -benim
konuşmama değinerek- öyle bir kapasitesi yoktu. Onlar IMF talimatıyla hareket
ettiler.” Onun için sataşma nedeniyle söz istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Öztrak, ben dikkatle dinledim. Şahısları zikrederek
herhangi bir değerlendirme yapmadı. Genel bir ifadedir, şahsınız söz konusu
değil.
FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) –
Hayır. Sayın Başkan, “Biraz önce bu kürsüde konuşan arkadaş” dedi.
BAŞKAN – Malum, şahıslarla
ilgili bir ifade olursa o sataşma olur ama sözünüz tutanaklara geçti, onu bu
şekliyle değerlendirmiş olalım.
FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) –
Sayın Başkan “Biraz önce burada konuşan arkadaş” dedi.
BAŞKAN – Değerli
milletvekilleri, görüşmelere bundan sonraki kısımda şahıslar ve Hükûmet adına
devam edeceğiz.
FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) –
Sayın Başkan “Biraz önce burada konuşan arkadaş” diyerek beni kastetti.
BAŞKAN – Şahsınız geçmedi
Sayın Öztrak. Şahsınız geçmedi, sizi de özellikle…
FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) –
Sayın Başkan, biraz önce burada konuşan arkadaş kim? Benim. O sözü söyleyen,
biraz önce orada konuşan arkadaş benim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Peki, bulunduğunuz
yerden, bir dakika da size söz vereyim.
Buyurun.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2.- Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak’ın,
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) –
Sayın Başkan, Sayın Canikli biraz önce, 2001 yılında hazırlanan programın Türk
evlatları tarafından, Türk bürokrasisi tarafından hazırlanmadığını, öyle bir
kapasitesinin olmadığını Türk bürokrasisinin…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Hayır “kapasite” demedim. Hayır, öyle bir şey söylemedim.
FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) –
…IMF’nin programı olduğunu söyledi. Bunu, bürokrasiden gelmiş bir arkadaşımızın
söylemesini yadırgıyorum. Bu şekilde söz almaktan dolayı da son derece üzgünüm
ama şunu açıkça ifade edeyim: Türk bürokrasisi, Türk evlatları, her zaman kendi
programlarını hazırlama kapasitesine sahiptir.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Kapasitede problem yok, ben öyle bir şey söylemedim.
FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) –
Öyle sanıyorum ki Sayın Canikli bir programın nasıl hazırlandığı konusunda,
IMF’den talimat alınmadan nasıl hazırlandığı konusunda fikir sahibi değildir.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Uzmanlık alanımız bizim.
FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) –
Şimdi ben şunu açıkça ifade edeyim: O program Türk bürokratları tarafından
hazırlanmıştır, bir önceki programdan son derece farklıdır ve Meclisimiz gece
gündüz çalışarak o programda öngörülen reformları devreye sokmuştur. Bugün
Sayın Canikli bu kürsüden bu kadar rahat konuşuyorsa o program sayesindedir.
(CHP sıralarından alkışlar)
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Peki, çok teşekkür
ediyorum.
Sayın milletvekilleri,
gruplar adına…
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Sayın Başkan, zatıalinizin bana hitabınızla ilgili
izin verirseniz iki cümle söylemek istiyorum.
BAŞKAN – Yerinizden buyurun
söyleyin ama bakın, 6 defa laf attınız, ben hiçbir şey demedim, 7’ncisinde ikaz
etmek mecburiyetinde kaldım yani laf atmak diye bir şey yok Sayın Serindağ.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Müsaade buyurun, açıklayayım efendim.
BAŞKAN – Buyurun.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
“6 defa” dediğinize göre sürekli beni mi izliyordunuz? Birincisi bu.
BAŞKAN – E, önde olunca
mecburen izliyoruz tabiatıyla.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
İkincisi: Bundan önceki görevimi de zikrederek benim önde oturmamam gerektiğini
ima eder gibi, “Hem önde oturuyorsunuz hem de laf atıyorsunuz.” gibi…
BAŞKAN – Yok, yok, öyle
değil, tam tersi, sizi tanıyan, bir hukuku da olan insan olarak, önden laf
atıldığı zaman konuşan insanın insicamı bozuluyor, ondan dolayı onu söylemeye
çalıştım.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Efendim, müsaade buyurun.
Siz tutanakları
incelerseniz Sayın Elitaş’ın…
BAŞKAN – Peki, maksat hasıl oldu.
Değerli milletvekilleri…
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Efendim, müsaade buyurun, cümlemi bitireyim.
Ben adabı da bilirim, edebi
de bilirim, bu konuda kuşkunuz olmasın, daha önceden de beni tanıdığınızı zannediyorum.
BAŞKAN – Evet.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Onun için bu sözünüzü yadırgadığımı ifade ediyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Bakın, laf
atılmasaydı hiç bu türlü ikaza da gerek kalmazdı.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Tutanaklara bakın, Sayın Elitaş’ın pek çok…
IV.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S.
Sayısı: 88) (Devam)
BAŞKAN – Şimdi, gruplar
adına görüşmeler tamamlanmıştır. Müzakerelerin bundan sonraki bölümünde
şahıslar adına ve Hükûmet adına konuşmalar yapılacaktır.
Görüşmelere 18.50’ye kadar
ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.36
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 18.52
BAŞKAN: Cemil ÇİÇEK
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 44’üncü Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Komisyon ve Hükûmet
yerinde.
Bütçe görüşmelerinde
bütçenin tümü üzerindeki son konuşmalara devam edeceğiz.
Şimdi, bütçenin lehinde
olmak üzere şahısları adına İzmir Milletvekili Sayın Mehmet Sayım Tekelioğlu.
Buyurun Sayın Tekelioğlu.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
MEHMET S. TEKELİOĞLU
(İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Burada bütün arkadaşlarımın
yaptığı gibi ben de Fransa’nın tutumunu eleştirerek başlamak istiyorum.
Fransa’nın ortaya koymuş olduğu tutum ne Fransa’ya ne de Ermenistan’a yarayan
bir tutumdur. Fransa’nın bu tutumu bizim tarihî geçmişimize, tarihî
ilişkilerimize, bundan sonrası için yaptığımız planlara da uyan bir tutum
değildir dolayısıyla Fransa bütün toplumuyla, aydınlarıyla, milletvekilleriyle
ve diğer bütün sosyal kesimleriyle bu gerçeği görmeli ve bu gerçeğin gereğini
yapmalıdır. Doğrusunu isterseniz, Fransız entelektüellerinin böyle bir ifade
özgürlüğünü kısıtlayan durum karşısında göstermiş oldukları suskunluk bizi de
hayrete düşürüyor ve acaba Fransız entelektüellerinde, Fransız aydınlarında bir
intikal zorluğu mu var olaylara diye aklımıza geliyor.
Değerli arkadaşlarım,
özgürlüğün ve ifade hürriyetinin kalesi olarak bilinen, en azından bu
kavramların neşet ettiği bir yer olarak bildiğimiz Fransa’nın tutumu gerçekten
izah edilebilir gibi değil. O bakımdan, bizim bundan sonrasını da planlayarak
bu tutumu çok daha iyi bir şekilde eleştirmemiz ve ortaya koymamız, bundan
sonrası için beklentilerimizi de iyi ifade etmemiz gerekir. Bu tutum karşısında
aslında ben Avrupa Birliğinden de bir eleştiri beklerdim. Avrupa Birliği
maalesef bu ifade özgürlüğünü kısıtlayan, özgürlükleri kısıtlayan tutum
karşısında herhangi bir ses çıkarmamış olmakla da doğrusunu isterseniz bizi
üzmüştür.
Fransa’da ihtilal
sonrasında bir tip vardır “Joseph Fouche” diye. Bu
Joseph Fouche, Stefan Zweig’ın
anlatmasıyla, menfaati için her türlü kılığa giren, her türlü dönekliği
gösterebilen bir tiptir. Bugünkü Fransız siyasetçilerinde maalesef böyle bir
algı ortaya çıkmaktadır, onun için de Napolyon, bu Fouche
için “muhteşem dönek” tabirini kullanmıştır. Fransız siyasetçilerinin bu
tutumları doğrusunu isterseniz Sayın Başbakana verdikleri sözlerle de
bağdaşmadığı için böyle bir sıfatı hak ediyorlar.
Değerli arkadaşlarım,
bütçeler tabii ki bir ülkenin en önemli göstergelerinden birisidir.
Dolayısıyla, bütçeye bakış fevkalade önemlidir. Bütçeler bir ülkenin tabii ki
bağımsızlığının en önemli göstergesidir. Biz geleceğe bakış açısından, güven
açısından bütçelerimizi fevkalade önemsiyoruz.
Burada şimdiye kadar
konuşan arkadaşlarımız, bizim Grup Başkan Vekilimiz Sayın Canikli, AK PARTİ’den konuşan diğer bütün arkadaşlarımız bütçenin
kemiyetle ilgili, yani niceliklerle ilgili değerleri üzerinde çok geniş
bilgiler verdiler ve bunlar, gerçekten göğsümüzü çok kabartan değerler fakat
bir de işi keyfiyet açısından, nitelik açısından ele almamız gerekiyor.
Şimdiye kadar AK PARTİ
hükûmetlerinin yaptığı bu 10’uncu bütçe vasıtasıyla Türkiye tam bir güven
ülkesi olmuştur, Türkiye tam bir istikrar ülkesi olmuştur ve Türkiye geleceğe
güvenle bakan insanların ülkesi olmuştur. Dolayısıyla, işin bu kısmı belki her
şeyin önünde gelir. O bakımdan, artık Türkiye’de insanlar AK PARTİ
hükûmetlerine ve Sayın Başbakana “Hakkımızı, hukukumuzu bu Başbakan korur, bize
sahip çıkan budur, bizim gibi düşünen bir insan var.” diyerek kucak
açıyor. Bu yönetime oluşmuş olan güven,
belki her şeyin önündedir.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'nin bugün geldiği o güzel seviye, bütün bu rakamlarla ortaya konan
seviye, işte bu yönetime, AK PARTİ’ye ve Sayın
Başbakana olan güvenin eseridir. Öyle ki Başbakan bir şey söylediği zaman
“Evet, söz veriyorsa yerine getirir.” diyerek bakılıyor yani bir emin insan
gözüyle görülüyor çünkü geçmişte verilmiş olan sözlerin tutulmadığını bilen
halkımız, şimdi verdiği sözü tutan, verdiği her şeyin arkasında duran, onu
sonuna kadar savunan bir yönetim ve bir Başbakan görüyor.
Değerli arkadaşlarım, benim
söylediğim keyfiyetle ilgili kısımlarda o kadar çok ortaya konulacak şeyler var
ki bunların başına, işte, Türkiye'nin büyümesini rakamlarla gösterdik,
Türkiye’de fert başına düşen geliri, millî geliri, bütün bunları koyabiliriz.
Sadece faizlerin düştüğü durum bile, geldiği seviye bile Türkiye’de keyfiyet
olarak insanların nasıl bir güven duyduğunu gösterir. İç ve dış saygınlık,
bütün bunlar Türkiye'nin geldiği seviyeyi göstermesi bakımından fevkalade
önemlidir. Bu iç ve dış saygınlıkla biz bütün dünyada, bölgemizde sözü geçen
bir ülke, sözü dinlenen bir ülke hâline geldik. Öyle ki Güvenlik Konseyine bu güvenle
üye olduk, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisine bir arkadaşımızı bu güvenle
seçtirdik ve bütün bölgemizde bu saygınlığı sonuna kadar hissettik. Ben son
zamanlarda Fas ve Tunus’ta seçimlere gözlemci olarak katıldım. Oradaki
gözlemlerimiz fevkalade önemli ve fevkalade dikkat çekici. Ben sadece bir örnek
vereceğim: Tunus’un çok uzun bir çarşısı var. O çarşının bir ucundan girdik,
öbür ucuna kadar yürüdük. Orada insanlar üç kelimeyi çok iyi öğrenmişler, biraz
onların şivesiyle “Türkiya, merhaba, Erdogan.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, biz
şimdiye kadar yaptığımız bütün çalışmalarda 2002 yılıyla bugünü mukayese ettik.
Ben bir örnek olması bakımından 2007 seçiminden sonra yaptığımız 2008 bütçesi
ile gene 2011 seçimlerinden sonra yapmakta olduğumuz 2012 bütçesini mukayese
eden bazı rakamlar hazırladım ve diyoruz ki artık: “Biz artık 2002 rakamlarını
çok geride bıraktık. Biz artık kendimizle yarışıyoruz, kendi ortaya koyduğumuz
rakamları aşmaya uğraşıyoruz.” Bunlardan sadece birkaç örnek vereceğim. Mesela
Millî Eğitim Bakanlığının 2008’deki bütçesi ile 2012’deki bütçesini
karşılaştırdığımız zaman 16 milyar liralık bir artış ve yüzde 41’e tekabül eden
bir artış gerçekletirmişiz. Sağlık Bakanlığında
2008’e göre yüzde 24 bir artış gerçekleştirmişiz, sağlık harcamalarında yüzde
36’lık bir artış gerçekleştirmişiz. Adalet Bakanlığının hizmetlerinde biz yüzde
46’lık bir artış gerçekleştirmişiz. Buraya gelmişken şunu da söylemek isterim:
Son zamanlarda, İzmir’de bir karakoldaki olay vesilesiyle bazı eleştiriler
gündeme geldi.
Değerli arkadaşlarım, vakit
az olduğu için detayına girmiyorum ama unutmayalım ki o karakollara o
kameraları bu hükûmetlerin içişleri bakanları koydu, bu hükûmetler koydu.
Dolayısıyla, onu oraya koyan irade, orada işkence olsun diye değil, orada
işkence önlensin diye koydu. Bu noktayı gözden kaçırmamamız gerekiyor. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Gene, Ulaştırma
Bakanlığımızın bütçesinde, 2008’e göre yüzde 88’lik bir artış
gerçekleştirmişiz. Bizim için fevkalade önemli olan katma değeri yüksek ürün
üretmeye yönelik çalışmalarımız ARGE ve TÜBİTAK bünyesinde yürüyor
biliyorsunuz, bu çerçevede TÜBİTAK’ın bütçesini 2008’e göre yüzde 37
artırmışız. Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumunun bütçesini yüzde 54
artırmışız. Tarımsal destekleri yüzde 26 artırmışız ama bu sadece bütçe
itibarıyla, eğer bir de bütçe dışı tarım desteklerini ortaya koyacak olursak bu
çok daha yüksek rakamlara çıkıyor.
Değerli arkadaşlarım, benim
çok önemsediğim bir rakam, ARGE bütçesi. ARGE bütçesi, bu yıl aşağı yukarı 1,5
milyar Türk lirasına geliyor. Bu da bizim gayrisafi millî hasılamızın yüzde
1’inden biraz fazla yapıyor. Elbette ki hedefimiz bunu yüzde 3’e çıkarmak ama
takdir edersiniz ki birdenbire olacak işler değil, yüzde 3’ü inşallah
önümüzdeki dönemler içerisinde yakalayacağız.
Gene, üniversitelerimizde
bütçeler önemli ölçüde artırıldı. Yeni kurulan üniversitelerimize ekstra
bütçeler tahsis edildi ve üniversitelerimize toplam ödenek olarak 12,7 milyar
verildi ki bu da bir önceki yıla göre yüzde 10,7 artışa tekabül ediyor.
Değerli arkadaşlarım, inovasyon, yenilik, katma değeri yüksek ürün, bu bizde
sadece TÜBİTAK ve üniversitelerdeki ARGE harcamalarıyla değil artık, Sanayi
Bakanlığımızın bünyesinde de önemli ölçüde desteklenmektedir. Bütün bu
desteklerle ülkemizin çok daha iyi yerlere geleceğinden hiç şüphemiz yok.
Bende, tabii, pek çok rakam var.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Tekelioğlu,
süreniz doldu. Görüşlerinizi bitirmeniz bakımından bir dakika ek süre veriyorum
size.
MEHMET S. TEKELİOĞLU
(Devamla) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum, sağ olun efendim.
Sadece bir iki rakam daha
verip konuşmama son vereceğim. Türkiye’de işsizlik önemli bir problem, bunu
biliyoruz ama şunu da unutmayalım: 2007’den bu yana 4,2 milyon yeni istihdam
yaratmışız. Bu sürede Avrupa Birliğinin yirmi yedi ülkesinde 1,6 milyon
istihdam kaybı olmuş. Dolayısıyla, bu rakamlar ortada varken Türkiye'nin
nereden nereye geldiğini artık çok açık bir şekilde görüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, en
son, Maliye Bakanlığımıza teşekkür etmek istiyorum ama teşekkürüm iki türlü.
Hem güzel bir bütçe ortaya konulduğu için Hükûmetimize tabii, bir de ayrıca
İzmir’in EXPO harcamaları için bütçede bir kalem ortaya konulduğu için de
ayrıca İzmirliler ve kendi adıma teşekkür etmek istiyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Tekelioğlu.
Şimdi, görüşlerini ifade
etmek üzere Hükûmet adına Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç söz
istemiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Arınç.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla
selamlıyorum.
AK PARTİ hükûmetlerinin
10’uncu bütçesini, 61’inci Hükûmetimizin ilk bütçe görüşmelerini tamamlamış
bulunuyoruz. Hükûmetimiz adına, bu bütçenin hazırlanmasında
Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmelerde ve Genel Kurul görüşmelerinde
emekleri, gayretleri, katkıları olan bütün üyelere, sayın bakanlarımıza,
eleştiri ve önerileriyle katkıda bulunan siz değerli milletvekillerimize,
bütçenin hazırlanmasında emeği geçen tüm bürokratlarımıza ve Meclis
çalışanlarımıza, siyasi partilerimizin grup başkan vekillerine ve değerli
sözcülerine çok teşekkür ediyorum. Bütçemizin ülkemiz için, milletimiz
için hayırlı olmasını diliyorum.
Bütün arkadaşlarımız söyledi,
ben de aynı acıyı paylaşmak istiyorum. Diyarbakır-Bismil-Batman kara yolunda
bir tırla bir otobüsün çarpışması sonucu 25 -bildiğim kadarıyla- yurttaşımızın
hayatını kaybetmesinden fevkalade üzüntülüyüz. Onlara Allah’tan rahmet
diliyorum; yaralılar var, 10’dan fazla, onlara da acil şifalar diliyorum. Allah
yakınlarına sabır versin ve Allah böylesi acı felaketleri bir daha göstermesin.
Değerli arkadaşlarım,
burada değildim ama ekranlardan siyasi partilerimiz adına konuşma yapan tüm
değerli arkadaşlarımı dinledim. Kendilerine çok teşekkür ediyorum; bugünkü
bütçe görüşmeleri üslup ve içerik bakımından fevkalade güzeldi. O yüzden,
Milliyetçi Hareket Partimize, Cumhuriyet Halk Partimize, Barış ve Demokrasi
Partimizin değerli sözcülerine, AK PARTİ’mizden konuşan
değerli arkadaşıma ve şahsi düşüncelerini ifade eden ve edecek olan
arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Benim de gençliğimden bu
yana, bütçe görüşmelerini takip etmek gibi, bütün siyasetçilerde olan bir
merakım var. Bütçe görüşmeleri siyasi partiler için çok önemli, Meclis,
hükûmetler, iktidarlar için çok önemli, muhalefet için çok önemli. Burada
herkes iddiasını ortaya koyacaktır, iktidarı eleştirecektir, kendi vizyonunu ortaya koymuş olacaktır; iktidar bunlara cevap
verecek ve önümüzdeki yıllar için ne düşündüğünü, projelerini ortaya
koyacaktır.
Gençliğimden bu yana,
rahmetli Erbakan’ı, rahmetli Ecevit’i, Sayın Demirel’i, Sayın Turgut Özal’ı
-rahmetliyi- bütçe görüşmelerindeki kendi üslup ve farklı özelliklerinden hep
takip etmişizdir. Sayın Demirel’in kendine has üslubuyla, hazırcevaplığıyla, polemik üstatlığıyla; Sayın Erbakan’ın elindeki grafiklerle,
ikna edici konuşmalarıyla ve diğer bütün siyasi parti genel başkanlarının çok
iyi hazırlanarak ve çok iyi, gerçeklere temas ederek partisini ve Türkiye’yi
bütçe görüşmelerinde layıkıyla temsil ettiğini biliyorum. Onların da ölenlerine
rahmet diliyorum, hayatta olanlarına sağlık ve afiyetler diliyorum. O zaman da
çok keskin geçerdi ama kırıcı olmazdı, hakaretler, küçültücü ifadeler hiç
olmazdı. Bütçenin esasına yönelik her alanda Hükûmetler eleştirilir,
koalisyonsa koalisyon ortaklarına, tek başına iktidarsa onlara yönelen
eleştiriler yapılırdı.
Bugün de takip ettim, her biri alanında çok değerli
arkadaşlarımız; Sayın Hamzaçebi ve Sayın Öztrak
Maliyeden, DPT’den gelmiş, Parlamentoda da önemli birikimleri olan
arkadaşlarımız; Sayın Kutluata Hocamız iktisatta
anabilim dalı başkanlığı yapmış çok değerli bir iktisatçı, Sayın Şandır çok
deneyimli bir siyasetçi, Barış ve Demokrasi Partisi adına konuşan iki hanımefendi
kardeşimize, kadın milletvekilimize de -böyle söylenmesini istiyorlar dilime
uygun gelmese de- çok teşekkür ediyorum. İçeriklerine katılmadığım hususlar var, onları eleştiriler
sırasında cevaplayacağım ama beni mutlu eden şudur: İçerik ne kadar sert de
olsa, eleştiriler ne kadar da acımasız olsa üslubun güzelliğidir, Parlamentoya
saygıdır, partilere saygıdır. Bugün ben onu görüyorum, Allah nazardan saklasın
ve bütün arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu
minval üzere sözlerime devam edeceğim. Görülüyor ki, bu bizim 10’uncu bütçemiz.
On yıldır her bütçe görüşmesinde rakamları ortaya koyuyoruz, Türkiye'nin
sağlığından eğitimine, güvenliğinden dış politikasına kadar her konuda
yapacağımız işleri ortaya koyuyoruz. Eleştiriyorsunuz, tabii hakkınızdır ama
yıl sonunda hedeflerimize varmış oluyoruz az veya çok ve bugün 61’inci
Hükûmetin ilk
bütçesinin de –artık, rakamlar üzerinde çok fazla durmadan belki
sadece birkaç örnek vererek- başarılı olacağını ümit ediyorum çünkü perşembenin
gelişi çarşambadan bellidir. 2003’ten bu yana Hükûmetimizin icraatları
başarılıdır, bütçe uygulamaları başarılıdır, öngörülerimiz başarılıdır. Bugüne
kadar hedefimize vardığımızı düşünüyorum. Karnemizde bütün derslerin karşısında
“pekiyi” diye yazıyor. Bundan dolayı Allah’a hamdederiz
ama biz bir siyasi kuruluşuz, elbette yanlışlarımız da olacaktır, hatalarımız
da olacaktır. Siyasetçilerin hatasını da millet mutlaka sandıkta
karşılayacaktır.
Eğer sandıklardan da üç
dönemdir tek başımıza iktidar olma imkânını buluyorsak bu, milletimizin bize
duyduğu güvenin de desteğin de bir ifadesidir. Elbette ilanihaye böyle
gitmeyecektir, elbette sandıklardan milletimiz farklı tercihlerde de
bulunacaktır. Demokrasinin gereği budur. Yüzde 47’yi veren millet, yüzde 7’yi
de verir, yüzde 22’den yüzde 1,5’a düşen partiler olduğu gibi. Siyasetin doğası
budur. Milletimizin desteği devam ettikçe, güveni devam ettikçe biz de, her
parti de mutlaka başarılı olacaktır. Dolayısıyla, bugünkü öngörülerimizin de,
ekonomik hayatımızda da, toplumsal hayatımızda da başarılı sonuçlar vereceğine
inanıyoruz ama bunları destekleyen birkaç konuyu da arz etmek istiyorum.
Tabii, bazı arkadaşlarımız
da dile getirdi, ekonomik istikrar siyasi istikrara bağlı, âdeta birbirinden
ayrılmaz siyam ikizleri gibi. Türkiye, yıllardır aradığı siyasi istikrara belli
bir sürede kavuştu ve bu arkasından ekonomideki gelişmeyi getirdi. Âdeta
birbirini destekleyen, birbirini tetikleyen, birbirinin olmazsa olmazı kabul
edebileceğimiz bir döngü içindeyiz. Dolayısıyla, Türkiye’de siyasi istikrarın
da bir şekilde kazanılmış olması milletidiyoruz kimizin tercihlerine elbette bağlıdır.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Böyle siyasi istikrar olur mu? (AK PARTİ sıralarından “Dinle, dinle” sesleri)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, siz de bakmayın, ben de sabrederek
arkadaşımıza cevap vermemeye çalışacağım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bütçe
görüşmeleri sırasında esasen Maliye Bakanımız da, Başbakan Yardımcımız da
ekonomik hedefler konusunda aydınlatıcı bilgi verdiler. Ben, bugün, Sayın
Hamzaçebi’nin de, Sayın Öztrak’ın da, Sayın Kutluata’nın da özellikle ekonomiye yönelik
eleştirilerinden yararlanacağımızı umuyorum. Bu ayıp değil, bu yapmamız gereken
bir iştir çünkü kırılgan bir ekonomi, hem Avrupa’da hem dünya ekonomileri
içerisinde bütün ülkeleri tehdit ediyor. Ayağımızı sağlam yere basmamız lazım,
yirmi dört saatimizi yanlış yapmamak üzere gözümüzü açık tutmamız lazım. Sizin
eleştirileriniz bize bu konuda katkı sağlayacaksa bizim size şükran borcumuz
var. O bakımdan, fikir adına doğru, güzel düşüncelerinizi duymak bizi ancak
mutlu eder, bundan dolayı eksilmeyiz ve yüksünmeyiz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bütçe
görüşmeleri Türkiye’de demokrasinin seviyesini de, siyasetin nabzını da,
siyasetin üslubunu, siyaset kurumunun toplam kalitesini göstermesi bakımından
da son derece önemlidir. Bakınız, milletin kürsüsünde söylediğimiz her söz ve
eylem milletimiz tarafından kaydediliyor. Zira demokrasinin denetim
mekanizmasını milletimiz işletiyor ve kesintisiz olarak siyaset kurumunu
incelemeye, takibe devam ediyor. Öyleyse bizler de, milletimizin üslubuna,
rızasına uygun olarak siyaset yapmaya mecburuz. Görevimizi hakkıyla yapabilmemiz
için öncelikle siyasetteki hareket noktamızı hatırlatmak istiyorum. Hiçbirimiz
doğuştan masum, doğuştan imtiyazlı ve ayrıcalıklı değiliz, hiçbirimiz hatadan,
yanlıştan da münezzeh değiliz. Hepimiz, her işimizden, her fiilimizden, her
sözümüzden dolayı sorumluyuz. Bu sorumluluğumuzu bilerek siyaseti yapmak ve ona
göre değerlendirmek durumundayız. Bu sorumluluk duygusuyla diyoruz ki,
milletimizin vekâletini taşıdığımıza göre, siyaset şeklimiz ve üslubumuz da
milletimizin hayat üslubundan bağımsız olamaz.
Bizler, hepimiz bu ülkenin,
bu milletin evlatlarıyız. Bu ülkenin çocuklarının da, gençlerinin de gözü
üzerimizdedir. 74 milyon insanımızın, vatandaşımızın, kardeşimizin emanetini
taşıyoruz. Bizim kumaşımız bir, mayamız bir, özümüz birdir. Farklılıklarımızı birlik
içinde eriterek millet olduk. Biz tarih sahnesine yeni çıkmadık. Bir arada
yaşama tecrübesi olmayan bir millet değiliz. Bu ülkede yüz yıllarca
birbirimizin hukukunu koruduk, Allah’ın izniyle de sonsuza kadar birbirimizin
hukukunu koruyacağız.
(Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın Genel Kurula gelmesi nedeniyle AK PARTİ sıralarından ayakta
alkışlar)
Demokrasiden, adaletten,
hukuktan muradımız şudur: Birimiz vatanın sahibi diğeri vatandaş olmayacak,
birimiz hükümdar diğeri tebaa olmayacak, birimiz ev sahibi diğeri misafir
sayılmayacak, hepimiz, istisnasız bütün bu ülkenin vatandaşları bütün
gayretimizle imar ve inşa ettiğimiz bu ülkede, bu vatanda, bu memlekette
dostça, kardeşçe yaşayacağız. Siyasetten muradımız budur, en büyük arzumuz
milletimizin rızasını kazanmak ve gönlünü almaktır. Bunun için birbirimize
karşı alçak gönüllü olmaya, incelikli olmaya mecburuz. Toplumsal huzurumuzun en
önemli güvencelerinden birisi de budur. Sizi temin ederim ve bütün politik
mülahazalardan bağımsız olarak itiraf edeyim ki bu konuda hepimizin esaslı bir
öz eleştiriye ihtiyacı var. Demokratikleşme uzun bir süreç, büyük dönüşümler
zaman alıyor ama aynı zamanda bizim büyük bir tecrübemiz, büyük bir kültürümüz,
bilgimiz ve irfanımız var.
Bakınız, günlerdir Paris’te
Türkiye'nin tezlerini AK PARTİ’li, Cumhuriyet Halk
Partili, Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlarımız, iş adamlarımız, sivil
toplum kuruluşlarımız birlikte savunuyor. Türkiye budur işte. Öyleyse bu
tabloyu sürekli hâle getirelim, öyleyse bu üslubu siyasette de kalıcı kılalım.
Dün Meclisimizde üç
partinin iş birliğiyle hazırlanan bildiriyi hepimiz ayakta alkışlarla
karşıladık. Elbette gönlümüz isterdi ki dördüncü siyasi partimiz de buna
katkıda bulunsun ve Meclisimizin ortak, gür sesini, heyecanını bütün dünyaya
birlikte ilan etmiş olalım ama enimim ki o siyasi partimizin de burada ifade
edilen gerçeklerden belki farklı sebeplerle ayrı düşmüşlerdir ama gönlümüzün
birlikte attığına da inanıyorum. Bu ruh hâlini, bu erdemli duruşu özenle
korumak durumundayız. Büyüklerimiz “Üslubu beyan, aynıyla insan.” demişler,
hepimizin belleğinde Yunus’tan, Mevlânâ’dan, Hacı Bektaş Veli’den, Eşrefoğlu
Rumi’den bize hayat düsturu olacak bir cümle, bir öğüt, bir nasihat, bir ilke
varken neden bunlara riayet etmiyoruz?
Sayın milletvekilleri,
birkaç gün evvel Şebiarus törenleri dolayısıyla Konya’da bulunuyorduk. Bu sene
738’inci yıldı, bendeniz bir konuşma yaptım, Dışişleri Bakanımız da yaptı,
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu
da fevkalade güzel bir konuşma yaptı. Çok güzel hazırlanmış ve ortak
duygularımızı ifade eden bir konuşmaydı. Geçmiş yıllarda Sayın Başbakanımızın
da konuşmaları böyleydi. Yine Cumhuriyet Halk Partisinin eski Genel Başkanı
Sayın Baykal’ı da birkaç defa dinlemiştim. Hepimizin “Amenna, evet, biz de
böyle düşünüyoruz.” diyebileceği mükemmel konuşmalar yapıldı. Mevlânâ’nın
öğütleri anlatıldı. Mevlânâ’nın dizelerinden, beyitlerinden hepimizin gönlüne
nakşolması gereken güzel şeyler söylendi. Bence bunları hayatımızda yaşatmamız
gerekiyor. Sadece mahsus gecelerde bir konuşmanın içerisine sığdırılmış birkaç
cümle gibi değil, niçin onları hayatımızda, hele hele siyaset üslubumuzla
kullanmıyoruz diye başta kendimi kusurlu görerek hepimizin düşünmesi lazım.
Dolayısıyla, Mevlânâ’nın o üslubunda, yedi tane öğüdünde söylenenler, diyelim
ki Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye vasiyetinde söylediklerinden hiç farklı
değildir. Ben bugün o kadar mutluyum ama düne kadar buradaki bütçe
görüşmelerinde duyduklarım ve şahit olduklarım hepimizi inanıyorum ki fevkalade
üzmüştü. Bugünün bir başlangıç olması dileğiyle bu sözlerimi söylemek
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, biz
özellikle insani ilişkilerimizde birbirimizi çok seviyoruz. Birimiz
hastalandığında koşuyoruz, birimizin yakını vefat ettiğinde aynı acıyı
yüreklerimizde hissediyoruz. Geçen günler bir olay olmuş, gazeteciler sanki
fevkalade, olağanüstü, hiç olmaması gereken bir olaymış gibi yazıyorlar.
Milliyetçi Hareket Partisinden bir arkadaşımız rahatsızlanmış, kendisine ilk
müdahaleyi Barış ve Demokrasi Partisinden bir arkadaşımız yapmış. Yani aksini
mi düşünüyordunuz, olabilir miydi? Çanakkale’de birbirinin kucağında şehit
olmuş bir milletin evlatları birbirine düşman olabilir mi? Biz birbirimizi çok
seviyoruz, aynı tarihin çocuklarıyız, aynı kaderin insanlarıyız, aynı milletin
tertemiz evlatlarıyız. Özel hayatımızda herkes birbirinin düğününe gidiyor,
birbirine hayır dualar ediyor, hatta burada kavga edenler dışarıda kuliste
birlikte çay içiyorlar. Ama burada, kürsüdeki üslup korkutucu bir üsluptu.
Damarlarımız şişiyor, yüzümüz kıpkırmızı oluyor ve tekrarlamaktan hicap
duyduğum kelimeler -ki
tutanaklarda hepsi var- bizleri perişan ediyor.
Özellikle, Parlamentoya
yeni gelmiş 300’e yakın arkadaşımın, bütün ümitlerini heba edercesine, böyle
bir düşmanlık, böyle bir kötü üslup, böyle yaralayıcı sözlerle Parlamentoda
konuşmalar yapılmasından ne kadar şikâyetçi olduğunu tahmin edebiliyorum.
Bunları yapmamalıyız, en önce biz kendimiz yapmamalıyız, sebep olmamalıyız.
Evet, burada kürsüde
iteklenirken bir milletvekili arkadaşımız, hepimiz üzüntü duyduk ama buna da
sebebiyet vermemeliyiz. Başkanlık kürsüsünde oturan bir insan yanlış bir karar
verse bile, Başkanın kararına saygı duymalıyız, “Konuşma.” dediğinde
konuşmamak, “Söz alma.” dediğinde söz almamak… Başka türlü Meclis yönetilmez.
Değerli arkadaşlarım, bu
yüzden, ben, bugünkü bu konuşmamda…
(CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun
Genel Kurula gelmesi nedeniyle CHP sıralarından ayakta alkışlar)
Efendim, 2 defa alkışlama
oldu, ben önce kendi üstüme aldım ama 2 Sayın Genel Başkanımızın teşrifleri…
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Evet, Sayın Genel Başkana,
Sayın Başbakanımıza çok teşekkür ediyorum. Bu alkışları hak ediyorlar.
Evet, burada şunu söylemek
istiyorum: Açıkça söylüyorum ki muhalefetin söz hakkı, iktidarın söz hakkından
daha az değersiz ve daha az değerli değildir.
Galiba, eskiden kalma bazı
alışkanlıklarımız var. Çok seslilikle gürültü aynı şey değil; çok seslilik, bir
ritimdir, bir ahenktir.
Demokratik düzende,
hiçbirimiz, diğerine tahakküm etme, kendi bildiğini okuma hakkına sahip değil;
hepimiz, birbirimizi dinlemeye, anlamaya mecburuz.
Türkiye, her alanda
enerjisini ve gücünü topladı. Artık eski, demode sloganlardan, davranışlardan
kaçınmak zorundayız. Bugün farklı bir dünyadayız; bugün herkes sizin işinize, kapasitenize,
üretiminize, ürettiklerinizin kalitesine bakıyor. Türkiye, güçlü bir
demokrasiyle, güçlü bir siyasi iradeyle, güçlü bir ekonomiyle öz güvenine
kavuştu. Eskiden senede bir veya iki kez yapılan uluslararası toplantılar,
şimdi her hafta birkaç defa yapılıyor. Türkiye mucizesi, Türkiye'nin başarısı
herkesin gözünü kamaştırıyor. Aşmamız gereken sorunlarımız çok, yolumuz çok
uzun ama biz bugün daha çok başarılarımızla dünyanın gündemindeyiz. İç
meselelerimiz var, dış meselelerimiz var, ayağımıza basmak isteyenler var,
yolumuza taş koymak isteyenler ama bir de dünyada Türkiye algısına bakın.
Neredeyse her gün dünya medyasında Türkiye var. Dünyanın her ülkesinin en
önemli gazeteleri, televizyon kanalları, yorumcuları Türkiye'nin başarılarını
tartışıyor, sayfalarına, ekranlarına taşıyor. Birkaç örnek sunmak istiyorum:
31 Mayıs tarihli Lübnan El Ahbar gazetesi ülkemizin ekonomik başarısını “Erdoğan’ın
Partisinin Ekonomi Mucizesi” başlığıyla okuyucularına duyuruyor.
19 Haziran tarihinde
İspanya ABC Televizyonu savunma sanayimizdeki gelişmeyi “Türk savunma
sanayisinde büyük gelişme” diye ekranlarına taşıyor.
23 Haziran tarihinde
İngiltere’de yayın yapan “Open Democracy” adlı dergi,
ülkemizin demokraside geldiği seviyeyi “Türkiye’deki demokrasi Avrupa’ya lazım”
başlığıyla yorumluyor.
3 Ağustos tarihinde
Yunanistan’da yayınlanan To Vima
gazetesi ülkelerindeki ekonomik krizi ve yönetim kaosunu
“Bir Erdoğan’ımız Olsaydı” başlığıyla okuyucularına duyuruyor.
20 Eylül tarihinde Amerika
Birleşik Devletleri’nde yayınlanan The Daily Beast gazetesi Türkiye’den “Orta Doğu’nun yeni süper gücü”
diye bahsediyor.
11 Kasım tarihli The Wall Street Journal gazetesi
ülkemizin ekonomik başarılarını “Türk sanayi üretimi tahminleri altüst etti.”
başlığıyla okurlarına duyuruyor.
5 Aralık tarihinde Alman Deutsche Welle TV, Türkiye’yi
“Popülaritesi giderek artan ülke, Türkiye” başlığıyla seyircisine tanıtıyor.
Son olarak, 11 Aralık
tarihli, İngiltere’de The Independent
gazetesi “Türkiye olağanüstü bir başarı öyküsü” başlığıyla okurlarına sunuyor.
Daha bunun gibi yüzlerce
haber var. Arzu eden Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün web
sayfasına girerek son bir yıl içerisinde Türkiye hakkında dünya basınında çıkan
haberleri rahatlıkla görebilirsiniz.
Bunlar yazılanlar ve bunlar
bizim söylediklerimiz. Elbette, “Doğru değildir.” diyebilirsiniz. Yanlış
neredeyse göstereceksiniz. “Eksiktir, bunlar fazla söylüyorlar.”
diyebilirsiniz. Bunları da konuşacağız. Ama bunlar yazılıyor ve Türkiye bu
başarıları devam ettiriyor. Hatta 2012 bütçesini sunarken seçim öncesinde 2023 vizyonunu ortaya koyuyor. Demek ki biz bu yılların
bütçelerini değil aslında 2023’te yani “Cumhuriyetin 100’üncü ilan yıl
dönümünde nasıl bir Türkiye?” bunun vizyonunu
konuşuyoruz. Biz birbirimizin düşmanı değiliz, rakibiyiz. Geçmişte sizler de
siyasette iktidar ortaklığı yaptınız, iktidarda bulundunuz. Elbette bizler de o
zaman sizleri eleştirmiş olabiliriz. Bu eleştirilerin doğru, rasyonel gerçekler
olarak ortaya sunulmasından, biraz önce de söyledim, yararlanacağız, yararlanmamız
lazım, yanlışımız varsa düzeltmemiz lazım ama Halep oradaysa arşın burada.
Geldiğimiz nokta geçmişe bakarak Türkiye’nin daha iyi bir noktada olduğunu ve
giderek daha iyi olacağını gösteriyorsa bundan hepimizin de mutluluk duyması
gerekir.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sokağa çıkalım halka soralım Bülent Bey. Halk ne diyor?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla bu başarı öyküsü
milletimizin başarı öyküsüdür. Milletimize sonsuz teşekkür ediyoruz,
emanetlerine sadakatle sahip çıkacağız ve inşallah cumhuriyetimizin 100’üncü
yılında dünyanın en güçlü ülkeleri arasına Türkiye’yi koyacağız.
Değerli arkadaşlar, Türkiye
artık eski günlere dönmeyecek. Türkiye demokratik istikrarı, hukuku, adaleti,
büyümeyi, refah ve kalkınmayı hazmetti. Geriden değil sadece ileriye gideceğiz.
Türkiye’nin demokrasi istikametinde normalleşmesi kararlılıkla devam edecek.
Demokrasiyi karartma çabalarına hiçbir zaman prim vermeyeceğiz. Demokrasiye
tuzak kuranlara fırsat vermeyeceğiz. Demokrasi ve hukuk şemsiyesi bütün
vatandaşlarımızı kuşatıncaya kadar mücadelemize devam edeceğiz. Ne hukuk
kurumlarının ne de başka kurumlarımızın militanlaşmasına asla müsaade
etmeyeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hukuk reformlarıyla devletimiz ve
milletimizle aynı istikamette yürüyeceğiz. Bütün toplumsal kesimlerin
katkısıyla, bütün siyasi partilerimizle olabildiğince en yüksek mutabakatla
yeni bir anayasa yapacağız ve otuz yıllık ayıptan kurtulacağız. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
şurası gerçek ki bu ülkenin geçmişinde her insanımızın yüreğinde derin izler
bırakan, hepimizin vicdanını rahatsız eden, her birimizin ayrı ayrı içini
acıtan karanlık olaylar yaşandı. Bugün hâlâ o karanlık dönemlerin acılarını
yaşıyoruz. Sayın Buldan’ın konuşması içerisinde bu acı günleri hepimiz
bulabiliriz.
Neredeyse her gün, kabuk
bağlamış yaralarımızdan biri ortaya çıkıyor; okuyoruz, hatırlıyoruz,
üzülüyoruz, “Evet, bunlar yaşandı, bu ülkede bunlar oldu.” diyoruz. Nice
gençlerimizi, bu ülkenin ümidi olan nice nesillerimizi bu kirli oyunlara kurban
verdik. Kendi kısır çekişmeleri içinde maalesef siyaset kurumu da göstermesi
gereken dirayeti, iradeyi gösteremedi. Siyaset kurumu toplumsal gerilimi
dindirmek yerine, çoğu zaman gerilimin arkasından gitti. Ne oldu o dönemlerde?
Türkiye kaybetti. Bu yılları hep beraber yaşadık. Neredeyse bütün ömrümüz
darbelerle, muhtıralarla, baskılarla, hukuksuzluklarla, krizlerle geçti.
Kendini hiç kimseye hesap verme mecburiyetinde hissetmeyen kimi güçler bu
ülkede istedikleri gibi at oynattılar; hukuku, demokrasiyi hiçe saydılar.
Gençlerimiz, aydınlarımız, fikir adamlarımız birer potansiyel suçlu gibi
görüldü. Baskı atmosferinde siyasetçiler büyük düşünmek yerine “Küçük olsun,
benim olsun.” mantığına mahkûm edildi. Milleti, siyaseti sürekli vesayet
altında tutmak isteyen birileri de siyaset kurumunun müdahale alanını sürekli
tazyik altında tutarak “Küçük olsun, senin olsun.” mesajını verdi.
Bu milletin oylarıyla
seçilmiş bir başbakan hukuk tarihimizde unutulmayacak bir kara leke olarak bir
dava sürecinin ardından sehpaya gönderildi. Gencecik delikanlılar yaşları
tutmadığı için yaşları büyütülerek idam edildi. Bu ülkenin insanlarına,
fikirleri, siyasi tercihleri, dinleri, inançları, mezhepleri, meşrepleri bahane
edilerek yıllar yılı
baskı uygulandı ve zulmedildi. Yıllar boyunca bu acılarla
yüzleşmeye imkân bulamadığımız için yaralar kanamaya, vicdanlar sızlamaya devam
etti. Bugün anlıyoruz ki bu ülkede ne kadar anlaşmazlık varsa, insanlarımız
hangi çatışma noktalarında birbirlerinin karşısına çıkarılmışsa bunun mutlaka
doğal olmayan, normal olmayan bir evveliyatı var. Anlıyoruz ki birileri
huzurumuzu kaçırmak, birbirimize olan inanç ve bağlılığımızı kırmak,
birbirimizin hukukuna saygımızı ortadan kaldırmak için özel gayretler
göstermiş.
Değerli milletvekilleri,
insanlarımız bütün bunları gördükten sonra demokrasinin, hukukun, adaletin
kıymetini bugün çok daha iyi anlıyor. İşleyen bir demokrasinin, tartışmalardan
uzak bir adalet sisteminin hepimizin ortak kazancı olduğunu artık biliyoruz.
Eksiklerimiz elbette var.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Tutuklu milletvekilleri var Sayın Başkan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Ancak artık hangi adımları atmanın gerekli olduğunu da
hepimiz biliyoruz.
Demokrasiyi işletmeden,
adaleti tesis etmeden, özgürlükleri en üst seviyede yaşanır hâle getirmeden
büyük bir ülke olamayacağımızın artık hepimiz farkındayız. Bize göre de
devletin de siyasetin de görevi insana hizmettir, adaleti tesis etmektir.
Siyasetin değerler zemini
kaybolursa devlet insanların hukukunu koruyamaz. Siyasi istikrarın
sağlanamadığı ülkelerde ekonomik kazanımlar çok kısa ömürlü oluyor. Bunun
örneklerini hep beraber gördük. Kalkınma projelerinin, gelişme hayallerinin,
büyüme stratejilerinin en temel önceliğinin hukuk ve demokrasi olduğu bugün her
zamandan daha çok anlaşıldı.
İnsanlarımızı birbirine
kırgın ve düşman eden bütün anlaşmazlıkları kardeşlik hukuku içinde ortadan
kaldırmak durumundayız. Meselelerimizin hiçbirisi ama hiçbirisi çözümsüz
değildir. Dokuz sene öncesine kadar hayal bile edilemeyen sorunlarımızı çözdük,
kalan sorunlarımızı da çözeceğiz. Bu ülkenin kabuk bağlamış ya da kanayan ne
kadar yarası varsa hepsini saracağız.
Bu süreçte dengeyi de iyi
tutturalım ki geçmişe saplanıp kalmayalım, geçmişin yanlışlarıyla geleceğin
umutlarını karartmayalım. Artık, birbirimizin kıymetini iyi bilelim. Genç
nesillerimizi korkulara, vehimlere, kötü niyetlere kurban vermeyelim.
Çocuklarımız, gençlerimiz ülkemiz için güzel hayaller kurarken zihinlerindeki
kaygılara, korkulara takılmasın.
Bütün dünya şu anda küresel
ekonomik krizin sarsıntılarını yaşarken biz gelecekten, gelişmiş, güçlü ve
müreffeh bir Türkiye’den söz ediyoruz. Bu, büyük bir ayrıcalıktır, şükredilmesi
gereken de bir nimettir. Siyasetin içinde muhalefet de var, eleştiri de var,
yergi de var, mizah da var, ironi de var, empati de
var. Bütün bunlar demokrasinin güzelliği ancak geçmişte yapılan hataları
tekrarlamanın ve asli meselelerimizi unutmanın zamanı değil. Bizim meselemiz,
Türkiye’yi hak ettiği aydınlık yarınlara taşımaktır, insanlarımıza layık
oldukları mutlulukları, gurur ve heyecanları yaşatmaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye’de demokrasinin ve ekonominin çıtası yükseldikçe
Türkiye’nin bu yükselişini durdurmak isteyenler devreye giriyor. Şimdi de
Fransa, hepinizin söylediği ve düşündüğü gibi tarihi yargılamak istiyor.
Değerli arkadaşlarım,
Fransa konusunda arkadaşlarımız her şeyi söylediler, bildiri de yayınlandı.
Onun geçmişteki sabıka kayıtlarından herkes bahsediyor. Cezayir’deki
katliamlardan bahsediyorlar, Afrika’da yaptıklarından, Ruanda’daki
işlediklerinden bahsediyorlar. Ben bunlara Vietnam’ı da ilave edebilirim. Hoşimin’in Fransız işgalcilerine karşı verdiği mücadeleyi
de yakından biliyoruz. Ama bunların hepsini bir kenara koyun ve kendimize
dönerek şunu düşünün: Neden bugün Maraş’ın adı Kahramanmaraş’tır? Niye Urfa’ya
Şanlıurfa dedik? Niçin Antep gazidir? Bağımsızlık mücadelemizi kime karşı
verdik biz? İstiklalimizi kimlerden aldık? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Şahin
Beyler, Sütçü İmamlar, kadın-erkek şehitlerimiz, genç, yeni yetişmiş
delikanlılarımız Fransız işgaline karşı ülkenin bağımsızlık mücadelesini
verirken karşısında silahıyla süngüsüyle Fransa işgalci olarak durmuyor muydu?
Bütün bunları hatırlatmam şunun içindir: Şimdi, Fransa “Soykırım yoktur.”
diyene hapis cezası, 45 bin euro para cezası öngören
bir yasa tasarısını yarın oylayacak. Meclisimiz mücadele ediyor,
milletvekillerimiz orada. Sayın Başbakanımız Sarkozy’e
ayrıca mektup gönderdi. Sayın Cumhurbaşkanımızın beyanları da oldu ve Türk
milleti büyük bir infial içinde. Bugün de Hrant Dink’in kardeşi Orhan Dink’in
sözlerine ve Ermeni Patriğinin hepimize gerçekten memnuniyet veren, diasporaya karşı meydan okuyuşuna bugün hepimiz tanık olduk.
Neymiş demek ki? “Soykırım yoktur.” diyene hapis, 45 bin euro
da para cezası vereceklermiş. Akla, rasyonaliteye, bilimselliğe, evrensel hukuk
mantığına sırt çeviren bu anlayış Aydınlanma Çağını açan Fransa’ya engizisyonun
geri dönüşüdür. Bu olay Fransız Parlamentosunun Avrupa’nın temel değerlerine
bayrak açmasıdır.
İstiklal mücadelesini
yönetmiş Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir süre Başkanlık yapmış bir hukukçu
arkadaşınız olarak söylüyorum: Hiçbir Parlamento kararıyla ve hiçbir kanunla
tarihi yeniden yazamaz ve inşa edemezsiniz. Bu, eşyanın tabiatına da akla da
mantığa da aykırıdır. Bir tezin konuşulamaz olması, bir tezin, bir fikrin, bir
düşüncenin konuşulmasının bile peşinen cezalandırılması, “Dünya hareket ediyor,
dönüyor.” dediği için dünyanın en ünlü bilim adamını, Galilei’yi
hapse atmak kadar akıl dışıdır. Tarihin tarihçilerin elinden alınarak saçma
sapan bir kanunla karartılması akla zarar bir hezeyandır. Bir hezeyanın Fransa
Parlamentosunda oylanması ise tarihe geçecek bir paradokstur. Fransız
Parlamentosu hangi kararı verirse versin bizim yeni engizisyonculara
cevabımız “Dünya dönüyor.” dediği için türlü işkencelere maruz kalan ünlü Bilim
Adamı Galilei’nin cevabıyla aynıdır. Fransız
parlamenterlerine diyoruz ki: “Bayanlar, baylar; dünya dönüyor.”
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye, dış politika gündemi ve sorumluluk alanları açısından
çok yönlü ve çok boyutlu bir ülkedir. Türkiye aynı zamanda Avrupa, hem Asya hem
doğu hem batı hem Balkanlar hem Orta Doğu ve Kafkaslar ülkesidir. Hükûmet
olarak merkezî konumumuz ve tarihî birikimimizin bize yüklediği misyonun hakkını vermek için, dokuz yıl boyunca son derece
aktif bir politika yürüttük. Türkiye geçmişte olduğu gibi, dış politikasını iç
politikadan bağımsız yürütmedi. İçeride demokrasimiz geliştikçe dışa dönük
hareket kabiliyetimiz de güçlendi. Aktif politikalarımız sayesinde Türkiye
dünyanın her bölgesinde etkinliğini ve varlığını hissettirdi. Sadece reaksiyoner bir politika izlemedik. Kriz bölgeleri başta
olmak üzere, doğru zamanda gelişmelere müdahil olduk. Bölgemizde yaşanmasını
hiç istemediğimiz gelişmeler karşısında Türkiye'nin vakarına yaraşır bir duruş
sergiledik. Özellikle Arap coğrafyasında yüz milyonların yüzlerini Türkiye’ye
dönmeleri, Türkiye’yi bir ilham kaynağı olarak görmeleri ülkemizin bu tarihî misyonunu teyit eden bir mahiyettedir.
Bu coğrafyadaki tarihî
yenilenme göstermiştir ki Türkiye, bütün birikimiyle bölgesel ve küresel barış için
merkezî bir öneme sahiptir. Sahip olduğu özellikler Türkiye’yi, kendi hâlinde,
sıradan bir ülke olmaktan çıkarıp tesir gücü yüksek, önemli bir aktör hâline
getiriyor. Türkiye kendisi istese dahi, içe kapalı, pasif, dünyadaki
gelişmelere ilgisiz kalabilen bir ülke olamaz, böyle bir ülkeymiş gibi de
davranamaz.
Değerli arkadaşlarım,
sözümün burasında, konuşmalarını yapan siyasi parti temsilcilerinden bazı
arkadaşlarımızın bize hitaben söylediği birkaç konuyu cevaplandırarak devam
edeceğim.
Öncelikle Cumhuriyet Halk
Partili değerli 2 arkadaşımızın tamamen ekonomik konular içerisinde
birikimlerini ortaya koyan sözlerine karşı, Sayın Canikli’nin ve Sayın Maliye
Bakanımızın, ilgili bakanlarımızın, Sayın Ali Babacan’ın bugüne kadarki
tabloları yeterli bir cevaptır diye düşünüyorum. Biraz sonra da o rakamların
belki bir kısmını tekrar edeceğim.
Elbette özgürlüklerle
ilgili sözleri bizim de dikkatimizdedir. Bu konuda ne düşündüğümüzü az çok
hepimiz biliyoruz. Siyasi partilerimiz arasında bu konularda farklı nüanslar da vardır, bazı noktalarda farklı düşünüyor
olabilirler ama biz özgürlükleri, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü
önceleyen bir hükûmetiz. Ben bugün şunu düşünerek bazı hazırlıklar yapmıştım:
Günlük politikada çokça konuşulan, tartışılan bazı konular var, onlar da burada
gündeme gelirse diye onlar üzerine bazı çalışmalar yapmıştım ama bugün bütçeye
hasredildi konuşmalar. Dolayısıyla, bu nezakete karşı o günlük, birazı da kısır
olan çekişmelerde bir cevap vermeyi uygun görmüyorum. Dolayısıyla sadece Sayın
Mehmet Şandır’ın bir iki konudaki açıklamasını
bildiğim kadarıyla cevaplandırmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sayın
Şandır gayet güzel konuşmasının bir iki noktasında üç hususta AK PARTİ
hükûmetlerini eleştirdi. Elbette haklarıdır, bunların hiçbirisine “Hayır”
demiyorum, burası eleştiri yeridir ancak şu cümlesinin en azından yanlış
olduğunu düşünüyorum ve bu cümle üzerinden AK PARTİ’yi
suçlamanın da bir haksızlık olduğuna inanıyorum. Cümle aynen böyledir, Kürt
kimliğini tanımakla ilgili Sayın Başbakanımıza atfen söylüyor: “Bu gaflet ötesi
bir davranıştır.” Yani gafletten ötesi davranışın herhâlde dalalet olduğunu
söylemek istiyor.
Arkadaşlar, Kürt kimliğinin
tanınması çok önemli bir konudur, bu bir insan hakları konusudur. Sanıyorum ki
Sayın Genel Başkanınız da Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel Başkanı da bu
konuda farklı düşünmüyorlar. Yani Türkiye’de yaşayan bir insan “Ben Kürt’üm ve
bu kimliğimle iftihar ediyorum, benim bu gerçeğimle tanınmamı istiyorum.”
dediği zaman bizim buna saygı göstermemiz, bunu kabul etmemiz gerekir. Geçmiş
dönemlerde inkârcı ve asimilasyoncu bir inanç böyle yapmamış olabilir. Onların
da Türkiye'nin bugün başına neler açtığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Bir insan
kendi kimliğinden şeref duyar, Sayın Baykal da Sayın Kılıçdaroğlu
da “Etnik kimlik o insanın şerefidir.” diyor. Yani bu sözü söylerken şüphesiz
sadece “Ben Kürt’üm.” demesi, “Ben Arap’ım.” demesi, “Ben filan etnik gruba
mensubum.” demesini birbirinden ayırmayacağız. Hepsine saygı duymak, hepsinin
doğuştan gelen insan haklarına sahip olduğunu bilmek zorundayız.
Kürt meselesi veya Kürt
kimliği üç sene önce, otuz sene önce, yirmi sene önce ortaya çıkmış bir kimlik
değildir, Kürtlerin varlığı en az bin seneden beri bir gerçektir, bunu inkâr
edemezsiniz. (AK PARTİ ve BDP sıralarından alkışlar) Bunu inkâr edemezsiniz.
Bunu inkâr ederseniz 80 öncesine döneriz, 80 sonrasına döneriz.
Sayın Elçi burada yok,
Allah’tan şifalar diliyorum. Bakanlık yaptığı dönemde “Ben Kürt’üm ve
Türkiye’de yaşayan şu kadar Kürt var.” dediği için iki buçuk yıl cezaevinde
kalmıştı. O günlere dönmemizi mi istiyorsunuz?
Bir insanın kimliğini inkâr
etmek o insanı inkâr etmek gibidir. Ben kendisini Kürt kimliğiyle, Arap
kimliğiyle, Boşnak kimliğiyle, artık ne gelirse aklınıza, BDP’li
arkadaşım Süryani’yi de saydı, hepsini saydı, hepsi, kim, ne varsa bu topraklar
üzerinde kendi kimliğini rahatlıkla söyleyecektir. O kimliğe saygı duyacağız, o
kimliğin bütün kültürel haklarını, anayasal haklarını vereceğiz, tanıyacağız,
diline saygı duyacağız, hepsi böyle olacak. (AK PARTİ ve BDP sıralarından
alkışlar)
Bunları söylemekle, bunları
vermekle terörle eş anlamlı bir sonuç çıkarmak doğru değil. Zaten Sayın Şandır
da onu kastetmemiştir ama kimlik inkârı ve bununla yola çıkanlar bilsinler ki
Kürtçe konuşmanın yasak olduğu günlerden cezaevinde işlenen işkencelere ve
sonrasındaki faili meçhul cinayetlere, ölüm listeleri yapılmasına kadar bütün
bunlar bir kimliğin inkâr edilmesiyle ortaya çıkmış kötü sonuçlardır. Hayır,
inkâr etmeyeceğiz.
Ben BDP’li
arkadaşlarımın söylediklerinin yüzde 99’una katılmıyor olabilirim ama onların
kimliğine saygım var, onların siyaset hakları olduğuna inanıyorum, siyaseti
sonuna kadar yapmalılar. Bizim reddedeceğimiz, yanlış göreceğimiz tek şey var:
Irkçılığa karşıyız, olumsuz milliyetçiliğe karşıyız. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Bunun içerisinde, elbette,
“Ben Kürt’üm.” diyen insanın Kürtçülük yapmasının yanlış olduğuna, “Ben
Türk’üm.” diyen insanın Türkçülük yapmasının yanlış olduğuna ve bu yanlışların
büyüdükçe ülkede toplumsal barışı bozduğuna ben şahsen inanıyorum. Irkçılığı,
menfi milliyetçiliği, sonu “cı”, “cu”
biten bütün cümleleri reddediyoruz ama ben “Ben Kürt’üm.” diyen bir insanın bu
ülkede hepimiz kadar, en az hepimiz kadar hayat hakkı, bilgi hakkı, eğitim
hakkı, dil hakkı, kültür hakkı, kimlik hakkı ne varsa vereceğiz. (AK PARTİ ve
BDP sıralarından alkışlar) Bu, bizim cebimizden verdiğimiz bir şey değil.
Değerli arkadaşlar, eğer etnik kökene dayalı siyaset yapılıyorsa –ki
yapıyorlar- eleştireceğiz ama Kürt kimlikleri…
Bakınız, aklıma ne geldi:
Sayın Nursel Aydoğan, burada grubu adına konuştu. Nursel Aydoğan Hanımefendi,
Bursa Yenişehir doğumlu bir hemşehrimiz, Pervin
Buldan’la da biraz önce yan yanaydı. Demek ki Türk kimlikli bir siyasetçi ile
Kürt kimlikli bir siyasetçi aynı partide birlikte çalışabiliyorlar. İftihar
etmemiz lazım, ben seviniyorum. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi?
İLHAN CİHANER (Denizli) –
Büşra Ersanlı…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Bu, demokrasinin gücüdür. Sayın Zana’nın
on sene sonra burada gelip ant içmesi demokrasinin gücüdür! (AK PARTİ ve BDP
sıralarından alkışlar) Evet, millet seçiyor, gelecek siyaset yapacaklar.
Sadece orada mı var? MHP
içerisinde de Kürt kardeşimiz vardır, siyaset yapıyor. CHP içerisinde
arkadaşlarımız vardır, siyaset yapıyor. Benim partimin içerisinde pek çok Kürt
kökenli kardeşimiz var, birlikte siyaset yapıyoruz, onlarla iftihar ediyoruz,
onlarla birlikte güçlüyüz biz. (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen, sayın
milletvekilleri…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Bakınız, etnik kimliğin varlığını kabul edeceğiz. Sadece
lütfetme değildir bu, bahşiş değildir, ulufe değildir. Kimliğini tanıdığınız
insanın bütün haklarına da saygı göstereceksiniz. Siyaseti yanlışsa
yanlışlığını söylersiniz ama yanlışlığı söylemek külliyen inkârla olacak bir
şey değil.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Cemevleriyle ilgili konuşsana.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Sayın Şandır’ın
ikinci sözü Suriye’yle ilgilidir. Suriye ile ilgili dış politikamız çok açıktır
ve bellidir. Sayın Şandır’la özel olarak da görüştüm,
bütün endişelerine katılıyorum, sorularına da katılıyorum. Bizim her sabah
kalktığımızda tek bir endişemiz var: Bugün Suriye’de kaç tane vatandaş –onların
vatandaşını kastediyorum- bizim dostumuz, akrabamız, kardeşimiz öldü, kaç
tanesi tutuklandı, kaç tanesi kayboldu? Sayıları bugün 4 bin-5 binleri geçti
arkadaşlar.
AHMET TOPTAŞ
(Afyonkarahisar) – Bahreyn’dekileri, Yemen’dekileri de düşünüyor musunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Bizim rejimlerle yakınlığımız hükûmetler arası ilişkilerdir.
Bizim esas dostluğumuz ve sadakatimiz halkadır, halkla birlikteyiz. Bir rejim
halkına ihanet ederse, bir rejim halkına karşı silah doğrultursa, bir rejim
halkına karşı engizisyon uygulamaya kalkarsa bizim dostluğumuzdan
bahsedemezsiniz. İkaz görevimizi yaparız, tedbirimizi alırız. O halkla
asırlardır aynı coğrafyada kardeşçe yaşamış Türk milletine de bu yakışır. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Dolayısıyla yaptığımız siyaset budur.
Bakınız, hiçbir ülkenin iç
işlerine karışmak işimiz değil, müdahale de düşünmeyiz ama siz bunu 1 Mart
2003’ten de çok iyi bilirsiniz, o tarihte Parlamentoda olanlar da bilirler. Bir
dış müdahaleyi Türkiye'nin dış politikasında öncelikli bir hedef olarak
görmezsiniz ama dış politikayı her sabah yirmi dört saat olmak üzere ertesi
güne kadar takip etmeliyiz, ulusal çıkarlarımızı düşünmeliyiz, insan haklarını
düşünmeliyiz ve bunun tedbirini almalıyız.
Soru şuydu: Türkiye
müdahaleyi düşünüyor mu, vesaire? Bizim dış politikamızda böyle bir önceliğimiz
yok. Şartlar umarız ki bu noktaya ne Türkiye’yi ne dış ülkeleri getirsin.
Birleşmiş Milletleri unutmayın, Arap Birliğinin kararlarını unutmayın, 700
kilometreden fazla uzunluğu olan bir sınırda birbirine geçmiş iki halkın
sıkıntılarını, eziyetlerini de unutmayın. Bizim Suriye’ye yönelik politikamız,
Suriye halkının bu baskıcı rejimden bir an önce kurtulması, reformların bir an
önce yapılması, demokrasiye dönüşün sağlıklı şartlarda meydana gelmesidir. Bu
politikamızın başarılı olduğunu düşünüyor ve buna devam edeceğimizi ifade etmek
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sayın
Buldan’ın konuşmasını da hep beraber izledik. Sayın Buldan, tabii, bu
konuşmanız içerisinde çok gerçekler var ama acımasızca tespitler de var. Yani
seksen yıllık bir cumhuriyet dönemini -buradaki ifadelerinizi okumayacağım,
zaten tutanaklara girdi- bütünüyle reddetmek, suçlu ilan etmek herhâlde çok
doğru değil. Ben sizin acınızı anlıyorum, bu acınıza saygı duyuyorum, acınızı
da paylaşıyorum. Buna emin olun…
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Biliyorum Sayın Bakanım.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) - …ama bu acıyı yaşayan siz değilsiniz sadece. Oya Eronat’a gösterilen tepkiyi anlamakta zorlanıyorum. O da bu
acıyı on sekiz yaşındaki çocuğu gözünün önünde öldürüldüğü zaman yaşamış bir
insandır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Arkadaşlar, şunu söylemek
istiyorum: En yakınınızı, eşinizi kaybettiniz, hunharca. İnşallah, bu olayın
gerçek failleri ortaya çıkacak ve bunun hesabı sorulacaktır. Bu hepimizin
görevidir.
Değerli arkadaşlarım, ben
Meclis Başkanıyken –şimdi aramızda yok- Sayın Kemal Anadol
geldiler, bazı arkadaşlar geldiler. Meşhur bir lojman cinayeti meselesi vardır,
hepiniz bilirsiniz; 91 mi, 92 mi, o tarihlerde olmuştu. Erol Güngör isimli bir
İzmir Milletvekilimizin evladı garip bir şekilde öldürülmüş, Allah rahmet
etsin. Yani arkadaşımızın da acısını, ismini söyleyerek ifade ettiğim için
üzüntülüyüm. Üstü kapatılmış. Dedi ki: “Bu bizim görevimizdir, sizin de
görevinizdir. Bir Meclis araştırması komisyonu kuralım, bu meseleyi Meclis
olarak biz ele alalım.” “Çok doğru, ne kadar haklısınız.” dedim. Meclis
araştırması komisyonu kuruldu ve çok önemli bulgulara ulaştık. Evet, şu anda
yargıda bu dava görülüyor. Zaman aşımı vardır, yoktur, hiç onlara girmeyeceğiz
ama biz, yıllar sonra bile bugün faili meçhul cinayetleri, kuyulara atılmayı,
asitlerle öldürülmeyi, şununla, bununla yapılmayı kabul edemeyiz, bizim
Hükûmetimiz kabul etmez.
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Bunları açığa çıkarma yetkiniz var Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) - Biz 90’lı yılların, 80’li yılların, 70’li yılların hükûmeti
değiliz. Maraş olaylarında biz yoktuk, Sivas olaylarında biz yoktuk, bütün
faili meçhul siyasi suikastlarda biz yoktuk. (CHP sıralarından gürültüler)
MUSA ÇAM (İzmir) – Sivas’ın
avukatları kim?
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas)
– Sivas’ın avukatlığını yapan kaç milletvekiliniz var?
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Ha, siz şunu söylemek istiyor olabilirsiniz. (CHP
sıralarından gürültüler) Meşhur fıkradır…
MUSA ÇAM (İzmir) –
Sivas’ta…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Yoktuk… Yoktuk…
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas)
– Kaç tane avukat var, kaç tane?
MUSA ÇAM (Sivas) – Sivas’ın
avukatları nerede?
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Arkadaşlar, lütfen, bu kadar hiddet buyurmayınız.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas)
– Sivas’ın avukatları…
BAŞKAN – Lütfen müdahale
etmeyin Sayın Hatibe.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Sivas olayları olduğunda Doğru Yol Partisi ve SHP ortaklığı
vardı. Rahmetli Erdal İnönü de Başbakan Yardımcısıydı. İsim isim olarak hepsini
biliriz. Maraş olaylarında hangi parti iktidardaydı, çok iyi biliriz. Benim, AK
PARTİ olarak 2002’den bu yana bu işlerin sorumluluğu üstümdedir. Bundan önceki
olayların aydınlatılması, faillerinin bulunması konusunda da ben görevimi
hatırlatıyorum. Biz bunu yapacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Nasıl
yapacağız değerli arkadaşlarım? Yani bizi on sene, yirmi sene, otuz sene, kırk
sene evvel olmuş olaylardan sorumlu tutuyorsunuz Sayın Buldan. Bunu anlatan bir
fıkra var. Hani yeniçerinin bir tanesi bir Musevi’ye rastlamış da boğazına
sarılmış “Ulan hergele, siz Hazreti İsa’yı öldürmüşsünüz, ben de seni
öldüreceğim.” demiş. Adam şaşırmış “Kardeşim, Hazreti İsa’yı ben öldürmedim.”,
“Nasıl öldürmedin? Siz öldürmüşsünüz.”, “Ama o bin sene önce oldu.” Yeniçerinin
mantığına bakın: “Olabilir ama ben yeni duydum.” demiş. Yani şimdi bu
anlattığınız olaylar şu tarihlerde, şu tarihlerde cereyan etmiş ama o kadar
suçlayıcı bir cümleniz var ki bizi de tarih önünde hesap vermekle sorumlu
tutuyorsunuz.
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Onları açığa çıkarmak yetkisine sahipsiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Çıkaracağız, aynen şunun gibi: 55 tane mafyayı çökerttik, suç
örgütünü çökerttik.
SIRRI SAKIK (Muş) – Özel
timciler nasıl tahliye oldu Sayın Arınç?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Türkiye, biz gelmeden önce mafyanın cennetiydi. Her önüne
gelen çek, senet tahsilatından tutunuz, neşterine kadar, balinasına kadar,
bilmem nesine kadar, alfabede harf kalmamıştı mafya örgütleri için, hepsini
çökerttik bugün, yargıda hesap veriyorlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ha,
bunlar suç örgütleri, çıkar amaçlı suç örgütleri… Başkalarının da tepesine
bindik. Bugün bağımsız yargı bunların hesabını soruyor. Bak, özel harpçiler
“Şurada, şurada ceset var, ben de bizzat gördüm.” dediler. Bugün mahkeme karar
verdi, mezar açılacak, DNA testleri yapılacak, o kişiye ait olup olmadığı…
Faili meçhullere kadar, siyasi suikastlara kadar Türkiye’de işlenmiş ne kadar
çirkin, ayıp varsa evet, onları aydınlatmak bizim görevimiz, üzerine gideceğiz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – On
senedir iktidardasınız, Yeşil’i kim koruyor? Yeşil’i niye saklıyorsunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – On senede çok şey yaptık, bir on sene daha çok şeyler
yapacağız Allah’ın izniyle, hiç merak etmeyin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Yeşil nerede, Yeşil?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Bursa) – Değerli kardeşlerim, bakınız, geçmişte yaşanan… (CHP
sıralarından gürültüler)
KAMER GENÇ (Devamla) –
Yeşil nerede, Yeşil?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Sen o kirli fenerinle git, sokakları dolaş.
BAŞKAN – Sayın Genç…
Sayın milletvekilleri…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Bursa) – Hadi bakalım, hadi… Bak, burada Genel Başkanın var, ben ona
hitap ediyorum, Genel Kurula hitap ediyorum. Sen onu boşuna taşıyorsun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bu
feneri sana temizlettireceğim, sana temizlettireceğim.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Bursa) – Değerli arkadaşlar, Kamer Genç’le geçirecek bir dakika bile
ziyandır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Bursa) – Bakın, arkadaşlar, Dersim olayı bir faciadır. Sayın Buldan buna
da temas etti. Ellerinde kesik başla poz veren askerler. Bu benim çantamda var.
NTV Tarih mecmuasının son sayısında çok acı fotoğraflar var ama çok komplike bir olay bu. Yani sadece askerin elinde o baş
gösteriliyor diye o iğrenç fotoğrafı hatırlamayalım. Bu başı kesilmiş olan kişi,
Hozatlı Bahtiyar aşiretinin önde gelenlerinden Saan
Ağa.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Niye
sen Menemen’deki o Kubilay’ı anmıyorsun ya?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Saan Ağa…
Seni hiç ilgilendirmiyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Menemen’deki Kubilay’ı…
BAŞKAN – Sayın Genç,
lütfen…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Sen bir Dersimli olarak bunları ağzına almadın yıllarca,
konuşmadın bile. Hiç sen bunlardan bahsetmedin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar,
CHP sıralarından gürültüler)
Senin ne ilgin var orayla?
Ne tarihe bağlısın sen ne bugünümüze bağlısın. İçi yananlar bunlar, içi
yananlar bu arkadaşlarım…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Benim senden daha fazla içim yandı be!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – …olayları konuşanlar bunlar. Bırak, otur yerine! (AK PARTİ
sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
KAMER GENÇ (Tunceli) – En
içi yanan benim!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
lütfen, sükûnete davet ediyorum sizi.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Saan Ağa, Şahin Ağa, evet başı
kesilmiş ama başını kesen üvey kardeşi. Sonra parayı almış askerden, askerin
eline vermiş. Şimdi, askerin elinde kelle tutmasıyla, baş tutmasıyla ne kadar
iğrenç bir cinayet varsa…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Araştırma önergesini niye reddettin?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – …para karşılığı onun başını kesen üvey kardeşinin de o kadar
alçaklığı vardır, o kadar ihaneti vardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bunu şunun için söylüyorum:
Dersimle ilgili konuşulanlar tarihin gerçekleridir. Bu gerçekler üzerinde
durmalıyız.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Araştırma önergesini niye reddettin?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Yakın tarihimizdeki karanlık sayfaları aydınlatmalıyız…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Tamam, aydınlatalım.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – …ama seksen yıllık cumhuriyet tarihini, o cumhuriyetin
birikimlerini, bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün iktidarları suçlayarak, üzerine
kapkara bir örtü örtmeye kalkarsanız bu çok yanlış olur.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas)
– Siz yapıyorsunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Bütün gerçekler tek tek ortaya çıkıyor.
Değerli kardeşlerim, Sayın
Buldan, bir hatanız daha var. Öldürülenlerden bahsettiniz. Sizin tabirinizle
bunlar gerilla. Siz hiç “terör” demediniz ve “terörist” demediniz. Demek ki literatürünüz farklı sizin. Siz, terörün olmadığına
inanıyorsunuz, gerilla olarak öldürülenler var, onların ağıtını yakıyorsunuz. E
bu yanlış.
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
İnsanlığın ağıtını yakıyoruz Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Bu yanlış, bu yanlış.
BAŞKAN – Lütfen Sayın
Buldan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Türkiye’de terör var, Türkiye’de terörist var, Türkiye’de
terörle mücadele var. Siz bu olmasın mı diyorsunuz, bunu yapmayın mı
diyorsunuz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Aziz kardeşlerim, yani
kundaktaki bebek ölüyorsa, 4 tane kızımız taksi içerisinde şehit ediliyor,
öldürülüyorsa, Batmanlı annenin karnındaki sekiz aylık çocuk gün görmeden
hayata veda ediyorsa şu konuşmanızın içinde niye buna bir yer ayırmadınız?
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Gelin, komisyon kuralım. Gelin, hakikatler komisyonu kuralım, ucu nereye
giderse gitsin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Askerlerimiz ölüyor, polislerimiz şehit oluyor; hâkimlerimiz,
memurlarımız, amirlerimiz kahpece öldürülüyor; daha şurada, 200 metre
ilerimizde, Kumrular sokakta masum ayakkabı boyacısının hayatına kastediyorlar,
bunun defterinizde yeri yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Arkadaşlar, teröristle,
terörle mücadele edilir çünkü bu bir meşru müdafaadır. İnsanların hayatına
kastedenlere “Ne kadar güzel işler yapıyorsunuz.” diyecek hâlimiz yok. Başı
parçalanmış, eli gitmiş; bunlar kötü şeyler, görmek istemediğimiz şeyler ama
arkadaşlar, işin bu tarafından bakıyorsunuz. Bu tarafta da 24’ü birden şehit
olmuş askerlerimiz yok mu? 33 tanesi dolmuşların içerisinde öldürülmüş
askerlerimiz yok mu? Köprülerin havaya uçurulduğu, mayınlarla insanların
uzaktan kumandayla patlatıldığı, masum köy korucularının veya köyde yaşayan
insanların hayatlarını kaybettiği bir Türkiye’den bahsediyoruz. Bizim görevimiz
Hükûmet olarak bununla mücadele etmektir. Türkiye'nin güvenliğini, Türkiye'nin
huzurunu, Türkiye'nin asayişini korumak Hükûmetimizin görevidir.
Bir şey daha söyleyeyim:
Bugünkü terörle mücadele konseptinde ve anlayışında
başarılıyız. Türkiye şu kadar yıl içerisinde bu mücadeleyi yapmıştır ama son
dört aylık mücadele netice vermeye başlamıştır. Bugün, inanın, sizi temin
ediyorum, silahlı kuvvetlerimizde kimyasal silah envanteri
yoktur. Birtakım sivil toplum kuruluşları “Kimyasal silah kullandı.”
diyorsunuz. Yani Hükûmete, yani askere, yani Bakana, Başbakana inanmıyorsunuz,
orada ne idüğü belirsiz birisi “Kimyasal silah
kullandı.” deyip buna inanıyorsunuz. Kullanmadık, kullanmayız. Ne böyle bir
silahımız var ne böyle bir silahımız olsa kullanmayı düşünürüz. Kimyasal silah
kullanmak insanlık ayıbıdır, vahşettir. Buna her yerde biz karşı çıkıyoruz.
Yalnız, şunu bilin: Bugün
terörist mi yoksa masum vatandaş mı olduğunu tespit edemediğimiz hiç kimseye
silah doğrultulmuyor. Önce “Teslim ol.” deniyor, karşılık veriliyor, gene
sabrediliyor ama sonunda bir sonuç ortaya çıkıyor.
SIRRI SAKIK (Muş) – Bugün
Midyat’ta 2 tane vatandaşımız öldü.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Bırak Mardin’i, Midyat’ı, her yeri biliyoruz ama sizin
söylediğinize söylüyorum ben.
Değerli arkadaşlarım,
bugün, inanın, 10 tane teröristle mücadele ederken, askerin, polisin beyanı
şudur: “Tam itimat edemediğimiz için silah kullanmayı bıraktık. 10 metre
ötemizdeydiler, kaçtılar gittiler, kaçarken de bir arkadaşımızı vurdular.” Yani
asker ve polis şunu düşünüyor: “Ola ki bunlar terörist değildir.” Çünkü 1
masumun hayatı 9 tane caninin hayatından daha kıymetlidir.
Bugün asker yukarıdan
uçakla bomba atıyor. En az 2 kilometreye kadar, “İnsan unsuru olabilir.” diye
bombalama yok. Bugün siz ne Kuzey Irak’tan ne de bölgeden, köy vuruldu, ev
vuruldu; sivil, masum insanlar şehit oldu veya vefat etti diye -bugüne kadar-
ciddi bir şikâyet duydunuz mu? Asker hesabını kitabını yapıyor…
MÜLKİYE BİRTANE (Kars) – 7
tane sivile ne oldu? Irak’taki 7 sivile ne oldu?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Polis, asker, hesabını kitabını yapıyor ve teröristi, terör
eylemini hedef alıyor. O yüzden, yanlışlar vardır… Sizin söyledikleriniz belki
kısmen doğrudur ama şu konuşmanızın tamamında “gerilla” var, “terörist” yok.
Ölenler hep gerilla ve kafaları, kolları, bacakları kopmuş. Masum vatandaş
nerede? Asker nerede? Polis nerede? Yazılanlar, dökülenler nerede? Gelen
mesajlar nerede? Ulaştırılan bilmem ne mesajları nerede? Bunları da yan yana
getirin de hiç olmazsa hakkaniyet içerisinde, bir yanlış varsa biz de bunları
görelim.
Bugün koordinasyonda da,
eylemde de vatanperver güvenlik güçleri hedeflerini buluyor, yakalamaya
çalışıyor ve kendi hayatlarını ortaya koyuyorlar. Allah onların yardımcısı
olsun, Allah onları korusun. Bütün bunları yüreğimle söylüyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, bütün bu konuşmalardan sonra hedeflediğimiz şeyler elbette… Sayın Kılıçdaroğlu gelmeden önce bahsettiğim bir konuyu tekrar
söyleyeyim. Şebiarus’ta beraberdik. Çok güzel bir
konuşma yaptınız. Sizden önce de bunu ifade ettim. Sayın Baykal da daha önceki
yıllarda, gelir, çok güzel konuşmalar yapardı. Sayın Başbakanımız da, bendeniz
de min gayri haddin bir şeyler söylemeye çalıştık.
Orada söylediklerinizin hepsi bizim de gönlümüzde olanlardır. Bunları millet
olarak ve özellikle siyasetçiler olarak hepimiz çok iyi ölçüler içinde yapmalıyız.
Bugünkü görüşmeler
fevkalade seviyeli oldu ama bugüne kadarki görüşmelerde arkadaşlarımızın çok
üzüldüğünü, çok sıkıldığını, lüzumsuz yere saatlerce burada sinir harbi
yaşandığını biliyorum. Parlamentoya giren önce yüksek tansiyon hastası olur,
sonra da bütün hastalıklar arkasından gelir. Bu gerilimden, bu gerginlikten
kurtulmalıyız. Her arkadaşımız kürsüye çıktıkça -ki “Her” dediğim zaman 15-20
kişiyi kastediyorum yani isterseniz bunların içerisine beni de koyun, o kadar
bağıramam, sesim de çıkmıyor ama- bunlar ne yapıyorlar biliyor musunuz?
Konuşulan kelimelere bakınız, tekrarlamaktan hicap duyuyorum, biz birbirimize
söylüyoruz bunları. Hâlbuki iyi bir üslup içerisinde Buldan’ın da yaptığını,
benim de yaptığımı, Sayın Şandır’ın da yaptığını
yapabiliriz. Burası hür ve kürsü. Burada, özgürlük
var. Hoşumuza gitse de gitmese de hep aynı şeyleri söyleyeceğiz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Pek
özgür değil kürsü.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Ama kıpkırmızı bir
yüzle, damarları şişmiş bir vaziyette, karşısındakini yok etmek isteyen bir
edayla buradaki müzakereler umarım bundan sonra devam etmez.
Güzel bir sözle son vermek
istiyorum.
Değerli arkadaşlar… (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
Bu sözlerimin tamamı AK
PARTİ Grubuna aittir, siz lütfen üstünüze almayın ama isterseniz de
alabilirsiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yani “Kızım sana söylüyorum
gelinim sen anla.” şeklinde değil, önce kendi nefsimi ortaya koydum.
Ben bu kürsüyü zaman zaman
kullanan bir insanım.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arınç, ilave söz veriyorum, mikrofonu
açıyorum.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – iki dakika yeterli
Sayın Başkan.
Arkadaşlar…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Bir
saat daha verin!
BAŞKAN – Herkese ne kadar verdiysek…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Bir saat daha verin
Sayın Başkan!
BAŞKAN – Sayın Uzunırmak,
lütfen yani buranın bir hesabı kitabı var. Daha evvel oturuldu konuşuldu
gruplara da Hükûmete de birer saat, altışar dakika da ilave süre verdik. Bir
saati doldu.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Sayın Uzunırmak’ı üzdüğüm için çok özür diliyorum. Ben dört buçuk
saattir ekran başındayım.
Değerli arkadaşlar, güzel
bir söz diyor ki: “Sesini yükseltme sözünü yükselt. Sesle söz birbirinden
farklı. Dikkat et, gök gürültüsünden fayda yoktur, ince ince yağan yağmur
toprağa berekettir.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
yüksek seslerle -umarım benden sonra gelecek arkadaşım ezber bozan bir konuşma
yapar- yüksek sözleri birbirine karıştırmayalım. Yüksek söze ihtiyacımız var.
Emin olun, buradaki parladığımız, ağzımızdan çıkan yüksek oktavlı seslerin ne
konuşana faydası var ne Parlamentoya faydası var ne millete faydası var. İnce
ince yağan yağmurlar gibi olmalıyız. Kendi nefsime ders alıyorum.
Bütün arkadaşlarımı
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Bütçemiz hayırlı olsun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Arınç.
Şimdi…
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Sayın Başkan…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Başkan, müsaade ederseniz…
BAŞKAN – Peki.
Sayın İnce, biraz bekler
misiniz, arkadaşlarımızın talepleri var, onları alayım ondan sonra.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın Başkan, bana sataşma yapıldı efendim. (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)
BAŞKAN – Tamam. Sizden
evvel söz alanlar… Size de verelim…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Hayır, gülünecek ne var yani? Bana ismimden de bahsetmek suretiyle…
BAŞKAN – Ama sizden evvel
Sayın Şandır, Sayın Buldan söz istedi, bir onları dinleyelim.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkanım, ben konuşmamı yapayım, sonra sataşmalara devam edin.
BAŞKAN – Hayır, taleplerini
alalım ki ondan sonra da…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Efendim, benim Sayın Arınç’ın konuşması üzerine
açıklama yapmam lazım, yoksa söz havada kalır.
BAŞKAN – Yani hangi konuyla
ilgili o? Genel ifade oldu o Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Bülent Arınç, Sayın Başbakana bir anlamda hakaret ettiğimi söyledi,
söylemek istedi. Onu açıklamamız lazım.
BAŞKAN – Peki.
İki dakika söz vereceğim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Efendim, Sayın Bülent Arınç, iki konuda benim konuşmamı…
BAŞKAN – Hayır, hayır, iki
dakika…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
İki konuda açıklama yapacağım, yeterli süreyi talep ediyorum. Lütfen…
BAŞKAN – Süre, bunlar için
ikişer dakika veriyoruz.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın Başkan, bana da sataşma var.
BAŞKAN – Bir dakika…
Herkese söz vereceğiz eğer
usule uygunsa.
Buyurun Sayın Şandır, iki
dakika söz veriyorum.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın,
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Sayın Başbakana hakaret kastım olmaz. Bunu
her defasında söylüyorum, hakaret etmek, zayıflığın ifadesidir. Sözlerim
burada. Sözlerimin tamamını okusa burada zannediyorum kendisi de bu duyguya
kapılmayacaktır. Burada diyorum ki: “Sayın Başbakan ‘Kürt kimliğini tanıyorum.’
diyerek bu toplumun içerisinde yeni bir siyasi kimlik oluşturdu. Bu milletin
oylarıyla iktidar olmuş, Başbakan olmuş bir siyasi kimliğin kalkıp ‘Türk
milleti kimliğinin dışında bir başka kimliği tanıyorum.’ demesi, inanın değerli
arkadaşlar, üzüntüyle ifade ediyorum, gaflet ötesi bir davranıştır.”
Değerli Bülent Arınç çok
deneyimli bir insan, sizler de bu işi anlıyorsunuz; devlet milletsiz olmaz.
Değerli arkadaşlar, Türkiye
Cumhuriyeti devletinin, milletinin adı Türk milletidir, Anayasa’nın hükmü
budur. (MHP sıralarından alkışlar) Bu hükmün dışında, bir
siyasi kimlik olarak, bir aydın söyleyebilir, bir düşünür, bir yazar
söyleyebilir ama Türk milletinin seçtiği Türkiye Cumhuriyeti devletinin
Başbakanı, bir siyasi kimlik olarak eğer ki bu milletin içinde Türk milleti
kimliğinin dışında bir başka kimliği tanıyorum derse yeni bir siyasi kimlik
oluşturur, bunun adı bölücülüktür. Söylediğimiz bu. Yoksa hiç kimsenin
soyuyla ilgili değiliz, o kendinin özelidir, saygıdeğerdir. Her birimizin bir
soyu vardır, bir boyu vardır, bir mezhebi vardır, o bize ait; ama siz bunu bir
kolektif hak hâline getirirseniz, bu milleti de bölersiniz, bu ülkeyi de
parçalarsınız. Söylemek istediğimiz hadise budur.
İkincisi: Irak meselesi, Suriye meselesi. Bakın, Değerli Arınç, Değerli Başbakan Yardımcısı, Libya’yı
biliyoruz, Irak’ı biliyoruz, Libya’da Birleşmiş Milletler kararından önce
yapılanları biliyoruz. Şimdi Suriye’de…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR (Devamla) -
…aynı şeylerin yapılacağı endişesiyle bizim sizi uyarmamızdan niye rahatsız
oluyorsunuz?
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Suriye’de 3 milyon Türkmen ve Kürt’üyle, Çerkez’iyle, Dağıstanlısıyla…
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) -
…milyonlarca insan yaşıyor ve onlar bugün Türkiye’ye düşmanlık duyuyor, size
düşmanlık duyuyor.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
İfade ettiğimiz husus budur.
Sayın Arınç’ın
alınganlık göstermesi doğru olmamıştır.
Teşekkür ederim. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Buyurun Sayın Buldan, siz
neden, evvela bir…
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Sayın Arınç, benim ismimi kullanarak bazı şeyleri çarpıttığımı ve gerçekleri
ifade etmediğimi söyledi. İki dakikalık süre istiyorum.
BAŞKAN – Şimdi aslında, bu
sataşma konusu bence çok geniş kullanılıyor.
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Sataşma değil Sayın Başkan.
BAŞKAN - Siz bir şeyler
söylediniz o da cevaben bir şey söyledi. Zaten bu
konuşmaların özü, esası bu. Bu iş giderek, siz onu söylediniz, o başka
şey söyledi diye… Lütfen, yeni bir sataşmaya da meydan vermeden çünkü sataşma
olmadığı takdirde zaten söz veremem size, öyle kabul etmiyorsanız.
4.- Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç’ın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Gerçekten biraz önce Sayın Arınç’ın ilk başta yapmış olduğu konuşmayı alkışlayarak
izledik. Kürt kimliğinden bahsetti Sayın Arınç, Kürtlerden, Kürtlerin
hakkından, Kürtlerin kimliğinden bahsetti ve biz de kendisini alkışladık,
yalnız yaptığımız bazı söylemlerin gerçeği ifade etmediğini söyledi. Biz
buradan Sayın Hükûmete, Sayın İktidar yetkililerine şunu söylemek istiyoruz:
Geçmişle hesaplaşmak devletler için tarihsel bir zorunluluktur Sayın Arınç.
Adalet ve hakikatleri araştırma komisyonunu burada ısrarla gündeme getiriyoruz
ama siz her seferinde bizim bu araştırma önergelerimizi reddediyorsunuz. Ölümün
ve şiddetin hiçbir şeklini onaylamadığımızı ifade etmek istiyoruz Sayın Arınç.
O zaman siz biraz önce burada “Yeni bir gün olsun bugün.” dediniz, burada
yapılan konuşmaları beğendiniz, biz de buradan size şunu söylüyoruz: Evet, yeni
bir gün olsun diyorsanız bütün cinayetleri açığa çıkarın, tutukluları serbest
bırakın, milletvekillerini, belediye başkanlarını, avukatları…
AHMET YENİ (Samsun) –
Katilleri!
PERVİN BULDAN (Devamla) -
…gazetecileri, siyasetçileri, hepsini serbest bırakın biz de sizi alkışlayalım
Sayın Arınç.
Teşekkür ediyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın Başkan, bana 2 sefer…
BAŞKAN – Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Şimdi, 1’inci defa dedi ki: “Bir milletvekili burada itildi, o da haddini
bilecek, kurallara uyacak.” O kastettiği benim.
İkincisi, benim ismimden
bahsederek “Bu Parlamentoda Kamer Genç acı duymaz, onu da dikkate almaya
değmez.” dedi. Bu, çok açıkça bir sataşma.
BAŞKAN – Şimdi, Sayın Genç,
tam o anlamda söyledi mi ben bilmiyorum, yalnız arada bir fark var, 2 değerli
arkadaşımıza söz verdim, onlar İç Tüzük’e uygun
olarak grupları adına bir konuşma yapmıştı.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama
şimdi, konuşmasında beni kastetti.
BAŞKAN - Siz oradan,
yerinizden devamlı laf atıyorsunuz, bakın, bu çok usule uygun değil, laf
atıyorsunuz, sonra da genel bir değerlendirmeyi üzerinize alıyorsunuz.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Hayır, hayır, genel değerlendirme yok.
BAŞKAN - Ben tutanakları
getireceğim, eğer böyle bir durum var ise size de söz vereceğim ama şimdi…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın Başkan, bakın, şimdi kendi konuşmasında bahsettiği kişi benim. O kürsüde
itilen, oradan zorla uzaklaştırılan benim ve “Haddini bilecek.” dedi. Ayrıca
da…
BAŞKAN – Şimdi, tamam,
tutanakları getireceğim. Eğer hakikaten söylediğiniz tarzda bir sataşma durumu
varsa söz veririm.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın Başkan, bakın, maalesef…
BAŞKAN – Ama siz
oturduğunuz yerden devamlı hatibe söz atıyorsunuz.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Efendim, söz atmadım. Ben dedim ki…
BAŞKAN - Diğer 2
arkadaşımız grupları adına konuşma yapıyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın Başkan, efendim, söz atmışsa bana…
BAŞKAN - Siz şimdi İç Tüzük’e göre söz talep ediyorsunuz ama ben de baştan beri
bir şeyi ifade ediyorum: Laf atmak var mı İç Tüzük’te.
Onun için, şimdi tutanağı getireceğim.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın Başkan, bakın, kendisi bana “Kamer Genç acı duymuyor.” dedi ve Dersim’den
bahsetti. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Bakın, tutanağı
getireceğim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya
bir dinlensin ama. Bu gürültüyle olmaz.
Dersim’den bahsetti, “Kamer
Genç acı duymuyor.” dedi. Bu beni rencide eder efendim.
BAŞKAN – Ama,
tutanağı getireceğim.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın Başkan, herkese iki dakika veriyorsunuz. Ne kaybedeceksiniz, iki dakika
da bana verin.
BAŞKAN - Arkadaşlarımız
tutanağı getirsin, 69’a göre, bakayım, imkân varsa vereceğim diyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın Başkan, iki dakika da bana ver.
BAŞKAN - Evvela tutanağı
getireyim.
Onun için, şimdi, tasarının
aleyhinde olmak üzere…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Şimdi, Sayın Başkan, bakın, hep taraflı hareket ediyorsunuz. Yahu ne zaman
adalete uygun hareket edeceksiniz?
BAŞKAN – Bakın, tekrar
ifade ediyorum. Sayın grup başkan vekilleri, bakınız, bir şeyi ifade ediyorum:
Tutanağı getireceğim. Bakayım, İç Tüzük’teki hükümler
size bu imkânı veriyorsa vereceğim. Ama siz de hiç durmadan laf atıyorsunuz.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın Başkan, cevap vermedim. Yani bir tane laf söyledim. Bir lafla beni bu
kadar rencide etmeye hakkı var mı?
BAŞKAN - Ben de diyorum ki:
Sizin o tutumunuz doğru mu? İşte bu sıkıntılar buradan yaşanıyor. Beş saattir,
altı saattir güzel bir tartışma yapıyoruz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani
rica ediyorum, bakın, adil bir Başkanlık yapın. Bana sataştı. Lütfen,
sataşmadan söz verin. Bu kadar bu grubun etkisinde kalmayın Sayın Başkan.
IV.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S. Sayısı: 88) (Devam)
BAŞKAN – Şimdi son söz
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekili Yalova Milletvekili Sayın Muharrem
İnce’de ancak konuşmayı şahsı adına yapacak.
Buyurun Sayın İnce. (CHP
sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben de konuşmama başlamadan önce Fransız
Parlamentosunun yasayla tarih yazmaya kalkışmasını kınıyorum ve az önce
gördüğüm Sayın Başbakana da geçmiş olsun diyorum, Allah’tan şifa diliyorum
kendisine.
Sayın Arınç, az önce bir
fıkra anlattınız, baktım, neresini düzelteyim dedim. “Bin sene önce yaptınız.”
demiş Hazreti İsa’dan… O zaman iki bin sene önce olması lazım. İki: “Yeniçeri”
dediniz. Yeniçeri değil, onun bir Hıristiyan olması lazım. Bin sene önce
yeniçeri yoktu. Bin sene önce değil iki bin seneydi. Yani fıkra baştan sona
yanlış. Eğer anlattıklarınız da fıkralarınız gibiyse… Ki,
bence öyle.
Şimdi bakınız değerli
milletvekilleri, bu Parlamentoda onuncu bütçe görüşmelerine katılıyorum. Dokuz
bütçe görüşmesinde sürekli enkaz edebiyatı yaptınız, sizden önceki hükûmetleri
suçladınız ama bu bütçede farklı bir şey yaptınız, sürekli cumhuriyet dönemiyle
hesaplaştınız. İlk bir hafta, kürsüye çıkan bütün milletvekilleri, bütün AKP
milletvekilleri cumhuriyet dönemiyle hesaplaştı, onu sorguladı.
Şimdi, ben size bazı
önerilerde bulunacağım. Bu mantıkta olanlara önerilerim:
Bir: 275 kilogramlık
mermiyi tek başına kaldırarak yer çekimi kanununa karşı geldiği için Seyit
Onbaşıyı yargılayın.
İki: Çanakkale’de deniz
trafiğini aksattığı için Nusrat mayın gemisine ceza
kesin. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Üç…
Sayın Başkan, susacaklar
mı?
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri… Sayın milletvekilleri…
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Sayın Başkan, susacaklar mı? Siz mi susturacaksınız?
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Sizin sözünüz bize mi geçiyor?
BAŞKAN – Lütfen, Hatibin
sözünü kesmeyin değerli arkadaşlarım.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
İlave süre istiyorum ve lütfen susturun.
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
Evet, Sayın İnce, devam
edin.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Bir dakikamı yediler Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Yok, o kadar
olmadı canım ama yaptıkları doğru değil, onu söyleyeyim.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Sayın Başkan, bugünkü görüşmelerin tümünde Cumhuriyet Halk Partisi
milletvekilleri sonuna kadar dinlediler ama şimdi sizin arkadaşlarınız dayanamıyor.
BAŞKAN – Evet, onların da
dinlemeleri gerekir.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Diyorum ki siz, çocuğun üzerindeki yorganı alarak mühimmatın üstünü örttüğü
için, çocuğun ölümüne sebebiyet verdiği için Ayşe Bacı’yı özel yetkili
mahkemelerde yargılarsınız.
“Yunan ordusu hilafet
ordusudur.” diye fetva veren şeyhülislamın fetvasına karşı gelen Rifat Börekçi’yi dinsiz ilan
edersiniz. (CHP sıralarından alkışlar)
Ulusumuza “Korkma!” diyen
Mehmet Akif’i “Protestocu öğrencilere kötü örnek oluyor.” diye suçlarsınız.
Zafer kazanarak, Türk
milletinin makûs talihini değiştiren İsmet Paşa’nın rütbelerini sökerseniz hiç
şaşırmam ama buna karşılık Vahdettin’e anıt mezar, Ebussuud
Efendi’ye anma törenleri, Atatürk’e tutuklama emri çıkaran Elâzığ Valisi Ali
Galip Bey’in torunlarını da vali yaparsanız hiç şaşırmam.
Şimdi, sayın
milletvekilleri, size Türkiye manzaraları anlatacağım; hayaldi gerçek olan
manzaralar bunlar.
Bir: Hayaldi gerçek oldu,
çeyrek altının çeyreği oldu.
İki: Hayaldi gerçek oldu,
rüşvetle helal gıda sertifikası satılıyor.
“Enflasyon arttı, memura
müjde” diye başlık atıyor gazeteler.
Sendikal haklardan
yararlanmak için referandumda “Evet.” demek gerekiyor.
Daha dün Türkiye’de “Allah
karakola düşürmesin.” denirken bugün “Allah mahkemeye düşürmesin.” deniliyor.
Eskiden “Ağır ol ‘molla’
desinler.” denirdi, şimdi “AKP’den ol ‘melle’
desinler.” deniliyor. (CHP sıralarından alkışlar)
İleri demokrasi her muhalif
gruptan bir terör örgütü yaratıyor.
Yurttaşlarımızın tümü AKP
faşizmini iliklerine kadar hissediyor.
Şifreli sınavı yapanlar
değil de onu protesto edenleri yargılayan kim? Siz değil misiniz?
Sehven bilgi yükleyen
polisler zaman aşımından yararlanırken sehven bilgiyle teğmen hâlâ
yargılanıyor.
“Uçuyor” denen ekonomi,
gelir adaletsizliğinde uçurumun kenarında değil mi?
Venezuela’dan sonra
dünyanın en kırılgan ikinci ekonomisi Türkiye değil mi?
Okullarımızın tabelaları,
parayı verenler tarafından değiştirilmiyor mu?
İcra dairelerindeki dosya
sayısı dokuz yılda 4 milyon artmadı mı?
İzmir’de Somalili bebek
Muhammet’e icra gelmedi mi?
Nevşehir’in Kozaklı
ilçesinin Akpınar köyünün suları iki yıldır akmıyor mu?
Milas’ta savcılığa
çağrılması gereken kişi müftülüğe çağrılmadı mı?
“Analar ağlamasın.” diye
başlatılan girişimden bu yana 253 askerimiz, 33 polisimiz şehit olmadı mı?
“Paran kadar adalet”
dönemini siz başlatmadınız mı?
Ankara’da depremzede 4 kız
kardeşin kirasını neden ödemediniz?
Askerlik vatan borcu, namus
borcuydu, bunu kredi borcuna siz dönüştürdünüz.
Zonguldak’ta Başbakanla
ilgili bir haberi sosyal paylaşım sitesinde paylaşan memuru sürgün eden
sizsiniz.
Aklı hür, vicdanı hür
yurttaşlarımızın varlığı Türkiye için umut iken AKP için korkudur.
Fabrikaları, limanları,
madenleri, dağları, ovaları, yaylaları, bütün bunları satıp çarçur ettikten
sonra elinizde kalan yalan tarihi pazarlamaktan başka bir işiniz yok.
Hükûmetin bir yanı zulüm,
diğer yanı haramdır.
Deprem vergilerini bonkörce
harcadınız, deprem yaralarını sarmak için hayırseverleri devreye soktunuz.
Bu ülkede bir polis memuru
“PKK’dan kurtuldum SGK’dan kurtulamadım.” dedi.
KPSS’de Cumhurbaşkanının görev
süresini yedi yıl olarak işaretleyen adaya “Yanlış.” diyen siz değil misiniz?
Van’dan Antalya’ya göç eden
aileye “Yardım edemeyiz, yatalak babanızın 380 lira maaşı var.” demediniz mi?
İstanbul’da 34 milyon liraya
mal olan kavşak ve tüneli, metrobüsü engelliyor diye
toprağa gömen siz değil misiniz?
Şimdi, ben size bu
memleketten bakan, Başbakan manzaraları sunacağım: Bu ülkede Cumhurbaşkanı bile
kendi görev süresinin ne olduğunu bilmezken sadece Başbakan bilmiyor mu? Bu
ülkenin en önemli sorunu terör görüşülürken Sayın Başbakan Suudi Arabistan’da
taziyeye gitmedi mi? Başbakan yardımcısı Başbakana biat etmediğini ancak
Başbakan hasta yatağındayken hatırlamadı mı? İçişleri Bakanı deprem çadırlarını
saraya benzetip PKK’lılara “gerilla”, vatandaşını “adet”le
saymadı mı? Kamyoncu esnafı can çekişirken, 10 numara yağ kullanırken, AB
Bakanı kamyonla ilgili şakalar yapmadı mı? Bu Hükûmette tek doğruyu söyleyen,
pembe tabloyu yıkan Millî Eğitim Bakanıdır, o da dedi ki: “Kaynağımız yok,
öğretmen atayamıyoruz.” Milletvekilleri düşüncesine ket vurmadı mı? Başka bir
milletvekili Başbakana dokunmayı ibadet saymadı mı?
Ben size bu ülkenin özetini
yapacağım. Bakınız, mücahitler müteahhit, şimdi de
turizmci oldu. 14 Şubat 2009’da değiştirilen bir yönetmelikten sadece dört
firma yararlandı. Bu dört firmadan birine bakanın en yakın akrabaları ortak
oldu. Kıyıdan kıyıdan AKP’ye yanaşanların yakınları
kıyı-kenar çizgisinden ranta ulaştı. Bir özet yapmam
gerekirse şu: Sistem değişmedi. Sistemden geçinenler sistemi değiştiremezler.
Sistem değişmedi ama sistemin sahibi değişti.
Türkiye’nin özeti şudur:
Siz devlet malına bonkör, vatandaşın sorununa bakar kör, cumhuriyet değerlerine
nankör, Türkiye’ye diktatör oldunuz. İşte, Türkiye’nin özeti budur. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri,
şimdi, bakınız, Sayın Canikli -Sayın Canikli’ye de kısaca cevap vereyim-
dediniz ki: “Sizi alkışladılar, CHP’liler alkışlamadı.” Doğru. Biz, yanlış
haritayı alkışlayan milletvekillerinden değiliz, o sizin grubunuz.
İki: IMF’yi kovduğunuzu
anlattınız bir anlamda. Bak, size ben bir şey söyleyeceğim. Sayın Başbakana
-bütçe bitince konuşursunuz- ben şöyle bir söz hatırlıyorum: “Numan kardeşim,
IMF’yle konuşmamak gaflettir.” Bunu kim söylemiş? HAS Parti Genel Başkanı Numan
Kurtulmuş’a “Numan kardeşim…”
İki, bir diğeri: Sayın
Canikli, dediniz ki: IMF’nin başkanının Türk olmasını anlattınız. Bunun
gerekçelerini uzun uzun anlattınız. Bir ara Sayın Gül’ü, Sayın Cumhurbaşkanını
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri yapacaktınız. Bundan vazgeçtiniz, yeni bir
yer mi arıyorsunuz? Bunu mu yapıyorsunuz?
Bir üçüncüsü: Sizi
gerçekten kutluyorum. Atatürk’e “Bu adam.” diyen, Abdullah Öcalan’ın paşa
olmasını teklif eden Mümtazer Türköne’yi
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumuna atamış Sayın Cumhurbaşkanı. [CHP
sıralarından “Bravo!” sesleri, alkışlar(!)] Tam işte, tam bekçi, tam yani…
Atatürk’e “Bu adam.” diyebilen, onu destekleyen, tam yerine atamış yani bu
kadar olur. “Abdullah Öcalan paşa yapılsın.” diyen…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT
(İstanbul) – Yakışır!
BAŞKAN – Sayın İnce, ilave
sürenizi de veriyorum.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Bir diğeri: Yine, lider ülke Türkiye’den bahsettiniz Sayın Canikli. Lider ülke Türkiye, güçlü Türkiye. Güçlü Türkiye ama Türk iş
adamları Paris’te otelin salonuna alınmıyor, Sayın Cumhurbaşkanının telefonuna
Fransa Cumhurbaşkanı çıkmıyor.
İSMAİL AYDIN (Bursa) –
Korkudan…
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Lider ülkeye bakın, güçlü ülkeye bakın, sözümüzün geçtiği ülkeye bakın.
Şimdi, size son olarak şunu
söyleyeceğim: Bir de bir düzeltme yapalım Sayın Arınç. Çok güzel kardeşlikten
bahsettiniz de, o meydanlarda mezhep tartışmaları neydi? Kim yaptı o
meydanlarda, seçim meydanlarında mezhep tartışmalarını? (CHP sıralarından
alkışlar)
Bir de “Kürt realitesini
tanıyorum.” diyen ilk kişi Süleyman Demirel’dir. DYP-SHP Hükûmeti döneminde.
90’lı yılların başında Diyarbakır’a rahmetli Erdal İnönü’yle birlikte
gittiklerinde söylemiştir. Kayıtları doğru tutalım. Tutanaklara doğru geçsin
diye bu düzeltmeyi de yapıyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Evet, teşekkür
ediyorum Sayın İnce.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın Başkan, ben söz istiyorum efendim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Sayın Başkan, Sayın Konuşmacı biraz önce kendi ifadesiyle söylüyorum: “AKP
faşizmi” diyerek partimize, grubumuza hakaret etmiştir. 69’a göre sataşmadan
söz istiyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Genç’in söz talebi var efendim.
BAŞKAN – Evet.
İki dakika söz veriyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN - Sizin tutanak
geldiği anda bakacağım. Yeni geliyor.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
5.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin, partisine sataşması nedeniyle konuşması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Biraz önce “AKP faşizmi”
ifadesi kullanılarak tam anlamıyla bir iftirada bulunuldu.
Şimdi, tabii, dünyada faşizmin örnekleri çok. Değişik ülkelerde var, Türkiye’de de var. Türkiye’dekini eğer
görmek istiyorsanız, rengarenk, çeşit çeşit, boy boy, irili ufaklı, Cumhuriyet Halk Partisinin tarihine
bakacaksınız değerli arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP
sıralarından gürültüler.)
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) –
Ayıp! Ayıp!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Canikli, sana yakışmıyor ya!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Oraya baktığınız zaman diktatörlüğü de görürsünüz, faşizmi de görürsünüz. O
zaman esas, eğer ısrarlı bir şekilde… (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen sayın
milletvekilleri…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Bakın, bugüne kadar hiçbir dönemde Türkiye Cumhuriyeti bu kadar demokratik
olmadı. [AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından alkışlar(!)]
Sayın Başbakanımıza, hangi
dönemde, hangi başbakana yapılan eleştiriler bu dönemde yapıldı? Bunu hepimiz
görüyoruz ve biliyoruz.
Bakın arkadaşlar, bir
yolsuzluk iddianız varsa somut belgelerle ortaya koyarsınız. Eğer o dediğiniz
kişilerle ilgili bir iddianız varsa hiçbirinin dokunulmazlığı yok. Hepsi,
anladığımız kadarıyla, normal vatandaş. Onun yeri burası değil. Götürecekseniz,
cumhuriyet başsavcılığına şikâyette bulunacaksınız. Varsa bir şey, gerekeni
yapacak.
Bakın değerli arkadaşlar, evet,
yargı gerçekten değişti. Yargı… Arkadaşlarımız ısrarlı bir şekilde efendim
“yargı arka bahçesiniz”, “yargıya müdahale ediyorsunuz”, “artık yargıya
güvenmiyoruz…” Yargının değiştiğini kabul ediyoruz ama sizin eski
alışkanlıklarınızı değiştirmeniz gerekir. Yani eskiden talimat verebildiğiniz,
eskiden arka bahçe olarak gördüğünüz yargı bugün yok. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Yargı, bugün bütün
yargıçların Türkiye’deki 11 bin hâkim, savcı tarafından seçilen gerçek anlamda
bir bağımsız yargı var. 250 kişinin belirlediği yargıyı yönlendirebilirsiniz
ama 11 bin hâkim, savcının belirlediği, seçtiği yargıyı yönlendirmeniz,
yönetmeniz mümkün değil. Siz, esas kafanızdaki eski alışkanlıklarınızdan
vazgeçerseniz normale dönersiniz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Evet, Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Canikli, Cumhuriyet Halk Partisinin tarihinde faşizm olduğundan söz etti.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
“Geçmişinize bakın.” dedi.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Kendisine şunu hatırlatıyorum: İspanya’da Franco,
Portekiz’de Salazar, İtalya’da Mussolini,
Almanya’da Hitler varken, Hitler zulmünden kaçan bilim insanları, 100’ün
üzerinde bilim insanları geldiler İsmet Paşa’nın Türkiye’sine sığındılar,
burada üniversitelerde çalıştılar. Biraz tarih okumasını öneriyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Peki.
Şimdi, sayın
milletvekilleri, evvela bir hususu bilginize bir sunalım. O da şudur: Tabii,
bakın, saat 14.00’ten beri müzakere yapıyoruz. Usulüne uygun gruplar adına,
şahıslar adına söz alan arkadaşlarımızla ilgili genelde bir problem çıkmadı ama
Sayın Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç konuşurken genel değerlendirmeler
yapıyor, siz, şimdi, tutanaktan okuyorum. Buradaki yönetimi…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet
ama daha öncesi…
BAŞKAN – Bir dakika…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Peki, tamam.
BAŞKAN – Sayın Genç -yani
her şeyin- sizin söylediğiniz doğru olacaksa bize gerek yok o zaman…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Neyse okuyun da ben de size hatırlatayım.
BAŞKAN – Ben, şimdi bu
Genel Kurulu İç Tüzük’e göre yöneteceğim. Siz de İç Tüzük’e göre söz istiyorsunuz benden.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet.
BAŞKAN – Şimdi, Sayın Arınç
kürsüden konuşuyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet.
BAŞKAN – Siz geliyorsunuz,
bakınız, aynen okuyorum: “Ellerinde kesik başla poz veren askerler. Bu benim
çantamda var. NTV Tarih mecmuasının son sayısında çok acı fotoğraflar var. Ama
çok komplike bir olay bu yani sadece askerin elinde o
baş gösteriliyor diye o iğrenç fotoğrafı hatırlamayalım. Bu başı kesilmiş olan
kişi, Hozatlı Bahtiyar aşiretinin önde gelenlerinden Saan
Ağa.”
Siz, şimdi yerinizden laf
atıyorsunuz: “Niye sen Menemen’deki o Kubilay’ı anmıyorsun ya?”
“BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Devamla) – Saan Ağa…” diyor. Bakın, sizin o
sözünüze cevap vermiyor.
“Seni hiç ilgilendirmiyor.”
“ Menemen’deki Kubilay’ı…”
diyorsunuz, tekrar laf atıyorsunuz.
“BAŞKAN –“ Ben diyorum ki
“Sayın Genç, lütfen…”
Yani ikaz ediyoruz ki
yapmayın, konuşmasını Sayın Arınç bitirsin çünkü böyle bir usul yok. Siz buna
devam edince Sayın Bülent Arınç “Sen bir Dersimli olarak bunları ağzına almadın
yıllarca, konuşmadın bile. Hiç sen bunlardan bahsetmedin. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler) Senin ne ilgin var orayla?
Ne tarihe bağlısın sen ne bugünümüze bağlısın. İçi yananlar bunlar, içi
yananlar bu arkadaşlarım…”
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani
o lafları bana söylüyor ve siz sataşma görmüyorsunuz.
BAŞKAN – “…olayları
konuşanlar bunlar. Bırak, otur yerine!” diyor. Çünkü siz devamlı Hatiple
karşılıklı müzakereye girişiyorsunuz.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın Başkan, bakın, ama orada olayı saptırma var. Çünkü ben...
BAŞKAN – Yani durup
dururken kürsüdeki Hatip sizi hedef alarak bir konuşma yapmıyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Hayır, “Dersim’le ne ilgin var?” diyor. Sayın Başkan, diyor ki…
BAŞKAN – Genel bir
değerlendirme yaparken siz devreye giriyorsunuz, siz laf atıyorsunuz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Bakın, Sayın Başkan, okuduğumuzu anlayalım. Diyor ki: “Senin Dersim’le ne ilgin
var? Şimdiye kadar niye ağzına almadın?” Hâlbuki benim geçen dönem, evvelsi
dönem kanun tekliflerim var. Lütfen ama iki dakika da bana verin.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi,
buyurun.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, gerek bütçe görüşmelerinde gerekse diğer yasalara
ilişkin görüşmelerde Parlamentoda sık sık milletvekillerimiz, bazı
milletvekillerimiz oturduğu yerden kürsüdeki konuşmacıya zaman zaman laf
atarlar. Bu, eşyanın tabiatında var, Parlamentonun geleneğinde var. İç Tüzük
demiyor ki: “Oturduğu yerden laf atan kişiye kürsüdeki konuşmacı bir cevap
verirse bu sataşma değildir.” 69’uncu madde gayet açık. Kürsüdeki
konuşmacı bir milletvekilinin ismini anarak ona sataşmada bulunuyorsa,
sataşmanın daha ilerisine geçen cümleler ifade ediyorsa sataşma nedeniyle söz
istemek en doğal hakkıdır ve sizin bu güzel geçen bütçe görüşmelerine gölge
düşürmemeniz gerekir efendim.
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi,
bakınız, ben şunun farkındayım: İki dakika söz vermiş olsam şimdiye bu iş
biterdi değil mi?
KAMER GENÇ (Tunceli) – E,
biterdi.
BAŞKAN – Ama bakın, bu
türlü yanlışlıkları giderek İç Tüzük hükmü hâline getiriyoruz, yanlış bir iş
yapıyoruz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Altı
da var Sayın Başkan, altı da var onun. “Sana bir dakika ayırmak züldür.” diyor.
BAŞKAN – Biz birbirimizle
beraber olduğumuzda da bu uygulamalardan hep beraber şikâyet ediyoruz. Bu
Meclisteki kavgalar, gürültüler büyük ölçüde, yerli yersiz laf atmalardan
çıkıyor. Kürsüdeki hatibin insicamı bozuluyor, farkında olmadan o da buna cevap
vermek mecburiyetinde kaldığında sıkıntılar çıkıyor. Bundan hep beraber şikâyet
ediyoruz. Yoksa ben de şunun farkındayım: Sizinle bu karşılıklı görüşmeyi
yapmak yerine “Buyurun Sayın Genç, iki dakika.” derdim, şimdiye bu işi de
bitirirdim. Ama bu türlü müsamahaların, toleransların nasıl bir İç Tüzük ihlali
olduğunu, başımıza ne işler açtığını ve sıkıntılar yaşadığımızı da hep beraber
görüyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakınız, sadece bugünün hatırına, doğru olmadığını bile bile, İç Tüzük’e de uygun olmadığını bile bile, bunun altını 10 defa
çiziyorum, bugün müzakereler alışılmışın ötesinde, Sayın Arınç’ın
da belirttiği gibi, sizlerin de hakkı teslim edeceği gibi, hepinize teşekkür
ediyorum, çok uygun, olgun, seviyeli bir tartışma yaptık, onun hatırına bir
dakika söz vereceğim size, yoksa İç Tüzük’e uygun
değil.
KAMER GENÇ (Tunceli) – İki
ama efendim…
BAŞKAN – İç Tüzük’e uygun değil.
Bakın, bir daha bu kapıyı
açtırmam ben. Oturumu ben yönettiğim sürece bir daha laf atan adama “Sataşma
vardır.” diye söz vermem.
Buyurun.
Bir dakika söz hakkı
veriyorum. Bir daha siz de oturduğunuz yerden laf atmayın.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Sataşmada bulunan kendisi zaten. Sataşmaya cevap veren de kendisi.
6.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın milletvekilleri, ben altı dönemdir buradayım, bu Dersim olaylarını dile
getirmişim, geçen dönem kanun teklifim var. Geçen gün de burada araştırma
önergesi vardı, ben çıktım kürsüye, dedim ki: “Yiğitliğiniz varsa bu araştırma
önergesini, araştırmayı açalım. Dersim’de hangi olaylar olmuş, kim kimi
öldürmüş, kaç tane insan kesilmiş, kaç tanesi zehirli gazdan ölmüş, çoluk
çocuk, kadın erkek…” Bunları söyledim. Bunu reddeden sizsiniz. (CHP sıralarından
alkışlar)
Şimdi, Bülent Arınç burada
vaaz veriyor ama doğruları söylemiyor. Başkan onu koruyor. Bana diyor ki:
“Kürsüden itildin.” Ya, burada senin İdare Amirin beni itmedi mi?
Arkadaşlar, bakın, Bülent
Arınç doğruları söylemiyor. Ben söylemişim, Menemen’deki Kubilay’ın başını
kesenler kimlerdir, o da söylesin.
Ben şimdi tekrar teklif
ediyorum: Yiğitliğiniz varsa, şerefiniz varsa (x) Dersim olaylarını
araştıralım, önergemizi kabul edin, kim ne yapmışsa çıksın. Bunu bir daha dile
getirmeyin. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Ağzına alma şerefi, ağzına alma!
KAMER GENÇ (Devamla) – Ya,
size doğrusunu söylüyorum.
Dolayısıyla, bunu
araştıralım, sonuç ortaya çıksın.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Sayın Başkanım, şereften bahsedebilecek bir milletvekili mi?
BAŞKAN – Evet, peki,
teşekkür ediyorum.
KAMER GENÇ (Devamla) –
Sayın Başkanım, yani bir dakika daha verseniz… Taraflı davranıyorsunuz!
BAŞKAN – Hayır, vermem. Siz
gelene kadar, bakın, bu sataşmalar olmadı, geldiniz sataştınız. Bunu huy hâline
getirirseniz bundan sonra İç Tüzük’ü uygulama imkânı
da yoktur. Yanlış yapıyoruz, el birliğiyle yanlış yapıyoruz, sağlıklı bir
görüşmeyi de burada engelliyoruz. Bu doğru bir şey değil.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Günay, bir
talebiniz mi vardı sizin?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Evet, efendim.
BAŞKAN – Hangi konuyla
ilgili?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Kişisel olarak biraz önce konuşan… (CHP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Peki, buyurun,
oturduğunuz yerden lütfen...
EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) –
Sayın Başkan, tutanaklara baksaydınız.
7.- Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; kişisel olarak
konuşan son arkadaşımız, bir yönetmelik değişikliğiyle ve bir kıyı kenar
çizgisi değişikliğiyle, sanki birtakım çevrelere bir imtiyaz, bir kayırma
yapıldığına ilişkin bir imada bulundu.
(x)
Bu ifadeye ilişkin açıklama 22/12/2011 tarihli 45’inci
Birleşim Tutanağı’nın 14’üncü sayfasında “Geçen
Tutanak Hakkında Konuşmalar” bölümünde yer almıştır.
Dört yılı aşkın süredir
Kültür ve Turizm Bakanlığı yapıyorum arkadaşlarımla birlikte. Benim bilgim,
imzam tahtı altında herhangi bir kişinin hakkın bir başkasına yedirmişsem, hele
kamunun hakkını bir başkasına yedirmişsem bunu kanıtladıkları takdirde derhâl
gereğini yapmaya hazırım. (CHP sıralarından gürültüler) Ama gelişigüzel biçimde
afaki birtakım iddiaları ileri süren arkadaşlarımız da bu iddialarını
kanıtlamazlarsa -ağır bir söz söylemek istemiyorum ama- bunların hukuktaki ismi
müfteridir. Onu da buradan ilan etmek istiyorum.
Milletimiz bugün bu
Parlamento görüşmelerini izliyor televizyonlardan. Sayın Başbakan Yardımcısının
Hükûmet adına yaptığı fevkalade…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın Başkan, bana süre vermiyorsunuz, bize bir dakika vermiyorsunuz ama Sayın
Bakana…
EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) –
Süre bile açmadınız.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Böyle şey olmaz ya!
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – …mukni ve sakin konuşmadan
sonra böyle gelişigüzel sloganımsı birtakım
iddiaların dile getirilmiş olması gerçekten bir talihsizliktir. Ama bir kez
daha söylüyorum: Kimsenin hakkını kimseye yedirmemek konusunda sonsuz bir
dikkatimiz var. Bunu ileri süren arkadaşlar belgelerini ortaya koymalıdırlar.
Sayın Grup Başkan Vekilinin söylediği gibi, dokunulmazlığı olmayan arkadaşlarla
ilgili her türlü iddia ileri sürülebilir, bizimle ilgili iddianın bir kanıtı
varsa biz gereğini yaparız ama kimsenin…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN - Sayın İnce, bu,
artık, normal yönetim olmaktan çıkıyor giderek.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Efendim, bir açıklama…
BAŞKAN - Buyurun efendim.
VI.- AÇIKLAMALAR
1.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Kültür ve Turizm
Bakanının konuşmasına istinaden, Bakanlıktan bilgi notları istediğine ve
gönderilen bilgileri basın toplantısında açıklayacağına ilişkin açıklaması
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkanım, ben Sayın Bakanın adını anmadım ama Sayın Bakana şunu tavsiye
ediyorum: Sayın Bakanın Bakanlığından bana gönderilen bilgi notlarını bir
kontrol etsin. Ben bu işleri hiç bilmiyormuş gibi -elimde dosya varken- bilgi
istedim, safça bilgi istedim, onlar da bana bilgileri gönderdiler. Önümüzdeki
günlerde basın toplantısı yapıp açıklayacağım. Kendisine tavsiyem, Muharrem
İnce’ye gönderilen bilgi notlarını orada görürse benim söylediklerimin doğru
olduğunu görecektir.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – O bilgi notlarını ben okudum.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Aynen öyle yani orada yakınınız olduğunu göreceksiniz. 4 kişi için yönetmelik,
1’i yakınınız, onu göreceksiniz.
IV.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S. Sayısı: 88) (Devam)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, 2012 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın oylamalarını yapacağız.
Tasarılar açık oylamaya
tabidir.
Açık oylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Her iki kanun tasarısının
açık oylamasının elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi, 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın açık oylamasına başlıyoruz.
Oylama için üç dakika süre
vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım
istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin oy pusulalarını
oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar varsa hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun
rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine
oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, yapılan oylama sonucunu bilginize sunuyorum:
“Kullanılan oy sayısı : 453 |
Kabul : 318 |
Ret : 134 |
Çekimser :
1(x) |
Kâtip Üye Kâtip Üye |
Tanju Özcan Bayram Özçelik |
Bolu Burdur” |
BAŞKAN - Bu sonuçlara göre,
2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu kabul edilmiştir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Şimdi, 2010 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesap Kanun Tasarısı’nın açık oylamasına başlıyoruz.
Oylama için üç dakika süre
vereceğim.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
(x)
Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın açık
oylama sonucunu sizlere arz ediyorum:
“Kullanılan oy sayısı : 448 |
Kabul : 316 |
Ret : 132(x) |
|
Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
Tanju
Özcan Bayram
Özçelik |
Bolu Burdur” |
Bu durumda, sayın
milletvekilleri, Kesin Hesap Kanunu Tasarısı da kabul edilmiş bulunmaktadır.
Bütçe ve Kesin Hesap Kanunu
Tasarıları, böylece kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Milletimiz ve memleketimiz
için hayırlı olmasını temenni ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, bir teşekkür
konuşması yapma talebi var. Sayın Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bir teşekkür
konuşması yapacak, kendilerini kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Sayın Arınç. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
VII.- TEBRİK, TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın,
bütçenin kabulü dolayısıyla teşekkür konuşması
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT
ARINÇ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi tekrar saygıyla
selamlıyorum.
2012 bütçesi üzerindeki
görüşmeler tamamlandı ve değerli oylarınızla Hükûmetin bütçesi kabul edildi.
Bundan dolayı hepinize müteşekkiriz. Bütçemizin ülkemize, milletimize hayırlı
olmasını diliyorum. İnşallah, ülkemizde huzuru, refahı ve mutluluğu artıracak
güzel çalışmalarla milletimize layık oluruz.
Bu dönem içerisinde,
konuşmamda da samimiyetle ifade ettiğim gibi, her türlü eleştirilerinize, yol
göstericiliğinize, dostluğunuza, arkadaşlığınıza ihtiyacımız var. Muhalefet
partilerimizin yapıcı öngörülerine elbette her zaman saygı duyacağız. Ben
bugünkü konuşmamda bazı konulara temas ettim. Önce kendimi hedefe koyuyorum,
kendimin çok kusurlu ve yanlış işler yaptığını söyleyerek bir üslup ortaya
koymaya çalıştım, buna samimiyetle inanıyorum ve diliyorum ki Parlamentomuz,
millet iradesinin tecelli ettiği yer, demokrasimizin kalbi milletimizin arzusu
istikametinde güzel işler yapsın. Birbirimize saygıyı, nezaketi ve zarafeti
elden bırakmadan Parlamento çalışmalarını yürütelim. Bugünün muhalefeti yarının
iktidarıdır. Biz sadece iktidarların olduğu rejimleri değil, muhalefetin olduğu
ve güçlü olduğu rejimleri demokrasi kabul ediyoruz, buna yürekten inanıyoruz.
(x)
Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
Düşüncelerini Komisyondan
bu yana samimiyetle ortaya koyan, fikirlerini ve öngörülerini bizlerle paylaşan
tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Sayın genel başkanlar, grup başkan
vekilleri, komisyon başkanları, Meclisimizin değerli çalışanları ve her konuda
maddi, manevi katkısı olan çok değerli arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
İyi akşamlar diliyorum.
Hepinize tekrar saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Arınç.
Sayın milletvekilleri, on
dört gündür devam eden yoğun bütçe görüşmelerini tamamlamış oluyoruz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bu süreçte gece gündüz demeden bu müzakerelere katkı
sağlayan tüm siyasi parti gruplarına, tüm milletvekillerine, Plan ve Bütçe
Komisyonunun Değerli Başkan ve üyelerine ve sayın bürokratlara huzurunuzda
teşekkür ediyorum. Tekrar, bütçenin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
Sayın milletvekilleri,
kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla
görüşmek için 22 Aralık 2011 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 20.54