Dilek AKARSU Normal 26011 2 3 2012-02-14T09:10:00Z 2012-02-14T09:10:00Z 87 55631 317101 2642 743 371989 14.00 Clean Clean false 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false TR X-NONE X-NONE 0 nk 0 nk

 

DÖNEM: 24                           CİLT: 9                         YASAMA YILI: 2

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

44’üncü Birleşim

21 Aralık 2011 Çarşamba

 

(TBMM Tutanak Müdürlüğü tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

I.  - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. - GELEN KÂĞITLAR

III.  - OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in, 1915 yılında yaşanan olayları daha önce “soykırım” olarak tanımlayıp aksini iddia edenlerin cezalandırılmasını öngören kanun teklifine ilişkin Fransa Ulusal Meclisinde 22/12/2011 tarihinde oylama yapılacağına, konuyu gündeme taşıyarak tarihî bir sorunu iç politikaya alet etmelerine, konunun siyasetçilerin değil tarihçilerin araştırması gereken bir konu olduğuna ilişkin  konuşması

 

IV.-  KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

 

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

 

 

1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87)

 

2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların  Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve  Bütçe Komisyonu  Raporu (1/278, 3/538) (S. Sayısı: 88)

 

 

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2.- Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak’ın, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

4.- Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

5.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, partisine sataşması nedeniyle konuşması

6.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

7.- Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Kültür ve Turizm Bakanının konuşmasına istinaden, Bakanlıktan bilgi notları istediğine ve gönderilen bilgileri basın toplantısında açıklayacağına ilişkin açıklaması

 

VII.- TEBRİK, TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER

1.- Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, bütçenin kabulü dolayısıyla teşekkür konuşması

 

VIII.- OYLAMALAR

1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın oylaması

2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın oylaması

 

IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Suriye ile ilişkilere ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1022)

2.- İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan’ın, Van depremi ile ilgili teknik verilerin oluşturulması ve açıklanmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın cevabı (7/1034)

3.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, sismik araştırmalar için Akdeniz’e açılan Piri Reis Gemisinin çalışmalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1039)

4.- Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici’nin, Van’da meydana gelen deprem ile arama ve kurtarma çalışmalarına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın cevabı (7/1052)

5.- Gaziantep Milletvekili Edip Semih Yalçın’ın, öğrenim ve katkı kredi borçlarına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/1072)

6.- Bursa Milletvekili Sena Kaleli’nin, Kredi ve Yurtlar Kurumu yurtlarında yapılan ve zorunlu olduğu iddia edilen özel yaşam hakkındaki anketlere ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/1073)

7.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, Antalya Atatürk Kültür Merkezindeki Atatürk’ü Anma Konserinin ertelenmesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in cevabı (7/1097)

8.- Ankara Milletvekili Zühal Topçu’nun, uzman yardımcılığı mülakat sınavlarına ve bu sınavlara yapılan itirazlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in cevabı (7/1154)

9.- Ankara Milletvekili İzzet Çetin’in, AOÇ arazisinin tarihî misyonuna aykırı amaçlar için kullanımına ilişkin Başbakandan sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/1155)

10.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Van’daki depremzedelerin ihtiyaç ve sorunlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın cevabı (7/1158)

11.- İzmir Milletvekili Musa Çam’ın, ABD ile yapıldığı iddia edilen anlık istihbarat paylaşımı konusundaki anlaşmaya ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1161)

12.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Irak’ın kuzeyine yapılan kara operasyonlarına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1172)

13.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Türkiye’nin Kıbrıs politikasına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1173)

14.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, terörle mücadeleye ve Irak’ın kuzeyine yapılan kara harekâtına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1175)

15.- Mersin Milletvekili İsa Gök’ün, İncirlik Hava Üssüne ABD tarafından konuşlandırılan dört predatorun kullanımına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1176)

16.- İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel’in, Van’daki deprem sonrası yapılan açıklamalara ve çalışmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın cevabı (7/1197)

17.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Almanya’daki Türklere yapılan saldırılara ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1222)

18.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer’in, 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta meydana gelen olayların sanıklarının iadesine ilişkin sorusu ve  Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1223)

19.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Türkiye genelinde ve İstanbul’da olası bir depreme karşı alınan tedbirlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın cevabı (7/1295)

20.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in, Van’ın afet bölgesi ilan edilmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın cevabı (7/1296)

21.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, Bartın Irmağı’ndaki kirliliğe ve alınan önlemlere ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/1315)

22.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik Çirkin’in, Hatay ve bölge illerinde olası bir depreme karşı alınan önlemlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/1370)

23.- Ankara Milletvekili Mustafa Erdem’in, Arap Baharının Türk şirketlerine etkisine ilişkin Başbakandan sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/1372)

24.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Fransa-Türkiye ilişkilerine ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1454)

25.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik Çirkin’in, Hatay ve ilçelerinde yapılan kömür yardımına ilişkin Başbakandan sorusu ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in cevabı (7/1471)


I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 13.00’te açılarak altı oturum yaptı.

 

2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/470) (S. Sayısı: 87) ve 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporunun (1/278, 3/538) (S. Sayısı: 88) görüşmelerine devam edilerek, maddeleri kabul edildi.

 

İzmir Milletvekili Oktay Vural, TBMM’de bulunan Muhafız ve Tören Taburu’nun görevlerinin polise devredilmesine,

Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner, Fransa’nın tutumunu eleştiren bildirinin okunması sırasında neden ayağa kalkmadığına ve Genel Kuruldan özür dilediğine,

Düzce Milletvekili İbrahim Korkmaz, “İçinizde 40 tane Amerikan vatandaşı vardır.” şeklindeki ifadesini hakaret manasında söylemediğine ve sözünü geri aldığına,

Denizli Milletvekili Adnan Keskin, “Aklını kiraya veren beyinsizler.” şeklindeki ifadesinden dolayı özür dilediğine,

İlişkin açıklamada bulundular.

 

Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Mersin Milletvekili İsa Gök’ün şahsına,

Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın partisine,

Mersin Milletvekili İsa Gök, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın şahsına,

Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Balıkesir Milletvekili Namık Havutça’nın partisine ve Genel Başkanına,

Balıkesir Milletvekili Namık Havutça, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın şahsına ve partisine,

Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın partisine,

Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin partisine,

İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel, İzmir Milletvekili Nesrin Ulema’nın şahsına ve partisine,

Yalova Milletvekili Muharrem İnce, İstanbul Milletvekili Oktay Saral’ın partisine,

İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin partisine,

Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar’ın partisine,

Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin şahsına,

Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar’ın şahsına,

Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Düzce Milletvekili İbrahim Korkmaz’ın partisine,

Sataşmaları nedeniyle konuşma yaptılar.

 

Söz vermediği gerekçesiyle Başkanın tutumu hakkında usul görüşmesi yapıldı. Yapılan görüşmelerden sonra Başkan, İç Tüzük’ün 69’uncu maddesine uygun söz verdiğini belirterek tutumunda bir değişiklik olmadığını açıkladı.

 

Başkanlığın, sözde Ermeni soykırımını reddedenlerin cezalandırılmasını öngören teklifin Fransa Ulusal Meclisinde görüşülecek olmasına ilişkin açıklaması okundu.

 

Alınan karar gereğince 21 Aralık 2011 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime 23.18’de son verildi.

 

                                                                    Meral AKŞENER

                                                                      Başkan Vekili

 

                      Fatih ŞAHİN                        Bayram ÖZÇELİK                  Özlem YEMİŞÇİ

                           Ankara                                     Burdur                                  Tekirdağ        

                        Kâtip Üye                                 Kâtip Üye                               Kâtip Üye

 

 

II.- GELEN KâĞITLAR

                                                                                                                                              No: 52

21 Aralık 2011 Çarşamba

Raporlar

1.- Vişegraddaki Sokullu Mehmet Paşa Köprüsünün Yapısal Unsurlarının Durumunun Tespit Edilmesi, Restorasyon Projesinin Hazırlanması ve Projenin Uygulanması Konusundaki İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu ile Dışişleri Komisyonu Raporları (1/333) (S. Sayısı: 104)  (Dağıtma tarihi: 21.12.2011) (GÜNDEME)

2.- T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/344) (S. Sayısı: 105)  (Dağıtma tarihi: 21.12.2011) (GÜNDEME)

3.- Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Kamu Personel Yönetiminin Geliştirilmesi ve Desteklenmesi Alanlarında İşbirliğine İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/345) (S. Sayısı: 106)  (Dağıtma tarihi: 21.12.2011) (GÜNDEME)

4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Somali Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Teknik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/364) (S. Sayısı: 107)  (Dağıtma tarihi: 21.12.2011) (GÜNDEME)

5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Bilim ve Teknoloji Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/374) (S. Sayısı: 108)  (Dağıtma tarihi: 21.12.2011) (GÜNDEME)

6.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Birleşmiş Milletler Sınai Kalkınma Örgütü (UNIDO) Arasında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/382) (S. Sayısı: 109)  (Dağıtma tarihi: 21.12.2011) (GÜNDEME)

7.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Polonya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Bilimsel ve Teknolojik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/501) (S. Sayısı: 110)  (Dağıtma tarihi: 21.12.2011) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Çanakkale Milletvekili Mustafa Serdar Soydan’ın, Biga’da görülen şap hastalığından zarar gören üreticilerin mağduriyetine ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından sözlü soru önergesi (6/690) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

2.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, adliye ile ceza infaz kurumları ve tutukevleri personelinin özlük haklarına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/691) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

3.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, atama bekleyen bilişim öğretmenlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/692) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

4.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, Bakanlıkta görev yapan bazı çalışanların mağduriyetinin giderilmesine ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/693) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

5.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, emeklilik yaşının yükseltilmesinden kaynaklanan mağduriyetin giderilmesine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/694) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

6.- Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, tarım ve hayvancılığa verilen desteklere ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından sözlü soru önergesi (6/695) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

7.- Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Adana ve ilçelerinde yürütülen proje ve yatırımlara ilişkin Ekonomi Bakanından sözlü soru önergesi (6/696) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

8.- Aydın Milletvekili Osman Aydın’ın, afete maruz kalan pamuk üreticilerinin destek priminden faydalandırılmasına ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından sözlü soru önergesi (6/697) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

9.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz’ün, Jokey Kaza ve Yardım Sandığı ile ilgili bazı iddialara ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından sözlü soru önergesi (6/698) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

10.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz’ün, jokeylerin sorunlarına ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından sözlü soru önergesi (6/699) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

11.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, Çatalca-Yalıköy’deki hayvan ölümlerine ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından sözlü soru önergesi (6/700) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan’ın, Van ve Kütahya-Simav depremi sonrasında meskûn topluluğun başka mahallere yerleştirilmesinde uygulanan usule ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1978) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

2.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın, Ankara’daki taksici ve minibüsçü esnafının sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1979) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

3.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığındaki bazı atamalara ve Müsteşarlık binasının tadilatına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1980) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

4.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, Hizbullah davası sanıklarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1981) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

5.- Mersin Milletvekili Vahap Seçer’in, Suriye ile ticari ilişkilere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1982) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

6.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Ankaray ve Söğütözü metro ortak istasyonunun üzerinde bulunan demir kafes ile ilgili bazı iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1983) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

7.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, Ankara’da hava kirliliğinde uyarı eşiğinin aşıldığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1984) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

8.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, Van depremi sonrasında yaşanan mağduriyete ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1985) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

9.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, KHK’lar ile bazı üst düzey yöneticilerin görevden alınmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1986) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

10.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik Çirkin’in, fakir ailelere dağıtılan kömürün kalitesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1987) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

11.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, memurların reel gelirlerinde enflasyon nedeniyle meydana gelen azalmaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1988) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

12.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, 4/C statüsünde çalışan personelin özlük haklarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1989) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

13.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, dış basında yayımlanan Türkiye-ABD ilişkileriyle ilgili yazıya ve ABD’nin dış politikaya etkisine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1990) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

14.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, yasa dışı telefon ve ortam dinlemeye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1991) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

15.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, terör örgütünün şehir örgütlenmesine karşı alınan önlemlere ve yürütülen çalışmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1992) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

16.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın, Ankara’daki jeotermal ve mineralli su kaynaklarıyla ilgili ihalelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1993) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

17.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/1994) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

18.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, TRT yayınlarında siyasi partilerle ilgili haberlerin belirlenmesi ölçütüne ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/1995) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

19.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, TRT kanallarında çocuklara yönelik klasik müzik yayınlarına ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/1996) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

20.- İstanbul Milletvekili İhsan Barutçu’nun, deprem sonrası müdahalelerle ilgili bir projeye ve bir özel şirketle yapılan sözleşmeye ilişkin Başbakan Yardımcısından (Beşir Atalay) yazılı soru önergesi (7/1997) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

21.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Başbakan Yardımcısından (Beşir Atalay) yazılı soru önergesi (7/1998) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

22.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bekir Bozdağ) yazılı soru önergesi (7/1999) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

23.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker’in, Diyanet İşleri Başkanlığının Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde istihdam edeceği din adamlarına ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bekir Bozdağ) yazılı soru önergesi (7/2000) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

24.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik Çirkin’in, imam-hatip ve müezzinlerin cami ve çevresinin bakım ve temizliği görevini üstlenmelerine ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bekir Bozdağ) yazılı soru önergesi (7/2001) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

25.- Adana Milletvekili Ali Demirçalı’nın, iç ve dış borca ilişkin Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/2002) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

26.- Adana Milletvekili Ali Demirçalı’nın, bankalara olan borçlara ilişkin Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/2003) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

27.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/2004) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

28.- Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker’in, Bozüyük Toprak AŞ fabrikalarının kapanmasıyla yaşanan mağduriyete ve Bilecik’in seramik ve mermer sanayindeki potansiyeline ilişkin Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/2005) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

29.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, faaliyetteki TMSF’ye devredilen bankalara ilişkin Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/2006) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

30.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2007) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

31.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in, tutuklu ve hükümlülerin ikametgâhlarından uzak cezaevlerine yerleştirilmelerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2008) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

32.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, karşılıksız çek suçundan ceza alanlardan taahhütlerini yerine getirmeyenlerin mağduriyetine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2009) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

33.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, karşılıksız çek suçu nedeniyle açılan davalara ve verilen cezalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2010) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

34.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Hrant Dink cinayetinde bazı MİT görevlilerinin ihmali bulunduğu iddialarına ilşikin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2011) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

35.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, karşılıksız çek suçu nedeniyle açılan davalara ve yaşanan mağduriyetlere ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2012) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

36.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2013) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

37.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Bakanlığın bütçesine, gelirlerine ve bunların kullanımına ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2014) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

38.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, İzmir-Karabağlar Polis Karakolunda bir kadına şiddet uygulanmasına ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2015) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

39.- Adana Milletvekili Ali Demirçalı’nın, SGK’ya aktarılan bütçeye ve denetimine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2016) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

40.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2017) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

41.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Emet Bor İşletme Müdürlüğünde alt işverenlik uygulamasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2018) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

42.- Elazığ Milletvekili Enver Erdem’in, Elazığ’da işsizliğin önlenmesi için alınan önlemlere ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2019) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

43.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, SGK çalışanlarının sorunlarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2020) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

44.- Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, 4/C’li personelin mağduriyetine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2021) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

45.- Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, SGK’lıların geriye dönük prim borçlarını ödeyebilmeleri hususunda yapılacak çalışmaya ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2022) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

46.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, 4/C’li personelin mağduriyetine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2023) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

47.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, taşeron işçilere ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2024) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

48.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, sağlık harcamalarındaki istismar ve israf ile ilgili bir açıklamasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2025) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

49.- İstanbul Milletvekili Sedef Küçük’ün, kamuda ve özel sektörde cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik çalışmalara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2026) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

50.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke geneline olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2027) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

51.- İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan’ın, yeni Van’ın kurulacağı bölgeye ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2028) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

52.- Elazığ Milletvekili Enver Erdem’in, 2010’da Elazığ’da meydana gelen deprem sonrasında bazı köylerin etkililik oluruna dâhil edilmesine ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2029) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

53.- Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz’ın, 2002-2011 yıllarında sözde Ermeni soykırımı konusunu parlamentolarının gündemlerine alan ülkelere ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2030) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

54.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Fransa Parlamentosundaki sözde Ermeni Soykırımı ile ilgili yasa tasarısına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2031) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

55.- Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz’ın, Emniyet Genel Müdürlüğü ve MİT’le bağlantılı kırk iki kişinin Suriye’de yakalandığı iddiasına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2032) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

56.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Fransa Parlamentosundaki sözde Ermeni Soykırımı ile ilgili yasa tasarısına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2033) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

57.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2034) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

58.- Elazığ Milletvekili Enver Erdem’in, Elazığ’daki doğal gaz çalışmalarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2035) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

59.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, Akkuyu Nükleer Güç Santraline ve olası zararlarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2036) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

60.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Gençlik ve Spor Bakanından yazılı soru önergesi (7/2037) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

61.- Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker’in, Bilecik’te yapılan ve yapılacak yatırım ve projelere ilişkin Gençlik ve Spor Bakanından yazılı soru önergesi (7/2038) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

62.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2039) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

63.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik Çirkin’in, hastalık tehlikesi taşıyan ithal hayvanlara ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2040) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

64.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, hastalık tehlikesi taşıyan ithal hayvanlara ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2041) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

65.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Gümrük ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/2042) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

66.- Ankara Milletvekili Sinan Aydın Aygün’ün, oda ve borsalar ile TOBB’un organları için yapılacak seçimlere ilişkin Gümrük ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/2043) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

67.- Elazığ Milletvekili Enver Erdem’in, Elazığ’ın ihracatının azalmasının sebeplerine ilişkin Gümrük ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/2044) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

68.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2045) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

69.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın, Ankara Büyükşehir Belediyesine bağlı kuruluşlara ve bunların faaliyetlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2046) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

70.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Ankara’nın şehirler arası ana giriş çıkış güzergâhlarına yolcu indirme ve bindirme terminalleri yapılmasıyla ilgili çalışmalara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2047) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

71.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Gökkuşağı Rekreasyon Alanı Projesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2048) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

72.- Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Van’daki depremden etkilenen kamu görevlilerinin sorunlarının giderilmesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2049) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

73.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, İzmir-Karabağlar Polis Karakolunda bir kadına şiddet uygulanmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2050) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

74.- Kırklareli Milletvekili Mehmet Siyam Kesimoğlu’nun, TBMM görüşmelerinde teröristleri gerilla olarak nitelendirdiği bir açıklamasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2051) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

75.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/2052) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

76.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, memur ve uzman kadrolarına atanan arkeolog ve sanat tarihçilerinin özlük haklarına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/2053) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

77.- Adana Milletvekili Ali Demirçalı’nın, 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesindeki faiz ödeme miktarına ve SGK’nın bütçesindeki değişikliğe ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2054) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

78.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2055) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

79.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya Belediyesine tahsis edilen bazı taşınmazların kullanımına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2056) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

80.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, özelleştirilmesinden bugüne Kütahya Şeker Fabrikası AŞ’nin ödediği vergi ile vergi borcu ve cezalara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2057) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

81.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, yurt dışı çıkış yasağı kaldırılan mükelleflere ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2058) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

82.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, vergi dairesi müdürlerinin mağduriyetlerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2059) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

83.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel’in, Bakanlık Taşra Teşkilatında görev yapan defterdarlık uzmanlarının maaşlarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2060) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

84.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel’in, Bakanlık Merkez ve Taşra teşkilatlarında çalışanlar arasındaki ücret farklılığına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2061) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

85.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel’in, Bakanlık Merkez ve Taşra teşkilatlarında çalışan uzmanlar arasındaki maaş farklılıklarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2062) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

86.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2063) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

87.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, Devlet okullarında bedelsiz yemek hizmeti verilmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2064) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

88.- Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker’in, Bilecik’teki bazı eğitim kurumlarındaki eksikliklere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2065) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

89.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Okul Hayattır (Okulda Hayat Var) Projesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2066) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

90.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, öğretmen atamalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2067) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

91.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, özür grubu atamalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2068) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

92.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafet kurallarına aykırı hareket eden öğrenciler hakkında tutanak tutan akademisyenlerle ilgili  soruşturmalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2069) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

93.- İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan’ın, 1999’da Düzce’de meydana gelen depremde hasar gören okul binaları ile ilgili çalışmalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2070) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

94.- İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan’ın, Kartal’daki bir ilköğretim okulu binasındaki güçlendirme çalışmalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2071) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

95.- Bursa Milletvekili Sena Kaleli’nin, Bursa ve çevresindeki okullarda olası bir depreme karşı alınan önlemlere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2072) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

96.- İzmir Milletvekili Oğuz Oyan’ın, görülmekte olan bir davanın iddianamesinde milletvekillerinin yazılı ve sözlü açıklamalarının suç delilleri arasında yer almasına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından  yazılı soru önergesi (7/2073) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/12/2011)

97.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın, ilköğretim ve ortaöğretim öğrencilerine yönelik 100 Temel Eser uygulamasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2074) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

98.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz’ün, okul aile birliklerine aktarılması gereken bir kaynak ile İstanbul Bahçelievler İlçe Müdürlüğüne makam aracı alındığı iddialarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2075) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

99.- İzmir Milletvekili Musa Çam’ın, okul içi beden eğitimi, spor ve izcilik faaliyetlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2076) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

100.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2077) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

101.- İstanbul Milletvekili Osman Oktay Ekşi’nin, TSK’nın kimyasal biyolojik nükleer korumalı kıyafet üretim ihalesine ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2078) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

102.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Orman ve Su İşleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2079) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

103.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, Artvin-Şavşat’taki tarihî Berta Köprüsünün korunmasına ilişkin Orman ve Su İşleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2080) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

104.- İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan’ın, baraj ve hidroelektrik santrallerinde depremle ilgili yapılan çalışmalara ilişkin Orman ve Su İşleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2081) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

105.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2082) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

106.- Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, İzmir-Karabağlar Polis Karakolunda bir kadına şiddet uygulanmasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2083) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

107.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel’in, obezite ile mücadelede ayran tüketiminin özendirilmesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2084) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

108.- Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker’in, Bilecik’teki sağlık hizmetlerinin yeterliliğine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2085) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

109.- Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu’nun, tedavi amaçlı Türkiye’ye gelen Libyalılara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2086) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

110.- Bursa Milletvekili Sena Kaleli’nin, Bursa ve çevresindeki hastanelerin depreme dayanıklı hâle getirilmesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2087) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

111.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/2088) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

112.- Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker’in, Yüksek Hızlı Tren Projesiyle ilgili Bilecik’te yapılan çalışmalara ve yapımı devam eden yol çalışmalarının tamamlanmasına ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/2089) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

113.- Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Muğla’da yol ve kavşak yapımına yönelik çalışmalara ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/2090) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

114.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, Türk Tabipler Birliği Kanununun 1 inci maddesinden “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak” ibaresinin çıkarılmasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2091) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2011)

115.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, Ardanuç-Yalnızçam-Ardahan yolu çalışmalarına ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/2092) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/12/2011)

116.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Kalkınma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2093) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

117.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Ekonomi Bakanından yazılı soru önergesi (7/2094) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

118.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin Avrupa Birliği Bakanından yazılı soru önergesi (7/2095) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/12/2011)

Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergesi

1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, kan şekeri ölçüm cihazlarının büyük oranda hatalı çıktığı iddialarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/542)

 

 

 

21 Aralık 2011 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Cemil ÇİÇEK

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Tanju ÖZCAN (Bolu)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 44’üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır.

III.-  OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in, 1915 yılında yaşanan olayları daha önce “soykırım” olarak tanımlayıp aksini iddia edenlerin cezalandırılmasını öngören kanun teklifine ilişkin Fransa Ulusal Meclisinde 22/12/2011 tarihinde oylama yapılacağına, konuyu gündeme taşıyarak tarihî bir sorunu iç politikaya alet etmelerine, konunun siyasetçilerin değil tarihçilerin araştırması gereken bir konu olduğuna ilişkin  konuşması

BAŞKAN – Gündeme geçmezden önce, bir hususu, önemi sebebiyle ve zamanlaması itibarıyla bir defa daha burada, sizlerin huzurunda dile getirmek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, 1915 yılında yaşanan olayları daha önce “soykırım” olarak tanımlayıp aksini iddia edenlerin cezalandırılmasını öngören kanun teklifine ilişkin Fransa Ulusal Meclisinde yarın oylama yapılacaktır. Geçmişte barış içerisinde yaşadığımız Ermeni vatandaşlarımızı tahrik ederek her iki taraf açısından istenmeyen olayların vuku bulmasına sebep olanlar, bugün de sadece oy hesabıyla ve bezirgânca bir yaklaşımla konuyu gündeme taşıyarak tarihî bir sorunu iç politikaya alet etmektedirler. Konu, siyasetçilerin değil, tarihçilerin araştırması gereken bir konudur. Bunu defaatle ifade ettik.

Yarın Fransa Ulusal Meclisinde yapılacak oylamanın olası sonuçlarına ilişkin hassasiyetimizi çeşitli vesilelerle dile getirdik. Fransa Ulusal Meclis Başkanına mektup gönderdim. Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir heyetimiz ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri, Fransız kamuoyuna ve politikacılarına konunun iki ülke ilişkilerinde yol açacağı kalıcı tahribatı anlatıyorlar. Dünkü birleşimde Başkanlık tarafından Genel Kurul kürsüsünden gerekli uyarı Meclisimiz adına bir defa daha yapıldı, ben de aynen katılıyorum, bugün de aynı uyarıyı yapmayı tarihî bir görev olarak kabul ediyorum. Teklifin seçimler öncesinde gündeme getirilmiş olması bile başlı başına bazı Fransız politikacıların bu konuya nasıl yaklaştığını göstermektedir.

Milletvekillerinin ve parlamentoların görevi ülke ve dünya barışına hizmet etmektir. Politikacı oya muhtaçtır, ancak sağduyulu politikacılar ülkelerinin ve vatandaşlarının geleceğini ipotek altına alacak kararlardan kaçınmalıdırlar. Teklifin kabul edilmesi Türkiye-Fransa ilişkilerinde telafisi mümkün olmayan, tamir edilemeyecek ölçülerde büyük bir hasara yol açacaktır. Umarım yarınki oylamada sağduyu öne çıkar ve Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine her fırsatta karşı çıkan Fransız politikacıların her iki ülke vatandaşları arasında kalıcı bir tahribata yol açacak hataya düşmelerinin önüne geçilmiş olur.

Değerli milletvekilleri, şimdi gündeme geçiyoruz.

Programa göre 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki son görüşmelere başlıyoruz.

IV.-  KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (x)

2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların  Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve  Bütçe Komisyonu  Raporu (1/278, 3/538)  (S. Sayısı: 88) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulun 6/12/2011 tarihli 29’uncu Bileşiminde alınan karar gereğince, bütçe görüşmelerinin sonunda gruplara ve Hükûmete birer saat süreyle söz verilmesi -bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilecektir- İç Tüzük’ün 86’ncı maddesine göre yapılacak lehte ve aleyhteki kişisel konuşmaların ise onar dakika olması kararlaştırılmıştı.

Şimdi grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini bilgilerinize sunuyorum: Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına: Sakarya Milletvekili Sayın Münir Kutluata, Mersin Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Şandır.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına: İstanbul Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Akif Hamzaçebi, Tekirdağ Milletvekili Sayın Faik Öztrak.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına: Diyarbakır Milletvekili Sayın Nursel Aydoğan ile Iğdır Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Pervin Buldan.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına: Giresun Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Nurettin Canikli.

Şahısları adına: Lehinde, İzmir Milletvekili Sayın Mehmet Saim Tekelioğlu; aleyhinde, Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce.

Şimdi ilk söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Münir Kutluata’da. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Kutluata.

Süreniz yarım saat Sayın Kutluata.

MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 2012 yılı bütçesi üzerinde son görüşmelerde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızdayım.

Değerli milletvekilleri, bütçeler, ait oldukları yılda ülke ekonomisinin ne durumda olduğunu gösterdikleri kadar, daha önceki uygulamaların ülkeyi nereye getirdiğinin de önemli belgeleridir. Bu görüşmelerde, sadece bu bütçenin durumunu değil, ülke ekonomisinin ne durumda olduğunu da görüşüyoruz. Bu nedenle, sözlerimin başında bir kıyaslama ile dikkatlerinizi konunun özüne çekmek istiyorum. Dokuz yılı aşkın bir süre iktidarda kalmış olan Adalet ve Kalkınma Partisi, seksen sekiz yıllık cumhuriyet tarihimizin yüzde 10,5’ine hükmetmiştir. Bu, uzun bir süredir, tek başına büyük bir Meclis çoğunluğuyla yürütülmüş bir iktidardır. Bu dönemin sonunda Türkiye’nin nerede olduğunu gerçek göstergelerle ifade edersek, dokuz yıllık değerlendirmeyi de, bundan sonraki bütçelerden ne beklendiğini de aşağı yukarı ortaya koyma şansımız olur. Bu dönemin sonunda, elimizde 2010 yılının net rakamları var, 2002 ile 2010 yılının sonuna kadar Türkiye’deki ekonomik gelişme, kişi başına millî gelirin net olarak yüzde 31 artışından ibarettir. Yani bu dönemde, 2002 yılında 4.225 dolar olan kişi başı millî gelir iktidar tarafından 5.570 dolara çıkarılmıştır. Bu, Devlet Planlama Teşkilatının, Kalkınma Bakanlığının kaynaklarında 2012 programının on altıncı sayfasından alınmış bir bilgidir.

Eğer daha önceki iktidarlar da AKP gibi bir performans gösterselerdi, her sekiz yılda Türkiye yüzde 31 gelişme kaydetseydi, kişisel zenginleşme ve fert başına millî gelir açısından bu süre içinde gelinen nokta, 1923 yılında 45 dolarlık fert başına geliri esas alırsanız, 2002 yılında AKP İktidarı sadece 530 dolarlık bir millî gelir seviyesi devralmış olurdu kişi başına. Hâlbuki…

BAŞKAN – Sayın Kutluata, bir dakikanızı rica edeceğim.

Değerli milletvekilleri, bütçe müzakereleri bizim Parlamento kültürümüzde önemli bir yer tutar. Şahsi talebi olan milletvekillerimizin lütfen kendi yerlerine oturmaları ve bakan arkadaşlarımızı meşgul etmemelerini… Hassaten uğultuya ve konuşulanı anlamaya engel teşkil edecek hususlardan hepimizin sakınması gerekmektedir. (CHP, MHP ve BDP sıralarından alkışlar) Birbirimizin hem hukukuna hem de sözlerine saygı duyarak bu müzakereleri götürelim.

Buyurun Sayın Kutluata.

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) – Adalet ve Kalkınma Partisi, 4.225 dolar kişi başı reel millî gelir değil, 535 dolarlık bir Türkiye devralmış olurdu 2002’de. Demek ki hem önceki performanslarının yüksek olduğunu söylüyoruz hem de bu dönemin iyi değerlendirilmediğini ifade etmiş oluyoruz. Bu İktidar dönemi geçen süreyi dikkate alırsanız,1929 buhranı, İkinci Dünya Savaşı, ihtilaller, her türlü yokluklara rağmen Türkiye ekonomisi çok daha hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Diğer taraftan, başka göstergelere baktığınız zaman da aynı şeyi görüyorsunuz; kişi başı gelişmişlik endeksinde 92’nci sırada olduğumuzu, yirmi beş yaşındaki nüfusunuzun aldığı eğitim bakımından 126’ncı sırada olduğunuzu görüyorsunuz ki bunun dokuz yılı bu İktidar döneminde geçmiştir. O hâlde Türkiye'nin genel göstergelerine baktığımız zaman ortada bugün söylendiği gibi, yetkililerin, sorumluların söylediği gibi bir tablo olmadığını görüyoruz ama bu gerçek tablolar ortaya koyuldukça bir temel göstergeler savunmasıyla karşılaşıyoruz. Deniliyor ki: “Hangi gerekçeyi gösterirseniz gösterin, hangi realiteyi önümüze koyarsanız koyun Türkiye'nin temel göstergeleri sağlamdır.” O bakımdan, sizlere bu sağlam denilen temel göstergelerin nereye oturduğunu ve ne kadar güvenilir olduğunu da ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, sağlam denilen bu göstergeler, büyüme oranı, istihdam oranı, enflasyon oranı, bütçe denkliği, tasarruf oranı ve borçların yapısı ve seyri gibi hususlardır. Şimdi, bütün bu göstergelerin çok büyük bir cari açık üzerine dayandığını görür ve bilir, buna göre irdelerseniz ortadaki size bugün veya dün sağlam görünen göstergelerin birdenbire nasıl değiştiğini görürsünüz bugün olduğu gibi. Dün söylediği kadar bugün, iktidar, bu göstergelere güvendiğini ifade edemiyor. Bunlardan birincisi büyüme oranıdır. Büyüme dediğimiz zaman üç büyüklüğün bir arada gözlenmesi gerekiyor. Bunlardan bir tanesi zaten tüketim oluyor ve büyüme başlıyor. Tüketim olduğu zaman yatırım icap ediyor, üretimin artması gerekiyor. Tüketimi artırıp yatırımı yapmadığınız, üretimi artırmadığınız zaman karşıladığınız tüketim başka ülkelerin üretimiyle gerçekleşen tüketimdir. Dolayısıyla, büyümeniz var, üretim artışınız yok.

Üçüncü düzelme ve gelişme: İthalat ve ihracat arasındaki farkın ihracat lehine artmasıdır. Kendiniz üretmediğiniz takdirde bu sefer ihracatınız azalmakta, nispi olarak düşmekte ve ithalat artmakta, dolayısıyla, buradaki büyüklük de aleyhinize işlemektedir. O bakımdan, bu tür büyümeye “kalitesi bozuk büyüme” deniyor ve Türkiye’de yaşananın da bu olduğu herkes tarafından biliniyor.

Özet olarak, her zaman ifade edilen husus şudur: İthalatla ekonomi yürütülüyor, başkasının parasıyla ithalat yapılıyor ve parası olmayan tüketici kesimler de borçlandırılmak suretiyle bu ithalat sağlanıyor. Yani başkasının parasıyla yapılan ithalat, borçlandırılarak yapılan tüketim ve bu işi seyrederek vergi alan bir hükûmetle karşı karşıyayız. Ekonominin çarklarının özeti netice itibarıyla bu olmaktadır.

Burada önemli bir örnek vermek istiyorum: Bu yapı bizi devamlı daha verimsiz bir dış ticaret yapısına götürüyor. Bu yapı bizi devamlı bozulan bir üretim yapısına, üretimdeki yapısal bozulmaya götürüyor. Bu sürecin sonunda verimsiz ihracat ortaya çıkıyor. Bir örnek vermek gerekirse, 2002 yılında ihracatımızın içinde yüzde 4,7 olan yüksek teknolojiye dayalı ürünlerin payının 2010 yılında 2,2’ye, 2011 yılında da 1,9’a düştüğünü görüyoruz. Dolayısıyla, her zaman daha aleyhe işleyen bir dış ticaret yapısı, her zaman katma değeri düşen bir ihracat yapısıyla karşı karşıya kalıyoruz.

Bir başka nokta değerli milletvekilleri, istihdam konusu. İstihdamın her yıl dalgalanan büyüme rakamlarıyla artıyor görünmesi Türkiye’de istihdamın rakamlar üzerindeki görüntüsünü değiştiriyor olabilir ama istihdamın kalitesini artırmıyor. İstihdamın kalitesinin artması, işe giren insanların işlerinden memnun olması ve işlerini garanti görebilmeleridir. Bu açıdan baktığımız zaman, sağlanmış görünen istihdam dalgalı bir istihdam olmakta, bir yıldan öbür yıla istihdamın kalitesi devamlı bozulmaktadır. Bunun en önemli örneğini 2008-2009 krizinde gördük; 1 milyon 300 bin insanımız işsiz kaldı, bunların 870 bini tezgâh başından, sanayideki üretim yapısından koparak işsizler ordusuna katıldı. Ondan sonraki yıllarda “Düzeldi, sayısı arttı.” dediğimiz istihdam inşaat sektöründeydi, hizmetler sektöründeydi, büyük oranda tarım sektöründeydi. Dolayısıyla, bunlar, istihdamdaki kalitenin bozulmasının alametleridir, rakamlardaki düzelme meseleyi halletmiyor.

Buna bir başka örnek vermek isterim: 2009-2010 yılında, Ankara’da Tekel işçilerinin direnişi sırasında,  Tekel işçilerine yapılanların hepsi bir tarafa, bunlardan daha vahim birtakım ifadeler kullanılmıştı. Denilmişti ki işçilere: “Sizin razı olmadığınız ücretlerden, dışarıda, çok daha düşüğüne çalışmak isteyen çok sayıda insan var; onun için nazlanacak hâliniz yok.” İşte, istihdam kalitesinin bozulması bu demektir değerli milletvekilleri.

Toplumun mutlu ve itibarlı bir üyesi olarak, anayasal hak olan çalışma hakkına kavuşmak yerine, ölmeyecek kadar gelirlerle çalışmaya razı olma konusu; bu konunun her türlü siyasi tartışmanın üzerinde tutulması gerektiğini düşünüyoruz.

İşe giren bir genç “İş sahibi oldum.” deyip, evini tutup, düzenini kurabiliyor ve yarınına güvenle bakabiliyorsa işsizlik oranı düşüyor demektir; durum böyleyse Hükûmet haklıdır. Yok, işi itibarıyla diken üstünde oturuyor, geliri itibarıyla muhtaç durumdaysa, işten çıkarılması an meselesiyse o zaman bizim söylediklerimize kulak verilmesi gerekir diye düşünüyorum.

Bu “Düzgündür.” diyerek ifade edilen göstergelerden bir tanesi de enflasyon konusu değerli milletvekilleri. Enflasyon konusunda çok özet olarak üç noktaya temas etmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi, enflasyonun “düşük” denildiği dönemde yani bu İktidarın yönetiminde, Türkiye’de enflasyon oranları hiçbir zaman Hükûmetin ilan ettiği ve tahmin ettiği oranlar olarak gerçekleşmemiştir. “Yüzde 4” denilmiş, 9 gerçekleşmiş; “5” denilmiş, iki haneli rakamlara çıkmış yani birçok yıl yüzde 100’ün üzerinde şaşmalar ortaya gelmiş ve yüksek enflasyon dönemlerinde olduğu gibi, enflasyon psikolojisi dar gelirli insanların aleyhine işlemiştir.

Zam yapabilecek olan, fiyat dikte edebilecek olan fiyatını yapar, zammını koyar, gerçek enflasyon oranlarının üzerinden hareket ederken talep gücü zayıf olan, ürettiği ürüne fiyat koymakta tedirginlik içinde bulunan küçük işletmeler dâhil olmak üzere herkesin aleyhine işleyen bir enflasyon süreci yaşanmıştır.

Bir başka nokta, enflasyondaki düşme bir başarı olarak takdim edilerek bunun düşük dövizle sağlanan, ucuz ithalatla sağlanan bir gelişme olduğu göz ardı edilmiş ve bununla iftihar edilmeye çalışılmıştır.

Şimdi, enflasyon başkaldırınca “Enflasyon canavarını hallettik.” edasıyla sergilenen şövalye tavırlarının, “Enflasyon hortlamak üzeredir.” diye yine aynı terminolojiden birtakım sevimsiz ifadelerle itiraf edilmeye çalışıldığını görüyoruz.

Dolayısıyla, enflasyonun geldiği yer çok önemlidir. İktidarın bunu gözden kaçırmaması lazımdır. Enflasyonun geldiği yer, maliyetli üretim yapısı ve yetersiz üretim yapısıdır. Bunları düzeltmeden, düşen enflasyonun sizin elinizden düşmediğini, hangi sebepten düştüyse yine o sebepten yükseleceğini bilmeniz gerekir.

Bir başka nokta, enflasyonla ilgili söylenmesi gereken üçüncü husus, Merkez Bankası enflasyonun en büyük problem olduğunu ifade etmeye başlamıştır. Hükûmet: “Enflasyon ciddi tehlike hâline geliyor.” demeye başlamıştır. İş çevreleri zaten işin farkındadır. Dar gelirli başından beri, düşük olduğu söylendiği dönemden beri de bu sıkıntıyı yaşamaktadır. Gözler Merkez Bankasına, tenkitler Merkez Bankasına çevrilmiştir ama görüyoruz ki iktidar, enflasyonun düşürülmesi konusunda kendine düşenleri yapmamak suretiyle, üretimdeki yapısal bozuklukları âdeta teşvik etmek suretiyle Merkez Bankasını bu noktada yalnız bırakmaktadır.

Bir başka husus, göstergelerimizle ilgili, borçlar meselesi değerli milletvekilleri. Borçlarla ilgili devamlı söyledik: Borçlarda azalma yok artış var. İç borçlar yüzde 149 oranında, 2,5 katı oranında artmış. Kamu borçları yüzde 25 oranında artmış. Diğer taraftan Türkiye ekonomisi üreticisiyle, tüketicisiyle muazzam bir borç yapısının altında. Böyle bir ortamda Türkiye’de borçlar üzerinden iyi ekonomik görüntü verildiğini söylemenin sadece bir savunma ihtiyacından ibaret olduğunu söylemek zorundayız. Bakınız, tüketici borçları, hane halkı borçları 2002’de 6,7 milyar lira iken bugün 236 milyar liraya çıkmıştır. 6 milyar lira… 236 milyar lira… “Bu önemli olmaz, gelirine oranı…” derseniz, harcanabilir gelire oranı yüzde 4 iken yüzde 45’e çıkmıştır, 11 katının üzerine çıkmıştır. Tüketicinin tüketim takatinin bittiği, yarınki gelirlerinin bugünden tüketime harcatıldığı bir ortamda ekonominin geleceğiyle ilgili herkesin endişe duyması son derece tabiidir. Tasarruf oranlarının yüzde 12’ye düştüğünden bahisle cari açığın gerekçesi olarak tasarruf oranlarının gösterilmesi gibi bir yanlış izahla da karşı karşıyayız. Bu tavır cari açığın devamlı artacağının en önemli işaretidir. Cari açık düşük tasarruf oranının sonucu olmaktan önce düşük tasarruf oranları cari açığın sonucudur. Cari açıkla yaptığınız  ithalatla yere serdiğiniz üretimde faktör gelirleri elde edemeyen ekonomik kesimler, ücret elde edemeyen işçi kesimi, kâr elde edemeyen iş âlemi, kira gelirleri düşen gayrimenkul sahipleri, sermaye gelirleri azalan diğer kesimlerin tasarruf etmeleri kolay değildir. Dolayısıyla, bu yapısal bozukluğun nereden geldiğine bakmadan bunu cari açığın kaynağı yapmak doğru değildir diye düşünüyoruz.

Son olarak, cari açığın doğrudan doğruya kendisiyle ilgili bazı ifadelere dikkatinizi çekmek istiyorum. Türkiye’nin bu kadar büyük sıkıntıya sokulduğunu söylediğimiz her noktada cari açıkla ilgili bir söylemle karşılaştık. İktidar mensupları dediler ki: “Cari açık karşılanabildiği sürece mesele yoktur.” Esasen, bu tam bir mirasyedi tavrıdır. “Cari açık karşılanabildiği sürece sorun yok.” derseniz, cari açıkla yapılan tahribatları görmez olursunuz.

Bir başka kesim, daha bilgiç bir kesim ortaya çıktı. “Cari açığın finansman kalitesi önemlidir.” dendi ve sonuç itibarıyla Türkiye’de cari açık 80 milyar dolara dayandı. 80 milyar dolara dayanan cari açığın yüzde 20’sine yakın kısmını, 16 milyar dolar gibi sarsıcı bir kısmını bu ekonomi “net hata noksan” denen, “nereden geldiği belli olmayan” diye tanımlanan bir kaynaktan karşılıyor.

Değerli milletvekilleri, yönetim nereden geldiğini bilmiyor olabilir diyelim. Peki, bunların nereye geldiğini de mi bilmiyor? Hangi alanlara geldiğini de mi bilmiyor? Dolayısıyla cari açığın bu yoldan karşılanması, sıcak parayla karşılanması, isterse doğrudan sermaye girişiyle karşılansın, mevcut işletmelerimizin satın alınması şeklindeki uygulamalarla karşılanması millî gelirdeki adaletsizliği ve millî gelirin göründüğü kadar vatandaşın refahına yansımıyor olmasını açıklıyor.

Dikkat ederseniz bu yabancılaşmaların sonunda gelinen noktada Türkiye’de birtakım rakamlar yüksek gösterilmekle gayrisafi yurt içi hasılanın gayrisafi millî hasılaya dönüşme oranının zaman içinde düştüğü ve gayrisafi yurt içi hasıla üzerinden hesap edilen millî gelirlerin gerçeği ifade etmediği ortaya çıkıyor. O yüzdendir ki Hükûmet “Biz kişi başına geliri 10 bin doların üzerine çıkardık.” dedikçe, vatandaşlarımız “Nerede benim 10 bin dolarım?” demektedirler.

Türkiye ekonomisi bütün bu göstergelerle birtakım açıklamalar ışığı altında değerlendirilebilir ama gözle görülür çok büyük bir sıkıntı konusu vardır. Bu da Türkiye’de ekonomideki strestir, iş dünyasının huzursuzluğudur.

Türkiye’de iş çevreleri huzursuzdur çünkü üretim yapısının nasıl bozulduğunu görmektedir. İş çevreleri, Merkez Bankasının açıklamalarına bakmakta ve telaşı görmektedir. İş çevreleri, Hükûmetin açıklamalarına bakmakta ve telaşı görmektedir. Hükûmetin cari açığı düşürmek amacıyla attığı adımın dövizde ortaya çıkardığı fırlama durdurulamamış, yükselme durdurulamamış ve şu anda herkes olayı sıkıntıyla izlemekte ve Merkez Bankasının rezervleri her müdahalede önemli bir oranda azalmaktadır. Bu bakımdan, Türkiye ekonomisinin bu stresinin değerlendirilmesi konusunda Hükûmetin atacağı birtakım adımlar vardır. Bunları gecikmeden atmasını ve bu konuda düzenlemeleri yapmasını bekliyoruz.

Bakın, 2008-2009 krizinin, bu güvensizliğin ortaya çıkmasında bu krizin zihinlerde yarattığı travmanın büyük etkisi vardır. O tarihte tedbir almak yerine göz göre göre krizi hazırlıksız karşılayan bir iktidarın o dönemde iş çevresine güven vermemiş olmasının bugünlerde büyük etkisi vardır. Söz buraya gelmişken, bu noktada, Milliyetçi Hareket Partisinin, 2009 yılı krizi yaşanırken tedbir almayan Hükûmete rağmen, 2008 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman Küresel Krizi İzleme ve Değerlendirme Komisyonu kurduğunu ve bu komisyonun değerli uzman milletvekillerinin muntazam bir çalışma sürecinde, belirli periyotlarla hem kamuoyuna hem iş çevrelerine hem Hükûmete yapılması gerekenleri söylediğini ve bu anlamda tavsiyelerde bulunduğunu ve üzerine düşeni yaptığını hatırlatmak istiyorum. Gerçekten, bu tarihte, 22 Ekim 2008, 5 Kasım 2008, 19 Kasım 2008, 8 Ocak 2009, 20 Şubat 2009, 17 Nisan 2009 ve 10 Haziran 2009 tarihlerinde kamuoyuna bu endişeler, Hükûmete bu tavsiyeler ve iş çevrelerine bazı öngörüler duyurulmuş ve görev yapılmıştır. Ancak, hatırlanacağı üzere o tarihte, Hükûmetin, bu sıklıkta ve bu hassasiyette iş çevrelerinin ve kamuoyunun önünü görmesini sağlayacak çalışmalara ve açıklamalara girmediğini hepimiz hatırlıyoruz. O bakımdan, bu noktada, hem orta vadeli program dediğimiz programın hiçbir öngörüsünün hiçbir yıl tutmamış olması ve geçmişin böyle değerlendirilmiş olması, öbür taraftan yarına yönelik, 2012’ye yönelik tehlike çanları çalarken Hükûmetin hâlâ Avrupa’nın durumuna hayıflanmakla yetiniyor olması kamuoyunda bu stresi yaratıyor, güçlendiriyor.

Değerli milletvekilleri, bütçe değerlendirmeleri konusunda, bütçe denkliği çok önemli bir kriterdir. Bu Hükûmetin de sık sık bütçe denkliği konusuna temas ettiği ve bunun üzerinde durduğunu görüyoruz. O bakımdan önce bütçeyi bu bütçe denkliği açısından değerlendirmekte yarar var diye düşünüyorum.

Bütçe denkliği bizde eğer yaygınlaşmış ve zenginleşmiş bir tabandan alınan vergilerden oluşuyorsa o bütçe zenginlik getirir. Bütçe denkliğini her hâlükârda sağlayabilirsiniz, ne pahasına olursa olsun fakirden vergiyi alır, bütçe denkliğini sağlarsınız ama burada fakirleştiren bütçe ortaya çıkar. Bu noktada, iktidarın yüzde 70’e ulaşmış vasıtalı vergiler yoluyla sağladığı bütçe denkliğinin esasen zenginleştiren mi yoksa fakirleştiren mi bir bütçe uygulaması olduğunu dikkatlere sunmak istiyorum.

Bir başka nokta: Bütçe denkliğinde arızi gelirlere sık başvuruluyor. Bunlardan bir tanesi özelleştirmenin özellikle yabancılara satış şeklinde gerçekleştirilmesi ve buralardan sağlanan gelirle bütçe denkliğidir. Bu yarın için millî gelirin önemli payının dışarıya akması şeklinde olacağı için bu tür bütçe denkliğinin sağlıklı bir yol olmadığını biliyoruz. Bir başka yol, “borçların yapılandırılması” dediğimiz arızi denemedir. Borçların yapılandırılmasına 2009 krizi sırasında ihtiyaç vardı ki küçük işletmelerimiz üretim alanından çekilmesin, esnafımız yerle bir olmasın. O zaman yapılmayıp da bunun seçim döneminde yapılmış olması sadece bütçeye gelir maksadıyla yapılmış olduğunu gösteriyor, bu bakımdan da arızidir. Bedelli askerlik, 2/B uygulaması vesaire, bunları alt alta koyabilirsiniz, bunlar arızi bütçe tedbirleridir ve sağlıklı değildir. Buna dayanan tedbirlerin bir şey ifade etmediğini, geçici olduğunu, sağlıklı bir ekonomi anlamına gelmediğini ifade etmek istiyorum. Bu tür uygulamalara uzmanlar “şapkadan tavşan çıkarma” diyorlar yani bu tedbirlerin köklü ve asıl, esas tedbirler olmadığını ifade etmeye çalışıyorlar.

Değerli milletvekilleri, üçüncü nokta bütçe denkliği konusunda söylenecek olan, cari açıkla sağlanan bir bütçe denkliği veya yüksek cari açığın Türkiye ekonomisine muazzam zararlar verirken, öbür taraftan bütçeye bazı gelirler sağlıyor olması. Nitekim, ithalde alınan KDV’nin 53,9 milyar Türk lirası öngörüldüğünü görüyoruz 2012 bütçesinde. Vergi gelirleri bile 53,8 milyar Türk lirası, yani daha fazla. Dolayısıyla, bütçenin bu anlamda yine sağlıklı bir yolla denkleştirilmediğini görüyoruz. “İkiz açık” diye bilinen cari açık ve bütçe açığının, dış açık ve iç açık şeklindeki açığın, Türkiye’de cari açığın dayanılmaz boyutlara çıkarken iç açığın nispeten düşürülüyor olması, esasen bizde, bütçe açığının cari açığın içine gizlendiği gerçeğini ortaya koymaktadır. Çünkü bütçe açığının düşüklüğü dev bir cari açıkla önümüzdedir. Bu açığı diğer büyük rakamın içinde aramak gerekir diye düşünürüz.

2009 yılı bütçesi 2008 yılı sonunda görüşülürken 10 milyar liralık bir bütçe açığı öngörülmüştü. Bunun olmayacağını, kriz içinde olduğumuzu ve tedbir alınması gerektiğini, “Fakiri kendi hâliyle baş başa bırakmayın.” demiş idik iktidara. Bu tedbirler alınmadı, 10 milyar liralık bütçe açığı öngörüldü, 52 milyar liralık açık gerçekleşti. Şimdi 2012 yılının arifesinde “Bütçe açığı 21 milyardadır.” denilmesiyle ve bu konuda buradan birtakım övünç payları çıkarılması ile endişemizin gitmediğini, 2009 bütçesini hatırlatma gereği olduğunu ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, gerçekten bütçenin değerlendirileceği çok nokta var ama zamanım çerçevesinde bir iki noktaya daha temas etmek istiyorum, burayı kısa geçiyorum.

Ancak şunu ifade edeyim: Yüzde 2 ile 4 arasında, yüzde 1 ile 4 dört arasında olacağı kabul edilen bir büyümeye karşılık yüzde 13’ün üzerinde gelir artışı öngörülüyor. Dolayısıyla, Türkiye ekonomisinin, vatandaşımızın gelecek yıl vergilerde çok zorlanacağı bellidir. Hükûmet zamları 3+3 diye bir ayın, bir dönemin düşük görünen tüketici endeksine göre yapıyor ama tahsilatlarını, vergi tahsilatlarını onun 2 katını bulmuş olan üretici fiyatlarına göre yapıyor.

Dolayısıyla, bu bütçenin neresine el atsanız söylenecek çok şey var ama sizlere Türkiye ekonomisinin nerelerde olduğunu söylemek bakımından, bize her gün gelen müracaatları bir şekilde bu kürsülerde her zaman ifade etme fırsatı bulamamış olmamızdan ötürü de size bir tablodan bahsetmek istiyorum değerli milletvekilleri. Şurada elimde, bir iki gün öncesinin, Sakarya’nın bir yerel gazetesinin kupürü var, başlığı var. Bu, gazetenin birinci sayfasından fotokopi. Burada diyor ki: “Köyler icralık” Sayıyor: Bankaların, yabancı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kutluata, süreniz doldu.

Bütçenin ilk günkü müzakerelerindeki uygulamaya paralel olarak gruplarımıza 6’şar dakika -ilk ve son olarak- vereceğim. Dolayısıyla, bu 6 dakikanın 3’ünü şimdi size veriyorum, 3’ünü Sayın Şandır kullanacak. Sizden sonraki konuşmacıların bu sürelere dikkat ederek konuşmalarını yapmaları işimizi kolaylaştıracaktır.

Size 3 dakika ek süre veriyorum, buyurun.

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Köylerin icralık olduğunu ve yabancı bankaların bol keseden ve dönüm başına yüksek değerle verdikleri paraları toplayamadıklarından şimdi şubeleri olmayan ilçelere hukuk büroları açtığını gösteriyor ve söylüyor. Burada ilçelerimizi saymış: Kocaali, Geyve, Ferizli, Hendek, Taraklı vesaire. Fakat esas önemli olan, biz bu sıkıntının gelmekte olduğunu 30 Ekim 2007 tarihinde dönemin Maliye Bakanına 2008 bütçesi yapılırken söylemişiz, 2009 bütçesi yapılırken söylemişiz ve bir yabancı bankanın veya bazı yabancı bankaların, ilin bazı yerlerinde bazı alanlara çok özel ilgi gösteriyor olmasının takibinin kendilerinin görevi olduğunu söylemiştik; şimdi Sakarya’da durum budur. Bu, borç oranlarını verdiğimiz insanımızın, hane halkımızın, tüketicimizin, çiftçimizin, üreticimizin genel tavrının bir küçük örnekteki yansımasıdır.

Şimdi, değerli milletvekilleri, aynı yerden elimde bir başka vesika var; bu ilçelerimizden Kocaali ilçesinin 40 muhtarı -köy ve mahalle muhtarları, toplamı 40 tane- imzalar atmışlar, mühürler basmışlar ve göndermişler Türkiye Büyük Millet Meclisine, diyorlar ki: “Bu sene fındık ürünü yok, şu kadar perişanız, şu kadar zor durumdayız. Tarım krediye, Ziraat Bankasına ve diğer bankalara -bunları kastediyorlar- borçlarımızın ertelenmesini istiyoruz.”

Çok önemli görüyorum bunu çünkü bu muhtarlar zor durumdadır. Muhtarlar, seçim sırasında oyların iktidara kanalize edilebilmesi bakımından “hizmet alamayacakları” şeklindeki ikazlar karşısında vatandaş üzerinde etki kurmaya çalışmak zorunda bırakılmışlardı. Şimdi, vatandaş muhtara “Bizim durumumuz ne olacak?” diyor. Muhtarlar da Meclise başvuruyor. Ama muhtarlar “Bu çiftçimiz daha önceki yıllarda, bol fındık ürünü döneminde FİSKOBİRLİK’in devre dışı bırakılması ve çiftçinin sahipsiz bırakılması sonucu bu borçların altında kaldılar.” demiyorlar, “Bugün yokken 7.000 liraya çıkan fındığın o tarihlerde 2.300 liradan satılmasının biriktirdiği borçlardır, herkes sorumluluğunu bilsin.” diyemiyor muhtarlar. Onlar bu kadar söyleyebiliyor. Ben de yüce Meclise ve Hükûmete bunu arz etmiş oluyorum ancak kamuoyunun büyük kısmının bu sıkıntılar içinde olduğunu ifade etmeliyim.

Değerli milletvekilleri, bu bütçenin bütün bu eksiklerine rağmen ve daha önceki uygulamasıyla Türkiye’yi arzu ettiğimiz yere getirmemiş olmasına rağmen milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinize tekrar saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kutluata.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, Mersin Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Şandır.

Sayın Şandır, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz otuz artı üçtür.

MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek için söz aldım. Öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Ancak, sözlerime başlamadan önce, bugün ülkemizin ve milletimizin önünde çok önemli bir konu olan Fransa’daki hadise üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin duygularını, düşüncelerini de ifade etmekle başlayacağım.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve camiası olarak, Türk milletini soykırım yapmakla, katliam yapmakla suçlamak cüretine kalkan bazı gafiller, özellikle ve başta soykırım yapmayı suç sayan bir kanun teklifini, tasarısını Fransız Parlamentosuna sunan Fransa Hükûmetini ve bunu gündemine alan Fransız Parlamentosunu şiddetle, nefretle kınıyoruz. Fransız parlamenterlerin bu yanlışlıktan geri döneceğini ümit etmek istiyorum ama yanlışta ısrar ederlerse biz, bunu bir düşmanlık olarak kabul edeceğimizi ve Türk milletinin dostluğuna herkesin ihtiyacı olduğunu tekrar hatırlatmak ihtiyacını duyuyoruz. Bu bir millî konu, bu bir millî dava, bu davada tüm milletimiz başta Milliyetçi Hareket Partisi camiası olarak ne yapılması gerekiyorsa onu yapmak noktasında siyasi iktidardan da gereken tavrı beklediğimizi ifade ediyorum.

Değerli milletvekilleri, buraya çıkarken bir diğer acı haber, bir önemli bir haber daha ulaştı: Diyarbakır’da maalesef müessif bir kaza olmuş, 24 vatandaşımız bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. Hakk’ın rahmetine kavuşan bu vatandaşlarımıza yüce Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun.

Değerli milletvekilleri, bütçe konusunda konuşmaya başlamadan önce, öncelikle, bu bütçenin -işte son konuşmalarını yaptığımız şu gününde- hazırlanmasında emeği geçen tüm bürokratlara, bakanlık bürokratlarına, siyasilere, bu bütçenin Komisyonda ve Genel Kurulda bu noktaya gelmesine katkı veren tüm milletvekillerine, başta grubumuz mensubu sayın milletvekillerimize, arkadaşlarıma ve bizim bu çalışmalarımıza gece gündüz demeden katkı veren Meclis personeline huzurlarınızda öncelikle teşekkür ediyorum.

Şunu bir daha ifade ediyorum: Bütçe çalışmaları Türkiye Büyük Millet Meclisi ve siyaset kurumu için önemli ve değerli bir faaliyettir. Bunu yapabilmiş olmamızın, bu Meclisin açık olmasının, demokrasimizin işlemiş olmasının değerini ve kıymetini bilmek durumundayız. Bunu önemsiyoruz ve bunun için demokrasimizin, Meclisimizin kıymetini bir daha ifade ediyorum.

Bundan sonra sorumluluk siyasi iktidarındır, artık, bu bütçenin uygulanması ve sonuçlarının hesabını sayın Hükûmet vermek durumundadır.

Değerli milletvekilleri, -sizler de biliyorsunuz, birçok defa tekrarlandı- bütçe görüşmeleri aslında ülke gündemi üzerinde bir genel görüşmedir, burada yapılan müzakereler de çok değerli birer siyaset belgesidir. Biz bu bütçe konuşmalarında, bütçe müzakerelerinde millete ait olan kaynakların nasıl kullanılacağını, nasıl kullanıldığını burada birlikte değerlendiriyoruz. Bütçe görüşmelerinde, toplum, kendi kaynaklarının kullanılmasını, milletvekilleri, muhalefet milletvekilleri tarafından denetlenmesini birlikte izlemektedir. Değerli milletvekilleri, buna “bütçe hakkı” deniyor; bütçe hakkı, toplumların demokratik gelişmişliklerinin en önemli ölçüsüdür. Eğer bir toplum, milletvekilleri, Parlamentosu vasıtasıyla kaynaklarının nasıl kullanıldığını sorgulayabiliyorsa demokratik olgunluğa erişti demektir. Biz, bu anlamda, bütçe müzakerelerini çok değerli buluyoruz.

Bütçe görüşmelerinde, aslında…

BAŞKAN – Sayın Şandır, bir dakikanızı rica edebilir miyim.

Değerli milletvekilleri, konuşmaları dikkatle takip edebilmemiz bakımından bu uğultunun kesilmesi lazım. Ayakta konuşan arkadaşlarımız konuşma ihtiyacını duyuyorsa bu ihtiyaçlarını kulislerde gidermelerini hassaten rica ediyorum.

Buyurun Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Süremin ilavesini isterim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Adaletimden emin olabilirsiniz.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmelerinde siyasi partiler ülke ve millet için gelecek öngörülerini, ülke için tehdit algılamalarını, tedbir ve yatırım önceliklerini bu müzakerelerde ifade ederler. Aslında, bütçe görüşmeleri siyasi partilerin misyon ve vizyon sahnesidir ve bu sahnenin seyircisi de Türk milletidir, büyük milletimizdir.

Bütçe görüşmelerinde, aslında, iktidar, icraatının hesabını verebilmek imkânına sahip oluyor değerlendirebilirse; kesin hesap kanunuyla da aslında kendini ibra ediyor, çok değerli, çok önemli bir imkân. Muhalefet milletvekilleri için, muhalefet partileri için de bu konu, millet adına denetim görevini yapabilecekleri bir alan olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca, muhalefet milletvekilleri, muhalefet partileri iktidar projelerini de bütçe görüşmelerinde topluma sunabilmek imkânlarına sahip olurlar.

Değerli milletvekilleri, biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütçe görüşmelerini bu anlam ve kapsamda değerlendirdik ve bu konuda milletvekillerimiz çok sayıda soru sordu, çok sayıda konuşmalarında önerilerde bulundu. Her bütçe müzakereleri sonrasında, bizim grubumuz bu türde çalışmalar yaparak Hükûmete bu görüşmelerde sunulan projeleri, önermeleri böyle kitap hâline getiriyoruz ama bugüne kadar, 10’uncu bütçesini görüştüğümüz AKP İktidarı muhalefetin bu türlü önermelerine ihtiyaç duymadı, değerlendirmeye de almadı maalesef. İnanıyorum ki birazdan Sayın Canikli çıkacak “Ne öneriyorsunuz yani? Hep tenkit ediyorsunuz.” diyecek ama her defasında biz bunu söylüyoruz.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Demeyeceğim, demeyeceğim.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Burada, her bütçe sonrasında, Milliyetçi Hareket Partisi milletvekillerinin proje önerileri böyle kitaplar hâlinde raflarda beklemektedir.

Aslında, bütçe müzakerelerinin bu kapsamda yapılması gerekirken siyasi iktidarı, iktidar partisi grubunu bu yaklaşım içerisinde bir türlü göremedik. Her aralık ayında aynı nakarat, aynı şeyleri dinliyoruz. Yine rakamlara takla attırıyorsunuz, muhalefeti suçluyorsunuz, övünüyorsunuz, ilgisizlik, tahammülsüzlük. Sözde birleşim yapıyoruz, müzakere ediyoruz ve ülke kaynaklarının nasıl kullanıldığını, kullanılacağını müzakere ediyoruz ama ilgisizlik buranın temel karakteristiği oldu. Vizyonu olmayan konuşmalar ve ne yazık ki bu defa dozu artan, Başbakana methiyeler. Yani buna Sayın Başbakanın ihtiyacı yok sayın iktidar partisi grubu milletvekilleri ama burada her defasında her çıkan konuşmacınızın temel konuşma karakteristiği bu, geçmişi suçlamalar ve Sayın Başbakana methiyeler. Ne yazık ki üzülerek söylüyorum, bütçe görüşmeleri, bir anayasal zorunluluk, bir şekil şartının yerine getirilmesinin ötesine geçemiyor hâlbuki, başta da arz ettiğim gibi, çok değerli bir fırsat ve imkândır.

Değerli milletvekilleri, öncelikle her defasında olduğu gibi, şunu tekrar ifade edeyim: Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu millete, bu ülkeye bir gram hizmeti dokunan kim varsa ona şükranlarımızı sunuyoruz, hangi iktidar varsa ama biz bu milleti her şeyin en güzeline, en çoğuna layık görüyoruz, azla yetinmemizi beklemeyin. Bu sebepten dolayı bu bütçeyi yeterli bulmuyoruz, yaptığınız savunmayı yeterli bulmuyoruz, politikalarınızı bu anlamda tenkit ediyoruz ve bir şey daha söylüyoruz size, iktidarlar övünmemeli. İktidarlar milletten aldıkları yetkiyle millete verdikleri sözü, görevlerini yerine getiriyorlar. Buraya çıkıp da “Şunu yaptık, bunu yaptık.” diyerek milletin başına kakmaya hakkınız yok, bu yanlış ve bunu o kadar rahatsız edici bir üslupla yapıyorsunuz ki her defasında konuşuyoruz, bu sizde bir gelenek hâline geldi. Aslında, her defasında yine söylüyoruz, diyoruz ki: Siz bu ülkeyi, bu milleti nerede görmek istiyorsanız orayla mukayese ederek bugünü mukayese ediniz, bugünü konuşunuz. Geriye bakarak 2002’nin rakamlarıyla teraziye çıkmak yakışmıyor.

Bu sebeple biz, bu müzakereleri iktidar açısından kaybedilmiş bir fırsat olarak görüyoruz. Aslında, bu karakterinizi sorgulamak da gerekiyor. Bütün ısrarımıza rağmen, onuncu yıla girdik, dokuz yıl sonra, yine aynı: bakanıyla, Sayın Başbakanıyla, konuşmacılarıyla, ısrarla 2002’ye endeksli bugünü değerlendirmek, geleceği öngörmek saplantısından kurtulamadınız. Bu neyin kompleksi? Hangi kompleksin dışa vurumu? Bunu gerçekten anlamakta zorlanıyoruz. Nedir yani? Bir vicdan azabı mıdır? Görevi başaramamış olmanın suçluluğunun dışa vurumu mudur?

Değerli milletvekilleri, her ne ise bunu biz sağlıklı bir ruh hâli, sağlıklı bir siyaset anlayışı olarak değerlendirmiyoruz yani bu sözlerimi ağır bulabilirsiniz ama sayın bakanlar burada, şahıslarını ilzam etmiyorum ama bir sayın bakan çıktı burada, hepinizin gözünün içine baka baka, 2002 öncesini “zulüm dönemi” olarak niteledi. Var mı böyle bir hak değerli arkadaşlar? Zulüm dönemi yani bu ülkede ne yapıldıysa sizin dönenimizde yapıldı, geçmişte hiç iyi bir şey yapılmadı! Bu, sağlıklı bir ruh hâli değil. Bunun size de faydası yok, ülkeye de faydası yok.

Yine söylüyoruz, artık, kendinizi kendinizle mukayese ediniz, dokuzuncu yılını doldurdu iktidarınız. Kendinizi OECD’yle mukayese ediniz, kendinizi üyesi olmak için çırpındığınız Avrupa Birliğiyle mukayese ediniz, Amerika Birleşik Devletleri’yle mukayese ediniz. Yani buna gücünüz mü yetmiyor, buna ufkunuz mu yetmiyor ya da başaramamış, becerememiş olmanın acziyle burada geçmişi suçlayarak kendinizi millete mi anlatmaya çalışıyorsunuz; bunu anlamak mümkün değil.

Aslında bir soru sordum ben daha önce, gene soruyorum: İktidarınız dokuz yılını doldurdu. 2002’de var olup da bugün unuttuğumuz bir sorun var mı değerli arkadaşlar? Hangi sorun çözüme kavuştu, hangi sorun? İşte, biraz önce, yani güpegündüz, Diyarbakır yolunda, Diyarbakır Batman arasında bir trafik kazası oluyor, 24 vatandaşımız hayatını kaybediyor. Neyin övünmesindesiniz?

İSMAİL AYDIN (Bursa) – Kazayı da mı Hükûmet yaptı?

ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Bununla Hükûmeti suçlamak…

BAŞKAN – Lütfen, sayın milletvekilleri…

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Yani Hükûmeti suçlamak meselesi değil, bir sonucu ifade etmek açısından söylüyorum. Burada övünmek için sebep yok. Dün hangi sorun varsa bugün de var.

Değerli milletvekilleri, yine söylüyorum: Dokuz yılın sonunda -elinizi vicdanınıza koyun, bizi milletimiz izliyor- insanımızın hayatında iyiden yana, güzelden yana ne değişti? Değişikliği…

SONER AKSOY (Kütahya) – Her şey değişti, her şey.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Her defasında Soner Bey böyle söyler. Ama bu değişikliği yeterli buluyor musunuz? Siz milleti bununla avunmaya mecbur mu tutuyorsunuz? Neden?

SONER AKSOY (Kütahya) – Seçimler bunu gösteriyor, seçimler.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, rica edeceğim. Bakınız, yeri geliyor bu kürsüden İç Tüzük hükümlerini tartışıyoruz. Laf atmak bizim İç Tüzük’ümüzde yok. Nasıl olsa partiler adına konuşmalar yapılıyor. Cevap verilmesi gereken hususlara parti sözcüleri ya da Hükûmet cevap verecektir. Rica edeceğim, bu alışkanlığımızdan vazgeçelim, iyi bir görüntü olmuyor vatandaş nezdinde de.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bakın, sayın milletvekilleri, dokuz yıl sonra ulaştığınız üç sonuç var, Sayın Hükûmet de burada:

Birincisi: Biraz önce Sayın Münir Kutluata çok teknik, güzel hazırlanmış bir konuşmayla ekonomideki durumu size anlattı. Bir sonuç olarak söylüyorum: Dokuz yılın sonunda Türkiye’yi üretimden çıkardınız; artık, Türkiye üretmiyor. Hiç gezelemeyin, Türkiye üretmiyor. Artık üreten ve istihdam yaratan bir ekonomiden borçlanarak tüketen bir ülkeye dönüştük. Rakamları biraz önce söylendi.

İki: Uyguladığınız açılım politikalarıyla bu ülkenin, bu milletin kardeşliğini parçaladınız, birliğini parçaladınız. Bugün bu ülkede Sayın Başbakanın bile şikâyet ettiği gelişmeler yaşanıyorsa bunun sorumlusu, müsebbibi sizlersiniz.

Üçüncüsü de: Maalesef, cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana ilk defa komşularımızla bir savaşın eşiğine geldik. Üç sonucunuz var. Bu sonucun bu millete ve bu ülkeye çok büyük maliyetleri olacağı kanaatindeyiz.

Benim dostça bir uyarımı, bir üzüntümü de sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu üç sonuçtan öte bir sonucunuz daha var. Kendinize isim olarak aldığınız, kendinizi tanımladığınız, milletimizin çok önemli değerleri olan muhafazakârlık ve demokratlığın da içini boşalttınız. Tüm sonuçlardan daha tehlikeli bir şey.

Değerli milletvekilleri, üzülerek söylüyorum, inancımızda tanımlanan veya sizin başlangıcınızda yaşadığınız muhafazakâr duyarlılıkla bugününüzü mukayese edebilir misiniz? Bu konuda ölçümüz, önderimiz Hazreti Peygamber’in hayatı değil mi? İktidar gücüyle saltanata dönüşen zenginliğinizi nasıl izah edeceksiniz? Üzüntü verici bir sonuç.

İki: Demokratlık. Her gün gazetecilerin tutuklandığı bir ülkede demokrat olmaktan bahsedilebilir mi?

Bir başka şey: Siz milletin iradesiyle iktidar olduğunuzla övünüyorsunuz ve her defasında milletin iradesini buraya getirerek diyorsunuz ki: “Aldığın oy kadar konuş.” Ama milletin iradesiyle seçilmiş milletvekillerini hâlâ tutuklu tutuyorsunuz ve bu konuda parmağınızı oynatmıyorsunuz. Bunun neresi demokratlık? (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Sayın Hükûmete buradan soruyorum, sayın bakanlara: “Büyüdük.” diyorsunuz, “10 bin dolar oldu fert başına millî gelirimiz.” diyorsunuz ama işsizliği bitiremediniz; hâlâ üniversite mezunu gençlerimizin işsizlik oranı yüzde 20’ler dolayında. Toplumun, özel sektörün tasarruf oranı 1/3 oranında düştü. Hani “Büyüdük, zenginleştik.” diyordunuz? Gayrisafi millî hasılasının yüzde 18,6’sıydı, şimdi 13’lere düştü. Zenginleşsek biraz tasarrufumuz olmaz mıydı? Nerede bu büyüme? Hane halkının gelirleri 2,5 kat artarken borçları 14,2 kat, 14,2 misli artmış. Nerede bu büyüme değerli arkadaşlar?

Varlıklarımız yabancıların eline geçti; TÜPRAŞ’ı, PETKİM’i, Petrol Ofisini, Telekomu, bankaları, sigortaları… Birçok şirket yabancının mülkiyetine geçti. Yeni bir PETKİM kurabildiniz mi? Yeni bir TÜPRAŞ kurabildiniz mi? Nerede bu büyüme? Kim büyüdü Türkiye’de? Bugün ülkemizde yaklaşık çalışabilir durumda olup da çalışamayan, iş bulmaktan ümidini kesmiş insanlarımız dâhil 4,5 milyon insan işsiz, 5 milyon insan asgari ücretle çalışıyor. 9,5 milyon insan yeşil kart sahibi, 10 milyon emekli, 20 milyon köylü, 2 milyon memur açlık değilse bile yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bunun büyüme neresinde? Olana şükredelim, bu millete hizmet edene teşekkür edelim ama burada gelip de milletin gözünün içine baka baka övünmenizin anlamı yok.

Değerli arkadaşlar, daha dün yayınlandı, nüfusumuzun yüzde 10’u millî gelirin yüzde 2,1’ini alıyor, yine nüfusumuzun diğer yüzde 10’u millî gelirin yüzde 32,2’sini alıyor, tam 12 kat fark var. Sefaletle safahat, ateşle barut misali yan yana yaşıyor. Allah korusun bu nereye kadar böyle devam edecek?

Bir başka şey -Sayın Bakan buradaysa kusura bakmasın- 134 milyar dolar ihracat yapmakla övünüyorsunuz ama Sayın Cumhurbaşkanı buraya geldi dedi ki: “1  dolarlık ihracatın içerisinde 82 sent ithalat var.” Siz 18 sentle Türkiye’yi büyüttüğünüzü nasıl söylüyorsunuz yani? Siz kendinizi akıllı, milleti  aptal mı zannediyorsunuz? (MHP sıralarından alkışlar) 18 sentle neremiz büyüyor değerli arkadaşlar? Kaldı ki bu 18 sentin ne kadarı kâr olarak bu topluma, istihdam olarak bu topluma yansıyor o da bir ayrı hesap.

Değerli arkadaşlar, Sağlık Bakanlığının bir Ruh Sağlığı Eylem Planı yayınlandı, sizin Hükûmetinizin -Sayın Bakan burada zannediyorum- deniliyor ki: Türkiye’de nüfusun yüzde 18’i yaşam boyu bir ruhsal rahatsızlık geçiriyor. Toplum cinnet geçiriyor.”

“2002” diyorsunuz, 2002’deki hapishanedeki tutuklu hükümlü sayısının tam 2 katına çıktınız, daha fazla 120 bini geçtiniz. İcra dairelerindeki dosya sayısı 15 milyon adedi  geçti.

Değerli arkadaşlar, iyi değilsiniz, iyi değilsiniz. İkinci sonucunuz, milletin birliğini bozdunuz. Süre gerçekten az ama bu konuya dokunmasak olmaz.

Değerli arkadaşlar, çok kötü durumda olabiliriz, uygulanan ekonomik politikalarla yoksul olabiliriz, düşebiliriz ama birliğimizi koruyabilirsek düştüğümüz yerden tekrar kalkarız ama bugün başlattığınız açılım politikalarıyla, demin de ifade ettiğim gibi, Sayın Başbakanın ifadesiyle, bugün ülkede paralel devlet yapılanmasına ulaştınız.

Sayın Başbakan diyor ki: “Türkiye’de bir grup, Türkiye Cumhuriyeti devletinin dışında, toplum içinde bir paralel devlet yapılanması kuruyor.” Rüzgâr ektiniz, fırtına biçiyorsunuz. Çok ekonomik sıkıntılarımız olabilir, dış politikada sıkıntılarımız olabilir ama milletimizin birliğini parçalarsak ayağa kalkamayız. Bu sizin eseriniz.

Sayın Başbakan “Kürt kimliğini tanıyorum.” diyerek bu toplumun içerisinden yeni bir siyasi kimlik oluşturdu. Bu milletin oylarıyla iktidar olmuş, Başbakan olmuş bir siyasi kimliğin kalkıp “Türk milleti kimliğinin dışında bir başka kimliği tanıyorum.” demesi, inanın değerli arkadaşlar, üzüntüyle ifade ediyorum, gaflet ötesi bir davranıştır. Şimdi, o kimliğini tanıdığınız, “Dağdan inin, gelin siyaset yapın.” diye davet ettikleriniz işte bugün ülke içerisinde paralel devlet yapılanmasına ulaştılar. Ne yapacaksınız? Biz, size ısrarla söyledik bu yolun yanlış olduğunu, sürekli uyardık.

Sayın Genel Başkanımız 2004’ün 15 Haziranında bir bildiri yayınladı, dedi ki: “Bu gidiş iyi değil, bu gidiş kardeş kavgasına sebep olur, gelin sorumluluk duygusu içerisinde, sağduyulu davranın, bu bölücülük akımını durdurun.” Ama bizi o zaman suçladınız. Yetmedi “Alt kimlik, üst kimlik” diye “Türkiyelilik kimliği” diye kimliğimizi sorguladınız. Yani bir insanın aidiyetini, mensubiyetini, kimliğini elinden alırsanız, dalından kopmuş yaprak gibi… Kimliğini sorguladınız. Sonuçta bugün bu ülkede bir başka kimliğin asabiyyetinde ayrı devlet kurmak iddiasında terörün silahlı olanıyla mücadele edersiniz sizin müsaadeniz doğrultusunda siyasi bölücülük bugün devlet kurmak aşamasına geldi. Bu sizin eseriniz arkadaşlar. Bu ülkeye yapılabilecek en büyük yanlışlık budur. İhanet demiyorum ama bunu düzeltemezsek yani kardeş olmuş, bin yıldır beraber yaşayan, kanı birbirine karışmış insanları farklılıkların üzerinden kimlikleştirerek milletleştirirseniz onun egemenlik hakkını vermek mecburiyetinde kalırsınız. Bunun adı bölücülüktür. Bu ülkeyi böyle parçalarsınız. Dünyanın her bölgesinde, tarihin her döneminde coğrafyalar böyle parçalanmıştır. Bu sizin eseriniz değerli arkadaşlar.

Değerli milletvekilleri, bölücü terörün siyasi kanadını da silahlı kanadını da şiddetle kınıyoruz, tenkit ediyoruz. Hiç kimsenin böyle bir hakkı yok. Ülkemizin ve milletimizin çok sorunu olabilir ama bu  sorunları bir etnik kimliği özne yaparak tartışırsak ne çözüm buluruz ne bulduğumuz çözüm bu milletin birliğini artırır; ayrışırız, parçalanırız. Ülkemizin demokrasi sorunu var, yönetim sorunu var, yargı sorunu var, çok sorunu var ama bu sorun Türkiye’nin. Bu sorunları çözmek için biz birliğimizi muhafaza ederek, o birliğin gücünde ortak aklı üreterek çözüm üretmek mecburiyetindeyiz.

Bu sebeple ben ilgililerine, bazı arkadaşlarımıza Milliyetçi Hareket Partisi olarak şu hususları ifade etmek istiyorum: Türkiye’de insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasinin yerleşmesi ve gelişmesi gerçekten arzu ediliyorsa ve sorunların çözümü burada görülüyorsa artık bazı şeylerin iyi ayırt edilerek yerli yerine konulması gerekir. Öncelikle, sorumluluk sahibi bütün siyasi çevrelerin ve aydınların, demokrasiyi sadece kendi açılarından tanımlayıp yorumlama alışkanlığından, kendi çıkarlarının ya da ideallerinin hayata geçirilmesinin bir aracı olarak görme saplantısından vazgeçmeleri gerekmektedir. Sürekli kültürel ve etnik farklılıklara vurgu yaparak bunları derinleştirmekle ve hatta kurumlaştırmakla, çalışmakla demokrasi yerleşemez. Sonuçta ortaya, sadece ve sadece daha çok çatışma, farklılaşma ve ayrışma çıkar. Demokrasi, birey, aile, toplum ve devlet arasındaki ilişkilerin, temel hak ve özgürlüklerden başlayarak hukuk devletini yaratacak bir şekilde biçimlendirildiği bir siyasi sistemdir.

Demokratik değerler, hak ve özgürlük sahibi bireylerden oluşan yurttaşların, bu hak ve özgürlüklerinin meşru kaynağını oluşturduğu gibi, yurttaşların devlet karşısındaki sorumluluğunu da tayin eder. Demokratik devlet yapısı bu özelliklere dayalı olmak durumundadır yani etnik alt kimlik, etnisite veya mezhep esasında bir dayatma yapılamaz. Bunlar insanların kendi özelleridir, saygıya değerdir ama bunları dayatarak ne demokratik sistemi ne toplumu ne devleti şekillendiremeyiz. Buna niyetlenen insanların yaptığı bölücülüktür.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, insan haklarına dayalı demokratik cumhuriyet ve devletimizin kuruluş hukukunu, sosyal hukuk devleti ilkelerini, resmî dil ve bayrağın tartışılmazlığını, din ve vicdan hürriyetinin garantörü anlamında bir laik devlet anlayışını, üniter devlet yapısını, sınırlarımızın tartışılmazlığını ve her türlü teröre karşı çıkmak mecburiyetini hepimizin ortak sorumluluk paydası olarak görüyoruz. Burada siyaset yapan aydın olmak sorumluluğunda. Bu ülkenin ekmeğini yiyen, suyunu içen herkesin bu ortak paydada hareket etmesi gerekiyor. Ben, bu anlamda, Sayın Hasip Kaplan’ın, Başbakanın üzerinden “Botan halkı önünde diz çökeceksin.” yaklaşımını çok yanlış buluyorum, asla kabul edilmez buluyorum. Bu millet kimsenin önünde diz çökmemiştir arkadaşlar, böyle bir hak yok. (MHP sıralarından alkışlar) Bunun adı kardeşlik değil, bunun adı demokrasi değil, bu resmen düşmanlıktır, bu düşmanlığın da kimseye faydası yoktur. Buna kimse niyetlenmesin.

Değerli arkadaşlar, süre çok az kaldı ama üçüncü konu da dış politikadaki yanlışınızdır. Değerli arkadaşlar, bugün geldiğimiz nokta itibarıyla dış politikada ülkemiz savaşa en yakın durumdadır. Geri dönüşü mümkün olabilecek mi? İsrail karşısındaki tavrınızdan geri dönüşünüz onurumuza dokunmuştur.

Suriye karşısında gösterdiğiniz kesin tavrın dönüşünü nasıl yapacaksınız bilmiyorum ama yaptığınız yanlış, Türkiye’ye yakışmaz. Bu cumhuriyet doksan yıldan bu yana savaşmayarak bu noktaya geldi; yumuşak güç, yumuşak enerji olarak hem kendini geliştirdi hem komşularına, komşularının dönüşümüne destek verdi. Bugün ne oldu da dost, kardeş Suriye’yle böyle düşman noktasına geldik? Libya’da yaşananları biliyoruz, Irak’ta yaşanan, Afganistan’da yaşananları biliyoruz. Tüm bu yaşananlardan sonra şimdi Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında Suriye’ye yapılacak bir müdahaleye taşeronluk yapmak Türkiye’ye ve Türk milletine yakışmaz.

Ben buradan Sayın Dışişleri Bakanı veya Sayın Hükûmeti, bunu fırsat bilerek bir açıklama yapmaya davet ediyorum. Gelip burada demeliler ki: “Biz Suriye’ye bir askerî müdahale yapmayacağız. Biz Suriye’ye yapılacak bir uluslararası müdahaleye karşı çıkacağız ve içinde olmayacağız. Biz Suriye’ye yapılacak bir askerî müdahaleye Türkiye topraklarını kullandırmayacağız.” Bunu söylemeleri lazım. (MHP sıralarından alkışlar)

Ben inanıyorum ki, bunu, Sayın Hükûmetin bakanları, AKP’ye oy vermiş tüm vatandaşlarımız da böyle beklemektedir ama görünen manzara öyle değil, Batı’da konuşulan bu değil, bu işin Türkiye’ye ihale edildiğini ve Türkiye'nin bir şekilde… Suriye’de de böyle konuşuluyor ve Suriye halkı bugün Türkiye liderlerine ve Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmanlık duyuyor. Buna yazık! Böyle bir yanlışı yapma hakkımız yok değerli arkadaşlar.

Ben Sayın Dışişleri Bakanını burada seyrettim, üzüntülerimi ifade ediyorum, sayarım severim kendisini ama buradaki konuşmanın tutanağı yanımda -siz de dinlediniz- sanki ata binmiş, kılıcı kuşanmış sefere gidiyor. Libya’daki 50 bin Müslüman’ın katlinden övünüyor burada. Üzüntü verici bir hadise. Bunu Suriye’de bu millete, bu zilleti bu millete yaşatmamalısınız.

Değerli milletvekilleri, sözlerimin sonunda dostça bir uyarıda da bulunmak istiyorum. Bu üç konuda sözünüz varsa gelin söyleyin ama tekrar ediyorum: Türkiye’yi üretimden çıkarttınız, artık Türkiye üretmiyor. Türkiye’yi tekrar üreten bir ekonomiye geri çeviriniz.

Türkiye'nin birliğini parçaladınız, siz açtınız o yoldan başkaları gidiyor. Bu açılım politikalarından vazgeçiniz. Yıkım koordinatörünün yanlış yönlendirmesiyle Sayın Başbakan inanıyorum ki bugün pişman olduğu bir yola girdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şandır, ilave sürenizi veriyorum.

Buyurun efendim.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bu açılım politikalarından vazgeçiniz. Bunun ne Kürt soylu vatandaşlarımıza faydası var ne Türkiye’ye faydası var, kimseye faydası yok. Bu küresel projelerin uygulanmaya çalışıldığı şu süreçte bu milletin birliğini parçalamanın kime faydası var? Akla ziyan değerli arkadaşlar. Bundan vazgeçin.

Üçüncüsü de: Bu dış politika yaklaşımından vazgeçin artık, küresel güçlerin eş başkanı olmaktan, taşeronu olmaktan. Batı dünyasında “Suriye’yi Türkiye’ye ihale ettik.” gibi bir zilleti taşımaktan vazgeçin. Artık, Ankara merkezli bir dış politikayı, millî bir politikayı bu milletin önüne koyun. Bunları yapamıyorsanız, kapalı kapılar arkasında kayıt altına alınamayan görüşmelerde kimlere, ne söz verdiyseniz yani dönülmez akşamın ufkundaysanız size tavsiyemiz milletten aldığınız emaneti iade edin. Bu millet çaresiz değil mutlaka kendi içinden yeni bir iktidar çıkartacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz milletimizin hizmetine her zaman hazırız. (MHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, tabii, bir bütçe görüşmelerinde bunları değil geleceği konuşmalıydık. Ben konuşmamın yaklaşık yarısını bitirdim, gerisinde de onu konuşacaktım. İnternet sayfama koyacağım, merak edenler oradan okuyabilir.

Yeni bir yüzyılın ilk çeyreğindeyiz. Türkiye, bölgesinde lider ülke Türkiye olabilir. Milliyetçi Hareket Partisi Sayın Genel Başkanının hazırlattığı sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda “Lider ülke Türkiye” vizyonu, bugün devlet politikası hâline gelmiştir. Doğruları yaparsak, uluslararası konjonktürün getirdiği fırsatlardan da faydalanarak ülkemizi lider ülke Türkiye yapabiliriz ama bu kısır döngünün içerisinde, 2002’ye göre kendinizi mukayese ederek bugünü savunmaya kalkan bir zihniyetle veya küresel projelere taşeronluk yapan bir zihniyetle veya özgürlük, demokrasi diye milletin farklılıklarını ayrıştırarak, bu ülkeyi bölmeye zemin hazırlayarak bunu başaramazsanız.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, biz ısrarla sizi uyarıyoruz, gittiğiniz yol yanlış, bu yanlışın maliyeti çok büyük olacaktır, milletten aldığınız oyu kendinize gerekçe göstermeyiniz. Bunun sonucu denenmez, ölümün denemesi olmaz değerli arkadaşlar. Bu politikalarla koca bir imparatorluk yıkıldı, bugünkü vatanın 10 katı büyüklükte bir vatanı kaybettik.

Dolayısıyla, Milliyetçi Hareket Partisi olarak size millet adına samimi uyarılarımızda bulunuyoruz, ümit ederiz ki faydalanırsınız.

Ben, her şeye rağmen bu bütçenin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şandır.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Evet, buyurun efendim.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Hatip adımı zikrederek bir konuda bir açıklamada bulundu. Anlattığı gibi değil. O konuya açıklama getirmek istiyorum; bu çarpıtılmıştır, ismim zikredildiği için 69’a göre…

BAŞKAN – “Aynı oturum içerisinde olmak kaydıyla Başkan söz verebilir.” diyor. Sizin bu talebinizi değerlendireceğim.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – İç Tüzük uygun olarak ben değerlendireceğim, lütfen…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, ama…

BAŞKAN – Söz vermeyeceğim demedim, İç Tüzük 69’a dayanarak talep ettiniz, ben de 69’a göre bu imkânı değerlendirip…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – 69’a göre şunu ifade ediyorum Sayın Başkan: Sayın Hatip ismimi zikrederek “Sayın Başbakana Botan halkı önünde diz çöktüreceğim dedi.” demiştir ve burada kınama gibi bir açıklama yaptı. Bunun böyle olmadığını açıklamak zorundayım çünkü yanlış bilgi; bir. İkincisi: İsmim zikredildi. Üçüncüsü: Bu İç Tüzük gereği bu aşamada, çok net bir durum var.

Gayet nazik sınırlarda, Sayın Şandır’ın nazik eleştirileri çerçevesinde bir cevap vereceğim.

BAŞKAN – Ben söz vermeyeceğim demedim. Siz 69’a göre söz istiyorsunuz. Ben de dedim ki: “Aynı oturum içerisinde olmak kaydıyla bunu takdir edeceğim.”

Müsaade ederseniz…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Aynı oturum değil, sıcağı sıcağına…

BAŞKAN – Yok, sıcağı sıcağına, aynı oturumdur.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sıcağı sıcağına…

BAŞKAN – Burada, sıcağı sıcağına dediğimiz iş aynı oturum içerisindedir.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Usul budur. İzin verirseniz…

BAŞKAN – Şimdi, söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Akif Hamzaçebi’de.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ama Sayın Başkanım, bu konuda bir karar vermek…

BAŞKAN – Vermeyeceğim demedim ben. Daha ben burada oturuyorum, oturumu kapatmadım.

Buyurun Sayın Hamzaçebi. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına sizi ve bizleri televizyonları başında izleyen milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlarken, insanların temel hak ve özgürlükleri veya bu bağlamda insanın insan olmaktan kaynaklanan yaşam hakkı konusunda kirli bir tarihi olan Fransa’yı Türkiye’ye karşı takındığı bu tutum ve düşünce özgürlüğü karşıtı politikası nedeniyle kınıyorum. (CHP, AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)

Bütçeye ilişkin değerlendirmelerime Türkiye’deki adalet ve yargı sistemi konusunda birkaç cümle etmek suretiyle başlamak istiyorum. Çünkü bütçeler, sadece ekonomik politikaların, rakamların konuşulduğu yerler değil aynı zamanda Hükûmetin tüm politikasının değerlendirildiği bir platformdur. Yine ekonomik istikrar siyasi istikrarın üzerine oturur. Bir ülkede siyasi istikrar varsa ekonomik istikrar da vardır ve siyasi istikrar pek çoğumuzun düşündüğü gibi parlamento çoğunluğuna dayalı bir tek parti hükûmetinden değil kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin güvence altında olmuş olmasından kaynaklanır.

Adalet ve Kalkınma Partisinin 2002’de Hükûmet olmasından bu yana yaptığı 10’uncu bütçeyi konuşuyoruz ve bu on yıllık süre içerisinde Adalet ve Kalkınma Partisi adına kurulmuş olan her yeni hükûmet eskisine kıyasla daha otoriter bir görüntü verdi. Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde bugün başlangıç noktasına kıyasla insan hak ve özgürlüklerinden çok daha geriye gitmiş bir durumdadır.

Geçen hafta İnsan Hakları Haftasıydı; bütün dünyada kutlandı, Türkiye’de kutlanamadı. Türkiye, İnsan Hakları Haftası’na girerken hapishanelerinde 128 bin kişi vardı. Bu 128 bin kişinin 55 bini tutukluydu. Hapishanelerindeki insan sayısının yaklaşık yarısının tutuklu olduğu bir başka demokrasi, bir başka gelişmiş ülke demokrasisi olduğunu düşünmüyorum ve 55 bin tutukluya hükümlü gözüyle bakan “Bunların tutukluluk sürelerini kısaltalım.” denildiği zaman, böyle bir öneri ortaya konulduğu zaman “Muhtemel mahkûmlar serbest kalır.” düşüncesiyle onlara bu yolu kapayan bir iktidarın olduğu bir demokrasiyi gelişmiş ülkelerde düşünmüyorum, düşünemiyorum. Avrupa Birliği gibi bir hedefi olan Türkiye’de böyle bir gerçeğin olmuş olmasını, gerçekten 21’inci yüz yıl Türkiye’sinde Türkiye’ye yakıştıramıyorum.

“Parasız eğitim istiyoruz.” diyen gençlerin silahlı terör örgütü üyesi olarak yargılandığı, iki yıla yakın süreyle hapiste tutulduğu bir başka demokrasi, Türkiye gibi bir başka demokrasi olduğunu düşünmüyorum.

Sayın Başbakanın Hopa mitinginde güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanımı sonucu hayatını kaybeden vatandaşımız nedeniyle güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanımını protesto eden vatandaşların terör örgütü mensubu olarak tutuklandığı ve altı aya yakın süre hapishanede tutuklu kaldığı ve terör örgütü üyesi olarak yargılandığı bir başka demokrasi olduğunu düşünmüyorum. “Böyle bir demokrasi dünyada yoktur.” diye düşünüyorum.

Yumurta atmanın, pankart açmanın, basın açıklaması yapmanın terör eylemi sayıldığı bir başka demokrasi yoktur Türkiye dışında.

Öğrenci liderlerinin kartpostalları, megafon, pankart çubuğu gibi eşyaları suç aleti sayan bir başka ülke, bir başka demokrasi, bir başka yargı sistemi olduğunu düşünmüyorum.

Tutuklu veya hükümlü, hapishanelerde kendisine tedavi imkânının sağlanmamış, tedavi imkânının esirgenmiş olması nedeniyle onlarca, yüzlerce vatandaşımızın hayatını kaybettiği Türkiye gibi bir başka demokrasi olduğunu düşünmüyorum.

Bunlar, 21’inci yüzyıl Türkiye’sinde, Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarda olduğu bir dönemde, Türkiye’de yaşanıyor ve Türkiye, demokratik rejime sahip bir ülke.

Adalet ve Kalkınma Partisi her seçimde oylarını artırdıkça, Türkiye, daha otoriter bir hükûmetle tanışmaya başladı. Bugün, iktidar karşıtı düşüncesi olanlar, iktidarı eleştirenler, öğrenciler, bilim adamları, gazeteciler, sadece ve sadece bu düşünceleri nedeniyle özel yetkili mahkemeler eliyle yargılanmaktadır.

Bütün bunlar, her seçimden sonra Sayın Başbakanın vatandaşlarımızı kucaklayıcı konuşmalar yaptığı o balkon konuşmalarının olduğu Türkiye’de yaşanıyor. Sayın Başbakanın balkon konuşmalarını, ben, bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Sayın Başbakana buradan bir kez daha geçmiş olsun diyorum, bir kez daha yürekten şifa dileklerimi iletiyorum ama balkonlar sadece iktidar ve gücün hissettirildiği yerler değil, ölümün körfezleri değil, özgürlüğün sembolleri olmalı. Sayın Başbakana, bu konuşmaları bir kez daha hatırlamasını bu kürsüden iletiyorum.

Bugünü daha iyi anlayabilmek için tarihten birkaç örneği sizlerle paylaşmak istiyorum. İslam siyasi tarihinde babadan oğula geçen saltanat sistemini ilk kuranlar Emeviler olmuştur ve Emevi sultanları, kendilerini Allah’ın temsilcisi olarak görüyorlardı ve kendilerini bu şekilde konumlandırmış olmaktan dolayı, kendi zulüm ve haksızlıklarını “kader” kavramı üzerinden meşrulaştırıyorlardı yani “Allah’ın takdiri, alın yazısı” anlamındaki “kader” kavramı üzerinden meşrulaştırıyorlardı. Kulun böyle bir kader, böyle bir alın yazısı karşısında yapabileceği hiçbir şey yoktu, bugün de durum Adalet ve Kalkınma Partisinin çoğunluğuna dayanarak bütün kararlarını “çoğunluk” kavramı üzerinden meşrulaştırmasıdır. “Çoğunluk haklıdır, çoğunluğun söylediği her şey doğrudur.” anlayışı demokrasiye uygun bir anlayış değildir.

Yine Emevi döneminde, bin üç yüz sene önce Emevi sultanları hakkında eleştirel düşünmek serbest, kişi istediği gibi düşünebilir ama bu düşüncelerini başkaları ile paylaşması, konuşması yasaktı, tıpkı bugünkü gibi. Meşru yönetimler “özgürlük”, “eşitlik”, “adalet” kavramlarından güç alırlar. Meşruiyetin birinci şartı kararların ve politikaların arkasındaki güçlü halk desteğiyse, ikinci şartı bu karar ve politikaların “özgürlük”, “eşitlik” ve “adalet” ilkelerine uygun olmasıdır. Bu iki şartı bir arada taşıyan yönetimler meşrudur ve meşru yönetimlerin, meşru hükûmetlerin, meşru iktidarların bütün bireyler, bütün vatandaşlar için eşit özgürlüğü güvence altına aldıkları ölçüde meşruiyet seviyeleri yükselir. Bu açıdan baktığımızda, Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin bir meşruiyet sorunu vardır çünkü Türkiye’de bir insan hakları sorunu vardır.

Değerli milletvekilleri, bu siyasi değerlendirmeden sonra bütçeye ilişkin yani ekonomik konulara ilişkin değerlendirmelerime geçmek istiyorum. Birkaç gün önce, evvelsi gün TÜİK’in gelir ve yaşam koşulları araştırması yayınlandı, çok çarpıcı rakamlar var. Araştırmaya göre Türkiye nüfusunun 16,9’u yani 12 milyon 400 bin kişi yoksulluk sınırının altında yaşamlarını sürdürüyor. “Bu bütçe, görüştüğümüz bütçe bu vatandaşımızın sorununa bir çözüm getiriyor mu?” diye sorarsak, buna bütçenin vereceği cevap, benim vereceğim cevap: “Hayır.” Bugüne kadar cevap verilmiş olsaydı, böyle bir yoksulluk rakamı olmazdı. Şimdi, iktidar partisi sözcüleri, Hükûmeti temsilen sayın bakanlar buraya çıkıp şunu söyleyeceklerdir, görür gibiyim: “Efendim, biz iktidara geldiğimizde bu daha çoktu, 2002’de; biz onu azalttık.” Siz 2002’de iktidara geldikten sonra bir Acil Eylem Planı ilan ettiniz, dediniz ki orada: “Nüfusun yüzde 15’i açlık sınırının altındadır.” Aslında yoksulluğu kastediyorsunuz. Ee, şimdi 16,9. Hesabı o zaman yanlış mı yaptınız? Ne olursa olsun 12 milyon 400 bin kişinin yoksul olduğu bir Türkiye’de, Hükûmet, başarı öyküsü anlatamaz.

10’uncu bütçeyi konuşuyoruz, dedim. Hükûmetler, yaptıklarıyla yapamadıklarıyla seçimlerde halkın karşısına çıkarlar. Her iktidar döneminin hesabı seçimlerde verilir. Bu bütçe görüşmelerinde, öncekilerde olduğu gibi Hükûmeti temsilen konuşanlar, iktidar partisini temsilen konuşanlar dokuz yıl önceyi esas alarak bugünü anlatmayı tercih ettiler. Aslında yapılması gereken, 2011’i esas alarak önümüzdeki dört yıllık iktidar döneminde Adalet ve Kalkınma Partisinin Türkiye’yi hangi hedeflere ulaştıracağını anlatmaktır. Bu, tercih edilmedi. Dokuz yıl önce neydi, şimdi ne oldu? Buradan bir başarı öyküsü çıkarılmak isteniyor. Elbette ki başarı varsa Hükûmet bununla övünecektir, övünmek hakkıdır. Ancak dokuz yıl önceki başlangıç noktasına kıyasla bugün gelinmiş olan nokta, yakalanmış olan seviye, büyüme, işsizlik, istihdam gibi halkın günlük yaşamını ilgilendiren konularda, yoksulluk gibi konularda bir başarıyı ifade etmiyor ise, bir ilerlemeyi ifade etmiyor ise ortada bir başarı yoktur. Veya bugün yakalanmış olan seviye, dokuz yıl öncesinden önceki hükûmetler döneminde, benzer dönemlerde benzer şekilde yakalanmış ise yine ortada bir başarı yoktur. Bazı alanlarda bir şeyler yapılmış olabilir. Ama büyüme, işsizlik, istihdam gibi özellikle seçtiğim üç tane kavram var. Gelir dağılımı, vergi sistemi, vergi adaleti; bu başlıklarda dokuz yıl önceye göre Hükûmetin övüneceği bir başarı yoktur. Başarı, sondan başa doğru yazılan bir hikâyedir. Ulaştığınız yer çok iyi bir yerse başarı vardır.

Bakalım var mı, yok mu? Ben de Hükûmetin ve iktidar partisi sözcülerinin yaptığı gibi 2002 rakamlarını esas alacağım, başka bir rakamı esas almayacağım ama sizin yerinizde olsam, 2011’i alıp 2015’i anlatmayı tercih ederdim.

2001’den itibaren, dünya ekonomisinde, özellikle gelişmiş ülkelerde yaşanan resesyon, yani durgunluk nedeniyle para ve maliye politikaları gevşek tutuldu. Bir daha böyle bir durgunluk yaşamayalım, durgunluğu aşalım; bu endişe, para ve maliye politikalarının gevşek tutulmasına yol açtı. Bunun sonucunda uluslararası piyasalarda olağanüstü bir likidite artışı meydana geldi. Bu likidite artışına bağlı olarak talepte olağanüstü bir artış oldu. Bu, bütün dünya ekonomilerini bir büyüme sürecine soktu, bütün dünya büyüdü, Türkiye de bu süreçte büyüdü. Bütün dünya, eşi benzeri görülmemiş bir büyüme sürecini yaşadı. Bir kere bunu tespit edelim ve bu uluslararası likidite gelişmekte olan ülkelere yöneldi, yüksek getiri vardı oralarda. Gelişmekte olan ülkeler, yüksek faiz vermek suretiyle, bu likiditeyi, bu parayı kendi ülkelerine çekmek istedi, önemli ölçüde de başarılı oldular. Türkiye, yüksek faiz yanında bir enstrüman daha kullandı, düşük kur. İkili bir enstrüman sundu ve sıcak para Türkiye’ye geldi. O dönemin Maliye Bakanının çok güzel bir cümlesi vardı, bu iki enstrümanla sıcak paranın çekilmesine ilişkin olarak: “Yabancılar bizi iki kere öpüyor” demişti. Yani bir gelip yüksek faizden para kazanıyor, bir de dönem sonunda parasını transfer ederken kur düştüğü için bir de oradan kazanıyor. Şimdi işler eskisi gibi iyi değil, dışarıda işler iyi değil. O kadar para gelmeyecek, Türkiye’nin problemleri var. Hükûmet hazinenin öpülmesine razı ama öpecek yabancı yok.

İthalat ve yurt içi talepteki artışa dayalı olarak Türkiye’de önemli büyümeler kaydedildi. 2007’ye kadar böyle bir büyüme süreciyle geldik ancak dünya ekonomisinin sunduğu bu konjonktürel imkân maalesef iyi kullanılamadı. Gelen sıcak para, üretim ve ihracata yönelecek, üretim ve ihracatı artıracak sabit sermaye yatırımlarına yöneltilmekten ziyade tüketim amaçlı olarak kullanıldığı için Türkiye’de büyüme iç talep kaynaklı, daha doğrusu tüketim kaynaklı olmuştur. Tüketim kaynaklı büyüme Türkiye'nin büyümesinin sürdürülebilirliği konusunda sorun yaratan bir büyümeydi. Böyle bir süreçle bugünlere geldik. O günlerde, 2007’den itibaren Türkiye ekonomisi tekrar o yüksek büyüme oranlarını terk etmeye ve küçülmeye başladı, 2009’da da Türkiye ekonomisi dünyadaki gelişmelerin etkisiyle bir krize girdi, dünyanın en çok küçülen ekonomilerinden biri oldu. Kabahati dışarıya attık ama en çok küçülenlerden biri olduk, bizim sorunlarımız vardı çünkü ama ekonomi yönetimi bu sorunları bugüne kadar görmezlikten geldi. Hükûmetten beklenen, 2009 kriziyle ortaya çıkmış olan ekonomi politikalarındaki problemin tespit edilip buna uygun yeni bir ekonomik çerçeve, yeni bir ekonomik programı hazırlamak iken, buna gidilmemiştir. 2009 sonrasında açıklanan Orta Vadeli Program en son 2012-2014 dönemini kapsayan Orta Vadeli Program’ın aynısıdır, aynı varsayımlara, aynı politikalara dayalıdır.

“2002’de AKP, hükûmeti devraldığında Türkiye ekonomisinin temel sorunları neydi?” diye bakarsak:

1) Sürdürülebilir yüksek büyüme yoktu, ekonomi büyüyor, sonra krize giriyor, tekrar toparlanmaya başlarken tekrar krize giriyordu. İşsizlik yüksekti, yüzde 10,3. 80’li, 90’lı yıllarda Türkiye ekonomisinin işsizlik ortalaması yüzde 8’di, 2002’de 2001 krizinin etkisiyle 10,3. Toplam iç tasarruflar azalmaya başlamıştı, azalma eğilimine girmişti, 2000’den itibaren uygulanan IMF destekli politikaların çok doğal sonucuydu bu, iç tasarruflardaki düşüş kendisini cari açık olarak gösteriyordu. Bir ülkenin tasarruf açığı cari açığa eşittir; tasarrufunuz yok ise dışarıdan kaynak alacaksınız, borçlanacaksınız demektir. Vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin payı yüksekti. Neden? 2000’den itibaren uygulanan istikrar programı gelir tarafında önemli bir adım atmıştı, bu zaman içerisinde bu yapının daha adil bir hâle dönüştürülmesi gerekiyordu. Hükûmet, kendi döneminde, AKP, büyümeyi öne çıkaran bir söylem kullandı. Ancak, Hükûmetin 2003 ve önümüzdeki Orta Vadeli Program dönemi dâhil 2014 arası ortalama büyüme oranı, AKP hükûmetleri döneminin ortalama büyüme oranı yüzde 5,1’dir. Yani övünülen büyüme budur değerli milletvekilleri. Türkiye ekonomisi 80’li yıllarda yüzde 5,2 büyümüştür ortalama. 90’lı yılların büyüme ortalaması yüzde 4’e yakındır. Cumhuriyet tarihinin büyüme ortalaması 2002’ye kadar yüzde 4,6’dır. Dünya Savaşı var, 1929 ekonomik bunalımı var, krizler var, darbeler var, ihtilaller var; 4,6. Siz ne büyümüşsünüz? 5,1. Hükûmet diyor ki: “Biz iyiyiz.” İyi değiliz değerli milletvekilleri. Bir de bu iyi olmamızı birileriyle kıyaslamamız lazım. Kendi içimizde kıyasladım, ne büyümüş 2003-2011 arası? Diğer ülkeleri de alıyorum. Türkiye 2003-2011 arasında 5,2 büyümüş. Diğer ülkeler, gelişmekte olan ülkeler yüzde 6,6. Onun gerisindeyiz. Sahra altı Afrika 5,6. Biz neyiz? 5,2. Bağımsız Devletler Topluluğu 5,3, Asya ülkeleri 8,7, Kuzey Afrika 4,9. Kuzey Afrika’yı küçücük geçmişiz. Yani başarılı bir büyüme performansı yoktur. Bir kere, bunu tespit edelim.

2) İşsizlik neydi 2002’de? 10,3. Önümüzdeki yıl için Hükûmet neyi hedefliyor? Hükûmet yüzde 10,4 işsizliği önümüzdeki yıl için başarı olarak sunuyor. Yani AKP on yıl sonra, on yıl önceki işsizlik seviyesini bile yakalayamayacağını itiraf ediyor. Bir ekonomi politikasının temel amacı vatandaşa iş yaratmak değil midir? İş yaratamıyorsa, Türkiye'nin 2000 öncesi işsizlik seviyelerini bile yakalayamıyorsa, 2002’yi bile yakalayamıyorsa ortada başarılı bir ekonomik programdan söz etmek mümkün müdür?

Büyüme ve işsizlik dışında ikinci konu, “İç tasarruflar düşük.” demiştim. Daha doğrusu, 2000’den itibaren düşmeye başlamıştı. 2007’ye kadar ekonomi nispeten yüksek büyüme oranlarıyla geldi, 2007’den itibaren büyüme oranlarında düşüş başladı ve Türkiye ekonomisinin 2000 sonrasındaki büyümesinin altında, büyümesiyle beraber cari açık sorunu ortaya çıkmıştır. Cari açık, doğrudan iç tasarrufların azalmasından kaynaklanan bir sorundur.

Size bir tablo göstermek istiyorum. Tablo şu: 1998 burada, 2011, 2012 burada.

1998 yılında, ilk başta Türkiye ekonomisinde toplam iç tasarrufların gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 24,3’tür. Bakın, bu politika, bu oran 2000’den itibaren azalmaya başlıyor. 2000’de yüzde 18,4, 2002’ye gelmiş yüzde 18,6. İstikrar programının ilk yılları, ekonomide dengeler kurulmaya çalışılıyor. Siz 2002’yi kötü olarak değerlendiriyorsunuz. Bugün nereye gelmiş bu? 2011’de 13,3’e yani 1998’e göre yarıya yakın oranda bir azalış, 2002’ye göre üçte 1’e yakın oranda bir azalış var. Bu eğriyi yukarıya doğru çevirmediğimiz sürece, Türkiye sürekli olarak krizlere girecektir.

2011’in üçüncü çeyreğinde ekonomi yüzde 8,2 büyüdü, Hükûmet sevinemiyor “Eyvah, yine büyüdük.” diyor. Niye? Cari açık kapıda çünkü, duvara çarpacağız, ekonomiyi soğutmak istiyor Hükûmet, büyümeyi aşağı çekmek istiyor. Değerli milletvekilleri, bu eğri yukarı dönmediği sürece Türkiye’nin çözümü yoktur.

Şu da diğer tablo: Büyüme-cari açık ilişkisi.

Bakın, 2003-2007 arasında Türkiye ekonomisi yüzde 6,9 büyümüş, cari açık millî gelire oran olarak 4,6.

2008-2009 kriz yılları, ekonomi ortalama 2,1 küçülmüş, yüzde 4’lük cari açık vermişiz; bu, Türkiye ekonomisinde ilk kez yaşanıyor. Ekonominin küçüldüğü yıllarda ekonomi cari açık vermez ama Türkiye ekonomisi o kadar ithalata bağımlı ki Türkiye ekonomisi küçüldüğü yılda da cari açık verdi.

2010-2011’e geldik. Büyüme oranı ortalama 8,3, cari açık yüzde 7,9. 2012-2014’te Hükûmet büyümeyi aşağı çekmek istiyor, ekonomiyi soğutmak istiyor, yüzde 4,7’lik bir büyüme var. Cari açık, hemen hemen geçen yılın aynı. Yani büyüme yarı yarıya düşmesine rağmen cari açıkta bir azalış yok.

Şimdi, 2002’ye göre bu tablonun daha iyi olduğunu söylemek mümkün müdür? Hükûmetin, cari açık riskine karşı hiçbir korunma önlemi yoktur, hiçbir alternatif politikası yoktur. Sadece, liberal ekonomi muskasını cebine koymuştur, “Bu muska beni risklerden, krizlerden korur.” diyor.

Değerli milletvekilleri, cari açık sorunu giderek kronik bir hâle geliyor. Bunu aşmanın en önemli yolunun, toplam iç tasarrufları arttıran bir politika olduğunu biraz önce ifade ettim.

Bunun yanında Türkiye'nin yapması gereken şeyler var. Türkiye, olağanüstü ölçüde bir rekabet gücü kaybıyla karşı karşıyadır. Hükûmetin, altında, imzası olan Yıllık Ekonomik Rapor’daki rakamlara göre, 2007’de Türkiye dünya rekabet liginde 53’üncü sıradayken 2010 yılında 61’inci sıraya inmiştir, gerilemiştir. 2011’de bu rakam 59’uncu sıradır.

Merkez Bankasının sayfasında çok güzel bir araştırma var. Türkiye'nin yoğun dış ticaret ilişkilerinin bulunduğu ve aynı zamanda dünya pazarlarında Türkiye'nin rakibi olan ülkeleri temel alarak, toplam on beş ülkeyi temel alarak yapılmış olan bir çalışma, 1997-2010 aralığını düzenliyor. 97’ye kıyasla 2010 yılında Türkiye ekonomisi, sözünü ettiğim on beş ülke karşısında yüzde 70’e varan oranda rekabet gücünü kaybetmiştir. Bunu arttırmanın yollarından birisi kur politikasıdır belki ama kur politikasını bir yere kadar kullanabilirsiniz. Dolarizasyonun yoğun olduğu ülkemizde yani doların hâlâ bir tasarruf ve ödeme aracı olarak kullanıldığı ülkemizde bunu sonsuza kadar kullanma şansınız yoktur. Ayrıca reel sektörün 123 milyar dolarlık açık pozisyonu karşısında kur politikasını bir yere kadar kullanabilirsiniz. Bugün Merkez Bankası her ne kadar faizi tutup kuru serbest bırakmış görünüyorsa da bunun makul bir sınırının olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin yapması gereken, rekabet gücünü artırmak için kendi içine dönmesidir, vergi ve teşvik politikalarını etkin bir şekilde kullanmasıdır. Türkiye’de istihdam üzerindeki vergi yükü yüzde 36 düzeyindedir. 34 OECD ülkesi arasında 9’uncudur. OECD ortalaması yüzde 25’lerdedir. Örneğin istihdam üzerindeki vergi yükünü toplam vergi gelirlerinden fedakârlık etmeden düşürecek bir politika Türkiye ekonomisine, Türkiye sanayisine, ihracatına nefes aldıracaktır ama böyle bir politikanın izlerini ben Hükûmette göremiyorum.

Bütçeyi çok yakından ilgilendiren diğer bir konu çiftçilerimiz, tarım kesimi. Bütçe bütün toplum kesimlerinin beklentilerinin tartışıldığı yerdir. Bu beklentiler, ihtiyaçlar karşılanıyor mu, karşılanmıyor mu? Şimdi, 2012 bütçesine bakıyorum ben, 2012 bütçesinin tarım kesimine ayırdığı kaynak 7 milyar 180 milyon lira. Tek başına bu bir şey ifade etmiyor. Nedir bu? Bir önceki yıla göre yüzde 2 artış. E, enflasyon kaç 2012’de? Yüzde 5,2. Yani çiftçiye enflasyon kadar bile bir şey vermiyorsunuz, bırakalım büyümeyi. Yani millî gelir yüzde 11,3 artıyor, büyümeyi falan bıraktık, enflasyon kadar bile bir artış yok. Bütçeye, millî gelire oranı ne? Binde 5. 2002’de neymiş tarımsal desteklerin millî gelire oranı? Küçük de olsa yüksek, binde 5,3. Yani 2002’yi bile yakalayamamışsınız. Şimdi, “Tarım sektörünü destekliyoruz.” söylemi biraz havada kalıyor.

Şimdi, endeks, enflasyon, büyüme… Bırakalım bunları. Çiftçi için en iyi ölçü “Ürettiğim ürün karşılığında ne kadarlık tarımsal girdi alıyorum? Ben bundan anlarım.” diyor çiftçi. Ben de ona göre size örnek veriyorum. 2002 yılında bir buğday üreticisi 4 kilo buğdayla 1 litre mazot alırken, bugün 6 kilo buğdayla 1 litre mazot alamıyor. Pancar üreticisi 2002 yılında 15 kilo pancarla 1 litre mazot alabilirken, bugün 30 kilo pancarla 1 litre mazotu ancak alabiliyor. Süt üreticisi 2002’de 1 litre sütle 2 kilodan fazla yem alırken, bugün 1 litre sütle 1 kilo yemi ancak alabiliyor.

Ben, tarım konuları gelince Trabzon’da bir hayvan yemi satıcısını ararım. Trabzon’un Tonya Çarşısı’nda esnaf Osman Yıldırım’ı aradım. “Osman, nedir durum?” dedim. Bana dedi ki: “Vekilim, eskiden 10 kilo sütle bir çuval kepek alıyorduk, şimdi 30 kilo sütle bir çuval kepek alamıyoruz.” Durum bu. Tonya Çarşısı’nda esnaf Osman Yıldırım… Cumhuriyet Halk Partili de değil, onu da söyleyeyim. Eskiden bir inek bir aileye bakıyordu, şimdi bir aile bir ineğe bakmaya çalışıyor. Durum bu değerli arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, Sayın Maliye Bakanı asgari ücretin satın alma gücündeki artışı örneklemek için “2002’de şu kadar süt alıyordu asgari ücretli, şimdi şu kadar süt alıyor.” diyor. Bunun arkasında süt üreticisinin yere serilmiş olması var.

Ayrıca, Sayın Bakana o 2002 rakamları nedeniyle teşekkür ediyorum. Her yıl bütçesinde Sayın Bakan asgari ücretlinin satın alma gücüne ilişkin olarak rakamları verirken ben de farklı rakamlar veriyordum. Geçen sene o listede yer almayan gıda maddelerini örnek vermiştim. Benim geçen sene kullandığım gıda maddelerinden birisini bu sene Sayın Bakan kullanmış. O örneği verdiği için kendisine teşekkür ediyorum. Örnek, beyaz peynirdi. “Asgari ücretli -Sayın Bakanın ifadesine göre- 2002 yılı Aralık ayında 34 kilogram beyaz peynir alırken, şimdi 47 kilogram alabilir.” diyor. Sayın Bakanın 2002 rakamının biraz düzeltilmesini kendisinden rica ediyorum. Çünkü o 94 endeksine göre hesaplanmış bir rakam, öbürü 2011 rakamı, 2003 endeksine göre hesaplanmış. İki ayrı endeksin rakamını kıyaslamak doğru değil. Ben 2003 endeksine göre, 2003 Ocak ayında asgari ücretlinin 61 kilogram beyaz peynir alabildiğini, şimdi bunun 47 kiloya düştüğünü söylüyorum. Tabii ki, bu, kasım rakamı. 2011 Kasımıyla 2003’ün Ocağını kıyaslamak doğru değil. 2012’nin Ocağını da alırsak 19 liralık asgari ücret zammı bu rakamları çok fazla değiştirmeyecektir.

İlk defa, bir bütçe yapılırken kamu görevlilerinin, memurların maaş artış oranının ne olacağı konusunda bütçede hiçbir hüküm yoktur. Unutulmuş değil tabii bu çünkü 12 Eylül 2010 referandumuyla kabul edilen anayasa değişikliğiyle yürürlüğe giren yeni sisteme göre artık memurların, kamu görevlilerinin maaşları, özlük hakları toplu sözleşmeyle belirlenecektir. Peki, aradan on dört ay geçti. Nerede, ilgili yasayı niye çıkarmadınız? Şimdi “İlgili yasayı çıkaracağız.” diyorlar, “Bütçeden sonra çıkaracağız.” diyorlar. 15 Ocakta maaş alacak memurlar. Toplu sözleşmeyi ne zaman, kiminle yapacaksınız?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, ek süre veriyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Yani olsa olsa hemen sıkıştırılmış bir takvimle, Hükûmet paralelindeki sendikalarla göstermelik toplu sözleşmeler yapacaksınız. Ya bu düzenlemeyi yaptığınızdan pişman oldunuz ya da doğru dürüst bir artış yapmayacağınız için böyle sıkıştırılmış bir takvimle bu düzenlemeleri gerçekleştireceksiniz.

Bütçeyle ilgili konuşacağımız çok fazla konu var, tabii ki zaman yetmiyor. Önemli olan, tabii ki, bu kısa zamanda mümkün olduğunca fazla şeyi söyleyebilmektir.

Şimdi kamu görevlileriyle ilgili konuya değindim. Hükûmet, Ekonomik ve Sosyal Konseyi kurdu. Daha doğrusu anayasal kurum hâline getirdi 12 Eylül 2010 tarihinde. Aslında 2001’den bu yana yasayla bu Konsey var, anayasal kurum hâline getirildi. “Toplumun bütün kesimleri bu Konseyde taleplerini dile getirecek.” dedi. E, 12 Eylül 2010 referandumuyla anayasal kurum oldu, hâlâ Konsey toplanmadı. Şubat 2009’dan beri Konsey toplanmıyor. İki ay sonra üç yıl olacak, Konsey ortada yok.

Öte taraftan, kamu yönetiminde olağanüstü düzenlemeler yapıyorsunuz. “Eşit işe eşit ücret.” adı altında bir düzenleme yaptınız, işleri eşitlemediniz, bütün unvanları dikkate alarak bir düzenleme yaptınız. Bütün genel müdürler eşittir, bütün polisler eşittir, bomba imha uzmanı polisle öbür polis de eşittir, bir müdürle öbürü de eşittir. Altüst ettiniz.

Öğretmen atamaları nerede? 250 bin öğretmenimiz atanmayı bekliyor. Önceki Millî Eğitim Bakanımız Sayın Nimet Çubukçu, 2011 yılında 55 bin öğretmen atanacak dedi, 40 binde kaldı. Yani Sayın Çubukçu’nun sözü söz değil midir sizin anlayışınızla? Sayın Çubukçu Bakanlıktan ayrılınca yeni Bakanın görevi onun sözlerini tekzip edip öğretmenlerden özür dilemek midir? Hükûmeti göreve davet ediyorum. Bizim teklifimiz var. Beğenmiyorsanız kendiniz getirirsiniz, bunu buradan çıkarırız.

Çek mağdurları: Ekonomik suça ekonomik ceza olur. Bu insanlar itibarlarını yeniden kazanmak istiyorlar. Dolandırıcıları bunların içinden ayıralım ama bu insanlara itibarlarını kazanmak için bir fırsatı yeniden verelim.

Tekliflerimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığında. İntibak yasası, eski ve yeni emekli arasındaki farkı giderecek olan yasa teklifimiz Meclis Başkanlığında, aile sigortası teklifimiz Meclis Başkanlığında.

2/B ile ilgili kanun teklifimizi, seçimlerde verdiğimiz söze uygun olarak Meclis Başkanlığına sunduk. 7 milyon orman köylüsü atasından, dedesinden beri kullandığı araziyi almak istiyor. Bedelsiz verelim dedik. Diğerlerine de, ekonomik gücüne bakalım; bir tane evi var, binası var, bu adama rayiç bedelle satarım demek olmaz, emlak vergisi değeri. Gelin bunları hep beraber burada yapalım. Toplum bunları bekliyor.

Sözlerimi bitiriyorum…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Son cümlemi ifade edeyim.

BAŞKAN – Evet, teşekkür ederim Sayın Hamzaçebi, üç dakika da doldu.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Ama bir son selamlama cümlemi söyleyeyim.

BAŞKAN – Peki, selamlama için lütfen…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Evet, konuşmamı burada bitiriyorum. Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. 2012 yılı bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Hamzaçebi.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Tekirdağ Milletvekili Sayın Faik Öztrak.

Buyurun Sayın Öztrak. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Öztrak, sizin de süreniz aynı şekilde.

CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın geneli üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu ve bizi izleyen vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi sahip olduğu yoğun medya desteği ve iktidar olanaklarıyla ekonomide bir başarı hikâyesi anlatmakta ve herkesi bu masala inanmaya zorlamaktadır. Bugün son gününe geldiğimiz bütçe görüşmeleri boyunca da hem bakanlar hem de iktidar partisi sözcüleri bu yaklaşımlarını sürdürmüşlerdir. Şimdi ortaya koyacağım gerçekleri dikkatle dinlemenizi rica ediyorum.

Değerli milletvekilleri, önce, 2002 sonunda yani sizin “çıraklık dönemimiz” dediğiniz dönemin başlangıcında nasıl bir ekonomi devraldığınızı anlatayım. Kriz nedeniyle hızla daralan Türkiye ekonomisi benim de içinde bulunduğum bir takım tarafından hazırlanan program sonucunda süratle toparlanmaya başlamıştı. Büyüme yüzde 6’nın üstüne çıkmıştı. Enflasyon bir yıl öncesine göre 39 puan birden düşerek yüzde 30’un altına inmişti. Kamunun borçlanma faizleri bir yılda 30 puanın üzerinde azaldı. Kısa sürede mali disiplin sağlandı, bankacılık sistemi yeniden yapılandırıldı, şirketler kesimi verilen desteklerle yeniden ayağa kalktı.

İşte, böyle bir ekonomiyi ve güven uyandıran bir ekonomik programı devraldınız. Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcınızın da söylediği gibi ekonomiyi otomatik pilota bağlamanız yeterli oldu. Aldığınız program ve olağanüstü iyi küresel iklimde uçak otomatik pilotta sorunsuz uçtu. Çıraklık dönemini böyle geçirdiniz ancak değişen dünya şartlarını göremediniz ve ekonomide kırılganlıkların birikmesine neden oldunuz. 2007’de, kalfalığınızın hemen başında ise uçak türbülansa girmeye başladı.

Şimdi bunları bazı göstergelerle anlatayım. Çıraklık döneminizde Türkiye 149 gelişen ve yükselen ekonomi içinde gelirini en hızlı artıran 44’üncü ekonomi oldu. 2007 yılında başlayan kalfalık döneminizden bugüne kadar ise ekonomiyi 98’inci sıraya gerilettiniz. Yani kalfalık döneminizde 54 ülke büyüme yarışında Türkiye’yi geçti. Bırakın hızlı balık olmayı, yavaş balık oldunuz.

Kalkınma yarışındaki durumunuza gelince: Birleşmiş Milletlerin insani kalkınma raporlarına göre Türkiye, siz iktidara gelmeden hemen önce, 2000 yılında insani gelişmişlik bakımından 80’inci sırada, çıraklık döneminizin sonunda, 2007 yılında 85’inci sırada, kalfalığı bitirdiğiniz 2011 yılında ise 92’nci sırada. Adında “kalkınma” olan bir partinin iktidarında Türkiye, kalkınma yarışında sürekli irtifa kaybetmiş, “kalkınma” sadece partinizin tabelasında asılı kalmış.

Aynı durum işsizlik cephesinde de var. Gelişen ve yükselen 71 ekonomi içinde Türkiye, iktidarı devraldığınızda işsizliği en yüksek 36’ncı ekonomiydi. İktidarınızda Türkiye işsizlik sıralamasında 14 basamak birden yukarı tırmandı. Kalfalık döneminizin sonunda işsizliği en yüksek 22’nci ekonomi oldu.

Başarı bu mudur?  Bunu nasıl başarı sayabiliriz?

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı verilerine göre Türkiye, 2010 yılında çalışma çağındaki nüfusunun iş hayatına girmesi ve bunlara istihdam sağlanması bakımından Teşkilatın en son sıradaki üyesidir. Ancak tablo kadınlarımız için daha da vahimdir. Kadınlar iş ve çalışma yaşamında kendine yer bulamamaktadır. Türkiye’de her 100 kadından ancak 30’u çalışma yaşamındadır. Muasır medeniyet seviyesini hedefleyen Türkiye’de böyle bir tabloyu herhâlde hiçbirimiz kabul edemeyiz. Kadınlarını eğitemeyen, meslek edindiremeyen ve çalışma yaşamına katamayan bir toplumun kalkınması, demokratikleşmesi, çağdaş bir ülke olması ve geleceğe güvenle ilerlemesi mümkün değildir.

AKP İktidarında kanayan diğer bir yara gençlerin işsizliğidir. Annelerin babaların binbir fedakârlıkla baktığı, büyüttüğü evlatlarımız hayatlarının baharında umutsuzluk girdabına kapılmaktadırlar. Yükselen piyasa ekonomisi Kore ve Meksika’da her 100 gençten 10’u işsizken bizde her 100 gençten 20’si işsizdir. Hepimiz övünmüyor muyuz Türkiye'nin genç ve dinamik nüfusuyla? Siz bu nüfusa iş sağlayamazken, bu üstünlüğü kullanamazken nasıl övünebiliyorsunuz?

Kalfalık döneminizin en önemli eseri ise cari açıkların önlenemez yükselişidir. Hükûmet hiçbir cumhuriyet hükûmetinin yapamadığını yapmıştır. Bu ülkede cari açık rekorlarını kimseye kaptırmayacak şekilde kırmışsınızdır. Türkiye’de ihracatın sahibi Hükûmettir ama bu ülkede başını alıp giden ithalat sahipsizdir, yetimdir. Türkiye’yi böyle bir iktidar anlayışıyla dokuz yıl yönettiniz. Ülkenin rekabet gücünü hızla aşındırdınız. Ülkemizde kalabilecek iş ve istihdamı yurt dışına transfer ettiniz. Verdiğiniz dış açıklar ortada. 150 gelişen ve yükselen ekonomi arasında, çıraklığınızın ilk yılında gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak Türkiye’den daha az cari açık veren ülke sayısı 48’di, çıraklığınızın sonunda Türkiye’den daha az açık veren ülke sayısı 77 oldu. Kalfalığı bitirdiğinizde ise 104 ekonominin cari açığı Türkiye’den daha azdı. AKP İktidarında Türkiye’nin cari açığı yani döviz bilançosu açığı 55 basamak birden kötüleşmiştir. Buraya özellikle dikkatinizi çekmek isterim: AKP’nin çıraklığı ve kalfalığı arasında büyüme sıralamasında Türkiye 54 basamak düşmüş, cari açık vermede de 55 basamak yukarı çıkmış. Bu tabloya bakınca insanın içinden “Allah Türkiye’yi sizin ustalık döneminizden korusun.” demek geçiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Nitekim, daha ustalığınızın ilk yılında cari açık 80 milyar dolara dayandı. Türkiye’yi döviz açığı vermede Amerika Birleşik Devletleri’nin ardından dünya ikincisi yaptınız. Evet değerli milletvekilleri, Türkiye 80 milyar dolarlık cari açığıyla dünyada en fazla cari açık veren ikinci ekonomidir. Peki, önümüzde kim vardır? Amerika Birleşik Devletleri vardır.

“Devir büyük balığın küçük balığı yuttuğu değil, hızlı balığın büyük balığı yuttuğu devir.” diyerek kendisini büyümede, işsizlikte Amerika’yla kıyaslayan Sayın Babacan’a ben de buradan izninizle bir kıyaslama yapayım: Türkiye’yi Amerika’dan sonra dünyada en fazla cari açık veren ülke konumuna getirdiğinizi söylemiştim ama Amerika’nın geliri bizimkinin 19 katı. Amerika dolar matbaasının sahibi. Amerika’nın cari açığı ise bizim sadece 5 katımız.

Gelelim gelir dağılımına ve yoksulluk göstergelerine. Değerli milletvekilleri, TÜİK’in açıkladığı rakamlar vatandaşın yaşadığı gerçek ekonominin ne olduğunu hepimizin gözlerinin önüne seriyor. Kalfalık döneminin sonunda, 2010 yılında 45 milyon 131 bin vatandaşımız hiç olmazsa iki günde bir et, tavuk veya balık içeren bir kap yemek yiyemiyor. 58 milyon 308 bin vatandaşımız evinde eskiyen mobilyalarını değiştiremiyor. Kendisine yeni giysiler alamayan vatandaşlarımızın sayısı 26 milyon 504 bin. Soğuk kış günlerinde evini ısıtma imkânına sahip olmayan vatandaşlarımızın sayısı ise 26 milyon 268 bin kişi. Evden uzakta bir haftalık tatile çıkamayan vatandaşlarımızın sayısı 62 milyon 396 bin kişi. Borç ve taksit ödemeleri altında bunalan vatandaşlarımızın sayısı ise 41 milyon 336 bin kişi.

Değerli milletvekilleri, 2010 yılında maddi yoksunluk sınırı altında yaşayan yurttaşlarımızın sayısı bir önceki yıla göre 861 bin kişi artmış, 45 milyon 303 bin kişi olmuş. Yani “Kriz geçti gitti.” dediniz ama sıkıntısını vatandaşın üzerine yıktınız.

İşte, başarı hikâyeleri anlattığınız Türkiye’deki gerçek insan manzaraları bunlar.

Değerli milletvekilleri, OECD geçenlerde ilk defa yaptığı bir çalışmayı yayınladı. Bu çalışma, çok ilginç bir çalışma, mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. Çalışmanın adı: “Yaşamınız nasıl?” Gelir, refah, iş, kazanç, sağlık, eğitim gibi 11 ayrı ölçüte göre üye ülkelerdeki vatandaşların yaşam memnuniyetine bakmışlar. Sonuç: OECD içinde yaşamından en az memnun olan insanlar maalesef bizim ülkemizde yaşıyor, Türkiye’de yaşıyor. Size rapordan birkaç çarpıcı örnek vermek isterim: Türkiye, OECD ülkeleri içinde çalışma koşullarının en ağır olduğu ülke. Türkiye’deki çalışanların yarısı haftada 50 saatten fazla çalışıyor. İktidarınız Türkiye’sinde insanların birbirine güveni kalmamış. Her 100 insandan ancak 9’u başkasına güvenebiliyor! 34 ülke içinde maalesef Türkiye bu oranla sonuncu durumda. Bunları özellikle dikkatinize sunuyorum. Bir ekonominin başarısı sadece millî gelirinin artmasıyla ölçülemez; bir ekonominin başarısı ve gelişmesi yaratılan refahın, vatandaşın yaşam kalitesini artırmasıyla ölçülür. Aksi takdirde, ekonomik gelişme kâğıt üzerinde bir yüzde değişmeden ibaret kalır, sadece sıcak paracıları memnun eder.

Değerli milletvekilleri, Hükûmetin en iddialı olduğu alan sağlıktır. Daha birkaç gün önce Bakan, sağlıkta devrim yapmakla övünüyordu ama ustalığınızın ilk yılında geldiğiniz noktada sağlıkta sıkıştınız. Geçtiğimiz yıllarda önce doktorlara, sonra eczacılara, daha sonra da ilaç firmalarına yüklendiniz ama deniz bitti! Hazinede para tükenince bu sefer vatandaşa “katkı payı” diye yüklenmeye başladınız. Vatandaşın cebinden yaptığı sağlık harcamaları sürekli ve hızla artıyor. Daha da bunları artırmayı öngörüyorsunuz. Vatandaşın devlet hastanelerinde tecrübeli profesörlere muayene ve ameliyat olmasını engellediniz. Kanun hükmünde kararnamelerle devlet hastanesinden kaçırdığınız hocayı, çıkardığınız kanun hükmünde kararnameyi delerek Sayın Başbakanın ameliyatı için geri getirdiniz. Peki, bunlardan hangisi doğru? Elbette ikincisi. Şifaya erişim ve insan sağlığı kutsaldır ama yalnızca Sayın Başbakanınki değil, tüm vatandaşların yaşamı kutsaldır. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, özetle, Adalet ve Kalkınma Partisinin çıraklık döneminde heba edilen fırsatların faturası, kalfalık döneminde ülkenin rekabet gücünün hızla erimesi, büyüme ve kalkınma yarışından kopması, ekonomide kaliteli ve sürekli iş imkânlarının yaratılmaması suretiyle vatandaşlara ödettirilmiştir. Bu dönemde, iktidar, ülkemizin rekabet gücünü ve büyüme potansiyelini artıracak yapısal tedbirleri alamamıştır. Gerekli dönüşümleri gerçekleştirememiş ve önemli fırsatları heba etmiştir. Kısa vadeli, popülist çıkarları için yapısal sorunları önemsemeyen fırsat müsrifi Adalet ve Kalkınma Partisi, daha 2009 krizinin acı hatıraları hafızalardayken küresel iklimdeki son değişimi de doğru yorumlayamamıştır. Dışarıdaki kriz adım adım kapımıza ilerlerken AKP seçimlerde iktidar için popülizmin daniskasını yapmıştır. Ayağını gazdan hiç çekmemiş, sıcak parayla beslenen borçla vatandaşın geliri ile umutları arasındaki uçurumu kapatarak yalancı bir coşku yaratmıştır. Bedel ise dünyanın en büyük ikinci cari açığı ve hızla artan küresel sermaye-sıcak para bağımlılığı olmuştur. Kriz kapıya dayandığında ise Sayın Babacan’ın deyimiyle uçak manuele alınmış, birdenbire pilot sayısı artmış, her kafadan ayrı bir ses çıkmaya başlamıştır. (CHP sıralarından alkışlar) Önce, ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı ile Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkan Yardımcısı temmuz ortasında “Kriz geliyor, harcamayı kesin.” demiştir ancak onlardan hemen sonra kanun hükmünde kararname ürünü olan yeni bakanlardan Ekonomi Bakanı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı “Kriz yok, harcamaya devam.” diyerek topa girmişlerdir. Başbakan, 27 Temmuzda “Bu defaki teğet bile geçmeyecek.” demiştir. Asıl ürkütücü olan ise bağımsız olması gereken Merkez Bankası Başkanının da bu koroya katılmasıdır. Ancak bundan tam on gün sonra Türkiye’de kriz yönetimine geçilmiştir. “Teğet bile geçmeyecek.” denilen krizin yükü acımasızca yapılan zamlarla vatandaşın omuzlarına yüklenmiştir. (CHP sıralarından alkışlar) Vatandaş zamlar altında ezilirken bu ülkenin bakanları, G20 toplantısına gittikleri Fransa’nın bir tatil beldesinde, yalnızca kendilerinin gülebildiğini sıkılmadan anlatabilmişlerdir.

Değerli milletvekilleri, biz bu uyarılarımızı yaptığımızda Hükûmet bunu muhalefet yapmak için söylediğimiz zannına kapılıyor ancak Hükûmetin yaptığı gibi “Bizde her şey iyi.” havasını pompalamak, aşırı öz güvenle gelişmiş ekonomilere nasihat ve ders vermeye kalkışmak, dışarıda dünyanın farkında olmadığımız izlenimini yaratıyor. Bu nedenle, bu kürsüden Hükûmeti uyarıyorum. Bu marazi, narsist öz güven görüntüsünden bir an önce kurtulun. Yaptığınızın korkudan mezarlıkta ıslık çalmak olduğunun biz farkındayız. (CHP sıralarından alkışlar) Ancak caka satarak görüntüyü kurtardığınızı zannederken sizinle birlikte tüm milletin ayağının altındaki halının çekilebileceğini de unutmayın. Zaman caka satmanın değil, doğru teşhis koymanın ve doğru politikaları üretmenin zamanıdır.

Hükûmet “Kimse orta vadeli program yapmazken ben yaptım.” diye övünmesini biliyor. Oysa daha 13 Ekimde açıklanan Orta Vadeli Program’da, yılın bitimine iki buçuk ay kalmışken 2011 enflasyonu için yüzde 7,8 olarak enflasyonu tahmin ettiniz. Bu tahminden tam on üç gün sonra, Merkez Bankası yayımladığı enflasyon raporunda “2011 enflasyonu yüzde 8,3 olacak.” dedi. Kasım ayı enflasyonu rakamları açıklandı, bir de baktık ki enflasyon yüzde 9,5 olmuş bile. 2011 sonunda çift haneli enflasyon şimdiden garantilendi. Sizin tahmin ufkunuz bir yıl değil, iki yıl değil, üç yıl hiç değil. Yılın bitimine iki buçuk ay kala enflasyon tahmininde bu kadar sapma olursa biz bu Hükûmetin hangi tahminine ve hedefine güveneceğiz? Aslında, getirdiğiniz bütçenin insanlara ne kadar güven verdiğini daha açıklandığı gün gördük. Sayın Maliye Bakanı bütçeyi açıkladı, devalüasyon patladı, Merkez Bankası 2006’dan bu yana ilk defa doğrudan döviz satarak piyasalara müdahale etmek zorunda kaldı. İşte, bütçenizin içeride ve dışarıda açıklandığı gün vermiş olduğu güven bu.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin sağlıklı bir şekilde kalkınmasından, büyümesinden, iş ve istihdam yaratmasından elbette hepimiz çok mutlu oluruz ama eğer ki ekonomide kırılganlık biriktiren bir büyüme varsa, taşıma suyla değirmen dönüyorsa değirmenin suyu kuruduğunda, elde edildiği zannedilen kazanımlar bir anda elden avuçtan çıkabilir. Ben bunları “Laf olsun.” diye, sırf muhalefet amacıyla söylemiyorum, yaşadığım deneyimlere dayanarak sizleri uyarıyorum. Nitekim, Avrupa’da yaşanan gelişmeler su taşınan derelerin kurumak üzere olduğunu göstermektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde de görünüm parlak değildir, alınması gereken bazı ciddi kararlar yaklaşan seçimler nedeniyle artık alınamamaktadır. Hükûmet, dışarıda biriken kırılganlıklara gözlerini kapamış, seçim kazanmak için arabayı sorumsuzca, son süratle kullanmıştır. Şimdi frenler tutmamaktadır, aracın içindeki 74 milyonun geleceği de risk altındadır.

Artık her gün Türkiye ekonomisine ilişkin uyarı dozu yüksek raporlar uluslararası piyasalarda dolaşmaya başlamıştır. Bu raporlarda Türkiye'nin yüksek cari açığına, kısa vadeli borçlarına dikkat çekilmekte, finansman koşullarındaki bozulmaya ve uluslararası rezervlerin yetersizliğine vurgu yapılarak ekonomide ani duruş ihtimalinin giderek arttığı söylenmektedir. Aslında, Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz bunları uzun zamandır söylüyoruz, ekonomideki kötü gidişe uzun zamandır dikkatleri çekmeye çalışıyoruz ancak herhâlde Türkçe söylediğimiz için Hükûmet bizi dinlemiyor. Bahsettiğim raporlar İngilizce. Bu raporlar İngilizce yazıldığı için, diğer konularda da olduğu gibi, belki bu raporlar Hükûmetin dikkatini daha fazla çekebilir.

Değerli milletvekilleri, son dönemde istihdam ve işsizlikte bir başarı hikâyesi yazılmak isteniyor. Eylül ayında istihdam, geçen yıla göre 1 milyon 700 bin kişi arttı. Bir de baktık, bu istihdamın 476 bini tarımdan geliyor, tarımda yaratılmış. Şimdi, iktidarınızda, tarımda ekili alanlar 17 milyon dönüm azalmış, mercimek üretimi 120 bin ton azalmış, kuru fasulye üretimi 141 bin ton düşmüş, nohut üretimi 153 bin ton azalmış, Türkiye Kanada’dan baklagil ithal eder hâle gelmiş, Kurban Bayramı’nda anguslar, chevroletler, limuzinler ithal edilir olmuş. Sorarım: Bu üretim düşerken, ekili alanlar daralırken, ithalat başını alıp giderken, bu 476 bin kişi nerede çalışmış? (CHP sıralarından alkışlar)

Yine, daha ilginç bir gelişme, son bir yılda, kanun yapıcı, üst düzey yönetici ve müdür sayısı 184 bin kişi artmış. Yani şu son dönemde yaratılan, o 1 milyon 700 bin kişilik istihdam içinde yaratılan her 100 iş imkânından 10’unu kanun yapıcı, yönetici ve müdür kadrosunda olanlar yaratmış. Şimdi, bu rakama bakınca insan sormadan edemiyor: Bizim haberimiz olmadı da son bir yılda bu ülkede bir derin devlet mi oluşturdunuz? (CHP sıralarından alkışlar) İstihdam rakamlarınız güven telkin etmiyor. İşsizlikteki düşüşü inandırıcı bulmuyoruz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de büyüme ve üretim artışı rakamlarına sevinemez hâle geldik çünkü yel ile gelenin sel ile gidebileceğini yakın bir zamanda, 2009 yılında hep beraber gördük. 2011’in üçüncü üç ayındaki yüzde 8,2’lik büyüme rakamı, Hükûmet ve Merkez Bankasının söylemlerine rağmen, mevcut politikalarla ekonominin kontrol altına alınamadığını ortaya koydu. Kapasite kullanımı, sanayi üretimi ve cari açığın geldiği seviyeler, 2011’in son üç ayında da ekonomideki kontrolsüz gidişin sürdüğünü gösteriyor. Aileler aşırı borçlu. Borcunun gelirlerine oranının geldiği düzey, sert iniş hâlinde yaşanacaklar üzerine endişeleri daha da artırıyor. 2002’de ailelerin borcunun harcanabilir gelirlerine oranı yüzde 4,5 iken 2011’in 9’uncu ayında bu oran 10’a katlanmış ve yüzde 45’e çıkmış.

Burada tecrübelerime dayanarak şunu ifade etmek istiyorum: 2001 krizinde borçlu olan şirketlerdi. “İstanbul yaklaşımı” gibi uzlaştırma yöntemleriyle sorun nispeten rahat çözüldü. Ancak şimdi aileler de ciddi şekilde borçlu. Ekonomide ani bir fren durumunda bunu çözmek çok daha zor. Aslında, ailelerin bilançosundaki bozulmanın maliyet ve sonuçlarını bugün gelişmiş ekonomilerde bir türlü gelmeyen büyümeye ve düşmeyen işsizliğe bakarak anlamak da mümkündür.

Değerli milletvekilleri, peki, Hükûmetin Türkiye Büyük Millet Meclisi huzuruna getirdiği Orta Vadeli Program ve 2012 Bütçe kanunu ekonomide artan ani duruş riskini dikkate alıyor mu? Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisinin 2011’de yüzde 8’in üstünde büyüyeceği anlaşılıyor. 2012’de ise Türkiye'nin, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı tahminine göre yüzde 3, Uluslararası Para Fonu’nun tahminlerine göre ise sadece yüzde 2 büyüyeceği öngörülüyor. Bu, ekonomide gelecek yıl sert bir iniş riskinin uluslararası kuruluşlar nezdinde giderek ağırlık kazandığını göstermektedir. Kaldı ki Türkiye’ye para getiren bazı yatırım bankaları 2012’de büyümenin sıfıra yakın olabileceğini söylüyorlar. Yani neresinden bakarsanız bakın, borç tuzağına düşürdüğünüz vatandaşlarımız, şirketlerimiz gelecek yıl çok zorlanacaklar.

Hükûmet getirdiği Orta Vadeli Program’la ağırlaşan küresel koşulları hiç dikkate almamış. Hükûmet, gelecek yıl, kendi tahmini olan 65 milyar dolarlık bir cari açığı ve 135 milyar dolarlık borç geri ödemesini finanse edebileceğini ve toplam 200 milyar dolar para bulacağını varsaymaktadır. Ekonomik dengeler bu kumar üzerine kurulmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki bu para bulunamaz ve ekonomi yere çakılırsa, aynen 2009’da yaptığınız gibi, bahaneniz küresel kriz olacaktır. “Bu seferki teğet bile geçmez.” sözü ise hiç söylenmemiş sayılacaktır.

Buradan açıkça uyarıyorum: Bu sert çakılma sonunda ödenecek acı bedelin tek sorumlusu bu frensiz gidişe yol açan Hükûmettir.

AKP Hükûmeti, Orta Vadeli Program’da kendine beş temel öncelik belirlediğini ifade etmiştir. Bu beş öncelikten ikisi, cari açığı düşürmek, iç tasarrufları artırmaktır. Bunu diyen Hükûmet ne yapıyor? Kamuda yatırım-tasarruf açığını büyüten bir program ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin huzuruna çıkıyor. Kamu tasarruf-yatırım açığı 2011’den 2012’ye geçişte gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak 0,6 puan artarak yüzde 2,2’ye çıkıyor. Devlet “Gelecek yıl cari açığa 0,6 puan ilave katkı yapacağım.” diyor. Böyle mi cari açık düşürülecek? Cari açık lafla düşmez. Dengeler, cari açığı düşüremeyeceğinizi ve bu işten -kusura bakmayın ama- pek de bir şey anlamadığınızı gösteriyor. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Hükûmet bir “mali disiplin” lafı tutturmuş, buna herkesin inanmasını istiyor. 2007-2011 arasında bütçenin faiz dışı harcamalarındaki artış yüzde 74,2. Afların bir defa etkileri ayıklandığında vergi gelirlerindeki artış yüzde 59,5. Aynı dönemde ekonomideki toplam gelir ise yüzde 52 artmış. Yani harcamalar millî gelir artışının 22 puan üstünde artarken süreklilik arz eden vergi gelirleri ekonomik büyümenin sadece 7,5 puan üstünde artmış. Vergi aflarından elde edilen bir defalık gelirler ve ithalatta sürdürülemez artışa bağlı olarak tahsil edilen vergilerle maliye politikasındaki gevşemeyi maskeliyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, son dönemde, sağlıklı bir demokraside olmayacak şeyler oluyor ülkemizde. Hukukun genel ilkelerini ihlal etmek sıradanlaşıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkileri, Anayasa’ya aykırı bir biçimde ve Anayasa Mahkemesi Başkanının da desteğiyle Hükûmet tarafından âdeta gasbedildi. Türkiye, kanun hükümde kararnamelerle yönetilen bir ülke hâline geldi. Genel seçimler öncesinde kabul edilen bir yasayla verilen kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi, yeni seçilmiş bir Meclis olmasına rağmen, Hükûmet tarafından, fütursuzca, son gününe kadar kullanıldı. Çıkardığınız otuz beş kanun hükmünde kararname ile Türk kamu yönetimini altüst ettiniz, uluslararası standartlardan uzaklaştırdınız, köklü kuruluşları bir gecede ortadan kaldırdınız, on bir yeni bakanlık kurdunuz, memurların kazanılmış haklarını ellerinden aldınız, insanları kariyer planlaması yapamayacak hâle getirdiniz, kamu çalışanlarını sokağa döktünüz, İstanbul Menkul Kıymetler Borsasını devletleştirdiniz, özerk düzenleyici ve denetleyici kuruluşları bakanların ağzına bakar hâle getirdiniz. Rekabet gücümüzü artırmak için araştırma, geliştirme ve bilime en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde kalktınız Türkiye  Bilimler Akademisine seçim ile gelen bilim adamlarını dünyada örneği olmayan bir şekilde atanır hâle getirdiniz. Sizin dışınızdaki seçimle gelen tüm kurumları kontrol altına alma hırsınızın tepe noktasına geldiniz. Bundan sonra bir adım kaldı, millî takım oyuncularını da kararnameyle atarsanız bu iş bitmiş olacak. (CHP sıralarından alkışlar)

Tüm bunları yaparak uluslararası yatırımcıların risk algılamasını artırdınız. Dışarıdan para bulmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde bunu yaparak durumun gerçekten farkında olmadığınızı bir kere daha gösterdiniz. Bunların yanında kanun hükmünde kararnameler kanunsuzluklarınızın kılıfı oldu. Bugüne kadar bu kürsüden sizi defalarca uyardık. Bütçe sürecini başlatan orta vadeli program ve mali planın kanunun öngördüğü sürelerde çıkarılmadığını söyledik. Kendi çıkardığınız bu kanunu yıllarca yine kendiniz ihlal ettiniz. Sonra bir de baktık bir kanun hükmünde kararnameyle kanunu kanunsuzluğunuza uydurmuşsunuz. Hiç olmazsa bu düzenlemeyi Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçirme cesaretini gösterseydiniz.

Değerli milletvekilleri, geçen sene bu kürsüden konuşan iktidar partisi sözcüsü “Cumhuriyet Halk Partisi iktidara gelirse kur patlar, enflasyon uçar, faiz coşar.” diyordu. Şimdi iktidarda Cumhuriyet Halk Partisi mi var? Ne oldu da bu ülkede son bir yılda yüzde 24 devalüasyon oldu? Faizler nasıl çift haneye çıktı? Kredi faizleri nasıl yüzde 15’e geldi? Enflasyon nasıl çift hanelere ulaştı?

Değerli milletvekilleri, özetlersek, Türkiye, yeniden kabaran kriz dalgasına dünyadaki en yüksek ikinci cari açığı vererek yakalanmıştır. Hükûmet, ekonominin çıpalarını birer birer yok etmektedir. Merkez Bankası ve bağımsız kurullar, Hükûmetin emrine girmiştir. Komşularla sıfır sorun diye yola çıkılmış, sorunsuz sıfır komşu noktasına gelinmiştir. İhracatımız, turizm gelirlerimiz darbe yemiştir. Dünya krizden çabuk çıkacağa benzemiyor. Yeni dalganın geçmişten farklı olarak küresel likiditeyi daha fazla daraltması bekleniyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – İlave süre veriyorum Sayın Öztrak.

Buyurun.

FAİK ÖZTRAK (Devamla) - Türkiye'nin önümüzdeki yıl 200 milyar dolar tutarında bir parayı bulamaması durumunda yere çakılmasını kaçınılmaz hâle getirdiniz.

Diğer taraftan halkı borca batırdınız. Ülkenin döviz cinsinden borçları ile alacakları arasındaki fark, İktidarınızda 85 milyar dolardan 351 milyar dolara çıktı. Reel sektörün dış pozisyon açığı 6’ya katlandı, 119,3 milyar dolar oldu. Kişi başına dış borç 4.187 dolar oldu, İktidarınızda 2.224 dolar arttı. Yani yeni doğan her çocuk kaşını gözünü annesinden babasından alırken 2.224 dolar borcu da Tayyip amcasından alıyor. (CHP sıralarından alkışlar) Ama Başbakan çözümü buldu, dış borcu azaltacağına her aileden 3 çocuk istiyor.

Değerli milletvekilleri, son görüşmelerini yaptığımız bütçe ve Hükûmetin mevcut politikaları bu sorunların üstesinden gelememektedir ve gelemeyecektir. Tavsiyem, bir an önce kamu dengelerinde gerçek bir mali disipline yönelmenizdir, gayrisafi yurt içi hasılanın binde 6’sı kadar bir ek uyum yapmanızdır. Merkez Bankası derhâl piyasalara net mesajlar vermeye başlamalıdır, tek başına piyasalara karşı durmaktan vazgeçmelidir. Merkez Bankası, yitirdiği güveni hızla geri kazanmalıdır. Ekonomi seçim öncesinde izlediğiniz popülist politikaların bedeli olarak her hâlükârda yavaşlayacaktır. Bundan en çok borca batmış çalışanlar ve küçük esnaf etkilenecektir.

Bu çerçevede başta işsizlik yardımları olmak üzere sosyal destek ağlarını bir an önce güçlendirin. Kredi Garanti Fonu’nu küçük esnafa nefes aldıracak şekilde çalıştırın. Ekonominin günlük işleyişine keyfî  müdahalelerden vazgeçin. Rekabet gücünü artıracak yapısal reformlara artık başlayın. Küresel likiditenin kurumaya başladığı bir dönemde ekonomiye duyulan güveni ve çekiciliği artıracak bu tedbirleri hızla alın. Ancak bu şekilde ihtiyaç duyulan finansmana erişim kolaylaşacak ve ekonomide yumuşak bir iniş sağlanabilecektir.

Değerli milletvekilleri, hepimiz bu milletin daha müreffeh yaşamasını, geleceğe güvenle bakmasını isteriz. Amacımız sizlere yol göstermektir. Bu bağlamda eleştirilerimizin ve önerilerimizin Hükûmet kanadında samimi bir biçimde değerlendirilmesini temenni ediyor, 2012 Bütçe kanununun milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztrak.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Kaplan, Sayın Şandır’ın konuşmasında size sataştığından bahisle 69’uncu maddeye göre söz istediniz. İki dakika size söz veriyorum, yeni bir cevap hakkına imkân vermemek şartıyla.

Buyurun.

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; doğrusu Sayın Şandır’ın konuşması sonunda bize ismimizi zikrederek söylediği üç noktaya dikkati çekeceğim.

Sayın Şandır, samimiyetimle, partimin programı ve tüzüğüyle söylüyorum: Biz bayrağı tartışmıyoruz bir, resmî dili tartışmıyoruz iki, sınırları tartışmıyoruz, ortak vatanda bütünlük içinde çözüm istiyoruz ve çok açık söylüyoruz ki: Türkiye’de bize, buna rağmen yöneltilen bölücülük suçlamasını da biraz vicdan ve insaf sınırlarını aşmış olarak görüyoruz ve şunu söylüyoruz: Bölücülük sendromunun en iyi ilacı yeni Anayasa ve demokrasidir. Mademki bu kaygılarınız var, bu kaygılarınızı yaşamayın. Bizim grubumuz işte Türkiye’dir, Türk, Kürt, Süryani bütün milletvekilleri hep beraber oturuyoruz.

Diğer bir noktaya gelince: Benim Botan halkıyla ilgili söylediğim sözleri keşke tam bilseydiniz. Şırnak’ın bütün seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları tutuklandı, içeride ve milletin iradesine saygı, sandıktan çıkan oya saygı, her siyasetçinin saygıyla önünde eğilmesi gereken bir durumdur dedim. Her siyasetçi de sandıktan çıkan iradenin önünde eğilecektir. Buna Başbakan da dâhildir, hiç kimsenin ayrıcalığı yok ama benim şaşırdığım bir şey var: Ben “Botan halkının sandıktan çıkan millî iradesinin önünde Başbakan da diz çökecek.” derken sizin Başbakanın avukatlığını yapmanıza şaşırdım doğrusu. AK PARTİ burada çoğunlukta zaten, ihtiyacı yok.

Ben, şu anlamda söylüyorum: Basında çıkan sözler bazen cımbızlanıyor. Birbirimizi konuşarak anlayabiliriz ve ana dilimizi, kültürümüzü, şarkılarımızı söylemek bu ülkeyi bölmez, şarkılar, dil, kültür, kimlik bölmez.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Devamla) - Bu konuları bu kürsüden rahat konuştuğumuz zaman hiçbir sorun kalmaz.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Maksat hasıl oldu, teşekkür ediyorum.

Şimdi görüşmelere devam ediyoruz.

IV.-  KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (Devam)

2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların  Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve  Bütçe Komisyonu  Raporu (1/278, 3/538)  (S. Sayısı: 88)  (Devam)

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına ilk söz, Diyarbakır Milletvekili Sayın Nursel Aydoğan. (BDP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Aydoğan.

BDP GRUBU ADINA NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) -  Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi adına bütçenin geneli üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bütçe üzerine görüşlerimizi ifade etmeden önce, bugün Diyarbakır-Bismil kara yolundan bir kaza haberini aldık. 24 yurttaşımız bu kazada yaşamını yitirmiş. Ben öncelikle yaşamını yitiren bütün yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum, geride kalan ailelerine de sabır ve başsağlığı diliyorum.

Değerli milletvekilleri, elbette ki 2012 yılı bütçesinin son gününde geneli üzerine değerlendirmeler yapıyoruz. Şunu ifade etmek isterim ki 2012 yılı bütçesinin bize göre en çarpıcı yönü, emniyet, güvenlik ve bir bütün savunma bütçeleriyle ilgili olarak bütçenin önemli bir kısmının, yani yüzde 37’lik bir kısmının bu bütçeye ayrılmış olmasıdır. Türkiye tabii ki genç bir nüfus, genç bir ülke, Millî Eğitime ayrılan oran yüzde 35 değerli arkadaşlar. Nüfusun büyük çoğunluğunun genç olduğu bir ülkede, okula gidenlerin ilkokuldan üniversiteye kadar olanlarının yüzdesinin çok yüksek olduğu bir ülkede Millî Eğitime ayrılan bütçe yüzde 35 ama bir bütün savunma ve güvenlik harcamalarına ayrılan bütçe yüzde 37. Üstelik bu dönem savunma ve bir bütün güvenliğe ayrılan bütçede yüzde 7’lik de bir artış var değerli arkadaşlar. Bu çerçeveden baktığımızda, bu bütçedeki güvenlik, emniyet ve savunma bütçesinin daha fazla bu ülkede çatışmalı süreçlere zemin hazırlanmak üzere oluşturulduğu ve bir savaş bütçesi olduğunu söyleyebiliriz.

Elbette ki şunu ifade etmek istiyorum: Bir kadın olarak Parlamentoda bu bütçenin bir barış bütçesi olmasını çok isterdim, arzu ederdim ve hatta Hükûmet adına söz alan arkadaşımız bu kürsüye geldiğinde Türkiye'nin en temel sorunu olan Kürt sorununun çözüldüğünü, demokrasi sorunlarının çözüldüğünü, dolayısıyla bu ülkede artık emniyet, güvenlik gibi konulara çok fazla bütçe ayrılmaması gerektiğini ve daha fazla, bu ülkede yaşayan insanların daha müreffeh bir yaşam sürmesi için eğitime, sağlığa, kültüre daha fazla bütçe ayrıldığını söylemesini isterdim ama ne yazık ki 90’lardan itibaren, yaklaşık yirmi-yirmi bir yıldır böyle bir söylemle bu Mecliste karşılaşmadık. Şunu ifade etmek isterim: Umarım ve dilerim ki bundan sonraki yıllar Türkiye’de barış bütçesinin yapıldığı yıllar olur.

Değerli arkadaşlar, elbette ki AKP iktidara geleli dokuz yıl gibi bir zaman oldu. Tabii ki Türkiye’de yaşananlar dokuz yılla sınırlı değildir. On yıllardan beri bu ülkede insanlar yaşamlarını yitiriyorlar ve elbette ki en önemlisi bu ülkede çocuklar yaşamını yitiriyor. Daha bir hafta önce Mardin’de Fırat İzgi adlı bir genç çocuğumuz, on beş yaşındaki bir genç çocuk kendini yakarak “Bu ülkede barışın sesi olmak istiyorum.” diyerek yaşamına son verdi değerli arkadaşlar. Sanıyorum Sağlık Bakanımız da burada. Hastaneye getirilen yani Mardin Devlet Hastanesine getirilen bu gencimiz hastanedeki yetersizlikler nedeniyle başka bir hastaneye nakledilemeden ve elbette ki o sırada -İçişleri Bakanımız da inşallah buradadır- yanmış bir çocuktan ifade almak istenmesinden dolayı zaman gecikti ve bu çocuğumuz ne yazık ki Mardin Devlet Hastanesinde yaşamını yitirmek zorunda kaldı ve yine bu ülkede hazırlanan bu bütçeler nedeniyle yani güvenlik, emniyet bütçeleri nedeniyle Diyarbakır’da Mustafa Malçok isimli bir gencimiz yine kendini yakarak yaşamına son verdi. Yine Evrim Demir Muş’ta ve yine Ceylan Önkol gibi, Uğur Kaymaz gibi, Mehmet Aytun gibi daha bir buçuk yaşındaki küçücük bir bebek polis kurşunuyla yaşamını yitirdi.

İşte, değerli arkadaşlar, şunu ifade etmek istiyorum size: Bütün bu yaşananlardan hareketle diyorum ki, bu Meclisin, bu yaşamını yitiren, bu gencecik yaşta, daha küçücük yaşta, bir buçuk yaşındayken yaşamını yitiren bu çocuklara karşı bir özür borcu olmalıdır onlara daha güzel bir Türkiye, daha güzel bir dünyayı yaratamadığı için. Ben kendi adıma bu yaşananlardan dolayı tüm çocuklardan özür diliyorum ve düşünüyorum ki bu sıralarda oturan bütün milletvekilleri ve başta kadın milletvekilleri arkadaşlarımızın bu çocuklardan bir özür borcu var ve bu özür önümüzdeki dönem mutlaka dilenmelidir diyorum.

Değerli milletvekilleri, şu anda, tabii ki, iktidarda olan AKP’nin iç politikası tamamen kapitalist, modernist bir karaktere sahip olduğu gibi dış politikası da aynı şekilde kapitalist, modernist paradigma temelinde şekillenmektedir. Bu paradigma temelinde şekillenen iç ve dış politikanın elbette ki başarı şansı yoktur. Nitekim AKP Hükûmetinin hem iç hem dış politika konusunda ne kadar başarılı olduğu bugün ve önümüzdeki dönemlerde en fazla konuşulacak, en fazla tartışılacak konulardan biri olacaktır Türkiye’de.

Özellikle, AKP Hükûmetinin Dışişleri Bakanı gibi Başbakan da neredeyse zamanının büyük çoğunluğunu yurt dışında geçirmesine rağmen, son bir yıldır özellikle Orta Doğu politikası çökmüştür değerli arkadaşlar. Komşularımızla sıfır sorun politikasından bütün komşularla sorun politikası başlamıştır. Suriye, İran ve Irak’la PKK karşıtlığı üzerinden kurulan diplomasi, ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında Orta Doğu’yu yeniden şekillendirme, yeniden dizayn etme projesiyle başarısız olmuştur. 2002’lerde bu proje kapsamında Orta Doğu’da Ilımlı İslam Projesi’ni yerleştirme çerçevesinde desteklenerek iktidara gelen AKP Hükûmetinin de bu desteğin geri çekilmemesi için ABD politikalarına yattığını, bu nedenle de “Kardeşim Esad” dediği Beşar Esad ile nasıl ilişkilerini kopardığını, yine İran’a rağmen füze kalkanını nasıl Malatya’ya yerleştirmeye çalıştığını ve Türkiye'yi nasıl bir kaosun içerisine sürüklemeye çalıştığını, yine ihracatının önemli bir kısmını Irak’a yapan bir ülke olarak ihracatının bu nedenden dolayı fazla etkilenmemesi için Irak’la olan ilişkilerini tehdit düzeyinde bıraktığını hep birlikte izliyoruz ve biliyoruz değerli arkadaşlar.

Yine, Orta Doğu’da otoriter rejimler ve kırk yıllık diktatörlüklerle 2002’den beri AKP Hükûmetinin çok iyi ilişkileri vardı ancak Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında Orta Doğu’ya yönelik müdahale kapsamında diktatörler bir bir ABD tarafından yerlerinden ve koltuklarından edildiler değerli arkadaşlar. Bununla birlikte AKP Hükûmetinin de ne yazık ki bu ülkelerle olan ilişkilerini kopardığını görmekteyiz.

Elbette ki uluslararası ilişkilerin önemli oranda bize göre insan hakları ve demokrasi çerçevesinde kurulması lazım. Elbette ki ülkelerin ve devletlerin de ekonomik çıkar temelinde kurduğu ilişkiler de mutlaka olacaktır ancak yine de bizler, kurulan ilişkilerde ilkesel bir tavır ve duruşun da olması gerektiğine inanıyoruz.

Sayın milletvekilleri, Türkiye'de 2002 yılında yüzde 3-4 civarında bir büyüme öngörülmektedir. Bu büyümenin emekçilerin ve halkın sırtından sağlanmak istendiğini bizler biliyoruz. Yine sendikasızlaştırma politikası, grev hakkının olmayışı ve düşük ücret politikası bu büyüme hedefinin gerçekleşmesi için esas alınmaktadır. Kürt muhalefetinin dışında ne yazık ki bu ülkede güçlü bir muhalefet olmaması, hem Hükûmetin elini güçlendirmekte hem de yasama, yürütme ve yargıyı elinde bulundurmanın verdiği otoriter güçle istediği kanunu çıkarabilmekte ve bu büyümeyi devam ettirebilmektedir değerli arkadaşlar. Ama büyüyen ekonomiye rağmen, halkın refah ve yaşam düzeyinde çok önemli de bir farklılık yoktur. İşsizlik, gerçek anlamda, çok yüksek düzeydedir ve kronikleşmiştir. İş istihdamı son derece düşüktür. Ücretliler bu büyümeden istedikleri payı alamamaktadırlar.

Adaletsiz bir vergi politikası vardır. Sürdürüldüğü söylenen güçlü bütçeyi tüketicinin sırtından, yüzde 70 dolaylı vergilerle sağladığı bilinmektedir. Dünyanın hiçbir yerinde değerli arkadaşlar, böylesine adaletsiz bir vergi sistemi yoktur. Dolayısıyla, bölüşümde ve paylaşımda da bir adaletsizlik söz konusudur.

Özelleştirmelerle -ki, hemen hemen Türkiye’de özelleştirilmedik kamu kurumu kalmadı diyebiliriz- özellikle TOKİ yatırımlarıyla da AKP Hükûmeti kendi çevresinde organik bir sermaye grubu oluşturmuş, bunları ciddi şekilde de palazlandırmaktadır yani bu yüzde 3 veya 4’lük büyüme çalışan ve işsizlere ayrı bir şey getirmemiştir değerli arkadaşlar.

Sayın milletvekilleri, 13 milyon ücretlinin yaşadığı bir ülkede maalesef sendikalaşma oranı son derece düşüktür, bunun yüzde 10 civarında olduğunu söyleyebiliriz. Örgütlü olanlarda da maalesef hem örgütlenme özgürlükleri kısıtlanmakta hem grev hakkı verilmemektedir. Başta Kürt muhalefeti olmak üzere, öğrenciler, muhalefet edenler baskı altında tutulmakta, cezaevlerine atılmaktadır. İşte bugün, 21 Aralıkta KESK ve Türk Tabipler Birliği tüm bunları protesto etmek için bir günlük grev hakkını kullandı ve alanlardalar. Ben buradan, greve çıkan bütün emekçileri, kamu emekçilerinin grevlerini ve eylemini selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, 1924 Anayasası’yla başlayıp kangren hâline dönüşen Kürt sorununun çözülemediğini, her geçen gün can yakmaya devam ettiğini görüyoruz. Sadece son bir yılda bu sorun çözülemediğinden yüzlerce insanımız yaşamını yitirmiştir.

Yine cezaevlerinde ölümler devam etmektedir. En son Erzurum Cezaevinde Mehmet Aras isimli bir yurttaşımız, kanser hastası olan bir yurttaşımız insan hakları örgütlerinin yoğun girişimleri olmasına rağmen ve kanser hastası olmasına rağmen hastaneden evine gönderilmemiş, ne yazık ki, hastane koşullarında ve cezaevinde yaşamını yitirmek durumunda da kalmıştır.

Hâlen cezaevlerinde 18’i ağır olmak üzere, 111’i ölüm sınırında olan yurttaşımız vardır. Hükûmetin cezaevi politikasını acilen değiştirmesi gerekir diyoruz.

Sayın milletvekilleri, Adalet Bakanlığı devasa adliye saraylarını yapmakla övünmektedir. KCK adı altında yürütülen operasyonlarda olduğu gibi mahkemeye çıkarılanların hiçbir adalet anlayışıyla karşı karşıya kalmadıklarını hep birlikte izliyoruz. Sadece ana dilleriyle ifade veremedikleri için üç yıldan beri, bu dava kapsamında tutuklananlar içerdedir.

Şimdi, insan yaşamının cezaevlerinde hiçleştirildiği ve insanı yaşatmak için bir bütçenin ayrılmadığı bir ülkede adalet saraylarının olmasının ne anlamı olacağını ben gerçekten Adalet Bakanına sormak istiyorum.

Başbakanın “Bizden iyi niyet beklemesinler.” ve “Terörle mücadele, siyasetle müzakere” açıklamalarından sonra, faaliyetleri açık ve gözetim altında olan belediye başkanlarımız, il, ilçe yöneticileri, belediye il genel meclisi üyelerinin tutuklanmalarına hız verilmiş, bu kapsamda da tutuklananların sayısı 4 bini aşmıştır değerli arkadaşlar.

Son olarak da Başbakan Yardımcısı Sayın Beşir Atalay’ın  “KCK ve askerî operasyonların hepsi bir koordinasyon dâhilinde yapılmaktadır. Bunların hepsi kararlaştırılmış, planlanmış ve yürütülmektedir.” söyleminin üzerinden daha üç beş gün geçmeden, dün sabah saatlerinde, DİHA, Özgür Gündem, Etik Ajans, Demokratik Modernite ve Gün Matbaası gibi kurumlar basılmış, çok sayıda gazeteci ve çalışanı gözaltına alınmıştır. 90’lı yıllarda, özgür basında çalışanların binaları kundaklanıyordu, yakılıyordu şimdi ise özgür basında çalışanlar tutuklanıp gözaltına alınıyor, cezaevlerine konuyor değerli arkadaşlar. Herhâlde böyle bir demokrasi ve adalet anlayışının olduğu, dünyada, ülke sayısının çok az olduğunu belirtebilirim.

Değerli arkadaşlar, Türkiye’de, tutuklu gazeteci sayısı 71’dir. Bu hâliyle dünyada ilk sıralarda olduğumuzu daha önce belirtmiştik. Buna rağmen Hükûmet, tutuklanan gazeteciler için, ısrarla, mesleklerinden kaynaklı değil gazetecilik faaliyeti dışındaki faaliyetler nedeniyle tutuklandıklarını ifade ediyor. Bize göre onlar illegal faaliyetleri için tutuklanmadılar, sadece, AKP politikalarına karşı oldukları için ve bu politikalara boyun eğmedikleri için tutuklanmışlardır. Ne yazık ki AKP’nin “Ya benden olursun ya da karşıdan olursun.” yaklaşımı var. Bu yaklaşım nedeniyle de zaten değerli arkadaşlar, bu yaklaşımın karşısında olanlar her gün, peyderpey, bir bir yakalanıp, tutuklanıp cezaevine atılmaktadır. Zaten, uzun tutukluluk süreleriyle de henüz verilmeyen cezanın da infazı bu şekilde yapılıyor olmaktadır.

Değerli milletvekilleri, dünyaya demokrasi dersi vermeye kalkan Başbakanın ülkesinde, bir buçuk yaşındaki, Şırnak’taki Mehmet Uytun bir polis kurşunuyla öldürüldü; Halil İbrahim Oruç, Bismil’de, 18 Nisanda, bir gösteri sırasında yine polis kurşunuyla öldürüldü ve hâlen Halil İbrahim Oruç hakkında İçişleri Bakanlığının hiçbir çalışması yoktur değerli arkadaşlar; yine, Ceylan Önkol bu şekilde katledildi; Uğur Kaymaz, Yahya Menekşe Şırnak’ta, yine Hakkâri’de bir çocuk öldürülerek dereye atıldığında; yine, bir çocuğun kolu kameralar önünde polis tarafından kırıldığında; yine, eylemlerde, gösterilerde gazlarla yaşlılar öldürüldüğünde; yine, Solin bebek ve ailesi Türk Silahlı Kuvvetlerinin hava bombardımanı sonucu yok edildiğinde; yine, Nusaybin’de polisin ve jandarmanın on iki yaşından daha küçük olan Kürt çocuklarını önlerine katarak mayın tarlasına sürdüğünde ve daha sonra kameralar önünde o çocuklara işkence yapıldığında; yine, üç yaşındaki Y. E. Nusaybin’de polis tarafından beyninden vurularak komaya girdiğinde aile ve sosyal politikalardan sorumlu Bakanın ağzından tek bir kelime çıkmadığı gibi, İçişleri Bakanlığı da hiçbirinin faillerinin bulunması konusunda bir çalışma içine girmedi. Yine Hakkâri Çukurca’da, Kazan Vadisi’nde 36 PKK’linin kimyasal silahlarla öldürüldüğüne dair iddialara da İçişleri Bakanı bir cevap vermediği gibi, bununla ilgili olarak da bir araştırma yapılmasıyla ilgili Meclisin herhangi bir çalışması olmadı. Biliyorsunuz kimyasal silah kullanmak bir insanlık suçudur, bu da herhâlde ileri demokrasinin olduğu ülkemizde Hükûmetimizin iyi bir pratiği oldu.

Değerli milletvekilleri, 2004 yılında Başbakan Moskova’da sorulan bir soru üzerine “Düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur.” demişti. Bugün atanan İçişleri Bakanı da ona benzer şeyler söylüyor: “Gittim, aradım, bulamadım Kürt sorununu, ne sağlıkta gördüm ne eğitimde.” gibi söylemler. “Madem Kürt sorunu yoksa, niye bölgede yüz binlerce asker ve on binlerce polis görevlendiriliyor?” diyoruz biz de. Bugün AKP bölgede polis terörüyle özgürlük ve demokrasi isteyen halkın taleplerini bastırmaya çalışıyor değerli arkadaşlar. Bunun için İçişleri Bakanlığı bütçesinden ne kadarının gaz bombalarına ayrıldığını doğrusu ben merak ediyorum. Ayrıca, atılan gaz bombaları sonucu Van’da İl Genel Meclisi üyemiz Yıldırım Ayhan’ın ve nicelerinin hayatını kaybettiğinin de yine İçişleri Bakanlığı tarafından izah edilmesi gereken bir konu olduğunu düşünüyorum ve Türkiye’de Türkiye kamuoyunun da böyle bir beklentisi olduğunu biliyorum. Hâlbuki sözde güvenlik ve emniyete ayrılan bütçe eğitime ayrılabilirdi değerli arkadaşlar. Bölgede ücretli öğretmenlik meselesi almış başını gitmektedir. Henüz okuldan yeni mezun olan, lisans veya ön lisans mezunu olduklarına dahi bakılmadan öğretmenler, bölgede “geçici öğretmen” adı altında görevlendirilmektedir. Oysa, sırada bekleyen binlerce, on binlerce üniversite mezunu öğretmemiz var. Umuyor ve diliyorum ki, AKP Hükûmeti en kısa zamanda bu arkadaşlarımızı da görevlendirerek sorunlarına bir nebze de olsa çözüm getirecektir.

Değerli arkadaşlar, kadınların özgürlük mücadelesi, tüm insanlığın özgürlük ve demokrasi mücadelesidir. Kadınlar özgürleşmeden insanlığın gerçek anlamda özgürleşmesi ve özgür bir dünyaya kavuşmak da mümkün değildir. İlk baskı, sömürü ve istismar, erkek tarafından kadın üzerinde gerçekleştirilmiştir. Devletçi-iktidarcı sistem, erkek egemenlikli bir sistem olarak şekillenmiştir. Kadın köleliği, baskısı ve istismarı üzerinden şekillenen bu gerçeklik, kadın özgürleşmeden ortadan kaldırılamaz. Bu nedenle, kadın özgürlüğü sadece kadını değil tüm toplumu ilgilendirmektedir. Oysa Türkiye de, maalesef üzülerek belirtmek isterim ki, toplum ahlaki ve manevi olarak bir erozyona uğramaktadır. Siyasi haklardan tutalım yaşam hakkına kastetmeye, kişilik haklarına kadar erkek egemenlikli devlet ve Hükûmet tarafından yöneltilen saldırılar, bir tecavüz zihniyetinin sonucudur. Kadın katliamları, cinayetleri, kadına yönelik şiddet konusunda AKP Hükûmetinin olumlu anlamda yasal ve anayasal değişiklikler yaptığını belirtebilirim. Ama buna rağmen, Mardin’deki N.Ç. davasında ve son günlerde, son bir ay içerisinde İzmir’de polis karakolunda dayak yiyen Fevziye Cengiz olayında da görüldüğü gibi, bir zihniyet değişiminin hâlen Türkiye’de sağlanmadığı görülüyor. Bu zihniyet değişiminin sağlanmamasının önemli nedenlerinden birinin de değerli arkadaşlar, ben, AKP’nin muhafazakâr paradigması olduğunu düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, 2012 bütçesi toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe değildir. Hiçbir bakanlığın bütçesinde, kadına yönelik politikalarla ilgili bir bütçenin ayrılması söz konusu değildir. 326 milletvekili olan iktidar partisinin Hükûmette tek kadın bakanı vardır. Meclis komisyonlarında yer alan kadın üye sayısının da minimum düzeyde olması bir zihniyeti açığa çıkarmaktadır. İşte, bu zihniyet de değerli arkadaşlar erkek egemen zihniyettir.

Sayın milletvekilleri, şu anda Meclisin gündeminde yeni bir anayasa yapımının gerekli olduğu konusunda Türkiye’de yaşayan tüm toplumsal kesimlerin ve demokrasi güçlerinin bir mutabakatı vardır. Ancak, AKP Hükûmetinin nasıl bir demokratik anayasa yapacağı konusunda tüm toplumsal kesimlerin kafası karışıktır. Bize göre Hükûmet, Anayasa’yı kendi zihniyetine uygun hâle getirmek istiyor. Çünkü, her yere gidip, Türkiye’de ileri demokrasi olduğunu iddia ediyor. Sadece uygulamada bazı eksiklikler olduğundan, eksikliklerin var olduğundan bahsediyor. İleri demokrasi olduğunu söyleyen bir zihniyet, demokratik anayasa yapımına engeldir, ancak kendine göre eksik gördüğü bazı yerleri yamalar. Hâlbuki Türkiye’de, çok köklü, Kürt sorunu gibi çözülmesi gereken demokrasi sorunları olduğu açıktır. Bu anayasa, bu sorunların çözümünü eğer içermiyorsa, asla ve asla yeni bir anayasa olmayacaktır değerli arkadaşlar.

Demokratik bir anayasa, bir partinin Parlamentodaki siyasal gücüne göre yapılamaz. Küçük büyük her toplumsal kesimin temel demokratik haklarının tanınması gerekir. Bir toplumsal kesime “Senin cüssen nedir ki bu kadar hak istiyorsun” asla denilemez. Bunu diyen zihniyet demokratik değildir. Güçlünün zayıfı ezebildiği, zayıfın da büyük olanın dediğini kabul edeceğini söylemek, demokratik olmayan otoriter bir zihniyettir değerli arkadaşlar.

Bir etnik, dinsel ve sosyal kesimin toplumdaki siyasal gücü ve Meclisteki yansıması yüzde 5 olabilir. Böyle bir kesime “Sayın kadar konuş, sayın kadar hak iste” denilebilir mi? “Türkiye’nin kabul edeceği düzeyde hak talep edin” diyebilenlerin zihniyeti de işte bu zihniyetten farklı değildir değerli arkadaşlar.

AKP ve çevresindekiler, egemen ulus zihniyetinin düşünce hegemonyası altında düşünenler bu dayatmanın kabul edilemeyeceğini bilmeliler. “Baskılarız.”, “Töhmet altında bırakırız.”, “Geriletiriz.” deyip ve sonuç olarak toplumdaki en yaygın deyimle “Alavere, dalavere, Kürt Mehmet nöbete.” deniyorsa, buna verilecek cevap da elbette ki bunların zamanının çok geçtiğidir yani “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye.” cümlesi tam da buna uygundur değerli arkadaşlar.

Başbakan “Bu vatan hepimizindir.” diyor ama tek milletten vurgulu bir biçimde söz ederek, Türkiye içinde yaşayan diğer halkların haklarını reddediyor. Kürtlerin ve diğer toplulukların varlığı açıkça tanınmayacaksa, Kürtlerin ve diğer toplulukların siyasi iradesi ve öz yönetimleri tanınmayacaksa, ana dilde eğitim olmayacaksa o zaman Türkiye herkesin ortak vatanı olamaz değerli arkadaşlar.

Başbakan, hep “Tek millet.”, “Tek dil.”, “Tek vatan.” gibi tekçi söylemlerle hareket ediyor. “Tek millet.” ve “Tek dil.” söylemi Kürtlerin Anayasa ve yasalarda kimliğinin ve ana dil talebinin kabul edilmeyeceğini ifade ediyor.

Tek vatanda ısrar eden Başbakana da bizim ısrarlı olarak cevabımız şudur arkadaşlar: Ortak vatanda özgür birliktelik.

Sayın milletvekilleri, AKP nasıl bir anayasa düşünüyorsa bizce kalkıp kamuoyu önünde bunun çerçevesini çizmesi ve kamuoyuyla da bunu paylaşması gereklidir. Kürt sorunu aynı zamanda bir Anayasa sorunudur. Kürt sorununu yaratan 1924 Anayasası’dır. Bu Anayasa yani 1924 Anayasası, Kürtlerin, sol ve siyasal İslamcıların sistemin dışında tutulması sonucu ortaya çıkmış bir anayasadır.  Oysa, şimdi AKP’ye bakıyoruz değerli arkadaşlar, kendisi sistem içine girince demokrasi sorunlarının bittiğini ve Türkiye'nin demokratikleştiğini iddia ediyor. İşte, kendine Müslüman ve kendine demokrat anlayışı da bu olsa gerek değerli arkadaşlar.

Sayın milletvekilleri, bölgenin her tarafına irili ufaklı onlarca baraj yapılıyor. Bizler başta Hasankeyf gibi kültürel ve tarihî mirası yok eden yeni barajların neden yapıldığını biliyoruz. Bölgedeki barajların yapımı elektrik üretimini artırmaktan öte Kürt sorunuyla ilgilidir. Bölgenin bütün dere boylarının, yani bütün yerleşim yerlerinin su alanları altında bırakılması planlanıyor. Böylelikle önemli bir coğrafya, hem de verimli bir coğrafya insansızlaştırılmak isteniyor. Bölgeyi bir bütün olarak incelemek yerine sadece Dersim’i değerlendirmek belki bize bu konuyla ilgili vahametin ortaya çıkması açısından yeterli olacak.

Değerli arkadaşlar, Dersim zaten yıllardır askerî, sosyal, ekonomik, kültürel politikalarla önemli oranda boşaltılmıştır. Herhâlde nüfusu oranında en fazla nüfusun kendi toprakları dışında yaşadığı bir ildir. Kalan nüfus da bu yeni barajlarla yok olacak değerli arkadaşlar ve böylece Dersim’in demografik dengesi bozulacak. Elbette ki Dersim’de sadece yok edilmek istenen Dersim’in nüfusu değil, aynı zamanda Alevi kültürünün de yok edilmesidir değerli arkadaşlar.

Barajlar doğa ve kültür katliamıdır. Karadeniz halkı doğa katliamı nedeniyle HES’lere karşı çıkıyor. Bu değerli bir bilinçlenmeyi ifade ediyor değerli arkadaşlar. Ne Karadeniz halkı ne Türkiye’de yaşayan farklı halklar artık kendi coğrafyasında HES’ler istemiyor. Halklar HES’lere karşıyken maalesef AKP Hükûmeti de HES’lerle ilgili yapılacak yerleri âdeta bu halka müjdelemektedir. Türkiye’de enerji açığının olduğu muhakkaktır. Ama bizim AKP Hükûmetine naçizane tavsiyemiz HES’ler ve nükleer santraller yerine daha doğal enerji kaynaklarının bu ülke için yaratılması olacaktır.

Değerli arkadaşlar, şimdiye kadarki yaşadığımız süreç toplumu tüketim toplumu hâline getirmiştir. Ama aynı zamanda yoksulluk o kadar ciddi boyutlardadır ki Dünya Bankasının yoksulluğu yönetme politikası Türkiye’de devreye konulmuştur. Sosyal devlet olma anlayışı büyük oranda ortadan kaldırılırken, yoksulluğu yönetmenin tek yolu, sadaka dağıtan devlet anlayışı olmuştur. İşte, bugün Hükûmetin yaklaşımı, sosyal devlet yaklaşımı değil, sadakacı bir devlet yaklaşımıdır. Bu politika, 2008’de IMF’yle yollarını ayıran AKP Hükûmetinin, yollarını ayırmasına rağmen uygulamaya koyduğu bir IMF politikasıdır. Bu politika da “Halkı yoksullaştır, muhtaç et ve kendine bağla.” politikasıdır. Bu politika, AKP’nin bu ülkede yüzde 50 oy alabilmesinde önemli bir faktördür, yani vatandaşın temel hakları sadakaya tahvil edilerek bu yapılmıştır arkadaşlar.

Bugün, Türkiye’de halktan toplanan vergilerin, biz, ne kadarının militarist fonlara gittiğini bilmiyoruz değerli arkadaşlar. Bu Meclisin önemli görevlerinden birinin de halktan toplanan vergilerin nasıl harcandığının halk adına denetlenmesi olduğunu biliyoruz. Bu nedenle, bundan sonraki bakanlıkların bütçelerinin daha şeffaf ve denetlenebilir olması gerektiğini ve bu Meclisin de bu konuda bir irade beyan etmesi gerektiğini ifade ediyorum.

Değerli arkadaşlar, sürem az kaldı, bitmek üzere.

Ben, bir kez daha, hazırladığımız bütçenin, Türkiye’de barışa, demokrasiye, özgürlüğe vesile olmasını diliyorum ve halkın bütçesi olmasını diliyorum. Bundan sonra, bu ülkede yapacağımız bütçelerin barış bütçesi olması temennisiyle hepinizi bir kez daha…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NURSEL AYDOĞAN (Devamla) – …saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aydoğan.

Şimdi, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına, Iğdır Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Pervin Buldan, ikinci konuşmacı olarak.

Buyurun Sayın Buldan. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de öncelikle, Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde meydana gelen trafik kazasında yaşamını yitiren yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum, yaralılara da acil şifalar diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Merkezi Yönetim Bütçe Yasa Tasarısı’nın tümü üzerinde Barış ve Demokrasi Partisinin görüşlerini sunmak üzere huzurlarınızdayım. Konuşmama başlarken Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Hükûmetler, bütçelerini toplum ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak planlarlar ve yürütmenin politik hedefleri doğrultusunda sosyal, kültürel ve ekonomik amaçlarla düzenlerler. Bu nedenle, AKP Hükûmetinin sahip olduğu bütçe programı, onun politik hedeflerinin ve faaliyetlerinin aynası niteliğindedir.

İki yasama dönemidir katıldığım bütün bütçe görüşmelerinde olduğu gibi ne yazık ki 2012 bütçesi de sahip olunan siyasi anlayışın bir sonucu olarak önümüze konmuştur ve bundan ötürüdür ki bütçe, yine kendi halkının gücüne dayanmayan, dolayısıyla halkın çıkarlarını gözetmekten uzak bir biçimde düzenlenmiştir. Demokrasiyi, bilimi ve hukuku, sosyal devlet anlayışını ve özgürlükleri temel alan bir siyasi anlayıştan yoksun olarak hazırlanan bu bütçede çalışanların, yoksulların, kadınların ve çocukların adı yok; toplumun dezavantajlı kesimlerine yönelik olarak ayrılan bir kaynak bulunmadığı gibi, bütçede kurumlar arası ve bölgeler arası eşitsizlikler beslenmeye devam etmektedir.

Bunun yanı sıra toplumun temel gereksinimleri olan sağlık, eğitim, adalet gibi alanlara ayrılan kaynak ise kendisini sürekli olarak tehdit altında hisseden bir devlet için, doğal olarak kısıtlı miktarlarla sınırlandırılmıştır. İç ve dış düşmanın varlığından gücünü alan bir devlet yapısının ortaya koyacağı üzere, Türkiye Cumhuriyeti devleti yine gelirlerinin ve gelecek olan kaynaklarının aslan payını savunma ve güvenlik giderlerine ayırmıştır. Savunma bütçesi bu sene hiçbir neden gösterilmeksizin yüzde 7,4 oranında arttırılmıştır. Üstelik, bütçenin bu kısmıyla ilgili harcamalar karanlıkta bırakılmaktadır.

Şimdiye kadar bütün iktidarlar döneminde yapıldığı gibi AKP Hükûmeti döneminde de örtülü ödenekten yapılan sınırsız harcamalar birer sır olmaktadır. Mevzu silah, tank, top, insanlı-insansız savaş uçakları ve operasyonlar olunca halkın sırtından elde edilen bütçe gelirleri sonuna kadar ve hesap vermeksizin harcanabilmektedir.

Bu harcamaların görünür olmasına gerek duyulmaması, demokratik hukuk devletlerinde kabul edilecek türden değildir. Bütçe şeffaflığı konusunda Türkiye, Uganda ve Zambiya’nın dahi gerisinde bulunmaktadır. Savunmaya ayrılan bütçe dışı kaynakların ise ne kadar olduğu açıklanmamaktadır; en azından, açıklanıyorsa dahi biz Türkiye Cumhuriyeti parlamenterlerine bu açıklama yapılmamaktadır. ABD’ye ve NATO’ya açıklanabiliyorsa bile bu bilgiler bizim ve aynı zamanda Sayıştayın da denetimine kapalı durumdadır. Örneğin Millî Savunma Bakanlığı bütçede de kendisine ayrılan pay dışında iki ayrı kaynaktan beslenmektedir. Bunların biri “modernizasyon” adı altında Türk Silahlı Kuvvetlerine ayrılan kaynak, diğeri ise Savunma Sanayi Fonu’ndan ayrılan bir paydır. Jandarma Genel Komutanlığının bütçesi ise ayrı. Bunların yanı sıra ihtiyaç duyulursa savunma harcamaları için Bakanlık bütçesinden kesinti yapılabilmektedir. Bu para Millî Savunma Bakanlığına aktarılmaktadır. Ortadaki rakamlara rağmen yapılacak bir operasyonun ekonomik maliyeti ise devlet sırrı olarak kalmaktadır. Tüm bunların yanı sıra çeşitli isimlerde kurulan askerî vakıf ve dernekler de silahlanmaya kaynak ayırmak için kullanılmaktadır. Âdeta devlet içerisinde devlet gibi özel bir güçle donatılan Türk Silahlı Kuvvetleri, dünya üzerinde holding sahibi olan tek ordu özelliğini taşımaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu sene sınır ötesine düzenlenen operasyonların yirmi altıncısı gerçekleştirildi. Peki, bu operasyonların ekonomimize maliyeti kaç Türk lirasıdır? Biz, bütçeyi kanunlaştıran, bu demokrasi mekânı kabul edilen Parlamentonun asli unsurları olarak bu maliyeti öğrenebilir miyiz? Hayır. Peki, neden, burası demokratik bir hukuk devleti değil mi? Bu iki durum arasındaki tezatlığı, Hükûmet, hangi haklı gerekçeye dayandırmaktadır? Özellikle savunma ve güvenlik amaçlı harcamaların bütçe içerisinde ayrı bir uygulamaya tabi tutulması şeffaflık ilkesini yok saymaktır. Bu Hükûmetin Maliye eski Bakanı Sayın Unakıtan “Hiçbir operasyonun ekonomik izlerini bütçede göremezsiniz.” demişti. Sonradan Sayın Cemil Çiçek tarafından yapılan açıklamada, 1984 yılından bu yana PKK ile mücadelede devletin 300 milyar gibi korkunç bir rakamı harcamış olduğunu öğrenmiş olduk. İşte, maalesef, bu seneki bütçe hesaplarının da daha nice milyar dolarları heba etmek üzere denetimsiz ve saklı hesaplarla hazırlanmış olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla, bu bütçeye “hayırlı olsun” demek bizim açımızdan mümkün değildir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, satın alma paritesine göre yapılan sıralamada, silahlanma harcamalarında 17 milyar ile dünyanın 14’üncü ülkesi konumundadır. Bu noktada, Türkiye’de silahlanmaya ayrılan bütçenin ne kadar olduğu, Türkiye’de silah sektörünün kimlerin elinde olduğu, Türkiye’nin hangi tür silahlara ihtiyacı olduğuna kimlerin, nasıl karar verdikleri; kimlerin, nereden, ne tür alımlar yaptıkları; aracılık yapan kurumların hangileri olduğu, nasıl lobi yaptıkları ve kaç lira komisyon aldıkları gibi konuların hepsi meçhuldür. Millî Savunma Bakanlığının bütçe dışı kaynaklar ile birlikte mal ve hizmet alımı giderlerine ne kadar harcandığını hiçbir zaman için tam olarak bilmemekteyiz. Çünkü bu konular devlet sırrı olarak tanımlanmıştır ve üzerine denetimlerin yapılması, bu konuların üzerinde konuşulması yasaktır.

Yine, Türk Silahlı Kuvvetleri personellerinin giderleri, Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı gibi bakanlıkların personel giderlerinin oldukça üzerindedir. Ancak bu giderlerin harcama kalemleri de yine meçhul durumdadır. Valilerin, profesörlerin, müsteşarların maaşları kamuoyuna açıklanmakta iken subayların maaşları, ek ödemeleri ve tazminatları karşılaştırmalı tablolarda yer almamaktadır. Kısacası, son kırk yıldır Türk Silahlı Kuvvetlerinin her türlü malı, harcamaları ve tasarrufları, siyasetin, hukukun ve sivil denetimin dışındadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu durumun ülkemiz açısından elbette ki çok ağır sonuçları ortaya çıkmaktadır. Bedeli ödeyen kim? Yaşamı her geçen gün siyasiler tarafından kendileri için daha da çok zorlaştırdığımız halkımız. İşte, OECD raporu. Türkiye’ye “İşsizlik, yoksulluk ve gelir adaletsizliğinde liderlik sizde.” diyor.

Yine, Türkiye, yolsuzluk sıralamasında  hatırı yabana atılmayacak bir yere sahip.

Değerli milletvekilleri, ağır vergilerle halkımızın emeğinden elde edilen bütçe gelirlerinin silah tüccarlarının keselerini doldurmak üzere israf edilmesi bu halka yapılacak en büyük haksızlıktır. Bu halkın silahtan, bombadan önce insan onuruna yakışır bir yaşam standardına ihtiyacı vardır. Yaşamını idame ettirebileceği ve ülkesine hizmet edebileceği bir işe ihtiyacı vardır. Bilimsel eğitime, nitelikli bir sağlık hizmetine ihtiyacı vardır. Bu ülkede adalete ihtiyaç vardır. Adaleti sağlayacak doğru düzgün bir yargıya ihtiyaç vardır ve dahası bu halkın sokaklarında artık bombaların patlamadığı, silahların evlatlarını gencecik yaşlarda toprağa düşürmediği, barışçıl bir yaşamın hüküm sürdüğü bir ülkeye ihtiyaç vardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Epir Kralı Yunanlı Pyrrhos milattan önce 280 yıllarında İtalya’ya savaş ilan eder ve savaşı kazanır. Savaşın sonucunda Pyrrhos’un 10 bin kişilik ordusundan geriye sadece 15 kişi kalmıştır. Pyrrhos bu kanlı zaferin sonucunda şunu söyler: “Tanrım, bir daha bana böyle zaferler nasip etme.” Evet, değerli milletvekilleri, Pyrrhos kanlı zaferler istemediğini milattan iki yüz seksen yıl önce ilan etmiş fakat ne trajiktir, insanlık bin yıllardır savaşın kanlı pençesinden kendisini kurtaramamıştır. Bizim topraklarımız kırk yıldır yürütülen kirli savaştan ötürü acılı bir yurt hâline gelmiştir. Kırk yıldır oğullar, kızlar, her biri can paresi binlerce eş, evlat, kardeş toprağa düşmektedir.

Soruyorum: Silah tüccarlarından başka kim kazanıyor bu savaştan? Kim bu savaş sayesinde bu ülkenin kurtarılmış olduğunu söyleyebilir? Kim bu savaş sayesinde sokakta yürürken, parkta otururken güven içinde olduğunu söyleyebilir? Halkın emeğinden çalınan vergiler ile yürütülen bu savaştan, savaş tacirleri dışında kim karnının doyduğunu, yüreğinin ısındığını söyleyebilir?

Bu devlet, bu Hükûmet, içine saplandığı bu kirli savaş sarmalının içinde her geçen gün daha da kirlenmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her namlunun iki yüzü varmış aslında, biri kurbanını öldürürmüş, öteki de tetiği çekenin vicdanını. Bu savaş, bu devleti öyle zalim bir hâle getirdi ki her türlü insanlık suçu işlendi bu ülkede. En ağırından trajediler yaşadık ve bu trajedinin tanığı olduk aynı zamanda. İşte, daha geçen hafta, İnsan Hakları Komisyonunda, Dersimli acılı bir baba, devletin silahlı güçleri tarafından kaçırılan kızının cesedinin nasıl parçalandığını anlattı. Doğrusu bu hikâyeyi dinlemeye dahi yürek dayanmıyor ama daha vahimi ise bu coğrafyada bu insanlık dışı hikâyeye sahip binlerce yurttaşımızın olduğu gerçeğidir.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, ayakta duran sayın milletvekilleri, ayakta konuşan sayın milletvekilleri, eğer dinlemeyeceksiniz kulislere rica edeceğim sizi. Sizi sükûnete davet ediyorum.

Buyurun Sayın Buldan.

PERVİN BULDAN (Devamla) – Savaş bu devleti öyle bir canavara dönüştürdü ki devlet yurttaşını yutarken gözünü oymak, ayağını, kulağını koparmak istedi ve bunu binlerce, ısrarla söylüyorum, binlerce yurttaşımıza yaptı ve AKP Hükûmeti eliyle de devlet bu uygulamalarına, yıl 2011, hâlâ devam etmektedir. Meydana gelen çatışmalarda yaşamını yitiren cenazelere yapılanlar, cenazelere dahi nasıl bir vahşet uygulandığını gözler önüne sermektedir. Bu ülkenin yurttaşları, çocuklarının cenazelerini almaya gittiklerinde tam anlamıyla bir vahşet ile karşılaştıklarını acı içinde haykırmaktadırlar. Hakkâri’nin Çukurca ilçesinde sivil toplum örgütlerinin tespitlerine göre, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından kimyasal silah kullanılarak öldürüldükleri iddia edilen gerillaların cenazeleri, haftalarca Malatya Adli Tıp morgunda bekletildiler ve ailelerin verdikleri bilgiye göre cenazeler tanınmaz durumda idiler. Birçoğunun kafasının olmadığı ifade edilmekteydi ve tamamen yanık durumda olan cenazeler yakınları tarafından teşhis edilemediler. Seksen yıldır öldürmeye ve öldürtmeye doymamış devlet politikalarının vahşet fotoğraflarını izlemek istemiyoruz artık. Avrupa’da faşist rejimler son nefeslerini verdi, dünya çapında diktatörler devri kapanmaya yüz tuttu.

Bizim ülkemizde devlet zihniyeti seksen yıldır zulmünden hiçbir şey yitirmedi. Bundan seksen yıl önce Dersimli bir Kürt’ün kesik başıyla fotoğraf makinesine poz veren zabitlerin vahşet saçan görüntülerinin üzerinden on yıllar geçti. Devletin güvenlik güçleri, JİTEM ve çeteler kesik baş ve uzuvlarla poz vermeye devam eder oldu. Vahşet çağı bu coğrafyada hiçbir zaman kapatılmamıştır çünkü. Kürt çocuklarının ölüsüne dahi her türlü hakaret yapılmaktadır. Gerilla cenazeleri insanlık dışı bir şekilde parçalanmakta, teşhir edilmekte, hiçbir dinî vecibenin yerine getirilmesine izin verilmeksizin bu cenazeler kimsesizler mezarlığına atılmaktadır. Oysa bu topraklarda yaşayanlara çok görülse dahi insan onuru diye bir şey vardır, bir ölünün dahi hak ettiği birtakım uygulamalar vardır, beden bütünlüğüne zarar verilmeden gerektiği gibi defnedilmesine müsaade edilmesi ve cenazesinin yakınlarına teslim edilmesi gibi. Bu yaklaşım insan olmanın gereğidir. Bütün dinler bunu buyurur ve bütün güzel ahlak öğretileri bunu gerektirir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 bütçesini görüşüyoruz. 2012 yasama yılına da yeni anayasa çalışmalarıyla gireceğiz. En azından Hükûmet böyle söylüyor ve biz de bu yönlü bir beklenti içerisindeyiz. Peki, neden yeni bir anayasa? Çünkü mevcut Anayasa ile Türkiye'nin ilerleyemediğini hepimiz çok derinden hissediyoruz çünkü ülke, içine saplandığı çözümsüzlüğün ana damarını bu Anayasadan almaktadır. Bu Anayasa bütün organlarıyla gayrimeşru ve antidemokratiktir ve bu Anayasa faşist bir karaktere sahiptir. Fakat siyasal gelişmelere ve Hükûmetin icraatlarına baktığımız zaman özgürlük temelli bir toplumsal projenin geliştirilmediğini görmekteyiz. Tam aksine, Hükûmet antidemokratik uygulamalarına hız vererek demokratik bir anayasanın inşası için elverişli bir zemin yaratma çabasından uzak durmaktadır.

Le Monde gazetesi Türkiye'nin bu hâlini “Arap Baharı, Türk Sonbaharı” başlığıyla gayet iyi özetliyor. Mevcut uygulamalarla âdeta bir korku imparatorluğu yaratılmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan dönemi McCarthy dönemi oldu. Türkiye’de bugün itibarıyla yürütülen gözaltı ve tutuklama operasyonları, tarihte Amerikan demokrasisinin kara lekesi olan McCarthy dönemini hatırlatmaktadır. Elinde taş izi olan, poşu takan, komünist akrabası olan, düz ovada siyaset yapan, Hükûmeti protesto eden, HES’lere karşı yürüyen, evinde Mahir Çayan’ın resmini bulunduran, Marx’ın, Engels’in kitaplarını okuyan, sola bakan, sağda durmayan, kısacası biat etmeyen binlerce yurttaşımız gözaltına alınıp tutuklanmaktadır. Belediye başkanı, milletvekili, akademisyen, avukatlar, gazeteciler ve öğrenciler; sayısı 13 bini bulan, terörist olduğuna karar verilmiş yurttaşımız hapishanelere kapatılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetin sayın üyelerine sormak istiyorum: Demokrasi sandık başında oy kullanmaktan mı ibarettir? Muhaliflerin imha edilmeye çalışıldığı bir ülkede demokrasiyi konuşmak ne kadar mümkün olabilir? Çok iyi bildiğiniz üzere, siyaset sadece Mecliste yapılan resmî bir işlem değildir sayın milletvekilleri. Siyaset, insanın olduğu her yerde, okulda, parkta, sokakta, her yerde yapılabilir. Siyasi düşüncesi çerçevesinde örgütlenip eylem yapan her protestocuyu hapse atmaya yeltenirseniz, bu ülkeyi ne hâle koyacağınızın farkında mısınız? Darbeler dönemi de dâhil olmak üzere, cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde, hiçbir iktidar bu kadar çok siyasi tutuklama yapmamıştır. İstiklal mahkemeleri, DGM’ler nasıl çalıştıysa bugünkü özel yetkili ağır ceza mahkemeleri de aynı işlevi yerine getirmek üzere çalışmaktadır.

“Bizim Hükûmetimiz döneminde 90’lı yıllar dönemi kapandı.” diyorsunuz. Kendi döneminizin uygulamalarına bakın, sizin 90’lı yılların uygulamalarından ne farkınız var? O dönemde Kürt milletvekilleri Meclisten yaka paça çıkarılarak cezaevine atılmışlardı, şimdi ise daha baştan Meclise girmelerine izin verilmedi. Bin yıllık devlet hilelerinizle 90 bin seçmenin ve 80 milyonluk Türkiye'nin gözlerinin önünde hiç kızarıp bozarmadan, hak yemenin sıkılmışlığını yaşamadan halkın iradesini çaldınız ve siyasi ahlaktan zerre kadar nasiplenememiş bir şahsiyet bu çalıntı makama büyük bir iştahla oturdu. Sorunumuz elbette ki bu şahsiyetin siyasi erdeme olan ihtiyacı değildir, ne var ki Hükûmetin bu denli çiğ bir şekilde siyasi gaspa soyunmaktan imtina etmek gibi bir mecburiyeti vardır, bu kadar aleni bir şekilde hukuku ayaklar altına almama sorumluluğu vardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; adalet sistemini oluşturamamış, yargı sistemi iktidarın istemleri doğrultusunda çalışan bir ülkenin cezaevlerini doldurması elbette kaçınılmaz olmaktadır. Her gün verilen mahkeme kararlarından adaletin çürümüşlük kokuları yayılmaktadır. Gözünün üstünde kaşın vardı misali, olmayan sebeplerle gençlerimizi, siyasetçi ve düşünürlerimizi hapishanelere kapatan yargı, tecavüzcüleri, işkencecileri, insanlık suçu işleyenleri ve katilleri bir bir serbest bırakmaktadır. Bu ülkede yakın tarihte işlenmiş 17 bin cinayetin failinden 1 tanesi bile ceza almamıştır. 17 bin cinayetin katilleri halkın içinde dolaşmaktadır. Dahası, yargı bu cinayetlerin soyut olduğuna karar vermiştir. Yargıya göre aydınlatılmayı bekleyen binlerce cinayet birer soyut iddiadan ibarettir. İddialar soyut olunca birkaç gün önce İbrahim Şahin ve adamları bırakılıvermişler bir anda. İşte bu kadar hazindir Türk adaletinin durumu. Yıllardır benim gibi adalet bekleyenlerin daha fazla tahammül edemediği yargının durumu bu kadar içler acısıdır.

12 Eylül darbesinde yaşamını yitirenlere gözyaşı döken, Dersim’de bir katliam yaşandığını kameralara açıklayan Sayın Başbakan, ne yapmayı düşünüyorsunuz? Siz bilmez misiniz ki bu devlet eylül darbesi ve Dersim’le sınırlı tutmadı vahşetini, bu devletin seksen yıllık tarihi katliamlarla doludur ve daha hiçbiri aydınlığa çıkarılmamıştır, hiçbirinin hesabı verilmemiştir henüz. 90 bin masum insan katledildi Dersim’de. İl başkanları toplantısında bir polemiğin tarafına haddini bildirmek amacıyla “Gerekirse özür de dilerim.” denecek kadar hafife alınacak bir olay değildir.

İstiklal mahkemelerinde idam edilenlerin sayısı Kurtuluş Savaşı’nda ölenlerin sayısını aşmıştır. 16 bin kişinin katledildiği, 337 köyün yakıldığı, liderinin Diyarbakır meydanında ipe çekildiği Şeyh Sait ayaklanması belleklerimizde durmaktadır. Ağrı’da katledilen binler, Zilan Deresi’ne akıtılan kanlar, 6-7 Eylül olaylarında öldürülüp sürgüne yollanan Rumlar, Maraş katliamında zulmün ayyuka çıkarıldığı olaylar, Sivas’ta katledilen canlar ve daha birçok organize devlet katliamı toplumsal hafızamızda yerini korumaktadır.

Bunların hiçbirinin faili cezalandırılmadı. Devlet elbette ki bu kanlı tarihin hesabını bir gün verecektir. Geçmişiyle hesaplaşmak devletler için tarihsel bir zorunluluktur. Sizin döneminizde olmasa dahi bir gün bu yüzleşme mutlaka gerçekleşecektir fakat şunu bilin Sayın Başbakan: Faili meçhul tutulan binlerce cinayetten, binlerce köyün yakılmasından sorumlu olanlar şu anda, sizin döneminizde hâlâ işlerinin başında oldukları ve de evlerinde sefa içinde yaşadıkları için tarih sizi de yargılayacaktır. Bu devlet, sizin Hükûmetiniz döneminde gerçekleşen yargısız infazlar, hak ihlalleri, iyi çocuk eylemleri, cenazelere uygulanan vahşet ve tutuklama terörü gibi zalimane faaliyetlerin de hesabını vermek zorunda kalacaktır. Bütün hükümranlar saltanatlarını bir gün bırakıp gidiyor Sayın Başbakan, insanlığa kattıkları, halklarına reva gördükleri baki kalıyor yalnızca. Gelin, bu devletin asırlık kanlı politikalarının bir halkası olmaktan vazgeçin, yüzünüzü halkınıza dönün, bu topraklar bir asırdır adaleti, hak olanı, eşitliği ve barışı bekliyor. Bu devletin bütün olanaklarına sahipsiniz. Rotanızı savaştan, kıyımdan çevirin artık. Çocuklarımızı toprağa verdiğimiz yeter. Sırf barışın sesi olmak için çocuk bedenlerini ateşe verenlerin acısının üzerine başka acılar eklenmesin artık. Baskı, gözaltı, sindirme, operasyon, binlerce gözaltı, tutuklama ile Türkiye’yi felakete götürdüğünüzün farkında mısınız?

“Terörle mücadele” bahanesi adı altında Kürt halkına savaş açanlar, kaybedecektir. Bir siyasetçi, bir lider için en kötü durum Kürt düşmanı olmaktır. Kürt sorunu terör sorunu değildir. Ana dilde eğitim, kimlik, kültür, çoğulcu kültürel yaşamı, terörizm olarak suçlayanlar gaflet içindedir Kürt sorunu tarihî, sosyolojik, siyasi, sosyal, kültürel kimlik problemleriyle çözüm bekliyor. Barışa giden yol, demokratik çözüme giden yol uzlaşı ve diyalogdan geçer diyorum ve sözlerimi bu kürsüde birçok kez okunmasına rağmen Cahit Sıtkı Tarancı’nın hepimizin özlem duyduğu “Memleket” şiiriyle bitirmek istiyorum:

“Memleket isterim,

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

 

Memleket isterim,

Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;

Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

 

Memleket isterim,

Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;

Kış günü herkesin evi barkı olsun.

 

Memleket isterim,

Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;

Olursa bir şikâyet ölümden olsun.” diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.  (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Şimdi, gruplar adına son söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Giresun Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Nurettin Canikli’de.

Buyurun Sayın Canikli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben de bugün Diyarbakır’da trafik kazasında hayatını kaybeden 25 vatandaşımıza Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine başsağlığı diliyorum ve diğer taraftan Fransa Hükûmetini, Fransa yetkililerini akıl dışı bu adım ve çalışma nedeniyle telin ediyorum, kınıyorum.

Evet, değerli arkadaşlar, bugün 2012 yılı merkezî bütçesinin son görüşmeleri yapılıyor. Gerçekten uzun bir süreç. Hazırlanışı itibarıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve Komisyonda, Genel Kuruldaki görüşmeleri itibarıyla gerçekten çok emek sarf edildi. Birçok arkadaşımız kanaatlerini, düşüncelerini ortaya koydular, ifade ettiler. Tabii, bu noktaya gelinmesinde başta Maliye Bakanlığı yetkilileri olmak üzere bütün katkı sağlayan arkadaşlarımıza, elbette Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan tüm siyasi partilere, Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi arkadaşlarımıza ve Genel Kurulda katkı veren tüm milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, -arkadaşlarımız da aslında ifade ettiler- bütçe görüşmeleri önemli arenalardır, sadece iktidar açısından, Hükûmet açısından değil aynı zamanda muhalefet açısından da son derece önemlidir. Yani bütçe görüşmeleri yapılırken elbette Hükûmetin çalışmaları eleştirilir, yaptıkları yapamadıkları ortaya konulur, bu konudaki kanaatlerini paylaşırlar ama aynı zamanda muhalefet açısından da milletimize karşı görücüye çıkılan bir yerdir burası, öyle olmalıdır. Elbette muhalefeti eleştirirken, kendi açılarından var ise eksiklerini ortaya koyarken, diğer taraftan da kendileriyle ilgili olarak gelecek projeksiyonlarını kamuoyuyla paylaşmak, vizyonlarını, vitrinlerini ortaya koymak açısından da son derece önemli alanlardır, arenalardır, tartışma zeminidir, tabii, kullanıldığı takdirde.

Şimdi, tabii, değerli arkadaşlar, bütçe görüşmelerinde çok şey anlatılır, çok rakamlar ortalıkta dolaşır. Yöntem olarak, buradan yola çıkarak değerlendirmeler de yapılabilir, biz de yaptık bugüne kadar. Yani daha mikro bazda bir yöntem tespit ederek, buradan yola çıkarak uygulamaları, ekonomideki sonuçları değerlendirmeye çalıştık. Esasında, yine benzer bir yöntem uygulayacaktım bugün ama özellikle Sayın Şandır’ın açıklamasından ve talebinden sonra, en azından değiştirmek durumunda kaldım. Sayın Şandır’ın talebi şu: “Hep geçmişi, 2002’yi alıyorsunuz, karşılaştırıyorsunuz, yıllardan beri bunu yapıyorsunuz; hep geçmişle karşılaştırıyorsunuz, kendi içimizde bu değerlendirmeyi yapıyorsunuz.”

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gelecekle…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – “Öyle yapmayın, başka ülkelerle karşılaştırın Türkiye’yi. Mesela AB ülkeleriyle karşılaştırın, Amerika’yla karşılaştırın.” Hatta “Buna gücünüz yeter mi bilemiyorum.” diye bir ifadesi de oldu. Yani Sayın Şandır’ı kıracak değiliz şimdi. Madem Sayın Şandır’ın öyle bir talebi oldu, memnuniyetle, başlangıç olarak biraz değişiklik yaptım. Elbette diğer karşılaştırmaları, diğer değerlendirmeleri yapacağız ama önce, Türkiye’yi AB ülkeleriyle karşılaştıracağım Sayın Şandır yani sizin talebiniz çerçevesinde. Ondan sonra, diğer, içeriğiyle ilgili, kısmen belki geçmişimize, tarihe kısa bir yolculuk yapmak, elbette ekonomi kulvarında kalarak, elbette bugünkü tartışmaların özünden de sapmayarak, gerekebilir.

Şimdi, tabii değerli arkadaşlar, 10’uncu bütçeyi bugün görüşüyoruz ve öyle görülüyor ki inşallah, AK PARTİ hükûmetleri 13’üncü bütçeyi de tamamlayacak. Tabii, öncelikle bize 10’uncu bütçeyi art arda görüşme imkânı ve onuru sağlayan, bu görevi bize veren, güvenen milletimize, yüce milletimize buradan şükranlarımızı arz ediyoruz çünkü bu, Türk siyasi tarihinde çok sık karşılaşılan bir durum değildir. Yani bir hükûmetin ya da bir siyasi partinin arka arkaya on yıl –inşallah on üç yıl- bütçe yapması ve buralarda tartışılması çok görülen bir şey değil. Dolayısıyla, bu onuru bize yaşatan milletimize şükranlarımızı buradan arz ediyoruz.

Değerli arkadaşlar, biraz önce söylediğim gibi, tabii şimdi, Türkiye nasıl yönetiliyor, ekonomi nasıl yönetiliyor? Esas tartıştığımız konu bu yani birinci bölümü; iktidarı ilgilendiren, hükûmetleri ilgilendiren, Hükûmetimizi ilgilendiren boyutu bu. Muhalefet, bizler bu soruya doğru cevap vermeye çalışıyoruz. Yani gerçekten Türkiye ekonomik anlamda nasıl yönetiliyor? Birçok yöntem bu soruya cevap vermek için ortaya konulabilir, mikro tartışmalardan, mikro rakamlardan yola çıkarak kanaatler edinilebilir ve kamuoyuyla paylaşılabilir. Ben biraz daha –biraz önce söylediğim de gerekçeyle- bütüncül bir yaklaşımla görüşlerimi sizlerle paylaşacağım ama bütün bu tartışmalar yapılırken vazgeçilemez bir mekanizma, bir yöntem var, o da nedir? Karşılaştırma yapmak. Rakamları söylersiniz “Şu şudur, şu böyledir, şu şöyle olmuştur.” falan yani “İşsizlik böyledir, ihracat budur, ithalat budur.” bunları söylersiniz ama başlı başına bunlar çok fazla bir anlam ifade etmez. Evet “İhracat şu kadardır, işsizlik 8,8’dir.” ne demektir bu? Bir fikir edinebilmek için bir şeylerle karşılaştırmak gerekir. Yani ortada başarı var mı ya da başarısızlık mı var, bunu ortaya koyabilmek için mutlaka bu rakamların, bu gelişmelerin dinamik bir değerlendirme yöntemiyle karşılaştırılması gerekir. Eğer bu karşılaştırma yapılamazsa ya da… Karşılaştırma içermeyen bir değerlendirmenin sağlıklı bir sonuç vereceğine ben ihtimal vermiyorum. Dolayısıyla, dünyayla karşılaştıracağız Türkiye’yi, dünyanın gelişmiş ekonomileriyle kıyaslayacağız ve bu değerlendirmeyi karşılaştırarak yapacağız doğal olarak. Yani “Hep içeriyle, hep geçmişle, hep 2002’yle bugüne kadar yapageldiniz; bunlar çok fazla katkı sağlayıcı değil, biraz da dışarıya çıkın, onlarla karşılaştırın.” Evet, öyle yapacağız.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, 2008’in sonlarında ve 2009 yılında başlayan bir küresel kriz var, global kriz, dünyayı etkileyen bir kriz, hâlen de etkileri devam ediyor. Şimdi, Türkiye libere ekonomilerle kıyaslandığında bu krize maruz kalma potansiyeli açısından eşit şartlara sahip. Neden? Çünkü bizde de korumacılık yok, libere bir ekonomi. Dolayısıyla, doğal olarak dünyanın herhangi bir yerinde bir sıkıntı, bir gelişme olduğu takdirde Türkiye ekonomisi de bundan etkileniyor, tıpkı Almanya ekonomisi gibi, İngiltere ekonomisi gibi libere edilmiş, serbest piyasa ekonomisi uygulayan bütün ülkeler gibi, bu kanallar açık. Bu yönüyle bakıldığında Türkiye, libere ekonomilerin tamamı gibi, ülkelerin tamamı gibi bu krize maruz kalma açısından eşit konumdalar, aralarında bu anlamda bir fark yok. Yani Türkiye bu kriz nedeniyle özel bir koruma tedbiri, bir güvenlik mekanizması oluşturmadı, libere ekonomi kuralları neyi gerektiriyorsa onu muhafaza etti ve o çizgide yürümeye devam etti. Dolayısıyla, bu karşılaştırma anlamlı olacaktır bu yönüyle bakıldığında. Onlar da, o ülkeler de bu krize maruz kaldılar, muhatap oldular, Türkiye de muhatap oldu, bu yönüyle eşitiz.

Şimdi bakın, tabii, bu krizin neticesinde ya da gelinen bu nokta itibarıyla birçok ülke bazı tedbirler aldı, bütün ekonomiler hatta. Avrupa Birliği ekonomileri de, Amerika da, diğer gelişmekte olan piyasalar da ve Türkiye de birtakım tedbirler aldı.

Şimdi, bazen sonuçtan yola çıkarak karşılaştırma yapmak daha anlamlı olabilir. Eşit şartlarda ve eşit kulvarda yarıştığımıza göre, sonuçlar üzerinden bir değerlendirme yapmak mantıklıdır, kalıcı olur ve sağlıklı bir değerlendirme yapma imkânı ortaya çıkarır.

Şimdi, dolayısıyla, bu değerlendirmeyi yapmadan önce, AB ekonomilerinin kriz nedeniyle aldıkları tedbirleri -almak zorunda kaldıkları tedbirleri demek daha doğru olur- ve Türkiye'nin almak durumunda olduğu tedbirlerle karşılaştırma yapacağız.

Önce, Almanya’dan başlıyoruz. AB’nin motoru, Avrupa Birliğinin en güçlü ekonomisi, hatta dünyanın en güçlü ekonomilerinden bir tanesi. Bu kriz nedeniyle 2011 yılında aldığı tedbirler: Almanya, devlet memurlarının maaşlarında yüzde 2,5 indirime gidiyor. Devlet memurlarına her yıl ödenen primler donduruluyor. 2014’e kadar kamuda çalışanların yani memurların sayısını 14 bin azaltıyor yani 14 bin memurun işine son veriyor. Yeni ailelere yapılan yardımlar kesiliyor, işsizlik sigortası için devletin katkısı sıfıra indiriliyor. Biliyorsunuz, bu tür yapılanmalarda devlet de katkı sağlar, işçiler de katkı sağlar. Maaşa bağlı asker sayısı 190 binden 150 bine düşürülüyor. Doğum izni yardımı azaltılıyor. Almanya Ulusal Servisi için askerî okullarda yetiştirilen 60 bin kişinin eğitimine kademeli olarak son veriliyor ve nükleer enerji için özel bir vergi getiriliyor. Almanya’nın aldığı tedbirler bunlar.

İngiltere: Katma değer vergisi oranı yüzde 17,5’tan yüzde 20’ye çıkarılıyor. Kazanç vergisi, gelir vergisi, yüzde 18’den yüzde 28’e yükseltildi. Kamu kurumlarının, tüm kamu kurumlarının bütçe ödenekleri yüzde 25 oranında kesildi. Kraliçe II. Elizabeth’in maaşı 2015 yılına kadar donduruldu. 300 bin memurun işine kademeli olarak son verilecek. Evet, yanlış duymadınız, İngiltere’de 300 bin kamu çalışanının işine kademeli olarak son verilecek.

Gelelim Avusturya’ya: Yüksekokul okuyan çocukların aile yardımı süresi yirmi altı yaştan yirmi dört yaşa indiriliyor. On sekiz-yirmi bir yaş arasındaki iş arayan çocukların aile yardımı tamamen kesiliyor. 3 çocuktan itibaren çok çocuklu ailelere ödenen ek aile yardımı tamamen ortadan kaldırılıyor. Akaryakıt üzerinden alınan vergiler artırılıyor. Yurt dışındaki birçok Avusturya konsolosluğu kapatılıyor. Askerî harcamalar azaltılıyor. Emekli olabilme şartları ağırlaştırılıyor Avusturya’da. Emekli olabilmek için geriye borçlanma imkânları zorlaştırılıyor. Engelli bakım parası için yapılan başvuruların onayı ve kabulü ve uygulaması zorlaştırılıyor. Yargı harçları artırılıyor. Memur sayısı azaltılıyor. Kamudaki, diğer, aşağı yukarı Almanya ve İngiltere’ye paralel bir biçimde, Avusturya’da da memurların bir kısmının işine son veriliyor. Eğitim harcamalarında çok ciddi kesintiler yapılıyor. Bazı yatırım projeleri askıya alınıyor, bunlar arasında otoyol projeleri de var. Sigaraya zam yapılıyor. Banka vergileri artırılıyor. Hava taşımacılığına, biletlere ilave vergi getiriliyor. Çok ilginçtir bu da, vakıfların faiz gelirlerinden alınan yüzde 12,5’luk vergi, 2’ye katlanarak, yüzde 25’e çıkarılıyor. Avusturya’da da kriz nedeniyle alınan tedbirler bunlar.

Fransa: Sağlık harcamaları azaltılıyor. Dar gelirlilere yapılan kira yardımı ciddi oranda düşürülüyor. Bakanlıkların ödeneklerinde çok önemli kesintilere gidiliyor, bütün bakanlıkların ödeneklerinde. Yani geçen yıl verilen paradan daha az para gönderiliyor bakanlıklara. Hükûmetin haberleşme harcamaları kısıtlanıyor. Kamu personel sayısında önemli bir biçimde azalma yapılması için çalışmalar yapılıyor, planlanıyor yani aşağı yukarı kabul edildi bile diyebiliriz, Fransa için de geçerli. Tam emeklilik maaş alma yaşı altmış beşten altmış yediye yükseltiliyor. Memurlar için emeklilik aylıklarındaki ayrıcalıklar aşamalı olarak… Yani işçilerle memurlar arasındaki, memurlar lehine olan emeklilik ayrıcalıkları tamamen ortadan kaldırılıyor yani azaltılıyor. Bütçedeki cari harcamalar, üç yıl içerisinde, her yıl kesintisiz yüzde 10 olarak azaltılacak. Yerel yönetimlere -belediyelere ve mahalli idarelere- bütçeden aktarılan paylar azaltılıyor, nominal olarak azaltılıyor hem de. Alkol, tütün ve içecekler üzerindeki vergiler artırılıyor. Emlak üzerinden alınan vergiler artırılıyor; yüzde 16’dan 19’a yükseltildi. Menkul değerler üzerinden alınan sermaye kazancı ve kâr payı vergileri artırılıyor. Fransa’da da bu tedbirler alınıyor.

Portekiz: Katma değer vergisi, gelir vergisi, kurumlar vergisinin oranları artırılıyor. Merkezi bütçeden belediyelere, mahallî idarelere aktarılan kaynaklar azaltılıyor. Devlet memurlarının yıl sonu ve tatil ikramiyeleri ortadan kaldırılıyor. Özel sektördeki çalışma saatleri günlük yarım saat artırılıyor. Bu da çok ilginç tedbirlerden bir tanesi. Tüm işçilere ödenen ikramiyeler yüzde 50 oranında azaltılıyor. Elektrik ve gaz faturalarındaki vergi yüzde 6’dan yüzde 23’e yükseltildi değerli arkadaşlar, Portekiz’de. Toplu taşıma araçlarına -bilet fiyatlarına- ciddi zam yapıldı. Emekli memurlara yapılan ekstra ödemelerin tamamı kaldırıldı. Bazı hızlı tren projeleri ve otoyol projeleri erteleniyor.

İspanya: Emekli maaşları belirsiz bir tarihe kadar donduruldu yani emekli maaşlarına zam yapılmayacak, yapılmıyor İspanya’da. Çocuğu olanlara verilen 2.500 euroluk yardım kaldırıldı. Yatırım ödenekleri düşürüldü. Kamu çalışanlarının maaşlarında yüzde 5 indirim yapıldı. Sağlık harcamaları azaltıldı. Eğitim alanında ciddi kesintiler yapıldı. Öğretmenlerin haftalık çalışma saatleri on sekiz saatten yirmi saate çıkarıldı. Ayrıca, alınacak olan tedbirlerle öğretmenlerin yarısının İspanya’da işini kaybedeceği konuşuluyor ve tartışılıyor İspanyol basınında, yoğun bir şekilde.

İrlanda: Memur maaşları azaltıldı. Kamu çalışanlarının bir kısmı işten çıkarılıyor. Çok çocuklu ailelere verilen yardımlar kesiliyor. İşsizlik yardımı azaltılıyor. Üniversite harçları artırılıyor. Sağlık harcamaları azaltılıyor. Tarım, Ulaştırma ve Çevre Bakanlıklarının ödenekleri azaltılıyor. Eğitim harcamaları azaltılıyor.

Son iki ülke kaldı, İtalya ve Yunanistan, onları da izninizle paylaşacağım sizinle:

İtalya: 2013 yılına kadar kamu sektöründeki ücretleri dondurdu, tüm ücretleri dondurdu. Emeklilik yaşı yükseldi. Katma değer vergisi oranı yüzde 20’den yüzde 23’e çıkartıldı. Zorunlu tüketim vergisi gıdada yüzde 4’ten yüzde 6’ya, diğer alanlarda yüzde 10’dan 12’ye çıkartıldı. Araç üzerinden alınan vergiler artırıldı. Emlak vergileri kısa bir süre önce kaldırılmıştı, tekrar yürürlüğe konuldu. Bütçe harcamalarında ciddi kesintiler yapıldı. İtalya’da alınan tedbirler bunlar.

Bunları iyi dinlememiz lazım arkadaşlar çünkü biraz sonra bunlar üzerinden yorum yapacağız.

Son olarak Yunanistan, Yunanistan’da kriz nedeniyle alınmak zorunda olunan tedbirler şunlar: Katma değer vergisi yüzde 19’dan yüzde 23’e çıkartıldı. Emekli maaşlarında yüzde 20 civarında kesinti yapılıyor, azaltılıyor, düşürülüyor. Gelir vergisi oranı yükseltildi. 300 bin devlet memurundan 180 bin tanesi yedeğe alınıyor -işine son vermek üzere kademeli bir şekilde yapılıyor- ilk planda da, ilk aşamada da 14 bin tanesinin işine son verildi. Hane halkı gelirlerinden yüzde 1 ile yüzde 5, olağanüstü bir vergi alınıyor -iki yıl alınacak- hem 2011’de hem de 2012 yılında. Emlak vergileri yükseltiliyor. Benzin, sigara ve alkolden alınan dolaylı vergiler üçte 1 oranında artırıldı. Memur maaşları yüzde 20 oranında düşürüldü. KİT’lerde çalışanların maaşları yüzde 30 oranında düşürüldü. Tüm geçici kamu sektörü işçilerinin sözleşmeleri feshediliyor yani bizde 4/C’ye ve 4/B’ye tekabül ediyor arkadaşlar. Yunanistan’da 4/C’lilerin ve 4/B’lilerin tamamının sözleşmeleri feshediliyor yani kapı dışarı ediliyorlar. Kamu yatırımları azaltılıyor, sağlık harcamaları azaltılıyor, sosyal güvenlik harcamaları azaltılıyor.

Evet, şimdi bakın, Avrupa’nın aldığı, dünyanın diyelim, aşağı yukarı birçok ülkede, hemen hemen tamamında benzer tedbirler öngörülüyor. Bunları kategorize ettiğinizde ortak noktaları şunlar:

Bir: Bir kere sosyal ödeneklerde çok ciddi olarak bir azalma söz konusu, bütün sosyal harcamalarda. Sosyal harcama olarak nitelendirebileceğimiz bütün aşamalarda, bütün boyutlarda çok ciddi bir kesinti söz konusu.

İki: Emekli maaşları ya donduruluyor ya da azaltılıyor. Ayrıca kamu çalışanlarının maaşları donduruluyor ve çok ciddi sayıda memurun işine son veriliyor yani emeklilerin, memurların, işsizlerin, dar gelirlilerin, tümünün gelirleri azaltılıyor; kamu çalışanlarının maaşları donduruluyor veya düşürülüyor, bazı sosyal haklar geriye alınıyor.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Canikli, Türkiye’ye geleceksiniz, değil mi?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla ) - Biraz önce ifade etmeye çalıştım, çalışma saatleri yani herhâlde çalışanlar açısından en önemli, en hassas alanlardan bir tanesi, Avrupa’da şu anda özel sektörde çalışma saatleri artırılıyor. Kamu ürünlerine zam yapılıyor, ciddi oranlarda zam yapılıyor, elektriğe, doğal gaz gibi. Yine ortak özellikleri bütün bu tedbirlerin, kamu yatırımları ve diğer harcamalar, yatırım azaltılıyor, yatırım projeleri askıya alınıyor. Bir de büyüme oranları revize edilerek aşağı çekiliyor yani yüzde 1’lere, ortalama olarak yüzde 1’lere, 2’lere, o civarda, ciddi anlamda revize ediliyor. Bir de bugüne kadar hiç IMF’den kaynak kullanmayan, IMF’yle bir düzenleme yapmak durumunda kalmayan bu ülkelerin önemli bir bölümü IMF’den şu anda kaynak kullanmak için sıraya girmiş durumdalar. Biraz sonra da ayrıntılı bir şekilde onları şey yapacağız.

Evet, Sayın Şandır, Avrupa bunları yapıyor.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Biz ne yapıyoruz, Türkiye ne yapıyor?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Yani siz öyle dediğiniz için ben bu karşılaştırmayı yapacağım.

Peki, Türkiye’de neler oluyor değerli arkadaşlar? Aynı dönemdeyiz, aynı ortamdayız, aynı şekilde krize muhatabız yani bu anlamda bakıldığında aramızda herhangi bir fark yok. Evet, Avrupa’da sosyal harcamalar azaltılırken, insanlar çıkartılırken, emekli maaşları dondurulur ve azaltılırken, biz, değerli arkadaşlar, emeklilerimize enflasyonun üzerinde zammın yanında intibak meselesinin çözülmesini tartışıyoruz. Öyle değil mi değerli arkadaşlar?

Avrupa emeklilerin maaşlarını azaltırken, dondururken, biz emeklilere enflasyonun üzerinde ciddi anlamda reel artış veriyoruz. Ayrıca yılların sorunu olan intibak sorununun çözümü için de şu anda Bakanlığımız çalışıyor. İnşallah, önümüzdeki günlerde, önümüzdeki aylarda da Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu konuyu konuşacağız. Bunun not edilmesi gerekiyor. Avrupa onları yapıyor, biz bunları yapıyoruz.

Avrupa memur maaşlarını dondurur ve azaltırken, biz enflasyonun üzerinde memurlara ek zam vermeye devam ediyoruz. Avrupa on binlerce memuru, işçiyi işten çıkarırken, Türkiye, biz, 2012 yılında kaç bin kişiyi işe alalım ya da kaç bin kişi alınacak onu konuşuyoruz. Yani 90 bin, 100 bin kişinin 2012’de kamuya alınmasını  konuşuyoruz. Avrupa 100 binlerce insanı, memuru, işçiyi sokağa atarken Türkiye, Hükûmetimiz, biz bunu konuşuyoruz. 2012 yılında alınacak 90 bin, 100 bin memuru konuşuyoruz değerli arkadaşlar. Bunların sizce hiçbir anlamı yok mu? Yani bunlar önemsiz şeyler mi? Karşılaştırıldığımız ülkeler dünyanın en güçlü ülkeleri, Avrupa’nın en güçlü ekonomileri hemen hemen hepsi bu pozisyondalar şu anda. Gerçekten çok sıkıntılı konumdalar ve hepimiz aynı yerde yaşıyoruz, aynı dünyada yaşıyoruz, Almanya da aynı yerde yaşıyor, Türkiye’de aynı yerde yaşıyor, onlar uzayda yaşamıyor. Dolayısıyla, bunu görmemezlikten gelmek mümkün değil değerli arkadaşlar.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Oradaki asgari ücret ne, buradaki asgari ücret ne?

 NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bunun da takdir edilmesi gerekir yani zor olabilir. Avrupa, yüz binlerce memurun işine son verirken Avrupa’nın en gelişmiş ekonomileri Türkiye on binlerce memur alımını konuşuyorsa bu ekonomi yönetimine teşekkür edilmesi gerekir değerli arkadaşlar. Bu haktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu haktır ve bu hakkın teslim edilmesi gerekir.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Avrupa’da işten çıkarılanları da alırsınız siz işe!

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri… Rica edeceğim…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bakın Avrupa -biraz önce tek tek ayrıntılı bir şekilde aktardım- otoyol projelerini, hızlı tren projelerini askıya alırken, Ulaştırma Bakanımız buradan müteaddit kereler ayrıntılı bir şekilde bilgilendirdi ve açıkladı, biz Türkiye’yi otoyollarla ve hızlı tren ağlarıyla örmeye devem ediyoruz değerli arkadaşlar. Aradaki fark bu işte. Avrupa’nın hemen hemen tamamı bu tür önemli projeleri askıya almış durumda, biz artan oranda büyütmeye devam ediyoruz. Hepsinde sağlık harcamaları azaltılıyor, Avrupa’nın hepsinde. Bugüne kadar sağlanan o imkânlar büyük oranda ortadan kalkıyor ama biz sağlık harcamalarını hem de çok ciddi oranlarda artırmaya devam ediyoruz. Dönüşümün inanılmaz bir reform mahiyetinde olduğunu herkes kabul ediyor.

İlk Almanya’ya göçün ellinci yıl görüşmeleri ya da çalışmaları nedeniyle o görüşmelerde bulunmak üzere ben de Almanya’ya gitmiştim. Orada görüştüğümüz vatandaşlarımızın, soydaşlarımızın, işçilerimizin, işçi olarak giden vatandaşlarımızın hemen hemen tamamının ortak bir dileği var değerli arkadaşlar; belki sizlere de, bütün arkadaşlarımıza da aktarma imkânı bulmuşlardır; hepsi Türkiye’ye kesin dönüş yapmak istiyor. Neden? Bunun için işte. Yani durup dururken on yıl önce, yirmi yıl önce, otuz yıl önce böyle bir şey var mıydı arkadaşlar? Almanya’da çalışan bir işçiye, yirmi yıl önce, Türkiye’ye dönmesi gerektiğini söyleseniz herhâlde bunu hakaret olarak algılardı. Neden? Çünkü sosyal açıdan, verilen sosyal imkânlar, sağlanan hizmetler, sağlık, eğitim, hangi alana bakarsanız bakın artık Türkiye parlıyor, yıldız gibi parlıyor, herkesin dikkatini çekiyor, onların da dikkatini çekiyor. Bakın, geçen yıl Almanya’dan 36 bin kardeşimiz Türkiye’ye kesin dönüş yapmış. Rakam hızla artıyor, rakam geometrik olarak büyüyor. Yani çorak topraklara, ümit vadetmeyen yerlere insanlar gelir mi? Cazibe merkezi değil ise böyle bir şey olabilir mi değerli arkadaşlar? Şu anda bu gerçekleşiyor. Yani bundan hepimizin memnun olması gerekir. Türkiye, Türkiye ekonomisi büyüyen bir yıldızsa, cazibe merkezi olmuş ise ve bu çok net bir şekilde rakamlara, gelişmelere yansımış ise bundan Türk milletinin bütün vatandaşlarının memnun olması gerekir, öyle değil mi değerli arkadaşlar? Tamam, muhalefetinizi yapın, bir şey demiyorum, eleştirinizi yapın ama lütfen şunu takdir edin, şunu görün, herkes görüyor zaten.

Yani, bakın, bu çerçevede, yeri gelmişken… Tabii, biz söylüyoruz, inanmıyor arkadaşlar. Hatta diyorlar ki: “Efendim, siz işte, size yandaş medyanın da etkisiyle bir ekonomide başarı hikâyesi sunuyorsunuz.” gibi benzer, bu anlama gelecek şeyler söyleniyor, biraz önce de dinledik. Tamam, bize inanmıyorsunuz. Diyelim ki hadi biz taraflı yorumlar yapıyoruz, bizim söylediklerimize inanmıyorsunuz. Bakın, sizden biri, Sayın Kemal Derviş, ne diyor biliyor musunuz? Yeni daha, 2 Aralık 2011 Cuma. Sorunun yani şu krizin, global krizin özellikle Avrupa Birliğinin yaşadığı, Avrupa Birliğine yansıması itibarıyla “Bu krizin çözülmesinde IMF kilit rol oynar ancak bu kurumun daha etkin bir yapıda olması gerekir. Belli ki Avrupa Birliği bunu tek başına yapamıyor. Amerika’nın durumu AB’ye göre daha iyi ama ortada bir liderlik göremiyoruz.” Yani AB’de bu işi götürecek bir liderlik yok. “Ciddi bir krizle karşı karşıyayız. Türkiye’deki finansal yapı krizin odak noktası ülkelere göre çok daha sağlam.” Şimdi, bakın, esas bence ilginç olan önerisi şu: ”Liderlik problemi var Avrupa Birliğinde.” diyor. “IMF katkı sağlayabilir, çözebilir ama bu yapısıyla olmaz.” diyor. “Bu açıdan IMF’nin başında bir Türk olmalı.” diyor Sayın Kemal Derviş.  (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, yani bundan hepimiz, mutlu olmamız gerekmez mi? “Böyle bir krizi -Avrupa’ya katkı anlamında, Avrupa’ya destek anlamında- Avrupa çözemez yani IMF’ye rağmen çözemez, çözülebilmesi için IMF’nin finansal desteğine ihtiyacı var ama bu hâliyle değil, başına ancak bir Türk’ü geçirirseniz, ancak IMF bu şekilde Avrupa Birliğinin bu sıkıntısını giderebilir.” diyor. Söyleyen Sayın Kemal Derviş değerli arkadaşlar. Buna benzer o kadar çok var ki, yabancı basında, ekonomistler, yazarlar, gazeteler… Yani, ben ayrıntılarına girmek istemiyorum, ismin ilginç olması nedeniyle, hem bu işlerin içinde olan bir tanesi hem de sizden birisi olması nedeniyle değer buldum.

Değerli arkadaşlar, bakın, onlar eğitim harcamalarında çok ciddi azaltma yapıyorlar ve kesintiye gidiyorlar. Onlar bunu yaparken biz Fatih Projesi gibi projelerle eğitimde çağ atlamaya doğru gidiyoruz, aramızdaki fark bu. Onlar geriye gidiyorlar bizi çağın ötesine geçmeye çalışıyoruz FATİH Projesi’yle değerli arkadaşlar, evet, aynen öyle.

Bu ülkelerde büyüme hızı iyice yavaşlayıp hatta resesyon (durgunluk) tartışmaları yaşanırken Türkiye 2011’in tamamında, birinci çeyreğinde, ikinci çeyreğinde ve üçüncü çeyreğinde büyüme rekorları kırıyor değerli arkadaşlar. Bunu küçümsüyorsunuz ama nasıl büyümenin somuta yansıdığını da biraz sonra rakamlarla koyacağız.

Bakın, birinci çeyrek yüzde 12; dünyada 1 numara, dünyanın en hızlı büyüyen ülkesi. Gerçekten çok büyük olay oldu, bu ilk rakamlar yayınlandığında uluslararası ekonomi çevrelerinin yayınlarına baktığınız zaman ya da görüşlerine baktığınız zaman hepsinin ne kadar hayretler içerisinde ama aynı zamanda bir hayranlık içerisinde bu gelişmeleri takip ettiğini ve düşüncelerini, yani bizim muhalefetteki arkadaşlarımızdan farklı olarak, takdirlerini aynı zamanda dünya kamuoyuyla paylaştıklarını görürsünüz, onlar bunu yapıyorlar. İkinci çeyrek yüzde 8,8; dünya 2’ncisi. Üçüncüsü 8,2; yine dünya 2’ncisi büyüme söz konusu. Dolayısıyla, biraz sonra bu büyümenin ayrıntılarına, gerçekten fiktif bir büyüme mi, bir balon büyüme mi olduğunu rakamlarla ortaya koymaya çalışacağız.

Bankalar batıyor, bakın, bu ülkelerde bankalar batıyor ve kamudan, bütçeden çok ciddi rakamlar aktarılıyor. Yüz milyarca euro Avrupa’da bankaları kurtarmak için paralar aktarılıyor. Biz bugüne kadar bir kuruş para aktarmadık hiçbir banka için, ihtiyacı yok. Neden? Çünkü bankaları AK PARTİ kadroları yönetiyor değerli arkadaşlar. Bu farkın ortaya konulması gerekiyor. Yani biraz sonra yine kamu bankalarıyla ilgili bölümde bu değerlendirmeyi yapacağız. Onlar uluslararası alanda güç ve itibar kaybederken Türkiye, ekonomisiyle, siyasetiyle, dış politikasıyla bir yıldız hâline geliyor. Bunu sadece biz söylemiyoruz. Bakın, yine Alman Die Welt gazetesinin bu konuda çok ilginç bir yorumu var. Tabii biz öyle bir hâletiruhiye içerisinde değiliz yani öyle bir şımarma anlamına gelebilecek bir yaklaşımımız, tavrımız olamaz hiçbir zaman, kesinlikle ayaklarımız her zaman yere basıyor, “Türkler Avrupa Birliğindeki finans krizine kıs kıs gülüyorlar.” diyor. Yani tabii, belki bir benzetme yani oradaki havanın ne olduğunu ve buradan bu rakamlar çerçevesinde ancak bu şekilde bakılabileceğini, böyle söylüyor, böyle düşünüyor, böyle görüyor, ancak bu şekilde bakılabilir herhâlde diyor. Çünkü hatırlayın değerli arkadaşlar, bundan on yıl önce, yirmi yıl önce oralardan bize kıs kıs gülüyorlardı. Allah aşkına yani paramızın o bol sıfırlarıyla hemen hemen her gün alay ediyorlardı, etmiyorlar mıydı, dalga geçiyorlardı. Enflasyon oranımızla dalga geçiyorlardı. Rekorlar kırıyorduk yani dünyada rekorlar kırıyorduk. Bunlar unutulmadı.

Avrupa Birliğinin ve bütün bu tartışmalar neticesinde, sonucunda Avrupa Birliğinin dağılma senaryolarının tartışıldığı bir dönemde, öyle, şu anda o dönemdeyiz, gerçekten çok ciddi olarak kendileri de dâhil olmak üzere dünyanın belli başlı ekonomi çevrelerinde, bugün, Euro bölgesinin ve Avrupa Birliğinin dağılma ihtimallerinden söz ediliyor, ciddi ciddi bunlar konuşuluyor ve tartışılıyor. Bunlar tartışılırken biz Türkiye olarak Avrupa Birliğine tam üyelik noktasında ekonomik olarak bize katkı sağlayabilir mi, bu konuyu yeniden masaya yatırmamız gerekir, bunların değerlendirmesini yapıyoruz, bunların tartışmasını yapıyoruz değerli arkadaşlar.

Dolayısıyla, tüm yatırım harcamalarının azaltıldığı, önemli yatırımların askıya alındığı, sağlık hizmetlerine ulaşımın zorlaştırıldığı; özürlülere, fakir fukaraya, eğitime ayrılan kaynakların azaltıldığı, işsizliğin arttığı; gelir, kurumlar ve katma değer vergisi oranlarının yükseltildiği bir Avrupa’yı bir an Türkiye’de hayal edin yani bir an bunların Türkiye’de yapıldığını düşünün değerli arkadaşlar. Allah korusun. Gelir, kurumlar, katma değer vergisi oranlarının yaşanan kriz nedeniyle Avrupa’da olduğu gibi, tüm dünyada olduğu gibi artırmak zorunda kaldığımızı bir düşünün, bir hayal edin. Sağlık hizmetlerine ulaşımda zorlaşmanın olduğunu düşünün ya da emekli maaşlarının azaltıldığını düşünün. Memur maaşlarının dondurulduğunu düşünün. On binlerce memurun işine, 4/C’lilerin işine son verildiğini düşünün arkadaşlar. Düşünebiliyor musunuz? Bizi çiğ çiğ yemezler mi değerli arkadaşlar?

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Memur maaşlarını kıyaslayın, ona göre söyleyin.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Düşünebiliyor musunuz? Hayal edin yani hayat etmesi bile çok acı. Avrupa Birliğine üzülüyoruz. Allah kimseyi o duruma düşürmesin. Ancak elimizden bu geliyor Avrupa Birliği için. Eğer IMF’nin başına bir Türk geçirirlerse o başka ama şu an itibarıyla en azından ancak bunu diyebiliyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bakın, herkes elini vicdanına koysun değerli arkadaşlar. Avrupa’yı, Sayın Şandır’ın söylediği gibi, Avrupa Birliği ülkelerini koyduk, Türkiye’yle karşılaştırdık. Türkiye’de ne yaptık? Türkiye’de bu döneme yönelik olarak taşıt vergilerini, lüks taşıtların ÖTV’lerini artırdık; bir de sigara ve içeceklerde ÖTV artırdık; bütün tedbirimiz bu, aldığımız tüm tedbir bu, bu anlamda başka bir tedbir yok.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Doğal gaz artmadı mı?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Hayır, onlar genel çerçevede yapılan zamlardır, o ayrı bir şey yani her yıl enflasyon çerçevesinde yapılan zamlardır. Tedbir çerçevesinde yani krizin sonucu olarak, onun olumsuz sonuçlarını minimize etmeyi amaçlayan tedbirler çerçevesinde aldığımız iki tane tedbirdir.

Şimdi, bu iki tablo karşısında, Allah aşkına, elinizi vicdanınıza koyun. Şu dalgalı okyanusta gemisini ustaca yürüten bir kaptan ve kadrosu var değerli arkadaşlar (CHP sıralarından “Ooo” sesleri) Tablo bu. Şimdi, bu kaptana ve onun ekonomi yönetimine, kadrosuna bir teşekkür gerekmez mi? Hak etmiyorlar mı? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Dünyada durum bu. Tabii, biraz da bu soruya tam, doğru cevap verebilmek için… Yani Türkiye nasıl yönetiliyor? Şu anda dünyanın belli başlı ülkeleriyle kıyaslandığında, Türkiye ekonomisi son derece başarılı, son derece iyi yönetiliyor. Rakamlarla biraz önce ifade ettik, ortaya koyduk.

Bu soruya cevap verebilmek için biraz daha belki Türkiye’ye dönmemiz gerekir, biraz da tarihe kısa bir yolculuk yapmak gerekir. Bu değerlendirmeyi de IMF ile Türkiye ilişkileri üzerinden yapmak istiyorum izniniz olursa.

IMF ile ilişkilerimiz 1961 yılında başladı. İlk, birinci stand-by düzenlemesi 1961 yılında gerçekleştirildi. Tam kırk yedi yıl, yani gönderilene kadar, 2008 yılı Mayıs ayına kadar kırk yedi yıl geçti ve biz kırk yedi yıl IMF ile haşır neşir olduk, olmak zorunda kaldık. Bu süre zarfında Türkiye, tam 19 tane anlaşma yaptı IMF ile, 19 stand-by düzenlemesi. İlki 1961 yılında, sonuncusu da 2005 yılında. Bunun 18 tanesini biz yapmadık yani AK PARTİ hükûmetlerinden önce yapıldı, 1 tanesini biz düzenledik, 19’uncu stand-by.

18 tane stand-by düzenlenmesinin temel nedeni ya da hükûmetlerin böyle bir çağrı yapmasının o dönem nedeni, ekonomilerin o dönemde krize girmeleri. Yani ödeme darboğazına girmesi ekonominin, en temel ihtiyaçları karşılayacak döviz bulamamaları ve IMF’den kredi alabilmek için can havliyle IMF’nin kapısına gitmelerinden kaynaklanıyor istisnasız. 19 stand-by düzenlemesinin 18 tanesi böyle yapıldı değerli arkadaşlar. Ekonomi duvara tosladı, acilen dövize ihtiyaç var; hükûmetler de IMF’nin kapısına gitmek zorunda kaldılar 1961’den 2005 yılına kadar. 19’uncusu hariç 18’inde kriz oldu IMF’nin kapısına gittiler. 18’inde biz yokuz yani AK PARTİ hükûmetleri yok, 19’uncusunda biz varız. 19’uncusunda kriz nedeniyle gidilmedi değerli arkadaşlar, sadece 19’uncusunda gidilmedi çünkü onda biz varız, onda AK PARTİ var, onda AK PARTİ yönetiyor ekonomiyi. Sadece borç yapılarının iyileştirilmesi, daha düşük, ucuz kredi kullanmak amacıyla 2005 ve son stand-by düzenlemesi yapıldı.

Dolayısıyla, şimdi tabii, bu dönem içerisinde IMF çok egemen. IMF, Türkiye’nin her noktasına çok derin nüfuz eden bir konumda. Hatta hatırlarsanız, IMF’nin Türkiye masası şeflerinin isimleri Türkiye kamuoyu tarafından bir sanatçıdan çok daha fazla biliniyordu, çok daha meşhurlardı; öyle aynen. Yediği yemekten tutun gittiği yerlere kadar basın günü gününe takip ediyordu, bütün basın. Hatta ben hiç unutmuyorum, Carlo Cottarelli ismi aklımda kalmış. Yani belki o dönemde birlikte, kamuoyuna mal olan sanatçılarımızın isimleri yok ama -sadece benim değil, sanıyorum bütün kamuoyunun- Carlo Cottarelli, o kadar önemli ki IMF, IMF’nin Türkiye Masası Şefi yani sonuç itibarıyla bu şahıs. Ama, basın öyle bir gösteriyor ki… Neden? Çünkü Türkiye ona muhtaç, kaynak kullanması gerekiyor, kaynak IMF’de. Dolayısıyla, Türkiye masası şefinin sözleri önemli, değerlendirmeleri önemli. Onun için, bütün basın takip ediyor, Türk kamuoyu takip ediyor; o kadar etkili.

Şimdi, bakın, değerli arkadaşlar, bu süre zarfında -biraz önce söyledim- tam 19 tane stand-by düzenlemesi yapıldı. 18’ini başkaları yaptı -hepsi kriz üzerinden gidildi- 19’uncuyu biz yaptık fakat 18’i ve 19’u biz uyguladık. 18’i biz yapmadık ama -2002 yılında yapıldı, Şubat ayında- uygulamasını biz gerçekleştirdik.

Şimdi, 19 stand-by’dan 17 tanesi hedefine ulaşamıyor değerli  arkadaşlar, 17 tanesi hedefine ulaşamıyor. Bakın, ben örnek vereceğim. Özellikle 2002 değerlendirmesinden kaçınıyorum hassasiyet nedeniyle yani amacımız o değil zaten, amacımız belli bir döneme hapsolup oradan bir çıkış yapmak falan değil. Sadece, biz o dönemde iktidara geldiğimiz için bunu yapmaya çalışıyoruz, yapıyoruz. Bugüne kadarki değerlendirmeleri o çerçevede algılamak gerekiyor ama buna rağmen ısrarla kaçınıyoruz. Bakın, ta 1970’li yıllardan başlatacağım. 17 stand-by düzenlemesinin tamamı fiyaskoyla sonuçlanıyor yani düzenlemenin, anlaşmanın amaçlarından hiçbir tanesi gerçekleşmiyor. Şimdi, buradan, başka bir yere geleceğim. 10’uncusuyla başlayalım. Bakın, 10’uncu stand-by düzenlemesi Sayın Demirel Hükûmeti tarafından gerçekleştiriliyor, Ağustos 1970 yılında. Amaç nedir? Amaç, ekonomik durgunluğa son vermek. Sonuç: Büyüme hızlanıyor ancak enflasyon iki haneli rakamlara çıkıyor. 11’inci stand-by düzenlemesi, rahmetli Bülent Ecevit, Mart 1978. Amaç: İhracatı artırmak, büyümeyi hızlandırmak; bu amaçla yapılıyor.

Çok net bir şekilde, biliyorsunuz, IMF’yle bir anlaşma yapılacağı zaman yöntem şöyle: Önce, perde arkasında görüşmeler yapılıyor. IMF diyor ki: “Sen şunları, şunları, şunları, bana, uygulayacağını kabul edeceksin, yazı yazacaksın.” Bir de stand-by düzenlemesi gönderiliyor. Yani sanki ülke kendisi gönderiyormuş gibi ama arkasında, esasında, tüm şartları IMF dikte ettiriyor; noktasına, virgülüne kadar dikte ettiriyor değerli arkadaşlar çünkü başka çaresi yok. Borç almak zorundasınız, paranız kalmamış, döviziniz kalmamış, başka çareniz yok, para da orada, gittiğiniz zaman her türlü şartı, şablonu size dayatıyor. Amaç: İhracatı artırmak, büyümeyi hızlandırmak. Sonuç: Sorunlar daha da ağırlaşıyor, durgunluk krize dönüşüyor.

12’nci stand-by düzenlenmesi, Mart 1979, Rahmetli Ecevit. Amaç: Ekonomik krizi sona erdirmek yani bir yıl önce kriz oldu, onu sona erdirmek. Sonuç: Enflasyon yükselişini sürdürüyor, üç haneli enflasyon rakamlarına ulaşılıyor ve ekonomi durgunluğa giriyor, 1979, 12’nci stand-by düzenlemesinin sonucunda.

13’üncü stand-by düzenlemesi, Ocak 1980, yine Sayın Demirel. Amaç: Ekonomiyi dışa açmak, bu amaçla yapılıyor ve krize son vermek. Sonuç: Ekonomi dışa açılıyor, ancak enflasyon üç haneli rakamlarda seyretmeye devam ediyor.

Nisan 1994, Sayın Çiller Hükûmeti. Amaç: İç ve dış açıklardaki tırmanışı durdurmak yani hem bütçe açığını hem de döviz açığını, cari açığı durdurmak. Sonuç: Enflasyon patladı ve 1994 krizini doğurdu.

17’nci stand-by düzenlemesi yapılıyor. Ne zaman? Aralık 99, rahmetli Bülent Ecevit. Amaç: Enflasyonu tek haneli rakama indirmek, aynen bu şekilde hedef, esas hedef konuluyor. Sonuç: Büyük bir devalüasyonla tamamlanıyor dönem ve 2001 krizi patlıyor.

Evet, geliyoruz, şu ana kadarki stand-by düzenlemelerinin tamamını bizden önceki başka hükümetler uyguladı, şimdi, 18’incisini biz uyguladık, biz imzalamadık ama biz uyguladık. Ocak 2002 tarihinde imzalar düzenleniyor; rahmetli Ecevit. Amaç: Birinci amaç, enflasyonu tek haneye indirmek. İki: Reel faizin düşürülmesi ve sağlıklı borç pozisyonuna ulaşılması. Üç: Sürdürülebilir büyümenin sağlanması. Sonuç: Enflasyon tek haneye indi. Değil mi? Yüzde 10’un altında. Reel faiz yüzde 30’dan -yani devraldığımızda yüzde 30’du, hatta Sayın Derviş’in IMF’ye gönderdiği niyet mektubunda da yüzde 33 olarak çok net bir şekilde zikrediliyor- yüzde 5’lere düştü, şu anda yüzde 2-3 civarında reel faiz çünkü amaçlardan bir tanesi de bu, ve yüksek büyüme oranları sağlandı. Üç tane amacı var, üç tane hedefi var 18’inci stand-by düzenlemesinin; üçü de gerçekleştiriliyor, üçü de yerine getiriliyor. Diğer on yedi tanesinin hiçbir tanesinde amaca, hedefe ulaşılamıyor değerli arkadaşlar. 17’sinde biz yokuz. 18’inciyi AK PARTİ hükûmetleri, AK PARTİ’nin ekonomi yönetimi gerçekleştiriyor; aradaki fark bu, onun için amaca ulaşılıyor değerli arkadaşlar. Başka türlü yorum yapmak mümkün mü? Mümkün değil. Yani bu tesadüf mü? 17 tanesinin 17’si de başarısız oluyor, rakamlar ortada. Hepsi yeni bir kriz nedeniyle tekrar IMF’nin kapısına gidiyorlar kredi almak için, hiçbir tanesinde hedefe ulaşılamıyor; 18’incisinde ulaşılıyor çünkü AK PARTİ kadroları yetişiyor, çünkü AK PARTİ kadroları tarafından uygulanıyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, böyle bir sonucu başka türlü yorumlama imkânı var mı? Yani haydi 1’incisi tesadüf, 2’ncisi tesadüf, 3’üncü, 4’üncü, 5’inci, 16, 17… Hepsi tesadüf olabilir mi, bu kadar olabilir mi? Olamaz, ve 18’inci stand-by düzenlemesinden yani AK PARTİ kadrolarının, AK PARTİ ekonomi yönetiminin uyguladığı ve sonuçlandırdığı bu düzenlemeden sonra hem enflasyon düşüyor hem borç ödeme sorunu ortadan kalkıyor hem yüksek oranlı büyüme sağlanıyor hem gelir dağılımı iyileştiriliyor hem reel ücretler ciddi olarak yükseliyor, yoğun bir sosyal program uygulamaya konuluyor, işsizlik azalıyor. Değerli arkadaşlar, şimdi, bütün bu gelişmeler, değerlendirmeler, biraz önce ifade etmeye çalıştığım gibi hiçbir şekilde tesadüf olarak değerlendirilemez.

Biraz önceki yapılan konuşmalarda bir arkadaşımızın “Bu 2002 programı dizayn edilirken, yani 18’inci stand-by düzenlemesi dizayn edilirken ben de görevdeydim, benim de katkım oldu.” şeklinde bir ifadesi oldu. Arkadaşlar, kendi kendimizi kandırmayalım. Bakın, 19’uncusu hariç bütün düzenlemeler IMF’in standart şablonudur, bütün çatı IMF tarafından verilir ve Türkiye onu dizayn eder. Yani bunları söylemek zorunda kaldığım için kusura bakmayın ama söylemek mecburiyetindeyiz. Yoksa, öyle arkadaşlarımız tarafından dizayn edilmiş falan değil. Ana parametreler, ana hedef IMF tarafından verilir ve yetkililer de bunu uygulamak zorunda kalır. Yani, bunlar da zaten standart şablon programlardır. Öyle, hakikaten bizim kurmayların –geçmiş dönemlerde, onu söylüyorum- öyle bir ortam içerisinde zaten insanların böyle bir IMF’ye öneride bulunacak hâlleri kalmamış ki. Çok acil paraya ihtiyaçları var, bir an önce döviz bulmaları gerekiyor, bir an önce en ihtiyaç olunan malzemelerin ithalatı için acilen dövize ihtiyaç var. Böyle bir ortam içerisinde hangi hükûmet yetkilisi, hangi bürokrat IMF’e kendi şartlarını dikte ettirebilir ya da önerebilir ya da kabul ettirebilir, gerçekçi olmak lazım değerli arkadaşlar. Hatta öyle bir noktaya gelmişti ki, IMF’in uzmanları, bütün ekonomiyle ilgili bakanlıklarda en ücra köşelerde detaya nüfuz ediyorlardı ve müdahale ediyorlardı. Bunlar gerçeklerimiz bizim ve tam kırk yedi yıl boyunca böyle devam etti; kırk yedi yıl boyunca, kırk yedi yıl.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sizin gerçeğiniz!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Türkiye’nin gerçeği.

OKTAY VURAL (İzmir) – Tecrübelerine binaen söylüyorsun.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yani, siz, o IMF uzmanları, gidin, o eski bakanlıklara bakın… Hatta bürokratlar bize gelip şikâyet ediyorlardı, hakikaten insanın ağrına gider arkadaşlar. Düşünebiliyor musunuz, geliyor bir uzman, diyor ki, bunu böyle yapacaksın, yönlendiriyor. Tabii, borç almak durumunda kalırsanız yapacağınız bir şey yok. İhtiyacınız varsa… “Borç alan emir alır.” Bunu biz söylemiyoruz, atalarımız ne güzel söylemiş. Borç alan emir alır.

OKTAY VURAL (İzmir) – Aynen sizin yaptığınız gibi!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Borcu, bakın biz aldığımızda –dönemi söylemiyorum- 23,5 milyar dolardı, şu anda herhâlde 5’in altına indi, 2013’te de inşallah tamamen kapatıyoruz. Yani, bizim emir almadığımızın en önemli göstergelerinden bir tanesi de budur. Biz emir almadık. Neden? Çünkü biz borç almadık arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Tabii, IMF’in ekonomik bir boyutu var, bir de siyasi boyutu var. Kırk yedi yıl boyunca, özellikle Türkiye’de sosyalistler, protest kesimler, hatta İslamcılar, milliyetçiler IMF’i hep protesto etti. IMF’i uluslararası sömürünün bir aracı olarak gördüler. 1980’li yıllarda, 70’li yıllarda “IMF defol” demeyen aramızda belki çok azdır, bilemiyorum yani.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – “Ücretleri dondurun” diyor, tabii diyecekler.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Özellikle sol cenahtan gelen arkadaşlarımız daha da yoğun bir şekilde “IMF defol, seni istemiyoruz, sen uluslararası sermayenin organısın” vesaire, buna benzer o kadar çok konuşuldu, o kadar döviz taşındı, sloganlar atıldı, protestolar yapıldı, kırk yedi yıl boyunca IMF’ye “Defol.” denildi ama IMF gitmedi. Zaten IMF’yi çağıran hükûmetler yani IMF’yi çağıran hükûmetler. IMF, zorla “Gel, ben sana kredi vereyim, karşılığında şu şartları dayatayım.” demiyor, ekonomiler kötü yönetildiği için IMF’ye gidilmek zorunda kalınıyor para bulmak için, biraz önce ifade ettim. Dolayısıyla, kırk yedi yıl boyunca IMF’ye “Defol.” dediler, dedik. Defolmadı, gitmedi, kimse kurtulamadı IMF’den. 2008 yılının Mayıs ayında sessiz sedasız gittiler değerli arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Allah aşkına, bakın, özellikle protest özelliği olan arkadaşlara söylüyorum, kırk yedi yıl boyunca IMF’yi Türkiye’den göndermek için geçmişte meydanlarda slogan atan arkadaşlara sesleniyorum: Kimse gönderemedi, hiçbir hükûmet gönderemedi…

MUHARREM İNCE (Yalova) – “Numan Kardeşim, IMF’yle konuşmamak gaflettir.”  Bu sözü hatırladın mı?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - …yani onu gönderen ve ihtiyaç kalmadığı için gönderen Hükûmetin liderine bir teşekkürü çok mu görüyorsunuz? Hak etmiyor mu değerli arkadaşlar? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Buna üzülüyorum, gerçekten üzülüyorum.

Şimdi, bu noktada…

MUHARREM İNCE (Yalova) – Başkanım, ağır tahrik var.

OKTAY VURAL (İzmir) – Yani sosyalizme…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Hepsi için, hepsi için yani bugüne kadar “IMF defol.” diyen ya da IMF’ye karşı içinde çok sıcak duygular beslemeyen herkes için söylüyorum, her siyasi parti için söylüyorum, her milletvekili arkadaşımız için söylüyorum, herkes için söylüyorum. Yani kırk yedi yıl kimsenin gönderemediği, gönderecek mantıklı, akılcı ekonomik politikaları uygulayamayan hükûmetlerden sonra, ihtiyacımız kalmadığı için gönderdiğimiz böyle bir tabloda yani bu tablonun ortaya çıkmasını sağlayan bu kadroya, elbette lideriyle birlikte bir teşekkür edilmesi gerekiyor. Buna gerçekten çok üzüldüm, bugüne kadar da hiç duymadım ama en azından bundan sonra yapabilirler.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, yokluk var ya! Yani hakikaten bu IMF’le ilişkiler, çok enteresan olaylar da yaşanıyor o dönemlerde. Yine, biraz önce bahsettim, 11’inci ve 12’nci stand-by düzenlemeleri rahmetli Ecevit döneminde yapılıyor. Şimdi, 11’inci stand-by düzenlemesi için dönemin ekonomi yetkilileri imzalayıp IMF’ye bir mektup gönderiyorlar, stand-by düzenlemesini gönderiyorlar, orada birkaç ifade var, onlar son derece önemli çünkü sonuç itibarıyla rahmetli Bülent Ecevit’in CHP’si sosyal demokrat, o söylemlerle hep öne çıkan, köylünün, işçinin, memurun yanında olduğunu söyleyen -hâlen de öyle- bir siyasi parti, bir organizasyon. Onunla ilişkili olduğu için son derece önemli görüyorum. Bakın, 1978 yılında IMF’ye gönderilen 11’inci niyet mektubunda ne diyorlar biliyor musunuz? Başka şeylerde yazıyorlar tabii. Ben önemli bulduğum iki tanesini söylüyorum 11’inci stand-by için. Orada diyor ki: “Ücret ve maaş artışları enflasyonun altında kalacaktır.”

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Şimdiki gibi!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Taahhütte bulunuyor hükûmet. Dönemin hükûmeti IMF’ye yazdığı mektupta taahhütte bulunuyor, diyor ki: “Ücret ve maaş artışları enflasyonun altında kalacaktır.”

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Şimdiki gibi, şimdiki gibi!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - İkincisi: “Tarım ihraç ürünlerinin destek fiyatları dünya fiyatlarına göre ayarlanacaktır.” Bu kadarla da değil bakın arkadaşlar. Bir sonraki yıl yapılan 12’nci stand-by düzenlemesinde gönderilen mektupta da şunlar taahhüt ediliyor: “Buğday tarımına verilen sübvansiyonlar kaldırılacaktır…” Bunu söyleyen kim? Rahmetli Bülent Ecevit’in hükûmetinin ekonomi kurmayları. “…ve ayrıca kamu personel giderleri disiplin altına alınacaktır.” Gerçekten bütün samimiyetimle söylüyorum: Allah hiçbir hükûmeti böyle bir noktaya getirmesin, böyle bir  duruma düşürmesin. Düşünün, bakın, sosyal demokratsınız, işçiden yana olduğunuzu söylüyorsunuz, emekçiden yana, köylüden yana olduğunuzu söylüyorsunuz ama memurun, işçinin ücretini, çiftçinin parasını IMF’yle müzakere ediyorsunuz değerli arkadaşlar. Kolay bir durum mu? Zor bir durum. Allah yardım etsin, yani kimsenin başına da vermesin. (CHP sıralarından gürültüler)

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Ya Canikli, nasıl bir cehalettir bu ya!

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Açlık sınırının altında 600 bin liraya çalıştırdığın vatandaşa ne oldu?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yani ne diyeyim arkadaşlar, bu duadan başka elimden bir şey gelmiyor. Bırakın da samimiyetle bu duayı da edeyim. Yani, ondan yana herhangi bir problem yok.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Bugün senin yaptığın ne?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, müzakerelerin sonuna yaklaşıyoruz. Gayet güzel tartışma yapıyoruz. Lütfen müdahale etmeyin, lütfen.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, AK PARTİ Grubu gayet uhuletle suhuletle bütün grupların konuşmacılarını dinledi, tek bir söz bile atılmadı değerli arkadaşlar. (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Lütfen AK PARTİ Grubu gibi davranmaya sizi davet ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, arkadaşlar, bakın, sonunda IMF gitti. Bir ilginç nokta daha var. IMF giderken -isim vermeyeceğim, yani spekülasyon yapmak istemiyorum- bazıları dedi ki: “Ya ne yapıyorsunuz siz, IMF’yi gönderemezsiniz, aman yeni bir anlaşma yapın, acele 40 milyar dolar para bulun. IMF’yle yapılacak olan anlaşmanın gecikmesinden dolayı ortaya çıkacak muhtemel sıkıntıların sorumlusu siz olursunuz.” diye eleştiriler geldi. Hiçbir şey olmadı ve krizin tam ortasında, dünyanın yaşadığı yüzyılın en büyük krizlerinden bir tanesinin tam ortasında gitti IMF ve o tarihten beri bir kuruş kaynak kullanmadık IMF’den değerli arkadaşlar. IMF’nin danışmanları Türkiye’ye gelip akıl vermiyorlar; Türkiye ekonomisini, Türk milletinin evlatları yönetiyor, Türk milletinin kaynakları yönetiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Bu borcu kimle yaptık o zaman biz? Borcun kaynağı değil miktarı önemli.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Şimdi, bakın, tabii çok şey söyleniyor ayrıntılı olarak ama bugün, ben özellikle daha global, daha genel şeylerden yola çıkarak bu değerlendirmeyi yapmaya çalışıyorum. Bunlardan bir tanesi, yine konuşuluyor, yolsuzluktan bahsediliyor vesaire. Şimdi, arkadaşlar, münferit tek tek olayların çok fazla bir anlamı yok, yani onları ifade etmek, oradan yola çıkarak değerlendirmeler yapmak bilimsel bir yaklaşım değil. Onun yerine, değerlendirme, rakamlarla bu işi ortaya koymak gerekir ve karşılaştırma yapmak gerekir.

Şimdi, bakın, Türkiye’de geçmişte ya da genel olarak her zaman diyelim, suistimallerin önemli alanlarından bir tanesi de kamu bankaları olmuştur, yani kamu bankaları üzerinden yapılmıştır. Nedir kamu bankaları? İşte, Halk Bankası, Vakıflar Bankası ve Ziraat Bankası, yani Vakıflar Bankasını biz bu çerçevede şeyden sayıyoruz, kamu bankası tanımına sokuyoruz.

Şimdi, bu açıdan da bir karşılaştırma yapmamız lazım, yani biraz önce dünyayla yaptık, Türkiye ekonomi tarihinde kısa bir gezinti yaptık, şimdi de bankalar üzerinden “Türkiye nasıl yönetiliyor?” sorusuna cevap bulmak için bir değerlendirme yapmamız gerekiyor.

Şimdi, bakın, değerli arkadaşlar, biz ekonomiyi devraldığımızda, Halk Bankasının toplam kredi miktarı 1 katrilyon 365 milyon lira, toplam o andaki kredi hacmi, toplam kredi rakamı. “Batak kredi.” olarak nitelendirebileceğimiz takibe alınmış kredilerin miktarı da 1 katrilyon 300 milyon lira. Toplam kredi 1,3 katrilyon, 1 milyar 365 milyon lira; takibe dönüşen krediler 1 milyar 300 milyon lira, yani toplam kredilerin yüzde 95’i batak. Aynen böyle, resmî rakam. Halk Bankasının durumu bu.

Ha, buradan hemen şunu söyleyeyim değerli arkadaşlar…

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Yani böyle bir batak olabilir mi? Hiç mi bir bankacı…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Aynen öyle, bu rakamlar resmî rakamlar.

Buradan şu yanlış anlaşılmasın: Yani “Biz devraldığımızda 57’nci Hükûmet görevdeydi, bütün kabahat…” Öyle bir şey demiyorum, “Onlarındır.” demiyorum. Bakın, Halk Bankasının takipteki kredilerinin yıllar itibarıyla artış oranlarını ben vermek istiyorum. Yani bunun, ta geçmişten gelen bir problem olarak, sadece bir Hükûmete mal edilemeyecek bir sorun olduğunu ifade etmek için söylüyorum. 1978 yılında Halk Bankasının takipteki kredilerindeki artış oranı yüzde 293; 1999’da yüzde 183; 2000’de yüzde 151; 2001’de 286. Evet, devam edeyim. Yüzde 95’i batak.

Şimdi, bu oran, dokuz yıllık AK PARTİ hükûmetleri sonucunda ne olmuş biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Yüzde 2,9; evet, aynen öyle. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şu anda Halk Bankasının toplam verdiği kredilerin geriye dönüşü zorlaşanların -ya da kısaca “batak krediler” diyelim- toplam kredilere oranı yüzde 2,9 değerli arkadaşlar; yüzde 95’ten 2,9’a gelmiş. Sadece Halk Bankası değil, diğerleri için de geçerli.

Bakın, aynı şekilde Ziraat Bankası. 2002 yılında yine batak oranı yüzde 24 imiş.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Canikli, o Halk Bankası Genel Müdürüne sorun…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Şu anda ne kadar biliyor musunuz? Yüzde 1,25; yüzde 1,25’e kadar düşürülmüş. Aynı şekilde Vakıflar Bankasının yüzde 24,25’ten yüzde 3,69’a düşürülmüş değerli arkadaşlar ve AK PARTİ geldikten sonra verilen kredilerin yani 2003 başından itibaren verilen kredilerin geriye dönmeyenlerinin oranı da yüzde 2’nin altında değerli arkadaşlar; sektörün ortalamasının da bir hayli altında bu rakam.

Ne demek bu? Bu ne anlama geliyor, nasıl yorumlamak gerekir?

Önce AK PARTİ dönemine ilişkin olarak yorumlamak gerekir. Demek ki kesinlikle siyasi amaçlı, bankalara, kamu bankalarına kredi vermeleri için baskı yapılmıyor. Bu anlama geliyor.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – O kanunu biz çıkarttık.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, arkadaşlar, dizayn önemli yani karar önemli çünkü zaman zaman deniliyor ki: “2001 yılında, 2002 yılında, efendim, uyguladığınız programı biz dizayn ettik.”

Arkadaşlar, örneklerini verdim 17 defa. Yani elbette alınan kararların doğru olması gerekir ama alınan karalardan önce uygulama son derece önemli. Yani 17 kez alınmış kararlar… Bunların hepsi doğru kararlardı baktığınız zaman, hepsi de IMF’nin aldığı kararlardı, 2002 yılındaki 18’inci stand-by düzenlemesi dâhil. Dolayısıyla, demek ki AK PARTİ döneminde kamu bankaları üzerinden en ufak bir suistimal, bir yanlışlık, bir yolsuzluk söz konusu değil. Bu tablonun gösterdiği, bu rakamların gösterdiği gerçek bu. (MHP sıralarından gürültüler) Ne söylerseniz söyleyin bunu inkâr edemezsiniz arkadaşlar. Öyle bir şey olsa bu kredi batar yani eğer eş, ahbap, dost işi olsa, tıpkı geçmişte olduğu gibi… Geçmişte niye battı? Çünkü açıyordu siyasetçi ve talimatla kredi verdiriyordu… (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, rica edeceğim.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - …eşine, dostuna.

BAŞKAN – Sayın Canikli, bir dakikanızı rica edeceğim.

Sayın Hatibin konuşmasını vatandaş dinliyor ama laf atanın ne söylediğini vatandaş dinlemiyor. Onun için bu laf atmaların pratikte size de faydası yok, hiçbir şeye faydası yok. Müzakerelerin…

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Biz doğruyu söylüyoruz.

BAŞKAN – Sayın Valim, siz valilik yaptınız, öyle oturduğunuz yerden konuşmak var mı?

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Biz doğruyu söylüyoruz. Tüm esnafa verilen kredi kadar bir gruba kredi verdiniz niye söylemiyorsunuz?

BAŞKAN – Bak, rica edeceğim. Sayın Serindağ, bakınız, isminizi telaffuz ederek ikaz etmek mecburiyetini duyuyorum.

ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) – Sayın Başkan, hoş geldiniz…

BAŞKAN - Ön sıraya oturup laf atmak yok. Doğru bir şey de değil, yakışmıyor da bize. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Arka sırada atılabilir mi o zaman?

BAŞKAN - Onun için, lütfen, Hatibin sözünü kesmeyin, müzakerelerin sonuna geldik. Eğer sizi ilgilendiren bir yanı varsa Grup Başkan Vekilleriniz zaten konuşur, onun için lütfen, iyi götürüyoruz…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Evet, arkadaşlar, yani tekraren söylemekte fayda var: AK PARTİ döneminde kamu bankalarında en ufak bir ayrımcılık, özel bir kredi kullanımı, talimatla kredi kullanımı, suistimal, yolsuzluk kesinlikle olmamıştır. Olsaydı bu tablo böyle olmazdı, olsaydı devraldığımız tablo gibi olurdu değerli arkadaşlar. Bunu herkesin görmesi ve kabul etmesi gerekiyor.

Şimdi, bakın fakir fukaradan herkes söz ediyor. Herkes ne kadar fakir fukara dostu olduğunu, fakir fukarayı ne kadar çok sevdiğini söylüyor, ifade ediyor. Şimdi, tabii, lafla olmuyor arkadaşlar yani hükûmetler icraatlarını bütçe uygulamalarıyla ortaya koyarlar. Yani bütçe yoluyla millî gelirin aşağı yukarı yüzde 25’e yakın kesimi toplanır tekrar dağıtılır. Dolayısıyla, politikaları gerçekleştirmek için çok önemli araçlardan bir tanesidir bütçe bu yönüyle. Dolayısıyla, istediğiniz kadar konuşun: “Ben, şöyle fakir dostuyum. Ben, şöyle, işte, fakirleri seviyorum…” Arada bir fakir ailelerine danışıklı dövüş olarak gitmek falan… Bunların çok fazla bir önemi yok. Ha, bunlar da güzel şeyler ama başka icraatla desteklenmesi gerekir. İcraatla desteklenmediği takdirde sadece bu söylemler siyasi söylemlerin malzemesi olmaktan öteye gidemez.

Şimdi, peki, nasıl anlayacağız? Gerçekten, siyasi iktidarların, hükûmetlerin, fakir fukaranın dostu olup olmadığını ya da toplumun hangi kesimini daha çok sevdiğini, hangi kesimine daha çok önem verdiğini anlamamızın tek bir yolu var: Bütçe rakamlarına bakacağız değerli arkadaşlar, bütçe rakamlarına bakacağız. Eğer bütçeden hangi kesime daha çok pay aktarmışsa, o kesimi seviyor, öyle değil mi? Hangi kesime az aktarmışsa, o kesimi sevmiyor. Onun için, bütçe rakamlarına bakacağım ve yine, o hassasiyet nedeniyle 1998 bütçesinden başlayacağım yani 2002’ye takılıp kalmamak açısından.

Bakın, 100 liralık bütçe düşünün. Toplam 100 liralık  bir harcama söz konusu 1998 bütçesinde. Yaklaşık 25 lirası personel harcamalarına gidiyor, 40 lirası faize aktarılıyor -100 liralık bütçenin, toplam- yatırıma 6,4 lira gidiyor, tarıma 1,2, diğerlerine de 28 gidiyor, 1998… Aşağı yukarı 2002 bütçesine baktığımızda benzer bir tablo  ortada yani personel harcaması yüzde 20, yatırım harcamaları yüzde 6 diyelim, tarıma destek 1,62, faiz ödemeleri 44,7 -yüzde 45- sosyal güvenlik yüzde 9,7.

Şimdi, biraz önce söylediğimiz çerçevede bu rakamları değerlendirdiğimizde şu görülüyor: Yani bu bütçeyi uygulayan Hükûmet faizcileri yüzde 40 oranında seviyor veya yüzde 50 oranında seviyor. Efendim, sosyal güvenliği, sosyal güvenlikten pay alan kesimleri yüzde 9,7 oranında seviyor. Öyle arkadaşlar yani kusura bakmayın. Lafın çok fazla bir anlamı yok, icraata bakacağız; laf değil, icraat.

Şimdi, baktığınız zaman 2002’ye, yaklaşık, 98 de öyle, aşağı yukarı öncekiler de öyle. Yalnız, bir hakkı teslim etmek gerekiyor. 90’lı yıllardan itibaren bütçe içerisindeki faiz oranı sürekli artmaya başlamış, bir yıl hariç, 1997 yılı. 1997 yılında Hükûmet faiz harcamalarında çok ciddi düşüş sağlayabilmiş, ondan sonra tekrar artmaya devam etmiş. Bunu, burada belirtmekte fayda var. 115 milyar liralık bütçenin 52 milyar lirası faize gidiyor.

Şimdi, faiz kime aktarılıyor? Faiz sermaye sahibine aktarılıyor, parası olana aktarılıyor. Düşünün bir bütçenin, 100 liralık bütçenin… Faiz geliri elde edenlerin önemli bir bölümü de 100 bin kişi değerli arkadaşlar, toplam sayısı 100 bin kişi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Evet, ek sürenizi veriyorum Sayın Canikli.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bu tablo şudur değerli arkadaşlar: Bütçenin aşağı yukarı yarısı 100 bin kişiye, yarısı da 74 milyon insana. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Yani böyle bir taksimi kurt bile yapmaz değerli arkadaşlar.

Şimdi siz söyleyebilir misiniz yani biz fakirin fukaranın dostuyuz, biz memurun, işçinin dostuyuz demenin anlamı var mı yani ya da bu rakamlar karşısında çok geçerli bir iddia mı değerli arkadaşlar? Kim inanır buna, kim inanır? Hiç kimse inanmaz.

Yani buradan şunu anlıyoruz ki, bizden önceki hükûmetlerin ortak özelliği, sermaye sahiplerini seviyorlar, faiz geliri elde edenleri seviyorlar ama işçiyi sevmiyor, köylüyü sevmiyor, memuru sevmiyor, fakiri sevmiyor. Rakam bu. Yani bunu söylediğimiz zaman da arkadaşlarımızın bundan rahatsız olmamaları gerekiyor çünkü tamamen rakamları gösteriyoruz.

Şimdi, bakın, biraz önce 100 liralık bütçenin 2002’deki dağılımını verdim. Bir de 2011’deki gerçekleşen rakamlar itibarıyla söylüyorum: Personel giderleri -rakamlar revize edildi- 18’den 27,6’ya çıkmış, sosyal güvenliğe bütçeden aktarılan -100 lira üzerinden- oran 9,3’ten 16,8’e çıkmış, mahallî idarelere aktarılan para 6,6’dan 7,8’e çıkmış, yatırıma aktarılan oran 6,6’dan 11,3’e çıkmış, tarıma aktarılan oran 2,5’tan –geniş tanımıyla,dolaylı rakamlar dâhil- 3,3’e çıkmış, faize aktarılan rakam 44,7’den 13,6’ya düşmüş. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Bu tablonun gösterdiği gerçek şu: Biz memurlarımızı seviyoruz. Gerçekten seviyoruz. Yüreğimizle seviyoruz. Sadece siyasi malzeme konusu yapmak için değil. Neden? Çünkü bütçeden aktardığımız payı, bunlara verdiğimiz payı artırmışız. Seven öyle yapar değerli arkadaşlar. Seven daha çok kaynak aktarır bütçeden. Öyle değil mi? Öyle. Biz de öyle yapıyoruz.

Bakın, emeklilerimizi de biz seviyoruz. Neden? Daha önce bütçeden emeklilere verilen pay 9,3’ten 16,8’e çıkmış. En az 2 kat. Bizden öncekilerden en az 2 kat daha fazla seviyoruz emeklilerimizi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Keza mahalli idarelere yatırımları da seviyoruz. 6,6’dan… Oran, bakın rakam değil, bu oran, miktar, yani 100 liralık bütçeden verilen pay. 6,6’dan 11,3’e çıkarmışız. Biz çiftçimizi de seviyoruz.

Değerli arkadaşlar, bütçedeki payı yüzde 2,5’ken 3,3’e çıkarmışız, yüzde 50’den fazla artırmışız. Çiftçimizin bütçeden aldığı payı yüzde 50’den fazla artırmışız. Yani siz mi daha çok seviyorsunuz, biz mi daha çok seviyoruz? Elbette biz seviyoruz çünkü biz daha çok kaynak aktarmışız. Yani hem kaynak aktarmayacaksın hem paraları faiz geliri elde edenlere aktaracaksınız, ondan sonra diyeceksiniz ben çiftçiyi seviyorum, ben emekliyi seviyorum, ben memurun dostuyum. Kusura bakmayın, buna ben de inanmıyorum, hiç kimse de inanmaz.

Peki, kimi sevmiyoruz değerli arkadaşlar? Faiz geliri elde edenleri sevmiyoruz biz. Neden? 2002 bütçesinin yarısı aktarılıyordu. 13,6’ya kadar düşürmüşüz arkadaşlar, 13,6’ya kadar düşürmüşüz.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Dünyada faiz düştü. Böyle bir şey yok ya!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, dünyada artıyor. Yüzde 80’den aşağı olan yok.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Dünyada faizde yüzde 0’dır, libor.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Borç itibarıyla ve elbette faiz ödemeleri de buna göre sürekli yükseliyor Avrupa’da. Aynen onlarda yükseliyor. Rahat olun o yüzden.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Ali Babacan’a sorun.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Şimdi, dolayısıyla arkadaşlar, yani buradaki dostu düşmanı -düşman derken tabii mecazi anlamda söylüyorum- vatandaşlarımız, gerçek anlamda hangi iktidarın, hangi hükûmetin kendilerinin yürekten dostu olduğunu sanıyorum zaten hissediyor, yaşıyor, Emeklimiz onu hastaneye gittiği zaman görüyor, genç kardeşlerimiz okula gittiği zaman yaşıyorlar. Annelere aktarılan para…

Özürlüler, bakın, özürlüler…Çok ilginçtir mesela, bizim 2003 ya da 2004’ten önce… İlk uygulaması 2004’te başladı yanlış hatırlamıyorsam. Özürlü vatandaşlarımıza 2004’ten önce aktarılan bir kuruş para yok arkadaşlar, bir kuruş. Ya ondan önce hiç özürlü yok muydu bu memlekette, özürlü vatandaşımız yok muydu? Biz aktarmışız.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – “Engelli” Sayın Canikli.

HASİP KAPLAN (Şırnak)  Sayın Canikli “engelli” diye kullanırsanız kavramı daha iyi olur.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – 2011 yılında 3,2 katrilyon lira para aktarmışız arkadaşlar. Yani bunlara da baktığınız zaman bunların ayrıntılı hesapları da var.

Şimdi, bir an şöyle düşünün: 2002 bütçesi, devraldığımız bütçe itibarıyla söylüyorum. Aynı faiz oranı, yüzde 44’lük oran veya yüzde 45’lik oran, 2011 bütçesinde aynen muhafaza edilmiş olsaydı yani bu oranı ne kötüleştirip ne iyileştirmiş olsaydık ödememiz gereken faiz miktarı ne kadardı biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Yani aynı oran korunmuş olsaydı tam 140 katrilyon lira 2011 bütçesinde faiz ödememiz gerekecekti. Bizim ödediğimiz faiz de 42,6 milyar lira. Yani sadece faizden tasarruf edilen, bir yılda tasarruf edilen rakam 97,4 milyar lira. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, bazı arkadaşlar soruyorlar, diyorlar ki: “Efendim, özelleştirmeden şu kadar gelir elde ettiniz, şuradan şu kadar elde ettiniz, faizden bu kadar tasarruf…” Dokuz yılda 313 milyar lira faizden elde ettiğimiz tasarruf bu yolla, 313 katrilyon lira. “Bunları nerede kullanıyorsunuz?” diyorlar. Hemen söyleyelim, bakın değerli arkadaşlar: Dokuz yılda yatırıma 173 milyar lira aktarmışız, tarıma 56 milyar lira yani katrilyon aktarmışız, sosyal güvenliğe 310 katrilyon lira aktarmışız, sağlık harcamalarına 253 katrilyon lira aktarmışız, eğitim harcamalarına 269, personel harcamalarına 470, sosyal yardımlara 77 milyar lira aktarmışız. Sosyal yardımlara bir yılda 16 milyar lira. 2002 bütçesinde ayrılan rakam sadece 1 milyar lira, tam 16 kat neredeyse değerli arkadaşlar, 16 kat. Yani biz fakir fukarayı, garip gurabayı sizden en az 16 kat daha fazla seviyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Bu nasıl bir mantık ya?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Aynen öyle yani hakikaten hayret. Ben söylemiyorum bunu. Rakamlar yalan söylemez.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Canikli, verdiğim ek süreniz de doldu.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Sayın Başkanım, teşekkür etmek için…

BAŞKAN – Sadece Genel Kurulu selamlamak için mikrofonu açacağım. Nasıl olsa Grup Başkan Vekili olarak kalan görüşlerinizi bu kürsüden sıkça ifade etme imkânınız olacaktır. Sadece selamlamak üzere…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin inşallah ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Sayın Başkan…

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Vural.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, bir iki konunun tutanağa girmesi açısından… Ayakta da olabilir çünkü tutanaklara girmesi açısından…

BAŞKAN – Oradan dinleyebiliyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, tabii, Sayın Canikli’nin ortaya koyduğu tablo: Aslında, işsiz, emekli kış günü… Millet de zannediyor ki mayosuyla denize giriyor. Doğrusu…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Millet neyin doğru olduğunu anlıyor.

OKTAY VURAL (İzmir) – Bir de “Emir aldılar.” diye ifadede bulundu. Şunu ifade etmeliyim ki: Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri olarak biz devrettiğimiz zaman emir alan bir hükûmet değildik, hiçbir zaman da olmadık. Ama kendileri itiraf etti, “2001 yılında imzalanmış olanları biz uyguladık.” dediğine göre emri kendileri almışlar, emri alan kendileri.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Devlette devamlılık var efendim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Bir husus daha: Emir nasıl alınır? 2009 yılı bütçesi görüşülürken burada, gece yarısı, yüzde 10, tarımda ve yatırımlarda harcama yapan kesinti önergesini getirdiğiniz zaman IMF’den emir alarak bu emri Türkiye Büyük Millet Meclisine onaylattınız. Emirleri kendi hanenizde, kendi Hükûmetinizde…

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Vural.

Sayın Öztrak

FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Sayın Başkan, 69’uncu maddeden, sataşma nedeniyle söz istiyorum Sayın Canikli’nin konuşması nedeniyle.

BAŞKAN – Yani hangi ifadesine dayanarak, onu bir açıklarsanız…

FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Sayın Başkan, şöyle dedi Sayın Canikli: “O programı hazırlayan ekibin -benim konuşmama değinerek- öyle bir kapasitesi yoktu. Onlar IMF talimatıyla hareket ettiler.” Onun için sataşma nedeniyle söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Öztrak, ben dikkatle dinledim. Şahısları zikrederek herhangi bir değerlendirme yapmadı. Genel bir ifadedir, şahsınız söz konusu değil.

FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Hayır. Sayın Başkan, “Biraz önce bu kürsüde konuşan arkadaş” dedi.

BAŞKAN – Malum, şahıslarla ilgili bir ifade olursa o sataşma olur ama sözünüz tutanaklara geçti, onu bu şekliyle değerlendirmiş olalım.

FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Sayın Başkan “Biraz önce burada konuşan arkadaş” dedi.

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, görüşmelere bundan sonraki kısımda şahıslar ve Hükûmet adına devam edeceğiz.

FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Sayın Başkan “Biraz önce burada konuşan arkadaş” diyerek beni kastetti.

BAŞKAN – Şahsınız geçmedi Sayın Öztrak. Şahsınız geçmedi, sizi de özellikle…

FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Sayın Başkan, biraz önce burada konuşan arkadaş kim? Benim. O sözü söyleyen, biraz önce orada konuşan arkadaş benim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Peki, bulunduğunuz yerden, bir dakika da size söz vereyim.

Buyurun.

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak’ın, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Sayın Başkan, Sayın Canikli biraz önce, 2001 yılında hazırlanan programın Türk evlatları tarafından, Türk bürokrasisi tarafından hazırlanmadığını, öyle bir kapasitesinin olmadığını Türk bürokrasisinin…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Hayır “kapasite” demedim. Hayır, öyle bir şey söylemedim.

FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – …IMF’nin programı olduğunu söyledi. Bunu, bürokrasiden gelmiş bir arkadaşımızın söylemesini yadırgıyorum. Bu şekilde söz almaktan dolayı da son derece üzgünüm ama şunu açıkça ifade edeyim: Türk bürokrasisi, Türk evlatları, her zaman kendi programlarını hazırlama kapasitesine sahiptir.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Kapasitede problem yok, ben öyle bir şey söylemedim.

FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Öyle sanıyorum ki Sayın Canikli bir programın nasıl hazırlandığı konusunda, IMF’den talimat alınmadan nasıl hazırlandığı konusunda fikir sahibi değildir.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Uzmanlık alanımız bizim.

FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Şimdi ben şunu açıkça ifade edeyim: O program Türk bürokratları tarafından hazırlanmıştır, bir önceki programdan son derece farklıdır ve Meclisimiz gece gündüz çalışarak o programda öngörülen reformları devreye sokmuştur. Bugün Sayın Canikli bu kürsüden bu kadar rahat konuşuyorsa o program sayesindedir. (CHP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Peki, çok teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, gruplar adına…

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Sayın Başkan, zatıalinizin bana hitabınızla ilgili izin verirseniz iki cümle söylemek istiyorum.

BAŞKAN – Yerinizden buyurun söyleyin ama bakın, 6 defa laf attınız, ben hiçbir şey demedim, 7’ncisinde ikaz etmek mecburiyetinde kaldım yani laf atmak diye bir şey yok Sayın Serindağ.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Müsaade buyurun, açıklayayım efendim.

BAŞKAN – Buyurun.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – “6 defa” dediğinize göre sürekli beni mi izliyordunuz? Birincisi bu.

BAŞKAN – E, önde olunca mecburen izliyoruz tabiatıyla.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – İkincisi: Bundan önceki görevimi de zikrederek benim önde oturmamam gerektiğini ima eder gibi, “Hem önde oturuyorsunuz hem de laf atıyorsunuz.” gibi…

BAŞKAN – Yok, yok, öyle değil, tam tersi, sizi tanıyan, bir hukuku da olan insan olarak, önden laf atıldığı zaman konuşan insanın insicamı bozuluyor, ondan dolayı onu söylemeye çalıştım.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Efendim, müsaade buyurun.

Siz tutanakları incelerseniz Sayın Elitaş’ın

BAŞKAN – Peki, maksat hasıl oldu.

Değerli milletvekilleri…

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Efendim, müsaade buyurun, cümlemi bitireyim.

Ben adabı da bilirim, edebi de bilirim, bu konuda kuşkunuz olmasın, daha önceden de beni tanıdığınızı zannediyorum.

BAŞKAN – Evet.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Onun için bu sözünüzü yadırgadığımı ifade ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Bakın, laf atılmasaydı hiç bu türlü ikaza da gerek kalmazdı.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Tutanaklara bakın, Sayın Elitaş’ın pek çok…

IV.-  KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (Devam)

2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların  Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve  Bütçe Komisyonu  Raporu (1/278, 3/538) (S. Sayısı: 88) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi, gruplar adına görüşmeler tamamlanmıştır. Müzakerelerin bundan sonraki bölümünde şahıslar adına ve Hükûmet adına konuşmalar yapılacaktır.

Görüşmelere 18.50’ye kadar ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 18.36

 

 

 

 

 

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.52

BAŞKAN: Cemil ÇİÇEK

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Tanju ÖZCAN (Bolu)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 44’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Bütçe görüşmelerinde bütçenin tümü üzerindeki son konuşmalara devam edeceğiz.

Şimdi, bütçenin lehinde olmak üzere şahısları adına İzmir Milletvekili Sayın Mehmet Sayım Tekelioğlu.

Buyurun Sayın Tekelioğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

MEHMET S. TEKELİOĞLU (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Burada bütün arkadaşlarımın yaptığı gibi ben de Fransa’nın tutumunu eleştirerek başlamak istiyorum. Fransa’nın ortaya koymuş olduğu tutum ne Fransa’ya ne de Ermenistan’a yarayan bir tutumdur. Fransa’nın bu tutumu bizim tarihî geçmişimize, tarihî ilişkilerimize, bundan sonrası için yaptığımız planlara da uyan bir tutum değildir dolayısıyla Fransa bütün toplumuyla, aydınlarıyla, milletvekilleriyle ve diğer bütün sosyal kesimleriyle bu gerçeği görmeli ve bu gerçeğin gereğini yapmalıdır. Doğrusunu isterseniz, Fransız entelektüellerinin böyle bir ifade özgürlüğünü kısıtlayan durum karşısında göstermiş oldukları suskunluk bizi de hayrete düşürüyor ve acaba Fransız entelektüellerinde, Fransız aydınlarında bir intikal zorluğu mu var olaylara diye aklımıza geliyor.

Değerli arkadaşlarım, özgürlüğün ve ifade hürriyetinin kalesi olarak bilinen, en azından bu kavramların neşet ettiği bir yer olarak bildiğimiz Fransa’nın tutumu gerçekten izah edilebilir gibi değil. O bakımdan, bizim bundan sonrasını da planlayarak bu tutumu çok daha iyi bir şekilde eleştirmemiz ve ortaya koymamız, bundan sonrası için beklentilerimizi de iyi ifade etmemiz gerekir. Bu tutum karşısında aslında ben Avrupa Birliğinden de bir eleştiri beklerdim. Avrupa Birliği maalesef bu ifade özgürlüğünü kısıtlayan, özgürlükleri kısıtlayan tutum karşısında herhangi bir ses çıkarmamış olmakla da doğrusunu isterseniz bizi üzmüştür.

Fransa’da ihtilal sonrasında bir tip vardır “Joseph Fouche” diye. Bu Joseph Fouche, Stefan Zweig’ın anlatmasıyla, menfaati için her türlü kılığa giren, her türlü dönekliği gösterebilen bir tiptir. Bugünkü Fransız siyasetçilerinde maalesef böyle bir algı ortaya çıkmaktadır, onun için de Napolyon, bu Fouche için “muhteşem dönek” tabirini kullanmıştır. Fransız siyasetçilerinin bu tutumları doğrusunu isterseniz Sayın Başbakana verdikleri sözlerle de bağdaşmadığı için böyle bir sıfatı hak ediyorlar.

Değerli arkadaşlarım, bütçeler tabii ki bir ülkenin en önemli göstergelerinden birisidir. Dolayısıyla, bütçeye bakış fevkalade önemlidir. Bütçeler bir ülkenin tabii ki bağımsızlığının en önemli göstergesidir. Biz geleceğe bakış açısından, güven açısından bütçelerimizi fevkalade önemsiyoruz.

Burada şimdiye kadar konuşan arkadaşlarımız, bizim Grup Başkan Vekilimiz Sayın Canikli, AK PARTİ’den konuşan diğer bütün arkadaşlarımız bütçenin kemiyetle ilgili, yani niceliklerle ilgili değerleri üzerinde çok geniş bilgiler verdiler ve bunlar, gerçekten göğsümüzü çok kabartan değerler fakat bir de işi keyfiyet açısından, nitelik açısından ele almamız gerekiyor.

Şimdiye kadar AK PARTİ hükûmetlerinin yaptığı bu 10’uncu bütçe vasıtasıyla Türkiye tam bir güven ülkesi olmuştur, Türkiye tam bir istikrar ülkesi olmuştur ve Türkiye geleceğe güvenle bakan insanların ülkesi olmuştur. Dolayısıyla, işin bu kısmı belki her şeyin önünde gelir. O bakımdan, artık Türkiye’de insanlar AK PARTİ hükûmetlerine ve Sayın Başbakana “Hakkımızı, hukukumuzu bu Başbakan korur, bize sahip çıkan budur, bizim gibi düşünen bir insan var.” diyerek kucak açıyor.  Bu yönetime oluşmuş olan güven, belki her şeyin önündedir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin bugün geldiği o güzel seviye, bütün bu rakamlarla ortaya konan seviye, işte bu yönetime, AK PARTİ’ye ve Sayın Başbakana olan güvenin eseridir. Öyle ki Başbakan bir şey söylediği zaman “Evet, söz veriyorsa yerine getirir.” diyerek bakılıyor yani bir emin insan gözüyle görülüyor çünkü geçmişte verilmiş olan sözlerin tutulmadığını bilen halkımız, şimdi verdiği sözü tutan, verdiği her şeyin arkasında duran, onu sonuna kadar savunan bir yönetim ve bir Başbakan görüyor.

Değerli arkadaşlarım, benim söylediğim keyfiyetle ilgili kısımlarda o kadar çok ortaya konulacak şeyler var ki bunların başına, işte, Türkiye'nin büyümesini rakamlarla gösterdik, Türkiye’de fert başına düşen geliri, millî geliri, bütün bunları koyabiliriz. Sadece faizlerin düştüğü durum bile, geldiği seviye bile Türkiye’de keyfiyet olarak insanların nasıl bir güven duyduğunu gösterir. İç ve dış saygınlık, bütün bunlar Türkiye'nin geldiği seviyeyi göstermesi bakımından fevkalade önemlidir. Bu iç ve dış saygınlıkla biz bütün dünyada, bölgemizde sözü geçen bir ülke, sözü dinlenen bir ülke hâline geldik. Öyle ki Güvenlik Konseyine bu güvenle üye olduk, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisine bir arkadaşımızı bu güvenle seçtirdik ve bütün bölgemizde bu saygınlığı sonuna kadar hissettik. Ben son zamanlarda Fas ve Tunus’ta seçimlere gözlemci olarak katıldım. Oradaki gözlemlerimiz fevkalade önemli ve fevkalade dikkat çekici. Ben sadece bir örnek vereceğim: Tunus’un çok uzun bir çarşısı var. O çarşının bir ucundan girdik, öbür ucuna kadar yürüdük. Orada insanlar üç kelimeyi çok iyi öğrenmişler, biraz onların şivesiyle “Türkiya, merhaba, Erdogan.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, biz şimdiye kadar yaptığımız bütün çalışmalarda 2002 yılıyla bugünü mukayese ettik. Ben bir örnek olması bakımından 2007 seçiminden sonra yaptığımız 2008 bütçesi ile gene 2011 seçimlerinden sonra yapmakta olduğumuz 2012 bütçesini mukayese eden bazı rakamlar hazırladım ve diyoruz ki artık: “Biz artık 2002 rakamlarını çok geride bıraktık. Biz artık kendimizle yarışıyoruz, kendi ortaya koyduğumuz rakamları aşmaya uğraşıyoruz.” Bunlardan sadece birkaç örnek vereceğim. Mesela Millî Eğitim Bakanlığının 2008’deki bütçesi ile 2012’deki bütçesini karşılaştırdığımız zaman 16 milyar liralık bir artış ve yüzde 41’e tekabül eden bir artış gerçekletirmişiz. Sağlık Bakanlığında 2008’e göre yüzde 24 bir artış gerçekleştirmişiz, sağlık harcamalarında yüzde 36’lık bir artış gerçekleştirmişiz. Adalet Bakanlığının hizmetlerinde biz yüzde 46’lık bir artış gerçekleştirmişiz. Buraya gelmişken şunu da söylemek isterim: Son zamanlarda, İzmir’de bir karakoldaki olay vesilesiyle bazı eleştiriler gündeme geldi.

Değerli arkadaşlarım, vakit az olduğu için detayına girmiyorum ama unutmayalım ki o karakollara o kameraları bu hükûmetlerin içişleri bakanları koydu, bu hükûmetler koydu. Dolayısıyla, onu oraya koyan irade, orada işkence olsun diye değil, orada işkence önlensin diye koydu. Bu noktayı gözden kaçırmamamız gerekiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Gene, Ulaştırma Bakanlığımızın bütçesinde, 2008’e göre yüzde 88’lik bir artış gerçekleştirmişiz. Bizim için fevkalade önemli olan katma değeri yüksek ürün üretmeye yönelik çalışmalarımız ARGE ve TÜBİTAK bünyesinde yürüyor biliyorsunuz, bu çerçevede TÜBİTAK’ın bütçesini 2008’e göre yüzde 37 artırmışız. Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumunun bütçesini yüzde 54 artırmışız. Tarımsal destekleri yüzde 26 artırmışız ama bu sadece bütçe itibarıyla, eğer bir de bütçe dışı tarım desteklerini ortaya koyacak olursak bu çok daha yüksek rakamlara çıkıyor.

Değerli arkadaşlarım, benim çok önemsediğim bir rakam, ARGE bütçesi. ARGE bütçesi, bu yıl aşağı yukarı 1,5 milyar Türk lirasına geliyor. Bu da bizim gayrisafi millî hasılamızın yüzde 1’inden biraz fazla yapıyor. Elbette ki hedefimiz bunu yüzde 3’e çıkarmak ama takdir edersiniz ki birdenbire olacak işler değil, yüzde 3’ü inşallah önümüzdeki dönemler içerisinde yakalayacağız.

Gene, üniversitelerimizde bütçeler önemli ölçüde artırıldı. Yeni kurulan üniversitelerimize ekstra bütçeler tahsis edildi ve üniversitelerimize toplam ödenek olarak 12,7 milyar verildi ki bu da bir önceki yıla göre yüzde 10,7 artışa tekabül ediyor.

Değerli arkadaşlarım, inovasyon, yenilik, katma değeri yüksek ürün, bu bizde sadece TÜBİTAK ve üniversitelerdeki ARGE harcamalarıyla değil artık, Sanayi Bakanlığımızın bünyesinde de önemli ölçüde desteklenmektedir. Bütün bu desteklerle ülkemizin çok daha iyi yerlere geleceğinden hiç şüphemiz yok. Bende, tabii, pek çok rakam var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Tekelioğlu, süreniz doldu. Görüşlerinizi bitirmeniz bakımından bir dakika ek süre veriyorum size.

MEHMET S. TEKELİOĞLU (Devamla) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum, sağ olun efendim.

Sadece bir iki rakam daha verip konuşmama son vereceğim. Türkiye’de işsizlik önemli bir problem, bunu biliyoruz ama şunu da unutmayalım: 2007’den bu yana 4,2 milyon yeni istihdam yaratmışız. Bu sürede Avrupa Birliğinin yirmi yedi ülkesinde 1,6 milyon istihdam kaybı olmuş. Dolayısıyla, bu rakamlar ortada varken Türkiye'nin nereden nereye geldiğini artık çok açık bir şekilde görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, en son, Maliye Bakanlığımıza teşekkür etmek istiyorum ama teşekkürüm iki türlü. Hem güzel bir bütçe ortaya konulduğu için Hükûmetimize tabii, bir de ayrıca İzmir’in EXPO harcamaları için bütçede bir kalem ortaya konulduğu için de ayrıca İzmirliler ve kendi adıma teşekkür etmek istiyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tekelioğlu.

Şimdi, görüşlerini ifade etmek üzere Hükûmet adına Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç söz istemiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Arınç.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.

AK PARTİ hükûmetlerinin 10’uncu bütçesini, 61’inci Hükûmetimizin ilk bütçe görüşmelerini tamamlamış bulunuyoruz. Hükûmetimiz adına, bu bütçenin hazırlanmasında Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmelerde ve Genel Kurul görüşmelerinde emekleri, gayretleri, katkıları olan bütün üyelere, sayın bakanlarımıza, eleştiri ve önerileriyle katkıda bulunan siz değerli milletvekillerimize, bütçenin hazırlanmasında emeği geçen tüm bürokratlarımıza ve Meclis çalışanlarımıza, siyasi partilerimizin grup başkan vekillerine ve değerli sözcülerine çok teşekkür ediyorum. Bütçemizin ülkemiz için, milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum.

Bütün arkadaşlarımız söyledi, ben de aynı acıyı paylaşmak istiyorum. Diyarbakır-Bismil-Batman kara yolunda bir tırla bir otobüsün çarpışması sonucu 25 -bildiğim kadarıyla- yurttaşımızın hayatını kaybetmesinden fevkalade üzüntülüyüz. Onlara Allah’tan rahmet diliyorum; yaralılar var, 10’dan fazla, onlara da acil şifalar diliyorum. Allah yakınlarına sabır versin ve Allah böylesi acı felaketleri bir daha göstermesin.

Değerli arkadaşlarım, burada değildim ama ekranlardan siyasi partilerimiz adına konuşma yapan tüm değerli arkadaşlarımı dinledim. Kendilerine çok teşekkür ediyorum; bugünkü bütçe görüşmeleri üslup ve içerik bakımından fevkalade güzeldi. O yüzden, Milliyetçi Hareket Partimize, Cumhuriyet Halk Partimize, Barış ve Demokrasi Partimizin değerli sözcülerine, AK PARTİ’mizden konuşan değerli arkadaşıma ve şahsi düşüncelerini ifade eden ve edecek olan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Benim de gençliğimden bu yana, bütçe görüşmelerini takip etmek gibi, bütün siyasetçilerde olan bir merakım var. Bütçe görüşmeleri siyasi partiler için çok önemli, Meclis, hükûmetler, iktidarlar için çok önemli, muhalefet için çok önemli. Burada herkes iddiasını ortaya koyacaktır, iktidarı eleştirecektir, kendi vizyonunu ortaya koymuş olacaktır; iktidar bunlara cevap verecek ve önümüzdeki yıllar için ne düşündüğünü, projelerini ortaya koyacaktır.

Gençliğimden bu yana, rahmetli Erbakan’ı, rahmetli Ecevit’i, Sayın Demirel’i, Sayın Turgut Özal’ı -rahmetliyi- bütçe görüşmelerindeki kendi üslup ve farklı özelliklerinden hep takip etmişizdir. Sayın Demirel’in kendine has üslubuyla, hazırcevaplığıyla, polemik üstatlığıyla; Sayın Erbakan’ın elindeki grafiklerle, ikna edici konuşmalarıyla ve diğer bütün siyasi parti genel başkanlarının çok iyi hazırlanarak ve çok iyi, gerçeklere temas ederek partisini ve Türkiye’yi bütçe görüşmelerinde layıkıyla temsil ettiğini biliyorum. Onların da ölenlerine rahmet diliyorum, hayatta olanlarına sağlık ve afiyetler diliyorum. O zaman da çok keskin geçerdi ama kırıcı olmazdı, hakaretler, küçültücü ifadeler hiç olmazdı. Bütçenin esasına yönelik her alanda Hükûmetler eleştirilir, koalisyonsa koalisyon ortaklarına, tek başına iktidarsa onlara yönelen eleştiriler yapılırdı.

Bugün de takip ettim, her biri alanında çok değerli arkadaşlarımız; Sayın Hamzaçebi ve Sayın Öztrak Maliyeden, DPT’den gelmiş, Parlamentoda da önemli birikimleri olan arkadaşlarımız; Sayın Kutluata Hocamız iktisatta anabilim dalı başkanlığı yapmış çok değerli bir iktisatçı, Sayın Şandır çok deneyimli bir siyasetçi, Barış ve Demokrasi Partisi adına konuşan iki hanımefendi kardeşimize, kadın milletvekilimize de -böyle söylenmesini istiyorlar dilime uygun gelmese de- çok teşekkür ediyorum. İçeriklerine katılmadığım hususlar var, onları eleştiriler sırasında cevaplayacağım ama beni mutlu eden şudur: İçerik ne kadar sert de olsa, eleştiriler ne kadar da acımasız olsa üslubun güzelliğidir, Parlamentoya saygıdır, partilere saygıdır. Bugün ben onu görüyorum, Allah nazardan saklasın ve bütün arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu minval üzere sözlerime devam edeceğim. Görülüyor ki, bu bizim 10’uncu bütçemiz. On yıldır her bütçe görüşmesinde rakamları ortaya koyuyoruz, Türkiye'nin sağlığından eğitimine, güvenliğinden dış politikasına kadar her konuda yapacağımız işleri ortaya koyuyoruz. Eleştiriyorsunuz, tabii hakkınızdır ama yıl sonunda hedeflerimize varmış oluyoruz az veya çok ve bugün 61’inci Hükûmetin ilk  bütçesinin de –artık, rakamlar üzerinde çok fazla durmadan belki sadece birkaç örnek vererek- başarılı olacağını ümit ediyorum çünkü perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. 2003’ten bu yana Hükûmetimizin icraatları başarılıdır, bütçe uygulamaları başarılıdır, öngörülerimiz başarılıdır. Bugüne kadar hedefimize vardığımızı düşünüyorum. Karnemizde bütün derslerin karşısında “pekiyi” diye yazıyor. Bundan dolayı Allah’a hamdederiz ama biz bir siyasi kuruluşuz, elbette yanlışlarımız da olacaktır, hatalarımız da olacaktır. Siyasetçilerin hatasını da millet mutlaka sandıkta karşılayacaktır.

Eğer sandıklardan da üç dönemdir tek başımıza iktidar olma imkânını buluyorsak bu, milletimizin bize duyduğu güvenin de desteğin de bir ifadesidir. Elbette ilanihaye böyle gitmeyecektir, elbette sandıklardan milletimiz farklı tercihlerde de bulunacaktır. Demokrasinin gereği budur. Yüzde 47’yi veren millet, yüzde 7’yi de verir, yüzde 22’den yüzde 1,5’a düşen partiler olduğu gibi. Siyasetin doğası budur. Milletimizin desteği devam ettikçe, güveni devam ettikçe biz de, her parti de mutlaka başarılı olacaktır. Dolayısıyla, bugünkü öngörülerimizin de, ekonomik hayatımızda da, toplumsal hayatımızda da başarılı sonuçlar vereceğine inanıyoruz ama bunları destekleyen birkaç konuyu da arz etmek istiyorum.

Tabii, bazı arkadaşlarımız da dile getirdi, ekonomik istikrar siyasi istikrara bağlı, âdeta birbirinden ayrılmaz siyam ikizleri gibi. Türkiye, yıllardır aradığı siyasi istikrara belli bir sürede kavuştu ve bu arkasından ekonomideki gelişmeyi getirdi. Âdeta birbirini destekleyen, birbirini tetikleyen, birbirinin olmazsa olmazı kabul edebileceğimiz bir döngü içindeyiz. Dolayısıyla, Türkiye’de siyasi istikrarın da bir şekilde kazanılmış olması milletidiyoruz kimizin tercihlerine elbette bağlıdır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Böyle siyasi istikrar olur mu? (AK PARTİ sıralarından “Dinle, dinle” sesleri)

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, siz de bakmayın, ben de sabrederek arkadaşımıza cevap vermemeye çalışacağım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 

Değerli arkadaşlarım, bütçe görüşmeleri sırasında esasen Maliye Bakanımız da, Başbakan Yardımcımız da ekonomik hedefler konusunda aydınlatıcı bilgi verdiler. Ben, bugün, Sayın Hamzaçebi’nin de, Sayın Öztrak’ın da, Sayın Kutluata’nın da özellikle ekonomiye yönelik eleştirilerinden yararlanacağımızı umuyorum. Bu ayıp değil, bu yapmamız gereken bir iştir çünkü kırılgan bir ekonomi, hem Avrupa’da hem dünya ekonomileri içerisinde bütün ülkeleri tehdit ediyor. Ayağımızı sağlam yere basmamız lazım, yirmi dört saatimizi yanlış yapmamak üzere gözümüzü açık tutmamız lazım. Sizin eleştirileriniz bize bu konuda katkı sağlayacaksa bizim size şükran borcumuz var. O bakımdan, fikir adına doğru, güzel düşüncelerinizi duymak bizi ancak mutlu eder, bundan dolayı eksilmeyiz ve yüksünmeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bütçe görüşmeleri Türkiye’de demokrasinin seviyesini de, siyasetin nabzını da, siyasetin üslubunu, siyaset kurumunun toplam kalitesini göstermesi bakımından da son derece önemlidir. Bakınız, milletin kürsüsünde söylediğimiz her söz ve eylem milletimiz tarafından kaydediliyor. Zira demokrasinin denetim mekanizmasını milletimiz işletiyor ve kesintisiz olarak siyaset kurumunu incelemeye, takibe devam ediyor. Öyleyse bizler de, milletimizin üslubuna, rızasına uygun olarak siyaset yapmaya mecburuz. Görevimizi hakkıyla yapabilmemiz için öncelikle siyasetteki hareket noktamızı hatırlatmak istiyorum. Hiçbirimiz doğuştan masum, doğuştan imtiyazlı ve ayrıcalıklı değiliz, hiçbirimiz hatadan, yanlıştan da münezzeh değiliz. Hepimiz, her işimizden, her fiilimizden, her sözümüzden dolayı sorumluyuz. Bu sorumluluğumuzu bilerek siyaseti yapmak ve ona göre değerlendirmek durumundayız. Bu sorumluluk duygusuyla diyoruz ki, milletimizin vekâletini taşıdığımıza göre, siyaset şeklimiz ve üslubumuz da milletimizin hayat üslubundan bağımsız olamaz.

Bizler, hepimiz bu ülkenin, bu milletin evlatlarıyız. Bu ülkenin çocuklarının da, gençlerinin de gözü üzerimizdedir. 74 milyon insanımızın, vatandaşımızın, kardeşimizin emanetini taşıyoruz. Bizim kumaşımız bir, mayamız bir, özümüz birdir. Farklılıklarımızı birlik içinde eriterek millet olduk. Biz tarih sahnesine yeni çıkmadık. Bir arada yaşama tecrübesi olmayan bir millet değiliz. Bu ülkede yüz yıllarca birbirimizin hukukunu koruduk, Allah’ın izniyle de sonsuza kadar birbirimizin hukukunu koruyacağız.

(Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Genel Kurula gelmesi nedeniyle AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)

Demokrasiden, adaletten, hukuktan muradımız şudur: Birimiz vatanın sahibi diğeri vatandaş olmayacak, birimiz hükümdar diğeri tebaa olmayacak, birimiz ev sahibi diğeri misafir sayılmayacak, hepimiz, istisnasız bütün bu ülkenin vatandaşları bütün gayretimizle imar ve inşa ettiğimiz bu ülkede, bu vatanda, bu memlekette dostça, kardeşçe yaşayacağız. Siyasetten muradımız budur, en büyük arzumuz milletimizin rızasını kazanmak ve gönlünü almaktır. Bunun için birbirimize karşı alçak gönüllü olmaya, incelikli olmaya mecburuz. Toplumsal huzurumuzun en önemli güvencelerinden birisi de budur. Sizi temin ederim ve bütün politik mülahazalardan bağımsız olarak itiraf edeyim ki bu konuda hepimizin esaslı bir öz eleştiriye ihtiyacı var. Demokratikleşme uzun bir süreç, büyük dönüşümler zaman alıyor ama aynı zamanda bizim büyük bir tecrübemiz, büyük bir kültürümüz, bilgimiz ve irfanımız var.

Bakınız, günlerdir Paris’te Türkiye'nin tezlerini AK PARTİ’li, Cumhuriyet Halk Partili, Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlarımız, iş adamlarımız, sivil toplum kuruluşlarımız birlikte savunuyor. Türkiye budur işte. Öyleyse bu tabloyu sürekli hâle getirelim, öyleyse bu üslubu siyasette de kalıcı kılalım.

Dün Meclisimizde üç partinin iş birliğiyle hazırlanan bildiriyi hepimiz ayakta alkışlarla karşıladık. Elbette gönlümüz isterdi ki dördüncü siyasi partimiz de buna katkıda bulunsun ve Meclisimizin ortak, gür sesini, heyecanını bütün dünyaya birlikte ilan etmiş olalım ama enimim ki o siyasi partimizin de burada ifade edilen gerçeklerden belki farklı sebeplerle ayrı düşmüşlerdir ama gönlümüzün birlikte attığına da inanıyorum. Bu ruh hâlini, bu erdemli duruşu özenle korumak durumundayız. Büyüklerimiz “Üslubu beyan, aynıyla insan.” demişler, hepimizin belleğinde Yunus’tan, Mevlânâ’dan, Hacı Bektaş Veli’den, Eşrefoğlu Rumi’den bize hayat düsturu olacak bir cümle, bir öğüt, bir nasihat, bir ilke varken neden bunlara riayet etmiyoruz?

Sayın milletvekilleri, birkaç gün evvel Şebiarus törenleri dolayısıyla Konya’da bulunuyorduk. Bu sene 738’inci yıldı, bendeniz bir konuşma yaptım, Dışişleri Bakanımız da yaptı, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu da fevkalade güzel bir konuşma yaptı. Çok güzel hazırlanmış ve ortak duygularımızı ifade eden bir konuşmaydı. Geçmiş yıllarda Sayın Başbakanımızın da konuşmaları böyleydi. Yine Cumhuriyet Halk Partisinin eski Genel Başkanı Sayın Baykal’ı da birkaç defa dinlemiştim. Hepimizin “Amenna, evet, biz de böyle düşünüyoruz.” diyebileceği mükemmel konuşmalar yapıldı. Mevlânâ’nın öğütleri anlatıldı. Mevlânâ’nın dizelerinden, beyitlerinden hepimizin gönlüne nakşolması gereken güzel şeyler söylendi. Bence bunları hayatımızda yaşatmamız gerekiyor. Sadece mahsus gecelerde bir konuşmanın içerisine sığdırılmış birkaç cümle gibi değil, niçin onları hayatımızda, hele hele siyaset üslubumuzla kullanmıyoruz diye başta kendimi kusurlu görerek hepimizin düşünmesi lazım. Dolayısıyla, Mevlânâ’nın o üslubunda, yedi tane öğüdünde söylenenler, diyelim ki Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye vasiyetinde söylediklerinden hiç farklı değildir. Ben bugün o kadar mutluyum ama düne kadar buradaki bütçe görüşmelerinde duyduklarım ve şahit olduklarım hepimizi inanıyorum ki fevkalade üzmüştü. Bugünün bir başlangıç olması dileğiyle bu sözlerimi söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, biz özellikle insani ilişkilerimizde birbirimizi çok seviyoruz. Birimiz hastalandığında koşuyoruz, birimizin yakını vefat ettiğinde aynı acıyı yüreklerimizde hissediyoruz. Geçen günler bir olay olmuş, gazeteciler sanki fevkalade, olağanüstü, hiç olmaması gereken bir olaymış gibi yazıyorlar. Milliyetçi Hareket Partisinden bir arkadaşımız rahatsızlanmış, kendisine ilk müdahaleyi Barış ve Demokrasi Partisinden bir arkadaşımız yapmış. Yani aksini mi düşünüyordunuz, olabilir miydi? Çanakkale’de birbirinin kucağında şehit olmuş bir milletin evlatları birbirine düşman olabilir mi? Biz birbirimizi çok seviyoruz, aynı tarihin çocuklarıyız, aynı kaderin insanlarıyız, aynı milletin tertemiz evlatlarıyız. Özel hayatımızda herkes birbirinin düğününe gidiyor, birbirine hayır dualar ediyor, hatta burada kavga edenler dışarıda kuliste birlikte çay içiyorlar. Ama burada, kürsüdeki üslup korkutucu bir üsluptu. Damarlarımız şişiyor, yüzümüz kıpkırmızı oluyor ve tekrarlamaktan hicap duyduğum kelimeler -ki   tutanaklarda hepsi var- bizleri perişan ediyor.

Özellikle, Parlamentoya yeni gelmiş 300’e yakın arkadaşımın, bütün ümitlerini heba edercesine, böyle bir düşmanlık, böyle bir kötü üslup, böyle yaralayıcı sözlerle Parlamentoda konuşmalar yapılmasından ne kadar şikâyetçi olduğunu tahmin edebiliyorum. Bunları yapmamalıyız, en önce biz kendimiz yapmamalıyız, sebep olmamalıyız.

Evet, burada kürsüde iteklenirken bir milletvekili arkadaşımız, hepimiz üzüntü duyduk ama buna da sebebiyet vermemeliyiz. Başkanlık kürsüsünde oturan bir insan yanlış bir karar verse bile, Başkanın kararına saygı duymalıyız, “Konuşma.” dediğinde konuşmamak, “Söz alma.” dediğinde söz almamak… Başka türlü Meclis yönetilmez.

Değerli arkadaşlarım, bu yüzden, ben, bugünkü bu konuşmamda…

 (CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Kurula gelmesi nedeniyle CHP sıralarından ayakta alkışlar)

Efendim, 2 defa alkışlama oldu, ben önce kendi üstüme aldım ama 2 Sayın Genel Başkanımızın teşrifleri… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Evet, Sayın Genel Başkana, Sayın Başbakanımıza çok teşekkür ediyorum. Bu alkışları hak ediyorlar.

Evet, burada şunu söylemek istiyorum: Açıkça söylüyorum ki muhalefetin söz hakkı, iktidarın söz hakkından daha az değersiz ve daha az değerli değildir.

Galiba, eskiden kalma bazı alışkanlıklarımız var. Çok seslilikle gürültü aynı şey değil; çok seslilik, bir ritimdir, bir ahenktir.

Demokratik düzende, hiçbirimiz, diğerine tahakküm etme, kendi bildiğini okuma hakkına sahip değil; hepimiz, birbirimizi dinlemeye, anlamaya mecburuz.

Türkiye, her alanda enerjisini ve gücünü topladı. Artık eski, demode sloganlardan, davranışlardan kaçınmak zorundayız. Bugün farklı bir dünyadayız; bugün herkes sizin işinize, kapasitenize, üretiminize, ürettiklerinizin kalitesine bakıyor. Türkiye, güçlü bir demokrasiyle, güçlü bir siyasi iradeyle, güçlü bir ekonomiyle öz güvenine kavuştu. Eskiden senede bir veya iki kez yapılan uluslararası toplantılar, şimdi her hafta birkaç defa yapılıyor. Türkiye mucizesi, Türkiye'nin başarısı herkesin gözünü kamaştırıyor. Aşmamız gereken sorunlarımız çok, yolumuz çok uzun ama biz bugün daha çok başarılarımızla dünyanın gündemindeyiz. İç meselelerimiz var, dış meselelerimiz var, ayağımıza basmak isteyenler var, yolumuza taş koymak isteyenler ama bir de dünyada Türkiye algısına bakın. Neredeyse her gün dünya medyasında Türkiye var. Dünyanın her ülkesinin en önemli gazeteleri, televizyon kanalları, yorumcuları Türkiye'nin başarılarını tartışıyor, sayfalarına, ekranlarına taşıyor. Birkaç örnek sunmak istiyorum:

31 Mayıs tarihli Lübnan El Ahbar gazetesi ülkemizin ekonomik başarısını “Erdoğan’ın Partisinin Ekonomi Mucizesi” başlığıyla okuyucularına duyuruyor.

19 Haziran tarihinde İspanya ABC Televizyonu savunma sanayimizdeki gelişmeyi “Türk savunma sanayisinde büyük gelişme” diye ekranlarına taşıyor.

23 Haziran tarihinde İngiltere’de yayın yapan “Open Democracy” adlı dergi, ülkemizin demokraside geldiği seviyeyi “Türkiye’deki demokrasi Avrupa’ya lazım” başlığıyla yorumluyor.

3 Ağustos tarihinde Yunanistan’da yayınlanan To Vima gazetesi ülkelerindeki ekonomik krizi ve yönetim kaosunu “Bir Erdoğan’ımız Olsaydı” başlığıyla okuyucularına duyuruyor.

20 Eylül tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlanan The Daily Beast gazetesi Türkiye’den “Orta Doğu’nun yeni süper gücü” diye bahsediyor.

11 Kasım tarihli The Wall Street Journal gazetesi ülkemizin ekonomik başarılarını “Türk sanayi üretimi tahminleri altüst etti.” başlığıyla okurlarına duyuruyor.

5 Aralık tarihinde Alman Deutsche Welle TV, Türkiye’yi “Popülaritesi giderek artan ülke, Türkiye” başlığıyla seyircisine tanıtıyor.

Son olarak, 11 Aralık tarihli, İngiltere’de The Independent gazetesi “Türkiye olağanüstü bir başarı öyküsü” başlığıyla okurlarına sunuyor.

Daha bunun gibi yüzlerce haber var. Arzu eden Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün web sayfasına girerek son bir yıl içerisinde Türkiye hakkında dünya basınında çıkan haberleri rahatlıkla görebilirsiniz.

Bunlar yazılanlar ve bunlar bizim söylediklerimiz. Elbette, “Doğru değildir.” diyebilirsiniz. Yanlış neredeyse göstereceksiniz. “Eksiktir, bunlar fazla söylüyorlar.” diyebilirsiniz. Bunları da konuşacağız. Ama bunlar yazılıyor ve Türkiye bu başarıları devam ettiriyor. Hatta 2012 bütçesini sunarken seçim öncesinde 2023 vizyonunu ortaya koyuyor. Demek ki biz bu yılların bütçelerini değil aslında 2023’te yani “Cumhuriyetin 100’üncü ilan yıl dönümünde nasıl bir Türkiye?” bunun vizyonunu konuşuyoruz. Biz birbirimizin düşmanı değiliz, rakibiyiz. Geçmişte sizler de siyasette iktidar ortaklığı yaptınız, iktidarda bulundunuz. Elbette bizler de o zaman sizleri eleştirmiş olabiliriz. Bu eleştirilerin doğru, rasyonel gerçekler olarak ortaya sunulmasından, biraz önce de söyledim, yararlanacağız, yararlanmamız lazım, yanlışımız varsa düzeltmemiz lazım ama Halep oradaysa arşın burada. Geldiğimiz nokta geçmişe bakarak Türkiye’nin daha iyi bir noktada olduğunu ve giderek daha iyi olacağını gösteriyorsa bundan hepimizin de mutluluk duyması gerekir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sokağa çıkalım halka soralım Bülent Bey. Halk ne diyor?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla bu başarı öyküsü milletimizin başarı öyküsüdür. Milletimize sonsuz teşekkür ediyoruz, emanetlerine sadakatle sahip çıkacağız ve inşallah cumhuriyetimizin 100’üncü yılında dünyanın en güçlü ülkeleri arasına Türkiye’yi koyacağız.

Değerli arkadaşlar, Türkiye artık eski günlere dönmeyecek. Türkiye demokratik istikrarı, hukuku, adaleti, büyümeyi, refah ve kalkınmayı hazmetti. Geriden değil sadece ileriye gideceğiz. Türkiye’nin demokrasi istikametinde normalleşmesi kararlılıkla devam edecek. Demokrasiyi karartma çabalarına hiçbir zaman prim vermeyeceğiz. Demokrasiye tuzak kuranlara fırsat vermeyeceğiz. Demokrasi ve hukuk şemsiyesi bütün vatandaşlarımızı kuşatıncaya kadar mücadelemize devam edeceğiz. Ne hukuk kurumlarının ne de başka kurumlarımızın militanlaşmasına asla müsaade etmeyeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hukuk reformlarıyla devletimiz ve milletimizle aynı istikamette yürüyeceğiz. Bütün toplumsal kesimlerin katkısıyla, bütün siyasi partilerimizle olabildiğince en yüksek mutabakatla yeni bir anayasa yapacağız ve otuz yıllık ayıptan kurtulacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şurası gerçek ki bu ülkenin geçmişinde her insanımızın yüreğinde derin izler bırakan, hepimizin vicdanını rahatsız eden, her birimizin ayrı ayrı içini acıtan karanlık olaylar yaşandı. Bugün hâlâ o karanlık dönemlerin acılarını yaşıyoruz. Sayın Buldan’ın konuşması içerisinde bu acı günleri hepimiz bulabiliriz.

Neredeyse her gün, kabuk bağlamış yaralarımızdan biri ortaya çıkıyor; okuyoruz, hatırlıyoruz, üzülüyoruz, “Evet, bunlar yaşandı, bu ülkede bunlar oldu.” diyoruz. Nice gençlerimizi, bu ülkenin ümidi olan nice nesillerimizi bu kirli oyunlara kurban verdik. Kendi kısır çekişmeleri içinde maalesef siyaset kurumu da göstermesi gereken dirayeti, iradeyi gösteremedi. Siyaset kurumu toplumsal gerilimi dindirmek yerine, çoğu zaman gerilimin arkasından gitti. Ne oldu o dönemlerde? Türkiye kaybetti. Bu yılları hep beraber yaşadık. Neredeyse bütün ömrümüz darbelerle, muhtıralarla, baskılarla, hukuksuzluklarla, krizlerle geçti. Kendini hiç kimseye hesap verme mecburiyetinde hissetmeyen kimi güçler bu ülkede istedikleri gibi at oynattılar; hukuku, demokrasiyi hiçe saydılar. Gençlerimiz, aydınlarımız, fikir adamlarımız birer potansiyel suçlu gibi görüldü. Baskı atmosferinde siyasetçiler büyük düşünmek yerine “Küçük olsun, benim olsun.” mantığına mahkûm edildi. Milleti, siyaseti sürekli vesayet altında tutmak isteyen birileri de siyaset kurumunun müdahale alanını sürekli tazyik altında tutarak “Küçük olsun, senin olsun.” mesajını verdi.

Bu milletin oylarıyla seçilmiş bir başbakan hukuk tarihimizde unutulmayacak bir kara leke olarak bir dava sürecinin ardından sehpaya gönderildi. Gencecik delikanlılar yaşları tutmadığı için yaşları büyütülerek idam edildi. Bu ülkenin insanlarına, fikirleri, siyasi tercihleri, dinleri, inançları, mezhepleri, meşrepleri bahane edilerek yıllar yılı  baskı uygulandı ve zulmedildi. Yıllar boyunca bu acılarla yüzleşmeye imkân bulamadığımız için yaralar kanamaya, vicdanlar sızlamaya devam etti. Bugün anlıyoruz ki bu ülkede ne kadar anlaşmazlık varsa, insanlarımız hangi çatışma noktalarında birbirlerinin karşısına çıkarılmışsa bunun mutlaka doğal olmayan, normal olmayan bir evveliyatı var. Anlıyoruz ki birileri huzurumuzu kaçırmak, birbirimize olan inanç ve bağlılığımızı kırmak, birbirimizin hukukuna saygımızı ortadan kaldırmak için özel gayretler göstermiş.

Değerli milletvekilleri, insanlarımız bütün bunları gördükten sonra demokrasinin, hukukun, adaletin kıymetini bugün çok daha iyi anlıyor. İşleyen bir demokrasinin, tartışmalardan uzak bir adalet sisteminin hepimizin ortak kazancı olduğunu artık biliyoruz. Eksiklerimiz elbette var.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Tutuklu milletvekilleri var Sayın Başkan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Ancak artık hangi adımları atmanın gerekli olduğunu da hepimiz biliyoruz.

Demokrasiyi işletmeden, adaleti tesis etmeden, özgürlükleri en üst seviyede yaşanır hâle getirmeden büyük bir ülke olamayacağımızın artık hepimiz farkındayız. Bize göre de devletin de siyasetin de görevi insana hizmettir, adaleti tesis etmektir.

Siyasetin değerler zemini kaybolursa devlet insanların hukukunu koruyamaz. Siyasi istikrarın sağlanamadığı ülkelerde ekonomik kazanımlar çok kısa ömürlü oluyor. Bunun örneklerini hep beraber gördük. Kalkınma projelerinin, gelişme hayallerinin, büyüme stratejilerinin en temel önceliğinin hukuk ve demokrasi olduğu bugün her zamandan daha çok anlaşıldı.

İnsanlarımızı birbirine kırgın ve düşman eden bütün anlaşmazlıkları kardeşlik hukuku içinde ortadan kaldırmak durumundayız. Meselelerimizin hiçbirisi ama hiçbirisi çözümsüz değildir. Dokuz sene öncesine kadar hayal bile edilemeyen sorunlarımızı çözdük, kalan sorunlarımızı da çözeceğiz. Bu ülkenin kabuk bağlamış ya da kanayan ne kadar yarası varsa hepsini saracağız.

Bu süreçte dengeyi de iyi tutturalım ki geçmişe saplanıp kalmayalım, geçmişin yanlışlarıyla geleceğin umutlarını karartmayalım. Artık, birbirimizin kıymetini iyi bilelim. Genç nesillerimizi korkulara, vehimlere, kötü niyetlere kurban vermeyelim. Çocuklarımız, gençlerimiz ülkemiz için güzel hayaller kurarken zihinlerindeki kaygılara, korkulara takılmasın.

Bütün dünya şu anda küresel ekonomik krizin sarsıntılarını yaşarken biz gelecekten, gelişmiş, güçlü ve müreffeh bir Türkiye’den söz ediyoruz. Bu, büyük bir ayrıcalıktır, şükredilmesi gereken de bir nimettir. Siyasetin içinde muhalefet de var, eleştiri de var, yergi de var, mizah da var, ironi de var, empati de var. Bütün bunlar demokrasinin güzelliği ancak geçmişte yapılan hataları tekrarlamanın ve asli meselelerimizi unutmanın zamanı değil. Bizim meselemiz, Türkiye’yi hak ettiği aydınlık yarınlara taşımaktır, insanlarımıza layık oldukları mutlulukları, gurur ve heyecanları yaşatmaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de demokrasinin ve ekonominin çıtası yükseldikçe Türkiye’nin bu yükselişini durdurmak isteyenler devreye giriyor. Şimdi de Fransa, hepinizin söylediği ve düşündüğü gibi tarihi yargılamak istiyor.

Değerli arkadaşlarım, Fransa konusunda arkadaşlarımız her şeyi söylediler, bildiri de yayınlandı. Onun geçmişteki sabıka kayıtlarından herkes bahsediyor. Cezayir’deki katliamlardan bahsediyorlar, Afrika’da yaptıklarından, Ruanda’daki işlediklerinden bahsediyorlar. Ben bunlara Vietnam’ı da ilave edebilirim. Hoşimin’in Fransız işgalcilerine karşı verdiği mücadeleyi de yakından biliyoruz. Ama bunların hepsini bir kenara koyun ve kendimize dönerek şunu düşünün: Neden bugün Maraş’ın adı Kahramanmaraş’tır? Niye Urfa’ya Şanlıurfa dedik? Niçin Antep gazidir? Bağımsızlık mücadelemizi kime karşı verdik biz? İstiklalimizi kimlerden aldık? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Şahin Beyler, Sütçü İmamlar, kadın-erkek şehitlerimiz, genç, yeni yetişmiş delikanlılarımız Fransız işgaline karşı ülkenin bağımsızlık mücadelesini verirken karşısında silahıyla süngüsüyle Fransa işgalci olarak durmuyor muydu? Bütün bunları hatırlatmam şunun içindir: Şimdi, Fransa “Soykırım yoktur.” diyene hapis cezası, 45 bin euro para cezası öngören bir yasa tasarısını yarın oylayacak. Meclisimiz mücadele ediyor, milletvekillerimiz orada. Sayın Başbakanımız Sarkozy’e ayrıca mektup gönderdi. Sayın Cumhurbaşkanımızın beyanları da oldu ve Türk milleti büyük bir infial içinde. Bugün de Hrant Dink’in kardeşi Orhan Dink’in sözlerine ve Ermeni Patriğinin hepimize gerçekten memnuniyet veren, diasporaya karşı meydan okuyuşuna bugün hepimiz tanık olduk. Neymiş demek ki? “Soykırım yoktur.” diyene hapis, 45 bin euro da para cezası vereceklermiş. Akla, rasyonaliteye, bilimselliğe, evrensel hukuk mantığına sırt çeviren bu anlayış Aydınlanma Çağını açan Fransa’ya engizisyonun geri dönüşüdür. Bu olay Fransız Parlamentosunun Avrupa’nın temel değerlerine bayrak açmasıdır.

İstiklal mücadelesini yönetmiş Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir süre Başkanlık yapmış bir hukukçu arkadaşınız olarak söylüyorum: Hiçbir Parlamento kararıyla ve hiçbir kanunla tarihi yeniden yazamaz ve inşa edemezsiniz. Bu, eşyanın tabiatına da akla da mantığa da aykırıdır. Bir tezin konuşulamaz olması, bir tezin, bir fikrin, bir düşüncenin konuşulmasının bile peşinen cezalandırılması, “Dünya hareket ediyor, dönüyor.” dediği için dünyanın en ünlü bilim adamını, Galilei’yi hapse atmak kadar akıl dışıdır. Tarihin tarihçilerin elinden alınarak saçma sapan bir kanunla karartılması akla zarar bir hezeyandır. Bir hezeyanın Fransa Parlamentosunda oylanması ise tarihe geçecek bir paradokstur. Fransız Parlamentosu hangi kararı verirse versin bizim yeni engizisyonculara cevabımız “Dünya dönüyor.” dediği için türlü işkencelere maruz kalan ünlü Bilim Adamı Galilei’nin cevabıyla aynıdır. Fransız parlamenterlerine diyoruz ki: “Bayanlar, baylar; dünya dönüyor.”

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, dış politika gündemi ve sorumluluk alanları açısından çok yönlü ve çok boyutlu bir ülkedir. Türkiye aynı zamanda Avrupa, hem Asya hem doğu hem batı hem Balkanlar hem Orta Doğu ve Kafkaslar ülkesidir. Hükûmet olarak merkezî konumumuz ve tarihî birikimimizin bize yüklediği misyonun hakkını vermek için, dokuz yıl boyunca son derece aktif bir politika yürüttük. Türkiye geçmişte olduğu gibi, dış politikasını iç politikadan bağımsız yürütmedi. İçeride demokrasimiz geliştikçe dışa dönük hareket kabiliyetimiz de güçlendi. Aktif politikalarımız sayesinde Türkiye dünyanın her bölgesinde etkinliğini ve varlığını hissettirdi. Sadece reaksiyoner bir politika izlemedik. Kriz bölgeleri başta olmak üzere, doğru zamanda gelişmelere müdahil olduk. Bölgemizde yaşanmasını hiç istemediğimiz gelişmeler karşısında Türkiye'nin vakarına yaraşır bir duruş sergiledik. Özellikle Arap coğrafyasında yüz milyonların yüzlerini Türkiye’ye dönmeleri, Türkiye’yi bir ilham kaynağı olarak görmeleri ülkemizin bu tarihî misyonunu teyit eden bir mahiyettedir.

Bu coğrafyadaki tarihî yenilenme göstermiştir ki Türkiye, bütün birikimiyle bölgesel ve küresel  barış için merkezî bir öneme sahiptir. Sahip olduğu özellikler Türkiye’yi, kendi hâlinde, sıradan bir ülke olmaktan çıkarıp tesir gücü yüksek, önemli bir aktör hâline getiriyor. Türkiye kendisi istese dahi, içe kapalı, pasif, dünyadaki gelişmelere ilgisiz kalabilen bir ülke olamaz, böyle bir ülkeymiş gibi de davranamaz.

Değerli arkadaşlarım, sözümün burasında, konuşmalarını yapan siyasi parti temsilcilerinden bazı arkadaşlarımızın bize hitaben söylediği birkaç konuyu cevaplandırarak devam edeceğim.

Öncelikle Cumhuriyet Halk Partili değerli 2 arkadaşımızın tamamen ekonomik konular içerisinde birikimlerini ortaya koyan sözlerine karşı, Sayın Canikli’nin ve Sayın Maliye Bakanımızın, ilgili bakanlarımızın, Sayın Ali Babacan’ın bugüne kadarki tabloları yeterli bir cevaptır diye düşünüyorum. Biraz sonra da o rakamların belki bir kısmını tekrar edeceğim.

Elbette özgürlüklerle ilgili sözleri bizim de dikkatimizdedir. Bu konuda ne düşündüğümüzü az çok hepimiz biliyoruz. Siyasi partilerimiz arasında bu konularda farklı nüanslar da vardır, bazı noktalarda farklı düşünüyor olabilirler ama biz özgürlükleri, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü önceleyen bir hükûmetiz. Ben bugün şunu düşünerek bazı hazırlıklar yapmıştım: Günlük politikada çokça konuşulan, tartışılan bazı konular var, onlar da burada gündeme gelirse diye onlar üzerine bazı çalışmalar yapmıştım ama bugün bütçeye hasredildi konuşmalar. Dolayısıyla, bu nezakete karşı o günlük, birazı da kısır olan çekişmelerde bir cevap vermeyi uygun görmüyorum. Dolayısıyla sadece Sayın Mehmet Şandır’ın bir iki konudaki açıklamasını bildiğim kadarıyla cevaplandırmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Şandır gayet güzel konuşmasının bir iki noktasında üç hususta AK PARTİ hükûmetlerini eleştirdi. Elbette haklarıdır, bunların hiçbirisine “Hayır” demiyorum, burası eleştiri yeridir ancak şu cümlesinin en azından yanlış olduğunu düşünüyorum ve bu cümle üzerinden AK PARTİ’yi suçlamanın da bir haksızlık olduğuna inanıyorum. Cümle aynen böyledir, Kürt kimliğini tanımakla ilgili Sayın Başbakanımıza atfen söylüyor: “Bu gaflet ötesi bir davranıştır.” Yani gafletten ötesi davranışın herhâlde dalalet olduğunu söylemek istiyor.

Arkadaşlar, Kürt kimliğinin tanınması çok önemli bir konudur, bu bir insan hakları konusudur. Sanıyorum ki Sayın Genel Başkanınız da Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel Başkanı da bu konuda farklı düşünmüyorlar. Yani Türkiye’de yaşayan bir insan “Ben Kürt’üm ve bu kimliğimle iftihar ediyorum, benim bu gerçeğimle tanınmamı istiyorum.” dediği zaman bizim buna saygı göstermemiz, bunu kabul etmemiz gerekir. Geçmiş dönemlerde inkârcı ve asimilasyoncu bir inanç böyle yapmamış olabilir. Onların da Türkiye'nin bugün başına neler açtığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Bir insan kendi kimliğinden şeref duyar, Sayın Baykal da Sayın Kılıçdaroğlu da “Etnik kimlik o insanın şerefidir.” diyor. Yani bu sözü söylerken şüphesiz sadece “Ben Kürt’üm.” demesi, “Ben Arap’ım.” demesi, “Ben filan etnik gruba mensubum.” demesini birbirinden ayırmayacağız. Hepsine saygı duymak, hepsinin doğuştan gelen insan haklarına sahip olduğunu bilmek zorundayız.

Kürt meselesi veya Kürt kimliği üç sene önce, otuz sene önce, yirmi sene önce ortaya çıkmış bir kimlik değildir, Kürtlerin varlığı en az bin seneden beri bir gerçektir, bunu inkâr edemezsiniz. (AK PARTİ ve BDP sıralarından alkışlar) Bunu inkâr edemezsiniz. Bunu inkâr ederseniz 80 öncesine döneriz, 80 sonrasına döneriz.

Sayın Elçi burada yok, Allah’tan şifalar diliyorum. Bakanlık yaptığı dönemde “Ben Kürt’üm ve Türkiye’de yaşayan şu kadar Kürt var.” dediği için iki buçuk yıl cezaevinde kalmıştı. O günlere dönmemizi mi istiyorsunuz?

Bir insanın kimliğini inkâr etmek o insanı inkâr etmek gibidir. Ben kendisini Kürt kimliğiyle, Arap kimliğiyle, Boşnak kimliğiyle, artık ne gelirse aklınıza, BDP’li arkadaşım Süryani’yi de saydı, hepsini saydı, hepsi, kim, ne varsa bu topraklar üzerinde kendi kimliğini rahatlıkla söyleyecektir. O kimliğe saygı duyacağız, o kimliğin bütün kültürel haklarını, anayasal haklarını vereceğiz, tanıyacağız, diline saygı duyacağız, hepsi böyle olacak. (AK PARTİ ve BDP sıralarından alkışlar)

Bunları söylemekle, bunları vermekle terörle eş anlamlı bir sonuç çıkarmak doğru değil. Zaten Sayın Şandır da onu kastetmemiştir ama kimlik inkârı ve bununla yola çıkanlar bilsinler ki Kürtçe konuşmanın yasak olduğu günlerden cezaevinde işlenen işkencelere ve sonrasındaki faili meçhul cinayetlere, ölüm listeleri yapılmasına kadar bütün bunlar bir kimliğin inkâr edilmesiyle ortaya çıkmış kötü sonuçlardır. Hayır, inkâr etmeyeceğiz.

Ben BDP’li arkadaşlarımın söylediklerinin yüzde 99’una katılmıyor olabilirim ama onların kimliğine saygım var, onların siyaset hakları olduğuna inanıyorum, siyaseti sonuna kadar yapmalılar. Bizim reddedeceğimiz, yanlış göreceğimiz tek şey var: Irkçılığa karşıyız, olumsuz milliyetçiliğe karşıyız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bunun içerisinde, elbette, “Ben Kürt’üm.” diyen insanın Kürtçülük yapmasının yanlış olduğuna, “Ben Türk’üm.” diyen insanın Türkçülük yapmasının yanlış olduğuna ve bu yanlışların büyüdükçe ülkede toplumsal barışı bozduğuna ben şahsen inanıyorum. Irkçılığı, menfi milliyetçiliği, sonu “”, “cu” biten bütün cümleleri reddediyoruz ama ben “Ben Kürt’üm.” diyen bir insanın bu ülkede hepimiz kadar, en az hepimiz kadar hayat hakkı, bilgi hakkı, eğitim hakkı, dil hakkı, kültür hakkı, kimlik hakkı ne varsa vereceğiz. (AK PARTİ ve BDP sıralarından alkışlar) Bu, bizim cebimizden verdiğimiz bir şey değil. Değerli arkadaşlar, eğer etnik kökene dayalı siyaset yapılıyorsa –ki yapıyorlar- eleştireceğiz ama Kürt kimlikleri…

Bakınız, aklıma ne geldi: Sayın Nursel Aydoğan, burada grubu adına konuştu. Nursel Aydoğan Hanımefendi, Bursa Yenişehir doğumlu bir hemşehrimiz, Pervin Buldan’la da biraz önce yan yanaydı. Demek ki Türk kimlikli bir siyasetçi ile Kürt kimlikli bir siyasetçi aynı partide birlikte çalışabiliyorlar. İftihar etmemiz lazım, ben seviniyorum. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi?

İLHAN CİHANER (Denizli) – Büşra Ersanlı

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bu, demokrasinin gücüdür. Sayın Zana’nın on sene sonra burada gelip ant içmesi demokrasinin gücüdür! (AK PARTİ ve BDP sıralarından alkışlar) Evet, millet seçiyor, gelecek siyaset yapacaklar.

Sadece orada mı var? MHP içerisinde de Kürt kardeşimiz vardır, siyaset yapıyor. CHP içerisinde arkadaşlarımız vardır, siyaset yapıyor. Benim partimin içerisinde pek çok Kürt kökenli kardeşimiz var, birlikte siyaset yapıyoruz, onlarla iftihar ediyoruz, onlarla birlikte güçlüyüz biz. (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen, sayın milletvekilleri…

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bakınız, etnik kimliğin varlığını kabul edeceğiz. Sadece lütfetme değildir bu, bahşiş değildir, ulufe değildir. Kimliğini tanıdığınız insanın bütün haklarına da saygı göstereceksiniz. Siyaseti yanlışsa yanlışlığını söylersiniz ama yanlışlığı söylemek külliyen inkârla olacak bir şey değil.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Cemevleriyle ilgili konuşsana.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Sayın Şandır’ın ikinci sözü Suriye’yle ilgilidir. Suriye ile ilgili dış politikamız çok açıktır ve bellidir. Sayın Şandır’la özel olarak da görüştüm, bütün endişelerine katılıyorum, sorularına da katılıyorum. Bizim her sabah kalktığımızda tek bir endişemiz var: Bugün Suriye’de kaç tane vatandaş –onların vatandaşını kastediyorum- bizim dostumuz, akrabamız, kardeşimiz öldü, kaç tanesi tutuklandı, kaç tanesi kayboldu? Sayıları bugün 4 bin-5 binleri geçti arkadaşlar.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Bahreyn’dekileri, Yemen’dekileri de düşünüyor musunuz?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bizim rejimlerle yakınlığımız hükûmetler arası ilişkilerdir. Bizim esas dostluğumuz ve sadakatimiz halkadır, halkla birlikteyiz. Bir rejim halkına ihanet ederse, bir rejim halkına karşı silah doğrultursa, bir rejim halkına karşı engizisyon uygulamaya kalkarsa bizim dostluğumuzdan bahsedemezsiniz. İkaz görevimizi yaparız, tedbirimizi alırız. O halkla asırlardır aynı coğrafyada kardeşçe yaşamış Türk milletine de bu yakışır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Dolayısıyla yaptığımız siyaset budur.

Bakınız, hiçbir ülkenin iç işlerine karışmak işimiz değil, müdahale de düşünmeyiz ama siz bunu 1 Mart 2003’ten de çok iyi bilirsiniz, o tarihte Parlamentoda olanlar da bilirler. Bir dış müdahaleyi Türkiye'nin dış politikasında öncelikli bir hedef olarak görmezsiniz ama dış politikayı her sabah yirmi dört saat olmak üzere ertesi güne kadar takip etmeliyiz, ulusal çıkarlarımızı düşünmeliyiz, insan haklarını düşünmeliyiz ve bunun tedbirini almalıyız.

Soru şuydu: Türkiye müdahaleyi düşünüyor mu, vesaire? Bizim dış politikamızda böyle bir önceliğimiz yok. Şartlar umarız ki bu noktaya ne Türkiye’yi ne dış ülkeleri getirsin. Birleşmiş Milletleri unutmayın, Arap Birliğinin kararlarını unutmayın, 700 kilometreden fazla uzunluğu olan bir sınırda birbirine geçmiş iki halkın sıkıntılarını, eziyetlerini de unutmayın. Bizim Suriye’ye yönelik politikamız, Suriye halkının bu baskıcı rejimden bir an önce kurtulması, reformların bir an önce yapılması, demokrasiye dönüşün sağlıklı şartlarda meydana gelmesidir. Bu politikamızın başarılı olduğunu düşünüyor ve buna devam edeceğimizi ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Buldan’ın konuşmasını da hep beraber izledik. Sayın Buldan, tabii, bu konuşmanız içerisinde çok gerçekler var ama acımasızca tespitler de var. Yani seksen yıllık bir cumhuriyet dönemini -buradaki ifadelerinizi okumayacağım, zaten tutanaklara girdi- bütünüyle reddetmek, suçlu ilan etmek herhâlde çok doğru değil. Ben sizin acınızı anlıyorum, bu acınıza saygı duyuyorum, acınızı da paylaşıyorum. Buna emin olun…

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Biliyorum Sayın Bakanım.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - …ama bu acıyı yaşayan siz değilsiniz sadece. Oya Eronat’a gösterilen tepkiyi anlamakta zorlanıyorum. O da bu acıyı on sekiz yaşındaki çocuğu gözünün önünde öldürüldüğü zaman yaşamış bir insandır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Arkadaşlar, şunu söylemek istiyorum: En yakınınızı, eşinizi kaybettiniz, hunharca. İnşallah, bu olayın gerçek failleri ortaya çıkacak ve bunun hesabı sorulacaktır. Bu hepimizin görevidir.

Değerli arkadaşlarım, ben Meclis Başkanıyken –şimdi aramızda yok- Sayın Kemal Anadol geldiler, bazı arkadaşlar geldiler. Meşhur bir lojman cinayeti meselesi vardır, hepiniz bilirsiniz; 91 mi, 92 mi, o tarihlerde olmuştu. Erol Güngör isimli bir İzmir Milletvekilimizin evladı garip bir şekilde öldürülmüş, Allah rahmet etsin. Yani arkadaşımızın da acısını, ismini söyleyerek ifade ettiğim için üzüntülüyüm. Üstü kapatılmış. Dedi ki: “Bu bizim görevimizdir, sizin de görevinizdir. Bir Meclis araştırması komisyonu kuralım, bu meseleyi Meclis olarak biz ele alalım.” “Çok doğru, ne kadar haklısınız.” dedim. Meclis araştırması komisyonu kuruldu ve çok önemli bulgulara ulaştık. Evet, şu anda yargıda bu dava görülüyor. Zaman aşımı vardır, yoktur, hiç onlara girmeyeceğiz ama biz, yıllar sonra bile bugün faili meçhul cinayetleri, kuyulara atılmayı, asitlerle öldürülmeyi, şununla, bununla yapılmayı kabul edemeyiz, bizim Hükûmetimiz kabul etmez.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Bunları açığa çıkarma yetkiniz var Sayın Bakan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Biz 90’lı yılların, 80’li yılların, 70’li yılların hükûmeti değiliz. Maraş olaylarında biz yoktuk, Sivas olaylarında biz yoktuk, bütün faili meçhul siyasi suikastlarda biz yoktuk. (CHP sıralarından gürültüler)

MUSA ÇAM (İzmir) – Sivas’ın avukatları kim?

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sivas’ın avukatlığını yapan kaç milletvekiliniz var?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Ha, siz şunu söylemek istiyor olabilirsiniz. (CHP sıralarından gürültüler) Meşhur fıkradır…

MUSA ÇAM (İzmir) – Sivas’ta…

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Yoktuk… Yoktuk…

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Kaç tane avukat var, kaç tane?

MUSA ÇAM (Sivas) – Sivas’ın avukatları nerede?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Arkadaşlar, lütfen, bu kadar hiddet buyurmayınız.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sivas’ın avukatları…

BAŞKAN – Lütfen müdahale etmeyin Sayın Hatibe.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Sivas olayları olduğunda Doğru Yol Partisi ve SHP ortaklığı vardı. Rahmetli Erdal İnönü de Başbakan Yardımcısıydı. İsim isim olarak hepsini biliriz. Maraş olaylarında hangi parti iktidardaydı, çok iyi biliriz. Benim, AK PARTİ olarak 2002’den bu yana bu işlerin sorumluluğu üstümdedir. Bundan önceki olayların aydınlatılması, faillerinin bulunması konusunda da ben görevimi hatırlatıyorum. Biz bunu yapacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Nasıl yapacağız değerli arkadaşlarım? Yani bizi on sene, yirmi sene, otuz sene, kırk sene evvel olmuş olaylardan sorumlu tutuyorsunuz Sayın Buldan. Bunu anlatan bir fıkra var. Hani yeniçerinin bir tanesi bir Musevi’ye rastlamış da boğazına sarılmış “Ulan hergele, siz Hazreti İsa’yı öldürmüşsünüz, ben de seni öldüreceğim.” demiş. Adam şaşırmış “Kardeşim, Hazreti İsa’yı ben öldürmedim.”, “Nasıl öldürmedin? Siz öldürmüşsünüz.”, “Ama o bin sene önce oldu.” Yeniçerinin mantığına bakın: “Olabilir ama ben yeni duydum.” demiş. Yani şimdi bu anlattığınız olaylar şu tarihlerde, şu tarihlerde cereyan etmiş ama o kadar suçlayıcı bir cümleniz var ki bizi de tarih önünde hesap vermekle sorumlu tutuyorsunuz.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Onları açığa çıkarmak yetkisine sahipsiniz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Çıkaracağız, aynen şunun gibi: 55 tane mafyayı çökerttik, suç örgütünü çökerttik.

SIRRI SAKIK (Muş) – Özel timciler nasıl tahliye oldu Sayın Arınç?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Türkiye, biz gelmeden önce mafyanın cennetiydi. Her önüne gelen çek, senet tahsilatından tutunuz, neşterine kadar, balinasına kadar, bilmem nesine kadar, alfabede harf kalmamıştı mafya örgütleri için, hepsini çökerttik bugün, yargıda hesap veriyorlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ha, bunlar suç örgütleri, çıkar amaçlı suç örgütleri… Başkalarının da tepesine bindik. Bugün bağımsız yargı bunların hesabını soruyor. Bak, özel harpçiler “Şurada, şurada ceset var, ben de bizzat gördüm.” dediler. Bugün mahkeme karar verdi, mezar açılacak, DNA testleri yapılacak, o kişiye ait olup olmadığı… Faili meçhullere kadar, siyasi suikastlara kadar Türkiye’de işlenmiş ne kadar çirkin, ayıp varsa evet, onları aydınlatmak bizim görevimiz, üzerine gideceğiz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – On senedir iktidardasınız, Yeşil’i kim koruyor? Yeşil’i niye saklıyorsunuz?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – On senede çok şey yaptık, bir on sene daha çok şeyler yapacağız Allah’ın izniyle, hiç merak etmeyin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yeşil nerede, Yeşil?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Değerli kardeşlerim, bakınız, geçmişte yaşanan… (CHP sıralarından gürültüler)

KAMER GENÇ (Devamla) – Yeşil nerede, Yeşil?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Sen o kirli fenerinle git, sokakları dolaş.

BAŞKAN – Sayın Genç…

Sayın milletvekilleri…

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Hadi bakalım, hadi… Bak, burada Genel Başkanın var, ben ona hitap ediyorum, Genel Kurula hitap ediyorum. Sen onu boşuna taşıyorsun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bu feneri sana temizlettireceğim, sana temizlettireceğim.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Değerli arkadaşlar, Kamer Genç’le geçirecek bir dakika bile ziyandır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Bakın, arkadaşlar, Dersim olayı bir faciadır. Sayın Buldan buna da temas etti. Ellerinde kesik başla poz veren askerler. Bu benim çantamda var. NTV Tarih mecmuasının son sayısında çok acı fotoğraflar var ama çok komplike bir olay bu. Yani sadece askerin elinde o baş gösteriliyor diye o iğrenç fotoğrafı hatırlamayalım. Bu başı kesilmiş olan kişi, Hozatlı Bahtiyar aşiretinin önde gelenlerinden Saan Ağa.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Niye sen Menemen’deki o Kubilay’ı anmıyorsun ya?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Saan Ağa…

Seni hiç ilgilendirmiyor.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Menemen’deki Kubilay’ı…

BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen…

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Sen bir Dersimli olarak bunları ağzına almadın yıllarca, konuşmadın bile. Hiç sen bunlardan bahsetmedin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

Senin ne ilgin var orayla? Ne tarihe bağlısın sen ne bugünümüze bağlısın. İçi yananlar bunlar, içi yananlar bu arkadaşlarım…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Benim senden daha fazla içim yandı be!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – …olayları konuşanlar bunlar. Bırak, otur yerine! (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

KAMER GENÇ (Tunceli) – En içi yanan benim!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, sükûnete davet ediyorum sizi.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Saan Ağa, Şahin Ağa, evet başı kesilmiş ama başını kesen üvey kardeşi. Sonra parayı almış askerden, askerin eline vermiş. Şimdi, askerin elinde kelle tutmasıyla, baş tutmasıyla ne kadar iğrenç bir cinayet varsa…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Araştırma önergesini niye reddettin?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – …para karşılığı onun başını kesen üvey kardeşinin de o kadar alçaklığı vardır, o kadar ihaneti vardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bunu şunun için söylüyorum: Dersimle ilgili konuşulanlar tarihin gerçekleridir. Bu gerçekler üzerinde durmalıyız.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Araştırma önergesini niye reddettin?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Yakın tarihimizdeki karanlık sayfaları aydınlatmalıyız…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Tamam, aydınlatalım.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – …ama seksen yıllık cumhuriyet tarihini, o cumhuriyetin birikimlerini, bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün iktidarları suçlayarak, üzerine kapkara bir örtü örtmeye kalkarsanız bu çok yanlış olur.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Siz yapıyorsunuz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bütün gerçekler tek tek ortaya çıkıyor.

Değerli kardeşlerim, Sayın Buldan, bir hatanız daha var. Öldürülenlerden bahsettiniz. Sizin tabirinizle bunlar gerilla. Siz hiç “terör” demediniz ve “terörist” demediniz. Demek ki literatürünüz farklı sizin. Siz, terörün olmadığına inanıyorsunuz, gerilla olarak öldürülenler var, onların ağıtını yakıyorsunuz. E bu yanlış.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – İnsanlığın ağıtını yakıyoruz Sayın Bakan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bu yanlış, bu yanlış.

BAŞKAN – Lütfen Sayın Buldan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Türkiye’de terör var, Türkiye’de terörist var, Türkiye’de terörle mücadele var. Siz bu olmasın mı diyorsunuz, bunu yapmayın mı diyorsunuz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Aziz kardeşlerim, yani kundaktaki bebek ölüyorsa, 4 tane kızımız taksi içerisinde şehit ediliyor, öldürülüyorsa, Batmanlı annenin karnındaki sekiz aylık çocuk gün görmeden hayata veda ediyorsa şu konuşmanızın içinde niye buna bir yer ayırmadınız?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Gelin, komisyon kuralım. Gelin, hakikatler komisyonu kuralım, ucu nereye giderse gitsin.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Askerlerimiz ölüyor, polislerimiz şehit oluyor; hâkimlerimiz, memurlarımız, amirlerimiz kahpece öldürülüyor; daha şurada, 200 metre ilerimizde, Kumrular sokakta masum ayakkabı boyacısının hayatına kastediyorlar, bunun defterinizde yeri yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Arkadaşlar, teröristle, terörle mücadele edilir çünkü bu bir meşru müdafaadır. İnsanların hayatına kastedenlere “Ne kadar güzel işler yapıyorsunuz.” diyecek hâlimiz yok. Başı parçalanmış, eli gitmiş; bunlar kötü şeyler, görmek istemediğimiz şeyler ama arkadaşlar, işin bu tarafından bakıyorsunuz. Bu tarafta da 24’ü birden şehit olmuş askerlerimiz yok mu? 33 tanesi dolmuşların içerisinde öldürülmüş askerlerimiz yok mu? Köprülerin havaya uçurulduğu, mayınlarla insanların uzaktan kumandayla patlatıldığı, masum köy korucularının veya köyde yaşayan insanların hayatlarını kaybettiği bir Türkiye’den bahsediyoruz. Bizim görevimiz Hükûmet olarak bununla mücadele etmektir. Türkiye'nin güvenliğini, Türkiye'nin huzurunu, Türkiye'nin asayişini korumak Hükûmetimizin görevidir.

Bir şey daha söyleyeyim: Bugünkü terörle mücadele konseptinde ve anlayışında başarılıyız. Türkiye şu kadar yıl içerisinde bu mücadeleyi yapmıştır ama son dört aylık mücadele netice vermeye başlamıştır. Bugün, inanın, sizi temin ediyorum, silahlı kuvvetlerimizde kimyasal silah envanteri yoktur. Birtakım sivil toplum kuruluşları “Kimyasal silah kullandı.” diyorsunuz. Yani Hükûmete, yani askere, yani Bakana, Başbakana inanmıyorsunuz, orada ne idüğü belirsiz birisi “Kimyasal silah kullandı.” deyip buna inanıyorsunuz. Kullanmadık, kullanmayız. Ne böyle bir silahımız var ne böyle bir silahımız olsa kullanmayı düşünürüz. Kimyasal silah kullanmak insanlık ayıbıdır, vahşettir. Buna her yerde biz karşı çıkıyoruz.

Yalnız, şunu bilin: Bugün terörist mi yoksa masum vatandaş mı olduğunu tespit edemediğimiz hiç kimseye silah doğrultulmuyor. Önce “Teslim ol.” deniyor, karşılık veriliyor, gene sabrediliyor ama sonunda bir sonuç ortaya çıkıyor.

SIRRI SAKIK (Muş) – Bugün Midyat’ta 2 tane vatandaşımız öldü.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bırak Mardin’i, Midyat’ı, her yeri biliyoruz ama sizin söylediğinize söylüyorum ben.

Değerli arkadaşlarım, bugün, inanın, 10 tane teröristle mücadele ederken, askerin, polisin beyanı şudur: “Tam itimat edemediğimiz için silah kullanmayı bıraktık. 10 metre ötemizdeydiler, kaçtılar gittiler, kaçarken de bir arkadaşımızı vurdular.” Yani asker ve polis şunu düşünüyor: “Ola ki bunlar terörist değildir.” Çünkü 1 masumun hayatı 9 tane caninin hayatından daha kıymetlidir.

Bugün asker yukarıdan uçakla bomba atıyor. En az 2 kilometreye kadar, “İnsan unsuru olabilir.” diye bombalama yok. Bugün siz ne Kuzey Irak’tan ne de bölgeden, köy vuruldu, ev vuruldu; sivil, masum insanlar şehit oldu veya vefat etti diye -bugüne kadar- ciddi bir şikâyet duydunuz mu? Asker hesabını kitabını yapıyor…

MÜLKİYE BİRTANE (Kars) – 7 tane sivile ne oldu? Irak’taki 7 sivile ne oldu?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Polis, asker, hesabını kitabını yapıyor ve teröristi, terör eylemini hedef alıyor. O yüzden, yanlışlar vardır… Sizin söyledikleriniz belki kısmen doğrudur ama şu konuşmanızın tamamında “gerilla” var, “terörist” yok. Ölenler hep gerilla ve kafaları, kolları, bacakları kopmuş. Masum vatandaş nerede? Asker nerede? Polis nerede? Yazılanlar, dökülenler nerede? Gelen mesajlar nerede? Ulaştırılan bilmem ne mesajları nerede? Bunları da yan yana getirin de hiç olmazsa hakkaniyet içerisinde, bir yanlış varsa biz de bunları görelim.

Bugün koordinasyonda da, eylemde de vatanperver güvenlik güçleri hedeflerini buluyor, yakalamaya çalışıyor ve kendi hayatlarını ortaya koyuyorlar. Allah onların yardımcısı olsun, Allah onları korusun. Bütün bunları yüreğimle söylüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bakınız, bütün bu konuşmalardan sonra hedeflediğimiz şeyler elbette… Sayın Kılıçdaroğlu gelmeden önce bahsettiğim bir konuyu tekrar söyleyeyim. Şebiarus’ta beraberdik. Çok güzel bir konuşma yaptınız. Sizden önce de bunu ifade ettim. Sayın Baykal da daha önceki yıllarda, gelir, çok güzel konuşmalar yapardı. Sayın Başbakanımız da, bendeniz de min gayri haddin bir şeyler söylemeye çalıştık. Orada söylediklerinizin hepsi bizim de gönlümüzde olanlardır. Bunları millet olarak ve özellikle siyasetçiler olarak hepimiz çok iyi ölçüler içinde yapmalıyız.

Bugünkü görüşmeler fevkalade seviyeli oldu ama bugüne kadarki görüşmelerde arkadaşlarımızın çok üzüldüğünü, çok sıkıldığını, lüzumsuz yere  saatlerce burada sinir harbi yaşandığını biliyorum. Parlamentoya giren önce yüksek tansiyon hastası olur, sonra da bütün hastalıklar arkasından gelir. Bu gerilimden, bu gerginlikten kurtulmalıyız. Her arkadaşımız kürsüye çıktıkça -ki “Her” dediğim zaman 15-20 kişiyi kastediyorum yani isterseniz bunların içerisine beni de koyun, o kadar bağıramam, sesim de çıkmıyor ama- bunlar ne yapıyorlar biliyor musunuz? Konuşulan kelimelere bakınız, tekrarlamaktan hicap duyuyorum, biz birbirimize söylüyoruz bunları. Hâlbuki iyi bir üslup içerisinde Buldan’ın da yaptığını, benim de yaptığımı, Sayın Şandır’ın da yaptığını yapabiliriz. Burası hür ve kürsü. Burada, özgürlük var. Hoşumuza gitse de gitmese de hep aynı şeyleri söyleyeceğiz.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Pek özgür değil kürsü.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) –  Ama kıpkırmızı bir yüzle, damarları şişmiş bir vaziyette, karşısındakini yok etmek isteyen bir edayla buradaki müzakereler umarım  bundan sonra devam etmez.

Güzel bir sözle son vermek istiyorum.

Değerli arkadaşlar…  (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

Bu sözlerimin tamamı AK PARTİ Grubuna aittir, siz lütfen üstünüze almayın ama isterseniz de alabilirsiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yani “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla.” şeklinde değil, önce kendi nefsimi ortaya koydum.

Ben bu kürsüyü zaman zaman kullanan bir insanım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN –  Sayın Arınç, ilave söz veriyorum, mikrofonu açıyorum.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) –  iki dakika yeterli Sayın Başkan.

Arkadaşlar…

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Bir saat daha verin!

BAŞKAN –  Herkese ne kadar verdiysek…

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Bir  saat daha verin Sayın Başkan!

BAŞKAN –  Sayın Uzunırmak, lütfen yani buranın bir hesabı kitabı var. Daha evvel oturuldu konuşuldu gruplara da Hükûmete de birer saat, altışar dakika da ilave süre verdik. Bir saati doldu.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) –  Sayın Uzunırmak’ı üzdüğüm için çok özür diliyorum. Ben dört buçuk saattir ekran başındayım.

Değerli arkadaşlar, güzel bir söz diyor ki: “Sesini yükseltme sözünü yükselt. Sesle söz birbirinden farklı. Dikkat et, gök gürültüsünden fayda yoktur, ince ince yağan yağmur toprağa berekettir.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, yüksek seslerle -umarım benden sonra gelecek arkadaşım ezber bozan bir konuşma yapar- yüksek sözleri birbirine karıştırmayalım. Yüksek söze ihtiyacımız var. Emin olun, buradaki parladığımız, ağzımızdan çıkan yüksek oktavlı seslerin ne konuşana faydası var ne Parlamentoya faydası var ne millete faydası var. İnce ince yağan yağmurlar gibi olmalıyız. Kendi nefsime ders alıyorum.

Bütün arkadaşlarımı saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Bütçemiz hayırlı olsun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arınç.

Şimdi…

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Başkan… 

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, müsaade ederseniz…

BAŞKAN – Peki.

Sayın İnce, biraz bekler misiniz, arkadaşlarımızın talepleri var, onları alayım ondan sonra.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bana sataşma yapıldı efendim. (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)

BAŞKAN – Tamam. Sizden evvel söz alanlar… Size de verelim…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, gülünecek ne var yani? Bana ismimden de bahsetmek suretiyle…

BAŞKAN – Ama sizden evvel Sayın Şandır, Sayın Buldan söz istedi, bir onları dinleyelim.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım, ben konuşmamı yapayım, sonra sataşmalara devam edin.

BAŞKAN – Hayır, taleplerini alalım ki ondan sonra da…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Efendim, benim Sayın Arınç’ın konuşması üzerine açıklama yapmam lazım, yoksa söz havada kalır.

BAŞKAN – Yani hangi konuyla ilgili o? Genel ifade oldu o Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bülent Arınç, Sayın Başbakana bir anlamda hakaret ettiğimi söyledi, söylemek istedi. Onu açıklamamız lazım.

BAŞKAN – Peki.

İki dakika söz vereceğim.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Efendim, Sayın Bülent Arınç, iki konuda benim konuşmamı…

BAŞKAN – Hayır, hayır, iki dakika…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – İki konuda açıklama yapacağım, yeterli süreyi talep ediyorum. Lütfen…

BAŞKAN – Süre, bunlar için ikişer dakika veriyoruz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bana da sataşma var.

BAŞKAN – Bir dakika…

Herkese söz vereceğiz eğer usule uygunsa.

Buyurun Sayın Şandır, iki dakika söz veriyorum.

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Sayın Başbakana hakaret kastım olmaz. Bunu her defasında söylüyorum, hakaret etmek, zayıflığın ifadesidir. Sözlerim burada. Sözlerimin tamamını okusa burada zannediyorum kendisi de bu duyguya kapılmayacaktır. Burada diyorum ki: “Sayın Başbakan ‘Kürt kimliğini tanıyorum.’ diyerek bu toplumun içerisinde yeni bir siyasi kimlik oluşturdu. Bu milletin oylarıyla iktidar olmuş, Başbakan olmuş bir siyasi kimliğin kalkıp ‘Türk milleti kimliğinin dışında bir başka kimliği tanıyorum.’ demesi, inanın değerli arkadaşlar, üzüntüyle ifade ediyorum, gaflet ötesi bir davranıştır.”

Değerli Bülent Arınç çok deneyimli bir insan, sizler de bu işi anlıyorsunuz; devlet milletsiz olmaz.

Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin, milletinin adı Türk milletidir, Anayasa’nın hükmü budur. (MHP sıralarından alkışlar) Bu hükmün dışında, bir siyasi kimlik olarak, bir aydın söyleyebilir, bir düşünür, bir yazar söyleyebilir ama Türk milletinin seçtiği Türkiye Cumhuriyeti devletinin Başbakanı, bir siyasi kimlik olarak eğer ki bu milletin içinde Türk milleti kimliğinin dışında bir başka kimliği tanıyorum derse yeni bir siyasi kimlik oluşturur, bunun adı bölücülüktür. Söylediğimiz bu. Yoksa hiç kimsenin soyuyla ilgili değiliz, o kendinin özelidir, saygıdeğerdir. Her birimizin bir soyu vardır, bir boyu vardır, bir mezhebi vardır, o bize ait; ama siz bunu bir kolektif hak hâline getirirseniz, bu milleti de bölersiniz, bu ülkeyi de parçalarsınız. Söylemek istediğimiz hadise budur.

İkincisi: Irak meselesi, Suriye meselesi. Bakın, Değerli Arınç, Değerli Başbakan Yardımcısı, Libya’yı biliyoruz, Irak’ı biliyoruz, Libya’da Birleşmiş Milletler kararından önce yapılanları biliyoruz. Şimdi Suriye’de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - …aynı şeylerin yapılacağı endişesiyle bizim sizi uyarmamızdan niye rahatsız oluyorsunuz?

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Suriye’de 3 milyon Türkmen ve Kürt’üyle, Çerkez’iyle, Dağıstanlısıyla…

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - …milyonlarca insan yaşıyor ve onlar bugün Türkiye’ye düşmanlık duyuyor, size düşmanlık duyuyor.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – İfade ettiğimiz husus budur.

Sayın Arınç’ın alınganlık göstermesi doğru olmamıştır.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Buldan, siz neden, evvela bir…

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Arınç, benim ismimi kullanarak bazı şeyleri çarpıttığımı ve gerçekleri ifade etmediğimi söyledi. İki dakikalık süre istiyorum.

BAŞKAN – Şimdi aslında, bu sataşma konusu bence çok geniş kullanılıyor.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sataşma değil Sayın Başkan.

BAŞKAN - Siz bir şeyler söylediniz o da cevaben bir şey söyledi. Zaten bu konuşmaların özü, esası bu. Bu iş giderek, siz onu söylediniz, o başka şey söyledi diye… Lütfen, yeni bir sataşmaya da meydan vermeden çünkü sataşma olmadığı takdirde zaten söz veremem size, öyle kabul etmiyorsanız.

4.- Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Gerçekten biraz önce Sayın Arınç’ın ilk başta yapmış olduğu konuşmayı alkışlayarak izledik. Kürt kimliğinden bahsetti Sayın Arınç, Kürtlerden, Kürtlerin hakkından, Kürtlerin kimliğinden bahsetti ve biz de kendisini alkışladık, yalnız yaptığımız bazı söylemlerin gerçeği ifade etmediğini söyledi. Biz buradan Sayın Hükûmete, Sayın İktidar yetkililerine şunu söylemek istiyoruz: Geçmişle hesaplaşmak devletler için tarihsel bir zorunluluktur Sayın Arınç. Adalet ve hakikatleri araştırma komisyonunu burada ısrarla gündeme getiriyoruz ama siz her seferinde bizim bu araştırma önergelerimizi reddediyorsunuz. Ölümün ve şiddetin hiçbir şeklini onaylamadığımızı ifade etmek istiyoruz Sayın Arınç. O zaman siz biraz önce burada “Yeni bir gün olsun bugün.” dediniz, burada yapılan konuşmaları beğendiniz, biz de buradan size şunu söylüyoruz: Evet, yeni bir gün olsun diyorsanız bütün cinayetleri açığa çıkarın, tutukluları serbest bırakın, milletvekillerini, belediye başkanlarını, avukatları…

AHMET YENİ (Samsun) – Katilleri!

PERVİN BULDAN (Devamla) - …gazetecileri, siyasetçileri, hepsini serbest bırakın biz de sizi alkışlayalım Sayın Arınç.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bana 2 sefer…

BAŞKAN – Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Şimdi, 1’inci defa dedi ki: “Bir milletvekili burada itildi, o da haddini bilecek, kurallara uyacak.” O kastettiği benim.

İkincisi, benim ismimden bahsederek “Bu Parlamentoda Kamer Genç acı duymaz, onu da dikkate almaya değmez.” dedi. Bu, çok açıkça bir sataşma.

BAŞKAN – Şimdi, Sayın Genç, tam o anlamda söyledi mi ben bilmiyorum, yalnız arada bir fark var, 2 değerli arkadaşımıza söz verdim, onlar İç Tüzük’e uygun olarak grupları adına bir konuşma yapmıştı.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama şimdi, konuşmasında beni kastetti.

BAŞKAN - Siz oradan, yerinizden devamlı laf atıyorsunuz, bakın, bu çok usule uygun değil, laf atıyorsunuz, sonra da genel bir değerlendirmeyi üzerinize alıyorsunuz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, hayır, genel değerlendirme yok.

BAŞKAN - Ben tutanakları getireceğim, eğer böyle bir durum var ise size de söz vereceğim ama şimdi…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bakın, şimdi kendi konuşmasında bahsettiği kişi benim. O kürsüde itilen, oradan zorla uzaklaştırılan benim ve “Haddini bilecek.” dedi. Ayrıca da…

BAŞKAN – Şimdi, tamam, tutanakları getireceğim. Eğer hakikaten söylediğiniz tarzda bir sataşma durumu varsa söz veririm.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bakın, maalesef…

BAŞKAN – Ama siz oturduğunuz yerden devamlı hatibe söz atıyorsunuz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, söz atmadım. Ben dedim ki…

BAŞKAN - Diğer 2 arkadaşımız grupları adına konuşma yapıyor.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, efendim, söz atmışsa bana…

BAŞKAN - Siz şimdi İç Tüzük’e göre söz talep ediyorsunuz ama ben de baştan beri bir şeyi ifade ediyorum: Laf atmak var mı İç Tüzük’te. Onun için, şimdi tutanağı getireceğim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bakın, kendisi bana “Kamer Genç acı duymuyor.” dedi ve Dersim’den bahsetti. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Bakın, tutanağı getireceğim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya bir dinlensin ama. Bu gürültüyle olmaz.

Dersim’den bahsetti, “Kamer Genç acı duymuyor.” dedi. Bu beni rencide eder efendim.

BAŞKAN – Ama, tutanağı getireceğim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, herkese iki dakika veriyorsunuz. Ne kaybedeceksiniz, iki dakika da bana verin.

BAŞKAN - Arkadaşlarımız tutanağı getirsin, 69’a göre, bakayım, imkân varsa vereceğim diyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, iki dakika da bana ver.

BAŞKAN - Evvela tutanağı getireyim.

Onun için, şimdi, tasarının aleyhinde olmak üzere…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Şimdi, Sayın Başkan, bakın, hep taraflı hareket ediyorsunuz. Yahu ne zaman adalete uygun hareket edeceksiniz?

BAŞKAN – Bakın, tekrar ifade ediyorum. Sayın grup başkan vekilleri, bakınız, bir şeyi ifade ediyorum: Tutanağı getireceğim. Bakayım, İç Tüzük’teki hükümler size bu imkânı veriyorsa vereceğim. Ama siz de hiç durmadan laf atıyorsunuz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, cevap vermedim. Yani bir tane laf söyledim. Bir lafla beni bu kadar rencide etmeye hakkı var mı?

BAŞKAN - Ben de diyorum ki: Sizin o tutumunuz doğru mu? İşte bu sıkıntılar buradan yaşanıyor. Beş saattir, altı saattir güzel bir tartışma yapıyoruz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani rica ediyorum, bakın, adil bir Başkanlık yapın. Bana sataştı. Lütfen, sataşmadan söz verin. Bu kadar bu grubun etkisinde kalmayın Sayın Başkan.

IV.-  KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (Devam)

2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların  Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve  Bütçe Komisyonu  Raporu (1/278, 3/538)  (S. Sayısı: 88) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi son söz Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekili Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce’de ancak konuşmayı şahsı adına yapacak.

Buyurun Sayın İnce. (CHP sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben de konuşmama başlamadan önce Fransız Parlamentosunun yasayla tarih yazmaya kalkışmasını kınıyorum ve az önce gördüğüm Sayın Başbakana da geçmiş olsun diyorum, Allah’tan şifa diliyorum kendisine.

Sayın Arınç, az önce bir fıkra anlattınız, baktım, neresini düzelteyim dedim. “Bin sene önce yaptınız.” demiş Hazreti İsa’dan… O zaman iki bin sene önce olması lazım. İki: “Yeniçeri” dediniz. Yeniçeri değil, onun bir Hıristiyan olması lazım. Bin sene önce yeniçeri yoktu. Bin sene önce değil iki bin seneydi. Yani fıkra baştan sona yanlış. Eğer anlattıklarınız da fıkralarınız gibiyse… Ki, bence öyle.

Şimdi bakınız değerli milletvekilleri, bu Parlamentoda onuncu bütçe görüşmelerine katılıyorum. Dokuz bütçe görüşmesinde sürekli enkaz edebiyatı yaptınız, sizden önceki hükûmetleri suçladınız ama bu bütçede farklı bir şey yaptınız, sürekli cumhuriyet dönemiyle hesaplaştınız. İlk bir hafta, kürsüye çıkan bütün milletvekilleri, bütün AKP milletvekilleri cumhuriyet dönemiyle hesaplaştı, onu sorguladı.

Şimdi, ben size bazı önerilerde bulunacağım. Bu mantıkta olanlara önerilerim:

Bir: 275 kilogramlık mermiyi tek başına kaldırarak yer çekimi kanununa karşı geldiği için Seyit Onbaşıyı yargılayın.

İki: Çanakkale’de deniz trafiğini aksattığı için Nusrat mayın gemisine ceza kesin. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Üç…

Sayın Başkan, susacaklar mı?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri… Sayın milletvekilleri…

MUHARREM İNCE (Devamla) – Sayın Başkan, susacaklar mı? Siz mi susturacaksınız?

BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…

MUHARREM İNCE (Devamla) – Sizin sözünüz bize mi geçiyor?

BAŞKAN – Lütfen, Hatibin sözünü kesmeyin değerli arkadaşlarım.

MUHARREM İNCE (Devamla) – İlave süre istiyorum ve lütfen susturun.

BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…

Evet, Sayın İnce, devam edin.

MUHARREM İNCE (Devamla) – Bir dakikamı yediler Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Yok, o kadar olmadı canım ama yaptıkları doğru değil, onu söyleyeyim.

MUHARREM İNCE (Devamla) – Sayın Başkan, bugünkü görüşmelerin tümünde Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri sonuna kadar dinlediler ama şimdi sizin arkadaşlarınız dayanamıyor.

BAŞKAN – Evet, onların da dinlemeleri gerekir.

MUHARREM İNCE (Devamla) – Diyorum ki siz, çocuğun üzerindeki yorganı alarak mühimmatın üstünü örttüğü için, çocuğun ölümüne sebebiyet verdiği için Ayşe Bacı’yı özel yetkili mahkemelerde yargılarsınız.

“Yunan ordusu hilafet ordusudur.” diye fetva veren şeyhülislamın fetvasına karşı gelen Rifat Börekçi’yi dinsiz ilan edersiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

Ulusumuza “Korkma!” diyen Mehmet Akif’i “Protestocu öğrencilere kötü örnek oluyor.” diye suçlarsınız.

Zafer kazanarak, Türk milletinin makûs talihini değiştiren İsmet Paşa’nın rütbelerini sökerseniz hiç şaşırmam ama buna karşılık Vahdettin’e anıt mezar, Ebussuud Efendi’ye anma törenleri, Atatürk’e tutuklama emri çıkaran Elâzığ Valisi Ali Galip Bey’in torunlarını da vali yaparsanız hiç şaşırmam.

Şimdi, sayın milletvekilleri, size Türkiye manzaraları anlatacağım; hayaldi gerçek olan manzaralar bunlar.

Bir: Hayaldi gerçek oldu, çeyrek altının çeyreği oldu.

İki: Hayaldi gerçek oldu, rüşvetle helal gıda sertifikası satılıyor.

“Enflasyon arttı, memura müjde” diye başlık atıyor gazeteler.

Sendikal haklardan yararlanmak için referandumda “Evet.” demek gerekiyor.

Daha dün Türkiye’de “Allah karakola düşürmesin.” denirken bugün “Allah mahkemeye düşürmesin.” deniliyor.

Eskiden “Ağır ol ‘molla’ desinler.” denirdi, şimdi “AKP’den ol ‘melle’ desinler.” deniliyor. (CHP sıralarından alkışlar)

İleri demokrasi her muhalif gruptan bir terör örgütü yaratıyor.

Yurttaşlarımızın tümü AKP faşizmini iliklerine kadar hissediyor.

Şifreli sınavı yapanlar değil de onu protesto edenleri yargılayan kim? Siz değil misiniz?

Sehven bilgi yükleyen polisler zaman aşımından yararlanırken sehven bilgiyle teğmen hâlâ yargılanıyor.

“Uçuyor” denen ekonomi, gelir adaletsizliğinde uçurumun kenarında değil mi?

Venezuela’dan sonra dünyanın en kırılgan ikinci ekonomisi Türkiye değil mi?

Okullarımızın tabelaları, parayı verenler tarafından değiştirilmiyor mu?

İcra dairelerindeki dosya sayısı dokuz yılda 4 milyon artmadı mı?

İzmir’de Somalili bebek Muhammet’e icra gelmedi mi?

Nevşehir’in Kozaklı ilçesinin Akpınar köyünün suları iki yıldır akmıyor mu?

Milas’ta savcılığa çağrılması gereken kişi müftülüğe çağrılmadı mı?

“Analar ağlamasın.” diye başlatılan girişimden bu yana 253 askerimiz, 33 polisimiz şehit olmadı mı?

“Paran kadar adalet” dönemini siz başlatmadınız mı?

Ankara’da depremzede 4 kız kardeşin kirasını neden ödemediniz?

Askerlik vatan borcu, namus borcuydu, bunu kredi borcuna siz dönüştürdünüz.

Zonguldak’ta Başbakanla ilgili bir haberi sosyal paylaşım sitesinde paylaşan memuru sürgün eden sizsiniz.

Aklı hür, vicdanı hür yurttaşlarımızın varlığı Türkiye için umut iken AKP için korkudur.

Fabrikaları, limanları, madenleri, dağları, ovaları, yaylaları, bütün bunları satıp çarçur ettikten sonra elinizde kalan yalan tarihi pazarlamaktan başka bir işiniz yok.

Hükûmetin bir yanı zulüm, diğer yanı haramdır.

Deprem vergilerini bonkörce harcadınız, deprem yaralarını sarmak için hayırseverleri devreye soktunuz.

Bu ülkede bir polis memuru “PKK’dan kurtuldum SGK’dan kurtulamadım.” dedi.

KPSS’de Cumhurbaşkanının görev süresini yedi yıl olarak işaretleyen adaya “Yanlış.” diyen siz değil misiniz?

Van’dan Antalya’ya göç eden aileye “Yardım edemeyiz, yatalak babanızın 380 lira maaşı var.” demediniz mi?

İstanbul’da 34 milyon liraya mal olan kavşak ve tüneli, metrobüsü engelliyor diye toprağa gömen siz değil misiniz?

Şimdi, ben size bu memleketten bakan, Başbakan manzaraları sunacağım: Bu ülkede Cumhurbaşkanı bile kendi görev süresinin ne olduğunu bilmezken sadece Başbakan bilmiyor mu? Bu ülkenin en önemli sorunu terör görüşülürken Sayın Başbakan Suudi Arabistan’da taziyeye gitmedi mi? Başbakan yardımcısı Başbakana biat etmediğini ancak Başbakan hasta yatağındayken hatırlamadı mı? İçişleri Bakanı deprem çadırlarını saraya benzetip PKK’lılara “gerilla”, vatandaşını “adet”le saymadı mı? Kamyoncu esnafı can çekişirken, 10 numara yağ kullanırken, AB Bakanı kamyonla ilgili şakalar yapmadı mı? Bu Hükûmette tek doğruyu söyleyen, pembe tabloyu yıkan Millî Eğitim Bakanıdır, o da dedi ki: “Kaynağımız yok, öğretmen atayamıyoruz.” Milletvekilleri düşüncesine ket vurmadı mı? Başka bir milletvekili Başbakana dokunmayı ibadet saymadı mı?

Ben size bu ülkenin özetini yapacağım. Bakınız, mücahitler müteahhit, şimdi de turizmci oldu. 14 Şubat 2009’da değiştirilen bir yönetmelikten sadece dört firma yararlandı. Bu dört firmadan birine bakanın en yakın akrabaları ortak oldu. Kıyıdan kıyıdan AKP’ye yanaşanların yakınları kıyı-kenar çizgisinden ranta ulaştı. Bir özet yapmam gerekirse şu: Sistem değişmedi. Sistemden geçinenler sistemi değiştiremezler. Sistem değişmedi ama sistemin sahibi değişti.

Türkiye’nin özeti şudur: Siz devlet malına bonkör, vatandaşın sorununa bakar kör, cumhuriyet değerlerine nankör, Türkiye’ye diktatör oldunuz. İşte, Türkiye’nin özeti budur. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, şimdi, bakınız, Sayın Canikli -Sayın Canikli’ye de kısaca cevap vereyim- dediniz ki: “Sizi alkışladılar, CHP’liler alkışlamadı.” Doğru. Biz, yanlış haritayı alkışlayan milletvekillerinden değiliz, o sizin grubunuz.

İki: IMF’yi kovduğunuzu anlattınız bir anlamda. Bak, size ben bir şey söyleyeceğim. Sayın Başbakana -bütçe bitince konuşursunuz- ben şöyle bir söz hatırlıyorum: “Numan kardeşim, IMF’yle konuşmamak gaflettir.” Bunu kim söylemiş? HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’a “Numan kardeşim…”

İki, bir diğeri: Sayın Canikli, dediniz ki: IMF’nin başkanının Türk olmasını anlattınız. Bunun gerekçelerini uzun uzun anlattınız. Bir ara Sayın Gül’ü, Sayın Cumhurbaşkanını Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri yapacaktınız. Bundan vazgeçtiniz, yeni bir yer mi arıyorsunuz? Bunu mu yapıyorsunuz?

Bir üçüncüsü: Sizi gerçekten kutluyorum. Atatürk’e “Bu adam.” diyen, Abdullah Öcalan’ın paşa olmasını teklif eden Mümtazer Türköne’yi Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumuna atamış Sayın Cumhurbaşkanı. [CHP sıralarından “Bravo!” sesleri, alkışlar(!)] Tam işte, tam bekçi, tam yani… Atatürk’e “Bu adam.” diyebilen, onu destekleyen, tam yerine atamış yani bu kadar olur. “Abdullah Öcalan paşa yapılsın.” diyen…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Yakışır!

BAŞKAN – Sayın İnce, ilave sürenizi de veriyorum.

MUHARREM İNCE (Devamla) – Bir diğeri: Yine, lider ülke Türkiye’den bahsettiniz Sayın Canikli. Lider ülke Türkiye, güçlü Türkiye. Güçlü Türkiye ama Türk iş adamları Paris’te otelin salonuna alınmıyor, Sayın Cumhurbaşkanının telefonuna Fransa Cumhurbaşkanı çıkmıyor.

İSMAİL AYDIN (Bursa) – Korkudan…

MUHARREM İNCE (Devamla) – Lider ülkeye bakın, güçlü ülkeye bakın, sözümüzün geçtiği ülkeye bakın.

Şimdi, size son olarak şunu söyleyeceğim: Bir de bir düzeltme yapalım Sayın Arınç. Çok güzel kardeşlikten bahsettiniz de, o meydanlarda mezhep tartışmaları neydi? Kim yaptı o meydanlarda, seçim meydanlarında mezhep tartışmalarını? (CHP sıralarından alkışlar)

Bir de “Kürt realitesini tanıyorum.” diyen ilk kişi Süleyman Demirel’dir. DYP-SHP Hükûmeti döneminde. 90’lı yılların başında Diyarbakır’a rahmetli Erdal İnönü’yle birlikte gittiklerinde söylemiştir. Kayıtları doğru tutalım. Tutanaklara doğru geçsin diye bu düzeltmeyi de yapıyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum Sayın İnce.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ben söz istiyorum efendim.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, Sayın Konuşmacı biraz önce kendi ifadesiyle söylüyorum: “AKP faşizmi” diyerek partimize, grubumuza hakaret etmiştir. 69’a göre sataşmadan söz istiyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Genç’in söz talebi var efendim.

BAŞKAN – Evet.

İki dakika söz veriyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Sizin tutanak geldiği anda bakacağım. Yeni geliyor.

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

5.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, partisine sataşması nedeniyle konuşması

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Biraz önce “AKP faşizmi” ifadesi kullanılarak tam anlamıyla bir iftirada bulunuldu.

Şimdi, tabii, dünyada faşizmin örnekleri çok. Değişik ülkelerde var, Türkiye’de de var. Türkiye’dekini eğer görmek istiyorsanız, rengarenk, çeşit çeşit, boy boy, irili ufaklı, Cumhuriyet Halk Partisinin tarihine bakacaksınız değerli arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler.)

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Ayıp! Ayıp!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Canikli, sana yakışmıyor ya!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Oraya baktığınız zaman diktatörlüğü de görürsünüz, faşizmi de görürsünüz. O zaman esas, eğer ısrarlı bir şekilde… (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, bugüne kadar hiçbir dönemde Türkiye Cumhuriyeti bu kadar demokratik olmadı. [AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından alkışlar(!)]

Sayın Başbakanımıza, hangi dönemde, hangi başbakana yapılan eleştiriler bu dönemde yapıldı? Bunu hepimiz görüyoruz ve biliyoruz.

Bakın arkadaşlar, bir yolsuzluk iddianız varsa somut belgelerle ortaya koyarsınız. Eğer o dediğiniz kişilerle ilgili bir iddianız varsa hiçbirinin dokunulmazlığı yok. Hepsi, anladığımız kadarıyla, normal vatandaş. Onun yeri burası değil. Götürecekseniz, cumhuriyet başsavcılığına şikâyette bulunacaksınız. Varsa bir şey, gerekeni yapacak.

Bakın değerli arkadaşlar, evet, yargı gerçekten değişti. Yargı… Arkadaşlarımız ısrarlı bir şekilde efendim “yargı arka bahçesiniz”, “yargıya müdahale ediyorsunuz”, “artık yargıya güvenmiyoruz…” Yargının değiştiğini kabul ediyoruz ama sizin eski alışkanlıklarınızı değiştirmeniz gerekir. Yani eskiden talimat verebildiğiniz, eskiden arka bahçe olarak gördüğünüz yargı bugün yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yargı, bugün bütün yargıçların Türkiye’deki 11 bin hâkim, savcı tarafından seçilen gerçek anlamda bir bağımsız yargı var. 250 kişinin belirlediği yargıyı yönlendirebilirsiniz ama 11 bin hâkim, savcının belirlediği, seçtiği yargıyı yönlendirmeniz, yönetmeniz mümkün değil. Siz, esas kafanızdaki eski alışkanlıklarınızdan vazgeçerseniz normale dönersiniz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Evet, Sayın İnce.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Canikli, Cumhuriyet Halk Partisinin tarihinde faşizm olduğundan söz etti.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – “Geçmişinize bakın.” dedi.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Kendisine şunu hatırlatıyorum: İspanya’da Franco, Portekiz’de Salazar, İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler varken, Hitler zulmünden kaçan bilim insanları, 100’ün üzerinde bilim insanları geldiler İsmet Paşa’nın Türkiye’sine sığındılar, burada üniversitelerde çalıştılar. Biraz tarih okumasını öneriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Peki.

Şimdi, sayın milletvekilleri, evvela bir hususu bilginize bir sunalım. O da şudur: Tabii, bakın, saat 14.00’ten beri müzakere yapıyoruz. Usulüne uygun gruplar adına, şahıslar adına söz alan arkadaşlarımızla ilgili genelde bir problem çıkmadı ama Sayın Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç konuşurken genel değerlendirmeler yapıyor, siz, şimdi, tutanaktan okuyorum. Buradaki yönetimi…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet ama daha öncesi…

BAŞKAN – Bir dakika…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Peki, tamam.

BAŞKAN – Sayın Genç -yani her şeyin- sizin söylediğiniz doğru olacaksa bize gerek yok o zaman…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Neyse okuyun da ben de size hatırlatayım.

BAŞKAN – Ben, şimdi bu Genel Kurulu İç Tüzük’e göre yöneteceğim. Siz de İç Tüzük’e göre söz istiyorsunuz benden.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet.

BAŞKAN – Şimdi, Sayın Arınç kürsüden konuşuyor.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet.

BAŞKAN – Siz geliyorsunuz, bakınız, aynen okuyorum: “Ellerinde kesik başla poz veren askerler. Bu benim çantamda var. NTV Tarih mecmuasının son sayısında çok acı fotoğraflar var. Ama çok komplike bir olay bu yani sadece askerin elinde o baş gösteriliyor diye o iğrenç fotoğrafı hatırlamayalım. Bu başı kesilmiş olan kişi, Hozatlı Bahtiyar aşiretinin önde gelenlerinden Saan Ağa.”

Siz, şimdi yerinizden laf atıyorsunuz: “Niye sen Menemen’deki o Kubilay’ı anmıyorsun ya?”

“BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Saan Ağa…” diyor. Bakın, sizin o sözünüze cevap vermiyor.

“Seni hiç ilgilendirmiyor.”

“ Menemen’deki Kubilay’ı…” diyorsunuz, tekrar laf atıyorsunuz.

“BAŞKAN –“ Ben diyorum ki “Sayın Genç, lütfen…”

Yani ikaz ediyoruz ki yapmayın, konuşmasını Sayın Arınç bitirsin çünkü böyle bir usul yok. Siz buna devam edince Sayın Bülent Arınç “Sen bir Dersimli olarak bunları ağzına almadın yıllarca, konuşmadın bile. Hiç sen bunlardan bahsetmedin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler) Senin ne ilgin var orayla? Ne tarihe bağlısın sen ne bugünümüze bağlısın. İçi yananlar bunlar, içi yananlar bu arkadaşlarım…”

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani o lafları bana söylüyor ve siz sataşma görmüyorsunuz.

BAŞKAN – “…olayları konuşanlar bunlar. Bırak, otur yerine!” diyor. Çünkü siz devamlı Hatiple karşılıklı müzakereye girişiyorsunuz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bakın, ama orada olayı saptırma var. Çünkü ben...

BAŞKAN – Yani durup dururken kürsüdeki Hatip sizi hedef alarak bir konuşma yapmıyor.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, “Dersim’le ne ilgin var?” diyor. Sayın Başkan, diyor ki…

BAŞKAN – Genel bir değerlendirme yaparken siz devreye giriyorsunuz, siz laf atıyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakın, Sayın Başkan, okuduğumuzu anlayalım. Diyor ki: “Senin Dersim’le ne ilgin var? Şimdiye kadar niye ağzına almadın?” Hâlbuki benim geçen dönem, evvelsi dönem kanun tekliflerim var. Lütfen ama iki dakika da bana verin.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, gerek bütçe görüşmelerinde gerekse diğer yasalara ilişkin görüşmelerde Parlamentoda sık sık milletvekillerimiz, bazı milletvekillerimiz oturduğu yerden kürsüdeki konuşmacıya zaman zaman laf atarlar. Bu, eşyanın tabiatında var, Parlamentonun geleneğinde var. İç Tüzük demiyor ki: “Oturduğu yerden laf atan kişiye kürsüdeki konuşmacı bir cevap verirse bu sataşma değildir.” 69’uncu madde gayet açık. Kürsüdeki konuşmacı bir milletvekilinin ismini anarak ona sataşmada bulunuyorsa, sataşmanın daha ilerisine geçen cümleler ifade ediyorsa sataşma nedeniyle söz istemek en doğal hakkıdır ve sizin bu güzel geçen bütçe görüşmelerine gölge düşürmemeniz gerekir efendim.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, bakınız, ben şunun farkındayım: İki dakika söz vermiş olsam şimdiye bu iş biterdi değil mi?

KAMER GENÇ (Tunceli) – E, biterdi.

BAŞKAN – Ama bakın, bu türlü yanlışlıkları giderek İç Tüzük hükmü hâline getiriyoruz, yanlış bir iş yapıyoruz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Altı da var Sayın Başkan, altı da var onun. “Sana bir dakika ayırmak züldür.” diyor.

BAŞKAN – Biz birbirimizle beraber olduğumuzda da bu uygulamalardan hep beraber şikâyet ediyoruz. Bu Meclisteki kavgalar, gürültüler büyük ölçüde, yerli yersiz laf atmalardan çıkıyor. Kürsüdeki hatibin insicamı bozuluyor, farkında olmadan o da buna cevap vermek mecburiyetinde kaldığında sıkıntılar çıkıyor. Bundan hep beraber şikâyet ediyoruz. Yoksa ben de şunun farkındayım: Sizinle bu karşılıklı görüşmeyi yapmak yerine “Buyurun Sayın Genç, iki dakika.” derdim, şimdiye bu işi de bitirirdim. Ama bu türlü müsamahaların, toleransların nasıl bir İç Tüzük ihlali olduğunu, başımıza ne işler açtığını ve sıkıntılar yaşadığımızı da hep beraber görüyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bakınız, sadece bugünün hatırına, doğru olmadığını bile bile, İç Tüzük’e de uygun olmadığını bile bile, bunun altını 10 defa çiziyorum, bugün müzakereler alışılmışın ötesinde, Sayın Arınç’ın da belirttiği gibi, sizlerin de hakkı teslim edeceği gibi, hepinize teşekkür ediyorum, çok uygun, olgun, seviyeli bir tartışma yaptık, onun hatırına bir dakika söz vereceğim size, yoksa İç Tüzük’e uygun değil.

KAMER GENÇ (Tunceli) – İki ama efendim…

BAŞKAN – İç Tüzük’e uygun değil.

Bakın, bir daha bu kapıyı açtırmam ben. Oturumu ben yönettiğim sürece bir daha laf atan adama “Sataşma vardır.” diye söz vermem.

Buyurun.

Bir dakika söz hakkı veriyorum. Bir daha siz de oturduğunuz yerden laf atmayın.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sataşmada bulunan kendisi zaten. Sataşmaya cevap veren de kendisi.

6.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın milletvekilleri, ben altı dönemdir buradayım, bu Dersim olaylarını dile getirmişim, geçen dönem kanun teklifim var. Geçen gün de burada araştırma önergesi vardı, ben çıktım kürsüye, dedim ki: “Yiğitliğiniz varsa bu araştırma önergesini, araştırmayı açalım. Dersim’de hangi olaylar olmuş, kim kimi öldürmüş, kaç tane insan kesilmiş, kaç tanesi zehirli gazdan ölmüş, çoluk çocuk, kadın erkek…” Bunları söyledim. Bunu reddeden sizsiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, Bülent Arınç burada vaaz veriyor ama doğruları söylemiyor. Başkan onu koruyor. Bana diyor ki: “Kürsüden itildin.” Ya, burada senin İdare Amirin beni itmedi mi?

Arkadaşlar, bakın, Bülent Arınç doğruları söylemiyor. Ben söylemişim, Menemen’deki Kubilay’ın başını kesenler kimlerdir, o da söylesin.

Ben şimdi tekrar teklif ediyorum: Yiğitliğiniz varsa, şerefiniz varsa (x) Dersim olaylarını araştıralım, önergemizi kabul edin, kim ne yapmışsa çıksın. Bunu bir daha dile getirmeyin. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ağzına alma şerefi, ağzına alma!

KAMER GENÇ (Devamla) – Ya, size doğrusunu söylüyorum.

Dolayısıyla, bunu araştıralım, sonuç ortaya çıksın.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, şereften bahsedebilecek bir milletvekili mi?

BAŞKAN – Evet, peki, teşekkür ediyorum.

KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkanım, yani bir dakika daha verseniz… Taraflı davranıyorsunuz!

BAŞKAN – Hayır, vermem. Siz gelene kadar, bakın, bu sataşmalar olmadı, geldiniz sataştınız. Bunu huy hâline getirirseniz bundan sonra İç Tüzük’ü uygulama imkânı da yoktur. Yanlış yapıyoruz, el birliğiyle yanlış yapıyoruz, sağlıklı bir görüşmeyi de burada engelliyoruz. Bu doğru bir şey değil.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Günay, bir talebiniz mi vardı sizin?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Evet, efendim.

BAŞKAN – Hangi konuyla ilgili?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Kişisel olarak biraz önce konuşan… (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Peki, buyurun, oturduğunuz yerden lütfen...

EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) – Sayın Başkan, tutanaklara baksaydınız.

7.- Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; kişisel olarak konuşan son arkadaşımız, bir yönetmelik değişikliğiyle ve bir kıyı kenar çizgisi değişikliğiyle, sanki birtakım çevrelere bir imtiyaz, bir kayırma yapıldığına ilişkin bir imada bulundu.

                                

(x) Bu ifadeye ilişkin açıklama 22/12/2011 tarihli 45’inci Birleşim Tutanağı’nın 14’üncü sayfasında “Geçen Tutanak Hakkında Konuşmalar” bölümünde yer almıştır.

Dört yılı aşkın süredir Kültür ve Turizm Bakanlığı yapıyorum arkadaşlarımla birlikte. Benim bilgim, imzam tahtı altında herhangi bir kişinin hakkın bir başkasına yedirmişsem, hele kamunun hakkını bir başkasına yedirmişsem bunu kanıtladıkları takdirde derhâl gereğini yapmaya hazırım. (CHP sıralarından gürültüler) Ama gelişigüzel biçimde afaki birtakım iddiaları ileri süren arkadaşlarımız da bu iddialarını kanıtlamazlarsa -ağır bir söz söylemek istemiyorum ama- bunların hukuktaki ismi müfteridir. Onu da buradan ilan etmek istiyorum.

Milletimiz bugün bu Parlamento görüşmelerini izliyor televizyonlardan. Sayın Başbakan Yardımcısının Hükûmet adına yaptığı fevkalade…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bana süre vermiyorsunuz, bize bir dakika vermiyorsunuz ama Sayın Bakana…

EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) – Süre bile açmadınız.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Böyle şey olmaz ya!

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – …mukni ve sakin konuşmadan sonra böyle gelişigüzel sloganımsı birtakım iddiaların dile getirilmiş olması gerçekten bir talihsizliktir. Ama bir kez daha söylüyorum: Kimsenin hakkını kimseye yedirmemek konusunda sonsuz bir dikkatimiz var. Bunu ileri süren arkadaşlar belgelerini ortaya koymalıdırlar. Sayın Grup Başkan Vekilinin söylediği gibi, dokunulmazlığı olmayan arkadaşlarla ilgili her türlü iddia ileri sürülebilir, bizimle ilgili iddianın bir kanıtı varsa biz gereğini yaparız ama kimsenin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Sayın İnce, bu, artık, normal yönetim olmaktan çıkıyor giderek.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Efendim, bir açıklama…

BAŞKAN - Buyurun efendim.

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Kültür ve Turizm Bakanının konuşmasına istinaden, Bakanlıktan bilgi notları istediğine ve gönderilen bilgileri basın toplantısında açıklayacağına ilişkin açıklaması

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım, ben Sayın Bakanın adını anmadım ama Sayın Bakana şunu tavsiye ediyorum: Sayın Bakanın Bakanlığından bana gönderilen bilgi notlarını bir kontrol etsin. Ben bu işleri hiç bilmiyormuş gibi -elimde dosya varken- bilgi istedim, safça bilgi istedim, onlar da bana bilgileri gönderdiler. Önümüzdeki günlerde basın toplantısı yapıp açıklayacağım. Kendisine tavsiyem, Muharrem İnce’ye gönderilen bilgi notlarını orada görürse benim söylediklerimin doğru olduğunu görecektir.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) – O bilgi notlarını ben okudum.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Aynen öyle yani orada yakınınız olduğunu göreceksiniz. 4 kişi için yönetmelik, 1’i yakınınız, onu göreceksiniz.

IV.-  KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (Devam)

2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların  Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve  Bütçe Komisyonu  Raporu (1/278, 3/538)  (S. Sayısı: 88) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın oylamalarını yapacağız.

Tasarılar açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Her iki kanun tasarısının açık oylamasının elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şimdi, 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın açık oylamasına başlıyoruz.

Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin oy pusulalarını oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar varsa hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, yapılan oylama sonucunu bilginize sunuyorum:

“Kullanılan oy sayısı          :     453

Kabul                                  :     318

Ret                                      :     134

Çekimser                            :         1(x)

                                  Kâtip Üye                                                       Kâtip Üye

                                Tanju Özcan                                                 Bayram Özçelik

                                       Bolu                                                             Burdur”

BAŞKAN - Bu sonuçlara göre, 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu kabul edilmiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Tasarısı’nın açık oylamasına başlıyoruz.

Oylama için üç dakika süre vereceğim.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

                              

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın açık oylama sonucunu sizlere arz ediyorum:

 

“Kullanılan oy sayısı          :     448

Kabul                                  :     316

Ret                                      :     132(x)

 

                                  Kâtip Üye                                                       Kâtip Üye

                                Tanju Özcan                                                 Bayram Özçelik

                                       Bolu                                                             Burdur”

 

Bu durumda, sayın milletvekilleri, Kesin Hesap Kanunu Tasarısı da kabul edilmiş bulunmaktadır.

Bütçe ve Kesin Hesap Kanunu Tasarıları, böylece kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Milletimiz ve memleketimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, bir teşekkür konuşması yapma talebi var. Sayın Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bir teşekkür konuşması yapacak, kendilerini kürsüye davet ediyorum.

Buyurun Sayın Arınç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VII.- TEBRİK, TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER

1.- Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, bütçenin kabulü dolayısıyla teşekkür konuşması

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.

2012 bütçesi üzerindeki görüşmeler tamamlandı ve değerli oylarınızla Hükûmetin bütçesi kabul edildi. Bundan dolayı hepinize müteşekkiriz. Bütçemizin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum. İnşallah, ülkemizde huzuru, refahı ve mutluluğu artıracak güzel çalışmalarla milletimize layık oluruz.

Bu dönem içerisinde, konuşmamda da samimiyetle ifade ettiğim gibi, her türlü eleştirilerinize, yol göstericiliğinize, dostluğunuza, arkadaşlığınıza ihtiyacımız var. Muhalefet partilerimizin yapıcı öngörülerine elbette her zaman saygı duyacağız. Ben bugünkü konuşmamda bazı konulara temas ettim. Önce kendimi hedefe koyuyorum, kendimin çok kusurlu ve yanlış işler yaptığını söyleyerek bir üslup ortaya koymaya çalıştım, buna samimiyetle inanıyorum ve diliyorum ki Parlamentomuz, millet iradesinin tecelli ettiği yer, demokrasimizin kalbi milletimizin arzusu istikametinde güzel işler yapsın. Birbirimize saygıyı, nezaketi ve zarafeti elden bırakmadan Parlamento çalışmalarını yürütelim. Bugünün muhalefeti yarının iktidarıdır. Biz sadece iktidarların olduğu rejimleri değil, muhalefetin olduğu ve güçlü olduğu rejimleri demokrasi kabul ediyoruz, buna yürekten inanıyoruz.

                              

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

Düşüncelerini Komisyondan bu yana samimiyetle ortaya koyan, fikirlerini ve öngörülerini bizlerle paylaşan tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Sayın genel başkanlar, grup başkan vekilleri, komisyon başkanları, Meclisimizin değerli çalışanları ve her konuda maddi, manevi katkısı olan çok değerli arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

İyi akşamlar diliyorum. Hepinize tekrar saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arınç.

Sayın milletvekilleri, on dört gündür devam eden yoğun bütçe görüşmelerini tamamlamış oluyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu süreçte gece gündüz demeden bu müzakerelere katkı sağlayan tüm siyasi parti gruplarına, tüm milletvekillerine, Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan ve üyelerine ve sayın bürokratlara huzurunuzda teşekkür ediyorum. Tekrar, bütçenin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 22 Aralık 2011 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 20.54