DÖNEM:
24 CİLT: 9 YASAMA YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
39’uncu
Birleşim
16 Aralık 2011 Cuma
(TBMM Tutanak Müdürlüğü
tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler
tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S.
Sayısı:87)
2.- 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki
İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S. Sayısı: 88)
III.- AÇIKLAMALAR
1.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, 10-17 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası’na ilişkin
açıklaması
2.- Iğdır Milletvekili
Pervin Buldan’ın, 10-17 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası’na ilişkin
açıklaması
3.- İstanbul Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, 10-17 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası’na ilişkin
açıklaması
4.- Adıyaman Milletvekili
Ahmet Aydın’ın, 10-17 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası’na ilişkin açıklaması
IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Adıyaman Milletvekili
Ahmet Aydın’ın, Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, Genel Başkanına sataşması
nedeniyle konuşması
2.- Tunceli Milletvekili
Kamer Genç’in, Bitlis Milletvekili Vahit Kiler’in, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
3.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, Bitlis Milletvekili Vahit Kiler’in, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
V.- ÖNERİLER
A) Danışma Kurulu Önerileri
1.- Genel Kurulun, 17
Aralık 2011 Cumartesi ve 18 Aralık 2011 Pazar günkü birleşimlerinin saat
13:00'te başlamasına ve günlük programların bitimine kadar çalışmalarına devam
etmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
VI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, Van’da meydana gelen depremler sonrasında yapılan hasar
tespit çalışmalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/1037)
2.- Kırklareli Milletvekili
Turgut Dibek’in, Kırklareli’nin bazı köylerinin sulama sorunlarına ilişkin
sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/1129)
3.- Elâzığ Milletvekili
Enver Erdem’in, elektrik borcu nedeniyle Elâzığ Uluova’daki Sulama Birliğinin
kapanması neticesinde yaşanan mağduriyete ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri
Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/1130)
4.- İzmir Milletvekili
Mehmet Ali Susam’ın, ESDEP’e göre yapılması planlanan çalışmalara ilişkin
sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı’nın cevabı (7/1148)
5.- İstanbul Milletvekili
Umut Oran’ın, Van depremi sonrasında yapılan açıklamalar ve yaşanan sorunlara
ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın
cevabı (7/1159)
6.- Aydın Milletvekili
Metin Lütfi Baydar’ın, Van’ın afet bölgesi ilan edilmesine ilişkin sorusu ve
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/1316)
7.- Muğla Milletvekili
Nurettin Demir’in, Van depremiyle ilgili bir açıklamasına ilişkin sorusu ve
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/1317)
8.- Gaziantep Milletvekili
Mehmet Şeker’in, çevre ve şehircilik il müdürlerinin mezun oldukları okullar ve
uzmanlık alanlarına ve bir biyoloğun il müdürü olarak atanmasına ilişkin sorusu
ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/1489)
I.- GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat
11.00’de açılarak dört oturum yaptı.
2012 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı (1/470) (S. Sayısı: 87) ve 2010 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi
ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi’nin (1/278,
3/538) (S. Sayısı: 88) görüşmelerine devam edilerek;
Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü,
Maliye Bakanlığı,
Gelir İdaresi Başkanlığı,
Kamu İhale Kurumu,
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı,
2012 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçeleri ve 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesapları;
Bayındırlık ve İskân
Bakanlığı,
Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı,
2010 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesapları;
Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı,
2012 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçeleri;
Gelir Bütçesi üzerindeki
görüşmeler tamamlanarak 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı 6’ncı
maddesine kadar;
Kabul edildi.
Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in Genel Başkanına,
Tunceli Milletvekili Kamer
Genç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın şahsına,
Sataşmaları nedeniyle birer
konuşma yaptılar.
Başkanın tutumu hakkında
Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü’nün “açıklama hakkı” başlıklı 69’uncu
maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle usul görüşmesi yapıldı. Yapılan
görüşmelerden sonra Başkan tutumunda bir değişiklik olmadığını açıkladı.
Alınan karar gereğince 16
Aralık 2011 Cuma günü saat 11.00’de toplanmak üzere birleşime 19.44’te son
verildi.
|
Şükran Güldal MUMCU |
|
|
Başkan Vekili |
|
|
|
|
Muhammet Bilal MACİT |
|
Mustafa HAMARAT |
İstanbul |
|
Ordu |
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
16 Aralık 2011 Cuma
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 11.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral
AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ
(Tekirdağ), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 39’uncu Birleşimini
açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz. (AK PARTİ ve MHP
sıralarından alkışlar)
Çok teşekkür ederim Divan adına. İnşallah böyle devam eder bugünkü
görüşmelerimiz. Sizden bu neşeyi, bu olumlu tavrı devam ettirmenizi rica
ediyorum bütün arkadaşlarım adına. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, şimdi programa göre 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.
II.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S.
Sayısı: 87) (x)
2.- 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki
İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S. Sayısı: 88) (x)
BAŞKAN – Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Geçen birleşimde 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı’nın 5’inci maddesi kabul edilmişti.
Şimdi 6’ncı maddeyi okutuyorum:
Yeni tertip, gelir ve finansman kodları açılması
MADDE 6 - (1) İlgili mevzuatına göre, yılı içinde hizmetin
gerektirdiği hallerde Maliye Bakanlığınca belirlenecek usul ve esaslar
çerçevesinde merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin bağlı (A) işaretli
cetvellerinde yeni tertipler, (B) işaretli cetvellerinde yeni gelir kodları ve
(F) işaretli cetvellerinde yeni finansman kodları açılabilir.
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili
Sayın Alaattin Yüksel.
Buyurun Sayın Yüksel. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALAATTİN YÜKSEL (İzmir) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2012 yılı bütçe tasarısının 6’ncı maddesi üzerine Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(x) 87 ve 88 S. Sayılı
Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri 8/12/2011 tarihli 31’inci Birleşim
Tutanağı’na eklidir.
Cumhuriyet tarihimizde vergi yükünü bu kadar yüksek ve adaletsiz
şekilde halkın sırtına yükleyen başka bir Hükûmet olmamıştır. Bütçede 2012 yılı
için toplam 329,8 milyar TL gelir öngörülüyor, bunun 277,6 milyar TL’si net
vergi gelirlerinden, bu vergilerin de yüzde 68’i dolaylı vergilerden
oluşacaktır. Vatandaşlarımızdan gelirlerine bakılmaksızın aynı oranda alınan,
adaletsiz vergi olarak nitelendirilen dolaylı vergiler AKP İktidarı döneminde
bütçenin temel finansman aracı hâline getirilmiştir.
Bütçe tasarısından halkımızın 2012 yılında da ağır vergi yükü
altında ezilmeye devam edeceği anlaşılıyor. Vergi gelirlerinin yüzde 11,4
oranında artması öngörülürken kurumlar vergisi payının yüzde 9,8’e düşeceği
açıkça ifade ediliyor. Bu durumda, 2012’de 30 milyar liralık bir vergi artışı
olacak ve bunun 20 milyar lirası dolaylı vergiler nedeniyle yurttaşlarımızın
cebinden çıkacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de 6 milyon 750 bin
civarındaki ücretlilerin ödediği vergi, 652 bin şirketimizin ödediği vergiyi
geçiyor. Asgari ücretlilerin ödediği vergi ise Türkiye’de 2010 yılında en fazla
kurumlar vergisi veren 100 firmanın 90’ının toplamını buluyor. Oysa OECD
ülkeleri içinde 9 ülke asgari ücrete hiç vergi uygulamazken 6 ülkede vergi
oranı yüzde 10’un altındadır. Türkiye ise yüzde 15’lik vergi oranıyla -bizim
ülkemiz- asgari ücretliden en fazla vergi alan ülke durumundadır. Ülkemizde
gelir ve sermaye kârlarından elde edilen toplam verginin yüzde 43’ü
ücretlilerin cebinden çıkmaktadır. Öte yandan, kayıt dışı ekonominin büyüklüğü
ise hâlâ yüzde 50’ler düzeyindedir.
Bu Hükûmet, dokuz yıllık iktidarı döneminde adaletli bir vergi
düzenini kuramamıştır, kurmamıştır. Tıpkı yoksulluğu artırarak sömürdüğü,
yönettiği ve iane düzeniyle oya tahvil ettiği gibi; tıpkı yargı reformu yerine
yargıyı yürütmenin kontrolüne alarak tüm muhalifleri baskı altına alma anlayışı
gibi vergi reformunu da bilerek ıskalamışlardır. Vergi, medya ve iş dünyası
üzerindeki “Bitaraf olan bertaraf olur.” tehdidinin en önemli silahı hâline getirilmiştir.
Bugün yurttaşlarımızın üzerindeki yük, sadece adaletsiz vergiler
de değildir. Elektrikte olduğu gibi TRT payı, sayaç okuma bedeli, kayıp-kaçak
bedeli ve benzeri adlar altında dokuz kalem “sorma ver vergisi”, ayrıca
“verginin de vergisi” yasadışı olarak bizzat devletin kendisi tarafından
halkımızın cebinden alınmaktadır. Tüketici hakem heyetleri “Bunlar haksızdır,
tüketiciye parasını iade edin.” diyor ama aynı ücretler alınmaya devam
ediliyor. Elektrikte yılda 800 milyon liralık kayıp-kaçak tespit ediliyor.
Bunu, kanunsuz şekilde faturalara yansıtarak, halkımızın cebinden tahsil
ediyorsunuz.
Yılda yaklaşık 2 milyar TL tutarında para kredi kartı ücreti ve
benzeri adlar altında haksız bir şekilde halkımızın cebinden alınıyor, sesinizi
çıkarmıyorsunuz. Adına “güncelleme” dediğiniz zamlarla, vergi artışlarıyla
halkı ezmeye devam ediyorsunuz. 2011 için yüzde 5,3 olarak hedeflediğiniz
enflasyon şimdiden çift haneli rakamlara ulaştı. Şimdi, işçinin, memurun,
emeklinin cebinden aldığınız parayı geri ödemeyi düşünüyor musunuz yoksa dar ve
sabit gelirli yurttaşlarımızı bir de enflasyona mı ezdireceksiniz?
AKP hükûmetleri döneminde dünyanın en pahalı benzinini biz
kullandık, kullanıyoruz, dünyanın en yüksek vergilerini bizim halkımız ödüyor,
dünyanın en pahalı zirai ilacını, gübresini, mazotunu bizim çiftçimiz
kullanıyor, ürettiğini de en ucuza satan yine bizim çiftçimiz. Dünyanın en
pahalı enerji maliyetlerini, istihdam vergilerini, faizini ve şimdi de kur
riskini üstlenen yine bizim sanayicimiz.
Değerli milletvekilleri, biliyorum İzmir’de yaşananları merak
ediyorsunuz, şu anda Cumhuriyet Halk Partili belediyeler Hükûmetin yarattığı
büyük bir baskı altındadır, özellikle yerel seçimlerde ele geçiremediğiniz
İzmir Büyükşehir Belediyesini vergi denetmenleri, mülkiye müfettişleri,
Sayıştay denetçileri, bilirkişi heyetleri ve özel yetkili savcılarınızla
ablukaya almış durumdasınız. Diyarbakır’dan İzmir’e özel olarak gönderilen
başsavcı henüz operasyonun başında İzmir Büyükşehir Belediyesinde 300 suçlunun
olduğunu kamuoyuna ilan ediyor. Başsavcının açıklamaları hakkında bu HSYK bile
soruşturma açmak zorunda kalmıştır. Sayın Maliye Bakanına “2010’dan bu yana
hangi büyükşehir belediyelerinde denetim yaptınız, şu anda hangilerini
denetliyorsunuz?” diye soru önergesi yönelttik fakat Sayın Bakan, dün elimize
ulaşan cevabında “Vergi Usul Kanunu’nun 5’inci maddesi gereğince açıklayamam.”
diyor. Sayın Bakan, açıklayamayacağınızı biliyoruz ancak gerekçeniz yanlıştır.
Biz size İzmir’deki denetim faaliyetinizi anlatalım: 5 Sayıştay
denetçisi, 2 mülkiye müfettişi, yaklaşık 20 bilirkişi heyeti bir yıldır denetim
ve inceleme yapıyor. Ayrıca, 52 vergi denetmeniniz 2006, 2007, 2008 ve 2009
defterlerini incelemek üzere belediye ve bağlı şirketlerinde
görevlendirilmiştir. 2006 yılını daha yeni bitiren bu denetmenlerin bu hesapla
üç yıl daha burada kalacakları anlaşılıyor yani hedefiniz yerel seçimler. 52
elemanınız bütün belgeleri didik didik tarayıp âdeta suç yaratmaya
çalışıyorlar. Büyükşehrin dokuz şirketinde inceleme yapan denetmenler sadece
kayıtlara bakmıyor, bir de bu şirketlerle iş yapmış olan 10 binlerce İzmirli
esnafı, tüccarı sorguya çekiyorlar. Vergi denetmenlerinin belediyelerde
inceleme yapması alışılagelmiş bir durum değildir. Zira, belediye ve bağlı
kuruluşları kâr amacı gütmeyen kamu kurumlarıdır. Ayrıca, bu vergi
denetmenlerine bir de hukuka aykırı şekilde bilirkişilik görevi veriliyor yani
sizin emrinizde çalışan, tayini, terfisi, geleceği sizin elinizde olan vergi
memurlarına özel yetkili mahkemeleriniz bir de bilirkişilik yaptırıyor. Buna
denetlenme denmez, buna baskı denir, zulüm denir, engelleme denir. Başbakan “Ben
de soruşturma geçirdim.” diyor. Acaba bu denli bir zulüm gördü mü? “Şimdi sıra
bizde.” diyerek kendi yaşadıklarınızın kat kat fazlasını muhalefete mi yaşatmak
istiyorsunuz?
Ayrıca, değerli milletvekilleri, Ulaştırma Bakanı İzmir’de
Büyükşehir Belediyesinin gerçekleştirdiği Türkiye'nin en uzun 80 kilometrelik
şehir içi raylı sistem projemizi sahiplenmeye kalkıyor. Bu proje rahmetli Ahmet
Piriştina’nın projesidir. Gerçekleştirmek Aziz Başkana nasip olmuştur. Proje
maliyetinin tamamı 600 trilyon TL Büyükşehir Belediyesinin öz kaynaklarından
karşılanmıştır. Devlet Demiryolları sadece iki yüz yıllık, Fransızlardan kalma
demir yolu hattını tahsis etmiştir. İzmir Büyükşehir Belediyesi kentin su
ihtiyacını çözmek için baraj yapmak istiyor, “İzmir’in yeterince suyu var.”
denerek engelleniyor. Fakat barajın su havzaları üzerinde altın madenciliği
faaliyetine izin veriliyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi Bakanlar Kurulunun onayına sunulmak
üzere dokuz adet kentsel dönüşüm projesi gönderdi. Ankara’nın projelerini bir
günde onaylayan AKP Hükûmeti İzmir’in projelerini on aydır bekletiyor.
Gazeteciler İzmir’deki ithal bakanlardan Sayın Binali Yıldırım’a soruyorlar “Bu
projeler neden bekletiliyor?” diye. “Haberimiz yok. Ama bunlar Belediyenin
boyunu aşar, müşterek yapmak lazım.” diyor. Sayın Bakan, siz, İzmir’in
milletvekilisiniz, Bakanlar Kurulu üyesisiniz. On aydır bekletilen
projelerimizden nasıl haberiniz olmaz?
Bakın, İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kadifekale’de dört dörtlük bir
kentsel dönüşüm gerçekleştirdi, hem de rant için değil, halk için. Boşaltılan
bölgede 400 dönümlük araziyi kent ormanı hâline getirdi yani kentsel dönüşüm
için hem tecrübeye hem de kamu yararı bilincine sahip bir belediye var
karşınızda. Siz de bir şeyler yapmak istiyorsanız buyurun yapın, sizi tutan yok
ama İzmir’i siyasi hırslarınıza kurban etmeyin. Gönüllerine girmek
istiyorsanız, İzmirlileri cezalandırmayın, kentsel dönüşüm projelerini bir an
önce onaylayın, İzmirlileri ölüme ve susuzluğa mahkûm etmeyin.
Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin büyük projeler
gerçekleştirmesi karşısında “Solcular icraat yapamaz.” şeklindeki kara
propagandanızın yerle bir oluşunu kabul edemiyorsunuz.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak “Taşeronluğu kaldıracağız.” dedik.
Dediğimizde, Başbakan “Önce İzmir’de kaldırın da görelim.” demişti. İzmir
Büyükşehir Belediyemiz, kölelik düzeni taşeronluğu kökünden kaldırmıştır. Yoksa
bunun mu bedelini ödetiyorsunuz?
İzmir’e karşı giriştiğiniz bu tertip, aslında Türk demokrasisine
karşı başlatılmıştır çünkü İzmir, özgürlüğün, demokrasinin, hukukun, birlikte
barış içinde yaşamanın, direnişin simgesidir.
Şimdi de denetmen ve müfettiş ordularınızla, özel yetkili
savcılarla, ithal bakanlarınızla İzmir’e yükleniyorsunuz. Yarattığınız baskı ve
tehditleri fırsata dönüştüreceğiz. İzmir’den, Aydın’dan, Antalya’dan,
Mersin’den, Muğla’dan yola çıktık; Bursa’yı, İstanbul’u, Ankara’yı da alacağız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALAATTİN YÜKSEL (Devamla) – Bekle bizi İstanbul, bekle bizi
Ankara, bekle bizi Türkiye; ilk seçimde özlediğiniz sosyal demokrat
politikacılara yeniden kavuşacağınıza emin olun. (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET AYDIN (Adıyaman) – İnandın mı söylediğine?
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yüksel.
Sayın milletvekilleri, Dünya İnsan Hakları Haftası nedeniyle dört
grubumuzun, Mecliste grubu bulunan dört siyasi partimizin grup başkan
vekillerine yerlerinden söz vereceğim ama gruplar adına konuşmalar bittikten
sonra söz vereceğim. Sayın grup başkan vekilleri sisteme girerlerse onu
açacağım.
Şimdi, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Hakkâri Milletvekili
Sayın Adil Kurt.
Buyurun Sayın Kurt. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA ADİL KURT (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Grubumuz adına 6’ncı madde üzerine söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün burada rakamların sıkıcılığına
sığınmak yerine, ben biraz bu rakam atmosferinin dışına çıkarak kendi cephemden
Orta Doğu’da olup bitenleri, Türkiye'nin Orta Doğu’ya bakışı ve buradaki rolü
üzerinde durmak istiyorum.
Maalesef etrafımızda olup bitenleri bugüne kadar halkların lehine,
halkların geleceğini garanti altına alabilecek, bölgemizde barışı
kalıcılaştıracak adımlar atmaktan uzak olduğumuzu başta ifade etmek isterim.
Orta Doğu yüz yıl sonra yeniden şekilleniyor. İngilizler eliyle 20’nci yüzyılın
başında şekillendirilen Orta Doğu bugün Amerika’nın eliyle yeniden
şekillendirilmek isteniyor. Yeni bir dizayn sürecine girildi. Arap baharı,
aslında bu dizayn sürecinin başlangıç noktası olarak ele alındı ancak Kuzey Afrika’da
başlayan Arap baharı, tek başına toplumsal muhalefet olarak kendini geleceğe
taşıyabilecek bir fikir yapısına sahip olmadığı için şu anda ciddi bir yol
ayrımındadır. Bu yol ayrımında Arap baharının demokrasiye evrilmesi kadar
radikalizme, radikal İslam’a evrilmesi de o kadar mümkündür, hatta daha büyük
bir olasılıktır.
Dolayısıyla, Kuzey Afrika’da başlayan bu süreç eğer bizi de
yakından ilgilendiren Orta Doğu sınırları içerisinde demokrasiden yana bir ivme
kazanmazsa çok ciddi sıkıntılar yaşamış olacağız.
Burada, özellikle 20’nci yüzyılın başından itibaren şekillenen Orta
Doğu’da Kürt dünyasının parçalanmışlığı bu sorunun anahtarı durumundadır, bu
sorunun çözümünde anahtar rol pozisyonundadır. İran’la Türkiye’nin Kürtler
üzerine uzlaşma dışında mevcut durumda çizgilerini çakıştıracak hiçbir ortak
yanları yoktur. İran’ın Selahaddin Eyyubi döneminden itibaren kaybettiği İslam
iktidarı kendisi açısından tarihsel bir ukdedir ve bugün yeniden o iktidarlaşma
süreci içerisindedir ve buna göre arayışlarını belirliyor. İran, verimli hilal
bölgesinde, Irak, Suriye ve daha ötesi Mısır’a kadar ki Fatımi halifesinin
oturduğu mekân olan Mısır’a kadar yeni bir Şii koridoru açma arayışı
içerisindedir. Bu, Selahaddin Eyyubi döneminde kaybedilen iktidarın yeniden
kazanılması anlamına geliyor, hedef bu. Türkiye’nin burada oynadığı misyon, daha
çok Sünni iktidarı yeniden canlı tutmak, diri tutmak, Sünni mezhebin elindeki
Orta Doğu dengesinde söz sahibi olabilmektir. Aslında, uzun vadede baktığınız
zaman özellikle Batı dünyasının hem Türkiye’yi hem İran’ı Orta Doğu’da büyük
bir kaosun içerisine çektiklerini görürüz. Maalesef bizler de günlük
politikalarımızla Batı Avrupa’nın, Amerika’nın değirmenine su taşıyoruz. Zaman
zaman alevlenen mezhep söylemi, mezhep dayanışması söyleminin perde arkasında
yatan gerçeklik budur, bu rekabet anlayışıdır. Bu rekabet anlayışı içerisinde
bizim Orta Doğu’yu kazanma gibi bir şansımız yoktur, Orta Doğu’da rol model
olma şansımız da yoktur. Ama unutmamamız gerekir ki Orta Doğu’nun bu yeni
şekillenişinde eskiye dönüş asla mümkün olmayacaktır. Halklar açısından ok yaydan
çıkmıştır. Bu süreçte Türkiye’nin Kürt sorununda atacağı adımlar, geliştireceği
yaklaşım Türkiye’nin Orta Doğu’ya rol model olup olmayacağına işaret edecektir.
Belirleyici nokta burasıdır. Biz, her türlü mezhep çekişmesinin ötesinde, Orta
Doğu’da halkların ittifakına dayalı, Amerika ve Batı Avrupa’nın -ki son
dönemlerde Rusya, Şangay Beşlisi de çok aktif olarak bu sürecin içerisine dâhil
olmaya çalışıyorlar- onların dışında Orta Doğu’da halkların, bizlerin,
kendisinin karar vereceği bir sürece dâhil olmak istiyor.
Suriye’de olup bitenlerden hiç kimse hoşnut değildir, biz de
hoşnut değiliz. İran’da olup bitenlerden hiç hoşnut olmadık, bundan sonra da bu
şekilde devam ederse hoşnut olmak da mümkün değildir. Ama unutmamak gerekir ki
Türkiye’nin Suriye refleksinin merkezinde Kürt politikası yatıyor. Eğer
Suriye’de bugün Kürtlerin geleceği söz konusu olmamış olsaydı, Türkiye nasıl
1982’de Hama’daki katliama sessiz kaldıysa bugün de sessiz kalırdı. Bunu inkâr
etme şansımız yoktur. Orta Doğu’da Kürtlerle ittifakını güçlendirecek yapı -ki
biz o yapının seküler durumundan kaynaklı olarak, seküler duruşundan kaynaklı
olarak Türkiye ve Kürtler olduğuna inanıyoruz- Orta Doğu’daki halkların
demokratikleşme yönündeki gidişatına öncü olabileceğini düşünüyoruz.
Dolayısıyla, Türkiye’ye burada düşen çekim merkezi olmaktır. Bu Meclisin
üreteceği politikalar, bu Mecliste konuşulacak olan şeyler aslında halkların
geleceğine bu boyutuyla ön açıcı olabilir, ivme kazandırıcı olabilir.
Sıkça söylediğiniz bir ifadeyi burada tekrar ifade etmekten imtina
etmeyeceğim: Değerli arkadaşlar, “Türkiye Kürtlerle büyür, Kürtlersiz küçülür.”
İşte Orta Doğu’nun yeniden şekillendiği bu dönemde Türkiye, Kürt halkıyla, ki
sadece Türkiye’de yaşayan Kürtleri kastetmiyorum, bütün Kürtler açısından, dört
parçada yaşayan Kürtler açısından, başta Federal Kürdistan Bölgesi olmak üzere,
onlar açısından cazibe merkezî durumuna gelirse, işte Türkiye’yi o zaman
Batı’nın tahakkümünden kurtarmış oluruz, o zaman Türkiye’yi Orta Doğu’da büyük
ülke, rol modeli olabilecek ülke pozisyonuna getirebiliriz ama mevcut
politikalarla, mevcut dış politikayla bu gidişat bizi kaosa sürükler. Bu
gidişat bizi İran’la mezhep çekişmesi içerisinde boğup birileri de gelip
bölgeyi yeniden parselleme şansına sahip olacaklardır.
Bunu başaramadığımız zaman, bunu yapamadığımız zaman
çocuklarımıza, bilmemiz gerekir ki, vereceğimiz hesabımız vardır. Beş yıl sonra
Türkiye’yi bu pozisyonda konuşamayabiliriz. Hatta iki yıl sonra Türkiye’yi bu
pozisyonda konuşamayabiliriz. Mevcut durumda Kürtlerin tamamı Türkiye merkezli,
daha doğrusu Ankara merkezli geliştirilen politikalara yönünü dönmüş durumdalar
ama mevcut Kürt siyasi jenerasyon bu ittifakı Türkiye’yle başaramazsa, Türkiye
bu ittifakı başaramazsa yeni jenerasyonun yönü Türkiye değildir. O zaman hep birlikte
Orta Doğu’da kaybedeceğiz. Küçük küçük devletçikler oluşturulabilir ama bu
devletçikler -ki o zaman Türkiye de bir devletçiğe dönüştürülmüş olacaktır- hiç
kimseye fayda sağlamayacaktır.
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kurt.
Sayın Şandır, buyurun.
III.- AÇIKLAMALAR
1.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, 10-17 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası’na ilişkin
açıklaması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz 10-17 Aralık arası Dünya
İnsan Hakları Haftası. İnsan, yaratılmışların en şereflisi. Tüm yaratılmışlık
insanın etrafında kurulmuş. Dolayısıyla, insanın insan olmaktan kaynaklanan
hakları hepimizin en büyük ortak paydası. Bunların savunulması, herkes için
savunulması, dünyanın her yeri için savunulması bizler için, herkes için çok
önemli bir sorumluluktur, insan olmanın gereğidir. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
olarak insan haklarını çok önemsiyor ve değerli buluyoruz. Bu konuda, dünyanın
birçok bölgesinde yaşayan Türk soylu insanların gördüğü mezalimi de dikkate
çekmek istiyorum. Özellikle Çin ve Rusya coğrafyasında, Türk olduklarından…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Buldan…
2.- Iğdır Milletvekili
Pervin Buldan’ın, 10-17 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası’na ilişkin
açıklaması
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Evet, 10-17 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası ve İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 63’üncü yıl dönümü. Dolayısıyla, biz
de bu günü önemsiyoruz ama insan hakları konusunda karnesi en zayıf ülkelerden
birisi olduğumuzu da ifade etmek isterim. Ölümlerin, tutuklamaların bolca
yaşandığı bir coğrafyadayız çünkü. Bugün yine güne Diyarbakır ve Batman’da
yapılan operasyonlara ve gözaltılarına gözlerimizi açtık. Umut ediyor ve
diliyoruz ki artık bizim ülkemizde de insanlar özgürce yaşayabilsin.
Ölümlerin ve tutuklamaların olmadığı, annelerin ağlamadığı bir
Türkiye özlemiyle saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi…
3.- İstanbul Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, 10-17 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası’na ilişkin
açıklaması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Altmış üç yıl önce 10 Aralık 1948 tarihinde İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi Birleşmiş Milletler tarafından kabul edildi. Ne yazık ki Evrensel
Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı bir uluslararası düzen hâlâ
kurulabilmiş değildir. Bunu başarmış olan ülkeler var, başaramamış olan ülkeler
var, Türkiye de başaramamış olan ülkeler arasında.
Bugün bilim adamları, gazeteciler, öğrenciler, iktidar karşıtı
görüşü olanlar, muhalif olanlar, polis soruşturmalarında ortaya konulan
fezlekelerin kopyası iddianamelerle yargılanmaktadırlar. Hapishanelerde 120 bin
insanımız var, bunların yarısı tutuklu. Tutuklulara mahkûm gözüyle bakan bir
anlayış iktidarda, faili meçhuller var, öğrenciler hapishanelerde…
Türkiye'nin bunlardan kurtulacağı, gerçekten insan hak ve
özgürlüklerine dayalı bir demokrasiyi gerçekleştireceği özlemi ve dileğiyle
hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Sayın Aydın…
4.- Adıyaman Milletvekili
Ahmet Aydın’ın, 10-17 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası’na ilişkin açıklaması
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Asgari müşterekte paylaşılması icap eden insan hakları, hiçbir
şekilde dil, din, ırk, mezhep, cinsiyet, siyasal görüş, kültürel farklılık
gözetmeksizin uğruna mücadele edilmesi gereken ortak bir ideal olarak
algılanmalıdır. Bunun içindir ki AK PARTİ İktidarı döneminde bu amaca ulaşmak
için insan hakları alanında çok ciddi ilerlemeler kaydedilmiş, yapılan
düzenlemeler ve demokratik yaklaşımla insan hakları bilincinin ülkemizde
yerleşmesi için çaba sarf edilmiştir.
Günümüzde gerek küresel manada gerekse bölgesel manada
baktığımızda evrensel değerlerden ve ideallerden yoksun olan toplumların içinde
bulundukları durum tüm insanlığa ibret olmalıdır. İnsan haklarından ve
değerlerinden ayrı kalan milletler ne yazık ki eksikliklerini gideremedikleri
sürece medeniyetlerini de ileri götürme noktasından uzak kalacaklardır.
Bugün Türkiye’mizde özellikle son yıllarda yaşanan gelişmeler ve
demokratik anlamda ciddi manada atılan adımlar neticesinde insanımız kendine
olan özgüveniyle birlik ve beraberlik içerisinde, barıştan yana yarınlarını
inşa etmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
II.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S.
Sayısı: 87) (Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki
İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S. Sayısı: 88) (Devam)
BAŞKAN – Gruplar adına söz talepleri tamamlanmıştır.
Şimdi şahısları adına söz taleplerine geçiyorum.
İlk söz, Van Milletvekili Sayın Burhan Kayatürk’e aittir.
Buyurunuz Sayın Kayatürk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BURHAN KAYATÜRK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2011 yılı bütçesi maddeleri üzerinde söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Konu gelir-gider bütçesi olunca, Batı ekonomileri bir bir
yıkılırken Türkiye ekonomisinin büyüme rekorlarını nasıl kırdığını, bazı AB
ülkelerinde işsizlik yüzde 20’lerdeyken ülkemizde bu oranın yüzde 8,8’e nasıl
indiğini, kısacası, 2002’de Türkiye dünyanın en büyük 27’nci ekonomisiyken
bugün 16 veya 17’nci sıraya nasıl yükseldiğini doğrusu anlatmak isterdim ancak
siz Van Milletvekiliyken ve Van’da da bu kadar büyük bir deprem felaketi varken
bu felaketi anlatmaktan başka çaremiz yok.
Evet, değerli arkadaşlar, Van depremi 700 bin insanı dışarıda
bırakacak kadar büyük bir felaket. Hasarlı olsun veya olmasın insanlar evlerine
girmeye cesaret edemiyor çünkü sayıları 6 bini bulan sarsıntılar devam ediyor
ve bana göre bölgedeki en büyük problem burada. Ancak Türkiye, devletiyle,
hükûmetiyle, valisi ve kaymakamıyla bütün yetkilileriyle bir depremde ilk defa
bu kadar hızlı müdahalede bulunmuş ve elinden geleni yapmıştır.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Bingöl depremine bu kadar kısa sürede
müdahale etmediniz mi? Elâzığ depremine, Bingöl depremine…
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) - Sayın Başbakanımız depremden sadece
birkaç saat sonra neredeyse kabinenin yarısı ile deprem bölgesindeydi. Bir ay
boyunca hemen hemen her gün 8-10 bakanımız ve 1 başbakan yardımcımız bizimle
birlikteydi.
99 Marmara depreminde hükûmetin müdahalesini unutmuş değiliz.
Babamı ve kardeşimi de kaybettiğimiz 76 Çaldıran depreminde kardeşimin
cenazesine ancak üç buçuk ay sonra ulaşabildik. Van depreminde bırakın üç buçuk
ayı, üç buçuk gün içerisinde neredeyse enkaz altında insanımız kalmadı. Çünkü,
3.940 kurtarma ekibi çalışanı vardı. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
MUSTAFA SERDAR SOYDAN (Çanakkale) – Madencilerin kemikleri
sızlıyor, madencilerin!
VELİ AĞBABA (Malatya) – Bir de Vanlısın ya, biraz doğruları konuş!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, rica ediyorum, lütfen…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ayıp canım, böyle de konuşulmaz ki Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Ama e konuşur…
Yapmayın ne olur. Onun penceresinden öyle görünüyordur.
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) – Sayın milletvekilleri, dinlerseniz…
209 insanımız, Allah’a hamdolsun, canlı çıkarıldı. Yaralılar
onlarca hava ambulansı ve yüzlerce kara yolu ambulansıyla çok hızlı bir şekilde
bölge hastanelerine taşındı.
MUSTAFA SERDAR SOYDAN (Çanakkale) – Çadırdakiler de ölüyor!
VELİ AĞBABA (Malatya) – Dünyada eşi örneği yok, kurtarma ekipleri
enkaz altında kalıp ölüyor ya!
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) – Depremzedelere gıda, giyim, battaniye
ve ısıtıcı gibi ihtiyaçlar en kısa sürede ulaştırıldı. Yetkililerin verdiği
bilgiye göre, bugüne kadar 75 bin tane çadır, hemşehrilerimize,
depremzedelerimize dağıtılmış, 22 bin konteynerin 10 bin tanesi köylere ulaştı
ve geri kalan 12 binin de ulaşması için canla başla uğraşılıyor.
Hasarlı olan köylerin tamamına 3.440 tane büyük hayvan çadırı
dağıtılmış, ayrıca depremzede çiftçimize hayvan destekleme yardımı olarak 40
milyon Türk lirası hibe yapılmış. Vanlı depremzedelerin gittiği 80 ilin
valiliklerine 18 milyon Türk lirası gönderilmiş. Değerli arkadaşlar, bugüne
kadar harcanan para 414 milyon Türk lirası yani eski parayla 414 trilyon.
Şimdi, kalıcı konutlara başladık. 2.944 konutun temeli atıldı.
Çalışmalar kışa rağmen hızla devam ediyor, 15 bin konutun ihalesi için de
talimat verildi ve çok yakında başlayacak.
Allah’ın izniyle biz bu depremi Van, Erciş ve köylerimiz için bir
fırsata dönüştüreceğiz. 2014’te büyükşehir olacak Van’ı gerçek bir metropol ve
köylerimizi de köy-kent’ler yapmak için canla başla uğraşacağız.
Bu depremde bizimle birlikte olan bütün halkımıza teşekkür
ediyoruz. Cumhurbaşkanımıza, Başbakanımıza, siyasi partilerin değerli lider ve
temsilcilerine, sivil toplum kuruluşlarına, yurt dışındaki dostlarımıza ve
tabii, doktor Miyazaki’ye burada biz Vanlılar adına şükranlarımızı sunuyoruz.
Ben bu Vanlı hemşehrilerimize, 700 bin insanımıza bundan sonra
Türkiye'nin her tarafından ve Van’dan da yardımların kendilerine ulaşması için
gayret gösterilmesi gerektiğine inanıyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) - Biz 4 milletvekili bunu takip
edeceğiz. Yirmi dokuz gün Van’da kaldık.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kayatürk.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, Kütahya Simav depremi,
Elâzığ depremi, Bingöl depremi bu Hükûmet zamanında olmuştur. Acaba o
depremlere neden bu kısa sürede müdahale edilmemiştir? Hükûmetin sorumluluğuna bunu
tevdi ediyorum.
Sayın Başkan, Sayın Konuşmacı, konuşmasında “İlk defa bu kadar
çabuk müdahale edilmiştir depreme.” dedi. Diğer üç depreme acaba neden erken
müdahale edilmedi? Bunun sorumluluğunu Hükûmete tevdi ediyorum.
BAŞKAN – Şahıslar adına son söz Yalova Milletvekili Sayın Temel
Coşkun.
Buyurun Sayın Coşkun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
TEMEL COŞKUN (Yalova) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı’nın 6’ncı maddesi hakkında şahsım
adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesile ile yüce heyetinizi ve bizleri
televizyon başında izleyen aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum
Değerli milletvekilleri, esasen her şeyi rakamlar söylüyor. Dünya
ekonomik sıkıntılarla çalkalanırken büyüme hızımız, işsizliğin düşüşü ve
ekonomik verilerimiz ortadadır. Dünyanın gıpta ile izlediği bu İktidarın bir
mensubu olmaktan gurur duyuyorum. Bu başarılı çalışmalarda emeği geçen herkese,
başta Sayın Başbakanımıza saygılarımı sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, ülkemiz 2002 yılından itibaren AK PARTİ
hükûmetleri ile topyekûn bir kalkınma sürecine girmiştir. Türkiye artık
bölgesel ve küresel ilham kaynağı hâline gelmiştir. Türkiye dünyanın en büyük
16 ve Avrupa’nın en büyük 6’ncı ekonomisiyle 2012 yılına damgasını vurmuştur.
Son dokuz yılda, ülkemiz insanının artan yaşam kalitesi her gün daha da
artmaktadır.
AK PARTİ İktidarından önce başlayan, hükûmetler ve bakanlar
değişmesine rağmen bir türlü bitirilemeyen Karadeniz Sahil Yolu, Bolu Tüneli
gibi birçok proje hızla tamamlandığı gibi, Marmaray, Tüp Geçit, İstanbul’u
İzmir’e bağlayan Yalova’ya önemli katkı sağlayacak Körfez Köprü’sü gibi yeni
projeler de halkımızın hizmetine sunulmuştur.
Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye dönüşüyor, gelişiyor,
insanlarımız özlemlerine kavuşuyor. Huzurun, güvenin hayatın her alanında
hissedilmesiyle beraber halkımızın umutları gerçek oluyor ve adalet terazisi
yukarıdan aşağıya yeniden dengeye oturuyor.
Değerli milletvekilleri, artık bu ülkenin kapısında nöbet tutan
IMF’yi unuttuk. Rüyalarımıza giren enflasyonu ve çok sıfırlı paraları unuttuk.
Hafızalarımıza kazınan zamları unuttuk. Hastane önlerindeki kuyrukları unuttuk.
Okullardaki kara tahta dönemini, 50 kişilik sınıfları unuttuk.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Nerede yaşıyorsun sen ya! Ankara’nın
göbeğinde bile bu söylediklerin var be!
TEMEL COŞKUN (Devamla) –
Ders kitaplarının bulunamadığı, karaborsaya düştüğü günleri unuttuk. Reçete
ellerimizde eczane eczane dolaştığımız, ilaç bulamadığımız, çaresiz günleri
unuttuk. Ameliyat masalarında rehin kalan hastalarımızı unuttuk. Allah o
günleri bir daha geri getirmesin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Saygıdeğer milletvekilleri, burada muhalefeti dinleyince, sanki
ülkemizde iyi giden hiçbir şey yokmuşçasına yakınmalar, suçlamalar ve
karalamalar var, yapılanları görmemek var ancak ne hikmetse halkımızın arasına
gittiğimizde, milletimizle buluştuğumuzda, gerçekleri ve yapılanları yerinde
görüyoruz. Sözün de, kararın da sahibi halkımıza “Hükûmetten memnun musunuz?”
diye sorduğumuzda, ne diyorlar biliyor musunuz? “Biz boş laf üreteni ve meydan
okuyanı da, iş yapanı, mütevazı olanı ve hizmet üreteni de gayet iyi biliyoruz.
Allah Başbakanımızı ve sizleri başımızdan eksik etmesin.” diyorlar.
Değerli milletvekilleri, milletimizin temsilcileri olarak önemli sorumluluklarımız ve görevlerimiz var. İşte, bu
görev ve sorumluluklarımızı yerine getirirsek gece rahat uyur, gelecek
nesillere ve bu görevi bize veren milletimize güven veririz. 24’üncü Dönem
Meclis çalışmalarından ve biz milletvekillerinden halkımızın beklentileri çok
büyük. En başta yeni anayasa olmak üzere, demokrasinin önünde her ne engel
varsa kaldırmak, Avrupa Birliği sürecine katkı sağlamak, terör belasına beraber
çözüm bulmak, yüce Meclisin özellikle bu dönemki en önemli sorumlulukları
arasındadır. Bunları başardığımız zaman inanın hepimiz bunun onurunu
yaşayacağız ve bu dönem tarihe geçecektir. Şunu bilelim ki bu millet kavgadan,
boş laftan hoşlanmıyor, bizden örnek hareketler bekliyor, nezaket ve zarafet
bekliyor ve en önemlisi, dokuz yıldır olduğu gibi yeni hizmetler bekliyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bütçe ile eğitim,
sağlık…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TEMEL COŞKUN (Devamla) - …spordan sanata her alanda yeni
gelişmeler katedilecektir.
Bu vesileyle yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Coşkun.
Şimdi soru-cevap işlemine geçiyorum.
On dakikadır, beş dakika sayın milletvekillerine, beş dakika da
cevap için Sayın Bakana söz vereceğim.
Sayın Korkmaz…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Son on yılda üretimi ve özellikle yerli üretimi ihmal eden ve
ucuz, kalitesiz Uzak Doğu mallarının piyasaları işgal etmesiyle birlikte millî
sanayiyi ve ticareti çökerten, paranın dolaşım hızını düşüren yanlış ekonomi
politikalarınız dolayısıyla esnaf, sanatkâr ve tüccarın satış ciroları düşmüş,
borçlarını ödeyemez hâle gelmişlerdir. Binlerce aile dramı, boşanmalar ve
intiharlar olmuştur. Ticaret yapmak ve çocuklarının nafakasını temin etmek
dışında bir gayesi olmayan insanlar hapislere düşmüş, sevdiklerinden ayrı
kalmışlardır. Çek Kanunu’nda borçlarını ödeyemeyen insanlarımızın hapse
girmesini önlemek üzere ne zaman bir değişiklik yapmayı düşünüyorsunuz?
Öte yandan, alacaklarını tahsil edemeyen vatandaşlarımızın bu
zararlarını karşılamak üzere bir sigorta ve tazmin sistemi için bir çalışmanız
var mıdır?
BAŞKAN – Sayın Ağbaba…
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakan, Hekimhan’a bağlı Hasançelebi
beldesinde yüz üç yıllık okul olan bir ilköğretim okulumuz, öğrencilere baskı
yapılarak, okula gönderilmeyerek kapatılmaya çalışılıyor. Dördüncü sınıfta bir
kişi eksiltilerek birleştirilmiş öğrenime geçildi. 119 öğrenciye 2 öğretmen
verildi, 58 öğrenciye 1 öğretmen düşüyor. Bugün ilköğretimde boykot var,
Hasançelebi’de boykot var. Hasançelebi, YİBO’ya gönderilmek isteniyor.
Ayrıca, Hasançelebi Lisesine rapor verilmesine rağmen, depremde
”Oturulamaz.” denmesine rağmen, yıkılmasına rağmen, hâlâ yeni bir okul
yapılmasına izin verilmiyor.
Ayrıca, Malatya Akçadağ Öğretmen Lisesi, Kemal Özalper İlköğretim
Okulu, depremde “Oturulamaz.” diye, “Normal şartlarda oturulamaz.” diye rapor
olmasına rağmen Bakanlığınız tarafından bütçe verilmediği için yapılamıyor. Bu
konuda bütçe vermenizi rica ediyoruz.
BAŞKAN – Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 5393 sayılı Kanun’un 49’uncu maddesine tabi olarak
belediyelerde ve il özel idarelerinde çalıştırılan sözleşmeli personele, bizzat
Sayın Başbakanın ağzından, 12 Haziran seçimleri öncesinde canlı yayınlarda
kadro sözü verilmiş olmasına rağmen bugüne kadar bu konuda bir adım
atılmamıştır. Lütfen, bu personelin kadroya geçirilmesi konusundaki net
görüşünüzü öğrenebilir miyim?
İkincisi, sayıları yüz binleri bulan iktisadi idari bilimler
fakültesi ve fen edebiyat fakültesi mezunlarının kamu kurum ve kuruluşlarında
istihdamına yönelik 2012 yılı programınız nedir? Bu fakültelerden mezunların
istihdamında kontenjan artırımı yapılacak mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Varlı…
MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, seçim bölgem Adana’da gerek ecri misil borçlarından
gerekse taşıt pulu borçlarından, çok küçük rakamlardan dolayı çiftçimizin
traktörüne veya Ziraat Bankasından alacağı paralara haciz konulmaktadır.
Çiftçimiz traktörüyle şehre gelip alışveriş yapmaktan veya pamuğunu getirip,
mısırını getirip satmaktan korkar hâle gelmiştir. Bu konuda vergi dairelerine
biraz daha yumuşak davranmaları konusunda bir talimat vermeyi düşünür müsünüz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Öz…
ALİ ÖZ (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
BAĞ-KUR borçlarını ve vergi borçlarını taksitlendirdiniz. Yalnız,
iki taksitini ödeyemeyen vatandaşları bu yapılandırmanın tekrar dışında
bıraktınız, başa döndürdünüz. Çok sayıda vatandaşımız da ekonomik sıkıntılar
nedeniyle bu ödemeleri yapamamıştır. Bunlar için yeni bir düzenleme yapmayı
düşünüyor musunuz?
Bir diğer sorum da, BAĞ-KUR prim borçlarını düzenli ödeyen bu
dürüst vatandaşlarımıza basamak ödülü veya emekli ikramiyesinde artış gibi bir
pozitif ayrımcılık yapmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Halaçoğlu…
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ülkemizde önemli miktarda mazot kaçakçılığı yapıldığı, ülkenin her
köşesinde petrol istasyonlarında düşük fiyatla satılan mazotlardan
anlaşılmaktadır. Kaçak mazot satımı sebebiyle, dürüst, kayıt altındaki petrol
satış istasyonları zarar etmekte, birçoğu da kapanmaktadır. Bu kayıt dışı
mazotun 2005 yılından itibaren yıl yıl bütçeye zararı ne kadardır? Kaçakçılığın
önlenmesi için ne gibi tedbirler almayı düşünüyorsunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Türkoğlu…
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, bütçenin gelir kalemleri içerisinde ağırlıklı
olarak vergi öne çıkmakta. Vergi gelirlerinin içerisinde de dolaylı vergiler
yüzde 76 oranına ulaşmış. Bu oran İktidarınız döneminde artarak bu noktaya
gelmiş.
Merak ettiğim şey şu: Dolaylı vergiler hem zenginin hem fakirin,
millî gelirden aynı payı almamalarına rağmen aynı oranda ödedikleri vergiler.
Bu ciddi bir adaletsizlik değil mi? Bunu önlemek için bir politikanız var mı?
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Birinci sorudan başlayarak cevaplandırmak istiyorum.
Tabii, Sayın Korkmaz’ın tarif ettiği ekonomik şartlar Türkiye’de
yok ama şunu söyleyeyim: Çek Kanunu’yla ilişkili olarak…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Beraber piyasayı dolaşalım
isterseniz.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Dolaşalım değerli
arkadaşlar. Yani işsizlik oranları son on yılın en düşük düzeyinde, büyüme
oldukça güçlü seyrediyor yani rakamlar ortada.
Şimdi, değerli arkadaşlar, Çek Kanunu’yla ilgili şu anda Adalet
Bakanımızın bir çalışması söz konusu. Adalet Bakanımız muhtemelen tasarıyı son
şekline getirdikten sonra Meclise getirecektir. Yani son şekli verilmediği için
ben bu konuda bir açıklamada bulunmak istemiyorum ama…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Bakan, her şey iyiyse şimdi
niye geri adım atıyorsunuz çekte?
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Değerli arkadaşlar, burada
felsefik bir tartışma söz konusudur; yani bu bir ekonomik, mali suçtur, bu
hapis cezasıyla cezalandırılmalı mı, cezalandırılmamalı mı? Dünyanın birçok
ülkesinde bu yönde bir uygulama yok. Dolayısıyla bu ekonomik…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Bir süre önce Çek Kanunu’ndaki
teklifimizi niye kabul etmediniz?
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Böyle soru-cevap olur mu
Sayın Başkan?
BAŞKAN – Sayın Korkmaz…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Cevap vereceksiniz!
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Ama şimdi benim cevap
vermeme…
BAŞKAN – Sayın Korkmaz…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Bir süre önceki teklifimizi niye
kabul etmediniz Sayın Bakan o zaman?
BAŞKAN – Sayın Korkmaz, bu sorunuzu niye soru sorarken sormadınız?
Yapmayın!
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Değerli arkadaşım, şimdi,
böyle bir usul var mı? Siz soruyu sorarken ben sizi dinledim; peki, siz beni
dinleme nezaketinde niye bulunmuyorsunuz?
Teşekkür ediyorum.
Adalet Bakanımız bu yönde bir çalışma yapıyor. Bu çalışma,
bildiğim kadarıyla, çekle ilgili olarak hapis cezalarını kaldırma yönündedir.
Bu yönde bir çalışma söz konusudur, bitince Meclisimize gelir.
Hasançelebi ile ilgili eğitim sorununa ben hemen el atacağım.
Hakikaten, eğer kaynak yetersizliğinden dolayı orada okul yapılmamışsa biz il
özel idaresine yedek ödenekten aktarırız.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakan…
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Bir müsaade edin, bakın,
cevap veriyorum ama.
Şimdi, bakın, dün, bir tek kalemde, 302 milyon lira, Millî Eğitim
Bakanlığına, yedek ödenekten ekstra, ilave kaynak aktardım sırf bu türden
okulların bitirilmesi ve yapılması için. Son dokuz yıldır yaklaşık 169 bin
derslik yaptık. Eğer orada bir eksiğimiz varsa o eksiğimizi mutlaka giderelim. Siz
bana bilgileri getirin, ben Millî Eğitim Bakanımıza bu konuda gereken desteği
veririm.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Şimdi, hemen vereyim Sayın Bakanım.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Adana’da ecri misil
konusuna gelince: Tabii ki değerli arkadaşlar, ecri misil bir kamu alacağıdır
veya taşıt pulu vesaire gibi hususlar, yani bunun yumuşağı, serti olmaz. Bizim
oradaki görevliler muhtemelen görevlerini yapıyorlardır. Eğer yanlış bir
uygulama varsa detaylarını bana getirin, ben o ilgili arkadaşlarımızı uyarırım
ama görevlerini yapıyorlarsa orada yapacak fazla bir şey yok.
Yine, aslında, BAĞ-KUR prim borcu yapılandırmasında iki taksiti
ödemeyen çok az mükellefimiz var. 6 milyondan fazla dosyayı, yaklaşık 6 milyon
mükellefimizi kapsayan bir yapılandırma söz konusuydu.
Benim bildiğim kadarıyla en son bana gelen rakamlar 700 bin
civarında mükellefimizin geride olduğu yönündeydi ama şimdi daha yeni yapılmış
bir düzenleme. İkinci bir düzenleme gündemde değil. Onun için mümkün olduğunca
arkadaşlarımız, mükelleflerimiz tabii ki yükümlülüklerini yerine getirirlerse
seviniriz.
Ülkemizde mazot kaçakçılığı geçmişte hakikaten çok yüksek
düzeylerdeydi. Önümde yeni veriler yok ama şunu söyleyeyim, akaryakıt
kaçakçılığıyla mücadele konusunda hakikaten vergi denetimi anlamında olsun,
Gelir İdaresindeki birimler anlamında
olsun, yine gümrükte olsun yoğun bir çalışma söz konusu, buna ilişkin bir eylem
planı söz konusu. O konuda elimizden geleni yapıyoruz. Yıllık bütçeye
maliyetinin ne olduğunu bilmiyorum, onu arkadaşlar çıkarttırırsa sizinle
paylaşırım.
Doğrudur, Türkiye’de dolaylı vergiler nispeten yüksektir fakat
değerli arkadaşlar, iddia edildiği gibi yüzde 76 oranında değildir. Ben bütçe
konuşmamda da ifade ettim, bütün uluslararası karşılaştırmalarda sosyal
güvenlik primleri de katılıyor, bizde yüzde 52 ile yüzde 48 civarındadır ama bu
oran yüksektir.
Değerli arkadaşlar, dolaylı vergiler nispeten adaletsiz
vergilerdir. Bunları azaltmanın tek yolu -bakın, çok açık ve net söylüyorum-
vergiyi tabana yaymaktır ama aynı zamanda gelir ve kazançlar üzerinden daha
fazla vergi almaktır.
Şimdi, Türkiye’de dolaylı vergi oranlarının çok yüksek olmasının
sebebi, dolaylı vergilerin -birkaç ürün hariç- çok yüksekliğinden değil bizim
kâr ve gelir üzerinden aldığımız vergilerin düşük kalmasından
kaynaklanmaktadır.
Türkiye’de kazanç ve gelirler üzerinden alınan vergilerin millî
gelire oranı yüzde 6’dır. Bakın, Avrupa Birliği ortalaması yüzde 13’tür.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Yabancılardan da alın efendim.
ALAATTİN YÜKSEL (İzmir) – Sayın Bakan, on yıldır iktidardasınız
elinizi tutan mı var, niye yapmıyorsunuz?
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Değerli arkadaşlar…
BAŞKAN – Sayın Bakan,
süremiz doldu, toparlarsanız…
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Peki, teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Siz de sayın milletvekilleri, beş dakikanın içinde cevap
veriliyor, o taraftan da siz konuşursanız…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Yapsaydınız, on senedir ülkeyi siz
yönetiyorsunuz!
BAŞKAN – Sayın Korkmaz, yapmayın…
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Değerli arkadaşlar, bakın,
bu sorun yeni bir sorun değildir, sizin ifade ettiğiniz kadar da büyük değildir
ama bir sorundur. Bu sorunu çözmek için inşallah gelir vergisi reformunu
yaptığımızda sizlerle birlikte çalışırız ve hakikaten doğrudan vergileri
beraber nasıl artırırız, birlikte gerek komisyonda gerek burada bu
düzenlemeleri yaparız.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - 6’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Birleşime bir saat ara veriyorum.
Kapanma Saati: 11.53
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 12.58
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral
AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ
(Tekirdağ), Mustafa HAMARAT (Ordu)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
39’uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
2012 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine
devam ediyoruz.
Komisyon? Burada
Hükûmet? Burada.
7’nci maddeyi okutuyorum:
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Bütçe Uygulamasına İlişkin
Hükümler
Gerektiğinde kullanılabilecek ödenekler
MADDE 7 - (1) Personel Giderlerini Karşılama Ödeneği:
Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli
idarelerin bütçelerine konulan ödeneklerin yetmeyeceği anlaşıldığı takdirde,
ilgili mevzuatının gerektirdiği giderler için "Personel Giderleri" ve
"Sosyal Güvenlik Kurumlarına Devlet Primi Giderleri" ile ilgili
mevcut veya yeni açılacak tertiplere, Maliye Bakanlığı bütçesinin
12.01.31.00-01.1.2.00-1-09.1 tertibinde yer alan ödenekten aktarma yapmaya,
(2) Yedek Ödenek:
Maliye Bakanlığı bütçesinin 12.01.31.00-01.1.2.00-1-09.6
tertibinde yer alan ödenekten, genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel
bütçeli idarelerin bütçelerinde mevcut veya yeni açılacak (01), (02), (03),
(05) ve (08) ekonomik kodlarını içeren tertipler ile çok acil ve zorunlu
hallerde (06) ve (07) ekonomik kodlarını içeren tertiplere aktarma yapmaya,
(3) Yatırımları Hızlandırma Ödeneği:
Maliye Bakanlığı bütçesinin 12.01.31.00-01.1.2.00-1-09.3
tertibinde yer alan ödenekten, 2012 Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu
ve İzlenmesine Dair Karar esaslarına uyularak, 2012 Yılı Yatırım Programının
uygulama durumuna göre gerektiğinde öncelikli sektörlerde yer alan yatırımların
hızlandırılması veya yılı içinde gelişen şartlara göre öncelikli sektör ve alt
sektörlerde yer alan ve programa yeni alınması gereken projelere ödenek tahsisi
veya ödeneklerinin artırılmasında kullanılmak üzere genel bütçe kapsamındaki
kamu idareleri ile özel bütçeli idarelerin projelerine ilişkin mevcut veya yeni
açılacak tertiplere aktarma yapmaya,
(4) Doğal Afet Giderlerini Karşılama Ödeneği:
Maliye Bakanlığı bütçesinin 12.01.31.00-01.1.2.00-1-09.5
tertibinde yer alan ödeneği, yatırım nitelikli giderler açısından yılı yatırım
programı ile ilişkilendirilmek kaydıyla genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri
ile özel bütçeli idarelerin her türlü doğal afet giderlerini karşılamak
amacıyla mevcut veya yeni açılacak tertiplerine aktarmaya,
Maliye Bakanı yetkilidir.
BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz Milliyetçi Hareket
Partisi Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Günal’a aittir.
Buyurun Sayın Günal. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, şu anda bütçe görüşmeleri yapıyoruz ve
bütçenin 7’nci maddesini görüşüyoruz. Burada yedek ödeneklerle, ödenek
devirleriyle ilgili bazı işlemler var.
Bütçe hakkı, Meclisin en önemli haklarından birisi. Kanun yapmanın
ötesinde bütün bu kanunların uygulanmasında kullanılacak olan kaynakların
tahsisini içeren, doğru yerlerde kullanılmasını içeren bir denetleme hakkıdır.
Açıkçası, demokrasi açısından en önemli haklardan birisidir ama bu bütçe
hakkını Meclisin ne kadar kullandığı ise tartışmalı çünkü Kalkınma Bakanlığı bütçesinde
de size kısaca genel çerçevesini çizdiğim birkaç önemli husus var değerli
arkadaşlar.
Burada bütçeyi tartışıyoruz, bittiği zaman bir de kesin hesap yasa
tasarısı var, birkaç maddeyle, hiç yukarıda da tartışmaya zaman bulamadan
hızlıca geçiriyoruz. Yani geçtiğimiz yılın hesaplarının, bir önceki yılın
hesaplarının kesinleştikten sonra, şu anda 2010 yılının kesin hesabını
görüşeceğiz. Maalesef onların üzerinde durmaya bile vakit kalmadan geçiyor.
Üzerinde durmanın ötesinde her yıl bu hesapların Türkiye Büyük Millet Meclisi
adına Sayıştay tarafından normalde denetlenmesi gerekiyor.
Ayrıca, yine, 2003 yılında çıkarılan 5018’de dış denetim raporları
öngörülmüş, hâlen daha sekiz yıl geçmesine rağmen maalesef dış denetim
raporları gelmeden eksik bir şekilde bunları görüşüyoruz. Her seferinde
söylüyoruz, Sayın Bakan da, ilgililer de “Tamam, düzelteceğiz.” diyor, hâlâ
yok.
Şimdi dış denetimi geçtik, artık normal Sayıştay denetimleri de
maalesef iki yıldır “yeniden yapılanma” diyerek, bazı şeyler üzerinde, hesap
üzerinde, masa başında yapılmaya başlandı ama ona rağmen bazı hususlarda
sıkıntılar var değerli arkadaşlarım.
Bütçe görüşmeleri bittiği zaman biz, bütçe yapma hakkımızı
rakamları belirleyip Hükûmete devrediyoruz. Burada maalesef devrettiğimiz bazı
yetkiler de bu maddede olduğu gibi ödenek aktarma, yedek ödeneklerden, belli
ödeneklerden acil olan başka harcamalara aktarma yetkisini de, burada personel
harcamaları mutlaka ödenmesi gerektiği için de orada Sayın Bakana bir yetki
veriyoruz.
Şimdi, değerli arkadaşlar, 2011 rakamları yok ama burada
tamamlayıcı ödenek verilerek tamamlanan şeylerden ne yapıldığını ben sizin
kısaca dikkatinize sunacağım. Bu kapsamda biz bu yıl için 50 milyon liralık
ödenek artırımına gittik, 615 milyon lira olan şey 665 olacak. Şimdi 2011
rakamı yok, 2010’un kesin hesabı geldi. Ben Sayın Bakana, yukarıda, Komisyonda
sordum, sağ olsunlar bir özet cevap göndermişler. Şimdi sizinle onu
paylaşacağım. Ne kadar bütçe hakkımızı koruyoruz, korumuyoruz, beraber karar
verelim.
Gelen cevapta, ben demişim ki, 2010 yılında Maliye Bakanlığı yedek
ödenek tertibine yıl içinde 21,2 milyar ödenek aktarılmış. Başlangıçtaki miktar
500 milyon. Toplam sonuç, kesinleşen sonuç 21 milyar. Şimdi, sizin dikkatinize…
Bunun nedenini sormuşum, neden bu kadar şey aktarıldı diye. Sayın Bakan da
nezaket göstermiş, arkadaşlar geçen hafta gönderdiler, dökümünü vermişler ama
söylenen şey daha trajik. “Efendim, işte, şunları, şunları, borçları
ödeyebilmek için Hazine Müsteşarlığı bütçesinden yıl sonunda harcanamayacağı
anlaşılan kalemlerin yedeğe aktarılması” diyor. Şimdi, ne yapıyormuşuz?
Harcanamayacağı belirlenen kalemleri yedeğe aktarıyoruz, Hazine Müsteşarlığı.
Burada “ihtiyacı olan idarelere kullandırılması”, diğer taraftan “DSİ ve
Ulaştırma Bakanlığı olmak üzere muhtelif idarelerin sermaye giderleri ve
sermaye transferleri kaleminde yer alan ödeneklerden harcanmayacak olanların…”
Tamam, yani aktaracağımız yer de her zaman gereklidir zaten, bir gereklilik
bulunur.
Şimdi bizim tartıştığımız şu: Hazine Müsteşarlığına 2011’de ne
kadar ödenek verdik? Şimdi, nasıl oluyor da… Ben şimdi döndüm, yeniden baktım.
Kurumların icmalleri var, ayrıntılarına, geçmiş şeylerin tamamına ulaşamıyoruz
ama ekonomik sınıflandırmaya göre, diğer sınıflandırmaya göre arkadaşlar icmal
yapmış. Çok basit bir örnek söyleyeceğim size. 2010 Yılı Genel Bütçeli İdareler
A Cetveli’ne bakınca Hazine Müsteşarlığına bakıyoruz 69,9 -70 yaklaşık yani-
milyarlık ödeneğin 60’ı harcanmış, 9,2’si harcanmamış yani nereden geldiğinin
bir kısmını orada buluyoruz.
Şimdi, böyle bir şey olabilir mi arkadaşlar? Yüzde 10’dan fazla
oraya bir ödenek koyuyorsunuz, 9 küsur milyar, devamı da var. Hadi cari
transferi anladım, 3,7’sini cari transfere –arkadaşlarımız- aktardık diyorlar,
iyi. Mal ve hizmet alım giderleri 3,3; orada da birtakım, işte, millî eğitimin,
diğer şeylerin harcaması varmış. “14 milyar yatırım harcaması” diyor. Bakın,
ben gittiği yeri tartışmıyorum, gerekliliğini tartışmıyorum. Meclis burada bir
bütçe yasası çıkarıyor, Devlet Planlama Teşkilatı -artık öldü, Allah rahmet
eylesin- şimdi Kalkınma Bakanlığı bir yatırım programı hazırlıyor, yıllık
program ve beş yıllık plan çerçevesinde, değil mi? Ne yapıyor? Elimizdeki
kaynakları ihtiyacı olan yere en etkin şekilde tahsis ediyoruz.
Şimdi başka bir rakam daha söyleyeyim size, 14 milyar toplam
yatırım. 2010 yılında toplam kamu yatırımı ne kadar biliyor musunuz?
Bilmiyorsunuz. 44,5 milyar. Yani üçte 1’ini bizim irademiz dışında Sayın Şimşek
gönderiyor.
Şimdi, mesele bunun nereye harcandığı değil. Bakın, tekrar
söylüyorum, şimdi kalemlerini görmüyorum. “Yatırım” diyor ama aslında bunu
personel amacıyla veriyoruz. Hazine Müsteşarlığı 70 milyar ödenek koyuyor,
bunun 9’u kullanılmıyor. Neye göre belirliyorsunuz o zaman? O Hazine
Müsteşarlığı -ki elimizde burada Sayıştayın Hazine İşlemleri Raporu var- beş
yıldır, benim girdiğim bütçelerde -belki daha öncesi de vardır, önceki dönemden
arkadaşlarımız da biliyordur, devam ediyor çünkü- hâlen daha Sayıştay Genel
Kurulu uygunluk bildirimini bazı maddelerinde vermiyor, elindeki hesaplardaki
karmaşayı düzeltemiyor.
E, şimdi, nasıl oluyor? O zaman, siz, bu kadar çok miktar olursa,
kamunun yatırım harcamalarının üçte 1’ini bizim irademiz dışında bir yerlere
gönderiyorsanız, burada bütçe hakkından veya Meclisin yetkisinden, Plan ve
Bütçe Komisyonunun işlerliğinden söz etmek maalesef mümkün değildir, 2011’in
rakamları da kesinleştiği zaman bunları göreceğiz.
Burada “Meclisin yetkisi” deyince bir şeyi daha dikkatinize sunmak
istiyorum değerli arkadaşlar. Şimdi, dün bu saatlerde Plan ve Bütçe
Komisyonunda konuştuğumuz başka bir kanun teklifi geliyor ve bunun içerisinde
bir maddesi de Toplu Konut İdaresiyle ilgili, bu 666’ya tabi olmanın dışına
çıkıyor. Yani bizim, burada, Meclisin Teşkilat Kanunu’nu yaparken söylediğimiz,
“Gelin, Türkiye Büyük Millet Meclisi idari teşkilatı bu KHK’ya tabi olmasın.”
dediğimiz şeyi, haklı gerekçesi olur haksız gerekçesi olur, arkadaşlarımız bir
gerekçeler buluyor.
E, ben de diyorum ki, ya, yaparken bu KHK’yı Bakanlar Kurulu
imzalamadı mı? İmzaladı. Eğer orada… Başka yerde haksızlığa uğrayanlar var
mıdır? Evet, vardır. Kariyer uzmanlığı bunlarla bitmiş midir? Evet, bitmiştir.
Bakın, bunun bir tek çözümü var değerli arkadaşlar: Kamu personel
rejimini, devlet personel rejimini yeniden reforme edip, bütün unvanları,
meslekleri, görevleri, yetkileri tanımlamadan alelacele böyle KHK’yla
yaparsanız, yarın başkaları gelecektir. Onun için dedik. Kimin haklı kimin
haksız olduğunu tartışmıyorum, benim söylediğim, burada Meclisin yetkisinin
gasbedilmesi, Meclisin bütçe hakkının gasbedilmesi. Meclisin yetkisi nasıl
gasbedilir? İşte, bizim komisyonlarımızdan eğer bu tasarılar, bu teklifler
geçmezse, KHK hâlinde geçerse… Daha bir ay geçmeden, arkadaşlarımız diyorlar
ki: “Burada yanlışlık var.” O zaman düzeltelim. Yarın bir daha gelecek.
Gelin, Meclisin hakkını kullanalım.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – O yetkiyi de Meclis verdi. KHK yetkisini
de Meclis verdi.
MEHMET GÜNAL (Devamla) - Burada çok somut bir öneri yapacağım
Ahmet Bey, bakın, 91’inci madde, defalarca okuduk, burada diyor ki: Kanun
hükmünde kararnameler, Resmî Gazetede yayımlandıkları gün yürürlüğe girerler ve
aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sunulmuş.
MEHMET GÜNAL (Devamla) - “Yetki kanunları ve bunlara dayanan…” Hep
sen okuyorsun ya, ben de okuyayım, bak, açtım.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Problem yok, sunulmuş.
MEHMET GÜNAL (Devamla) – “…kanun hükmünde kararnameler, Türkiye
Büyük Millet Meclisi komisyonları ve Genel Kurulunda öncelikle ve ivedilikle
görüşülür.” Bak ne diyor: Türkiye Büyük Millet Meclisi ister değiştirebilir,
kabul edebilir, reddedebilir.
Gelin, bir ilk yapalım, şu kamu personel rejimiyle başlayalım ve
bu 666’yı, yılbaşında, Meclis açıldıktan sonra, bütçeden sonra -ilk
görüşeceğimiz- görüşelim ve Meclisin
hakkını, hem bütçe hakkını hem kanun yapma hakkını koruyalım diyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sizin döneminizdeki kanun hükmünde
kararnameler daha bekliyor.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Günal.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Giresun Milletvekili Sayın
Selahattin Karaahmetoğlu.
Buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU (Giresun) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2012 Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 7’nci
maddesi üzerine CHP Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
İnsan Hakları Haftası dolayısıyla, insan, haklarıyla insandır
diyorum.
Değerli milletvekilleri, dokuz günden bu yana bütçe görüşmelerini
yapıyoruz. Görüşülen bütçeler iktidar partisi oylarıyla kabul ediliyor.
Bütçe kaynaklarının büyük bölümü vergilerden karşılanıyor.
Dolayısıyla da bedeli emekçi halk kitleleri ödüyor, ödeyecek; kaymağı da
işbirlikçi, tekelci sermaye yiyecek. Artık, bütçenin kimlerin sırtına
yüklendiğini tartışmamız gerektiğini düşünüyorum.
24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları’yla finans kapital, bugün üretimin
yoğunlaşmasıyla finans oligarşisi zirvesine ulaşmıştır. Dokuz yıllık AKP döneminde 9 olan dolar milyarderi sayısı 39’a
yükselmiş, bunun karşısında geniş emekçi halk kitleleri daha da yoksullaşarak
bunun bedelini ödemiştir.
Zenginin daha zengin olduğu, yoksulun daha da yoksullaştığı bir
süreçten geçiyoruz. Dünyanın 16’ncı büyük ekonomisi olarak övündüğümüz
ülkemizde yurttaşlarının yaşam standardı ve seviyesi açısından dünyada 77’nci
olduğumuzu iyi değerlendirmemiz gerekir. Bu da gösteriyor ki, biz, zengin bir
ülkenin yoksul halkıyız. 1950 ile 2002 yılları arasında elli iki yıllık dönemde
yapılan iç borç toplamı dokuz yılda katlanarak büyümüş, cari açığımız zirve
yapmış, dış ticaret açığımız aleyhimize gelişmiştir. Düşük kur -yüksek faiz
politikasıyla, maalesef dünyada en fazla faiz ödeyen ülke durumuna gelmişiz.
Ekonomimiz sıcak paraya teslim edilmiş, üretimden vazgeçilmiş ve tüketim
toplumu yaratılmıştır.
Değerli milletvekilleri, iş güvencesi kalmamış, sendikal haklar
tırpanlanmış, 1980 öncesi 2,5 milyon olan sendikalı işçi sayısı 600 binlere
düşmüştür. İşsizlik korkusu insanları güvencesiz çalışma koşullarına boyun
eğmeye, düşük ücretlerle çalışmaya ve şükretmeye mahkûm kılmıştır. 21’inci
yüzyılda Spartacus dönemleri yaşamaktayız.
Değerli milletvekilleri, tarımda geriledik. Üreticinin ürünü para
etmiyor. Köyden kente göç hızlandı. Yabancı sermaye yoğurtları en yüksek
köylerimize ulaştı. Köyde oturanlarımız maydanozu bile semt pazarlarından,
marketlerden almak durumundalar. Canlı hayvan ve kurbanlıkları yurt dışından
aldığımız gerçeği ortadadır.
Yüzde 50 oy ile iktidara gelen Hükûmet mutlu görünmüyor çünkü
terör, Kürt sorunu, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk sorunlarını çözecek
politikaları üretemiyor. Bütün bu sorunları unutturmak için dış politikaya
sığınıyor. Hâlbuki bu sorunlar çözülmeden diğerlerinin hallolmasını beklemek ne
kadar sağlıklı olacaktır?
Cumhuriyetimiz kurulduğundan bu yana ülkemiz, “Özgürlük ve
bağımsızlık benim karakterimdir.” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh,
cihanda sulh.” şiarıyla, başta komşuları olmak üzere, tüm dünya ülkeleriyle
karşılıklı egemenlik haklarına saygı göstererek ve karşılıklı çıkar ilişkileri
içinde, barış içinde bir arada yaşamayı bir yöntem olarak kullanmıştır. 28
Şubat sürecinden sonra, kendi güçleriyle hedefledikleri cumhuriyete
kavuşamayacaklarını anlayanlar, inanç kimliklerini siyasetle özdeşleştirip
emperyalist nitelik taşıyanlar, küresel güçlerle birlikte olma zorunluluğunu
değişim olarak kabul ettiler.
Evet, daha önce millî görüş görüşündeydiler. Bu görüşün
özelliklerinden bir tanesi de antiemperyalist nitelik taşımaktı. Örnekler
verirsek, Sayın Başbakanımızın “Başkanlık sistemi Amerikan emperyalizminin bir
oyunudur.” demesi, Sayın Cumhurbaşkanımız Gül’ün “Avrupa Birliği bir Hristiyan
kulübüdür. Bizi ancak sarayın kulübesine alırlar.” demesi, bu antiemperyalist
özellikleri göstermektedir. Gerçekten de günümüzde, karşı devrimler ve
devrimlerin uluslararası destek olmadan başarıya ulaşması mümkün değildir. Örnekler
günceldir; Mısır’dır, Tunus’tur, Libya’dır.
Övgüyle anlattıkları değişimle değiştiler. Değişimi bir vizyon ve
perspektif olarak anladılar. Anlamadıkları ise, hedefe varmak üzere küresel
sermayeye teslim oldular. İşte, küresel güçlerin desteğiyle iktidarda olmanın
faturasını da ödemek zorunda kaldılar. Bugün, bu yüzden korunmaktalar. Bir
anlamda AKP ile küresel güçlerin ortak paydada bir araya gelmeleri neticesinde
ülkemizin yer altı ve yer üstü kaynakları ile insan emeği sorumsuzca talan
ettirilmektedir. Bugün, emperyalizmden, küresel güçlerden bağımsız hareket etme
şansları zaten kalmamıştır. Hâlbuki ulusal Kurtuluş Savaşı ile emperyalizmi
yenen, bağımsız cumhuriyeti kuran ve mazlum milletlere örnek olan ülkemiz bugün
küresel güçlerin baskısı altında karşı devrim ihraç eder duruma gelmiştir.
Kapitalist, emperyalist sistem, kendi bunalımlarını çözmek için güçsüz ülkelere
müdahale hakkını kendinde görmektedir, enerji kaynaklarını ele geçirmek için
karşıki devrimci güçleri desteklemekte ve kendi silah sanayisini
güçlendirmektedir; Arap baharı projesi hedefi de budur. “NATO’nun Libya’da ne
işi var?” diyenlerin birkaç gün sonra müdahalede en önde olması, ayni ve nakdî
destekte bulunmaları düşündürücüdür. Günümüzde demokrasi, barış, özgürlükler ve
insan hakları gibi insanlığın vazgeçilmez değerlerini kullanarak ve bu
bahanelerle karşı devrim ihraç edilmektedir.
Değerli milletvekilleri, şimdi sırada Suriye var, sonra İran, daha
sonra sıra bize mi gelecek? Emperyalizm ile dost olunmaz. Dün komünizm tehlikesine
karşı önemli bir dost olan Türkiye, Sovyetler dağıldıktan sonra önemsiz hâle
gelmiştir. Artık, ABD emperyalizmi tarafından parçalanma senaryoları İtalya’da
NATO toplantılarında ABD subaylarının gösterdiği parçalanmış Türkiye
haritalarıyla tartışmaya açılmıştır. Bugün el, adama sormaz mı: “Sizde
demokrasi var mı da bize demokrasi öneriyorsunuz?” 17’nci yüzyıl düşünürü
Voltaire diyor ki: “Düşüncenizi tasvip etmiyorum ama düşüncenizi özgürce
söylemeniz için mücadele ederim.” İşte demokrasi budur, işte burjuva
demokrasisi budur. Halktan aldığı yüzde 50 oyu “Ben istediğimi yaparım.” diye
kullananın demokrasi ile uzaktan yakından alakası olamaz. Dokuz yıldır
iktidardasınız, soruyorum: Muhalefetin, Allah için, söylediği doğru hiçbir şey
mi yoktu? İktidarın görevi, bu ülkede düşünme özgürlüğünün, örgütlenme
özgürlüğünün değerini, o grupların yüzde 1 oyu olsa bile ifadesini ve
örgütlenme özgürlüklerini güvence altına almasıdır. Demokrasi, kaybetmeyi ya da
kazanmayı hazmedebilme kültürüdür. Feodal bir anlayıştan demokrat üretmek
zordur. Yargının gücünü muhalifleri terbiye etmek için kullanmamalıyız. Özel
yetkili mahkeme ve savcılara güvenmemeliyiz. Yüksek yargının, Başbakanın
tercihlerine karar ve hukuki gerekçe üretmesine ortam hazırlamamalıyız.
Sayın milletvekilleri, yüce Mecliste kürsüdeki milletvekillerine
kaba güç gösteren, milletvekillerine küfreden anlayış demokrat olabilir mi?
Meclis açıkken kanun hükmünde kararnamelerle milletvekillerini, Meclisi yok
saymak demokratik bir anlayış olabilir mi? Kendini eleştirenlere yaşama hakkı
tanımayan, ilericileri, aydınları, gazetecileri, yazarları çizerleri ve
özellikle halkın oylarıyla seçilmiş milletvekillerini zindanlarda çürüten
anlayış demokrat olabilir mi? Siyasallaşan yargının, dinlenen insanların, korku
toplumunun demokrasi anlayışı ile alakası olabilir mi?
Bugün ülkemiz, emperyalizme, küreselleşmeye organik olarak bağlı
finans kapitalin en gerici, en bağnaz diktatörlüğüyle karşı karşıyadır. Bütçe,
iş birlikçi sermayenin geleceği için yapılmaktadır. Her zamanki gibi bedelini
de geniş emekçi halk kitleleri ödeyecektir. Bu anlamda bu bütçeye “hayır”
diyoruz.
Ben otuz beş yıllık eczane eczacısıyım. Mesleğim süresi içinde,
1977-1980 ve 2007-2011 arasındaki dönemlerinde eczacılık mesleği en zor
günlerini yaşamaktadır.
Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karaahmetoğlu.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Van Milletvekili Sayın
Özdal Üçer. (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurun.
BDP GRUBU ADINA ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; madde üzerinde grubumuz adına söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlarım.
Bir bütçenin en önemli özelliklerinden biri, matematiksel
hesaplarının yanında şeffaf denetlenebilirliği yani pratik denetlenebilirliği
ve bütçenin yolsuzluklarla heba edilmesinin engellenmesi konusunda
denetlenebilirliği. Maalesef, Türkiye’de oluşturulan hangi bütçe olursa olsun,
özellikle kamu kaynaklarının dikkatsiz, özensiz ve amaçlı harcamalarından
dolayı yolsuzluklara kurban gittiğini gayet iyi bilmekteyiz.
Bir bütçe sadece matematik hesaplarından da oluşmuyor. Matematik
hesaplarıyla bir bütçenin ya da bir ekonominin büyüklüğünü göstermeye çalışmak
kendi içinde felsefi bir handikaptır. Çünkü, bir ekonominin büyük olması
ekonominin iyi olması anlamına gelmiyor. Örneğin, Millî Piyangodan para kazanan
birçok insan vardır, çok büyük bir ekonomi sahibi olmuştur, para sahibi
olmuştur ama o parayı öyle bir şekilde kullanmıştır ki, daha sonra tekrar yapmış
olduğu işe geri dönmek zorunda kalmıştır. Ülke ekonomisinin büyük olması demek,
o ülkede ekonomik sorunların olmadığı, o ülkede yaşayan yurttaşların, kamu
emekçilerinin, işsizlerinin, çocuklarının, kadınlarının, gençlerinin,
yaşlılarının, sosyal güvenceye muhtaç insanların ekonomik sorunlar yaşamadığı,
emeklilerinin ekonomik sorunlar yaşamadığı anlamına gelmiyor. Düzenli geliri
olan kamu emekçileri ekonomik sorun yaşıyor, emekliler ekonomik sorun yaşıyor,
kurumlar ekonomik sorun yaşıyor, kamu harcamaları noktasında her anlamda, her
şekilde sorun yaşanıyor ve işsizlik her ne kadar matematiksel oranı itibarıyla
düşük gösteriliyor olsa bile işsiz sayısı gün geçtikçe artıyor. Bununla ilgili
hesaplama ustalıklarını kazanmış olabilir iktidar ama işsizliği ortadan
kaldırabilme maharetini gösterebilmiş değil. O yüzden bu halkı kandırmaya bence
hiç kimse yeltenmesin, çünkü işsizlik azalmamıştır, artmıştır. İşsizlik oranı,
işte İŞKUR üzerinde üç aylık, beş aylık, altı aylık giriş-çıkışlarla düşükmüş
gibi gösteriliyor ama 74 milyon nüfusun işsiz sayısını hesapladığınız zaman
işsiz sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bu sorunu tabii tuzu kuru olanlar
anlamayabilir ama bu sorunu en yakıcı şekilde anlayan kesim işsiz kesimdir.
Vergilerden oluşan bir bütçe, ana kalemleri doğrudan ve dolaylı
vergilerden oluşan bir bütçe, bütün yükünü vatandaşların, emekçi vatandaşın
omzuna yükleyen bir bütçe ama her nedense harcama alanı yani toplanırken bütün
yükü ve sorumluluğu vatandaşta olan bir bütçe, harcanırken hiçbir şekilde
vatandaşın faydalanamadığı bir bütçe konumunda hazırlanmış. Bütün kurumlara
baktığımız zaman kurumların özellikle kamu ihaleleriyle özellikle hizmet ve mal
alım ihalelerinde heba edildiği, çarçur edildiği açıkça görülebilir ve eğer
kamu ihaleleriyle ilgili -daha önce de vermiştik- bir Meclis araştırma
komisyonu kabul edilir de… Türkiye'nin herhangi bir ilinde, herhangi bir
kurumunda ya da bütün kurumlarını şeffaf bir şekilde incelemeye alacak bir
araştırma komisyonu Türkiye’deki yolsuzluğun boyutlarını açıkça ortaya çıkaracaktır.
Aslında bütçeyle ilgili çok şey söylenebilir, bu bütçenin bir halk
ekonomisi olmadığı, egemen, siyasi güçler ekonomisi olduğu ve birilerini dolar
milyarderi yaptığını ama emekçi halkı gün geçtikçe yoksullaştırdığı konusu
üzerine çok şey söylenebilir. Ama tabii, Vanlı olmaktan kaynaklı, Van
milletvekili olmaktan kaynaklı ve Van’da yaşanan binlerce artçı depremden
kaynaklı Van gündemine değinmeden geçmek istemiyorum.
Van bugün bir doğal olmayan afet daha yaşadı, kendi milletvekili
afetle ilgili o kadar yanlış beyanlarda bulundu ki, o kadar vicdansız
beyanlarda bulundu ki bütün Van’ın sorunları çözülmüş gibi bir açıklamada
bulundu, bunu ayıp karşıladığımı, doğru bulmadığımı ve bu konuda vicdansızlık
ettiğini açıkça ifade etmek isterim. Kendi akrabalarının bile -gelsin, gidelim
akrabalarını ziyaret edelim- ne kadar mağdur olduklarını görebiliriz. Yani
“Muradiye’de tarım sorunları giderildi.” diyor, “Eğitim sorunları giderildi.”
diyor, işte “Hiç kimse depremden sorun yaşamıyor…” Her nedense öyle değil. “İl
dışına çıkanlar hiçbir sorun yaşamıyor.” demiyor. Daha dün Aksaray’dan beni
aradılar. Aksaray’da bizzat devlet, Valilik güçleri tarafından gönderilmiş
kişiler telefon ediyorlar, diyorlar ki: “Ne olur bizi geri gönderin. Biz burada
görmüş olduğumuz zulümden, görmüş olduğumuz ayrımcı tutumdan, görmüş olduğumuz
gayri insani tutumdan dolayı, yöneticilerin duyarsız tutumundan dolayı gidip
soğukta ölmeyi tercih ediyoruz.” Telefon kayıtlarımız açıktır. İsterseniz,
nasıl olsa “KCK’lı vekiller” diye her zaman gözetim altında, onlar şeffaf bir
şekilde yayınlanabilir.
Çankırı’da öğrenciler saldırıya uğruyorlar. Neden bir kamptaymış
gibi tutuluyorlar? Depremzede olmaları onları çok ayrı bir ayrımcılığa tabi
tutuyor her nedense. Bununla ilgili, Hükûmet neden herhangi bir tedbir almıyor?
“400 milyon harcandı.” deniyor. 400 milyon hangi kuruma gitti,
hangi vatandaşa konteynır oldu, hangi vatandaş için gıda oldu? Bunların teker
teker kalemlerini ortaya çıkaralım. Buyurun, gidelim Van’a. Öyle polemikle
gitmez bu işler. Van’a gidelim, Van’da kimlerin canı yanmış görelim. Vatandaşla
beraber gezelim. Sayın Vekilim gelsin, beraber, kol kola girelim, Van’ın
caddelerinde, çadırkentlerinde gezelim, bakalım vatandaş acaba bu sorunu çözmüş
mü çözmemiş mi, vatandaş söylesin bize, biz yorum yapmayalım.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sürekli Van’da geziyorlar zaten.
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) - Buyurun beraber gidelim.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Oradalar zaten.
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) - Yarın gidelim. Sizi orada ağırlamak da bize
kalsın. Çadırlarımızda ağırlayacağız. Ama şimdi…
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Orada geziyorlar zaten sürekli.
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) - Evet, birilerine konteynır verildi. Evi
yıkılmayıp da, gerçekten hiçbir zarar görmeyip de sadece belli bir şekilde onun
üzerinden kendini yaşatmaya çalışan insanlara konteynır verildi, maddi
yardımlar verildi. Birilerine depremden dolayı gerçekten -hani Sayın Vekil de
söyledi ya- bir fırsata dönüştü. Deprem, birileri için gerçekten bir fırsata
dönüştü.
Depremzedeler mağduriyet yaşarken Van’da, depremden etkilenen
binlerce, 1 milyona yakın insan varken, çocuklar ölürken enkaz altında, ceset
parçaları çöplüklerde bulunurken, insanlar cenazesini defnedecek kefen
bulamazken, depremzedeler bütün bu sorunları yaşarken, birileri depremzade
oldu, birileri fırsata dönüştürdü.
MUSTAFA ÖZTÜRK (Bursa) – Kimlerin olduğunu o zaman biliyorsunuz.
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Kalemlerin hepsini, yapılan yardımların ya
da kamu harcamalarının hepsini şeffaf bir şekilde birlikte inceleyelim ve bu
konuda bir insanlık dersi alalım hep beraber. Biz, burada, bir hükûmet ya da
muhalefet siyaseti üzerine değil, bu insanlık sınavını beraber nasıl verebileceğimizin
hesabını yapalım.
Bugün, Van’da sadece BDP’ye oy verenler yoktu ki Van’da AKP’ye oy
verenler de vardı ve Van’da AKP’ye oy verip de bugün çadırın, barakanın altında
yani kendi kurduğu brandanın altında kalan insanlar da var. Yani, bunda “Yok,
biz bütün AKP’lilerin sorununu çözdük.” diyorsanız, o da ayrı bir ayrımcılık.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Onlar insan, kim olduğu önemli değil,
hangi partiye oy verdiği de önemli değil.
MUSTAFA ÖZTÜRK (Bursa) – Bütün Vanlılara saygı duyuyoruz, herkes
eşit bizim nezdimizde.
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Biz, depremle ilgili Hükûmetin yapmış
olduğu çalışmaları ve Hükûmetin sorumluluğunu hatırlatıyoruz. Bugün,
milyonlarca insan bunun mağduriyetini yaşıyor.
Siz, eğer bunun üzerinden bazı şeyleri örtbas etmeye çalışıp bir
şeyleri oturtmaya çalışıyorsanız -nasıl diyeyim- bir pembe tablo çizmeye
çalışıyorsanız, insanların yaşadığı şey bu değil, insanların yaşadığı şey
gerçekten bu değil. İnsanlar depremden ölmedi, şu an soğuktan ölüyor, açlıktan
bebekler ölüyor. Bu ise sosyal devlet anlayışı, artık söyleyecek hiçbir şey
yok.
Teşekkür ederim. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Üçer.
Gruplar adına söz talepleri tamamlanmıştır.
Şimdi, şahıslar adına söz vereceğim.
İlk söz, Denizli Milletvekili Sayın Nurcan Dalbudak’ta.
Buyurun Sayın Dalbudak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
NURCAN DALBUDAK (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
87 sıra sayılı 2012 Yılı Merkezî Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 7’nci maddesi
üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği üzere, merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin
bütçeleri arasındaki ödenek aktarmaları 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol Kanunu ve ilgili bütçe kanunu hükümleri çerçevesinde düzenlenmekte olup
kamu idareleri ile özel bütçeli idarelerin bütçelerine konan ödeneklerin
yetmeyeceği anlaşıldığı takdirde, mevzuatın gerektirdiği giderler için Maliye
Bakanlığı bütçesinin ilgili tertibinden aktarma yapılabilmektedir.
Personel giderlerini karşılama ödeneği, yedek ödenek, doğal afet
giderlerini karşılama ödeneği ve yatırımları hızlandırma ödeneği olarak tasnif
edilebilecek bu ödenekler temel olarak kamu hizmetlerinin seri ve kesintisiz
bir şekilde yürütülmesini amaçlamaktadır.
Bu tür ödeneklerden biri olan yatırımları hızlandırma ödeneği,
temelinde de yatırımların zamanında gerçekleşmesine yönelik olarak tahsis
edilmektedir. 2010 yılı merkezî yönetim bütçesinde yatırımları hızlandırma
ödeneği olarak tahsis edilen toplam 225 milyon TL’lik kaynak üniversitelere,
gençlik ve spor genel müdürlüklerine ve Kültür ve Turizm Bakanlığına, 2011
yılındaki 271 milyon TL’lik ödenek ise başta yine üniversiteler olmak üzere
birçok kamu kurumuna tahsis edilmiş olup yıl sonunda bu ödeneğin tamamı
muhtelif kuruluşların projeleri için kullanılmıştır. Tek hedef vardır,
hizmetler aksamasın.
Bir de buna ek olarak, Van ilimizde yaşanan deprem sonrası
Hükûmetimizin zamanında müdahalesi, ulusal ve yerel boyutta koordinasyon
çalışmalarına acilen başlanması, ihtiyaçların ivedilikle karşılanması için ise
67 milyon 810 bin TL’nin acil yardım ödeneği olarak gönderilmesi, yine Sayın
Başbakanımızın talimatıyla başlayan yardım kampanyaları, acil yardım
ödenekleriyle birlikte 411 milyon TL’ye ulaşmıştır.
Aynı zamanda doğal afet giderlerini karşılama ödeneği kapsamında
Emniyet Genel Müdürlüğüne, Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ Genel Müdürlüğüne,
Sağlık Bakanlığına, Yüzüncü Yıl Üniversitesine, Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı gibi birçok kuruma ödenek aktarımı yapılmıştır.
Konu Hükûmetimizin yaptığı icraatlar ve yatırımlar olunca
konuşmamı ilim Denizli’de gerçekleştirilen yatırım ve faaliyetlerden de
bahsederek tamamlamak isterim. Malumunuz süre kısıtlı ama yapılan ve devam eden
projeler o kadar çok ki “işte bunlardan sadece birkaç tanesi” demek zorundayım.
2011 yılı itibarıyla, 19 milyon 280 bin TL eğitim ve öğretime yatırım, 13
milyon 500 bin TL Tavas Ovası toplulaştırma çalışmaları, 49 milyon 630 bin TL
DSİ Genel Müdürlüğümüzden aktarılan ödenek ile tarlalarımız ve ovalarımız suya
doyacak. 2 milyon 250 bin TL Kültür Bakanlığından beyaz rüyamız Pamukkale
projeleri için. 4 milyon 916 bin TL Denizli-Antalya kara yolu, tamamlandı. 30
milyon 400 bin TL Denizli-Muğla kara yolu, tamamlandı. 3 milyon 474 bin 858 TL
Denizli-Uşak kara yolu, tamamlandı. Denizli-Afyon ve Denizli-Aydın kara
yollarında da çalışmalar büyük bir hızla devam etmektedir.
Köylerimizi de unutmadık. KÖYDES projeleri kapsamında 2010, 2011
yılları içerisinde toplam 15 milyon 639 bin TL ödenek aktarılmış olup yolu,
suyu olmayan köyümüz kalmamıştır. Bilinmelidir ki on yıllık iktidar dönemimizde
gerçekleştirilen bu dev projeler ve çalışmalar gönlümüzdeki hizmet aşkının ve
“Halka hizmet Hakk’a hizmettir.” düşüncesinin en büyük göstergesidir.
2012 yılı bütçemizin hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyorum,
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dalbudak.
Son söz Bursa Milletvekili Sayın Önder Matlı’da.
Buyurun Sayın Matlı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÖNDER MATLI (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012
yılı Bütçe Kanun Tasarısı’nın 7’nci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, sözlerime başlarken, şu anda, az önce
gözüme çarpan bir haberi sizlerle paylaşmak istiyorum. Akşam gazetesinin
bugünkü bir haberi var. Çok kısa bir pasajı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Haber şöyle: “Bütçedeki olumlu hava devam ediyor. 11 ayın 7'sinde
fazla veren bütçe, bu alanda 1983 yılından sonra en iyi performansını gösterdi.
11 aylık bütçe, artan vergi gelirleri ve yapılandırmayla birlikte 439 milyon TL
fazla verdi. Türkiye, son 28 yılın en iyi bütçesine imza attı, kasımda 2,1
milyar liralık fazla verdi. Türkiye, borç kriziyle kasıp kavrulan Avrupa'ya
nispet yapıyor.”
Evet, değerli arkadaşlar, bunu sizlerle paylaştıktan sonra
sözlerime devam ediyorum.
Günümüzde, artan dünya nüfusuna paralel olarak gıda ihtiyacının
karşılanması en önemli sorunlardan biri hâline gelirken, bu durum tarım
sektörünü içinde yaşadığımız yüzyılın en stratejik sektörü hâline getirmiştir.
Bunun yanı sıra, istihdam, tüketim harcamaları, diğer sektörlere ham madde
temini, millî gelir ve ihracattaki payı,
tarım sektörünün sosyoekonomik açıdan sahip olduğu önemi daha da artırmaktadır.
Geniş bir etki alanına sahip olması nedeniyle, tarım politikaları, ülkelerin
siyasal, ekonomik ve sosyal politikalarının en önemli unsurunu oluşturmaktadır.
Bu nedenle, sürdürülebilir ve rekabet gücü yüksek tarım sektörünün
oluşturulması ve kaynakların etkin kullanımına imkân verecek mekanizmaların
hayata geçirilmesi çok daha fazla önem kazanmıştır.
Tarımda kırsal kalkınma, insan sağlığı ve çevreye duyarlılık,
biyolojik çeşitlilik ve doğal kaynakların korunması ve sürdürülebilirlik
kullanımı, genetik kaynakların ve ekosistemlerin korunması ve geliştirilmesi,
enerji tarımının oluşturulması, küresel ısınma tehdidi karşısında gerekli
önlemlerin alınması, ihraç ürünlerinin çeşitlendirilmesi günümüzde ilk akla
gelen tarımsal kamu hizmetleridir.
Aynı zamanda, Avrupa Birliğine tam üyelik sürecinde uyum
çalışmalarının devam ettiği bir dönem yaşamaktayız. AB hedefleri çerçevesinde
Hükûmetimiz tarafından ülkemiz tarım alanında atağa geçmiştir.
Tabii, bu noktalara gelmek kolay olmadı. 2002 yılında iktidara
gelen AK PARTİ Hükûmetimizin ortaya koyduğu başarıdan sadece birkaçını ifade
edersek: 1,8 milyar TL olan tarımsal destekler yüzde 239 artışla 6,4 milyar
TL’ye çıkardık. Tarımda kişi başına düşen millî geliri bin dolardan yüzde 161
artışla 3.565 dolara çıkardık. 4 milyar dolar olan tarım ürünleri ihracatını
yüzde 218 artışla 12,7 milyar dolara çıkarttık. 161 ülkeye 1.480 ürün satarken
bugün 184 ülkeye 1.525 ürün satıyoruz.
Özellikle belirtmek istediğim bir konu da yerli hibrit sebze
tohumu kullanım oranı yüzde 10 seviyelerindeydi, şimdi yüzde 40 seviyesinde.
Hayvancılıkla ilgili olarak da birkaç bir şeyden bahsetmek
istiyorum. 2002 yılında Türkiye’de toplam sığır sayısı 9 milyon 800 bin adetken
2010 yılında 11 milyon 360 bin adete ulaşmıştır. Sayısal artışın yanında burada
önemli olan nokta kültür ırkına dönüşümdür. Esas büyük değişim burada
yaşanmıştır. 2002 yılında Türkiye’deki sığır varlığının sadece 1 milyon 859
bini kültür ırkıyken 2011 yılında bu rakam 6 milyon 200 bine çıkmıştır.
Tabiatıyla yerli ırklardan oluşan hayvanların gerek süt verimi gerek et verimi
düşüktür. Bu dönüşümle birlikte üretimde, verimde önemli artışlar yaşanmış ve
bu artışlar değişimin de bir göstergesi olmuştur.
Değerli milletvekilleri, rakamları saymaya kalktığımız zaman çok
rakamlar var. Burada sizi rakamlarla boğmak istemiyorum ancak şu gerçeği çok
net bir şekilde rakamlarla görüyoruz: Evet, Türkiye’de büyüme potansiyeli var.
Her manada, her yerde büyüme potansiyeli var. Biz bu potansiyeli
değerlendirdiğimiz zaman neler olduğunu son on yıl içerisinde gördük ve bunu gerçekleştirdik.
Başka bir deyişle ülkemizde un var, yağ var, şeker var, tabii ki
bunu helva yapacak ustaya ihtiyaç var ve on yıllık AK PARTİ İktidarında,
şükürler olsun, dünya çapında, dünyanın imrenerek baktığı da bir usta var (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) ve bu ustadan, bu ustanın elinden de milletimizin
lezzetle yediği helvayı hep beraber yaptık ve bu helvanın daha da lezzetli
olması için çalışacağız.
Tabii ki sözlerimin sonunda şunu söylemek istiyorum: Marifet
iltifata tabidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖNDER MATLI (Devamla) - Milletimiz de bu ustaya iltifat göstermiş,
her geçen gün oylarını artırmıştır.
Bu vesileyle hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Matlı.
Soru-cevap işlemine geçiyoruz.
Sayın Korkmaz…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Bir süre önce belediye ve özel idarelerde çalışan işçilerin diğer
kamu kurumlarına geçişleri için bir imkân tanınmış idi. Yeni bir uygulama olması,
belirsizlikler içermesi ve süre kısıtlılığı gibi sebeplerle başvuruda
bulunamayan vatandaşlarımız olmuştur. Bu uygulamayı piyango benzeri, “Size de
çıkabilir.” mantığından çıkararak ihtiyaç duyulduğunda başvurulabilecek bir
uygulama hâline getirmeyi düşünüyor musunuz ya da hiç olmazsa ikinci bir hak
tanıma düşünceniz, çalışmanız var mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Dinçer…
CELAL DİNÇER (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısı
Hükûmetçe hazırlanarak bu tasarıda aile hekimlerinin muayenehanelerine yeniden
katılım payı getirileceği, her muayene için 3 TL, her ilaç için de 1 TL
alınacağı yönünde haberler vardır. Bu haberler doğru mudur? Hükûmetinizce böyle
bir çalışma yapılmakta mıdır?
İkinci sorum: 2011 yılı cari işlemler açığı 78 milyar dolara
ulaşmıştır. Bunun sonucunda Türkiye'nin kredi notu aşağı çekilmiştir. 2012
yılında bu olumsuz mali ve ekonomik tablo devam edecek midir, yoksa bizi teğet
mi geçecektir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 14 Aralık 2011 tarihli Resmî Gazete’de Van depreminde
çalışan devlet memurlarına altı ay süreyle aylık 300 TL’lik bir ek ödemenin
verileceği yönündeki Bakanlar Kurulu kararı yayınlandı. Şimdi, bunun tabii ki
yayınlanmış olması memnuniyet vericidir ancak aynı şartlarda, daha önce
ülkemizde yaşanan birçok depremde, örneğin en son Simav depreminde yaşanan
olaylarda çalışan devlet memurları bu kapsama neden dâhil edilmemiştir? Valiliğin
bu konudaki resmî yazısı olmasına rağmen niçin bu konu ihmal edilmektedir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Gök…
LEVENT GÖK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bütçemizin en önemli kalemlerinden olan harcamalarda halkın
çıkarlarına dayalı harcamaların yapıldığını ne yazık ki göremiyoruz. Hükûmet
söz verdiği hâlde geçmişe dayalı hiçbir uygulamada bizlere örnek teşkil edecek
bir davranış sergileyemiyor. Van depreminin gerçeğini yaşarken Ankara’mızın
hemen burnunun dibinde Balâ’nın Afşar beldesinde dört yıl önce meydana gelen
depremde zarar gören altı yüz elli konut hâlâ teslim edilmemiştir. Sayın Bakan,
bu gecikme nedendir? Bala’daki Afşar beldesindeki konutları ne zaman teslim
etmeyi düşünüyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Fırat…
SALİH FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bakanımıza şunu sormak istiyorum: Van depremi nedeniyle toplanan
yardımlar, nakdî yardımlar ne kadardır? Bugün itibarıyla ne kadarı nereye
harcanmıştır? Kalan para ne yapılacaktır?
BAŞKAN – Sayın Yüksel…
ALAATTİN YÜKSEL (İzmir) – Sayın Bakan, size yönelttiğimiz bir soru
önergesinde “2010’dan bu yana hangi büyükşehir belediyelerinde denetim
yaptınız, şu anda hangilerini denetliyorsunuz?” sorusuna “Vergi Usul Kanunu’nun
5’inci maddesi gereğince açıklayamam.” diye yanıt verdiniz. Bu 5’inci madde
memurların kamuoyuna bilgi vermesini kapsar, bir bakanın milletvekiline bilgi
vermesini kapsamaz. Bu sizin bilginiz dâhilinde mi oldu? Bununla ilgili ne
düşünüyorsunuz?
Bir de 12 Haziran seçimlerinde Başbakanın başkanlığında tüm
Bakanlar Kuruluyla İzmir’e yüklendiniz ama sonuç alamadınız, CHP-AKP arasındaki
oy farkı CHP lehine daha da arttı. Şimdi gönderdiğiniz 52 vergi denetmeniyle mi
on binlerce İzmirliyi sorgulatarak sonuç almaya çalışıyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Erdemir…
AYKAN ERDEMİR (Bursa) – Sayın Bakan, ekim ayında İş Bankası Yönetim
Kurulu Başkanı Ersin Özince yaptığı bir açıklamada kaygılarını şu şekilde dile
getiriyordu: “’Sandalı nerelerden sallıyoruz?’ derseniz, birincisi, iş ve dış
siyasetle ilgili sıkıntılarımız var. Türkiye'nin hem kendi sınırları içinde hem
de Doğu Akdeniz çanağında ilgilendiği bazı meseleler var. Bunlar dışarıyı
korkutmak için yeterli neden. Bakın, yöneticilerimiz savaş sözü ediyor. İş
hayatını etkiler, sermaye yavru ceylan gibidir, kaçar.” diyor.
“Komşularla sıfır sorun” politikasını hedefleyip komşularla
sürekli çatışma ve savaş çığırtkanlığı yapan bir Bakanlar Kurulu ile siz
piyasalarda istikrarı ve mali disiplini nasıl sağlamayı düşünüyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın Sarıbaş…
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Sayın Bakan, sağlıkta bir hasta için şu
anda şu rakamlar alınıyor: Randevu için 4 TL, reçete ücreti 3 TL, üç adetten
sonra her ilaç başı 1 TL, ilaçlardan yüzde 20 ilaç katılım payı ve hastanelerde
ve üniversite hastanelerinde de 5 TL’lik ücret alınıyor. Bir hastanın ayda 3
kez kontrole gittiğini veya 3 kez ilaç aldığını düşünürsek bir asgari ücretli,
şu anda aylık yüzde 25 civarında, hastaneden, ücretleri karşısında, SSK’lı
olmasına rağmen böyle bir ücret karşılığını size ödemek zorunda. Böyle bir
uygulamayı devam ettirirken -insanların ödediği bu sağlık güvencesinin- acaba
2012 yılında ücretlerini daha da artırmayı düşünüyor musunuz? Hastaneleri
satmayı düşünüyor musunuz?
Çok teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurunuz.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Müsaade ederseniz son sorudan başlamak istiyorum.
BAŞKAN – Ben sürenize bir dakika ekleyeceğim, milletvekili
arkadaşımızın sözünü kesmemek için öyle oldu.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Şimdi, değerli arkadaşlar, sağlık konusunda hakikaten ülkemizde
çok ciddi ilerlemeler sağlandı, sağlık, sağlığa erişim, sağlığın kapsamı
anlamında hakikaten birçok ülke açısından şu anda hayal olan gelişmeler
yaşandı. Yani Mc Kenzie bir iki yıl önce bir rapor yayınlamış ve Kuzey Avrupa
ülkeleri ile Türkiye’yi karşılaştırmıştı yani birçok ülkeyi karşılaştırmıştı,
gerçekten Türkiye, kapsam ve erişim anlamında neredeyse Kuzey Avrupa ülkelerini
yakalamış. Ama bu, beraberinde tabii ki sağlık harcamalarında sürdürülebilirlik
sorununu da getiriyor, onun da çalışılması lazım.
Bir de tabii ki aksayan birtakım yapısal boyutları var bu
harcamaların. Mesela, Avrupa Birliğinde doktora giden her 100 hastanın sadece
35’i ilaç alıyor yani 35’ine reçete yazılıyor, oysa ülkemizde her 100 hastanın
85’ine ilaç yazılıyor. Maalesef, bu yapılan harcamalarda -ben sadece gereksiz
ilaç harcamalarından bahsediyorum- kaynağın bir kısmı da dışarı gidiyor.
Şimdi, dolayısıyla bizim talep yönetimine yönelik birtakım
adımları atmamızı aslında ülke menfaati çerçevesinde düşünmemiz lazım. Şimdi,
burada ne yapılıyor? Burada yapılan şey şu: Eğer, hakikaten hastamız kronikse,
zaten oradan bu bahsettiğiniz hiçbir katkı alınmıyor. Rutin birtakım kontroller
yeni reçete yazdırmaya gidiyorsa, zaten bu hususlarda herhangi bir para söz
konusu değil, bir ücret söz konusu değil. Ancak şu var: Yani Türkiye’de
hakikaten ilaç anlamında bir israf söz konusudur, burada bir talep yönetimi
anlamlıdır. Bakın, sağlık harcamaları yaklaşık 9-10 milyar liradan 2002
yılında, bu sene itibarıyla söyleyeyim yaklaşık 44-45 milyar liraya çıkmış
durumda değerli arkadaşlar. Sonuçta bu, ülkenin kaynağı bütçeden harcadığımız,
yani tek alıcı burada devlet. Şimdi, devlet, talep yönetimi konusunda adım
atıyor ama burada özellikle kronik hastalar, özellikle rutin birtakım şeyler
konusunda da istisnalar sağlanıyor.
Şimdi, değerli arkadaşlar, diğer sorulara geçeceğim: Vergi
mahremiyeti sadece vatandaşlarla maliyeyi ilgilendiren bir husus değil. Yani
samimi olarak söylüyorum, vergi mahremiyeti olmasa bu sorduğunuz vergiyle
ilgili, incelemelerle ilgili bütün sorulara, ben size tabii ki cevap vermek
isterim. Yani bu konuda en ufak tereddüdünüz olmasın ama vergi mahremiyetine
ilişkin hükümler son derece açık. Yani bu, milletvekili ile bakan arasında özel
bir istisna getirmiyor, getirse şey yapacağım ama müsaade ederseniz bu
bahsedilen hususla ilgili olarak değerli arkadaşlar, İzmir’le ilgili olarak
vergi mahremiyetine de tabii ki girmeden, ben size açıklayabileceğim bilgileri
vereyim: Şimdi, Maliye Bakanlığının denetim elemanlarının yani başlattığı bir
vergi denetimi söz konusu değildir. Burada savcılık bir talepte bulunmuş. Bu
talep sonucunda bilirkişilik görevi için maliyeden denetim elemanları istemiş.
Şu an itibarıyla doğrudur, İzmir’de 6 tane denetim elemanımız var, Maliye
Bakanlığının 6 tane denetim elemanı var. Müsaade ederseniz bakın 2010 yılında…
ALAATTİN YÜKSEL (İzmir) – Sizin emrinizdekiler, size bağlı kişiler
nasıl bilirkişilik yapabilirler?
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Şimdi, arkadaşlar, siz
söylerseniz, ben…
ALAATTİN YÜKSEL (İzmir) – Vergileri size bağlı, gelirleri size
bağlı…
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Olur mu? Bakın, size bilgi
vermeye çalışıyorum. Değerli arkadaşlar, bakın size bilgi vermeye çalışıyorum,
bir müsaade ederseniz, zaten bir üç gün, dört gün daha buradayız yine
gelirsiniz, yine sorularınıza cevap veririm ama müsaade edin lütfen.
Şimdi, bakın, değerli arkadaşlar, 2010 yılında benzer şekilde 21
adet görevlendirme yapılmış, 35 kişiyi göreve almış, 7 ayrı belediye; 2011
yılında 25 adet görevlendirme yapılmış, 44 kişiyi göreve almış -Maliye
Bakanlığından bahsediyorum- 14 ayrı belediye. Peki, bu belediyeler arasında AK
PARTİ var mı? Evet. 5 tanesi AK PARTİ, 6 tanesi Cumhuriyet Halk Partisi, 6
tanesi Milliyetçi Hareket Partisi…
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – İstanbul Büyükşehir var mı, İstanbul
Büyükşehir?
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) - …1 tanesi Demokratik Sol
Parti, 1 tanesi Demokrat Parti.
Yani değerli arkadaşlar, bakın, bu bilirkişi görevlendirmesi
savcının talebi üzerine oluşuyor. Maliye Bakanlığının resen başlatmış olduğu
bir vergi denetimi, bir ayrımcılık söz konusu değildir.
ALAATTİN YÜKSEL (İzmir) – Yanlış bilgi veriyorsunuz.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) - Yani biz İzmir
Belediyesine…
ALAATTİN YÜKSEL (İzmir) – 52 vergi denetmeni var Sayın Bakan.
Yanlış bilgi veriyorsunuz.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) - …“Haydi, bizim vergi
denetmenleri, müfettişlerimiz gitsin, denetleme yapsın.” diye herhangi bir adım
atmamışız değerli arkadaşlar.
Şimdi…
BAŞKAN – Sayın Bakan, isterseniz hiç başlamayın, otuz saniyede de
bitiremeyiz. Daha sonra yazılı cevap verirsiniz.
7’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
8’inci maddeyi okutuyorum:
Aktarma ve ekleme işlemleri
MADDE 8 - (1) a) Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel
bütçeli idarelerin bütçelerinin "Personel Giderleri" ile "Sosyal
Güvenlik Kurumlarına Devlet Primi Giderleri" tertiplerinde yer alan
ödenekleri, Maliye Bakanlığı bütçesinin "Personel Giderlerini Karşılama
Ödeneği" ile gerektiğinde "Yedek Ödenek" tertibine; diğer
ekonomik kodlara ilişkin tertiplerde yer alan ödenekleri ise 5018 sayılı
Kanunun 21 inci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan sınırlamalara tâbi
olmaksızın Maliye Bakanlığı bütçesinin "Yedek Ödenek" tertibine
aktarmaya,
b) Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinden, hizmeti yaptıracak
olan kamu idaresinin isteği üzerine bütçesinden yıl içinde hizmeti yürütecek
olan idarenin bütçesine, fonksiyonel sınıflandırma ayrımına bakılmaksızın
ödenek aktarmaya ve bu konuda gerekli işlemleri yapmaya,
c) Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri için 2012 Yılı
Programının Uygulanması,
Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karara uygun olarak yılı yatırım
programında değişiklik yapılması halinde, değişiklik konusu projelere ait
ödeneklerle ilgili kurumlar arası aktarmaya,
ç) Kamu idarelerinin yeniden teşkilatlanması sonucu, bütçe
kanunlarının uygulanması ve kesin hesapların hazırlanması ile ilgili olarak
gerekli görülen her türlü bütçe ve muhasebe işlemleri için gerekli
düzenlemeleri yapmaya,
Maliye Bakanı yetkilidir.
(2) Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli
idareler, aktarma yapılacak tertipteki ödeneğin yüzde 20'sine kadar kendi
bütçeleri içinde ödenek aktarması yapabilirler. Bu idarelerin yüzde 20'yi geçen
diğer her türlü kurum içi aktarmalarını yapmaya Maliye Bakanı yetkilidir. 2012
Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karara uygun
olarak 2012 Yılı Yatırım Programına ek yatırım cetvellerinde yer alan
projelerde değişiklik yapılması halinde bu değişikliğin gerektirdiği tertipler
arası ödenek aktarması işlemlerinin tamamı 5018 sayılı Kanunun 21 inci
maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan sınırlamalara tâbi olmaksızın idarelerce
yapılır.
(3) Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri, 29/6/2011 tarihli ve
644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararname kapsamında Çevre ve Şehircilik Bakanlığına yaptıracağı
işlere ilişkin ödeneklerini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bütçesine aktarmaya
yetkilidir.
(4) Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığı; cari yıl içinde aralarında yapılan hizmetlerin
bedellerini karşılamak amacıyla varılacak mutabakat üzerine, bütçeleri arasında
karşılıklı aktarma yapmaya yetkilidir.
(5) Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığı; bütçelerinde yer alan Silahlı Kuvvetlerin tek merkezden
yönetilmesi gereken ikmal ve tedarik hizmetleri ile bir fonksiyona ait bir
hizmetin diğer bir fonksiyon tarafından yürütülmesi halinde ilgili ödeneği,
fonksiyonlar arasında karşılıklı olarak aktarmaya yetkilidir.
(6) Özel bütçeli idareler ile düzenleyici ve denetleyici
kurumların (B) işaretli cetvellerinde belirtilen tahmini tutarlar üzerinde
gerçekleşen gelirler ile (F) işaretli cetvellerinde belirtilen net finansman
tutarlarını aşan finansman gerçekleşme karşılıklarını, idare ve kurumların
bütçelerinin mevcut veya yeni açılacak tertiplerine ödenek olarak eklemeye
Maliye Bakanlığınca belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde kamu idareleri
yetkilidir. Sermaye ödenekleri, 2012 Yılı Programının Uygulanması,
Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar esaslarına göre yılı yatırım
programıyla ilişkilendirilir.
(7) Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri arasındaki kaynak
transferleri ödenek aktarma suretiyle yapılır. Merkezi yönetim bütçesi
kapsamındaki idareler ve kurumlar arasındaki diğer kaynak transferleri tahakkuk
işlemleriyle gerçekleştirilir. Bu işlemler karşılığı tahsil edilen tutarlar,
ilgili kamu idaresince bir yandan (B) işaretli cetvellere gelir, diğer yandan
(A) işaretli cetvellere ödenek kaydedilir.
BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Günal. (MHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun Sayın Günal.
MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri ve yüce Türk
milletini saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, az önceki maddede Meclisin bütçe hakkı ve
yetkisiyle ilgili konuşmamı yaptım. Ben, size 14 milyarlık bir yatırım şeyinden
söz etmiştim 2010’da ama iktidar partisi milletvekilimiz konuşurken -sağ olsun
Sayın Bakanım ayrıntılarını vermiş- ondan birazını daha öğrenmiş olduk.
Sözlerime bununla başlıyorum bir espri olarak.
Az önce sayın grup başkan vekillerimiz “İnsan Hakları Haftası”
diye konuşmalarını yaptılar ama onunla beraber bu hafta Konya’da Mevlânâ’yı
anma etkinlikleri var. Biliyorsunuz, 17’sinde de Şebiarus töreniyle bitecek.
Ben bugün bu vesileyle düğün gecesi olarak nitelendirilen ve Hakk’a kavuşmasını
sembolize eden gecede bu rakamlarını tartıştığımız, yetkilerini, yetki dışı
ödeneklerini tartıştığımız bu gündelik çekişmelerin ötesinde 2011 yılı biterken
sizlerin bu gündelik çekişmelerin dışında bazı hususlarda dikkatini çekmek
istiyorum değerli arkadaşlarım.
Mevlânâ “hoşgörü” kelimesiyle yan yana bütün dünyada getirilmiş
durumda. Bildiğiniz gibi, birçok ünlü deyişi var, Mesnevi’nin içerisinde yer
alan birçok sözleri var ama ben burada birkaç tanesine değinip buradan sizi bazı
farklı düşüncelere götürmek istiyorum. Sizler de uzun bir çalışma sonucunda
yoruldunuz, birtakım şeylerde, gündelik siyasi çekişmelerin içerisinde
maalesef, farklı noktalara doğru bazı şeyleri düşünmeden ilerliyoruz, dışarıdan
belirlenen gündemlerin peşinden devam ediyoruz.
Diyor ki Mevlânâ: “Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte
akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede
ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi
ol.”
Değerli arkadaşlar, bu tabii ki aynı ortamlarda, aynı asırlarda
yaşayan, Türk kültürüne, Türk medeniyetine önemli katkıda bulunan,
çağdaşlarından yine arı dili Türk dilini seslendiren Yunus Emre’nin de bir iki
sözünü yine bu sözlerle ilgili, bağlantılı olarak sizlerin dikkatine sunmak
istiyorum. Diyor ki:
“Sözü bilen kişinin,
Yüzünü ak ede bir söz.
Sözü pişirip yiyenin,
İşini sağ ede bir söz.
Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı.
Söz ola ağulu aşı,
Yağ ile bal ede bir söz.”
Neden bunları söylüyorum? Bu hoşgörü ortamında, Mevlânâ’nın
etkinliklerle anıldığı ortamda, Dünya İnsan Hakları Haftası’nda, maalesef, biz
burada milletvekillerinin haklarını bile koruyamıyoruz, kısır çekişmeler ve
siyasi taassup içerisinde karşılıklı olarak el kaldırmalarla “Kabul edin,
etmeyin.” geçip gidiyor. O arada birtakım önemli şeyleri, insani duyguları,
kültürümüzü, yozlaşmayı, yeni çağda küresel gelişmelere karşı kendimizi
korumayı maalesef ihmal ediyoruz, rakamlara gömülüp gidiyoruz. Onun için,
bugünkü konuşmamda biraz daha sizin bu konulara dikkatinizi çekerek 2011
yılının muhasebesini yaparken, 2012 yılında da bu gelişmelere karşı Türk
kültürünü korumak, Türk milletini -bizlerin 2023 vizyonu olarak başlattığımız,
sonrasında sizlerin de buna katıldığınız- 2023’te bölgesinde lider ülke olması
ve bunu daha ileri taşıyarak hep birlikte, 2053’te süper güç olma -fethin
1.600’üncü yıl dönümü geliyor- ve daha uzun erimli hedeflerle 21’inci yüzyılda
Türkiye'nin lider ülke olması ve 21’inci asrın Türk asrı olmasının ötesinde,
3’üncü bin yılda Türk İslam medeniyetini, Türk kültürüyle yoğrulmuş bir şekilde
yeniden ilme, fenne, akla önem vererek, akıl ve nakli dengeleyerek yeniden ön
plana çıkarmayı hep birlikte başarmak zorundayız. Onun için Mevlânâ’ya ve
Yunus’a döndüm. Çünkü diyor ki:
“Dünyaya gelen göçer,
Bir bir şerbetin içer.
Bu bir köprüdür geçer,
Cahiller onu bilmez.
Gelin, tanış olalım,
İşi kolay kılalım.
Sevelim, sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz.”
Ve yine, bu yolun yolcusu olan, yine Horasan erenlerinden gelip,
Hoca Ahmed Yesevî’nin dergâhından gelip Anadolu’da bizim kültürümüze önemli
katkılarda bulunan Hacı Bektaş Veli de hep birliğe, beraberliğe bizi çağırıyor,
“Gelin bir olalım, iri olalım, diri olalım.” diyor.
Onların bakışları gerçekten farklı. Bugünkü konuşmamda bunlara yer
vermemin nedeni, bizim de bu farklı bakışa zaman zaman da olsa gündelik
tartışmalardan çıkarak kulak vermemiz.
Bir hikâyeyle konuşmamı bağlamak istiyorum. Hikâye diyorum, bir
alıntı, Mevlânâ’yla Hacı Bektaş Veli’nin birlikte anıldığı bir şey,
kültürümüzün kökenlerine inerek: Adamın birisi kötü yoldan para kazanıp
-affedersiniz- bir inek satın almış. Sonrasında pişman olmuş ve hiç olmazsa bu
kötülükten arınayım diye, aldığı hayvancağızı götürüp Hacı Bektaş Veli’nin
dergâhına kurban olarak bağışlamak istemiş. Tabii ki kötü yoldan kazanıldığını
bilen Hacı Bektaş da “Biz bunu kabul edemeyiz, bu helal değildir.” deyip
kurbanı geri çevirmiş. Tabii, adam da ısrarlı bir şekilde, yaptığı hatayı
telafi etmek üzere Mevlevi dergâhına gitmiş, oradan Mevlânâ’ya ulaşmış ve ona
durumu anlatmış. Mevlânâ hediyeyi kabul etmiş. Tabii, daha da çok şaşırmış,
demiş ki: “Ya Mevlânâ, ben böyle böyle bir şey yaşadım, Hacı Bektaş Veli bu
kurbanı kabul etmedi, bunun sebebi nedir?” O da der ki: “Biz bir karga isek
Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir, öyle her leşe konmaz. O yüzden, senin bu
hediyeni biz kabul ederiz ama o etmeyebilir.” Adam üşenmez, tekrar kalkar Hacı
Bektaş’ın dergâhına gider ve Mevlânâ’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip “Bunun
nedeni nedir?” diye sorar. Hacı Bektaş Veli Hazretleri de kendisine şöyle cevap
verir: “Bu bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlânâ’nın gönlü okyanus
gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin
gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.” der.
Dolayısıyla, biz gönlümüzü açtığımız zaman -“Dil, gönlün
anahtarıdır.” der- dilimizi açtığımız zaman, uzlaşmaya yanaştığımız zaman,
muhalefeti yok saymadığımız zaman, her insanı kendi hâliyle, kendi göreviyle,
kendi özelliğiyle değerlendirdiğimiz zaman illa ki uzlaşacak bir şeyler
buluruz; bizim ortak noktalarımız çoktur.
Değerli arkadaşlar, dünyanın çok kritik bir süreçten geçtiği
aşamada, kalkıp başkalarının projeleriyle değil kendi projelerimizle, Türk
kültürüne sahip çıkarak, kültürel yozlaşmaya karşı çıkarak, manevi
değerlerimize sahip çıkarak, tabii, ilme ve akla, fenne ağırlık vererek
-Âkif’in dediği gibi: “Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini / Veriniz hem de
mesâînize son sür’atini." diyor- yani bu kültür değerlerimize sahip
çıkarak, aklı ve nakli dengeleyerek, kendi kültürümüzün üzerinde yeniden
Türk-İslam medeniyetini, medeniyetler arası çatışmayı değil, yeni bir
medeniyetin inşasını hep birlikte yapabiliriz. Gelin, kısır çekişmelerden
uzaklaşalım çünkü Türk milleti büyük bir millettir, Türkiye Cumhuriyeti devleti
de köklü bir devlettir. Zaman zaman iniş çıkışlar olabilir, politika hataları
olabilir. Bizim görevimiz uyarmaktır. Değerli arkadaşlar, Milliyetçi Hareket
Partisi her zaman önce ülkem ve milletim, sonra partim, sonra ben diyen bir anlayışa
sahiptir. Milletin çıkarına olan ne varsa buraya getirin, biz onları
destekleyelim. Ama eksik yapılan, yanlış yapılan ne varsa da onu eleştirmek
milletin bize verdiği yetkinin bir görevidir. Siz öyle algılamayabilirsiniz ama
gelip bize bunları anlatmak zorundasınız, ikna etmek zorundasınız. İktidarda
olan sizsiniz, bilgiye sahip olan sizsiniz. Eğer gelip anlatmazsanız,
açıklamazsanız, bilgi kirliliği olursa şeffaflık olmazsa çok daha fazla
tartışırız ve zaman kaybederiz. Onun için gelin hep birlikte büyük Türkiye’yi,
lider Türkiye’yi 2053’ün süper gücünü, 21’inci yüzyılda Türk asrı olmasının
ötesine geçirerek 3’üncü bin yılı Türk
bin yılı yapacak ve Türk İslam medeniyetini yeniden ihya edecek projelere
beraber imza atalım ve Türk milletinin geleceğini düşünelim diyor, bu duygu ve
düşüncelerle hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Günal.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın
Mustafa Moroğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA MOROĞLU (İzmir) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına
saygıyla selamlıyorum.
Bütçenin 8’inci maddesiyle ilgili görüşlerimizin çok önemi
olmadığı düşüncesiyle konuşmama başlamak istiyorum çünkü bu madde olduğu gibi
kabul edilecek, geldiği gibi kabul edilecek. Bugüne kadar Meclise geldiğim
günden beri yapılan uygulamalar da bunu açık seçik bir şekilde ifade ediyor.
Eğer Mecliste birtakım şeylerin değişebileceğine milletvekili
arkadaşlarım da inanmış olsaydı milletvekili koltuklarında otururken laptopları
açık, gazeteleri açık, kitapları açık okumak ya da bakmak zorunda kalmadan acaba Mecliste neler
konuşuluyor, bu halkın yararına olan ya da zararına olan maddelerle ilgili bir
değişiklik yapılabilir mi diye düşünür, böyle bir davranış içinde olmazlardı.
Bu kültürü belki yeni gelen, bu dönem seçilen bütün milletvekili
arkadaşlarımızla değiştirebilme umuduyla “Aktarma ve ekleme” maddesine ilişkin
düşüncelerimi kısaca anlatmak istiyorum. Yaşamımızdan yani halktan aldığımız
yetkiden neleri aktarmamamız, neleri eklememiz ya da tersinden bakarak neleri
eksiltmememiz gerektiği konusunda düşüncelerimi anlatmak istiyorum.
Hepimiz milletvekili adaylarıyken seçmenlere söz verdik. Köylerde
köylülerle, kahvelerde yurttaşlarla ya da ev ziyaretlerinde hepimiz “Yetkiyi
bize verin, sizin adınıza Mecliste görev yapalım, sizin lehinize çıkacak
yasaların çıkabilmesi için çalışalım, sizin aleyhinize olacak uygulamaların
ortadan kalkması için çaba gösterelim.” dedik, vekâlet istedik, vekâleti aldık
geldik.
Peki, gelir gelmez neyle karşılaştık ve burada, bu Mecliste,
özellikle bu bütçe görüşmeleri döneminde yaşadığımız manzara ne? Vekâletimizi
önce Bakanlar Kuruluna, sonra da Bakanlar Kurulu vasıtasıyla da tek bir kişiye,
Başbakana devrettik. Daha biz gelmeden, bizim vekâletlerimiz alınarak kanun
hükmünde kararnamelerle bakanlıklar oluşturuldu, bu oluşan bakanlıkların
bütçeleri hazırlatıldı ve bize oylatıldı.
Yabancılaşmak insan için çok zararlı sevgili arkadaşlarım yani bir
insan kendi özüne uygun, doğuşundan özünde olan, vicdanına, ahlakına ve
kendinden önce başkasının haklarına, başkasının hukukuna yabancılaşmaya
başlaması çok tehlikeli ama bu yabancılaşma kamu adına görev yapan
milletvekillerinde, belediye başkanlarında yani yönetenlerde oluşmaya
başlamışsa çok daha tehlikeli bir durum alıyor. İşte, o zaman, bu sınırsız
tüketim, sınırsız kâr demek olan sistemin ve onun yarattığı kurumların bize
sunduğu nimetlerden faydalanabilmek için el kaldırmaya, her şeye olur demeye,
her şeye evet demeye ve hiçbir tartışmayı dinlemeden, konuşmadan, aramızdaki
duvarları yıkmaya çalışmadan el kaldırmaya hazır birer vekil olmuşuz demektir.
Asıl tehlikeli olan da budur. (CHP sıralarından alkışlar) Artık o yetkilerin
halka karşı kullanılma zemini oluşmaya başlamıştır, bu çok tehlikeli. Ne
diyeceğiz seçmenlere? O söz verdiğimiz emeklilere, söz verdiğimiz köylülere,
söz verdiğimiz öğrencilere, söz verdiğimiz kadınlara, eşit yurttaşlık hakkı
isteyen Kürtlere ve Alevilere ne diyeceğiz? Seçim bölgelerine gittiğimizde
başka, burada başka konuşmaya, orada başka el kaldırmaya, burada başka el
kaldırmaya başlarsak bu aktarma ve çıkarmaların ve eklemelerin hiçbir önemi
olmadığını bilmeliyiz.
En büyük görev, değerli arkadaşlarım, hiçbir parti ayrımı
gözetmeden bütün milletin vekiliyiz, bütün Türkiye’nin vekiliyiz. Birisi
Güneydoğu Anadolu’nun vekili, birisi Doğu Anadolu’nun vekili, birisi Batı’nın
vekili değil, seçildikten sonra hepimiz milletin vekiliyiz, bu halkın
vekiliyiz. Öyleyse, ilk önce bu Mecliste oluşan duvarları yıkabilirsek yani
birbirimize aktarmamız gereken şeyleri aktarmaya başlar isek, işte o zaman
eşit, özgür ve barış içinde yaşayan bir Türkiye toplumunu yaratmak için
buradaki görevimizi yapmaya başlamışız demektir. Halk buraya bakıyor, ilk önce
burada oluşacak. Birbirimizin sözünü keserek, birbirimize laf atarak,
bağırarak, çağırarak, aramızda duvarlar örmeye çalışarak birbirimizden çok
faydalanabileceğimizi düşünmüyorum ve halka da örnek olacağımızı düşünmüyorum.
Şimdi, bu yetkilerin, halktan aldığımız yetkilerin halka karşı
nasıl kullanılmaya başlandığının buradaki örneklerini çok arkadaşım anlattı,
ben tekrar anlatmayacağım. Ama, eğer bütçeden bir aktarma yapılacaksa, bu konuda
Maliye Bakanlığına -değişik- okunduğu şekliyle bazı yetkiler verilecekse Maliye
Bakanlığının bu yetkileri nasıl kullanmasına, nerelere aktarma, nerelere ekleme
yapmasına ilişkin düşüncelerimi de kısaca anlatmak istiyorum.
Bir defa parasız sağlık ve eğitime, eğitimin ve sağlığın daha
kaliteli olması için ne yapılması gerekiyorsa yapılsın -zamanımız kısa, hızlı
hızlı geçeceğim- ve 1980’den beri aktarmayla, eklemeyle birtürlü
önleyemediğimiz, kimine göre terör, kimine göre düşük yoğunluklu savaş, kimine
göre Kürt sorunu, kimine göre Güneydoğu Anadolu sorunu ve onun içinde Kürt
sorunu, adı ne olursa olsun önleyemediğimiz can kayıplarının önlenmesi için ne
yapılması gerekiyorsa bu Meclis yapmalı. (CHP ve BDP sıralarından alkışlar)
Çünkü, can kaybı en önemli kayıptır değerli arkadaşlarım. Otoyolları sonra
yapabilirsiniz, havaalanlarını sonra yapabilirsiniz, Konak tünellerini sonra
yapabilirsiniz, ilk görevimiz bu ülkede yıllardır insanların ölümüne neden olan
bu sorunu çözmektir. Bu sorun sadece BDP’lilerin sorunu, sadece MHP’lilerin,
CHP’lilerin, AKP’lilerin sorunu değildir, bu sorun hepimizin, bütün Türkiye
yurttaşlarının görevidir. Bu sorunun çözümü de burada, bu Mecliste herhangi bir
yaftalama yapmadan özgürce konuşabilmek ve tartışabilmektir.
Doğaya ve kentlere karşı işlediğimiz suçlardan ötürü yok ettiğimiz
can kayıplarının önlenmesi için bir an önce kent yenileme projelerine destek
verilmelidir. Bu da can kayıplarımızın can alıcı noktalarından birisidir.
Güneydoğu Anadolu’da, Doğu Anadolu’da ne olup bittiğinden daha az acı bir sorun
değildir. Onun için kent yenileme projelerine bir an önce başlanmalı ve bu
konuda el birliğiyle hareket etmeliyiz. Ankara’nın kent yenileme projesi bir
günde onaylanırken İzmir’in kent yenileme projesi on bir aydır bekliyorsa AKP’li
İzmir milletvekilleri başta olmak üzere, hepsi yarın gidip bu projeleri
onaylatmadır. (CHP sıralarından alkışlar) Görev onlarındır. Ondan sonra çıkıp
“Halkın lehine bütçe yaptık.” diye Ali Aşlık ya da diğer milletvekilleri
gülmeyecek. Evet, yarın bu kent yenileme projesi müsteşarlıktan mı çıkacak,
bakanlıktan mı çıkacak, kimden çıkacaksa çıkacak ve bugüne kadar aktardığınız,
yetki aldığınız biçimde bu yeni örtülü ödenekler de yaratılmaması ve -bunların
geçmişteki gibi kullandığında, nasıl kullanıldığını biliyoruz- yeni faili
meçhuller de yeni cinayetler de yaratılmamasına dikkat edilmesini öneriyorum.
Nedeni de şu: İnsan Hakları Haftası, geçen hafta başladı, devam ediyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin imzalaması gereken bir sözleşme gündeminde
duruyor. Devlet tarafından zorla kaybedilmesinin önlenmesine ilişkin
uluslararası bir sözleşme Nisan ayı 2011’den itibaren yürürlüğe girdi. 2006
Nisanında kabul edildi, 2010 Nisanında yeterli devlet imzayı attı ve nisan
ayından itibaren de yürürlükte. Seksen sekiz devlet imzalamış, Türkiye henüz
imzalamamış. Eğer bütün Meclis olarak can kayıpları en önemli meselemiz ise
Türkiye bir an önce bu sözleşmeyi imzalamalı ve bu sözleşmelerin gereğinin
yerine getirilmesi için yaratılması gereken kurumlar, kuruluşlar, ödenekler, ne
varsa bunu yapmalıdır, aktarma ve ödenek yapılacaksa buraya aktarmalıdır. Ve
artık çocuklar “Baba seni karanlıklarda aramak zorunda kalırım.” diye şiirler
yapmasın. Analar otuz bir yıldır çocuklarını aramak için Galatasaray Lisesi
önünde nöbet beklemek zorunda kalmasın. Biz de ağlıyoruz, sadece çocuklar ve
analar ağlamıyor. Can kayıpları, kim, hangi nedenle ama depremle ama selle ama
felaketle ama terörle neyle kaybedilirse kaybedilsin hiçbirimizin tahammül
edemeyeceği bir şey bu. (CHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA MOROĞLU (Devamla) - O nedenle, bütün can kayıplarının
önlenmesi için bu Meclis ne gerekiyorsa yapmalıdır ve bunun için de herkesin
özgürce tartışmalarına neden olmalıdır.
Son sözüm bütçeden... Kadınlar her gün öldürülüyor arkadaşlar.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Moroğlu.
MUSTAFA MOROĞLU (Devamla) - Kadınların öldürülmemesi için
ilkokuldan başlayarak askere, polise varıncaya kadar kadın haklarının, onların
da bizim gibi insan olduğunu anlatan eğitimler verilmesi için ödenek acilen
ayrılmalıdır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum, hepinize teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Iğdır Milletvekili
Sayın Pervin Buldan.
Buyurun Sayın Buldan. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
8’inci madde üzerine grubum adına söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Evet, faili meçhuller, yargısız infazlar ve kayıplar. Türkiye'nin
bir dönem devlet politikası olarak uygulamaya çalıştığı, insanların diri diri
toprağa gömüldüğü, asit kuyularına atıldığı, insanların kaçırılarak,
üzerlerinde naylonlar ve sigaralar söndürülerek işkenceler yapıldığı, bedenlere
ve kafalara sıkılan kurşunlar…
Siz hiç eşinizin, kardeşinizin, çocuğunuzun ya da babanızın evden
sağlam çıkışına ama o insanın eve bir daha hiç dönmediğine tanık oldunuz mu?
Siz hiç eşinizin kanlı elbiselerinin babasını hiç görmeyen bir çocuğa hatıra
olarak bırakıldığını bilir misiniz? Ya da siz üç yaşındaki, babasını hayal
meyal hatırlayan bir çocuğunuz üzülmesin diye eve gelen misafirlere “Sakın, bu
evde baba kelimesini kullanmayın.” diye tembihlediniz mi? Evet, ben çocuklarımı
böyle büyüttüm. Evet, bu ülkede binlerce anne çocuğunu aynı şekilde büyüttü. Bu
ülkede çocuklar babalarının beyaz Toros markalı araçlarla alınıp bir daha
dönmediklerini yakinen bilmektedir yani daha dumanı üstünde tütüyor bu
uygulamanın.
Annelerin gözleri kör oldu ama o kuyulardan hâlâ yaşlar
akmaktadır. Ayakta zar zor duran toprak damlı evlerin tahta kapılarına vurulan
dipçik darbesi bir eşin o an ve ebediyen susması, bir diğerinin ömür boyu azap
çekmesi, bağrına taş basması anlamına geliyordu. Türkü okumak bir emareydi
ölmek için, ıslık çalmak da. Bir kitabı okumak, derin derin sigarayı dumanlamak
ve sakal uzatmak da bir emareydi ölüm için. Mesela hâkî bir parka giymek
suçların en anası demekti. Hiçbir gezegen geçmedi buralardan, hiçbir uzaylı,
hiçbir dünyalı. Uzaklardan ya da yakınlardan bir yerden potinlerle dizlerin
aşağısındaki kemiklerin tekmelendiği ve kırıldığı kimselerce bilinmedi,
duyulmadı. Bir Allah’ın kulu “Yazıktır, günahtır.” demedi, bir Allah’ın kulu
hutbesinde okumadı babasız bırakılmanın haramlığını.
Siyasetçiler, doktorlar, öğretmenler, avukatlar, bürokratlar ve iş
adamları, hepsi katledildiler; kimi sokakta, kimi evinden çıkarken ya da iş
yerinde.
Bu karanlık dönemden payıma düşen en acı deneyimlerden birini
yaşamış olmama rağmen, kaybettiği yakınının bedenine, sesine, varlığına veya
sadece herhangi bir zerresine ilişkin hiçbir şeye ulaşamayan kişilere kıyasla
kendimi şanslı hissetmenin daha da ağırlaşan acısını taşımaktayım. Bu konuda
yaşanan gelişmeler ise bu ülkenin bir yurttaşı olarak yaşadığımız acılara bir
de utancı eklemektedir.
Bugün Başbakan nasıl cebinde tutuklanacakların listesini
taşıyorsa, o günün Başbakanı Tansu Çiller de öldürüleceklerin listesini
taşıyordu. Bugün Başbakanın emriyle siyasetçiler nasıl tutuklanıyorsa, o gün
Tansu Çiller’in emriyle insanlar katlediliyordu. Bugün Leyla Güven, Çağlar Demirel,
Hatip Dicle, Çimen Işık sorgusuz sualsiz KCK’li diye tutuklandıysa, o gün Savaş
Buldan, Behçet Cantürk, Medet Serhat, Mehmet Sincar PKK’li diye katledildiler.
Yalnız, o gün PKK’li diye öldürülenler, bugün KCK’li olarak tutuklananlar,
hepsinin ortak bir yanı, hepsinin onurlu birer Kürt olmaları.
Bugün gelinen noktaya bakmak istiyorum. Eski MİT Kontrterör Daire
Başkanı Mehmet Eymür savcılıkta verdiği ifadede ölüm listesini gördüğünü,
“Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin tarafından yönetilen oluşum terörle
mücadele adı altında Medet Serhat, Behçet Cantürk, Fevzi Aslan, Hacı Karay,
Adnan Yıldırım, Savaş Buldan’ı öldürmüştür.”
Yine, “Tarık Ümit, Savaş Buldan’ın üzerinden çıkan paraları
almışlar, yanında bulunan özel harekâtçılarla birlikte Ağar’a gitmişler ve bu
parayı paylaşmışlar.” Yine, dönemin İçişleri Bakanlarından Nahit Menteşe’den
bir açıklama: “PKK’ya yardım eden iş adamlarının ve devlete sızan PKK’lıların
listesi bize gelmişti. Bu listeyi Millî Güvenlik Kuruluna sunmuş olabilirim.
Hafızamı zorluyorum, vermiş olma ihtimali yüksek çıkıyor.” diyor.
Yine, DYP’li eski Bakan Salim Ensarioğlu, 27 Ağustos 1992 günü
Diyarbakır’da olağanüstü toplanan Millî Güvenlik Kurulunda 1.200 kişilik Kürt
iş adamı listesinin tartışıldığını iddia etti. Ensarioğlu “Toplantıda Erdal
İnönü, Turgut Özal, Süleyman Demirel vardı. Demirel hâlâ yaşıyor, listeyi en
iyi o bilir.” diyor.
Şimdi tarihlere bakalım: 27 Ağustos 1992, Millî Güvenlik Kurulu
Diyarbakır’da toplanıyor. 3 Kasım 1993 Çiller açıklama yapıyor: “Elimizde PKK’ya
yardım eden 60 Kürt iş adamının listesi var.” ve infazlar başlıyor. 15 Ocak
1994, Behçet Cantürk ve şoförü; 25 Ocak 1994, Fevzi Aslan ve kardeşi; 9 Mayıs
1994 Namık Erdoğan; 3 Ekim’de Mecit Baskın; 3 Haziran 1994, Savaş Buldan, Hacı
Karay, Adnan Yıldırım; 12 Kasım 1994, Medet Serhat. Ve bir kaza oluyor 3 Kasım
1996’da. Balıkesir’in Susurluk ilçesinde, kazada mafya-siyasetçi-polis
oluşumuna tanık oluyoruz. Ölenler ölüyor, kalanlar şimdi teker teker konuşuyor.
Konuşanlar hep aynı yere işaret ediyor, dönemin Başbakanı, Emniyet Müdürü,
olağanüstü hâl bölge valileri ama ne yazık ki bir dönemin karanlık kutuları,
emir verenler, tetik çektirenler sorgulanmıyor, yargılanmıyor. O zat beş gün
önce basın toplantısı yapma gereği duyuyor, Mehmet Ağar: “Kusurlarımız
olmuştur, suçumuz olmamıştır. Kusurumuz olursa bilerek değildir hizmet
kusurudur.” Ağar’ın “Hizmet kusuru” dediği binlerce faili meçhul cinayet,
yargısız infaz, kan ve gözyaşı.
Buradan kendisine sormak isterim: İnsan öldürtmek, kan dökmek
kusur mudur yoksa dünyanın en vicdansız, en ahlaksız, en adi suçu mudur? Evet,
kuru ekmeğin üzerine su döküp yumuşatabilirsiniz elbette ama bir mezara su
döküp yumuşatmazsınız içindeki kemikleri. Şu bir gerçek ki, Berfo Anne’yi kim
ağlattıysa hâlâ ağlatmayı sürdürüyor.
Bir gerçek daha var ki, o dönemin suçluları kadar bu dönemki
siyasi irade de o kadar suçludur. Hakikatleri araştırma ve adalet komisyonu
acilen kurulmalı. Türkiye, geçmişiyle yüzleşmelidir. Suçlular hesap vermeli,
sorgulanmalı ve yargılanmalıdır. Belki kaybettiklerimizi geri getiremeyecek ama
yüreğimize en azından bir su serpilecektir ve hâlâ annelerin gözleri yol
beklemektedir, babalar ise bitmez tükenmez sabırla donatılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; “Ateş düştüğü yeri yakar.”
derler. Ateş, biz kayıp yakınlarının yüreğine düştüğü yerden bu ülkenin
onurunu, insanca yaşama umudunu ve aydınlık geleceğini de yakıyor. Türkiye,
âdeta bir kayıplar ve faili meçhuller ülkesi olmuştur. Oysa, biz biliyoruz ki,
her kaybın bulunduğu bir yer, bir kaybedilme nedeni ve sorumluları vardır ve biz biliyoruz ki, faili meçhul bırakılsa
da aslında her cinayetin de bir faili vardır. Fakat sorumluların ortaya
çıkarılması için devlet üzerine düşen görevi yapmalı, kayıplarla ve faili
meçhul bırakılan cinayetlerle geçen ülke tarihi aydınlatılmalıdır binlerce
kayba, binlerce cinayete ve aynı zamanda, yanan binlerce yüreğe yenileri
eklenmesin diye.
Ülkemizin bu en acı yarasını sarmanın zamanı çok gecikse de
“geçti” demek istemiyorum. Çünkü bu acılar üzeri kapatılsa, görmezden de
gelinse suçlular açığa çıkarılmadığı sürece dinmeyecek acılardır diyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Buldan.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, konuşmacı konuşmasını yaparken
Sayın Başbakanın cebinde, Grup Başkanımız Sayın Başbakanın cebinde tutukluların
listesi olduğunu ifade etti. 69’a göre açıklama istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ADİL KURT (Hakkâri) – Sayın Başbakan kendisi söylüyor. Yani,
neyini inkâr edeceksin?
BAŞKAN – Olsun, belki de değiştirecek bilgiyi.
ADİL KURT (Hakkâri) – Sayın Başbakanın kendisi söylüyor, biz
söylemiyoruz.
BAŞKAN - Buyurun.
IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- Adıyaman Milletvekili
Ahmet Aydın’ın, Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, Genel Başkanına sataşması
nedeniyle konuşması
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Tabii, burada Sayın Buldan’ı hayretle dinledik, izledik.
PERVİN BULDAN (Iğdır ) – Hayretle! Doğru söylüyorsun!
AHMET AYDIN (Devamla) – Türkiye’yi 1990 hatta 80 öncesine âdeta
götürdü ama bugünkü Türkiye o günkü Türkiye değil. Dün tabular vardı, dün
dokunulamayanlar vardı, dün bu kürsüde konuşulamayanlar vardı, söylenemeyenler
vardı ama size şunu ifade edeyim: Tabuları biz yıktık.
MUSTAFA SERDAR SOYDAN (Çanakkale) – Mehmet Ağar ve Tansu Çiller’le
nasıl bir anlaşma yaptınız?
AHMET AYDIN (Devamla) - Dokunulmayanlara biz dokunduk. Artık bu
ülkede hiç kimsenin suç işleme özgürlüğü yok. Söylenemeyenleri biz söyledik ve
icraata geçirdik. Asit kuyularını biz açıyoruz. OHAL’i, DGM’leri bizler
kaldırdık.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Niye yargılanmıyorlar? Faili meçhul
cinayetleri işleyenler ellerini kollarını sallayarak geziyorlar.
AHMET AYDIN (Devamla) - Temel haklara ilişkin uluslararası hukuku
iç hukukun üstüne biz getirdik. Yerel dilde propagandayı biz serbest bıraktık.
Çocuklara çocuk muamelesi yaptık. Taş atan çocukların, geçtiğimiz dönem,
geçtiğimiz yıl, çocuk mahkemelerinde yargılanmasına biz karar verdik.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Başkan, yaptınız ama AİHM kararlarına
uymuyorsunuz.
AHMET AYDIN (Devamla) - TRT Şeş’i biz açtık. İşkenceyi biz ortadan
kaldırdık. Bu ülke, işkenceyle, kötü muameleyle addedilen bir ülkeydi. Onu da
biz “İşkenceye sıfır tolerans.” dedik, işkenceyi ortadan biz kaldırdık.
ADİL KURT (Hakkâri) – Doğru, sokağa işkenceyi taşıdınız!
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – İzmir’de kadın dayak yiyor karakolda.
AHMET AYDIN (Devamla) - Kürt dili edebiyatları bu dönemde açıldı,
el insaf be! Kürt dili ve edebiyat bölümleri bu dönemde açıldı. Enstitüler bu
dönemde kuruldu.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Aydın, sayıları 500’ün üzerinde
üniversite öğrencisi gözaltında.
AHMET AYDIN (Devamla) - Kürtçenin serbestçe öğrenilmesi bu dönemde
oldu.
Değerli arkadaşlar, belki henüz yapılamayan birtakım şeyler
olabilir. Onu, oturur, konuşur, tartışırız.
PERVİN BULDAN (Iğdır) - Yapmıyorsunuz işte. Araştırma
önergelerimizi neden kabul etmiyorsunuz?
AHMET AYDIN (Devamla) - Ama
emin olun, düne göre bugün Türkiye çok daha ileride, her açıdan ileride.
Bütçeyi konuşuyoruz, ekonomide ileride. Demokratikleşme yolunda eğer, size şunu
rahatlıkla söyleyebilirim ki değerli arkadaşlar, şöyle yandaş basını da, candaş
basını da bir tarafa bırakın, şöyle bir Sunday Times’a bakın ya, New York Times’a bakın, uluslararası basına
bakın, Türkiye'nin geldiği konumu eğer bizden öğrenmek istemiyorsanız, oradan
öğrenebilirsiniz.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Türkiye’ye bakın Sayın Milletvekili,
boş verin basını, yaşadıklarımıza bakın! Yalan mı söylüyoruz?
AHMET AYDIN (Devamla) - Türkiye bugün, her alanda rekorlar üstüne
rekorlar kırıyor.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Yalan rekoru, evet.
AHMET AYDIN (Devamla) – Türkiye, kendine güvenen, ayakları yere
basan bir ülke oldu. Bugün, dünyada dünya devleri batarken bu kriz ortamında
Türkiye dik bir şekilde dünyanın en çok büyüyen ekonomisi hâline geliyor,
Türkiye tamamen kurumsallaşıyor her açıdan, içindeki kötülükleri atıyor,
içindeki olumsuzlukları atıyor.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – O zaman gelin, araştırma komisyonu
kuralım, içimizdeki kötülükleri atalım.
AHMET AYDIN (Devamla) - Ama değerli arkadaşlar, sizler de
gerçekten bu sorunların çözülmesini istiyorsanız bize akılcı projelerle gelin.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Niye reddediyorsunuz? Niye
araştırılmasını reddediyorsunuz?
AHMET AYDIN (Devamla) - Yapılacak olan neler varsa burada oturup
konuşalım, hep beraber yapalım.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Yapalım. Her defasında buraya önerge
getirdik reddettiniz Sayın Milletvekili.
AHMET AYDIN (Devamla) – Ama bu yapılanları da… Şöyle şapkanızı
koyun ortaya, dün burada konuşamayacağımız, düşünmeyi dahi ihtimal vermediğimiz
birçok şeyi serbestçe konuşabiliyoruz; özgür bir ortam var.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Bunun bedelini ödedik Sayın
Milletvekili.
AHMET AYDIN (Devamla) - Ama daha da özgürlük için AK PARTİ olarak
daha çok şey yapacağız.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, efendim, tabii, çok önemli
bir iddia, bir bühtan bence. Ama Sayın Grup Başkan Vekili “Tutuklu listesi
Başbakanın elinde.” sözünü sataşma olarak adlandırdı “Ölüm listesi” diye, bunun
olmadığına ilişkin net bir cevap verin lütfen.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Bunu demeye gerek yok, böyle bir şeyin
olmadığını bütün kamuoyu biliyor.
OKTAY VURAL (İzmir) – Yani biz bu bühtanı kabul edemeyiz. Türkiye
Cumhuriyeti devleti hukuk devletidir.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) - İspat iddia sahibine aittir, iddia
sahibine aittir ispat.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Her müddei iddiasını ispata mecburdur.
OKTAY VURAL (İzmir) – Evet ama sataşmadan dolayı söz aldınız.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Başbakanın zaten kendisi söyledi.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Kendisi söyledi, “Tutuklamalar devam
edecektir.” dedi.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Böyle bir şey olabilir mi arkadaşlar?
Ne demek, Başbakanın cebinde tutuklu listesinin ne işi olur ya?
OKTAY VURAL (İzmir) – Türkiye Cumhuriyeti devleti her zaman hukuk
devleti olmuştur. Dolayısıyla böyle bir iddianın hiçbir hükûmete atfedilmesini
kabul edemeyiz.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, Türkiye bir hukuk
devletidir, artık hukukun üstünlüğü vardır, güçlülerin üstün olduğu bir ülke
değil. Hukuk devletinde de yargının yapacağı, yasamanın yapacağı, yürütmenin
yapacağı şey de bellidir, malumu ilan etmeye gerek yok.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, biz bir açıklama yapmak
istiyoruz, gerçekten somut şeyler sunmak istiyoruz. Grup Başkan Vekili çıkıyor,
hamasi şeyler söylüyor. Pervin Hanımın söylediği: “Bizim katillerimizi üç gün
önce yargı serbest bıraktı.” Bu katilleri sadece biz demiyoruz, bakın, İstanbul
Emniyet Müdürü diyor ki: “Bunlar katil.” Ayhan Çarkın diyor ki: “Bunlar
katil.”, efendim, Mehmet Eymür diyor ki: “Katil.” Katiller suçüstü yakalanmış
ve siz yargıda onları aklamışsınız.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Ya yargı aklamışsa biz ne yapalım.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) - Kardeşim, AK PARTİ’yle yargıyı niye
yan yana getirmeye çalışıyorsun ya?
SIRRI SAKIK (Muş) – Bakın, savcı diyor ki: Onlarca elimizde belge
var.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Git savcıya söyle onu, git hâkime söyle
onu, AK PARTİ’yle ne alakası var?
SIRRI SAKIK (Muş) – Emrinizde yargı, bize gelince…
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Yargı emrimizde değil, 138’i ihlal
ediyorsunuz, yargı bağımsızdır.
BAŞKAN – Hepsi tutanaklara geçti.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.35
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 14.54
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral
AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ
(Tekirdağ), Mustafa HAMARAT (Ordu)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
39’uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine
devam ediyoruz.
II.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S.
Sayısı: 87) (Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki
İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S. Sayısı: 88) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon? Burada
Hükûmet? Burada.
Şimdi, 8’inci madde üzerinde söz sırası İstanbul Milletvekili
Sayın Sevim Savaşer’de.
Buyurun Sayın Savaşer. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA SEVİM SAVAŞER (İstanbul) – Saygıdeğer
Başkanım, değerli milletvekilleri; 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı’nın 8’inci maddesi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.
Bu maddede, mali yıl içerisinde meydana gelecek zorunlu durumlarda
bütçe ödenekleri arasında aktarma ve ekleme yapılmasına ilişkin esaslar yer
almaktadır. Maddede yer aldığı gibi aktarmalar, eklemeler zorunlu durumlarda
yapılmaktadır. Bir önceki konuşmacı bu aktarma ve eklemelerin eğitim ve sağlık
adına yapıldığında anlamlı olduğunu vurgulamıştı ve yine bir önceki soru-cevap
bölümünde de Sayın Maliye Bakanımız bir soru üzerine Malatya’da bulunan,
depremde zarar gören okullar için bir kalemde dün itibarıyla 302 milyon lira
Millî Eğitim Bakanlığına yedek ödenekten ilave kaynak aktardığını belirtmişlerdir.
Demek ki aktarmaların yerinde yapıldığına bir örnek olarak bunu gösterebiliriz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği gibi, 2009’da
dünyada son altmış yılın en büyük küresel krizi yaşanmıştır. Küresel krizin
yaşandığı 2009 yılı hariç hükûmetlerimiz tarafından hazırlanan bütçelerin
tamamında bütçe açığı hep hedeflenenin altında kalmıştır. Küresel kriz
döneminde birçok ülkenin kredi notu birkaç kademe düşürülürken Türkiye kredi
notu iki kademe artırılan ender ülkelerden biri olmuştur.
Türkiye bugün ekonomik açıdan dünyada Çin’den sonra en hızlı
büyüyen ülkedir. Gelişen, büyüyen ekonomik imkânlarıyla dünyada on altıncı
büyük ekonomiye sahiptir. Yakın zamana kadar başarı grafiklerini, gelişmişlik
seviyelerini imrenerek izlediğimiz ülkeler krizle boğuşurken ülkemiz bugün
dimdik ayaktadır.
Ekonomik krizin siyasi istikrarı bozmasını bekleyenler hayal
kırıklığına uğramıştır. Türkiye ekonomisinin güçlü performansı bir tesadüf
değildir. Gerek küresel kriz öncesi dönemde gerekse küresel kriz süresinde ve
sonrasında Hükûmetimiz tüm politika araçlarını zamanında ve kararlı bir şekilde
kullanmıştır. Son dokuz yıllık dönemde elde edilen kazanımların arkasındaki
temel etken siyasi iktidar ve güçlü iradedir. AK PARTİ İktidarıyla sağlanan
güven ve huzur ortamı ve ekonomik istikrarla ülkemizde binlerce hizmet
gerçekleştirilmiştir. Uygulanan ekonomik politikalarla halkımızın yaşam
kalitesi artmış, sağlık, eğitim, sosyal yardımlar, ulaştırma, yeni
üniversiteler gibi birçok alanda reform niteliğinde adımlar atılmıştır.
İktidarımız döneminde, her alanda olduğu gibi, toplumun kaliteli
sağlık hizmetine eşit biçimde erişmelerine olanak veren, ülkemizin
sosyoekonomik gerçeklerine uygun, planlı, sürdürülebilir, insan odaklı Sağlıkta
Dönüşüm Programı hayata geçirilmiştir. Bu uygulamalarla, temel sağlık
göstergeleri oranlarında olumlu gelişmeler sağlanmıştır.
2002 verileriyle 2011 verilerini karşılaştırarak birkaç örnek
verilecek olursa, doğum öncesi bakım alanların oranı yüzde 70’den yüzde 94’e,
sağlık kuruluşlarında ve sağlık elemanı yardımıyla doğum yapan kadınların oranı
yüzde 69’dan yüzde 94’e, bebek izleme oranı yüzde 62’den yüzde 99’a, aşılama
oranı Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi aşılama oranı olan yüzde 94’ü geçerek
yüzde 97’ye yükselmiştir.
OECD ülkelerinin bebek ölümlerinde otuz üç yılda katettiği düşüş
dokuz yılda kapatılarak binde 9,1’e, yine OECD ülkelerinin anne ölümlerinde
yirmi beş yılda katettiği düşüş son dokuz yılda kapatılarak yüz binde 14,5’e
gerilemiştir.
Bunların yanında, diğer birçok uygulamalar da bulunmaktadır. Bu
sonuçlar, AK PARTİ İktidarının doğru politikalar üretmesiyle elde edilmiştir.
Bu hizmet kervanı, aziz milletimize hizmete devam edecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılı bütçesi, AK PARTİ
İktidarının hazırlamış olduğu onuncu bütçedir. Daha önceki dokuz bütçede olduğu
gibi, 2012 yılı bütçesi de bir hedefin, bir iradenin, bir gayretin
yansımasıdır, mali disiplin anlayışı içinde hazırlanmıştır. Hedef, ülkemizi
layık olduğu yere taşımak, milletimizin hakkettiği hizmeti ayağına götürmektir.
Bütçenin ülkemiz için hayırlı olmasını diler, tasarının
hazırlanmasında emeği geçenlere teşekkür eder, yüce heyetinizi saygıyla
selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Madde üzerinde son söz, Kütahya Milletvekili Sayın Vural
Kavuncu’ya aittir.
Buyurun Sayın Kavuncu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA VURAL KAVUNCU (Kütahya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2012 mali yılı bütçesinin 8’inci maddesi üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bütçe tasarısıyla ilgili görüşmelerin bugün dokuzuncu günündeyiz.
Bu vesileyle, değişim ve gelişimin öncüsü durumunda olan AK PARTİ'nin, aziz
milletimizin de dualarıyla bereketlendirdiği hizmetlerini ve başarılarını bir
kez daha gözler önüne serme fırsatını yakaladık.
Her alanda ülkemize çağ atlatan, reform niteliğinde olan bu
hizmetlerin içinde sağlık alanında yapılanlardan kısa başlıklarla da söz etmek
istiyorum. Şöyle bir hatırlayalım hastanelerimiz geçmişte ne durumda idi? Bunu
hem bir tıp mensubu olarak, gerektiğinde, zamanında da bir hasta yakını olarak
söylüyorum. Aslında saatler anlatmaya yetmiyor; muayene olabilmek ayrı bir
dertti, 100-150 tane hastanın arasında muayene fırsatı elde edebilen hastalar
kendilerini şanslı kabul ediyorlardı. Daha sonra tetkik sırasına giriyorlar,
günlerce süren tetkikler, aylarca bekleyen tetkik sıraları, ilaçları almak için
ayrı sıralar, bulunmayan ilaçlar ve daha sonra da normal hakkımız olan sağlık
hizmetini almak için bile yüksek ödenen bedeller.
Geçmişte bu bedeller çok kişiye tarlasını, bağını, bahçesini
sattırdı. Çoğu kimse tedavi için büyük kentlere gelmek zorundaydı. Bunun için
sevk ettirme sorunları, bitmez tükenmez mevzuat, bir reçete, onlarca imza ve
damga.
Bu memlekette bir sürü hasta, evrakları eksik diye, acil
kapılarından geri çevrildi, hastanelerde rehin bırakıldı. Cenazeleri bile
alınamayan hastalarımız her gün gazetelerde yer alıyordu.
Bugün, aylarca süren MR sırası, aylarca süren basit bir ameliyat
sıralarını hâlâ unutmadık.
Bugün ise gelinen noktada vatandaşlarımız, özel-kamu, istediği
hastaneyi tercih ediyor, randevu alıyor, pırıl pırıl hastanelerimizde doktorunu
seçerek, kendisine yapılan bir haksızlıkta hasta hakları biriminde hakkını
arayarak birinci sınıf bir sağlık hizmeti alıyor.
On sekiz yaşından küçük bütün çocuklarımız, anne veya babası
sigortalı olsun olmasın, prim borcu olsun olmasın sağlık hizmetlerinden
koşulsuz yararlanıyorlar.
Aile Hekimliği Projesi kapsamında bugün fedakâr doktorlarımız köy
köy dolaşıyorlar ve orada hastaları yerinde görüyorlar, daha önce eziyet içinde
muayene olamayan hastalarımıza muayene olduktan bir gün sonra ilaçları ellerine
geliyor. Eskiden, yatan hastalarımız ellerinde reçeteyle eczane eczane
dolaşırlar, ilaç ararlardı. Şimdi bu çileler sona erdi, ilaç ve medikal
malzemeler hastanelerimizden temin ediliyor.
Diyaliz hastalarımız, eskiden tedaviye girmek için aracıyla ancak
bulabildikleri diyaliz makinelerine, bugün evlerinden alındıkları taşıtlarla
götürülüyor, tedavisi bittikten sonra tekrar yerlerine götürüyorlar. Artık her
ilimizde ileri teknolojiyle tetkikler ve tedaviler yapılıyor. Daha önceleri
kardiyoloji doktoru bulmakta zorluk çekilen Kütahya Devlet Hastanesinde bugün
açık kalp ameliyatları yapılabilir hâle geldiyse bunu takdir etmemek nasıl
mümkün olabilir. Artık Anadolu’daki hastalarımız tedavileri için büyükşehirlere
gelmek zorunda kalmıyorlar. Artık yeni düzenlemede yurt dışına tedavi için
gitme yolları açılırken, buna bile talep yok çünkü ülkemizdeki hastanelerin
yeterli teçhizatı ve doktoru var.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önümüzdeki dönemde
yapılması planlanan şehir kampüsleriyle gururumuz olacak yepyeni yataklara
kavuşuyoruz. Bunun dışında biz, hastalarımıza, yaşlılarımıza, muhtaçlarımıza da
sahip çıktık. Yatağa bağımlı hastalar için doktoru, hemşiresi, sağlık memuru
eve geliyor, yapılan tetkikleri, tedavileri, rehabilitasyonu ile evde sağlık
hizmeti veriyor. Bugün baktığımızda, 2004-2011 yılları arasında ilaç
fiyatlarında 250 kez düşüş yaşandı. Yaklaşık yüzde 70-80’e varan düşüşler bu
milletin cebine tekrar modern hizmetler şeklinde geri döndü. Acil ve ambulans
hizmetlerindeki ilerlemeler destanımsı bir özelliktedir. Daha önce eve ambulans
gönderemezken bugün Kütahya’nın Tavşanlı ilçesindeki Ayşe Yöğrük teyzemizi
rahatsızlandığı hacdan ambulans uçağımızla alıp getiriyor ve Türk doktorlarına
emanet ediyoruz. Biz “Bu yapılanlardan memnun musunuz?” diye halkımıza sorduk,
“Geçmişteki gibi işçiler ayrı, memurlar ayrı, parası olanlar ayrı, arkası
olanlar ayrı hastanelere mi gitsin?” diye sorduk, diğer hizmetlerimizi de
sorduk; 12 Haziranda halkımız bize yüzde 51 ile geri döndü, “Yola devam.” dedi.
Biz de bu sorumluluk duygusu ile yolumuza devam ediyoruz. Bu bilinç ile, bu
duyguyla bütçe tasarısını yüce Meclise getirdik. Milletimize, ülkemize hayırlı
olmasını, insanımıza bereket, mutluluk getirmesini diliyor, saygılarımı
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –Teşekkür ederim Sayın Kavuncu.
Şimdi soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Köse…
TUFAN KÖSE (Çorum) – Sayın Bakanım, geleceğimizi emanet ettiğimiz
ve Hazreti Ali’nin “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” sözüyle
kutsadığı öğretmenlerimizin atamaları büyük bir sorun. Bunun yanı sıra, ücretli
öğretmenlik, sözleşmeli öğretmenlik vesaire gibi uygulamalarla düşük ücret ve
güvencesiz çalıştırılıyorlar. Emekli olduktan sonra da emekli olan
öğretmenlerin emekli maaşları diğer kamu görevlilerine göre -söz gelimi,
hâkimler, emniyet mensupları, silahlı kuvvetler- çok düşük. Bunların,
öğretmenlerin ek ders ücretlerini, eğitim ödeneklerini, emekliliğe esas
maaşlarına yansıtabilir misiniz, yansıtacak mısınız? Emekli maaşlarında
düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Öztürk…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Sayın Başkan, Sayın Bakanıma Erzurum
Pasinler’le ilgili bir soru yöneltmek istiyorum.
Erken bastıran kış ve soğuk neticesinde 2 bin dönüm pancar sahası
sökülememiş vaziyette. 9-10 bin ton civarında pancar kar altında. 1 trilyon 300
milyar civarında para tutuyor. Tabii, buradaki insanlar açısından çok önemli
bir rakam. Bu konuda alınmış bir tedbiriniz var mı? Bu tedbirin vatandaş
tarafından duyulmasında fayda mülahaza ediyoruz.
İkincisi, 2004 yılında Aşkale’de, Erzurum’da daha doğrusu,
depremde evleri yıkılanların evleri yerine ev yapıldı. Bu Erzurum civarında 34
köyde 46 bin ile 54 bin arasında bir meblağ var. Bu noktada vatandaşa kolaylık
olsun diye -dar geçimli insanlar bunlar- bu paralardan vazgeçmeyi düşünüyor
musunuz?
BAŞKAN – Sayın Özkan…
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Sayın Bakan, dün kürsüde gençlik spor il müdürlerinin özlük
hakları konusunda bir soru yöneltmiştim. Bu müdürlerin yaklaşık 50’si müdürlük
yaptıkları yerde kanun hükmünde kararname ile araştırma memuru olarak
bırakıldılar ancak özlük haklarını kaybettiler. “Anayasa’da kazanılmış haklar
gasbedilemez.” hükmü var olduğuna göre bu müdürlerimizin özlük haklarını
Hükûmet olarak kazanılmış haklar olarak düzenlemeyi düşünüyor musunuz? Bu
müdürler, görev yaptıkları yerlerde âdeta bir gardiyanın görev yaptığı koğuşta
mahkûmiyet çekmesi gibi bir durum almışlardır. Düzenleme yönünde cevaplarınızı
bekliyorum.
Ayrıca, emekli ile hâlihazır kamuda görev yapanların aldıkları
maaşlarda aradaki fark yarı yarıya emekli aleyhine olmuştur. Böyle olunca
emekliliğe hak kazananlar memuriyetleri terk etmemektedirler. Emekliliklerinde
mağduriyet sürmektedirler. Emekli maaşlarını çalışanlara yaklaştırmayı
düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Halaman…
ALİ HALAMAN (Adana) – Sayın Başkan, sorum Maliye Bakanına.
On senedir dolaylı, dolaysız vergi toplanıyor, çok da para
toplandı. Bu paralar nereye gidiyor? Bir türlü bir lastik fabrikası
yaptırmadınız.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, çiftçinin buğdayında ve ondan yapılan unda KDV yüzde
1 ama aynı buğdaydan yapılan kepekte ve “razmol” isimli ince kepekte, aynı
zamanda yemde yüzde 8. Şimdi bu yüzde 8 KDV’yi yüzde 1’e düşürmeyi düşünüyor
musunuz?
İkincisi, özel eğitim kurumlarındaki seans başına bireysel eğitim
ücreti sizin de bildiğiniz gibi 2009’da 51 TL idi, 2011’de 43 TL, 2012’de ne
olacak? Özel eğitim kurumlarının bu mağduriyetini nasıl gidereceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Ağbaba… Yok.
Sayın Sarıbaş…
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Sayın Bakan, Eti Seydişehir Alüminyum
özelleştirilerek Cengiz İnşaat firmasına verilmiştir ancak bununla ilgili
mahkeme devam etmektedir. Bu arada yeni yapılan özelleştirme içerisinde, şeker
fabrikalarından 7 tanesi de yine aynı firma, Cengiz İnşaat firmasına ihale
verilme aşamasındadır. Bir bakan onayına kalmıştır. Böyle bir özelleştirmede,
Seydişehir Alüminyum tesislerinin geri alınmaya çalışılması aşamasında yine
aynı firmaya 7 tane şeker fabrikasının özelleştirilmesi ne derece doğrudur? Bu
kadar önemli bir özelleştirmeden bahsettiğiniz hâlde, bu firmanın çok iyi bir
firma olmadığını bilmenize rağmen niye bu tür ihale onun üzerinde
bırakılmıştır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Müsaadenizle öğretmenlerimizle ilgili sorudan başlamak istiyorum.
Arkadaşlarıma önce biraz bilgi vereyim, ondan sonra da ileri yönelik ne yapmayı
düşündüğümüzü anlatayım.
Değerli arkadaşlar, 2003-2011 Kasım döneminde aile yardımı ödeneği
hariç, yeni göreve başlayan bir öğretmenimizin maaşını yüzde 217,3 civarında
artırdık. Aile yardımı ödeneği dâhil edildiği zaman bu oran yüzde 242’ye kadar
çıkıyor. Aynı dönemde enflasyon yaklaşık yüzde 127 yani dikkat ederseniz
öğretmenlerimizin maaşlarını neredeyse enflasyonun 2 katı kadar artırmışız.
Benzer şekilde ek ders ücretlerini de artırmışız.
Değerli Arkadaşımızın sorusu şuydu: “Ek ders ücreti veriyorsunuz
fakat bu emekliliğine yansımıyor…” Şimdi, arkadaşlar, şöyle bir durum var:
Kamuda, sadece öğretmenlerimiz değil, dün doktorlarımıza ilişkin, daha doğrusu
sağlık personeline ilişkin benzer soru geldi. Tabii, sosyal güvenlik sisteminin
durumu ortada, aktüeryal dengeleri düşünmek zorundayız. 2012 yılında kamunun
prim katkısı dâhil olmak üzere tabii, bütçeden Sosyal Güvenlik Kurumuna
öngördüğümüz transfer miktarı yaklaşık 69 milyar lira. Tabii ki gönül ister ki
maaşlar ile emeklilik arasında daha güçlü bir ilişki olsun. Aslında Türkiye’de
OECD ülkeleriyle karşılaştırdığımız zaman ilişki son derece güçlü ama tabii ki
bütün unsurları biz emeklilik maaşına yansıtırsak gerçekten de mali dengeleri
çok olumsuz etkileyebilir. Bu sadece öğretmenlerimizle ilgili değildir, bütün
kamuda söz konusu olan bir durumdur. Bizim, nüfusumuz bu kadar gençken
kaynaklarımızı bugünkü insanlarımızın eğitimine, sağlığına, altyapısına
harcamamız da gerekiyor. Yoksa, o bahsettiğiniz türden adımları atarsak daha
fazla borçlanmamız gerekecek, ülkemizin geleceği -samimi olarak söyleyeyim-
ipotek altına alınacak. Yani, onun için bu dengeleri beraber gözetmemiz lazım.
Değerli arkadaşlar, arkadaşlarımızdan bir tanesi şunu sordu: “On
yıldır dolaylı, dolaysız vergiler alıyorsunuz, nereye gidiyor?” Şimdi, tabii
ki, bütçelerde bunların hepsi ortada ama sadece önümüzdeki sene için müsaade
ederseniz bir rakam söyleyeyim. Yani 2012 yılı bütçesini konuşuyoruz. Bütçenin
56 milyar lirası eğitime gidecek yani çocuklarımızın eğitimine. Yaklaşık yine
yanlış hatırlamıyorsam 45 milyar veya 47 milyar lirası sağlığa gidecek.
Yaklaşık yine 30 milyar, belki daha fazlası altyapı yatırımlarına gidecek ve bu
rakamlar bu şekilde gidiyor.
Tabii ki vergi topluyoruz ama bu vergilerin nereye gittiğinin de
hesabını vermek durumundayız. Bu hesap da son derece açık, ortada. Gerçekten bu
dönemde biz ülkemizin eğitim ihtiyaçlarını, sağlık ihtiyaçlarını, altyapı
yatırımlarını, sosyal imkânlarını artıracak şekilde… Daha doğrusu harcamalarını
artırdık ve bu imkânları da tabii ki artırdık.
Şimdi, sadece bakıyorum sorulara. Evet, bulgurda, buğdayda işte
KDV yüzde 1… Yanlış hatırlamıyorsam “kepekte” dediniz.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Yemde ve kepekte.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – “Yemde ve kepekte” dediniz.
Değerli arkadaşlar, son dönemde attığımız bir adım var. O adımın
amacı şuydu: Hakikaten büyük bir kayıt dışılık vardı. Biz bu kayıt dışılığı
azaltmak için, yani toptan, yani üretici düzeyindeki KDV’yi yüzde 1’e indirdik.
Eğer bunda da böyle bir şey yapmanın bir faydası olacaksa tabii ki
değerlendiririz ama şu anda ezber bir şey söylemek istemiyorum.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Çok faydası olacak Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Özel eğitim kurumlarında
ücretin ne olacağı konusunda önümde bir veri yok ama mutlaka artıracağız. Yani
genel prensip olarak söylüyorum, en az deflatör kadar artırmayı buradan taahhüt
edebiliriz.
Yine, Seydişehir alüminyum ve şeker fabrikalarına ilişkin konu
gündeme getirildi.
Değerli arkadaşlar, tabii ki burada ihaleler herkese açık. İhale
şartlarını yerine getiren herhangi bir firma olabilir, bunlara girip kazanırsa
hukuk içerisinde davranmak zorundayız, yani şu firma, bu firma ayrımını biz
yapamayız. Orada açık bir rekabet var. O açık rekabet şartları içerisinde kim
kazanırsa tabii ki oturulur, değerlendirilir ama biz bunları bugüne kadar hep
gözettik. Mesela elektrik dağıtım özelleştirmelerinde, hakikaten imkânı
olmadığını tahmin ettiğimiz durumlarda dahi bütün o hukuki süreçleri işlettik.
Dedik ki: Sonuna kadar götürelim, yani eğer böyle bir taahhütte bulunabiliyorlarsa
ve bu taahhütleri yerine getirebiliyorlarsa bu süreci sonuna kadar götürelim.
Şimdi, Seydişehir’de de öyle, şeker fabrikalarında da öyle.
Şimdi, Seydişehir’deki sorun şu: Özelleştirmeden, yanlış
hatırlamıyorsam -şimdi önümde rakam yok ama- yaklaşık beş yıl sonra bir iptal
kararı geliyor. Şirket eski şirket değil, personel eski personel değil,
şirketin yapısı değişmiş, yatırımlarla… Yani bunu geri çevirmek hakikaten ne
kadar kamu yararına, bunu yapabilmek ne kadar mümkün, o da apayrı bir konu ama
şunu taahhüt ediyorum: Özelleştirmelerde gerçekten her şeyin şeffaf, hukuk
içerisinde götürülmesi, rekabetçi bir ortamda götürülmesi için elimizden geleni
yapacağız.
BAŞKAN – Sayın Bakanım, tamamlayabilirseniz…
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Peki, teşekkür ediyorum
Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
9’uncu maddeyi okutuyorum:
Geçici hizmet karşılığı yapılacak ödemeler
MADDE 9 - (1) 5018 sayılı Kanuna ekli (I) ve (II) sayılı
cetvellerde yer alan kamu idareleri;
a) Arızi nitelikteki işleriyle sınırlı kalmak koşuluyla yıl içinde
bir ayı aşmayan sürelerle hizmet satın alınacak veya çalıştırılacak kişilere
yapılacak ödemeleri,
b) İlgili mevzuatı uyarınca kısmi zamanlı hizmet satın alınan
kişilere yapılacak ödemeleri,
c) 5/6/1986 tarihli ve 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanununun 25
inci maddesi gereğince aday, çırak ve işletmelerde meslek eğitimi gören
öğrencilere yapılacak ödemeleri,
ç) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4
üncü maddesinin (C) fıkrası gereğince çalıştırılan geçici personele yapılacak
ödemeleri,
bütçelerinin (01.4) ekonomik kodunda yer alan ödenekleri aşmayacak
şekilde yaparlar. Söz konusu ekonomik kodu içeren tertiplere ödenek eklenemez, bütçelerin
başka tertiplerinden (bu ekonomik kodu içeren tertiplerin kendi arasındaki
aktarmalar ile bu Kanunun 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi
kapsamında yapılan aktarmalar hariç) ödenek aktarılamaz ve ödenek üstü harcama
yapılamaz. Ancak, özelleştirme uygulamaları nedeniyle iş akitleri
feshedilenlerden 657 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin (C) fıkrası hükmü
çerçevesinde 5018 sayılı Kanuna ekli (I) ve (II) sayılı cetvellerde yer alan
kamu idarelerinde istihdam edilecek personel için gerekli olan tutarları ilgili
tertiplere aktarmaya Maliye Bakanı yetkilidir.
BAŞKAN – Madde hakkında gruplar adına ilk söz Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Sayın Ali Demirçalı’ya aittir.
Buyurun Sayın Demirçalı. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ DEMİRÇALI (Adana) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
2012 yılı bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Hepimiz üçüncü çeyrek büyüme rakamlarını takip ettik, medya
ve basın organları sayesinde güzel, pembe ekonomik tablolar sergilendi. Bütün
halkımız gibi ben de merak ediyorum: Bu artan refah hangi kesimlere gidiyor?
Şayet bu rakamlar doğru ise piyasadaki durgunluk nereden kaynaklanıyor? Hâlen
yüzde 10 civarında seyreden işsizlik rakamları niçin düşmüyor? Yoksa, bu refah
artışı nüfusun sadece belirli kesimlerine mi gidiyor? AKP’ye yakın çevreler mi
nasipleniyor? Sizin zengin halkalarınız zenginleştikçe zenginleşiyor mu? Bu
soruyu sizin vicdanlarınıza bırakıyorum.
Unutmayın, hareketinize destek veren manevi şahsiyetler “Bir
lokma, bir hırka.” derin anlayışının temsilcileridir. Onların ruhları ümit
ederim acı çekmiyordur.
Peki, demokrasi standardı yüksek bir ülkede mi yaşıyoruz?
Değerli arkadaşlar, siz dâhil hiç kimse bulunduğu ortamda rahat
konuşamıyor, her kesimde “Telefonlarımız dinleniyor, gözetleniyoruz.” endişesi
hâkim. İktidarınızın elit çekirdeği gücünü artırdıkça artırıyor, farkında
mısınız? Sizin büyük çoğunluğunuz da içerisinde olmak üzere hepimiz modern
köleler hâline geliyoruz. Fikirlerimizi açıklıkla, cesaretle söyleyemiyoruz,
korkuyla yaşıyoruz. Eski diktatör ülkelerden farkımız kalmadığı kanaatindeyim.
Siz, burada yalnızca parmaklarını kaldıran, fakat fikirlerini hiçbir platformda
dile getiremeyen insanlar hâline geldiniz. Muhalefet üzerindeki orantısız güç
kullanımı, içeride yargısız bir şekilde yatan milletvekili, gazeteciler ve
diğerlerini, bütün toplumu sindirmiş durumda.
Size karşı muhalif yazı yazan insanları, gazete patronlarını
arayarak işlerinden ettiniz. Çizginize gelmeyen insanları polisle, müfettişle,
savcıyla, yargıçla kontrol etmektesiniz. Soruyorum değerli arkadaşlar: Sizin
yüksek demokrasi anlayışınız bu mu? Gittikçe bir polis devleti hâline
geldiğinizin farkında mısınız? 12 Eylül darbesinin ürünü olan Anayasa’nın
maddelerini yıllarca baskıcı ve devletçi bulduğumuz için hep bir ağızdan tenkit
ettik, değiştirelim dedik. Siz ne yaptınız: Yine bir 12 Eylül ürünü fakat ruhu
değişemeyen bir anayasa değişikliğine gittiniz. “Faşist” diye nitelendirdiğiniz
bütün kurumlar yerinde duruyor. Atanan isimlerin sizden olması, faşizan yapıyı
değiştirmez, nitekim değiştirmedi de. Şimdi aynı baskı cihazını sizler
kullanıyorsunuz. Bu anlayışı kuranlar silahlarıyla iktidarı ele geçirenlerdi.
Sizler, vatandaşın mukaddes oylarıyla aldığınız yetkiyi faşizan bir mekanizmaya
dönüştürdünüz ve bu polis devleti anlayışının, iktidarınızın elit çekirdeği
hariç herkesi köleleştirme eğiliminde olduğunun farkında mısınız?
Değerli arkadaşlar, 21’inci yüzyılda yaşıyoruz, baskı ve zulümle
iktidar olunmaz, iktidarda kalınmaz.
Bütün Arap coğrafyasını bir kibrit ateşlemeye yetmiştir. Baskıdan, zulümden,
yoksulluktan bıkan Tunuslu Muhammed Bouazizi bütün Arap coğrafyasında hürriyet
ateşini yakmıştır. Türkiye’yi o noktaya doğru götürdüğünüzün farkında mısınız
bilmiyorum. Fakat insanların mutlu olmadığını, patlamaya hazır bombalar
şeklinde dolaşmakta olduğunu bilmenizi isterim. Demir yumruk Putin’e karşı yapılan
gösterileri hatırlatmak isterim.
Sayın Başkan, Sayın Başbakan Erdoğan’a geçmiş olsun diyor, acil
şifalar diliyorum. Fakat farkında mısınız Sayın Başbakanın sağlık durumu ile
ilgili örtülü sansür uygulanıyor. Değerli arkadaşlar, ortalama bir insanın
değil Sayın Başbakanın sağlık durumu söz konusu olunca toplumun ve her kesimin
resmî olarak bilgilendirilmesi ihtiyacı vardır. Bu yapılmadığı için yorumların
sınırı ülkemizin hudutlarını aşmıştır. İnsanlar bu konuyu açıkça bilmemekte ve
konuşamamaktadır. Fısıltı gazetesiyle büyüyen dedikodu en başta ülkeye, sonra
AKP’ye zarar vermeye başlamıştır. Bu konuda herkesi sorumlu olmaya davet
ediyorum.
Çıkarılan kanun hükmünde kararname ile birçok kamu kurum ve
kuruluşunda reorganizasyona gittiniz, binlerce insanı havuza aldınız. Artık,
havuz olmaktan çıkmış, okyanus hâline getirdiğiniz bir havuzdan bahsediyoruz.
Kamuya ömürlerini adamış binlerce, belki 10 bini aşkın insan, geleceğinin ne
olacağından emin olmadan bir endişeli bekleyişin içerisinde. Siz böyle yaparak
insanları değersizleştirdiniz. “Bize kölelik yapmayacak insan idareci olamaz.”
mantığının bir ürünü olan bu düzenlemeler ne hukuka ne ahlaka ne insanlığa
uygun düzenlemelerdir.
Siyasette insani değerlerle yola çıktıklarını iddia edenlerin
geldikleri son durak burası. Allah bizi sizin ustalık döneminizden korusun,
elinizde olsa sizden olmayanların rızkını kesersiniz. Allah bugünleri bildiği
için “Size rızkı ben veririm.” demiş. Bunu, artık, sizin ustalık döneminizden
sonra daha iyi anlamaya başladım. Allah kimseyi sizin adaletinize ve merhametinize
muhtaç etmesin diyorum.
Değerli milletvekilleri, Adana bugün geriye giden, rekabet gücünü
kaybeden bir şehir durumundadır. Bunun nedenleri arasında işsizliğin yüksek
olması, yatırımların yetersiz kalması, Adana’nın kamu yatırımları açısından
kötü durumda olması yatmaktadır. Yıllardır işsizlik ve göçe dair sorunlar
bilinmesine ve her platformda dile getirilmesine rağmen, çözüm üretilememiştir.
Adana, âdeta, sokaklarında her 4 kişiden 1’inin işsiz gezdiği bir kent durumuna
gelmiştir; bu yapıda sporu, kültür yaşamı, sanatı, ekonomisi âdeta bir gerileme
dönemi yaşamaktadır. “Türkiye'nin Yaşanacak Şehirleri 2011” araştırması
sonuçlarına göre Adana 55’inci sırada yer alıyor.
Adana kamu yatırımları konusunda âdeta üvey evlat muamelesi
görmektedir, en az kamu yatırımı harcaması yapılan büyük kentlerden biridir.
Adana ilinin kamu yatırımlarından aldığı paya bakalım. Yıllarca Türkiye'nin her
alanında dört büyük ilinden biri olma unvanını taşıyan kentimizin toplam kamu
yatırımlarından aldığı pay günbegün azalmakta ve Adana üvey evlat muamelesi
görmektedir. Adana kamusal yatırımlardan 36’ncı sırada faydalanmaktadır.
Geleneksel olarak Adana’nın güçlü olduğunu düşündüğümüz tarım
alanındaki kamu yatırımlarına baktığımızda, Adana 18’inci sıraya kadar
gerilemiştir. Madencilik yatırımlarında Adana 27’nci sırada yer almıştır.
Bölgemiz açısından hayati derecede önemli olan imalat sanayisi yatırımlarında
ise durum beklentilerimizin çok uzağındadır; Adana 42’nci sıradadır, enerji
yatırımlarında 27’nci, ulaştırma ve haberleşme yatırımlarında 19’uncu, eğitim
harcamalarında 15’inci, turizm alanındaki yatırımlarda 46’ncı sıradadır. Adana
çok ciddi göç alan ve gecekondulaşmanın olduğu il olmasına karşın, konut
yatırımlarında Adana’nın 69’uncu sırada olması bölgemiz adına hayal kırıklığı
yaratmaktadır.
En dikkat çekici sonuçlardan birisi de sağlık harcamalarına
ilişkindir. Adana’nın bölgenin sağlık merkezi olması yönündeki söylemlere kamu
yatırımlarıyla yeterli düzeyde destek sağlanamadığı görülmektedir, Adana 37’nci
sıradadır.
Daha vahim manzara, kişi başı yatırım miktarlarına bakılınca
ortaya çıkmaktadır. Bu sonuca göre, Adana 81’inci sırada ve en az kişi başı
kamu yatırımından faydalanan ildir. Çevresindeki tüm iller genel teşviklerden
faydalandırılarak âdeta Adana ili yalnızlaştırılmıştır. Tarımı, sanayisi âdeta
yok sayılan kentimiz bunun sonucunda işsizlik sorununu en ağır şekilde
yaşamaktadır. Türkiye İstatistik Kurumunun il bazındaki açıkladığı işsizlik
verilerine baktığımızda Adana’da işsizlik oranının 19,1 olduğunu görüyoruz.
Adana işsizlik konusunda lider konumdadır. Adana’da işsizliğin yarattığı sosyal
ve ekonomik sorunları her geçen gün daha derinden hissedilmektedir. Tarım dışı
işsizlik de göz önüne alındığında yaklaşık olarak Adana’da her 4 kişiden 1’i
işsiz durumdadır. Bu her ailede bir işsiz var anlamını taşır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirçalı.
ALİ DEMİRÇALI (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Adana kazanırsa
Türkiye Kazanır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Gruba adına Kütahya
Milletvekili Sayın Alim Işık. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz.
MHP GRUBU ADINA ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. 2012 yılı bütçesinin
9’uncu maddesi üzerinde grubum adına söz aldım.
Tabii, sözlerimin başında iktidar partisine mensup her
milletvekilimizin hemen hemen bu kürsüye çıkıp övündüğü sağlık konusundan söz
ederek sizlere bu konuda yaşanan birkaç mağduriyeti aktarmak istiyorum. Şimdi,
tabii ki birçok ilimizde, ilçemizde güzelliklerin yaşanması hepimizi sevindirir
ama bugün eğer Kütahya ilinin dört tane ilçesinde devlet hastanesi yok, dört
beş tane ilçesinde devlet hastanesi var, uzman doktor yok, sağlık çalışanı
yoksa, eksikse, Türkiye'nin her tarafını güllük gülistanlık göstermenin bir anlamı da yok. Bakınız, şu anda, iki
dakika önce beni aradı bir hemşehrim. Dumlupınarlı Mustafa Amcam diyor ki: “Ben
yetmiş dört yaşındayım, şeker hastasıyım, kendi ilçemde doktor yok, en yakın
ilçe 35 kilometre, oraya gidiyorum, uzman doktor yok, Kütahya 120 kilometre.
Yolda ölmemi mi bekliyorsunuz? Lütfen, benim problemimi de bana atfen oradan
dile getiriverin.” diyor.
Değerli milletvekilleri, maalesef…
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) – Uşak…
ALİM IŞIK (Devamla) – Uşak’ta daha fazla, o zaman daha kötü, onu
karıştırmayalım. O zaman Kütahya’yı Uşak’a bağlamamız gerekir, o hiç hoş olmaz.
Dolayısıyla, ülkenin her tarafında vatandaşın mağduriyeti bizim
için dert olmalı. Bunu da sözlerimin başında aktarmak zorunda kaldım.
Tabii, bu madde, özelleştirmeler ve 4/C’yle ilgili madde yani adı
memur mu işçi mi olduğu belli olmayan, özür dileyerek ifade ediyorum, deve kuşu
misali, kendisinin ne olduğunu bilmeyen 4/C’lilerle ilgili.
Değerli milletvekilleri, 4/C’liler şunu söylüyor: “Dört ay önce,
Sayın Başbakanımızın ağzından 4/C’lilerin problemlerinin çözüleceği sözü
verildi ‘Üç ay sonra çözülecek.’ dedi. Dört ay geçti, bir şey yok.” diyorlar.
“Sekiz ay geçti, Sayın Hayati Yazıcı ‘Bunlara aile yardımı verilecek.’ dedi,
sekiz aydır bu sözler nerede diye sorun.” diyorlar. Bu insanlar yılda bir ay
ücretsiz izinli, fazla mesaileri yok, aile yardımı yok ve mağdur. Ne olur,
şimdi yeni özelleştirmelerle bu sayıyı artırmayalım, bu insanların feryadına
kulak verelim.
Bu vesileyle, taşeron işçilerin ve geçici işçilerin de derdini
sizlerle paylaşmak istiyorum. Yılda beş ay yirmi dokuz gün süreyle maksimum
çalıştırılıp “Altı ay olmadı.” diye sokağa itilen insanlar bizim insanlarımız.
Bu insanların derdini mutlaka biz çözeceğiz.
Yine “taşeron” adı altında ihale alırken iktidar partisinin o
bölgedeki en yetkilisinden garanti almadan ihaleye giremeyen, ihaleyi aldıktan
sonra “Burada çalıştıracağım her türlü işçiyi sizin vereceğiniz listeden
alacağım.” diye alan işverenler, işçiyi alırken şunu yapıyorlar değerli
milletvekilleri: “Değerli kardeşim, asgari ücretle çalışmaya razı mısın?”
“Evet.” “Sigorta istiyor musun?” “Evet.” “O zaman sigortayı tam istiyorsan
hesabına yatırdığım asgari ücret parasının yarısını ertesi gün muhasebeciye
geri getir.” diyorlar. Siz bundan haberdar mısınız? Bu insanlara bu nasıl layık
görülebilir? Türkiye taşeron sisteminde bunu yaşıyor. Asgari ücreti tam alırsa
bir hafta, on gün, on beş gün sigortayla çalıştırılıyor. Bu Meclis bunları
çözmek zorunda.
Şimdi, Sayın Bakanım, tabii, özelleştirme konusu gündeme gelince
bazı konuları yeniden sizlerle paylaşmakta yarar görüyorum. Geçen yıl size
sorduğum bir soru önergesine cevaben, 17/6/2010 tarih ve 5308 sayılı yazıyla
Türk Şekere kayıtlı tüm şeker fabrikalarımızın toplam arazisinin 52 milyon 886
bin 693 metrekare, yani yaklaşık 53 bin dönüm olduğunu söylemişsiniz. Ha,
bunlar arazi ama şehirlerin merkezinde kalmış arsalar artık. Pancar kotasının
10 milyon 350 bin ton, şeker üretiminin 1 milyon 370 bin ton, toplam çalışanın
da 17.317 kişi, doğrudan, memur, daimî işçi ve geçici olmak üzere… Bu ne
demektir? Size verdiğimiz bu yetkiyle, bütçede bu maddede aldığınız yetkiyle
özelleştirmek istediğiniz şeker fabrikalarını özelleştirmeniz hâlinde doğrudan
20 bin dolayında yeni mağdur kitlesi yaratacaksınız demektir. Alın size yeni
bir 4/C, alın size bir deve kuşu! Dolayısıyla, bu konuyu, ne olur, lütfen
yeniden değerlendiriniz.
Sözlerimin bu bölümünde özellikle özelleştirmeler konusunda ve
şeker fabrikaları özelleştirmeleri konusunda yaşanmış bir örneği tekrar
hatırlatarak bu konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu konu Kütahya Şeker
Fabrikası, yıl 2003. Haziran ayında yerel mahkemeye o günün resmî avukatı
tespit davası açıyor, fabrikanın değerinin ne olduğunu istiyor. Kütahya Sulh
Hukuk Mahkemesinin 2003/89 sayılı dosyasında üç farklı tespit komisyonunun elde
ettiği değerler toplamı -yaklaşık söylüyorum- 266 trilyon lira o günkü parayla.
Bu tarihten yaklaşık bir yıl sonra, Ekim 2004’te söz konusu fabrika 23 milyon
820 bin dolara özelleştiriliyor ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığındaki
uzmanların tespit ettiği değerden sadece 1.163 dolar fazlasına özelleştiriliyor.
Bu rakamı defalarca sordum Sayın Bakana ve o zamanki Bakana, alamadım ama
Danıştaydaki dava dosyasından aldım. Yani 266 trilyon liralık bir fabrikanın
yüzde 56’sı değerinin yaklaşık onda 1’ine gidiyor ama Özelleştirme İdaresi
uzmanlarının oturarak yerlerinden belirlediği ücretin 1.163 dolar üstünde bir
parayla veriliyor.
Şimdi -yeni özelleştirmeler böyle olmasın- bu da yetmiyor,
özelleştirme devir teslim işlemleri bittikten sonra aradan yaklaşık bir yıl
geçiyor, 2005 yılı Mayıs ayının 13’üncü günü, söz konusu fabrikanın arazisi
içinde bulunan Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketine kayıtlı 113 dönüm
arazi, özelleştirmenin ardından, “Burası da özelleştirme kitapçığında geçiyor.”
diye, yeni sahiplerinin başvurusuyla, tapuda tashih yapılarak iki gün
içerisinde alınıyor.
Değerli milletvekilleri, bakınız, tarih 13 Mayıs 2005, fabrikanın
gerçek sahibi, tapuda kayıtlı sahibi Türkiye Şeker Fabrikaları; iki gün sonra
müracaat yapılıyor ve ayın 20’sinde, fabrikanın yeni sahibi, Kütahya Şeker
Fabrikası sahipleri oluyor. Bunun üzerine, Valiliğe gelen ihbarlar sonucu 2007
yılında Kütahya İl İdaresi konuyu mahkemeye intikal ettiriyor ve işlemi yapan
tapu müdürünün cezalandırılmasıyla ilgili karar alıyor. İlgili taraf idare
mahkemesine başvuruyor, Eskişehir İdare Mahkemesi cezalandırılmaması yönünde
karar veriyor. Arkasından, 2007 yılında seçilmemizin ardından konuyu Meclis
gündemine taşıyarak ve aynı zamanda cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda
bulunup Eskişehir Bölge İdare Mahkemesine de dava açarak tekrar gündeme
getiriyoruz ve Eskişehir Bölge İdare Mahkemesi kendi mahkemesinin aldığı kararı
bizim ihbarımız ve davamız sonucunda… Ama neye dayandırarak? Bayındırlık ve
İskân Bakanlığı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliğinin yazdığı
ve buna cevap olarak Kütahya Valiliği Tapu Sicil Müdürlüğünün 24/9/2009 tarih
ve 2935 sayılı yazısındaki şu ifadeyi
sizlerle paylaşmak istiyorum: Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Tasarruf
İşlemleri Daire Başkanlığının 11/7/2008 tarih ve 3002 sayılı yazısı olduğu ve
yine aynı taşınmaz ile ilgili Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün 17’nci Bölge
Müdürlüğünün 23/7/2008 tarih ve 871 sayılı yazısıyla yapılan tescilin -altını
çiziyorum- yolsuz tescil olduğu yönünde görüş belirtildiği görülmektedir.
Sayın Bakanım, size görüş veren bürokratlarınız bu yazıyı size
okumuyorlar. Sizden özel istirhamım, dün özellikle -size ayrıca teşekkür etmek
istiyorum- mahkeme kararına istinaden bu konuyu inceleteceğinizi söylediniz.
Size o yazıları veren bürokratlar bu yazıyı vermiyor. Lütfen bürokratlarınızı
sorguya çekiniz ve onları derhâl yanınızdan uzaklaştırınız. Size tüm dosyaları
vereceğim. Bu konuda ne zaman ihtiyacınız olursa mahkeme kararları dâhil
hepsini vereceğim ve dolayısıyla mahkeme bu dava üzerine bu işlemi yapan kişiyi
emekli de olsa hapis cezasıyla cezalandırıyor.
Şimdi tek şey kaldı, Türk Şeker bu konuyla ilgili tapu iptal
davası açacak ve milletin malı millete iade edilecek.
Bu vesileyle hepinizi tekrar saygıyla selamlıyor, teşekkürlerimi
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, efendim Sayın Alim Işık’ın
anlattığı bu olay dolayısıyla ben Kiler’le bir bahse girmiştim. Eğer tapu
kayıtlarında sahtekârlık varsa Kütahya Şeker Fabrikasını bana bağışlayacaktı,
eğer yoksa ben milletvekilliğinden istifa edecektim. Şimdi Arkadaşımızın
bahsettiği mahkeme kararına göre demek ki bu tapu kayıtlarında sahtekârlık
vardır, Kütahya Şeker Fabrikasının bana bağışlanması lazım efendim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Beleşçi seni, beleşçi…
BAŞKAN – Sayın Genç, Meclis
Başkan Vekillerinin böyle mal takası konusunda bir yetkisi yok.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın
Sebahat Tuncel.
Buyurun Sayın Tuncel. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 9’uncu madde üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Doğrusu, bütçe görüşmelerinin sonuna yaklaşıktık, aslında bu bütçe
görüşmeleri sırasında dünyanın yaşadığı ekonomik krizin Türkiye’yi ne kadar
etkileyeceği, önümüzdeki dönem bu ekonomik krizden nasıl etkileneceğimiz
konuları burada daha güçlü tartışılabilirdi ama İktidar, Türkiye halklarını bu
konuda bilgilendirmek, önümüzdeki ekonomik krizin riskleri, olanakları nedir,
bunu paylaşmak yerine, daha çok Türkiye'nin 16’ncı büyük ekonomi olmasıyla
övündü. Dolayısıyla çoğu zaman bu başarı, bazen toplumun yaşadığı sorunları
örtmek açısından ciddi bir sorun oluyor yani aslında başarıyı söyleyip
başarısızlıkların üzerini örtmek AKP İktidarının genel bir yaklaşımı ama ben
buradan birkaç şey ifade etmek istiyorum bu krize ilişkin.
Kriz, anlaşılan o ki önümüzdeki dönem Türkiye’yi etkileyecek.
Şimdiden bu krizin durağanlığa girdiği belli. Akademisyenler, sosyal bilimciler
yani yine ekonomistlerin çoğu bunu açıklıyor çünkü Türkiye, sıcak parayla
büyüyen bir ekonomi ve bu sıcak para çekildiğinde aslında çok ciddi anlamda
sorunlar yaşacağız.
Diğer bir konu: Bu ekonomik durum büyüdükçe aslında bizim
yoksullarımız çok daha fazla yoksullaşıyor çünkü zengin olan, 16’ncı ekonomik
büyümeyi ifade eden kesim ne yazık ki çok düşük bir kesim.
Bakın, geçen dönem bu kürsüde dedik ki: Bu ülkede en yoksulla en
zengin arasındaki fark 8,5 kat, Avrupa’da bu 2,5 kat ortalama. Şimdi geliyoruz,
bu kat 14’e çıktı yani 14 kat en yoksulla en zengin arasında... Demek ki bu
ülkede zengin daha zengin, yoksul daha yoksul oluyor. Bu, eşitsizlikleri
büyüten bir durum ve bu çok ciddi bir sorun. İşte Orta Doğu’daki gelişmelere
baktığınızda nereden çıktı isyan? Tam da bu eşitsizliklerden çıktı,
adaletsizlikten çıktı. Zengin daha çok zengin oldukça yoksul buna itiraz etmeye
başladı. Bunu buradan bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
Yine, kadınlar, en yoksul, bu yoksulluktan en çok etkilenenler
oluyor. Tabii burada hâlâ kadın-erkek eşitliği konusunda ciddi bir zihniyet
sorunu var. Biraz önce CHP’den Sayın Milletvekili, hani kadınlara atıfta
bulunarak -çok teşekkür ediyoruz- değer atfettiler ama “Onların da bizim gibi
insan olduğunu unutmamak lazım.” dediler yani lütfettiler. Bu, ciddi anlamda
bir sorun ve bir dil. Yani aslında bu kürsüde her gün erkek egemenliği
kendisini yeniden yeniden üretiyor. Bunları değiştirmediğimiz sürece ne eşitlik
politikalarında ne demokrasi politikasında ne de ekonomik anlamda ciddi yol
alabiliriz.
Sevgili arkadaşlar, bakın, yanı başımızda Yunanistan.
Yunanistan’ın değerleriyle, krize girmeden önceki değerleriyle, büyümesiyle
Türkiye’nin değerleri neredeyse aynı. Bu ne demek? Türkiye tedbirini almazsa
ciddi anlamda bir ekonomik krizle karşı karşıya kalacak demek. Dolayısıyla biz
burada Hükûmeti uyarıyoruz. Muhalefetin görevi hükûmeti uyarmak. Sayın bakanlar
eğer bu uyarılarımızı dikkate alır ve Türkiye ekonomisi konusunda tedbirler
alırlarsa iyi olur.
Diğer bir konu, bu ülkede emekçiler, yoksullar, kadınlar mutlu
değil, gençler mutlu değil. Bakın, 21’inde… Bu sağlık konusunda o kadar çok
övünüyor ki AKP, şu kadar adım attık, bu kadar adım attık, ilaçlar şöyle olacak
falan diye ama 21’inde sağlık emekçileri ve eğitim emekçileri alanlara çıkıyor.
Madem bu kadar iyi bir noktadayız niye sağlık emekçileri protesto ediyor? Onlar
diyor ki: “’Her işin başı sağlık.’ diye başlıyoruz, bunu herkes kullanıyor.”
“Her işin başı sağlık.” denen sektörde ciddi anlamda bir hukuksuzluk var,
adaletsizlik var. Dolayısıyla, umuyoruz ki AKP Hükûmeti buradan değil, gidip o
sağlık emekçilerinin yanında… Biz orada olacağız, kendilerini de davet
ediyoruz; Sayın Bakanı da, sayın milletvekillerini de. Gelip, sağlık
emekçileriyle birlikte o sokakta olsunlar ki ne demek istiyorlar, eğitim
emekçileri ne demek istiyor, belki böylece daha iyi anlaşılır.
Sayın milletvekilleri, biliyorsunuz bu hafta İnsan Hakları
Haftası, 10’unda başlayan, 17 Aralığa kadar devam eden İnsan Hakları Haftası. Biraz
önce bu kürsüde bir tartışma yürütüldü. İktidardaki arkadaşlarımız dediler ki:
“Bu ülkede artık demokrasi, ileri demokrasi var. İşkence yok. Her şey yerli
yerinde. İşte biz, aslında 12 Eylülde yaşananları, işte 90’lı yıllarda yaşanan
faili meçhulleri falan hepsini çözdük, şimdi konuşabiliyoruz.” diye. Evet,
konuşabiliyoruz ama konuşabilmek için 17 bin tane faili meçhul cinayet oldu bu
ülkede, konuşabilmek için neredeyse 50 bin insan yaşamını yitirdi; konuşabilmek
için binlerce insan, insan hakları savunucuları gözaltına alındı, tutuklandı ve
bu hâlâ devam ediyor. Eğer “İşkenceye sıfır tolerans.” diyorsanız, demek ki
İzmir’de, karakolda kadına yönelik, kadına uygulanan şeyi görmemişiz demektir
ya da biz cezaevlerine gidiyoruz, biliyorsunuz -bu TMK mağduru- en çok Kürtler
şu an TMK mağduru. Diyeceksiniz ki: “Bunu biz çıkarmadık.” Doğru, 1991’de
çıktı, siz 2006’da düzenlediniz, öyle düzenlediniz ki artık Terörle Mücadele
Kanunu, toplumla mücadele kanunu hâline dönüştü. O yüzden, her gün “KCK” adı
altında, “devrimci karargâh” adı altında bilmem ne adı altında operasyonlar
oluyor, Türkiye'nin muhalifleri susturulmaya çalışılıyor, tek tip bir devlet
anlayışı yaratılmaya çalışılıyor.
Şimdi, biliyorsunuz, son dönemlerde avukatlar gözaltına alındı
İmralı’ya gittikleri için, Sayın Öcalan’la görüşme yaptıkları için gözaltına
alındılar ve tutuklandılar. Bir defa burada bir savunma hakkının ihlali
meselesini bir kenara bırakıyorum. Sayın Grup Başkan Vekilimize bir örnek
olması açısından, cezaevlerinde… Çünkü, devletin iktidarını en iyi gösterdiği
iki yer var arkadaşlar: Bir, akıl hastaneleridir; iki, cezaevleridir. Burada
kendi iktidarını nasıl gösterdiğini hapishanelerde biz çok iyi görüyoruz.
Geçenlerde avukatları ziyarete gittik, Ragıp Zarakolu’nu da
beraberinde ziyarete gittim, dediler ki: “Biz tutuklandık, hukuksuzluk, şu bu,
bunu bir kenara bırakıyoruz. Metris Cezaevinde tutulduk -burayı iktidar partisi
milletvekillerinin çok dikkatli dinlemesini istiyorum- sonra Metris’ten Kandıra
F Tipi Cezaevine getirilirken çırılçıplak soyulduk.” X-ray cihazlarından
geçirirken ancak ya soyunacaksınız buraya gireceksiniz… Bir cezaevinden, yani
güvenlik kuvvetlerinin denetiminde olan, Adalet Bakanlığının denetiminde olan
bir yerden başka bir yere götürülüyor. Buna itiraz eden avukatlar darp
edilmişler ve haklarında da cezaevi yönetimine, işte oradaki gardiyanlara
muhalefet etmekten disiplin cezası verilmiş. Bu sadece avukatlara uygulanmıyor,
öğrendik ki bütün cezaevine giren tutuklular bu muameleyle karşı karşıya
kalıyor, muhtemelen adli tutuklular da benzer bir şeyle…
Buradan Sayın Adalet Bakanına soruyoruz: Sayın Adalet Bakanımız,
hani işkenceye sıfır toleranstı, hani insan hakları ve özgürlüklerdi? Sizin
denetiminizin olduğu yerde bile siz insan onurunu rencide edecek uygulamalara
imza atıyorsunuz.
Biz buradan öneriyoruz: Adalet Bakanlığı, siyasi parti
gruplarından da milletvekilleriyle -İnsan Hakları Komisyonumuz var, illa
buradan seçmek durumunda değil- cezaevlerini bir ziyaret etsin. Sohbet hakkı
uygulanmıyor.
Bakın, 19 Aralık, daha önümüzdeki günlerde 19 Aralığın ayıbını
Türkiye ortadan kaldıramadı. Şimdi ortaya çıkıyor bu 19 Aralıkta Bayrampaşa
Cezaevinde nasıl bir katliam yapıldığı, nasıl sahte tutanaklar tutulduğu.
İşte, yeniden bir yıl dönümüne
geldiğimiz dönemde benzer uygulamaların cezaevlerinde olduğunu görüyoruz yani.
On saatlik...
Onun için ne dediler? “Boşaltıyoruz; daha iyi koşullarda, F tipi
odalarda, lüks yerlerde size yaşam olanağı tanıyoruz.” dediler. Öyle anlattılar
ki herkes, Türkiye kamuoyu, gerçekten F tipi cezaevlerinin çok iyi bir yer
olduğunu söyledi ama şimdi, onun için o kadar ölüm oruçlarında yaşamını
yitirenler, sakat kalanlar, onun için o kadar işkence gören tutukluların yaptıkları,
öldükleriyle, gördükleri işkenceyle sakatlıkları yanlarında kaldı, kâr kaldı
onlara. Devlet bu konuda hiçbir adım atmadı.
Bakın, Kandıra’da, örnek veriyorum, üç ayda sadece yedi buçuk
saatte uygulanıyor. Yerimiz yok, görüşme saatleri var, cezaevleri çok dolu
gerekçesiyle bunlar yapılıyor.
Diğer bir hak ihlali, tutukluların yakınlarına da benzer
uygulamalar yapılıyor, onlar da soyunduruluyor, x-ray cihazlarından geçerken
ötüyorlarsa tacizde bulunuyor resmen. Birçok insan çocuklarını görmeye gitmek
istemiyor sayın milletvekilleri.
Şimdi 90’lı yıllardan ne fark var? Şimdi bunu düzeltecek miyiz,
düzeltmeyecek miyiz? Hani ileri demokrasi? Şimdi bu konuda ciddi sorunlar var.
Görüşme sırasında, bilmiyorum cezaevlerine gitmişsinizdir, şöyle bir masa var.
Masanın bir tarafında tutuklu ya da hükümlü, diğer tarafında da ailesi. Başında
da polisler, gardiyanlar bekliyor. Beğenmediğinde düdük çalıyor. 12 Eylülden ne
farkı var? Birbirine dokunamıyor insanlar, tutuklular birbirine dokunamıyor,
sarılamıyor.
Yani, şimdi, mesela Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi. Şimdi, Sayın
Bakan, hani ileri demokrasi? Bu sorunları nasıl çözeceğiz biz? Defalarca ifade
ettik.
Hasta tutuklulara değinmiyorum bile. Yani hasta tutuklular cezaevi
koşullarında nasıl kalıyor belli değil.
Bakın, bir örnek, Ankara F tipi Cezaevinde, yanı başımızda, üç
kişilik odalar var, odalar aynı koğuşta. Bir tutuklu genç, üniversite
öğrencisi, aynı zamanda bizim gençlik çalışmalarımızdaydı, “KCK” adı altında
tutuklandı. Mektup yazmış, diyor ki: “Bir odadan bir odaya geçtiğimiz diye,
niye izin vermediniz gerekçesiyle işkence görüp sen aynı, kendi yatağında
yatacaksın diye…” Yani odalar içerisinde bile serbest gezinim hakkı yok. Şimdi,
buradan soruyoruz: Hani insan hakları? Hani işkenceye sıfır tolerans?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SEBAHAT TUNCEL (Devamla) – Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tuncel.
Şahıslar adına ilk söz İstanbul Milletvekili Sayın Türkan Dağoğlu.
Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sosyal devlet anlayışının en temel göstergelerinden biri, bireyin yaşam
hakkının ve sağlıklı bir hayat sürdürebilmesinin güvence altına alınmasıdır.
Kamu sağlığı harcamalarında genel devlet harcamasının yüzde 8’den yüzde 13’e
yükseltilmesi Hükûmetimizin politik olarak sağlığa verdiği önemin bir
göstergesidir. OECD raporlarında sağlıkta geçirdiğimiz dönüşüme dikkat
çekilerek “Sağlıkta Dönüşüm Programı, 2003 öncesi sağlık sisteminin zayıf
yönlerini bertaraf edip güçlü yönleriyle reform yapmayı amaçlayan bir ders
kitabı mahiyetindedir.” demiştir. Bakanlığın bebek ve çocuk ölümlerinin
azaltılması konusunda yürüttüğü çalışmalar ve kadın sağlığı konusunda sağladığı
üstün katkılardan dolayı UNICEF tarafından da ayrıca ödüllendirilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sosyal devlet
sorumluluğunun bir parçası da engelli vatandaşlarımızdır. Engellilik doğuştan
ya da sonradan kazanılır. Onların haklarına sahip çıkılması, her alanda desteklenmesi
kaçınılmaz görevlerimizdendir. İnsan haklarıyla tanışmamızın altmış üç yılı
geçmesine rağmen ancak ele alınmaya başlanan bir alanda her türlü eksiklik ve
aksaklığın bir çırpıda çözümlenebilmesi imkân ötesidir, ancak yapılanları ve
öngörülen projeleri yadsımak da insaf ötesidir.
Bu konuda, hem mevzuat hem de uygulama açısından önemli bir
değişim süreci yaşanmıştır ve yaşanmaktadır. Bunların en başında, kadın doğum
kliniklerinde Sağlık Bakanlığının yapmış olduğu yeni uygulamalarla yoğun bakım
ünitelerinin kurulması ve bu ünitelerin çok sıkı bir biçimde denetlenmesidir.
Sağlık Bakanlığı yaptığı bu çalışmalarla, çocuk kuyuya düşmeden kapağını kapama
felsefesini benimsemiştir. Ben, doğumdan sonra olan sıkıntı veya engellilerin
nelerle mükâfatlandırıldığını burada saymak istemiyorum, benden evvelki
arkadaşlarım bunlara değindi, ancak bunlar sadece bunların birkaçı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, her geçen gün daha
da olgunlaşan demokrasisiyle; insan haklarına, hukuk devleti ilkesine olan
bağlılığıyla; sosyal devlet anlayışıyla dünyada ve bölgemizde örnek bir konumda
yer almaktadır. Böyle bir başarının, kimilerince bu kürsüde iddia edildiği gibi
“kabadayı özgüveniyle” değil, ancak ve ancak toplumların geleceğini her şeyden
çok önemseyen akıl adabıyla ve insan merkezli bir vizyonla elde edilebileceği
son derece açıktır. Aksi takdirde başarılardan dolayı The Time dergisine kapak
olmak o kadar kolay bir dava değildir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – En çok istenmeyen adam da o! Ne
yapacağız şimdi!
TÜRKAN DAĞOĞLU (Devamla) – Hedefimiz bundan sonraki çalışmaları
aynı vizyonda daha güçlendirerek devam etmektir.
Hepinize teşekkür ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dağoğlu.
Van Milletvekili Sayın Burhan Kayatürk.
Buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BURHAN KAYATÜRK (Van) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri;
bugün buradaki konuşmamda Van depremiyle alakalı birkaç şey söylemiştim.
O depremde Hükûmetimizin çabalarını, yetkililerin çabalarını dile
getirmiştim ve bizim de milletvekilleri olarak yirmi dokuz gün, gece gündüz
halkımızla birlikte olduğumuzu, onları yalnız bırakmadığımızı dile getirmiştim.
Ancak benim bu konuşmamdan rahatsız olan bir sayın konuşmacı, daha sonra
kürsüye gelerek hiç yakışık almayan hakaretlerde bulunmuş ve benimle alakalı
“Vicdansız açıklamalar yaptı.” demiş.
Doğrusu, benim gibi deprem travması yaşamış, babasını ve kardeşini
depremde kaybetmiş, üstelik daha önce dile getirdiğim gibi, üç buçuk ay sonra
kardeşinin cenazesine ulaşmış birine “Vicdansız” demeyi ben sizin takdirinize
bırakıyorum. Ancak bu hakareti, bu ithamları aynen kendisine iade ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, tabii ki, Van büyük bir felaket yaşadı.
Bu felaketin boyutları gerçekten çok büyüktü. 700 bin insanın etkilendiğini
söyledik. Bu 700 bin insanın evi hasarsız olabilir, az hasarlı olabilir veya
çok hasarlı olabilir ama devam etmekte olan 6 bin sarsıntıdan dolayı siz o
evlere giremediğiniz zaman orada çok büyük bir insanlık dramı yaşanmakta. İşte
en büyük problem orada. Ama Allah’a hamdolsun, Hükûmetimiz, Başbakanımız,
bugüne kadar Türkiye’de görülmemiş bir şekilde Van insanına, depremzedeye tam
anlamıyla yardımcı olmuş ve en hızlı müdahalesini de yapmıştır.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – “Yirmi dört saat içinde çuvalladık.”
dedi ya Sayın Başbakan!
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) – Bakın, depremin üzerinden daha birkaç
saat geçmeden Sayın Başbakanımız, daha önce ifade ettiğim gibi, kabinesinin
yarısıyla orada bulunmuştur.
Değerli arkadaşlar, daha önceki depremleri gördük. İşte, Marmara
depremi çok uzakta olan bir deprem değildir.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Bak, insafa davet ediyoruz!..
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) – Benim size ifade ettiğim gibi…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - Bir bölge depreminden bahsediyorsun.
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, 76 yılında…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - İnsafa davet ediyorum!
OKTAY VURAL (İzmir) – Saat yedi buçukta oradaydık biz; üç saat
sonra oradaydı...
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) – Özür dilerim…
76 yılında bu ülkede bir Hükûmet var mıydı? Vardı. Peki, bu
Hükûmetin olduğu zaman benim kardeşim toprak altında nasıl üç buçuk ay kaldı?
Ben bunun hesabını sormak istedim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Şimdi kalanlar?
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) – Peki, ondan sonra ne oldu? Bu depremde
üç buçuk gün içerisinde, neredeyse tek bir vatandaşımız enkaz altında kalmadı.
OKTAY VURAL (İzmir) – Yedi katlı otelde ölenler kimin suçu? Yedi
katlı otellere “girin” dediniz, öldü insanlar…
BAŞKAN – Sayın Vural, lütfen.
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) – Biz orada canla başla uğraştık ve
çalışmalarımıza devam ettik.
OKTAY VURAL (İzmir) – Vicdana bak ya!
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) – Hükûmetimizin bu çalışmalarını
anlatmak niye sizin bu kadar zorunuza gidiyor? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sizin alkışlamanız lazım.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)- Ya insaf! Çamur atıyorsun!
OKTAY VURAL (İzmir) – Çamur atıyorsun be!
BAŞKAN – Sayın Korkmaz, Sayın Vural lütfen.
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) – Ben geçmişle bugünü karşılaştırmaya
çalışıyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) – Daha depremin şiddetini bile öğrenemediniz;
6 mı, 2 mi, 7 mi?
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, biz…
Bakın, ben burada bütün konuşmacıları saygıyla dinledim. Siz
lütfen beni saygıyla dinleyin.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Bir şeye cevap vermek için değil,
hakaret etmek için çıkmışsın sen oraya!
BAŞKAN – Sayın Korkmaz, rica ediyorum, lütfen…
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) – Ben burada yaşadığım sıkıntıyı
anlatıyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) – Yani Maraş’taki cesetlere ulaşabildiniz mi
siz?
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakın, büyük bir
felaket yaşadık. Bu felaketin üzerinde siyaset yapmak ayıptır.
OKTAY VURAL (İzmir) – Ayıptır tabii!
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) - Bakın, biz burada sıkıntılarımızı dile
getirmeye çalışıyoruz.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Bunu sadece söylemek yetmez,
gereğini de yapması lazım.
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) - 700 bin insanın yaralarını sarmak için
canla başla uğraşıyoruz. Sizin de katkı sağlamanız gerektiğini ifade ediyoruz.
Bakın, orada Sayın Başbakanımızla, Sayın Cumhurbaşkanımızla
birlikte ziyaret eden siyasi parti liderlerine de teşekkür ettik,
temsilcilerine de teşekkür ettik. Hatta yurt dışından gelenlere de burada
şükranlarımızı ifade ettik. Bizim böyle bir günde bunun üzerinde siyaset
yapmamız, bunu siyasi bir ranta çevirmemiz kadar çirkin bir şey yoktur.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sen yapıyorsun siyaseti. On iki yıl
öncekinin siyasetini yapıyorsun.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Şimdi yapıyorsun!
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) – Bugüne kadar, Vanlı hemşehrilerimizin,
depremzedelerimizin sıkıntılarının çözümü için elimizden geleni yaptık.
OKTAY VURAL (İzmir) – Ya, bu otellere kim “Gir.” dedi peki?
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) - Olayın takipçisi olduk.
OKTAY VURAL (İzmir) – Vicdanınız sızlıyor mu?
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) - Bundan sonra da ister Van’da ister
uzak diyarlarda, Vanlı depremzedelerimizin sıkıntılarını takip edeceğiz,
onların yardımcısı olacağız.
OKTAY VURAL (İzmir) – Naylon çadırda ölenler için vicdanı sızlayan
var mı sizde?
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) - Elimizden geleni bugüne kadar yaptık,
yapmaya devam edeceğiz diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Erdemir…
AYKAN ERDEMİR (Bursa) – Sayın Bakan, dünyanın önde gelen iktisat
profesörlerinden Dani Rodrik “Otoriter Büyüme Efsanesi” başlıklı makalesinde,
uzun vadeli ekonomik büyüme, ekonomik istikrar, ekonomik krizlere dayanma,
insan kaynağını geliştirme ve adil gelir dağılımını sağlama noktasında,
demokrasilerin otoriter rejimlerden çok daha başarılı olduğunu belirtmektedir.
Bu nedenle de günün sonunda, Güney Afrika Rusya’yı, Hindistan Çin’i ve Brezilya
Türkiye’yi, kısacası demokratikleşen rejimler otoriterleşen rejimleri geride
bırakırsa şaşırmayın, demektedir. Hızla otoriterleşen ülkemizde, Terörizmin
Finansmanını Önleme Tasarısı’yla artık, 2 gizli tanıkla herkes terör örgütü
kapsamına alınıp mal varlığına el konulabilecektir. Bu otoriter düzenlemenin,
Türkiye’de yatırım iklimini, ekonomik büyümeyi ve ekonomik istikrarı ne şekilde
etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın Yüksel… Sayın Yüksel yok mu?
Sayın Kesimoğlu…
Sayın Sarıbaş…
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Sayın Bakan, Çanakkale Belediyesinin
1976’dan beri kullanmakta olduğu sandal basenini son aldığınız Bakanlar Kurulu
kararıyla, 26/09/2001 tarihli 2277 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla elinden
aldınız. Bunu niçin soruyorum? Çünkü bu, 1981 yılında, yine, Bakanlar Kurulu
kararıyla kesin kullanım hakkı verilmesine rağmen, niçin uzun yıllardır,
1976’dan başlayarak belediyenin, kamunun elinde bulundurduğu bu sandal basenini
niçin iptal ettiniz? Bu başka ifadeyle, oradaki bir şahsa ya da bakana, bir
özel sektöre mi vermek istiyorsunuz? Bu kamunun ve bakımının imar planında
olmasına rağmen, bu baseni tüm Türkiye’deki, Çanakkale’deki denizcilikle
uğraşan kayıkçılara kullanmasına rağmen, bakım onarım ve size de yüzde 10…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Özkan…
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın Bakan, önceki turdaki soruma
cevap alamadım, o cevabı bekliyorum; bu bir.
İki: Burdur ili tarım ve hayvancılıkta sütüyle, etiyle, salebiyle,
mantarıyla, kadayıfıyla, kaparisiyle, haşhaşıyla, anasonuyla, pancarıyla bir
markadır. Ayrıca, tarım alet ve makine üretiminde, çimento ve silah sanayisinde
de bir markadır. Burdur mermerimizde dünyanın birçok ülkesine ihracat
yapmaktayız. Ancak gelişmişlik ve teşvik sıralamasında 2’nci bölgedeyiz.
İstihdamı ve üretimi artırma yönünde katkı koyması için Burdur ilini 4’üncü
bölgede değerlendirmeyi düşür müsünüz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, tekrar soruyorum. 5393 sayılı Kanun’a tabi belediye
ve il özel idaresi sözleşmelilerine verilen sözler tutulacak mıdır? Bunların
mağduriyetini nasıl gidermeyi düşünüyorsunuz?
Van depremzede ve kamu çalışanları için yapılan düzenlemelerden
Simavlı depremzede ve kamu çalışanlarının da yararlandırılması sağlanabilecek
midir? Cevabınız hayırsa sebebini lütfen söyler misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Erdoğan… Yok.
Sayın Vural…
OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Biraz önce, Sayın Bakan, bu sosyal güvenlikle ilgili şey
söylendiği zaman, hani bu fazla mesai, ek dersle ilgili, “Durum ortada.”
dediniz, bir fecaati dile getirdiniz, anlaşılan sosyal güvenlik sistemi
network’ü iflas etmiş durumda. Dolayısıyla “Durum ortada.” deyip gerçekten bir
iflas sahnesi… İşte, bizim de anlatmak isteğimiz bu iflaslar.
Bir de bu aktarmalar: Acaba Cumhurbaşkanı seçimi 2012 yılında
yapılırsa, bununla ilgili harcamalar için aktarma yapacağınız bir fasıl var
mıdır? Seneye seçim yapılacak.
Bir de siz hesap kitap bilen birisisiniz. Cumhurbaşkanı süresi beş
yıl mıdır, yedi yıl mıdır?
BAŞKAN - Sayın Yılmaz…
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Pozantı ilçemizin Hamidiye, Kamışlı, Fındıklı, Alpu köyleri ile
Karaisali ilçemizin Gildirli, Çukur, Karakılıç, Aşağıbelemedik, Gülüşlü,
Nergizlik ve Maraşlı dâhil olmak üzere yirmi beş tane köyünden kadastro
uygulaması geçtikten sonra vatandaşların adına çıkan tapular, Vakıflar Genel
Müdürlüğü ve Hazine tarafından köylülerin atalarından kalma ve kendileri
tarafından yaptıkları evleri, ahırları, bağları ve bahçelerinin tamamı mahkeme
kararı neticesinde ellerinden alınmıştır. Yirmi beş köyümüz tamamen mağdur
hâldedir. Sayın Bakanım, bu köylüyü yerinde kalkındırma projesi adı altında, bu
köylülerimiz neredeyse köylerini boşaltmak durumundadır. Bunların problemlerine
bir çözüm bulabilir misiniz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Son sorundan başlıyorum.
Değerli arkadaşlar, eğer mahkeme kararı kesinleştiyse burada
Maliye Bakanı olarak benim yapabileceklerimin sınırı belli. Ancak Meclisimiz bu
tür hususları düzeltebilir. Yani, benim…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Maliye bakanları her şeye
yetkilidir Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Hayır, hayır; öyle bir şey
yok.
İkinci olarak: Değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanımızın süresine, bu
hususlara tabii ki Meclis karar verir. Meclisimizin verdiği kararlar
çerçevesinde biz de gereken ödenekleri tabii ki yaparız.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Efendim, hesabı kitabı en iyi bilen
bakan olarak soruyoruz.
OKTAY VURAL (İzmir) – Siz de bilmiyorsunuz yani.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Değerli arkadaşlar,
belediye ve il özel idarelerinde sözleşmeli olarak çalışanlarımızın kadroya
geçirilip geçirilmeyeceği hususu şu anda gündemimizde olan bir husus değil.
Biz, 657 kapsamında olan bütün sözleşmelileri o an itibarıyla kadroya geçirdik.
Buna ilişkin, şuna anda en azından Maliye Bakanlığı gündeminde olan bir husus
söz konusu değildir.
Burdur 2’nci bölgeden 4’üncü bölgeye geçebilir mi? Bu tamamen
Burdur’un makroekonomik ve sosyoekonomik göstergeleriyle ilişkili bir konudur.
Yani bunu ezberden yapmadığımızı biliyorsunuz. Devlet Planlama Teşkilatı
birtakım göstergelerle sınıflandırmaya gidiyor ama bu sınıflandırma sayısı
artırılabilir. Bu illerin kümelenmesi söz konusu, birlikte değerlendirilmesi
söz konusu. Farklı bir yönteme başvurulabilir mi, yeni veriler çerçevesinde
değerlendirmeyle dördüncü bölgeye düşürülebilir mi? O, tamamen yapılan
çalışmalar sonucunda belli olacak.
Çanakkale Belediyesinin 1976’dan beri kullandığı bir işletmenin…
Benim hiçbir bilgim yok, onu araştıralım size geri gelelim. Yani, konuya vâkıf
değilim.
Yine, terörün finansmanına ilişkin bir yasa tasarısı var;
gerçekten dünyadaki uygulamaları çok ağır uygulamalardır. Bu tasarı
şekillendirilirken hakikaten epey bir tartışıldı. Özellikle vatandaşlarımızın,
yani içeride böyle bir tanımın geçerli olmaması, sadece uluslararası terörün
finansmanına yönelik böyle bir uygulamanın yapılmasına ilişkin birtakım
fıkralar dercedildi. Eminim zaten yasa Adalet Komisyonunda görüşülüp buraya
geldiğinde siz de göreceksiniz ki bu hassasiyetleri bizler de koruduk.
Madem vaktim kalmış, müsaade ederseniz bir konuyu yine sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Dün, değerli milletvekili arkadaşımız Sayın Alim Bey, bana tabii
ki getirdi bir mahkeme kararının sonuncu verdi, bu Kütahya Şekerin özelleştirmesine
ilişkin. Ben, aslında çıkmadan, Özelleştirme İdaresinden bu kararın
incelenmesini ve bana bilgi getirilmesini talep ettim.
Şimdi değerli arkadaşlar, özü itibarıyla şöyle bir husus söz
konusu: Kütahya Şeker Fabrikasının yüzde 56’sı kamunundu. Kamu bunu
özelleştirdi. Özelleştirmeye üç ayrı mahkemede gerek sendika tarafından gerekse
PANKOBİRLİK tarafından ayrı ayrı davalar açıldı. Bu davaların tamamı
mahkemelerde reddedilmiş, sonra Danıştayda temyiz edilmiş, Danıştay bu ret
kararlarını onaylamış ve “Özelleştirme İdaresi özelleştirmeyi usulüne göre,
kanuna göre yapmıştır” diye bir karar vermiş. Şimdi burada tartışılan konu, bu
arsa Türk Şeker Fabrikalarının mı Kütahya Şekerin mi? Bu arsa Kütahya’da. Türk
Şeker Fabrikaları -bana yazıyı gösterdiler- resmen yazıyla bildirmiş
kendilerine “Bu, elli yıldır Kütahya Şeker Fabrikası tarafından kullanılan bir
arsadır, bizim değildir. Bu Kütahya Şeker Fabrikasınındır. Sadece sehven bizim
üzerimizde kayıtlıdır.” demiş. Ben, sadece, size, bize aktarılan bilgilerden
bahsediyorum değerli arkadaşlar.
Peki, bu üç ay ceza alan tapu müdürü niye ceza almış? Tapu
müdürünün ceza almasının sebebi çünkü kararda yok. Bana yine detayları da
getirdiler. Deniliyor ki, bu, tapuda Kütahya Şeker üzerine kayda geçirilirken
TÜRKŞEKER’in de temsilcisinin olması gerekiyordu fakat sadece Kütahya Şekerin
temsilcilerinin olduğu bir ortamda bu yapıldığı için üç aylık ceza verilmiş ve
bu ceza ertelenmiş.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Bakan, bu bürokratlar resmen sizi
yanıltıyorlar.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) - Şimdi, değerli arkadaşlar,
şöyle: Kütahya Şeker bu arsayı elli yıldır kullanıyor ve bu arsa Kütahya
Şekerin özelleştirme dokümanlarında da yani ihale dokümanlarında da yer almış.
Değerli arkadaşlar, dolayısıyla, burada bir…
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Sayın Bakan, Yüksek Denetleme
Kurulunun raporunu okuyun, Sayıştayın
raporunu okuyun.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Bakanım, Yüksek Denetleme Kurulunun
raporu var, yapmayın. Sayın Bakanım, devletin Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün
yazısı burada, yapmayın bunu.
KEMALETTİN YILMAZ (Afyonkarahisar) – Yanıltıyorlar sizi Sayın
Bakanım, yanıltıyorlar. Bakanlığı bürokratlar yönetiyor Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Arkadaşlar, ben size…
BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz doldu.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
10’uncu maddeyi okutuyorum:
Ödenek devir ve iptal işlemleri
MADDE 10 - (1) a) Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel
Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü bütçelerinin
(özel ödenekler ve "03.9 Tedavi ve Cenaze Giderleri" ekonomik kodunu
içeren tertipler hariç) mal ve hizmet alım giderleri ile ilgili tertiplerinde
yer alan ödeneklerden yılı içinde harcanmayan kısımları, hizmetin devamlılığını
sağlamak amacıyla ödeneklerinin yüzde 30'unu aşmamak üzere ertesi yıl bütçesine
devren ödenek kaydetmeye,
b) 12/3/1982 tarihli ve 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununun 21
inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesinin
21.01.36.00 ve 21.01.36.63 kurumsal kodu altında bulunan (03) ekonomik kodunu
içeren tertiplerinde yer alan tanıtma amaçlı ödeneklerden harcanmayan kısımları
ertesi yıl bütçesinin aynı tertiplerine devren ödenek kaydetmeye,
c) Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu bütçesinin
40.08.33.00-01.4.1.00-2-07.1 tertibinde yer alan ödenekten harcanmayan
kısımları ertesi yıl bütçesinin aynı tertibine devren ödenek kaydetmeye,
ç) Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesinin
19.01.31.00-04.8.1.02-1-07.1, 19.01.31.00-04.8.1.04-1-08.1,
19.01.31.00-04.8.1.05-1-05.4 ve 19.01.31.00-04.8.1.06-1-05.4 tertiplerinde yer
alan ödeneklerden harcanmayan kısımları ertesi yıl Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığı bütçesinin ilgili tertibine devren ödenek kaydetmeye,
d) Hazine Müsteşarlığı bütçesinin 07.82.32.00-04.1.1.00-1-07.2,
07.82.32.00-04.1.1.00-1-05.6 ve 07.82.32.00-01.2.1.00-1-08.2 tertiplerinde yer
alan ödeneklerden harcanmayan kısımları ertesi yıl bütçesinin aynı tertibine
devren ödenek kaydetmeye,
e) Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesinin “03.1.1.01 Emniyet Genel
Müdürlüğü Güvenlik Hizmetleri Yatırımları” fonksiyonu altında yer alan yatırım
ödeneklerinden harcanmayan kısımları ertesi yıl bütçesinin aynı tertibine
devren ödenek kaydetmeye,
f) İlgili mevzuatı gereğince özel gelir kaydedilmek üzere tahsil
edilen tutarları, idare bütçelerinde söz konusu mevzuatta belirtilen amaçlar
için tertiplenen ödenekten kullandırmak üzere genel bütçenin (B) işaretli
cetveline gelir kaydetmeye ve bütçelenen ödenekten gelir gerçekleşmesine göre
ilgili tertiplere aktarma yapmaya, yılı içinde harcanmayan ödenekleri (2011
yılından devredenler de dahil) ertesi yıl bütçesine devren gelir ve ödenek
kaydetmeye, bu hükümler çerçevesinde yapılacak işlemlere ilişkin usul ve
esaslar belirlemeye,
Maliye Bakanı yetkilidir.
(2) Birinci fıkra kapsamında devredilen sermaye ödenekleri, 2012
Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar
esaslarına göre yılı yatırım programıyla ilişkilendirilir.
BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Ordu Milletvekili Sayın İdris Yıldız’da.
Buyurun Sayın Yıldız. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA İDRİS YILDIZ (Ordu) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 10’uncu
maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce
sizleri saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği üzere, bütçe, belirli bir dönemdeki gelir ve gider
tahminleriyle bunların uygulanmasına ilişkin kurallar bütünüdür. Bu kuralları,
siyasetin içindeki çeşitli aktörler kendi siyasi görüşleri yönünde koyarlar.
Çok doğal olarak, Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin de bütçesini, kendi
siyasi görüşleri doğrultusunda, kendi tercihleri doğrultusunda düzenlemesi ve
harcaması doğaldır; bu, siyasetin gereğidir.
Kendi tercihleri doğrultusunda bütçe yapmak doğaldır da, bu
tercihler doğru mudur? Bu bütçe uygulamasına baktığımızda, bunun çok doğru
olmadığı konusunda görüşlerimi sizlere aktarmaya çalışacağım.
Demokratik ülkelerde bütçe, hükûmetin fonksiyonlarını yerine
getirebilmesi için belirli bir dönemde hangi kamu kaynaklarını, hangi amaç veya
hangi mal ve hizmetler için kullanacağını gösteren önemli bir mali araçtır.
Bütçe, aynı zamanda, bir maliye politikası aracı olarak ekonomiye yön vermede
kullanılır.
Anayasa’mızın 161’inci maddesi, devletin harcamalarının yıllık
bütçelerle yapılacağını hükme bağlamıştır. Yine aynı maddede, merkezî yönetim
bütçesinin hazırlanması, uygulanması ve kontrolünün kanunla düzenleneceği
öngörülmüş olup, 5018 sayılı Kanun, Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu bu
amaçla çıkarılmıştır. Bu Kanun’a göre temel bütçe ilkeleri özetle: Kamu
idarelerinin tüm gelir ve giderleri bütçelerinde gösterilir. Kamu hizmetleri,
bütçelere konulacak ödeneklerle mevzuatla belirlenmiş ilkelere göre
gerçekleştirilir. Bütçede yeterli ödenek bulunmadan herhangi bir taahhüde
girişilemez. Yüklenme süresi mali yılla sınırlıdır. Ertesi yıllara geçen
taahhütlerde bulunmanın bazı şartları vardır.
5018 sayılı Kanun’a göre bir diğer ilke de cari yılda
kullanılmayan ödeneklerin iptal edilmesidir ancak yine aynı Kanun yani 5018
sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nda bağış ve yardımların, kılındığı
amaca harcanmak üzere açılacak bir tertibe ödenek kaydedileceği belirtildikten
sonra, bu ödeneklerden mali yıl sonuna kadar harcanmamış olan tutarın, bağış ve
yardımın amacı gerçekleşinceye kadar ertesi yıl bütçesine devir olunarak ödenek
kaydedilmesi öngörülmüştür.
Nitekim, bütçe kanunu tasarısının “Ödenek devir ve iptal
işlemleri” başlıklı 10’uncu maddesinin birinci fıkrasının (f) işaretli
bendinde, bu özel gelirlerin ödenek kaydıyla, yılı içinde harcanmayan tutarın
ertesi yıl bütçesine devri düzenlenmiştir.
İşaretli bentte Millî Savunma Bakanlığı, Turizm Bakanlığı, Emniyet
Genel Müdürlüğü, TÜBİTAK, Sanayi Bakanlığı bütçeleri bulunmaktadır ancak ödenek
devrinin yaygınlaştırılmasını, bütçenin “yıllık olma” ilkesiyle bağdaştırmak
mümkün olmasa gerektir.
Sayın milletvekilleri, geçmiş yıllarda kurumlar ödenekleri
yanmasın diye yıl sonlarında hezeyana kapılıp bütçeyi harcama konusunda eğilim
göstermişlerdir. Bu noktada ödenek devrinin olumlu olduğunu düşünmekteyim fakat
ödenek devri bütçeye belirsizlik getirmemelidir. Bütçede öngörülmeyen sapmalar
olabilir ancak bunlar minimum seviyede tutulmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, burada öncelikle sorulması gereken sorular,
ödenek devirleri neden sadece verimli kurumlarda var ve bu kurumlardaki
ödenekler neden artmıştır? Bu demek oluyor ki bütçeler ya hayalî yapılmış ya da
gereğinden yüksek kurgulanmış. Bu, hem bütçe yapmada hem de uygulamadaki
başarısızlığı gösterir.
Burada, ödenek devri söz konusu olan kalemlerin neden
yapılmadığının gerekçeleri açıklanmalıdır. Aksi takdirde, bu durumdan iki sonuç
çıkar: Birincisi, bu kurumlar çalışmıyorlar ya da yapılması gereken projeler
gecikiyor.
Bu nedenle, bütçenin daha dikkatli, ciddi, gerçekçi hazırlanması
gerekir. Yıl sonunda birçok kurumun açık vermesi, buna karşılık diğerlerinin
fazla vermesi bu kurumların verimli çalışmadığı anlamına gelir. Bütçenin
olduğundan yüksek gösterilmesi gerçek bütçenin görünmesini engeller. Sonuç
olarak, bu sapmalar denetleme zafiyetine yol açar ve kurumların gerçek
performanslarını ölçmemizi engeller. Bütçelerin gerçek yerlere ayrılması ve
halkın takip edebileceği şekilde kurgulanması gerekir. Bu, şeffaf devlet
anlayışının da bir gereğidir.
Değerli milletvekilleri, 2001 yılından itibaren kamu maliyesiyle
ilgili olan reformla birlikte birkaç tane istisna hariç fonların hemen hemen
hepsi bütçenin içine alınmıştır. Bu, bütçenin bütünlüğü ve Meclisin denetimi
açısından doğru bir düzenlemedir. Ancak bildiğiniz üzere, geçtiğimiz günlerde
Orman Genel Müdürlüğü bütçesi görüşüldü ve burada görüşülen bütçe katma
bütçeydi. Fakat dikkatinizi çekmek isterim ki Genel Kurulda görüşülen katma bütçenin
yanında Orman Genel Müdürlüğünün hazırladığı ve sadece Orman Bakanlığının
onayladığı bir döner sermaye bütçesi vardır. Bu döner sermaye bütçesinin
hazırlanması ve içeriğinden Sayın Orman Bakanının onaylamasına kadar kamuoyunun
da, 7 milyon orman köylüsünün de, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de bilgisi
yoktur. Bu, 2001 yılındaki kamu maliyesi düzenlemesine aykırı bir durumdur.
Bahsettiğim döner sermaye bütçenin büyüklüğü 2 milyar TL’yi bulmaktadır ve bu
bütçe Türkiye’nin yüzde 26’sını oluşturan ormanların geleceği ve Türkiye’de
yaşayan 7 milyon yoksul orman köylüsünün, 500 bin orman işçisinin yaşamıyla
doğrudan ilgilidir. Büyüklüğü 2 milyar TL’yi bulan ve nüfusumuzun yaklaşık
yüzde 10’unu ilgilendiren bu bütçe Meclisin gündeminin ve denetiminin tamamen dışındadır.
Bu vesileyle belirtmeliyim ki bu konu hem ormanlarımızın hem de
toplumumuzun en yoksul kesimini oluşturan orman köylülerimizin geleceği
açısından hayati önem taşımaktadır. Orman köylerinde yaşayan halkın orman
kaynaklarıyla doğrudan ilişkisi nedeniyle Anayasa’mızın “Orman köylüsünün
korunması” özel başlığı altında 170’inci maddesiyle yapılan düzenlemede,
“Ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların
ve bütünlüğünün korunması bakımlarından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde
devletle bu halkın iş birliğini sağlayıcı tedbirlerle ve diğer bazı hususlar
kanunla düzenlenir.” denilmesine rağmen burada döner sermaye bütçesinin
hazırlanma sürecinde 7 milyon orman köylüsünün bütçe yapım sürecinin tamamen
dışında bırakılması oldukça düşündürücüdür.
Sayın milletvekilleri, bu konu belirli bir kişi veya kuruluşların
inisiyatifine bırakılamayacak kadar önemli bir konudur. Bu nedenle, gerek
ormanlarımızın korunması gerek ormancılığımızın geliştirilmesi ve tabii ki
orman köylümüzün yaşam seviyesinin yükseltilmesi konularında orman köylümüz ile
yani onların tek ve en güçlü örgütü olan OR-KOOP ve diğer meslek kuruluşları
ile iş birliği yapmalarını beklemekteyiz. Buradan orman köylümüzün hiçbir zaman
sahipsiz bırakılmayacağını da açıkça ifade etmek istiyorum.
Halkın ihtiyacı olan projelere halkı çekebilmek için bütçe
konusunda şeffaf olmak ve halkı kapsayıcı bir tavır almak gereklidir. Fakat
gördüğümüz üzere Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti, hem bütçe konusunda
yeteri kadar şeffaf değildir hem de halkı dışlayan bir görev anlayışına
sahiptir.
Değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletler 2012 yılını
Uluslararası Kooperatifler Yılı olarak ilan etmiştir. Birleşmiş Milletlerin bu
kararı, tüm hükûmetlere kooperatiflerin gelişmesi için daha destekleyici bir
ortam yaratmaları ve özellikle kapasite artırımı için finans sağlama konusunda
çağrıda bulunmaktadır. Fakat hazırlanan bütçede gördüğümüz üzere Hükûmetin
tavrı böyle değildir. Bunun birçok örneğini vermek mümkündür. Orman
Bakanlığının kooperatifleri engelleyici tavır aldığı gözlemlenmektedir.
Değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletlerin hükûmetlere
kooperatiflerin gelişmesi için daha destekleyici bir ortam yaratmaları ve
kapasite artırımı için finans sağlama konusundaki tavsiyelerine rağmen, Hükûmet
üretici birliklerinin örgütlenmesini engellemek için elinden geleni
yapmaktadır. Halkın örgütlenmesinden korkmaktadır. Bu, halktan korkuyorsunuz
demektir. Sizin halkı dışarıda tutma, dışlama anlayışınızı her yerde görmek
mümkündür. Bunu sadece orman kooperatiflerinde yapmıyorsunuz. Siz geçmişte bunu
FİSKOBİRLİK’e de yaptınız. Fındık üreticilerinin temsilcisi durumundaki 225 bin
ortağı bulunan, 50 kooperatiften oluşan ve 8 milyon fındık üreticisinin
temsilcisi olan FİSKOBİRLİK’i kısır çekişmelerle devre dışı bırakıp, TMO’yu
fındığa ortak ettiniz ancak daha sonra TMO’yu da devreden çıkartıp fındık
üreticisini serbest piyasa koşullarına teslim ettiniz. Hem Toprak Mahsulleri
Ofisinin fındıkla ilgili görev zararı ortada hem de FİSKOBİRLİK’in içine düşmüş
olduğu durum içler açısıdır. Son üç yılda, Allah’ın lütfuyla, rekoltedeki
uygunluk dolayısıyla fındıkta bir sorun yaşanmıyor, bir sıkıntı yok koşullarını
yaratsa da, rekolte koşullarının değişmesi fındık üreticisiyle Hükûmetinizi
karşı karşıya getirecektir.
Şunu açıkça belirtmeliyim ki, Adalet ve Kalkınma Partisinin
Hükûmeti fındık ile ilgili…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İDRİS YILDIZ (Devamla) - Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldız.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Sayın
Murat Bozlak.
Buyurun Sayın Bozlak.
BDP GRUBU ADINA MURAT BOZLAK (Adana) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 10’uncu
maddesi üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım, bu vesileyle
sayın Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Tasarının 10’uncu maddesi bakanlıklara ve kurumlara ayrılan
bütçelerden oluşturulan ödeneklerin harcanmayan kısımlarının ertesi yıl
bütçelerinin aynı tertiplerine devren ödenek olarak kaydedilmesini
öngörmektedir. ÖTV’si, KDV’si, bin bir çeşit dolaylı ve dolaysız vergiyle
işçiden, emekçiden, köylüden, çiftçiden, esnaftan alan ancak onlara insanca
yaşama koşullarını yaratmayan, rekor düzeydeki cari açığıyla koskoca bir kara
deliğe sahip 2012 yılı bütçesinin iktidar partisinin sayısal çoğunluğuyla
kabulünden sonra tasarının 10’uncu maddesi üzerinde detaylı durmayı çok anlamlı
bulmadığımı öncelikle ifade etmek istiyorum.
Bütçe görüşmeleri sırasında milletvekili arkadaşlarımızla birlikte
değişik konularda parti grubumuzun düşüncelerini ifade etmiştik. Bugün parti
grubumuzun önemsediği konulardaki kimi düşüncelerimizi zamanın el verdiği
ölçüde yeniden, altını çizerek Genel Kurulun huzurunda ifade etmek istiyorum.
Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin
demokratikleşme evrimindeki temel sorunu tekçi zihniyete dayalı devlet
yapılanmasıdır, tekçi zihniyete dayalı resmî devlet ideolojisini koruma
anlayışıdır, diğer bir ifadeyle statükoculuktur. Özgürlük ve demokrasi talebi
olanlara karşı kale duvarı gibi duran statükocu anlayış sahipleri Türkiye’ye
demokrasi getiremezler. “Eşitlik, özgürlük, demokrasi” kavramları mevcut
statükocu anlayışla çakışan, bağdaşan kavramlar değildir. Statükoyu savunduğun
noktada bırakın ülkeye ileri demokrasi getirmeyi, hâlihazırda mevcut olan,
Türkiye'deki çeyrek demokrasiyi de yok
edersiniz. Değerli milletvekilleri, eşitlik istiyorsak, özgürlük istiyorsak,
demokrasi istiyorsak öncelikle tekçi anlayıştan ve statükoyu koruma anlayışından
vazgeçmeliyiz; ülkemiz için vazgeçmeliyiz, 74 milyon insanımızın barış
içerisinde, eşit ve özgür koşullarda, birlikte, kardeşçe yaşamalarına olanak
tanımak için vazgeçmeliyiz.
Değerli arkadaşlar, 1982 darbe Anayasası defalarca değiştirilmedi
mi? Değiştirildi. Neredeyse el atılmayan maddesi kalmadı. Peki, onca değişiklik
Türkiye toplumunun sorunlarına çözüm getirdi mi? Hayır. Niye değişiklikler
çözüm olmadı? Çünkü 1982 darbe Anayasası’nın özünü oluşturan tekçi zihniyet ve
statükoyu koruyan anlayışı değiştirilmemiştir de ondan dolayıdır.
Meclisimizin hazırlanmasına start verdiği yeni anayasa tekçi
zihniyetten ve statükoyu korumaktan kendisini arındırmış bir anayasa olmak
zorundadır. Ya değilse, adı “yeni” de olsa Türkiye toplumunun sorunlarına çare olamaz.
Umuyor ve diliyorum ki yeni anayasa, tekçi zihniyetin ve statükoyu
koruyan anlayışın tamamen dışında, 74 milyon insanımızın “İşte benim anayasam.”
diyebileceği, Türkiye toplumunu oluşturan tüm halkları kimlikleriyle,
kültürleriyle, dilleriyle kabul eden, eşitlikçi, çoğulcu, insan haklarına
dayalı, hukukun üstünlüğünü esas alan, uluslararası hukuk normlarını gözeten,
özgürlükçü, tam demokratik bir anayasa olur. Türkiye'nin böyle bir anayasaya da
acil ihtiyacı vardır.
Değerli milletvekilleri ”Asit kuyularına atmıyoruz, hapse
atıyoruz; öldürmüyoruz, cezaevine atıyoruz, daha ne istiyorsunuz?” anlayışından
da Türkiye’nin acilen kurtulması gerekiyor. Bu anlayış, muhalif olana yaşam
hakkı tanımayan, totaliter, baskıcı anlayıştır. Bu anlayış, farklı düşünceye
saygı göstermeyen, muhalif olanı düşman gören anlayıştır. Bu anlayışın
sahipleri özgürlük bilmez, hak, hukuk ve demokrasi tanımaz.
Değerli milletvekilleri, muhalif olan tüm kesimlerin sesini kısmak
istemiyorsak, farklı düşünce sahiplerinin kendilerini özgürce ifade etmelerini
istiyorsak, muhalif düşünceyi suç kabul edip cezalandıran, başta Terörle
Mücadele Yasası olmak üzere, Türk Ceza Kanunu’nun içine serptirilmiş yasa
maddelerini derhâl ortadan kaldırmanız gerekir.
Hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayan, gizli takip, gizli dinleme,
gizli tanık, gizli soruşturma uygulamasından derhâl vazgeçmeliyiz.
Ceza muhakemesinde tutuklama ceza değil, tedbirdir. Tutuklamayı
cezaya dönüştürmek anayasal suçtur. Uzun tutukluluk sürelerine derhâl son
vermeliyiz.
Yine, bu yasaların uygulama merkezinde yer alan özel görevli ağır
ceza mahkemelerini derhâl kapatmalıyız. Özel yetkili mahkemeler cumhuriyetin
kuruluşundan beri hep problem olmuşlardır. Dün nasıl ki istiklal mahkemeleri,
sıkıyönetim mahkemeleri, devlet güvenlik mahkemeleri problem olmuşlar ise bugün
de özel görevli ağır ceza mahkemeleri hukuk adına, adalet adına ciddi
problemler oluşturmaktadırlar. Bu mahkemeler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne
aykırı mahkemelerdir, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını ortadan kaldıran
mahkemelerdir, tekçi zihniyete dayalı resmî devlet ideolojisine muhalif olan
herkesi susturmak isteyen, yargılayan, cezalandıran tarafgir mahkemelerdir,
Adana’daki polis müdürünün söylemi üzerine molotofkokteylini silah olarak kabul
edip ceza yağdıran mahkemelerdir.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun iktidar partisinin anlayışı
paralelindeki hâkim ve savcılardan oluştuğu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
üyelerinin seçiminde Adalet Bakanı ile iktidar partisinin belirleyici rol
oynadığı, Kurulun tarafsız olmadığı kanısı giderek yoğunluk kazanmaktadır. Otuz
altı yıllık cumhuriyet savcısını sudan bahanelerle Ankara’dan süren Kurulun bu
ve benzeri kararları bu kanının güçlenmesine yol açmaktadır.
Kanun hükmünde kararnamelerle yasama yetkisini Meclisin elinden
alan yürütme, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinden yargıyı da etkisi
altına alırsa yürütme, yasama ve yargı erki tek elde toplanmış olur ki bu da
demokratik rejimin sonu demektir.
Bugün itibarıyla basın özgürlüğü sıfırlanmıştır. Medya, yandaş
medya olanlarla olmayanlar diye ikiye ayrılmıştır. Yandaş medyaya dâhil olmayan
görsel ve yazılı basın ağır ekonomik yük altında, tamamen çalışanlarının büyük
emek ve çabasıyla ayakta durmaya çalışmakta, mensupları yüz yılı geçen
cezalarla cezalandırılmış veya mahkeme kapılarında sürünmektedirler.
Hükûmetin elindeki ekonomik yaptırımlarla diz çökerttiği medyanın
da içinde yer aldığı yandaş medya, gerçeğin ve halkın sesi olmanın ötesine
geçip Hükûmetin, iktidar partisinin ve cemaatin borazanı hâline gelmiş
durumdadır, talimatla idare edilir duruma dönüşmüştür. Bu durum demokrasimizi
güçlendirmez. Bundan da Hükûmetin derhâl vazgeçmesi gerekir. Hükûmet basını
özgür bırakmalıdır.
Değerli milletvekilleri, son bir noktaya daha değinmek istiyorum,
o da gece-gündüz yandaş medyada yer alan cemaatin durumudur. Cemaatin devlet
bürokrasisinde ciddi bir ağırlığa sahip olduğu, el altından oluşturdukları
örgütsel yapıyla da ekonomik alanda da belirgin bir ağırlıklarının olduğu,
hatta AKP’nin gizli hükûmet ortağı olduğu kanaati toplumda yaygın bir düzeye
ulaşmıştır.
“Bir amaç etrafında bir araya gelmiş kişiler.” demek olan cemaatin
yasal bir yanının olmadığını Hükûmet bilmiyor mu? Acaba Sayın Başbakanın “Gizli
paralel devlet.” dediği örgütlü yapı bu cemaat olmasın? İmam olarak atanması
düşünülen “mele”ler yoksa bu cemaatin adamları mıdır?
Hükûmeti bu konuda da haddimizi aşmadan uyarmak istiyorum: Bu tür
yapılanmalara “Anlayışımıza yakındır.” diye izin verilmemelidir. Böylesi
yapılanmalar zarar verir. Bundan da vazgeçilmelidir diyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kütahya Milletvekili Sayın
Alim Işık. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; bütçenin 10’uncu maddesi üzerinde grubum adına söz aldım,
tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle sözlerimin başında Sayın Maliye Bakanına, burada
tartışılan ve biraz önce dile getirmeye çalıştığım ama zaman yetersizliği
nedeniyle tam safahatını iyice açıklayamadığım konu üzerinde gösterdiği
hassasiyetten dolayı şahsım, grubum ve hepiniz adına teşekkür ediyorum.
Kendisinin kendim kadar bu konuya hassasiyet göstereceğinden en ufak şüphem de
yok, güvenim de sonsuz.
Sayın Bakanım, şimdi olay şöyledir: 2004 yılında bu Özelleştirme
Yüksek Kurulunun kararı gereği özelleştirme süreci sırasında Özelleştirme
İdaresinin değerli uzmanları kendilerine gelen bilgiler doğrultusunda
oturdukları yerden özelleştirme dokümanı hazırlamışlardır. Dolayısıyla bu
dokümana Kütahya Şeker Fabrikasının malı olmayan TÜRKŞEKER’e kayıtlı söz konusu
arazi sokulmuştur. Bu, 2009 yılı Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun Türkiye
Şeker Fabrikaları AŞ 2009 yılı raporunda detayıyla açıklanmış, sayfa 120 ve
121, özellikle istirham ediyorum, bir okuyunuz.
Şimdi, sayın, değerli uzmanlar, bürokratlar kendi hatalarını
burada kapatmak için gelen her yazıya… Ben bununla ilgili size 2008 yılından bu
yana eski bakan dâhil, 45’e yakın önerge göndermişim, bazıları cevaplanmış,
bazıları cevaplanmamış, cevaplanan önergelerin birçoğunda aynı cümleler var,
sizin dün bana okuduğunuz cümleler.
Değerli Bakanım, şimdi burada yapılan işlem, bürokratların hatası
nedeniyle, bu fabrikayı almış olan insanların sonradan, ama neden sonradan?
2004 Ekim ayında devir teslim yapılmış. Şimdi, sizin o değerli bürokratlarınız
bu devir teslim yapılırken, neden bu tapuyu görmemişler? Neden yanlışlığı
ortaya koymamışlar? Aradan geçen sekiz ay sonra 2005 yılı Mayıs ayında bu
konuyla ilgili, araziyle ilgili belediyenin açtığı küçük bir dava sonuçlanınca
tescil yine Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ üzerine yapılmış, başvuru üzerine
bahse konu işlem gerçekleşmiştir. 2007 yılında Kütahya Valiliği İdare Kurulu,
konuyu önemsemiş, karar almış, söz konusu işlemi yapan kişi hakkında ceza
verilmesine karar vermiş. Ancak Eskişehir İdare Mahkemesine yapılan başvuru
üzerine konu kapatılmış.
Aradan geçen süreden sonra, 2007’den sonra benim de milletvekili
seçilmemin ardından konu bana iletilince Meclis gündemine taşındı, safahatı
biraz önce açıkladım, sonuçta gelinen noktada biraz önce bahsettiğim şu yazıyı
lütfen bürokratlarınızdan isteyiniz: Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliğinin 10/9/2009 tarihli yazısının
ekinde Kütahya Tapu Sicil Müdürlüğünün yazısı var. Bu yazıdaki ifadeler aynen
Yüksek Denetleme Kurulu raporunda da var, özetini söylüyorum, biraz önce de
ifade ettim: “Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 17’nci Bölge Müdürlüğünün 2008
tarih ve 871 sayılı yazısıyla yapılan
tescilin yolsuz tescil olduğu” yönünde görüş belirttiği görülmektedir. Sizin
bürokratlarınız bu yazının üst taraftaki safahat kısmını yorumlayarak, “İşte,
daha önce Kütahya Şeker Fabrikası bunun harçlarını ödemiş, parasını ödemiş,
dolayısıyla Kütahya Şeker Fabrikasının malı gibi görünüyor.” diyerek sizi öyle
yanıltıyorlar. Lütfen bu bürokratları benim de olduğum bir ortamda hep beraber
tartışmaya çağırın.
Dolayısıyla konu budur. Bunun mutlaka üzerine gideceğinizden adım
gibi eminim. Biz zaten konuyu yargıya taşıdık. Cumhuriyet savcılığına yaptığım suç
duyurusu sonucunda konu tekrar gündeme geldi ve en son Bölge İdare Mahkemesinin
konuyu yeniden müzakereye değer görüp müracaatımızı kabulünün ardından
cumhuriyet savcılığına kamu davası açılmak üzere dosya iade edildi, cumhuriyet
savcılığı kamu davasını açtı ve bu açılan dava sonucunda üç ay hapis cezası
alındı. Öyle, bürokratların size söylediği gibi TÜRKŞEKER’in temsilci olmadığı
için tapuyu verdiğinden dolayı ceza almadı, lütfen. Yani bunu özellikle
istirham ediyorum, inceleyiniz.
Bu konuyla ilgili Yüksek Denetleme Kurulunun -biraz önce
bahsettiğim- 120 ve 121’inci sayfalarında yer alan ifadelerden sadece birini
size okumak istiyorum: “Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi adına kayıtlı
olan taşınmazın tashih talebinin adı geçen tüzel kişilik veya Özelleştirme
İdaresi Başkanlığının talebine istinaden yapılması gerektiği -böyle bir
talebiniz yok, devam ediyorum- Kütahya Şeker Fabrikası AŞ’nin talebe ilişkin
tasarruf yetki belgesinin olmadığı -evet- bu nedenle 20/05/2005 tarih ve 3130
yevmiye numarası ile Kütahya Şeker Fabrikası Anonim Şirketi adına tashihen
tescil işleminin yolsuz tescil olduğu düşünülüyor ise de -gelen yazılardan
bahsetmiş- konunun makamınızca incelenerek verilecek talimata göre işleme yön
verileceği…” içerikli yazı yazan aynı Bölge Müdürlüğü, Özelleştirme İdaresi
Başkanlığınca yazılan 27/01/2010 tarihli yazısında yukarıdaki görüşün aksine,
taşınmazın gerçek malikinin Kütahya Şeker Fabrikası AŞ olduğunu belirtmektedir.
Yazıya maalesef ben de sahip oldum. Sizin, Türkiye Şeker Fabrikaları
AŞ Genel Müdürlüğünün söz konusu bu rapora istinaden cevaplanmak üzere yazdığı
10 Şubat 2011 tarihli yazıdaki bir ifadeyi okumak istiyorum Değerli Bakanım:
“Tapu kaydının TÜRKŞEKER AŞ adına yapmış olduğu… Tapunun TÜRKŞEKER AŞ adına
olduğu kesin bir karine olarak görülse dahi… Açılacak davalar sonucunda tapu
iptal ve tescil davasının TÜRKŞEKER AŞ aleyhine sonuçlanma olasılığının yüksek
olduğu düşünülmektedir.”
Değerli Bakanım, bir bürokrat bu yazıyı nasıl yazar? Bu memleket
hukuk devleti değil mi? Önceden size diyor ki: “Bu işle uğraşmayınız. Dava
açsanız dahi TÜRKŞEKER bunu kaybedeceğe benziyor.” Değerli Bakanım, ne olur,
gözünü seveyim, bu ülke hukuk devleti, biz buna inanıyoruz, sizin
dürüstlüğünüze de sonuna kadar inanıyoruz. O bürokratlarla aynı ortamda, tekrar
söylüyorum, her konuda tartışmaya hazırım. Ben dört yılımı verdim bu konuya.
Verdiğim -maddi- parayı saymıyorum ama dört yıldır bizzat memleketimin problemi
olan bu konuyu savundum ve bugün gelinen noktada sizin bu konuya
hassasiyetinizi tekrar göstereceğinizi düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri, işte, özelleştirme örneklerinden birisi
bu. Şimdi, bu şeker fabrikaları neden önemli? Bu şeker fabrikalarının
arazilerinin tamamı bulunduğu illerin en merkezî alanlarında, artık arsa
oldular, burada rant var, burada çok büyük gelirler var. Bahsettiğim 112.907
metrekarelik arazi şu anda Kütahya’nın merkezinde çok değerli bir arsadır,
sadece onun bedelinin ben en az 30 trilyon ettiğini iddia ediyorum. Bu fabrika
25 trilyona alındı. Daha 1.500 dönümden fazla arazi var burada. Dolayısıyla
yapılan hukuksuzluğu, usulsüzlüğü yargı makamlarının da tarafsızlığına
güvenerek takip etmeye çalışıyoruz ama bürokratlar bu ülkeyi yönetmiyor. Siyasi
sorumluluk Sayın Bakanın, sizlerin, bizlerin. Millet bizim yakamıza yapışıyor,
bunlara yapışmıyor. Bürokrat maaşını alıyor tıkır tıkır, yazısını da Bakana
imzalatıyor, gönderiyor. 45 tane önergenin birçoğu cevapsız kaldı değerli milletvekilleri.
Gelen önergelerin cevaplarının hepsi de aynı mantıkta. Bir yazı yazmışlar,
standart yürüyor. Ben Sayın Bakanın tabii ki o iş yoğunluğunda her önergeyi tek
tek nasıl cevapladığına bakacağına ihtimal vermiyorum, bakması da gerekmez ama
yanında, beraber çalıştığı bürokratların bu bakanları kandırmaması lazım, doğru
bilgi vermesi lazım. Dolayısıyla, sizin bu konudaki hassasiyetinize
güveniyorum.
Değerli milletvekilleri, bu konuyu son kez bir kez daha açmak
zorunda kaldım ama şu anda bu konuyla ilgili yapılacak işlem bellidir. Bir, bu
işlemleri yaptıkları hâlde Sayın Bakanı yanıltan bürokratlar hakkında mutlaka
resmî işlem yapılmalıdır. İki, TÜRKŞEKER AŞ kendisinin malını “Bu mal benim.”
deyip tapu iptal davası açarak geri isteyecektir, başka bir şey kalmamıştır.
OKTAY VURAL (İzmir) – Hangi bakan zamanında olmuş o?
ALİM IŞIK (Devamla) – Sayın Maliye Bakanı Unakıtan zamanında.
Dolayısıyla, Sayın Unakıtan da bu konuyu çok iyi biliyor,
kendisine de bizzat anlattım ama acı olan nedir biliyor musunuz? KİT
Komisyonunda, Sayın Kacır’ın Başkanlığını yaptığı bir komisyonda bu konuyu
enine boyuna yarım saatten fazla değerli Komisyon üyeleriyle tartışmamıza rağmen,
bu 2009 raporu kaldır indir yöntemiyle oylandı ve kapatılmaya çalışıldı.
O tutanakları lütfen incelettirin Sayın Bakanım.
Tekrar hepinizi saygıyla selamlıyor, bu bütçenin hayırlara vesile
olmasını diliyorum. Bu tür olayların bu ülkede bir kez daha yaşanmamasını
temenni ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahıslar adına ilk söz Gaziantep Milletvekili Sayın Derya Bakbak.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DERYA BAKBAK (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2012 mali yılı bütçe tasarısının 10’uncu maddesi üzerine söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Görüşmelerin başladığı ilk günden bugüne kadar pek çok olumlu ve
karşıt görüşler oldu, şüphesiz ki bunların hepsi önemli ve kıymetli. Bütün bu
söylemlere geniş perspektifle bakıp değerlendirdiğimizde ortaya çıkan
sonuçlarsa eğitimden sağlığa, adaletten emniyete, enerjiden tarıma, ulaşımdan
konuta, kültür ve sanattan yerel hizmetlere kadar tüm alanda büyüme ve
gelişmelerin olduğudur. AK PARTİ Hükûmeti dokuz yıllık çalışma hayatı boyunca
yapmış olduğu icraatlarla gerekli olan tüm yatırımlarını en üst düzeyde
sürdürmeyi, özel sektörün ihtiyaç duyduğu üretim ve yatırımlarını desteklemeyi
asıl hedefi olarak gördü. Dünyada kriz olurken Türkiye’de sürekli bir büyüme,
güçlü, dirençli bir ekonomi, itibarlı bir dış politika ve güçlü sosyal doku
görmemiz mümkün.
Bakınız, Türkiye ekonomisi, dünyanın 16’ncı büyük ekonomisidir.
Kişi başı millî geliri 3 kat artmış durumdadır. Tek haneli enflasyon,
ihracattaki artışlar, gelecek için umut vaat eden gelişmeler devam etmektedir.
Bu durumu daha iyi anlamak adına biraz hafızalarınızı tazelemek istiyorum.
Bundan dokuz on yıl önce, gazete haberlerinde, hastane ve ilaç kuyrukları,
koridorlarda doğum yapan kadınlar, köylerden ilçelere, şehirlere ulaşamayan
hastalar, hep bu haberleri okuyorduk. Bugün ise haberlerde, yolda kalan
hastanın helikopterle hastaneye nasıl ulaştığını, en modern hastanelerde nasıl
sağlık hizmeti aldığı haberini okuyoruz. Yine, bundan dokuz on yıl önce,
şehirlere girerken taş yığını binalar, kötü yollar, gri şehirler görüyorduk.
Bugün ise yemyeşil şehirler, muazzam yollar, köprüler, aydınlık caddeler, temiz
sokaklar görüyoruz.
Hatırlamanızı isterim ki geçmişte “Yarın ne olur bilinmez.” inancı
hâkimdi. Bizler, bu inancı, bu görüşü “Yarınlarımız bugünlerimizden daha güzel
olacak.” düşüncesine çevirdik. Mevlânâ’nın da dediği gibi “Bizim sözlerimizin
hepsi nakit, başkalarınınki nakildir. Nakil nakdin feridir.” AK PARTİ,
söylediği tüm vaatleri yerine getirmiştir ve getirmeye de devam etmektedir.
Bizim vaatlerimiz asla alıntı olmamıştır, daima icraat olmuştur. Bizim siyaset
anlayışımız ayrıştırıcı, parçalayıcı değil, kucaklayıcı, birlik beraberlik
içinde, insana sadece insan olduğu için sahip çıkan bir anlayıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bundan dokuz on yıl önce,
dış politikada, bizi azarlayan, muhatap almayan, bizi ekonomik olarak tehdit
eden haberler okuyorduk. Bugün dış siyasette onurumuzla konuşup gerekli
cevapları layıkıyla verebildiğimiz haberler okuyoruz. Ekonomik anlamda
dayatmalara “Hayır.” diyebiliyoruz. İç politikada olduğu kadar dış politikada
da zihniyet devrimi gerçekleştirerek dünya ülkelerine örnek olduk.
Size yine Mevlânâ’dan bir söz söylemek istiyorum: “Yetmiş iki
millet sırrını bizden öğrenir.” dediğinde şikâyet edenlere ise yanıtı kısa ve
net olmuştur: “Ben senin söylediklerinle de beraberim, seninle de dostum.”
Hükûmet çalışmalarımızı beğenmeyeler de olsa, eleştirenler de olsa
biz sizlerle ve diğer ülkelerle her zaman dostluk bağlarımızı koparmadan,
çalışmalarımıza hız kesmeden yolumuza devam edeceğiz.
OKTAY VURAL (İzmir) – İsrail’le de mi edeceksiniz?
DERYA BAKBAK (Devamla) – Türkiye’deki bütün gelişmelere en güzel
örnek, benim şehrim Gaziantep’tir. Gaziantep 5 milyar dolarlık ihracatı, 5’inci
organize sanayisiyle, ekonomisiyle, sanayi ve ticari gelişmelerine paralel
olarak aynı zamanda bir kültür ve turizm şehri olmuştur. Zeugma Müzesi, sahip
olduğu mozaik alanı ile de “dünyanın en büyük mozaik müzesi” unvanını
taşımaktadır. Zeugma’dan Karkamış’a…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DERYA BAKBAK (Devamla) – Bütçe görüşmelerimizin hayırlı olmasını
diliyorum.
Yarınımız aydınlık, yolumuz ak ve açık olsun. [AK PARTİ
sıralarından alkışlar; MHP sıralarından alkışlar (!)]
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakbak.
Antalya Milletvekili Sayın Menderes Mehmet Tevfik Türel… (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Buyurun.
MENDERES TÜREL (Antalya) – Sayın Başkan, çok kıymetli
milletvekilleri; Meclis olarak, geç saatlere kadar uzayan bir çalışmayla,
eğitime 56 milyar, sağlığa 47 milyar, sosyal güvenliğe 69 milyar, esnafımıza ve
KOBİ’lere 8 milyar, yatırımlara 32 milyar, ARGE faaliyetlerine 2,3 milyar,
tarıma 11 milyar, muhtaç ve özürlü vatandaşlarımıza 7 milyar Türk lirası ayıran
ve buna rağmen bütçe açığının yurt içi hasılaya oranını yüzde 1’lere çeken,
faize geçmişte olduğu gibi vergi gelirlerinin yüzde 86’sını değil yüzde 16’sını
harcayan, onurlu bir bütçeyi halkımıza sunmuş bulunuyoruz. Bu bütçenin
hazırlanmasında ve böyle bir bütçenin imkân dâhiline gelmesinde katkıda bulunan
Hükûmetimize, ekonomi yönetimine, Maliye Bakanlığımıza ve yüce Meclisimize
teşekkür ediyorum.
Meclisimiz ve komisyonlarımız, gerçekten zahmetli ve yorucu bir
çalışmayla bütçe görüşmelerini yerine getirmektedir. Gönül isterdi ki
vatandaşlarımız vekillerinin gece geç saatlere kadar süren çalışmalarını
görsün; vekillerinin sadece kavga ettiği değil, bardaklar kırdığı değil,
aksine, gece yarılarına kadar çalıştığı bir vekil imajına sahip olsun. Yüce
Meclisin gerçek mesaisini vatandaşımıza doğru aksettirmek hususunda hepimize bu
anlamda görev düştüğünü bu kürsüden ifade etmek isterim.
Sayın Başkan, çok kıymetli milletvekilleri; Meclisimiz dünyada pek
çok ülkenin gıptayla baktığı, dengeli bir bütçeyi kabul ederken, Türkiye
ekonomisi yüzde 8,2 büyümeyle dünyada en hızlı büyüyen 2’nci ekonomi olmuştur.
Dün de işsizlik oranları yüzde 8,8 olarak açıklanmış ve böylece işsizlik 2002
yılından beri en düşük seviyeye inmiştir. Bu yılın ilk on bir aylık bütçe
sonuçları açıklanmış ve yirmi sekiz yılın en iyi bütçe performansı olduğu bu
rakamlarda görülmüştür. Üstelik, bütün bunlar, içeride seçim varken, dışarıda
Avrupa sarsılırken elde edilen bir performanstır. Bu memleketin insanları
olarak, pek alışık olmadığımız bu tür başarılardan hepimizin gurur duyması
gerekir.
Bu büyümeye, bu bütçe performansına rağmen, bazı arkadaşlarımız,
ekonominin kötü gittiği, dış borçların arttığı, özelleştirmeyle her şeyin
satılmasına rağmen bir şeylerin yapılmadığı, milletin borç içinde olduğu gibi
iddialarla şaşırtıcı ve ilginç yorumlar yapmaktadırlar. Bu tür yorumlar bazen
bir yorum olmanın ötesine gidip bir dezenformasyona da dönüşebiliyor maalesef.
Elbette ki iktidar eleştirilecek, muhalefet bardağın boş tarafını gösterecek
ancak hep birlikte bardağın hem boş tarafını hem de dolu tarafını göstererek
ülke menfaatleri adına çok daha hızlı ve verimli sonuçları bu kutlu çatı
altında sağlayabiliriz.
Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; kamu net borç stoku iç ve
dış toplamı olarak 2004 yılında 274 milyar liradan bu yıl 299, hadi diyelim 300
milyar liraya yükselmiştir. Bu kadarcık artışın sebebi de esasen geçmişten
gelen faiz yüküdür. AK PARTİ hükûmetleri
net olarak borçlanan değil, önceki dönemlerin borcunu ödeyen hükûmetler
olmuşlardır. Lütfen bu gerçeği görelim.
Ayrıca, özel sektörümüzün yurt dışındaki düşük faizlerden
faydalanmak üzere dışarıdan aldığı kredilerin devlet borcu gibi gösterilmesinden
de artık vazgeçmemiz gerekir. Kaldı ki özel sektörümüzü de dâhil etsek bile
Türkiye’nin net dış borcunun millî
hasılaya oranı yüzde 23 gibi son derece düşük bir seviyeye gelmiştir. Geçmişte
“İktidarlar özelleştirme yapmıyor.” diye eleştirilirken bugün “Her şey
satılıyor.” diye eleştiriliyoruz. Özelleştirmeyle her şey satıldı denilen
mesele ise sekiz yılda 47 milyarlık özelleştirme olup eğitime bir yılda
ayırdığımız bütçenin altındadır.
Öte yandan, milletin kredi borcunun konut ve otomobil alımıyla
televizyon, ev eşyası gibi malzemelerle arttığı doğrudur ancak bunların da yurt
içi hasılaya oranı yüzde 18 civarındadır.
Şurası bir hakikattir ki gerek Hükûmetimiz gerek muhalefetimizden
gelecek her türlü bilgiyi memnuniyetle karşılayacağız.
Bütçenin memleketimiz için hayırlı olması hususunu sözlerimin
sonunda bir daha dile getiriyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Türel.
Soru-cevap işlemine geçiyoruz.
Sayın Korkmaz? Yok.
Sayın Topcu…
ZÜHAL TOPCU (Ankara) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Özellikle Sayın Bakana yükseköğretimle ilgili bir soru sormak
istiyorum: Yükseköğretim bütçesinin millî gelire oranı 2002 yılında yüzde 0,89
iken bu oran 2012 tahminî bütçesinde de yüzde 0,89 olarak tahmin ediliyor.
Acaba bunu özellikle yeni üniversitelerin açıldığı, ikiye katlandığı günümüzde
anlamlı buluyor musunuz?
Diğer bir sorum da eşit işe eşit ücret anlayışı çerçevesinde
yapılan düzenlemelerde öğretmen ve üniversite öğretim elemanlarının maaşlarında
çok küçük ve komik artışlar olmuştur. Ders ücretlerinde de aynı durumu
gözlemekteyiz. Ayrı bir düzenleme ile mağdur olan eğitim camiasının bu sorununa
çözüm üretmeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Fırat…
SALİH FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım bir önceki sorumun cevabını vermemişti, Van’la
ilgili toplanan paralarla ilgili.
Şimdi de üç tane sorum var. Bir, on beş gün sonra yeşil kartlar
iptal ediliyor. Yaklaşık 10 milyon insanımız yeşil kartlı. Kaç milyon insanımız
Ocak 2012’den itibaren sosyal güvencesiz kalacak?
Diğer sorum: 6111 sayılı Yasa’yla tarım sigortalıların yani
BAĞ-KUR sigortalılarının geriye dönük borçlanmasını yaptınız. İnsanların çoğu
tarlasını, evini sattı veya bankalardan borçlandı, bu parayı ödedi sigortalı
olayım diye ancak bunların içinden bazıları engelli aylığı ya da yaşlılık
aylığı alıyordu. Şimdi, geriye dönük bunlardan o parayı tahsil etmeye
çalışıyorsunuz. Bu konuda bir şey yapmayı planlıyor musunuz?
Diğer sorum: 4/C mağdurlarını ne zaman hatırlayacaksınız?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Sakık? Yok.
Sayın Halaman…
ALİ HALAMAN (Adana) – Sayın Başkan, Maliye Bakanına soruyorum:
Matrah artırımı üzerinden vergi toplamak doğru mu, doğruysa Deli Dumrul
adaletine rahmet okutmuyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Erdemir…
AYKAN ERDEMİR (Bursa) – Sayın Bakan, Türkiye'nin önde gelen
iktisatçılarından Güven Sak’ın küresel ölçekte iş yapan 750 üst düzey
yöneticiyle yapılan bir ankete dayanan 2011 Tedarik Zinciri Yöneticileri Raporu’yla
ilgili uyarılarını dikkatinize sunmak istiyorum.
“’Hangi ülkeyi üretim üssü olarak görüyorsunuz?’, ‘Hangi ülkeyi
tasarım için daha uygun buluyorsunuz?’ gibi sorulara verilen yanıtlarda,
Brezilya, Hindistan, Meksika, Rusya, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerin ismi
yer alırken Türkiye Cumhuriyeti’nin adı bir kez bile zikredilmemiştir. Üzülerek
belirtiyorum ki bugün Türkiye krizin değil, dünya üretim zincirlerinin teğet
geçtiği bir ülke hâline gelmiştir.” Güven Sak, bunun nedeni olarak,
Türkiye’nin, siyasi otoritenin kararlarının hangi iktisadi saiklere dayalı
olarak değişeceğinin öngörülemediği bir ülke konumunda olmasını göstermektedir.
“Mali kural komedisinden bağımsız idari otoriteleri aşındırmaya, vergi
idaresinin bağımsızlığından eşit muamele ilkesine, sicilimiz hiç de parlak
değildir.” diyen Güven Sak’ın uyarıları hakkındaki görüşünüzü öğrenmek
istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Sarıbaş…
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Sayın Bakan, 1.300 ve 1.600 cc motor
hacimli otomobilleri genelde dar gelirli halk kullanmaktadır. Bu, Türkiye’deki
satılan otomobillerin yüzde 80’ini oluşturmaktadır. Görüşmekte olduğumuz 2012
bütçesi içerisindeki motorlu taşıt ve ÖTV miktarlarının dışında, gazetelerde
yüzde 25 civarında yeniden bir zam yapmayı düşündüğünüzün ortaya çıktığı
söyleniyor. Bu doğru mudur? Yine, 1.300 cc’nin altında yeni bir kalem açmayı
düşünüyor musunuz? Yine basında böyle bir soru yer aldı.
Halkı otomobillerden, otomobil kullanmaktan vaz mı geçireceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Doğru… Yok.
Sayın Bakan, buyurun.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Yeşil kartlılar genel sağlık sigortası kapsamına alınacaktır,
dolayısıyla kartların iptali diye bir şey söz konusu değildir. Yeşil
kartlılarımız daha önce hangi imkânlardan yararlanıyorsa tamamen, olduğu gibi
devam edecektir. O konuda herhangi bir hak kaybı söz konusu olmayacaktır.
İkinci olarak, 1.300 cc ile 1.600 cc otomobillere yeni vergi
konusuyla ilgili en ufak bir çalışmanın farkında değilim, nereden çıkıyor bu
söylentiler, doğrusu…
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Gazeteler yazıyor efendim.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Yani, bilgim yok,
söylentilerin kaynağını bilmiyorum.
Biz 1.600 cc’nin üzerindeki, yüzde 100’ü ithal… Doğrudur, biz bir
vergi artışına gittik, o da cari açığa bir tedbir olarak gittik çünkü 2008’de
otomotiv sektöründe bizim net 5 milyar dolarlık ihracatımız varken şimdi o
tamamen eridi ve otomotiv sektöründe denge aleyhe döndü. Burada bir tedbir
aldık ama o tedbirin amacı gelir değildi, o tedbirin amacı cari açığı
sınırlamaktı.
EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Bu sıfırlanan cari açık mı Sayın
Bakan?
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Fakat 1.300 cc ile 1.600 cc
arasında yerli üretim oranı da var, ithal da var, dolayısıyla o konuda şu an
itibarıyla üzerinde çalıştığımız herhangi bir vergi düzenlemesi
bulunmamaktadır. Ben buradan onu düzeltmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Sayın Güven Sak’ın tabii ki çalışması hakkında
-daha doğrusu yani bir rapor herhâlde bu- benim bir bilgim yok. Yani, çok
şaşırtıcı buluyorum analizi çünkü Türkiye son birkaç yılda 100 milyar doların
üzerinde doğrudan yatırım, yani küresel doğrudan yatırım çekmiş bir ülkedir.
Eskiden Türkiye ortalama yıllık 763 milyon dolar çekerken şu kriz yıllarında
bile 9-10 milyar dolarlık doğrudan küresel yatırım çekmektedir. Bu rakam dahi
Sayın Güven Sak’ın bu raporunu doğrulamıyor, bir.
İkincisi…
ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Adana) – Sayın Bakan, sabit sermaye yatırımları
değil, doğrudan yabancı sermaye yatırımları demek, hazır malların satılması
demek. Kavramı çarpıtıyorsunuz yahu!
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Değerli arkadaşlarım,
müsaade edin, bakın, arkadaşınız…
ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Adana) – Sabit sermaye yatırımı değil, mevcut
fabrikaların satılması, mevcut bankaların satılması, gayrimenkullerin
satılması. Rakamları çıkarayım size. Kavramı çarpıtıyorsunuz.
BAŞKAN – Şimdi, bakın sayın milletvekilleri, siz böyle konuştukça
zaman doluyor, arkadaşlarınızın sorduğu sorulara da kimse cevap veremiyor.
ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Adana) – Sabit sermaye yatırımı var mı yabancı
sermayede?
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Değerli arkadaşlar, şimdi
bakın, sizin arkadaşınız soru sordu, onu cevaplandırmaya çalışıyorum. Böyle bir
şey…
ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Adana) – Sabit sermaye yatırımı yok!
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Değerli arkadaşlar, bakın,
müsaade edin…
ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Adana) – Elimizdeki fabrikaları sattık, bankaları sattık,
toprakları sattık, yabancı sermaye bu. Kavramları doğru kullanın.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Şimdi, Sayın Başkan, böyle
bir usul var mı?
BAŞKAN – Peki, Sayın Bakan, ben şimdi Sayın Milletvekilini
uyardım, pek çok milletvekili arkadaşına haksızlık etti. Şu anda iki dakika
yirmi sekiz saniye var, tam bu bittiğinde de kapatacağım o saniyede, cevap
verebildiğinize verin.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Şimdi, Sayın Başkan, şöyle: Doğrudur, belki küresel doğrudan
yatırımların bir kısmı dış ticarete konu olmayan alanlara gelmiştir, yani
alışveriş merkezidir, bankadır, Telekom’dur vesaire fakat...
ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Adana) - Gözlük çıkardılar.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Müsaade edin arkadaş ya!
Onu dahi cevaplandıracağım yani müsaade edersen. Bakın, araya girdiniz, onu
bile cevaplandırmaya çalışıyorum.
BAŞKAN – Vakit kalacağını zannetmiyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) – Aslında, Sayın Bakan, söz alsanız da on
dakikalık sürede cevap verseniz daha iyi olur diye düşünüyorum.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Olur, Sayın Başkan izin
verirse memnuniyetle cevaplandırırım.
BAŞKAN – Hayır, geçti, şimdi veremem. Sayın Vural, veremem,
gelecek şeyde... İç Tüzük’e göre veremem, bitti. Konuşmalar bitti, gelecek
şeyde alabilir.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Şimdi, değerli
arkadaşlar...
OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, gelecek maddede isterse
vereceksiniz.
BAŞKAN – Tabii ki vereceğim, şu anda bitti Sayın Vural, kafayı
karıştırıyorsunuz.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Değerli arkadaşlar,
varsayalım ki bir girişimcimiz bir bankasını sattı...
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Sayın Bakana ekstra süre vermeniz lazım
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Siz de karışmayın bari.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – ...nitekim olmuştur. Peki,
o girişimcimiz aldığı o parayla ne yapıyor? Yine, ülkemizde...
ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Adana) - İthalatçı olduğunu söyledim size. İthalatçı
oldu, bir tek yatırım yapmadı.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Yapmayın arkadaşlar, öyle
değil, öyle değil.
Şimdi, başka sorular da var değerli arkadaşlar. Matrah artırımına
ilişkin...
Pardon, Sayın Güven Sak’ın yorumuna gelince, gelir idareleri,
vergi idareleri dünyanın hangi ülkesinde tamamen bağımsızdır? İngiltere’de
Maliye Bakanlığının içindedir, Amerika’da Hazine Bakanlığının içindedir. Ben
böyle bir şey bilmiyorum. Gerçekten, birçok gelir idaresinin yapısını da
inceledim, bunu inceleyen birçok çalışma da var. Tamamen bağımsız olan bir
gelir idaresi yok. Gelir idarelerinin hemen hemen tamamı Maliye Bakanlıklarının
bünyesindedir. Ha, bunlar mali anlamda, idari anlamda birtakım geniş yetkilere
sahipler. Biz de Gelir İdaresinin bu türden yetkilerle donatılması için
gerçekten çabaladık.
Denetim konusu ayrıldı, belki bu Gelir İdaresini bir anlamda
zayıflatmıştır. Bakın, burada ben o eleştiriyi kabul ederim ama burada Gelir
İdaresiyle denetim birimleri arasında eğer çok iyi bir diyalog olursa o da, o
zafiyetler de o zayıflık da giderilebilir.
Şimdi, gelelim BAĞ-KUR’lular, işte geriye dönük borçlandılar ancak
bunların engelli aylığı, yoksulluk aylığı aldığı... Bu konu hakkında fazla
bilgim yok, bu konunun muhatabı tabii ki Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığımızdır. Yani detayları bilmediğimiz için...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan, zamanınız bitti.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.08
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.21
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral
AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ
(Tekirdağ), Mustafa HAMARAT (Ordu)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
39’uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine
devam ediyoruz.
Komisyon? Burada
Hükûmet? Burada.
Şimdi 11’inci maddeyi okutuyorum:
Yükseköğretim kurumları ile ilgili işlemler
MADDE 11 - (1) Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı bütçesinin
38.01.02.00-09.9.9.00-2-05.3 (Öğretim Üyesi Yetiştirme Projesi) tertibinde yer
alan ödenek, bu proje kapsamında lisansüstü eğitim veren yükseköğretim
kurumlarına, mal ve hizmet alımlarında kullanılmak üzere, görevlendirilen
öğrencilerin sayıları ve öğrenim alanları dikkate alınarak tahakkuk ettirilmek
suretiyle ödenir. Ödenen bu tutar karşılığını bir yandan ilgili yükseköğretim
kurumunun (B) işaretli cetveline öz gelir, diğer yandan (A) işaretli cetveline
ödenek kaydetmeye ilgili yükseköğretim kurumu yetkilidir.
(2) 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 43
üncü maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi, 44 üncü, 46 ncı, 58 inci, ek 25
inci, ek 26 ncı ve ek 27 nci maddeleri ile 19/11/1992 tarihli ve 3843 sayılı
Kanunun 7 nci maddesi uyarınca tahsil edilen tutarlar ve diğer gelirler,
yükseköğretim kurumları bütçelerine özel gelir ve özel ödenek olarak kaydedilmez.
Tahsil edilen bu tutar ve gelirler, ilgili yükseköğretim kurumu bütçesine öz
gelir olarak kaydedilir. Kaydedilen bu tutarlar karşılığı olarak ilgili
yükseköğretim kurumu bütçesine konulan ödenekler, gelir gerçekleşmelerine göre
kullandırılır. (B) işaretli cetvelde gelir kodları itibarıyla tahmin edilen
gelirleri aşan öz gelir tahsilatları karşılığı kadar (A) işaretli cetveline
ödenek eklemeye Maliye Bakanlığınca belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde
yükseköğretim kurumları yetkilidir.
(3) Öz gelir karşılığı olarak ilgili yükseköğretim kurumu
bütçesinin (A) işaretli cetvelinde fonksiyonel sınıflandırmanın dördüncü
düzeyinde tertiplenen ödenekler arasında (09.6.0-Eğitime yardımcı hizmetler
fonksiyonu altında öz gelir karşılığı tefrik edilen ödenekler arasında
yapılacak aktarmalar hariç) aktarma yapılamaz.
(4) Yükseköğretim kurumları, bütçelerinin "Üst yönetim,
akademik ve idari birimler", Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı ise
"Genel Sekreterlik" kurumsal kodu altında tefrik edilen ödeneklerini,
ihtiyaçlarında kullanılmak üzere ilgili birimlere, Ödenek Gönderme Belgesi
düzenlemek suretiyle gönderirler. Ödenek Gönderme Belgesi ile ödenek gönderilen
birimler harcama birimi, kendisine ödenek gönderilen birimin en üst yöneticisi
ise harcama yetkilisidir. Bütçe ödeneklerinin gönderilmesi, kullanılması ve
bütçe işlemlerine ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanı
yetkilidir.
(5) Yıl içinde eklenen sermaye ödenekleri, 2012 Yılı Programının
Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar esaslarına göre yılı
yatırım programıyla ilişkilendirilir.
BAŞKAN – 11’inci madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili Sayın Sena Kaleli.
Buyurun Sayın Kaleli. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA SENA KALELİ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2012 Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın “Yükseköğretim
kurumlarıyla ilgili işlemler” başlığını taşıyan 11’inci maddesi üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken
yüce heyetinizi grubumuz ve şahsım adına saygıyla selamlıyor, Cumhuriyet Halk
Partisinin kaldırılmasını istediği, tek tipleştirici YÖK’ün yeni Başkanı
Profesör Doktor Gökhan Çetinsaya’ya da başarılar diliyorum.
Değerli milletvekilleri, üniversiteler, bilimsel düşünme,
sorgulama, tartışma ve eleştirel yaklaşım ile her türlü düşüncenin özgürce
ifade edildiği, aydınlanma ve çağdaşlaşmanın temelini oluşturan çok özel
kurumlardır. Bu nedenle özgürlük ve özerklik üniversiteler için olmazsa olmaz
ön koşuldur; YÖK’le yok olmuştur.
Dünya Üniversite Servisi tarafından 1988’de kabul edilerek ilan
edilen Lima Bildirgesi’nde belirtildiği üzere, özerklik, yükseköğrenim
kurumlarının yalnızca devletten bağımsız olması değil, aynı zamanda, tüm diğer
toplumsal güçlerden bağımsız olması anlamına gelir.
Üniversite, toplum içinde erimeyen evrensel değerleri taşıyan,
eleştirel düşünce kapasitesinin var olduğu, kendi özel kültürünü üreten ve
geliştiren canlı bir ortam olmalıdır. Bu nedenledir ki, kendi kendisini
yönetmeyen ve siyasal iktidara bağımlı kılınmış bir üniversite gibi belli bir
sermaye grubunun yönetimindeki üniversitede özerklikten ve demokratiklikten söz
edilemez. Üniversite, çok yönlü, çok sesli, çok kültürlü ve alabildiğine renkli
olduğu zaman gerçekten üniversitedir.
Değerli arkadaşlar, AKP Hükûmeti, her fırsatta, gençlere verdiği
önemden söz ediyor ama verilen önem sadece sözden ibarettir. Örneğin,
yükseköğretim kurumlarında, öğrencilerin istek, ihtiyaç ve taleplerine ne kadar
açıksınız? Bu gençler, ülkenin geleceği olarak görülür, askere gönderilir,
ülkesi için canını verir ancak toplumsal sorunlara ve çevreye duyarlıysa, hak
ve özgürlüklerinin bilincinde olarak sorgulama yapıyorsa, parasız eğitim
istiyorsa, saçı uzunsa, poşu takıyorsa, küpe takıyorsa itilip kakılabilir, en
barışçı eyleminde bile biber gazı yiyebilir, terör örgütü üyesi suçlamasına
maruz kalabilir, okuldan uzaklaştırılabilir, hatta on yedi yaşında idam bile
edilebilir, özel yetkili mahkemelerde yargılanabilir ama ne hikmetse,
üniversite karar alma mekanizmalarında yer alamazlar, en temel hak ve
özgürlükleri olan eylem hakkını kullanamazlar, araştırma görevlileri de ancak
sembolik temsil edilirler.
Gençliğe önem verip zulüm edebiyatı yapan anlayış için bu çelişki,
bu tutarsızlık, bu çifte standart fazla değil midir? Okulları kışlaya,
kapılarını nizamiyeye çevirerek çağı, bilgiyi, teknolojiyi nasıl izleyeceğiz?
Sivil toplumdan, sosyallikten uzak gençlik, nesnel yaklaşımla nasıl bilim
üretecek, kadın-erkek eşitliğine nasıl inanacak? Bu anlayış doğal olarak
şiddeti de getirmektedir.
Eğer, daha yaratıcı, buluşa yönelik çalışan gençler istiyorsak,
özgür, uygulanabilir, stratejik yaklaşımlarla üniversitelerin yönetilmesini
sağlamalıyız. Görevleri insan gücü yetiştirmek olan üniversiteleri, aynı
zamanda, araştırma ve geliştirme merkezleri hâline dönüştürmeli, toplumla
bütünleştirerek ülkenin kalkınması için vazgeçilmez kurumlar hâline
getirmeliyiz. Bugün çoğumuz için model ve idol olan insanlar son otuz yıldır
yetişmemektedir. Bu durumun birinci sorumlusu darbeci, tek tipleştirici,
kısıtlayıcı, yasaklayıcı, 12 Eylül ile onun gençliğe reva gördüğü ve gelen
iktidarların da “yapılandırma” adıyla ele geçirmeye çalıştığı YÖK’tür.
Hollanda’nın Leiden Üniversitesince temel ve sosyal bilimlerdeki
verilere dayanarak yapılan açıklamada bilimsel eser ve yayın bakımından
dünyanın ilk 500 üniversitesi içinde geçen yıl 9 adet olan üniversitemiz, bu
yıl 6’ya düşmüş durumdadır. Üniversitelerimizin çoğunda “bilimsel kuşkuculuk”
diye bir sorgulama kalmamıştır, eğitimin koşulları da düzeyi de gittikçe
düşmektedir, bilgi üretilememektedir. Üniversite hastanelerinde alet, cihaz
alımları yapılamaması nedeniyle Sayın Başbakanın -ki kendisine acil şifalar
diliyorum- ameliyatı dahi profesörün şahsi malzemeleriyle gerçekleştirilmiştir.
Dünyada bilgi üretiminde atıfta bulunulan ve etkisi en düşük olan ve yayınlar
açısından da üniversitelerimiz son sıralarda yer almaktadır. Bu nedenle, yayın
teşvik politikasında nicelikten çok niteliğe önem verilmelidir ama söz konusu
intihaller olduğunda nedense bu oran yükselmektedir. Bilgi üretme çabasındaki
TÜBA ve TÜBİTAK gibi kuruluşlar ise yapılan müdahaleler ile bilim akademisi
kimliği ve bağımsızlığını yitirmiş, iş dünyası ve üniversitelerin tamamlayıcısı
olması gerekirken ürün ve hizmet satarak bu kurumların rakibi konumuna
getirilmiş, âdeta AKP akademisi hâline dönüştürülmüştür.
Değerli milletvekilleri, yükseköğrenimi özelleştirme süreci de 12
Eylül darbesiyle başlamış, AKP hükûmetleri döneminde artmıştır. Üniversite
sayısının artması, tüm şehirlerde üniversite olması doğru bir politikadır,
çünkü göç veren tüm şehirler için, üniversiteler, nüfuslarını koruma kalkanı
olmuştur. Olmuştur da bugün liseden bozma, altyapısı olmayan, yeterli makale ve
yayın yapmayan, öğretim üyelerinin iradesini hiçe sayarak siyaseten atanmış
yöneticilerden oluşan, AR-GE için kaynak bulamayan ve âdeta kendi kaynağını
yaratma zorunluluğunda bırakılan yüz üç adet devlet üniversitemiz
bulunmaktadır. Ancak, artan üniversite sayısına paralel oranda yurt yapılmadığı
için yükseköğrenimde barınma sorunu artarak devam etmektedir. Devlet
üniversitelerine altmış iki vakıf üniversitesini de eklediğimizde, toplam yüz
altmış beş üniversiteye sahibiz. Oysa eğitimin ve bu arada yükseköğrenimin
özelleştirilmesinin bilim üretme amacıyla çelişen sonuçlar doğurması
kaçınılmazdır. Eğitimde ve dolayısıyla yükseköğrenimde özelleştirme,
üniversiteleri birer ticarethaneye, öğrenciyi de bir müşteriye
dönüştürmektedir. (CHP sıralarından alkışlar) En temel insan hakkı olan eğitim
hakkı ortadan kalktığında, fırsat eşitsizliği yoluyla toplumsal barış olumsuz
etkilenmektedir.
Değerli milletvekilleri, eğitim, özellikle de yükseköğrenim,
kalkınma iddiasında olan, hatta kalkınmış ülkelerde de en önemli alanların
başında gelmektedir. OECD 2011 raporuna göre eğitim alanında yapılan
harcamaların gayrisafi yurt içi hasılaya oranı OECD ortalaması olarak 5,9’dur.
Türkiye’de ise bu oran maalesef 3,8 ile OECD ülkeleri içerisinde en düşük
düzeydedir. Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi ile YÖK ve üniversitelerin
bütçelerini toplayıp OECD ülkeleriyle karşılaştırdığımızda da eğitime ayrılan
bütçe, millî gelire oranla yüzde 3’ler civarındadır. Burada asıl çarpıcı nokta
ise gayrisafi millî hasıla ve üniversite artışına rağmen, üniversitelere geçen
yıl bütçeden yüzde 3,68 oranında pay ayrılmışken bu sene bu payın 3,63’e
düşmesidir. Büyüme rekorları kıran, sayılı ekonomilerin arasında yer alan bir
ülke için bu tablo şaşırtıcıdır. Bakınız, 2002’de Millî Eğitim Bakanlığı
bütçesinin 17,18’i yatırım bütçesiyken 2012’de bu oran yüzde 6,64’e düşmüştür.
Yani, AKP’nin tek başına hükûmet olduğu dokuz yılda eğitim yatırımı bütçesi
oran olarak neredeyse 3 kat azalmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SENA KALELİ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, plansız, ihtiyaç
saptaması yapılmadan, iş gücü ve mesleki ihtiyaç analizleri iş dünyasında ve
hiçbir şey yapmadan açılan üniversiteler sürekli işsizlik oranını
artırmaktadır.
Bu düşüncelerle, üniversitelerden, bilimden, bilgiden,
sorgulamaktan korkmamamız gerektiğini…
Sözlerimi bu şekilde tamamlarken, bütçenin hayırlı, uğurlu
olmasını diliyorum.
Saygılar. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaleli.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın
Zühal Topcu.
Buyurun Sayın Topcu. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, 2012 bütçesi 11’inci maddesi üzerine Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Dünyada her sektörde, özellikle yükseköğretimde yaşanan hızlı
gelişmeler, genel olarak ekonomik, sosyal ve diğer alanlardaki kalkınmada insan
sermayesini ve dolayısıyla da eğitimin rolünün daha iyi anlaşılmasını gündeme
getirmektedir.
Küreselleşmenin hızlandığı 1980’li yıllardan itibaren bilgi özel
bir anlam kazanmaya başlamıştır. Özellikle bilgi toplumuna ulaşma, bilgiyi elde
etmeyle ortaya çıkan, bilgi toplumuna geçiş süreciyle başlayan ve “bilgi
ekonomisi” adı verilen yeni bir küresel ekonomik yapı oluşmaya başlamıştır.
İşte bu bilgi ekonomisinin ortaya çıkmasıyla bireylerin ekonomik güce sahip
oldukları bilgi ve öğrenim düzeyleriyle ölçülebilir hâle gelirken milletlerin
rekabet gücü de insan sermayeleriyle ölçülebilir hâle gelmiştir. İnsan unsuru
ama yetişmiş insan unsuru artık çok önem arz etmektedir. Tek bir insanımızı
bile harcama lüksümüzün olmadığı günümüzde böyle plansız ve programsız
yapılaşmalara artık hiçbir vicdan tahammül edememektedir.
İnsanımız kolay yetişmiyor, çok uzun bir süreç. Şöyle bir
hesapladığınızda bir insanın yetişmesi neredeyse yirmi beş yıl gibi bir süreyi
almaktadır. Özellikle insana yapılan yatırım hata kaldırmamaktadır, geri dönüşü
yok. Herhangi bir maddede veya herhangi bir üretimde hata yaptığınızda bunun
geri dönüşü mümkün olurken insana yönelik yaptığınız bir hatanın geri dönüşümü
mümkün olmamaktadır; bir nesli, bir ülkeyi belki de olumsuzluğa ve bitirmeye,
batmaya götürecek kadar da bir sonuç ortaya çıkartabilmektedir. Diyoruz ki o
zaman, burada insan unsuruna yapılan yatırımda, bunların yetiştirilmesine
yönelik olarak yapılacak yatırımlarda gerçekten çok hassas davranmalı ve hata
payını minimize etmek gerekmektedir. Bir de diyoruz ki insan kaynağı ülkeler
için çok önemli, en önemli kaynak. Hatta gelişmiş ülkeler bunu beyin göçü ile
telafi etme yolunu tercih etmektedirler. Yükseköğrenimde de bilgiye dayalı,
ekonomiyi desteklemeye yönelik bir yapılanmaya gidilmesi gerekmektedir.
Özellikle yeni ortaya çıkan ve gelecekte çıkması muhtemel mesleklere yönelik
olarak yeni yapılanmanın sorumlusu üniversitelerdir. Burada üniversitelerin
yapılanması önem arz ediyor. Etkili ve verimli kullanılması gerekiyor bu
yapılanmanın çünkü eğitimde bütün kademeler zincirleme olarak birbirine bağlı
olduğu için her bir kademede çok hassas davranılması gerekmektedir.
Şimdi, burada baktığımızda diyoruz ki bu yapılanmada en önemli
kaynaklardan bir tanesi, bir boyu ekonomi olduğu için burada Millî Eğitim
Bakanlığının bütçesine baktığımızda gerçekten enteresan bir yapı karşımıza
çıkıyor. Diyoruz ki: 2002’de Millî Eğitim bütçesinin millî gelire oranına
baktığımızda bunun yüzde 2,66 olduğunu görüyoruz. 2011’de bu yüzde 2,81 iken
2012 tahminî bütçesinde 2,74 hedeflenmektedir. 2011 ile 2012 arasında dikkate
değer bir düşüşün olduğunu görmekteyiz.
Bir diğer boyut, yükseköğrenimin bütçesine baktığımızda,
yükseköğrenimin millî gelir içerisindeki oranına baktığımızda, 2012’de bu oran
yüzde 0,89 iken 2012 tahminî bütçesinde yüzde 0,89 olarak kabul edildiğini de
görüyoruz. Bunlar gerçekten bizi hayrete düşürmektedir. Şimdi yükseköğrenimdeki
harcamaların gelişmiş ülkelerde millî gelir içindeki payları yüzde 2,5 ile
yüzde 3 gibi oranlarda seyrederken OECD ülkelerinde bu yüzde 1,4’ün
üzerindedir. Demin ifade ettiğimiz gibi, bizim ülkemizde de bu yüzde 0,80’ler
ile 0,90’lar arasında gezmektedir. Bizim baştan, diğer ülkelerle, küresel
olarak baktığımızda, diğer ülkelerle rekabete dezavantajlı bir durumda
başladığımızı bildirmek istiyorum.
Ekonomik olarak durum böyleyken ülkemizde yükseköğretimde yapılan
genişleme sürecinin plansız yönetildiği ve yönlendirildiğine de dikkat çekmek
istiyorum. Özellikle siyasi kararların burada önemli olduğu ve yeni
üniversitelerin teknik ve insani altyapısı kurulmadan açıldıklarını da
vurgulamak istiyorum. Bunu birtakım mukayeseli rakamlarla daha net ortaya
koyabiliriz. Rakamlara bakıldığında öğretim üyesi veya öğretim elemanı
sayısındaki artışla öğrenci sayısındaki artışın gerçekten birbirine paralel
gitmediği ve çok çarpıcı sonuçlara ulaştığı şu andaki verilerle
ispatlanmaktadır. 2010 yılındaki verilere göre, öğretim üyesine düşen öğrenci
sayısı -burada dikkatinizi çekmek istiyorum- ortalama olarak 43 ile 50
arasındadır ama hemen şunu vurgulamak istiyorum: Özellikle yeni açılan
üniversitelerde bu oranın, bir öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının
600’e ulaştığını biliyor musunuz?
YUNUS KILIÇ (Kars) – Mümkün değil.
ZÜHAL TOPCU (Devamla) – Buna örnek olarak iki üniversiteyi vermek
istiyorum: Iğdır’da 550, Kırklareli’de de 450. “Öğretim elemanı” demiyorum,
öğretim üyesi olarak veriyorum ben burada.
Üniversitelerin artık cazibesini yitirdiğini, şu andaki araştırma
görevlisi sayısının, gelecekte, şu andaki öğretim üyesi sayısını
karşılamayacağını da belirtmek istiyoruz çünkü hem maaşlar bakımından hem de bu
araştırma görevlilerine sunulan imkânlar açısından baktığımızda, bunların,
artık üniversitelerin cazibesini yitirdiğini de ben belirtmek istiyorum.
Tabii, burada üniversiteye öğretim elemanı yetiştirme programları
var. Bunlara baktığımızda, bunlardan en çok bilinir olanı “ÖYP” dediğimiz ve
2001 yılında programlanan ve uygulamaya geçen bir program. Burada baktığımızda,
gerçekten bu öğrencilerin, bu araştırma görevlilerinin sıkıntı içerisinde
olduğunu görüyoruz, aynı yıl alınan birkaç kararla bu çocukların mağdur
edildiğini görebiliyoruz. Özellikle dil puanlarındaki değişiklikler ve eskiye
işlememesi eski alınan öğrencilere işlememesi, bu çocukların mağduriyetini
ortaya çıkarmaktadır.
Aynı zamanda, 2006 yılında Millî Eğitim Bakanlığının “Beş Yılda 5
Bin Öğrenci Projesi”yle başlatılan lisansüstü eğitime gönderme projesinin de
tam olarak işlenmediği ve yılda binin altında, bine ulaşmadığını görebiliyoruz.
Öğretim elemanı diyoruz, üniversitedeki kalite için çok önemli.
Yetişmiş insan gücü açısından baktığımızda da bunların plansız ve programsız
olduğu, sürekli kaliteden taviz anlamına da gelmektedir.
Yine, 2010 yılında ÖSYS’de Türkiye genelinde ön lisans ve lisans
programlarının yüzde 16,5’u dolmamıştır. Bu, ne kadar büyük bir rakam. Aslında,
başvurularla, taleple, talep edilenle, çocukların, başta 1 milyon 700 bin
öğrencinin üniversite sınavına girmek için başvurduğunu düşündüğümüzde bu
kontenjanların boş kalması çok anlamsızmış gibi gelirken artık çocuklar çok daha
seçici, sizin sunduğunuz programları artık beğenmiyor, diyor ki: “Hoca yok. Ben
eğer bu programı seçersem kaliteli eğitim alamam, bu programı seçersem iş
bulamam.” diye, çocuklar bile, on sekiz yaşındaki öğrenci bile doğru karar
veriyor ve bir bölümü tercih etmiyor artık. Bunun için, tekrar düzenlenmesi
lazım, yeni meslek adaylarını yetiştirmeye yönelik olarak açılacak bölümlerin
ve fakültelerin yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Ve yine de öğretmen yetiştirmeye baktığımızda, Millî Eğitim
Bakanının “Çaresizlik içindeyim.” şeklindeki ifadeleri de karşılıksız
kalmaktadır. Dokuz yıllık iktidarın artık bunlara bir çözüm üretmesi
gerekmektedir.
Son olarak, özellikle bu çocukları üniversiteye hazırlayan
sistemdeki hataların asla affedilmeyeceğini bildirmek istiyorum ve bunları da
vicdanlarınıza bırakıyorum.
Saygılarımla, teşekkür ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Topcu.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın
Ertuğrul Kürkcü. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, sevgili
arkadaşlar; bu başlık altında Grubumuzun görüşlerini ifade edeceğim fakat Millî
Eğitim Bakanlığının bütün yayınlarına ve web sitesine baktığımız zaman en çok
üzerinde durulan hususun, Millî Eğitim Bakanlığının ve Türkiye’nin temel
politikasının “Yurtta barış, cihanda barış.” esası üzerine kurulu olduğunu
görürüz ancak bu bütçe tartışmaları bitmeden önce öyle görülüyor ki bu
esasların tamamının ortadan kalktığı ve Millî Savunma bütçesinin ve diğer bütün
bütçelerin açık vereceği yeni gelişmelerin eşiğine son dönemde Meclisin
gıyabında alınan kararlarla adım adım ilerlediğimiz görülüyor. O nedenle ben
bunların üzerinde durmayı tercih ediyorum.
15 Aralık akşam geç vakitlerde Yüksek Askerî Şûranın yaptığı
açıklamadan anladığımıza göre Yüksek Askerî Şûra olağan toplantısında iç
güvenlik harekâtı ve hudut güvenliğine yönelik Türk Silahlı Kuvvetlerinin icra
ettiği faaliyetlerin yanı sıra Türk Silahlı Kuvvetlerinin harbe hazırlık durumu
incelenmiş, bu kapsamda ortaya çıkan ihtiyaçlar ile bu ihtiyaçları karşılamak
için alınan tedbirler değerlendirilmiştir. Yani Yüksek Askerî Şûranın
gündeminde yurtta savaş, cihanda savaş vardır.
Şimdi, tabii, bu Yüksek Askerî Şûra kararı bağlamında ben
Meclisimizin karşı karşıya kaldığı bir temel probleme dikkatinizi çekmek
istiyorum. Meclisimiz savaş ve barış konusundaki yetkiyi elinde bulundurmasına
rağmen ve harp hazırlıkları konusunda elinde hiçbir bilgi ve belge olmamasına
rağmen, bu konuda hiçbir çalışması olmamasına rağmen Yüksek Askerî Şura nasıl
olup da harp hazırlıkları meselesini bir anda, apansız gündeme getirmekte ve
bütün bunlar üzerinde bir karar almaktadır.
Şimdi, şaka değil arkadaşlar, savaştan söz ediyoruz ve savaştan
söz ettiğimiz zaman söz ettiğimiz şeyler arasında insanların hayatları, maddi
ve manevi değerlerin yok olması, başka ülkelerle çatışma hâli içerisine girmek
ve bütün temel siyasetlerin baştan sona değişmesi söz konusudur. Şu hâlde şu
soru ister istemez ortaya çıkar çünkü Anayasa’nın 87’nci maddesi savaş ilanına
karar vermeyi Meclisin yetkisine bırakmıştır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin
yabancı ülkelere gönderilmesi yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisine vermiştir
ve daha da önemlisi eğer harp hazırlıkları söz konusu ise o zaman şu da vardır
gündemde. Anayasa’nın 15’inci maddesine
göre “Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası
hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği
ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen
durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı
tedbirler alınabilir.” Yani Türkiye bir tür diktatörlükle yönetilmeye de
hazırlanmalıdır eğer savaş hazırlıklarıysa söz konusu olan.
Şimdi, bu çerçevede, ben, Meclisimizin bu gelişmeye lakayıt kalamayacağını, asla ve asla bunu kendi
gündeminden ve kendi bilgisinden dışarıda tutamayacağına dikkatinizi çekmek
istiyorum.
Şimdi, o zaman şu sorular,
ister istemez, savaş hazırlıkları gündeme geldiğine göre, biz, Türkiye Büyük
Millet Meclisi savaşla ilgili bir karar almadığına göre, defakto bir çatışma
hâli bizim ülkemizin gidişatına yön vermektedir. En yüksek karar organı olan
Türkiye Büyük Millet Meclisi bu gidişattan bütünüyle habersizdir, organları
eliyle bilgilendirilmemektedir. Hükûmet, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
etrafından dolaşarak henüz ne olduğunu bilmediğimiz bir yeni siyaset
benimseyerek bununla bağlantılı askerî ve siyasi diplomatik faaliyetler
sürdürüyor demektir. Çünkü soru şudur: Eğer savaşa hazırlanılıyorsa kime karşı
hazırlanılıyor? Suriye’ye karşı mı? Dışişleri Bakanlığının web sayfasına
baktığımızda görüyoruz ki henüz Meclisimizin bilgisinde olan ve Dışişleri
Bakanlığının benimsediğini ve sürdürdüğünü söylediği bu Meclisten yetki almış
temel siyaset şudur: Türkiye-Suriye ilişkileri iki ülke halklarının ortak
çıkarlarıyla bölge istikrar ve güvenliğe katkıda bulunmak ana hedefi
doğrultusunda geliştirilmeye devam edecektir. Bölgesel iş birliği, barış,
istikrar vesaire.
Şimdi, yeni bir dış siyaset biz Dışişleri Bakanlığından Meclise
indirildiğini gördük mü? Hayır. O zaman bu siyasetle savaş nasıl bağdaşıyor?
Bağdaşmaz. Peki, biz neyi bilmiyoruz? Hükûmetin yeni yönelimini. Peki,
Hükûmetin yeni yönelimini bilmek zorunda değil miyiz? Temel yetkimiz, bizim
yetkimiz olan savaş ve barış konusunda karar alırken bu dış siyaset hattından
savaş çıkmaması lazım ya da o zaman İran’la mı yapacağız savaşı?
Dışişleri Bakanlığının açıkladığı temel siyaset belgesine göre
“Türkiye, İran ve Brezilya arasında imzalanan ortak bildiri, İran’ın nükleer
programına dair soruna barışçıl çözüm bulunması yolunu açabilecek olumlu bir
adımı teşkil etmiştir, Türkiye’nin İran nükleer dosyasındaki rolü barışçıl
çözüm yönünde kolaylaştırıcılıktır.” Buysa temel siyaset, o zaman Kürecik’teki
füze kalkanını nasıl açıklayacağız? Yoksa, İran’la savaşa girecek miyiz,
girmeyecek miyiz? Kime karşı hazırlık yapıyoruz? Temel belgeler, bize temel
siyaset belgeleri bunu söylemiyor.
Peki, eğer savaş söz konusuysa Meclisin yetkisinde olarak Türkiye
halkı, halkları böyle bir savaşa hazırlanacak mı, halkımız savaş ruh hâli
içerisine mi sokulacak, yoksa barış siyaseti mi izleyeceğiz? Bunu nereden
bileceğiz?
Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkilerinin aşılarak, onda
olan yetkilerin tevarüs edilerek, yasaya uygun olmayan bir şekilde aslında
Türkiye’nin dışındaki gidişata bağlı yeni bir defakto siyasetle yönetildiğimizi
söyleyebileceğimizi düşünüyorum.
Çocuk değiliz, dünyadan habersiz değiliz. Hükûmet kanallarından
bilgi gelmiyorsa da gözümüzün önünde olup biten şeyler var. Amerika Birleşik
Devletleri “Arap baharı” denilen, aslında “Arap devrimi” desek daha doğru
olacak olan halklar uyanışını, ayaklanışını rejimin statüko güçlerini harekete
geçirerek kuşatmış, bunları kontrol altına almış ve şimdi rejim
değişikliklerini hedef tayin ettiği ülkelere taşımak amacındadır. Türkiye bu
hedefler üzerinde Amerika Birleşik Devletleriyle bir ortaklık içerisinde
ilerlemektedir. Eğer durum buysa, bize başka bir bilgi gelmediğine, bizim
hayattan süzebildiğimiz bu olduğuna göre Hükûmeti uyarmak isteriz.
Suriye’ye demokrasi götürmek, Suriye’ye demokrasi ihraç etmek,
nasıl Irak’a ihraç edilemediyse, nasıl Libya’ya ihraç edilemediyse, nasıl
aslında dış müdahaleler Tunus’ta ve Mısır’da baş gösteren demokratik
dönüşümlerin yolunu kestiyse Suriye de aynı akıbetle sonuçlanacaktır. Türkiye
hemen dibinde ve oradaki çatışmalar doğrudan doğruya kendi halklarına sirayet
edecek olan gelişmeler karşısında, örneğin Suriye Kürtlerine ne önerecektir
kendi Kürtlerine önerdiğinden başka? Suriyeli Sünni ya da Nusayrilere
kendininkilere önerdiğinden farklı ne önerecektir ve niçin onlar için
Türkiye'nin rejimi model alınacak olsun? Ben doğrusu, başlangıca geri dönmemiz
gerektiğini düşünüyorum. Yurtta da dünyada da Türkiye bir barış siyasetine geri
dönmelidir, Meclisimiz bu barış siyasetinin güvencesi olduğunu ilan etmelidir
ve Türkiye'yi kendi komşularıyla sıfır sorun siyaseti gibi çok olumlu tınılar
taşıyan açıklanmış siyasete geri dönmeye davet etmelidir. Eğer bu siyaset
değişecekse bu siyasetin nasıl değişeceğine burada birlikte karar vermeliyiz.
Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğu bu konuda yetkilerini Başbakana devretmiş
olabilir ama Meclisin muhalefet kanadı bu yetkilerini devretmiş değildir. O
nedenle sevgili arkadaşlar, sizlerden bu savaş hazırlıkları meselesi konusunda
Hükûmeti hesap vermeye davet etmenizi, şimdi onaylamakta olduğunuz bütçenin
aslında bir savaş bütçesi hâline geldiğinde tamamen manasızlaşacağına, Türkiye'nin
bütün temel politikalarının zıvanasından çıkacağına ve savaş içerisinde aslında
Türkiye'nin de bir diktatörlüğe doğru sürüklenmesi tehlikesine dikkat
çekeceğinizi ümit ediyorum.
Hepinizi “savaşa değil eğitime bütçe” prensibiyle hareket etmeye
davet ediyorum.
Çok teşekkür ederim dinlediğiniz için. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Bitlis Milletvekili Sayın
Vahit Kiler.
Buyurun Sayın Kiler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA VAHİT KİLER (Bitlis) – Çok Değerli Başkanım,
değerli milletvekilleri; bütçenin 11’inci maddesinde konuşmak üzere grubum
adına söz aldım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, maddeye geçmeden önce açıkçası bir üzüntümü belirterek
konuşmama devam edeceğim.
Dün bir milletvekili, şahsımı ve ailemi hedef alarak bir iddiada
bulunmuş, ona cevap vererek başlayacağım. İddiaya başlarken de çok iddialı bir
lafla başlamış, ta öncesinden tutanaklardan okuyorum: “Namuslu ve şerefli bir
insan iftira atmaz, gelir burada açıklar.” diyor. Evet, doğru, çok doğru, yüzde
yüz katılıyorum. Namuslu ve şerefli her insan iftira atmaz, gelir burada
doğruları konuşur.
Şimdi, milletvekilinin iddiasına geliyorum, diyor ki,
tutanaklardan okuyorum aynen: “Kütahya Şeker Fabrikası, 200 milyon dolarlık bir
fabrikayı getirdiler, 14 milyon dolara AK PARTİ’nin milletvekiline verdiler.”
İddianın biri bu.
Bir defa, o birinci iddiaya: AK PARTİ’nin Milletvekili Vahit Kiler
olarak benim, ben hiçbir ihaleye girmemişim. Kütahya Şeker özelleşirken Kiler
ailesinden de hiçbir fert ihaleye girmemiş. İddia ve birinci iftira.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Torunlar’dan sen almadın mı?
VAHİT KİLER (Devamla) – “Bunu vatandaşların bilmesi lazım.” diyor.
“Ha, oradaki yapılan satıştaki hile ortada. Tapuda tahribat yapılmış ve ondan
sonra 113 dönüm arazinin haksız olarak Kilerlerin üzerine geçtiği tapu
kayıtlarında var, mahkeme kayıtlarında var. Hâlâ Sayın Bakana soruyoruz: Bunu
ne ettiniz, niye almıyorsunuz? Bu 113 dönümlük Türkiye Şeker Fabrikaları arsasını
niye sattınız Kiler’e? Onun üzerinde, bir tapunun üzerini çizmek suretiyle
tapuyu değiştirdiniz…” Böylece devam ediyor. Gerçi bugün başka bir Kütahya
milletvekili de bunu gündeme getirdi, çok üzüldüm açıkçası.
Bu ihaleye Kiler ailesinden kimse girmedi, birinci iftira.
Tabii diğer yanlış, diğer iftira: Bu ihalenin satış rakamı,
Torunlar Gıdaya özelleştirme tarafından yüzde 56’sı 23 milyon 820 milyon dolara
satıldı, yüzde 56’sı. Yüzde 100’ü 42 milyon dolara satıldı. Hâlen Kütahya
Pancar Kooperatifleri Birliği bu fabrikanın yüzde 16 ortağı. İkinci iftira bu.
Bu iki iftira çok açık. Bu iki iftira hem rakam olarak hem şahıs
olarak çok açık.
Üçüncü iftiraya geliyorum, tek tek yazılan yazılara yazılan
cevapları okuyorum sizlere.
Önce Özelleştirme İdaresinin vermiş olduğu cevap… Özelleştirme
İdaresi tarafından, yazılan yazıya şu cevap veriliyor: “Söz konusu hisselerin
özelleştirme çalışmaları çerçevesinde ilgili yazıya konu taşınmazların Kütahya
Şeker tanıtım dokümanında yer aldığı ve değerlendirme çalışmalarında dikkate
alındığı görülmüştür.” Bu, Özelleştirme İdaresinin, orayı satan kurumun yazısı,
cevabı.
İkinci cevabı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü veriyor:
“Taşınmazın gerçek sahibinin Kütahya Şeker Fabrikası AŞ olduğu ve anılan
şirketteki Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ’ye ait yüzde 56’lık iştirak payının
özelleştirme işlemlerinin 2004 yılında tamamlanıp bu taşınmazın da özelleştirme
sırasında yapılan değerlendirmede göz önünde bulundurulduğu anlaşıldığından
anılan kuruluşların dava açmalarını gerektirici hukuki bir menfaatlerinin
bulunmadığı, zaten Tasarruf İşlemleri Daire Başkanlığının şu yazı sayıyla, şu
tarih, sayı numarasıyla yapılan tesis işlemlerinde anılan kuruluşlara bilgi
verildiğinden ayrıca bir duyuruya gerek olmayıp bundan böyle yapılan tashih
işlemlerinde kayıtlı hak sahibi gözüken kişilerin muvafakatlerinin alınmasının
yeterli olunacağı…” diye devam ediyor. Bu, Tapu Kadastronun cevabı.
Son olarak Maliye Bakanlığının, özelleştirmeden sorumlu Maliye
Bakanımız Sayın Mehmet Şimşek imzalı yazısı: “Taşınmazın gerçek malikinin
Kütahya Şeker Fabrikası AŞ olduğu ve özelleştirme sırasında yapılan
değerlendirmede göz önünde bulundurulduğu anlaşıldığından, anılan kuruluşların
dava açmalarını gerektirici hukuki bir menfaatlerinin bulunmadığı
belirtildiğinden konu hakkında yapılacak bir işlem kalmadığı, işlemlerin ikmal
edildiği ve tamamlandığı anlaşılmıştır.”
Peki, Allah aşkına, ben şimdi size soruyorum: Torunlar Gıda
İstanbul’da, Türkiye'nin her tarafında iş yapan bir firma. Daha sonra, aldıktan
sonra Kiler AŞ’yle ortaklık yapıyorlar, aylar sonra birliktelik yapıyorlar,
yıllarca ticaretle uğraşıyorlar. Yani burada hiçbir şeyi olmayan bir konuyu bir
şeyler varmış gibi insanları aldatarak, insanları yanıltarak burada insanlara
sunmanın bir anlamı var mıdır?
Ben tekrar o milletvekilinin burada o sözünü söylemek istiyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) – Hangi milletvekili efendim, bir sürü
milletvekili söylüyor? İsmini söyle.
VAHİT KİLER (Devamla) – İsmi belli, kendisini biliyor, Kamer Genç
kendisini biliyor, söylememe gerek yok.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Cevabını veririm, merak etme.
VAHİT KİLER (Devamla) – Aynen tutanaklardan, Kamer Genç söylüyor:
“Namuslu ve şerefli bir insan iftira atmaz.”
Ee, ben şimdi desem ki: “Kamer Genç sen namussuzsun.” Diyemem ki…
Diyemem ki…
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Terbiyeli ol!
VAHİT KİLER (Devamla) – Sen ol. Konuşmamı bitirmemi bekle,
terbiyeli sen ol.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sen “namussuz” diyorsun. Sen kiminle
konuşuyorsun? “Namussuz” diyorsun sen.
VAHİT KİLER (Devamla) – Ben şimdi bunun bu lafına göre desem ki:
“Kamer Genç sen şerefsizsin.” Diyemem ki…
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – “Diyemem” diyor, “diyemem” diyor.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Diyemez, kimse diyemez.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – “Diyemem” diyor.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Diyemez…
VAHİT KİLER (Devamla) – Kendime yakıştırmam… Kendime yakıştırmam…
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Bunu kimse diyemez.
VAHİT KİLER (Devamla) – Bu kürsü milletin kürsüsü, bu kürsüye
insanlar bizi doğruları söyleyelim diye gönderdiler. Her ağzına gelen her
ağzına geleceği konuşacaksa insanların bizi yetkilendirdiği zaman bir anlamı
kalmaz. İnsanlara iftira atmak, burada diyemezsiniz.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Biraz sonra rapor gelecek.
VAHİT KİLER (Devamla) – Namuslu insan, şerefli insan iftira etmez,
doğruları konuşur.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Evet, doğru, çok haklısın.
VAHİT KİLER (Devamla) – Peki, şimdi, biraz evvel yine Kütahya
Milletvekili Alim Işık Bey konuştu. Geçen sene KİT Komisyonunda bunun saatlerce
münakaşası yapıldı, orada Özelleştirme İdaresi cevabını verdi. Türkiye Şeker
Fabrikaları AŞ Genel Müdürü çıktı dedi ki: “Sayın Milletvekilim, benden ne
bekliyorsunuz? Bu arsa bizim değil, biz bu arsanın 1950…” Bakın, ben dün
Kütahya’dan dosyayı istettim. 1953 yılından beri bu arsanın bedelinin Kütahya
halkı tarafından, Kütahya Şeker Fabrikası tarafından ödendiği, bütün yönetim
kurulu kararları, fabrikanın yapılışı, her şey burada mevcut.
OKTAY VURAL (İzmir) – Tapu kimin adına, tapu? Tapu kimin?
VAHİT KİLER (Devamla) – Allah aşkına, Allah aşkına ben soruyorum:
Bu arsanın sahibi de, bu arsanın yüzde 16’lık sahibi de Kütahya Pancar
Kooperatifleri Ekiciler Birliği. Ne yapmaya çalışıyorsunuz?
Burada hiçbir şey göstermeye gerek yok, bu fabrika satılırken,
Torunlar AŞ bu fabrikayı alırken ve diğer, Pancar Kooperatifleri bu fabrikanın
ihalesine girdiği zaman… Ki burada değerli milletvekillerinden iş adamı olanlar
var, Celal Bey bu konulardan çok iyi anlar, kendisine soruyorum: Doküman
açıklanıyor, doküman açıklanıyor, dokümanda özellikle hisse satışı var,
gayrimenkul satışı yok…
OKTAY VURAL (İzmir) – Biz bu işlere bulaşmayız.
VAHİT KİLER (Devamla) – Yok, ben, özellikle diline doladığı için
söylüyorum. (MHP sıralarından gürültüler)
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Ama ticari ilişkilerinizi konuşuyorsunuz
burada.
VAHİT KİLER (Devamla) - Gayrimenkul satışı değil, hisse satışı
yapılıyor.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Kiler, ticari hesabınızı başka yerde
verin.
VAHİT KİLER (Devamla) -
Hayır bu dosyayı sizlere vereceğim, bunu araştırın ve bu gayrimenkul
satışları içinde ben sizlere okuyorum: Fabrika arsası 400 dönüm, Kütahya
çiftlik arsası 203 dönüm ve Kütahya’da “lojman ve sosyal tesisler” adı altında
bahsettiği arsa 113 dönüm 427 metrekare arsa. Tanıtım dokümanında var, bunu
alacak olan insanlar bu dokümana göre bu arsaya, bu fabrikaya fiyat biçmiş,
bedel ödemişler. Bunu şimdi ikide bir Allah aşkına, gündeme getirip, hiçbir şey
yokken bunu gündemde tutmanın bir anlamı var mı, insanlara çamur atmanın bir
anlamı var mı? Ben tekrar söylüyorum, Kamer Genç’in lafı olduğu için
söylüyorum: “Şerefi namusu olan insanlar iftira atmazlar, doğruları
konuşurlar!” (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Dün…
OKTAY VURAL (İzmir) – Tapu kimin üzerineymiş Sayın Kiler?
VAHİT KİLER (Devamla) – Tapu Kütahya…
OKTAY VURAL (İzmir) – Hı? Hı?
VAHİT KİLER (Devamla) - Tapu kimin üzerine olursa olsun, bakınız
tapu burada. Tapuyu, arsayı kimin aldığı…
OKTAY VURAL (İzmir) – Ticari
ilişkilerinizi burada tartışmayın, sorumlu olan bürokrasi ve siyasettir, sizinle alakalı bir şey yok!
VAHİT KİLER (Devamla) - Sizinle konuşmuyorum.
…arsayı kimin aldığı, kimin parasını ödediği, Kütahya halkı
tarafından ödendiğinin burada belgeleri var…
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Söyle o zaman.
OKTAY VURAL (İzmir) – Ya bırak ya Allah… Tapu kimin üzerine? Onu
söyleyin.
VAHİT KİLER (Devamla) - İnanmıyorsanız dosyayı alırsınız
incelersiniz. (MHP sıralarından gürültüler) Diğer taraftan…
Şimdi dün yine Kamer Genç diyor ki: “Eğer benim üzerimde yasa dışı
mal varlığı varsa şerefim üzerine yemin ederim” diyor, “bunu hazineye
devredeceğim.”
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Raporlara iyi bak, devletin
raporlarına.
VAHİT KİLER (Devamla) - Burada raporlara bakmaya gerek yok.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Neden gerek yok?
VAHİT KİLER (Devamla) - Dikmen’deki arsanızla almış olduğunuz
daireler belli Çankaya’da. Peki, Allah aşkına Didim’de tripleksi… (CHP ve MHP
sıralarından “Kendini anlat” sesleri, gürültüler)
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sen kendini anlat!
VAHİT KİLER (Devamla) - Manavgat’ta tarlayı, Çeşme’de dubleksi,
Gölbaşı’nda 8 no’lu tripleksi, Milas’ta meskeni, yine Çayyolu’nda tripleks
daireleri…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
VAHİT KİLER (Devamla) - Şurada sadece 28 tane benim aldığım mesken
var ve bunların en az değeri 20 milyon. Bunları nasıl edindiniz? Bunları bize açıkla, gel burada açıkla! (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kiler.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, bir sayın milletvekilinin
ticari ilişkilerini bu şekilde Meclis gündeminde kendisine endeksli olarak
değerlendirmesi doğru değil.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Ticari ilişki değil, iftiralara cevap
verdim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Biz millet için siyaset yapıyoruz, millet
için soruyoruz…
BAŞKAN – Sayın Kiler, lütfen…
VAHİT KİLER (Bitlis) – Millet için yapacaksa Alim Işık gitsin,
çiftçiyle ilgilensin.
BAŞKAN – Sayın Kiler…
OKTAY VURAL (İzmir) – …yoksa kendisinin sahip olduğu şirketle
ilgili değil.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Milletvekilinin iftiralarına cevap verdim.
BAŞKAN – Sayın Kiler, lütfen…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…
OKTAY VURAL (İzmir) – Önce millet! Sizin ticari hesabınızı başka
yerde vereceksiniz, milleti alet etmeyin.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Genç, önce Sayın Vural’ı dinleyeyim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, dün Mustafa Elitaş bana
sataşmıştı.
BAŞKAN – Bir saniye…
OKTAY VURAL (İzmir) – Milleti alet etmeyeceksin. Senin kamuyla
yaptığın ilişkilerin başka konu. Git, AKP’ye hesap ver.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Benim Allah’tan başka kimseye verilecek
hesabım yok.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, ben müsaadenizle söz
istiyorum, yalnız bunu açıklamam için yeterli bir süre verin, rica ediyorum.
BAŞKAN – Üç dakika veriyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama üç dakika yetmiyor.
BAŞKAN – Buyurun.
IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
2.- Tunceli Milletvekili
Kamer Genç’in, Bitlis Milletvekili Vahit Kiler’in, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ben sözümün arkasındayım. Bu
Parlamentonun çatısı altında görev yapan herkesin dürüst ve namuslu olması
lazım. (CHP sıralarından alkışlar) Olay şu, bakın: Kütahya Şeker Fabrikası
özelleştiriliyor. Özelleştirilen tapu işinde 113 dönümlük bir arazi var…
VAHİT KİLER (Bitlis) – Bu mal varlıklarını hangi parayla aldın?
KAMER GENÇ (Devamla) - …bu 113 dönümlük arazi Türkiye Şeker
Fabrikaları Anonim Şirketine aittir.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Parsel, tapu…
KAMER GENÇ (Devamla) – Ondan sonra bu Türkiye Şeker Fabrikaları…
VAHİT KİLER (Bitlis) – Parsel no, hepsi var.
KAMER GENÇ (Devamla) - …özelleştirildikten bir süre sonra
gidiyorlar, tapu memurunu getiriyorlar, oradaki Türkiye Şeker Fabrikaları
Anonim Ortaklığının üzerini çiziyorlar, malikin üzerini, Kütahya Şeker
Fabrikasını yapıyorlar.
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Aynen öyle.
KAMER GENÇ (Devamla) - Şimdi, Türkiye’de tapu var. Tapuyu
değiştirilebilmek için arkadaşlar, ya tarafların rızası lazım ya mahkeme kararı
lazım.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Suç duyurusunda bulun.
KAMER GENÇ (Devamla) - İkincisi, bu şeker fabrikası 200 milyon
dolar bedelindedir. Kendisi de geçen sene biz uçakla gelirken “Benim Şeker
Fabrikam 200 milyon dolardır, ben yalanını eğer tahrifatı şey edersen sana
kanıtlarım.” dedi. Siz orayı 23 milyon dolara aldınız ama kasım ayında orayı
teslim aldınız. O yılın kasım ayında, o seneki kâr 11 trilyon lira arkadaşlar.
23 milyon dolardan 11 trilyon lirayı tenzil ettiğiniz zaman 15 milyon dolara
geliyor.
Tabii, zamanımız olmadığı için… “Torunlar” aldı, siz buranın
ortağısınız.
OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, şirketlerin isimlerini burada şey
etmeyelim.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Namuslu insan iftira atmaz.
KAMER GENÇ (Devamla) – Arkadaşlar, geçen sene, biz, KİT
Komisyonunda -arkadaşlar burada- bunu sorduk. Kendisi, KİT Komisyonu üyesi
olarak, bir gitti Maliye Bakanlığından yazı aldı, bir gitti, aynı, Komisyon
takip ederken Maliye Bakanlığından özel yazı geldi.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Yalan söylüyorsun!
KAMER GENÇ (Devamla) - Özelleştirme İdaresinden özel yazı geldi,
birtakım böyle, değişik değişik yazılar. Burada birtakım şeyler anlatıyor.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Yazının tarihi 2007…
KAMER GENÇ (Devamla) - Arkadaşlar, Türkiye’de tapu kaydı önemli
mi, değil mi? Başkasının malı özelleştirildiği zaman benim malım da getirilip
onun üzerine dâhil edilirse bu olur mu? Tapu kayıtları önemli.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Savcılığa git, mahkemeye git.
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, arkadaşlar, bu arkadaşlar benim
malımdan, mülkümden bahsediyorlar. Bakın, ben otuz senedir parlamenterim,
nerede ne malım var, ne mülküm var servet beyanımda vardır. Ben milletvekili
olduktan sonra da üç tane kooperatifin ortaklığını yapmışım, onun dışında da
mal almamışım.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Çeşme’deki, Didim’deki malların hesabını
ver sen.
KAMER GENÇ (Devamla) - Ben 83 ile 87 arasında mali müşavirlik
yaptım, ondan önce Fransa’ya gittim, orada da bir buçuk iki sene kaldım.
Şimdi, diyorum ki: Bakın, şerefli insanlar çıkar… Hepimiz mal
beyanımızı koyalım ortaya, inceleyelim, Tayyip Bey’in de malını ortaya koyalım,
onu da koyalım, hesapları inceleyelim.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Biliniyor, saklı değil o. O
biliniyor, saklı değil.
KAMER GENÇ (Devamla) – İsviçre’deki o banka hesaplarını da
getirelim; var mı, yok mu, Bakanlığa soralım. Diyorlar ki “Sekiz tane bankada
800 milyon para var.”(x) Onları da getirelim, bütün hepimiz… Arkadaşlar,
şeffaflık, yiğitlik varsa, namus varsa…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) – … çıkarız, burada hem halkın huzurunda
bunları hâllederiz.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.
(x) Bu ifadeye ilişkin
açıklama 17/12/2011 tarihli 40’ıncı Birleşim Tutanak Dergisi’nin 482’nci
sayfasındadır.
KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Samanlık seyran oldu mu? Onu anlat!
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Saklı gizli bir şey yok.
KAMER GENÇ (Devamla) - Sayın Başkan, üç dakikayla olmaz ki ama!
BAŞKAN – Bakın, hep üç dakika veriyorum. Ne olur… Ne olur…
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN - Buyurun.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Başkanım, Sayın Milletvekilinin
dile getirdiği işlemlerle alakalı yorum yapmış bir milletvekili, açıklama
yapmış bir milletvekili olarak şahsıma yönelik bir sataşma vardır.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Hiç alakası yok.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sataşma yok.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Ve bu konu son derece önemli bir
konudur.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Bakın, her şeye çok esnek davranırım ama yok, öyle bir
şey yok. Aksi takdirde tutanak getirtirim, bakarım. Yani… Lütfen…
Bir saniye… Şimdi, şeyi dinleyeceğim.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Tamam, tutanaklara bakalım Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Tamam, bekleriz, bakarız. Onun için, lütfen…
ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, Sayın Milletvekili ismimden de
bahsetti, konuyla ilgili bir açıklama yapmam lazım.
BAŞKAN – Şimdi, benim gördüğüm, Sayın Kiler’in söyledikleri
arasında Sayın Işık ve Sayın Genç vardı.
Siz de bir sataşmaya mahal vermeden.
Buyurun.
3.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, Bitlis Milletvekili Vahit Kiler’in, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri;
tabii Sayın Milletvekilimizin şirketin ortağı olarak bu konuyla ilgili açıklama
yapması gayet normaldir. Kendisine teşekkür ediyorum ayrıca açıklamalarından
dolayı ancak bir malın ortağı olmak bu konuda yapılmış olan bir usulsüzlüğü ya
da haksızlığı örtme anlamına hiçbir zaman gelmeyecektir.
VAHİT KİLER (Bitlis) – O arsa kimin, arsanın sahibi kimler?
ALİM IŞIK (Devamla) - Bir saniye…
Arsanın sahibi Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi. Bunu… (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
VAHİT KİLER (Bitlis) – Kütahyalılar biliyor.
ALİM IŞIK (Devamla) - Evet, Kütahya halkı çok iyi biliyor bunu.
Lütfen, yani ben sizi dinledim. Ben sadece sizin şahsınıza bir şey
demiyorum.
Burada, Sayın Bakana verdiğim Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulunun raporunu lütfen siz de okuyunuz. O raporda bu işin safahatı çok
detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Geçen yıl KİT Komisyonunda sizin de
olduğunuz bir komisyonda ben bu düşüncelerimi orada anlattım ama tabii ki
Komisyon üyelerinin iradesine hiç kimsenin ipotek koyması mümkün değildir, o
rapor oylandı, geçti.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Komisyonda dediniz ki: “Fabrika haklı, KİT
haklı.”
ALİM IŞIK (Devamla) - Hayır, bakınız, siz haklı olabilirsiniz
size…
Bakınız, ben burada Genel Kurulda ne konuştuğumu biliyorum.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Mahkemeden bahset.
ALİM IŞIK (Devamla) - Sayın bürokratlar kendilerinin yaptığı bir
hatayı Sayın Bakana yüklüyorlar. Bu özelleştirme kitapçığında…
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Mahkeme ne dedi mahkeme, onu söyle.
ALİM IŞIK (Devamla) - …o arsanın yer almaması gerekiyor ama siz
haklı olarak diyorsunuz ki…
OKTAY VURAL (İzmir) – Demek ki bilerek koydurttunuz onu.
ALİM IŞIK (Devamla) - …“Bu bizim kitapçığımızda var, biz bu arsayı
talep ediyoruz.” ama ben de size şunu söylüyorum: Niçin, devir teslim yapıldığı
ekim ayına kadar bu arsanın peşine düşmediniz? Aradan sekiz ay geçiyor, ondan
sonra aklınız başınıza geliyor, gidiyorsunuz tapu müdürüne bir dilekçeyle bu
tapuyu alıyorsunuz. Orada, Denetleme Kurulunun raporlarında aynen şu yazıyor…
AHMET YENİ (Samsun) – Bir dilekçeyle.
ALİM IŞIK (Devamla) - …“Bu paranın Kütahya Şeker Fabrikası
tarafından ödenmiş olması malın sahibi olmayı gerektirmez.” rapor da orada,
rapor yazıyor. Dolayısıyla, bir mahkeme kararı olması lazım veya Özelleştirme
İdaresi Başkanlığının bu konuda yazısı olması lazım. Ben soruyorum: Mahkeme
kararı bu konuda var mı, Özelleştirme İdaresinin muvafakati var mı? Yok. Siz,
şimdi, oradaki tapu müdürüyle bu işi yaptıysanız onu kamuoyu değerlendirecek.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Alim Hoca, haksızlık yapıyorsun.
ALİM IŞIK (Devamla) - Yargıya da intikal etmiş bu.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Bak, Alim Hoca, Kütahya Şeker
Fabrikasının…
ALİM IŞIK (Devamla) - Hayır, efendim, bakınız, ben…
AHMET YENİ (Samsun) – Hocam, nasıl söylersin sen bunu ya!
ALİM IŞIK (Devamla) - Efendim, raporlar söylüyor, ben
söylemiyorum, Denetleme Kurulunun raporları burada.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Yanlış söylüyorsun.
ALİM IŞIK (Devamla) - Siz de lütfen bir milletvekili olarak –veriyorum-
2009 yılı Yüksek Denetleme Kurulunun, Şeker Fabrikasıyla ilgili ve Şeker
Kurumuyla ilgili raporunu lütfen okuyunuz. Dolayısıyla…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – O iddianamede davacı sensin. O davada
mahkeme süreci…
ALİM IŞIK (Devamla) – Ben davacı değilim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Müşteki olarak sen varsın.
OKTAY VURAL (İzmir) – Ya telaşlanma kardeşim, telaşlanma ya!
ALİM IŞIK (Devamla) – Ben müştekiyim. Müştekiyim, davacı devletin
cumhuriyet başsavcısı, kamu davası açmış ve konuyu bu şekle bağlamıştır.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sorduğumuz, yanlış işlemler.
KEMALETTİN YILMAZ (Afyonkarahisar) – Yanlış hesap Bağdat’tan
döner!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hiç yakışmıyor size, doğru
söylemiyorsunuz.
ALİM IŞIK (Devamla) – Dolayısıyla, Sayın Başkanım, şimdi bilmediğiniz
konuda konuşursanız ben “Yakışmıyor” diye bir laf etmem size. Çıkar burada
konuşursunuz, savunursunuz ama ben diyorum ki bir haksızlık yapılmıştır, kamu
malının takipçisi olmak…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİM IŞIK (Devamla) – …bizim görevimizdir.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, ismimden bahsetti, söz
verir misiniz.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Sayın Başkan…
BAŞKAN - Sayın Kiler…
VAHİT KİLER (Bitlis) – Sayın Başkan, 60’a göre düzeltme hakkım
var.
BAŞKAN – Yok, 60’a göre düzeltme yok çünkü ben çok dikkatle…
VAHİT KİLER (Bitlis) – Sayın Başkan, yanlış ifadeler kullandı.
BAŞKAN – Muhterem, bir dakika… Ben bu konuyu çok dikkatle izledim.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Sayın Başkan, bakın bir şey söyleyeyim…
OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, bu beyefendinin ticari
ilişkilerinin burada savunulacak yeri yok.
BAŞKAN – Sayın Vural…
OKTAY VURAL (İzmir) – Mahkemeye gitmiştir, kamu hakkını
savunuyoruz.
BAŞKAN - Sayın Vural…
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Bakana cevap veriyor.
BAŞKAN – Sayın Vural…
OKTAY VURAL (İzmir) – Kiler’in özel işi değil ki bu Allah’ını
seversen!
BAŞKAN – Sayın Vural…
Şimdi bakın, Sayın Alim Işık, bugün iki konuşma yaptı aynı konuda.
Hiç sizinle ilgili yani sizi haksız gösterecek…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ama “Tapu sicil memurunu
ayarlıyorsunuz.” diyor.
BAŞKAN - Bir saniye… Bir saniye…
Sürekli olarak Sayın Bakanın üzerinden bürokratları suçlayan,
onların kusurlu olduğunu söyleyen konuşmalar yaptı yani sizin bu konuda
herhangi…
VAHİT KİLER (Bitlis) – Ama sayın Başkan…
BAŞKAN - Bir saniye canım, bir dakika ben de konuşayım, ha bire
siz konuşuyorsunuz. Veririm ara, kalır biter. Anlamaya çalışıyoruz.
Şimdi dolayısıyla, ben sizin, Sayın Alim Işık’ın konuşmalarında
adınızı, ikisini de dikkatle dinlememe rağmen, hiç yani ne sizi ilzam eden ne
sizinle ilgili bir cümlesi geçmedi; bir.
İkincisi…
Yani oradaki, şu anda da konuşurken “Ben size bir şey demiyorum,
bürokrasinin yaptığı hatayı, kusuru Bakanın üzerine yıkıyorlar.” diye bir cümle
kullandı. Dolayısıyla, burada sataşma yok; bir. Yani sizinle ilgili bir mevzu
yok. Şimdi, mümkünse sonra kendi aranızda hâlleşirsiniz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, izin verir misiniz.
BAŞKAN - Bakın, mümkünse şu maddeyi bitirelim. Yani sataşma
görmedim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, izin verir misiniz.
BAŞKAN - Efendim…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Işık, Sayın Milletvekilime hitap
ederek ve o tarafa dönerek “Sekiz ay sonra tapu memurunu ayarlayarak aklınız
başınıza geldi, tapu memurunu ayarladınız.” dedi.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Hayır, hayır ayarlayarak… Öyle bir şey yok.
BAŞKAN – Hayır hayır, yok
yapmayın. Hayır hayır, ben…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Öyle demediyseniz, düzeltsin.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Yakışmıyor size. Hayır, hayır…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Öyle demediyseniz, öyle demediğinizi düzeltsin.
BAŞKAN – Şimdi bakın, bu
sataşma…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Öyle demediniz…
ALİM IŞIK (Kütahya) – Hayır… Hayır…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Öyle demediyseniz, tamam.
BAŞKAN – Sayın Elitaş…
ALİM IŞIK (Kütahya) – Öyle bir şey yok.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – “Sekiz ay sonra” dediniz.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Hayır…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ayarladınız…
ALİM IŞIK (Kütahya) – Ama bakın, sekiz ay sonra müracaat
ediyorsunuz…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Başkanım, müzakereye devam edelim.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Benim düzeltme yapmam lazım.
BAŞKAN – Hayır hayır, ben çok dikkatle… Lütfen…
VAHİT KİLER (Bitlis) – Sayın Başkan, Bütçe Komisyonunda…
BAŞKAN – O işin sonu gelmez, lütfen…
OKTAY VURAL (İzmir) – Devam edelim efendim, kararınız doğrudur
dolayısıyla bu konuda bir değerlendirme yapmaya gerek yok.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Hayır yaptırmayacağım. Ne olur ya, yapmayın, oturun
yerinize, lütfen rica ediyorum.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Bakan cevap versin efendim.
BAŞKAN – Şimdi, ben sataşmalarla ilgili yapılan konuşmaları çok
dikkatle dinlerim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Bravo Başkan!
BAŞKAN – Sayın Işık,
gerçekten, hatta siz de haklısınıza… Onu karşılayacak bir cümle kurdu sizinle
ilgili, bürokrasiyi suçladı.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Geçen sene komisyonda…
BAŞKAN – Şimdi komisyonu
burada tartışamayız kardeşim! Geçen senenin komisyonunu bugün bana söylemeyin.
Şimdi, müzakereye devam ediyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, biz kamusal menfaat peşindeyiz siz
başka menfaatleri tartışıyorsunuz, lütfen…
II.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S.
Sayısı: 87) (Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki
İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S. Sayısı: 88) (Devam)
BAŞKAN – Evet, şahısları adına ilk söz Mersin Milletvekili Sayın
Çiğdem Münevver Ökten’e aittir.
Buyurun Sayın Ökten. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÇİĞDEM MÜNEVVER ÖKTEN (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılı
merkezî yönetim bütçesinin 11’inci
maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
11’inci madde bir uygulama maddesidir. Bu maddenin birinci
fıkrası, Öğretim Üyesi Yetiştirme Projesi kapsamında yer alan ödeneğin kullanım
esaslarına dayanır. Bu ödenek Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı bütçesinden
ayrılmaktadır. Bu bütçe 2002 yılına kıyasla 2012 yılında yüzde 410 artarak 12
milyar 743 milyon 603 bin liraya ulaşmıştır ve üniversitelerimizin konsolide
bütçeden aldığı pay 2002 yılında yüzde 2,54 iken 2012 yılında yüzde 3,63’e
yükseltilmiştir.
İlimiz Mersin için de ödenek geçen yıl 30 milyon 500 bin lira iken
2012 yılında bu rakam 47 milyon 193 bin liraya yükseltilmiştir.
Değerli milletvekilleri, büyük ve güçlü devlet olmanın yolu,
eğitilmiş insan gücüne verilen değerden, dünyayı tanıyan ve doğru algılayan,
vizyon sahibi gençlerin ve bilim insanlarının şiddete karışmadan, çağın bilgi
ve teknolojisiyle donatılmasından geçer.
İşte, AK PARTİ Hükûmetlerinin temel amacını oluşturan, Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ün de işaret ettiği muasır medeniyetler seviyesini aşmak
gayesiyle bugün tüm yurtta 50’si devlet ve 39’u vakıf üniversitesi olmak üzere
89 adet üniversite kurarak üniversite sayısı 165’e ulaşmıştır.
Hızla artan doktora öğrencilerinin demografik yapısı
incelendiğinde, bu artışın önemli bir bölümünün kadın doktor öğrencilerinin
oluşturduğunu görüyoruz. Sayıları artan bu ilim yuvalarında nitelikli öğretim
elemanı istihdam edebilmek adına Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı yürürlüğe
girmiştir. Bu programda araştırma görevlilerine lisans üstü eğitim
yaptırılmaktadır. Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı kapsamında 2010 yılında
atanan araştırma görevlilerine Malta’da yabancı dil eğitimi verilmiştir. Bu
akademik çalışmayla ilgili seyahat giderleri olarak da öğrenci başına 30 bin
lira aktarılmıştır. Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı çerçevesinde yabancı dil
eğitimi için 882’si yurt içinde, 542’si yurt dışında olmak üzere toplam 1.485
araştırma görevlisi için üniversitelerimize 15 bin lira ödenek ayrılmıştır.
Sonuç olarak bu programın amacı, ihtiyaçlar doğrultusunda,
alanında iyi yetişmiş, nitelikli, özgün ve bilimsel düşünebilme kapasitesi
yüksek, uluslararası yayınları takip edecek yabancı dil seviyesine sahip
öğretim görevlileri yetiştirmek esasına dayanır.
Değerli milletvekilleri, bu program kapsamında, yeni kurulmuş
üniversitelerimiz, alanında güçlü üniversitelerimizin birikiminden
faydalandırılacaktır. Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı, ilk olarak 2002
yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesiyle başlatılmış, bugün itibarıyla Türkiye
genelinde 39 üniversitede uygulanmaktadır. Bu uygulama iyileştirilecek,
yaygınlaştırılacak ve 2023 yılına kadar en az 20 bin öğretim görevlisi bu
program kapsamında yetiştirilecektir.
Sayın Başkan ve değerli milletvekilleri; 61’inci Hükûmet
Programı’nda da belirtildiği üzere, yükseköğretim sistemi tüm yönleriyle
reforme edilecek, daha özerk üniversite ve kendine özgü gelişme alanları
içerisinde yarışacağı rekabetçi bir ortam oluşturulacaktır. Özel sektörün
üniversite kurması yönündeki teşvikler devam edecektir. İnsana yapılan asıl
yatırımın eğitimden geçtiği bilinciyle hazırlanan bu program, ülkemize öğretim
üyesi yetiştirilmesinde de yarar sağlayacaktır.
Bu düşüncelerle, 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin ülkemize,
halkımıza hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ökten.
Şahıslar adına son söz, Muş Milletvekili Sayın Muzaffer Çakar’ın.
Buyurun Sayın Çakar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUZAFFER ÇAKAR (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 87
sıra sayılı, 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 11’inci
maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, biraz önce Cumhuriyet Halk Partili hatip arkadaşım,
Iğdır Üniversitesinde öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının 600 olduğunu
söyledi ama hemen Iğdır Üniversitesi Rektörüyle yaptığımız irtibatta, öğretim
üyesi başına düşen öğrenci sayısının 600 değil, 57 olduğunu söyledi. Öğretim
üyesi değil de öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısının da 20 olduğunu
ifade ettiler. Cumhuriyet Halk Partili arkadaşımın bilgisine arz ediyorum.
Ayrıca, bugünkü üniversite veya YÖK sistemini eleştiren
arkadaşlarıma, geçmişin bir iki hatırasını burada hikâyecik tarzında anlatmak
istiyorum.
Sayın milletvekilleri, evrensel değerlerin öncülüğünü yapması
gereken üniversitelerde rektörlerden gördüğüm birkaç çarpıcı olayı
bilgilerinize arz etmek istiyorum: Ben daha üniversite birinci sınıf öğrencisi
iken rektörümüz başı örtülü bir kız öğrenciye hakaret edip ağlatmıştı. Bir iki
gün sonra zemin katta küçücük ve karanlık bir odada öğle namazını kılmaya
giderken kapalı kapıyı açtığımızda yanımızdan korkuyla mescitten kaçan bir
köpek gördük. Köpek akşamdan oraya kilitlenmişti, zavallı hayvan sabaha kadar o
daracık yerde gezinip durmuş ve halıyı berbat etmişti. Bu durumu görünce
ağlayarak halıyı yıkayıp yerine serdik, birkaç arkadaş ile olayı protesto eden
bir not okuduk. Rektör bizleri irticacı diye Sıkıyönetim Komutanlığına şikâyet
etti, şimdi müzeye dönüştürülmek istenen Diyarbakır Askerî Cezaevinde akla
gelebilecek bütün insanlık dışı işkencelere aylarca maruz kaldık. Paslı
makineler ile saçımız tıraş edilmeye çalışılıyordu, makineler kesmeyince elle
saçlarımızı yolmaya başladılar, derimiz kafatasımızdan ayrıldı. İki buçuk yıl
devlet güvenlik mahkemesinde 163’üncü maddeden yargılandıktan sonra beraat
ettik ama beraat etmiş olmamız yetmedi, bu işlemiş olduğumuz halı yıkama cürümü
hiçbir zaman peşimizi bırakmadı, sicillerimize işlenerek sekiz-dokuz yıl
üniversitede kadromuz verilmedi, özlük haklarımızdan mahrum bırakıldık. Yıllar
sonra üniversitemizin rektör yardımcısı bir gün beni yanına çağırdı, ikna
odasında, çalışkan ve dürüst bir insan olduğumu söyledi, eşimin başını açması
kaydıyla bana kadro vereceğini ifade etti. Ben de kendisine eşimin başını
açmaktan ise benden ayrılmayı göze alabileceğini ifade ettim. Bunu söyledikten
sonra kendisine hitaben dedim ki: “Hocam diyelim eşi gözden çıkardık ama bu
problem aşılmış olmaz.” “Niye?” söyleyince dedim ki: “Babam sakallı, annem
çarşaflı, yetmiş yaşından sonra bunların kılık kıyafetine dair nasıl bir çözüm
önerirsiniz?” dedikten sonra rektör yardımcımız dudaklarını bükünce, ben de kendisine
dedim ki: “Önerilerinizi yerine getirmektense ömür boyu asistan kalmayı tercih
ederim.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunu söylediğim için senelerce bana
bedel ödettirildi.
En son görev yaptığım Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesinin
Rektörü AK PARTİ’nin işini bitirdiklerini, yakında darbe olacağını ve darbe
sonrası kurulacak hükûmetin Tarım Bakanı olacağını ifade ediyordu. İşte Sayın
Abdullah Gül’den önce üniversiteler bu zavallı zihniyetin esiri
durumundaydılar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
VELİ AĞBABA (Malatya) – Farkınız ne, farkınız ne şimdi? Şimdi de
mezhepten olanları almıyorsunuz, etnik kimliklerine bakıyorsunuz, siyasi
görüşlerine bakıyorsunuz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Ayıp, ayıp, ayıp.
MUZAFFER ÇAKAR (Devamla) - Üniversitelerde gerçekleştirdiği
reformlardan dolayı bu millet Yusuf Ziya Özcan ismini daima minnet...
VELİ AĞBABA (Malatya) – Siz ne yapıyorsunuz, ne yapıyorsunuz siz?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Bilimsel konuş ya, ayıp ya,
bilimsel konuş ya...
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– Niye rahatsız oluyorsun?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Kim zavallı ya?
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Niye rahatsız oluyorsun? Yaşadığını
anlatıyor.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Niye zorunuza gidiyor?
MUZAFFER ÇAKAR (Devamla) - ...şükran ve saygıyla anacaktır. Ben de
şahsım adına şükranlarımı sunuyorum. Yeni YÖK Başkanımıza da başarılar
diliyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakar.
MUZAFFER ÇAKAR (Devamla) – Yasa değişikliği olmaksızın
üniversitelerdeki.....
VELİ AĞBABA (Malatya) – Ali Demir’i söyle, Ali Demir’i. Sınavdaki
yolsuzlukları söyle, onu da söylesene.
MUZAFFER ÇAKAR (Devamla) – ...gerginliğin giderilmesine katkıda
bulunan bütün siyasi parti mensuplarına şükranlarımı sunuyorum.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sınavdaki yolsuzlukları söyle, ÖSYM’yi
söyle, çalınan soruları söyle, polis okulunu söyle, söylesene onları.
MUZAFFER ÇAKAR (Devamla) – Demek ki iyi niyetli...
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) - Ya darbe iddiaları seni niye rahatsız
ediyor?
VELİ AĞBABA (Malatya) – Darbeyi savunan sizsiniz.
MUZAFFER ÇAKAR (Devamla) – ...olduktan sonra...
BAŞKAN – Sayın Çakar, Sayın Çakar...
Teşekkür ederim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Niye savcılığa şikâyet
etmiyor, savcılığa şikâyet etsin.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Konuşma yapıyor, niye rahatsız
oluyorsun?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Savcılığa şikâyet etsin.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sana mı soracak konuşurken?
MUZAFFER ÇAKAR (Devamla) – ...Türkiye'nin en kronikleşmiş
sorunları çok daha rahat çözülebiliyormuş.
BAŞKAN – Muhterem Çakar...
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Evet.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Muş Şeker Fabrikasına sahip çık, Muş.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Rektörü savcılığa şikâyet
ettin mi?
MUZAFFER ÇAKAR (Devamla) – Bütün sorunların çözümü... (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Çakar, süreniz bitti.
Çok teşekkür ediyorum.
Lütfen yerinize...
Evet buyurun Sayın Kaleli.
SENA KALELİ (Bursa) – Sayın Başkan, bir düzeltme yapmak istiyorum.
“Cumhuriyet Halk Partisi Konuşmacısı öğretim üyesi sayısına düşen öğrenci
sayısını 600 olarak verdi.” dediniz. Ben böyle bir rakam vermedim, orada bir
hata oldu herhâlde.
MUZAFFER ÇAKAR (Muş) –
Verdiniz, verdiniz.
SENA KALELİ (Devamla) – Ben demedim, Milliyetçi Hareket
Partisinden arkadaşımız söyledi, tutanaklara bakabilirsiniz. Benim bir…
YUNUS KILIÇ (Kars) – Doğru, haklısınız.
SENA KALELİ (Devamla) – Zühal Hanım söyledi. Bir yanlışlık
olmasın.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Soru-cevap…
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, Zühal Hanım da…
BAŞKAN – Buyurun.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Efendim, hakaret mi var,
düzeltme mi acaba?
ZÜHAL TOPCU (Ankara) – Düzeltme var, hakaret değil.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Topcu.
ZÜHAL TOPCU (Ankara) – Evet, teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Şimdi, verilen rakamlarda -çünkü biliyorsunuz oranlar her ay
değişebiliyor- önemli olan öğretim üyesi başına düşen oran…
MUZAFFER ÇAKAR (Muş) – Yıllar öncesi…
ZÜHAL TOPCU (Devamla) – Yıllar öncesi değil efendim, yıllar öncesi
değil.
O oranla bir sürü öğrenci mezun ettik, onu da söyleyeyim.
YUNUS KILIÇ (Kars) – Hayır efendim.
ZÜHAL TOPCU (Devamla) – Yeni mezun ettiğimiz öğrencilerimiz derse
girdiler bu üniversitelerde. Bakın, ondan sonra telefon açıp soruyorlardı:
“Hocam, dersi nasıl anlatalım?” diye. Bizim amacımız üzüm yemek, bağcı dövmek
değil aslında. Önemli olan hep birlikte kaliteyi nasıl artırabiliriz, amacımız o.
YUNUS KILIÇ (Kars) – Iğdır Üniversitesini ben kurdum, sizin
haberiniz yok.
ZÜHAL TOPCU (Devamla) – Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Topcu, soru sormak için sisteme girmişsiniz.
Buyurun.
ZÜHAL TOPCU (Ankara) – Evet, teşekkür ediyorum.
İlk olarak, Konya Selçuk Üniversitesini bölerek Konya Üniversitesi
adı altında yeni bir üniversite yapıldı. İlahiyat, eğitim ve tıp fakülteleri
alındı buradan. Özellikle araştırmaların yüzde 75’i tıp fakültesinden
yapılıyordu. Acaba bu sürdürülecek mi? Oradaki öğrencilerin ve öğretim
üyelerinin motivasyonları, idealleri dikkate alındı mı bunlar yapılırken?
Demokrasiye ve insan haklarına ne kadar uygun? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir diğeri, rektörlük seçimleri hocalar ve yönetim arasında
kutuplaşmaya yol açıyor. Acaba rektörlük seçimlerinde yeni bir yolu takip
etmeyi düşünüyor musunuz?
Bir diğeri de üniversitelerin teknik eğitim fakülteleri, mesleki
eğitim, ticaret, turizm eğitimi, endüstriyel sanatlar fakülteleri kapandı.
Burada mağdur olan bir sürü hoca var. Bunlar şu anda çaresiz. Ne yapmayı
düşünüyorsunuz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz.
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Şimdi, Adana’da aralarında Millî Emlak Müdürünün de bulunduğu 5
millî emlak memuru 100 bin liralık arazileri birinci şahıslara veriyor, onlar
da 1 milyon liraya ikinci şahıslara veriyor diye polis operasyonu sonucunda
yakalandılar ve mahkemece tutuklandılar.
Şimdi, devletin arazilerinin bu şekilde yapıldığı bir noktada,
Adana gibi bir yerde denetimde mi eksikliklerimiz var? Bunu bir sormak
istiyorum.
İkincisi de ben bir önceki turda sormuştum. Kızıldağ’da,
Gildirli’de, Çevlik’te, Çukur’da milletin elinden araziler alınıyor. Bu hazine
arazilerini kırsal kalkınma amacıyla -köylülerimiz zaten fakir- buralara
sembolik rakamlarla vermemiz daha uygun olmaz mı? Şehir merkezlerinde bu
şekildeki usulsüzlüklere yol açabilecek iş adamlarına vermektense, köylüleri
yerlerinde kalkındırmak maksadıyla sembolik rakamlarla bu hazine arazilerini
köylülere vermemiz üretim girdileri açısından daha faydalı olmaz mı diye soruyorum.
Teşekkür ederim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Öztürk.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Başkan, öncelikle bu kürsünün bir
milletvekilinin ticari ilişkilerinin savunulmasına sahne olduğunu yadırgadığımı
ifade ediyorum ve Sayın Bakana soruyorum.
Gönüllü köy korucularıyla ilgili olarak, ekonomik ve sosyal
bakımdan herhangi bir geliştirme düşünüyor musunuz?
Diğeri, devlet kuruluşlarında altı aydan daha kısa çalışanlara
kadro vermediniz. Sizce de burada bir haksızlık söz konusu değil mi?
BAŞKAN – Sayın Erdemir.
AYKAN ERDEMİR (Bursa) – Sayın Bakan, Türkiye'de sürdürülebilir
kalkınmanın ve bilgi ekonomisine geçişin önündeki büyük bir engelle ilgili
olarak sizi ve grubunuzu uyarmayı tarihsel bir sorumluluk olarak görüyorum.
Hükûmetiniz, hayvancılıkla ilgili bir kanun hükmünde kararnameye
eklediği torba hükümlerle, Türkiye Bilimler Akademisinin yapısal özerkliğini
sona erdirmiştir. Hükûmetinizin bu kararı, seksen sekiz yıllık cumhuriyet
tarihimizin en büyük akıl tutulmalarından biridir.
TÜBA’nın 2012 yılı bütçe tasarısında, Türkiye'nin liyakat
ilkelerine göre seçilmiş en nitelikli bilim insanları olarak tanımladığınız
saygın öğretim üyelerimizden 58’i bu vahim uygulamanıza tepki olarak istifa
etmişlerdir. Hükûmetinizin özerkliğe tahammülü olmayan otoriter anlayışı,
Türkiye’yi patent ve faydalı model üretemeyen, küresel değer zincirlerinin
teğet geçtiği, rekabet edemeyen ve düşük katma değerli üretime mahkûm bir ülke
olmaya mahkûm edecektir. Yandaş Bilimler Akademisi oluşturmak gibi çapsız bir
hedef uğruna Türkiye’de bilgi ekonomisinin…(CHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Şandır…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim efendim.
Sayın Bakan, aslında Orman Bakanlığıyla ilgili gibi görünüyorsa da
2B arazileri doğrudan sizin bakanlığınızla ilgili. Bu 2B arazilerinin
satılmasıyla ilgili kanunu ne zaman çıkaracaksınız?
İkinci husus, özellikle orman içi ve kenarı köylerinin tarım için
kullandığı 2B arazilerini, hatta hazine arazilerini bu köylülere bedelsiz
vermeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Vural…
Otuz iki saniyeniz var, değerlendirin.
OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim.
Efendim, biraz önce Sayın Cumhurbaşkanının görev süresini sordum.
Sayın Bakan “bilmiyorum” dedi ama KPSS 2010’da sormuşlar: “Cumhurbaşkanının
görev süresi kaç yıldır? 3, 4, 5, 6, 7” diye, doğru cevap da “5” demişler.
Sayın Bakan, sizin bilmediğinizi vatandaş nasıl bilecek? (MHP ve
CHP sıralarından alkışlar)
Teşekkür ederim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Eğer yedi yıl yaparsanız bu öğrencilerin
hepsi dava açar size.
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
Tam beş dakikanız var, değerlendirin.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Sayın Başkanım, ben
teşekkür ediyorum.
Meclis Başkanımız da açıkladı “Cumhurbaşkanımızın görev süresine
Meclisimiz karar verecek.” diye. Dolayısıyla, benim de cevabım o yöndeydi.
Dolayısıyla, ben Sayın Vural’a cevap verdim.
Değerli arkadaşlar, müsaade ederseniz, yine en sondan başlayayım.
2B kanununa ilişkin çalışmalar aslında son aşamaya gelmiş durumda
ama henüz Bakanlar Kuruluna sunulmadı. Dolayısıyla, Meclise ne zaman
gönderileceğini tam olarak yani kesin olarak söyleyemem.
Tarım arazilerinin, hazine veya orman niteliğindeki tarım
arazilerinin köylülere satılması hususunda şu anda yapılan bir çalışma yok.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yani bedelsiz olarak mı Sayın Bakan?
Vatandaş da bekliyor ama cevabınızı.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Ben anlıyorum; yani
bedelsiz.
Değerli arkadaşlar, şimdi müsaade ederseniz, bu yükseköğretimle
ilgili de epey soru geldi, maddemiz de onunla ilişkili.
Şimdi, 2002 yılında yükseköğretim bütçesi, bu fiilî olarak
harcanan miktarı söylüyorum, 2 milyar 496 milyon lira. 2012’de öngördüğümüz
rakam 12 milyar 744. Yani doğru bir karşılaştırma açısından söylüyorum. 2002
yılında fiilen harcanan miktar yüzde 2,6 yani bütçenin yüzde 2,6’sı, gayrisafi
yurt içi hasılanın yüzde 0,7’si. Şimdi, 2012’de ise öngörülen rakam bütçenin
yüzde 3,63’ü, gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 0,89’u; doğru bir rakam.
Yalnız burada, tabii ki üniversitelerin ARGE bütçeleri de 2002’de
87 milyon lira iken 802 milyon liraya çıkıyor. Çok ciddi bir artış var. Aslında
bu, TÜBA’yla ilgili de sorulan soruya da bir cevap. Gerçekten biz, ilme,
ARGE’ye çok büyük önem veriyoruz ve o konuda en ufak bir tereddüdün olmaması
lazım.
Müsaade ederseniz bir rakam daha söyleyeyim. Çünkü TÜBA’yla ilgili
sorulan soruda denildi ki: “Patent başvurusunda Türkiye geriye düşüyor.” Bakın,
2002 yılında patent tescilleri 1.784. Hâlbuki 2010 yılında aynı rakam 5.510’a
çıkmış. Dolayısıyla patent tescili anlamında Türkiye hakikaten çok ciddi bir
performans göstermiştir. Patent başvurularında ise 2002 yılında yine 1.874
civarında iken, 8.343’e çıkmış rakam. Dolayısıyla yerli, yabancı patent
başvurusunda muazzam bir artış var, 4 kattan fazla bir artış var.
Yine tescilde de yaklaşık 1.800’den 5.510’a kadar bir artış var
değerli arkadaşlar.
Üniversitelerimize öğretim üyesi olarak da, memur kadrosu olarak
da çok ciddi artışlar verdik. Sadece 2012 yılında 9 bin akademik kadro
veriyoruz ve tabii ki son dört yılda -ki küresel krizin de içinde olduğu
yıllardır- 2012 dâhil, 36 bin akademik kadro imkânı, yani tahsis ediyoruz
üniversitelerimize. İnşallah üniversitelerimiz bunları kullanma imkânı bulur.
ARGE personelimiz ise, 2002 yılında yaklaşık 80 bin kişi iken şimdi yaklaşık
147 bin kişiye ulaşmıştır.
Yine, sorulan sorulara devam edeceğim, eğer soruları bulabilirsem
tabii.
Adana’yla ilgili bir soru var değerli arkadaşlar. Millî Emlak
Müdürlüğünde yolsuzluk iddialarıyla ilgili olarak merkezî denetim elemanı
görevlendirilmiş, konuya ilişkin incelemeler devam etmektedir. Bu konuda en
ufak bir tereddüdünüz olmasın, ne gerekiyorsa yapacağız. Yani, maliyede de
bütün kurumlarda da yanlış yapan arkadaşlarımız olabilir ama burada önemli
olan, Bakanlığımızın ne yaptığıydı arkadaşlar.
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Köylülere, köylülere Sayın Bakan… Esas
bizim meselemiz köylüler.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Ama bu konuyu gündeme
getirdiniz, önemsiyorum, denetim elemanını görevlendirmişim, bu konuda ne
gerekiyorsa yapacağız. Cumhuriyet savcılarımız olsun, Maliye Bakanlığı olsun,
ne gerekiyorsa yapıyoruz.
Ha, hazine arazilerini köylülere verecek miyiz? Dediğim gibi az
önce, şu an itibarıyla önümüzde böyle bir çalışma yok. İleride gündeme gelirse,
Meclisimize getireceğiz. Meclisimiz bu konuda gereken kararı verir.
Bir, son şey söylemek istiyorum Sayın Başkan: Az önce bir değerli
milletvekilimiz burada konuşurken, benim bir komisyona özel rapor gönderdiğim
söylendi. Ben KİT Komisyonuna bugüne kadar özel bir rapor göndermedim, hele KİT
Komisyonuna, son bir yıl içinde, hiçbir rapor göndermedim yani Bakan olarak.
Ha, başka birimlerden dolaylı olarak gitmiş olabilir, Özelleştirme İdaresi
vermiş olabilir ama Maliye Bakanı olarak, ne özel ne genel, KİT Komisyonuna ben
bir rapor göndermedim Sayın Başkan. Onu da düzeltmek istiyorum.
Çok teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.
V.- ÖNERİLER
A)
Danışma Kurulu Önerileri
1.- Genel Kurulun, 17
Aralık 2011 Cumartesi ve 18 Aralık 2011 Pazar günkü birleşimlerinin saat
13:00'te başlamasına ve günlük programların bitimine kadar çalışmalarına devam
etmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No: 12 Tarih:16/12/2011
Danışma Kurulunun 16/12/2011 Cuma günü yaptığı toplantıda,
aşağıdaki önerinin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.
Cemil
Çiçek |
Türkiye
Büyük Millet Meclisi |
Başkanı |
|
Adalet ve
Kalkınma Partisi Cumhuriyet
Halk Partisi |
Grubu Başkan
Vekili Grubu
Başkan Vekili |
Mustafa
Elitaş Emine
Ülker Tarhan |
|
Milliyetçi
Hareket Partisi Barış
ve Demokrasi Partisi |
Grubu Başkan
Vekili Grubu
Başkan Vekili |
Oktay
Vural Pervin
Buldan |
Öneri:
Genel Kurulun,
17 Aralık 2011 Cumartesi ve 18 Aralık 2011 Pazar günkü
Birleşimlerinin saat 13:00'te başlaması ve günlük programların tamamlanmasına
kadar çalışmalarına devam etmesi,
önerilmiştir.
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Programa göre 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın oylanmamış maddelerinin görüşmelerini
ve oylamalarını yapmak için, alınan karar gereğince 17 Aralık 2011 Cumartesi
günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.