TÜRKÝYE BÜYÜK MÝLLET MECLÝSÝ
YASAMA DÖNEMİ CİLT YASAMA
YILI
24 8 2
TUTANAK DERGİSİ
32’nci BİRLEŞİM
9 Aralık 2011 Cuma
DÖNEM:
24 YASAMA
YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 8
32’nci
Birleşim
9 Aralık 2011 Cuma
(TBMM Tutanak Müdürlüğü
tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler
tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - ÖNERİLER
A)
SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- Şanlıurfa Milletvekili
İbrahim Binici ve arkadaşları tarafından, uygulanmakta olan HES projesinin,
insanlarımız, doğal çevremiz ve su kaynaklarımız üzerindeki olumsuz etkilerinin
incelenmesi ve alınması gereken tedbirlerin bütün yönleriyle araştırılması
amacıyla, verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine
sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 9/12/2011 Cuma günkü
birleşimde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerin aynı birleşimde yapılmasına
ilişkin BDP Grubu önerisi
2.- 103 sıra sayılı
Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresi ve Adalet
Komisyonu Raporu’nun gündemin 1’inci sırasına alınmasına ve diğer işlerin
sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun 9/12/2011 Cuma günü,
bütçe görüşme programına göre kamu idareleri bütçeleri üzerindeki II. tur
görüşmelerin tamamlanmasından sonra, 103 sıra sayılı Cumhurbaşkanınca bir daha
görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine devam edilmesine ve tümünün oylamasının tamamlanmasına kadar
çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin AK PARTİ, CHP ve MHP Grupları müşterek
önerisi
B) Danışma Kurulu Önerileri
1.- Genel Kurulun
10/12/2011 Cumartesi günü saat 13.00’te toplanmasına ilişkin Danışma Kurulu
önerisi
IV.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470)
(S.Sayısı: 87)
2.- 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki
İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S.Sayısı: 88)
A)
CUMHURBAŞKANLIĞI
1.- Cumhurbaşkanlığı 2012
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Cumhurbaşkanlığı 2010
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
B)
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI
1.- Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
C)
SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI
1.- Sayıştay Başkanlığı
2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Sayıştay Başkanlığı
2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
D)
ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI
1.- Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
E)
YARGITAY
1.- Yargıtay 2012 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Yargıtay 2010 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
F)
DANIŞTAY
1.- Danıştay 2012 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Danıştay 2010 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
G)
BAŞBAKANLIK
1.- Başbakanlık 2012 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Başbakanlık 2010 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
H)
BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU
1.- Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulu 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
I)
MİLLÎ İSTİHBARAT TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI
1.- Millî İstihbarat
Teşkilatı Müsteşarlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Millî İstihbarat
Teşkilatı Müsteşarlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
İ)
MİLLÎ GÜVENLİK KURULU GENEL SEKRETERLİĞİ
1.- Millî Güvenlik Kurulu
Genel Sekreterliği 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Millî Güvenlik Kurulu
Genel Sekreterliği 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
J)
RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU
1.- Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
K)
BASIN–YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
L)
VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
M)
ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU BAŞKANLIĞI
1.- Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
N)
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ
1.- Atatürk Araştırma
Merkezi 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Atatürk Araştırma
Merkezi 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
O)
ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ
1.- Atatürk Kültür Merkezi
2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Atatürk Kültür Merkezi
2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
Ö)
TÜRK DİL KURUMU
1.- Türk Dil Kurumu 2012
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Türk Dil Kurumu 2010
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
P)
TÜRK TARİH KURUMU
1.- Türk Tarih Kurumu 2012
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Türk Tarih Kurumu 2010
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
3.- 24.11.2011 Tarihli ve
6250 Sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Adalet
Komisyonu Raporu (1/535) (S. Sayısı: 103)
V.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli’nin, Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’ın, grubuna sataşması
nedeniyle konuşması
2.- Aydın Milletvekili
Bülent Tezcan’ın, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
3.- Adıyaman Milletvekili
Ahmet Aydın’ın, Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
4.- Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
5.- Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin, Adana Milletvekili Murat Bozlak’ın, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
6.- İzmir Milletvekili
Oktay Vural’ın, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
7.- Adıyaman Milletvekili
Ahmet Aydın’ın, Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
8.- Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
9.- Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin, Malatya Milletvekili Ömer Faruk Öz’ün, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
10.- Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli’nin, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
11.- Malatya Milletvekili
Ömer Faruk Öz’ün, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
12.- Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
13.- Aydın Milletvekili
Bülent Tezcan’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
14.- Gaziantep Milletvekili
Ali Serindağ’ın, Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
VI.-
SEÇİMLER
A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim
1.- Avrupa Birliği Uyum
Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
2.- Kadın Erkek Fırsat
Eşitliği Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
VII.-
OYLAMALAR
1.- 24.11.2011 Tarihli ve
6250 Sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri
Gönderme Tezkeresi ile Adalet Komisyonu Raporu’nun oylaması
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat
14.00’te açılarak dört oturum yaptı.
2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/470) (S.
Sayısı:87) ve 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî
Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi’nin ( 1/278, 3/538) (S. Sayısı: 88) tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanarak maddelerine geçilmesi kabul edildi ve
tasarıların 1’inci maddeleri okundu.
Muş Milletvekili Sırrı Sakık, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın partisine,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Ankara Milletvekili
Bülent Gedikli’nin partisine,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Ankara Milletvekili Bülent
Gedikli’nin şahsına,
Ankara Milletvekili Bülent Gedikli, Yalova Milletvekili Muharrem
İnce’nin şahsına,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Ankara Milletvekili Bülent
Gedikli’nin şahsına,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebi’nin partisine,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Ankara Milletvekili
Bülent Gedikli ve Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın partisine,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.
İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın konuşmasına ilişkin bir açıklamada bulundu.
Başkanın tutumu hakkında usul görüşmesi yapıldı. Yapılan
görüşmelerden sonra Başkan tutumunda bir değişiklik olmadığını açıkladı.
Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, Adalet Bakanı Sadullah
Ergin’in şahsına,
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Ankara Milletvekili Emine Ülker
Tarhan’ın şahsına,
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Ankara Milletvekili Emine Ülker
Tarhan’ın partisine,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Alınan karar gereğince 9 Aralık 2011 Cuma günü saat 11.00’de
toplanmak üzere birleşime 23.15’te son verildi.
Sadık
YAKUT
Başkan
Vekili
Fatih ŞAHİN Muhammet
Rıza YALÇINKAYA Mustafa
HAMARAT
Ankara Bartın Ordu
Kâtip Üye Kâtip Üye Kâtip
Üye
II. - GELEN KÂĞITLAR
No:
45
9 Aralık 2011 Cuma
Teklifler
1.- İstanbul Milletvekili
Sebahat Tuncel'in; 17.03.1981 Tarih ve 2429 Sayılı Ulusal Bayram ve Genel
Tatiller Hakkında Kanunun 2'nci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi
(2/186) (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği; Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile
İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/11/2011)
2.- Tokat Milletvekili
Reşat Doğru ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır ile 1 Milletvekilinin; Yükseköğretim Personel Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/187) (Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
18/11/2011)
3.- Bolu Milletvekili Tanju
Özcan'ın; Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
(2/188) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2011)
4.- Manisa Milletvekili
Erkan Akçay ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır ve İzmir Milletvekili Oktay Vural ile 2
Milletvekilinin; Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/189) (Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
02/12/2011)
5.- Bursa Milletvekili Sena
Kaleli'nin; İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatani Hizmet Tertibinden
Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/190) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2011)
Rapor
1.- 24.11.2011 Tarihli ve
6250 Sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Adalet
Komisyonu Raporu (1/535) (S. Sayısı: 103) (Dağıtma tarihi: 09/12/2011)
(GÜNDEME)
No:
45’e Ek
9 Aralık 2011 Cuma
Raporlar
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Başta Terörizm ve Örgütlü
Suçlar Olmak Üzere Ağır Suçlarla Mücadelede İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/288) (S. Sayısı: 91) (Dağıtma tarihi: 09/12/2011) (GÜNDEME)
2.- Türkiye Cumhuriyeti ile
Gürcistan Arasındaki Serbest Ticaret Anlaşmasının I Sayılı Protokolünün II
Sayılı Ekinin Değiştirilmesi Hakkındaki 1/2010 Sayılı Ortak Komite Kararının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/294) (S.
Sayısı: 92) ) (Dağıtma tarihi: 09/12/2011) (GÜNDEME)
3.- Iraka Komşu Devletler
Hükümetleri ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Terörizm, Sınırlardan
Yasadışı Sızmalar ve Örgütlü Suçlarla Mücadele Konularında Güvenlik İşbirliğine
İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/306) (S. Sayısı: 93) (Dağıtma tarihi: 09/12/2011)
(GÜNDEME)
4.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ortaklık ve İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/325) (S. Sayısı: 94) (Dağıtma tarihi: 09/12/2011) (GÜNDEME)
5.- Türkiye Cumhuriyeti
İçişleri Bakanlığı ile Irak Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı Arasında Polis
Eğitimi Alanında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/376) (S. Sayısı: 95) (Dağıtma tarihi:
09/12/2011) (GÜNDEME)
6.- Türkiye Cumhuriyeti
İçişleri Bakanlığı ile Irak Cumhuriyeti Ulusal Güvenlikten Sorumlu Devlet
Bakanlığı Arasında Personel Eğitimi Alanında İşbirliği Protokolünün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/378) (S. Sayısı: 96) (Dağıtma tarihi: 09/12/2011) (GÜNDEME)
7.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Ticaret ve Kalkınma Bankası Arasında
Merkez Anlaşmasını Tadil Eden Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/445) (S. Sayısı: 97) (Dağıtma
tarihi: 09/12/2011) (GÜNDEME)
8.- Türkiye Cumhuriyeti ile
Filistin Adına Filistin Kurtuluş Örgütü Arasındaki Geçici Serbest Ticaret
Anlaşmasında Değişiklik Yapılmasına Dair 1/2011 Sayılı Ortak Komite Kararının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/472) (S. Sayısı: 98) (Dağıtma tarihi: 09/12/2011) (GÜNDEME)
9.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Bolivya Çokuluslu Devleti Hükümeti Arasında Ekonomik ve Ticari
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/475) (S. Sayısı: 99) (Dağıtma tarihi: 09/12/2011)
(GÜNDEME)
10.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında Ortaklık Çerçeve
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/480) (S. Sayısı: 100) (Dağıtma tarihi: 09/12/2011) (GÜNDEME)
11.- Ekonomik İşbirliği
Örgütü Ticaret ve Kalkınma Bankası Kuruluş Anlaşmasının 21 inci Maddesinin
Tadil Edilmesine İlişkin Kararın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/481) (S. Sayısı: 101) (Dağıtma tarihi:
09/12/2011) (GÜNDEME)
12.- Türkiye Cumhuriyeti
ile Peru Cumhuriyeti Arasında Ekonomik ve Ticari İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/495) (S.
Sayısı: 102) (Dağıtma tarihi: 09/12/2011) (GÜNDEME)
09
Aralık 2011 Cuma
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati:11.00
BAŞKAN:
Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP
ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32’nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı
vardır, görüşmelere geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır, okutuyorum:
III.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici ve arkadaşları
tarafından, uygulanmakta olan HES projesinin, insanlarımız, doğal çevremiz ve
su kaynaklarımız üzerindeki olumsuz etkilerinin incelenmesi ve alınması gereken
tedbirlerin bütün yönleriyle araştırılması amacıyla, verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer
önergelerin önüne alınarak, 9/12/2011 Cuma günkü birleşimde sunuşlarda
okunmasına ve görüşmelerin aynı birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu
önerisi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu'nun
09.12.2011 Cuma günü (bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları
arasında oy birliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün
19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz
ederim.
Hasip
Kaplan
Şırnak
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
21 Ekim 2011 tarihinde,
Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici ve arkadaşları tarafından (108 sıra
nolu), uygulanmakta olan HES projesinin, insanlarımız, doğal çevremiz ve su
kaynaklarımız üzerindeki olumsuz etkilerinin incelenmesi ve alınması gereken
tedbirlerin bütün yönleriyle araştırılması amacıyla, Türkiye Büyük Millet
Meclisine verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, Genel Kurulun bilgisine
sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 09.12.2011 Cuma günlü
birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde
yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, grup önerisi üzerinde, lehinde, Sayın Hasip Kaplan, Şırnak
Milletvekili.
Buyurun efendim.
Süreniz on dakika.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 8 Aralık tarihinde bütçe görüşmeleri başladı. Bütçe
görüşmeleri başladıktan sonra bitimine kadar çünkü Danışma Kurulu, dört parti
grubunun birlikte karar altına aldığı, Meclis Başkanlığının da içinde olduğu,
Genel Sekreterliğin de içinde olduğu, gündemin belli olduğu, konuşmacıların
belli olduğu bir takvim.
Şimdi, bu takvimi, bu
çalışma düzenini üç parti bir önergeyle bozmak istiyor. AK PARTİ ve MHP’nin,
CHP’nin de imzaladığı bir önerge şu an elimde. Bu önergeye göre, bütçe görüşme
düzeninin değiştirilmesi ve bütçe düzeninin değiştirilmesinden başka, bütçe
görüşmelerinin arasına kamuoyunda “Şike Yasası” olarak bilinen yasayı kırk
sekiz saat geçmeden hemen Genel Kurula indirip, gece birde, ikide de millet
uyurken, uymuşken, uyutulmuşken bu bütçe görüşmeleri arasında, kaşla göz
arasında bu yasayı geçirmek.
Bu, hangi etik kurallarla
bağdaşıyor arkadaşlar, hangi İç Tüzük’le bağdaşıyor? Hangi bütçe görüşmesi
döneminde üç tane parti kendi başlarına önerge verip bütçe görüşmelerinin
arasına böyle korsan yasa önerileri koymuşlar bugüne kadar? Cumhuriyet tarihine
bakınız bütçe görüşmelerinin içine korsan olarak önerge verip korsan bir
şekilde yasa görüşmesini sağlayan 24’üncü Dönemden başka bir dönem
göremezsiniz.
Şimdi, burada bu Yasa
konusunda Cumhurbaşkanının vetosu var, biz de Barış ve Demokrasi Partisi olarak
komisyon aşamasında Meclis Genel Kurulunda ve dünkü komisyon aşamasında da buna
“Hayır.” dediğimizi çok açık ifade ettik. Peki, dün gece görüşülen, imamın
yatsı namazını kıldığı saatlerden sonra görüşülen bu önergeyi sabah ezanından
sonra, sabah ezanıyla beraber kalkıp üç parti grubunun bu aşk ve şevkle bu
Meclise getirmesinin hikmeti sebebi nedir? Önerge sahibi olarak çıkar burada
konuşurlar. Bakın bütçe döneminde, bütçe görüşmeleri döneminde, çok açık
söylüyorum hiçbir bütçe görüşmesi döneminde bu ayıbı parti grupları
işlememiştir. Kardeşim, Cumhurbaşkanı bizim gerekçelerimizin bir kısmına
katılarak veto etti. AK PARTİ’nin içinde muhalif olan sesler vardı, o doğaldır,
350 milletvekili, 340 milletvekilinin içinde herkesin mutlaka aynı düşünmesi
diye bir şey olur mu? CHP’nin içinde de aykırı sesler var, biliyorum; MHP’nin
içinde de var. Bir taraftan grup kararı alıyorsunuz, gruplarınıza tahakküm
ediyorsunuz, Meclisin iradesini de tek tek milletvekillerinin iradesine
tahakküm ediyorsunuz, sonra -Allah şifalar versin- Başbakan rahatsız, evde
talimat veriyor. Sayın Bozdağ burada Meclis’ten sorumlu Başbakan Yardımcısı ve
açıklanıyor buradan, Sayın AKP grup başkan vekilleri diyor ki: “Bu yasanın
arkasındayız.” Cumhurbaşkanına karşı! Olabilirsiniz, bu sizin bileceğiniz bir
iş. Cumhurbaşkanına da karşı olabilirsiniz, Yasa’nın yanında da olabilirsiniz,
cezaları indirebilirsiniz, mafya ilişkilerini, bilmem ne zorbalıklarını, dönen
trilyonları, hepsini konuşabiliriz bu Mecliste ama bu ayıp yapılmayacak.
Milletvekilinin iradesine hiçbir lider sultası hükmetmemeli bu Mecliste.
Maalesef ana muhalefet de, MHP de, buna katkı sunmuştur. Bunu yapmayacaktınız
arkadaşlar.
Zaten ben dikkat ediyorum,
şurada, muhalefet tarafında namaz kılıyorlar AK PARTİ’liler 2 rekât fazladan: 1
rekât AKP, CHP’ye kılıyor, 1 rekât da MHP’ye; diyor ki: Allah bu iki muhalefeti
başımızdan eksik etmesin.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Hasip Bey, bütün konuşmalarınız namaz, ezan üzerine kurulu, hayrola, bu
değişikliğin sebebi ne ya?
HASİP KAPLAN (Devamla) -
Yani arkadaşlar, gerçekten bunu, şimdi...
Bakın, arkadaşlar, bu
önerge üzerine biz de Barış ve Demokrasi Partisi Grubu olarak bütçe
görüşmelerinde bir ilki gerçekleştirdik, HES’lerle ilgili araştırma önergemizi
indirdik buraya. Niye? Siz bu yanlışı yaptınız, biz de bu mutabakat bozulduğu
için, bütçe görüşmelerine bundan sonra her sabah bir araştırma önergesiyle
geleceğim. Burada pösteki saydırtacağım. Mademki bu mutabakat zihniyeti var bu
Mecliste her sabah ezanıyla beraber ben de bir araştırma önergesiyle geleceğim.
Bunu mu istiyorsunuz? İstediğiniz bu mu arkadaşlar? Hoşunuza gidecek mi bu? Her
gün sabah 11.00’den önce saat 10.00’da Danışma Kurulu isteyeceğim, her gün bir
tane önergeyle geleceğim. Bunu mu istiyorsunuz? Bu şikenin cezasını ben de size
böyle çektireceğim Mecliste. Bu Şike Yasası’nı Mecliste... 21 Aralığın sonuna
kadar her gün bir önerge getireceğim, bir de enteresan önergeler. Her gün bütçe
görüşmelerinden önce bunu konuşacaksınız, konuşacağız arkadaşlar.
Bakın, HES’ler var ya, sizi
ilgilendirmiyor olabilir, hidroelektrik santralleri... Başbakanın memleketi
Rize’de, Karadeniz’de dere kalmadı arkadaşlar. Güneysu’dan İkizdere’ye,
İkizdere’den tutun Şavşat’a, Artvin’e, Hopa’ya, her tarafa kadar o maden
ruhsatları, HES ruhsatları, çantalarla dağıtılan kırk sekiz bin maden
ruhsatıyla bu ülke talan ediliyor. Doğasına kıyılıyor, tabiat yıkılıyor, bütün
ekolojik dengeleri altüst oluyor ve her yerde vatandaş buna karşı direniyor,
demokratik tepkisini koyuyor. O köylerde yaşayanlar, o bölgede yaşayanlar,
bütün insanlarımız direniyor.
Hopa’da, Artvin’de,
Karadeniz’de mahkemeler karar veriyor, 16 yaşındaki eyleme katılan kızların, kız
çocuklarının aileleriyle konuşmamasına karar veriyor.
Bir yandan hukuk böyle
çalışıyor, bir yandan ÇED raporları tamamen yasaya aykırı olarak düzenleniyor;
diğer yandan devletin malı olarak gördüğü dereler yani Şevval Sam’ın
türkülerindeki dereler yani Kazım Koyuncu’nun türkülerinde o pırıl pırıl, şırıl
şırıl akan dereler, o güzelim doğa, tabiat tahrip ediliyor ve o bölgede 2
kişinin cebine para olarak aksın diye. Siz de buna diyorsunuz ki: “Enerji
ihtiyacımız var, dışarı bağlıyız, bu kaynak enerjisi.”
Bu kaynak enerjisi değil
arkadaşlar, bu kaynak enerjisi değil, bu çok kötü bir sömürü enerjisi. Sömürge
ülkelerin, gelişmemiş ve az gelişmiş ülkelere uyguladıkları, zorbalıkla
sömürdükleri madenlerini, derelerini, ırmaklarını sömürdükleri yöntemin Türkiye’de
tekerrürüdür.
Avrupa Birliği müktesebatı
için de daha bir buçuk sene var. Bu kurallar imzalandıktan sonra hiçbir yabancı
şirket gelip burada ne altın arar ne HES barajı kurar ne başka barajlar kurar.
Hasankeyf’i sular altında bırakıyoruz.
E, Ilısu Barajı, GAP
projesi... Kırk yıldır kardeşim, kırk yıldır teknik gelişti, dünya değişti. HES
olarak düşünürseniz Hasankeyf’i sular altında bırakmadan, Hasankeyf’in Ilısu
Barajı’nda beş-altı tane HES kurup kotasını indirip hem Hasankeyf’i
kurtarabilirsiniz hem oradaki tarihî yerleşim yerlerinin sular altında
kalmasını kurtarabilirsiniz hem de ekonomik olarak onun 2 katı enerji
sağlayacak bir proje geliştirebilirsiniz. Ama Başbakan da karşıydı başında, bir
gün baktık, Başbakan da Batman’da Hasankeyf’in sular altında kalmasını, Zeynel
Abidin Türbesi’nin, o camilerin, o hanların, o güzelim köprülerin sular altında
kalmasını savunuyor.
Sayın Maliye Bakanı da söz
vermişti -para basıyorlardı o zamanlar Maliye Bakanlığı- Hasankeyf’in resminin
üstünde olduğu para basacaktı ki Hasankeyf sular altında kalsa da çocuklarımız
o resme baksa, o sözünü de yerine getirmedi.
Şimdi, biz, bu konuda bir
araştırma istiyoruz arkadaşlar. Tarihimize, kültürümüze, doğamıza sahip çıkmak
istiyoruz. Bundan sonra güzel şeylerle uğraşmak istiyoruz.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kaplan.
Önergenin aleyhinde Sayın
Nurdan Şanlı, Ankara Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
NURDAN ŞANLI (Ankara) –
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi önerisinin
aleyhinde söz almış bulunuyorum. Yüce heyeti saygılarımla selamlıyorum.
Genel Kurul gündeminin
değiştirilmesine yönelik Barış ve Demokrasi Partisinin getirmiş olduğu grup
önerisine 2012 bütçe görüşmeleri programı nedeniyle katılmıyoruz.
Hepinize saygılarımı
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şanlı.
Önerinin lehinde Sayın
Muharrem İnce, Yalova Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, Sayın Hasip Kaplan,
toplumda bir tartışma var. Sayın Cumhurbaşkanı veto etmiş “Arkasında
duruyoruz.” diyen grup başkan vekilleri var, milletvekilleri var, siyasi
partiler var, bu tartışma son bulsun istenmiş. Yani bu bir ilk değil, daha önce
de bütçe görüşmeleri sırasında Parlamento tarihine bakarsanız siyasi
partilerin, İktidar Partisinin ivedi gördüğü konularla ilgili tasarılar,
teklifler görüşülmüştür. Bunlar hep olmuştur.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Bizim için ivedi değil ama, halk için değil.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Bu Meclisin iki ana görevi var: Yasama faaliyetlerinde bulunmak, denetim
faaliyetlerinde bulunmak. Belki de bu Meclisin, Büyük Millet Meclisinin en
önemli görevi bütçe yapmaktır. Meclisin en önemli görevidir, varoluş
sebebimizdir bütçenin görüşülmesi.
Şimdi, bütçeyle ilgili iki
önemli gelenek var. İç Tüzük’te yazılı değil bunlar, istese yapmaz muhalefet.
Bir: Bütçe görüşmelerinde muhalefet grup önerisi getirmez, programa aynen
uyulur; nezaketi böyledir siyasetin, geleneği böyledir, eğilimi böyledir.
İkincisi de: Muhalefet bütçe görüşmelerinde yoklama istemez. İstenmez. Bu
böyle. Dokuz yıldır milletvekiliyim, böyleydi, eski milletvekillerine sordum,
onlar da aynısını söylediler. Zaman zaman sert tartışmalar da yaşansa yoklama
istemez muhalefet, bu yapılmaz. Meclisin gelenekleri böyle oturmuş. En sert
tartışmaların ortasında dahi, muhalefet grup önerisi getirerek programı
aksatma, yoklama isteyerek bütçeyi engelleme yoluna hiçbir zaman girmemiştir.
Bu ilk kez sizin tarafınızdan deneniyor. Bu, sizin takdiriniz, grubunuzun
takdiri…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bu
ne? Bu ne?
MUHARREM İNCE (Devamla) –
…ama bunun üzerinden Cumhuriyet Halk Partisine laf söylerseniz size cevabım
var.
Bu iki aydır
değişikliğinizi anlamıyorum, bütün konuşmalarınızı dinî ritüellerle
süslüyorsunuz. Her konuşmanızın içinde “namaz”, “ezan”, “kitap”, “Allah”,
“cami” var, bunu anlayamıyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Rahatsız mı ediyor? Bugün Cuma ya!
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Yani özel bir proje mi, bu bir özel proje mi, bu bir özel seçim propagandası
mı, bu bir özel talimat mı, bunu anlamış değilim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Kandil’den belki talimat aldık!
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Evet, ben de dokuz yıldır ilk defa AKP tarafından alkışlandım. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bu
yakıştı sana işte.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Yani Sayın Hasip Kaplan, siz Cumhuriyet Halk Partisine söz söyleme konumunda
değilsiniz. Siz Meclisin geleneklerine uymayabilirsiniz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Siz
uydunuz mu?
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Yani dersiniz ki: Ben grup önerisi de getiririm, yoklama da isterim. Dersiniz,
bunları söyleyebilirsiniz ama bunun üzerinden Cumhuriyet Halk Partisine söz
söylemeye başlarsanız, size söyleyecek çok fazla sözüm vardır ve ben zamanın da
tümümü kullanmak istemiyorum, böyle anlaşmıştık çünkü.
Sözünde durmak, geleneklere
uymak siyasetin en temel tabanı olmalıdır, siyasetin birinci koşulu olmalıdır
diye düşünüyorum.
Sayın milletvekillerini
saygıyla selamlıyorum. (CHP, AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın İnce.
Önerinin aleyhinde, son söz
Ramazan Can, Kırıkkale Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Barış ve Demokrasi
Partisinin Anayasanın 98, Meclis İç Tüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddesi
gereğince vermiş olduğu grup önerisine katılamıyoruz, grup önerilerindeki
gerekçelerine itiraz ediyoruz.
Gereğini takdirlerinize
sunuyor, hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Can.
Öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.
Sayın milletvekilleri,
Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket
Partisi gruplarının İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş müşterek bir
önerisi vardır; okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
2.- 103 sıra sayılı Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere
geri gönderme tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu’nun gündemin 1’inci sırasına
alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel
Kurulun 9/12/2011 Cuma günü, bütçe görüşme programına göre kamu idareleri
bütçeleri üzerindeki II. tur görüşmelerin tamamlanmasından sonra, 103 sıra
sayılı Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresi ve
Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine devam edilmesine ve tümünün
oylamasının tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin AK
PARTİ, CHP ve MHP Grupları müşterek önerisi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu'nun
09.12.2011 Cuma günü (bugün) yaptığı toplantıda siyasi parti grupları arasında
oy birliği sağlanamadığından, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince,
Gruplarımızın aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz
ederiz.
Ahmet Aydın Emine
Ülker Tarhan
AK PARTİ Grup Başkan Vekili CHP
Grup Başkan Vekili
Mehmet
Şandır
MHP
Grup Başkan Vekili
Öneri:
Bastırılarak Dağıtılan ve
Gelen Kağıtlar Listesinde yayımlanan 103 Sıra Sayılı Cumhurbaşkanınca bir daha
görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporunun, 48 saat
geçmeden gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler Kısmının 1 nci sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre
teselsül ettirilmesi,
Genel Kurulun; 09/12/2011
Cuma günü, Bütçe görüşme programına göre Kamu idareleri Bütçeleri üzerindeki
II. Tur görüşmelerin tamamlanmasından sonra Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler Kısmındaki işlerin görüşülmesi ve bu
kısımda yer alan 103 sıra sayılı işin tümünün oylamasının tamamlanmasına kadar
çalışma süresinin uzatılması,
Önerilmiştir.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, önerinin lehinde Sayın Ramazan Can, Kırıkkale Milletvekili.
Süreniz on dakika.
Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Grup önerimizle, daha
doğrusu Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve AK PARTİ
Grubunun önerisiyle, biliyorsunuz sporda şiddetin önlenmesine dair Teklif
gelmişti 80 sıra sayılı. Bu teklifte AK PARTİ Grup Başkan Vekili, Cumhuriyet
Halk Partisi Grup Başkan Vekili, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekili
ve Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkan Vekilinin imzalarıyla gelmişti Adalet
Komisyonuna. Adalet Komisyonunda Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkan Vekili
teklifini geri çekti. Bu, teklif olarak geldi ve kanunlaştı oylarınızla.
Kanunlaştıktan sonra da 6250 sayılı Kanun oldu. Cumhurbaşkanımıza gitti,
Cumhurbaşkanımız da bu Kanunu veto etti. Cumhurbaşkanımızın takdiridir,
takdirlerini de saygıyla kabul ediyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, Cumhurbaşkanının geri gönderme tezkeresi Adalet Komisyonunda
dün görüşüldü ve Adalet Komisyonunda tartışıldı. Adalet Komisyonunda tekrar
aynı metin kabul edilerek Genel Kurula indi. Kırk sekiz saat geçmeden Genel
Kurulun gündemine getirilerek bugün görüşülmesini talep ediyoruz. Bu da
ittifakla alındı; Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi de grup
önerisine aynen katılıyorlar.
Gündem bu şekilde, bütçenin
bugünkü konuşmaları tamamlandıktan sonra inşallah bunu görüşeceğiz. Tabii ki,
oylarınızla olacak bu. Gereğini takdirlerinize sunuyoruz.
Grup önerimizin kabul
edilmesini diliyor, hepinizi tekrar saygıyla, muhabbetle selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Can.
Önerinin aleyhinde Ferit
Mevlüt Aslanoğlu, İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Aslanoğlu.
(CHP sıralarından alkışlar)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul)
– Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; bütçe geleneğinde, Sayın İnce’nin
söylediği gibi, dokuz yıldır ilk defa karşılaşıyorum. Genelde bütçe hepimizin
bütçesidir, komisyonlarda tartışılır, her türlü görüşlerimizi söyler, bütçede
gelir söyleriz. Meclis iradesi her şeyin üstündedir, hepimiz buna inanmalıyız,
Meclis iradesi ve millet iradesi. Ama bu tür olaylarda beklerdim ki bir de
Sayın Bakan, şu tutuklu milletvekilleri için de bir şekilde Meclis iradesi ve
halk iradesine, millet iradesine hep beraber saygılı olalım.
Hepinize saygılar sunarım.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Aslanoğlu.
Önerinin lehinde İzmir
Milletvekili Sayın Oktay Vural.
Buyurun Sayın Vural.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Teşekkür ederiz Sayın Başkan.
Tabii, daha önce
çıkarılmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiş bir kanun
teklifi kanunlaşmıştı ancak Sayın Cumhurbaşkanı Anayasa gereğince yetkisini
kullanmıştır. Şimdi, Komisyonda dün akşam görüşüldü, dolayısıyla çok yoğun
tartışmaların yaşandığı böyle bir kanun teklifi hakkında Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunun iradesinin bir an önce tecelli etmesinde fayda mülahaza
edilmektedir. Bu bakımdan, üç grubun grup başkan vekilleri imzalarıyla bugün
görüşülmesi öngörülen bu kanun teklifinin bugün görüşülmesi bence isabetli
olacaktır.
Bu bakımdan, bu kanun
teklifinin bugün görüşülmesine amir ortak grup önerisini desteklediğimi ifade
ediyorum.
Hepinize saygılarımı arz
ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Vural.
Önerinin aleyhinde Şırnak
Milletvekili Sayın Hasip Kaplan.
Buyurun Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Şimdi, arkadaşlar, çok sabırsızlanıyorsunuz. Bu kadar kısa konuşan bu üç parti
grubunu görünce gözleriniz yaşardı değil mi? Ama şimdi bu bütçe görüşmelerine
şike yasasını maydanoz edeceksiniz ve biz bir kelime konuşacağız, bir dakika
konuşacağız; olur mu arkadaşlar?
Cumaya gideceğinizi de
biliyorum ama vakti var, hiç o konuda da acele etmeyiniz. (AK PARTİ
sıralarından gülüşmeler)
Şimdi, zaten bu birleşmeniz,
bu dayanışmanız, bu şeyiniz karşısında şikeciler de, bu spor mafyası da, bu
cezadan kurtulacaklar da hepsi takdir gözyaşlarını hüngür hüngür döküyorlar şu
an ve hasretle bekliyorlar tabii bu yasanın bir an önce çıkmasını.
Şimdi, bakıyorum, Allah
aşkına, kırk sekiz saat niye beklemediniz ya? İç Tüzük’te… Komisyondan çıkan
yasa gece on ikide çıkıyor, sabah ezanıyla Meclise iniyor. Sonra diyorsunuz:
“Dün yatsıda çıktı, bugün yatsı namazında tekrar şike yasasını çıkaralım.”
Bakın, inanın yüz rekât sünnet yapsanız, sizi günahlarınızdan arındırmaz. Açık
söyleyeyim, yapmayın bunu. Bakın, Başbakan hasta; ona takdirleriniz,
bağlılıklarınız var. Lider, otoriter, örgütçüdür de Başbakan, biliyorum
dediğini de yapar. Fakat Cumhurbaşkanı da bizim gerekçemize katıldı, bir veto
yazdı diye köşkü de bu kadar sallamayınız; ayıp oluyor.
Bakın, bir şey daha
söyleyeceğim. AK PARTİ ne zaman dese ki: “Şu kanun çıkmaz.” Eliniz kulağınızda,
tetikte olsun, yirmi gün en fazla… “Bedelli çıkmaz.” dedi Başbakan, pat haftaya
çıktı. Şike Yasası’nı da Başbakan “Çıkmaz.” dedi, Suat Kılıç “Çıkmaz.” dedi,
Sayın Arınç “Hiç çıkmaz.” dedi; Hayati Yazıcı da “Valla veto iyi oldu.” dedi.
Şamil Bey nerede? Hiç sesi
çıkmıyor bu ara. Şamil Bey niye kürsüye gelip aleyhe önerge konusunda
konuşmuyor? Ben ona da şaşıyorum. Hep televizyonları tercih ediyor; bitti televizyonculuk,
gazetecilik. Burada artık kürsücülük, kürsü önemli; kürsüye geleceksiniz.
Bunlar bitti artık, ekranda değil… Meclisin, milletin ekranı bu kürsü.
Şimdi bakın “Çıkmadı.”
dediniz. Aceleniz ne, yangından niye mal kaçırıyorsunuz? Niye yirmi dört saatte
olsun bu ya, kırk sekiz saat niye beklemiyorsunuz? Niye bütçe görüşmelerinden
sonra olmasın? Aceleniz ne, yani bir durum mu var, yani size süre mi tanındı?
İlle, “Bu bugün çıkacak, çıkmazsa görürsünüz” diyen mi oldu size?
Bakın, zaten bu yasanın
Meclise iniş biçimi de kaptıkaçtı usulü bir şey gibi geldi. Bir baktık pat
indi. Hemen uyardık, teklifi çekin. Birileri dedi ki “Ya biz imzamızın
arkasındayız.” Vay, vay, vay göz yaşartıyorsunuz! Sizin imzanızın arkasında ne
kadar olduğunuzu İç Tüzük pantolon yasasında gördük. Danışma Kurulunda imza
verdik buraya geldi, yarım saat sonra görüşülecek; teklifinizi çektiniz Genel
Kuruldan.
Biz, daha komisyon
başlamadan bunu uyardık, Cumhurbaşkanı uyarılarımıza katıldı.
Bakın, tabii, bu patenti
Şike Yasası’nın AK PARTİ’ye ait, marka da Bakan Suat Kılıç; CHP de, MHP de size
bonuslar dağıtıyorlar bu yasada ve çok popüler ve pragmatik bir yaklaşım
içindesiniz.
Şimdi, vatandaş niye
tırlatmadı diyorsunuz? Bu bütçe görüşmelerinde de bu anlaşılıyor. Ne
yapıyorsunuz? Zamlıyorsunuz ses yok, sürüyorsunuz ses yok, süründürüyorsunuz
ses yok, kelepçeliyorsunuz ses yok, gazlıyorsunuz ses yok; yürümek yasak,
konuşmak yasak, düşünmek yasak, kitap yazmak yasak, örgütlenmek yasak, sendika
kurmak yasak, dernek kurmak yasak, karikatür de yasak, havada bulut demek de
yasak. Ondan sonra vatandaş bize yüzde 49,8 verdi. Yahu yüzde 49,8 verdi de
şirketin çoğunluğunu size vermedi kardeşim, şirkette bile yüzde 51 lazım ya! El
insaf! Şirkette bile 51 lazım. Şimdi, CHP ve MHP’yi yanınıza alıp bunu
tamamlamaya çalışıyorsunuz.
Şimdi bakın, bu şike affını
Meclis şikesine dönüştürdünüz, dönüştü artık bu böyle, çıkaracaksınız kafaya
koydunuz. Bilmiyorum, Başbakan öyle dedi de, diğer partiler de bu konuda çok
istekli gözüküyor.
Şimdi, kısa dönem bu
konudaki aflara bakalım: Bu yasa çıkalı altı ay olmadı. Bu Meclisin 8
milletvekili içeride. 8 milletvekili içerideyken ve CHP’nin 2 milletvekili,
MHP’nin 1 milletvekili, bizim 5 milletvekilimiz tutukluyken bu konuda iktidar
partisinin kılı kıpırdamıyor, bir gıkı çıkmıyor; kendi üyesine sahip çıkmayan
bir Meclis. Seçilmiş belediye başkanları ayrı bir konu, gazeteciler düşünceden,
basın…
Bakın, bu ülkede aflar
nasıl gelişiyor? Şimdi, AK PARTİ hükûmetleri döneminde vergi afları yapıldı,
bir değil, iki değil, üç değil, bilmem kaç tane; sigorta affı yapıldı, prim
affı yapıldı, BAĞ-KUR affı yapıldı, kaçak inşaat affı yapıldı, cezalar affedildi,
TCK 240 görevi kötüye kullanmak, yüz kızartıcı suçların cezası indirildi;
seçilme, bürokraside yükselmenin yolları açıldı; disiplin cezaları affedildi,
imar afları çıkarıldı, orman suçları affedildi, madenciye af çıkarıldı,
HES’çiye af çıkarıldı ama şu an Hopa davasında saçlarını kestiren çocuklar
tutuklu yargılanıyor. Vicdanınız nasıl? Teneke vicdan mı bu ya? Bu teneke
vicdan mı arkadaşlar ya? Bu vicdan vicdandır. Hopalı çocuklar, üniversite,
Hopa’daki olayları protesto eden öğrenciler saçlarını kestirdi diye örgüt
üyeliğinden şu an Ankara Adliyesinde yargılanıyorlar özel mahkemede. Vicdanınız
kabul ediyor mu? Puşi taktı diye üç sene yatıyor; halay çekti diye, türkü
söyledi diye, Ape Musa’nın dediği gibi ıslık çaldı diye insanları içeri
alıyorsunuz hâlâ terör suçundan, diyorsunuz ki: “Terör, terörist” Şarkı
söyleyeni de, türkü söyleyeni de, saçını kestireni de, puşi takanı da, kitap
yazanı da yazmayanı da, kafasında düşüncesini açıklayanı da açıklamayanı da
potansiyel suçlu gören bir alışkanlık ve ortamda cezaevlerinde bir koğuşta 5
kişi yerine 25 kişi yatarken, bir ranzada vardiya sistemiyle üçer sırayla
yatarken, tutuklular ve hükümlülere cezaevlerinde yer kalmazken, çek
mağdurlarından siyasi tutuklulara, siyasi tutuklulardan tutun farklı haksızlığa
uğramış mağdurlar, cezaevinde hepsi gözlerini Meclise dikerken bu şikedeki
becerinize şaşıyorum ve bu aflarınıza bakıyorum, devam ediyorum: İmardan sonra
ormana, madenciye, yüz kızartıcı suçlara, ihaleye… Şimdi de şikeye af
çıkaracaksınız, aceleniz bu.
Bakın, tek bir şey
söyleyebilirim: Artık, Allah da sizi affetsin! Allah da sizi affetsin! Bu gece
yatsı namazından sonra bu yasa geldiği zaman… (Gülüşmeler)
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) –
Teheccüd namazından sonra!
HASİP KAPLAN (Devamla) -
…eğer sizi sabah namazına kadar da talim ettirmezsem bu Mecliste bana “Hasip
Kaplan” demesinler.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kaplan.
Sayın milletvekilleri,
müşterek grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, bir
saat ara veriyorum.
Kapanma Saati: 11.34
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati:12.41
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32’nci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Gündemimize göre 2012 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.
Program uyarınca bugün iki
tur görüşme yapacağız.
Birinci turda
Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Sayıştay, Anayasa Mahkemesi,
Yargıtay, Danıştay, Başbakanlık, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, Millî
İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği
bütçeleri yer almaktadır.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (x)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278, 3/538)
(S. Sayısı: 88) (x)
A) CUMHURBAŞKANLIĞI
1.- Cumhurbaşkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Cumhurbaşkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
B) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI
1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI
1.- Sayıştay Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Sayıştay Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI
1.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
(x)
87 ve 88 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri 08.12.2011 tarihli 31’inci
Birleşim Tutanağı’na eklidir.
E) YARGITAY
1.- Yargıtay 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Yargıtay 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
F) DANIŞTAY
1.- Danıştay 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Danıştay 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
G) BAŞBAKANLIK
1.- Başbakanlık 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Başbakanlık 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
H) BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU
1.- Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2010 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesabı
I) MİLLÎ İSTİHBARAT TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI
1.- Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
İ) MİLLÎ GÜVENLİK KURULU GENEL SEKRETERLİĞİ
1.- Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi, Hükûmet? Yerinde.
Sayın milletvekilleri,
6/12/2011 tarihli 29’uncu Birleşimde, bütçe görüşmelerinde soruların gerekçesiz
olarak yerinden sorulması ve her tur için soru-cevap işleminin yirmi dakika
olması kararlaştırılmıştır. Buna göre, turda yer alan bütçelerle ilgili soru sormak
isteyen milletvekillerinin, konuşmaların bitimine kadar şifrelerini yazıp
parmak izlerini tanıttıktan sonra ekrandaki söz isteme butonuna basmaları
gerekmektedir. Mikrofonlarındaki kırmızı ışıklar yanıp sönmeye başlayan
milletvekillerinin söz talepleri kabul edilmiş olacaktır.
Tur üzerindeki konuşmalar
bittikten sonra soru sahipleri ekrandaki sıraya göre sorularını yerlerinden
soracaklardır. Soru sorma işlemi on dakika içinde tamamlanacaktır, cevap işlemi
için de on dakika süre verilecektir. Cevap işlemi on dakikadan önce bitirildiği
takdirde geri kalan süre için sıradaki soru sahiplerine söz verilecektir.
Bilgilerinize arz ediyorum.
Birinci turda grupları ve
şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum.
Gruplar:
Milliyetçi Hareket Partisi:
Atila Kaya, İstanbul
Milletvekili, on iki dakika; Süleyman Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili, on
üç dakika; Oktay Öztürk, Erzurum Milletvekili, on üç dakika; Özcan Yeniçeri,
Ankara Milletvekili, on iki dakika.
Cumhuriyet Halk Partisi:
Bedii Süheyl Batum,
Eskişehir Milletvekili, sekiz dakika; Bülent Tezcan, Aydın Milletvekili, sekiz
dakika; Sezgin Tanrıkulu, İstanbul Milletvekili, sekiz dakika; Dilek Akagün
Yılmaz, Uşak Milletvekili, sekiz dakika; Turgut Dibek, Kırklareli Milletvekili,
sekiz dakika; Atilla Kart, Konya Milletvekili, on dakika.
Barış ve Demokrasi Partisi:
Sırrı Sakık, Muş
Milletvekili, yirmi dakika; Murat Bozlak, Adana Milletvekili, on beş dakika;
Sırrı Süreyya Önder, İstanbul Milletvekili, on beş dakika.
AK PARTİ:
Ekrem Çelebi, Ağrı
Milletvekili, beş dakika; Nevzat Pakdil, Kahramanmaraş Milletvekili, beş
dakika; Fatih Şahin, Ankara Milletvekili, beş dakika; Şuay Alpay, Elâzığ
Milletvekili, beş dakika; İdris Şahin, Çankırı Milletvekili, beş dakika; Yılmaz
Tunç, Bartın Milletvekili, beş dakika; Hilmi Bilgin, Sivas Milletvekili, beş
dakika; Akif Çağatay Kılıç, Samsun Milletvekili, beş dakika; Mehmet Kasım
Gülpınar, Şanlıurfa Milletvekili beş dakika; Oğuz Kaan Köksal, Kırıkkale
Milletvekili, beş dakika.
Şahıslar adına:
Lehinde, Bayram Özçelik,
Burdur Milletvekili, beş dakika.
Aleyhinde, Süleyman Nevzat
Korkmaz, Isparta Milletvekili, beş dakika
Soru-cevap işlemi, yirmi
dakika.
Şimdi, ilk söz Milliyetçi
Hareket Partisi Grubundan Atila Kaya, İstanbul Milletvekili.
Süreniz on iki dakika. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA ATİLA KAYA
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 mali yılı
Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
söz aldığım konuyla ilgili görüşlerimi dile getirirken Sayın Cumhurbaşkanını
Adalet ve Kalkınma Partisinden ayrı tutmayacağımı, hatta onun bir parçası
olarak değerlendireceğimi öncelikle ve açıkça belirtmek isterim. Biliyorum ki
Sayın Cumhurbaşkanının taraftarları da, karşıtları da bu tavrımı
yadırgamayacaktır. Bunun neden böyle olduğunun cevabını ise takdir edersiniz ki
benden önce Sayın Cumhurbaşkanı ve AKP vermelidir. Sizleri temin ederim ki
örgütlü muhalefet dışında kalan toplum kesimleri bile Cumhurbaşkanının
tarafsızlığı konusunda mutmain olmuş olsalardı böyle bir tavır sergilemeyi
aklımın ucundan dahi geçirmezdim. Ne var ki Anayasa’mızın 103’üncü maddesi
gereğince, görevini tarafsızlıkla yerine getirmek için namusu ve şerefi üzerine
ant içen Cumhurbaşkanının 2014 sonrası için AKP Genel Başkanlığına
yakıştırılması ve bu doğrultuda kamuoyu oluşturulmaya çalışılmasının hiçbir
kesim tarafından yadırganmaması tavrımın haklılığını teyit etmektedir. Türkiye
gündemini uzun süre meşgul etmiş olan cumhurbaşkanlığı tartışmalarını yok sayarak
makamında AKP zihniyetinin en üst düzeydeki bir temsilcisiymiş gibi oturmayı
tercih eden Sayın Cumhurbaşkanı da bilinen ve anlaşılan nedenlerden dolayı
kamuoyunun tarafsız cumhurbaşkanı konusundaki şüphelerini sineye çekmek
durumundadır.
Değerli milletvekilleri,
bir cumhurbaşkanından beklenen nedir? Gelin, bu sorunun yanıtını ararken
kişisel yorumlarımızı işin içine karıştırmamızı engelleyecek bir ölçüt üzerinde
uzlaşalım. Aradığımız ölçütü bize sunacak olan, Cumhurbaşkanının da, bizlerin de
ettiğimiz yemini içinde barındıran Anayasa’mız olsun. Anayasa’mızın
Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen 104’üncü maddesi uyarınca
Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk
milletinin birliğini temsil eder. 103’üncü madde ise Cumhurbaşkanının göreve
başlarken yapacağı yeminin metnini içerir. Bu yemin metninin sonunda belki
çoğunluğun bir ayrıntı olarak dahi görmediği hayati önemde bir vurgu vardır.
Anayasa’mızın 81’inci maddesindeki yemin metnine göre milletvekilleri büyük
Türk milleti önünde ant içerken, Cumhurbaşkanı büyük Türk milleti ve tarih
huzurunda ant içmektedir. Cumhurbaşkanının yeminini milletin yanı sıra tarihin
de huzurunda etmesinin anlamı üzerinde özellikle durulmalıdır. Devleti temsil
eden bir makam sahibine tarih huzurunda bulunduğunu hatırlatmak devlet
geleneğini öne çıkartmak içindir.
Sayın milletvekilleri,
Anayasa’mızın çizdiği çerçeve içinde Cumhurbaşkanından beklentilerimizi
belirleyecek ve onu değerlendirmemizde ölçüt olabilecek üç ana kavram öne
çıkmaktadır: Devlet, millet ve tarih. Demek ki en üst temsil makamında bulunan
kişinin taşıması elzem olan özellikler devlet, millet ve tarih şuuruna sahip
olmakmış. Bunu kavradığımız şu anda yapılması gereken Sayın Cumhurbaşkanının bu
kavramlar karşısındaki tutumunu gözden geçirmek olmalıdır.
Değerli milletvekilleri,
“Dindar Cumhurbaşkanı” nidalarıyla ve Sayın Erdoğan’ın takdiriyle göreve gelen
Sayın Cumhurbaşkanı Türk siyasi hayatında görece uzun zamandır yer işgal eden
bir figürdür. Bununla birlikte siyaset hafızasında iki resim olarak saklanmaktadır
ve öyle de olacaktır. Bu resimlerden biri şimdi yerinde yeller esen bir bedevi
çadırında çekilmiştir, diğeri ise görmemiş bir krala tahsis edilmiş bir otel
odasında. Hatırlarsınız, 2007 yılında Türkiye’ye gelmeden birkaç gün önce
İngiltere’de bulunan ve Londra Belediye Başkanıyla görüşmek için onun ayağına
giden Suudi Arabistan Kralı Abdullah dokuz uçağı dolduran görmemişliğiyle ve
altın tahtıyla birlikte Türkiye’ye gelmişti. Otel odasına tahtını kurdurtan ve
bayrağını astırtan Kral, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanını ayağına çağırmıştı
ve maalesef Sayın Cumhurbaşkanı bir otel odasında altın tahtında oturan Kralın
huzuruna çıkmıştır. Damarlarında kan yerine petrol akan görmemiş bir kralın
küstahlığına ad koymak kolaydır. Ne var ki muhtaç olduğu kudreti damarlarındaki
asil kanda araması gereken Cumhurbaşkanının tavrını adlandırmak o kadar kolay
değildir. Bu eylemi meşrulaştırmak için başvurulan argümanların en öne çıkanı
ise, Kralın Türkiye’de yatırıma dönüşmesi arzulanan emsalsiz servetine atıfta bulunanı
olmuştu. Anayasa’mıza göre devletin başı olan Cumhurbaşkanı, sadece başkomutan
değil, başöğretmendir de. Milletin geleceğinin teminatı olan nesillerin ahlaki
sorumluluğu öncelikle onun omuzlarındadır. Cumhurbaşkanının dile getirdiğim
örnekle gelecek nesillere verdiği ahlak dersi ise, maddi çıkarların ulusal
onura tercih edilmesi gerektiğidir. Cumhurbaşkanı, yemin ederek üstlendiği
sorumlulukla bu derece bağdaşmaz ve bu kadar gurur kırıcı bir tavır
sergilemekle, Türk devlet geleneğinin değil, “ben ülkemi pazarlamakla
mükellefim” diyen bir zihniyetin temsilcisi gibi davranmıştır; aynen “Çok güzel
şeyler olacak” müjdesinin ardından terör örgütü elebaşlarıyla yapılan seviyesiz
pazarlıkların çıkması gibi.
Sayın milletvekilleri, bir
kişide tarih bilincinin olup olmaması onun devlet ve millet anlayışlarını da
doğrudan belirler. Anayasa’mız Cumhurbaşkanını tarih önünde görmek ister çünkü
bilir ki devlet, geleneğiyle vardır ve bu gelenek de tarihtedir. Millet de bu
tarihsel sürecin bir sonucudur.
Sayın milletvekilleri,
ister Cumhurbaşkanınca isterse Sayın Başbakanca temsil ediliyor olsun AKP
zihniyetinin içinden çıktığı gelenekte felsefi anlamda bir devlet kavrayışına
rastlanmaz, böyle bir kavrayışı bağrından çıkaracak olan tarih şuuru da yoktur.
Bu kavramlarla olan ilgileri, sultanların veya halifelerin fazilet kıssalarının
ötesine geçmez. Bu gelenekten gelen kadroların hiçbiri daha fazlasını edinmiş
değildir. Gömleklerini çıkarıp liberallerle halvet olduktan sonra buldukları
ise şirket olarak tasarlanmış bir devlet anlayışıdır. Bu zihniyetin gözünde
devlet bir şirkettir. Böyle olunca, siyasetlerinin amacı da hisse senetlerini
kendi adamlarının arasında dağıtmanın ötesine geçemez.
Değerli milletvekilleri,
binlerce yıllık tarihinde millet olarak farklı kültür çevrelerinde, hatta
medeniyet dairelerinde bulunmuş ve aynı zamanda büyük medeniyetler kurmuş bir
milletin yani Türk milletinin mensuplarıyız. İlk günden bugüne kesintisizce
izleyebileceğimiz yegâne hat devlet geleneğimizdir. Milliyetçi Hareket Partisi
olarak bizim sorunumuz, bu geleneğin taşıdığı devlet kavrayışına yabancı kalıp
da kâr-zarar hesaplarıyla devlet kavramına yönelmeye çalışan zihniyetledir. Bu
zihniyeti Sayın Cumhurbaşkanının veya Başbakanın temsil ediyor oluşu ise bizim
açımızdan sadece bir teferruattır.
Değerli milletvekilleri,
son olarak, kamuoyunda kabul gören ve yerleşmiş bir algıya dönüşen “taraflı
cumhurbaşkanı” kanaatini gidermek amacıyla Sayın Cumhurbaşkanının ortaya koymuş
olduğu ve adına “Futbolda Şike Yasası” denilen hususla ilgili veto tavrını
değerlendirmek istiyorum. Elbette verilen karar Sayın Cumhurbaşkanının şahsi
görüşü ve takdiridir ancak şu kadarını söylemeliyim ki: Partimiz bu kanun
değişikliğine destek verirken ne adalet duygusunun zedelenmesini ne de kişiye
özel bir düzenleme olmasını asla istemediği gibi aklından dahi geçirmemiştir.
Bizim anlayamadığımız taraf, Sayın Cumhurbaşkanının adalet duygusunun kimler
tarafından saldırıya uğradığını ve kimler için kişiye özel yasalar
çıkarıldığını unutmuş ya da unutur gibi görünmeye tevessül etmesidir. Bu veto
konusunda Sayın Cumhurbaşkanının yaklaşımı son derece ikircikli ve çifte
standartlıdır. Mademki Sayın Cumhurbaşkanı adil ve hakkaniyete uygun cezalar
belirlenmesi konusunda dikkatlidir, suç ve ceza arasında adalete uygun bir
oranın bulunması gerektiğine atıf yapmaktadır, o hâlde Türklüğe hakareti
düzenleyen 301’inci maddenin değiştirilmesinde neden aynı feraseti ve
hassasiyeti göstermemiştir? Söz konusu kanun hükmü değiştirilmeden önce
“Türklüğü, cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılayan
kişiler altı aydan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.” ibarelerini
kapsarken, Sayın Gül’ün 7 Mayıs 2008 tarihindeki onayıyla tam anlamıyla içi
boşaltılmıştır. Dileriz ki Sayın Cumhurbaşkanı her meselede gözü kapalı onay
makamı gibi davranmasın, dikkatle, kararlılıkla ve itinayla önüne gelenleri
derinlemesine ve objektif olarak incelesin. Ancak geçmişte Sayın
Cumhurbaşkanının gerek yüksek yargıya gerekse üniversitelere yaptığı atamaları
dikkate aldığımızda, Sayın Cumhurbaşkanının, bundan sonraki uygulamalarında da
objektiflik veyahut da liyakat gibi birtakım ölçütleri esas almak yerine başka
ölçütlerle hareket edeceğini bizlere göstermektedir.
Bu anlayış içerisinde, ben,
bütçenin milletimiz ve ülkemiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyor,
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kaya.
İkinci söz, Isparta
Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz’ın.
Süreniz on üç dakika.
Buyurun Sayın Korkmaz. (MHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Başkanım, Atila Bey’den kalan bir dakikayı arkadaşımıza ilave edebilir
misiniz?
BAŞKAN – Hayhay, on dört
dakika olsun.
MHP GRUBU ADINA S. NEVZAT
KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Temsilî demokrasinin kalbi,
millî iradenin tecelligâhı Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Bu temsilin yüksek
bir oranda gerçekleşmesi ve Meclisin yasama ve denetim işlevlerinin etkin ve sorunsuz
bir şekilde yürütülmesi, kalbi sağlam bir bünyeye delalettir. Meclisin yasama
ve denetim işlevlerini layıkıyla yerine getirdiğini söylememiz güçtür. Bunun
sebebi, çalışma ilke ve prensiplerini belirleyen İç Tüzük’ün günün
ihtiyaçlarına cevap veremeyecek kadar eskimiş olması ve AKP’nin demokratik
teamül ve çoğulculuk anlayışına uygun düşmeyen tekçi ve dayatmacı
uygulamalarıdır. 1973 yılında yapılmış İç Tüzük, bir felsefeye uygun düşmeyen
günübirlik değişikliklerle, otuz yedi yılda sistematiğini ve ruhunu
kaybetmiştir. Bu süreçte tüm siyasi partiler eğer iktidarda ise yasama
sürecinin yavaşlığından, muhalefette ise de denetim mekanizmasının
etkisizliğinden şikâyet etmiştir. Ancak bilinen bir gerçeklik vardır ki Meclis
çalışmalarında milletvekilinin katılımcı hür iradesi ortaya çıkmamakta, Genel
Kurul ve komisyonlar verimli ve milletin gerçek gündemiyle çalışmamakta,
çoğulcu, eşitlikçi, kaliteli bir yasama ve kısa sürede sonuç veren etkili bir
denetim görevi icra edilememektedir.
Parlamenter demokrasinin
işleyişi açısından en az anayasalar kadar önemi olan İç Tüzük’ün değiştirilmesi
bir türlü gerçekleştirilememiştir. Bağımsız ve çoğulcu bir anlayışla çalışmayan
Meclisin sivil, demokratik bir anayasa yapması mümkün mü değerli arkadaşlar?
Otuz yedi yılın on yılında tek başına iktidar olan AKP’nin Sayın Toptan
zamanında yaptığı ve bir daha da arkasını aramadığı İç Tüzük değişikliği
girişimi dışında bir çözüm üretememesi doğrusu Türkiye Büyük Millet Meclisinin
çoğulcu ve katılımcı çalışması gerektiği prensibine ne kadar inandığının da bir
göstergesidir.
Milliyetçi Hareket Partisi
olarak verimli, öngörülebilir, yeterli siyasi müzakerenin yapıldığı bir yasama,
sonuç odaklı, sürelere bağlanan bir denetim mekanizması getiren, uzlaşma ile
yapılacak yeni bir iç tüzük gerekliliğini bir kez daha vurguluyor, bu konudaki
çalışmalara dün olduğu gibi bugün de destek vereceğimizi ifade ediyorum.
Değerli milletvekilleri,
içinde halkın olmadığı hiçbir rejimin adı demokrasi olamaz. Demokratik
rejimlerin devamı da halkın siyaset kurumuna yegâne çözüm aracı olarak
bakmasını temin etmekle mümkündür. Bazen milletine yabancılaşan gençlerimizden,
siyasete mesafeli duran insanlarımızdan bahseder, dert yanarız. Öyleyse bir
sorumluluğumuz da insanlarımıza, özellikle gençlere siyaseti sevdirmek ve
çevrelerine ilgi göstermelerini sağlamak olmalıdır. Öte yandan, bizlere oy
vermiş insanlarımızın da bu vekâleti nasıl kullandığımızı bilmeleri ve buna
göre değerlendirme yapmaları en tabii hakları olsa gerektir. Bu iletişimin en
önemli aracı Meclis televizyonudur. Mecliste liderlerin ve milletvekili
konuşmalarının naklen yayınlanması sonucunda insanlarımız ülke gidişatını ve
siyaset kurumunu takip etme imkânı bulmuştur. Bütün televizyonların sansür
uyguladığı bir dönemde muhalefetin görüşleri Meclis TV ile halka
ulaşabilmiştir. Ancak biliyoruz ki bu kanal farklı sesleri ve görüşleri
yayınladığı için ta en başından beri AKP için rahatsızlık kaynağıydı, bu
yayınları sınırlandırmayı uzun zamandır hayal ediyorlardı. Bu yayının kesilmesi
Meclisin milletiyle olan en önemli iletişim kanalının kopmasına sebep olmuştur;
bu doğru olmamıştır.
“Efendim, yayını
kapatmıyoruz, sınırlandırıyoruz.” diyenlere de şunu sormamız lazımdır: Şayet
sınırlandırma müeyyidesi getirilecek kadar zararlı ise neden tamamıyla kapatmıyorsunuz
ya da Meclis televizyonunu gündüz yayında tutma gerekçeniz akşam saat yediden
sonra ortadan mı kalkıyor? Hiç kimsenin adının önüne “yasakçı” tanımlamasının
yakışmayacağını ve Meclis televizyon yayınlarının serbest bırakılarak Meclisi
ile milletin irtibatının yeniden tesis edilmesi gerektiğini bir kez daha ifade
ediyoruz.
Değerli milletvekilleri,
klasik parlamenter sistemin ayırt edici bir özelliği de güçler ayrılığı
prensibidir. Bu prensibe rağmen 2002’de başlayan AKP’li yıllar, tek başına
iktidar olmuş bir partinin hem Meclis hem de mahkemeler üzerinde baskı kurarak
diğer erkleri kontrole soyunduğu ve maalesef bunda da büyük oranda başarı
sağladığı yıllar olarak hatırlanacaktır. Hiçbir dönemde muhalefeti ortadan
kaldırma, muhalefeti yok sayma gayretleri bu kadar ayyuka çıkmamış, farklı
görüşler arz eden kişi ve kurumlar bu kadar baskı ve tehdide maruz
kalmamışlardır. Meclis gergin bir atmosferde çalıştırılmış, muhalefetin sesinin
kısılması için Meclis Televizyonu yayınları sınırlandırılmış,
milletvekillerinin iradesi yok sayılarak parmak demokrasisi egemen kılınmaya
çalışılmıştır. Muhalefetin en küçük bir eleştirisine dahi tahammül göstermeyen
AKP, sonunda Meclisi tamamen devre dışı bırakma yolunu seçmiştir, kanun
hükmünde kararnameler ile kadrolaşma ve devleti yeniden yapılandırma içerisine
girmiştir. Kanun hükmünde kararnameler istisna olması gerekirken
genelleştirilerek yasa yapma yetkisi, Meclisin elinden gasbedilerek alınmıştır.
Yeni teşkilatlanmalardan,
ihdas edilen kadrolardan muhalefet habersizdir. İktidar, Meclisin devre dışı
bırakıldığı iddialarına tatmin edici cevaplar vermek yerine, “Geçmişte bu
yöntem daha çok kullanılıyordu, biz az bile kullandık.” diyebilmekte, 1999
depreminden sonra çıkarılan ve daha çok deprem yaralarının sarılmasının
amaçlandığı kanun hükmünde kararnameleri işaret ederek, bu yola devam edeceğini
söyleyebilmektedir.
Meclisi uyumlu çalıştırmak,
Meclis çoğunluğunun yani AKP’nin sorumluluğudur. Meclisin kanun hükmünde
kararnamelerle devre dışı bırakılması bir sistem krizine yol açma riskini
içinde barındırmaktadır. Bir taraftan Mecliste uzlaşma çağrıları yapan AKP, öte
taraftan ikiyüzlü bir tavır sergileyerek muhalefeti devre dışı bırakmak için
her türlü yola başvurmaktadır. Bu tekçi ve dayatmacı yaklaşım toplumdaki
kutuplaşmaya hizmet etmekte, Mecliste uyumlu çalışma ve uzlaşma zeminini ortadan
kaldırmaktadır.
Meclisin yasa yapma yetkisi
böylece işlevsiz bırakılırken siyasi denetim yolları da işlemez hâle
getirilmektedir. Muhalefetin verdiği tüm önergeler, zaman zaman gerekçeleri AKP
tarafından da paylaşılmasına rağmen reddedilmekte, verilen sözlü ve yazılı sorular
ya aylar sonra cevaplandırılmakta ya da yuvarlak cevaplarla yetinilmesi
istenmektedir. Kamu kaynağı kullanan Hükûmetin muhalefetçe denetlenmesi böylece
bir türlü mümkün olmamaktadır.
Denetim mekanizması iktidar
çoğunluğunca felç edilirken Meclis Başkanlığı muhalefetin sorularını denetleme
sevdasına düşmüş, Meclis uzmanlarından oluşturduğu bir komisyonla
milletvekillerinin soruları İç Tüzük’e uygun bulunmayarak iade edilmeye
başlanmıştır. Meclis Başkanının sorumluluğu, esas olarak muhalefetin soru cümlelerini
düzeltmek değil, iktidarın makul süreler içerisinde tatmin edici cevaplar
vermesini sağlamak noktasında kendini göstermelidir.
Sayın Başkan, soruları
denetlediğiniz kadar cevaplarının da doyurucu olup olmadığını denetlemeniz ve
milletvekillerini uyardığınız kadar sorunun muhatabı ilgili kurumları da
uyarmanız gerekmez mi? Size sadece AKP’nin değil, tüm grupların başkanı
olduğunuzu hatırlatmak istiyorum.
Bir hatırlatmam da Meclis
personeli ile ilgili olacak. Bir müddet önce Genel Kuruldan geçirdiğiniz Meclis
Teşkilat Kanunu, arkada, haksızlığa uğradığını düşünen, gönlü kırık yüzlerce
personel bırakmıştır. “Eşitsizlikleri, adaletsizlikleri düzelteceğim.” diye
gelen Kanun birçok haksızlığa sebep olmuş, birçok müktesebi de sıfırlamıştır.
Personel sormaktadır: Kendi çalışanı arasında adaleti ve eşitliği tesis
edemeyen Meclisin, ülke insanına karşı nasıl bir iddiası olabilir?
Sayın Çiçek, siz bu kurumda
çalışan insanların da Başkanısınız. Personelin, Adalet Bakanlığı yapmış bir
Başkandan beklentileri vardır. Nedir bunlar? 4/C’liler diye bilinen personel,
statü farklılığından kaynaklanan, bin liraya kadar varan ücret eşitsizliğinin
ortadan kaldırılmasını, nöbet ve mesai ücreti verilmesini, Meclise kadrolu
personel alımında kendilerine öncelik verilmesini, sözleşme yenilenmesi
dolayısıyla verilen ve 300 ila 400 lirayı bulan pul parasının kesilmemesini
istiyorlar. Milletvekili danışmanları, kıdem tazminatı hakkı ve belirli bir
hizmet süresi sonunda da kadro hakkı talep ediyorlar. Milletvekili yardımcı
personeli ve ikinci danışmanlar, maaşlarının öğrenim durumlarına göre
belirlenmesini, bazı kurumların Mecliste görevlendirilmelerine muvafakat
vermediğinden bahisle bunun kolaylaştırılmasını istiyorlar. Bir de Meclisin
kadrolu personeli var; idari kadro, uzman, uzman yardımcısı, teknik personeli
ve memurlar. Bu arkadaşların bir kısmı sınavla Meclise girmiş, bir kısmı da
sınavsız. Şimdi, deniliyor ki “Norm kadro çalışması başlatacağım, personel
fazlalığı var.” İyi de son dokuz yılda yani AKP döneminde binden fazla kişi
alınmış Meclise, fazla ise bunlar fazla. Sınavla girmiş personele, kadrolara
doldurduğunuz kendi yeğenleriniz, kuzenleriniz ile aynı muameleyi yapmanız
büyük haksızlık olmuyor mu? Sınavla Meclise girmiş personele öncelik vermeniz
gerekiyor. Bir hukukçu olan Sayın Çiçek’in kimsenin ekmeğiyle oynamadan bu
soruna bir çözüm bulacağına inanıyor, bunu da Milliyetçi Hareket Partisi olarak
takip edeceğimizi ifade ediyorum.
Değerli milletvekilleri,
dokuz yıllık iktidarı boyunca milletin milyarlarca dolarını kullanan AKP
Hükûmeti, her ne hikmetse, bu kaynakların hesabını vermekten kaçıyor, hatta
kendisine soru bile sorulmasını istemiyor. Bunun için, bütçe dışı kaynak
kullanımını, ihale sistemi dışında alım satımı teşvik ediyor, bedelli askerlik,
2/B gibi bir kereye mahsus gelirleri de bütçeleştirmeden nasıl kullanacağının
hesabını yapıyor. Elbette, bu zihniyet denetim kurumlarına da mesafeli
olacaktır. Teftiş kurullarını ortadan kaldırıp denetimin içini boşaltan, dış
denetim kurumlarının en önemlisi asırlık Sayıştayın âdeta teftiş alanını
genişletiyor gözüküp yetkilerini kısıtlayan uygulamalarını hep birlikte gördük.
Asırlık Sayıştay, içi boşaltılarak âdeta bir vitrin malzemesine çevrilmiştir.
Verimlilik, etkinlik, tutumluluk denetimi olan performans denetimi ölçme işlemi
hâline getirilmiştir. Sayıştay, kanunun ek geçici 10’uncu maddesine göre
göndermesi gereken denetim raporlarını üç yıldır Meclise göndermemektedir.
Hiçbir takdir hakkı verilmemiş olmasına rağmen, Sayıştay Başkanlığı denetim
raporlarını sümen altında tutmaktadır, etkili denetim görevinden epeyce uzak
düşürülmüş, sadece yönetmeliklere görüş bildiren kurum hâline getirilmiştir;
AKP baskıları sonucu görüntü var, ses yok bir hâldedir. Yüzlerce denetim
elemanı da hiçbir görev verilmeksizin boş boş oturtulmaktadır.
659 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’nin 9 ila 12’nci maddeleri adli uyuşmazlıklarda sulh kurumunu
getirmiştir sistemimize. Mahkemelerin yetkilerinin önemli bir kısmı idareye
geçmektedir. Bu mekanizmanın özeti şudur: İdare, uyuşmazlıklarda taraf konumundaki
kişiyi mahkemeden önce sulha davet edecektir, sulh sözleşmesi imzalandıktan
sonra mahkeme yolu kapatılmaktadır. Bu düzenlemenin pratikte iki sonucu
olacaktır: Bir: İnsanların hak arama hürriyetleri sınırlandırılacaktır. İki:
AKP’nin etkisi ve baskısı altındaki kurumlar AKP yandaşlarına farklı, diğer
insanlarla farklı pazarlıklar yapacaktır. Bir diğer sonucu da idarenin dış
denetimini yapan Sayıştayın tamamen sembolik bir hâle gelecek olmasıdır. AKP’ye
Sayıştay üzerinden elini çekmesi çağırısında bulunuyoruz. Bu ısrar, devletin
tamamen keyfîlik ve yolsuzluk batağına batması sonucunu doğurur ki bu sonuç
kimseye hayır getirmeyecektir.
Sözlerime son verirken
Meclisin bir an önce kendi üyelerinin, milletvekillerinin statü, hak ve
sorumlulukları ile özlük haklarını belirleyen kanunun bir an önce Meclis
gündemine getirilmesini aciliyet ve önem açısından bir kez daha hatırlatmak
istiyorum. “Terzi kendi söküğünü dikemez.” derler, bu düzenleme çok gecikmiştir
ancak kendi meselelerini düzenleyemeyen Meclisin toplum meselelerini nasıl
düzenleyeceği de tartışmalı hâle gelmektedir.
2012 bütçesinin hayırlı
olması dileklerimle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Korkmaz.
Şimdi söz sırası Erzurum
Milletvekili Sayın Oktay Öztürk’te.
Buyurun Sayın Öztürk. (MHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on üç dakika.
MHP GRUBU ADINA OKTAY
ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
insanlık tarihini kaos ortamından düzen ortamına geçirişinin miladı hukuktur.
Roma İmparatorluk döneminde bireyin toplum içinde hakları, vazifeleri, toplumun
bireye karşı hak ve yükümlülükleri hukuk düzenini oluşturmuştur. Hukuk zaman
içerisinde evrensel boyut kazanmıştır. Yasalar coğrafyaya, milletlere,
kültürlere göre değişmiş ve fakat düzen temelini oluşturduğumuz hukukun genel
ilkesi yani tarafsız oluşu, adil oluşu, devlet-birey eşitliğini temel almış
olması değişmemiştir, değişmemelidir de. Türkiye bu konuda bir yandan
istikrarsız bir geçmiş yaşarken diğer yandan dönem dönem siyasal iktidarların
hukuku kendilerine yâr etme sevdası depreşmekte, bu da hukuk devleti ilkesinin
yerine siyasal iktidar devleti sonucunu doğurmaktadır. Bugün de hukuk
devletinin siyasal iktidar ve onun arkasındaki güç kadrolarının, hukukun yerini
alma çabasıyla nasıl tahrip olmakta olduğunu ibretle izlemekteyiz.
İktidarın ilk yıllarında
hukuku, haddini bilmemekle suçlarken bugün yapılan her zulmü hukukun
bağımsızlığına bağlayan İktidar, bir yandan yüksek yargıyı yapılandırma maskesi
altında arka bahçesi yapmakta, diğer yandan hedefledikleri adliye mahkemelerde
hızla yargıç, savcı kadrolarında değişiklik yapmaktadır.
Yargıtay yapısal
değişikliği için çok gerekçeler duyduk bu sıralardan. O değişikliklerin
yapıldığı gün gördük ki atamalar bir saat bile sürmeden halledilivermiş. Önce
Başbakan bir dava için “Ben o davanın savcısıyım.” derken dönemin Adalet Bakanı
“Yargı yargıçlara bırakılmayacak kadar önemlidir.” diyerek yargı dünyasına ilk
kazmaları vurmuşlardır. Hemen ardından, hukuk Türkiyesi’nde Başbakan “Çeteleri
ben içeriye tıktım.” diyerek savcılıkla yetinmediğini ve tutuklama kararlarını
veren yargıcın da kendisi olduğunu dünyaya haykırdı. Bakıldı ki bu mesajların
içeriği tam anlaşılmadı, hemen Yargıtayın mezhebine girildi. “Dosya çok,
mahkeme az.” denildi, “Dosyalar birikiyor.” denildi, “Ara mahkeme kuracağız.” denildi.
Şimdi ise mahkeme sayısı
arttı, yargıç sayısı arttı. Bu değişikliklerin üzerinden zaman geçti. “Bakın,
şimdi Yargıtay kendisine gelen dosyayı bir ayda iade ediyor, artık dosyalar
Yargıtayda raflarda tozlanmıyor.” diyor Sayın Bakanımız. İşin gerçekte böyle
olmadığını da hepimiz biliyoruz.
Sınır kapısında portatif
mahkeme kuran Hükûmet, artık “Aç-kapa Artema” reklamına döndürdü yargıyı. İşin
ilginç yanı ise bu kürsüden bu konular dile getirildiğinde ses HSYK’dan geliyor
“Bizden özür dilesin.” diye.
Niye? Arka bahçe olmadınız
mı? Farklı sanıklara -dikkat edin, farklı dava değil, farklı sanıklara- farklı
davranmıyor musunuz?
Niye? Başbakan “Ben falanca
davanın savcısıyım.” dediğinde “Savcılardan özür dile.” dediniz de biz mi
duymadık?
Niye? Başbakan “Ben
çeteleri içeri tıktım.” dediğinde “Bağımsız mahkemelerin yargıçlarının
tutuklama kararlarına şaibe bulaştırma, özür dile.” dediniz de biz mi duymadık?
Niye? Adalet Bakanı “Yargı
yalnızca yargıçlara bırakılmayacak kadar önemlidir.” dediğinde “Yargı yalnızca
yargıçlara ve yasaya bırakılması gerekecek kadar önemlidir, özür dile.” dediniz
de sesinizi biz mi duymadık?
Bugün bu bir realitedir,
inkâr edilemeyecek kadar önemli bir realite: Yargı maalesef İktidarın arka
bahçesine çevrilmiş, şimdi ise ayrık sesleri temizlemekle meşguldür. Meclise,
onun çatısı altında bulunan parti ve milletvekili görüşlerine İktidar adına
cevap verecek kadar gözü dönmüş bir arka bahçe olmuştur.
HSYK Başkanı, o bir saatte
nasıl atamaların tamamlandığının cevabını versin önce. HSYK Başkanı, HSYK
seçimlerinde yargıçlar üzerinde nasıl baskı kurulduğunun savunmasını
yapabilecek mi, ona baksın önce. HSYK Başkanı, ta Almanya’dan sesini duyuran,
Türkiye’deki yanar söner fenerlere başka, siyaseten yargılananlara başka
davranan yargıçların yasaları nasıl okudukları, nasıl anladıklarını yorumlasın
hele bir önce; savcılar soruşturma baskısıyla davalardan alınıyor, bunu
anlayabileceğimiz bir şekilde anlatmayı denesin önce. Ama bu, yukarıda
bahsettiğimiz tehlikenin doğal sonucudur. Artık, HSYK, Adalet Bakanlığı
Müsteşarlığı kadar İktidarın kadrosu olmuştur. İktidar adına görüşlere cevap
verme hakkının olması bu açıdan bakıldığında normal gözükmektedir ama siyasal
iktidarın normali, doğru hukuk devleti kriterlerine göre ise ne yazık ki bu bir
faciadır.
Bakın, facia lafı zorunuza
gitmesin. Meclis yasada değişiklik yapıyor. O da ne? Değişikliğe göre yapılan
tutuklu itirazlarına bakan mahkeme “Hayır, yasa kesinleşmedi.” diyor. Hemen
ertesi gün ne görelim? İddianame yasanın eski metnine göre çıkıyor. Beş altı
aydır bekleyen iddianame Meclis sürecini bekleyemiyor, üstelik Meclisin
değiştirdiği metne göre iddianame yazıyor. Cumhurbaşkanı galiba Başbakanın eski
“Ben savcıyım.” çıkışına nazire yapmak istiyor. “Cezalar bireylere göre
değiştirilemez. Suça göre ceza az.” diyor. Bu nasıl bir mantıktır,
anlayamıyoruz. Bakıyorum da iktidar partisi hâlâ “Hayır, bireylere göre
değişiklik değil.” demekle meşgul.
Bakın, ben söyleyeyim:
Sayın Cumhurbaşkanı, bireyler önemlidir. Bir bireye yapılan haksızlık toplum
vicdanında açılmış büyük bir yara, hukuk devletinin ise iflasıdır. Onun içindir
ki milletimizin bir tek evladına dahi yapılan haksızlığın karşısında durmak ve
o haksızlığı gidermek görevimizdir. Biz yasama Meclisiyiz, bireylerin yasanın
zulme dönüştüğü yerde bu zulümle inlemesini, hapislerde yatırılmasını
izleyemeyiz, müdahale ederiz, yanlışı bu Meclis yapmışsa düzeltiriz ama “bireye
göre” diye suçlanmayı da kabul edemeyiz. Döner sorarız: Sayın Cumhurbaşkanı,
siz, bahsettiğiniz soruşturmanın şike yasası çıkmadan başlatıldığını biliyor
musunuz? Ya bu dönemde size sesiyle mihmandarlık yapan ve hatta partisini
“Yasayı bu hâliyle geçirirseniz istifa ederim.” diye tehdit eden milletvekili
bunu biliyor mu? Çankaya 1.000 rakımlıdır Sayın Cumhurbaşkanı, imzası paha eder.
Bu kadar ucuz, parti içi söylemlere müdahale, siyasi hesap, haksız operasyonu
destekleme kokmamalıdır.
Şimdi, iktidar, bu yolda
ülkenin gittikçe içinden çıkılamaz bir hukuk faciasına, hukukla yapılan zulüm
ülkesine gidişi ya görmemekte ya da kaos üzerine hesap yapmaktadır. Bu,
sağlaması olmayan bir hesaptır; iki kere iki hep dört eder. Rakamlarla
oynasanız da bu değişmez. Adalet, bu devletin temel müessesesidir. Adalete el
atmakla, devlet temeline saldırı yapmaktasınız. Devleti yıkmaksa hedef -ki öyle
görünüyor- bırakın bu hesaplaşmayı. Sevr’i dayatamayanların ekmeğine yağ
sürmeyin. Bu ülke bir daha Sevr'i yaşamayacak; buna engel oluruz, biz MHP
olarak engel oluruz, millet olarak engel oluruz. (MHP sıralarından alkışlar) Bu
çatı altında büyük Türk milletinin saadetini, refahını hedef alalım.
Yargıtayda, Danıştayda,
Anayasa Mahkemesinde yanlış yapılanmayı, Anayasa Mahkemesine seçilişlerde
yapılan ince çalımları bırakın. Yargıç kadrolaşmasında hesaplarınız yanlıştır.
Buna inanın ki bu yapılanma size zarar olarak dönecektir. Bu yapılanma size
dayatılan bir durumdur. İktidarınızı arka bahçesi yapmak isteyenlerin
planlarını görün, engel olun. Basit bir yasa değişikliğinde çıkarılan
gürültünün hedefinin adını doğru koyun. Basit bir eş başkanlık değildir bu durum.
Lütfen, dönün eş başkanınıza, onun faaliyetlerine dikkatli bakın. Uhdesinde
alıkoyduğu güçleri, hesapları görün ve bu oyunu bozun.
Hukuka saldırı hâlini alan
reform çalışmalarınızı doğru olanlarla bilim adamlarımızın, hukuk adamlarımızın
ve hatta demokrasinin geliştiği ülkelerdeki hukuk sistemlerinin ışığında yapın.
Anayasa için komisyon kurduk, işbirliği hâlinde çalışıyoruz. Birlikte
mutabakatla yasa çıkardık, bunu da yaparız. Ortak paydamız bu aziz Türk
milletinin evlatları oluşumuzdur. Çok şeyi başarırız. Silivri’de kurduğunuz
mahkeme yargıcının bir bakanınızın tutukluluk süreleriyle ilgili açıklamasına
yazdırdığı gerekçeyi görmüşsünüzdür. Size tehlikenin farkında olma uyarımın en
temel gerekçesi o duruşmada o mahkemenin yargıcı tarafından söylenmiştir. Arka
bahçe yapmak istediğiniz yargı, dikkat etmezseniz sizi bir kısım güçlerin arka
bahçesi yapma tehlikesini taşıyor.
Bunlar samimi olarak bu
çatı altındaki değerli milletvekili arkadaşlarımın hepsine uyarımdır. Burada
bulunuş amacımızı çok iyi süzmeliyiz. Sürekli çok hassas davranan sadrazama
“Padişah korkusuyla mı bu kadar hassasiyet?” diye sorduklarında “Hayır, tarihe
karşı.” diye cevap vermiştir. Ben de tarihe karşı bu uyarımı yaptım.
Bir içinize dönün.
Yapılanları yüzde 50 oyun getirdiği güç ve başarı olarak değil, ülkeye,
millete, devlete hizmet kriterinden geçirin. Sonra ne kadar yanlış içinde
olduğunuzu göreceksiniz sayın iktidar partisi milletvekilleri.
Bu konuşmamın hepinizi
ilgilendirmesi gerekir, en çok da Adalet Bakanını ilgilendirmelidir. Siz dün
alkışlarınızla dediniz ki: ”Ey mutlak sayısal iktidarımızın Sevgili Adalet
Bakanı, HSYK Başkanı sana müsteşar hizmeti vermelidir.” Çift müsteşar daha
yakışır. Ne diyebilirim ki?
Muhterem milletvekilleri,
değerli Türk milleti; ben tarihe karşı sorumluluğumu yerine getirdim ve tekrar
ediyorum: Siz “Üstünlerin hukukunu yıkacağız.” derken neyi yıktığınızın
farkında olmadınız. Hukukun gücü yerine gücün hukukunu getirdiniz ve
getirdiğiniz bu hukuk sizi güç durumda bırakacaktır.
Uzun tutukluluk hâllerinden
uzun uzun konuşmak istemedim fakat bu konuda bu kürsüden o kadar çok şey
söylendi ki, yine de elinizi oynatmadınız. Bu yüzden sadece düşüncelerimi
belirtiyorum.
Biraz önce cuma
namazındaydık, her zaman olduğu gibi imam “Allah adaleti emrediyor.” diye buyurdu.
Siz de bu konuda Hazreti Ömer’in adaletini çok dilinize dolarsınız. Hazreti
Ömer’in “Fırat’ın kenarındaki kuzuyu kurt yerse hesabı benden sorulur.” adalet
anlayışını öylesine rayından çıkardınız ki artık Fırat’ın kenarını bırakın
şehirlerin göbeğinde kuzuları çakalların elinden alamıyoruz.
Son söz olarak,
adaletsizliğinizin hesabını huzuru mahşere bırakmayacağız.
Yüce Türk milleti önünde
açıkça söylüyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Öztürk.
Şimdi söz sırası Ankara
Milletvekili Sayın Özcan Yeniçeri’de.
Buyurun Sayın Yeniçeri.
(MHP sıralarından alkışlar)
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı bağlamında Başbakanlık, Millî İstihbarat Teşkilatı ve Millî Güvenlik
Kurulu hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu vesileyle, Sayın
Başbakanımızın hastalığı dolayısıyla kendisine acil şifalar diliyorum.
İstihbarat devletin duyu
organlarına, Millî Güvenlik Kurulu ise stratejik beynine benzetilebilir. Beynin
sağlıklı karar verebilmesi için doğru bilgilere ve doğru istihbaratlara
ihtiyacı vardır. Doğru bilgi, doğru istihbarat ürünü olur. İstihbaratın yanlış
ve eksik olduğu bir yerde hiçbir karar isabetli ve tutarlı olamaz. İstihbarat
örgütlerinin görevi, aysbergin görünmeyen yüzlerini karar alıcılar için görünür
hâle getirmektir.
Millî İstihbarat, milletin
varlığına musallat olan emelleri ve tehditleri deşifre eder, tespit eder ve
ortaya çıkarır; istihbarat sayesinde, kurgulanan oyunu görünür kılar.
Kurgulanan oyunu gördüğünü hissettirmek, düşman emellerini caydırmanın en
etkili yoludur. İstihbaratta esas olan, düşmanı değil, savaşı yenmektir. Gerçek
zaferler savaşmadan kazanılırlar. İstihbaratı olmayan bir yönetim, el
yordamıyla iş görmeye çalışan bir âmâya benzer, başarısı da rastlantılara
bağlıdır. Siyasi karar alıcılar, uluslarının karşı karşıya oldukları fırsatları
ve tehditleri öngörmek durumundadır. İstihbarat bu bakımdan millî güvenlik
politikasının temel unsurudur. İstihbarat toplayarak muhtemelen rakiplerin ve
dostların amaçlarını, planlarını, niyetlerini ve kapasitelerini öğrenmek ne
kadar önemliyse, rakiplerin ve dostların bizim amaçlarımızı, planlarımızı ve
kapasitelerimizi öğrenmelerini engellemek de o kadar önemlidir. Karşı
istihbarat bir ulusun ulusal güvenliğinin sağlanabilmesi için vazgeçilmez bir
faktördür. İstihbarat hayati bir olgudur, ciddiyetsizlik kaldırmaz. Bunun şartı
nedir? Bunun şartı da şudur: Yattığı toprak, tuttuğu bayrak, döndüğü kıble
belli olan bir istihbaratın biraz önce söylediğim manada millîlik vasfını
içerebileceği ancak ifade edilebilir. Türkiye’de bu böyle midir? Bunun üzerine
özellikle girmeden hemen bir hususu hatırlatmak istiyorum. 1971 yılında CIA
direktörlerinden Richard Helms “Biz bir ülkeye mal satmadan önce değer satarız.
Biz kendi değerlerimizi pazarlamak suretiyle halkımızın güvenliğini garanti
altına alırız.” diyordu. Demek ki istihbarat yalnızca sözü edilen birtakım haberlerin
ulaşılması ve onların değerlendirilmesi, analizinden ibaret değil, aynı zamanda
yine biraz önce ifade ettiğim gibi bazı değerlerin de pazarlanmasıyla yakından
ilişkilidir.
Peki, bizim istihbarat
böyle midir, şimdi oraya geliyorum. Türkiye’de demokrasi telekulak, ortam
dinleme, takip edilme, kayıt altına alınma, şantaj gibi kavramların tehdidi
altındadır. Özellikle siyasi partilerin liderlerine, siyasi partilerin
mensuplarına yönelik komplolar düzenlemektedir. Siyasette siyasi ve ahlaki
olmayan yöntemlerle siyaset dizayn edilmeye çalışılmaktadır. Özellikle
muhalefet partilerinin, komploların hedefi olması düşündürücüdür. Siyasi
partilerin genel merkezlerini izleyen araçlar, dinleyen merkezler söz
konusudur. Çok açıktır ki yaşananlar partilerle ilgili olmaktan daha çok
demokrasiyle ilgilidir. Siyasi partilere yapılan tehdit ve şantajlar, gerçekte
demokrasiyi ve demokratik rejimi tehdit etmektedir. Sorun, muhalefet
partilerinin komplo için izlenmesi, gözlenmesiyle de sınırlı değildir. Yasa
dışı dinlenen yüksek yargı mensuplarının, üst bürokratların, gazetecilerin,
diplomatların ve siyasetçilerin haddi hesabı yoktur. Komplo, muhalif siyasi
partilere değil, gerçekte devlete ve demokrasiye karşı yapılmaktadır.
Türkiye’de istihbaratın
içinde bulunduğu durumu göstermesi bakımından, yalnızca Çeçen suikastları
yeterli kanıttır. Dört yıldır İstanbul’un göbeğinde, Ruslara karşı savaşmış
Çeçen komutanlar birer birer avlanmaktadır âdeta ve bu suikastlar sonucu 8
Çeçen komutan öldürülmüş ve bunları öldüren istihbarat unsurları ise ellerini
kollarını sallayarak ülkeyi terk etmişlerdir.
Daha da bundan vahimi,
Genelkurmay eski başkanlarından Işık Koşaner’in ses kaydının İnternet’e
düşmesiyle ortaya çıkmıştır. Servislerin, Genelkurmay Başkanının gizli
konuşmalarını dinlediği bir ülkede, devletin ve demokrasinin ne kadar güvenli
olduğunu takdirlerinize bırakıyorum. Genelkurmay eski Başkanı Koşaner’in gizli
bir platformda yaptığı konuşmaların kaydedilip servis edilmesini hiç kimse izah
edemez, zaten edemedi de. Dahası, Başbakan bile bizzat kendisinin
dinlendiğinden söz etti. Sayın Başbakan icranın başında değilmiş gibi durumdan
yalnızca yakınıyor. Türkiye’de zaten kendisini muhalefet sanan bir iktidar var,
sorun da buradan kaynaklanıyor.
Olgu bununla da bitmiyor.
Bizzat MİT’in kendisinin, PKK’lı terörist unsurlarla Oslo’da yaptığı
görüşmelere ait olduğu iddia edilen ve yalanlanmayan kayıtlar, kritik bir zaman
diliminde medyaya sızdırıldı. Bazıları bunun Alman istihbaratının, bazıları da
İsrail istihbaratının ürünü olduğunu söylediler. Burada, çeşitli davaların
soruşturma sürecinde, MİT’in en gizli belgeleri bile bazı basın kuruluşlarında
pehlivan tefrikası gibi günlerce yayınlanmıştır. Bu gizli belgeler nasıl
dışarıya çıkarıldı ve kim sızdırdı?
Yukarıda saydığımız bütün
istihbarat vakalarının faili meçhuldür. Bu durum MİT’in varlık nedenini
sorgulatacak kadar önemlidir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu noktada cevaplandırılması gereken soru şudur: Bütün bu
sızma ve sızdırma işleri olup biterken MİT ne iş yapar, iktidar ne iş yapar ve
Anayasa, özgürlükler ne anlam ifade eder?
İsterseniz bu süreç içinde
MİT’in ne iş yaptığına da kısaca değinelim. MİT ve MİT’e ait olduğu ifade
edilen istihbarat elemanları Oslo’da yaptığı görüşmelerde oradaki PKK’lı
unsurlara şunları söylüyor: “Devlet size çok büyük bir fırsat yarattı. Sizin
karşılıklı olarak birbirinizle iletişim sağlamanızı, dolaylı dahi olsa
fikirlerinizi birbirinize yansıtmanızı, yazışmanızı, çizişmenizi, onlar
üzerinden karşılıklı görüş teatisinde bulunmanızı sağlıyor.”
Şimdi bu sözler
cevaplanması gereken bazı soruları akla getiriyor: Kim, neden içerideki eli
kanlı terör örgütünün liderine dışarıdaki teröristlerle iletişim kurmak için
fırsat veriyor, karşılıklı görüş teatisinde bulunmasını sağlıyor? Bunun sonucu
olarak İmralı’dan verilen talimatlarla 132 güvenlik görevlisi şehit ediliyor.
Şimdi bunun katili kimdir?
Daha da vahim olan da
şudur: Bölücü örgüt temsilcilerine “Geliştirilen bir özgürlük alanı açıldı. Bu
açılan özgürlük alanı içerisinde örgütün alt birimleri eski alışkanlıklarından
daha fazla örgütleniyorlar. Bir noktaya kadar tolere edebiliyoruz. İsim vererek
şikayet edebileceğiniz ‘Şu adam düşmandır.’ diyebileceğiniz vali ve emniyet
müdürü var mıdır?” diye soruyor MİT Temsilcisi.
Bugünün MİT Müsteşarı olan
zatın ağzından terör örgütünün mensupları için geliştirildiğini iddia ettiği
özgürlük alanı hangi konularda açılmıştır? Terör örgütü mensupları için
açıldığı iddia edilen bu özgürlük alanı hangi noktaya kadar tolere edilmiştir?
Yine malum istihbarat görevlisinin terör örgütü mensuplarına karşı “Şu adam
düşmandır ya da şikâyet edeceğiniz vali ve emniyet müdürü var mıdır?” sorusu
karşı bir soruyu da gündeme getiriyor, o da bölgeye atanan bürokratların
hangilerinin PKK dostu olduğu sorusudur, bunların özellikle mi atandığıdır.
Yine MİT mensubu olan
hanımefendi “Gerek devletin hazırlanmasında gerekse toplumun hazırlanmasında,
örgütün hazırlanmasında şu masada yürüttüğümüz çalışmaların çok büyük katkısı
olmuştur.” diyor. Bu sözler MİT görevlilerinin PKK ile birlikte devlete ve
topluma karşı psikolojik harekât yürüttüklerinin tipik bir kanıtıdır.
Yapılan son KCK
operasyonlarında ele geçen belgeler, Öcalan’ın İmralı’dan verdiği yüz otuz
eylem talimatı sonucunda 132 güvenlik görevlisinin şehit olduğu basından izlendi
ve bir türlü engellenemedi bu içeriden dışarıya bilgi aktarımı, talimat verme,
tehdit gönderme, blöf yapma harekâtı ama anlıyoruz ki bu planlı, projeli bir
olgu sonucunda gerçekleşmiş. Nitekim, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, birkaç
gün önce KCK operasyonları sonucunda tutuklananlarla ilgili olarak “Terörün
kafasıyla gövdesi arası kopartılıyor. İmralı’yla Kandil ilişkisi ortadan
kaldırılıyor.” diyor, “Talimatlar artık gitmiyor.” diyor. “PKK’nın başıyla
gövdesini ayırmak için on sene beklemek mi gerekiyordu?” diye bu soruyu sormak
lazım. “132 vatandaşın ölümünü mü beklediniz PKK’nın başıyla gövdesini ayırmak
için?” sorusunu da burada, yüce Meclisin huzurunda, yüce milletin huzurunda, bu
yetkililere, Sayın Başbakana, Sayın Başbakan Yardımcısına soruyorum.
MİT, kontrol altında
tutulan Öcalan’ın verdiği talimatları ve bu talimatların sonucu olarak
gerçekleştirilen eylemleri görmezlikten mi gelmiştir? Bu temel bir sorudur ve
bu sorunun cevabını millet beklemektedir. Son gelişmeler MİT’in millîlikten
uzaklaşıp siyasallaştığı, AKP’nin ideolojik çıkar aygıtına dönüştüğünü
göstermektedir. Bu bağlamda MİT Personel Daire Başkanlığında iki birime,
dışarıdan 2 kaymakam atanıyor. MİT kendi içinde bu makamlara atanacak şahıs
bulamadı mı? Bu atanan şahısların özelliği nedir? Türk Silahlı Kuvvetlerinin
sancak garnizonu yani elektronik istihbaratının MİT’e bağlanması söz konusu.
Bunun hangi ihtiyaçtan doğduğu malum değildir. MİT’in giderek askerî
personelden soyutlandığı da gelen haberler arasındadır. İktidar, işini yapanları
değil, kendisine kayıtsız şartsız biat edenleri kuruma doldurmaktadır.
Bir süre önce, Millî
Güvenlik Kurulunun devlet boyutunun psikolojik savaştan sorumlu Toplumla
İlişkiler Başkanlığı kapatıldı. AKP, bundan sonra Başbakanlığa bağlı bir
psikolojik savaş merkezi kurdu, başına AKP’li yarı bürokrat bir kişi getirildi.
Bütün bunlar istihbaratın millîliğinin yerini AKP’liliğin aldığını
göstermektedir. MİT AKP’lileşmiştir, AKP neredeyse MİT’leşmiştir.
Bilgi toplama amacıyla
yapılan teknik istihbaratın yurttaşların temel özgürlüklerini yok etmesine izin
verilmemesi gerekir. İstihbarat servisleri kendi halklarına, yurttaşlarına
karşı örtülü operasyon düzenleyerek anayasal haklarını çiğnememelidir.
Demokrasilerde vazgeçilmez olan istihbaratın üstün bir anayasal bilinç ile
gerçekleştirilmesi çok büyük önem arz etmektedir. Dünyanın her yerinde, bütün
istihbarat teşkilatları, ülkesindeki demokrasinin, ülkesindeki insan haklarının
ve hukukun tam teşekkül edebilmesi için gayret sarf ederler. Bizde çok başka
bir boyuta geldi.
Bu vesileyle 2012 yılı
bütçesinin ülkemize, vatanımıza ve milletimize hayırlar getirmesini diliyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Yeniçeri.
Şimdi sıra Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunda.
Birinci konuşmacı Sayın
Süheyl Batum, Eskişehir Milletvekili.
Sayın Batum, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sayın milletvekilleri, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
parlamentoları parlamento yapan en temel işlevlerinden biri hiç kuşkusuz
bütçenin yapılması işlevidir; iktidarın bir vizyon çizmesi ve buna göre
devletin gelirlerinin, giderlerinin öngörülmesi, hesaplanması ve karara
bağlanması işlevi. Ancak parlamentoları parlamento yapan bir diğer işlevi daha
var: Yasaları yapma işlevi. Bizim Türkiye Büyük Millet Meclisimizin de en temel
işlevi bu. Üstelik bu Türkiye Büyük Millet Meclisi Kurtuluş Savaşı’nı yürütmüş
ve işgal altındaki bir ülkede bir taraftan Kurtuluş Savaşı’nı yürütürken diğer
taraftan yasalarını yapabilmiş ve aynı zamanda ilk kez bir sivil anayasa
yapabilmiş bir parlamentodur.
Bugün değerli arkadaşlar,
bu Meclis, en önemli, en temel işlevini yerine getiremiyor, denetim de
yapmıyor. Maalesef, değerli milletvekilleri, bunu bu hâle sokan siz çoğunluk
partisi oldunuz.
Değerli arkadaşlarım, 1
Ekim 2011’de toplanan bu Meclisin ben Anayasa Komisyonu üyesiyim. Anayasa
Komisyonu bir kez toplandı ve bir daha hiç toplanmadı. Emin olun bu, Komisyon
Başkanının şahsi kusuru, Sayın Burhan Kuzu’nun kusuru değil; bu, maalesef,
sizlerin Türkiye Büyük Millet Meclisine bakışınızın bir sonucu, bu bir
zihniyetin sonucu.
Değerli arkadaşlar, bu
Meclisi maalesef kanun hükmünde kararnamelere teslim ettiniz. Hepimiz biliyoruz
bunu. 35 tane kanun hükmünde kararname çıkardınız. Hem de Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığına İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’yle TÜBA’yı TÜBİTAK’ı
düzenlediniz, daha doğrusu mahvettiniz; Ekonomi Bakanlığına İlişkin Kanun
Hükmünde Kararname’yle Diyaneti, Kur'an kurslarını düzenlediniz ve yasa yapmayı
bıraktınız ve Anayasa Komisyonu hiç toplanamadı.
Değerli arkadaşlar, bir
anayasa yaptınız 2010 yılında tek başınıza, halk oyundan da geçirdiniz.
Memurlara toplu sözleşme, grev hakkı getirdiğinizi, bireysel başvuruyu
getirdiğinizi söylediniz. On beş ay geçti, hiçbiri gerçekleşmedi ama sayenizde,
bırakın yeni hakları, Anayasa’da yazılı olan haklar bile anlamsız hâle geldi.
Ne kişi dokunulmazlığı ne haberleşme özgürlüğü ne basın özgürlüğü hiçbir
tanesini maalesef değerli dostlar bırakmadınız. Sayenizde 4/C’li, 4/B’li
sözleşmeli memurların, taşeron işçilerin, işçilerin, öğrencilerin, çiftçilerin,
gazetecilerin hatta iş adamlarının hiçbir gerçek hakkı kalmadı, Anayasa’da
yazılı hakları bile hayal oldu. Öyle bir ortam yarattınız ki sizin
çoğunluğunuzdan çıkan Adalet Bakanı burada çıkıp “Tutuklu gazeteci 69 değildir,
63’tür.” dedi, “Onlar da teröristtir.” dedi.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Öyle demedi.
ORHAN KARASAYAR (Hatay) –
Gerekçelerini de söyledi ama.
BEDİİ SÜHEYL BATUM
(Devamla) – “Onlar da adam öldürdüler.” dedi ve iki tane örnek verdi ve değerli
dostlar, kusura bakmayın ama o iki örneği 63 gazeteciye teşmil ederek sizler
çılgınca alkışladınız.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Yine alkışlarız.
BEDİİ SÜHEYL BATUM
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, tabii, bazen bu İktidar, bu çoğunluk iyi ki
yasa yapmıyor diye düşündüğümüz de olmuyor değil. Neden mi? Çünkü
çoğunluğunuzla 2007’de bir anayasa yaptınız hatırlayın, anayasa değişikliği.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev süresini beş yıldan dört yıla düşürdünüz
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının görev süresini unuttunuz, beş yıl
bıraktınız; üç yıl sonra aklınıza geldi, değiştirdiniz. İyi ki fazla yasa
yapmıyorsunuz.
Cumhurbaşkanının süresini
beş yıla indirdiniz, hâlen hiç kimse bugünkü Cumhurbaşkanının görev süresinin
ne olduğunu bilmiyor. Hani, insanın, bu İktidar, bu çoğunluk işlevini yerine
böyle getiriyorsa, bırakın yürütmeye devretsin, işlevsiz kalsın diyeceği geliyor.
Değerli arkadaşlar, Plan ve
Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri takip ettim. Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri
Mustafa İsen aynen şöyle dedi Cumhurbaşkanı için: “Güçlenen ve büyüyen
Türkiye'yi iyi, en yüksek düzeyde temsil eden makamdır.” dedi. Doğru. Bizim
Anayasa’mızın 104’üncü maddesi de diyor ki: “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır.
Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.” Bunu yapacak kurum
Cumhurbaşkanlığı makamı ve bütçe görüşmelerinden öğrendik, bu Sayın
Cumhurbaşkanı 89 tane yurt dışı gezisi yapmış, bu gezilere 700 tane basın
mensubu katılmış, 183 tane akademisyen katılmış ve bu Cumhurbaşkanlığının bu
geziler nedeniyle bütçesi için, 2012 bütçesi için 138 milyon 700 bin TL bütçede
öngörülmüş.
Bu geziler için… Gerçi
Sayın İsen çok ilginç bir ifade kullandı Plan ve Bütçe Komisyonunda. Bu
gezilere katılanların, akademisyenlerin ve basın mensuplarının, 700 artı 183
kişinin çoğu masraflarını kendileri karşılamaktaymış. Çoğu... Harika bir
kavram: “Çoğu.” Cumhurbaşkanlığı bütçesi sayesinde böyle bir kavramı bütçe
literatürüne soktunuz. “Çoğu kendileri ödemektedir.” Soruyorlar: Vergiler
nereye gidiyor? Çoğu ihtiyaçlara gidiyor, çoğu. Gelirler ne oluyor? Çoğu
giderleri karşılamaya…“Çoğu” diye bir kavram soktunuz.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Bir şey öğrendiniz işte.
BEDİİ SÜHEYL BATUM
(Devamla) - Plan ve Bütçe Komisyonunda Almanya gezisinden, Mısır gezisinden söz
etmiş. Bu gezilerin dış politikamıza nasıl yön verdiği anlatılmış, dış
politikamızı nasıl biçimlendirdiği... Ama unutulanlar da var.
Sayın Cumhurbaşkanının
“Habur’da güzel şeyler oluyor.” diye başlayıp “İntikam alacağız.” ile
sonuçlanan o muhteşem süreç unutulmuş, o sürecin dış ve iç politikamıza
katkıları unutulmuş, Ermenistan ilişkilerimizi yeniden biçimlendiren,
bölgemizde tek güç olmayı sağlayan o ünlü Ermenistan maçı unutulmuş, hani hiç
kimsenin giremediği…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Batum,
süreniz bitti efendim. Toparlar mısınız.
BEDİİ SÜHEYL BATUM
(Devamla) – Bitti mi?
BAŞKAN – Süreniz sekiz
dakika efendim.
BEDİİ SÜHEYL BATUM
(Devamla) – Peki.
O zaman, bu nedenlerle bu
bütçeye biz ret oyu kullanmanın gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın
Batum.
BEDİİ SÜHEYL BATUM
(Eskişehir) – Sana cevap vermedim Metiner; veremeyeceğimden değil, Türkiye’yi
dolaşmak zorunda kalma diye cevap vermedim sana, öyle 81 ili Başbakanın
arkasında dolaşmak zorunda kalma diye cevap vermedim sana.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Ben seni çok iyi bilirim. (CHP sıralarından “Metiner, sen karışma.” sesleri)
BAŞKAN - İkinci konuşmacı
Aydın Milletvekili Sayın Bülent Tezcan.
Buyurun Sayın Tezcan. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Tezcan, süreniz sekiz
dakika.
CHP GRUBU ADINA BÜLENT
TEZCAN (Aydın) – Sayın milletvekilleri, bütçe kanunu görüşmeleri çerçevesinde
Sayıştay bütçesi ve Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun kesin hesabıyla
ilgili söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar,
Sayıştay, Anayasa’nın 160’ıncı maddesinde düzenlenmiş bir anayasal kuruluş.
Anayasa’nın 160’ncı maddesinde aynen şöyle söylüyor: Sayıştay, kamu idarelerini
-özetle söylüyorum- ve yerel yönetimleri Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemekle
yetkilidir. Yani bizim adımıza denetim yapan bir kuruluş ve şu çok açık bilinen
bir gerçektir ki Sayıştayın Meclis adına bütün kamu harcamalarını
denetleyebilme yetkisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yetkisi
Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkının bir uzantısıdır. Bütçe yapma
hakkı Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir, yaptığı bütçenin nasıl
harcandığını da Sayıştay eliyle denetleyecektir.
Değerli arkadaşlar, bu
denetim nasıl yapılmalı? Bu denetimde temel yaklaşım, bütün uluslararası çağdaş
hukuk sistemlerinde temel yaklaşım şudur: Sayıştay ve benzeri örgütler bağımsız
kuruluşlardır, bağımsız anayasal kuruluşlardır. Bakın, bizim Sayıştayımızın da
bağlı olduğu (INTOSAI) Uluslararası Yüksek Denetim Kurumları Teşkilatı diye bir
örgüt var. Bu örgüt meslek ilkelerini belirlemiş, demiş ki “Bu tip kuruluşlar
şu esaslar üzerine çalışır: Bağımsızlık -dikkatinizi çekiyorum, bağımsızlık-
tarafsızlık, dürüstlük, güvenilirlik ve yeterlilik esasları üzerine
kurulmuştur.”
Değerli arkadaşlar, şunun
herkes tarafından çok net bilinmesi lazım: Sayıştay, Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına denetim yapar ama Türkiye Büyük Millet Meclisine bağımlı
değildir. Bağımlı olmak başka bir şey, onun adına denetim yapmak başka bir şey.
Ancak maalesef, AKP iktidarı bugüne kadarki bütün uygulamalarında olduğu gibi
ve AKP’nin Meclis çoğunluğu bugüne kadar devletin yönetimindeki bütün sisteme
baktığı gibi burayı da kontrol etme mantığıyla hareket etmiş ve Sayıştayın
uluslararası standartlara göre sahip olması gereken bağımsızlığını maalesef
ortadan kaldırmıştır.
Değerli arkadaşlar, bakın,
bundan önce 832 sayılı Sayıştay Kanunu vardı. 832 sayılı Sayıştay Kanunu’na
göre denetimler yapılırdı ve o denetim sırasında bazı yerel yöneticilerle
ilgili ya da kamu idareleriyle ilgili yapılan denetim sonuçları AKP İktidarını
rahatsız etmeye başladı. Şimdi soruyorum: O denetleme raporlarını hazırlayan
Sayıştay denetçileri nerede? Ne yaptınız onlara? Onların başına ne geldi?
AKP’li büyükşehir belediye başkanlıklarında ortaya çıkan kamu zararını tespit
eden raporların altında imzası olan Sayıştay denetçileri nerede?
Değerli arkadaşlar, bakın,
Sayıştayın, tabii, o yapısı sizleri rahatsız ettiği için, AKP anlayışı, önce,
eski Sayıştay Kanunu’nda, kendine yakın kadroları nasıl seçerim diye bir
uygulama başlattı. 2009 yılında, şubat ayında bir sözlü sınav yapıldı ve
iktidara yakın, yandaş denetçi yardımcıları alındı. Danıştay bu sınavı iptal
etti, “Olmaz böyle bir şey. Objektif değil bu.” dedi. Ne yapıldı? Ne yaptınız?
AKP Meclis çoğunluğu ne yaptı? Alelacele bir yasa değişikliği getirdiniz. 832
sayılı Yasa’da sözlüyü kaldırıp “mülakat” dediniz, “Mülakatlar da kayda
alınmayacak.” dediniz. Ona dayanarak bütün yeni gelen denetçi yardımcılarının
iktidara yakın, sadakate dayalı esaslarla atamalarını yaptınız. Bu da yetmedi.
832 sayılı Sayıştay Yasası’nı değiştirme ihtiyacı hissettiniz. Geçen sene bu
aylarda, 3 Aralık 2010’da 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nu buraya getirdiniz ve
getirdiğiniz yeni sistemle, AKP anlayışının getirdiği yeni sistemle burada,
doğrudan doğruya denetim fonksiyonu zayıflamış, yandaş bir Sayıştay yaratma
anlayışının yasal altyapısını oturttunuz.
Değerli arkadaşlar, bu
yapının sonunda, Sayıştayın bugün, günümüzdeki durumu içler acısıdır. Bugüne
kadar görevini layıkıyla yerine getiren Sayıştay denetçilerine, Ankara
Büyükşehir Belediyesindeki kamu zararını ortaya çıkaran Sayıştay denetçilerine,
İstanbul Büyükşehir Belediyesindeki kamu zararını ortaya çıkaran Sayıştay
denetçilerine yol göründü ama bunun yerine iktidara yakın kadrolar adım adım
Sayıştayın köşe başlarına yerleştirildi.
Değerli arkadaşlar, bir
Sayıştay başkanı seçimi yapıldı bir buçuk sene önce. Bu nasıl bir seçimdir,
nasıl bir hızlı yükseliştir? Bakın, Sayıştay Başkanının geçmişine bir bakalım.
2001-2003 yılları arasında Albayraklar Grubunun personeli, Albayraklar’ın
personeli. Albayraklar’ın nerelerle nasıl ilişkileri olduğunu, nerelerle sıhri,
ticari, siyasi ilişkileri olduğunu herkes biliyor. 2001-2003 Albayraklar
personeli, 2007 Elbistan Kaymakamı, 2007 Tokat Valisi, 2009 Sayıştay Başkanı.
Hayırlı uğurlu olsun. Böyle bir Sayıştay yarattınız, böyle bir denetim sistemi.
Bakın, şunu soruyorum, bunun cevabını vermek zorundadır Sayıştayı bu hâle
getiren iktidar çoğunluğu: Bir bakanın, Kabinedeki bir bakanın Sayıştayda
denetçi olan akrabası iş takibi yapmak ve rüşvet almak suçundan soruşturma
geçiriyor, hakkında soruşturma var. Bulun çıkarın, hangi bakanın, hangi
Sayıştay denetçisi akrabası yolsuzluk yapmak, rüşvet almak, iş takibinde
bulunmaktan dolayı soruşturuluyor, takip edin.
Değerli arkadaşlar, böyle
bir kurum yaratacaksınız ve bu kurumun Anayasa’da tarif edilen bağımsız denetim
görevi yapacağını söyleyeceksiniz, kamuoyu da buna inanacak. Yok öyle şey!
İstanbul Büyükşehir Belediyesinde 3 milyon liralık itfaiye yiyeceği için 16
milyon lira ödeme yapıldığını tespit eden Sayıştay denetçilerine ne oldu? O
raporun altındaki Sayıştay denetçilerini ne yaptınız, nereye gönderdiniz?
Değerli arkadaşlar, AKP
İktidarı denetlenmekten korkan ama bütün devlet kurumlarını kontrol etmekten
hoşlanan bir anlayışla Sayıştayı da yeniden dizayn etmiştir. Böyle bir kurumun
bütçesini bugün önümüze getirdiniz ve burada bunu oylayacağız.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BÜLENT TEZCAN (Devamla) –
Biz, sizin bu anlayışınızın bir parçası olmayacağız ve bütçeye bu sebeple ret
oyu vereceğiz. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Tezcan.
Şimdi, sıra…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Sayın Başkanım, izin verir misiniz?
BAŞKAN – Buyurun.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Sayın Başkanım, biraz önce Sayın Konuşmacı, Sayıştay sınavlarında alınan
denetçilerin…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Burada kanunu kabul etmedik mi, ne ediyorsun Canikli?
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– …iktidar yandaşı olarak alındığını ifade etti ve Grubumuza hakarette bulundu
Sayın Başkanım.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Orada keyfî bir sözlü yapmıştınız.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Bu çerçevede söz istiyorum efendim, sataşmadan söz istiyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
İki dakika, lütfen.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
Bütçede de yeni âdet çıktı bu sataşma, bugüne kadar yoktu böyle bir şey.
Nereden çıktı bu âdet?
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Aydın Milletvekili
Bülent Tezcan’ın, grubuna sataşması nedeniyle konuşması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayıştayın kuruluş tarihine
bakarsak herhâlde en eski kamu kurumlarından bir tanesidir ve o tarihten biraz
önce burada zikredilen Danıştay kararına kadar sınavlar hep o şekilde
yapılagelmiştir. Yani önce bir yazılı sınav yapılır, altmış, yetmiş yıldır önce
bir yazılı sınav yapılır, sonra bir mülakat yapılır. Bugüne kadar, bahsedilen
tarihe kadar yapılan tüm Sayıştay sınavları bu şekilde gerçekleştirilmiştir ve
biraz önce bahsedilen Danıştay kararında, Danıştay o güne kadar yapılan teamülü
değiştirerek mülakatlarda kamera zorunluluğu getirmiştir. Şimdi buradan sormak
lazım: Bu tarihten önceki yapılan mülakatlarda o sınavı yapan iktidarlar
kendilerine yandaş mı aldılar değerli arkadaşlar? Eğer bu sorunun cevabı
“Evet.” ise bizim dönemdekilere “Evet.” diyoruz. Eğer bu sorunuzun cevabı
“Hayır.” ise böyle bir iddiada bulunmak tek kelimeyle bir iftiradır değerli
arkadaşlar, iftiradır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bir kez sınav yapılmış…
Daha önce o güne kadar, yıllardan beri yapılan yöntemle denetçi alınmış ve
onlar hiç eleştirilmiyor, onlar normal kabul ediliyor, doğal kabul ediliyor ama
bir kez sınav yapılıyor AK PARTİ döneminde… Doğal olarak yapılacak -hiçbir
belge de yok- orada partimize yakın, iktidarımıza yakın kişilerin de alındığı
noktasında da en ufak bir bilgi, belge yok. Bu şekilde olmaması gerekir, daha
ciddi eleştiriler yapılması gerekir. Son derece gayri ciddi. Aslında siz kendi
döneminizde yapılan sınavların yandaş sınav olduğunu burada iddia ettiniz,
söylediğinizin anlamı budur.
AHMET TOPTAŞ
(Afyonkarahisar) – Hangi dönem?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Çünkü, o yöntemle eğer yandaş kişiler alınıyorsa…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- …o zaman sizin iktidarınız döneminde belki onlarca sınav yapıldı ve bu
yöntemle alındı. Onu ifade etmek istiyorum.
Saygılar sunarım. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Canikli.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Hangi dönem, o dönemini de bir söyler misin?
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Bütün dönemler.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) –
Sayın Başkan, Sayın Grup Başkan Vekili, biraz önce benim iftira attığımı ifade
ederek sataşmada bulundu. Ayrıca, söylediklerimin içeriğini değiştirerek
açıklamalarda bulundu. 69’uncu maddeye göre açıklama ve sataşma nedeniyle söz istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun efendim,
iki dakika. Lütfen tekrar bir sataşmaya meydan vermeden.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) –
Tekrar bir sataşmaya mahal vermeyeceğim.
2.- Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’ın, Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli’nin, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
BÜLENT TEZCAN (Aydın) –
Sayın milletvekilleri, değerli arkadaşlar; biraz önce AKP Grup Başkan Vekili
Sayın Nurettin Canikli, benim söylediklerimden duyduğu rahatsızlıkla bir
açıklama yapma ihtiyacı hissetti.
Şimdi, en son sözünden
başlıyorum: “Sizin döneminizde yapılan atamalar, sizin döneminizde Sayıştaya
yapılan atamalar da mı böyleydi?” Hangi dönemdi merak ediyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– 1978…
BÜLENT TEZCAN (Aydın) –
Dokuz yıldan bu yana AKP…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– 1978-1979, CHP’nin tek başına iktidar olduğu dönem.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) –
Sözünü ettiğim Danıştayın iptal kararı 2009 yılında, dikkat edin.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– 1978-79, söylüyorum.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) – AKP
İktidarı 2002 yılında kuruldu. Sözünü ettiğim Danıştay kararı 2009 tarihinde.
2002 yılından 2009 tarihine kadar yedi yıl AKP İktidarı Türkiye’deydi, bu bir.
İkincisi…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– 1978-1979…
BÜLENT TEZCAN (Aydın) –
Evet, evet, o sözlü sınavları nesnellik ölçütlerine uymadığı için iptal etti
Danıştay, kamera zorunluluğunu şart koştu. Şunun için şart koştu: Bir yüksek
yargı organı sözlünün nasıl yapılacağını kendisi belirlemez. Ancak devri
iktidarınızda 80 alan, 90 alan adayları, denetçi adaylarını “Sınavı kazanamadın
sözlüde.” deyip keyfî uygulamaya tabi tutarsan, 50 alan, 40 alan, 60 alan,
yazılı, objektif sınavda 50 alanlara da “Buyur geç sen, benim yandaşım.” dersen
Yargıtay da Danıştay da sana döner “Kamera koyacaksın kardeşim.” der, denetleme
imkânını sağlamak için.
Değerli arkadaşlar,
Sayıştayı, bu düşüncelerle, bakın, burada 832 sayılı Kanun’u değiştirdiniz,
sözlünün adını “mülakat”a çevirdiniz, bu da yetmedi “Kamera kaydı ya da
herhangi bir kayıt alınmaz.” diye Kanun’a derç ettiniz, ifade etmek zorunda
kaldınız. Yargı dün buna “Dur.” diyordu, bugün “Dur.” diyecek yargı da
bırakmadınız.
Hepinize teşekkür ediyorum.
Sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Tezcan.
Şimdi…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Sayın Başkan, Sayın Konuşmacı bir soru sordu.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) –
Soru sormadım.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
- Dedi ki: “Hangi dönemi kastediyorsunuz yani otuz yıldan beri siz
iktidarsınız, hangi dönem?” Kastettiğim dönemlerden bir tanesi Cumhuriyet Halk
Partisinin tek başına iktidar olduğu dönem yani 1978-1979 dönemi.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) –
Kamera mı vardı o zaman?
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Kamera mı vardı o zaman?
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Dolayısıyla, o dönemde de aynı yöntemle, bunların ifadesiyle, tırnak içinde
söylüyorum, onlarca, yüzlerce yandaş denetçi alınmıştır o yöntemle. Eğer o
yöntem yandaş denetçi üretiyorsa en çok kullanan onlardır, en çok yandaş
denetçiyi onlar almışlardır Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Canikli, zabıtlara geçti.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın Başkan, bunlar kamerayı niye kaldırdılar? İstedikleri adamları oraya
sokmak için.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna
Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278,
3/538) (S. Sayısı: 88) (Devam)
A) CUMHURBAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Cumhurbaşkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Cumhurbaşkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
B) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Sayıştay Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Sayıştay Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
E) YARGITAY (Devam)
1.- Yargıtay 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Yargıtay 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
F) DANIŞTAY (Devam)
1.- Danıştay 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Danıştay 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
G) BAŞBAKANLIK (Devam)
1.- Başbakanlık 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Başbakanlık 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
H) BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU (Devam)
1.- Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2010 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesabı
I) MİLLÎ İSTİHBARAT TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI (Devam)
1.- Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
İ) MİLLÎ GÜVENLİK KURULU GENEL SEKRETERLİĞİ (Devam)
1.- Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN - Efendim, şimdi söz
sırası İstanbul Milletvekili Sayın Sezgin Tanrıkulu’nun.
Buyurun Sayın Tanrıkulu.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz sekiz dakika,
lütfen...
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; anayasa
mahkemeleri, demokrasi anlayışının İkinci Dünya Savaşı sonrasında ulaştığı yeni
aşamanın kurumsallaşmış temsilcileridir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında insanlık
demokrasinin sadece seçimden ibaret olmadığını anladı. Bir ülkenin seçilmişler
tarafından yönetiliyor olmasının o ülkenin demokratik ve özgürlükçü olarak
addedilmesi için yeterli olmadığı görüldü. İşte bu siyasi ve felsefi anlayış
içinde şekillenen anayasa mahkemeleri hukukun üstünlüğünü sağlamanın ana
araçları olarak öne çıktılar. Çoğunluğun muhtemel baskıcı eğilimlerine karşı
her bir vatandaşın hak ve özgürlüklerini koruması beklenen kurumlar olarak
şekillendiler. İşte bu yüzden anayasa mahkemelerinin başarı ölçütü hukukun üstünlüğünü
ve birey hak ve özgürlüklerini ne ölçüde koruyabildikleridir. Hukukun
üstünlüğünü ve insan haklarını koruyan anayasa mahkemelerinin meşruiyeti artar,
bu işlerden uzaklaştıkça da mahkemelerin meşruiyeti ve inanılırlığı azalır. Bu
çerçeveden bakıldığında mevcut Anayasa Mahkemesinin durumu maalesef içler
acısıdır. Geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen referandumla çoğulcu, özgürlükçü ve
demokratik hâle getirileceği iddia edilen Anayasa Mahkemesi 12 Eylül 1980
zihniyetini aynen ve hatta daha da koyulaştırarak devam ettirmektedir.
Nedir 12 Eylül zihniyeti?
12 Eylül zihniyeti insan haklarını gereksiz bir teferruat olarak gören
zihniyettir. 12 Eylül insan haklarını uluslararası standartlara uygun olarak
değil de “Burası Türkiye, burada olmaz öyle.” diye kısıtlı olarak yorumlayan
zihniyettir. Bakınız, Anayasa Mahkemesinin son zamanlarda kadınların evlilik
öncesi soyadlarını korumalarına ilişkin verdiği karara. Anayasa Mahkemesi,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadının tam tersi yönde karar vermiştir.
Avrupa Mahkemesi “Kadınların evlilik öncesi soyadlarını koruyabilmeleri bir
insan hakkıdır, özel hayata saygının gereğidir.” derken, bizim mahkememiz tam
tersini söylemiştir. İleri demokrasinin ileri mahkemesinin insan hakları
anlayışı budur!
Nedir 12 Eylül zihniyeti?
12 Eylül tek tipleştirici politika demektir. 12 Eylül etnik, dinî, kültürel
farklılıkları göz ardı etmek, tüm vatandaşları tek bir elbiseye sokmaya
çalışmak demektir. Bakınız, Anayasa Mahkemesinin yine son zamanlarda aldığı
Süryani vatandaşlarımızın soyadlarıyla ilgili karara. Mahkeme ayrımcı ve
dışlayıcı, yok sayıcı bir yorumla çoğulculuğun önüne set çekmiştir, Süryani
vatandaşa açıkça “Senin adına da ben karar veririm.” demiştir. İşte ileri
demokrasinin Anayasa Mahkemesinin çoğulculuk anlayışı budur!
Nedir 12 Eylül zihniyeti?
12 Eylül, güvencesiz çalışmadır; 12 Eylül, işçi sınıfı karşıtlığıdır, sermaye
karşısında emeği hakir görme, baskılama ve ezmedir.
Bakınız, Anayasa
Mahkemesinin sözleşmeli öğretmenler ve “4/C’li” diye bilinen kamu
çalışanlarıyla ilgili kararlarına. Kamu personel rejiminin tüm ilkelerine
aykırı olarak, iş güvenliği kaygılarını tamamen göz ardı ederek 4/C’lileri ve
sözleşmeli öğretmenleri kaderleriyle baş başa bırakan bu Anayasa Mahkemesidir.
İşçiye, memura karşı güçlüden yana taraf alan, güçlünün sesi hâline gelen de bu
Anayasa Mahkemesidir. İşte, ileri demokrasinin Anayasa Mahkemesinin sosyal
devlet anlayışı da budur!
Nedir 12 Eylül zihniyeti?
12 Eylül, kurumsal özerklik ve çoğulculuğun karşıtıdır. 12 Eylül, tüm kurumları
zapturapta almanın, hepsini otoriter bir anlayışa hapsetmenin adıdır.
Bakınız, Anayasa
Mahkemesinin TRT ve TÜBİTAK ile ilgili kararlarına. Anayasa Mahkemesi, çok açık
bir şekilde bu kurumların özerkliklerinin yok edilmesine göz yummuştur. TRT’nin
halkın değil Hükûmetin sesi olmasına, TÜBİTAK’ın bilimin değil iktidar
politikalarının aracı olmasına Anayasa Mahkemesi onay damgası vurmuştur. İşte,
ileri demokrasinin Anayasa Mahkemesinin özerklik anlayışı da budur!
Nedir 12 Eylül zihniyeti?
12 Eylül, parlamenterizme güvenmeme, yasamaya karşı yürütmeyi güçlendirmek
demektir. 12 Eylül, şu içinde bulunduğumuz Meclisi yok gören zihniyettir.
Bakınız, Anayasa Mahkemesinin
daha yeni çıkardığı kanun hükmünde kararnamelerle ilgili kararına. Anayasa
Mahkemesi, devletin tüm temel kurumlarının kanun hükmünde kararnameler ile
şekillendirilmesine izin vermiştir. Anayasa Mahkemesi, otuz dört adet kanun
hükmünde kararnameyle Meclisin yasama işlevinin kuşa çevrilmesine cevaz
vermiştir. Bu Mahkeme, Anayasa’ya aykırı olarak, temel hak ve özgürlüklere
ilişkin alanların dahi kanun hükmünde kararnameler ile düzenlenmesine yol
açmıştır. İşte, ileri demokrasinin Anayasa Mahkemesinin demokrasi ve
parlamenterizm anlayışı da budur!
Nedir 12 Eylül zihniyeti?
12 Eylül zihniyeti, hukuk, kanun, kural tanımazlıktır. Bakınız, demin
bahsettiğim bu karara, Anayasa ne diyor? Açıkça “Mahkeme, kararlarını salt
çoğunlukla alır.” diyor, altını çiziyorum “Salt çoğunlukla alır.” diyor. Ama
mahkeme kararını nasıl aldı? 7’ye7; Başkanın oyunu daha üstün sayarak. Böyle
bir mahkeme düzeni var mı? Açıkça, Anayasa’nın 149’uncu maddesine aykırı.
Anayasa Mahkemesinin bu kararı yok hükmündedir. Dolayısıyla, çıkarılan bütün
kanun hükmünde kararnameler yok hükmündedir, on tane bakanlık yok hükmündedir.
Bir avukat olarak, insan
hakları hukukunu iyi bilen bir avukat olarak da buradan tüm vatandaşlarıma
sesleniyorum: On bakanlığın yaptığı bütün işlemler hukuka aykırıdır. Herkes, bu
işlemlerden dolayı Anayasa Mahkemesinin kararı yok hükmünde olduğu için
mahkemeye de başvurabilirler, tazminat alabilirler.
O nedenle size tavsiyem,
bir an önce Anayasa Mahkemesinin Kuruluş Kanunu’nu değiştirmeniz, 65’inci
maddeye “Anayasa Mahkemesi tek sayılı üyelerle toplanır.” hükmünü eklemeniz.
Yoksa, hiçbir biçimde bu Anayasa Mahkemesinin kararı altından kalkamazsınız
çünkü verdiği karar yok hükmündedir. “7’ye 7 eşitlik hâlinde Başkanın oyu üstün
sayılır.” diye bir kural dünya hukuk literatüründe yoktur. Bunu da siz
başardınız, sizlere helal olsun!
Daha bir sene içinde büyük
başarılara imza atmış olan Anayasa Mahkemesini ne kadar kutlasak azdır. 12
Eylül 2010 sonrasında oluşturulan Anayasa Mahkemesinin daha bir yıl geçmeden
verdiği kararlar ile artık tamamen Hükûmetin emrine girdiği, Hükûmet
politikalarını onaylayan bir noter dairesi hâline geldiği açıkça ortaya
çıkmıştır.
Uzun lafın kısası, Anayasa
Mahkemesi, 12 Eylül zihniyetini daha da koyulaştırarak, güçlendirerek devam
ettirmektedir. Mahkeme, her geçen gün hukukun üstünlüğünün ve insan hakkını
koruması işlevinden uzaklaşmaktadır.
Bir şey daha söyleyeceğim
burada. Mahkeme, 12 Eylül zihniyetinin ve uygulamalarının gasbettiği DİSK’in,
GENEL-İŞ Sendikasının binasında yıllarca hizmet vermiştir. Böyle bir Anayasa
Mahkemesi dünyanın hiçbir yerinde yoktur.
O nedenle, yine sizlere
önerim, DİSK/GENEL-İŞ Sendikasının gasp edilen bu binasının DİSK’e ve
GENEL-İŞ’e iadesinin sağlanmasıdır. (CHP sıralarından alkışlar)
Yine bu Anayasa Mahkemesi,
çok yakın bir zamanda bu Meclisin seçilmiş milletvekilini gasbetmiştir verdiği
kararla. Dolayısıyla, bu Anayasa Mahkemesinden hukukun üstünlüğünü, insan
haklarını ve adaleti beklemek mümkün değildir. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin işlevinin yerine geçecek bir zihniyeti de bu Anayasa Mahkemesinden
beklemek mümkün değildir. Bu zihin dünyasıyla insan hakları ortamı gelişmez,
geliştiremezsiniz. Yine sizlere önerim, bu zihin dünyasını değiştirecek
değişiklikleri birlikte yapmaya davet ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Tanrıkulu.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Yeni anayasa sürecinde Anayasa Mahkemesinin bu işlevini de gözden
geçirelim.
Bu düşüncelerle Anayasa
Mahkemesinin bütçesine ret oyu vereceğimi saygılarımla arz ederim. Sağ olun.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
efendim.
Şimdi sıra Uşak
Milletvekili Sayın Dilek Akagün Yılmaz’da.
Buyurun Sayın Yılmaz.
Süreniz sekiz dakika. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA DİLEK
AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Sayın milletvekilleri, bu yılki bütçe görüşmelerinde
Yargıtay bütçesi üzerinde CHP Grubu adına görüşlerimi bildirmek üzere söz almış
bulunuyorum.
Sözlerime Yargıtaydan
yükselen bir sesle, Yargıtaydan istifa eden hâkim Celal Çelik’in sözleri ile
başlamak istiyorum. Hâkim Celal Çelik diyor ki: “Mensubu bulunmaktan yakın bir
tarihe kadar onur duyduğum Türk yargısının; hukukun üstünlüğü ve halka adalet
dağıtmak ülküsünden uzaklaşması, halkımızın beklemekte olduğu ve bu dünyada var
olduğuna inandığımız adaletten, Adalet Bakanının idaresi altındaki Kurul eliyle
her gün biraz daha uzaklaşması nedeniyle bu oyunun ve sürecin bir parçası
olmamak yolundaki kişisel tercihimi kullanıyor ve sevgili mesleğim yargıçlıktan
istifa ediyorum.”
Bu sözler ki Türk
yargısının, Yargıtayın içinde bulunduğu durumu çok net bir şekilde özetliyor.
Bu nedenlerle Celal Çelik gibi pek çok yargıç Yargıtaydan ayrılmak zorunda
kalmıştır. İşte bu nedenlerle pek çok Yargıtay savcısı başka yerlere
sürülmüşlerdir. Artık bu ülkede hukukun üstünlüğü yok, yargı bağımsızlığı yok,
adalet duygusu yok; hiç kimsenin can güvenliği ve özgürlüğünün güvencesi de
yok.
12 Eylül 2010 Anayasa
referandumu bu ülkede bir kırılma noktasıdır çünkü bu referandum sonucunda
Anayasa Mahkemesinin, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı tamamen
değiştirilmiş, yargı bağımsızlığı sona ermiş, yürütmenin etki alanına girmiş,
yargı siyasallaşmıştır. Siyasallaşan ve âdeta Bakanlığa bağlı bir genel
müdürlük konumuna indirgenen HSYK yaptığı tüm yargıç atamaları ve kararnameleri
ile iktidara yakın görünen yargıç ve savcıları ödüllendirmiş ancak bağımsız ve
tarafsız, gerçekten yargıçlık ve savcılık yapanları ise hallaç pamuğu gibi
atmış, dağıtmıştır. HSYK bugün yargıç ve savcıların üzerinde Demokles’in kılıcı
gibi sallanmaktadır. Bırakın tarafsız ve bağımsız karar vermeyi, korku
imparatorluğu ne yazık ki tüm yargı camiasını da sarmıştır.
Özel yetkili mahkemelerde
hiçbir baskıya boyun eğmeden hukuksuz tutuklamalara karşı çıkan yargıçlar
duruşma gününden birkaç gün önce başka yerlere atanmış, cezalandırılmışlardır.
Buna karşı her türlü yasayı çiğneyerek Türkan Saylan, Sabih Kanadoğlu gibi bu
ülkenin değerli aydınlarının evlerinin aranması kararını veren yargıç ve
savcılar ödüllendirilmişlerdir.
İzmir Belediyesine yapılan
operasyonda görüldüğü gibi, emir ve talimatla iş yapacak yargıç ve savcıların
özel amaçlı atamaları yapılmıştır. Bu savcılar, Habur’da verilen görevleri
yapmışlar, teröristleri karşılamışlar, can güvenliklerini ve tutuklanmadan
ülkeye girmelerini sağlamışlardır; İzmir Belediyesinde ise baskı ve zulmün en
ileri örneklerini göstermişlerdir.
HSYK’nın yeni oluşumuyla
birlikte Yargıtaya yeni atanan 160 yargıç Yargıtay tarihinde ilk kez tüm
seçimlerde blok oy kullanarak siyasal tercihlerini göstermişler, Yargıtay
Başkanından daire başkanlarına, divan oluşumuna kadar, hatta Yüksek Seçim
Kuruluna üye seçimlerine kadar her türlü konuda iktidara yakınlık ölçütü
dikkate alınarak seçimlerini yapmışlardır. Artık Sayın Başbakan mutlu olabilir,
yargı ayağında pranga olmayacaktır. Aksine iktidarın tüm hukuk dışı işlemleri
ve diktatörlük heveslerinin yolunu açacaktır. Ancak bu durumda Türkiye Cumhuriyeti
hukuk devleti değil, diktatörlükle yönetilen bir devlet niteliğinde olacaktır.
Artık önümüzdeki seçimlerde de seçim güvenliğini sağlayan, seçimlerin doğru
yapılmasını, dürüst ilkeler içinde yapılmasını sağlayan Yüksek Seçim Kurulunun
yaptığı seçimlerden de şüphe duyar hâle geleceğimizi buradan bildirmek
istiyorum.
Meclis iradesi hiçe
sayılarak son çıkartılan 650 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Yargıtaya
seçilecek tetkik hâkimleri için kıdem süresi kaldırılmış, başkan ve daire
başkanları için ise hizmet süreleri üç ve dört yıla indirilerek Yargıtayda
iktidar yanlısı örgütlenmenin kısa bir süre içinde tamamlanması amaçlanmıştır.
Hatta tüm kurumlarda olduğu gibi memurlarda dahi sınırlama kaldırılarak 582
memur atanması kararı verilmiş, baştan aşağıya partizanca kadrolaşma Yargıtayda
gerçekleştirilmiştir. Yani artık Yargıtay da iktidarca ele geçirilmiş olup,
dikensiz gül bahçesi yaratılmıştır.
Bunun yanında, yüksek
mahkemeler arasında ast-üst ilişkisi varmış gibi bir hava yaratılarak Anayasa
Mahkemesine “en üst mahkeme” unvanı verilmeye çalışılmakta; yüksek yargı
arasında bu nedenle de çelişkiler yaratılmaktadır. Anayasa Mahkemesi üyeleri
hatta raportörleri çok daha iyi özlük haklarıyla çalışmakta iken, Yargıtay ve
Danıştay yargıçlarının özlük hakları geriletilmektedir. Oysaki bu yargıçlar
korkunç bir iş yükü altında çalışmaktadırlar. Bu bütçe kanununda bu haksız
uygulamaya son verilmelidir.
Sayın milletvekilleri,
hafızalarımızı tazeleyecek olursak HSYK, Yargıtay, Danıştay ve Anayasa
Mahkemesindeki tüm bu operasyonlar, görünürde yargı reformu ve yargının
hızlandırılması gerekçeleriyle yapılmıştır. Bir an için bu gerekçelerin doğru
olduğunu düşünelim. Yargıtaya atanan yeni 160 yargıçla birlikte Yargıtayda
işler hızlandı mı, daha çok karar mı çıktı? Ne yazık ki hayır. Çünkü yeni gelen
yargıçların ne odası ne de masası vardı ne de mesleki deneyimleri yeterliydi.
Yeni atanan yargıçlar değişik dairelerde görevlendirilmelerine rağmen müzakere
ve karar çıkmasında bir katkılarının olmadığını öğrenmiş bulunuyoruz. Acaba
iktidar için önemli olan kararlarda mı varlıklarını gösterecekler, işlevleri bu
mu yeni atanan yargıçların? Bunu merak ediyoruz.
Bir başka önemli soruna da
dikkatinizi çekmek istiyorum. 9 Şubat 2011 tarihinde Yargıtay Kanunu’nda
yapılan değişiklikle Yargıtayda yeni dairelerin kurulması ve bu nedenle de 137
yeni yargıcın atanması sonucunda, yeterli birikim ve donanıma sahip olmayan bu
yargıçlar eliyle çelişkili Yargıtay içtihatları çıkabileceğinden bu durum da
hukuka olan güveni zedeleyecektir düşüncesindeyim.
Hepimizin bildiği gibi
Yargıtayda dosyaların çok fazla beklemesi, hatta bazı ceza davalarının zaman
aşımına uğraması gibi kanayan bir yara var bu ülkede. Ancak yine biliyoruz ki
bunun nedenlerinden en önemlisi, özellikle ceza davalarında Ceza Yasası’ndaki
ve Ceza Muhakemeleri Kanunu’ndaki sıkça yapılan değişikliklerdir. 5237 sayılı
Ceza Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte lehte ve aleyhteki yasa
uygulamalarının gözden geçirilmesi amacıyla dosyalar ilk derece mahkemelerine
geri gönderilmek zorunda kalınmıştır. Aynı şekilde CMK madde 231 uyarınca
hükmün açıklanmasının ertelenmesine yönelik yapılan değişiklikler nedeniyle
dosyalar mahkemelerine geri gönderilmiş, bu işleyiş ceza dosyalarının
kesinleşmesini engellemiştir.
Yine referandum öncesinde
Adalet Bakanı HSYK toplantılarına katılmayarak boş olan yerler için Yargıtaya
yeni yargıçların atanmasını engellemiştir. Yargıtayın iş yükü nedeniyle de
çalışmalar daha az yargıçla yapılmış ve karar çıkması bu yolla engellenmiştir.
Yani Adalet Bakanı yargı üzerinde yapacakları operasyonu haklı göstermek için…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz,
süreniz bitti efendim.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ
(Devamla) – Efendim, ek bir süre…
BAŞKAN – Lütfen…
DİLEK AKAGÜN YILMAZ
(Devamla) – Evet arkadaşlar, sözlerim yarım kaldı ama bu nedenle Yargıtay
bütçesine ret vereceğimizi CHP Grubu adına bildiriyorum.
Saygılarımla. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Yılmaz.
Şimdi söz sırası Sayın
Turgut Dibek’te, Kırklareli Milletvekilimiz.
Buyurun Sayın Dibek. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA TURGUT
DİBEK (Kırklareli) – Değerli milletvekili arkadaşlarım, Danıştay bütçesi
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Öncelikle sizleri
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
Danıştay bugün hangi aşamada, ne hâle geldi? Aslında muradınıza ermek
üzeresiniz öncelikle onu söyleyeyim. Çok değil, birkaç ay sonra, yılbaşından
sonra, ocak ayından sonra, herhâlde, düşünülen, planlanan her şey hayata
geçecek diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar,
geçtiğimiz dönem yani 23’üncü Dönemde referandum sonrası hem Danıştay hem
Yargıtayla ilgili kanun tasarıları burada görüşülürken de bunları uzun uzun
anlatmıştık aslında. Yani görünen köy kılavuz istemiyor, niyetinizin ne olduğunu
hepimiz biliyoruz. Burada çıkıp AKP sözcüleri, Bakan, Adalet Bakanı hep şunu
söylediler: “Ya dosyalar yığıldı Yargıtayda, Danıştayda. Vatandaşımız mağdur
oldu. Yüz binlerce dosya, 1,5 milyon dosya Yargıtayda var, 200 bin dosya
Danıştayda var. Dosyalar zaman aşımına uğruyor. Bir an evvel bu dosyaları
eritmemiz lazım. O nedenle de Danıştayın ve Yargıtayın üye sayılarını
artırmamız gerekiyor.” gibi bildik, bilinen gerekçeler sıralamıştınız ama
bunların gerçek olmadığını hepimiz biliyorduk, sizler de biliyordunuz, bizler
de biliyorduk.
Arkadaşlar, Danıştay,
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay sizler için, Sayın Başbakan için, AKP sözcüleri
için uzun zamandır zaten dertti. Yani burada Sayın Başbakanın konuşmaları var,
değişik zamanlarda. Danıştay için neler söylemiş geçtiğimiz dönemde: “Bizi çıldırtmıştı
verdiği kararlar.” diyor, “İdeolojik kararlar veriyor.” diyor. Danıştaydaki tüm
verilen kararlarla ilgili eleştiriler burada çok açık bir şekilde yapılıyordu.
Bakın, kısa kısa -çünkü
zamanım da fazla değil- şunu söyleyeyim: Geçen yıl, yani Danıştayda 95 tane üye
vardı, buna 61 tane ilave yapıldı ve 156 tane üyesi oldu Danıştayın. Buna
gerekçe olarak da şunu söylemiştiniz: “Danıştayın bir önceki yıldan yaklaşık
yüz doksan dört bin dosyası var, birikmiş dosyası var. Bu dosyaları eritmemiz
lazım. İki tane yeni daire kuracağız. Daireleri çift heyetle çalıştıracağız ve
bu dosyaları bir an önce eriteceğiz; vatandaş hak kaybına uğramasın.” Bir de bu
zaman aşımı meselesi var, yani davalar görülürken sanki idari yargıda,
Danıştayda zaman aşımı varmış, hatta yüz yıl süre varmış gibi bunları da burada
dinlemiştik. Ben de aslında çıkıp söylemiştim, yani adli yargıda bunlar olur da
idari yargıda böyle bir şey olmaz. Dava açarken süreler vardır ama yargılama
aşamasında dava ne kadar sürerse sürsün idari yargıda, öyle bir şey olmaz.
Değerli arkadaşlar, 61 tane
üye atandı, iki tane yeni daire ilave edildi, çift heyet oldu Danıştay.
Bakıyorum, işte, geçen gün Danıştaydan son durumu aldım, sizler de
almışsınızdır mutlaka, ekim ayı itibarıyla Danıştaydaki dosya sayısı, yani
birikmiş olan, bekleyen dosya sayısı 224 bin -yuvarlıyorum- on ayda, daha iki
ay var. Ayda yaklaşık 23 bin, 24 bin geldiğine göre bu 270 bine çıkacak. Bakın,
61 tane ilave yaptınız, çift daire olarak çalıştırıyorsunuz. Yaklaşık 270 bin
dosya bu yıl bir sonraki yıla yani 2012’ye devredecek. 2010’dan 2011’e ne kadar
devretmişti? 194 bin. Aslında işin gerçek yüzünün bu olmadığı ortaya çıkıyor.
Nedir gerçeği biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Bakın, yasa yetmedi yani
çıkardığınız bu kanunlar yetmedi, bir de kalktınız 26 Ağustosta bir kanun
hükmünde kararname çıkardınız. Kanun hükmünde kararname ile -işte, işin özü o
yani o yüzden diyorum ocak ayına az kaldı, operasyonu orada tamamlayacaksınız
herhâlde- ne yaptınız? Orada, Danıştay Başkanı -aynı şey Yargıtay için de
geçerli- Danıştay başsavcısı için aday olabilecek olanların üyelik sürelerini
yarıya indirdiniz. Gerçi hepsini yarıya indirdiniz de yani sekiz yılı dört yıla
indirdiniz. Danıştayda daire başkanlarının da aday olabilmesi için Danıştay
üyelik süresini de altı yıldan üç yıla indirdiniz.
Şimdi, bu da yetmedi, aynı
kararnameyle… Normalde bunların her birini burada bizlerin tartışarak,
konuşarak, yasayla düzenlememiz gerekirken Danıştay Başkanlık Kurulunu da kanun
hükmünde kararnameyle yeniden düzenlediniz arkadaşlar. O Kurulun bir çalışması
var, daha doğrusu bir toplanma şekli vardı, başkan, iki tane başkan vekili,
savcı, daire başkanları, 15 kişi toplanıyordu. Birdenbire, hayır, o sayıyı 7’ye
indirdiniz yani 3 tane daire başkanı, 3 tane Danıştay üyesi, başkan, işte,
başsavcı, öyle toplanacak; 7 kişiye indi. Bir de o da yetmedi, o Başkanlık
Kurulu her şeye kadir hâle getirildi, onlara yeni görevler verildi. Daha
doğrusu, Başkanlık Kuruluna ne görevler verilmiş biliyor musunuz arkadaşlar?
Şimdi, bu Başkanlık Kurulu üyelerin görev yerlerini, daire başkanlarının
yerlerini, her birini değiştirebilir, tetkik hâkimlerinin görevlerini… Zaten
yeni Danıştay Başkanı seçildikten sonra Danıştayda çaycısına kadar, bakın,
çaycısına kadar tüm idari kadroyu değiştirdi Sayın Başkan. Ne varsa onu da ben
de merak ediyorum, Sayın Başkan burada mı bilemiyorum ama nedir yani?
Danıştayın Başkanı değişiyor, Danıştaydaki çaycılar dahi değişiyor değerli
arkadaşlar. Böyle bir şey olabilir mi?
Şimdi, bu yeni düzenleme
ile Başkanlık Kurulu bence yılbaşını bekliyor. Yılbaşından sonra ne yapacak?
İstediği gibi, daire başkanlarını, Danıştayın dairelerindeki üyelerini istediği
gibi dağıtacak. Zaten, bakın, 61 tane yeni üye atandıktan sonra baktım
Danıştaydaki dairelerin yapısına, üç ayrı dairede eski üyeler hâlâ çoğunlukta,
bir tanesinde de bir tane fazlayla çoğunlukta yani bir üye fazlasıyla
çoğunlukta.
Şimdi, iki tane yeni daire
kuruldu. Tabii, daire başkanlarının eski üye olması zorunlu olduğundan onlar
eski ama iki tane yeni dairede yani kurulan iki dairede, geçtiğimiz yasama
döneminde, aslında bu yıl içerisinde yapılan düzenlemeyle kurulan iki dairede
arkadaşlar bir tek eski üye var, Danıştayın önceki döneminden o 91 kişiden 1
kişi var, tamamı yeni. Bu üç dairede, numaralarını biliyorum burada da
söylemeyeyim, hâlâ eski üyeler öyle veya böyle biraz fazlalıkta. Arkadaşlar,
onların dışındaki tüm dairelerde 61 tane atanan şu yeni üyeler, hepsi çoğunluğa
geçmişler. Şimdi, böyle bir yapı kuruldu. Yani ben bu yapının, daha doğrusu bu
tablonun Danıştayda müthiş bir huzursuzluk yarattığını da biliyorum, görüyorum.
Hem bunları da…
Değerli arkadaşlar, burada
çok sayıda hukukçu arkadaşımız var. Danıştay bizim Danıştayımız, görev yapıyor.
Yani bu sayılardan bahsettim, yüz binlerce dosyadan bahsettim, aslında onun
diğer bir yanı da var yani sürem yok ama onu da belirteyim: Niye bu kadar çok
dava açıyor bu vatandaş? 270 bin tane dosya. Niye açıyor arkadaş?
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Hak arama özgürlüğü geliştiği için.
TURGUT DİBEK (Devamla) –
Yani şimdi davalar idari yargıda vatandaşlar arasında görülmüyor, bir tarafta
idare var, bir tarafta devlet var. Niçin devlet vatandaşına bu kadar çok dava
açtırır?
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Hak arama özgürlüğü genişledi, herkes hakkını arayabiliyor.
TURGUT DİBEK (Devamla) –
Hak arama özgürlüğü…
Bence şu var: Devlet
hukuksuz, idare hukuksuz, vatandaşın hakkını, vatandaşın hukukunu
tanımıyorsunuz. Yani bu kadar çok dava açılmasına arkadaşlar nasıl neden
olabiliyoruz?
Bakın, şeyde de var, bunu
da söyleyeyim: Şimdi, Maraş’ta bir karar vermiş. Biliyorsunuz bu elektrik
faturalarında kayıp ve kaçak enerji bedelini de elektrik faturalarını
ödeyenlere ilave ediyorlar, öyle bir hüküm var. Vatandaş demiş ki: “Yahu, ben
kaçak elektrik kullanmıyorum, kayıp elektrik de yani burada niye bunu bana
ödettiriyorsunuz?”
Değerli arkadaşlar, devlet
olarak diyorsunuz ki: Vatandaş başvuruyor yargıya, işte hakkını arıyor,
kazanıyor. Yüz binlerce vatandaş var. Tek tek dava açacaksınız diyorsunuz
vatandaşa.
Yahu, arkadaşlar, tek tek
niye dava açtırıyorsunuz? Bir tane karar verilmişse tüm vatandaşları kapsayacak
şekilde olması lazım.
Tabii, sürem bitti, değerli
arkadaşlar söylenecek çok şey var, sanıyorum daha sonraki soru-cevapta da eksik
kalanları tamamlayacağım.
Danıştay, değerli arkadaşlar
bu hâliyle…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
TURGUT DİBEK (Devamla) –
Bakın, sürem bitti ama şunu söyleyeyim: Yasama ve yürütmeyi elinizde
bulunduruyorsunuz, tek başınıza.
BAŞKAN – Sayın Dibek,
teşekkür ediyorum.
TURGUT DİBEK (Devamla) –
Bir de yargıyı biz kontrol edeceğiz derseniz, bu çok açık bir şekilde totaliter
rejime geçişin kanıtı olur. Gelin şunu sağlıklı bir şekilde düşünün,
değerlendirin.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Evet, teşekkür
ederiz; süreniz doldu efendim, teşekkürler.
Şimdi, söz sırası Konya
Milletvekili Sayın Atilla Kart’ta. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Kart, buyurun.
Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART
(Konya) – Değerli milletvekilleri, Başbakanlık bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım. Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, Türkiye’yi on yıldan bu yana yönetiyor.
Üstelik, demokrasi tarihimizde hiçbir siyasi iktidara nasip olmayan bir
çoğunlukla yönetiyor. Böyle bir dönemin sonunda, Türkiye’nin demokrasi, refah,
temel hak ve özgürlükler, insani yaşam endeksi gibi temel konularda ciddi bir
atılım yapması beklenirken, ülkemizde giderek artan bir nefret söyleminin
iktidar eliyle etkili hâle getirildiğini görüyoruz. Toplumda ayrışma ve
ayrımcılığın bariz bir hâl aldığını görüyoruz. Kadına şiddetin, aile içi şiddetin
katlanarak arttığını görüyoruz. Korkunun egemen olduğu, basın özgürlüğünün,
iletişim ve özel hayatın güvenliğinin yaygın bir şekilde ihlal edildiği yasa
dışı izleme, dinleme ve görüntülemenin önünün alınamadığı bir Türkiye’yi
görüyoruz.
Evet, zaman zaman AKP
sözcülerinin ifade ettikleri gibi, görünürde bir Hükûmet istikrarı var ancak
siyasi ve sosyal anlamda toplumsal bir istikrarın olmadığını, bir kaosun
olduğunu görüyoruz. Bakın değerli milletvekilleri, on beş yıldan bu yana ilk
kez TRT 3 yayınları kısıtlanıyor, kanun hükmünde kararnameler yoluyla yasama
organı askıya alınıyor, işlevini yitiriyor.
Türkiye’de merkezî Hükûmet,
AKP’li belediyeleri, belli sermaye gruplarını ve çıkar ilişkisi içindeki bir
bölüm medyayı, büyük çoğunluğunu denetlemiyor. AKP’li belediyelerin
yolsuzlukları araştırılmıyor, araştırılması devlet gücüyle, iktidarın nüfuz
suistimaliyle engelleniyor. Buna mukabil, başta Cumhuriyet Halk Partili
belediyeler olmak üzere muhalefet belediyelerine yönelik olarak terör
estiriliyor. Görünürde demokratikleşme adına yeni Anayasa çalışmalarına istekli
olan bir iktidar var, ne güzel ancak bakıyorsunuz, 12 Eylül 1980, 6 Aralık
1983, yani ihtilal hukukunun en ağır olduğu dönem, bu dönemdeki yüz beş temel
kanuna dokunmak istemeyen bir iktidarla karşı karşıya geliyoruz.
Telekom özelleştirmesi
yoluyla Türkiye'nin iletişim ve güvenlik bakımından kuşatıldığını görüyorsunuz.
Telekomun taşınmazlarının satılmasına ve içinin boşaltılmasına seyirci kalan
Başbakanlık Müsteşarı, TRT Genel Müdürü, Sivil Havacılık Genel Müdürü, Mohammed
Haririler, Abdullah Tivnikliler… Kimden söz ediyorum? Yönetim ve Denetim
Kurulundan söz ediyorum değerli milletvekilleri. Peki, yaygın hâle gelen bütün
bu uygulamalar tesadüf kavramıyla ya da münferit uygulamalar kavramıyla izah edilebilir
mi, geçiştirilebilir mi? Elbette bu kadar tesadüf bir arada olamayacağına göre
bu şekilde bir açıklamayı yapmak mümkün değil.
Bakın, değerli
milletvekilleri, bu tabloyu, bu sonucu yaratan sebepleri irdelememizin,
sorgulamamızın ve Türkiye gerçekleriyle yüzleşmemizin zamanı gelmiştir. Fiilî
duruma, Türkiye gerçeklerine bir kez daha ve başka boyutlarıyla bakmak gereğini
duyuyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye’de savunma avukatları görevlerinden dolayı tutuklanıyorlar,
mesleklerinden uzaklaştırılıyorlar, men ediliyorlar. Doktorlar düzenledikleri
raporlardan dolayı tutuklanıyor. Dünyada tutuklu gazetecilerin yüzde 10’u
Türkiye’de. Yayımcılar tutuklanıyor, taslak kitaplar imha ediliyor.
Milletvekilleri tutuklu. Tutuklu sayısı hükümlü sayısını yakalıyor. Cumhuriyet
başsavcılarının önemli bir bölümü artık Hükûmetin ajanı hâline gelmiş. Saç
kesme eyleminden suç unsuru yaratan cumhuriyet savcılarıyla karşı karşıyayız.
Cezaevlerinde son bir yıl içinde 30 kişi şüpheli bir şekilde ölüyor, cezaevi
araçlarında insanlar ölüyor. Hopa’daki demokratik gösteri, iktidar için devlet
eliyle intikam ve takibe dönüşüyor. Hükûmet ne yapıyor biliyor musunuz?
Bilimler Akademisine atama yapıyor, yapmak istiyor. Hükûmet aslında bilimden
korkuyor, akıldan korkuyor. Bakıyorsunuz, Anayasa görüşmelerine gelen sivil
toplum temsilcileri kaygı, eleştiri ve önerilerini bizlere anlatıyorlar ama
açık alanlarda dillendiremiyorlar. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının -bunu
gerçekten kaygıyla ifade ediyorum- tümünün temel hak ve özgürlüklerinin tehdit
altında olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Türkiye 17’nci büyük ekonomi. Ne güzel!
Peki, insani gelişmişlik endeksinde neden 93’üncü sıradayız? Demokrasi
endeksinde neden 89’uncu sıradayız? İş kazaları neden iş cinayetlerine
dönüşüyor? Somali’ye uzanmış görünen eller neden Van’a uzanamıyor değerli
milletvekilleri? Türkiye bu noktaya nasıl geldi? Temel sorun budur. Size büyük
fotoğrafı anlatmak istiyorum.
Bakın, değerli
milletvekilleri, Türkiye bu noktaya merkezî bir yönlendirmeyle, legal ve
illegal yönetim unsurlarının iş birliğiyle geldi. Türkiye’de 2005 yılından bu
yana, istihbarata dayalı, istihbarat ağırlıklı bir yönetim yapılanması söz
konusudur. İstihbarat eliyle Türkiye’de yargı ve siyaset gündemi belirleniyor.
Demokratik açılım yapmak iddiasındaki Hükûmet bu açılımı ne yapıyor? Polis
Akademisinin önderliğine ve İçişleri Bakanına tevdi ediyor, demokrasiyi
istihbarat üzerinden şekillendireceğini zannediyor; aslında, demokratik çözümü
bizzat engelliyor. Esasen, bu yönetim anlayışına sahip bir siyasi iktidarın da
demokratikleşme hedefi söz konusu olamazdı.
Bu tabloyu, bu sonucu
yaratan yasal ve fiilî unsurları da ana başlıklarıyla ifade etmek istiyorum: 3
Temmuz 2005 tarihinde kabul edilen Telekomünikasyon Yasası, 4 Mayıs Dolmabahçe
görüşmesi sivil-asker iş birliğinde gerçekleştirilen postmodern bir darbedir; 5
Kasım 2007 tarihinde gerçekleştirilen Erdoğan-Bush görüşmesi, Aralık 2007’de
çıkarılan Gizli Tanık Kanunu, jandarmanın pasifize edilerek emniyet üzerinden
yasa dışı olarak gerçekleştirilen kurumsal dinleme, izleme ve görüntüleme
mekanizmaları, Başbakanlık örtülü ödeneğinin bu süreçlerde keyfî ve
denetlenemez bir şekilde kullanılması, örtülü ödenekte kritik gündemlerle
bağlantılı olarak olağanüstü ve kontrol edilemeyen artışlar ve Türkiye’yi
bölgenin süpermarketi yapmak isteyen bir Başbakan; kendi ifadesiyle söylüyorum
ve nihayet bu tabloyu sürdürmek ve kalıcı hâle getirmek amacıyla oluşturulan
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı polis devletinin temel taşı değerli
milletvekilleri.
Değerli arkadaşlarım, on
yıllık iktidarı döneminde birtakım vesayetleri etkisiz kılmayı başaran Adalet
ve Kalkınma Partisi bu dönemin sonunda sivil görünüm altında faşizan bir yapıyı
oluşturmuştur, parti devleti ve polis devletini oluşturmuştur. Başbakanın
yönetim anlayışının eseri olan bir tablodan söz ediyoruz, pazar ve sömürü
ülkesi hâline getirilmenin kaçınılmaz sonuçlarından söz ediyoruz, Başbakanlığın
kurumsal olarak kullanıldığı ve yol açtığı vahim sonuçlardan söz ediyoruz,
demokrasi ve hak kavramlarını sahiplenir görünürken bile siyasi muhataplarının
inançlarını, etnik yapılarını sorgulayan, ayrımcı bir anlayıştan söz ediyoruz.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye'nin iç sorunlarını kamufle etmek için dış politikada kurgu ve hamaset
yoluyla rol üstlenen, İsrail’e görünürde efelenen, Orta Doğu halklarının
inançlarını istismar ederken Türkiye'nin savunma güvenliğini İsrail’e mahkûm
eden ve bütün bunların devamında da Suriye’ye karşı öncü kuvvet rolünü
üstlenen, Türkiye’yi İran ve Suriye’yle savaşın eşiğine getirme başarısını
gösteren -tırnak içinde elbette söylüyorum- bir Hükûmet yapısından söz
ediyoruz. Bu fotoğraftan demokrasi çıkmaz, hukuk çıkmaz, adalet çıkmaz, toplumsal
barış çıkmaz.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarına mahkûm değildir. Türkiye,
emperyalizme teslim olmayacaktır. Türkiye, cumhuriyetin kazanımlarını
demokrasiyle taçlandırarak yoluna devam edecektir. Bu tarih yakındır.
Bu değerlendirmelerle Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim
Sayın Kart.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Buyurun.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Efendim, konuşmacı hitabını sürdürürken Adalet ve Kalkınma Partisinin faşizan
bir yönetim sergilediğini, parti devleti olduğunu ifade etti. 69’a göre
açıklama istiyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Efendim, grup zaten söz almayacak mı?
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Açıklamak istiyorum efendim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Bu
bütçe eleştirisi, bunların hepsi cevap verilecek konular yani her türlü
eleştiri için sataşmadan dolayı cevap hakkı verirseniz bu bitmez yani.
BAŞKAN – İsterseniz…
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Efendim, ben iki dakikalık bir açıklama istiyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Anlamsız bir talep Sayın Başkan, olmadığını söylerler biraz sonra.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Sayın Başkan…
OKTAY VURAL (İzmir) – Bütçe
görüşüyoruz ya.
BAŞKAN – Yerinizden
söyleyebilir misiniz, zabıtlara geçsin; lütfen…
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Sayın Konuşmacı, burada konuşmasını sürdürürken AK PARTİ İktidarının faşizan
bir yönetim sergilediği, parti devlet olduğu yolunda ifadeler kullandı.
ATİLLA KART (Konya) – Sayın
Başkan, bütçe görüşmeleri bitmez, bu yolu açarsanız bütçe görüşmeleri bitmez.
OKTAY VURAL (İzmir) – Evet,
bitmez efendim.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Çok ağır ifadeler bunlar, sataşmadan dolayı söz istiyorum efendim.
BAŞKAN – Şimdi, bu
eleştiriler hakaret şekline gelmiş değil. Müsaade ederseniz…
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
“Faşist bir yönetim.” diyor efendim, nasıl Sayın Başkanım?
BAŞKAN – Müsaade ederseniz,
Sayın Hükûmetin ve arkadaşlarımızın buna cevap verme hakları da var. Buna
başlarsak bunun sonu gelmez.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Bizim de grup adına cevap verme hakkımız var efendim, grup adına.
BAŞKAN – Buyurun efendim,
iki dakika, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bunun sonu yok ama yani.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3.- Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Konya Milletvekili
Atilla Kart’ın, partisine sataşması nedeniyle konuşması
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Burada söylenen sözler,
öyle yenilir yutulur cinsinden sözler değil arkadaşlar, kusura bakmayın. Biz
her şeyi, çok rahat, gönül rahatlığıyla, hoşgörü içerisinde dinliyoruz ancak
parti devleti konumuna gelirsek Sayın Konuşmacı, mensup olduğu partinin
geçmişine bir baksın ve Türkiye’de bir tek parti devleti…
HASAN ÖREN (Manisa) – Bu
yenilir yutulur mu? Bu söylediğin yenilir yutulur mu?
AHMET AYDIN (Devamla) – Bir
tek parti devleti, CHP’nin tek başına iktidar olduğu dönemde olmuştur. Başka da
parti devleti olmamıştır.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – O
parti olmasa sen olmayacaktın.
AHMET AYDIN (Devamla) –
Sizin tek başınıza iktidar olduğunuz, CHP zihniyetinin tek başına devam ettiği
dönemde iktidar olmuştur.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) –
Kurucu partidir o.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Cumhuriyetin kurulduğu dönem diyorsunuz yani. Cumhuriyetle hesaplaşmak
istiyorsunuz çünkü.
AHMET AYDIN (Devamla) – Bir
başka husus: Kadrolaşma ifadelerine gelirsek değerli arkadaşlar, kadrolaşmayı
dile getirenler yine öncelikle kendilerine baksınlar. Kendilerine baksınlar,
bir Sayın Adalet Bakanının, aynı partiye mensup bir Sayın Adalet Bakanının daha
önceki ifadelerine baksınlar. “Ben 5 bin tane kadro çıkardım. Tabii ki bu
kadroları örgütüme vereceğim. MHP’ye mi verecektim?” diyen bir sayın bakanın
sayın partisi burada kalkıp AK PARTİ’yi haksız bir yerde kadrolaşmayla isnat
ediyor, haksız ifadeler kullanıyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM VARLI (Adana) –
MHP’nin ikide bir adını ağzına alma. Sana mı düştü MHP’yi savunmak?
AHMET AYDIN (Devamla) –
Yine, “12 Eylül zihniyetini devam ettiriyorsunuz.” diyor ama kusura bakmayın,
12 Eylül zihniyetini ortadan kaldırmaya yönelik Anayasa referandumunda gene
“Hayır.”ı veren sizlerdiniz.
Tekrar teşekkür ediyorum.
Sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlar, evet…
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Bir saniye,
vereceğim size.
Sayın İnce…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Efendim, partimizin tüzel kişiliğine sataşmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi adına
söz istiyorum.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Gerçeklikten bahsetti.
BAŞKAN – Buyurun Sayın
İnce, iki dakika, lütfen.
4.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Adıyaman Milletvekili
Ahmet Aydın’ın, partisine sataşması nedeniyle konuşması
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Grup Başkan Vekili, Ahmet Bey, önce size şunu söyleyeyim: Cumhuriyet Halk
Partisi 7 kişinin bir araya gelerek damga puluyla, dilekçeyle İçişleri
Bakanlığına müracaatla kurulmamıştır. (CHP sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN ŞAHİN (Bursa) –
Kanunlar böyle.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Dünyanın en eski on partisinden birisidir.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – AK
PARTİ’yi de halk kurmuştur.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Kurtuluş Savaşı, Kuvayımilliye ruhunun partisidir, devrimin ve direnişin partisidir.
Bu parti beş yıldızlı otellerin lobilerinde kurulmamıştır, savaş meydanlarında
kurulmuştur.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Savaş meydanlarında Halk Partisi yoktu.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Beş yıldızlı otellerin lobilerinde kurulan partilerle Cumhuriyet Halk Partisini
karşılaştırma, karşılaştırma bunu.
Şimdi, bakın, değerli
arkadaşlarım, Türkiye’de 1923’ten 1950’ye kadar bir tek Cumhuriyet Halk Partisi
vardı. Yani işinize geldiği zaman orası Cumhuriyet Halk Partisiydi, sonra,
işinize geldiği zaman devlet-hükûmet farkı yapıyorsunuz.
Bak, aslında, sizin o
dönemle ilgili kendinizin de pay çıkarması lazım. Bak, mirasçısı saydığınız
Celal Bayar o partinin içinde yok muydu? E, asıyorsunuz; Özal’la, Menderes’le
Tayyip Erdoğan’ın resmini yan yana asıp o mirastan yararlanmak istiyorsunuz seçim
dönemi.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Celal Bayar’ın resmini asmadık.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
E, o partinin içinde değil miydi onlar? Onlar değil miydi o partinin içinde?
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Celal Bayar’ın resmini asmadık.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Bakın, buradan size ekmek çıkmaz. Bir kere, yetmiş yıl, seksen yıl öncesine
takılı kalmayın. Yanlışlar, eksiklikler; bunları geçelim, biz bugüne bakalım.
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) –
1990’a gel, 1990’a.
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Siz Kenan Evren’le aynı kafadasınız, Kenan Evren’in anayasası ile sizin anayasa
mantığınız aynı.
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) –
Seyfi Oktay’ın yaptıklarını anlat. Geçmişi değil, on yıl öncesini anlat.
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Günümüze gelelim, günümüze. Bırakın, yanlışlar da olmuş olabilir, eksikler de
olmuş olabilir, onları bir kenara bırakın, günümüze gelin, burayla uğraşın
diyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
İnce.
Buyurun Sayın Vural.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Efendim, bütçe görüşmeleri, eleştirilerin yoğunlaştığı… Her konuda kalkıp
“Bunda sataşıldı.” filan… Zaten, bütçenin amacı ve hedefi sorgulamaktır. Yani
bu gidişle “Yağmur yağıyor.” desek “Bana şunu dedin.” diye sataşmadan dolayı
söz istenecek.
Şimdi, Sayın Başkanım,
bütçe yapma hakkı bu milletin hakkıdır ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin
hakkıdır. Herkes gelir, bu bütçeyle ilgili hesabını verir. Şimdi, bakın, burada
Cumhurbaşkanlığı makamı Genel Sekreter tarafından temsil ediliyor, Sayıştay Başkanı
vardı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Sekreteri burada. Başbakanlık
Müsteşarı nerede? MİT Müsteşarı nerede? Yargıtaydan temsilci yok.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Var, var.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Başbakan Yardımcısı orada.
OKTAY VURAL (İzmir) - Eğer
hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin ise bu bürokratlar da burada hiç olmazsa
yılda bir defa milletvekillerinin huzuruna çıkmayı öğrensinler, burada olsun.
(MHP ve CHP sıralarından alkışlar) Öyle bir şey olur mu? Görebilen yok, sadece
gazetelerde görebiliyorlar. Dolayısıyla, eğer MİT Müsteşarı Oslo’da değilse,
görüşmelerde, hiç olmazsa Türkiye Büyük Millet Meclisine gelsin. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlarım, şimdi
sıra…
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– Sayın Başkan, bakın, bu Meclisin çalışmalarının belli bir centilmenlik
içerisinde yürütülmesi için biz ilk günden bugüne üzerimize düşeni yaptık.
Bizim bir sayın milletvekilimiz geçmişte CHP’li arkadaşlarımıza karşı bir
“faşist” ifadesi kullandı, grup başkan vekilleriyle görüştük ve sözünü geri
aldı. Biz bunu bir centilmenlik adına yaptık ve şimdi Sayın Kart partimize
karşı “faşizan” ifadesini kullanmıştır.
ATİLLA KART (Konya) – Öyle,
fotoğraf öyle.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– Bu ifadeyi kabul etmiyoruz ve kendisini özür dilemeye davet ediyoruz.
ATİLLA KART (Konya) –
Gerçek böyle. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– Kendilerinin baktığı yerden öyle gözükebilir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Kendilerinin nereden baktıklarını bilmiyoruz ama bizim baktığımız
yerden milletin iradesi bugün burada hâkimdir ve AK PARTİ milletin iradesiyle
buraya gelmiştir… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ATİLLA KART (Konya) – Keşke
öyle olsa, keşke öyle olsa.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– …ve milletin siyasetini burada yürütmektedir.
BAŞKAN – Teşekkür ederim,
sözleriniz zabıtlara geçti.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– Eğer milletin siyasetini faşizan olarak görüyorlarsa dönsün, kendilerine
baksınlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim,
sağ olun. İfadeniz zabıtlara geçti.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna
Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278,
3/538) (S. Sayısı: 88) (Devam)
A) CUMHURBAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Cumhurbaşkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Cumhurbaşkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
B) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Sayıştay Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Sayıştay Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
E) YARGITAY (Devam)
1.- Yargıtay 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Yargıtay 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
F) DANIŞTAY (Devam)
1.- Danıştay 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Danıştay 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
G) BAŞBAKANLIK (Devam)
1.- Başbakanlık 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Başbakanlık 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
H) BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU (Devam)
1.- Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2010 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesabı
I) MİLLÎ İSTİHBARAT TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI (Devam)
1.- Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
İ) MİLLÎ GÜVENLİK KURULU GENEL SEKRETERLİĞİ (Devam)
1.- Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – Şimdi sıra Barış
ve Demokrasi Partisi temsilcisi arkadaşımızda. Muş Milletvekili Sayın Sırrı
Sakık.
Buyurun Sayın Sakık.
Süreniz yirmi dakika
efendim. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK
(Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 2012 yılı bütçesi, Cumhurbaşkanlığı,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başbakanlık, Millî İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığı, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği bütçeleri üzerinde Barış
ve Demokrasi Partisinin düşüncelerini sizlerle paylaşmak üzere buradayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Peşinen söyleyeyim, Mili
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin lağvedilmesi gerekir. Bu konuda tek söz
söylemeyiz, partimizin düşüncesi bu kadar net. İki gündür burada bütçe
görüşmeleri yapılıyor ama iç barışımızla ilgili bütün siyasi partilerden bir
program, bir proje bekliyorduk ama ne yazık ki böyle küçük hesaplar uğruna bir
tartışmaya tanıklık ettik. Oysaki zamanımızı, bütçemizi bunlara heba
etmemeliyiz.
Parlamento yeni bir
seçimden çıktı, bu Parlamentoda seçilip de hâlâ görev başına gelemeyen
meslektaşlarımız var. Bu, Parlamentonun bir ayıbıdır. Eğer egemenlik kayıtsız
şartsız milletinse milletin iradesiyle seçilenlerin cezaevinde değil burada
olması gerekir. Ya bu söze uygun davranacak Parlamento veyahut da bu sözleri,
burada sözde olan sözü Parlamento indirmelidir. Biz, Parlamentoyu göreve davet
ediyoruz.
Parlamento, toplanır
toplanmaz önemli bir şey yaptı. Ne yaptı? Yeni bir anayasa için bir çalışma
grubu oluşturdu. Burada bütün siyasi partiler buluştu ve bütün kesimlerle
diyalog ve müzakereye başladılar. Yeni bir anayasa, yeni bir toplumsal
sözleşme, bunu önemsiyoruz. Meclis Başkanımızın bu konudaki çabalarını da
önemsiyoruz ve bu Komisyon üyelerinin de kurmuş oldukları alt komisyonlarla
toplumun diğer kesimleriyle diyalog oluşturmaları, sivil toplum örgütleri,
meslek kuruluşları, üniversitelerle, inanç gruplarıyla, bireylerle
oluşturdukları diyaloğu da çok önemsiyoruz ama bu çalışmalar sürerken bizim
daha önce toplumla paylaştığımız “Bir yol temizliği.” dediğimiz bir yol
haritası vardı. Bu, bir, 12 Eylülün ürünü olan Anayasa’yı değiştiriyoruz ama 12
Eylülün ürünü olan, Kenan Evren’in size bahşettiği Siyasi Partiler Yasası ve
Seçim Kanunu’nu tartışmıyorsunuz, yüzde 10’luk barajı tartışmıyorsunuz.
Bakın, bir ülkede hem
Anayasa’ya karşı olacaksınız “İhtilalciler yaptı.” diyeceksiniz hem de
ihtilalcilerin yaptığı Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Kanunu’ndan nemalanıp
iktidar olacaksınız. Böyle bir çifte standart olmaz, böyle bir demokratlık
yoktur. Ya toptan karşı olursunuz veyahut da birini değiştirip, bu bizim
lehimizdedir, bunu da kullanalım anlayışı yoktur. Onun için, Parlamento derhâl
bu Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Kanunu’nu değiştirmelidir yani Parlamentoyu
diktatörlerden korumalıdır, halkın iradesine Parlamentoyu sunmalıdır. Hiçbir
partinin genel başkanı tek başına veyahut da iki yandaşıyla Parlamentoyu
oluşturmamalıdır, grubunu oluşturmamalıdır. Dünyada böyle örnekleri yoktur.
Nerede var? Efendim, Orta Doğu’da var ama yeri ve zamanı gelince siz
demokrasimizle övünürsünüz ama hâlen 12 Eylülün rejimiyle de yönetiliyoruz.
Sevgili arkadaşlar, bakın
bir ülkede… Dünyada 30 binin üzerinde terörle, terör yasasından dolayı
cezaevinde olan insan var, 13 bini bizim ülkemizde, üçte 1’i Türkiye’de ve 13
bin insan cezaevinde ve Türkiye 1’inci, dünyada yani üçte 1’i bizim ülkemizde. Onun
için yol haritası dediğimiz bu değişim dönüşümü bir an önce yapmalıyız. Bunun
için bir anayasal değişikliğe de gerek yok. Oturur… Zaten Cumhuriyet Halk
Partisiyle Barış ve Demokrasi Partisinin bu konuda kanun teklifleri var.
Bunları hayata geçirirsiniz. O zaman Anayasa değişikliğine toplum inanır, biz
de inanırız.
Bunun dışında, burada Millî
İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığından da diliyorum arkadaşlar vardır. Oslo’da
görüşmeler yaptınız, iyi ettiniz, Allah sizden razı olsun. Siyaset dünyasına
bakmayın, kıskançtır, yapamadıkları şeyi başkaları yaptığında kıyametleri
koparırlar. Ne yaptınız? Bu ülkede kanı ve şiddeti durdurmak için bu hükûmetler
yıllardır bu halka zulmediyor, kan ve şiddet politikaları uyguluyor. Siz
gittiniz, görüştünüz, ne oldu? Görüşmelerden sonra görüşmeler askıya alındı.
Korkmayın, halk sizin arkanızdadır. Toplum artık bu ülkede kanın ve şiddetin
durmasını istiyor. Siyaset dünyası buradan nemalanıyor. Eğer kan ve şiddet
durursa birçok siyasi parti de Türkiye’de misyonunu bitirecek. Onun için bu
çatışmaların bitmesini istemiyorlar. Siz yolunuza devam edin. Burada sizin
iktidar hesabınız yok. Bu çalışmaları Oslo’da mı, Kandil’de mi, Süleymaniye’de
mi, Avrupa’nın başka ülkelerinde nerede yaptıysanız tekrar o irade bu
çalışmaları sürdürmelidir, Türkiye’nin ihtiyacı olan tek şey budur.
Sayın milletvekilleri, son
günlerde Sayın Başbakanımızın kendisinin de seslendirdiği –kendisine buradan
geçmiş olsun diliyorum, kendisine ve ailesine, acil şifalar diliyorum-
“Geçmişimizle yüzleşmek, Dersim’le yüzleşmek.” Hemen arkasından Sayın
Cumhurbaşkanı da “Büyük devletler geçmişiyle yüzleşen devletlerdir.” Biz buna
katılıyoruz. Geçmişimiz sadece Dersim değildir, geçmişimiz 1920’lerden
2011’lere kadar uzanan bir süreçtir. Ben bugün sizi bir miktar tarihî bir
yolculuğa çıkarmak istiyorum.
1920’lerde bu cumhuriyet
kurulurken biz o cumhuriyetin ilk Meclisini özlüyoruz, 1920’lerin ilk Meclisini
özlüyoruz çünkü orada halkın iradesi var. Biz ilk Anayasa’yı özlüyoruz, çünkü
orada farklılıklar var. Bakın, o ilk dönemde, 1924’e kadar burada halkın iradesi
var, 24’ten sonra ret ve inkâr var; işte, kavganın nedeni de bu.
Mesela, 1920’lerde
Dersim’den 6 tane mebus var, bunlardan biri Hasan Hayri. Hasan Hayri
Parlamentoda, Mustafa Kemal’le de iyi görüşen biri. İsmet Paşa Lozan’a gidiyor.
Lozan’daki görüşmeleri sürdürürken İngilizler hemen karşısına Kürt sorununu ve
azınlıklar sorununu koyuyor. İsmet Paşa dönüyor, Mustafa Kemal’i arıyor: “Eğer
siz Kürtlerden onay almazsanız, Kürt milletvekilleri bizi desteklemezse
Lozan’da işimiz yaş.” Mustafa Kemal, Hasan Hayri ve Kürt milletvekillerini
çağırıyor, Dersim Mebusu. Bir deklarasyon hazırlanıyor, bir metin hazırlanıyor
ve bu metni… Kürt milletvekilleri kapıdan giriyor, Kürt ulusal giysileriyle
geliyorlar, Mustafa Kemal’in talebi üzerine. Hasan Hayri kürsüye çıkıyor.
Mustafa Kemal’in oturduğu alanda Lozan’a sesleniyor: “İsmet Paşa, Kürtlerin ve
Türklerin ortak temsilcisidir, bizi de temsil ediyor.” diyor. Bu konuşmayı
yaparken Kürt ulusal giysileriyle yapıyor. Mustafa Kemal ve arkadaşları
oturmuşlar, alkışlıyorlar, ayağa kalkıyorlar, alkış yetmiyor, ayaklarıyla yeri
dövüyorlar ve dönüyor, Hasan Hayri’yi kucaklıyorlar ve orada bir grup
milletvekili, Avrupa’dan gelenler buna tanıklık ediyor ve Lozan öyle hayata
geçiyor. Aradan iki yıl geçtikten sonra, Hasan Hayri, Kürt giysileri giydiği
için ve Lozan’a burada Kürtçe yaptığı konuşmadan dolayı Elâzığ’da istiklal
mahkemelerinde idam ediliyor. İşte, geçmişle yüzleşmek budur ve sonra,
arkasından, ben istiklal mahkemesinden iki örnek daha vereceğim.
Diyarbakır’da Savcı Süreyya
Bey anlatıyor anılarında “İsmet Paşa’nın görevi üzerine Diyarbakır’a gittim”
diyor. “Gittim, mahkeme salonuna, oturduk. Kara yağız bir Kürt delikanlısı
geldi içeri, askerlerle aldılar. Hâkim sordu: ‘Adın ne?’ Türkçe bilmiyordu.
‘Alın, asın.’ Tek sözcük. Aldılar, astılar. Akşam otele gittim, Diyar Otelinde
kalıyorum, yattım. Sonra o Kürt delikanlı geldi, yakama yapıştı: ‘Siz hâkim
misiniz, cellat mısınız? Benim Türkçe bilmemem benim günahım mı?’ dedi ve
yakama yapıştı. Sabaha kadar uyuyamadım. Kalktım İsmet Paşa’ya bir telgraf
çektim. Eğer bu ülkede Türkçe bilmeyenleri asarsak tek insan kalmaz...” diyor.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Kim kuruyor istiklal mahkemesini Sırrı Sakık, onu da söyle.
SIRRI SAKIK (Devamla) –
Bunu hepimiz biliyoruz, hepimiz biliyoruz.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Söyle, söyle.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Yıl
yine 1926. Atıf Hoca, Şapka Kanunu… Alıyor yargıçlar, Kel Ali idama mahkûm
ediyor. Bu yetmiyor, idam sehpasına götürdüğünde başındaki sarığı çıkarıp
kafasına şapkayı takıyor ve Atıf Hoca dönüp diyor ki: “Biz siz zalimlerle
mahkemei kübrada hesaplaşacağız.”
İstiklal mahkemeleri bu. Bu
istiklal mahkemeleri, Kürtlere, Müslümanlara, sosyalistlere bu cumhuriyet
zulmetti. İşte, yüzleşeceksek böyle yüzleşmeliyiz ve Sayın Başbakan o gün
seslendirdi, döndü dedi ki: ”Efendim, Sason…” Sason’u böyle mülayim bir geçişle
geçiştirmeye çalıştı. Sason’da isyan yok. Dersim’de, nasıl Dersim’in
mağaralarında insanlar fare gibi zehirlenip öldürüldüyse Sason’da da aynı şey
oldu.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Zilan’da da…
SIRRI SAKIK (Devamla) –
Zilan’da da aynı şey oldu. Tarihte o kadar çok yer var ki… Ben Sason’da… İşte,
Sason’da bir kaymakam vekili ve güvenlik güçleri bir köye giderler. Köye vergi
toplama adı altında gidilir. Köy halkı bunları karşılar, devlet buraya gelmiş,
vergilerini bir araya getirip bir an önce bu belayı başlarından defetmek için
ama bir de konukseverliğin evrensel yasaları var. Köyde koyunlar kesilir,
mutfakta yemekler hazırlanır, tandırda ekmekler pişirilir ama yüzbaşı evin
gelinini kafasına koymuş, bir yolunu bulup tandırda gelini sıkıştırmaya başlar
ve orada kavga çıkar, askerlerden de ölen olur, oradaki Sasonlulardan da. Ondan
sonra Sason’da yüzlerce, binlerce insan ölür ve sonra Sason’da bir mahkeme daha
kurulur ve ne olur biliyor musunuz? Yine böyle içeri dolu. Hâkim gelir bu
kürsüye, oturur. İlk söz, ilk sırada oturanlar, hani bu ilk sıranın müdavimleri
olanlar var ya, idam, “İlkten 15’e kadar idam.” diyor. 15’ten 90’a kadar on beş
yıl, 90’dan sonrası beraat. İşte Sason bu. Kürtlerin yaşadığı zulüm bu. Bu
coğrafyada bu halka, bu kadar zulmedildi. Eğer bugün, insanlar gidip
bedenlerini ölüme yatırıyorsa -terör, merörle geçiştiremezsiniz- atalarına
uygulanan zulmün bir bedelidir. Eğer Dersim’de her çocuk bir sosyalist olarak
doğuyorsa, bedenini ölüme yatırıyorsa atalarına uygulanan zulmün bir
göstergesidir. Bu değil, bu, hayatımızın her alanında var.
Bakın, 1924 Anayasası’yla
bütün kimlikleri Türkleştirdiniz, yetmedi 1942’de tek parti döneminde bir yasa,
varlık vergisi. Gayrimüslimlerin mallarını mülklerini talan ettiniz, el
koydunuz ve sonra yetmedi, bütün mal, mülklerine el koydunuz, atalarınız el
koydu, yetmedi, sonra hepsini toplayıp Aşkale’ye gönderdiler. Aşkale’de
binlercesi öldü, geri kalan 900 kişi döndü, Eskişehir’e kadar geldi ve
hiçbirinin sağlığı yerinde değildi; kimi çıldırmıştı kimi sakat kalmıştı ve
büyük bir trajediyle bu insanların aileleri hâlâ yüz yüzedir.
İşte, bugün, Mecliste yeni
bir yasa çıkarıyorsunuz, “Terörün finans kaynağı.” diyorsunuz. Avrupa’dan böyle
dolanarak ama asıl yapmak istediğiniz ne? Açıkça söylüyorum: Muhaliflerinizi
yok etmek istiyorsunuz, Kürt iş adamlarını yok etmeye çalışıyorsunuz. Bu yasa
hepinizi vurur, bu yasa… Bir tek itirafçı çıkar, bir beyanda bulunur, sizin
atalarınızdan da kalan mal varlığınızı bir gün elinizden alırlar. Çıkar, biri
çıkar der ki: “Sinan Aygün’ün mal varlığı Ergenekon’dan kaynaklıdır.” Bir
gecede alınır. Zaten Kürtlerin bu konuda hiçbir güvencesi yoktur.
Onun için diyoruz ki:
Sevgili arkadaşlar, bu yasa gelmeden… Önemli bir yasadır. Bu yasayı 1942’de
çıkaran atalarınız. Hani, atalarınız size bu tortuyu mu bıraktı ya? Allah
rızası için hiç mi vicdanlarınız sızlamıyor? Yani atalarınızın 1942’de
çıkardığı yasayı, bugün siz de aynı yasayı çıkarmak için birbirinizle
çabalıyorsunuz ve birbirinizle de yarışıyorsunuz. Ben İçişleri Komisyonunda
gittim, gördüm. Bizim dışımızda buna muhalif olan bir kimse yok çünkü sorun
Kürtler, Kürtlerin mallarını da millîleştirmeye çalışıyorsunuz.
Şimdi, sevgili arkadaşlar,
kandan kanunlar bu ülkede barışı ve kardeşliği sağlayamaz. Bu ülkenin
geçmişinden bugüne kadar geçmiş zift karanlık kadar karanlıktır. Başta da
söylediğim gibi, Müslümanlara da, Kürtlere de, sosyalistlere de zulmeden bir
sistem var. Siz bu sistemin taklitçisi olmayınız. Gelin, ülkemizin hep birlikte
barışa, demokrasiye, kardeşliğe ihtiyacı vardır. Bizim zaman zaman sert
eleştirilerimiz oluyor, size hoş gelmeyen şeyler de söyleyebiliriz ama biz bu
ülkenin barışı için gerçekten bedel ödemek istiyoruz. Böyle bir gelenekten
geldik. Yani bizim bölgemizde, yani hâlâ bölgede uygulanan politikalar
1920’lerde uygulanan politikalarla eş değerdedir.
Şimdi, bakın “uzlaşma.”
diyorsunuz. Uzlaşma sadece benim saydığım üç beş kalem değil. Bizim Sivas’la,
Çorum’la, efendim, Kahramanmaraş’la, Gazi olaylarıyla, Diyarbakır’ın Kulp
ilçesinde bir gecede Kulp’u ateşe veren anlayışla, Şırnak’ı yerle bir eden -bir
gecede- o anlayışla yüzleşmeliyiz. Bizim “17.500 faili meçhul cinayet” dediğimiz
ve son günlerde alın, bakın, artık faili belli, bunlarla yüzleşmeliyiz. 3.500
köy yakılıp yıkılmıştır, milyonlarca insan mağdur olmuştur, bunlarla
yüzleşmemiz gerekir. Eğer bunlarla yüzleşebilirsek gerçekten sorunu çözebiliriz
ama biz bunlarla yüzleşmek yerine bunları öteliyoruz.
Bugün, işte, KCK operasyonu
adı altında operasyonlar düzenliyoruz. Demokratik zemine gem vuruyoruz. Peki,
siz demokratik zeminde siyaset yapanların eline kelepçe vurursanız bu ülkede
kimlerle konuşacaksınız, kimlerle barışacaksınız? Yani bizim isyanımız, bizim
kavgamız yani bedenlerini ölüme yatıran insanların kavgası bu cumhuriyetin
uyguladığı zulümden değil midir? Ret ve inkârdan değil midir? Eğer ret ve inkâr
bitmişse sizin dönüp bir şey yapmanız lazım. Bunlar ret ve inkârın yansımasıdır
Kandil’e, Cudi’ye, hayatın her alanına. Onun için toplumsal bir sözleşmeye,
yeniden bir toplumsal sözleşmeye hepimizin ihtiyacı var.
Ben, bu noktada, herkesin
vicdanıyla baş başa kaldığında… Aslında söyleyebilecek o kadar çok konularımız
var ki ve… Mesela yarın Adalet Bakanlığı bütçesi görüşülecek, bizim
taleplerimiz geldiğinde hâlâ diyor ki: “Biz yeni cezaevleri yapıyoruz.” Ayıptır
be! Hâlen bu ülkede cezaevleriyle insanları terbiye etmeye çalışıyorsanız bu
bir başka günahtır. O kadar oldu ki neredeyse -29 harf var- 29 tane farklı
isimde cezaevi yaptınız ama bu halkı susturmaya gücünüz yetti mi? Hayır. Onun
için cezaevleri yapacağınıza, kavgaları geliştireceğinize, sürekli sortilerle,
farklı alanlara sortiler düzenleyerek bu işin olmadığını hepimiz biliyoruz,
hayat hepimize bunları gösterdi.
Eğer gerçekten atalarımızın
geçmişte darağacına giderken zalimlere söylediği şu sözü: “Biz sizinle mahkemei
kübrada hesaplaşacağız.” sözünü duymak istemiyorsanız, gelin bu sorunu çözün.
Sayın Başbakan, Sayın
Cumhurbaşkanı, değerli milletvekilleri, biz sizinle mahkemei kübrada değil,
burada helalleşmek istiyoruz. Biz iki cihanda da başınızın dik olmasını
istiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanının da, Sayın Başbakanın da, sayın
milletvekillerinin de, yani sorunu çözecek mekanizmanın da başının dik olmasını
istiyoruz iki cihanda da, hem bu cihanda hem o cihanda da.
Bakın, şimdi dönüyoruz
geçmişle yüzleşirken, hani cumhuriyetin kahramanlarının ne kadar halka karşı
suç işlediğini hepimiz görüyoruz, biz de dönüp size bunları söylemeyelim. Eğer
bunları duymak istemiyorsanız, bir tek yol vardır; müzakere ve diyalogdur, Kürtlerin
diline, kimliğine, kültürüne vurulan gemlerin kırılmasıdır. Kürtleri de bu
ülkede söz ve karar sahibi yapmak… Türklerin sahip olduğu bütün haklara bu
ülkede Kürtler de, diğer halklar da sahip olmalıdır.
Bu duygularla hepinize
teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Sakık.
Şimdi söz sırası Adana
Milletvekili Sayın Murat Bozlak’ın.
Sayın Bozlak, buyurun.
Süreniz on beş dakika.
BDP GRUBU ADINA MURAT
BOZLAK (Adana) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; birinci tur görüşmeler
içerisinde yer alan kurumların 2012 yılı bütçeleri üzerinde konuşmak üzere
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Dün bütçenin geneli üzerine
yapılan görüşmelerde grubumuz adına söz alan sayın milletvekili arkadaşlarım,
bütçe tasarısında yer alan konularda grubumuzun düşüncelerini dile getirdiler.
Tekrar olmaması açısından ben de birkaç noktaya değinmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
dün, Sayın Bakan açıkça altını çizerek “Bu bütçe, AKP Hükûmetinin 10’uncu
bütçesidir.” dedi. Bu bütçe AKP Hükûmetinin bütçesi olduğuna göre, Hükûmette
yer almayan BDP, MHP ve CHP’nin ortaklaştığı bir bütçe de değildir. Kaldı ki,
Hükûmetin Parlamentodaki muhalefet partilerinin görüşlerini de alarak bütçeye
ortak etme niyeti de yoktur. Tamamen AKP Hükûmetine ait bir bütçedir. Bundan
önceki dokuz bütçede olduğu gibi, bu bütçeyi de tüm eksikliklerine ve
yanlışlıklarına rağmen, AKP, sayısal çoğunluğu ile kabul edecektir, muhalefet
partilerinin söylemi dikkate alınmayacaktır. Bizler de bunu bile bile sadece
önümüzdeki süreçte işsizleri, yoksulları, emekçileri, işçileri, çiftçileri
diğer bir deyimle, en geniş halk kesimlerini zora sokacak AKP Hükûmetinin 2012
yılı bütçesinin suç ortağı olmamak için düşünce ve eleştirilerimizi kayıt
altına aldırmakla yetinmek durumunda kalacağız.
Bu bütçede milyonlarca
işsizin sorununa çözüm yok. Bu bütçeyle gençliğin ve özellikle de üniversite
öğrencilerinin sorunlarına çözüm getirilmemiştir. Bu bütçede sokak
çocuklarının, kimsesiz yavruların, yaşlıların, bakıma muhtaç olanların
sorunlarına çözüm yok. Bu bütçeyle yoksul köylünün, işçinin, emekçinin
sorunlarına çözüm getirilmemiştir. Bu bütçe, çiftçiye 1 verip 3 alan bütçedir.
Uzatmadan, kısaca şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Bu bütçe, yoksuldan, işçiden,
emekçiden, çiftçiden, köylüden alan bir bütçedir, fakir fukaranın boğazına
yapışan bir bütçedir, yoksulun sofrasına el uzatan bir bütçedir.
Şimdiden 2012 bütçesinin
AKP’ye ve AKP Hükûmetine hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. Ancak, şunu da
AKP’li arkadaşlarımız unutmasınlar: Bu şekilde kafanızın dikine giderseniz,
muhalefet partilerini yok sayar, bildiğim bildik çaldığım düdük derseniz bu ülkeyi
iflasın eşiğine götürürsünüz, Türkiye’yi Yunanistan’dan da beter hâle
getirirsiniz. Yunanistan’a tüm Avrupa ülkeleri yardım etti. Size kim yardım
edecek? Unutmayın, ekonomide çanlar çalmaya başladı.
Değerli milletvekilleri,
bütçe, barışa hizmet edecek bir bütçe olmadığı gibi, bütçe üzerinde yapılan
konuşmalarda da barış ve kardeşlik yoktur. AKP Türkiye’nin temel sorunları
konusunda artık netleşmiştir; AKP ustalık döneminde “Demokratik açılım”dan da,
Kürt açılımından da vazgeçmiştir, geçmiş hükûmetleri taklide yönelmiştir,
çözüme değil, çözümsüzlüğe yönelmiştir; örgütlenme özgürlüğünün de, düşünce ve
ifade özgürlüğünün de üstüne kırmızı kalemle çizgi çekmiştir. “Ben de
BDP’liyim, buradayım “….”(*)” diyen siyasetçilere tahammül edemez duruma
gelmiştir. AKP’nin bu durumunu bildiğimiz için dünkü konuşmalarda AKP’den
barışa ve kardeşliğe ilişkin güzel sözler beklediğimizi doğrusu söyleyemeyiz.
Ancak bu konuda Ana Muhalefet Partisinin Sayın Genel Başkanının düşüncelerini
gerçekten merak ediyordum. Dün, Ana Muhalefet Partisinin Sayın Genel Başkanını
dikkatlice dinledim. Libya’dan, Libya lideri Kaddafi’ye karşı Türkiye’nin
olması gereken vefa borcundan, özgürlük talep eden Libya halkından, Libya’daki
ölümlerden, Fas, Mısır, Suriye’deki halkların özgürlük taleplerinden, bu
ülkelerde yaşayan halkların hak ve özgürlüklerinden yana olduğunu, bu ülkelerin
halklarının barış içerisinde yaşamalarını istediğini özellikle belirtirken,
konuşmasının son otuz saniyesine kadar beklediğim hâlde Türkiye’nin iç
barışından, demokratik hak talepleri şiddet ve baskıyla ertelenmek istenen Kürt
halkından ve Kürt halkının özgürlük taleplerinden hiç bahsetmemesi birey
olarak, bu ülke adına, beni üzmüştür. Öyle anlaşılıyor ki Sayın Genel Başkan,
kendisini, alabildiğince CHP’nin klasik politikasına kaptırmıştır.
Bu noktada, Dersim ve Seyit
Rıza olayını gündeme getiren CHP’li Sayın Milletvekiline küçük bir hatırlatmada
bulunmak istiyorum: Değerli arkadaşım, CHP üzerinden Dersim katliamının
hesabını devletten soracağını düşünüyorsan, özür dilerim ama, bana göre
yanılıyorsun. CHP, Şükrü Kaya’nın, Fethi Okyar’ın, Celal Bayar’ın, İsmet
Paşa’nın, Mustafa Kemal’in partisidir. Dersim katliamının yaşandığı
1937-1938’li yılların tek partisidir. Devletin yönettiği parti değil, devleti
tek başına yöneten partidir. Dikkatli ol, Paris’te düzenlenen Kürt konferansına
katıldılar diye partiden ihraç edilen 7 milletvekili arkadaşınızın durumuna
sonra düşmeyesin.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; birinci tur görüşmeler içerisinde, Cumhurbaşkanlığı, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, yüksek mahkemelerin, Başbakanlık, Millî
İstihbarat Teşkilatı ve Millî Güvenlik Kurulu bütçeleri yer almaktadır. Bu
kurumlara 2012 yılı bütçesinden hatırı sayılır bir para da ayrılmış durumdadır.
Bütçeden bu kurumlara ayrılan paranın azlığı veya çokluğundan, gereksiz
harcanıp harcanmayacağından ziyade, devletin en tepe noktalarında yer alan bu
kurumların başında bulunanların ne yaptıkları, demokratikleşmeye, özgürlüklere,
toplumsal barışa, toplumun huzur ve güvenine, adalete katkı sunup sunmadıkları
bizim için daha ön plandadır. Siyasi partileri kapatmakla meşhurlaşan, verdiği
karar ile yüzde 47 oy almış iktidar partisini kapatmaktan beter eden, seçilmiş
milletvekili arkadaşımızın milletvekilliğinin gasbına onay veren, Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanının Cumhurbaşkanlığını iptal
eden Anayasa Mahkemesinin demokrasimize, örgütlenme özgürlüğüne ciddi katkılar
sunduğunu, ciddi katkılar yaptığını söylemek mümkün değildir. Umuyor ve
diliyorum ki Anayasa Mahkemesi bundan sonra demokratikleşmeye, özgürlüklere
katkı sunar.
(*)
Bu bölümde, Hatip tarafından, Türkçe olmayan bir dille bir kelime ifade edildi.
Yüksek yargı organları
içerisinde yer alan Yargıtayın hâlini benim anlatmama gerek yok. Sayın Adalet
Bakanı, Yargıtayın perişan hâlini dün çok açık bir biçimde anlattı. Yargıtayın
elinde hâlihazırda 130 bin dosyanın incelenmek üzere bulunduğunu, en iyimser
şekliyle dahi Yargıtaya temyiz için giden dava dosyalarının dört beş yıldan
önce dönmeyeceğini Sayın Bakanın bizzat kendisi söylüyor. Şimdi, sizlere
soruyorum: Bu iş gücü altında ezilmiş, perişan hâldeki Yargıtaydan doğru karar
vermesi beklenebilir mi; hakka, hukuka, adalete dayalı doğru kararlar
beklenebilir mi? Bunun olmayacağının en somut ve en son örneği N.Ç. davasıyla
ilgili Yargıtayın verdiği onama kararıdır. On üç yaşındaki çocuğa tecavüz
edildiği zaman “Rızası vardır.” demek adalet duygusuyla açıklanabilir mi, hangi
vicdana sığar, dünyanın hangi çağdaş, demokratik ülkesinde böyle bir karar
kabul görebilir? Bu haksız, adaletsiz, yanlış kararın nedeni Yargıtaydaki iş yükü
ağırlığı ise o takdirde bu kararın sorumlusu Yargıtayın iş gücünü hafifletmeyen
Adalet Bakanıdır, Hükûmettir, Sayın Başbakanın bizzat kendisidir. İş gücü
yoğunluğu değil ise o takdirde de çağdaş hukuk içerisine yerleştirilmeye
çalışılan ulemaya sorma mantığıdır.
Değerli milletvekilleri,
bir dönem, AKP, yüksek yargının CHP’nin arka bahçesi olduğunu söylüyordu.
Geldiğimiz bu günde AKP bu söyleminden vazgeçmiş durumdadır. Bu kez CHP,
AKP’nin arka bahçesinden bahsediyor. Yargısı bağımsız olmayan, yargısı siyasi
iktidarın yönlendirmesiyle hareket eden ülkelerde toplumsal barış olmaz, adalet
olmaz, hak hukuk olmaz, devlete güven olmaz; orada rejim demokratikleşmez,
totaliterleşir. Adalet, hak, hukuk, bağımsız yargı herkese lazımdır. Gün olur,
devran döner, iktidar sahiplerine de adalet lazım olur. Onun için yargıdan
eller çekilmelidir. Kimse yargıyı kendisinin arka bahçesi hâline getirmeye
çalışmamalıdır.
Dün şahsı adına söz alan
bir milletvekili arkadaşımız, zaman zaman kimi partiler tarafından da dile
getirilen Habur’daki mobil mahkemeden bahsetti. Bu “mobil” tabiri bana ait
değil, söyleyenlere ait bir tabir. Bu arkadaşımıza şunu söylemek istiyorum:
Velev ki dediğiniz doğru, kabul ettik; Habur’da kurulan mahkeme mobil bir
mahkemeydi. Bu mahkeme ne yapmıştır; kelle mi almıştır, idam kararı mı
vermiştir; barışa katkı sunmak için barışa ön ayak olacak bir karardan başka
hangi kararı vermiştir?
Değerli arkadaşım, CHP’nin
iktidar olduğu tek parti döneminde kurulan istiklal mahkemelerinden niye
bahsetmiyorsunuz? O mahkemeler değil midir ki suçsuz, günahsız insanların
kellesini alan? “Sanığın idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine.” diyen o
mahkemeler değil miydi? O mahkemeler değil midir ki Şeyh Sait’in kellesini
alan? O mahkemeler değil midir ki “Evladı Kerbelâ’yım; suçsuzum, günahsızım.”
diyen Seyit Rıza’nın kellesini alan? On yedi yaşındaki çocuğunun önce yaşını
büyütüp sonrası kellesini alan? Habur’daki mobil mahkemenin hâkimlerinden
bahsedeceğinize, niye istiklal mahkemelerinin meşhur hâkimlerinden
bahsetmiyorsunuz? Niye, CHP’nin tek parti olduğu dönemde aynı zamanda
milletvekili olan istiklal mahkemelerinin meşhur yargıcı Kılıç Ali’den, Kel
Ali’den, Ali Çetinkaya’dan, üç Alilerden bahsetmiyorsunuz?
Tüm bu olumsuzluklardan,
yapılan yanlışlıklardan hep birlikte dönmemiz dileğiyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum; bütçeye de ret oyu vereceğimizi belirtmek istiyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bozlak.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun Sayın
İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Yine Cumhuriyet Halk Partisinin köklerine, geçmişine ağır hakaretlerde
bulunuldu; son kez cevap vermek istiyorum, bir daha cevap vermeyeceğim.
BAŞKAN – Buyurun, iki
dakikada lütfen…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, sonra usule dair bir konuşmam olacak.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
5.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Adana Milletvekili
Murat Bozlak’ın, partisine sataşması nedeniyle konuşması
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Teşekkür ederim.
Önce şunu bilelim: İstiklal
mahkemeleri 1920’de kurulmuştur, Cumhuriyet Halk Partisi 1923’te kurulmuştur.
Yani böyle bir mantık yok. Birincisi bu.
MURAT BOZLAK (Adana) –
İstiklal mahkemesi hâkimleri CHP milletvekili miydi değil miydi?
MUHARREM İNCE (Devamla) –
İkincisi: Son günlerde tarihî tersinden yazmak… Ege savaşı olmadı, Yunan
tarihînde böyle bir şey yok. İşte, altı üst düzey Yunan’ın, Başbakanın,
Genelkurmay Başkanının idam edildiğini dahi bilmeden, kahramanları sorgulamak
bir moda oldu. Tarihî tersinden yazma modası başladı. Kervanı tersine yürütmek
isteği bu.
Bakın, size son sözüm
şudur: Siz tarihî tersinden yazmak isterseniz, kervanı tersine çevirmek
isterseniz, kahramanları sorgularsanız başınıza şu gelir…
SIRRI SAKIK (Muş) – Kime
göre?
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Bir kervan böyle giderken ters çevirirseniz kervanı, uyuz eşek başa geçer. Uyuz
eşek başa ancak kervanı ters çevirirseniz geçer. Kahramanları sorgulamayın.
Cumhuriyet Halk Partisini sorgulamak hiç birinizin haddi değil zaten. (CHP
sıralarından alkışlar)
SIRRI SAKIK (Muş) – Hadi
be, sen de onu bilirsin!
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna
Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278,
3/538) (S. Sayısı: 88) (Devam)
A) CUMHURBAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Cumhurbaşkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Cumhurbaşkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
B) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Sayıştay Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Sayıştay Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
E) YARGITAY (Devam)
1.- Yargıtay 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Yargıtay 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
F) DANIŞTAY (Devam)
1.- Danıştay 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Danıştay 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
G) BAŞBAKANLIK (Devam)
1.- Başbakanlık 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Başbakanlık 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
H) BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU (Devam)
1.- Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2010 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesabı
I) MİLLÎ İSTİHBARAT TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI (Devam)
1.- Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
İ) MİLLÎ GÜVENLİK KURULU GENEL SEKRETERLİĞİ (Devam)
1.- Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – Değerli
milletvekilleri, şimdi söz sırası İstanbul Milletvekili Sayın Sırrı Süreyya
Önder’de.
Buyurun.
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) –
Sayın Başkan, mobil mahkemelerle alakalı da bir sataşma oldu, eğer müsaadeniz
olursa iki dakika…
BAŞKAN – Grup Başkan
Vekiliniz cevap verdi efendim, lütfen yerinize…
BDP GRUBU ADINA SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Niye, mahkeme reisi misin kardeşim mobil mahkemenin?
Sayın Başkan, değerli
üyeler…
Başlayayım mı? Sürem
başladı mı?
BAŞKAN – Efendim,
affedersiniz, süreniz on beş dakika.
Buyurun efendim.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Sayın İnce, nasıl olsa “Bir daha konuşmayacağım.” dedi, bu sözünü
hatırlatarak deve-eşek metaforuna bir katkıda bulunmak istiyorum. Devede de boy
var ama 40’ı birden bir eşeğin arkasından giderler.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Ama
uyuz eşeğin değil.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Uyuz muyuz, artık onu içinizdeki baytarlara sorun.
Şimdi, burada görüyoruz,
iktidar muhalefete, muhalefet iktidara demedik laf bırakmıyor. Grup olarak bu
konudaki görüşümüzü açıklıyorum: İkiniz de haklısınız birbiriniz hakkında
söylediklerinizde, ikiniz de sonuna kadar doğrusunuz, biz grup olarak ikinizin
de söylediğine katılıyoruz, birbirinize söylediğinize.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Size de söylüyoruz.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Sen
iktidar ortağı mısın yoksa değil misin?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Bize söylediğine şimdi cevap vereceğim.
İZZET ÇETİN (Ankara) –
İktidar ortağı mısın sen?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Yanıldığınız nokta şurası…
İZZET ÇETİN (Ankara) –
İktidar olduğunu bilelim senin.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – CHP’liler hele durun, hele. Bildiğiniz yanıldığınıza yetmiyor.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Sen
iktidar ortağı mısın, onu bir söyle?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Ben şimdi size bir sosyoloji dersi vereceğim, kafanız berraklaşacak.
İZZET ÇETİN (Ankara) –
Kendine sakla onu.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) - Buna denir statüko. O zaman CHP vardı, tek parti vardı, Bayar
içindeydi, Menderes dışındaydı, kel Ali vardı, kör Ali vardı, bunlarla
sosyoloji yürümez. Bunun adı statükodur. O gün CHP vardı, bugünkü CHP’nin adı
neokemalist bir parti olarak AK PARTİ İktidarıdır.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Sen
kendi partinden bahset, bizi bırak, bizim geçmişimizi.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) - Buna denir statüko. Siz bunu kavramsallaştırmadığınız zaman
birbirinize ha bire laf atar durursunuz.
İZZET ÇETİN (Ankara) –
İşine bak sen.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Size de söylüyoruz, onlarda da; haklıyız.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Ya biz şerbetliyiz Sayın Canikli, bize söylesinler; sade söylemekle
kalsa iyi, gülden yumuşak bize yapılan başka şeyler var, onları dile
getireceğim.
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) –
Sıhhatler olsun, tıraş olmuşsun.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Tıraş oldum evet, çünkü saçını kesmeyi örgüt üyeliğine delil sayan
bir absürt, çok değil bir iki sene içinde şebeklik olarak anılacak polis
fezlekelerine ve iddianamelere dikkat çekmek için tıraş oldum. Senin pek
ihtiyacın da yok, Allah tarafından tıraş edilmişsin sen.
Şimdi, Habur meselesi bir
dile dolanmış gidiyor. Çok samimi bir şey söyleyeceğim. Şu kadar feraset olsa
ne giydikleriyle değil, neyi çıkardıklarıyla ilgilenirdiniz. Neyi
çıkardıklarını hiç düşünmediniz. Bunu, bu ülkenin toplumsal barışına yapılmış
en büyük haksızlık olarak görüyorum.
Biraz şöyle bir örnekleme,
modelleme yapalım. Bundan on sene sonra çocuklarınız “Yahu baba o zaman bir
fırsat yakalanmış, bu niye ıskalandı?” dediğinde bu hamasetler bitecek ve
geriye şu izahı yapmak zorunda kalacaksınız -bunu Başbakan da böyle diyordu.
Sayın Başbakana bu vesileyle acil şifa dileklerimi iletiyorum- “Çok sevindiler,
o yüzden biz bu açılımı durdurduk.” Bugüne kadar Habur için Hükûmet kanadından
yapılan başka bir tek açıklama yok. Niye durdurdunuz? “Çok sevindiler.”
Erenler, insan savaşı bırakınca sevinir. Savaş insan fıtratına uygun bir şey
değildir. Onun için, tekrar, bu neyi giydikleri, üzerindeki elbiseler değil de,
neyi çıkardıklarıyla ilgilenin. Onlar silahlarını bırakıp gelmişlerdi. Bir
fırsattı bu, değerlendiremediniz. Tarih bu tür fırsatları değerlendiremeyen zihniyetlere
ne der? Söyleyip de yeni bir sataşma hakkı vermeyeyim.
Konumuz Anayasa Mahkemesi.
Ben partimizin Anayasa Mahkemesi adına cevap vermek üzere buradayım, bu
seferlik affediyorum.
Şimdi, Anayasa Mahkemesi bu
ülkeye darbeci geleneğin bir hediyesidir. Buna “hediye” derken lafın gelişi
söylüyorum, bir belasıdır, Allah’ın bir hışmı, afatıdır. Niye? Bu ülkede darbe
niye yapılır? Devletin hâkim, egemen güçleri siyaseti kötülerler. Bundan en
fazla Sayın Meclisin kendisine sonuç çıkarması lazım. Bunun en aleni ve legal
yapıldığı yer olan Meclis de bundan nasibini alır. Ondan sonra her on yılda bir
rutin olmak üzere -daha sonra bu sıra bozuldu- darbeler yapılır. 1960
darbesiyle birlikte başlayan ve ondan sonra her gelen darbe, kendi meşruiyetini
sağlamak üzere bu Anayasa Mahkemesine -burada yine böyle terbiye sınırını
aşmayacak bir şey bulmaya çalışıyorum- bir şey muamelesi yapar diyeyim, arif
olan anlasın.
Bunun örneği 1949’da
kurulan Alman Anayasa Mahkemesidir ve orada sayın vekiller bireyi, yurttaşı
yargıya, bürokrasiye ve devlete karşı korumak üzere dizayn edilir. Bizim
ülkemizde, bir utanç vesilesi olarak… Sadece suizanda bulunmuyorum bunu
yaparken, istatistiki konuşuyorum; açın, bakın, girin Anayasa Mahkemesinin
sitesine, kararlarına bakın; ne kadarında yurttaşın hukukunu gözetmiş, ne
kadarında Parlamentoya karşı devleti, bürokrasiyi, vesayeti korumuş; bu
dediklerimin ne kadar yerinde olduğunu, ne kadar doğru olduğunu göreceksiniz.
Niye? Darbeciler kurmuş da ondan, bu kadar basit.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Afiyet
olsun.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Allah razı olsun. Sen su bile vermeyen zihniyetin adamısın İnce,
biliyorsun. (Gülüşmeler)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Olmadı ama bak, iyi niyetle “Su gibi aziz ol.” diyor.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Ben onun niyetini biliyorum.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) –
Süreyya… Süreyya…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Yine sataştı.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Sataşma var ama baktım hele…
METİN KÜLÜNK (İstanbul) –
Hakaret etmedi.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul)
– “Su gibi aziz ol.” dedi.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Peki, sözümü geri alıyorum, tamam, “Su gibi aziz ol.” tamam.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul)
– Bravo! Bravo!
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Hem su gibi aziz ol hem Partindeki Kürtlere biraz daha fazla söz
ver, bak arkadan sıkıştırıyorlardı seni. Bundan söz alabilirsin.
Şimdi, bu ülkede sadece…
Bunu, tamam, darbeci rejim getirdi ama AK PARTİ buna nasıl bir kuş kondurdu ya
da bu zihniyet, milliyetçi muhafazakâr zihniyet? Bir dar görüşlülük başka bir
dar görüşlülükle yer değiştirdi sadece. Gitti Kemalizm, geldi yeni bu sığ
zihniyet. Al birini, vur ötekine. Gerçekten adlandırmak gerekirse “neokemalizm”
diyebiliriz buna; postkemalizm değil, neokemalizm. Yüzyılın icadı. “Ne icap
ederse biz yaparız.” diyorlar, “Kemalizm lazımsa onu da biz yaparız.” diyorlar
ve gerçekten de Kemalistlerden daha mahirler bu konuda.
Şimdi, 2011 yılında bu
Anayasa Mahkemesine bir üye atandı fakat bu atanan üye daha önce raportördü,
şartları üyeliğe haiz değildi. Tuttular, bir aylığına Denizcilik Bakanlığı
Müsteşarlığında bir göreve getirdiler. Otuz bir gün sonra Sayın Cumhurbaşkanı bunu
üye olarak atadı, sanırım şimdi de, yanılmıyorsam Başkan Vekili.
Arkadaşlar, eski bir
siyasetçinin dediği gibi, bir ayda kabak bile yetişmez. Böyle bir hukuksuz
Anayasa Mahkemesine bir ayda Başkan Vekili yetiştiriyorsunuz. Fakat
bakıyorsunuz, Başkanı da aynı süreçten geçmiş, o da –Allah amelince rahmet
etsin- Sayın Özal tarafından, Sayıştay kanunları hiçe sayılarak yapılan bir
düzenlemeyle getirilmiştir. Daha sonra bu Kanun iptal edildi fakat geriye
yürütülemediği için Başkan olarak kaldı.
Peki, şimdi bu hukuksuzluğa
bakın, bugünden başladık, geriye doğru gidiyoruz. Sayın Tanrıkulu burada dile
getirdi. Bu ülkedeki en yüksek organ bu anlamda Anayasa Mahkemesi, bir gasp ile
bir binaya oturmaya tenezzül eder mi yahu? Yere girsin o oturacağınız bina.
Bina mı yok size, bu devletin yeri mi yok? Gittiniz, işçilerin alın teriyle,
emeğiyle, dirhem dirhem artırdıklarıyla aldığı binaya… Önce -darbe böyledir-
kayyum atadılar, o kayyum sattı bunlara. Ondan sonra, bunlar bunu başka bir
kamu kurumuyla değiştirdiler. DİSK şu anda -ironi buna denmezse hiçbir şeye
denmez- iç hukuk yollarının tüketilmesini bekliyor ki AİHM’deki yargılamadan
bir netice almaya çalışsın. Peki, 23/09/2012’de ne olacak? Artık, iç hukuk
meselesini AİHM’den önce Anayasa’ya bireysel başvuru hakkı tanınacak yani gidip
diyecekler ki: “Ağa, sen bizim malımızı aldın. Şimdi bu teraziyi hele bir
düzelt, bir adil karar ver.” Yani bilmem neyimi soran kadı, kimi kime şikâyet
edeyim durumu. Böyle Anayasa Mahkemesi olur mu ya? Vel hayâ vel iman!
Bak, geriye doğru
gittiğinizde bu kadar hukuksuzluğa tenezzül edilmiş bir mahkeme. Bir gün,
hatırlayın…
Şimdi, ben gece dersime iyi
çalıştım, söylenenleri ikiye ayırdım, milattan önce ve sonra diyebilirsiniz.
Dün AK PARTİ ne diyorsa Anayasa Mahkemesi hakkında, bugün CHP onu diyor. İşte,
onun için arkadaşlar, sosyolojik dersimize geri dönersek bunun adı statükodur;
bunun adı AK PARTİ, CHP, MHP, BDP değildir. Aslolan da dolayısıyla bu yönü
itibarıyla sınıfsaldır. Sınıfsal olduğunun en büyük delili, hatırlayın, bir
sürü emekten yana kararlarda şaşmaz bir şekilde sermayeden yana duruşudur. Daha
daha ötesine gittiğimiz zaman, bu ülkede genellikle onu getirenlerin hesap
edemediği… Mesela Sayın Ahmet Necdet Sezer’in getirdiği üye beklenenin tam
tersinde milliyetçi muhafazakâr reflekslerle oy kullanmış, Turgut Özal’ın
getirdiği üye tam tersine reflekslerle oy kullanmış. Onun için elimizde
“statüko” kavramından başka açıklayıcı bir kavram yok, birbirinize eziyet edip
durmayın.
Şimdi, “2012’de bireysel
başvuru hakkı doğacak.” dedik. AİHM Yargıcı Sayın Işıl Karakaş’ın bir demecine
atıf yapmak istiyorum, onun verdiği bir bilgiye, şu an ülkemizi AİHM’de temsil
eden Sayın Yargıcımız: 6.500 olan bireysel başvuru ülkemizle ilgili -bundan
önceki dönemde, bundan bir iki ay önce- daha yıl bitmeden 9 bine ulaşmış.
İnsanda hayâ olsa oturur, üzülür ya. Benim ülkemin 9 bin yurttaşı -o da oraya
gidebilenler- gitmiş, beni şikâyet etmiş. Bu, bir şekilde burada mutsuz.
Şimdi, Anayasa Mahkemesini,
bu bireysel başvuru hakkıyla yaptığınız Anayasa referandumunda böyle bir
düzenleme yaptınız. Peki, bu 9 bin olan başvuruya kim bakacak biliyor musunuz?
7 kişilik iki birim. Sayın Haşim Kılıç ikinci defa seçildiğinde dedi ki:
“Elimizde 100 tane dosya kaldı, beş ay içinde bunu bitirmenin sözünü veriyorum.”
Şimdi, 9 bin başvurunun 7 kişiden oluşan iki ekiple görülmesine ne denir
biliyor musunuz? Ben biliyorum, yine söylemeye terbiyem mâni ama bu şudur:
AİHM’e müracaatların önüne bir engel daha çıkarmaktır. Yani üzüm yemek de
değil, bağcı dövmek de değil; bütün bağı, üzümü, üzümcüyü tarumar etmektir;
insan hakkından bihaber olmak demektir. Dolayısıyla, vesayet kurumlarını
tartışırken “Bizden yana karar alıyor, sizden yana karar alıyor.” diye
düşünmeyin…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Referandumda ne dediniz? Referandumda “Evet.” mi verdiniz, “Hayır.” mı? Bir
tavır koydunuz mu?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Ben referandumda oyumu BDP’nin iradesine bağladığımı açık olarak
deklare ettim Sayın İnce. Boykotçuydum dolayısıyla.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Ama olmadı şimdi.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Niye olmasın?
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Tabii, hem Anayasa Mahkemesini böyle eleştirip hem de orada tavır koymamanız…
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Seninle yan yana durmayı içime sindiremedim, o yüzden “boykot” dedim
Sayın İnce.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Bunları tekrar bir gözden geçirin. (BDP sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Ama bu cevap yakışmadı.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlar, oturuma
on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.35
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati:15.49
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32’nci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
2012 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Şimdi söz sırası AK PARTİ
Grubunda.
Birinci konuşmacı Ağrı
Milletvekilimiz Sayın Ekrem Çelebi.
Sayın Çelebi, buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA EKREM
ÇELEBİ (Ağrı) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığının
2012 yılı bütçesine ilişkin görüşlerimi sizlerle paylaşmadan önce hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Hiç şüphesiz Türkiye
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı devletin temsil makamı olarak her zaman
milletimizin ve devletimizin gözbebeği bir kurum olmuştur. İlk
Cumhurbaşkanımızdan şu anki Cumhurbaşkanımıza kadar makam olarak ve devleti
temsil kabiliyetini haiz olma bakımından her zaman gündelik siyasi tartışma ve
değerlendirmelerin ötesinde yer almıştır. Gelecek cumhurbaşkanlarımız için de
aynı durum geçerli olacaktır. Zira, nasıl ki bu yüce Meclis milletin en yüksek
temsil makamı olduğu için aziz ve değerli ise Cumhurbaşkanlığı makamı da
devletin en yüksek temsil makamı olması hasebiyle aziz ve değerlidir. Üstelik,
bir sonraki cumhurbaşkanımız bizzat halkın doğrudan seçeceği bir cumhurbaşkanı
olacaktır. Bu da demokrasimize değer katacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığının 2012 mali yılı bütçesini Plan ve Bütçe
Komisyonumuzda kapsamlı bir şekilde görüştük. Bazı milletvekili
arkadaşlarımızın bütçeye ilişkin yorumları da oldu. Ben burada bir milletvekili
olarak şunu açıkça dile getirmek isterim: Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül,
gerek yurt içi ziyaretlerinde halkla bütünleşme gerekse yurt dışı
ziyaretlerinde ülkemizi tüm dünyada temsil etme noktasında son derece başarılı
bir performans sergilemiştir. Bunu sadece biz değil, hem içeride hem de
dışarıda biraz objektif olan herkes dile getirmektedir. Cumhurbaşkanlığı
kurumuna ilişkin değerlendirmelerimizi bu durumun hakkını teslim ederek
yapmamız gerekmektedir.
Cumhurbaşkanlığının 2012
yılı bütçesi Plan ve Bütçe Komisyonunda takdim edilirken de belirtildi. Sayın
Cumhurbaşkanı her yıl artan bir performansla yurt içi ve yurt dışı
ziyaretlerine devam etmektedir. Bu ziyaretlerin yurdumuzda birlik ve
beraberliğimize, dışarıda da ülkemizin etkinlik ve vizyonuna sağladığı çok
büyük katkılar hepimizin malumudur. Milletiyle bütünleşme sorunu olmadan,
acıları paylaşma -en son Van ve Erciş depremi konusunda olduğu gibi- moral ve
motivasyon değerlerinin yükseltilmesi anlamında önemli bir misyon yüklenmiş
durumdadır. Halkımıza örnek yaşantısı, geniş vizyonu ile önemli bir devlet
adamı, güvenilir bir insan olarak misyonunu sürdürmektedir. Bizler de milletin
vekilleri olarak, seçim bölgelerimize gittiğimizde, Sayın Cumhurbaşkanımızın
içeride birleştirici, ılımlı, yapıcı, dışarıda ise Türkiye'nin hak ve hukukunu
özenle koruyan, kararlı ve gayretli tutumunun vatandaşlarımız nezdinde çok
olumlu karşılık bulduğuna şahitlik etmekteyiz. Bunda Sayın Cumhurbaşkanımızın
halktan biri olarak cumhur ile devleti bütünleştirme, makamının kapılarını
cumhura açma çabalarının önemli getirileri olmuştur.
Bölgemizdeki tarihî
dönüşümleri, Avrupa’nın büyük ekonomik krizi ve yine aynı şekilde ABD’nin ve
avro bölgesi merkezli olmak üzere bölgenin içinde bulunduğu ekonomik durumu göz
önüne alırsak Türkiye'nin çok hassas bir dönemden güçlenerek çıkmakta olduğunu
daha iyi anlarız. Dünya sarsılırken Türkiye kendini yeniliyor, gelişimini ve
kalkınmasını artırıyor. Ülke olarak ciddi atılımlar yaptığımız dönemleri
yaşadık ve bu süreci şimdi ustalıkla sürdürme çabasındayız. Bunda başarılı
olacağımıza dair düşüncemi ve inancımı bir kez daha buradan sizlerle paylaşmak
isterim. Elbette ki bunda Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün, Başbakanımız
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ve çok değerli bakanlarımızın başta olmak üzere
ahengi ve ritmini bulmuş bir yönetim anlayışına sahip kadroların da ciddi bir
katkısı bulunmaktadır.
Bu tarihî günlerde Sayın
Cumhurbaşkanımızın yurt dışı ziyaretleri, Türkiye'nin uluslararası vizyon ve
siyasal gücüne doğrudan katkı yapmaktadır. Hiç şüphesiz tüm bunlar çok
önemlidir. Dinamik, tarafsız, yapıcı ve aktif bir cumhurbaşkanı, büyümekte ve
gelişmekte olan bu Türkiye'nin bayrağını Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak
üzere Hükûmetimiz, Meclisimiz daha ilerilere taşımaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bilindiği gibi, Sayın Cumhurbaşkanımız gerek siyasi hayatı
gerekse akademik ve diğer ilişkilerinde de her zaman yapıcı ve uyumlu
kişiliğiyle öne çıkan sorumluluk sahibi bir devlet adamıdır.
Ben bu vesileyle başta
Cumhurbaşkanlığı bütçesi olmak üzere tüm devlet kurumlarımızın 2012 yılı
bütçelerinin milletimiz ve devletimiz için hayırlı ve uğurlu olmasını temenni
eder, yüce heyetinizi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Çelebi.
İkinci söz Kahramanmaraş
Milletvekili Sayın Nevzat Pakdil’in.
Buyurun Sayın Pakdil. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA NEVZAT
PAKDİL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türkiye
Büyük Millet Meclisi bütçesi üzerinde şahsım ve AK PARTİ Grubunun görüşlerini
açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. 2012 yılı bütçesinin ülkemize ve aziz
milletimize hayırlar getirmesini temenni ederek yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bilindiği üzere Türkiye
Büyük Millet Meclisi, milletimiz adına yasama, denetim ve temsil görevini
yerine getirmektedir. Millet iradesinin tecelli ettiği bu yüce çatının anlamı
hepimizi için çok büyüktür. Demokrasilerin vazgeçilmez unsuru olan millet
iradesinin tam olarak Meclise yansıtılması, millet temsilcilerinin bu iradeyi
aldıkları kararlara tam olarak yansıtmalarıyla mümkündür.
Son yıllarda dünya
genelinde yaşanan hızlı değişimler paralelinde bu değişimlere gerek ayak uydurmak
gerekse öncü olmak adına bu çatı altında yoğun bir çalışma sergiledik, önemli
yasalar çıkardık. Bu yasalar sayesinde son yılların en büyük reformları,
yenilikleri ve değişimleri yapıldı.
Millî iradeden ilham ve güç
alan Meclisimiz, ülkemizin gelişmesi, demokrasimizin güçlenmesi, insan hak ve
özgürlükleri standartlarının yükseltilmesi için azimle çalışmış ve ülkemizi
daha ileri bir seviyeye ulaştırmak için büyük gayret göstermiştir. 22, 23 ve
24’üncü yasama dönemlerinde yüce Meclisimizin yaptığı kanunlar, Anayasa
değişiklikleri ve en son 12 Eylül referandumu ile ülkemiz demokrasi ve
özgürlüklerin alanını genişleten yepyeni bir döneme adım atmıştır.
Demokratikleşme ve sivil Türkiye’nin yolunu açan birçok yeni düzenleme
hayatımıza girmiştir.
Bu dönemde millî iradeye,
milletin sesine, his ve hissiyatına daha açık bir parlamento oluşturulmuştur.
Millet iradesinin üstünde hiçbir güç kabul etmeyen Meclisimiz, bundan sonra da
millî irade doğrultusunda çalışmalarına devam edecektir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının koordinesinde çalışmalarına başlanan ve önümüzdeki süreç
içerisinde tamamlanması planlanan yeni anayasanın toplumun her kesimini
kucaklayıp Türkiye’nin önünü tam manasıyla açacağına canı gönülden inanıyorum.
Aynı şekilde, Meclis
çalışmalarını daha verimli hâle getirecek İç Tüzük değişikliklerinin de bir an
önce ele alınmasını temenni ediyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri,
dikkatinizi çekmek istediğim diğer bir husus, siyaset kurumunun saygınlığının,
bizlerin ortak çabasıyla yukarı çekilebileceğidir. Bu çatı altındaki davranış
ve konuşmalarımızla, birbirimizin hukukuna ve saygınlığına halel getirecek
davranışlardan özellikle sakınmamız gerektiğini düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri,
milletvekillerimize gerek Genel Kurul gerekse komisyon çalışmaları sırasında
ihtiyaç duyduğu bilgi ve teknik desteği sunabilecek bir uzmanlaşma ve daha
aktif ve daha etkin bir idari teşkilat yapısını hedefleyen Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı İdari Teşkilatı Kanunu’nu geçtiğimiz hafta yasalaştırdık. İdari
teşkilat ve uzmanlık desteğinin yanı sıra Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının, milletvekillerine gerekli çalışma ortamını ve ihtiyaç duydukları
altyapı hizmetlerini sunması da sağlanacaktır. Çalışma şartları bakımından
büyük önem taşıyan ve teknolojinin imkânlarından en iyi şekilde yararlanmak
üzere inşasına başlanan, içinde 522 milletvekili için çalışma ofisi ve toplantı
salonları, sosyal donatı alanları bulunan yeni halkla ilişkiler binasının 2013
yılında hizmete girmesiyle birlikte daha iyi hizmet verebilecek duruma
gelebileceğimizi umuyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri,
milletvekilleri olarak son yıllarda karşı karşıya kaldığımız önemli bir konu da
parlamenter diplomasi olgusudur. İletişim ve ulaşım imkânlarının artmasıyla
birlikte yaşanan değişim, uluslararası ilişkileri de etkilemiş, parlamentolar
ve milletvekilleri çok yönlü dış politikanın birer aktörü hâline gelmişlerdir.
Millet temsilcilerinin milletler arasında da köprü kurması, devlet düzeyinde
üretilen politika ve görüşmelere milletvekillerinin halkın temsilcileri ve
halkın sesi olarak katılmaları elbette daha barışçı, daha demokratik bir
dünyanın oluşturulmasına, muhafazasına katkıda bulunacaktır.
Bu çerçevede yüce
Meclisimiz de aktif bir rol benimsemiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi 11
uluslararası asamblenin üyesi, 3 asamblenin aynı zamanda kurucu üyesidir.
Geçtiğimiz yasama dönemi, Türk milletvekillerinin uluslararası asambleler ve
forumlarda söz sahibi oldukları ve önemli görevlere seçildikleri bir dönem
olmuştur. Benzer bir durum dostluk gruplarında da söz konusudur. Türkiye Büyük
Millet Meclisinin başta ihtisas komisyonları olmak üzere uluslararası
komisyonlar ile şimdiden kurulan 102 dostluk grubu vasıtasıyla parlamenter
diplomasi faaliyetlerini 20’nci Dönemde de aynı hızla sürdürmeye devam
edeceğine inancım tamdır.
Saygıdeğer milletvekilleri,
bu vesileyle bütçenin milletimize hayırlar getirmesini diliyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Pakdil.
Şimdi söz sırası Ankara
Milletvekili Sayın Fatih Şahin’de.
Buyurun Sayın Şahin. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA FATİH
ŞAHİN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli Meclisin yüce üyeleri; Türkiye Büyük
Millet Meclisi 2012 Mali Yılı Bütçe Yasa Tasarısı üzerinde AK PARTİ Grubu adına
söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinize saygı ve hürmetlerimi sunarım.
Malum olunduğu üzere,
parlamentolar, modern ulus devletlerle birlikte ortaya çıkan temsilî
demokrasinin zorunlu şartları içerisinde ilk öncelikli kurumlar arasında yer
almaktadır. Halkın temsil kurumları olarak parlamentolar, egemenliğin belirli
bir zümre ya da kişiye değil tüm vatandaşlara ait olduğunun en açık göstergesi
ve temel aygıtıdırlar. Parlamentolar toplumsal tercihlerin siyaset kurumu
aracılığıyla siyasi tercihlere, siyasi kararlara dönüştüğü organlardır; bu
yönüyle parlamentolar halkın iradesinin hayat bulduğu platformlardır.
Parlamentolar birer temsil, vekâlet ve emanet kurumlarıdırlar. Temsil
kurumlarıdırlar çünkü halkın seçtiği temsilcilerden oluşmaktadırlar; vekâlet
kurumlarıdırlar çünkü halk kendi kaderini tayin için belirli bir süreyle
buradaki seçilmişlere vekâlet vermektedir; emanet kurumlarıdırlar çünkü
parlamentolar halkın iradesini emanet almakta ve halkın kaynakları ile halka
hizmet sunmakla memur kılınmaktadırlar.
Modern temsilî
demokrasilerin temel şartı, kamusal politikalara dönüşen siyasal kararların
halkın seçtiği temsilciler eliyle ve aracılığıyla alınmasıdır yani kamu adına
karar verme ve kamu kaynaklarını kullanma yetkisi yalnızca ve yalnızca
seçilmişlerde olmalıdır.
Dünyada demokrasilerde
aşınma olurken, parlamentolar güç ve itibar kaybederken, temsilî kurumlar
teknokratik kurumlarla piyasa güçleri arasında gerilerken Türkiye’de nelerin
olduğuna bakmak gerekmektedir. Böylece, olaya mukayeseli olarak bakıldığında,
son on yılda Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibar ve etkinliğinin nasıl
arttığı açıkça görülecektir.
Türkiye’deki her kesimi
temsil eden, çoğulcu niteliği üst düzeyde olan bu Meclis Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucu organıdır. Cumhuriyeti bu Meclis kurdu, orduyu bu Meclis kurdu ve
Kurtuluş Savaşı’nı bu Meclis verdi. Yani Türkiye Cumhuriyeti bir bürokratik
cumhuriyet olarak değil, bir askerî cumhuriyet olarak değil, bir parlamenter
demokrasi olarak kuruldu fakat gazi Meclis 1923’te dağıtılırken 1950’ye kadar
Meclisi müntehibi saniler oluşturdu, millet iradesini temsil Türkiye Büyük
Millet Meclisinden alınıp Cumhuriyet Halk Partisine verildi. Bu, kurucu iradeye
karşı yapılmış fiilî ve hukuki bir darbeydi ve millet bu darbeye cevabını
1950’de beyaz devrim ile verdi. Millet iradesini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucu doktrinini hiçe sayanlar 27 Mayıs 1960’ta, Atatürkçülük adına Atatürk’ün
“En büyük eserimdir.” dediği Türkiye Büyük Millet Meclisinin kapısına kilit
vurdular. Eğer parti devletinin izleri aranacaksa işte buralarda aranmalıdır.
1960’tan 12 Eylül 2010’a
kadar Türkiye fiilen bürokratik oligarşinin egemen olduğu bir dönem yaşamıştır.
Bu dönemde, Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece ve sadece bürokratik
oligarşinin kararlarını meşrulaştıran bir merci olarak işlev gördü veya böyle
davranmaya zorlandı. On yılda bir tatil ettirilen, sıklıkla muhtıralarla tehdit
edilen Türkiye Büyük Millet Meclisi, âdeta bürokrasinin tasdik mercisi konumuna
indirgenmişti, Anayasa’da “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” yazdığı
hâlde, egemenliği yetkili organlar eliyle kullanacağı belirtilmişti. Bu yetkili
organlar zaman zaman yüksek yargı organları, zaman zaman da zırhlı tugaylar
olabiliyordu. Türk milletinin adına karar verdiğini iddia eden yargı organları
Türk milletinin yüzde 58’le desteklediği bir Başbakanı maalesef darağacına
gönderebilmekteydi. Meclis, ne yazık ki eşitler arasında bile birinci değildi.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; AK PARTİ 3 Kasım 2002 erken genel seçimlerini müteakip
iktidara geldiğinde yapılan anketlerde Türkiye Büyük Millet Meclisinin
güvenilirliği en alt sıralardaydı ve siyasetçilere güven kalmamıştı. Siyaset
bir rant yaratma ve dağıtma mekanizması, Meclis de maalesef bunun bir platformu
hâline gelmişti.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
FATİH ŞAHİN (Devamla) – AK
PARTİ her şeyden önce yüksek bir liderlik marifetiyle…
BAŞKAN – Sayın Şahin,
süreniz tamam efendim.
FATİH ŞAHİN (Devamla) –
…siyasal alanı genişletmiş, siyaset kurumuna yeni bakış açısıyla Meclisi karar
alma sürecinin merkezine yerleştirmiştir.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Şahin.
FATİH ŞAHİN (Devamla) – Bu
nedenle, AK PARTİ Grubu olarak…
BAŞKAN – Evet, Sayın Şahin,
lütfen…
FATİH ŞAHİN (Devamla) –
Meclisin 2012 mali yılı bütçe tasarısı lehinde oy kullanacağımızı ifade ediyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum,
sağ olun.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan...
BAŞKAN - Buyurun Sayın
İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Ben, bu Mecliste 10’uncu bütçe görüşmelerine katılıyorum. Bütçe görüşmelerinin
geleneği şudur: Muhalefet yoklama istemez, o bütçe görüşmeleri sırasında
Danışma Kurulu istemez, grup önerisi getirmez, bunun karşılığında da muhalefet
milletvekilleri kürsüden bütçeyi eleştirir, iktidarı eleştirir, iktidar da –bu
gelenektir, yazılı İç Tüzük maddesi değildir- bunun karşılığında cevaplarını
verir ama her kürsüye çıkan Cumhuriyet Halk Partisinin köklerine, tarihî
geçmişine, yani 1920’lerden başlayarak sürekli bu eleştirilerle, bu
hakaretlerle devam ederlerse –iktidar partisini uyarıyorum- yapmamız gereken
iş, o Meclisin geleneklerini terk etmektir. Bunları terk ederiz, biz de her gün
grup önerisi getiririz, bütün programlar aksar. Arkadaşlarımız kararlarını
versinler, bunu mu istiyorlar yoksa geleneklere uygun görüşme mi istiyorlar? Bu
kararı kendileri versinler önce, ona göre devam edelim görüşmelere.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın
Başkan, Sayın İnce, Meclisi tehdit ediyor, böyle bir şey olur mu?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Bizim bu tur konuşmaları esnasında ikinci milletvekilimiz konuştu
ve bu konuşmasında siyasi bir tahlil yaptı, bir analiz yaptı. Buna sosyolojik
ve toplumsal bir analiz de diyebilirsiniz. Ben hayret ediyorum, Cumhuriyet Halk
Partisi sıralarındaki arkadaşlar bu tahlili anlayışla veya hoşgörüyle
karşılamıyorlar mı? Bu arkadaşımızın görüşmesi budur. Bunu bu Mecliste ortaya
koydu.
Biz, AK PARTİ olarak,
iktidar partisi olarak eleştiriye açığız ama eleştiri adı altında yapılan
hakaretlere de izin vermeyeceğiz. Sayın Grup Başkan Vekilimiz, AK PARTİ’yi,
iktidar partisini lütfen tehdit etmesin. Biz teamüllere saygılıyız ama tehdide
de asla izin vermeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler.
Buyurun Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Ben, iktidar partisini tehdit etmedim, tehdit etmek aklımın kenarından bile
geçmez, böyle bir şeyi hiçbir zaman yapmam, yapmadım, yapmayacağım da. Ben
sadece bir uyarıda bulundum, görüşmeleri geleneklere uygun şekilde mi
yürüteceğiz yoksa gelenekleri terk mi edeceğiz? Bu konuda bir uyarı yaptım,
tehdit aklımdan bile geçmedi.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Efendim, teamüllere uyup uymamak, CHP’yi eleştirip eleştirmemekten
geçmiyor, bunu da bilsinler. Bizim de eleştiri yapma hakkımız var.
ENGİN ALTAY (Sinop) –
Eleştirmek ayrı, tarihi tahrif etmek ayrı.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Onlar da buna saygı göstersinler lütfen.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Bahçekapılı’dan Meclis tecrübem daha fazladır, gelenekleri yeterince
öğrenememiş olabilir, ona bir şey diyemeyeceğim.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Teamülün daha fazla olmasına saygı duyarım, saygı duymadığım bir
tek konu vardır, bildiğini zannedip ortaya birtakım cümleler söylemektir
bilmediği hâlde. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Vural…
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkan, eğer uygun olursa AKP ve CHP grup başkan vekillerinin kürsüde bu
atışmayı yapmalarını önerseniz daha iyi olur yani sürekli olarak bunları bu
şekilde gündeme getirerek yani…
BAŞKAN – Böylesi daha az
zamanımızı aldığı için Sayın Vural… Ben, grup başkan vekillerinden rica
ediyorum, aslında hem İç Tüzük’e uygun davranalım hem de Meclisin teamüllerine
de uyalım karşılıklı. Gayet güzel gidiyoruz, bu atmosferin devamıyla herhâlde
önümüzdeki görevi daha kolay yapacağımızı umuyorum.
Dolayısıyla, şimdi söz
sırası Sayın Şuay Alpay’da, Elâzığ Milletvekilimiz.
Sayın Alpay, buyurun
efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ŞUAY
ALPAY (Elâzığ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Mali Yılı Bütçe
Kanunu görüşmeleriyle ilgili, Sayıştay bütçesi üzerinde Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Şahsım ve grubum adına hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Parlamentolar denetim
konusunda profesyonel bir desteğe ihtiyaç duyduklarından, bu, denetim ve
gözetim yükümlülüğü olarak ortaya çıkar ve bu yükümlülüğü de Parlamento adına
denetim yapan yüksek denetim kurumları tarafından yerine getirilir.
Dolayısıyla, bu yükümlülük Türk Sayıştayının da varlık nedenini
oluşturmaktadır. Sayıştayın, Osmanlı döneminde 1862 yılında kurulmuş, köklü
geçmişe sahip bir kurum olduğu da dikkate değer bir hadise olarak önümüzde
durmaktadır.
Sayıştay Anayasa’da
“Cumhuriyetin Temel Organları” başlıklı kısmın “Yargı” başlıklı Üçüncü
Bölüm’ünde düzenlenmiş anayasal bir kurumdur. Çağdaş dünyada devlet ve kamu
yönetimi anlayışı saydamlık, hesap verme, yönetime katılma ilkelerine üzerine
oturtulmaktadır. Hesap verebilirlik ve saydamlık, kamu yönetiminin amacına
hizmet etmesi -bir başka deyişle halkın ihtiyaçları, talepleri ve beklentileri-
ve bu doğrultuda verimli, etkin, hukuka uygun, dürüst ve katılımcı bir tarzda
hizmet sunabilmesi için olmazsa olmaz ilkelerdir. Hesap verebilir ve saydam bir
yönetimin teminatı ise hiç şüphesiz Meclisimiz adına denetim yapan
Sayıştaydadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türk kamu mali yönetiminde de 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi
ve Kontrol Kanunu ile bu ilkeler benimsenmiştir. Kamu mali yönetiminde 5018
sayılı Kanun ile gelen anlayış değişikliği denetimin de yeniden
yapılandırılmasını bir ihtiyaç olarak ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle 6085
sayılı Sayıştay Kanunu yasalaşarak yürürlüğe girmiştir. 6085 sayılı Kanun’la
Sayıştaya mevcut görevlerine ek olarak yeni görevler verilmiş, Sayıştayın
denetim alanı tüm kamu kaynaklarını ihata edecek şekilde genişletilmiştir.
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Sayıştaya devredilerek anayasal yüksek denetim
tek çatı altında toplanmıştır. Ayrıca, dış denetimin uluslararası genel kabul görmüş
denetim standartlarına uygun hâle getirilmesinin de önü açılmıştır. Sadece kamu
zararlarını bulmaya yönelik denetim yaklaşımıyla yetinilmemiş, uluslararası
standartlara uygun olarak kamu yönetiminin gelişmesine katkı sağlayan ve bu
konularda başta Türkiye Büyük Millet Meclisi olmak üzere tüm kamuoyunu
bilgilendiren raporlar üretmeyi hedefleyen denetim yaklaşımı da bu yolla önem
kazanmıştır.
Yargısal bakımdan ise
Sayıştay, yasalara uygun gerçekleştirilmeyen ve muhasebeleştirilmeyen
işlemlerde hata ve kusuru olanların sorumluluklarının tespit edilmesini ve kamu
zararlarının tazmin edilmesini sağlamakta, kamu kaynaklarını yasal çerçeveler
içerisinde kullanmayan sorumlular hakkında kesin hüküm tesis etmektedir. Bu
önemli bir faaliyettir.
Sayıştay raporlarının
Parlamento ve ilgili kamu idarelerine sunulmasının yanı sıra kamuoyuna da
sunulması ve duyurulması yeni yasayla zorunlu hâle getirilmiş ve kamuoyu
beklentilerinin artmasına yol açmıştır. Bu da kamuoyu denetimiyle sağlanan
önemli bir yenilik ve gelişmedir.
Bu yöntemler kamu
harcamalarında verimliliği sağlayıp israfı önleyerek bu yolla kalkınmanın
hızlanmasının ve sürdürülebilir bir kalkınmanın gerçekleşmesinin önünü
açmaktadır. Halkımızın beklentileri de bu yoldadır ve bu yolda talepler
yükselmektedir.
Sayıştayın, ülkemizde temiz
yönetimin tesisinde, hukukun egemen kılınmasında, kamu yönetiminin daha
kaliteli ve etkin hizmet sağlamasında ve bu yolda üreten bir yapıya
kavuşmasında önemli rolleri bulunmaktadır. Gelişen Türkiye’de Sayıştayın rol ve
sorumlulukları da sürekli olarak artmaktadır.
Meclisimiz adına,
dolayısıyla millî irade adına denetim yapan Sayıştaydan beklentimiz, bilimsel
ve teknolojik gelişmeleri en iyi şekilde içselleştirerek uluslararası
standartlar çerçevesinde dünyaya örnek olacak bir denetim kapasitesine ulaşması
ve bu sayede bizim de yasamadan sonra en önemli işlevimiz olan denetim
çalışmalarımıza güç vermesidir.
Bu düşüncelerle,
Sayıştayımızın ve 2012 mali yılı merkezî yönetim bütçesinin ülkemize ve
milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Sözlerimi bitirirken
Sayıştay ve mensuplarına başarılar diliyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Alpay.
Şimdi söz sırası Çankırı
Milletvekili Sayın İdris Şahin’de.
Buyurun Sayın Şahin. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA İDRİS
ŞAHİN (Çankırı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa Mahkemesinin
2012 mali yılı bütçesi üzerinde AK PARTİ grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Şahsım ve grubum adına hepinizi saygıyla selamlarım.
Anayasa mahkemeleri temsili
demokrasilerde, siyasal iktidarları temel hak ve özgürlükler açısından
denetleme amacıyla kurulmuş kurumlardır. Fren denge sistemine uygun olarak
yasama organının temel toplumsal sözleşme hükmündeki anayasalara uygun
davranmasını sağlamak amacıyla ihdas edilen üst mahkemeler her zaman için
tartışma konusu olmuşlardır. Doğrudan millet iradesiyle belirlenen yasama
organları ile bu organın yasama işlevlerini denetleyen yargısal kurum ilişkisi
üzerinde önemle durulması gereken bir husustur.
Modern dünyada varlık
nedeni çoğunluğun azınlığa tahakkümünü engellemek ve temel hak ve özgürlükleri
korumak olan Anayasa Mahkemesi tipi yargı kurumları Türk hukuk sistemine
maalesef darbe ürünü olarak monte edilmişlerdir. İlk defa kamu hukuk
sistemimize 27 Mayıs darbesini müteakip 61 Anayasası ile giren Anayasa
Mahkemesi kurucu üyelerinin Yassıada Yüksek Adalet Divanı üyeleri olması
dikkate şayan bir durumdur.
Bizde anayasa mahkemeleri
milli iradeyi denetlemek, sınırlamak ve başkalaştırmak amacıyla var edilmiş
vesayet düzeneklerinin başında gelmektedir. İleri demokrasilerde çoğunluğun
azınlığa tahakkümünü engelleme amaçlı olarak tasarlanan anayasa mahkemelerinin
tersine bizdeki Anayasa Mahkemesi, dar bir bürokratik oligarşik elitin millete
ve millet iradesine karşı kalesi olarak tahkim edilmiştir.
Türkiye’de 1961’den 2010
Anayasa referandumuna kadar gelinen süreçte Anayasa Mahkemesinin verdiği
kararlar ve geliştirdiği içtihatlara baktığımızda yasama fonksiyonunu
gasbetmeye varacak düzeyde Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesine müdahale
ettiği, anayasal olarak görevli ve yetkili olmadığı halde norm denetimi
yaparken norm ihdasına gittiği, bazen kendisini Türkiye Büyük Millet Meclisi
yerine koyarak bağlayıcı kararlar almak yoluyla bir şekilde kanun yapmaya
kalkıştığı, 367 vakasında görüldüğü gibi Meclisin kararlarını iptal edebildiği
görülmüştür.
Parti kapatmaları, siyasal
liderlere siyasi yasak getirmeleri, anayasa değişikliklerini iptal etmeleri
gibi uygulamalarıyla Anayasa Mahkemesi yıllarca siyaset kurumu içerisinde en
belirleyici aktör olmayı sürdürmüş ve bürokratik oligarşi bu şekilde siyaseti
dizayn etme ve siyasete müdahil olma imkânına sahip olmuştur.
Anayasa Mahkemesi, Türk
hukuk tarihine çok tartışmalı kararlarıyla geçerken bazen aritmetiğin temel
kurallarını da altüst etmeyi başarmış ve 7’nin 411’den büyük olduğuna dahi
karar verebilmiştir.
Anayasa Mahkemesi “Türk
milleti adına” diyerek verdiği kararlarla siyaset alanını daraltan ve siyaset
kurumunun içini boşaltarak Türkiye Büyük Millet Meclisini yetkisiz ve bağımlı
bir organ haline getiren Anayasa Mahkemesi, bürokratik oligarşinin halka ve
halk iradesine karşı bir nevi kalkanı ve kılıcı olmuştur.
Dünyanın her yerinde
meşruiyetini millet iradesine dayandıran yüksek mahkemelerden farklı olarak
Anayasa Mahkemesi, Türkiye’nin derin ekonomik ve siyasi krizlere düşmesine
katkı sunmuş ve hiç olmadığı kadar tartışmaların odağına girerek meşruiyetini
tamamen kaybetmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 12 Eylül 2010’da halkoyuna sunulan Anayasa değişiklik
paketinin en önemli düzenlemelerinden biri de Anayasa Mahkemesinin asli görevi
olan hukuk devleti ve temel hak ve özgürlükleri ile demokratik sistemi koruma
ve gözetleme görevine döndürme olmuştur. Anayasa Mahkemesi görev, yetki ve
yapısında yapılan değişikliklerle birlikte, Anayasa Mahkemesinin günlük siyasi
tartışmaların dışına çıkartılarak yüksek yargı organı kimliğine kavuşturulması
hedeflenmiştir. Yapılan değişikliklerle Anayasa Mahkemesi belirli bir siyasi
düşüncenin halk ve halk iradesine karşı duran cephesi olmaktan çıkartılmış ve
hukuk devletine yakışır bir şekilde düzenlenmiştir.
Cumhuriyet tarihinin en
önemli referandumlarından olan 12 Eylül referandumuyla vesayetçi siyasal sistem
tasfiye edilmiş ve özgürlükçü, demokratik hukuk devletinin işlerliği için
gerekli anayasal düzenlemeler yapılmıştır. Bundan sonra Anayasa Mahkemesi
siyaset kurumunu işlevsiz hâle getiren, siyaseti daraltan ve halk iradesini
geçersiz kılan bir merci olmaktan çıkartılarak temel hak ve özgürlükleri ve
hukuk devletini koruyan ve kollayan bir üst yargı kurumu hâline gelmiştir.
Nitekim, Anayasa Mahkemesinin artık gündelik tartışmaların dışına çıktığı ve
daha önce kaybettiği meşruiyetini kazandığını memnuniyetle müşahede etmekteyiz.
Anayasa Mahkemesi Türk demokrasisinin ve hukuk devletinin temel bir aktörü
olarak yoluna devam edecek…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şahin.
İDRİS ŞAHİN (Devamla) - …ve
vereceği özgürlükçü ve çoğulcu kararlar ve geliştireceği içtihatlarla başta
yasama olmak üzere yürütme ve diğer yargı organlarına yol göstermeye devam
edecektir.
Bu vesileyle 2012 malî yılı
Anayasa Mahkemesi bütçesine “Evet.” oyu vereceğimizi ve çalışmalarında
başarılar dilediğimizi bir kez daha ifade ediyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler.
Şimdi söz sırası, Bartın
Milletvekili Sayın Yılmaz Tunç’un.
Buyurun Sayın Tunç. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA YILMAZ
TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yargıtayın 2012 bütçesi
hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Ölümünün 150’nci yıl
dönümünde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından anma programı düzenlenen
reformcu padişah Sultan Abdülaziz’in iradesiyle…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Abdülmecit; Abdülaziz değil, Abdülaziz değil.
YILMAZ TUNÇ (Devamla) -
…1868 tarihinde Divanı Ahkâmı Adliye adıyla kurulan Yargıtay 143 yıldan bu yana
temyiz mahkemesi olarak görev yapmaktadır. Adliye mahkemelerince verilen ve
kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son
inceleme mercisi olan Yargıtay adli uyuşmazlıkları toplumun adalet duygusunu
tatmin edecek şekilde nihai olarak çözümleyerek içtihat birliğini
gerçekleştirmekle görevli olan yüksek bir yargı kurumumuzdur.
Değerli milletvekilleri, AK
PARTİ Hükûmetleri herkesin güven duyduğu bir adalet sistemini oluşturmayı hedef
olarak almış, bu amaçla adalet hizmetleri alanında önemli atılımlar
gerçekleştirmiştir. Öncelikle hukuk sistemimizde güncelliğini kaybeden temel
kanunlarımızın tamamına yakını Meclisimizin iradesiyle yenilenmiş, bilişim
teknolojisiyle donatılmış modern adalet sarayları inşa edilerek adliyeler
bodrum katlarından kurtarılmıştır.
Son dokuz yılda hâkim ve
cumhuriyet savcısı sayısı yüzde 25, diğer yargı çalışanlarının sayıları ise
yüzde 55 oranında artırılmıştır. Adalet sisteminin güçlü ve sağlıklı bir
şekilde işleyebilmesi, toplumda adalete güven duygusunun sağlanması için “Yargı
Reformu Stratejisi” belgesi hazırlanarak yüksek yargıda da ilk defa planlı reform
uygulamasına gidilmiştir.
Yargı hizmetlerinin
hızlandırılmasıyla ilgili yasal düzenleme Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul
edilerek yürürlüğe girmiş, Yargıtaydaki iş yükünün azaltılması ve
yargılamaların çabuklaştırılması için Yargıtayda hukuk dairelerinin sayısı
21’den 23’e, ceza dairelerinin sayısı 11’den 15’e çıkarılmış, üye sayısı
250’den 387’ye çıkarılmıştır. Yargıtayın 2012 bütçesi 2011 yılına göre yüzde 35
artırılarak 76 milyondan 103 milyon liraya çıkarılmıştır.
Anayasa Mahkemesi ve
Danıştay için yeni hizmet binaları yapılmış ancak Yargıtaya yeni hizmet
binasının yapılacağı yerle ilgili idare mahkemesi kararı nedeniyle gecikme
olmuştur. Sayın Başbakanımızın talimatıyla yeni bina yapımı süreci
hızlandırılmış, önümüzdeki süreçte Yargıtayın saygınlığına uygun yeni bir
hizmet binasına da kavuşucaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; her uyuşmazlığın mahkemelere gitmesini önlemek amacıyla
alternatif çözüm yollarından olan “Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanun
Tasarısı”nın Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmiş olması, 2005 yılında
yürürlüğe girmiş bulunan ceza yargılamalarında uzlaşma müessesesinin daha da
etkinleştirilmesine dönük çalışmalar, kamu denetçiliği kurumunun Anayasa’mızda
yerini alması ve bu kurumun faaliyete geçecek olması, ilk derece mahkemelerinde
yargının hızlanmasında büyük rolü olan UYAP’ın yüksek yargı organlarında da
yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar, istinaf mahkemelerinin faaliyete
geçirilmesi yönündeki çalışmalar, yüksek yargının ilk derece mahkemesi olarak
baktıkları davaları asgariye indirecek düzenlemelerin yapılması, yargılamanın
hızlandırılması ve güven veren bir adalet sisteminin oluşturulmasını sağlayacak
önemli çalışmalardır.
12 Eylül 2010
referandumundan sonra yargılama faaliyetini yürüten bütün kurumların inisiyatif
alması ve etkili sonuçları hedefleyen yapıcı bir iş birliği içinde olması da
ülkemiz adına memnuniyet vericidir. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, hukukun
üstünlüğü ilkeleri güçlendikçe bu durumdan rahatsız olanlar olsa da milletimiz
olup bitenleri çok iyi gözlemlemektedir.
Bugün ülkemizde yanlış iş
yapanlardan, milletin aleyhinde karanlık planlar üretenlerden hesap soran,
sıfatı ne olursa olsun herkesin kanun önünde eşit olduğunu gösteren bir
yargıdan hiç kimsenin rahatsız olmaması gerekir. Ülkemiz her alanda olduğu gibi
adaletin tesisi, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanmasında da
ilerlemeye devam edecektir. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmaması lazım.
Bu duygu ve düşüncelerle
Yargıtayın 2012 bütçesinin milletimize, Yargıtayımıza hayırlı uğurlu olmasını
diliyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Tunç.
Şimdi söz sırası, Sivas
Milletvekili Sayın Hilmi Bilgin’in.
Buyurun Sayın Bilgin. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA HİLMİ
BİLGİN (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Danıştay bütçesi
üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle grubum ve şahsım
adına sizleri ve aziz milletimi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
ülkemizde kuruluşu 1868 yılına dayanan ve o zamanki adıyla Şûrayı Devlet olan
Danıştay, imparatorluk döneminde belli bir dönem görev yaptıktan sonra
cumhuriyet döneminde yeniden kurulmuş önemli bir yargı organımızdır.
Danıştay Anayasa’mızın
155’inci maddesine göre yürütme organına yardımcı bir inceleme, danışma ve
karar organı olmasının yanı sıra yönetimin yargı yoluyla denetlenmesinde etkin
ve önemli görev yapmaktadır. Ayrıca, Danıştay idare mahkemesince verilen
kararların son inceleme mercisi ve kanunla gösterilen belli davalara da bakan
ilk ve son derece mahkemesidir.
İdari yargının en üst
birimi olan Danıştayın hukuk devletinin korunmasında ve etkinlik alanının
genişletilmesinde çok önemli görevleri vardır. Hukuk devleti, yönetenlerin
keyfî eylem ve işlemlerine karşı yönetilenlere hukuki güvenceler sağlayan,
hukukun üstünlüğüne dayanan devlettir. Hukuka uymak yalnızca vatandaş için
değil, devlet için de bir zorunluluktur. Bu manada Danıştay, Anayasa’nın
155’inci maddesi gereği yüksek yargı organı olarak, Anayasa’nın 125’inci
maddesi uyarınca idarenin tüm işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluk denetimini
Anayasa çerçevesinde gerçekleştirmektedir ancak bu denetim yapılırken yargı
organlarının yerindelik denetimi yapamayacağı, yine Anayasa’mız ile
düzenlenmiştir ancak ülkemizde yargı, yıllarca yerindelik denetimi yaparak kamu
hukukun önemli bir kuralını ihlal ettiği gibi, âdeta yürütmenin yerine geçerek,
ona ait yetkileri kullanmaya çalışmıştır. Yargı, yerindelik denetimi gibi,
siyasi sorumluluk alanına girmeden, sadece hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
Aksi bir durum, kuvvetler ayrılığı ilkesini zedeler ve bu durum hukuk devleti
ilkesiyle bağdaşmaz.
Yaşanan bu sıkıntılar nedeniyle,
12 Eylül tarihinde yapılan halk oylamasıyla Anayasa’da yapılan değişiklikle
idari yargıda yerindelik denetimi yapılamayacağı şeklindeki temel kamu hukuku
kuralı açıkça ve kuvvetli bir şekilde vurgulanmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; geçmişten bugüne, devletlerin en önemli amaçlarından biri
adalet sisteminin etkin bir biçimde işleyişi olmuştur. AK PARTİ hükûmetlerinin
en önemli gayreti, iyi işleyen yani vatandaşına güven veren bir adalet sistemi
oluşturmak olmuştur. İyi işleyen bir adalet sistemi, adaletin ancak zamanında
ve gecikmeksizin tecellisiyle mümkün olacaktır.
Bugün itibarıyla, adalet
sistemimizin temel sorunu, yargılamanın makul sürede bitirilememesidir. Uzayan
her bir işlem, her bir dava, taraflar üzerindeki etkisinin yanı sıra,
toplumsal, siyasal ve ekonomik sonuçları olmaktadır. Bu sorunu çözmek için
Hükûmetimiz, insan kaynaklarının geliştirilmesi, mevzuatın yenilenmesi, altyapı
sorunlarının çözülmesi, bilişim teknolojilerinden faydalanılması gibi
çalışmalarda ciddi mesafeler almış ve ayrıca, son yıllarda yapılan anayasal ve
yasal değişikliklerle önemli yapısal ve kalıcı gelişmeler yaşanmıştır.
Danıştayın da içinde
bulunduğu yüksek mahkemelerimizin, karşı karşıya bulundukları iş yüküyle
orantılı kurumsal yapıya sahip olmadıkları hepimizin malumudur. Yıllarca daire
ve üye sayıları artan iş yüküne oranla artırılmamış ve yüksek yargı emsali
görülmemiş bir iş yüküyle baş başa bırakılmıştır. Bu sorunun çözümü için
Danıştayın ve Yargıtayın üye sayıları artırılmış ve dairelerin birden fazla
heyetle çalışması imkânı getirilmiştir. Yine bu düzenlemelerle birlikte yüksek
mahkemelerin savcı ve tetkik hâkim ihtiyacı da Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu
tarafından giderilmiş ve ayrıca, yardımcı personel sorunu da bugün itibarıyla
çözülmüştür.
Değerli milletvekilleri, AK
PARTİ, iktidara geldiği 2002 yılından bu yana, toplumsal düzenin teminatı olan
adalet sistemimizde önemli adımlar atmıştır. Mevzuatımız, önemli temel
kanunlarımız çağın gerekleri esas alınarak yenilenmiş, teknoloji adaletin hizmetine
sunulmuş, adalet hizmetlerinin yürütüldüğü fiziki mekânlar iyileştirilmiştir.
Bu kapsamda, ülkemizin dört bir yanında illerimiz, ilçelerimiz yeni ve modern
adalet saraylarına kavuşmuştur. Bu güzel mekânlardan ilk derece mahkemelerinin
yanı sıra, başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere yüksek yargı organlarımız da
nasibini almıştır. Bu manada, Danıştay için de Ankara-Eskişehir yolu üzerinde,
toplam kapalı alanı 72 bin metrekare olan hizmet binası inşaatı başlamış ve
inşallah 2012 yılı başında hizmete başlaması planlanmaktadır. Bu bina
tamamlandığında Danıştayımız da modern bir hizmet binasına kavuşacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerimi tamamlarken Danıştayımızın 2002 mali yılı bütçesinin
ülkemiz, milletimiz için hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bilgin.
Şimdi söz sırası Samsun
Milletvekili Sayın Akif Çağatay Kılıç’ın.
Buyurun Sayın Kılıç. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA AKİF
ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılı
Başbakanlık bütçesi üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygılarla selamlıyorum.
Bu vesileyle, Genel Kurulda
Başbakanlık bütçesi görüşülürken, Değerli Genel Başkanımız, Başbakanımız Sayın
Recep Tayyip Erdoğan’a geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, acil şifalar
diliyorum.
AK PARTİ, kuruluşundan
itibaren siyasete yeni bir soluk getirirken Sayın Başbakanımız da göreve
geldiği andan itibaren Başbakanlık makamına ve Başbakanlık kurumuna gerçekten
farklı bir soluk getirdi. Başbakanlık, AK PARTİ hükûmetleri döneminde, halktan
kopuk, milletten uzak bir kurum olmaktan çıktı, sorun çözen, proje üreten,
Türkiye adına, Türkiye'nin geleceği adına vizyon oluşturan bir kurum hâline
geldi. Uzun süre çalışma fırsatını bulduğum ve iç işlerini yakından müşahede
ettiğim Başbakanlık, hızlı, enerjik ve dinamik bir yapıyla meselelere en hızlı
şekilde müdahale eden, koordinasyonu sağlayan, devlet teşkilatının uyum içinde
çalışmasını temin eden bir kuruluşa dönüştü. Bakanlar Kurulunun aylarca
toplanamadığı bir dönemden Bakanlar Kurulunun her hafta toplandığı bir döneme
geçildi. Açıkçası, Ankara hemen yanı başındaki Kırıkkale’ye, Çankırı’ya,
Eskişehir’e bile âdeta saatlerce uzaklıktayken bugün Samsun’a, Van’a, Ağrı’ya,
Edirne’ye, Muğla’ya dakikalar içinde ulaşabilecek bir konuma yükseldi. Ankara
ile sadece seksen vilayetimiz arasındaki mesafe azalmadı, Ankara Kabil’e,
Gazze’ye, Kahire’ye, Bağdat’a, Melbourne’e, Toronto’ya, Brüksel’e de daha yakın
bir konuma ulaştı.
Değerli milletvekilleri,
Başbakanlık kurumunun önemli vazifelerinden birisi Resmî Gazete’nin
yayımlanmasıdır. Dönemimizde Resmî Gazete’nin elektronik ortamda yayımlanması
projesine hız verilmiş, bu kapsamda 1921-2000’li yıllar arasında yayımlanan
toplam 24.819 sayıda Resmî Gazete -ki bu yaklaşık 950 bin sayfaya tekabül eder-
elektronik ortama aktarılmıştır. Yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla kodifiye
edilen mevzuat Başbakanlık İnternet sitesinde yer alan Mevzuat Bilgi Sistemi’ne
aktarılmaktadır. MBS ücretsiz olarak kullanıcıların hizmetine sunulacaktır.
Başbakanlığın uhdesinde
olan bir başka sorumluluk alanı da arşivlerdir. Arşiv, bir ülkenin, bir
toplumun en değerli hazinesi, devraldığı en büyük mirastır. Arşiv, ülkelerin
geçmişi ile geleceği arasındaki en önemli bağlardır. Köklü ve oldukça uzun bir
devlet tarihimiz ve geleneğimiz bulunmasına rağmen ne yazık ki arşivlerimiz
sağlıklı şekilde korunmamış, tasnif edilmemiş ve kullanıcının hizmetine
sunulmamıştır. Bu kadar köklü ve kadim bir geleneği olan devletin mirasına yani
arşivlerine sahip çıkmaması anlaşılabilir ve affedilebilir bir durum değildir.
İşte, bu durumu düzeltmek adına İstanbul’da beş ayrı alanda dağınık hâlde
bulunan arşiv ünitelerini bir araya toplamak ve arşivcilik ihtiyaçlarını tam
olarak karşılayabilmek maksadıyla İstanbul ili Kâğıthane ilçesinde toplam
133.132 metrekare kapalı alana sahip modern bir millî arşiv sitesi inşa
edilmektedir. Bu sitenin 2012 yılı sonuna kadar tamamlanması planlanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Başbakanlığa bağlı 2012 mali yılı bütçe tasarısında teklif
edilen toplam ödenek tutarı 861 milyon 757 bin TL’dir. Bu 2011 yılı toplam
ödeneğine göre yüzde 83 oranında azalmış bulunmaktadır. Bunun nedeni,
Başbakanlığa bağlı ilgili ve ilişkili kuruluşların doğrudan ilgili hizmet
bakanlıklarına bağlanmasıdır.
Başbakanlık bütçesinden
hâlen transfer almakta olan kuruluşlar, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk Kültür Merkezi, Türk İşbirliği ve
Koordinasyon Ajansı Başkanlığı ve Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar
Başkanlığıdır.
Bu kuruluşlara ayrılan
transfer miktarı 132 milyon 544 bin lira olup, bütçenin yüzde 15’ine tekabül
etmektedir. Millî arşiv sitesi inşaatı için yatırım bütçesine 120 milyon TL
ödenek ayrılmış olmasından dolayı da Başbakanlık merkez teşkilatı bütçesi geçen
yıla oranla yüzde 11,2 artmıştır.
2012 yılında Başbakanlık
yeni ve dinamik yapısıyla Türkiye'nin meselelerine daha fazla yoğunlaşacak,
sorunların çözümünü daha da hızlandıracaktır.
Sözlerime son verirken,
2012 yılı Başbakanlık bütçesinin devletimize ve millet hizmeti için hayırlara
vesile olmasını diler, hepinizi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kılıç.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Buyurun efendim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkanım, biraz önce Hatip, tabii, işte, aylarca toplanamayan Bakanlar Kurulu
döneminden, bugün her hafta toplanan Bakanlar Kuruluna gelindiğini ifade ediyor
ama, tabii, toplanamadığı dönemde, o zaman rahmetli Bülent Ecevit Bey’in
hastalığı olduğu dönemlerde toplanamamasını… Siyaset yapanlar, bugün de Sayın
Başbakanın hastalığı döneminde Bakanlar Kurulunun toplanmamasını bir sorun
olarak buraya getirebilir. Dolayısıyla, yaptığınız eleştirinin aynı zamanda
kendinize yönelik bir eleştiri olduğunu da hatırlayınız, Bakanlar Kurulu
toplanmıyor şu anda.
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) – Ne
ilgisi var?
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) –
Çok ilgisi var.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Vural, zabıtlara geçti.
Şimdi söz sırası Şanlıurfa
Milletvekili Sayın Mehmet Kasım Gülpınar’da.
Sayın Gülpınar, buyurun
efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET
KASIM GÜLPINAR (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2012 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın Millî İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığı bütçesi üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz aldım.
ENGİN ALTAY (Sinop) –
Oslo’dan başla Sayın Hatip.
MEHMET KASIM GÜLPINAR
(Devamla) - Millî İstihbarat Teşkilatı, devletin istihbarat ihtiyacının
karşılanması amacıyla 2937 sayılı Kanun’la kurulmuştur. Millî İstihbarat
Teşkilatının temel görevi millî güvenliğimize yönelik iç ve dış mevcut ve
muhtemel tehditleri tespit ederek ilgili makamlara zamanında bildirmektir. 2937
sayılı Kuruluş Kanunu’nda ifade ediliş biçimiyle, Millî İstihbarat Teşkilatı,
Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, varlığına,
bağımsızlığına ve güvenliğine, ayrıca anayasal düzenine ve millî gücünü meydana
getiren unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen faaliyetler hakkında millî
güvenlik istihbaratını oluşturmaktadır. Teşkilat, elde ettiği istihbaratı
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği ve diğer ilgili kuruluşlara ulaştırmaktadır.
Millî İstihbarat Teşkilatı,
vatandaşın ve kamunun güvenliğine, ülkemizin varlığına ve millî menfaatlerine
yönelebilecek her türlü iç ve dış tehdidi önceden haber alarak ilgili
kuruluşlarca gereken tedbirlerin alınmasını sağlamaktadır.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Yani
pazarlık yapmaz mı MİT?
MEHMET KASIM GÜLPINAR
(Devamla) - Bu doğrultuda, gereken faaliyetin yürütülebilmesi için Millî
İstihbarat Teşkilatı iyi eğitim görmüş uzman insan gücünden ve en son
teknolojik imkânlardan istifade etmektedir.
Günümüzde ülkemizin
bulunduğu coğrafya birçok güvenlik riskini içinde bulundurmaktadır. Başta terör
olmak üzere, komşu ülkelerde meydana gelen ekonomik ve politik huzursuzluklar
ülkemizin güvenliği için ciddi bir tehdittir.
Millî İstihbarat Teşkilatının
da aralarında bulunduğu güvenlik kuruluşlarımız ülkemizin özellikle nifaka yol
açan terör tehdidinden kurtulması noktasında gereken adımları atmaya devam
etmektedir.
Öte yandan, Suriye’de
yaşanan iç karışıklıklar ve buna bağlı olarak Türkiye’ye yönelik mülteci akını
ülkemiz için başka bir güncel güvenlik riskidir. Bu bağlamda, Suriye’deki
gelişmeler hassasiyetle takip edilmekte, alınan kararlar devletimizin yetkili
kurumlarınca kararlılıkla uygulanmaktadır. Bu noktada, başta Millî İstihbarat
Teşkilatı olmak üzere ilgili güvenlik kuruluşlarımız herhangi bir güvenlik
zafiyetinin oluşmasına meydan vermemek için Suriye’deki gelişmeleri dikkatle
izlemektedir.
Bu hususların yanı sıra,
yabancı devletlerin ülkemiz sınırları içerisinde yapabileceği casusluk faaliyetleri
ile ülkemizin Avrupa ve Asya arasında bulunan coğrafi konumundan istifade eden
organize suç gruplarının faaliyetlerinin engellenmesi de Millî İstihbarat
Teşkilatı tarafından yerine getirilen görevlerdendir.
Günümüzde ülkemizin millî
menfaatlerine zarar vermek isteyen yerli ve yabancı odaklar, gizli
faaliyetlerini sürdürmek için gün geçtikçe farklı yöntemler geliştirmektedir.
Buna karşın ülkemizin gözde kurumlarından Millî İstihbarat Teşkilatı, görevini
yerine getirirken diğer gelişmiş ülkelerde faaliyet gösteren benzer kurumlar
gibi en son teknik imkânlardan istifade etmekte, istihbarat temini için
gelişmiş teknolojik cihazlar kullanmaktadır.
Ayrıca, Millî İstihbarat
Teşkilatı bünyesinde istihbarat görevlileri, bilgi işlem uzmanları, yabancı dil
bilir personel, teknisyenler ve muhtelif destekleyici personel istihdam
edilmektedir.
Neticede, Millî İstihbarat
Teşkilatı içerisinde en üst yönetiminden en alt birimine kadar görev alan bu
personel, devlet istihbaratının zamanında ve doğru şekilde elde edilerek,
ilgili makamlara iletilmesi için gayret sarf etmektedir.
Son yıllarda ülkemizin
uluslararası alanda artan önemine paralel şekilde Millî İstihbarat Teşkilatı
vizyonunu yenilemektedir. Ülkemizin istihbarat ihtiyaçlarının tam ve doğru
şekilde karşılanabilmesi için Teşkilat tarafından insan kaynakları kalitesi
artırılmakta, yüksek sayıda, dil bilen personel alınmaktadır. Buna paralel
şekilde MİT, teknik ve fiziksel anlamda da kapasitesini artırmaktadır.
Yenilenen vizyonu,
nitelikli personel profili ve gelişmiş teknik imkânlarıyla Millî İstihbarat
Teşkilatı, uluslararası alanda emsalleri arasında muteber konuma yükselmiş,
kendi alanında ülkemizin dışa açılan penceresi durumuna gelmiştir.
Millî menfaatlerimizin
korunması noktasında Millî İstihbarat Teşkilatının gizli faaliyetlerini verimli
şekilde sürdürmesi ve teknik imkânlarını günün şartlarına uygun şekilde
artırmaya devam etmesi için yeterli bütçe imkânlarının tanınması bir gereklilik
olarak ortaya çıkmaktadır. İyi yetişmiş insan gücünden ve gelişmiş teknik
imkânlardan faydalanma doğru ve zamanında istihbaratın elde edilmesi sonucunu
doğurmaktadır. Çağın gerisinde kalan teknik yöntemler ve yeterli uzman personel
olmaksızın yürütülecek bir faaliyetin günün değişen şartlarına ve yeni
uluslararası tehditlere karşı ülkemizin ihtiyaçlarını karşılayamayacağı
hepimizin malumudur.
Konuşmama son verirken,
2012 yılı bütçesinin ve Millî İstihbarat Teşkilatı bütçesinin hayırlı
hizmetlere vesile olmasını temenni eder, hepinizi saygıyla selamlarım. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Gülpınar.
Şimdi söz sırası Kırıkkale
Milletvekili Sayın Oğuz Kağan Köksal’da.
Buyurun Sayın Köksal. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA OĞUZ
KAĞAN KÖKSAL (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu’nda yer alan Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği bütçesi üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz aldım. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dünyadaki küreselleşme olgusunun etkileri ile teknolojideki
hızlı gelişmeler, ülkelerin güvenliğine yönelik risk ve tehditlerin kapsamının
da sürekli genişlemesine neden olmaktadır. Bu itibarla, ülkemizin millî
güvenliğinin sağlanması her zamankinden daha fazla önem kazanmış bulunmaktadır.
Bu çerçevede, Millî Güvenlik Kurulu ve Kurula bağlı Genel Sekreterlik teşkilatı
önemli bir fonksiyon icra etmektedir.
2945 sayılı Millî Güvenlik
Kurulu ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanunu’nda, “Millî güvenlik;
Devletin anayasal düzeninin, millî varlığının, bütünlüğünün, milletlerarası
alanda siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik dâhil bütün menfaatlerinin ve ahdî
hukukun her türlü dış ve iç tehlikelere karşı korunması.” şeklinde
tanımlanmıştır. Kanun’la, Millî Güvenlik Kurulunun, devletin millî güvenlik
siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili konularda tavsiye kararı
alacağı ve gerekli koordinasyonun sağlanması için görüş tespit edeceği, bu
tavsiye kararlarını ve görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildireceği ve kanunla
verilen görevleri yerine getireceği ifade edilmiştir. Kısacası Kurul, Bakanlar
Kuruluna tavsiye niteliğinde karar vermek suretiyle millî güvenlik, iç ve dış
güvenlik ile savunma konularından oluşan güvenliğin en üst yapısı olarak
öngörülmüştür. Bu Kurulun faaliyetlerini yürütmek üzere de bir Genel
Sekreterlik teşkilatı kurulmuştur.
Sayın Başkan, değerli
üyeler; ülkemizde Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin ilk ortaya
çıkışı, 24 Nisan 1933 tarihli 14443 sayılı Kararname’yle kurulan Yüksek Müdafaa
Meclisi Umumi Kâtipliğinin kurulmasıyla olmuştur. Bu Kurul, 1949 yılında Millî
Savunma Kurulu olarak düzenlenmiş ve Kurulun çalışmaları genel sekreterliğe
çevrilmiştir. 61 Anayasası’yla da anayasal bir teşkilat hâline gelerek 129
sayılı Kanun ile görevleri yeniden düzenlenmiştir.
Soğuk savaşın olabildiğince
yoğunlaştığı yıllarda ülkeler millî menfaatlerini sağlamak üzere askerî
güçlerinin yanında politik, ekonomik ve kültürel güçlerini de aktif ve etkili
bir şekilde kullanmaya başlamışlardır. Bu çerçevede, millî güvenliğe yönelik
tehditlerin nicelik ve niteliği artmıştır. Ülkemizin bekası yanında, milletin
ve bireylerin refahını da doğrudan ilgilendiren tehditlere karşı alınması
gereken tedbirler bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmış ve bu, millî güvenliğin yeniden
tanımlanması gereğini duyurmuştur. Bu kapsamda, 1982 Anayasası’yla tekrar
düzenlenen Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, 2945 sayılı Kanun’la da
ayrıntılı olarak düzenlenmiştir ve bu Kanun’da millî güvenliğin sağlanması için
yürüteceği geniş yelpazede faaliyetleri, koordinasyonu ve Başbakan adına görev
yapan koordinasyon kurulu hâline gelmiştir. Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği, millî güvenliğin sağlanmasında Bakanlar Kuruluna yardımcı bir
kuruluş olarak görev yapmaktadır. Ancak burada Millî Güvenlik Kuruluyla ilgili
birkaç kelimeyi geçtiğimiz zamandaki hafızaları tazelemek adına bazı şeylerde
de ifade etmek istiyorum. Millî Güvenlik Kurulu kendisine verilen bu ulvi
görevi yaparken maalesef bazı zamanlarda anayasal bir kuruluş olduğunu unutarak,
görev tanımını aşarak icranın yerine geçen ve tartışmalara yol açan kararları
verdiği toplantıları yaptığı dönemleri ve olmayan vesayet yetkisini kullanmaya
çalıştı ki 28 Şubat süreci hepimizin hafızalarında hâlâ canlılığını
sürdürmektedir.
ENGİN ALTAY (Sinop) - 27
Nisanı da söyle.
OĞUZ KAĞAN KÖKSAL (Devamla)
– Atılan Anayasa kitapçığının ülkenin ekonomisini çökerttiği Millî Güvenlik
Kurulu toplantıları, yine Millî Güvenlik Kurulu toplantılarında bürokratların,
valilerin, kaymakamların fişlenme talimatlarını verdiği toplantılar da hâlâ
milletimizin hafızalarında sürdürülmektedir. Ancak bugün, 2003 yılında yapılan
değişikliklerle Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterlik Teşkilatı mevcut hâlini
almış ve asli görevini en iyi şekilde yetiştirir hâle gelmiştir. Bu noktada
baktığımızda, Millî Güvenlik Kurulu, orgeneral rütbesine alınarak sivil bir
genel sekretere teslim edilmiş ve dolayısıyla sivilleşme sağlanmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
SIRRI SAKIK (Muş) – Sen çok
sivilsin, sen!
OĞUZ KAĞAN KÖKSAL (Devamla)
– Özellikle bir şeyi ifade etmek istiyorum: Son zamanlardaki bu güzel
çalışmalarından dolayı Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterine ve çalışan
arkadaşlara huzurlarınızda teşekkür ederken, Millî Güvenlik Kurulu bütçesinin
ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Köksal.
Sayın milletvekilleri,
birinci tur gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi şahsı adına, Burdur
Milletvekili Sayın Bayram Özçelik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
Tasarısı birinci tur görüşmeleri üzerinde şahsım adına, lehte söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, ülkemizin gelişmesi, cumhuriyetimizin kuruluşunda
belirlenen muasır medeniyet düzeyinin üzerine çıkması için çalışmaktadır.
Çalışmaları yaparken en büyük güç kaynağımız, milletimizin umutları,
cumhuriyeti geleceğe daha güçlü bir şekilde taşıyabilme azmi, heyecanı ve
ülkemizin gelişmekte gösterdiği başarısıdır. Bilindiği üzere, cumhuriyetimiz
kurulmadan Meclisimiz açılmış, millî iradenin tecelligâhı olan Türkiye Büyük
Millet Meclisi modern Türkiye'nin temel kurumlarını ve altyapısını
oluşturmuştur. Ülkemizin gelişmesi ve kalkınması için gerekli adımları atmış,
cumhuriyetimizin bugüne gelmesinde büyük katkılar ve hizmetler sunmuştur.
Meclisimizin bundan sonra da eksilmeyen ve artan bir heyecanla çalışmalarını
sürdürmeye, milletimizin özlemlerini gerçekleştirmeye devam edeceğine hepimiz
yürekten inanmaktayız.
Milletimizin temel
beklentilerinden bugünün Türkiye'sine yakışır yeni bir anayasa konusu da
Meclisin bu dönem yürütmeye çalıştığı en önemli çalışmalardandır. Meclisimiz,
milletimizin büyük umudu olan yeni anayasayı bu dönemde yapabilecek güçtedir, o
iradeyi halktan almış durumdadır. Vatandaşlarımız yeni anayasayla ilgili
görüşlerini ve düşüncelerini Meclisimize süratle iletmektedir. Demokratik
katılımla yapacağımız yeni anayasayla ülkemiz, anayasadan kaynaklı birçok
tartışma ve problemlerden kurtulma imkânı bulacaktır.
Geçmişten bugüne
sorunlarımızın çözüm yeri, demokrasimizin tecelli yeri Türkiye Büyük Millet
Meclisidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi ortak aklı, uzlaşma ve bir araya
gelerek ülkemizin demokratik birikimini harekete geçirerek sorunlarımızı
çözecektir. Meclisimizin gücü, ülkemizin ve işleyen bir demokrasimizin gücü
ülkemizi geleceğe taşımaya yeterlidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin
yüzüncü yılında Türkiye’yi mevcut hâlinden daha ileri bir noktaya götürmek,
hazırlık çalışmalarını yürüttüğümüz anayasa ile doğrudan ilgilidir.
Parlamentoda yürüttüğümüz bu çalışmaların bilincinde olduğunu görüyoruz.
Meclisimizi hem yasama
faaliyeti açısından hem de etkin denetim açısından daha verimli çalıştırabilmek
bakımından Anayasa’ya paralel bir Meclis İçtüzüğü çalışmasını mutlaka
gerçekleştirmemiz gerekiyor. Meclisimizin beklentileri karşılayabilmesi
noktasında yeni bir İç Tüzük’ün faydalı olacağını herkes ifade etmektedir.
Sayın milletvekilleri,
sizlerin büyük özlemle beklediği yeni halkla ilişkiler binası inşaatı hızla
devam etmekte olup, üç bodrum, iki zemin ve altı normal kattan oluşan yaklaşık
100 bin metrekare kapalı alana sahip inşaatın bitim süresi 2013 yılı ortası
olmasına rağmen, görüşmelerle 2012 yılı sonuna kadar planlanmıştır.
Türkiye’nin göz bebeği bir
kurum olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevini en iyi şekilde yapması
için her türlü gayretin içinde birlikte olacağız.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayın Cumhurbaşkanımızın bütün illeri ziyaret etmiş olması çok
önemlidir. İllerde, valilikle birlikte belediyelere, üniversitelere de
uğraması, halkı yakından görmesi, iş adamlarıyla toplantılar yapıp onların
dertlerini dinlemesi büyük moral vermektedir. Yurt dışı gezilerine katılan iş
adamlarımızın da, Sayın Cumhurbaşkanımızın kendileriyle yakından ilgilendiğini
ve tüm sorunlarını ilgili kurumlara ilettiğini görüyoruz, biliyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanımızın
otuz dokuz yıl sonra Burdur’a ziyarette bulunan Cumhurbaşkanımız olması,
kadirşinas Burdur halkı Cumhurbaşkanımızın Burdur ziyaretinde unutulmayacak
tarihî bir gün yaşamış, sevgisini sokaklara çıkarak gülen yüzlerle
göstermiştir.
Burdur Milletvekili ve
Millî Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy, Mehmet Âkif Ersoy Üniversitesinde yaptığımız
çeşitli etkinliklerle anılmıştır. Buradan Sayın Cumhurbaşkanımıza
şükranlarımızı sunuyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ ve CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Özçelik.
Şimdi, Hükûmet adına
Başbakan Yardımcımız Sayın Bekir Bozdağ. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 bütçesinin
birinci turunda yer alan Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay, Anayasa Mahkemesi,
Yargıtay, Danıştay, Başbakanlık, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, Millî
İstihbarat Teşkilatı ve Millî Güvenlik Kurulu bütçeleri üzerinde gruplar ve
milletvekilleri tarafından yapılan eleştirileri cevaplandırmak ve Hükûmetimizin
görüşlerini yüce Parlamentoyla paylaşmak üzere huzurlarınızdayım. Bu vesileyle,
saygıdeğer Genel Kurulun değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.
Sözlerimin başında,
görüşmelerin başlamasından bu vakte kadar geçen süre içerisinde eleştirerek,
öneriler sunarak bütçe hakkında görüşlerini dile getiren ve katkı sunan bütün
iktidar, muhalefet milletvekillerine huzurlarınızda ayrı ayrı teşekkür
ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Başbakanlık olarak güçlü bir ülke olma yolunda değişime ve
dönüşüme öncülük eden bir kurum olma vizyonu ile hareket ediyoruz.
Başbakanlığın görevi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve hukuk devleti ilkeleri
çerçevesinde Başbakan ve Bakanlar Kuruluna hükûmetin genel siyasetinin
yürütülmesinde her türlü desteği sunmak, bakanlıklar arasında etkili bir iş
birliği ve koordinasyon sağlamak ve devlet teşkilatının düzenli ve uyumlu bir
şekilde işlemesine önderlik etmektir.
Ekonomi başta olmak üzere
bütün alanlarda reform süreci devam etmektedir. Bu kapsamda yapısal reformları
mali disiplini destekleyici bir araç olarak da kullanıyor, Türkiye ekonomisini
dirençli ve şoklara karşı dayanıklı ekonomilerden biri hâline getirmenin vermiş
olduğu öz güven sayesinde uzun vadeli planlar yapabiliyor, geleceğe daha
güvenle bakabiliyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizin rekabet gücünü artırmak suretiyle ekonomimizi
güçlendirmeyi, istikrarlı büyümeyi sürdürmeyi, “2023 Stratejik Vizyonu” olarak
belirlediğimiz dünyanın en büyük on ekonomisi arasına girmeyi ve burada kalıcı
olmayı hedefliyoruz. Hâlen devam etmekte olan küresel krizde Türkiye ekonomisi
istihdam yaratan güçlü büyümesi, sürekli bir şekilde iyileşen kamu finansman
dengeleri, sağlam bankacılık sektörü ve kredibilitesi yüksek Orta Vadeli
Programı’yla birçok ülkeden pozitif yönde ayrışmıştır. Türkiye global büyüme
liginde en üst sıralarda yerini almıştır. Birçok gelişmiş ülkenin kamu borçları
sürdürülemez bir noktaya ulaşmışken Türkiye'nin kamu borçları millî gelire oran
olarak hızla düşmeye devam etmektedir. Küresel kriz yılı olan 2009’u hariç
tutarsak hem bütçe açığını hem de borç stokunu sürekli azalış trendinde tutmayı
başaran ender ülkelerden birisiyiz. Avro bölgesini oluşturan on yedi ülkede
kamu borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı ortalama yüzde 90’a
dayanmışken, Türkiye'nin AB tanımlı genel devlet borç stokunun gayrisafi yurt
içi hasılaya oranının yüzde 39,8 civarına ineceğini tahmin ediyoruz. 2014 yılı
sonunda borç stokumuzu daha da azaltarak yüzde 32 seviyelerine indirmeyi
hedefliyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugünün dünyasında, her ülkenin çok boyutlu ve çok yönlü bir
dış politikasının olması artık kaçınılmaz hâle gelmiştir. Türkiye’nin hedefi,
aktif ve gerçekçi bir dış politika çizgisini yakalamak ve sürdürmektir.
Türkiye, hiçbir ülkenin, hiçbir toplumun, hiçbir inanç ve kültürün karşısında
değildir, olması da düşünülemez. Bugün izlenen dış politikanın istikameti de
budur. Türkiye’nin, belli bir bölgeye, belli bir meseleye saplanıp kalmış bir
dış politika anlayışı yoktur. Türkiye olarak, her bölgeye, her ülkeye, her
soruna barış ve dostluk zemininde aynı sıcak ve akılcı yaklaşım içindeyiz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; vatandaş ve sonuç odaklı yönetim anlayışımız önümüzdeki
dönemde de hız kesmeden devam edecektir. Merkezî idarenin strateji geliştirme,
standart koyma, izleme ve denetleme fonksiyonlarını da geliştireceğiz. Bu
çerçevede, Başbakanlığa bağlı kuruluşların sayısını azalttık ve Başbakanlığın
asli görevi olan koordinasyon işlevini güçlendirdik, devlet bakanlıklarını
kaldırarak bazı bakanlıkları yeniden yapılandırdık. Oluşturduğumuz bu yeni
yapıyla, devlet, vatandaşa daha iyi hizmet sunacak kurumlara kavuştu.
İktidarlarımız döneminde, Türkiye’nin pek çok alanında önemli reformları
birlikte hayata geçirdik. Eğitimde, sağlıkta, ulaşımda, adalette, her alanda
Türkiye, 2002’nin öncesine göre mukayese edilemeyecek derecede değişti, gelişti,
farklılaştı.
Bugün, herkes, farklı bir
Türkiye’de olduğunun, düne göre daha iyi şartları olan, daha iyi bir noktada
bulunan bir Türkiye’de yaşadığının farkında ve bunu kabul ediyor. Bugün
dünyanın pek çok ülkesi krizlerle boğuşurken, kendi içerisinde sıkıntıları
varken Türkiye'nin bu noktada imrenilen, gıpta edilen bir ülke olması da
yapılan bu çalışmaların doğal sonucudur.
Yapılan seçimlerde, bu
dönem içerisinde yaptığımız hizmetlerin hesabını her defasında milletimize
verdik. 3 Kasım 2002’de milletimizin bize verdiği yetkiyle iktidar olduk ve
iktidar dönemimizde hem 2004’te gerçekleştirilen mahallî seçimlerde hesabını
verdik hem de 2007’de gerçekleştirilen milletvekili seçimlerinde milletimize
hesabımızı verdik ve milletimiz bizi ibra etti, hem mahallî idarelerde hem de
genel seçimde yeniden gücümüzü de artırarak iktidar olmanın yolunu açtı.
Biz, milletimizden
aldığımız dua ve destekle yolumuza ve hizmetlerimize devam ettik. Bu çerçevede
2009’da gerçekleştirilen mahallî seçimler, 2011’de gerçekleştirilen
milletvekilliği seçimleriyle yine yaptıklarımızla, hem mahallî idarelerde hem
de merkezî hükûmette yaptıklarımızla milletimizin huzuruna çıktık. Milletimiz
bu noktada da değerlendirmelerini yaptı, mahallî idarelerde de merkezî
yönetimde de partimize olan güvenini, dua ve desteğini sürdürdüğünü ortaya
koydu, desteğini genel seçimde artırmak suretiyle bunu göstermiş oldu.
Ayrıca, bu dönem içerisinde
iki tane de halk oylaması oldu. 21 Ekim 2007’de gerçekleştirilen halk oylaması
ve 12 Eylül 2010’da gerçekleştirilen halk oylamasında da milletimiz bir
değerlendirme yaptı ve bu değerlendirmede de bizim görüşlerimiz doğrultusunda
bir “Kabul” oyuyla, yapılan Anayasa değişikliklerinin kabul edilmesi ve
yürürlüğe girmesinin yolunu açtı.
Bütün bunların hepsi, bizim
demokrasiye olan inancımızın, millet iradesine verdiğimiz değerin, milletimizin
görüşlerine verdiğimiz kıymetin ve onlarla aynı istikamette yürüdüğümüzün
bizzat milletimiz tarafından tescilidir, bizzat milletimiz tarafından
onaylanmasıdır. Her icraatında milletin gözüne bakan, milletin kendine tevdi
ettiği emanetlere sahip çıkma gayretiyle gece gündüz demeden çalışan
Hükûmetimizi veya Hükûmetimizin içinden çıktığı grubu faşizanlıkla suçlamak en
hafif ifadesiyle büyük bir insafsızlıktır, büyük bir haksızlıktır. Zira
milletimiz bütün bunların değerlendirmesini yaptı. Biz bu süreç içerisinde,
Türkiye’de sıkıntı olan bütün alanlarda sıkıntıları ortadan kaldırmak,
demokrasimizi güçlendirmek, milletin sözünün daha kıymetli olduğunu ortaya
koymak, hukukun üstünlüğünü temin etmek için önemli adımlar attık. Bu adımları
atan bir iktidarı, bu adımları atan iktidarın çıktığı grubu bu şekilde itham
etmeyi ben doğrusu büyük bir insafsızlık olarak değerlendiriyorum ve takdiri
milletimize bırakıyorum. Milletimiz bunun takdirini elbette ki layığıyla
yapacaktır.
Bakın, neler değişti:
Şimdi, bu süreç içerisinde en önemli sorunlarımızdan bir tanesi
Cumhurbaşkanlığı seçimiydi. Türkiye, ne zaman ki Cumhurbaşkanlığı seçimi
olacak, Parlamentosuyla, medyasıyla, siyaset kurumuyla, sokaktaki insanıyla,
kahvedeki insanıyla herkesin büyük bir sıkıntı içine düştüğünü hep beraber
müşahede ettik. Zaman zaman arzu etmediğimiz olaylar gerçekleşti. Maalesef her
seçim bir kördüğüme, o düğüm başka bir düğüme dönüştü ama seçimlerin çoğunda
milletin dediği değil, “millete rağmen” diyenlerin dediği oldu, hem de
Parlamentoda milletvekillerinin oyuyla oldu. Ama biz milletimizden 2003’te
aldığımız yetkinin içerisinde 2007’de Cumhurbaşkanı seçimi yetkisini de
aldığımızı kabul ettik ve Cumhurbaşkanı seçimi sürecinde yapılan hiçbir
dayatmaya boyun eğmedik. Milletimiz bu yetkiyi bize verdi, bu emaneti bize
verdi. Biz, bu yetkiyi ve emaneti milletimizin dediği istikamette kullanacağız
dedik.
Yaşananları
hatırlıyorsunuz. İşte, 27 Nisan e-muhtırası oldu, arkasından Anayasa Mahkemesi
367 kararı verdi ama bizim tutumumuz, bizim tavrımız değişmedi. Herkes şunu
beklemiş olabilir: Geçmişte siyasilere birileri birtakım hukuk dışı müdahaleler
yaptığında siyasiler “Emredersiniz.” diyebilir veya “Şapkası olan şapkasını
alıp gidebilir.” diye düşünmüş olabilirler. Ama bir şeyi unutuyorlar: O da,
bizim şapkamız da yok, fötrümüz de yok, alıp gidecek hâlimiz de yok. Biz
buradayız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Ayıp yahu, ayıp!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Biz buradayız ve milletimizin emanetine sahip çıktık.
Parlamento kilitlendi.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – O
adam daha sonra Cumhurbaşkanı oldu.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Anayasa Mahkemesinin kararından sonra Cumhurbaşkanını
seçemez hâle geldi Parlamento. O zaman seçim kararı aldık yüce heyetinizin
oylarıyla. Milletimize gittik. Demokrasinin yolu kapandı, hukukun yolu kapandı.
“Bu yolu açacak güç bizde yok.” dedik, milletten yetki istedik.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Ayağını kaldırmadan konuş.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Milletimizin verdiği yetkiyle ve Milliyetçi Hareket
Partisinin de -ben burada bir kez daha sayın grup başkan vekiline ve gruba teşekkür
ediyorum huzurlarınızda- milletimiz adına onların da desteğiyle milletin
istediği bir cumhurbaşkanını bu Parlamentoyla beraber Çankaya’ya seçmiş olduk.
Bu, önemli bir adımdır. Bu, Türkiye’nin…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Yok, biz desteklemedik. Yalan söyleme, desteklemedik biz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Efendim, düzeltiyorum, düzeltiyorum…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Parlamentoya girdik, görevimizi yerine getirdik.
OKTAY VURAL (İzmir) –
“Ayağını kaldırıyorsun.” dedim Sayın Bekir Bozdağ. İki ayağın yere değsin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Düzeltiyorum, bakın…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Sayın Başkan, böyle bir yanlış beyan olmaz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Şimdi, burada Milliyetçi Hareket Partisi Parlamentoya
girerek bu sürecin işlemesine imkân vermiştir. O açıdan, ben desteğini ifade
ediyorum. Tamam mı?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Aferin…
OKTAY VURAL (İzmir) – Bizim
kendi adayımız vardı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - O yüzden… Ama teşekkürü kabul etmiyorsanız o sizin bileceğiniz
iş.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Yahu, senden bunun iznini almayacağız Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Ama takdir edilecek her davranışı takdir etmek bizim
vazifemizdir. Biz o davranışı demokrasiye ve millî iradeye saygı anlamında
önemli bir davranış olarak gördüğümüz için takdir ediyoruz. Ben takdirlerimi
iletiyorum Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna ve onlara oy verenlere. Burada
yanlış bir şey yok, eksik bir şey de yok. Ama bu arada önemli bir şey daha
yaptık. O da nedir? O da, bundan sonra Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimini
tartışma konusu olmaktan çıkaran adımı önce Parlamentoda sağlanan uzlaşmayla,
daha sonra da milletimizin kabulüyle atmış olduk. Nedir o? Artık
Cumhurbaşkanını Türkiye’de Parlamentoda olan vekiller değil, Parlamentoya
vekilleri gönderen, asıl olan milletin doğrudan kendisi seçecek. Bundan sonra
hiç kimse Parlamentonun üzerinde birtakım baskılar oluşturmak veya başka tür
hesaplarla şunu Cumhurbaşkanı, bunu Cumhurbaşkanı yapın demeyecek; Türkiye’de
demokrasi de millî irade de sıkıntıya girmeyecek. Herkes, niyeti olan, gönlünde
olan veya partiler istediklerini aday gösterecekler, milletin huzuruna
çıkacaklar ve milletimiz buna destek verecek, milletimizin iradesiyle
Cumhurbaşkanı seçilmiş olacak.
OKTAY VURAL (İzmir) – Ne
zaman?
UMUT ORAN (İstanbul) –
Sayın Bozdağ, ne zaman oluyor? Tarihi belli mi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Önemli bir adımı böylelikle atmış olduk, demokrasiyi
güçlendirdik.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ne
zaman?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Hani faşizan diye itham ediliyor ya, bizim yaptığımız bu.
Millete Cumhurbaşkanını seçtirmek faşizanlık mıdır, yoksa demokrasiye ve
milletin iradesine sahip çıkmak mıdır? Bunu, ben yüce heyetinizin takdirlerine
bırakıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
UMUT ORAN (İstanbul) –
Tarihini kim belirliyor? Tarihini kim belirleyecek?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Sayın Cumhurbaşkanı, göreve geldiği günden bugüne kadar
ülkemize ve milletimize hizmetine devam ediyor. Eleştirenleri olabilir, takdir
edenleri olabilir. Elbette olacaktır. Burası demokratik bir ülke. Bir kişinin
yaptığı her şeyi eğer herkes onaylarsa, herkes takdir ederse o zaman başka
şeyler var demektir ama eleştiri de varsa orada demokrasi var demektir. Ben,
bunu, eleştirileri Türkiye’deki demokrasinin sağlıklı yürüyüşü açısından önemli
bir gösterge olarak görüyorum. Eleştiren arkadaşlarıma da huzurlarınızda bir
kez daha teşekkür ediyorum.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Darbe yapana araba alarak teşekkür ettiğiniz gibi. Darbe yapana madalya
vererek, değil mi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Şimdi, Sayın Özçelik ifade etti. Burdur’a otuz dokuz senedir
ilk defa bir cumhurbaşkanı geldi. Cumhurbaşkanı, Çankaya’da sadece oturacak,
gelen kanunları veya kararnameleri imzalayacak gibi bakarsanız o zaman
Cumhurbaşkanının Çankaya’nın dışına çıkmasını eleştiri konusu yapabilirsiniz.
Burdur’a gitmesini eleştirebilirsiniz, Yozgat’a gitmesini eleştirebilirsiniz…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Hayır mı diyeceksin oylamaya?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Kayseri’ye, Bayburt’a gitmesini eleştirebilirsiniz…
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Hayır, hayır, biz darbe yapana madalya vermeyi eleştiriyoruz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Ama bu Cumhurbaşkanı, milletin Cumhurbaşkanı; milletin
içinde olacak, milletin derdiyle dertlenecek, onlarla konuşacak, hâlleşecek.
Bunda eleştirilecek bir şey yok.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Nerede 28 Şubatı yapan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Kaldı ki sadece Türkiye’nin içinde değil, yurt dışına da
Sayın Cumhurbaşkanı seyahatlerde bulunabilir. Yurt dışına gittiği zaman, bugün,
dünyanın 155 ülkesinde 6,5 milyon vatandaşımız var, yüzlerce milyon soydaşımız
var, akrabamız var. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı geldiği zaman Almanya’daki
vatandaşlarımızın, Avusturya’daki vatandaşlarımızın, Hollanda’daki
vatandaşlarımızın, Makedonya’daki soydaş ve akrabalarımızın, vatandaşlarımızın
gözlerindeki sevincin nasıl olduğunu o gezilere katılanlar, bu gezilerin
oradaki sağladığı havayı görenler bilir ama katılmaz, görmezsek o zaman farklı
şey olur.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Tarihte ilk defa olmuyor bu, tarihte.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Onun için, Türkiye'nin bugün içeride ve dışarıda artan
nüfuzu elbette ki bu ziyaretlerle önemli anlam kazanmakta, Türkiye'nin gücü her
tarafta farklı bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Bugün Türkiye'nin ihracatı
-daha 2011 rakamları netleşmedi ama bir rekora gideceği gözüküyor- bu noktaya
geliyorsa Başbakanımız veya Cumhurbaşkanımız Ankara’nın sınırları içerisine
kendisini hapsettiği için değil, hem Türkiye'yi fellik fellik hem de dünyayı iş
adamlarıyla, akademisyenlerle, her tür yetkili insanlarla birlikte koştuğu,
onların derdini kendi derdi olarak gördüğü içindir. Bu, övünülecek bir şey,
eleştirilecek bir şey değil.
Cumhurbaşkanımız gitsin,
gittiği yerde ay yıldızlı al bayrağımız dalgalanıyor. Başbakanımız gitsin,
gittiği yerde ay yıldızlı al bayrağımız dalgalanıyor. Ben bundan gurur duyarım.
Hatırlar mısınız, geçmişte “Türkiye” dendiği zaman Galatasarayın ismi, bizim
şimdi Değerli Vekilimiz Hakan Şükür’ün ismi çıkıyordu; başka, Türkiye'nin
yerinden, Başbakanından kimsenin haberi yoktu ama bugün Türkiye'nin bayrağını
görünce, Türkiye'nin Başbakanını, Cumhurbaşkanını dünya biliyor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Nasıl öğrettik bunu; yatarak mı, çalışarak mı? Biz
çalışarak bunu gerçekleştirdik.
Tabii, Sayın
Cumhurbaşkanımızın, Kralı ziyareti eleştiri konusu yapıldı. İşin doğrusu
üzüldüm. Neden? Kralın uzun zamandır, sadece bir iki aydır değil, uzun
yıllardır hasta olduğu ve çok ağır bir tedavi geçirdiği herkesin malumu. Resmî
ziyaretlerde bile hekim kontrolünde ve o şeyle gittiği zorunlu ziyaretlerde
bile aynı durumda olduğu herkesin malumu. Böylesi bir durumda bir başbakanın
veya cumhurbaşkanının nezaketen gitmesi, böyle bir görüşme yapması insani
olarak da eleştirilmez, törelerimiz açısından da eleştirilmez.
OKTAY VURAL (İzmir) – Hasta
yatağında mıydı yani, Allah’ını seversen! Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı
ya, nasıl küçük görebilirsin? Şuna bak ya! Kralı methediyor da bizim
Cumhurbaşkanı sanki şey…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Hasta ziyareti ve onlarla görüşmek böyle bir durumda bizim
medeniyetimizin de bir ölçüsüdür.
Bakın, şimdi, Sayın Vural,
Sayın Başbakanımız tedavi görüyor…
OKTAY VURAL (İzmir) – Doğru
düzgün konuşun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Ben doğru konuşuyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Burada Türkiye Cumhurbaşkanına hakaret etmiş oluyorsunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Doğru konuşuyorum. Hiçbir tane benim söylediğimde eksik yok,
yanlış yok.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sen
Kralın temsilcisi değilsin! Arabistan Kralının temsilcisi değilsin!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Bakın, Sayın Başbakanımız tedavi görüyor, rahatsız, şu anda
evinde, istirahatta değil mi? Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkan Yardımcısı
Türkiye’ye geldi. Sayın Başbakanımızın da görüşmeleri vardı ama görüşemedi.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Gelecek tabii, tabii gelecek.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Başkan Yardımcısı!
OKTAY VURAL (İzmir) –
Muavin, gelecek tabii, ne olacak?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Peki, Biden geldi, Sayın Başbakanı evinde ziyaret etti, görüştü.
Sayın Başbakanımız Katar’a gidecekti.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Sayın Bakan, siz diplomasiden hiç anlamıyorsunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Katar Emir’i geldi, Sayın Başbakanımızla evinde görüştü. Bu
bir nezakettir, bu bir medeniyet kuralıdır. Bu eleştirilmez ancak alkış alan
bir şeydir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz de yapıyoruz, zamanı geldiği
zaman başkaları da yapıyor.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sen
Kralın sözcüsü müsün ya! Allah’ını seversen, Cumhurbaşkanını nasıl… Şuna bak
ya!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Tabii, bu çok önemli bir husus, ben bunu bir kez daha
huzurlarınızda ifade etmek istedim.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Arabistan’a demokrasi ne zaman gelecek Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bir başka konu, kanun hükmünde kararname
çıkarmak Türkiye Büyük Millet Meclisini baypas etmek değildir. Neden değildir?
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Devleti teşkilatlandırdınız yeniden ya!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Şimdi, güleceğiz ama ben derim ki Türkiye…
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Cehaletinize gülüyorum Sayın Bakan!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Tabii, tabii, bu eleştirileri cehalet kaldırmaz ama bilgi,
bu eleştirilere verilecek bilgi bunu ortaya koyar.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Sizin cehaletinize gülüyoruz, kanun hükmünde kararnameyi bilmiyorsunuz! Onu
şube müdürleri yazar.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Bakın, Anayasa’nın 91’inci maddesi “Kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisi verme.” Bu bizim Anayasa’mız mı?
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Olağanüstü hâllerde.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Yürürlükte mi ve bu Anayasa’ya göre kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisi veren kanun Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve komisyonlarda
görüşüldü mü? Meclisten ne kaçırıldı?
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Yetki kanunu be!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Görüşüldü, konuşuldu, süre verildi, hangi sürede, ne kadar
çıkartılacağı ifade edildi.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Hangi
mecliste görüşüldü?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – O çerçevede kanun hükmünde kararnameler çıkartıldı. Sadece
bizim dönemimizde de değil…
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Sayın Bakan, bu nasıl cehalettir ya!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Ben burada gündem dışı bir konuşmaya cevabımda da söyledim.
Bakın, Rahmetli Ecevit’in 1974 Hükûmet döneminde, Birinci Hükûmet döneminde 3
tane, CHP o zaman iktidar.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ya,
beşinci defadır anlatıyorsun bunları Sayın Bakan, geç bunları ya.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Yine Rahmetli Ecevit’in Üçüncü Hükûmet döneminde 21 tane,
hem de kaç gün içerisinde, rakamlarla baktığınızda o kadar uzun zamanlar da
değil.
Şimdi, bir başka konu:
DYP-SHP’nin koalisyon iktidarı olduğu dönemde, Demirel’in Başbakanlığı
zamanında 14 tane kanun hükmünde kararname. Daha sonra Sayın Demirel
Cumhurbaşkanı seçilince Tansu Çiller Başbakan oluyor ve onun Başbakanlığı
döneminde, bunun bir kısmında da daha sonra SHP-CHP birleşmesinden sonra…
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Ya, bu hükûmetler koalisyon hükûmeti!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – …CHP’yle birleşiliyor ama toplama baktığınızda Tansu
Çiller’in Başbakanlığı döneminde…
OKTAY VURAL (İzmir) – Hani
sizin döneminiz ileri demokrasi dönemiydi? Allah Allah…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – …DYP-SHP, azıcık bir kısmında da CHP’nin iktidarı var, tam
75 tane kanun hükmünde kararname çıkartılmış.
DSP, Anavatan Partisi ve
Milliyetçi Hareket Partisinin iktidar olduğu dönem içerisinde de 51 tane kanun
hükmünde kararname çıkartılmış. (MHP sıralarından gürültüler)
OKTAY VURAL (İzmir) – Neyle
ilgili?
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
Deprem oldu deprem, olağanüstü hâl vardı o zaman.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Bizim iktidarımız döneminde de dokuz sene içerisinde
çıkardığımız kanun hükmünde kararname sayısı 35’tir.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Bir
kerede 11 tane çıkardınız.
OKTAY VURAL (İzmir) – Tüm
devlet teşkilatını değiştirdiniz ya.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Bunlar bir yetkidir, Anayasa’nın verdiği yetki çerçevesinde
bizim bunu kullanmamız Anayasa’ya uygundur, Meclisi de baypas etmek değildir.
OKTAY VURAL (İzmir) – Hani
12 Eylül Anayasası gerici bir anayasaydı, niye kullanıyorsun ya?
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Tek
başınıza iktidarsınız ya, utanmıyor musunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Bakın, Meclise sunduk…
OKTAY VURAL (İzmir) – Türkiye
Büyük Millet Meclisini baypas ediyorsun. Kanun hükmünde kararnameler doğru
değil.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – …bunların hepsi şu anda Parlamentoda çünkü Anayasa’nın hükmü
gereği kanun hükmünde kararnameler Resmî Gazete’de yayımlandığı gün Meclise
sunulur.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Ah, Sayın Bakan, söylediğine sen de inanmıyorsun ya!
OKTAY VURAL (İzmir) – Hani
Evren Anayasası’na karşıydın sen?
İZZET ÇETİN (Ankara) –
Meclise niye getirmiyorsun?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Şu anda da hepsi Türkiye Büyük Millet Meclisinde. (CHP
sıralarından gürültüler)
İZZET ÇETİN (Ankara) –
Senden bakan olacak!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Tabii, bir başka konu, Anayasa Mahkemesi yüksek
mahkemelerimizden bir tanesi. Tabii, hem Anayasa’da yapılan değişiklikler hem
de Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun’un yeniden
yapılmasıyla Anayasa Mahkemesi farklı bir yapılanmaya gitmiştir.
Şimdi, “Ne var yeni
olarak?” diye baktığınızda, Anayasa Mahkemesinde yeni olarak en önemli
adımlardan bir tanesi bireysel başvuru yoluyla atıldı. Türkiye'nin Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinde aleyhinde en fazla dava olan ülkelerin başında yer
almasının en önemli nedenlerinden bir tanesi bireysel başvuru hakkının iç hukuk
içerisinde tanınmamış olmasıdır.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Öyle değil, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını Türkçeye çevirmemenizden
kaynaklanıyor, başka bir şey değil.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Şimdi, Anayasa Mahkemesine biz bu imkânı verdik. Bundan
sonra, Anayasa Mahkemesine, vatandaşlarımız, iç hukuk yollarını tükettikten
sonra, hakları kamu gücü tarafından ihlal edilenler, Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru hakkını kullanarak müracaat edebileceklerdir.
Peki, Anayasa Mahkemesi bunun
altından kalkar mı? Kalkar. Nasıl kalkar? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir
tane, kendisinin dava…
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Onu da ticarete dönüştürdünüz, 2 milyar para cezası getirdiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - …yetkisini tanıyan onlarca ülkenin gelen dosyalarının
hepsini karşılıyor. Peki, nasıl karşılıyor? İki mahkemenin sistemini bilirseniz
bunu daha rahat değerlendirirsiniz.
Şimdi bakın, Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelemesi…
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Reddedilirse kaç para ceza verir vatandaş? 2 milyar para cezası ödüyor
vatandaş. Onu da paraya çevirdiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - …Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un
48’inci maddesi ve ilgili maddelerinde düzenleniyor. Hepsi önce bir kabul
edilebilirlik değerlendirmesine tabi tutulacak ve bunun, tabii, sistemin
oturması zaman alabilir ama bu kabul edilebilirlik şartlarını taşımayanları
zaten görüşmeyecekler, onlar iade edilecek.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Kaç para ceza verecek, onu da söyler misiniz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Bundan memnun olmayan olursa onun AİHM’e zaten doğrudan
gitme yolu açılacak.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
AİHM para cezası veriyor mu, siz veriyorsunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Ama diğerleri olursa onunla ilgili kararı da ne yapacak?
Anayasa Mahkemesi verecektir. Ondan sonra AİHM’e müracaat edebilecektir.
Bakın bir başka konu: Bir
milletvekili arkadaşımız dedi ki kanun hükmünde kararnamelerle alakalı...
Anayasa Mahkemesiyle de ilgili olduğu için burada cevaplandırmak istiyorum. O
da şu, dendi ki: “Yok hükmündedir bu kanun hükmündeki kararnameler.” Neden?
Çünkü Başkan oy kullanmıştır, Başkanın oy kullandığı taraf farklı bir karar
vermiştir.
Hatta dün de Sayın Başkanla
ilgili eleştiri yapılırken de bir arkadaşımız söyledi: “İvedi, önemli, zorunlu
şartları aranır, diyor kanun hükmündeki kararnamede, bunda aranmıyor.” İşte,
“Dün Başkan başka karar verdi, bugün başka karar verdi.” diye eleştiriler de
oldu.
Ben bu eleştirilerin
hepsine saygı duyuyorum ama benim için yol gösterici olan Anayasa’dır.
Anayasa’nın ben 91’inci maddesine bakıyorum: “İvedi, önemli, zorunlu şartları”
kanun hükmünde kararnamenin şartı olarak var mı, yok mu? Böyle bir şart yok.
Peki bunu kim koymuş? Anayasa Mahkemesi koymuş, 1990’lı yıllarda, 1991 yılında
önüne gelen 27 esas sayılı bir dosyayla bunu koymuş. O zaman da -benim elimde
şimdi karar- Haşim Kılıç’ın muhalefet gerekçesi var, diyor ki muhalefet
gerekçesinde: “İvedi, önemli, zorunlu şartı Anayasa 91’de yok, Anayasa
Mahkemesi yasa koyucu yerine geçerek ivedi, önemli, zorunlu şartını koyarak
anayasa yapamaz.” diyor, “Ben buna muhalifim.” diyor. Daha sonraki süreçlerde
buna dair muhalefet koymuyor, çünkü Anayasa Mahkemesi önüne gelen her konuda
aynı kararı verdiği için koymuyor. Fakat uzunca bir aradan sonra konu yeniden
önüne geldiğinde tekrar bir değerlendirme imkânı oluyor ve Anayasa Mahkemesi
görüş değiştiriyor. Mahkemelerin içtihatları nas değil ki, bugün öyle
diyebilir, yarın şartlar değişir, başka bir karar verebilir. Şimdi görüş,
içtihat değişikliği var.
Peki, karar verme yeter
sayısıyla ilgili sorun var mı? Şimdi, bakıyorum Anayasa Mahkemesiyle ilgili
kanunun 65’inci maddesine, birinci fıkrasını okuyorum: “Genel Kurul ve bölümler
kararlarını katılanların salt çoğunluğuyla alır. Oyların eşitliği hâlinde
Başkanın bulunduğu tarafın görüşü doğrultusunda karar verilmiş olur.” Ben
demiyorum, bakın burada kanun diyor. Hani yok hükmündeydi? Kanuna bakmazsanız,
sadece işin bir kısmını görürseniz, o zaman farklı bir şey çıkabilir. O
nedenle, ben Anayasa Mahkemesinin yeni dönemde de görevlerini yaparken insan
haklarından yana, hukuk devletinden yana, demokrasiden yana, hukukun evrensel
değerlerinden yana tavır koymasının Türkiye’nin demokrasisini geliştirmesi
açısından önemli olduğunu her defasında ifade ettim. Başka ülkelerde
baktığınızda demokrasi, insan haklarını geliştirme konusunda hem cezayla ilgili
yüksek mahkemelerin hem de Anayasa Mahkemesi konumunda olan mahkemelerin,
yürütme organlarını, yasama organlarını zorladığını ve onların zorlamasıyla
önemli adımların atıldığını görüyoruz ama Türkiye örneğine baktığınız zaman,
uzunca bir zamandır Türkiye’de -hâlâ da öyle- mahkemelerin, temel haklar
konusunda, demokrasi konusunda, hukukun üstünlüğü konusunda, parlamentoları,
siyaset kurumunu, yürütmeyi zorlayan kararlar vermek konusunda maalesef son
derece tutucu kararlarına hep beraber şahit oluyoruz. Eğer öyle olmasaydı bu
mahkemelerden, okumak isteyen insanların önüne şekil engelleri konmazdı. Hukuk
devleti “Okumak istiyorum.” diyene “Sen şu kıyafeti giymezsen ben sana okumayı
yasaklıyorum.” diyen bir karara herhangi bir mahkemenin onay vermesine izin
vermezdi, veremezdi pek çok konuda. Ben bunu sıralayıp çoğaltabilirim, alt alta
örneklerini koyabilirim. Türkiye’de pek çok alanda sorunlar var. Hem Ceza Genel
Kurulu hem İçtihadı Birleştirme Büyük Hukuk Genel Kurulu hem Anayasa Mahkemesi
hem de başkaca yüksek mahkemeler bu noktada demokrasiyi güçlendirici kararlar
verebilirler çünkü 90’ıncı madde ortada, Türkiye'nin aldığı mesafe ortada.
Öyleyse bizim bu mesafeyi hukukun evrensel değerleriyle beraber hareket
ettirmemiz lazım ama maalesef bu noktalarda pek çok tutucu kararlara hep
beraber şahit olduk.
Bir başka konu değerli
arkadaşlar, yargıyla ilgili. 12 Eylülde kabul edilen Anayasa değişikliğiyle
önemli adımlar attık. Burada pek çok değerli arkadaşım eleştirilerde
bulundular: “Yargı AK PARTİ’nin arka bahçesi oldu.”, “Yargı AK PARTİ’nin
tekeline girdi.” Dün de çok yakışık almayan, bu kürsüye yakışmayacak, maalesef
bizim ahlakımızla da örtüşmeyen kelimelerle, cümlelerle anıldı. Ben ondan hicap
duydum, bu hicabımı burada bir kez daha sizlerle paylaşmak isterim.
Peki, ne yaptık da biz
yargıyı arka bahçesi yaptık, ben onu sizinle bir paylaşmak istiyorum, vicdan
terazinizin üzerine bir kez daha bu hususu koymak istiyorum. Milletimiz de buna
karar versin, yüce Parlamento bir kez daha buna karar versin.
Eskiden Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu, Yargıtay ve Danıştaydan seçilen üyelerden oluşuyordu.
Onlar belli sayıda üyeyi seçiyor, Sayın Cumhurbaşkanı da onlardan 1’ini
atıyordu, 2 tane de tabii üyesi vardı, Yargıtaya, Danıştaya üyeyi de onlar
seçiyordu. Yani al gülüm, ver gülüm hesabı gibi. Onlar onu seçiyor, onlar onu
seçiyor. Peki, bu seçilenler yargıyı tamamen temsil edebiliyor mu? Yok. Adli
yargıda görev yapan binlerce hâkim, savcı var. İdari yargıda görev yapan
binlerce hâkim, savcı var, bunların bir temsilcisi var mı? Yok. Peki,
demokrasilerde milletin temsilcisi olur, milletin temsilcisi var mı? O da yok.
Peki, ne yaptık biz? Yaptığımız şey şu: Üye sayısını 22’ye çıkardık. Dedik ki:
“Bu üyelerden 3 tanesini Yargıtay Genel Kurulu doğrudan seçsin.” Eskiden
doğrudan seçemiyordu, şimdi doğrudan seçme yetkisi verdik. Cumhurbaşkanı,
Yargıtayın Genel Kurulunun aklı yetmez diye -12 Eylül öyle koymuş zannedersem-
“Onlar iyisini seçemez de 3 tane göndersin, aradan ben seçeyim.” mantığıyla
bina edilmiş, “Onlar da yanlış yapabilir. Yanlış Çankaya’dan dönsün.” diye konmuş
bir anlayış. Biz ne dedik? “Yargıtay buna ehildir, ehliyet sahibidir, Genel
Kurulun değerli üyeleri kendilerini temsil edecek kişiyi doğrudan seçsin.
Danıştayın Genel Kurulunun değerli üyeleri kendilerini temsil edecek kişileri
doğrudan seçsin.” Kürsüde olan hâkim ve savcıların hakkında hem disiplin…
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
Rektörleri nasıl seçtiniz Sayın Bakan?
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Sonra oraya 150’şer tane üye atayın!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – …hem de başka pek çok karar veriliyor, tayin, atama, başka
konularda yetkilendirme vesaire. Onların söz hakkı yok. Kendileri hakkında
meslekten ihraca varana kadar çok ağır cezaları veren bir kurul var, o kurulun
oluşumuna dair sözü yok. Dedik ki kürsüdeki hâkimlere, adli yargıya: “7’sini
siz seçin, 3’ünü idari yargı seçsin.” Ama nasıl seçsin? Yargının denetim ve
gözetimi altında seçsin. Gene yargıçların denetimi ve gözetimi altında
seçiliyor. Şimdi, seçim oluyor, vatandaş oy verdiği zaman “Bunların aklı
yetmez.” İşte, “Eğitim düzeyi yüksek olsa AK PARTİ iktidara gelmez.” (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bu sefer eğitim düzeyi yüksek olanlar bir seçim yapıyor,
bu ülkede hukuku bitirmiş, hâkim, savcılık sınavının tamamlamış, onlarca yıldır
belki bu kürsülerde, hâkim, savcılık kürsülerinde hizmet veren insanlar oy
kullandığında da bu sefer “Onlara baskı oldu, dayatma oldu.” Peki, “eğitimi
olmayanlar” dediniz, anladık, eğitimi olanlar nasıl oluyor onu bir türlü
anlamadık. Bakın, bunlar herkesi farklı kategoriye koyma anlayışıdır, milletin
iradesine ve millete saygı duyan bir anlayış milletine böyle demez. Millet
özgür iradesiyle sandıkta oyunu kullandığı gibi, bu milletin evlatları
arasından çıkan hâkim ve savcılar da özgür iradesiyle sandıklarında oylarını
kullanıyorlar, kullandılar ve seçim yaptılar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, bundan rahatsız olmamak lazım. Cumhurbaşkanı da avukatlar arasından ve
üniversitedeki hukukçu öğretim üyeleri arasından 4 kişi atıyor, onu da millet
seçiyor Sayın Cumhurbaşkanını.
Ben isterdim ki demokratik
bir ülkede biz eleştiriyi şurada yapalım: Neden Parlamento seçmiyor, milletin
temsilcileri burada değil mi? Niye Parlamentoya bu yetkiyi vermedik? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) “Avrupa’da, ileri demokrasinin olduğu pek çok ülkede
parlamentolar HSYK’ya üye seçerken Türkiye neden Parlamentosuna güvenip de
bunun içine bunu niye koymadınız?” diye ben eleştiri beklerdim ama koyamadık,
keşke onu da koysaydık iyi olurdu. İnşallah, yeni dönemde anayasa
çalışmalarında böyle adımı birlikte atma imkânı doğar. Burada yargının ele
geçme imkânı söz konusu değil, bir defa, oluşum buna izin vermiyor. Demokratik
bir seçim var, demokratik bir seçimde yandaş bir yapının oluşturulmasının
imkânının olmadığını, demokratik olan bir usulde isteyenin istediği şekilde
iktidara gelme imkânının olmadığını, bu ülkede girdikleri her seçimde iktidarı
bir türlü elde edemeyenlerin bizden daha iyi anlaması lazım ama bu maalesef
farklı bir şekilde değerlendirilmeye devam ediliyor.
Bakın, bir başka şey
söyleyeceğim: Hâkim ve savcılarla ilgili soruşturma, inceleme yetkisi eskiden
kime aitti? Adalet müfettişlerine aitti. Adalet müfettişleri nereye bağlıydı?
Adalet Bakanlığına bağlıydı. Bakan izin veriyordu, müfettişler araştırıyordu. Peki,
şimdi ne oldu? Soruşturma ve inceleme yapma yetkisi artık HSYK’ya bağlı Teftiş
Kuruluna geçti. İlgili bir daire var orada. O daireye şikâyetler geliyor,
inceleniyor. Onlar, Kurulun Başkanı, Bakan, ona sunuyorlar. Eğer bunun için
inceleme izni verilsin diye sunarlarsa veya soruşturma izni verilsin diye
sunarlarsa, Bakan ancak o zaman müdahil olabiliyor. Onun dışında sunmazlarsa
Bakanın bir yetkisi yok. Şimdi, peki, bir bakan veya bir hükûmet, yargıyı
elinde tutmak ister de yargının üzerinde en etkili olan yapılardan birini
böylece alıp başka birine verebilir mi?
Bir başka şey, hâkim ve
savcıların ataması, terfileri, vesaireleri HSYK tarafından yapılıyor. Eskiden
kurul hâlinde çalışıyordu, Adalet Bakanı Kurul’un Başkanı. İsterse bütün
toplantılara katılıp “Şunu şuraya atayın, bunu buraya atayın.” deme hakkı var
mı? Var. Ama şimdi var mı? Şimdi yok, biz onu kaldırdık. Orada bir daire buna
bakıyor. O daireye de Adalet Bakanı başkanlık edemiyor, o dairenin üyeleri de
doğrudan doğruya hâkimler, savcılar, Yargıtay, Danıştay, Adalet Akademisinden
gelenlerden oluşuyor. Şimdi, yargıyı eline geçirmek isteyen bir iktidar, bütün
hâkimleri, savcıları atama, disiplin vesaireyle alakalı bütün yetkileri
devreder mi? Biz devrettik. Neden devrettik?
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) –
Hepsini ele geçirdiğiniz için.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Çünkü bizim içimiz yandı, içimiz, yandaş yargıdan içimiz
yandı, bu ülkenin yılları kayboldu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bir şeyi özellikle ifade
etmek istiyorum, hem AK PARTİ açısından hem de bütün partiler açısından: Bir
ülkede yargı yandaş olursa o ülkede felaket bir noktaya değil kıyamete dönüşmüş
demektir. Böyle bir şey olmasın diye, yargı ne AK PARTİ tarafından ne CHP ne
MHP ne BDP ne de başka bir güç tarafından ele geçirilmesin, yargıçların
iradesiyle gelenler orada olsun, tarafsızlık ve bağımsızlık tam hayata geçsin
diye biz bu adımları attık ve bugün, bundan sonra da hiçbir kimse bu yapı
işlediği sürece yargıyı ön ve arka bahçesi olarak göremeyecektir.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Zaten sizin arka bahçeniz oldu yargı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Bugün yapılan eleştirilere baktığınız zaman, dün onlarca
sene, on, yirmi sene önce bakanlık yapmış birilerinin Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kuruluyla görüşmelerle Yargıtaya üye tespitinde nasıl tesirler olduğunu
hep beraber dinledik, gördük. Bütün bunlar önemli şeyler ama bundan sonraki
sistemde, yapıda buna izin verecek bir mekanizma yok, ortadan kalktı. Yargı
bağımsız olacak, tarafsız olacak, herkes de buna alışacak çünkü artık yargı
kimsenin ne ön bahçesi ne arka bahçesi.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Ankara) –
Senin arka bahçen, senin!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Eğer bir gün öyle bir şey olursa ona en fazla biz karşı
çıkarız. Her zaman da karşı çıktık, bundan sonra da karşı çıkmaya devam
edeceğiz.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Bu
söylediğinize inanıyor musunuz Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Yargıtayda üye seçilenler, bunların hepsi bu ülkenin hukuk
fakültelerinde okumuş…
OKTAY VURAL (İzmir) – Yapma
ya, Allah Allah!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – …hâkimlik, savcılık sınavlarında başarılı olmuş ve birinci
sınıf olmuş hâkim ve savcılar arasından seçiliyorlar. Bunlar bu ülkenin
evlatları, burada yetişmiş insanlar. Onlara “militan” yakıştırmasını yapmak
fevkalade yanlış olur. Bu doğru bir şey değil çünkü eğer siz istediğiniz gibi
davrananlara bir yaklaşım, öteki tür davrananlara başka tür yaklaşım
sergilerseniz burada çifte standart var demektir.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Sizin gibi sürmek lazım Sayın Bakan değil mi? Sürdünüz siz onları.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Geçmişte, geçmiş HSYK döneminde Sayın Aykut Cengiz Engin
Ergenekon soruşturmalarıyla görevli 2 tane savcının yetkilerini değiştirdiği
zaman, aynı eleştiriyi o zaman yapsaydınız ben o zaman derdim ki: “Ya doğru
bunlar bir şey söylüyor.” Ama ben yaptım.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Deniz Fenerinde de yaptın mı?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Sayın Öz’ün yetkisi kaldırıldığında da eleştirdim, daha önce
birileri kaldırmaya çalıştığında da yine eleştirdim çünkü yanlış dedim, doğru
bulmadım, o nedenle bunu eleştirdim. O zaman eleştirirseniz şimdi de eleştirme
hakkınız olur ama bunlarla ilgili, Hükûmetle alakası olmayan bir tasarrufla
Hükûmeti irtibatlandırmak fevkalade yanlış olur.
Yargıtay seçimlerinde dönen
yapıyı hukukçu arkadaşlarım çok iyi bilirler, Yargıtaydan gelenler çok iyi
bilirler. Aylarca turların devam ettiği olur bir daire başkanlığı seçimi için.
Aylarca, altı ay, yedi ay, tur üstüne tur, tur üstüne tur. Orada blok boş oy
kullanmaların ne kadar çok olduğunu herkes bilir. Dün de vardı, daha önceki
zamanda da vardı, bundan sonra da olabilir çünkü hâkimlerin, savcıların veya
Yüksek Mahkemenin değerli üyelerinin nasıl oy kullanacağını tayin etmek bizim
yetkimiz değil, sizin de yetkiniz değil, başka bir kimsenin de yetkisi değil.
Onlar kendileri bunu takdir edeceklerdir, bunu değerlendireceklerdir.
Bir başka husus:
Kadrolaşmayla ilgili burada ifade edildi. Tabii, kadrolaşma konusunda bizim bir
tecrübemiz yok ama tecrübesi olanlar, nasıl olduğunu iyi bildikleri için
herhâlde, bol bol bir eleştiri yapıyorlar ama bizim yok. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Bakın, ben bir şey
söyleyeceğim. Sadece bir tanesiyle değil, adli yargıyla ilgili. Aynısı Millî
Eğitim Bakanlığıyla ilgili. Millî Eğitim Bakanımız belki açıklar.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Başbakanla ilgili bilirkişi raporu veren kişiyi HSYK’ya geçirdiniz mi,
geçirmediniz mi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Yedi sekiz tane, Millî Eğitim Bakanlığı, tayin atama
yönetmeliği çıkardı, hepsi mahkemeden döndü.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Somut örnek veriyorum size ben: Başbakanla ilgili bilirkişi raporunu veren
kişiyi HSYK’nın üyesi yaptınız mı, yapmadınız mı?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Şimdi, bakın, hâkim, savcıların sınavlarıyla alakalı bir
sistem var bizim yapımızda. Ne zamandan? 1983’ten 2007’ye kadar hâkim, savcılar
aynı usulde alınıyor. Bir sıkıntı yok ve yapı aynı. İdare mahkemesine dava
konusu oluyor konu, idare mahkemesi davayı reddediyor. Danıştaya gidiyor konu,
Danıştay da bunun Anayasa ve hukuka uygun olduğuna, bir kez değil, defalarca
karar veriyor.
Şimdi, Anayasa değişmedi,
kanunlar değişmedi, 2007’den itibaren idare mahkemesinin kararları değişti,
Danıştayın kararları değişti. Şimdi, “Bu Anayasa’ya aykırı, bu hukuk devletine
aykırı…” Ben şimdi sorarım, eleştirmek hakkım: Peki, 2007’den önce Anayasa aynı
Anayasa değil miydi, kanunlar aynı kanunlar değil miydi? O zaman neden aykırı
kararlar verilmedi? Bakıyorsunuz, başka türlü kararlar ve sonuçta “Biz Hükûmete
güvenmiyoruz anlamı çıkar, kamera koyacaksınız.” diye şart getirildi.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Size güvenmemekte haklı değiller mi Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Bugüne kadar hangi hükûmete, hangi mahkeme, ne zaman “Siz
personel alırken onlarla ilgili bütün sınavlarda kamera koyacaksınız.” diye bir
kanun çıkardı? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Hani şeffaflık vardı?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Böyle bir şey olur mu? Burası hukuk devleti.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Önceden hukuk devletiydi Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Bu subjektif bir yaklaşımdır, “Kanun buna izin vermiyor ama
ben sana güvenmiyorum.” demektir. Mahkemeler böyle bir karar veremez.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Devlet şeffaf olacaktı hani?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Onun için de ben eleştirdiğimde söylerim “Bu yanlıştır.”
diye ama herkesin de eleştirdiğinde söylemesi lazım, yanlışları da, doğruları
da.
Biz hukukun üstün olmasını
istiyoruz. Yargının kararlarında hukuk neyse ona göre hareket etmesi bizim
hepimizin ortak arzusudur çünkü yargının verdiği kararlar herkesi mutmain
etmelidir. Eğer mutmain etmiyorsa sıkıntı var demektir. O nedenle de yargı da
kararlarında buna özen gösterecektir. Göstermediği zaman iktidar da
eleştirebilir, muhalefet de eleştirebilir çünkü yargı kararları da kutsal
kararlar değildir.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Yargının kararlarını yerine getirmeyen, tazminata mahkûm olan ilk Başbakan kim?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Ama istifa eden hâkimlerle alakalı değerlendirmeler yapıldı,
ben bunu özellikle ifade etmek isterim: Pek çok memur istifa edebilir,
hâkimlikten, öğretmenlikten, doktorluktan. Siz bunların hepsinin altında bir
anlam ararsanız o zaman farklı sonuçlar ortaya çıkabilir.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Arkasındaki anlam baskı görmek Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Kimisi eş nedeniyle, kimisi başka bir iş nedeniyle, kimisi
sağlık nedeniyle ayrılabilir. Hâkim ve savcılık mesleğinden de her yıl belli
sayıda -bazen az, bazen çok- her dönemde istifa eden, görevden ayrılan insanlar
var.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Onları nefes alamaz durumuna getirdiniz Sayın Bakan, onun için istifa
ediyorlar.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Ama hiçbiri hiçbir dönemde bunu siyasete alet ederek
ayrılmamıştır. Mesela ben Militan Demokrasi kitabını yazan Sayın Vural Savaş
var, istifa nedeni nedir diye… Biliyorum ama Sayın Vural Savaş’ın basında bu
konuda açıklamalarını duymadım. O dönemde, HSYK üyesi olduğu dönemde HSYK’ya
yapılan baskılar nedeniyle istifa etti ama çıkıp da bunlarla ilgili bir
açıklama yapmadı. Fakat bir tetkik hâkimi veya herhangi bir savcı istifa
ediyor, avukatlık bürosu açıyor, Yargıtayda yıllarca çalışmış -avukatlar bilir,
bu büyük bir itibardır, avukatlık için iyi bir yapıdır- istifa ediyor veya
başka şeylerle kullanıyor bunu.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– İstifa etmek zorunda bırakılıyor Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Kullananla bu işte istifa edip ayrılan onlarca hâkim ve
savcı var. Hangisinden böyle bir açıklama var?
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Pek çoğundan var bu açıklama son dönemde.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – O açıklamaya bakarsanız “Yirmi tane de arkadan geliyor.”
diyor. Yirmi tane dediklerinin istifasını da duymadık.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Savcıları sürdüğünüzü inkâr mı ediyorsunuz Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Yani ben onun için de siyaseti yapanlar bunu siyasetçilere
bırakırlarsa daha isabetli olur diye düşünüyorum.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Ömer Faruk Eminağoğlu’nu nereye gönderdiniz Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Öte yandan MİT Müsteşarlığıyla ilgili bir iki hususu
paylaşmak istiyorum:
Bir tanesi, Genelkurmay
Elektronik Sistemler yapısıyla MİT bünyesinde aynı görevi modern yöntemlerle
yürüten Elektronik İstihbaratın birleştirilmesi yani aynı yapının
tekleştirilmesi. Bunun neresi yanlış? İki kurum anlaşıyor, bir araya
geliyorlar, Türkiye'nin lehine istihbaratı daha derli düzenli toplamak,
ülkemizin, milletimizin hayrına, yararına kullanmak için bir protokol
yapıyorlar, karşılıklı altına imza atıyorlar, ondan sonra da birleştiriyorlar.
Bu işin tarafları, uzmanları, bu işi en iyi bilen insanlar bunu yapıyor. Ondan
sonra da bunun altında başka anlamlar arıyoruz. İstihbaratın etkili olması,
ülkemizin güvenliği açısından, hem içeride hem dışarıda huzuru açısından son
derece önemli bir husustur ve bu konuda atılmış, ihtiyaçtan doğmuş bir adımdır.
Bu yanlış bir adım değil, iki tarafın da kabul ettiği doğru bir adımdır.
Öte yandan, mesela “Millî
İstihbarat Teşkilatına 2 tane kaymakam alındı.” diyor. Ben, değerli
arkadaşımdan kaymakamların isimlerini verirlerse memnun olurum çünkü benim
aldığım bilgide “Bir kaymakam ataması yok.” diyor. Eğer bu bilgiyi, kendisi
kaymakamlarımızın isimlerini verirlerse ben yetkililere bunu soracağım.
Herhangi böyle bir kaymakam ataması söz konusu değildir. Kaldı ki eğer ihtiyaç
duyulursa, hizmetinden, niteliklerinden, böyle özelliklerde olan birisi olursa
devletin kendi insanından, kendi vatandaşından istifade etmesinin neresi ayıp?
İhtiyaç varsa istifade edilebilir ama böyle bir şey de kesinlikle söz konusu
değildir, gerçek dışı bir beyandır.
MİT, bugüne kadar aldığı
hiçbir istihbaratı iletmesi gereken makamlara iletmemezlik yapmamıştır.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Oslo görüşmelerini de iletmiş midir Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Analizler, değerlendirmeler yapılmış ve bu çerçevede
iletilmesi gereken yerlere iletmeleri de yapılmıştır. Değerlendirmeler,
takdirler… Tabii, iletilen makamlar da bunları değerlendirecek, adımlar
atacaktır. Türkiye'nin güvenliğiyle ilgili konumlarda önemli görevler yapan bir
kurum. Bu ülkenin güvenliği için yapılması gerekenler yasal çerçevede ne ise
onları büyük fedakârlıklarla yapıyorlar, yapmaya da devam edecekler. Biz teşekkür
ediyoruz milletimize yaptıkları hizmetlerden dolayı.
Sayın Sayıştay Başkanımızla
ilgili bir şey söyledi. Tabii kendisi bürokrat olduğu için cevap veremiyor.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Verebilir, karar alırız konuşabilir.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Burada bütün bürokratlar da var. Sayın Vural söyledi,
Başbakanlık Müsteşarı yok ama onu temsilen arkadaşlarımız var, başka kurumları
temsilen arkadaşlarımız var. Mahkemeleri de kanunları gereği genel sekreterleri
burada temsil ediyorlar. O nedenle burada bir sıkıntı yok.
Şimdi Sayın Recai Akyel
bugün memur olmuş birisi değil. Baktığım zaman 1987’de mezun Ankara Siyasal
Bilgilerden, 88’de kamu görevine başlıyor, Solhan, Gölyaka, İmamoğlu,
Kızıltepe, Elbistan ve Çamoluk kaymakamlıkları yapıyor, Tokat valiliği yapıyor,
işletme doktorası var, yabancı dili var ve 2009’da seçiliyor yirmi bir yıl kamu
görevi var. Alnının akıyla, alnının teriyle özel sektörde birinin çalışması
ayıp değil; haram yemesi, yanlış yapması, yolsuzluk yapması ayıptır, yanlış
olan odur. Alnının teriyle çalışmış kendinin, ailesinin rızkını kazanmıştır.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bir başka konu…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bozdağ,
süreniz doldu efendim, toparlar mısınız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Sözlerimin burasında diğer kalan konuları sorular kısmında
belki cevaplarım. Diğer hususlarla ilgili de ayrıca cevaplarımı sunacağım ama
herhâlde bir altı dakikam var değil mi Başkan?
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) -
Hayır hayır, süre bitti.
BAŞKAN – Hayır, elli
dakika. Zamanınız tamam.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Birinci turda mı?
Peki o zaman. Değerli
milletvekilleri, ben 2012 yılı bütçesinin hayırlı uğurlu olmasını diliyor,
katkı sunan, emek veren bütün milletvekillerine teşekkür ediyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Bozdağ.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Bakan, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili Milliyetçi Hareket Partisinin tutumu
hakkında yanlış bir değerlendirme yaptı. Müsaadenizle o yanlış değerlendirmeyi
düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN – Zannederim tavzih
etti Sayın Vural yani “desteğiniz için” dedi.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Edemedi efendim. Kürsüden konuştuğu için tabii o tashihi yapamadı. Dolayısıyla…
BAŞKAN – Peki, buyurun
efendim.
İki dakika, buyurun lütfen.
(MHP sıralarından alkışlar)
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
6.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağ’ın, partisine sataşması nedeniyle konuşması
OKTAY VURAL (İzmir) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tabii, Milliyetçi Hareket
Partisinin Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesindeki tavrı açık ve nettir, millet
iradesinin işlemesi gerektiğini hep savunmuştur. Hatta Cumhurbaşkanlığı
seçiminden önce erken seçimin mart ayında yapılmak suretiyle yenilenmiş bir
Meclis iradesiyle seçimin yapılmasını önermişti ama maalesef, 27 Nisan
bildirisini bir nimet gibi savunarak onun ipiyle seçime gidenler, Cumhurbaşkanı
krizi doğuranlar karşısında Milliyetçi Hareket Partisi demokrasinin üstündeki
tıkacı çıkarttı ve Parlamento çalıştı. Biz de kendi adayımızı çıkarttık,
Sabahattin Çakmakoğlu Bey’e oy verdik. Dolayısıyla, Milliyetçi Hareket
Partisinin bu tavrı demokrasiye olan inancının bir gereğidir.
Tabii, Sayın Bakan biraz
çok frensiz konuştu, kendi dönemini aklamak için hep geçmişi karaladı,
“Cumhurbaşkanlığı seçimleri millete rağmen yapıldı.” Elinizi vicdanınıza koyun
ya! Özal millete rağmen mi geldi? Demirel millete rağmen mi geldi? Yani Ahmet Necdet
Sezer millete rağmen mi geldi? Bakın, 5 tane liderin imzası var. İlk sırada
Bülent Arınç, millete rağmen mi? Millî Savunma Bakanınız Vecdi Gönül’ün imzası
millete rağmen mi? Meclisi yöneten Sayın Meclis Başkan Vekili Mehmet Sağlam
Bey’in imzası var burada. Sayın Başkan, millete rağmen mi bu imzanızı verdiniz?
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Ama bu var ya Bekir Bey, kapak oldu yani kapak oldu! Herhâlde buna verecek
cevabınız kalmadı yani.
OKTAY VURAL (Devamla) –
Yani Allah’ınızı severseniz… Ya, frensiz kamyon gibi porselen dükkânına
giriyorsun kardeşim. Yani dolayısıyla doğru bilgileri veriniz.
Hepinize saygılarımı arz
ediyorum efendim. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Ama bunun arkasına “Kapak olsun!” yazarlar herhâlde, “Kapak olsun!”
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Sayın Başkan, yanlış bir bilgiyi düzeltmek istiyorum ben.
BAŞKAN – Yerinizden lütfen.
Bir dakika, yerinizden.
Buyurun.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Değerli Başkan, teşekkür ederim.
Sayın Başbakan Yardımcısı
diyor ki: “Biz kimseyi kayırmıyorduk.” Peki, Sayın Başbakan lehine bilirkişi
raporu düzenleyen bir kişi şu anda HSYK üyesi. Bu konuda bilgileri var mı?
İkincisi: Geçmişte Başbakan
hakkında tekrar yine verilen bir mahkûmiyet kararını temyiz etmeyen Ankara
Cumhuriyet Başsavcısı şu anda nerede? Bu konuda bilgi verirlerse sevinirim.
Teşekkür ederim.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Yanlış kullandı hakkını, 60’a göre söz istiyor, soru soruyor.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna
Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278,
3/538) (S. Sayısı: 88) (Devam)
A) CUMHURBAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Cumhurbaşkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Cumhurbaşkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
B) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Sayıştay Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Sayıştay Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
E) YARGITAY (Devam)
1.- Yargıtay 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Yargıtay 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
F) DANIŞTAY (Devam)
1.- Danıştay 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Danıştay 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
G) BAŞBAKANLIK (Devam)
1.- Başbakanlık 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Başbakanlık 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
H) BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU (Devam)
1.- Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2010 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesabı
I) MİLLÎ İSTİHBARAT TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI (Devam)
1.- Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
İ) MİLLÎ GÜVENLİK KURULU GENEL SEKRETERLİĞİ (Devam)
1.- Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, son söz milletvekilinindir kuralı gereğince, aleyhte söz
isteyen Necati Özensoy, Bursa Milletvekili.
Buyurun. (MHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz beş dakika.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 merkezî yönetim bütçesinin birinci
turuyla ilgili şahsım adına aleyhte söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlarım.
Ben Sayın Cumhurbaşkanı ve
Başbakanın yurt dışına gitmemesi noktasında herhangi bir şey söylemeyeceğim.
Ancak, Sayın Bozdağ, yurt dışına gitmekle ne devlet yücelir ne de büyük lider
olunur. Bunun da en güzel örneği cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’tür.
(MHP ve CHP sıralarından alkışlar) On beş yıllık Cumhurbaşkanlığı döneminde
hiçbir kralın, hiçbir devlet başkanının ayağına gitmemiştir, krallar ve devlet
başkanları Atatürk’ün ayağına gelmiştir ama 20’nci yüzyılın en büyük lideri de
Mustafa Kemal Atatürk’tür. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri,
bütçeden bahsederken hep şeffaflıktan bahsedildi. Tabii, bütçenin şeffaf olması
ne anlam taşıyor, onu da ortaya koymak lazım. Asıl şeffaf olması gereken
denetimdir. Bakın, burada Meclis adına, millet adına denetim yapan Sayıştay ve
Sayıştay bünyesine katılan Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunu da
konuşuyoruz.
Geçtiğimiz dönem dört yıl
ve bu dönemde yine ben KİT Komisyonu üyesi olarak görev yapıyorum. Bu
denetimlerin sonucunda Mecliste raporlar tartışılırken nelerle
karşılaştığımızın çelişkilerini buradan sizlerle paylaşmak istiyorum.
Şimdi, bu raporlar KİT
Komisyonuna geldiğinde… Bakın, özellikle en büyük KİT kuruluşları olan Ziraat
Bankası, Halk Bankası ve belediyelere kredi veren İller Bankası. Şimdi, bunlar
geldiğinde soru soruyoruz. İşte şaibeli bir kredi var, bunu kime verdiniz?
“Bankalar Kanunu’na göre bilgi veremem, yasak.” E peki, Yüksek Denetleme Kurulu
üyelerine, bizim adımıza görev yapan üyelere veriyorsunuz, bize bu bilgileri
vermiyorsunuz.
Şimdi, ben buradan Meclis
Başkanlığına da seslenmek istiyorum: Bir denetim komisyonunda görev yapan
milletvekillerine bu bilgilerin gizliliği doğru mudur, yanlış mıdır? Buna da
bir çözüm bulunması lazım.
İller Bankası belediyelere
kredi veriyor. Bu kredilerde yanlış, fazla, eksik verilenleri soruyoruz. Hangi
belediyeye verdiniz, yandaş mı, muhalif mi, şu mu, bu mu? “Bilgi veremem,
Bankalar Kanunu’na göre yasak.” Yani biz bu şartlarda...
OKTAY SARAL (İstanbul) –
İller Bankası...
NECATİ ÖZENSOY (Devamla) –
Beyefendi, ben dört yıldır İller Bankasını denetliyorum orada. Benim...
OKTAY SARAL (İstanbul) –
Ben de on iki yıl Of’da Belediye Başkanlığı yaptım. O dönemde ne olduğunu
gördüm orada.
NECATİ ÖZENSOY (Devamla) –
KİT Komisyonunda nelerle karşılaştığımızı...
Ben denetimden
bahsediyorum, denetimden. Gidin, tutanaklara bakın. Sayın Canikli iyi bilir KİT
Komisyon Başkanı olarak.
OKTAY SARAL (İstanbul) –
İller Bankasının ne olduğunu gördüm ben o dönemde.
NECATİ ÖZENSOY (Devamla) –
Bakın, İller Bankasındaki yetkililerin bize verdikleri cevaplar bunlar. İşte
denetimin şeffaflığı ortada.
Yine, bu kurumların en
büyüklerinden BOTAŞ, Türkiye'nin bütün doğal gaz ihtiyacını karşılayan ve
birçok da yolsuzlukların olduğu, işte birçok yöneticisinin cezaevinde olduğu
bir kurum. TPAO, aynı şekilde en büyük kurumlardan bir tanesi. Bunların
denetimlerini basına kapalı yapıyoruz ama yine orada birtakım şeyler
sorduğumuzda, işte, “Doğal gazı kaça alıyorsunuz?” veyahut “İran’a al ya da öde
kapsamında kaç para ödediniz?” gibi sorular sorduğumuzda, bize verilen cevap:
Petrol Kanunu’na göre bu bilgileri size vermem yasak.
Şimdi, Sayıştay Kanunu’yla
ilgili en son geçen kanundan sonra YDK da Sayıştay bünyesine katıldı ve oradaki
“performans” kelimesinin içi de boşaltılarak, artık, performansı da bir şekilde
daralttıklarından dolayı bunu da denetleyemez hâle geldik. Şimdi, bütçenin
şeffaf olması mı önemli yoksa bütçeden ayrılan kaynakların kimlere, nerelere,
nasıl harcandığının denetlenmesinin şeffaf olması mı önemli?
Değerli milletvekilleri,
KİT Komisyonu tutanaklarına ifade ettiklerimi aynen, bire bir görebilirsiniz.
Orada bilmeden, etmeden yerinizden laf atarak bunu savunamazsınız.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, birinci tur konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi soru-cevap kısmına
geçiyoruz.
On dakika…
Soru sormak üzere arkadaşlarımız
sisteme girmişler. Sırasıyla isimlerini okuyorum: Sayın Erdoğan, Muğla
Milletvekili.
Buyurun efendim.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) –
Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
2003’ten önce Başbakanlıkta
ne kadar Başbakanlık müşaviri vardı, bugün bu sayı ne kadardır? Bunu öğrenmek
istiyoruz.
Bir de 5018 sayılı Kamu
Mali Denetimi Kanunu’yla bütün kamu kurumlarının mali denetimi konusunda
Sayıştay tek yetkili kurum olarak belirlenmiştir. Sayıştay 2010-2011 yıllarında
kaç tane belediyeyi denetlemiştir? Denetlenen belediyelerden kaç tanesi iktidar
belediyesi, kaç tanesi muhalefet belediyesidir? Denetim sonucunda soruşturma
açılan belediye var mıdır? Varsa bunların partilere göre dağılımı nedir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – İkinci söz Sayın
Vural’ın, İzmir Milletvekilimiz.
Buyurun efendim.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Öncelikle, biraz önce Sayın
Bekir Bozdağ “Cumhurbaşkanını halk seçecek.” dedi. Biz de burada kanunu
çıkarttık, Mecliste, Anayasa’yı “Beş yıldır.” dedik. Şimdi, cumhurbaşkanı
seçimi 2012’de mi, 2014’te mi?
İkincisi: Oslo’da Sayın
Başbakanın özel temsilcisi ile PKK arasında yapılan görüşmelerle ilgili Hakan
Fidan’ı hangi tarihlerde İmralı’ya gönderdiniz? İmralı’nın muhatap alınmasına
yönelik yazılı bir emriniz var mıdır? Vaki ziyaret ve görüşme talebi İmralı’dan
mı gelmiştir? İmralı’dan dönüşte Hakan Fidan size İmralı’dan hangi mesajları
getirmiştir? İmralı canisi ve terör örgütüyle yüzde 90-95 oranında mutabakat
sağlanan konular nelerdir? Bu mutabakat çerçevesinde terör örgütüyle birlikte
yürütülen çalışmalar nelerdir? Kamuoyunun hazırlanması için yurt içine yönelik
yürüttüğünüz kampanyanın sınırları nerede ve hangi seviyede tutulmuştur? Yüzde
95 mutabakat sağladınız konuların topluma, devlete benimsetilmesinde
Parlamentoda, Hükûmette ne gibi faaliyetler yürütülmüştür?
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Vural.
Sayın Korkmaz, Isparta
Milletvekili.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Sayın Cumhurbaşkanı, açılım projesinin akim kalmasına hayıflanarak biraz da
yeterli desteği vermediği için PKK’ya sitem ederek “Daha güzel şeyler
olacaktı.” dedi. Bu süreçte neler olmuştur, bir bakalım. Demokratik özerklik,
federasyon, ikinci bayrak, Anayasa’nın değiştirilemez hükümleri gibi millî
birliğimizi zedeleyecek tartışmalar başlatılmış, terör şehitlerinin sayısı
100’lerle ifade edilmeye başlanmıştır. Hükûmet terör örgütüyle pazarlık
masasına oturmuştur. Birçok ilimizde kalkışma provaları yapılmaktadır. PKK’nın
talepleri siyasallaşmış, kitleselleşmiş ve derinlik kazanmıştır.
Sorum şudur: Bizlerin
göremediği, Sayın Cumhurbaşkanının gördüğü güzel şeyler nelerdir? Bu kadarıyla
bile Sayın Cumhurbaşkanını mesut ve bahtiyar eden gelişmelerin dahası neler
olabilir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Korkmaz.
Sayın Akçay, Manisa
Milletvekili.
ERKAN AKÇAY (Manisa) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Cumhurbaşkanı, 15
Ekimde Genelkurmay Başkanıyla birlikte Van ve Hakkâri’de askerî birliklerimizi
ziyaret etti. Bu ziyaret medyadan ve kamuoyundan habersiz gerçekleşti. Türkiye
Cumhuriyeti’nin başı ve başkomutanının kendi vatan topraklarındaki bu ziyaret
neden gizli tutulmuştur?
Yine, Sayın Cumhurbaşkanı,
İngiltere ziyaretinde İngiltere Başbakanını neden makamına giderek ziyaret
etmiştir?
Yine, Sayın Cumhurbaşkanı,
hâlen Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde oturmamaktadır. Ancak Çankaya Köşkü’ne dört
yıldır masraf yapılmaya devam edilmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı,
Cumhurbaşkanlığı Konutu’nda ikamet etmeyi düşünüyor mu? Ayrıca Dışişleri Bakanı
için de aylığı 39 bin lira konut kiralanması yapılmıştır. Bu israf değil midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
Sayın Yılmaz, Adana
Milletvekili.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan, beni atladınız.
BAŞKAN – Affedersiniz,
haklısınız.
Sayın Ferit Mevlüt
Aslanoğlu, İstanbul Milletvekili.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan, Cumhurbaşkanlığı seçimi net olarak hangi tarihte
olacaktır? Belki Cumhurbaşkanı adayı olacağım. (CHP sıralarından alkışlar) Bana
hazırlanmam için bu süre lazım, bu süreyi bilmem lazım, aksi hâlde rekabet
koşullarına uymuyorsunuz.
İki: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanım, Başkan Vekilim, daha geçen hafta burada bir yasa çıkardık,
Teşkilat Yasası. Daha kanunlaşmadan, 10 kişi kadroya almışsınız, 10 kişi.
Bunlar kimdir? Niçin aldınız? Burada etik değerlere aykırı davrandınız mı, davranmadınız
mı?
Üç: Burada söz verdiniz
“Bir tane Meclis çalışanın burnu kanamayacak.” dediniz. Meclis çalışanları
moralsiz. Onlar sizin evlatlarınız. Lütfen herkesi toplayın “Kardeşim,
namusuyla, şerefiyle, dürüst, becerikli çalışanın burnu kanamayacak.” deyin.
Herkes moralsiz, Meclis, Meclisteki çalışanlar son derece üzüntülü Sayın
Başkanım. Bunu yapacak mısınız?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Yılmaz, Adana
Milletvekili.
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Şimdi, teröristbaşı
Abdullah Öcalan ile avukatlarının İmralı görüşmeleri kayıtlara geçti. Bu
görüşmeleri yaparken, talimatlar verirken, tehditler yaparken ve 132 güvenlik
görevlisi şehit edilirken, Hükûmetin, MİT’in ya da diğer görevlilerin ne
yaptığını Türk milleti merak etmektedir.
Şimdi, Sayın Başbakan
Yardımcısına soruyorum: Öcalan ile avukatlarının yaptığı görüşmeler dinlenmiş
midir? Kayıt altına alınmış mıdır? Eğer bunlar yapılmamışsa görevliler
görevlerini yapmıyor demektir. Eğer konuşmalar ve görüşmeler kayıt altına
alınıyorsa ve gereği yapılmıyorsa gözetim altında cinayet ve katliam…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Alim Işık, Kütahya
Milletvekili.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
İlk sorularım Sayın
Başbakan Yardımcısına:
12 Eylül 2010 Anayasa
Referandumunda her fırsatta dile getirdiğiniz “Darbecilerden hesap
sorulacaktır.” sözü ne oldu? O günden bugüne kaç darbeciden hesap sordunuz?
İki, Başbakanlık bütçesinde
(T) cetvelinde yer alan 4 adet 4x4 cip hangi amaçla alınmaktadır? Vatandaşa
cipler haramken Başbakanlığa helal midir?
İkinci bölüm Sayın Meclis
Başkan Vekilimize:
Geçen hafta çıkan İdari
Teşkilat Kanunu’ndan sonra Mecliste çalışan kadrolu personelin mağdur edildiği,
aynı işi yapan farklı personele farklı ücretlerin ödendiği ve maalesef bu
yasayla çalışma huzurunun bozulduğu gerçektir. Bu konuda Meclis olarak ne
yapmayı düşünüyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Uzunırmak, Aydın
Milletvekili.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
2622 sayılı Sporda Şiddet
Kanunu, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından veto edilerek Meclise geri gönderildi
ve gerekçelerden birisi de “Sürmekte olan davaların etkilenmesi.”
Şimdi, ben Sayın
Cumhurbaşkanımıza sormak istiyorum eğer bu gerekçeyle kanun veto edildiyse:
Daha önce de sürmekte olan davaları etkileyecek ve kamu vicdanı açısından çok
önemli şeyler vardı. Görevi kötüye kullanmada biz cezaları düşürdük burada AKP
çoğunluğuyla -ki 6222’deki düzenleme Meclisin mutabakatıyla yapılan bir düzenlemeydi-
diğeri ise AKP çoğunluğuyla yapılan bir düzenlemeydi. Acaba, o düzenlemede kaç
dava etkilenmiş? Görevi kötüye kullanmadan, memurlardan kaç kişi hakkında
soruşturma ve mahkeme vardı? Bunlar kaç kişi? Devleti ne kadar zarara
uğratıyordu? Bugün kişileri ilgilendiren bu düzenlemede kaç kişi bundan
etkilendi?
Bunu bilmek istiyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Çınar, Kastamonu
Milletvekili.
EMİN ÇINAR (Kastamonu) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
2002 yılından bugüne kadar
Türkiye Büyük Millet Meclisinde açıktan atama yoluyla, hiçbir sınava tabi
olmaksızın kaç personel alınmıştır?
Personel servisleri hangi
tarihte ve hangi gerekçeyle kaldırılmıştır?
Meclis Başkanlığının
personel servislerini kaldırmasıyla personelin mağdur olması doğru bir davranış
mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Oğan, Iğdır
Milletvekili.
SİNAN OĞAN (Iğdır) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Cumhurbaşkanı Sayın
Abdullah Gül hatırlarsanız “Futbol diplomasisi” adı altında bir Ermenistan
açılımı başlatmıştı. Bursa’da Azerbaycan bayrakları çöpe atılırken, Sarkisyan’a
ev yapımı özel dolmalar ikram edilmişti. En son, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj
Sarkisyan “Karabağ’ı biz aldık, Ağrı Dağı’nı da size bıraktık.” diye Ermenistan
gençlerine Ağrı Dağı’nı hedef göstermişti.
Sayın Cumhurbaşkanı hâlâ bu
açılımın arkasında mıdır onu merak ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Son olarak, Sayın
Varlı, Adana.
Yok mu efendim?
OKTAY VURAL (İzmir) – Onun
yerine Oktay Öztürk.
BAŞKAN – Peki, şimdi
sorulara cevap vermek üzere…
OKTAY VURAL (İzmir) – Otuz
dört saniye var efendim; bir soru daha alabilirsiniz.
BAŞKAN – Hayır, bitti
efendim; vakit doldu, maalesef doldu.
MUSA ÇAM (İzmir) – Yirmi
yedi saniye var daha.
BAŞKAN – Yirmi yedi saniye
var ama süre on dakika Tüzük’e göre. Dolayısıyla, yapacağımız bir şey yok.
OKTAY VURAL (İzmir) – Biz
beş saniyede soracaktık zaten.
BAŞKAN - 10 dakikasında da
cevap verecekler.
Buyurun efendim.
TBMM BAŞKAN VEKİLİ SADIK
YAKUT (Kayseri) – Evet, sayın milletvekilleri, hepinize iyi akşamlar diliyorum.
Sayın Mevlüt Aslanoğlu’nun
sorusuyla ilgili: Herhangi bir alım yapılmamıştır Sayın Aslanoğlu.
Kurum teklifiyle hiçbir
Meclis çalışanı mağdur edilmeyecektir.
Sayın Alim Işık’ın
sorusuyla ilgili; Mecliste memur, 4/C, 4/B gibi çoklu istihdam modeline
ilişkin: Meclisteki söz konusu çoklu istihdam modeli sadece Türkiye Büyük
Millet Meclisine ait bir uygulama olmayıp 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu’nun 4’üncü maddesinde öngörülen istihdam şekillerinin bir gereğidir.
Diğer bir ifadeyle, tüm
kamu kurumlarında söz konusu istihdam modelleri uygulanmaktadır. Mecliste
4/C’li personel daha çok garson, hizmetli ve Millî Saraylarda usta, kalfa ve
restorasyon işlerinde, diğer personel istihdamında uygulanma alanı bulmaktadır.
Şimdi, kanun teklifimiz
mevcut çalışanların özlük haklarının tamamını muhafaza etmektedir. Kanun
teklifinin yasalaşması hâlinde norm kadro çalışması yapılacaktır. Norm fazlası
olarak tespit edilen birimlere yeni eleman alınmaması esas alınmıştır. İfade
edildiği gibi, norm fazlası personelin mağduriyeti de söz konusu değildir.
Sözleşmeli personel de
kamuda çalışan tüm sözleşmeli personelde olduğu gibi, genel vergi mevzuatı
gereğidir. 4/C’li personele, diğer kamu kurumlarında olduğu gibi, mevzuat
gereği fazla çalışma ücreti ödenmemektedir. Ancak, fazla çalışma yapan
personele, işin niteliği, güçlüğü dikkate alınarak 1.746 TL ile 2.100 TL
arasında farklı ücret ödenmektedir. Bu da Başkanlık Divanının kararıyla
yapılmaktadır.
Mecliste istihdam edilen
personele ilişkin soruyla ilgili: 2002 yılından bu tarafa, kadrolu ve 4/C’li
sözleşmeli personel olmak üzere, toplam 1.502 personel istihdam edilmiştir. Öte
yandan, yine, 2002 yılından bu yana 1.086 kişi emekli olmuş ya da çeşitli
nedenlerden dolayı Meclisten ayrılmıştır. Sonuç olarak, on yıldan bu yana,
personel sayısında 416 kişilik bir artış olmuştur ancak bu artış 4/C’li
personeldeki artışlardan kaynaklanmaktadır, kadrolu personelde ise 90 kişilik
azalma olmuştur.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Bozdağ…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, milletvekili
arkadaşlarımızın sorduğu sorulara sırasıyla cevap vermeye çalışacağım.
Sayın Erdoğan’ın sorusu
vardı; 2003’ten bugüne, Başbakanlıkta kaç müşavir var? Bunlarla ilgili rakam
sordu ama şu anda elimde net rakamlar yok. Onun için, birden söyleme imkânı
yok. Yazılı cevap vereceğim, uygun görürlerse çünkü şu anda elimde rakam yok.
Sayıştaydan, 2010-2011’de
kaç tane belediyenin denetlendiği ve onunla ilgili ayrıntılı bir soru soruldu.
Tabii, bununla ilgili, şu anda bütün rakamları sağlıklı bir şekilde size verme
imkânım yok. Uygun görürseniz, onu da yazılı olarak cevaplandıralım, hem bilgi
doğru olmuş olsun hem de soru karşılığını bulmuş olsun.
Sayın Vural ve Sayın
Aslanoğlu, Cumhurbaşkanı görev süresiyle ilgili bir soru sordu. Tabii,
Anayasa’nın ilgili maddesinde yapılan değişiklikten sonra, Cumhurbaşkanı görev
süresi beş yıl olarak belirlendi.
OKTAY VURAL (İzmir) –
2012’de yani…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Fakat şu anda, mevcut Cumhurbaşkanımız eski hukuka göre
seçildi. Tabii, böyle bir durum olunca, görev süresine ilişkin tartışmaları
ortadan kaldıracak…
OKTAY VURAL (İzmir) –
Tartışma yok ki.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – … bir geçiş hükmü de konmadığı için bu konuda Anayasa
hukukçularının bir kısmı beş yıl olduğu konusunda, diğer bir kısmı yedi yıl
olduğu konusunda tartışmalar var.
OKTAY VURAL (İzmir) – Beş
yıl, beş yıl.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Her iki tarafın tartışmalarında da haklılık payları var ve bu
konuyla alakalı…
OKTAY VURAL (İzmir) –
Anayasa Mahkemesine mi başvuracaksınız beş yıl yaparsak?
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Milletvekilleri kaç yıllığına seçilmişti, milletvekilleri?
OKTAY VURAL (İzmir) –
Halkın Cumhurbaşkanını seçmesini engellemeyin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Efendim, müsaade buyurun, ben cevabımı vereyim. Siz soru
sordunuz, cevabını vereyim.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Bırakın halk seçsin, niye engelliyorsunuz? Halkın yetkisini elinden almayın.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Siz hukukçusunuz, şahsi görüşünüz nedir?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Bakanlar Kurulunda bu konuyla ilgili herhangi bir görüşme
kesinlikle yapılmamıştır, bu konuya dair Hükûmetin oluşturduğu bir görüşü söz
konusu değildir ancak ben kendi şahsi görüşümü, eğer uygun görürseniz,
Hükûmetin görüşü değil ama ben şahsi görüşümü daha önce de kamuoyuna ben…
OKTAY VURAL (İzmir) – Biz
Hükûmete söylüyoruz efendim, şahsi Bekir Bozdağ değilsiniz ki siz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Bakın, o zaman bu konu Hükûmette görüşülerek “şudur budur”
şeklinde bir görüşün oluşturulduğu konu değildir, bu konu Meclisin takdirinde
olan bir konudur. Eğer Meclis çıkaracağı bir yasayla geçiş hükmü koyduğu
takdirde ona göre hareket edilir, koymadığı takdirde yüksek…
OKTAY VURAL (İzmir) – Bakın
beş yıl. Koydu, koydu Meclis beş yıl.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Hayır efendim o koymadı, sadece Cumhurbaşkanı eski hukuka
göre seçildi.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Milletvekili süresini de dört yıl dedin, bak dört yılda yaptık.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Böyle bir durumda bu geçiş hükmüyle bu belirlenebilir, bu konuda
kanun çıkarma, hüküm koyma yetkisi Parlamentodadır.
OKTAY VURAL (İzmir) – Dört
yılda yaptık.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Meclisin seçimleri dört yıla indiğinden ve dört yıl
olduğundan değil, Mecliste vekil seçimlerini…
OKTAY VURAL (İzmir) – Dört
yıl, dört yıl.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Müsaade buyurun.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Milletin seçme hakkını elinden almayın.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) - … vekil seçimlerini öne alma yetkisi Parlamentoya ait bir yetkidir.
Dolayısıyla, Parlamento karar alarak seçimleri öne alabilir.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Abdullah Gül de beş yıl daha seçilmek ister, onun hakkını niye elinden
alıyorsunuz?
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Doğru bilgi vermiyorsunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Biz millete bunu dört yıla indireceğimize dair karar verdik
ve bu çerçevede de öne alma imkânımız da olduğu için öne aldık.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Abdullah Gül’ün 2’nci defa seçilme hakkını elinden almayın. Olur mu ya? Beş yıl,
beş yıl.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Ama bu konuda böyle bir yetki yok, bu tamamıyla Parlamentonun
karar vereceği bir hükümdür. Benim görüşümü de ben söyleyeyim.
OKTAY VURAL (İzmir) - Sizin
iradeniz beş yıl.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) - Ne zaman Sayın Bakan, ne zaman?
OKTAY VURAL (İzmir) –
Arkasında durun.
BAŞKAN – Oturun lütfen.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) - Sayın Bakanım ne zaman getireceksiniz o zaman?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Benim kendi görüşüm olarak Cumhurbaşkanının görev süresi bana
göre yedi yıldır, şahsi görüşümdür.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) - Sayın Bakan, bunu Parlamentoya kim getirecek?
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Çünkü eğer beş yıl kabul ederseniz, Cumhurbaşkanını görevden
almanın yolunu açarsınız ki parlamentolar gelir, çoğunluk elinde olur.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Abdullah Gül belki bir beş yıl daha yapmak ister, çok başarılı dediniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Görev süresini indirerek Cumhurbaşkanının görevi süresini her
zaman öne çekebilirler, görevden Cumhurbaşkanını alabilirler böylelikle.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Adaylığının önünü kesmek istiyorsunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Bu benim şahsi görüşüm; kabul edersiniz, etmezsiniz.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Eski hukuka göre yeniden aday olmayacak o zaman.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – İmralı’yla alakalı MİT Müsteşarının görüşmeleriyle ilgili
sorular oldu. Tabii, Millî İstihbarat Teşkilatı bu ülkenin güvenliğiyle ilgili,
huzuruyla ilgili 2937 sayılı Yasa’nın verdiği görevleri yapmaktadır. Bu
görevler çerçevesinde de gerektiği zaman ülke güvenliği için gerekli olan
görüşmeleri her zaman yapabilir. Bu, Millî İstihbarat Teşkilatının görevleri arasındadır.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Başbakanın özel temsilcisi yahu! “Ben gönderdim.” diyor.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Terörle mücadele edecesiniz terör örgütünün içerisinde…
OKTAY VURAL (İzmir) –
Siyasi temsilcisi…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – …veya onunla ilgili alanlarda her şeyden haberiniz olacak,
olandan bitenden haberiniz olacak. Öte yandan da “istihbarat teşkilatı şurada
niye şunu yapıyor, burada niye bunu yapıyor?”
OKTAY VURAL (İzmir) –
“Göğsümü gere gere gönderdim.” diyor. Hangi tarihte?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Ya, görevi o teşkilatın.
OKTAY VURAL (İzmir) – Hangi
tarihte?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Onlar, ülke güvenliği açısından gerekli olanları yasanın
çizdiği sınırlar içerisinde yapacaktır, yapmaya devam edecektir.
OKTAY VURAL (İzmir) – Kaç
defa, hangi tarihte Başbakan siyasi görev verdi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Bir protokol kesinlikle yoktur. Bunu Sayın Başbakanımız da
yalanlamıştır, Hükûmet defalarca bunu yalanlamıştır.
OKTAY VURAL (İzmir) –
“Yüzde 95 mutabakat sağlandı.” diyen özel temsilciniz değil miydi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Ama bu konuyu sürekli gündeme getiriyorlar.
Sayın Cumhurbaşkanıyla
alakalı Sayın Korkmaz’ın sorusu oldu ama…
OKTAY VURAL (İzmir) –
Bunlara cevap verin. Niye cevap vermiyorsunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Yani sorudan ziyade bir yorum oldu.
OKTAY VURAL (İzmir) – Ya
bilginiz yok ya yüreğiniz yok.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – O konuya ilişkin…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Güzel şeyler neler bizim göremediğimiz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – O konuya ilişkin bir cevap verme imkânım yok, yani bir soru
gibi algılamadım ben onu; kusura bakmayın.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Hayır, çok açık. Güzel şeyler neler bizim görmediğimiz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – İşte, yorum yapıyorsunuz, o yüzden ben bilgiye dayalı bir şey
söylemek durumundayım. Onun için, sizin yorumunuza bir yorumla cevap verme
durumum yok.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Yazılı cevap verin o zaman.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Akçay’ın sorusu oldu Sayın Cumhurbaşkanının ziyaretiyle
alakalı. Sayın Cumhurbaşkanımız illeri ziyaret ettiği zaman o illerde valilik,
belediye, üniversite ve diğer kurumları ziyaret ediyor ve Sayın
Cumhurbaşkanımız Van ve Hakkâri illerini de ziyaret etti. Bu ziyaretleri gizli
bir ziyaret de değildi, kamuoyunun bilgisi dâhilindeydi. Ayrıca, askerî
birlikle ilgili ziyareti, il ziyaret değildir, oradaki bir sancak devir teslim
törenine katılma ziyaretidir, onu gerçekleştirmiştir. Onunla alakalı bir konu,
onu ifade etmek istedim.
Bir de, tabii,
Cumhurbaşkanlığı konutuyla alakalı bir şey ifade etti arkadaşlarımız. Sayın
Cumhurbaşkanımız bugün o konutu kullanmıyor ve o konuta bugüne kadar yapılmış
herhangi bir harcama da söz konusu değildir. Kaldı ki, Sayın Cumhurbaşkanımızın
kaldığı konutla alakalı harcama yapması gerekiyorsa yapılmasına da bir sakınca
yoktur.
OKTAY VURAL (İzmir) – Niye
oturmuyor acaba?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Çünkü, Türkiye’nin en önemli yerlerinden bir tanesi, temsil
yeri. Yabancı konuklar, misafirleri de ağırlayabilir ve onun için de Türkiye’ye
yaraşır bir şekilde olması ve gereğinin yapılması da lazım.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Cumhurbaşkanı konutu yakışır değil mi?
ALİM IŞIK (Kütahya) – Dokuz
yıldır devlete yakışır hale getiremedik mi daha?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Bu, eleştiri konusu yapılması, soru konusu yapılması ayrı
bir konu.
Sayın Işık, darbelerle
ilgili hesap sorulacak mı diye bir şey söyledi. Tabii, 12 Eylül halk
oylamasında kabul edilen geçici madde 15’le birlikte yargılama ve soruşturmanın
önündeki engeller kaldırıldı ve şu anda soruşturmalar devam ediyor.
Soruşturmalar ne aşamada bilmiyorum ama bu soruşturmalar devam ediyor, onu
bilmenizi isterim.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
– Yargılayamayacağınızı biliyorsunuz tabii, insanları aldattınız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Diğer pek çok soru var, onlara da ben, sürem de bitti,
onlarla alakalı da…
ALİM IŞIK (Kütahya) – 4x4
cipler ne oldu, cipler 4x4’ler? Vatandaşa haram, size helal.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Biz,
milletimiz adına soruyoruz ve kendisi de bu sorulara doğru cevap vermesi
gerekir. Bakın, Oslo’yla yapılan görüşmelerde Hakan Fidan diyor ki: “Siyasi
içerikli daha farklı bir boyuta taşınması ihtiyacı hasıl olunca Sayın Başbakanımız
bu konuda beni görevlendirdi.”
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Sayın Başkan, soruyu sordu, İç Tüzük’ün hangi maddesine göre şu anda
konuşuyor? Böyle bir usul var mı Sayın Başkan?
OKTAY VURAL (İzmir) –
Görevlendirdiği zaman Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı, MİT’le ne alakası var?
Ben diyorum ki, hangi tarihte görevlendirdi? Amacı, hedefi neydi?
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Sayın Başkan, böyle bir yöntem var mı?
OKTAY VURAL (İzmir) –
Siyasi mahiyette bir görevlendirmedir, bunun cevabını vermesini istiyorum.
BAŞKAN – Zapta geçti
efendim sözleriniz.
Değerli milletvekilleri,
soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.
Şimdi, sırasıyla birinci
turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı
ayrı okutup oylarınıza sunacağım.
Buyurun efendim.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Hiçbir soruya cevap vermediniz. Millete hesap vereceksin, yok öyle yağma! (AK
PARTİ sıralarından “Verdik, verdik.” sesleri, gürültüler)
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) –
Verdik, verdik; siz işinize bakın.
BAŞKAN – Tamam, tamam.
Değerli milletvekilleri, lütfen…
OKTAY VURAL (İzmir) – Doğru
bilgi vereceksin. Ermeni konusuna da cevap vermedin, hiçbirine cevap
vermiyorsun. Siz ancak krallarla, kraliçelerle olursunuz, milletle işiniz yok
sizin.
BAŞKAN - Cumhurbaşkanlığı
2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
01 - CUMHURBAŞKANLIĞI
1.– Cumhurbaşkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
01 Genel
Kamu Hizmetleri 138.700.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 138.700.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabınınn
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
2.– Cumhurbaşkanlığı 2010
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 112.099.000.00
- Bütçe Gideri : 108.267.718.92
- İptal Edilen Ödenek : 3.831.281.08
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
02- TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ BAŞKANLIĞI
1.– Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
01 Genel
Kamu Hizmetleri 650.673.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma
Hizmetleri 37.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 88.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
07 Sağlık
Hizmetleri 454.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 651.252.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2010 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.– Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 470.026.154.00
- Bütçe Gideri : 418.113.361.52
- İptal Edilen Ödenek : 37.364.251.64
- Ertesi Yıla Devreden Ödenek : 15.815.501.32
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2010 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
06- SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI
1.– Sayıştay Başkanlığı
2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
01 Genel
Kamu Hizmetleri 18.158.700
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma
Hizmetleri 35.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 122.068.430
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
09 Eğitim
Hizmetleri 1.900.000
TOPLAM 142.162.130
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
2.– Sayıştay Başkanlığı
2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 125.900.053.97
- Bütçe Gideri : 94.475.057.64
- İptal Edilen Ödenek : 31.424.996.33
- Ertesi Yıla Devreden Ödenek : 1.819.428.37
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
03 - ANAYASA MAHKEMESİ
BAŞKANLIĞI
1.– Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
01 Genel
Kamu Hizmetleri 6.684.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 18.034.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 24.718.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2010 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.– Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 16.311.503.00
- Bütçe Gideri : 10.316.803.22
- İptal Edilen Ödenek : 5.994.699.78
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2010 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Yargıtay 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
04- YARGITAY
1.– Yargıtay 2012 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
01 Genel
Kamu Hizmetleri 21.897.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 81.233.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 103.130.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Yargıtay 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir.
Yargıtay 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
2.– Yargıtay 2010 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 57.744.138.00
- Bütçe Gideri : 57.488.057.97
- Ödenek Üstü Gider : 47.693.06
- İptal Edilen Ödenek : 303.773.09
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Yargıtay 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümleri kabul
edilmiştir.
Danıştay 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
05 - DANIŞTAY
1.– Danıştay 2012 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
01 Genel
Kamu Hizmetleri 9.449.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 61.213.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
09 Eğitim
Hizmetleri 80.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 70.742.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Danıştay 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir.
Danıştay 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
2.– Danıştay 2010 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 46.882.686.00
- Bütçe Gideri : 46.476.782.05
- İptal Edilen Ödenek : 405.903.95
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Danıştay 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümleri kabul
edilmiştir.
Başbakanlık 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07 - BAŞBAKANLIK
1.– Başbakanlık 2012 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
01 Genel
Kamu Hizmetleri 761.701.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma
Hizmetleri 1.609.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 5.417.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Ekonomik
İşler ve Hizmetler 64.631.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
06 İskan
ve Toplum Refahı Hizmetleri 25.000.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
07 Sağlık
Hizmetleri 902.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
08 Dinlenme,
Kültür ve Din Hizmetleri 2.497.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 861.757.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Başbakanlık 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir.
Başbakanlık 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
2.– Başbakanlık 2010 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 4.908.578.220.82
- Bütçe Gideri : 4.806.564.982.55
- İptal Edilen Ödenek : 102.013.238.27
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Başbakanlık 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümleri
kabul edilmiştir.
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2010 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
BAŞBAKANLIK YÜKSEK
DENETLEME KURULU
1.– Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulu 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 10.219.178.00
- Bütçe Gideri
: 10.219.159.80
- İptal Edilen Ödenek : 18.20
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2010 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Millî İstihbarat Teşkilatı Müşteşarlığı 2012 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.75- MİLLÎ İSTİHBARAT
TEŞKİLATI MÜŞTEŞARLIĞI
1.– Millî İstihbarat
Teşkilatı Müşteşarlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
03 Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 750.942.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 750.942.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Millî İstihbarat Teşkilatı Müşteşarlığı 2012 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 2010 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.– Millî İstihbarat
Teşkilatı Müşteşarlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 518.485.499.00
- Bütçe Gideri : 517.739.406.77
- İptal Edilen Ödenek : 746.092.23
-Ertesi Yıla Devreden Ödenek : 220.853.50
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Millî İstihbarat Teşkilatı Müşteşarlığı 2010 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2012 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.76- MİLLÎ GÜVENLİK
KURULU GENEL SEKRETERLİĞİ
1.– Millî Güvenlik Kurulu
Genel Sekreterliği 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
01 Genel
Kamu Hizmetleri 14.376.500
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 14.376.500
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2012 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2010 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.– Millî Güvenlik Kurulu
Genel Sekreterliği 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 12.546.001.00
- Bütçe Gideri : 11.713.353.62
- İptal Edilen Ödenek : 832.647.38
BAŞKAN – (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümleri kabul
edilmiştir.
Böylece, birinci turda yer
alan tüm bütçelerin bölümlerine geçilmesi ve bölümleri ayrı ayrı oylandıktan
sonra Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Sayıştay, Anayasa
Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Başbakanlık, Millî İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığı ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin 2012 yılı merkezî
yönetim bütçeleri ile 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesapları ve Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulunun 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabı kabul
edilmiştir.
Hayırlı olmasını temenni
ederim.
Sayın milletvekilleri,
birinci tur görüşmeleri tamamlanmıştır.
İkinci turdan önce kırk beş
dakika ara veriyoruz.
Kapanma Saati: 18.29
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati:19.19
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32’nci Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
Şimdi ikinci tur
görüşmelere başlayacağız.
İkinci turda Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu, Basın, Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel
Müdürlüğü, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma
Merkezi, Atatürk Kültür Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu bütçeleri
yer almaktadır.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna
Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278,
3/538) (S. Sayısı: 88) (Devam)
J) RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU
1.- Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2012 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
K) BASIN–YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
L) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Vakıflar Genel Müdürlüğü 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Vakıflar Genel Müdürlüğü 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
M) ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU BAŞKANLIĞI
1.- Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 2012
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 2010
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
N) ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ
1.- Atatürk Araştırma Merkezi 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Atatürk Araştırma Merkezi 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
O) ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ
1.- Atatürk Kültür Merkezi 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Atatürk Kültür Merkezi 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
Ö) TÜRK DİL KURUMU
1.- Türk Dil Kurumu 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Türk Dil Kurumu 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
P) TÜRK TARİH KURUMU
1.- Türk Tarih Kurumu 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Türk Tarih Kurumu 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Sayın milletvekilleri,
turda yer alan bütçelerle ilgili olarak soru sormak isteyen milletvekillerinin,
konuşmaların bitimine kadar şifrelerini yazıp parmak izlerini tanıttıktan sonra
ekrandaki söz isteme butonuna basmaları gerekmektedir. Mikrofonlarındaki kırmızı
ışıkları yanıp sönmeye başlayan milletvekillerinin söz talepleri kabul edilmiş
olacaktır.
İkinci turda grupları ve
şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:
Gruplar:
AK PARTİ Grubu: İlhan
Yerlikaya, Konya; Tülay Kaynarca, İstanbul; İsrafil Kışla, Artvin; Tülay
Selamoğlu, Ankara; Özlem Yemişçi, Tekirdağ; Ülker Güzel, Ankara; Selçuk Özdağ,
Manisa; Mehmet Naci Bostancı, Amasya; beşer dakika konuşacaklardır.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu: Mesut Dedeoğlu, Kahramanmaraş Milletvekili, on dakika; Mustafa Kalaycı,
Konya Milletvekili, on dakika; Yusuf Halaçoğlu, Kayseri Milletvekili, yirmi
dakika.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu: Oğuz Oyan, İzmir Milletvekili, on dakika; Aylin Nazlıaka, Ankara
Milletvekili, on dakika; Ali Haydar Öner, Isparta Milletvekili, on dakika,
Gürkut Acar, Antalya Milletvekili, on dakika.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu: Adil Kurt, Hakkâri Milletvekili, on beş dakika; Erol Dora, Mardin
Milletvekili, on dakika; Mülkiye Birtane, Kars Milletvekili, on beş dakika.
Şahıslar adına: Lehinde,
Ömer Faruk Öz, Malatya Milletvekili, beş dakika; aleyhinde, Melda Onur,
İstanbul Milletvekili, beş dakika.
Soru-cevap işlemi yirmi
dakika.
Değerli milletvekilleri,
şimdi AK PARTİ Grubu adına İlhan Yerlikaya, Konya Milletvekili.
Süreniz beş dakika,
buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA İLHAN
YERLİKAYA (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Mali Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bütçesi üzerinde AK PARTİ Grubu
adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu vesileyle, Başbakanımıza
da acil şifalar diliyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tüm demokratik ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de radyo,
televizyon yayınlarının düzenlenmesi ve denetlenmesi görevi, Radyo ve
Televizyon Üst Kuruluna verilmiştir. Biliyorsunuz, 1990’lı yıllarda özel radyo
ve televizyonlar yaygınlaşmaya başladığı sıralarda henüz Radyo ve Televizyon
Üst Kurulu yoktu, ancak 1994 yılında çıkan 3984 sayılı Yasa’yla kurulmuştu. O
tarihten sonra da çok hızlı gelişmeler oldu, çok sayıda televizyon yayını
hayata geçti, yayınlanmaya başladı ve bu arada teknoloji, biliyorsunuz,
iletişim alanında Türkiye’de de, dünyada da çok hızlı gelişti.
Günümüze gelindiğinde
dünyada karasal yayıncılıktan sayısal yayıncılığa geçişler başladı. Birçok
yerde tamamlandı, bizde de bu yasamızla birlikte önlemleri alındı, 2015’te
inşallah geçecek. Onun dışında uydu yayıncılığı, kablo yayıncılığı, İnternet
üzerinden IP TV yayıncılığı diye yeni mecralar ortaya çıkmaya başladı ve en son
olarak da web TV gibi yayınlar hayata geçti. Dolayısıyla, hem mecra yönünden
hem içerik yönünden, bu geçen süre içerisinde gerçekten yayıncılığımız çok
gelişti ama bu gelişen teknolojiye, gelişen yayıncılığa mevzuatımız ayak
uyduramadı.
Onun için 15 Şubat 2011
tarihinde, biliyorsunuz, yeni Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Yasası çıktı. Bu 6112
sayılı Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Yasası 3 Martta da Resmî Gazete’de
yayımlandı. Bu yasa yeni birçok şey getirdi yayıncılık hayatımıza, birçok
katkısı oldu. Çünkü daha önce yasada olmadığı için gönüllülük esasına dayalı
olarak yapılan birtakım faaliyetler bu yasayla yerini buldu. Bunlar nelerdi?
Akıllı işaretler gibi, Alo RTÜK hattı gibi birtakım gönüllülük esasına dayalı
faaliyetlerdi.
Onun yanında frekans
ihalesi yapılamıyordu ve frekans bedelleri alınamıyordu. Biliyorsunuz, frekans
bir kamu malıdır. Yıllarca geçici izinle yayıncılarımız yayınlarını
sürdürdüler. Onun için, kendilerini bir gecekonducu gibi hissediyorlardı. Yeni
yasayla bu da giderilmiş oldu.
Sayın vekillerimiz, 1994
yılı hariç bugüne kadar Radyo Televizyon Üst Kurulu kendi gelirleriyle
giderlerini karşılamış; gerçi yasada, hem şimdiki yasada hem de önceki yasada,
“Gerektiğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesinden takviye edilir.” diyor
ama dediğim gibi 94’ten bugüne kadar hiçbir şekilde takviye edilmemiştir çünkü
kendi gelirleri kendisine yetiyor. Bunu buradan hemen belirtelim.
Gelirleri nelerdir diye
bakacak olursak, Radyo Televizyon Üst Kurulunun temel gelirleri: Birincisi,
yayın lisans ücretleri. Bu önemli bir meblağ tutuyor, gelirler içerisinde
önemli bir kısım. Şimdi, yeni yasa ile, 6112 sayılı Yasa ile de frekans yıllık
kullanım ücretleri alınmaya başladı ki RTÜK’ten aldığımız bilgilere göre bu 28
milyon civarında şu andaki durum itibarıyla. Bu da önemli bir meblağ olarak
karşımıza çıkıyor çünkü daha önceden yasada boşluk olduğu için böyle bir ücret
alınamıyordu, yeni yasa ile RTÜK’ün gelirleri arasına bu da katıldı. Bir diğer
gelir kaynağı, radyo, televizyonlardan yani yayıncılardan alınan bir gelir, o
da yüzde 3 civarında bir gelirdir. Dolayısıyla, bu gelirler Radyo Televizyon
Üst Kurulunun gelirleri olarak karşımıza çıkıyor, bunlar da önemli
meblağlardır. 98 milyon gibi 2009 yılından itibaren geçen süreç içerisinde
önemli rakamlar var. Yine 2009 yılından bu yana bu kapsamda aktarılan toplam
tutar 131.448 TL’dir. Bu miktarların hepsini, tabii, RTÜK kendisi kullanmıyor,
Maliyeye aktarıyor. Bunlardan 98 milyonu da doğrudan hazineye, 32 milyonu ise
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmaya aktarılıyor dolayısıyla RTÜK, Meclisten ve
hazineden para almadığı gibi oraya para aktaran da bir kuruluş olarak karşımıza
çıkıyor.
“Önceden frekans planlaması
neden yapılamadı?” diye sorulabilir. Önceden yasada boşluklar vardı, iki üç
tane kuruluş bir araya gelip…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
İLHAN YERLİKAYA (Devamla) -
…frekans planlaması ve ihaleyi yapması gerekiyordu.
BAŞKAN – Sayın Yerlikaya,
teşekkür ediyoruz efendim.
İLHAN YERLİKAYA (Devamla) –
Çok teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – İkinci
konuşmacımız İstanbul Milletvekili Tülay Kaynarca.
Buyurun Sayın Kaynarca. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA TÜLAY
KAYNARCA (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılı bütçe
görüşmelerinde Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün
bütçesi üzerine AK PARTİ Grubu adına söz aldım. Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
Genel Müdürlük 1920’de, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasından hemen
sonra Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumiyesi adıyla kurulmuştur ve 1984
yılındaki kanuni düzenlemeyle de adı Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü olmuştur.
En son teşkilat yapısı genişletilmesi çalışması da bu yıl, yine 2011 yılı
içerisinde 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile teşkilat yapısı
genişletilmiş, yeni kadrolarla kurumda uzmanlaşmaya gidilmiştir.
Genel Müdürlük modern bir
haber ve basın merkezi ile sanat galerisine sahiptir ve merkez teşkilatının
yanı sıra 7 il müdürlüğü ve 22 basın müşavirliğiyle, yaklaşık 400 personelle
hizmet vermektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Genel Müdürlük, ilgili makamlar ile kamuoyuna zamanında, doğru,
tanıtıcı, aydınlatıcı bilgi akışını sağlamakla yükümlüdür, Devlet Enformasyon
Sistemi’yle yerli ve yabancı medya kuruluşlarının yayınlarını takip etmektedir.
Genel Müdürlüğe günde
yaklaşık 4 bin haber ulaşmakta, her gün dünyanın önde gelen yayın
kuruluşlarından 40 yabancı televizyon, 18 dilde, 300’ün üzerinde yabancı haber
sitesi, 3 yerli ve yabancı haber ajansıyla birlikte tam 92 ülkede, 48 dilde,
1.700’ün üzerinde yayın organının yer aldığı on-line gazete büfesinden 81 ilden
1.200 yerel gazete izlenmektedir.
Yabancı basın mensuplarının
mesleki çalışmalarına yardımcı olmakta ve ülkemizin tanıtımında iller bazında
programlar yapılmasına da yine müdürlükçe katkı sağlanmaktadır.
Ayrıca, yabancı devlet ve
hükûmet başkanlarıyla birlikte gelen basın mensuplarının akreditasyonu, AGİT,
NATO, HABITAT, İSEDAK gibi zirve toplantılarda basın düzenlemelerini yapmak da
yine verilen hizmetler arasındadır.
Kamu kurum ve kuruluşları
ile sivil toplum örgütleri arasındaki koordinasyon için Başbakanlık
genelgesiyle kurulan Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğünün sekreteryasını da yine
Genel Müdürlük gerçekleştirmektedir.
Yine uluslararası
programlara baktığımız zaman, farklı kıtalardaki ülkelerin medya kuruluşlarını
Türkiye’de bir araya getirmektedir. Bu çok önemli çünkü 2010’da ilk Türk Dili
Konuşan Ülkeler Medya Forumu gerçekleştirilmiş, yine 2011 yılının Mayıs ayında
Balkan Ülkeleri Medya Forumu, geçtiğimiz günlerde biliyorsunuz basına da
yansıdı, İstanbul’da 22 Arap ülkesinden 250 medya temsilcisinin katıldığı Türk
Arap Medya Forumu gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, yine 2011 yılı içerisinde Şubat
ayında Almanya-Köln, Belçika-Brüksel’de de yabancı, yani Türkiye dışında olan
ama Türkçe yayın yapan medya kuruluşlarıyla da çalışmalar gerçekleştirmiştir.
Şu ana kadar ifade
ettiklerim Genel Müdürlüğün eğitim ve tanıtım üzerindeki çalışmalarını
anlatıyor ama bir taraftan da yayınlar yapabilmektedir. Bu anlamdaki en ciddi
yayını “Türkiye” adını taşıyan kitaptır ve tanıtım kitabı sadece Türkçe değil,
İngilizce, Fransızca, Almanca, Japonca, Çincenin de aralarında olduğu tam on
bir farklı dilde yayın yapmakta ve ülkemizin bu anlamda, uluslararası anlamda
tanıtımını sağlamaktadır ama aynı zamanda kitaplar da vardır yine gündemde;
“Medya Etiği”, “Türkiye’de Basın Yayın ve Tanıtma”, “Fotoğraflarla Türk
Demokrasisi Tarihi” adındaki kitaplar da yine Genel Müdürlükçe çıkartılmıştır.
Bu arada, Venedik Kulübüne
üyelik var 2004’ten bu yana. 28 ülkeden 180 basın kuruluşunun üye olduğu bir
Kulüp, 2010 toplantısını da İstanbul’da gerçekleştirmiştir.
Genel Müdürlüğün sosyal
sorumluluk projeleri arasında her basın mensubuna fidan bağışı kampanyası 18
ilde 20 bin fidan dikimiyle gerçekleştirilmiştir.
Basın kartlarıyla ilgili
bir çalışma var, onu hızla aktarayım çünkü basın kartlarının sekreteryasını
yapan yine Genel Müdürlük. Basın kartının fonksiyonunu artırmış, gri pasaport,
yani hizmet pasaportu sağlanmıştır. Bugün itibarıyla basın kartı sayısı 13.144
gazeteciye ulaşmıştır.
Genel Müdürlük ayrıca yerel
basını güçlendirecek çalışmalar yapmıştır. Bana göre çok önemli, bunun altını
dikkatle çiziyorum çünkü yerel basın çağdaş demokrasinin olmazsa olmazıdır, o
anlamdaki yapılan çalışmalar çok önemli. Bu anlamda 21 kez medya eğitim
semineri, 17 ilde bilgilendirme toplantıları, Anadolu basınını özendirme
yarışmaları gibi birçok çalışmanın yanı sıra mesleki eğitimler de yine haber,
fotoğraf, yayın eğitimleri…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kaynarca.
TÜLAY KAYNARCA (Devamla) –
Ben bütçenin hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Bir sonraki
konuşmacımız Artvin Milletvekili Sayın İsrafil Kışla.
Buyurun Sayın Kışla. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
İSRAFİL KIŞLA (Artvin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin en
köklü kurumlarından biri olan Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde AK
PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Heyetinizi saygıyla selamlarım.
Malumunuz olduğu üzere
vakıf, insanlığın yardımlaşma ve dayanışma duygusunun kurumsallaşmış bir
hâlidir. Diğer bir ifadeyle, kişilerin hiçbir karşılık beklemeksizin kendi
mallarını ve haklarını Allah rızasını kazanmak maksadıyla ve hayırla yâd
edilmek için insanlığın hizmetine tahsis etmesidir. Dolayısıyla, vakıf
temelinde hoşgörü vardır, şefkat vardır; merhamet, cömertlik ve ibadet duygusu
vardır. Vakıf medeniyetinin temsilcisi olan ecdadımız tüm dünya ülkelerine
örnek olmuştur. Vakıflar aracılığı ile cumhuriyet öncesi dönemde altyapıdan
şehirciliğe, çevreden sağlığa, eğitimden kültüre, ekonomiden ticarete pek çok
alanda çok önemli hizmetler ifa etmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğü, asırlar önce kurulmuş ancak bugün
yöneticisi kalmamış 41.800 vakfın hem idarecisi hem temsilcisi durumundadır ve
yine, 4.500 civarında kurulmuş olan yeni vakıfların kuruluş çalışmaları,
işleyişi, denetlenmesi ve dağılımlarıyla ilgili muameleleri sürdürmektedir.
Bugün, Vakıflar Genel Müdürlüğü, bünyesinde binlerce vakfı barındıran ve her
alanda faaliyet gösteren devasa bir kurum hâline gelmiştir. Vakıflar bünyesinde
bulunan hayrat, vasıflı gayrimenkuller gerek Vakıflar Genel Müdürlüğünün ve
gerekse de şartlı olarak kamu kurumlarına ve kamu yararına çalışan sivil toplum
kuruluşlarına yapılan tahsisler sonucunda restore edilmekte ve milletimizin
hizmetine sunulmaktadır.
2001 öncesi, yılda 3-5 eser
dahi restore etme imkânı bulamazken 2003 yılından bugüne kadar, dokuz yıllık
süre içerisinde 3.600 eser onarılmış, restore edilmiş ve milletin hizmetine
sunulmuştur. Yine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, akar vasfına sahip olan
gayrimenkullerden daha fazla gelir elde etmek için ciddi çalışmalar içerisine
girmiştir. 392 adet taşınmaz, kat karşılığı yönetimiyle veya yap-işlet-devret
yöntemiyle değerlendirilmiş ve bu çalışmalar sonucunda 3 bine yakın muhtelif
cins ve ebattaki gayrimenkuller Vakıflar Genel Müdürlüğüne kazandırılmıştır.
Devam eden çalışmalarla hedef, el değmemiş, onarılmamış ve milletimizin
hizmetine sunulmamış tek bir eser bırakmamaktır.
2003-2011 yıllarında
gerçekleştirilen yatırım çalışmaları sonucunda Vakıflar Genel Müdürlüğü 2
milyar 500 milyon lira gibi bir yatırıma vesile olmuş, 70 bin kişinin
istihdamına imkân sağlamıştır. Etkili yönetimle, atıl duran gayrimenkullerin
verimli değerlendirilmesi sonucu, 2003 yılında 35 milyon lira bütçesi olan bir
Vakıflar Genel Müdürlüğü, 2011 yılında 400 milyon TL bütçeye ulaşan bir kurum
hâline gelmiştir.
Oluşturmuş olduğu Coğrafi
Bilgi Sistemi ve Vakıf Taşınmazları Yönetim Sistemi ile kiracıları ve
gayrimenkullerle ilgili imar değişikliği ve diğer muameleleri daha yakinen
takip etme fırsatını yakalamışlardır. Yine, çok önemsediğimiz, Vakıf Arşiv
Yönetim Sistemi’yle, 2011 yılında tamamlanan bu sistemle, geçmişimize ışık
tutan, vakıflara ait vakfiye, berat, hüccet, ferman gibi 10 milyon belge
dijital ortama aktarılmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; vakfiyelerde yer alan hayır şartlarının yerine getirilmesi
maksadıyla 2011 yılında her ay seksen bir ilde 20 bin fakir aileye gıda
yardımı, yine; muhtaç, engelli ve yetimlerden 5 bin kişiye aylık maaş ve 15 bin
öğrenciye burs imkânı tahsis edilmiştir.
Vakıfların yaşatılması
kadar vakıf bilincini de canlı tutmak son derece önemlidir. Bu anlamda,
Vakıflar Haftası münasebetiyle pek çok etkinlikler yapılmakta, yeni vakıflarla
birlikte projeler gerçekleştirilmektedir.
Ülkemizde müspet anlamda
güzelliklerin artmasını istiyorsak, vâkıf insan sayısını artırmak ve vakıfların
sayısını artırmak mecburiyetindeyiz.
Sayın Başkan, değerli
üyeler; sözlerimin sonunda, hazineden hiçbir katkı almadan gelirinin yüzde
50’sini yatırıma ayıran…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
İSRAFİL KIŞLA (Devamla) –
…ve devlete yük değil, devletin yükünü sırtlanan Vakıflar Genel Müdürlüğünün
2012 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kışla.
Bir sonraki konuşmacımız
Ankara Milletvekili Sayın Tülay Selamoğlu.
Sayın Selamoğlu, buyurun.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA TÜLAY
SELAMOĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamında Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu Başkanlığı bütçesi üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Bu vesileyle yüce Meclisimizi saygıyla selamlarım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Anayasa’mızın 134’üncü
maddesi gereği, 2876 sayılı Kanun’la, Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve
inkılaplarını, Türk kültürünü, Türk tarihini, Türk dilini bilimsel yoldan
araştırmak, tanıtmak, yaymak ve yayımlar yapmak amacıyla kurulmuştur. Atatürk
Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezi
bağlı kurumlardır.
2011 yılı, Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu için, her açıdan yeniden yapılanma ve bilimsel
araştırmalar için sağlam bir altyapı oluşturma yılı olmuştur.
Yeni yapılanma ve
düzenlemeler sırasında Kurum geleneksel çalışmalarına devam etmiştir. 2011
yılında yapılan çalışmalar, projelerin etkin ve verimli bir şekilde
yürütülebilmesi için proje önergesi, bilimsel araştırma ve özgün bilgi
üretimini desteklemek amacıyla Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Telif
Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği yürürlüğe girmiştir.
Atatürk Yüksek Kurumu Yurt
İçi ve Dışı Burs Yönergesi güncellenerek Kurumun lisans, yüksek lisans ve
doktora öğrencilerine burs programı başlamıştır. 2011 yılında 112 lisans, 61
yüksek lisans, 23 doktora ve 2 doktora sonrası araştırmacı olmak üzere 198
öğrenciye burs verilmiştir.
Genel Ağ Burs Takip ve
Yönetim Sistemi hazırlanmıştır. İlişkili veri tabanlarının hazırlanması projesi
ile bilgi santrallerini kurma çalışmaları sürdürülmektedir.
Bilimsel araştırmaların
İnternet üzerinden yürütülmesi temin edilecek, yirmi dört saat açık bilgi
bankası olacaktır.
Etkileşimli bir iletişim
sağlamak amacıyla sosyal ağ sayfaları oluşturulmuştur. Türk Dil Kurumu
kütüphanesinde yazma eserler sanal ortamda bütün dünya araştırmacılarının
hizmetine sunulmuştur. Atatürk Yüksek Kurumu Bilişim Altyapısı ve Bütünleşik
Bilgi Sistemi yıl sonunda tamamlanacaktır.
Farklı Kültürlerin Temel
Düşünce Bilim ve Sanat Eserlerini Türkçeye Çevirme Projesi 850 eser üzerinde
başlamıştır. Türk İşaret Dili Eğitim Sistemi’nin oluşturulması Dil Bilgisi ve
Sözlük Hazırlama Projesi ile 14. Yüzyılda işaret dilini kullanan millet
olduğumuz hâlde, Türk işaret dili bu Hükümetle resmîleşecektir.
Türkiye Türkçesinin Köken
Bilgisi Etimoloji Sözlüğü Projesi dil tarihimizi edebileştirecektir. Çünkü daha
önceki yıllarda yapılan Türk Dil Kurumunun Türk Dili Dergisi Mart 1965
nüshasındaki bir başyazıda bir cümle Türk dili üzerindeki çalışmaların
matematik ve bilimsellikten ne kadar uzak olduğunu o dönemde göstermektedir.
Cümle şu: “Sözcük yaratmak için ille sanatçı ya da bilim adamı olmak gerekmez,
en ummadığın kişi çok beğenilen sözcük yaratabilir.” yani uydurabilir.
Dilin artık, Türk Dil
Kurumunun altında, matematiksel özellikleriyle ve bilim olarak kabul edilip
çalışmaların bu şekilde devam etmesi, Türkiye Cumhuriyeti Türk dili, Türk
tarihi ve Türk kültürü için çok önemli bir aşamadır.
Ayrıca Uzaktan Öğretim
Yöntemiyle Yabancılara Türkçe Öğretimi Yazılım Projesi dilimizin
yaygınlaşmasını, tanınmasını sağlayacaktır.
2011 yılında 2012-2016
dönemi için yeni bir izlem tasarımı çalışmaları tamamlanmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2011 yılında yapılan geleneksel çalışmalar da şunlardır: 43
eser yayınlanmış olup 83 eserin basım işleri sürmektedir. Daha önce basılmış
olup mevcudu biten 18 eserin tıpkıbasımı tamamlanmış, 32 eserin tıpkıbasım
işlemleri sürmektedir. Kurumun sürekli yayımlarından Atatürk Araştırma Merkezi
Dergisi, Türk Dili Dergisi, Türk Dili Araştırmaları Dergisi, Türk Dünyası Dil
ve Edebiyat Dergisi, Belleten, Belgeler, Erdem ve Arış 2011 yılı içinde
çıkarılmıştır.
Türk Dil Kurumunun web
sayfası, Güncel Türkçe Sözlük, Sesli Türkçe Sözlük, Atasözleri ve Deyimler
Sözlüğü, Büyük Türkçe Sözlük yoğun biçimde ziyaret edilmektedir. Ayrıca Sıkça
Yapılan Yanlışlara Doğrular, Sıkça Karıştırılan Sözcükler Kılavuzu genel ağ
sayfasında bulunmaktadır. Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan Güzel Türkçe
Bulmacaları, bölgesel ve yerel basın kuruluşlarına ücretsiz gönderilmektedir.
Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumunun 2012 bütçesinin hayırlara vesile olmasını diliyor, yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Selamoğlu.
Bir sonraki konuşmacımız
Tekirdağ Milletvekili Sayın Özlem Yemişçi.
Buyurun Sayın Yemişçi. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ÖZLEM
YEMİŞÇİ (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamında Atatürk Araştırma Merkezi bütçesi
üzerinde AK PARTİ Grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Atatürk Araştırma Merkezi,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 134’üncü maddesi gereğince 1983’te 2876
sayılı Kanun ile kurulan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumuna bağlı
kamu tüzelkişiliğine sahip dört kurumdan birisidir. Kurulduğundan bu yana kanunla
kendine verilen görevler çerçevesinde bilim ve kültür hayatına önemli
katkılarda bulunan Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk ilkeleri, devrimleriyle
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ve gelişim süreci hakkındaki konuları bilimsel
faaliyetlerle destekleme amacı taşımaktadır. Atatürk Araştırma Merkezi
2001-2011 yılları arasında 138 kitap, 39 dergi, 4 uluslararası kongre, 18
sempozyum gerçekleştirip yayınlanan eserlerin edebiyat, halk kültürü ve bilim
tercihiyle yoğunlaşmıştır. 2012 yılında yapılması planlanan faaliyetler
arasında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün eserlerinin dünyaya tanıtılması için
merkez tarafından seçilen 16 eserin farklı dillere çevrilmesi ve merkez
tarafından üzerinde çalışılan Atatürk ansiklopedisi çalışmaları bitmiş olup
2012 yılında yayınlanacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; düşünceleri kalıplaştırmamalıyız, özünü anlamalıyız. Fikirler,
düşünceler ayrılsa bile zeminimizdeki samimiyeti kaybetmemeliyiz. Bu topraklar
nice âlimler, nice liderler yetiştirmiştir ve yetiştirmeye devam edecektir.
Bizi biz yapan tüm değerleri sahiplenmeli, onları iyisiyle kötüsüyle
anlamalıyız. Ulu Önder Atatürk sadece bu toprakların evladı değil, tüm dünya
için bir değer, insanoğlu için bir kazançtır. Onun fikirlerini, düşüncelerini
anlamak, özümsemek ve gelecek nesillere aktarabilmek onun imzasını taklit
etmekten daha önemlidir. “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir;
benim fikirlerimi, benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve
hissediyorsanız bu kâfidir.” demiş Gazi Mustafa Kemal Atatürk.
Saygıdeğer milletvekilleri,
bu söz, aslında, bu ulusun yetiştirmiş olduğu tüm evlatlar için geçerlidir.
Özünü, özümüzü bilmeliyiz, onları anlamalıyız. Onları anlamak, kendimizi
anlamaktır. Onları oluşturan biz, bizleri ileriye taşıyacak olan onlardır. Aşık
Veysel’iyle Evliya Çelebi’si, Dede Korkut’uyla Mimar Sinan’ı, Namık Kemal’iyle
Hacı Bektaş’ı, Fatih Mehmet Sultan Mehmet’iyle Nene Hatun’u, Köroğlu ve
Mevlânâ, Yunus Emre, hepsi, hepsi bu toprakların ürünü, bu ulusun
mozaikleridir, geleceğe ayna tutan gerçeklerdir. İstikrarla yürüyoruz;
cumhuriyetimizi, milletimizi seviyoruz. Onun için, 2023’te yüzüncü yılımıza
yakışır hedefler koyduk.
Değerli milletvekilleri,
iki yerel seçim, üç genel seçim, iki halk oylaması ve bir Cumhurbaşkanlığı
seçimi halkın takdiridir. Seçim dönemlerinde mali disiplin bozulmamış,
piyasaların güveni sarsılmamıştır. Bu teşekkür bu topluma, bu teşekkür milletin
kayıtsız şartsız egemenliğine.
Atatürk’ün öngördüğü muasır
medeniyetler seviyesine iktidarımız zamanında gerek ekonomik gerek siyasi gerek
diplomasi alanında ulaşılmış, halkımız hak ettiği seviyeyi ve istikrarı elde
etmiştir.
Atatürk Araştırma
Merkezinin 2012 yılı bütçesi toplam 2 milyon 393 bin liradır.
Bu duygu ve düşüncelerle,
2012 yılı bütçesinin tüm kurumlarımıza ve ülkemize hayırlı olmasını temenni
ediyor, saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Yemişçi.
Bir sonraki konuşmacımız,
Ankara Milletvekili Sayın Ülker Güzel.
Buyurun Sayın Güzel. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ÜLKER
GÜZEL (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 24’üncü Dönem
milletvekili olarak büyük Türk milletinin yüce Meclisinin önünde ilk defa söz
almış olmanın gururunu taşıdığımı ifade ederek yüce Meclisin değerli üyelerini saygıyla
selamlıyorum.
Adalet ve Kalkınma Partisi
adına Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunu oluşturan dört kuruluştan
biri olan Atatürk Kültür Merkezinin bütçesi ve faaliyetleriyle ilgili olarak
söz almış bulunuyorum.
Atatürk Kültür Merkezi
Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılaplarını, Türk kültürünü, Türk
tarihini ve Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak üzere 1983 yılında
kurulmuştur. Millî dayanışma ve bütünleşmede kültür, dil ve tarih değerlerini
birleştirici bir güç olarak göz önünde tutmak, bu değerlere karşı girişilecek
her türlü yabancı ve bölücü akımların bilimsel yoldan çürütülmesini esas almak
gayesiyle kurulmuştur.
Millet olarak dünyanın
sayılı kültür ve medeniyetlerinden birine sahip uygarlıkların beşiği bir
coğrafyada yaşamaktayız. Toplumda yaratılan bütün maddi ve manevi değerlerin,
büyük kültür ve mirasın korunması, değerlendirilmesi, tanıtılması ve gelecek
kuşaklara aktarılmasının ne kadar önem arz ettiği hepinizin malumudur. Bu
sebeple, bilim ve kültür kurumlarımıza büyük sorumluluklar düşmektedir. Bir
kültür akademisi niteliğinde olan Atatürk Kültür Merkezi bu sorumluluğun
bilinciyle çalışmakta ve faaliyetlerini diğer kurumlarla birlikte
sürdürmektedir.
Merkez, kuruluşundan bugüne
kadar ulusal ve uluslararası düzeyde kongreler, sempozyumlar, konferanslar
düzenlemiş, süreli ve süresiz yayınlar çıkarmıştır. Kültür araştırmalarını
teşvik amacıyla araştırma bursları vermiş ve gerçekleştirdiği projelerle Türk
kültürünün araştırılmasına ve tanıtılmasına yardımcı olmuştur.
Atatürk Kültür Merkezi, Dil
ve Tarih Yüksek Kurumuna bağlı diğer kurumlar gibi 2001’den bu yana kuruluş
kanununda bulunan hukuki boşluklara rağmen faaliyetlerini aksatmadan yürütmeye
çalışmıştır. Hükûmetimiz Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile bu yasal boşluğu gidermeye
çalışmış ve kurumların hizmetlerini daha etkin bir şekilde yerine
getirmelerinin önünü açmıştır.
Atatürk Kültür Merkezi
sınırlı bütçesine rağmen pek çok önemli projelere de destek vermiştir. Bu
projelerden birisi, Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarının 20’nci yılı
vesilesiyle desteklenen “Avrasya’da Yeniden Çizilen Sınırlar, İnşa Edilen
Kimlikler ve Türkiye” başlıklı projedir. Atatürk Kültür Merkezi tarafından Türk
Dil Kurumu, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığının katkılarıyla
yürütülen bu proje, bilim dünyasının, ortak tarihî ve kültürel değerlere sahip
olduğumuz dost ve kardeş ülkelerin bağımsızlıklarının 20’nci yılında
yapılabilecek anlamlı bir çalışma olmuştur.
2011 yılında yüksek lisans
ve doktora öğrencileri için burslar tahsis edilmiş, üniversitelerle iş birliği
içinde çalışmalar devam etmiştir.
Türk kültürünün farklı
alanlarıyla ilgili pek çok kitaplar yayınlanmış ve özellikle Erdem ve Arış
dergileri bu yıl içinde yeniden okuyucularıyla buluşturulmuştur. Bunların yanı
sıra merkez, genç araştırmacıları teşvik amacıyla tümüyle gençlerden oluşan,
Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşı’na Genç Bakışlar Ulusal Öğrenci
Sempozyumu’nu düzenlemiş ve genç araştırmacıları desteklemiştir.
Cumhuriyet dönemi kültür
hayatını bütün boyutlarıyla ele almayı ve modern Türkiye'nin kültürel
birikimini dünya bilim ve kültür hayatına tanıtmayı amaçlayan, “Cumhuriyet
Dönemi Türk Kültürü” adlı proje tamamlanmış ve ilk üç cildi yayınlanmıştır.
Atatürk Kültür Merkezinin
bundan sonraki faaliyetlerinde Türk milletinin tarihinin kültürel, sosyal ve
beşerî açılardan daha geniş bir bakış açısıyla ele alınmasını ve TÜBİTAK’a
biçilen misyon gibi, özel bir misyonla değerlendirilmesini temenni ediyorum.
2012 bütçesinin
hazırlanmasında emeği geçenlere teşekkür eder, bütçenin hayırlı ve uğurlu
olmasını dileyerek hepinize saygılar sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Güzel.
Bir sonraki konuşmacımız
Manisa Milletvekili Sayın Selçuk Özdağ.
Buyurun Sayın Özdağ. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA SELÇUK
ÖZDAĞ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Dil Kurumu bütçesi
üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
İnsan ve toplum hayatında
dil, hayati değerlere önceliğiyle sahip bir kıymettir. Allah bütün canlıları
dilleriyle yaratmıştır. Felsefenin, sanatın, siyasetin, düşüncenin kendi dili
vardır; tıbbın, matematiğin, müziğin, meydanların, sokakların dili vardır. O
nedenle “Önce söz vardır.” denilmiştir. Biz dille düşünürüz; dille konuşur,
dille ağlar, dille ağıt yakar, şarkı söyler, dille barışır, dille kavga ederiz;
dille doğar, dille büyür ve dille ölürüz. Dünya üzerinde yaklaşık 350 milyon
insanın çeşitli lehçeleriyle konuştuğu Türk dili dünyanın en eski ve en yaygın
beş dilinden birisidir. Yaşanmış muhkem bir mazimiz, yaşanacak muhayyel bir
geleceğimiz var. Biz bu toprakları dilimizle fethettik.
Evet, Türkçemizin geliştirilmesi
amacıyla 1932 yılında kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti 1936’daki Türk Dili
Kurultayı’nda Türk Dil Kurumu ismini almıştır. Yaptığı iş kadar tarihî mirası
ve hatırasıyla da bizim için kıymetlidir. Siyasetle hemhâl olduğu dönemlerde
Türk Dil Kurumu eliyle Türk dili medeniyet dili olmaktan uzaklaşmış, dünya
dilleriyle ilişkisini koparmıştır. Tarih boyunca, başta Çince olmak üzere, tüm
komşu dillerle kompleksiz bir şekilde ilişki kurabilen ve ilişki kurduğu her
dilden kavram alabilme kabiliyeti olan Türkçe, sonrasında içine kapanık,
tedirgin ve gelişim ufkundan mahrum bir dil hâline getirilmiştir. Önce Güneş
Dil Teorisi’yle, daha sonra da tarihten kopma zihniyetinin tesiriyle Türk dili
medeniyet dili olmaktan çıkmış, özleştirme ve arındırma çalışmaları sonucu
maalesef Türkçe sözlükteki kelime sayısı 30 bine kadar düşmüştür. Yaşanan bu
olumsuzluk Türkiye’yi tarihinden kopardığı gibi diğer Asya Türk
topluluklarından ve yakın coğrafyasından da koparmıştır.
GÜRKUT ACAR (Antalya) –
Onun için mi Arapçayı alıyorsunuz?
SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) –
Türk Dil Kurumu siyasetin etkisinden uzaklaştıkça ve özellikle son yıllarda
Türk dili konusunda çalışmalar daha akademik düzeyde yapılmaya başlanmıştır.
Türk Dil Kurumunun ve üniversitelerimizdeki bilim insanlarımızın üstün
gayretleri sonucunda 30 bin kelimeden oluşan Türkçe Sözlük’ten 92 bin kelimeden
oluşan Türkçe Sözlük’e ulaşmış bulunmaktayız.
Türk Dil Kurumunun 2011
yılı faaliyetleri ve 2012 projelerinden de bahsetmenin faydalı olacağı
kanaatindeyim. 2011 yılının on bir aylık döneminde 40 kitap ve 21 dergi
yayımlanmış, basım aşamasında ise 27 kitap bulunmaktadır. Türkçe Sözlük’ün
11’inci baskısı 100 bin adet olarak yapılmıştır. Sanal mağaza faaliyete
sokulmuş ve Türk Dil Kurumu yayınları İnternet üzerinden satılmaya
başlanmıştır. Türkçede Zıt Anlamlı Kelimeler Sözlüğü ve Türkçede Eş ve Yakın
Anlamlı Kelimeler Sözlüğü’nün erişime açılmasıyla, erişime açılan sözlük sayısı
13 olmuştur.
Kurumun yayımladığı
dergilerin bütün sayıları dijital ortama aktarılmış, böylece 29 bin makale,
yazı ve deneme ücretsiz olarak sanal ortamda hizmete sunulmuştur.
Türk Dil Kurumu
kütüphanesindeki 700 adet yazma eserin dijitalleri ücreti mukabilinde erişime
açılmıştır.
Türk dili alanında lisans
ve yüksek lisans düzeyinde eğitim gören 195 öğrenciye burs verilmiş, 2012 burs
programına 10 doktora sonrası araştırma bursu eklenmiştir.
Türk İşaret Dili Sözlüğü ve
dil bilgisinin hazırlanması ve Türkoloji alanında yabancıların eserlerinin
Türkçeye çevrilmesi, 2012 yılı bütçesine dâhil edilen Türkiye Türkçesinin
Etimoloji Sözlüğü ve uzaktan öğretim yöntemiyle yabancılara Türkçe öğretimi
yazılımı projelerinin çalışmalarına devam edilecektir. Bu çalışmalarından
dolayı Türk Dil Kurumu Başkanına ve Kurum çalışanlarına teşekkür ediyorum.
Her yönüyle zenginleşen,
kalkınan bir milletin dili fakirleşemez. Türkçe, dünya dili olmak
mecburiyetindedir. Türkçe, dünyanın dört bir yanında açılan Türk okullarının
yaptığı gibi dünyaya açılmalı. Bu vesileyle Türkçe olimpiyatlarını düzenleyen
Türkçe sevdalılarına da Türk milleti adına şükranlarımı arz ediyorum. Bu yüzden
Türkçenin tekrar fatih dil olmasının önündeki zihniyet engelleri
kaldırılmalıdır.
Türk Dil Kurumu yabancı
kelimelere karşılık üreten bir kelime fabrikası değil, Türkçeyi dünyayla
bütünleştirerek geliştirecek politikaların oluşturulmasına öncülük eden,
Türkçeye ufuk açma projelerini destekleyen dil felsefesi de geliştiren bir
kurum olmalıdır.
Türkçe bizim vatanımızdır.
“Türkçe, benim ses bayrağımdır.” diye seslenen Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın
deyimiyle “Türkçe, dil bayrağımızdır.”
Türkçeyi korumak,
geliştirmek, yaşatmak, aynı zamanda Türkiye'yi korumak ve yaşatmak demektir.
Türk Dil Kurumu ve bizler bu vatanı ve bu bayrağı korumakla mükellefiz.
Türk milleti içerisinden
yeniden Yahya Kemal’leri çıkarmalı ve “Bu dil ağzımda annemin ak sütüdür.”
demelidir.
Cemil Meriç, “Kamus
namustur.” düsturunu yeniden koymalıdır.
Kelimelerin serdarı
Süleyman Nazif, Türk dilinin kıymetlerinden vazgeçmeyen Tarık Buğra yeniden
yazmalıdır.
Toplumumuza dayatılan
uydurukçayı reddederek “kurbağa dili” diyen…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) –
…Necip Fazıl şiir yazmalıdır.
Osman Yüksel Serdengeçti’ye
yeniden ruh üflenmeli, mabetsiz şehirlerde bir nesli nasıl mahvettiler diye
sormalıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkçe resmî dilimizdir ve bundan sonra da böyle olacaktır. Bu
gerçeği hatırlatmakla beraber, bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin ana
dilini öğrenme, konuşma hakkı ve özürlüğü olması gerektiğini vurguluyor, 2012
bütçesinin hayırlara vesile olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Çok teşekkür
ediyoruz Sayın Özdağ, sağ olun.
Bir sonraki konuşmacımız,
Amasya Milletvekili Sayın Mehmet Naci Bostancı.
Buyurun Sayın Bostancı. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET
NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan, sayın üyeler; Türk Tarih Kurumu üzerine
konuşacağım.
Tarih üzerine konuşmak zor,
kolay değildir. Cemil Meriç, büyük tarihçi İbni Haldun’u anlatırken girişte
şöyle bir cümle kurar: “Selame Kalesi’nin burçlarından sisler içindeki ovaya
bakan İbni Haldun.” Tarih de böyledir hakikaten, sisler içindedir. Tarihçi, o
sisler içindeki gerçekliğe, insanların yaşadıklarına hakikatin ışığını
düşürmeye çalışır ama bunu yaparken muhakkak tarihçinin kendisinin de içinde
yer aldığı bir ideoloji, dünyaya bir bakış tarzı vardır. Hem incelenen alanın
sisler içinde oluşu hem de inceleyen kişinin kendine göre bir hakikatin içinde
yer alarak bakışı tarihçiliği zorlaştırır ama tarih her zaman bütün toplumların
temel iştigal alanlarından birisi olmuştur. Yazılı tarih, bakın, Heredot’un
gözleri kör ama tarihçilik yapıyor, Tukidides Peleponnes Savaşlarını anlatıyor,
İbni Haldun’un Mukaddime (giriş) eseri -benim konuşmam da giriş mahiyetinde
kalacak galiba- tarihin metodolojisine ilişkin çok temel verileri sunuyor. Hiç
okuryazar olmayan toplumlar bile geçmişte atalarının yapıp ettiklerini sürekli
tekrarlayarak geleceğe bir ışık düşürmeye çalışıyorlar.
Bu çerçevede, Türkiye
Cumhuriyeti kurulduktan sonra paralel bir kurum olarak -biraz önce burada diğer
kurumlar da sayıldı- 1930 yılında Türk Tarih Kurumu oluşturuluyor. Son derece
önemli bir kurum. Türklüğün geçmişteki varlığını, tarihte yapıp ettiklerini
inceleyen, buradan aynı zamanda geleceğe bir siyaset çıkarmaya çalışan bir
yaklaşım. Esasen tarihin görevi de budur, sadece geçmişi anlatmak değildir;
geçmişi anlatırken geleceğe konuşmaktır.
Türk Tarih Kurumu bu yönde
çalışma gösterirken çok önemli faaliyetlerde bulundu. Uluslararası kongreler
düzenledi, önemli dergiler yayınladı. Bugünlerde de kadrolarını tahkim ediyor,
115 uzman yardımcısı alacakmış; hayırlı olsun. Bu uzman yardımcılarının Türk
Tarih Kurumunun çalışmalarını zenginleştirmesini diliyoruz.
Türkiye’de, özellikle yakın
tarih bir çatışma alanı. Dikotomiler var, karşıtlıklar var; bütün bunları
biliyoruz. Lozan’a ilişkin, Sevr’e ilişkin, Abdülhamit’e ilişkin. Bunlar, âdeta
sembol konular. Lehte ve aleyhte son derece ateşli tartışmalar yapılıyor. Bu,
aslında geçmişe yönelik bir tartışma değil, geleceğe yönelik bir tartışma.
Esasen, soğukkanlı tarihçilerin yapması gereken, tarihin üzerindeki bu ateşli
siyasal ilgiyi biraz azaltmak ve hakikaten geçmişte ne olup bittiğine ilişkin
toplumun önüne mümkün olduğu ölçüde gerçek bir temsil koyabilmek. Türk Tarih
Kurumunun bu yönde çalışmalar yapmasını temenni ediyorum.
Bir toplumda elbette resmî
tarih olur. Türkiye’de de uzun yıllar boyunca resmî tarih vardı. Yanlış olan
şudur: Resmî tarihi egemen tarih hâline getirirsiniz ve alternatif tarih
çalışmalarına mani olursunuz. Bu, yanlıştır. Buna mani olduğunuzda, bu defa alternatif
tarihçiliğin yerini şifahi tarihçilik alır; insanlar konuşmaya ve söylenmeye
başlarlar. Esasen Türk Tarih Kurumunun ve alternatif tarihçiliği teşvik edecek
yaklaşımların yapacağı çok önemli bir hizmet yalan yanlış, şifahi anlatıma
dayalı tarihsel hikâyelere de mani olmaktır.
Türk Tarih Kurumunun bu
manada, daha geniş bir perspektifle Türkiye’nin yakın dönemine ilişkin sosyal,
politik çalışmalar yapmasını temenni ediyorum. Bu çalışmaları yaparken mutlak
surette şu ilkenin de önemli olduğunu düşünüyorum: AK PARTİ kendisini ifade
ederken “Kimsesizlerin kimsesi olmak.” meselesinin altını hassasiyetle çizen
bir parti. Tarih ise Benjamin’in ifade ettiği gibi bir bakıma “Galiplerin
tarihidir.” Mağlup olanların tarihte de çok fazla yeri olmaz. Ümit ediyorum ki
AK PARTİ, tarihçiliğe yeni bir soluk getirirken nasıl, bugün, kimsesizlerin
kimsesi olmak için çalışıyorsa, tarihte de evet, hem egemenlerin hem galip
gelenlerin hem de kimsesizlerin sesi olacak ve Türk toplumunun gerçek,
toplumsal ve siyasi tarihini ortaya koyma yolunda güçlü bir irade
gösterecektir.
Çok teşekkür ediyorum,
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bostancı,
teşekkür ederiz.
Şimdi sıra Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu temsilcilerinde.
Birinci konuşmacı
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mesut Dedeoğlu.
Buyurun Sayın Dedeoğlu.
(MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
MHP GRUBU ADINA MESUT
DEDEOĞLU (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamında Radyo ve Televizyon Üst Kurulu
ve Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü bütçelerinin üzerinde Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Tasarısı AKP Hükûmetinin 10’uncu, 61’inci AKP
Hükûmetinin de 1’inci bütçesidir. Bütçeler, devletin hangi alanlara ne kadar
kaynak ayırdığını ve hangi alanlardan ne kadar kaynak sağlayacağını
göstermektedir. Yine vergiye dayalı kaynaklar üzerine hazırlanmış olan bu
bütçede, işçi, memur, emekli, çiftçi, esnaf ve dar gelirli vatandaşlarımız yine
düşük pay almışlardır.
Bu vesileyle, her ilimizin
olduğu gibi, Kahramanmaraş ilimizin de yeni kaynaklar bekleyen pek çok yatırımı
beklemektedir. Yollar, okullar, hastane, sanayi, yeni teşvikler ve sulama
kanalları gibi birçok yatırımlarımız 2012 bütçesini beklemektedir çünkü Kahramanmaraş’ın
pek çok problemi bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanun’un 1994 yılında yürürlüğe girmesiyle Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu kurulmuştur. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, radyo ve televizyon
yayıncılığını düzenlenmek ve denetlemekle görevlendirilmiştir. Kurum
toplumumuz, gençlerimiz ve çocuklarımız açısından fevkalade önemli bir görevi
üstlenmiştir. Bu nedenle, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu görevini titizlikle ve
en iyi şekilde yapmak zorundadır.
Özel radyo ve televizyon
yayınları ülkemizde ilk olarak 1990’lı yılların başından itibaren başlamıştır.
1993 yılında Anayasa değişikliği yapılarak özel radyo ve televizyon
yayınlarının yapılmasına imkân sağlanmıştır. Bu değişiklik sonrası bugün
ülkemizde karasal anlamda yayın yapan 25 adet ulusal, 15 adet bölgesel, 207
adet yerel olmak üzere toplam 247 adet televizyon kanalı ve 38 adet ulusal, 98
adet bölgesel, 922 adet yerel olmak üzere toplam 1.058 adet radyo kanalı
bulunmaktadır.
İşte, bundan dolayıdır ki
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu radyo ve televizyon yayıncılığını iyi
düzenlemeli ve ciddi denetimler yapmalıdır. Radyo ve televizyon yayınlarıyla
ilgili olarak kamuoyunda oluşan tepki, beğeni ve hassasiyetler yakından
izlenmelidir. Ölçüsüz yayın yapan ve toplumca benimsenmeyen ilkelere uymayan
kurumlara dikkat edilmelidir. Radyo ve televizyon yayınları toplumun millî ve
manevi değerlerine ve Türk aile yapısına aykırı olmamalıdır. Yayınlarda özel
hayatın gizliliğine saygılı olunmalıdır. Son yıllarda televizyon yayınları
konusunda genel bir memnuniyetsizlik yaşanmaktadır. Bugün toplumun hangi
kesimine giderseniz gidin insanlarımız televizyondaki sorumsuz yayıncılıktan
rahatsızdır. Pek çok yayında reyting uğruna bu ülkenin geleneklerini, millî ve
manevi değerlerini, çocuklar ve gençlerimizin ruh sağlığını âdeta hiçe sayan
bir yayıncılık anlayışıyla hareket edilmektedir. Özellikle çocukların ve ev
hanımlarının televizyon izlediği saatlerde birbirinin benzeri niteliksiz,
düzeysiz, insanların özel yaşamlarını konu edinen programlar yayınlanmaktadır.
Bugün, maalesef üzülerek
belirtmeliyim ki, Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna gelen izleyici şikâyetleri,
çocuklara ve gençlere zararlı, Türk aile yapısı ve ahlakına aykırı yayınlar
yapıldığını ortaya koymaktadır. Bu, çok vahim bir durumdur. Çünkü izleyici
şikâyetlerine konu olan değerler, toplumumuzun en kıymetli değerleridir. Türk
aile yapısı ve ahlakına, çocuklarımıza ve gençlerimize zarar verecek yayınlara
izin verilmemelidir.
Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu bu işler için vardır; düzenleme ve denetleme konusu, görevleri
arasındadır. Ama gelen izleyici şikâyetlerine bakılacak olursa bu Kurumumuz
kendisine verilen görevleri tam anlamıyla yerine getirememiştir. Radyo ve
televizyon yayınları, çocuklarımızı ve gençlerimizi yeni ufuklara taşıyan,
eğitimi ve öğrenimi ön plana çıkaran, kötü alışkanlıklardan uzak yayınlar
olmalıdır. Bütün bunların yanında, Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlık ve
bağımsızlığına, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk
ilke ve inkılaplarına aykırı yayınlara da izin verilmemelidir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun görevini tam olarak
yaptığından herkes emin olmalıdır. Bu Kurum sürekli tartışılır bir kurum
olmaktan kurtarılarak yolsuzluk ve usulsüzlüklerle anılmamalıdır; iktidar
partisinin siyasi baskılarından uzaklaşmalı ve gerçek özerk yapısına
kavuşmalıdır. Bütün temennimiz bu yöndedir.
Değerli arkadaşlar, bu
kurumlar hepimiz için vardır. Bu kurumların hepsinin ayrı ayrı hizmetleri ve
görevleri vardır. Bir kurum görevini yapmadığı veya eksik yaptığı zaman o
alanda sıkıntı ortaya çıkmaktadır. Onun için, gelin kurumlarımızın
çalışmalarını engelleyecek ve siyasallaştıracak davranışlardan uzak duralım. Radyo
ve Televizyon Üst Kurulumuzda da bugün buna benzer bir durum yaşanmaktadır.
Kurum, bu görünümünden kurtulmalı ve beklentilere cevap verme konusunda çalışma
başlatılmalıdır. Çünkü sabahları ve akşamları, hatta günün her saatinde ekran
başına geçen insanlarımızın Radyo ve Televizyon Üst Kurulundan çok şey
beklemektedir. Toplumu şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk eden veya halkı
sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözetecek, kin ve düşmanlığı tahrik
eden veya toplumda nefret uyandıran yayınlara hiçbir zaman imkân vermemelidir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; radyo ve televizyon yayınlarında tarafsızlık yayıncılık
ilkeleri açısından en önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle
özellikle siyasi partilerle ilgili yayınlarda tamamen tarafsız ve objektif
davranılmalıdır. Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun maalesef birçok konuda
olduğu gibi bu konuda da eksiklikleri bulunmaktadır. Bu kurumun 12 Haziran
milletvekilliği genel seçiminde göstermiş olduğu taraflı tutumu da hâlen tartışılmaktadır.
Haberlerin yansımasında tarafsızlık, gerçekçilik ve doğruluk ilkelerine bağlı
olunmalıdır, halkı aldatacak ve yanıltacak haberlerden kaçınılmalıdır. Kurul
bütün düzenlemelerini bu doğrultuda yapmalıdır. Bu arada gençlerimize ve
çocuklarımıza zarar verecek yayınlardan da kaçınılmalıdır.
Ülkemiz geçmişte pek çok
kahramanlıklar yaşamış ve yaşatmıştır. Bu kahramanlık destanlarını küçük
düşürecek veya zedeleyecek yayınlardan da uzak durulmalıdır.
Temennim şudur ki… Türkiye
Büyük Millet Meclisinde çalışmalar esnasında naklen yayın yapılmakta ve akşam
saat yedi olduğu zaman da kapatılmakta. Bu durum derhâl düzeltilmeli
temennisinde bulunuyorum. Halkımızın haber alma özgürlüğü yok edilmemeli
dileğinde bulunuyorum.
Ayrıca, yerel bölgelerde
televizyon yayınları yapan bölgesel televizyonlarımıza teşvik ve destek
verilmesi temennisiyle 2012 bütçesinin hayırlara vesile olmasını diliyor,
saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Dedeoğlu.
İkinci konuşmacımız Konya
Milletvekili Mustafa Kalaycı.
Süreniz on dakika Sayın
Kalaycı.
MHP GRUBU ADINA MUSTAFA
KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla
selamlıyorum.
İçinde bulunduğumuz 7-17
Aralık 2011 tarihleri arasında Konya’da “Hz. Mevlânâ’nın 738’inci Vuslat Yıl
Dönümü Uluslararası Anma Etniklikleri” gerçekleştirilmektedir. Bu vesileyle
büyük Türk ve İslam düşünürü Mevlânâ Celâleddin Rûmî’yi minnet, şükran ve
rahmetle anıyorum. Onun insan, tabiat ve Allah sevgisinin ve yüksek
fikirlerinin insanlığı ilelebet aydınlatmasını diliyorum.
Değerli milletvekilleri,
bugünlerde “Şike Yasası” diye adlandırılan kanun konusunda Sayın Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınç’ın “Hiçbir milletvekilinin bu kanunu tekrar Meclis Genel
Kuruluna getirmeye cesareti yetmeyecek.” diye tehdit içeren sözleri gündeme
damgasını vurmuştur. Anılan Yasa dün Komisyondan aynen geçmiştir, Genel Kurula
da geliyor, bakalım Sayın Arınç ne yapacak?
Aslında, Sayın Başbakan
Yardımcısı başka bir konudaki düzenlemeyi Türkiye Büyük Millet Meclisine
getirmeye cesaret edememiştir. Yetki Kanunu’nun amacı ve kapsamı dışında
olmasına ve bir ivediliği de bulunmamasına rağmen 27 Ağustos 2011 günlü Resmî
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin içine bu konuyla
hiç alakası olmayan gayrimüslim cemaat vakıflarıyla ilgili bir düzenleme
yerleştirilmiştir.
Şimdi soruyorum: Hükûmete
verilen yetkiyi de aşarak bu düzenlemeyi yapmak için niye acele ettiniz? Bu
düzenlemeyi Türkiye Büyük Millet Meclisinden niye kaçırdınız? Cesaretiniz mi
yetmedi?
AKP gayrimüslim cemaat
vakıfları konusunda sürekli kanunlar çıkarmakta ancak yapılan her düzenleme
sonrasında Hükûmetin sırtı sıvazlanırken bir taraftan da düzenlemeler yetersiz
görülerek, yeni talepler gündeme getirilmektedir.
AKP döneminde gayrimüslim
cemaat vakıfları konusunda ilk defa 2003 yılında AB uyum yasaları çerçevesinde
düzenleme yapılmıştır. 2008 yılında çıkarılan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu ile
cemaat vakıfları istisnai statüden çıkarılmış, Medeni Kanun’a göre kurulan
diğer vakıfların statüsüne getirilmiştir. Aslında, Anayasa’mız ve Türk Medeni
Kanunu’muz “Belli bir cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf
kurulamaz.” diyor. Buna karşın AKP’nin yaptığı düzenlemelerle Lozan
Anlaşması’yla verilen sınırlı ve istisnai haklar bu anlaşmanın da hilafına
genişletilerek ve mütekabiliyet şartı aranmaksızın gayrimüslim cemaat vakıfları
diğer vakıflarla aynı statüye getirilmiştir. Dolayısıyla, ülkemizde çoğunluğu
teşkil eden Müslüman kesimin dinî amaçlı, cemaat amaçlı vakfı yok iken
gayrimüslim, Hıristiyan ve Yahudi vatandaşların cemaat amaçlı vakfı her türlü
hakka sahip kılınmıştır. AKP Hükûmeti kilise vakıflarına, sinagog vakıflarına
pozitif ayrımcılık getirmiştir.
27 Ağustos 2011 günlü
düzenlemeyle de gayrimüslim cemaat vakıflarına 1936’da beyan etmiş oldukları
ama şu an mülkiyetleri elleri olmayan tüm taşınmazları vakıflarının adlarına
tescil etme yolu açılmıştır. Bu düzenleme de ilgili çevrelerce yeterli görülmemiş,
gerek 2011 yılı Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nda gerekse yapılan
açıklamalarda yüzlerce mazbut vakfın mallarının 1936 beyannamesine girmeyen
malların iade edilmeyeceği ifade edilmekte ve eleştirilmektedir. Bu durum, AKP
Hükûmetince yapılan yanlışların nereye kadar geldiğin göstermektedir.
Ayasofya’ya kadar götürülebilecek bir sürecin önü açılmak istenmektedir. “Şu
anki düzenleme bunu kapsamıyor.” dersiniz, doğrudur ama yarın niye 1936’da
beyan edilenleri devrediyorsunuz da, beyan edilmemiş olanları vermiyorsunuz
dendiği zaman bunu nasıl savunacaksınız? Nitekim denilmeye de başlanmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açılacak davalarla bu işin nereye kadar
gideceği gerçekten meçhul.
Son yapılan düzenleme için
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “Gasbettiğimiz gayrimenkullerini cemaat
vakıflarına aynen iade ediyoruz.” diyor. Bulunduğu mevkinin herhâlde farkında
değil ki temsil ettiği devleti gaspçı olarak niteliyor ve bir anlamda gasbın
karşılığı olacak tazminat davalarının da yolunu açıyor. Tarihî gerçeklerden
bihaber olanlara gerçekten gasbedilen mallarını görmek istiyorsa Kıbrıs’ta,
Yunanistan’da, Bulgaristan’da, Balkanlarda ata yadigârı olan vakıfların nasıl
talan edildiğini, hangi gayrimenkulleri kimlerin gasbettiğini görmesini tavsiye
ediyorum.
“Azınlıklara haklarını
vermek boynumuzun borcudur.” diyorsunuz, olmayan hakları zorlama yorumlarla
veriyorsunuz. Peki, Müslamanların haklarını aramak kimin boynunun borcudur?
Allah rızası için bu konuda ne yaptınız? Gasbedilen, talan edilen Müslüman
vakıflarının milyarlarca dolarlık gayrimenkullerini niye iade ettirmiyorsunuz?
Kilise vakıfları için bu kadar düzenleme yapıyorsunuz da ceddimizin kurduğu
vakıfların haklarını niye aramıyorsunuz? Neden Lozan Anlaşması’nın gereği olan
mütekabiliyet şartını aramadan tek taraflı tasarrufta bulunuyorsunuz?
Değerli milletvekilleri,
İstanbul’da Ortodoks dünyası için yeni bir Vatikan yaratmayı hedefleyen
Patrikhane, aşamalı bir strateji izlemektedir. AKP İktidarında bu stratejinin
birçok aşaması yürürlüğe konulmuştur. Anadolu topraklarındaki hayallerini
yeniden ihya etme emellerinden vazgeçmeyen Patrikhane, Heybeliada Ruhban
Okulunu eğitim sistemimizin dışına çıkararak açmak, Patrikhanenin mülk edinmesi
ve Rum vakıflarının mal varlıklarının iadesini sağlamak, Türk Hükûmetinin
Patrik seçimine ve Sen Sinod’un oluşumuna müdahale etmemesini temin etmek, Rum
Patrikhanesinin ekümenikliğinin Türkiye tarafından tanınmasını sağlamak
amacıyla Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliğinin de desteğiyle AKP
Hükûmeti nezdinde baskı oluşturmuştur. Nitekim, başta Amerika Birleşik
Devletleri başkanları ve dışişleri bakanları olmak üzere ABD yetkilileri,
yapılan her görüşmede, Türkiye’ye yaptıkları her ziyarette bu konuları gündeme
getirmişlerdir. Aynı konular AB tarafından da takip edilmekte ve ilerleme
raporlarında bu taleplere yer verilmektedir, AKP hükûmetleri de bu talepleri
bir bir yerine getirmektedir. Patrikhanenin mülk edinme konusu ve Rum
vakıflarının mal varlıklarının iadesi konusunda önemli mesafe kaydedilmiştir.
Heybeliada Ruhban Okulunun açılması konusunda AKP Hükûmeti tarafından olumlu
yaklaşımlar ortaya konulmuş, bu konuda kamuoyu oluşturmaya çalışılmaktadır.
Başbakan Yunanistan ziyaretinde Ruhban Okulunun açılması için çalışma
yaptıklarını ve Patrik’in ekümenik sıfatını kullanmasının kendilerini rahatsız
etmeyeceğini söyleyebilmiştir. Geçen yıl, Büyükada Rum Yetimhanesinin tapusu
hukuk sistemimiz katledilerek Rum Patrikhanesine devredilmiş, böylece ilk kez
vakıf yerine tüzel kişiliği olmayan dinî bir cemaate tapu devri yapılmıştır. Bu
durum, Rum Patrikhanesine tüzel kişilik sağlamanın ve ekümeniklik iddiasının
yolunu açacak bir nitelik arz etmektedir. Cumhuriyet tarihinde ilk kez ve Lozan
Anlaşması’na aykırı olarak, Türk vatandaşları olmayan metropolitlerin Fener Rum
Patrikhanesinin Yönetim Kurulu olan Sen Sinod’a üye olmasına AKP Hükûmeti
döneminde izin verilmiştir. Daha sonra, bu Sen Sinodların hülleyle Türk
vatandaşı yapılması suretiyle hukuksuzluk giderilmeye çalışılmıştır. Geçen
yılki AB İlerleme Raporu’nda AKP Hükûmetince 14 Ortodoks papazın Türk
vatandaşlığına alındığı ifade edilmektedir. Rum cemaatinin dinî ihtiyaçlarıyla
ilgili olarak, hiçbir orantıya uymayan Yunan asıllı yabancı papazların Türk
vatandaşı yapılması talepleri de bu arada devam etmektedir.
Yine, AKP Hükûmetince
senelerdir ibadete kapalı olan tarihî kalıntı niteliğindeki Sümela
Manastırı’nda ve Akdamar Kilisesi’nde ayin yapılmasına izin verilmiştir.
Sürem bitiyor.
Buradan AKP Hükûmetine
soruyorum: Bu Ayasofya’da cuma namazı kılınması talebine niye ret cevabı
verilmiştir? Bunun cevabını bekliyorum.
Teşekkür ediyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kalaycı.
Bir sonraki konuşmacımız
Kayseri Milletvekili Sayın Yusuf Halaçoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Halaçoğlu.
Süreniz yirmi dakika.
MHP GRUBU ADINA YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ve bağlı kuruluşlarının 2012 yılı bütçe görüşmeleri
için Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Türk tarihini, kültürünü ve
medeniyetini ilmî yoldan araştırmak, yayınlar yapmak ve yaymak için 15 Nisan
1931 tarihinde Atatürk’ün direktifleriyle Türk Tarih Kurumu ve bir yıl sonra
Türk Dil Kurumu kurulmuştur. Dernek statüsünde çalışan bu iki kurumumuz kuruluş
amaçları çerçevesinde önemli araştırmalara imza atmıştır. 1980 askerî darbesi
sonrasında yapılan Anayasa’nın 134’üncü maddesi çerçevesinde meydana getirilen
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bünyesine alınmıştır. Ayrıca, bu
Kuruma ek olarak Atatürk Kültür ve Atatürk Araştırma Merkezleri de eklenmiştir.
Ayrıca, Türk Tarih ve Dil Kurumlarının bu çerçeve içerisinde özellikleri
korunarak Atatürk’ün İş Bankasındaki hisselerine ait gelirlerinin yarı yarıya
sahibi konumunda bulunmalarıdır. Böyle bir gelirin bağlanmasının temel hedefi,
ilmî araştırma yapan her iki kurumun devlet bütçesine bağlı olmasının önüne
geçmek ve hiçbir baskı altında kalkmaksızın çalışmalarını yerine getirmesidir.
Bu arada, Atatürk’ün İş
Bankasındaki hissesiyle ilgili olarak da bilgi vermek istiyorum. Atatürk’ün İş
Bankasındaki hissesi yüzde 28,09’dur. Bu hissenin vasiyete göre yönetimi kurum
mülkiyeti olarak Cumhuriyet Halk Partisine bırakılmış ve her yılki gelirleri de
Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarına yarı yarıya paylaştırılmıştır. Yani
gelirlerden CHP herhangi bir pay almayacak ancak Atatürk adına bankanın
yönetiminde bulunacaktır.
Fakat Yüksek Kurum
bünyesine alınan bu iki kurum, 1980’den sonra çıkarılan 2876 Sayılı Yüksek
Kurum Kanunu ile bağlı kurumlar hâline getirilmiş, ilmî çalışmalarında olmasa
bile bilim kurulu üyelerinin tespiti ile personel alımında devletin kontrolü
altına alınmıştır. Şimdi ise 2 Kasım 2011 tarihinde çıkarılan kanun hükmünde
kararname ile askerî idareyle konulmuş devlet kontrolü daha da artırılmıştır.
Gönül isterdi ki bu iki güzide kurumumuz Atatürk’ün 1936 yılı Meclis açış
konuşmasında ifade ettiği gibi birer akademi olarak teşkilatlandırılsın.
Değerli milletvekilleri,
hemen her ülkenin bu türden hizmet veren akademi ve enstitüleri, gerek yönetim
olarak gerekse ilmî araştırma bakımından tamamen devletten bağımsız bir şekilde
çalışmaktadır. Zira, objektif yapılmayan araştırmalar bir fayda sağlamazlar.
Maalesef bu kurumlarımızla ilgili olarak yeni bir kanun hazırlanmasına rağmen
bu kurala dikkat edilmemiş ve kurumlar tamamen devlet kontrolüne alınmıştır.
Nitekim, kanun hükmünde kararnameyle çıkarılan yasada Yüksek Danışma Kurulu adı
altında oluşturulan organ kimlerden oluşmaktadır bir bakalım. Yüksek Danışma
Kurulu, Başbakanın veya ilgili bakanın başkanlığında, Bilim, Sanayi ve
Teknoloji Bakanı, Dışişleri Bakanı, Kültür ve Turizm Bakanı, Millî Eğitim
Bakanı ile Başbakan tarafından belirlenecek diğer bakanlar, Yükseköğretim
Kurulu Başkanı, Cumhurbaşkanınca Yüksek Kurumun görev alanına giren konularda
özgün bilimsel araştırmalarıyla tanınan bilim adamları arasından üç yıllığına
seçilen üç üye ile Yüksek Kurum Başkanı ve kurum başkanlarından oluşur.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan gerekli gördükleri hâllerde Yüksek Danışma Kuruluna
başkanlık eder.
Vicdan sahibi her kim olursa
olsun herkes, siyasi mülahazalardan uzak kalmak kaydıyla bilimsel araştırma
yapan bir kurumun Danışma Kurulunda yukarıda adı geçen siyasi şahsiyetlerin ne
işinin olduğunu sorgulayacaktır. Ayrıca, devlet yetkililerinden meydana
geldiğini gören yabancı ilim kuruluşları bizim bu kurumlarımızın yaptığı ilmî
çalışmalar hakkında ne düşünecektir?
Böyle bir yapılanma -hep
örnek olarak aldığımız- ne Avrupa ülkelerinde ne ABD’de ve hatta ne de Rusya’da
vardır. Kaldı ki bir bilimsel kurumun Danışma Kurulunun siyasilerden meydana
geldiği ve hele bu Danışma Kurulunun görevi “Yüksek Kurumun ve kurumların bilim
ve kültür alanındaki çalışmalarını ve etkinliklerini değerlendirir ve gerekli
tavsiye kararlarını alarak, görüşlerini Yüksek Kuruma ve kurumlara bildirir. Bu
kararlar Yüksek Kurum ve kurumlar tarafından öncelikle dikkate alınır.”
şeklinde açıklanıyorsa, bilimsel veriler yerine siyasilerin görüşleri
doğrultusunda yapılacak bir çalışmaya nasıl güven duyulur?
Ayrıca, yine, Yüksek
Danışma Kurulunun görevlerinin sayıldığı ve dünyanın hiçbir yerinde olmayan ve
olması da ihtimal dışı olan bir madde daha yer almaktadır ki bu madde bu
kurumların bir ilmî kuruluş olmadığına tamamen açık delil teşkil eder. 5’inci
maddenin altıncı fıkrasında “Yüksek Danışma Kurulunca gerekli görülen kararlar
Resmî Gazete’de yayımlanır.” denilmektedir. Bunu nasıl yorumlayacaksınız? Dünya
ülkeleri arasında hangi bilimsel araştırma kararları Resmî Gazete’de yer
almaktadır? Dolayısıyla, bu şekilde bir yaptırım Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumunu bir bilimsel kurum olmaktan tamamen çıkardığı gibi, askerî
idare dönemini bile aratacak bir duruma düşürmektedir.
Değerli milletvekilleri,
durum sadece Yüksek Danışma Kuruluyla da sınırlı kalmamaktadır. Kurumun en üst
düzeydeki Yönetim Kurulunun da kimlerden oluştuğuna bir bakalım. Kanun maddesi
aynen şöyle: “Yönetim Kurulu, Yüksek Kurum Başkanının başkanlığında,
Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek iki üye ile Başbakan ve ilgili Bakan
tarafından seçilecek birer üye ve Kurum Başkanlarından oluşur. Yönetim Kurulu,
en az ayda bir kez olağan toplantısını yapar. Gerekli hâllerde Başbakan veya
ilgili Bakan, Yönetim Kurulunu olağanüstü toplantıya çağırabilir.”
Daha önce de belirttiğim
gibi, dünyanın hiçbir ülkesinde, bilimsel kuruluşların içinde devlet görevlileri
yer almamaktadır. Kaldı ki yasada, Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakan
tarafından seçilecek üyelerin herhangi bir şekilde bilim adamları arasından
seçileceği de belirtilmemiştir yani burada bir bürokrat da atanabilecektir.
Dolayısıyla, Yönetim Kuruluna kimler atanacaktır? Hangi sebeple Başbakan ve
Bakan Yönetim Kurulunu olağanüstü toplantıya çağıracaktır? Geçmiş dönemde
Askerî Konsey tarafından hazırlatılan kanunda bile böyle bir uygulama
bulunmamaktadır.
Yine, Yönetim Kurulunun
görevleri arasında sayılan “Yüksek Kurum ve kurumlarca hazırlanan idarî
düzenlemeleri görüşerek Başbakan veya ilgili Bakanın onayına sunmak.”
şeklindeki madde Yönetim Kurulunun sadece sembolik bir nitelik taşıdığını
ortaya koymaktadır.
Kanundaki çarpıklıklardan
bir diğeri de Yüksek Kurumun 2876 sayılı eski Kanun’da dört kurumun
koordinasyonuyla görevlendirilmişken, bu defa bir icra kurumu olarak diğer
kurumların asıl görevlerini üstlenmiş, bir yetki kargaşası yaratılmış
olmasıdır. Esasen, Yüksek Kurum, bir araştırma kurumu olmadığı gibi, bilim
heyetine de sahip değildir. Oysaki Yüksek Kurumun görevleri sayılırken ilk
fıkrada “Türk dili, tarihi, kültürü ve bütün yönleriyle Atatürk ve eserleri
üzerinde sosyal ve beşerî bilimler bütünlüğü içinde bilimsel araştırmalar
yapmak, yaptırmak ve bu konularda seminer, sempozyum, konferans ve benzeri
ulusal ve uluslararası etkinlikler düzenlemek, yayınlar yapmak ve bu alandaki
çalışmaları desteklemek.” denmektedir. Yine görevleri arasında “Milletimizin
sosyal ve kültürel gelişmesine katkı sağlayacak alanlarda bilimsel araştırmalar
yapmak, yaptırmak ve bu alanda yapılan çalışmalara destek vermek.” olarak
açıklanmıştır. Mademki bütün bu işler Yüksek Kurum tarafından yapılacaktı, o
halde diğer dört kurum neden kurulmuştur ve gereksiz yere neden personel
istihdam edilmektedir? Hâlbuki asıl ilmî araştırma görevi her biri ayrı tüzel
kişiliğe sahip kurumlara verilmiş olup, mesela Türk Tarih Kurumunun görevleri
sayılırken aynen -yeni Kanun olarak söylüyorum- şu ifade edilmektedir:
"Türk tarihi ve Türkiye tarihini tüm yönleriyle hakikatlere uygun biçimde
ortaya koyacak çalışmalar yapmak, tarihimizle ilgili karalama ve çarpıtmalara
karşı ulusal ve uluslararası kamuoyunu aydınlatmak."
Değerli milletvekilleri, bu
yeni Kanun’da Türk Tarih Kurumunda dikkatimizi çeken en önemli husus
"Hakikatlere uygun ve tarihimizle ilgili karalamalara ve çarpıtmalara
karşı ulusal ve uluslararası kamuoyunu aydınlatmak." şeklinde bir ifade
kullanılmış olmasıdır. Tarih ilminde kendinizi şartlandırarak objektif araştırma
yapamazsınız. Hakikat kime göre olacaktır ve hakikatin ölçüsü nedir? Eski
kanunda Türk Tarih Kurumunun amacı: "Türk tarihini ve Türkiye tarihini ve
bunlarla ilgili konuları, Türklerin medeniyete hizmetlerini ilmî yoldan
incelemek, araştırmak, tanıtmak, yaymak ve yayımlar yapmak ve bunlara dayanarak
da Türk tarihini ve Türkiye tarihini yazmaktır." denilmek suretiyle daha
objektif bir hedef ortaya konulmuştu. Ama yeni Kanun’da "Tarihimizle
ilgili karalama ve çarpıtmalara" ifadesi kullanılmakta ve buna bağlı olarak
hakikatleri kendinize göre belirlemektesiniz. Oysaki ilmî araştırmalardaki
hedef, ne olduğunu ve nasıl olduğunu araştırmaktır.
Yeni Yasa’da Türk Dil
Kurumunun görevleri: "Türk dilinin kaynak eserlerini tespit ederek
incelemek ve yayına hazırlamak, Türkçe ile ilgili yurt içinde ve yurt dışında
yapılan araştırmaları takip etmek, Bütünleşik Bilgi Sistemi dâhilinde, arşiv ve
dokümantasyon merkezi, bilgi bankaları ve veri tabanları oluşturmak"
olarak gösterilmiştir. Halbuki, bu tür yabancı ülkelerdeki kuruluşların
amaçları arasında dilin güzelliğini ortaya koymak ilkesi bulunmaktadır. Nitekim
2876 sayılı eski Yasa’da bu özellikle ifade edilmiştir.
Görüldüğü gibi, 1932
yılında kurulan ve hedefleri belirlenen bir kurumun yeni Yasa’yla ne hale
getirildiği ortadadır. Kurulduğu günden bugüne kadar çok değerli çalışmalarda
bulunmuş bulunan Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlüğü çıkarmış ve geliştirmiş,
Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü hazırlamış, Deyimler ve Terimler Sözlüğü
yapmış, her şeyden önemlisi de bütün bunları İnternet aracılığıyla dünyanın
hizmetine sunmuştur. Şayet Türk Dil Kurumunun İnternet sitesine girerseniz çok
daha fazlasını görürsünüz.
Diğer bağlı kurumlar olarak
belirtilen Atatürk Araştırma ve Atatürk Kültür merkezlerinin de görevlerinde
aynı biçimde değişikliklere uğradığı görülmektedir.
Öte yandan, tüzel kişilik
verilmiş olan bu kurumların nasıl olup da başka bir tüzel kişiliğe bağlandığını
izah etmemiz de mümkün değildir. Zira Yüksek Kuruma bağlı kurumların tanımı
yapılırken Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve
Atatürk Kültür Merkezi başkanlıkları, Yüksek Kurumun kuruluşuna dâhil olan
kurumlardır. Kurumlar ayrı kamu tüzel kişiliğine sahip olup, hizmet ve
görevlerini mevzuat hükümleri ile yönetim kurulunca belirlenen ilke, politika
ve stratejiler doğrultusunda Yüksek Kurum Başkanlığının gözetim, denetim ve eş
güdümünde yerine getirir.
Geliniz, böyle bir yasa
yapıp kurumları etkisiz hâle getirmek yerine, açık olunuz ve bütün bu kurumları
kapatarak “Yüksek Kurum” adıyla tek kurum oluşturunuz ama bunu yapmaya da
cesaret edemezsiniz. Zira Türk Tarih ve Türk Dil kurumları, cumhuriyetin
vasiyete bağlı en önemli iki kurumudur ve kapattığınız anda siyasi sorunlarla
karşılaşırsınız.
Sayın milletvekilleri, bu
konuda söyleyecek söz bulamıyorum ve bu yasayla nasıl bir ucube meydana
getirildiğini takdirlerinize bırakıyorum.
Sayın milletvekilleri, bir
de konuya başka bir pencereden bakalım ve geliniz ülke yararına en doğru olanı
burada değerlendirelim. Zira hem “Tümüyle askerî darbe kanunlarından ve
Anayasası’ndan kurtulalım.” diyeceksiniz hem de o dönem kanunlarından daha kötü
bir kanun hazırlayacaksınız. Aslında yapılması gereken, Atatürk'ün kurduğu Türk
Tarih Kurumu ile Türk Dil kurumlarının birer akademi hâlinde
teşkilatlandırılmasıdır. Bunu yapacak olursak, bu iki güzide kurumumuzun geniş
mali imkânlarını da göz önüne aldığımızda ne denli büyük hizmet vereceklerini
tahmin edebilirsiniz. Bu iki kurumumuzun her yılki İş Bankası geliri aşağı
yukarı 60-70 milyon Türk lirası arasındadır. 2006'dan itibaren geçmiş dönemlere
ait meblağın da alınmasıyla bugün her biri 400 milyondan fazla bir bütçeye
sahip hâle gelmiştir.
1993 ila 2008 yılları
arasında Türk Tarih Kurumu Başkanlığı yaptım. On beş yıllık bu dönem zarfında
birçok proje uygulamaya konuldu. Bu projelerden hiçbirinin devam etmediğini
belirtmeliyim. Yurt dışındaki kültür varlıkları envanteri acaba neden devam ettirilmemiştir?
Özellikle Balkanlarda Osmanlı dönemi kültür varlıkları birer birer ortadan
kaldırılırken, mevcutları da “restorasyon” adı altında mimari özelliklerini
kaybetmeye mahkûm edilmişken, atalarımızın geriye bıraktıkları ve her biri
dünya mirası olarak nitelendirilebilecek bu eserlerin yok olmasına nasıl razı
olabiliyoruz?
Bugün işittiğimiz kadarıyla
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yeniden bir envanter çalışması
başlatılması düşünülmektedir. Hâlbuki Balkanlarda Yunanistan, Bulgaristan,
Makedonya, Kosova, Hırvatistan, Sırbistan, Macaristan, Romanya, Kırım;
Kafkasya'da Azerbaycan ve Gürcistan; Orta Doğu'da Suriye, Ürdün; Afrika'da
Mısır, Tunus; Asya'da Kazakistan ve Kırgızistan'da envanter çalışmaları
yapılmıştır.
Öte yandan ülkemizde
kiliseleri onarırken ve hatta camileri kilise hâline getirirken, ecdat
yadigârlarının tespitinin bile yapılmasını neden devam ettirmez ve yeniden
yapmaya kalkışırsınız ve geciktirirsiniz? Balkanlarda Selanik Hamza Bey
Camisi’nde olduğu gibi üç filmin bir arada oynatıldığı porno sinema salonu
yapılan, kubbesi cinsel içerikli resimlerle kaplanmış Filibe Perşembe Pazarı
Camisi gibi lokanta olarak kullanılan, Sakız Süleymaniye Camisi gibi kiliseye
çevrilen, Ohri'deki “İmaret Camisi” olarak adlandırılan Fatih Sultan Mehmet
Camisi gibi yıkılıp yerine Hazreti İsa'nın doğumunun 2000’inci yılı kutlamaları
çerçevesinde kilise yapılan ecdat yadigârlarımız sizi mahzun bakışlarla
seyretmektedir?
Keza Türk Tarih Kurumunda,
milattan önce 1200 yılına ait Çin Han Hanedanlığı tarihlerinin çevirisi de
yarım bırakılmıştır. Hâlbuki bu eserler, Türk tarihinin en eski yazılı
kaynaklarıdır. Başkanlıktan alındığım 2008 yılına kadar bu eserlerden Hunlar ve
Göktürkler dönemine ait iki kitap yayımlanmıştı. Eski Çince olan bu eserlerin
Türkçeye kazandırılmasından kim rahatsız olmaktadır? Öte yandan, Ermenilerin
soykırım iddialarıyla ilgili olarak yabancı arşivlerden yüz bin sayfadan fazla
belge temin edilmişti. Unutulmasın ki bugün, Türkiye, tarih komisyonu
kurulmasını teklif edebiliyorsa bu çalışmalar sebebiyledir.
Keza, Kıbrıs meselesi
ülkemizin en önemli bir sorunu olmasına rağmen kurumlar sessiz kalmıştır.
Mamafih, Dışişleri Bakanlığınca Kıbrıs’taki vakıflarla ilgili bir çalışma
yaptırılmıştır.
Suriye meselesi
gündemdeyken bunu araştıracak bir kurumumuzun varlığından haberiniz var mı?
Dersim konusunda ise tamamen bir suskunluk içinde kalınmıştır. Oysaki Türk
Tarih Kurumunun amacı, hani tarihimizi tüm yönleriyle hakikatlere uygun biçimde
ortaya koyacak çalışmalar yapmak, tarihimizle ilgili karalama ve çarpıtmalara karşı
ulusal ve uluslararası kamuoyunu aydınlatmak idi?
Geçmiş dönemde Kurumda
yapılan Kıbrıs'la ilgili araştırmalar bile kamuoyuna yansıtılmamıştır. Bugün
Kıbrıs'ta Rumların bıraktığı mallar konusu Türkiye'nin büyük tazminatlar
ödemesine sebep olmaktadır. Oysaki Kıbrıs'ta 700 civarında vakıf olduğu ve bu
vakıflardan özellikle Lala Mustafa Paşa ve Abdullah Paşa vakıflarının
arazilerinin 1913 yılından 1930 yılına kadar İngilizler tarafından Rumlara mülk
olarak verildiği, dolayısıyla Rum malları gibi görünen mülklerin asıl vakıf
mülkü olduğu ve tazminat ödemek yerine onlardan bedel talep edileceğinin ortaya
konulması gerekirdi.
Ayrıca mülhak vakıf olan,
Maraş bölgesinden Lefkoşa'ya kadar Abdullah Paşa Vakfına ait 60 bin, Lala
Mustafa Paşa Vakfı olarak da 30 bin dönüm arazi olduğu göz önüne alınırsa,
kimin kime tazminat ödeyeceği görülecekti.
Keza, bugün Orta Doğu'da,
yani bütünüyle Osmanlı coğrafyasında meydana gelen olayların temeline inmeden,
bu bölgede yürütülen politikalarda hedefin de doğru tespit edilmesi mümkün
olmayacak ve yanlışlıklar içinde maceraya sürüklenecektir.
Tarihte övgü dolu sayfalar
olduğu gibi, tarih yanlış yapanların sebep olduğu acılarla da doludur. Bugün
bizler tarihi ve tarihî şahsiyetleri nasıl acımasızca eleştirip suçluyorsak,
yarın da birileri bizi aynı şekilde suçlayacaktır.
Değerli milletvekilleri,
tarih bilgisi, insanların gerçekleştirdikleri fiiller ve bu filler arasındaki
ilişkiler ağını anlamak için kaynakların tahlili sonucunda elde edilen
sonuçlardır. Bunun neticesinde kazanılacak tarih şuuru topluma ortak değerler
kazandırır. Bu ortak değerlerin ulaştığı son merhale kültürdür. Bunun için
milletlerin bütün fertlerine bu şuuru kazandırması, yön ve hedefleri
benimsetmesi gerekir. Bu anlamda tarih, sadece geçmiş zamanlar hakkında elde
edilen bilgilerden ibaret bir bilim dalı olmaktan çıkar, yeni oluşumları
programlayan, sosyal düzen içinde kısa ve uzun vadeli değişmeler meydana
getiren fiiller hâlini alır.
Süremin azaldığının
farkındayım, sadece şunu belirtmek istiyorum: Son günlerde Kültür Bakanlığımız
tarafından bir dizi mübadil müzesi yapılmakta. Ne yazık ki mübadelenin hangi
tarihte olduğunu bilmeyen görevliler, 1922 yılında Yunanistan'a giden Rumları
da mübadil zannetmektedirler. Keza Zeytinbağı'nda yapılmakta olan bir müze
bunun bir örneğidir.
Bilgisizliğin temeli
tarihimizle ilgili ciddi araştırmaların yapılmamasından kaynaklanmaktadır. Boş
yere “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ayeti kerimesi inmemiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) –
Bu kurumlarımızı hantal bir duruma sokan aksaklıkların Anayasa’nın
hazırlanmasına bağlı olarak düzeltilmesi sanırım endişeleri ortadan kaldıracak
ve kurumların gerçek kimliği ile araştırma yapmalarına imkân verilecektir.
Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Halaçoğlu.
Değerli milletvekilleri,
şimdi sıra Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda.
Birinci konuşmacı Sayın
Oğuz Oyan, İzmir Milletvekili.
Buyurun Sayın Oyan. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN
(İzmir) – Sayın milletvekilleri, RTÜK ve Basın Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğü bütçeleri üzerine konuşacağım.
Önce RTÜK’ün tarafsızlığına
değinelim.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Yanlış olmasın, taraflılığına mı, tarafsızlığına mı?
OĞUZ OYAN (Devamla) –
Efendim söyleyeceğim.
Bu ilgili yasanın 34’üncü
maddesi şöyle bir tanım veriyor: “Radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın
hizmetleri sektörünü düzenlemek ve denetlemek amacıyla, idarî ve malî özerkliğe
sahip, tarafsız -altını çiziyorum- bir kamu tüzel kişiliği niteliğinde RTÜK
kurulmuştur.” İkinci fıkrası: ”Üst Kurul, bu Kanun ve mevzuatta kendisine
verilen görev ve yetkileri kendi sorumluluğu altında bağımsız olarak
-bağımsızın altını çiziyorum- yerine getirir ve kullanır.”
Şimdi, siz böyle bir RTÜK
tanıyor musunuz? Böyle bir RTÜK var mı Türkiye’de? Yani, yoksa bu, hani bir
güldürü nesnesi olarak mı kanun metnine konmuş?
Şimdi RTÜK’ün sözde
tarafsızlığına aldığı yaptırım kararlarıyla bakalım: 2010 yılından bugüne
televizyon yayınlarıyla ilgili olarak Üst Kurula sunulan raporların dağılımına
baktığınızda ve Üst Kurulun bu raporlarla ilgili aldığı ihlal kararlarına
baktığınızda nasıl bir taraflılık içinde olduğunu görüyorsunuz. Küçük bir örnek
vereyim: Kanal 7, Samanyolu TV, Kanal 24, TV Net gibi özel olarak kollanan
kanallar, burada çok bariz bir şekilde öne çıkıyor, yani daha doğrusu
kayırıldığı, bunlarla ilgili çok az rapor, çok az ihlal kararı olduğu ortaya
çıkıyor. Toplam 21 ihlal kararı var.
Buna karşılık izleyici
grupları itibarıyla marjinal sayılan iki televizyon örneği vereyim: Ulusal
Kanal ve Halk TV kanalları. Özellikle seçim dönemlerinde, geçen 2010 ve şimdi
2011 seçimi Ulusal Kanal için toplam 25 kez, Halk TV için 36 kez program
durdurma kararı alınmıştır. Üstelik dikkatinizi çekerim, bu adını biraz önce
saydığım dört iktidar yandaşı kanal, Atatürk ve cumhuriyetin temel
nitelikleriyle ilgili karalayıcı yayınlar içerdikleri ve bunlarla ilgili
şikâyetler raporlara bağlandığı hâlde bunlar ifade özgürlüğü kapsamında
nitelendirilip Kurulca herhangi bir yaptırım kararı alınmamıştır.
Bu arada, 3 Mart 2011’de
bu, RTÜK’le ilgili kanun, değişikliğe uğradıktan sonra TRT de RTÜK denetimine
tabi kılınmıştır ama burada ilginç bir şey var, TRT’nin bütün kanalları değil,
sadece TRT 1 ve TRT Haber televizyonları. Bu, bir kere taraflı bir tutumdur;
bu, yasa dışıdır ama şunu da söyleyelim: Bu iki kanalla ilgili 243 tane şikâyet
var. Bu şikâyetlerden sadece 6’sı için değerlendirme raporu düzenleniyor,
sadece 3’ünde müeyyideye gerek görülmüyor sadece 1’inde müeyyide gerekiyor,
2’sinde de Yüksek Seçim Kuruluna bildirimde bulunuyor. Yani burada da TRT’nin
sözde kapsama alınmasının sonuç doğurucu olmadığını görüyorsunuz. Yani TRT
aslında RTÜK tarafından denetlenmiyor. Niye? Çünkü yandaş.
Şimdi, tabii, RTÜK’ü
eleştirme gafletinde bulunan medya için böyle bir durum söz konusu değil.
RTÜK’ün taraflı kararları, sansürcü anlayış sonucunda birçok haber programı,
diziler ve müzik yayınları dahi uyarıya, ölçüsüz idari para cezalarına, program
durdurmalarına, hatta karartmaya kadar giden cezalara konu olurken iktidara
yakın olan medya için hiç de böyle bir karar mekanizmasının çalıştığını
göremiyoruz. Yani aslında burada iktidarın sopasının dünya rekoru kıran vergi
cezalarını da nasıl pekiştirdiğini, RTÜK’ün elinde olmayan araçların bu arada
Maliye Bakanlığı da devreye sokularak nasıl kullanıldığını ayrıca biliyoruz.
Daha önemli bir şeyin
altını çizelim: Burada Türkiye’de medya dünyasından tutuklu gazetecilerin, ki
bunların sayısı konusunda burada tartışmalar oluyor… Bunlardan öte bir başka
şey daha var, çok daha yaygın, aslında birçok gazeteci, birçok medya mensubu
mesleklerini yapmaktan âdeta men edilmiş durumdalar. Bunlar ya işten
çıkarılmışlardır ya geri plana çekilmişlerdir ve bunların sayısı öyle 10’larla
değil 100’lerle ifade edilmektedir. Bunların kim olacağı Başbakanlık mutfağında
kararlaştırılmaktadır. Yani bizzat Başbakanın gözetiminde bu mutfak çalışmakta,
iktidarın eli her yere uzanmaktadır değerli arkadaşlarım.
Tabii, yani Başbakanın gazete
patronlarını da toplayarak bir salonda, onlara nasıl tutum izleyeceklerini
söylediği bir ülkenin hâlâ demokratik hatta ileri demokratik olarak
tanımlanması herhâlde bir mizah konusudur. Biz bunu aslında bir otokratik rejim
inşası ve bir karşı devrim sürecinin ilmik ilmik örülmesi olarak tanımlamayı
daha uygun görürüz.
RTÜK’ün görev ve yetkileri
açısından da çok ilginç bir şey var. Bu RTÜK’le ilgili kanunun 37’nci maddesi
şöyle bir görev tanımı veriyor: “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma
özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin, rekabet ortamının ve çoğulculuğun güvence
altına alınması, yoğunlaşmanın önlenmesi -yani tekelleşmenin önlenmesi- ve kamu
menfaatinin korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak.” Böyle bir tedbir
gören, hatırlayan, duyan var mı aranızda? RTÜK’ün böyle bir işlevi olduğuna
dair herhangi bir fikri olan var mı?
RTÜK deyince ne
anlıyorsunuz? Sadece polisiye önlemler, sadece yaptırım, denetim. Hâlbuki
RTÜK’ün görev ve yetkilerinin 1’inci maddesi bu, 1’inci maddesi. Yani düşünce
çeşitliliğini sağlamak, ifade ve haber alma özgürlüğünü sağlamak. Böyle bir
RTÜK keşke olsa ve biz de o RTÜK’e burada övgülerimizi iletseydik.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de ATV-Sabah grubu siyasi ve finansal kayırmayla Başbakanın damadının
CEO olduğu şirkete aktarılırken RTÜK neredeydi, duydunuz mu? Medya ve çalışanları
üzerinde her türlü baskı kurulurken, düşünce çeşitliliği önlenirken RTÜK
nerede? Tabii, RTÜK nerede, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü de
nerede?
Türkiye'de muhalif
gazeteciler tutuklanırken, Türkiye'de televizyon patronları Başkent TV, Ulusal
Kanal, Kanal Biz, ART polis baskınlarına sahne olurken, Oda TV yönetici ve
yazarları aynı kapsamda tutuklanırken, basılmamış kitabı için gazeteciler
tutuklanırken nerede ifade ve haber alma özgürlüğü ve düşünce çeşitliliği? Bunu
sadece Mecliste mi dile getireceğiz? Bunlar Türkiye'de bu konuyla ilgili
kurumlar tarafından hiç dile getirilmeyecek mi?
Değerli arkadaşlarım, çok
şey istiyor olabiliriz burada. Yani RTÜK bu görevlerini aslında yok saymaktadır
ve sadece polisiye görev yaptığını düşünmektedir ama burada da, burada dahi
tarafsız davranmamaktadır yani yandaş medya için farklı ölçütler, muhalif kabul
ettiği medya için farklı ölçütler, yani tamamen subjektif ölçütler. Yani biz
bir asgari meslek etiği bekliyoruz, Hükûmetin sopası olma rolünden utanan bir
RTÜK bekliyoruz değerli arkadaşlarım.
Tabii, RTÜK’ün görevleri
arasında TRT Kurumu Genel Müdürlüğü ve yönetim kurulu üyelerini belirlemek de
var, adaylarını belirlemek de var. Ama nasıl belirliyor? Başbakanın
talimatıyla, Başbakan kimi istemişse o geliyor TRT Başkanlığına oturuyor ve TRT
de iktidarın borazanı oluyor.
Şimdi, RTÜK’ün bağımsızlığı
konusunda, tabii bir de şöyle bir şeye gidelim, Meclis Televizyonuyla ilgili
bir hatırlatma yapalım.
Bakınız değerli
arkadaşlarım, Meclis Televizyonu yakın zamana kadar bu Mecliste konuşulan her
şeyi aktaran, halkla parlamenterleri buluşturan bir yayın organı
niteliğindeydi. Nitekim, bu arada Meclis Başkanı Sayın Cemil Çiçek de başka
ülkelerde bu iş nasıl, bir rapora bağlayalım diye bir araştırma yaptırmıştı ve bu
rapor şunu gösterdi ki, başka ülkelerde de esas itibarıyla gelişmiş ülkelerde,
demokratik ülkelerde Meclis çalışmaları kesinlikle yayınlanmaktadır.
Dolayısıyla, buradan aslında beklerdik ki, bu devam etsin. Hâlbuki ne oldu? TRT
Genel Müdürü, daha önce bu yayınlara ilişkin geçmişte Meclis ile TRT arasında
imzalanan bir protokolü bahane ederek Meclis TV yayınını kısıtladı. Tek başına
mı kısıtladı? Bu kararı kim verdi? Başbakanlığa bakınız.
Peki, Meclis Başkanına
buradan sormamız lazım: Siz Meclisi korumak için görevinizi niye yerine
getirmediniz?
Değerli arkadaşlarım, RTÜK
gerçi bağımsızlığını koruyamamıştır ama Sayın Zahid Akman’ın ne kadar kişisel
bağımsızlığını koruduğunu da burada biliyoruz yani kendisini ancak bir savcı
kararıyla RTÜK üyeliğinden alabildik.
Son olarak şunu söyleyeyim:
Türkiye kanun hükmünde kararnamelerle yönetilen bir döneme gelmiştir. Bu, bir
kuvvetler birliğine doğru gidiştir. Bu, bir AKP diktasına gidiştir. Askerî
diktalar geçicidir ama bu tür sivil diktalar kalıcı özellikler taşırlar ama
siyaset meydanını boş sananlar bu konuda yanıldıklarını yakın zamanda
anlayacaklar diye düşünüyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Oyan.
İkinci konuşmacı Ankara
Milletvekili Sayın Aylin Nazlıaka.
Buyurun Sayın Nazlıaka.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AYLİN
NAZLIAKA (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2012 yılı bütçesiyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım.
Değerli arkadaşlar,
vakıflar neden kurulur? Nedir vakıfların amacı? Vakıflar, insanların içinde
bulunan yardımlaşma duygusu, ihtiyacı olanlara iyilik yapma duygusu nedeniyle
kurulur değil mi? Normalde böyle olması gerekir. Aslında bir başka deyişle
vakıflar, aslında bu yardımlaşmayı sürekli hâle getirmeyi de hedefleyen,
birtakım hukuki statüsü olan tüzel kişiliklerdir. Bu topraklarda, üzerinde
yaşadığımız bu topraklarda sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın en güzel
örnekleri verilmiştir tarihimizde. Oysaki bugün “vakıflar” denildiğinde
aklımıza ne geliyor arkadaşlar? Yolsuzluklar geliyor, Deniz Feneri geliyor
değil mi?
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Bizim aklımıza öyle gelmiyor.
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) –
Şimdi, ben on dakikalık süre içerisinde gerçekten size bu yolsuzlukları nasıl
aktarabilirim, nasıl süreyi iyi kullanabilirim diye çok düşündüm; gerçekten
epey zorlandım. Mümkün olduğunca süreye sığdırmaya çalışarak bazı konuları
aktarmaya çalışacağım.
Kamu kurum ve
kuruluşlarında tasfiyeler yaparak kadrolaşan, ihalelerle yandaşlarını
zenginleştiren AKP Hükûmeti, maalesef bu milletin yüzyıllardır biriktirdiği
kaynaklarla oluşan kamu mallarına da göz dikmiştir.
Bu arada “kadrolaşma”
deyince, az önce Sayın Bakan kadrolaşma konusunda acemi olduklarından bahsetti.
Sayın Başbakan da ustalık dönemini yaşadığınızı söylemişti. İsterseniz o konuda
bir karar verin; ustalık dönemini mi yaşıyorsunuz, acemilik dönemini mi
yaşıyorsunuz? Bunu da netleştirirseniz iyi olur. (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET ARSLAN (Kars) – Sizin
zamanınızdaki gibi değil.
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) –
Evet değerli arkadaşlar, son yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde kısa
sürede çok sayıda restorasyon çalışması olmuştur. Bunlar ihalelerle
gerçekleşmiştir ve her nedense bu ihaleleri de hep aynı firmalar kazanmıştır
arkadaşlar. Bu nasıl bir tesadüf ?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Ad verin ad. Ad verin.
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) –
Vakıfların değerinin çok üzerinde bir bedelle ihale edildiği, Vakıflar Genel
Müdürlüğünün bütçesi dışında, geçmiş yıllarda Vakıflar Bankasından alınan
yüksek miktarda temettünün bu ihalelere aktarıldığı iddiaları sık sık
kamuoyunda da yer almaktadır. Konunun üzerine giden müfettişlerin
soruşturmalardan alınması, yapılan restorasyonların sanatsal ve mali açıdan
uygun olup olmadığını, gerçek değerleri üzerinde yapılıp yapılmadığını saptayan
bilirkişi heyetlerinin değiştirilmesi ve bu yolla bilirkişilerin hazırlamakta
oldukları raporlara etki edilmesi de bu iddiaları maalesef güçlendirmektedir.
Şimdi ben Sayın Bakana
sormak istiyorum: Son bir yıl içerisinde görevden alınan müfettiş ve bilirkişi
sayısı kaçtır? Son yıllarda restorasyon çalışmaları için ayrılan kaynak miktarı
nedir? Bunlarla ilgili kaç ihale şikâyet konusu olmuştur? Kurum, restorasyon
çalışması yapan kaç firmayla davalık durumdadır? Aslında bu soruların yanıtını tam
olarak alacağımdan da emin değilim. “Neden?” diye soracak olursanız, Sayın
Başbakan Yardımcısına bu konuda bir soru önergesi verdim. Kendisine, 4 Ağustos
2011 tarihinde, izin almadan yardım toplama yetkisi verilen vakıf ve kamu
yararına çalışan derneklerin isimlerini ve sayılarını sormuştum. Ancak,
maalesef kendisi, soru önergeme verdiği yanıtta, sadece izin almadan yardım
toplama yetkisi verilen vakıfların isimlerini yazmış, dolayısıyla dernekleri
yazmamış yani bizim meşhur Deniz Fenerinin de adı geçmiyor.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Ne
alakası var vakıflarla? Vakıflarla ne alakası var?
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) -
Acaba neden, neden, yüzyılın yolsuzluk davası olan Deniz Feneri Derneğini
saklama ihtiyacı duyuyor?
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Vakıflarla onun ne alakası var?
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) -
Neden? Ben, merak ettiğim soruların peşini bırakmayan birisiyim. O yüzden,
Sayın Başbakan Yardımcısına yeni bir soru önergesi daha verdim ve bu soru
önergesinde, özellikle spesifik olarak dernekleri sordum. Henüz kendisinden
cevap gelmedi, bekliyorum, cevabı bekliyorum. Şimdi, millet iradesinin
tecellisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden bir kez daha sormak
istiyorum: Ey AKP İktidarı, neden bu Deniz Fenerinden bu kadar korkuyorsunuz?
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Korkmuyoruz.
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) –
Hadi, köstebeğin kim olduğunu biliyoruz da başka kimlerin isimlerini
saklıyorsunuz? Nedir bu korkunuz, söyleyin bize. (CHP sıralarından alkışlar)
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Açıklayın, açıklayın kimse. Açıklayın.
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) -
Savcıları değiştirerek dava dosyasını, âdeta bir tırtılın etrafına koza örüp,
daha sonrasında da kelebeğe dönüşüp uçurulabildiği gibi, dava dosyasının
üzerini kapatıp böyle uçurabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Çok yanılıyorsunuz
çünkü Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu davanın sonuna kadar takipçisi
olacağız. Bu böyle biline. (CHP sıralarından alkışlar)
RECEP ÖZEL (Isparta) –
Hâkim misin, savcı mısın?
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de vakıfların hizmet verdikleri
alan değişmiştir. Artık, vakıflar, AKP’li eski milletvekillerinin, eski
belediye başkanlarının ve yakınlarının rant kapısı olmuştur.
OSMAN ÇAKIR (Düzce) -
Türkiye’deki vakıf arazilerini kim satın aldı?
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) –
AKP Hükûmetinin cemaat ve tarikat ilişkileriyle beslenen vakıflara verdiği
arazilerle kamu mallarını yağmaladığı kamuoyunca bilinmektedir.
OSMAN ÇAKIR (Düzce) –
Türkiye’de vakıf arazilerini en çok kim sattı, en çok kim satın aldı?
BAŞKAN – Lütfen Sayın
Milletvekili…
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul)
– Ayıp, ayıp! Hanımefendi konuşuyor, hanımefendi.
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) –
Vakıflar ve AKP Hükûmeti arasındaki ilişkileri gözler önüne serecek birkaç
örneği de sizlerle paylaşmak istiyorum.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul)
– Hanımefendiye bir saygı gösterin ya. Hiç olmazsa bir hanımefendiye saygı
göstermesini bilin.
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) –
Aslında hiç önemli değil, daha iyi oluyor, benim daha hoşuma gidiyor, hiç
önemli değil.
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) –
Hanımefendi gibi olursa.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul)
– Ayıp ediyorsunuz ya, ayıp ediyorsunuz. Sizde de hanımlar var.
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen
sayın milletvekilleri…
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) –
Hiç önemli değil ama kendisine bir duygu kontrolü eğitimi versek, öfke kontrolü
eğitimi versek iyi olur diye düşünüyorum.
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) –
Vakıf arazilerini kimin yediğini siz iyi bilirsiniz.
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) –
Sayın Başkan, süre anlamında…
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) –
Osmanlıdan kalan vakıf arazilerinin ne olduğunu siz bilirsiniz.
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen
sayın milletvekilleri…
Siz de Genel Kurula hitap
edin lütfen.
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – O
defteri açarsak görürsünüz.
BAŞKAN - Lütfen… Lütfen
sakin olun.
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) –
Şimdi, ben gerekli defterleri de birazdan açacağım.
Birkaç örnek vereceğim
size. Örneğin, Cevizli’deki Tekel arazisi Ahmet Davutoğlu’nun kurucuları
arasında olduğu Bilim Sanat Vakfına, Kavacık’taki Karayollarına ait arazi ve
eski Tekel Müdürlüğü binası İskender Paşa cemaati üyesi Fahrettin Koca’nın
Medipolitan Eğitim ve Sağlık Vakfına, Halkalı’daki Ziraat Okulunun bulunduğu
arazi ise kurucuları arasında bizzat Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, Kemal
Unakıtan’ın ve Ahmet Davutoğlu’nun yer aldığı İlim Yayma Vakfına tahsis
edilmiştir. Bu arazilerin kullanım süresi, kullanım hakları da kırk dokuz yıl
süreyle bu vakıflara verilmiştir. Kavacık’taki arazi için şu bilgiyi de
hatırlatmak isterim…
AHMET YENİ (Samsun) –
Üniversitelere verildi, üniversitelere.
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) –
Yeditepe, Kadir Has Üniversitesi…
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) –
Sıranız geldiğinde konuşursunuz.
Park, çocuk bahçesi, kara yolları
kenarı koruma kavşağı olarak geçen planda bu arazi vakfa devri sonrasında özel
eğitim alanı olarak ilan edilmiştir. Ayrıca, belediye tarafından arazi için 1,5
kat emsal inşaat artışı ve 10 kata kadar da imar izni verilmiştir.
Bir başka örnek ise
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kurulan Bezmiâlem Vakfıdır. Yoksullara ve
sağlık güvencesinden yoksun olanlara hizmet vermekte olan Vakıf Gureba Eğitim
ve Araştırma Hastanesi özel bir üniversiteye dönüştürülmüştür, paralı bir üniversiteye
dönüştürülmüştür. Dolayısıyla bu dönüşüm aslında yoksulluğu çözmek yerine,
yoksulluğu yönetmek isteyen AKP İktidarının zihin haritasını da bir kez daha
bizlere göstermektedir arkadaşlar.
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) –
Siz yoksulluğu nereden biliyorsunuz?
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) –
Değerli milletvekilleri, vakıflar fakir fukaranın, yetimin, öksüzün
güvencesiydi bu topraklarda ama şimdi AKP’lilerin rant kapısı oldu. Dokuz
yıldır gördüğümüz, yaşadığımız AKP Hükûmetinin kamu yararından anladığı, kamu
mallarının AKP’li belediyelere, AKP yandaşı kurum ve vakıflara, eş, çocuk ve
akrabalara tahsis edilmesiymiş meğerse.
Sözlerime son verirken
“millet iradesi” sözünü dilinden düşürmeyen AKP’li milletvekillerine soruyorum:
İnsanların inançlarını kullanarak cebinden parasını çalan Deniz Feneri
yolsuzluğunun karşısındaki suskunluğunuzla mı temsil ediyorsunuz milleti?
Halkın iradesiyle seçilmiş milletvekillerinin tutuklu kalması karşısındaki
sessizliğinizle mi temsil ediyorsunuz milleti?
AHMET ARSLAN (Kars) – Bile
bile aday gösterirseniz öyle olur.
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) –
Bu ülkenin aydınlarını, bu ülkenin gazetecilerini, bu ülkenin öğrencilerini,
milletvekillerini, öğretim üyelerini uzun tutukluluk sürelerine mahkûm ederken
Deniz Feneri sanıklarının serbest bırakılması…
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Isparta) – Aklınız yeni mi başınıza geldi?
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) –
…ve muhalefeti kürsüden iterek susturma çabaları, bana İsmet İnönü’nün yıllar
önce söylemiş olduğu bir sözü hatırlattı: Suçluların telaşı içindesiniz.
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Nazlıaka.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) – Sayın Başkan, yarım dakikayı Sayın Valime…
BAŞKAN – Bir sonraki
konuşmacı, Isparta…
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Aydın.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Sayın Başkan, konuşmacı konuşmasını sürdürürken her seferinde AK PARTİ’yi,
yandaşlarıyla birlikte, bir şekilde Deniz Fenerine bulaştırmaya çalışıyor,
yolsuzluklara bulaştırmaya çalışıyor. Açıklama istiyorum efendim sataşmadan
dolayı.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, eleştiri yani. Eleştirmeyecek ne yapacak ya?
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Neresi eleştiri ya?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Yolsuzlukla suçladı efendim, daha ne olsun?
SÜRREYYA SADİ BİLGİÇ
(Isparta) – Sataşma değil çamur, çamur!
İZZET ÇETİN (Ankara) – Az
bile!
BAŞKAN – Pekâlâ, buyurun
Sayın Aydın. Lütfen tekrar bir sataşmaya meydan vermeyelim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
İki dakika.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
7.- Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Ankara Milletvekili
Aylin Nazlıaka’nın, partisine sataşması nedeniyle konuşması
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında sataşmalardan ziyade çok ağır,
çok haksız suçlamaları burada dinlemek zorunda kalıyoruz her seferinde.
Ben bir defa sizlere sormak
istiyorum: Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin tek gündemi Deniz Feneri mi, tutuklu
vekiller mi? Türkiye'nin başka hiçbir meselesi yok mu, hiçbir gündemi yok mu?
(CHP sıralarından “Evet” sesleri, gürültüler)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Mesele değil mi?
GÜRKUT ACAR (Antalya) –
Demokrasi, demokrasi…
AHMET AYDIN (Devamla) – En
önemli konuda, en büyük sıkıntılarda dahi gelip her konuyla ilgili
konuştuğunuzda Deniz Feneri, tutuklu vekiller…
GÜRKUT ACAR (Antalya) –
Türkiye'nin en büyük meselesi demokrasi meselesi. Yok ettiniz demokrasiyi.
AHMET AYDIN (Devamla) –
Deniz Feneri yargıda, yargı ne gerekiyorsa yapar. Ne sizin ne bizim yargıya
talimat verme yetkimiz, gücümüz, lüksümüz var. (CHP sıralarından gürültüler)
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Isparta) – Anayasa suçu işliyorlar, Anayasa suçu.
AHMET AYDIN (Devamla) –
Yargı bağımsızdır, yargı gereğini yapacak. Her seferinde AK PARTİ’yi Deniz
Feneriyle ilintilendirmeye… Kamuoyu zaten inanmıyor, güvenmiyor, siz de
enerjinizi boşuna harcamayın.
GÜRKUT ACAR (Antalya) –
Demokrasiyi bitiriyorsunuz, bitiriyorsunuz.
AHMET AYDIN (Devamla) –
Biraz, bu ülkenin başka meseleleri de var, başka sorunları da var, onları dile
getirin.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul)
– Orada insanlar aç, susuz, yoksul.
AHMET AYDIN (Devamla) –
Kaldı ki vekillerin hiçbiri tutuklu değildi, siz tutukluları vekil yaparak
salıvermeye çalışıyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar,
CHP sıralarından gürültüler)
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) –
Millet yaptı, millet, millî irade yaptı.
AHMET AYDIN (Devamla) –
Niye bunu düşünmüyorsunuz? Hangi vekil tutuklandı? Hiçbir vekil tutuklanmadı.
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) –
Yakında bu yalana inanacaksınız.
AHMET AYDIN (Devamla) – Siz
tutukluları vekil adayı yaptığınızda, Sayın Genel Başkanınıza sorduklarında
“Yargının takdirine saygı duyarız…” Hani nerede saygınız kaldı? Dünden beri
yargıya ha bire hakaret ediyorsunuz. Yazık be, yazık, yazık!
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul)
– Bağımsız yargıdan bahsediyor Genel Başkan.
AHMET AYDIN (Devamla) –
Yargıya bu kadar hakaret etmenize hiçbir şekilde müsaade etmeyiz.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul)
– Gerçek yargıdan, bağımsız yargıdan bahsediyor; Genel Başkan taraf olan
yargıdan değil, bağımsız yargıdan bahsediyor.
AHMET AYDIN (Devamla) –
Yargı tam bağımsızdır, yargı işini yapacaktır. Aynı şekilde o bağımsız
vekilleriniz aday edildiğinde…
GÜRKUT ACAR (Antalya) –
Yandaş yargıyı yarattınız, şimdi ona dayanıyorsunuz.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul)
– Sizin oluşturduğunuz yargıdan bahsetmiyor.
AHMET AYDIN (Devamla) –
…daha doğrusu tutuklu vekilleriniz aday edildiğinde sizin değerli
hukukçularınız da “Bunlar milletvekili olduğunda salıverilmeyebilir bu mevzuata
göre.” demişti. O gün öyle dediniz, bugün niye hakaret ediyorsunuz yargıya?
Yargıçlara niye bu kadar saldırıyorsunuz, anlayamadık gitti. (CHP sıralarından
gürültüler)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Ahmet Bey, Yüksek Seçim Kurulu ne işe yarıyor?
AHMET AYDIN (Devamla) –
Yine, değerli arkadaşlar, vakıflar ilk kez bu dönemde gerçek hüviyetine
kavuştu. Vakıflar vakıf malı bilinciyle bu halka hizmet sunmaya başladı. Bakın,
1933’te Konya’da Sahip Ata Külliyesi… Atatürk’ün İsmet Paşa’ya talimatıdır…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Aydın…
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul)
– Süre bitti Sayın Başkan, süre bitti; bir dakika dediniz, beş dakika konuştu.
AHMET AYDIN (Devamla) - …
“Bunu, vakfı onarın.” dedi, onu onarmak da AK PARTİ’ye nasip oldu. Teşekkür
edin biraz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Aydın, çok
teşekkür ederim, sağ olun.
Sayın İnce, buyurun
efendim.
8.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Adıyaman Milletvekili
Ahmet Aydın’ın, partisine sataşması nedeniyle konuşması
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Teşekkür ederim.
Şimdi, Sayın Aydın, bu
arkadaşlarımızı parti aday gösterdi. Sonra onaydan geçti mi bu, Yüksek Seçim
Kurulu bu adaylıkları kabul etti mi? Etti.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Salıvereceğini söylediler mi?
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Isparta) – Anayasa 14’ü oku.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Peki, aday oldular mı? Yani Yüksek Seçim Kurulunun nezdinde aday oldular,
milletin karşısına çıktılar. Bunları biz atamayla yapmadık, parti listeye
koydu, Seçim Kurulu bunların adaylıklarını onayladı. Millet oy verirken bu
partiye o tutuklu milletvekillerini gördü mü, adaylarını gördü mü orada? Gördü.
Buna rağmen oy verdi mi?
SİNAN AYDIN AYGÜN (Ankara)
– Verdi.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Verdi. İşte, bu, millet iradesidir. (CHP sıralarından alkışlar)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Bravo!
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Isparta) – Doğru… Daha ne istiyorsunuz siz?
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Onun için, bu tutuklu olan milletin kendisidir, milletin kendisi tutukludur,
milletin iradesi tutukludur; birincisi bu.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Merve Kavakcı’da öyle demiyordunuz. Milletin iradesiymiş!
MUHARREM İNCE (Devamla) –
İkincisi: “Deniz Feneri ile konunun ne alakası var?” diyorsunuz.
Deniz Feneri ile konu kel
alaka değil, alakanın ta ortasındadır. RTÜK Başkanı kim? Biz bugün burada
RTÜK’ü konuşmuyor muyuz? RTÜK Başkanı kim? Deniz Fenerinden yargılanmıyor mu?
(AK PARTİ sıralarından “Kimdi?” sesleri) Kimdi tabii.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – AK
PARTİ’yle ne alakası var? Yargıyla alakası var.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
İşte, dolayısıyla bu…
Bakın arkadaşlar, yıllarca
bu ülkede yargısız infazdan söz ettik. Herkes bu ülkede dedi ki: “Yargısız
infaz var.” Şimdi yargıyla infaz var.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Siz milletvekillerini bu Meclisten attınız. Diktacılar!
İZZET ÇETİN (Ankara) – Ne
oradan laf atıyorsun?
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Isparta) – Önceden hiç ağzınızı açmadınız, hiç söylemediniz bunu, hiç. Hiç
söylemediniz. Şimdi aklınıza geldi. Bugün aklınıza geldi.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Önceden yargısız infaz vardı, şimdi…
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Bir milletvekilini Meclisten dışarı attınız. Sizi diktacılar sizi!
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Bak Metiner… Kes sesini!
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Terör estirdiniz.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Kes sesini be!
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Sen kes!
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Kes sesini! Sen kimsin be?
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Sen kimsin?
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Kadrolu laf atıcı! Kadrolu… (AK PARTİ ve CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Arkadaşlar,
lütfen…
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Haydi oradan, sen kimsin?
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Sen kimsin orada ya?
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Otur yerine!
BAŞKAN – Lütfen…
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Başkan, yani Sayın Başkan, bu adam buraya oturmuş…
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
“Bu adam” dediğin sensin.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Evet, bu adamsın sen! Sen kimsin ya?
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Sen kimsin?
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Sen kimsin?
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Sen kimsin?
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Değerli arkadaşlarım, şimdiden sonra Cumhuriyet Halk Partisine…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MUHARREM İNCE (Devamla) –
…bu Metiner laf attığında hepimiz birlikte cevabını verelim. (CHP sıralarından
“Verelim.” sesleri) Hep birlikte.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Yüreğin yetiyorsa, hodri meydan!
BAŞKAN – Sayın İnce… Sayın
İnce lütfen… Lütfen Sayın İnce…
Evet, birleşime beş dakika ara veriyorum
arkadaşlar.
Kapanma Saati: 21.12
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati:21.22
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32’nci Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
2012 yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna
Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278,
3/538) (S. Sayısı: 88) (Devam)
J) RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU (Devam)
1.- Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2012 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
K) BASIN–YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
L) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Vakıflar Genel Müdürlüğü 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Vakıflar Genel Müdürlüğü 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
M) ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 2012
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
N) ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ (Devam)
1.- Atatürk Araştırma Merkezi 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Atatürk Araştırma Merkezi 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
O) ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ (Devam)
1.- Atatürk Kültür Merkezi 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Atatürk Kültür Merkezi 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
Ö) TÜRK DİL KURUMU (Devam)
1.- Türk Dil Kurumu 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Türk Dil Kurumu 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
P) TÜRK TARİH KURUMU (Devam)
1.- Türk Tarih Kurumu 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Türk Tarih Kurumu 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Şimdi söz sırası Isparta
Milletvekili Ali Haydar Öner’in. (CHP sıralarından alkışlar)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Bir dakika alacağımız var.
BAŞKAN – Bir dakika
ekleyeceğim, tamam efendim.
Süreniz on bir dakika Ali
Haydar Bey.
CHP GRUBU ADINA ALİ HAYDAR
ÖNER (Isparta) – Sayın Başkanım, değerli milletvekillerimiz; bir an için
oturumun tansiyonu yükseldi, yeniden bir araya geldik; hâlbuki bu sabah çok
güzel esprilerle, hoşgörüyle başlamıştı, yapıcı eleştiriler hoşgörüyle karşılanıyordu,
demokratik anlayış Meclisimizde egemendi. Bu anlayışın, bu barışçı anlayışın,
bu demokratik anlayışın bundan sonra da sürmesini diliyorum.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekillerimiz; 2011 yılı Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ve
bağlı kuruluşların bütçesini değerlendirmek üzere huzurlarınızdayım. Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, 11 Ağustos 1983’te 12 Eylül yönetimince
aslına uygun olmayan bir tarzda şekillendirilmişti. Daha sonraki süreçte bazı
ihtiyaçlar olduğu gerekçesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi açıkken ve -ilginç
bir rastlantı- 11 Kasım 2011’de kanun hükmünde kararnameyle yeniden
yapılandırılmaya çalışıldı. Bu çalışma 12 Eylül rejiminde yapılan düzenlemeden
daha geri bir düzenleme oldu çünkü Büyük Atatürk’ün öngördüğü bilime aykırıydı,
keyfîlikten uzaktı ve Büyük Atatürk’ün vasiyetine uygun değildi. Biraz önce,
Sayın Nazlıaka vasiyet edenlerin vasiyetlerine uyulması çağrısı yaptı, bazı
arkadaşlar alındılar. Kültürümüzde vasiyet edenlerin vasiyetlerine uyma çağrısı
vardır, vakıf kültürünü bilenler bu çağrıya uymak, saygı göstermek
durumundadırlar. Almanya’da Deniz Fenerine yardım yapanlar da bu kuruluşa
yardım yaparken “Anadolu’nun yoksul insanlarına götürülsün.” dediler. O
yardımlar Almanya’daki kurucuların mahkûmiyetine yol açtı, Türkiye’dekiler
hâlen yargılanamıyorlar. Deniz Feneri, daha önce “Televizyon seyretmek
günahtır.” diyenlerin kurduğu Kanal 7’nin mayasında vardır. Kanal 7 de AKP’nin
kuruluşunda mayası olan bir televizyon kuruluşudur. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
RECEP ÖZEL (Isparta) – Ne
biçim değerlendirme bu ya?
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – AK
PARTİ’nin mayasında millet vardır.
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) –
Efendim, dinleyeceksiniz, dokunuyorsa gelir, konuşursunuz.
Deniz Fenerini savunmak,
haram lokma yiyenleri savunmak, Peygamber Efendimizin dediği gibi “Haram yemek
de, yenmesine müsaade etmek de haramdır.” (CHP sıralarından alkışlar)
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) –
İsmet Paşa duymasın böyle konuştuğunu.
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) –
Haram yiyenleri savunmak da helal peşinde koşanların yapmayacağı bir
davranıştır.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Haram yiyenleri savunan
yok.
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) -
Burası Dırar Meclisi değildir, burası Türkiye Büyük Millet Meclisidir.
Biliyorsunuz, Peygamber Efendimizin yıktığı meclisin adı Dırar Meclisidir.
Dırar Meclisinin münafıklarından olanların bu Meclise girmemesi lazım. (CHP
sıralarından alkışlar)
Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih
Kurumu, Atatürk Kültür Merkezinden oluşan bir nitelikli anayasal kurumdur. Bu
kurumun görevi, Atatürk ve eseri olan Türk dili, tarihi, kültürü üzerinde
bilimsel, özgün araştırmalar yapmak ve yaptırmak olarak tanımlanıyor ancak bu
tanımlama Millî Eğitim Bakanlığının tanımlamasından çıkmış durumda çünkü Millî
Eğitim Bakanımız burada Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık kalacağına ant
içmişti ancak çıkardığı kararnamede bu amaç yok, onun yerine ne var? Küresel
rekabete uyumlu, tüccar anlayışlı gençlik yetiştirmek. Millîlik tanımlamasını
ne zaman kaldıracak Sayın Millî Eğitim Bakanı onu merak ediyorum.
Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu, AKP adına konuşan Hanımefendi Milletvekilimizin,
Komisyonda, Sayın Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç’ın konuşmasını tekrar
ederek, aynen tekrar ederek vurguladığı gibi, öğrencilere burs veriyor,
seminerler, sempozyumlar düzenliyor, çalıştaylar düzenliyor, ulusal
politikaların oluşumuna katkı sağlıyor. Atatürk Kültür Merkezi o doğrultuda
çalışmalar yapıyor ama Atatürk Dil Tarih Yüksek Kurumuna kimler atandı onu dikkatle
Cumhuriyet Halk Partisi olarak izlemeyi sürdüreceğiz çünkü Atatürk Dil Tarih
Yüksek Kurumuna o güne kadar Atatürk’le ilgili hiçbir bilimsel çalışma yapmayan
kimseler, Sayın Başbakan veya görevlendirdiği bakan tarafından ne yazık ki
atanmış durumdalar, Atatürkçülüğü Atatürk Kurumuna atandıktan sonra
öğreniyorlar bir kısmı.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Seni
de o Başbakan atadı.
AHMET YENİ (Samsun) – Size
mi soracaktılar?
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) –
Evet, ben bileğimin gücüyle geldim, bileğimin gücüyle geldim.
AHMET YENİ (Samsun) – Vay
vay!
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) –
Ödüllerimi saysan senin zekâtın olur.
AHMET YENİ (Samsun) – Helal
olsun Vali!
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) –
Evet, aç, oku arkadaş, Ali Haydar Öner sitesine gir, neler göreceksin karşında.
Değerli arkadaşlar, Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, birtakım yapılanmalara girmiş, bütünleşik
bilgi sistemi, benzeri çalışmalar sergiliyor. Kiralıkken satın almaya çalışmış,
yeni yerini iyileştirmiş, kadrosunu güçlendirmiş ama Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu ne yapmış? Atatürk’ün temel öğretilerini ne ölçüde hayata
geçirebilmiş? Atatürkçü düşünce nerede? Atatürkçü düşünceyi paylaşanlar
neredeler? Nedir Atatürkçü düşünce?
Değerli milletvekilleri,
Atatürkçü düşünce, önce antiemperyalisttir. Atatürkçü düşünce, özgürlükçü ve
tam bağımsızlıkçı düşüncedir. Atatürkçü düşünce, ulusal egemenlikten yanadır,
egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Atatürkçü düşünceye göre, adalet mülkün
temelidir. Atatürkçü düşünceye göre “Yurtta barış, cihanda barış.” dış
politikanın temel esası olmalıdır.
Vaktim yettiğince her
birine temas edeceğim ama ne yazık ki ve ne kadar şanssızsınız ki vakit yeterli
değil.
Atatürkçü düşünce
antiemperyalisttir dedik. Bugün yönetimde olanlar, emperyalistlerle iş birliği
hâlinde “Libya’da NATO’nun ne işi var.” derken Libya’ya saldırdılar. Atatürkçü
düşünceye kurum tahsis edenler veya o doğrultuda Kurum’a eleman atayanlar,
Time’a kapak oldular. Niye? Suriye’ye kılıç çekti, İsrail’e kalkan oldu diye.
Aynı şekilde, Atatürkçü düşünceye sahip olanlar “Kahrolsun Amerika” derken
bugün Obama’yla her gün görüşüyorlar, dün de Bush’la, Bush oğlu Bush’la
görüşüyorlardı. Onların gazıyla Time’a kapak oldular. Bu Time’ın 2011 Kasım
sayısı.
ADEM YEŞİLDAL (Hatay) –
Biliyoruz biz, biliyoruz.
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) –
Acele etmeyin.
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) –
Kıskanma Sayın Valim, çalışın sizin de olsun.
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) –
Kıskanmıyorum.
Bu da Time’ın Kasım 11
kapak sayfası. Bu 2011 kapak sayfası, bu da 2011 kapak sayfası.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Çakma mı, biri çakma mı onların?
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) –
Burada eli kolu bağlı bir insan resmi var, Sayın Başbakanın resmi var
-kendilerine geçmiş olsun diyoruz- burada da bir şey resmi var.
SİNAN AYDIN AYGÜN (Ankara)
– Kuş, kuş.
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) –
Bir bakın, inceleyin. Ne kuşu olduğunu size söylemeyeceğim. (CHP sıralarından
gülüşmeler) Ama…
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) –
Gurur duyman lazım, gurur.
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) –
Siz okuyun, gurur duyarsınız.
Amerika’nın gazına gelenler
Suriye’yi karıştırıyorlar. Düne kadar kardeştiler, “Yurtta barış, cihanda
barış.” ilkesi çerçevesinde sıfır sorun peşindeydiler, şimdilerde kardeş
kardeşe düşman hâle geliyor. Atatürkçü düşüncede adalet mülkün temeliydi,
şimdilerde adalet İnternet’e girdiğinizde Ali Dibo adıyla anılan zatın
emrindedir.
RECEP ÖZEL (Isparta) –
Nereye gittin gene ya?
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) –
Efendim, biz gerçekleri dile getirmek, sağduyunun sesi olmak için burada göreve
geldik.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) –
Diğer konuları yeri geldiğinde dile getireceğim.
Hepinize saygılar sunarım.
(CHP sıralarından alkışlar)
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) –
Düzgün konuş, düzgün. Yakışıyor mu?
BAŞKAN – Sayın Öner,
süreniz bitti efendim.
Teşekkür ediyorum.
ADEM YEŞİLDAL (Hatay) –
Onun döneminde valilik yaptın.
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) –
Onurumla yaptım, bileğimin gücüyle yaptım, dik durarak yaptım.
BAŞKAN – Şimdi söz sırası
Gürkut Acar, Antalya Milletvekilinde.
Sayın Acar, buyurun
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA GÜRKUT ACAR
(Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Dil Kurumu ve Türk
Tarih Kurumunun 2012 yılı bütçeleri üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
söz aldım. Sizleri biraz buruk bir şekilde selamlıyorum.
İçim buruk çünkü Atatürk’ün
vasiyetinin çiğnenmesi nedeniyle burada konuşmak zorunda kalmaktan dolayı
mutsuzum.
Bakınız, millet olmanın
temel direkleri ortak bir tarih ve ortak bir dildir. Bunlar olmadan millet
olunmaz, ulus olunmaz. Büyük Atatürk de bu bilinçle, bu iki kurumu, 1931
yılında Türk Tarihi Tetkik Cemiyetini, 1932 yılında da Türk Dili Tetkik
Cemiyetini kurmuştur. Toplumun kültür açısından çağdaşlaşma hedefine
götürülürken iki alanda özel çalışmalar yapmak gereğini düşündüğü için iki
derneğin kurulmasına önayak olmuştur. Her iki alandaki çalışmalara da sonuna
kadar yakın ilgi göstermiş Mustafa Kemal, ölmeden önce de vasiyetnamesiyle bu
ilginin sonsuza kadar sürmesini istediğini belirtmiştir. Bu kurumlara
faaliyetlerini sürdürebilmesi için de mirasından pay bırakmıştır.
Değerli arkadaşlar, Atatürk
5 Eylül 1938 tarihinde vasiyetini el yazısıyla hazırlamış, bu vasiyet İstanbul
6. Noteri İsmail Kunter’e teslim edilmiş, Atatürk’ün ölümünden sonra da bu
vasiyetname mahkemece kesinleştirilmiştir. Atatürk, vasiyetnamede bu iki kurumu
saymış ve bunların bağımsız bir şekilde çalışmalarını sürdürmesini istemiştir.
Büyük Atatürk’ün vasiyeti budur.
Kendisi istese bunları bir
kamu kurumu yapamaz mıydı? Yapabilirdi ama yapmamış. Demiş ki: “Bunlar devlet
dairesi olmayacak. Bağımsız şekilde, gerçekten aklın ve bilimin aydınlığında
faaliyetlerini sürdürsün.” Vasiyet böyle. Kaldı ki o dönem akademi önerileri de
gündeme gelmiş. Atatürk, bu iki kurumun cemiyet yani dernek olarak kurulmasını
istemiştir. Her iki kurum da resmî devlet örgütü içinde değil, özel hukuka göre
oluşmuş, herkese açık tüzel kişiler olarak kurulmuştur. Atatürk de bu
kurumların böyle devam etmesini istemiştir. Vasiyet budur. Bu vasiyet üzerine
başkasının söz söyleme hakkı olur mu, olabilir mi? Olmamalıdır.
Değerli milletvekilleri,
mülkiyet ve miras en temel insan haklarındandır. Bu vasiyetname, en temel insan
hakkı olan mülkiyet ve miras hakkı, 12 Eylül darbesinin generalleri tarafından
Atatürk adına ihlal edilmiş, hiçe sayılmıştır. Bunu yapanları kınıyorum!
Atatürk’ün mirasına dokunanları kınıyorum! Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih
Kurumu, en temel hak olan miras hakkına yapılan darbeyle kamu kurumu hâline
getirilmiştir. Bunun altını bir kez daha çizmek istiyorum değerli arkadaşlar.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; darbeciler, Anayasa ve yasayla hukuk cinayeti işleyerek
Atatürk’ün vasiyetini çiğnemiştir. Peki, bugünkü iktidar, AKP İktidarı ne
yapmıştır? Bugünkü iktidarın da tavrı farklı olmamıştır.
Değerli arkadaşlar, bakın,
2 Kasım 2011 tarih ve 664 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle yine bu sefer AKP
İktidarı diyor ki: “Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu Başbakanlığa bağlı
devlet kurumudur.” AKP İktidarının da Atatürk’ün vasiyetini yaşama geçirmek
gibi bir niyeti yoktur ama darbecilerden bir farkı var -şimdi hakkını teslim
etmek lazım- AKP’nin bu farkını dikkatinize sunmak istiyorum: Darbeciler kanun
yaparken demişler ki: “Ulu Önder Atatürk’ün kutlu eliyle ve O’nun yüce kurucu
ve koruyucu Genel Başkanlığı altında kurulmuş olan Türk Dil Kurumu...” 2876
sayılı Kanun’da Türk Tarih Kurumu için -1983’te hazırlanmış- ne deniyor?
“Atatürk’ün emir ve isteği üzerine yüksek koruyuculuğu altında kurulmuş olan
Türk Tarih Kurumu...” Darbeciler Atatürk’ün vasiyetini çiğnemişler ama bu
kurumların Atatürk’ün kurumları olduğunu kanun metnine yazmaya çalışmışlar ve
yazmışlar. AKP ne yaptı? Değerli arkadaşlar -hepinizin dikkatini çekiyorum-
darbecilerle aynı zihniyetle Atatürk’ün vasiyetini çiğnemeye devam etti, bunun
üzerine bir şey daha yaptı, Kanun’dan Atatürk’ün adını da sildi. Önceki kanunda
en azından bu kurumların Atatürk tarafından kurulduğu yazıyor, AKP’nin kanun
hükmünde kararnamesinde bu yok. Kanun hükmünde kararnamede deniliyor ki: Türk
Dil Kurumu Başkanlığı, Yüksek Kuruma bağlı özel bütçeli ve kamu tüzel
kişiliğine sahip, görev alanında bilimsel hizmet ve faaliyette bulunan bir
kurumdur. Başkan, başkan yardımcısı ve bilim kurulundan oluşur. Merkezi
Ankara’dadır.” Yani oldu olacak “Başbakan Tayyip tarafından da kurulmuştur.”
yazsaydınız çok daha güzel olacaktı değerli arkadaşlarım. Türk Tarih Kurumu
için de benzer bir tanım var.
AHMET YENİ (Samsun) –
Başbakana saygı göster.
GÜRKUT ACAR (Devamla) –
Sayın Başbakan özür diliyorum.
Yani Atatürk’ün olmadığı
bir Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu yaptınız, siz yaptınız. Bunu anlamak,
bunu kabul etmek mümkün mü?
Değerli milletvekilleri,
iki kurumun tanımında da Atatürk yok ama Atatürk bir yerde geçiyor. Nerede
geçiyor? Para işinde geçiyor. Kurumların gelirleri sayılmış, orada deniyor ki:
“Atatürk’ün vasiyetine dayalı gelirler.” Orada yazmışlar. Siz bu kurumlardan
Atatürk’ün adını sileceksiniz ama Atatürk’ün vasiyetinden gelir almaya devam
edeceksiniz. Bunu darbeciler yaptı, AKP zihniyeti de devam ettiriyor. Bu
tutumun, bu Kanun Hükmünde Kararname’nin de hukuki geçerliliği yoktur. Darbecilerin
zihniyetinin devam ettiğinin açık göstergesidir. Zaten artık bu kurumlar Türk
Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu da değildir.
Kanunla insanların vasiyeti
değiştirilemez değerli arkadaşlar, otuz dokuz yıllık bir hukukçu olarak
söylüyorum, kanun hükmünde kararnamelerle hiç değiştirilemez. Şimdi, buradan
bir kanun çıksa, benim adımı “Recep Tayyip Erdoğan” yapsak ben “Başbakan
oldum.” diyebilir miyim? “Sayın Bülent Arınç, sizi azlediyorum.” desem buradan
kalkıp gider mi? Sayın Arınç, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumuna İş
Bankasından verilecek temettü gelirleri için Plan ve Bütçe Komisyonunda diyor
ki: “Cumhuriyet Halk Partisi vermek istemediği için mahkeme kararıyla alındı.”
Sayın Arınç’a tekrar sormak
istiyorum: Birisi gitse ve mahkemede isminin “Recep Tayyip Erdoğan” olarak
düzeltilmesini istese, mahkeme de kabul etse, gelip burada Başbakanlık
yapabilir mi? Yani siz iki tane derneği kalkıp da kamu kurumu hâline getirip
Mustafa Kemal’in paralarını onlara vermeye nasıl devam ediyorsunuz? (CHP
sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) –
Paradan Atatürk’ün resmini kaldırdınız.
GÜRKUT ACAR (Devamla) –
Değerli arkadaşlar, kanun hükmünde kararnameyle oluşturulan bu kurumlar,
Atatürk’ün kurduğu dernekler değildir artık. Siz darbecilerden bir adım öteye
geçeceksiniz, iki kurumdan da Atatürk’ün adını sileceksiniz, bu kurumların
Atatürk tarafından kurulduğunu anlatan ifadeleri dahi kanun metninden
çıkaracaksınız ama Atatürk’ün mirasını almaya devam edeceksiniz. Böyle bir şey
olur mu?
AHMET YENİ (Samsun) – Paradan
Atatürk’ün resmini kaldırdınız.
GÜRKUT ACAR (Devamla) –
Mahkeme kararıyla olsa da kimsenin başka birinin vasiyetini değiştirmeye hakkı
yok. Bu konuda ne mahkemelerin yetkisi var ne de Büyük Millet Meclisinin
yetkisi var. “Büyük Millet Meclisi, her şeyi yapar, bir erkeği kadın yapamaz.”
derler ama bir de bir vasiyeti değiştiremez değerli arkadaşlarım.
Şimdi, gelelim bütçeye…
AHMET YENİ (Samsun) –
Paradan Atatürk’ün resmini kaldırdınız.
GÜRKUT ACAR (Devamla) –
Bütçeye baktığımızda, Türk Dil Kurumu için 13 milyon 825 bin lira, Türk Tarih
Kurumu için 6 milyon 811 bin lira ödenek ayrıldığını görmekteyiz. Her iki
kuruma Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasından gelen gelirin miktarı ne? Sayın
Bülent Arınç tarafından bildirilen miktara göre, yalnızca Türk Dil Kurumunu
bildirmiş, aktarılan İş Bankası geliri 82 milyon 657 bin lira. Eşit miktarda
olduğuna göre Türk Tarih Kurumuna da bu miktarın düştüğü kabul edilirse toplam
miktar yaklaşık 165 milyon TL’dir. Bu kadar büyük miktar nereye harcanmıştır?
Bunu bilmediğimiz gibi, bu miktarın tamamının harcanıp harcanmadığını da
bilmiyoruz. Atatürk bu geliri Hazineye yük olmadan, kendi yağıyla kavrulan iki
dernek oluşturmak amacıyla tahsis etmiştir, oysa bütçeye yük olan iki kurumla
karşı karşıyayız. Kurumun genel bütçeden gelen ödeneklerinin yanında Atatürk’ün
vasiyetinden zorla akıtılan gelirleri de verimli ve yararlı biçimde
kullandığını denetlemek zorundayız Büyük Millet Meclisi olarak ancak Hükûmet
tarafından bu harcamalara ilişkin hiçbir bilgi verilmemiştir.
Değerli milletvekilleri,
vasiyetname bir kimsenin istencinin son belgesidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün
bir yurttaş olarak Beyoğlu 6. Noterine onaylattığı vasiyetnamesine göre taşınır
ve taşınmaz mallarını bıraktığı mirasçısı CHP’dir, Cumhuriyet Halk Partisi
ancak Cumhuriyet Halk Partisine İş Bankasındaki payların yönetimini vermiş,
gelirini ise bu iki kuruma vermiştir. CHP’nin İş Bankasındaki 11 kişilik
yönetimde 4 yönetim kurulu üyesi vardır.
AHMET YENİ (Samsun) - Helal
olsun be!
GÜRKUT ACAR (Devamla) -
Ancak bu payların gelirinden bir kuruşu CHP’ye verilmemektedir. (CHP
sıralarından alkışlar) Yüce Atatürk CHP’yi payların yöneticisi, koruyucusu,
Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunu da payların gelirini alan kurum olarak
tayin etmiştir. Cumhuriyet Halk Partisine İş Bankasından bir kuruş
gelmemektedir.
AHMET YENİ (Samsun) –
Atatürk’ün resmini çıkardınız paradan.
GÜRKUT ACAR (Devamla) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bakınız bir hukuk cinayetine son
verelim. Bugün Atatürk’ün vasiyetnamesinde belirlediği iki cemiyet özel hukuk
kurallarına göre kurulmuş iki dernektir. Vasiyetnameden sağlanan gelir ise iki
kamu…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Acar,
süreniz doldu efendim.
GÜRKUT ACAR (Devamla) –
…kurumuna verilmektedir. Bunun iç hukukta yeri yoktur. Mustafa Kemal’in
vasiyeti ihlal edilmiştir. Geliniz bu ayıbı ortadan kaldıralım ve biz bunu
düzeltme yoluna gideceğiz, onu destekleyin, bu hukuki hilkat garibesini ortadan
kaldıralım.
Yüce kurulunuzu saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Acar.
AHMET YENİ (Samsun) – Türk
parasından Atatürk’ün resmini kaldırdınız.
ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta)-
Ne laf atıyorsun? Çık, konuş oraya.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, şimdi sıra Barış ve Demokrasi Partisinin birinci konuşmacısı
Hakkâri Milletvekili Sayın Adil Kurt’un.
Buyurun Sayın Kurt. (BDP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on beş dakika.
BDP GRUBU ADINA ADİL KURT
(Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; RTÜK, Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğünün bütçeleri üzerine grubumuz adına söz almış
bulunuyorum.
Müsaadenizle, basını
konuşacağımız bu saatte değerli milletvekilleriyle bir centilmenlik anlaşması
yapmak istiyorum. Lütfen sataşmayın çünkü ben size bir haber bülteni
okuyacağım. Mademki konumuz basın, bir haber bültenini sizinle paylaşacağım.
Sizler nasıl televizyona sataşamıyorsanız, radyoya sataşamıyorsanız bana da
sataşmayın, on beş dakika sabredin lütfen.
Ama öncelikle buradan,
Meclis TV ekranından, cezaevindeki gazeteci arkadaşlarıma yeşil soğan göndermek
istiyorum; biliyorum, sigaraları karanfil kokuyor. Ama şunu da bilmeleri
gerekiyor…
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Daha bahar gelmedi, karanfil kokamaz daha.
ADİL KURT (Devamla) – Evet,
bahar gelmedi, hâlâ memleketimiz kış. O baharı oluşturmak, o baharı getirmek
bizlerin elinde, o baharı getirebiliriz; o azmi, o cesareti, o ısrarı
gösterebilirsek biz bu memlekete baharı getirebiliriz; o duyguları paylaşıyorum
sizinle.
AHMET YENİ (Samsun) –
PKK’ya karşı durun.
ADİL KURT (Devamla) -
Birinci haberi sizinle paylaşıyorum: Birinci haber, basın özgürlüğü. Basın
Kanunu’nun 3’üncü maddesi diyor ki: “Basın özgürdür. Bu özgürlük bilgi edinme,
yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” Bakınız
arkadaşlar, sadece kâğıt üzerinde kalmış bir haktan söz ediyoruz. Bu ülkede
basın hiç de özgür değildir.
Bakın, aynı Basın Kanunu…
Özellikle sataşma olmasın diye Hükûmetin adını hiç anmayacağım bu akşamki
konuşmamda ama Haziran 2004’te yayınlanan, Haziran 2004’te bu Meclisin
onayladığı Basın Kanunu’nun 25’inci maddesinden bir hatırlatmada bulunacağım
size, diyor ki: Bu ülkede yapılacak basın yayın faaliyeti -özellikle yazılı
basın açısından söylüyor- Anayasa’nın 174’üncü maddesine aykırı olamaz, bu bir.
Bu ülkede yapılacak basın yayın faaliyeti Terörle Mücadele Yasası’nın 7’nci
maddesine aykırı olamaz diyor.
Bu iki madde ne anlama
geliyor? Bu iki madde Kürt dilinin yasaklanması anlamına geliyor, özellikle
Anayasa’nın 174’üncü maddesi. Bir dilin alfabesini, sembollerini yasaklarsanız
o dili yasaklamış olursunuz. Bir dili başka bir dilin alfabesiyle konuşmaya ve
yazmaya zorlarsanız o dili yasaklamış olursunuz. Haziran 2004 tarihinde
çıkardığınız Basın Kanunu Kürtçeyi resmen yasaklamıştır. Eğer bu ülkede hâlen
Kürtçe şiir yayınlanabiliyorsa biliniz ki savcılar görevsizlik yapıyorlardır,
görevlerini yerine getirmiyorlardır çünkü sizin çıkardığınız bu yasaya göre bir
Kürtçe şiir bile bu ülkede yayınlanamaz, yasaktır.
Diyarbakır’da savcılarla
muhatap olduğum bir dönemde bu yasaya göre ceza almış bir arkadaşınız olarak
sizin karşınızdayım. Hatırlattım: “Azadiya Welat gazetesinde yazdığım bir
yazıdan dolayı lütfen beni yargılamaktan vazgeçin, gazetenin tamamı yasaya göre
aykırıdır, suçtur, yasaktır. Niye gazeteyi kapatmıyorsunuz?” Savcının bana
söylediği sözü sizinle paylaşıyorum, hiç iftira değil: “Ona da sıra gelecek.
Şimdi konjonktür ona uygun değil.” dedi. Konjonktür ne zaman uygun olacak? Dün
akşam da kısmen üzerinde durdum, herhâlde adım adım o konjonktürü hazırlamaya
çalışan birileri var.
Değerli arkadaşlar, bu
ülkede yayınlanan tek günlük Kürtçe gazete olan Azadiya Welat gazetesi. Bu
ülkenin Dışişleri Bakanı -ki şimdi Cumhurbaşkanımız bir tanesi- Sayın Abdullah
Gül, Azadiya Welat gazetesini uluslararası ilişkilere giderken, görüşmelere
giderken insanların önüne koyarlardı, diplomatik ilişkilerde insanların önüne
koyardı, bakın, siz “Kürtlerin hakları yok.” diyorsunuz ama gazeteleri
Türkiye’de yayınlanıyor, bu gazete Türkiye’de yayınlanıyor. Bu gazete, son dört
yıl içerisinde, son beş yıl içerisinde 9 defa tutuklanmış. Bu gazetenin yazı
işleri müdürlerine bugün, bu ülke mahkemelerinin verdiği cezalar kaç yıl
biliyor musunuz? Kesinleşmiş cezaları söylüyorum, devam eden cezaları
söylemiyorum, beş yüz yılın üstünde. Bir arkadaşım, mesai arkadaşım şimdi
cezaevinde, yüz altmış altı buçuk yıl Vedat Kurşun ceza yedi, bu Yasa’dan
dolayı ama buna rağmen “Bu ülkede basın özgürlüğü vardır.” diyorsanız doğrusu
söylenecek çok laf kalmıyor.
Adalet Bakanlığının
bilgisidir, diyor ki: “Bu ülkede 301’inci maddeye göre dava açılması koşuluyla
yapılan müracaat sayısı doksandır. Bunların hiçbirine izin verilmemiştir.”
Doğrudur. Peki, Terörle Mücadele Yasası’nın 7’nci maddesinin ikinci bendine
göre yargılanan gazeteciler için ne yaptınız? Burada beyanda bulunuyor, “Bunlar
teröristtir.” diyorlar. Ayıptır, günahtır, evladı Kerbela’yız, yazıktır,
günahtır derler insana. Bunların hepsi gazetecidir, bunların arkadaşı olmaktan
da büyük onur duydum, bu onuru da sürekli taşıyacağım.
Evet, bizim sarı basın
kartımız hiçbir zaman olmadı. Basın Enformasyon Genel Müdürlüğünün sitesine de
girdim. Bunların hiçbiri burada geçmiyor, isimleri bile gazete olarak da
geçmiyor, ajans olarak da geçmiyor, kabul edilmiyor ama DGM’lerde, ağır ceza
mahkemelerinde aldığımız o suçlar, o iddianameler bizim evlatlarımıza,
çocuklarımıza hediye edeceğimiz onur madalyalarımızdır bunu bilesiniz.
Değerli arkadaşlar, Terörle
Mücadele Yasası’ndan sözü açmışken devam edeceğim. Her laf açıldığında burada,
iktidar muhalefet herkes bölücülükten söz eder, bölücülükten söz eder, başka da
bir laf yoktur Kürt sorunu hakkında konuşulacak.
Bakın, arkadaşlar, ben Musa
Anter’in sözüyle, bu kitabın yazarının sözüyle bu konuya cevap vermek
istiyorum. Ne diyor Musa Anter biliyor musunuz? “Kürtler Antalya’yı terk edecek
kadar enayi değiller.” diyor. Evet, Kürtler, İstanbul’u, İzmir’i,
Çanakkale’deki ataları orada kanları akıtmıştır, sizlere terk edecek kadar
enayi değiller, oraları da sahiplenecek kadar akıllı insanlardır. Bu bölücülük
yaftasından vazgeçin, hiç oradan size ekmek yok. Bu ülkede bölücülük eğer varsa
bir halkı dışlamaktır, bir halkın dilini demin söylediğim yasa maddeleriyle
inkâr etmektir.
Bakın, arkadaşlar, dünyanın
hiçbir yerinde devletin resmî televizyonları korsan yayıncılık yapmaz, bizim
ülkemizde yapıyor. TRT, TRT 6 kanalıyla bu ülkede korsan yayıncılık yapıyor,
yasal altyapısı olmayan bir yayıncılık yapıyor. Bir Kürt olarak, bir Kürt
gazeteci olarak, bir Kürt yazar olarak bunu size söylüyorum, korsan
yayıncılıktır çünkü yönetmelikle yapılacak bir iş değil bu.
RECEP ÖZEL (Isparta) –
Yasaya da kondu.
ADİL KURT (Devamla) – Hiç
yasayla alakası yok bu yönetmeliğin. Bu yönetmelik dört yıl içerisinde 3 defa
değiştirilmiş. Bir genel müdür, yarın öbür gün, pekâlâ RTÜK bu yönetmeliği yok
hükmünde sayabilir ve çıkardığınız, övündüğümüz TRT 6 ki ben ısrarla, özellikle
TRT 6 diyorum çünkü ruhu Kürtçe olmayanın sözü de Kürtçe olamaz diye
düşünüyorum, tamam mı? Ruhu Türkçe olanın özü de Türkçedir. Hiç öyle o lafların
arkasına da sığınmayın, o doğru değil.
İHSAN ŞENER (Ordu) – Ruh
nasıl olacak?
ADİL KURT (Devamla) – Devam
edeceğim, daha birinci aşamadaki haberlerdi, devam edeceğim arkadaşlar.
Yönetmelikle, RTÜK
yönetmeliğiyle kurulmuş bir televizyon kanalıdır TRT 6 ve mevcut durumda korsan
yayın yapıyor. Bu ayıptan bu Meclisin kurtulması gerekiyor.
ADEM YEŞİLDAL (Hatay) – Ama
rahatsız mısınız bundan?
ADİL KURT (Devamla) – Ben,
bu ülkede bir televizyonun, devlet televizyonunun korsan yayıncılık
yapmasından, evet, rahatsızım. Evet, rahatsızım. Getirin yasal altyapısını
kuralım birlikte. Yasal altyapısını kuralım. Bu televizyon niye yasal altyapıya
dayanmasın? Kanuna dayanmasın? Niye bundan kaçınıyorsunuz? Kaçınmanız için bir
sebep var, yasaya Kürt kavramını koymamak için kaçınıyorsunuz, Kürtçe dememek
için kaçınıyorsunuz. Bu hikâyeyi kime anlatacaksınız? Devam edeceğim.
Eskiden askerî vesayet ve
sizin çokça üzerinde durduğunuz andıç sorunu vardı. Evet, bu ülkede basın
sürekli andıçlandı, sürekli birileri televizyonları, gazeteleri dizayn etme
arayışı içerisinde oldu, ama eskinin askerî vesayeti yerine şimdi sivil siyaset
vesayeti geldi.
Bir örnekle size
açıklayacağım arkadaşlar, çok eskilere gitmeyeceğim. Müsaade edin, ben size bir
haber okuyacağım, daha doğrusu özetleyeceğim, çünkü çok zamanım yok.
Bu haber 23 Kasım 2011’de
ajanslara düşen bir haberdir. Haberin önce bir bilgilerini vereceğim, sonra
kaynağını da sizinle paylaşacağım ki gazeteciler kaynak açıklamak durumunda
değil, ama açıklayacağım. Özgürüm bu noktada, açıklayacağım ben.
Şimdi diyor ki: “Bugün
İstanbul polisi gazetecilere KCK operasyonlarına ilişkin üç haber servis etti.
PKK lideri…”
YILDIRIM M. RAMAZANOĞLU
(Kahramanmaraş) – Haberin tarihi ne?
ADİL KURT (Devamla) – 23
Kasım 2011.
“PKK Lideri Abdullah
Öcalan’ın görüşme notlarından cımbızlanarak alınan ifadeler tek tek paragraf
hâline getirilerek ‘Kurucusundan KCK dersi’, ‘Öcalan cezaevinden talimat
yağdırdıkça örgüt saldırıyı artırdı.’, ‘Öcalan’dan Selahattin Demirtaş’a
talimat.’”
Bu haber, 23 Kasım 2011
tarihinde İstanbul Emniyetinden gazetecilere servis edildi. Bildik gazetecilere
servis edildi ama yanlışlıkla, bu haber, aynı zamanda onların servis etmek
istemediği bir başka gazetecinin e-mail’ine de gitti, e-mail adresine de gitti.
23 Kasımda bu haber televizyonlarda, ajanslarda yayınlandı. 24 Kasım gazete
başlıklarını sizinle paylaşıyorum, aynen burada geçen ifadeler: “Apo’dan Esad’a
mektup.” İfadede var çünkü polisler yazmışlar, ara başlık, spot, kullanılacak
resim, malzeme, hepsi bir bir sayılmış.
Bir, Zaman Gazetesi:
“Öcalan’dan kaos talimatı: KCK on binleri ayaklandırsın.” Burada, haberde
geçiyor, Zaman Gazetesi.
Akit Gazetesi: “Apo
emretti, BDP uyguladı.” Bu başlıklar haberde geçiyor, bir gün öncesinden. Yani
utanıp bakmamışlar bile. Yani, bu ayıp yarın öbür gün karşımıza çıkacak bile
dememişler.
Star Gazetesi: “KCK silahlı
bir yapılanma.” Haberde geçiyor.
“İşte ölüm talimatları,
Öcalan: KCK silahlı illegal örgüttür.” Haberde geçiyor, bu sözlerin hepsi
geçiyor. “İşte o talimatlar.” Bu haber de bir gün önce yayınlanan haberlerde
geçiyor. Söyleyeyim, devam edeyim.
Yeni Şafak Gazetesi: “Okul
boykotu İmralı talimatı.” Haberde geçiyor. Daha var, pek çok gazete vardı.
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) –
Dersinizi iyi çalışmışsınız.
ADİL KURT (Devamla) -
Dersimizi iyi çalıştık, evet. Siz buralara çalışmamıştınız.
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) –
Yalan mı?
ADİL KURT (Devamla) -
Bunların hepsi var. Buna rağmen “Bu ülkede basın özgürdür.” diyebiliyorsak
“Basın üzerinde vesayet yoktur.” diyorsanız “Yandaş, candaş basın yoktur.”
diyorsanız, kargalar bile size güler, kargalar bile güler. Bu yüzden, bu ülkede
basın yayın faaliyeti hiçbir zaman iktidarların egemenliğinden, tahakkümünden
kurtulamadı. Evet, sadece bu Hükûmetin sorunu değil. Yirmi yıllık bir gazeteci
olarak ben sürekli bu sorunu yaşadım.
YUSUF BAŞER (Yozgat) – Biz
de çok zulüm yaşadık.
ADİL KURT (Devamla) - Doğru
söylüyorsunuz, aslında bu lafınız üzerine sözü bitirmek isterim. Gerçekten,
gerçekten çok istiyorum.
Ey Meclis, bir AKP
Milletvekili ön sıradan bu laf üzerine bana ne diyor biliyor musunuz?
Tutanaklara da bu şekilde geçsin. Diyor ki: “Daha çok yaşarsınız.”
YUSUF BAŞER (Yozgat) –
Hayır, hayır, “Biz de çok zülüm yaşadık.” dedim.
ADİL KURT (Devamla) –
Neyse; ben o şekilde anladım. Öyleyse özür dilerim.
BAŞKAN – Karşılıklı
konuşmayalım efendim.
ADİL KURT (Devamla) –
Öyleyse özür dilerim.
BAŞKAN – Lütfen, Meclise
hitap edin.
ADİL KURT (Devamla) – Ama
bu ayıp hepimizin ayıbıdır. Bu ayıplardan kurtulmamız gerekiyor.
ADEM YEŞİLDAL (Hatay) –
Hayır, düzelt onu.
ADİL KURT (Devamla) –
Tamam, düzelttim, düzelttim. Ben öyle anladığım için özür dilerim o zaman.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ADİL KURT (Devamla) –
Değerli arkadaşlarım, bu ayıptır. Bu ayıptan hepimizin kurtulması gerekiyor.
BAŞKAN – Sayın Kurt,
vaktiniz tamam efendim.
Teşekkür ediyoruz.
ADİL KURT (Devamla) –
Hepinizi saygıyla selamlarım. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Bir sonraki
konuşmacı Mardin Milletvekili Erol Dora.
Buyurun Sayın Dora. (BDP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
BDP GRUBU ADINA EROL DORA
(Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğü
bütçesi hakkında söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, Sayın
Başbakanımıza acil şifalar diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teknik olarak vakfedilen
mal olarak geçen vakıf, Türk Medeni Kanunu’nda gerçek ve tüzel kişilerin
yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan,
tüzel kişiliğe sahip olan mal ve topluluklar olarak tanımlanmıştır.
Tarihi çok eskilere dayanan
vakıflar işlevsel olarak Selçuklular döneminde oldukça yaygınlaşmış, Osmanlılar
döneminde ise zirve noktasına ulaşmıştır.
Vakıfların zengin ve fakir
arasındaki gelir farkını azaltmanın bir biçimi olarak toplumun gelişmesinde
önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Bu anlamda vakıflar, genel anlamda
yoksulluğu ortadan kaldırmayı, zenginden fakire gönüllü servet transferini ve
dikey, sosyal ekonomik hareketliliği artırmayı hedefleyen politikalar ve kâr
etmeyen kurumlar olarak anlaşılabilir.
İslam dünyasında ve daha
özel olarak Osmanlı topraklarında bu amaçlara hizmet eden en önemli kurum
vakıflardı. Çünkü beşeri sermayenin en önemli unsurları olan sağlık ve eğitime
yönelik harcamaların büyük bir kısmı vakıflar tarafından sağlanmaktaydı.
Gerçekten de İslam tarihi boyunca vakıflar; okullar, üniversiteler, hastaneler
ve aşevlerinin yanı sıra, ekonomik kalkınmaya katkıda bulunan sayısız başka
hizmetleri de örgütlemiş ve finanse etmiştir. Osmanlı Döneminde Müslüman
vakıfların yanı sıra çok sayıda cemaat vakfı da vardı ve bu vakıfların, padişah
fermanıyla kurulmuş olmaları nedeniyle, vakfedeni ve vakfiyesi bulunmamaktaydı.
Bu dönemde vakıflarla ilgili olarak uygulamada birtakım sorunlar olsa da
gayrimüslimlere bu vesileyle tanınan haklar, Avrupa’da Hristiyan olmayanlara
dönük uygulamalara oranla çok daha üstün ve ileri seviyedeydi.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiyeli gayrimüslimler Lozan Antlaşması’yla beraber ulusal
hukukta azınlık statüsü kazanmışlardır. Lozan Antlaşması, gayrimüslim
vatandaşlara, kendi hayır, dinî ve sosyal kurumlarını kurma ve yönetme hakkı
tanımıştır. Ancak, 1926 tarihli Medeni Kanun’dan sonra, tasarruflar ve bir dizi
yasa ve uygulamayla Lozan’da verilen haklar, çeşitli istisnalara,
sınırlandırmalara ve koşullara tabi tutularak budanmış, verilen haklar çoğu
zaman da defakto olarak yararlanılamaz hâle getirilmiştir.
“1936 Beyannamesi” diye
bilinen, bizce hukuk dışı bir uygulamayı sizlere hatırlatmak istiyorum. Bu
uygulama çerçevesinde gayrimüslim vakıflara sistematik bir şekilde el
konulmuştur. Yargıtay tarafından onanan bu uygulamalar maalesef azınlıkları
fiilî olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı dışına itmiştir. Cemaat
vakıfları, yasal olarak edindikleri ve tapuda kendi üzerlerine kayıtlı olan
mülkleri ellerinden alınınca büyük bir gelir kaybına uğramıştır. Bu durum,
azınlıkların, kendi kültürlerini yaşatma konusunda ciddi sıkıntılara
düşmelerine yol açmıştır. Bu durumun doğal bir sonucu olarak Türkiye'nin en
büyük zenginliklerinden birisi olan azınlıklar her geçen yıl ciddi nüfus
kayıpları yaşamış, birçok vatandaşımız yaşadıkları toprakları terk edip Avrupa
ülkelerine göç etmek zorunda kalmışlardır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; son yıllarda azınlık vakıflarının Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinde açtığı davaların da etkisiyle, 2002 yılında, bir önceki koalisyon
hükûmeti döneminde ve 2004, 2008 ve 2011 yılında AK PARTİ Hükûmeti döneminde
azınlık vakıflarıyla ilgili olarak yapılan düzenlemeler olumludur. Azınlıkların
ve sahip oldukları vakıfların sorunlarını çözmede ileri adımlar olarak görülen
bu düzenlemeler azınlık ve inanç grupları arasında takdirle karşılanmıştır,
ancak hemen ifade etmek gerekir ki atılan bu olumlu adımlar azınlık
vakıflarının sorunlarını çözmede yetersizdir. 2008 yılında çıkarılan Vakıflar
Yasası’nın 7’nci maddesinin ikinci fıkrasında getirilen düzenlemeyle bırakın mazbutaya
alınan vakıfların iade edilmesini, aksine bu Kanun’un yürürlüğünden önce mazbut
vakıf statüsüne alınmış olan vakıflara yasal meşruluk kazandırılmaktadır. Yeni
kanunda mazbut vakıf statüsüne alınan cemaat vakıflarının yönetiminin ve
taşınmazlarının iadesi yönünde herhangi bir düzenleme getirilmemiştir. Ayrıca,
cemaat vakıflarının cemaati kalmadığı gerekçesiyle mazbut statüye alınmasını
engelleyecek yeni bir düzenleme yeni yasayla getirilmemiştir. 2011 yılında
çıkarılan kanun hükmündeki kararnamede de bu durum devam etmektedir. 2008‘deki
aynı Yasa’nın 5’inci maddesinde “Yabancılar, Türkiye’de, hukuki ve fiili
mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilirler.” ancak 5’inci maddenin
birinci fıkrasına “Yeni vakıflar; Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulur
ve faaliyet gösterirler.” şeklinde bir hüküm getirilmiştir. Medeni Kanun’un
101’inci maddesinin son fıkrasında “Belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını
desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz.” hükmü vardır. Medeni Kanun’un 101/4
maddesinde yer alan “Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve
Anayasa’nın temel ilkelerine, hukuka, ahlaka, millî birliğe ve millî
menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek
amacıyla vakıf kurulamaz.” hükmü göz önünde tutulduğunda yeni cemaat
vakıflarının kurulması da engellenmiş bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 27 Ağustos 2011 günü Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
giren ve 2008 yılı 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’na kanun hükmündeki kararname
ile eklenen 11’inci geçici madde kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Bazı
gereksinimlerin giderilmesi için siyasi iradenin ortaya koyduğu olumlu bir
tavır olarak görülen kanun hükmündeki kararname metni incelendiğinde,
düzenlemenin bazı olumlu değişiklikler sağlasa da mevcut sorunlara kökten bir
çözüm getirmediği, el konan pek çok mülkün iadesini kapsamadığı ortaya
çıkmaktadır. Yapılan değişikliğin, öncelikle 1936 Beyannamesi’ne kayıtlı
taşınmazlar ile mülk iadesini sınırlı tutması, bir mal beyannamesi olarak
hazırlanan ve akabinde cemaat vakıflarının mal varlığını sınırlayan hukuk
dışılığı devam ettirmektedir. Beyannamenin hak gasp eden ve hukuka aykırı bir
forma sokulan içeriği korunarak, beyanname dışında kalan mülklere ilişkin
haklar konusunda atılacak adımlara da bazı sınırlamalar getirmektedir. 1936
Beyannamesi uyarınca eski sahibine iade edilen mülklerin tazmin edilmesini
öngörmemektedir.
Kanun hükmündeki kararname
uyarınca kamulaştırmaların uygulama dışında bırakılması da önemli bir
eksikliktir. Çünkü Türkiye’de kamulaştırmalar hakkaniyetli bir zemine
oturmamaktadır.
Kanun hükmündeki kararname,
mezarlık tecillerini beyannamede bulunma koşuluna bağladığı için, bu durumda
olan mezarlıklar, vakıflar adına tecil edilmeme tehlikesiyle karşı
karşıyadırlar.
Aynı şekilde, kanun
hükmündeki kararnamede yer alan “Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve
il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazlar” ifadesi yeterli değildir. Çünkü
mazbut vakıflar adına kayıtlı mülklerle ilgili pek çok hukuksuz uygulama söz
konusudur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye’de azınlık ve inanç gruplarının çok sayıda sorunu
vardır ve devletin bu sorunlara acil olarak çözüm bulması gerekmektedir.
Alevilere ait vakıf mülklerine, mallarına el konulmuştur. Bugün birçok
ibadethanesi Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetindedir. Alevi vatandaşlarımız
ibadethaneleri fahiş fiyatlarla kiralamak zorunda kalmaktadırlar. Avrupa
Birliği ilerleme raporlarında azınlıklar ve inanç grupları konusu sıkça gündeme
gelmektedir. Komisyon raporuna göre, Türkiye'nin azınlık haklarına yönelik
yaklaşımı kısıtlayıcı olmaya devam etmektedir. Türkiye, Avrupa Birliği Konseyi
Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Çerçeve Sözleşme’yi imzalamış olmasına
rağmen, ülkemizde ırkçılık, yabancı düşmanlığı, antisemitizm ve hoşgörüsüzlükle
mücadele edecek herhangi bir mekanizma veya belirli organlar bulunmamaktadır.
Avrupa Birliği 2011 İlerleme Raporu’na göre, dile, kültüre ve temel haklara tam
olarak saygı gösterilmesi ve bunların korunması henüz Avrupa standartlarına
uygun değildir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerime son verirken ifade etmek isterim ki yapılan bütün bu
pozitif yasal değişikleri önemsiyor ve değer biçiyoruz ancak temennimiz bu
türden değişiklik ve düzenlemelerin genişletilerek devam ettirilmesi ve bu tür
sorunların gündemden tamamen çıkarılmasıdır. Büyük devlet olma iddiası taşıyan
bir ülkeye yakışan da budur.
2012 bütçesinin ülkemize
hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Dora.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu son konuşmacısı Sayın Mülkiye Birtane, Kars Milletvekili.
Buyurun Sayın Birtane. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA MÜLKİYE
BİRTANE (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu ve bünyesindeki Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk Kültür
Merkezi, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun 2012 yılı bütçeleri hakkında
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına görüşlerimizi paylaşmak üzere söz aldım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri,
yukarıda ismini saymış olduğum kurumlar anayasal kurumlar olup Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumuna bağlı kamu tüzel kişiliğine sahip kurumlardır.
1930’larda kurulmuş olan Kurumun ismi zamanla değişmiş, kuruluş felsefesi ve ilkeleri,
millî dayanışma ve bütünleşmede Atatürkçü düşünce, Atatürk ilke ve
inkılaplarını, kültür, dil ve tarih değerlerini birleştirici bir güç olarak göz
önünde tutmak, bu değerlere karşı girişilecek her türlü yabancı ve bölücü
akımların bilimsel yoldan çürütülmesini esas almak olarak verilmiştir.
Evet, sayın
milletvekilleri, Kurum, kuruluş felsefesine uygun olarak işlevini
sürdürmektedir ancak bu ilkelerin evrensel bilim kurallarına ve Türkiye'nin
toplumsal, tarihsel gerçekliğine uygun olup olmadığı hiç kuşkusuz tartışma
konusudur.
Şu an bu kurumların ülke
olarak yaşamakta olduğumuz acıların kaynağını oluşturan tekçi zihniyetin
yaşayan kurumlarından bazıları olduğunu söylemek abartı olmasa gerek.
Sayın milletvekilleri, bu
kurumlar, aslında, bu ülkenin tek bir ırktan oluştuğu, bu ülkede yaşayan
başkaca bir etnik gurubun kendi dilini ve kültürünü yaşatmasına gerek olmadığı,
buna değer görülmediği anlayışının bir ürünüdürler.
İttihat ve Terakkicilerin,
geliştirdikleri milliyetçi anlayışın, cumhuriyet döneminde de geliştirilerek
bütün topluma yayma ve benimsetme amaçlı bir projesidir.
Türk’ü ve Türk dilini
dünyanın bütün milletleri ve dillerinden üstün gören, dünya üzerindeki bütün
uygarlıkların Türklerden etkilendiğinin, “Bir Türk dünyaya bedeldir.” sözünün
bir abartı olmadığının ısrarcı tezini besleyen kurumlardır.
Bütün kaba ırkçı
belirlemeleri ders kitaplarına geçirmiş, Türkiye ve dünya tarihini bu ırkçı ve
gerçek tarihle ilgisi olmayan bakış açısıyla yazmış, sorgulamaya kapatarak
kafalara kazıtmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ders kitapları resmî olarak düzenlenmiş söylemlerin
taşıyıcıları olmuştur. Militarist, cinsiyetçi söylemlere göre bireyi ve toplumu
şekillendirmek öncelikli hedef hâline getirilmiştir.
Ayrıca, siyasal ve sosyal
düzenin nasıl biçimleneceği bu kitaplarda veriliyor. Bu kitaplara göre bütün
ülkeler ve halklar düşman, ülkede yaşayan bütün azınlıklar potansiyel
tehlikedirler. Osmanlıdan tutun da Türkiye Cumhuriyeti dâhil tarih boyunca
mağdur edilen her halk, her etnik grup ihanetçi, göçe zorlanan da, yerinden
edilen de, katliamdan geçirilen de hep suçlu olarak gösterilmiştir. Bu ülkede
vatandaşlar, Kürtleri, Ermenileri ve diğer bütün ulusları kendilerine düşman,
devleti bölmeye çalışan ötekiler olarak bildiler. Bu ideoloji ve paradigmalar,
hâlâ şu an Mecliste bulunan BDP dışındaki partiler tarafından da ısrarla
savunulmaktadır.
Kutsanan ve herkesin uymak
zorunda bırakıldığı resmî ideoloji devletin her yaptığını doğru ve gerekli
bulmuştur. Devleti eleştirilmeyecek kadar ilahileştiren bu anlayış, bugün bu
halkın kendi gerçekliğinden habersiz yaşamasının da sorumlusudur. Düşünmeyi,
araştırmayı, sorgulamayı yasaklayan bu anlayış, devlet için katliamları,
asimilasyonu ve en insani haklardan mahrum bırakılmayı da mubah görmektedir.
Sayın milletvekilleri,
resmî ideolojinin dayandığı bu tez, Türk’ten başka kimseye de yaşam hakkı
tanımaz. Bu anlayışa göre, bu ülkede olan herkes Türk’tür. Bırakın diğer etnik
grupları, bugün sayıları 25 milyonu aşkın Kürt halkından bile söz edilmemektedir.
Cumhuriyet tarihi,
cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar, Kürtlerin ellerinden alınan haklarını
geri almak için verdiği her mücadeleye başka bir kılıf uydurmuş, ülkeyi bölme
planları olarak göstermiştir. Bu coğrafyanın kadim halkı ve binlerce yıl geçmişi
bulunan Kürtlerden resmî tarih kitaplarında sadece bir satırda söz edilmiş,
zararlı görülen ve ortadan kaldırılmış bir cemiyetin mensupları olarak. İlk
bakışta komik olarak görülen bu bilgiler, aslında Kürtlere yaşatılan
trajedilerin temel kaynağıdır. Kürtlerin bugün yüz yüze kaldıkları haksızlık,
baskı ve zulmün sorumluları tarihi bu şekilde çarpıtanlardır. Defalarca
katliamdan geçirilmiş bu halk, resmî tarihin bu kafatasçı anlayışı nedeniyle
bugün bile yok sayılmaktadır. Kürtlerin tarihi, edebiyatı, dili, müziği
hakkında hiçbir belge Kürtler adına Türk Dil ve Tarih Kurumunun kaynaklarında
mevcut değildir. Bugün hiçbir ders kitabında Dersim, Zilan, Agiri
katliamlarından bahsedilmemektedir.
Değerli milletvekilleri, bu
kurumlar siyasileşmiş kurumlardır. Türk Tarih Kurumunun bilimsel hiçbir kaygısı
yoktur her ne kadar bilimsel çalışma yaptıklarını söyleseler de. Bilimsellikten
uzak, gerçekle bir ilgisi olmayan bu kuruma ayrılacak bütçe, artık, yeni bir
tarihin yazılması, bu ülkede yaşayan diğer unsurların tarihteki gerçek
yerlerinin anlatılması için ayrılmalıdır, ders kitapları yeniden yazılmalıdır.
Türk tarihinin yanında bu
ülkede Kürt tarihinin ve diğer tüm etnik grupların da varlığı kabul edilerek,
kitaplar baştan sona yenilenmelidir. Ders kitapları öyle masa başında
oturularak anlı şanlı tarihin kusursuz geçmişi uydurmacası ile değil objektif
ölçülere göre yazılmalıdır diyoruz.
Kitaplarda ötekileştirme,
azınlıkları düşman, herkesi Türk, halkların hak talepleri ülkeyi bölme,
parçalama arzusu olarak gösterilmekten vazgeçilmelidir. Osmanlı Dönemini,
Cumhuriyet Dönemini her yönüyle anlatan güvenilir tarih kitaplarına ihtiyaç
vardır. Türk tarihi bugün ders kitaplarında yer aldığı gibi anlatılmaya devam
ederse, tarih bilinci bu temelde oluşturulursa ötekinin varlığını kabul etmek
ve ettirmek çok zor olacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugüne kadar Türk Dil Kurumu da yukarıda kısaca belirtmiş
olduğum resmî ideolojiye hizmet etmiştir. Türk Dil Kurumu sözlüğünde Kürtçeden
alındığı belirtilen bir tek kelime bile bulunmamaktadır. Oysa asırlardır bir
arada yaşamış olmanın getirdiği sosyolojik bir gerçeklik olarak, bu halkların
dili ve kültürleri birbirlerinden etkilenmişlerdir. Bu durumun bir sonucu
olarak Kürtçeden Türkçeye geçen yüzlerce kelime olmasına rağmen, Türk Dil
Kurumu sözlüklerinde bu kelimelerin ya Farsça kökenli olduğunu ifade etmiştir
veya doğu ve güneydoğu bölge ağızlarında kullanılan sözcükler olarak yer
vermiştir. Yalnız, eğer Türk Dil Kurumunun bir projesi -ki bu projeyi çok
önemli buluyorum- tarafsız ve bilimsel gerçeklere dayandırılarak hayat bulursa,
işin sevindirici bir boyutunu da sizlerle paylaşmak isterim: Türk Dil Kurumu,
Türkçe dilindeki sözcüklerin etimolojik çalışmaları projesini 2013 yılında
tamamlayacaktır. O zaman, Kürtçe ve Türkiye'de asimile edilmiş diğer dil
kökenli sözcükler de belirtilirse gerçek bir çalışma olduğu kabul edilecektir.
Bugün, bütçeden -her dönem olduğu gibi- bu kurumların tümüne pay ayrılmaktadır.
Bilimsel ve tarafsız olduğu sürece bu payın ayrılması son derece normaldir
diyoruz.
Değerli milletvekilleri, bu
kurum bu ülkede yaşayan sadece bir halkın dil çalışmalarını yürütmektedir ancak
ülkemizde bir de baskısız, insanların “Ötekileştirilirim” korkusu olmaksızın
yapılacak objektif bir nüfus sayımı olduğu takdirde, Türk nüfusu kadar Kürt ve
başka halkların nüfusunun da var olduğu gerçeği ortaya çıkacaktır. Peki, bu
halklar dillerini nasıl öğrenecekler, sadece konuşarak mı? Biliyoruz ki
bilimsel olarak bir dilin yaşayabilmesi için ancak ve ancak eğitim dili olması
gerekiyor; aksi takdirde, resmî istatistiklere göre bugün, Türkiye’de konuşulan
yirmi sekiz tane dilden birçoğunun da önümüzdeki yirmi-yirmi beş yıl içerisinde
yok olması kaçınılmaz olacaktır. Resmî ideoloji uyguladığı politikalarla
milyonlarca Kürt’ün ve diğer halkların dillerini kendilerine unutturdu. Türkçe
dili geliştirilmeye, diğer diller unutturulmaya çalışıldı. Şimdi soruyorum: Bir
dili yüceltmek ötekini değersizleştirmeyi gerektirir mi? Buna sessiz
kalınabilir mi? Bu, eşitsizliğin açık bir göstergesi değil midir? Bugün, burada
bile içimizde Kürtçeyi bir dil olarak görmeyenler var. Mahkemelerde insanlar
kendi ana dilleriyle savunma yapamamakta, mahkemelerde bu dil, bilinmeyen veya
anlaşılmayan dil olarak kabul edilmekte. Bu eşitsizliğin bir an önce
giderilmesi, bu ayıbın bir an önce ortadan kaldırılması için bütçeden,
Kürtçenin eğitim dili olması için yapılacak çalışmalara ödenek ayrılmalıdır.
Kürt dilinin eğitim dili olarak kabul edilmesinin yanında, bu kurumlara
ayrılacak ödeneklerin bir bölümü de en kalabalık halk olması itibarıyla Kürt
dili çalışmaları için ayrılmalı, her zaman övündüğümüz ve dillendirdiğimiz,
ülkemizin zenginliği olarak gördüğümüz tüm halkların dillerinin de yok olmaması
için bu bütçenin kullanılması sağlanmalıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün, Hindistan'da 20, İsviçre’de 4, Belçika'da 3,
Avusturya'da 4 dil ve daha sayamayacağım onlarca ülkede 2’den, 3’ten fazla
resmî dil kullanılmaktadır, Bulgaristan'da da Türkçe ve Romanca bölgesel diller
olarak kullanılmaktadır. Görüyoruz ki birden fazla resmî dil şimdiye kadar
hiçbir ülkeyi bölmedi. Bizi de bölmez, bundan korkulmamalıdır. Çünkü ne kadar
yok sayılır ve değersizleştirilirseniz, çevrenizde de o kadar çok sorun
yaratırsınız.
Umuyor ve diliyoruz ki ülkemizde
yapılacak yeni anayasada bu yönlü, dillere ve kültürlere özgürlük ve güvence
sağlayacak düzenlemeler yapılarak eşit yurttaşlık temelinde bir yaşam sağlanmış
olsun.
Bu ülkede yaşayan diğer
etnik grupların da bu ülkenin vatandaşı olduğunu ve devlete her türlü vergiyi
ödedikleri gerçeğini de göz önünde bulundurduğumuzda, bu bütçeden de pay sahibi
olduklarını kabul etmek durumundayız. Bütün bu değerlendirmelerden sonra bu
Kurum’un isminin Anadolu ve Mezopotamya Dil, Tarih ve Kültürleri Araştırma
Kurumu olarak değiştirilmesini öneriyoruz.
Saygılar sunuyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Birtane.
Değerli milletvekilleri,
gruplar adına konuşmalar burada tamamlanmıştır.
On dakika ara veriyorum
birleşime.
Kapanma Saati: 22.26
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati:22.44
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32’nci Birleşiminin Altıncı
Oturumunu açıyorum.
2012 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Şimdi söz sırası lehte
olmak suretiyle Ömer Faruk Öz, Malatya Milletvekilinde.
Sayın Öz… (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ikinci tur bütçe görüşmelerinde şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Farklı bir konuşma yapmayı
arzu etmiştim ama benden önceki konuşmacıların Vakıflar Genel Müdürlüğü
bütçesiyle ilgili konuşmaları sonucunda bazı hakikatleri sizlerle paylaşmak
istedim.
Şimdi, Vakıflar Genel
Müdürlüğü nereden nereye gelmiş, bunları tek tek siz sayın vekillerin ve
kamuoyunun önünde açıklamak istiyorum.
2002 yılında Vakıflar Genel
Müdürlüğünün bütçesi 37 milyon TL iken 2012 bütçesi 394 milyon TL.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Yıl
2012 Faruk Bey, yıl 2012, biraz buradan başla.
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) –
Geliyorum, geliyorum, hepsine geliyorum.
1997-2002 arası toplam 46
eser onarılmışken şu anda onarılan eser sayısı 3.560.
Kat karşılığı,
yap-işlet-devret, restore et-işlet-devret… Hiçbir eser bu şekilde
değerlendirilmemişken kat karşılığı 2011 yılına kadar 369 taşınmaz
değerlendirilmiştir. Yine, yap-işlet-devret modeliyle 16 gayrimenkul
değerlendirilmiştir. Yine, restore et-işlet-devret ile 18 adet gayrimenkul
değerlendirilmiştir.
Bunların içinde neler var?
Kayseri Park Alışveriş Merkezi, İpek İş Merkezi, Ordu İş Merkezi, Gaziantep’te
bir alışveriş merkezi, İstanbul Sirkeci’de beş yıldızlı bir otel, İstanbul
Maltepe’de rezidans, İstanbul Sahrayıcedit’te alışveriş merkezi ve rezidans.
Şimdi, şunu özellikle
belirtmek istiyorum: Yine, kat karşılığı, Üsküdar ve Başakşehir’de, yapılan
gayrimenkul değerlendirmeleri sonucunda 740 adet daire sahibi olmuş Vakıflar
Genel Müdürlüğü. Yine, Samsun, Tokat, Amasya, Gaziantep, Kayseri gibi büyük şehirlerde
çok sayıda gayrimenkul kat karşılığı verilmek suretiyle Vakıfların geliri
artırılmıştır.
Yine, Bezmiâlem Valide
Sultan Vakıf Gureba Hastanesinden bahsedildi. Bezmiâlem Valide Sultan Vakıf
Gureba bir eğitim üniversitesi olmuştur, hiçbir gayrimenkulü de hiç kimseye
peşkeş çekilmemiştir. Şu anda orada, Türkiye’de en çok yayımlanmış yayınları
olan öğretim görevlilerinden çok önemli ekip oluşmuştur ve bu öğretim
görevlileri vasıtasıyla fakir fukaraya, garip gurebaya bilabedel sağlık hizmeti
verilmeye devam etmektedir.
Şimdi, bir diğer konu:
Üniversitelere, üç dört üniversiteye tahsis edilen arazilerden bahsedildi.
Evet, doğrudur, verilmiştir. Bizden önceki dönemlerde de vakıf
üniversitelerine, onlarca vakıf üniversitesine aynı usulde gerek Millî Emlâkin
gerekse de Vakıflar Genel Müdürlüğünün gayrimenkulleri verilmiştir.
Aynı şekilde benim seçim
bölgeme baktığımda 46 adet vakıf kültür varlığı bulunuyor, bunlardan 23 tane
cami AK PARTİ Hükûmeti döneminde onarılmıştır. Özellikle belirtiyorum, AK PARTİ
Hükûmeti döneminde 23 tane caminin restorasyon işlemi tamamlanmıştır.
Şimdi değerli dostlar,
burada şunu belirteceğim: 1926-1949 yılları arasında Cumhuriyet Halk Partisinin
iktidarda olduğu dönemde -buraya özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum- toplam
6.552 adet tarihî eser satılmıştır. Bunlardan 920’si cami…
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul)
– Ne zaman?
ÖMER FARUK ÖZ (Devamla) –
1926-1949 yılları arasında, evet.
…1.846 mescit, 20 medrese,
2 kervansaray; 191 tekke, zaviye; 62 türbe… Çıkayım mı, daha devam edeyim mi?
Evet, toplam… O zaman vakıf müessesesini bu ülkede yok etmek için özel bir
gayret sarf edilmiş.
Geçenlerde Cumhuriyet Halk
Partisi Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu güzel bir örnek verdi, hani ciğer-kedi
meselesi. Hani bir gün bir vatandaş gitmiş eve 2 kilo ciğer götürmüş ve bu
ciğeri üç gün sonra yemek istediğinde, hanımı tabii bu arada bu ciğeri
arkadaşlarıyla güzelce yemiş bitirmiş.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Nasreddin Hoca, Nasreddin Hoca.
ÖMER FARUK ÖZ (Devamla) –
“Hanım, o ciğeri pişir de yiyelim.” demiş. Hocaya ne diyecek hanım, demiş ki:
“Ciğeri ha bu kedi yedi.” “Teraziyi getir buraya.” demiş. Teraziyi getirmiş ki
terazide kedi 2 kilo çıkıyor. Demiş ki: “Hanım, ciğeri kedi yemişse kedi
nerede, kedi buradaysa ciğer nerede?”
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Çocuklara anlat bunu.
ÖMER FARUK ÖZ (Devamla) –
Şimdi, bu kadar hizmet edilmişse, 37 milyonluk bütçe 392 milyona çıkarılmışsa
durup düşünmek gerekiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bu duygu ve düşüncelerle
hepinizi saygıyla selamlıyor, bütçenin hayırlı olmasını diliyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Öz, teşekkür
ederiz, sağ olun.
Sayın milletvekilleri,
şimdi sıra Hükûmet adına Başbakan Yardımcısı Sayın Babacan’da.
Buyurun Sayın Babacan. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla
selamlıyorum ve 2012 mali yılı bütçe kanunu görüşmelerinin ülkemize ve
milletimize hayırlı olmasını diliyorum.
Ülkemizde radyo ve
televizyon yayınlarının düzenlenmesi ve denetlenmesi görevini ifa eden Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu için 2011 yılı bir milat yılı olmuştur. 3 Mart 2011
tarihinde yürürlüğe giren 6112 sayılı Kanun’la yayıncılık sektörü için yeni
tanımlara yer verilmiş ve yayıncı kuruluşlar tarafından gönüllü olarak
yürütülen uygulamalara yasal altyapı oluşturulmuştur.
Söz konusu yeni Yasa’yla
birlikte hazırlanan takvim çerçevesinde, dünyanın pek çok ülkesinde kullanılan
görüntü ve ses kalitesi açısından yüksek standartlara sahip sayısal yayıncılık
teknolojisine 2015 yılında geçmeyi planlıyoruz.
Yine bu Yasa’nın yürürlüğe
girmesiyle birlikte yayın kuruluşlarının kullandıkları kanal ve frekanslar için
ilk kez yıllık kullanım bedeli tahsil etmeye de başlamış bulunmaktayız.
Yayıncılık alanında rekabet
koşullarının bozulmaması ve yoğunlaşmanın önüne geçilmesi için de oldukça
önemli bir adım attık. Bu kapsamda, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarının
yıllık toplam ticari iletişim gelirinin sektörün toplam ticari iletişim
gelirine göre yüzde 30’unu geçmemesini hüküm altına bağlamış olduk. Yeni
yasayla siyasi reklamlar serbest bırakıldı, böylelikle 12 Haziran seçimleri
öncesinde siyasi partilerimiz hep beraber yoğun bir şekilde her türlü reklam
mecrasını kullanma imkânına sahip oldular. Seçim döneminde siyasi reklamların
yayımının sorunsuz şekilde yapılması alınan kararın son derece yerinde olduğunu
göstermiştir.
Kamuoyunda “akıllı
işaretler” olarak bilinen koruyucu sembol sistemi yeni yasayla yayıncı
kuruluşlar için zorunlu bir uygulama hâline getirildi. 2006 yılında başlatılan
bu uygulama yayıncılar tarafından gönüllülük esasına dayalı şekilde
yürütülmekteydi ancak zaman zaman bazı yayınlarda uygunluk işaretlerinin
kullanılmadığı da görülmekteydi. Yeni yasa ve yönetmelikle birlikte akıllı
işaretlerin kendi sistematiği içerisinde doğru şekilde uygulanması sağlanmış
olacak.
RTÜK, her zaman olduğu gibi
yayınları dikkatli şekilde izlemeye ve denetlemeye devam etmektedir. Üst
kurulun Ankara’daki merkezinde kurulan izleme sistemiyle 110 adet ulusal yayın
ve uydu yayını, 145 adet yerel televizyon yayını, 80 adet radyo yayını
kaydedilmektedir. Sayısal uydu yayın platformları yayın buketleri içinde yer
alan yaklaşık 25 yayıncı kuruluşun yayınlarında görevli uzmanlar tarafından kanal
bazında düzenli olarak izlenmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce Meclisimizle yaşıt bir kuruluş olan Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü yurt içinde ve yurt dışında devlet enformasyonu
alanında ülkemizin en köklü kurumlarından biridir. Basın-Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürlüğü ülke dışında yaşanan bütün gelişmelerin kamuoyuna zamanında ve
doğru bir şekilde yansıtılması, Türkiye’nin dünyaya daha iyi tanıtılması, yerli
ve yabancı basın mensuplarının ülke içerisindeki gelişmeleri daha etkin bir
şekilde takip edebilmesi bakımından son derece önemli görevler ifa etmektedir.
Öte yandan yürüttüğü hizmetlerle Türkiye’de basın sektörünün sağlıklı bir
yapıya sahip olmasında da önemli bir katkısı bulunmaktadır. Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü haber hizmetleri kapsamında her gün 18 dilde haber
taraması yapmakta ve günde yaklaşık 4 bin haber toplanmakta ve işlenmektedir.
Basın-Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürlüğü mevcut donanım ve sistemlerini çağın gerekleriyle uyumlu hâle
getirmiştir. “Devlet Enformasyon Sistemi Projesi” kapsamında her gün dünyanın
önde gelen yayın kuruluşlarından Türkçe yayın yapan 4 önemli radyo ile 40
yabancı televizyon kanalının yayını kaydedilip deşifre edilmektedir. Ayrıca 3
yerli, 25 yabancı haber ajansı sürekli izlenmekte, 250 İnternet haber sitesi
ile 92 ülkeden 1.700’ü aşkın gazetenin ilk baskılarının yer aldığı bir İnternet
sitesi günlük olarak takip edilmektedir. Böylece, daha geniş bir coğrafyadan
sürekli haberdar olma imkânına da sahip olmuş bulunmaktayız.
Türkiye’nin gerek ekonomi
gerek dış politika gerekse de enerji alanında artan rolü ve önemine paralel
olarak, yerleşik ve geçici olarak görevlendirilen yabancı basın mensubu
sayısında da ciddi bir artış kaydedilmiştir. 2000’li yıllarda sadece 30-40
kadar yerleşik yabancı basın mensubu ülkemizde bulunurken 2011 yılında bu rakam
287’ye ulaşmıştır. Öte yandan, kendi imkânlarıyla gelen ve ağırlanan basın
mensubu sayısı ise 2011 yılının ilk dokuz ayında 878’e ulaşmıştır.
Basın-Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürlüğü, iç ve dış kamuoyuna yönelik çeşitli yayınlar da
çıkartmaktadır. Bunlardan en önemlisi, her yıl güncelleştirilen ve Türkçenin
yanı sıra İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça, Farsça, Rusça, Japonca,
İspanyolca, Çince ve Portekizce olmak üzere 11 ayrı dilde yayımlanan “Türkiye”
adlı tanıtım kitabıdır.
Değerli milletvekilleri,
vakıflar kültür dokumuzun, tarihimizin önemli bir parçası, hayır ve
yardımseverliğimizin de nişanesidir. Binlerce yıl önce kurulmuş ve yöneticisi
kalmamış vakıflarımız bugün Vakıflar Genel Müdürlüğümüz kanalıyla
faaliyetlerini sürdürebilmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü, 41.800 adet
mazbut, 284 adet mülhak, 4.594 adet yeni ve 162 cemaat vakfının iş ve
işlemleriyle denetimi, ecdat yadigârı vakıf kültürü varlıklarının bakımı, onarımı
ve yaşatılması gibi görevlerini yerine getirmektedir.
Hedefimiz, ülkemizde
tespit, tescil ve projesi yapılmamış hiçbir vakıf eserinin kalmaması, kötü
durumda bir tek vakıf eserinin dahi bırakılmamasıdır. Bunun için 2003 yılından
bu yana tam 3.600 eserin proje ve onarımı tamamlanmıştır. Önümüzdeki dönemde de
eski projelerimizin özellikle onarımlarının yapılması öncelik taşımaktadır ve
bu çalışmalar devam edecektir.
Vakfiyelerde yer alan hayır
şartlarının yerine getirilmesi amacıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü her ay on beş
kalemden oluşan kuru gıda paketlerini seksen bir il merkezinde ihtiyaç sahibi
ailelerin adresine teslim etmektedir. Ekim ayında Van ve çevresinde meydana
gelen depremden etkilenen vatandaşlarımızın acılarını bir nebze olsun
azaltabilmek için 6 ton kavurma ile on bin adet kuru gıda paketi ve giyim
malzemeleri Afet Kriz Merkezi yetkililerine Vakıflar Genel Müdürlüğümüz
tarafından teslim edilmiştir.
Sosyal Güvenlik Kurumu
Başkanlığı kapsamında olmayan, geçimini temin edecek menkul ve gayrimenkul mal
varlığı bulunmayan, çalışma gücünü yüzde 40’ın üzerinde kaybeden muhtaç
engelliler ile yetim çocuklara vakfiyeler gereği aylık bağlanmaktadır. Yine,
Millî Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğrenim okullarında öğrenim göre
öğrencilere de burs verilmektedir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü
akar nitelikli taşınmazları üzerinde verimli projeler üretebilmek için Coğrafi
Bilgi Sistemi Projesi’ni hayata geçirmiştir. Bu proje ile Vakıflar Genel
Müdürlüğünün ülkemiz genelinde sahip olduğu taşınmazlara ilişkin her türlü
bilgi ve belge elektronik ortama alınmıştır. Ayrıca, tapu kayıtlarından güncel
kullanım biçimlerine, taşınmazların uydu görüntülerinden kadastral planlarına
kadar tüm bilgiler sisteme işlenmiştir.
Vakıflara ait vakfiye,
berat, hüccet, ferman gibi tüm belgeler vakıf medeniyetinin arşivini oluşturan
çok önemli unsurlardır. Bütün bu verileri içeren belgelerin taranmasını,
çevirilerinin yapılmasını, dijital kopyalarının oluşturulmasını ve bu
belgelerin korunmasını kapsayan “Vakıf Arşiv Yönetim Sistemi Projesi” adı
altındaki tarihî çalışma 2011 yılı itibarıyla tamamlanmıştır. Proje kapsamında
on milyon belge sayısal ortama aktarılmıştır.
Vakıflar Genel
Müdürlüğümüzün kültür alanındaki çalışmaları yalnızca ülkemiz sınırları ile de
sınırlı değildir. Bosna-Hersek Vakıflar Müdürlüğü ile Vakıflar Genel Müdürlüğü
arasında yapılan protokol çerçevesinde Bosna-Hersek vakıflarıyla ilgili belge,
bilgi ve transkript çalışmaları tamamlanmıştır. Bununla birlikte, diğer Balkan
ülkeleriyle, Kırım ile ilgili ortak çalışmaların hazırlığının sürdüğünü de
buradan özellikle vurgulamak istiyorum.
Sayın Başkan, yüce Meclisin
değerli üyeleri; anayasal bir kuruluş olan Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek
Kurumunun 2011 yılındaki en önemli faaliyetlerinden birisi, Kurumu daha
işlevsel bir hâle getirecek olan Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin yürürlüğe girmesi
olmuştur. Bu yasal düzenlemeyle 2876 sayılı mevcut Kanun’daki bu boşluklar
giderilebilecektir.
Atatürk Kültür Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu, üniversitelerde ilgili enstitülerle iş birliği yaparak yüksek
lisans ve doktora öğrencilerini öncelikli konular üzerine ortak araştırmalara
yönlendirecek ve böylece online veri tabanları kurulmasını sağlayacak bir
sistem tasarlamıştır. Bu sistemi işletecek olan Atatürk Yüksek Kurumu yurt içi
ve yurt dışı burs yönergesi de güncellenmiştir.
Yüksek Kurum, burs
projesiyle bağlantılı olarak araştırma gruplarının derledikleri verilerin
toplanacağı ilişkili veri tabanlarının hazırlanması projesiyle bilgi
santrallerini kurma çalışmaları da sürmektedir. Bu sistem ile yüksek lisans ve
doktora öğrencilerinden oluşturulacak araştırma gruplarının bilimsel
araştırmalarını İnternet üzerinden yürütmelerine imkân sağlanacaktır. Yıldan
yıla geliştirilecek bu sistem ile Kurum, altı yedi sene içinde yüzlerce
bilimsel, özgün kitap neşredebileceği gibi, web sayfasından kesintisiz olarak
sunabileceği zengin bir bilgi bankasına da sahip olacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 1983 yılında kurulan Atatürk Araştırma Merkezi, sizlerin de
bildiği gibi, bilimsel bir araştırma kurumudur. Merkez, Atatürkçü düşünce,
Atatürk ilke ve inkılapları ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve gelişme
sürecinin bütün unsurlarıyla anlaşılmasına, açıklanmasına yönelik araştırmalar
yürütmektedir. Bununla birlikte, yürütmüş olduğu tüm faaliyetlerden elde ettiği
bilimsel veriler doğrultusunda ulusal politikaların oluşumuna katkı sağlamaya
çalışmaktadır. Merkezin 2011 yılında yürüttüğü faaliyetlere bakacak olursak,
2011 yılında 9 adet araştırma projesi yürütülmüştür, bunların dışında kamu
kurum ve kuruluşlarınca istenen konularda araştırma raporları hazırlanarak
ilgililere ulaştırılmıştır. Merkez, amaç ve görevleri doğrultusunda 2011
yılında Kasım sonu itibarıyla 14 eğitim programı, 6 adet aydınlatma konferansı,
2 çalıştay ve 1 uluslararası toplantı düzenlemiştir.
79’uncu Dil Bayramı
etkinlikleri kapsamında “Evliya Çelebi’nin Doğumunun 400’üncü Yıl Dönümü
Etkinlikleri” konulu uluslararası toplantıya da destek sağlanmıştır.
Yerli ve 23 ülkeden yabancı
toplam 222 bilim insanının bildirileriyle katıldığı 7’nci Uluslararası Atatürk
Kongresi Makedonya’da düzenlenmiştir.
Bilimsel araştırma
faaliyeti kapsamında önceki yıllarda başlayan projelere 2012 yılında da devam
edilecektir.
Ayrıca Gazi Mustafa Kemal
Atatürk’ün ve eserlerinin tüm dünyaya tanıtılabilmesi için merkezin
yayınlarından seçilen 16 adet eserin farklı dillere tercümesi projesine de
başlanacaktır. Atatürk Ansiklopedisi çalışmaları tamamlanmak üzere olup 2012
yılı içerisinde basımı gerçekleştirilecektir.
Millî Mücadele Tarihi
belgeseli çalışmalarının ilk etabı olarak kitabı yayınlanacak ve belgesel
hâline getirmek üzere TRT’yle görüşmeler yapılacaktır.
Bilimsel etkinlikler
kapsamında Balkan savaşlarının 100’üncü yıl dönümü vesilesiyle çeşitli kurum ve
kuruluşlarla iş birliği hâlinde yurt içinde ve ilgili Balkan ülkeleri bilim
kurumlarıyla iş birliğiyle bilimsel toplantılar düzenlenecektir.
İzmir’in düşman işgalinden
kurtarılışının 90’ıncı yıl dönümü dolayısıyla Ege Üniversitesiyle iş birliği
hâlinde uluslararası toplantılar düzenlenecektir.
Sayın Başkan, yüce Meclisin
değerli üyeleri; Atatürk Kültür Merkezi, sahip olduğumuz büyük kültürel mirasın
araştırılması ve gelecek kuşaklara aktarılmasında üzerine düşen sorumluluğun
bilinciyle faaliyetlerini Türk kültürünün bütün unsurlarını içine alacak
şekilde yürütmektedir. Merkez, kuruluşundan 2010 yılı sonuna kadar 542 yayın
gerçekleştirmiştir.
Türk Dünyası Ortak
Edebiyatı Projesi’nin 2012 yılından itibaren gözden geçirilmiş 2’nci baskısına
da başlanacaktır. Cumhuriyet Dönemi Türk Kültürü adlı projenin ise Atatürk dönemini
içeren ilk kısmı 2010 yılında tamamlanmıştır ve üç cilt olarak yayınlanmıştır.
Avrasya’da Yeniden Çizilen
Sınırlar ve İnşa Edilen Kimlikler Projesi, 2011 yılı sonunda tamamlanmak üzere
baskıya verilecektir ve bu projenin yanı sıra Osmanlılarda Bilim Projesi ise
2010 yılında tamamlanmış ve projenin ilk cildi 2011 yılında baskıya
verilmiştir.
Atatürk Kültür Merkezi,
yazılı kültür tarihinin yanında sözlü kültür tarihi çalışmaları ve bununla
ilgili zengin bir arşiv oluşturulmasına da önem vermektedir. Bu amaçla 2007
yılında başlatılan Türk Kültür Tarihinin Canlı Tanıkları Projesi’yle, Türk
kültürünün tanıtımına ulusal ve uluslararası düzeyde katkıda bulunan seçkin
bilim ve sanat adamlarıyla ilgili kısa belgeseller hazırlanmaktadır.
Merkez, 2011 yılında
üniversitelerle işbirliğiyle 6 ulusal, 4 uluslararası, toplam 10 bilimsel
toplantı düzenlemiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türk dili üzerine bilimsel araştırmalar yapan, dilimizin söz
varlığına yeni sözler ve terimler kazandıran Türk Dil Kurumu, Türkçenin
yaygınlaştırılması, geliştirilmesi, zenginleştirilmesi ve özleştirilmesiyle
ilgili çalışmalarını sürdürmektedir.
Türk Dil Kurumu, 2011
yılında on bir aylık sürede 32 kitap ve 16 adet dergi yayınlamıştır. Baskı
aşamasındaki kitapların da yayınlanmasıyla bu yıl basılan toplam kitap
sayısının 104’e ulaşacağını öngörmekteyiz.
Türk Dil Kurumu, 2011
yılının Kasım sonu itibarıyla, yerli ve yabancı bine yakın bilim insanının
katılımıyla 9’u ulusal, 14’ü uluslararası olmak üzere 23 bilimsel toplantı
gerçekleştirmiştir.
Bunlara ilaveten Evliya
Çelebi, Türk Dil Kurumu ve TRT’nin ortak yapımı bir belgeselle tanıtılacaktır.
Belgeselin bu ay sonunda gösterime girmesi hedeflenmiştir, belgesel İngilizce
olarak da ayrıca seslendirilecektir.
Türk Dil Kurumu, 2011 yılı
içerisinde Türkçede Zıt Anlamlı Kelimeler Sözlüğü’nü erişime açmıştır.
Atatürk’ün büyük eseri
“Nutuk”ta istenilen her sözcüğü tam metin içerisinde bulma özelliğine sahip
arama motoru da geçen ay kullanıma sunulmuştur.
Türk Dil Kurumu kütüphanesindeki
yazma eserler bu yıl kuruluş yıl dönümü töreninde sanal ortamda
araştırmacıların hizmetine açılmıştır. Dünyanın her yerinden araştırmacılar
Türk dilinin yazma eserlerine tam metin olarak ulaşabilmektedirler artık. Yakın
bir zamanda da nadir basma eserlerle birlikte Türk Dil Kurumu yayınlarının da
ağ sayfasından erişime açılmasıyla ağ ortamında her an erişime hazır sanal bir
Türk dili kitaplığı kurulmuş olacaktır.
Türk Dil Kurumu, 2011
yılında Türk dili alanında lisans ve lisansüstü düzeylerde öğrenim gören 195
öğrenciye burs vermiştir, lisansüstü düzeyde ise Türk Dil Kurumu tarafından
belirlenen konularda araştırma yapacak 27 öğrenciye yüksek lisans ve doktora
bursları verilmeye başlanmıştır.
Büyük Türkçe Sözlük,
Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü gibi kamuoyunca en fazla talep edilen
sözlüklerin yayınlanması işi 2012 yılında sonuçlandırılacaktır.
Türk diliyle ilgili basılı
ve sanal yayın çalışmalarını 40 kitap, 16 süreli yayın çıkararak bilimsel
etkinliklerini 2012 yılında da sürdürecek olan Türk Dil Kurumu, önümüzdeki
dönemde, Türkiye Türkçesinin köken bilgisi sözlüğü; Türk işaret dili sisteminin
oluşturulması, sözlüğünün ve dil bilgisinin hazırlanması; uzaktan öğretim
yöntemiyle yabancılara türkçe öğretimi yazılımı, farklı kültürlerin temel düşünce
ve bilim eserlerinin türkçeye çevrilmesi projelerini 2012 bütçesine almıştır.
Ses bilimi araştırmalarının
yanı sıra, Türk işaret diliyle ilgili projede görüntü kayıtları için de
kullanılacak olan ses bilgisi laboratuarının yapımı önümüzdeki yıl tamamlanacaktır.
Türk Dil Kurumu, dört yılda
bir düzenlediği Uluslararası Türk Dili Kurultayı’nın 7’ncisini de 24-28 Eylül
2012 tarihlerinde gerçekleştirecektir.
Türk Dil Kurumu, 2012 yılı
izlem tasarımı kapsamında yani stratejik plan kapsamında 33 ulusal ve uluslararası
toplantı düzenleyecektir.
80’inci yıl dönümü
kutlamaları kapsamında Türk dilinin gelişme evrelerini konu alan belgeseller de
hazırlatılacaktır.
Önümüzdeki yıl da
sürdürülecek ve toplam 215 kişiye de burs verilecektir. Ayrıca, 2012’den
itibaren de yeni burs programı içinde Türk dilinin az araştırılan öncelikli
konuları için doktora sonrası 10 araştırma bursu da ihdas edilmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türk Tarih Kurumu, Türklerin en eski çağlardan beri dünya
tarihindeki gerçek yerinin ve uygarlığa ne gibi hizmetlerde bulunduğunun
belgelere dayanarak ilmî yoldan araştırılması için bizzat Atatürk tarafından
kurulmuştur.
Kurum, Türk tarihini ve
Türkiye tarihini yazmak konusundaki çalışmalarını günümüze kadar sürdürmüş ve
yayınlarını 31 dizide toplamıştır. 2009’dan itibaren yeni diziler oluşturulmuş
ve yayınlar 11 ana dizi altında toplanmıştır. Başlangıçtan bu yana dergiler
dâhil 1.500’e yakın eser yayınlanmıştır.
Yine, Türk tarihiyle ilgili
bazı konular görüntülü tarih olarak daha geniş kitlelere, özellikle eğitim
kurumlarına, gençlere ve kamuoyuna arz edilmek üzere CD’ler hâline de
getirilmiştir. Bunlardan ilki Çanakkale 1915 CD’si, diğeri de Osmanlı Tarihi
CD’sidir.
Kurum, Ocak-Aralık 2011
tarihleri arasında kendi matbaasında hizmet alımı yoluyla 42 yeni yayın, 28
tıpkı basım, 5 dergi yayınlamıştır.
Türk Tarih Kurumu bugüne
kadar 16 Türk tarihi kongresi düzenlemiştir. Dört yılda bir yapılan kongreler
dışında Kurum, çeşitli konferans, sempozyum, panel gibi bilimsel toplantılar
yapmış ve Türk tarihinin konularını, sorunlarını orijinal bildirilerle
tartışmışlardır. 2011 yılı içinde 9 bilimsel toplantı düzenlenmiş veya
desteklenmiştir.
Kurum, her yıl yaklaşık
20-25 arkeolojik kazıya destek vermiştir. 2011 yılında ise 48 adet yüzey
araştırması ve arkeolojik kazıya maddi destek kararı çıkartılmıştır.
Kurum, lisans, yüksek
lisans, doktora öğrencileri ve doktora sonrası araştırmacılara karşılıksız burs
vermektedir ve bunların sayısı da her yıl artmaktadır.
Önceki yıllarda sunulan
uzun vadeli projelerden 9 adedi tamamlanmıştır ve 7 proje kitap olarak
yayınlanmıştır.
Tarih ve arkeoloji alanında
yurdumuzun en büyük ihtisas kitaplığı olan Türk Tarih Kurumu kitaplığı,
araştırmacılara ve tez hazırlayan üniversite öğrencilerine açıktır. Yaklaşık
iki yüz elli bin cilt kitabın bulunduğu kütüphaneye, kitaplar, armağan,
yayınlarımızla değişim ve satın alma yoluyla sağlanmıştır.
2012 yılı bütçesi ile
Stratejik Plan çerçevesinde, her yıl, 50 lisans, 20 yüksek lisans, 20 doktora
ve 5 yurt içi, 5 yurt dışı doktora sonrası araştırma bursu verilmesi
planlanmıştır.
Stratejik Plan
çerçevesinde, 2012 yılında, 53 adet kazı ve yüzey araştırmasına da destek
verilmesi planlanmıştır.
Kurumun 2012-2016 Stratejik
Planı çerçevesinde, her yıl, Kurumun desteklediği ve Kurum dışında yapılan
nitelikli araştırmaların sonuçlarını içeren 20 yeni araştırma eseri, 10 çeviri
eser, 10 kaynak eser, 5 sempozyum ve kongre yayını, 5 külliyat eser olmak
üzere, 50 yeni yayın yapılması; her yıl yayımlanan, Belleten dergisinden 3
sayı, Belgeler dergisinden 1 sayı, Höyük dergisinden 2 sayının 2012 yılında da
yayımlanması; 2012 yılında, bir popüler tarih dergisinin yayınlanması, Kurum
tarafından yapılan veya yaptırılan araştırmalara uygun 5 kitap, yaygın yabancı
dillerde yayımlanması hedeflenmektedir.
Toplam yatırımlar ile yani
sermaye giderleri ile Türk Tarih Kütüphanesi’nde bulunan materyallerin
yönetiminin yeni teknolojiler yardımıyla daha hızlı ve etkin gerçekleştirmek üzere
yazılım alınması ve lisans sürelerinin uzatılarak desteğinin sağlanması
amacıyla 2012 yılı yatırım teklifinde Kalkınma Bakanlığına sunulmuştur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; benden önceki konuşmacıların bahsetmiş olduğu bazı konulara ve
sormuş oldukları bazı sorulara cevap teşkil etmek üzere birkaç noktaya daha
değinmek istiyorum. Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumunun, 2954 sayılı Kanun’un
21’inci maddesinin son fıkrasında yer alan “Kurum tarafından Türkçe dışında dil
ve lehçelerde de yayın yapılabilir.” hükmüne dayalı olarak TRT 6, Kürtçe
dilinde yayın yapmaktadır ve bu Yasa’dan aldığı yetkiyle bu kanal şu anda
Türkiye’de izlenmektedir, böyle bir kanalın RTÜK’ten izin alınmasına da gerek
yoktur. Dolayısıyla, TRT 6, bir yasa çerçevesinde, bir meşru çerçevede kurulmuş
ve yayın yapmakta olan bir kanaldır.
RTÜK’e gelen şikâyetlerin
Kurumun çalışmadığını göstermesiyle ilgili bir ifade oldu daha önceki
konuşmalarda. RTÜK İletişim Merkezine 2010 yılının dokuz aylık döneminde 64.500
tane bildirim yapılmıştır, 2011 yılının ilk dokuz aylık döneminde ise toplam
bildirim sayısı 56.322’dir, geçen yılın aynı dönemine göre izleyici
bildirimlerinde yüzde 13 oranında bir azalma olmuştur. Dizilerle ilgili
bildirimlerin toplam bildirimlere oranı ise 2010 yılında yüzde 51 iken, 2011
yılının ilk dokuz aylık döneminde yüzde 35’e düşmüştür. Dolayısıyla, Kuruma
olan bildirimlerde ve bu bildirimlerin içerisinde dizilerin payında anlamlı
düşüşler olmuştur 2011 yılında 2010 yılına göre mukayese edecek olursak.
Yine bir başka konuşmacı,
12 Haziran seçimleri döneminde RTÜK’ün tarafsızlığını yitirdiğini iddia
etmiştir, “Ulusal 1 Kanalına 25, Halk TV’ye 36 kez müeyyide uygulanmıştır.”
demiştir. Biliyorsunuz seçim dönemlerinde bu müeyyideler ve bununla ilgili
kararlar RTÜK tarafından değil, YSK tarafından verilmektedir. Halk TV yayın
kuruluşu için seçim dönemi yayınlarına ilişkin yedi adet uzman raporu
düzenlenmiştir, bu raporlar Üst Kurul tarafından YSK’ya gönderilmiştir, YSK ise
söz konusu kuruluşa 1 kez uyarı, 36 kez de program durdurma cezası vermiştir.
Ulusal 1 televizyon yayın kuruluşu için seçim dönemi yayınlarına ilişkin yedi
adet uzman raporu düzenlenmiş, bu raporlar Üst Kurul tarafından YSK’ya
gönderilmiştir, YSK ise söz konusu kuruluşa 1 kez uyarma, 25 kez de program
durdurma cezası vermiştir. YSK kararlarında program durdurma cezaları katlamalı
olduğu için, kapatma sayılarında da ani artışlar meydana gelmektedir. Örneğin,
aynı dönemde, aynı şekilde TGRT’yle ilgili de 6 kez rapor düzenlenmiş ve YSK
tarafından 25 kez program durdurulmuştur. Beyaz TV ve Bugün TV için de 5 rapor
düzenlenmiştir ve YSK tarafından 16 kez program durdurma cezası verilmiştir. Bu
dönemde karar, dediğim gibi RTÜK tarafından değil, seçim döneminde YSK
tarafından verilmektedir. Dolayısıyla, RTÜK’ün tarafsızlığıyla bu konunun
hiçbir alakası yoktur.
“TRT, RTÜK denetiminde
olduğu hâlde sadece iki kanalı denetlemekte, diğer kanalları
denetlememektedir.” gibi bir başka iddia ortaya atılmıştır. TRT’nin haber
ağırlıklı iki kanalı sürekli olarak denetlenmektedir. Diğer kanalları ise
tematiktir. Bunların arasında TRT Çocuk vardır, TRT Müzik, TRT Okul, TRT Avaz
-ki bu yurt dışına yöneliktir- gibi kanallar vardır. TRT 1 ve TRT Haber rutin
olarak denetlenmektedir, diğerleri ise şikâyet üzerine denetlenmektedir.
“TRT yayınlarıyla ilgili
243 şikâyet yapıldığı hâlde sadece 6 rapor hazırlanmıştır.” gibi bir başka
ifadesi olmuştur bir konuşmacının. Her bir şikâyet için rapor yazılması söz
konusu değildir. Çünkü pek çok şikâyet, benzer aynı konuları içermektedir. Örneğin,
bir dizinin bir bölümü nedeniyle geçen dönemde binlerce şikâyet gelmiştir ama
hepsi aynı konuda olduğu için tek rapor hâline getirilmiştir. Dolayısıyla,
şikâyet sayısı ile rapor sayısı arasında bir orantı kurup bu şikâyetlerin
dikkate alınmadığı gibi bir ifade de doğru değildir ve bu şekilde
değerlendirmenin yanlış olduğunu ben burada tekrar ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yine bir başka konuşmacı, özel üniversitelere, vakıf
üniversitelerine tahsis edilen arazilerden bahsetmiştir. Biliyorsunuz bu
araziler bir tahsistir ve üniversitelere, bu milletimize, gençlerimize hizmet
eden eğitim kuruluşlarımıza bu araziler tahsis edilmektedir. Kaldı ki, kurulan
devlet üniversiteleri de biliyorsunuz ağırlıklı olarak yine devlet arazileri
üzerine kurulmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’de devlet olsun vakıf üniversitesi
olsun bu arazilerin hazine arazileri üzerinde kurulmasından daha doğal bir şey
yoktur. Türkiye’de biz, biliyorsunuz, üniversite sayısını 150’nin de üzerine
çıkartmış durumdayız ve özellikle vakıf üniversitelerimiz de hızla gelişmekte
ve yükseköğretim sistemimize zenginlik kazandırmaktadır ve bir rekabet unsurunu
getirmektedir. Artık, üniversitelerimiz arasında daha iyi kim yapacak, daha iyi
eğitimi, öğretimi kim verecek yarışı vardır. Dolayısıyla, bu dönem içerisinde
üniversite sayımızın artması, daha çok sayıda gencimizin hayata üniversite
mezunu olarak atılması işte bu vakıf üniversitelerinin sayesinde olmaktadır.
Artık, Türkiye'nin 81 ilinin 81’inde de üniversite vardır ve bu üniversitelerin
hem fakültelerinin binalarının yapımı için hem de üniversitelerdeki yurt
binalarının yapımı için de yoğun bir şekilde çalışmalarımız vardır ve hem bu
yılın hem de gelecek yılın bütçesine çok ciddi ödenekler bu konu için
ayrılmıştır.
Değinmek istediğim son bir
konu ise gayrimüslim azınlıkların zamanında el konulmuş olan mülklerinin tekrar
iadesiyle ilgilidir. Biliyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu hâlde
sadece gayrimüslim oldukları için dönem dönem bazı yanlış uygulamalar, bazı
haksız uygulamalar maalesef yapılmıştır ancak güçlü bir devlet, büyük bir ülke
bir haksızlık varsa bunun gereğini er ya da geç yerine getirmelidir.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Güçlü bir devlet mütekabiliyet esasıyla aynı şeyi Yunanistan’da da yaptı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – Bu, Türkiye'nin büyüklüğüne yakışır, Türkiye'nin kendine
özgüvenidir. Türkiye ne kadar güçlenirse ne kadar kendine özgüveni yükselirse
bu konularda o kadar rahat hareket edecektir. Büyük ülke olmanın, büyük devlet
olmanın da gereği budur.
Ben 2012 yılı bütçesinin
tüm bu kurumlarımıza, bu dokuz kurumumuza da hayırlı olmasını diliyorum. Bu
kurumlarımızın hepsi de, tek tek, gerçekten, ülkemizin kültür varlığına,
ülkemizin tarihine, ülkemizin mirasına sahip çıkan kurumlardır, geçmişle bu
günümüz ve geçmişle geleceğimize bir bakıma köprü oluşturan kurumlardır. Bu
kurumlarımızın hepsi de, tek tek, kendi alanında çok güzel çalışmalar
yapmaktadır. Her bir kurumumuzun 2012 bütçesi de biliyorsunuz 2011’e göre bir
miktar daha artırılmıştır bu güzel çalışmaların, bu güzel eserlerin devamı
için.
Ben tekrar hepinize
saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum ve bu kurumlarımızın bütçelerinin 2012 yılı
için hayırlı olmasını diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Başbakan Yardımcımız.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Başkanım, bir arzım olacak müsaade ederseniz, yerimden, mikrofondan.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Çok teşekkür ederim.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; Anayasa’nın 162’nci maddesine göre, bütçe görüşmeleri, tarihi
belirlenmiş ve Meclisimizin çok önemli bir faaliyet alanıdır, yılda bir defa
yapılmaktadır, hem kurumlarımızın hem Meclisimizin çalışmaları birlikte bütçeye
dönüştürülmektedir. Böyle bir müzakerede bugün bütçe müzakeresini yaptığımız
kurumların bağlı olduğu Sayın Bakan burada bulunmamaktadır. Sebebini
bilmiyoruz, yurt dışında olabilir, bir başka sebep olabilir ama bize göre
tarihi belli olan bir konuda Sayın Bakanın burada olması öncelikle kendisine bağlı
olan kurumlara saygının gereği bir haksızlık olmuştur.
İkinci bir husus, Hükûmet
adına konuşan Sayın Bakan müzakereleri izlememiştir. Burada çok önemli
konuşmalar oldu, Türk Tarih Kurumu üzerinde gerçekten çok önemli
değerlendirmeler yapıldı, Sayın Bakan bunları izlemedi yani Bakana da eziyet
oldu doğrusu.
Bence, bu bütçe
görüşmeleri, muhtemeldir ki tarihte görülmediği şekilde bu dönemde
itibarsızlaştırmak, sıradanlaştırmak, değersizleştirmek için hiç hak
etmediğimiz bir muameleye muhatap olmaktadır. Bunun tutanaklara geçmesini ve
bunun Hükûmet tarafından dikkate alınmasını istirham ediyorum.
Teşekkür ederim efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şandır.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Ankara) – Sayın Başkan, izin verirseniz cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Bir saniye.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan, Sayın Ömer Faruk Öz az önceki konuşmasında -ben Sayın Bakanın
konuşmasını bölmemek için müdahale etmedim- 1926-1949 arasında vakıf mallarının
talan edildiğini, camilerin, kervansarayların satıldığını, yıkıldığını… Ben bu
konuda bir düzeltme yapmak istiyorum izninizle.
BAŞKAN – Bir saniye müsaade
ederseniz, Sayın Şandır’ın konuşmasına Sayın Bakan bir cevap vermek istiyor,
sonra size söz vereceğim.
Buyurun…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, ondan önce Sayın Şandır gibi bizim de bir söyleyeceğimiz,
açıklamamız var.
BAŞKAN – Sizi görmedim daha
önce, peki buyurun oturduğunuz yerden.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Tabii, Sayın Bakan burada olsaydı, grubumuz adına konuşma yapan
arkadaşlarımızın çok önemli konularda burada Hükûmeti bütçeyi açıklamaya davet
ettiklerini görürlerdi. Örneğin, TRT 6’in hukuki konumu nedir, ne olacak? Ondan
sonra Dil Kurumu söz konusu olduğunda Anadolu’nun tarihinden, mozaiğinden gelen
ve sayıları da 25 milyonun üstünde olan Kürt halkının ana dilinde yayın
yapılması konusunda bir bütçe ayrılması konusundaki sözler karşısında Hükûmet
ne düşünüyor? Yine Vakıflar Genel Müdürlüğü vakıflar konusunda Mecliste
cumhuriyet tarihinin tek Süryani Milletvekili Sayın Erol Dora bir konuşma
yaptı, azınlık vakıfları, Süryani vakfı, Deyrulumur davaları, bu gibi konularda
en azından Sayın Bakanın bir bilgisi olur, bir cevap verirdi. Doğrusu, biz de
çok sağlıklı bir bütçe görüşmesinin yapılamadığının farkındayız. Biz de,
mecburen, Şike Yasası geleceği için hem bir taraftan kürsüyü dinliyoruz hem
iddianamesini okuyoruz yani bu arada böyle gidiyor; yani bütçe, spor, şike,
birbirine karışıp giden bir görüşme var. Sayın Bakan da burada olmadığı için
haksızlık etmek istemiyorum. Bu konuya da dikkat çekmek istedim.
Teşekkür ederim.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Bakan cevap
versin, size söz vereceğim. Bir saniyenizi alayım.
Buyurun Sayın Bakanım.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biliyorsunuz, bu
bütçe görüşmeleriyle ilgili ilk etapta taslak olarak konuşulan, şifahi olarak
konuşulan takvim 12 Aralık ve 26 Aralık tarihleri arasındaydı, yani en azından,
milletvekillerimiz arasında, gruplar arasında böyle bir şifahi plan vardı ancak
bu plan değiştirilip de somut olarak 8’inde bu görüşmeler başlayınca bazı
bakanlarımızın yurt dışı programlarıyla çelişmeler söz konusu oldu. Başbakan
Yardımcımız Sayın Bülent Arınç, Uluslararası Demokrasi Forumu’na katılmak için
şu anda Endonezya’da ve çok daha önceden Hükûmetimiz adına kendisinin
katılacağı belirlenmişti ve bu şekilde programını yapmıştı ve…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Bizim de eş başkanlarımız Brüksel’de, bu nedenle gelemediler.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Ankara) – …dünyada demokrasi konusundaki önemli uluslararası
toplantılardan birisi olan böylesine bir forumda Hükûmetimizin temsil edilmesi
son derece önemliydi, dolayısıyla ayın 12’si yerine 8’inde başlayınca bütçe
görüşmeleri, uluslararası bir toplantı olduğu için ve tarihi daha önceden
belirlendiği için, kendisinin, programını değiştirmesi de söz konusu olamadı.
Kuşkusuz, Sayın Arınç,
biliyorsunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı da yapmıştır.
Parlamentonun önemini, değerini herhâlde pek çoğumuzdan da çok daha iyi
bilmektedir.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Yok
canım, o kadar da değil, niye hepimizden iyi bilsin; herkes bilir onun kadar
ya, böyle bir şey var mı?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Ankara) – Parlamento çalışmalarına çok büyük önem vermektedir ve
elinde olsaydı eminim ki burada olup bizzat kendisi bu görüşmelere katılmayı,
iştirak etmeyi çok arzu ederdi…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Sayın Bakanım, hiç yakışmadı bu. Burada herkes milletvekili.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Ankara) – …ama bizler de Hükûmet üyesi olarak bu kurumlarımıza uzak
değiliz, kurumlarımızı tanıyoruz. Burada herhangi bir Hükûmet üyemizin de
-tabii, Sayın Arınç kadar olmasa da- yine de bu kurumlarımız hakkında bilgi
vermesi söz konusu olacaktır. Dolayısıyla, herhangi bir eksiklik, zafiyet
olduğunu ben düşünmüyorum. Üstelik, bu, diğer kurumlarla ilgili de sürekli
olacak bir problem değildir. Dün gördünüz, sayın bakanlarımızın pek çoğu
buradaydı, ilk açılışta.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Bakan, müzakere olmuyor. İtirazımız şu: Müzakere olmuyor, müzakere.
Karşılıklı bir iletişim bu. Bu birleşimde, fikirlerimizi karşılıklı ileterek bir
müzakere yapmamız lazım, öyle olmuyor.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Ankara) – Evet. Burada, biliyorsunuz…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) -
Siz bir metin okudunuz orada. Ne sizin grubunuz dinledi ne biz anladık. Arzumuz
bu. Üzüntümüzü ifade ediyoruz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Ankara) – Şimdi, biliyorsunuz, bütün ilgili kurumlarımızın başkanları
şu anda burada. Burada görüşülen her şey kayda alınıyor. Plan ve Bütçe
aşamasında bu konular önemli ölçüde zaten tartışıldı, konuşuldu, her bir kurum
için tek tek tartışıldı, konuşuldu, burada da imkânlar elverdiği ölçüde bunlar
konuşuluyor. Arkadaşlarımızın hepsi buradalar, dinliyorlar ve Sayın Arınç’a da
buradaki görüşmelerin, tartışmaların hepsinin kuşkusuz raporu yazılacaktır.
Üstelik özel iletmek istediğiniz konular varsa her an Sayın Arınç’ın kapısı
açıktır, herhangi bir kurumla ilgili iletmek istediğiniz görüşleri, soruları da
her zaman kendisine iletmeniz, başka ortamlarda da mümkün olacaktır.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Yusuf Halaçoğlu’nun konuşmasını lütfen okusun efendim.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Ankara) – Söylediklerinizde haklılık payı var ancak dediğim gibi,
böyle bir mecburiyet sebebiyle de bugün, maalesef kendisi burada değil ama
bizler buradayız, Bekir Bey burada, ben buradayım.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Bir şey söylemiyoruz ama hoş değil. Üzüntümüzü ifade ediyoruz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Ankara) – Hepimiz Başbakanlığın bir bakıma sorumluları olarak bütçe
görüşmelerinde sizlerle beraberiz.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Bakan.
Sayın İnce, buyurun
efendim.
İki dakika süre veriyorum
açıklama için.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
9.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Malatya Milletvekili
Ömer Faruk Öz’ün, partisine sataşması nedeniyle konuşması
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Teşekkürler.
Sayın Öz konuşmasında
1926’dan 49’a kadar camilerin, kervansarayların, vakıf mallarının talan
edildiğini söyledi. Şöyle bir düşündüm, neden, sürekli AKP “1920’lerde,
30’larda camilere şu oldu, camilere bu oldu.” acaba bu bir “Cambaza bak.” oyunu
mu diye.
Geçende, Malatya’dan bir
örneği anlatmıştım. Şimdi, bakın, 26’da hiçbirimiz yaşamıyorduk ama 2011’de
hepimiz yaşıyoruz. İstanbul Güngören Belediye Başkanlığı. Okuyorum: Emlak ve
İstimlak Müdürlüğü Başkanlık Makamına yazıyor “Meclise takdim olunur.” diye,
Şakir Yücel Karaman.
Okuyorum şimdi arkadaşlar:
“Devri düşünülen arsaların amacı doğrultusunda kullanılması ve mevcut hâlini
koruması ve akara dönük olmaması nedeniyle Maliye hazinesine devrinde
Başkanlığımızın ekonomik bir kaybı olmayıp vergi borçlarımızın silinmesinde
idaremizin yararı görülmektedir.” Altı tane cami arsası. Bu altı cami arsasını
Güngören Belediyesi “Bize bir gelir getirmiyor, bir rant sağlamıyor, bir kazanç
sağlamıyor.” diye vergi borçlarının silinmesi için Maliyeye devretmiş, satmış
yani. Altı tane cami arsasını 2011 yılında AKP’li bir belediye satmış.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Tamam, ne var bunda? Cami arsası olarak duruyor.
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Ben, 1926’dan bahsetmiyorum, 2011 yılından, belediyenin vergi borcunu silmek
için… İşte, size resmî belge. Her “1920’lerde CHP şunu yaptı.” dediğinizde
nasıl bir camiyi, nasıl bir cami arsasını sattığınızı ispatlayacağım, bunu
ispatlayacağım. (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Cami değil o arsa, arsa.
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Bu bir “Cambaza bak.” oyunudur, belgesini isteyene veririm; bir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Camiyle alakası yok.
MUHARREM İNCE (Devamla) -
İkincisi: Geçtiğimiz günlerde, Sayın Canikli, ben burada bir cami arazisini,
caminin satıldığını söylemiştim, Sayın Canikli dedi ki: “Oraya daha iyisini
yapacağız.”
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Doğru, yapılacak, karar alınmış.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Malatya’da ne yazmışlar biliyor musunuz: “Muharrem İnce de yardım etsin.” Demek
ki paraları yok. Ben onlara diyorum ki: Hollandalılara gidin…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Muharrem Bey, karar alınmış.
MUHARREM İNCE (Devamla) -
…arsaları dişleyenlere gidin, hangi yabancıya sattıysanız ona gidin, Deniz
Fenerinden çıkar sağlayanlara gidin. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
İnce.
ÖMER FARUZ ÖZ (Malatya) –
Sayın Başkan, söz istiyorum, ismimi kastederek bir açıklama yaptı.
BAŞKAN – Evet, buyurun.
ÖMER FARUZ ÖZ (Malatya) –
Açıklama yapmak istiyorum, sataşma var.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Sayın Başkan, Sayın İnce, ismimden de bahsederek benim ifade etmediğim bir
içeriği ifade etmişim gibi açıkladı, 69’a göre söz istiyorum efendim.
BAŞKAN – Buyurun efendim,
lütfen, iki dakika içinde tekrar bir şeye meydan vermemek üzere… (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
10.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum öncelikle.
O tartışmaları, sanıyorum,
birçok arkadaşımız hatırlıyor, biraz önce Sayın İnce’nin bahsettiği
tartışmalar.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Tutanaklar elimde.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Bu tartışmalar, aşağı yukarı şu çerçevede gelişti: Konu cami yıkımı idi.
Sayın İnce, fotoğrafla kamuoyuna göstererek, bütün Meclise dönerek o caminin
yıkıldığını ve AK PARTİ’li bir belediye tarafından yıkıldığını ifade etti. Daha
sonra, biz gerçek bilgilere ulaştık. Bunun daha iyisini yapmak amacıyla…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Benden niye para istiyorsunuz ya? Benden para istemiş. Hollandalı firmaya
gitmiş, kime rant sağladıysa ona gitsin.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- …daha iyi bir cami yapmak amacıyla ve bir ıslah çerçevesi içerisinde böyle
bir düzenlemenin yapıldığı ifade edildi. Yani o cami, metruk bir durumda olan
bir alanda, bir dönüşüm projesine konu edilen bir alanda ve bu cami, vatandaş
tarafından yaptırılan bir cami, çok da nizami, uygun, güzel bir cami değil.
Burası tamamen dönüşüme tabi tutuluyor ve caminin yeri değiştiriliyor. O zaman
da şunu söylemiştim, tekrar ediyorum: Biz bir camiyi ancak çok daha iyisini,
çok daha güzelini yapmak için yıkarız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Güngören’dekini niye sattınız?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Ama siz, yok etmek için yıktınız, ortadan kaldırmak için yıktınız.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Ya
bırak bunları.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- İşte, aradaki farkımız bu Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Bak bak, Güngören, Güngören!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Hepsi için geçerli, Allah aşkına orada cami yıkılmıyor…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Güngören… 6 tane arsayı niye sattınız? Rantiyeciler!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- …caminin arsası değiştiriliyor yani siz camilerin nasıl yıkıldığını…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Cami arazisinden rant sağlıyorsunuz, yazıklar olsun!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- …nasıl yok edildiğini eğer görmek istiyorsanız tarihe döneceksiniz…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Her seferinde bir camiyi nasıl sattığınızı açıklayacağım.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- …tarihinize döneceksiniz, tarihinize bakacaksınız.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Her seferinde açıklayacağım.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Canikli.
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Öz,
yerinizden lütfen, nedir, ne için konuşmak istiyorsunuz?
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Her seferinde bir cami arazisini nasıl sattığınızı açıklayacağım.
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) –
Sayın İnce ismimi söyleyerek sataşmada bulundu, cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Bulunduğunuz
yerden lütfen, oturduğunuz yerden. Açalım, bir dakikada, neyse cevap verin.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Her 1920’den bahsettiğinizde, 2010 yılında camileri nasıl sattığınızı
açıklayacağım.
BAŞKAN - Sayın Öz, buyurun.
11.- Malatya Milletvekili Ömer Faruk Öz’ün, Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) –
Sayın Başkanım, şimdi, az önce Sayın İnce, CHP’nin vakıfları talan ettiğinden
bahsettiğimi söyledi. Ben talandan bahsetmedim, sadece 1926-1949 yılları
arasında Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarda olduğu dönemde satılan vakıf gayrimenkullerinin
adedini söyledim. Bu da 6.552 adettir. Dökümü de 920 cami, 1.646 mescit, 20
medrese, böyle devam ediyor.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Güngören Belediyesinin cevabını verecek bir babayiğit yok mu?
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) –
Eğer Sayın İnce arzu ederse bir araştırma önergesi versin, beraberce verelim,
hakikaten bunu araştıralım. Ben buradan Sayın İnce’ye diyorum ki bir önerge
versin, bunu araştıralım beraber.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Güngören Belediyesinin cevabını verecek bir babayiğit yok mu? Altı tane cami
arsası, belge elimde.
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) –
İki: Malatya’da bahsetmiş olduğu cami yıkımı… Orası cami değildir, orası hal
arsası içinde bulunan, oradaki esnaf tarafından yapılmış mescit niteliğinde bir
yerdir.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Malatya’yı geçtik, Güngören’e geldik.
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) –
Evet, oranın mülkiyeti cami de değildir. Hemen 100 metre yakınında yeni bir
cami alanı tahsis edilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Öz, teşekkürler.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkanım, Sayın İnce bir arsa satışıyla ilgili Adalet ve Kalkınma
Partisi…
AHMET TOPTAŞ
(Afyonkarahisar) – Ya 1 kişiye 5 kişi cevap veriyor Sayın Başkan, ne demek bu?
BAŞKAN – Bir saniye
efendim, bir saniye…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
…Grubunu, belediye başkanlarını töhmet altında bırakan, hiç de gerçekle alakası
olmayan bilgiler vermiştir. Bilgileri düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Başkanım,
bir arkadaşımız cevap verdi, Sayın Canikli cevap verdi.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan ama hâlâ devam ediyor. O, yıkımla ilgiliydi, cami arsası satışıyla
ilgili…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan, herkes sırayla cevap verecek mi bana?
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
“Cevap verecek bir yiğit yok mu?” dedin, yiğit burada işte.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, izin verirseniz…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Güngören’in cevabını verecek bir babayiğit arıyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, bırakın şu babayiğit açıklasın bunu.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sırayla gelsin hepsi. Bence bütün grup başkan vekilleri, 5’i birden çıksın.
BAŞKAN – Peki, buyurun
efendim, iki dakika. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
12.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin, partisine sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın İnce, değerli milletvekillerim; Sayın İnce, önce belediye başkanı
arkadaşlarına sor, muhakkak partinin içinde belediye başkanı arkadaşlar vardır.
İmar planı yapıldığında, belediyeler imar planlarını yaparken okul arsasını, cami
arsasını, sosyal donatı arsalarını ayırırlar. Bunu ayırdıkları zaman, cami
arsaları bellidir, camiyi kimin yapacağı bellidir.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Maliyeye niye devretmiş? “Borcuma karşılık” diyor ya.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
O imar planını yaptığınız süre içerisinde o cami arsası belediyenin
bünyesindedir ama imar planını yaptıktan sonra okul arsası Millî Eğitime, diğer
arsalar da farklı yerlere, özel idarelere gider, bunlar yapılır.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
“Vergi borcumuza karşılık” diyor.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Bakın, size bir örnek veriyorum, ben 1926-49 arası değil, bir örnek veriyorum:
Bakın, Aydın’ın CHP’li Belediye Başkanı, Diyanet Vakfının yaptıracağı külliye
ve cami ruhsatını iptal etti, Aydın’ın Belediye Başkanı.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Ya
sen Güngören’in cevabını ver ya!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
İzmir’in Çeşme ilçesine bağlı CHP’li Alaçatı Belediye Başkanı tarihî pazar yeri
camisini kilise yaptı.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Bırak bunları, geç…
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Bakın, size neler diyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
CHP’nin İzmir Büyükşehir
Belediye Başkanı, Aliağa Belediyesinin Yenimahalle semtinde 5 bin kişilik cami
yapımı için imar planında yaptığı değişiklik kararını reddetti.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Geç bunları, sen Güngören’i anlat.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Bakın, yine 2011 yılı bunlar.
CHP’li Antalya Büyükşehir
Belediye Başkanı Mustafa Akaydın…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan, ne oluyor?
BAŞKAN – Bitiyor, bitiyor.
Sakin olun efendim, sakin olun… Sakin olun…
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
…Yenidoğan Mahallesi’ndeki otogar camisi yapılması için ayrılan araziyi plan
değişikliği yaparak ticari alana dönüştürdü.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Geç…
Güngören’i anlatsana…
Güngören’i anlatsana…
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Sayın İnce, Güngören’le ilgili meseleyi en iyi… Belediye başkanı
arkadaşlarınıza sorarsanız, o arkadaşlar bunun ne olduğunu ifade…
MUHARREM İNCE (Yalova) – O
zaman sen belediye başkanlığı yaptın mı?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Belediye başkanı adaylığımı, yaptığımı söyledin ya sen bana.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Adaylık yaptın, başkanlık yapmadın.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Belediye başkanı adaylığını yaparken bunları da ezberledik, konuştuk.
Değerli milletvekilleri…
Bakınız, değerli milletvekilleri…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Konuşmuş olsaydın, o zaman seçimi kazanırdın ya.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Sayın Başkan, böyle bir usul var mı?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Sayın İnce, sizin cami hassasiyetinizi tebrik ediyorum ve memnun oluyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Bugün, Cumhuriyet Halk Partisinde ilk defa,
1926’dan 49’a kadar yapılan süreci, siz ilk defa cami hassasiyetini gündeme getirdiniz,
sizi de tebrik ediyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) –
Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Şimdi, müsaade
ederseniz…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Bir dakika Sayın Başkan… Aydın Milletvekilimiz konuşacak.
BAŞKAN – Grup Başkan Vekili
konuştu. Siz konuşacaksanız, konuşun.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) –
Aydın Milletvekiliyim ben.
BAŞKAN – Şimdi, Beyefendi…
BÜLENT TEZCAN (Aydın) –
Sayın Başkan, bir müsaade edin, beni dinleyin lütfen.
BAŞKAN – Bir saniye…
Müsaade edin efendim… Bir saniye…
Şimdi, bu işin sonu yok.
Grup Başkan Vekili… (CHP sıralarından gürültüler)
Bir saniye efendim, oturun.
Bir saniye, sözümü bitireyim. Lütfen…
Grup Başkan Vekili mi, siz
mi konuşacaksınız?
BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Ben
konuşacağım efendim.
BAŞKAN – Buyurun, bir
dakika…
Lütfen… Ve burada keselim
artık, rica ediyorum yani...
13.- Aydın Milletvekili Bülent Tezcan’ın, Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın, partisine sataşması nedeniyle konuşması
BÜLENT TEZCAN (Aydın) –
Sayın milletvekilleri, biraz önce, Sayın Elitaş, burada, benim seçim bölgem
olan Aydın’la ilgili, Aydın’ın Cumhuriyet Halk Partili Belediye Başkanının cami
yıktığını veya izin vermediğini ifade etti. Bu doğru değil. Camiye izin… (AK
PARTİ sıralarından gürültüler) Bu doğru değil.
Bakın, Aydın Cumhuriyet
Halk Partisi Belediyesi caminin imar alanıyla ilgili, ruhsatla ilgili
düzenlemeleri yapmıştır ama sizin oradaki niyetiniz, ibadethane değil,
ticarethane yapmaktı, alışveriş merkezi yapmaktı. Buna izin vermedi. Aydın
Müftüsüne gidin, sorun. Oturdular, ticarethaneyi kaldırdılar, alışveriş
merkezinden vazgeçtiniz, oradaki ranttan vazgeçtiniz, ibadethane yapılıyor şu
anda.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna
Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278,
3/538) (S. Sayısı: 88) (Devam)
J) RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU (Devam)
1.- Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2012 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
K) BASIN–YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
L) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Vakıflar Genel Müdürlüğü 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Vakıflar Genel Müdürlüğü 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
M) ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 2012
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
N) ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ (Devam)
1.- Atatürk Araştırma Merkezi 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Atatürk Araştırma Merkezi 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
O) ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ (Devam)
1.- Atatürk Kültür Merkezi 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Atatürk Kültür Merkezi 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
Ö) TÜRK DİL KURUMU (Devam)
1.- Türk Dil Kurumu 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Türk Dil Kurumu 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
P) TÜRK TARİH KURUMU (Devam)
1.- Türk Tarih Kurumu 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Türk Tarih Kurumu 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, son söz milletvekilinin kaidesiyle, İstanbul Milletvekili
Melda Onur Hanım, buyurun efendim.
Sabrınız için de teşekkür
ediyorum Melda Hanım, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
MELDA ONUR (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli vekiller; teşekkür ederim. Aslında bu hararetli tartışma
iyi oldu yoksa Sayın Bakanın renkli konuşmasından sonra salonu nasıl tutacağım
konusunda endişe içerisindeydim.
Bu turda görüştüğümüz
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü bütçesiyle ilgili, aleyhte olmak
üzere, şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Sayın Bakanın da
konuşmasında sözünü ettiği Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün
vizyonunda ne yazar bilir misiniz? “Güçlü ve özgür basın ortamının sağlanmasına
katkıda bulunan referans kurum olmaktır…” Güçlü ve özgür basın… İlgili Bakana
emanettir güçlü ve özgür basın. İlgili Bakan burada değil ama sanıyorum Sayın
Bakan kendisine iletecektir, diğer değerli bakanlarımız da.
Güçlüden başlayalım: Bu
vizyon ülkemizde 212’nin yani Basın İş Kanunu’nun gereğince uygulandığı
zamanlardan kalma. Bugünse çalışan gazetecilerin yalnızca yüzde 5’i bu
kapsamda. “Önce gazeteciyiz.” dedik. Meclisteki tüm meslektaşlarımıza “Gelin,
bu durumu değiştirelim.” diye çağrıda bulunduk. Ne yazık ki güçlü basın için AKP’li
arkadaşlarımızdan yeterli desteği göremedik.
Gelelim özgür basına: Özgür
basın tutuklu, tutuksuz olanlarsa özgür değil. Hepsini anmak zor. Ragıp
Zarakolu’nu herkesin şaşkın bakışları önünde alıp götürdünüz. Ahmet Şık ve
Nedim Şener bugün 282’nci günündeler. Çalışanlarının tümünü aldığınız Oda TV
davasında iddianameden anlaşılan o ki amaç, muhalif bir haber sitesini yok
etmekti. Dört yıldır tutuklu Tuncay Özkan’ın neden bir yıldır hücre hapsinde
tutulduğunu anlamakta güçlük çekiyoruz. Milletvekili seçildiği hâlde aramızda
olamayan gazeteci Mustafa Balbay’sa millî iradeye konan ipoteğin sembollerinden
biridir. Az önce tartışması geçti, Sayın Balbay’ın nasıl YSK onayıyla aday
olduğunu açıkladılar, tekrar açıklamamıza gerek yok sanıyorum.
Geride daha pek çok
konuşulmayanlar var. Mesela, Bilim ve Gelecek dergisi editörü Baha Okar’ı bir
sabaha karşı aldınız, bir yıldan fazla tutuklu. Eylül dergisini çıkardığı için
Erdal Süsem’e müebbet yazdınız. Birçok meslektaşımızı, KCK, Devrimci Karargâh ve
diğer terör suçu torbalarına attınız.
AHMET YENİ (Samsun) –
Müdafaa mı ediyorsun?
MELDA ONUR (Devamla) - Peki
ya, Füsun Erdoğan’ı duyan, bilen var mı? Başbakanın akrabası değil, olsaydı
bugün farklı yerde olurdu. O bir muhalif, radyocuydu. Füsun Erdoğan, tam 12
Eylül 2006’dan beri tutuklu. Sizlerin ileri demokrasiye adım attığınız
günlerden bir gün, 12 Eylül 2010 gününde, referandum gününde onun
tutukluluğunun dördüncü yılı bitti, beş yılı aşkındır tutuklu. Son davası 13
Ekimdeydi, tam dört ay sonra yeniden hâkim karşısına çıkacak. Bir kadın, bir
eş, suçu muhalif olmak, beş yıl tutukluluk. Ya bırakın ya hüküm verin.
Dün burada Sayın Adalet
Bakanını dinledik ve 21’inci yüzyılın ileri demokrasi ülkesinde gazetecilerin
nasıl terörist ilan edildiğini duyduk. Sorarım size… (AK PARTİ sıralarından
“Örgüt” sesleri, gürültüler)
Onların hepsi suçlamadır
efendim.
Sorarım size: Füsun’un
mikrofonu mu silahtır, adam öldürmüştür ya da gasp aletidir, yoksa Ahmet’in
kitabı mı, Nedim’in makalesi mi, Baha’nın fikirleri mi, Müyesser’in bilgisayarı
mı? Ortada bir gasp varsa, gasbedilen hayatlardır, özgürlüklerdir. Ortada bir
cinayet varsa, o da hukukun katlidir, telekulaklarla insan özellerinin gazete
sayfalarında boy boy afişe edilmesidir. Öve öve bitiremediğiniz ileri demokrasi
adaletinde hâkim daha önceden ihtilaflı olduğu sanıkların davalarına bakmakta
bir sakınca görmemekte, evrensel hukuka göre davadan çekilmesi gerekirken
ısrarcı olmakta ve reddi hâkim talepleri geri çevrilmektedir.
Şimdi, bu sözleri dinlerken
eski arşivlere dönüp “Ama şu zamanda da şu yapılmıştı, filanca da şu davaya
girmişti.” kabilinden hararetli bir araştırma içerisine girme gayretleri
olacaktır. Zira, dün burada Sayın Adalet Bakanının konuşması da geçmişe dönük
referanslardan ibaretti. Hani siz ileri demokrattınız? Bilakis üzülerek gördüm
ki Sayın Bakanın, Adalet Bakanının hukuk ve adalet anlayışı demokrasiyi değil
intikam gütmeyi... (CHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
MELDA ONUR (Devamla) –
Yüzde 50’ye varan oranla iktidar oldunuz ama korkuyorsunuz…
BAŞKAN – Sayın Onur,
süreniz doldu efendim, teşekkür ediyorum.
MELDA ONUR (Devamla) –
…Deniz Fenerinden de korkuyorsunuz…
BAŞKAN – Sayın Onur,
lütfen… Lütfen… (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Sayın milletvekilleri,
yirmi dakika süreyle soru-cevap kısmına geçiyoruz.
Şimdi sırasıyla söz isteyen
milletvekillerimize söz vereceğim.
Sayın Ferit Mevlüt
Aslanoğlu, buyurun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Bakan, Basın İlan Kurumu Anadolu’ya gidip ne iş yapıyor?
Sadece Anadolu’daki gazetelerin yüzde 15’ini alıp hiçbir iş yapmıyor. Bırakın o
gazeteler orada zor savaş veriyor. Valilik basın bürosu zaten orada bu görevi
yapıyor. Basın İlan Kurumunun Anadolu’ya gitmesinin amacı nedir? O gazetelerin
yüzde 15’ine el koymak mıdır?
Sayın RTÜK Başkanım,
frekans ihalesini ne zaman yapacaksınız? On beş yıldır, yirmi yıldır yayın
yapan, emek veren illerde, ilçelerde acaba yirmi yıldır yayın yapan bu
kuruluşlara bir öncelik tanıyacak mısınız? Bunlara frekans ihalesinde bir
öncelik olacak mı?
Yine, Sayın RTÜK Başkanım,
buradan herhâlde bir müjde vereceksiniz karasal yayın yapan televizyonlara.
Büyük televizyonları alıp her yıl karasal yayın yapan illerdeki televizyonlara
10’ar milyar verecekmişsiniz, doğru mu?
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Aslanoğlu.
Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, yerel radyo,
televizyon ve gazetelerde çalışanların insanca yaşayabilecekleri bir düzenleme
yapmayı düşünüyor musunuz? Ne zaman gerçekleşecek böyle bir düzenleme?
İkincisi: Hâlen Meclis
TV’de kaç kişi çalışmaktadır? Artık yayınlar kısıldığına göre, Meclis TV’de
çalışanların da sayısı azalacak mıdır?
Üçüncüsü: Elâzığspor’un
futbol maçlarının Kürtçe yayın yapan TRT Şeş’ten verilmesine ne zaman son
verilecektir? Elâzığlılara bir hakaret olarak bu yayının derhâl durdurulması
talebi vardır.
Dördüncüsü: kanun hükmünde
kararnameyle, ülkemizdeki azınlık vakıflarının devletçe el konmuş mallarının
iadesi gerçekleştirildi. Bu kapsamda kaç vakıf, ne kadar mal iade aldı?
Patrikhanenin, Heybeliada
Ruhban Okulunun açılması yönündeki talepleri hakkında Hükûmetinizin düşüncesi
nedir?
Hükûmetiniz de tüzel
kişiliği…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Muharrem İnce… Yok.
Sayın Kuşoğlu, Ankara
Milletvekili.
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara)
–Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Geçenlerde buradan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Kanunu’nu geçirdik Sayın Başkanım. En önemli gerekçemiz de
başka kurumların kadrosunda olup da Mecliste çalışan kişilerdi. Ben aynı şeyi
RTÜK için soracağım.
RTÜK personeli olup da
başka kurumlarda çalışan kaç kişi söz konusu? Bunlar çifte maaş alıyorlar mı?
Bir de kadrosu RTÜK’te olup
da sayın bakanların danışmanı olarak çalışan kaç kişi var? Bunlar da çifte maaş
alıyorlar mı?
Çok teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Ali Öz, Mersin…
ALİ ÖZ (Mersin) – Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Genellikle kadınların ve
küçük çocukların evde bulunduğu sabah programlarında, neredeyse her kanalda
izdivaç programları yayınlanmaktadır. Bu programlarda toplumun temel yapısını
oluşturan aile kurulmasında tarafların birbirine sorduğu menkul ve gayrimenkul
içerikli sorular, bu kutsal yapının kurulmasında iyi örnek teşkil etmemektedir.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu olarak bu programlara önlem almayı düşünüyor
musunuz? Bu saatlerde sanat, kültür, eğitim, sağlık, trafik alanında toplumsal
bilinç ve duyarlılığı artıran programlara daha fazla yer verilmesi daha uygun
olmaz mı?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Halaçoğlu, Kayseri
Milletvekilimiz.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Son zamanlarda kadına
şiddet toplumumuzda büyük artış göstermiştir. Hiç şüphesiz, televizyonlardaki
dizi filmlerde kadının aşağılanması ve kadına şiddetin özendirilmesinin bu
artışta büyük etkisi bulunmaktadır. Bu konuda, dizilerdeki bu tür sahneleri
kısıtlamayı düşünüyor musunuz?
İkinci bir soru: Yurt
içinde ve yurt dışında vakıf eserlerinin envanteri tümüyle yapılmış mıdır?
Yapılmışsa kitap hâline getirmeyi düşünüyor musunuz?
Diğer taraftan, Türkiye
genelinde kaç kilise onarılmıştır? Kaç cami olarak kullanılan kilisenin
içerisinde kilise görüntüsü vardır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Kurt, Eskişehir
Milletvekili.
KAZIM KURT (Eskişehir) –
Sayın Bakanım, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun geçen yıl İş Bankasından
kâr payı olarak aldığı net miktarları açıklar mısınız? Bunlar bütçelerinde
hangi fasılda görünüyor?
İkinci sorum: Deniz Feneri
Derneği ayrı, bağımsız bir kurum değil mi? Bunu sorunca ya da söyleyince AKP’li
arkadaşlar neden sinirleniyor?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Uzunırmak…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sorum Türk Tarih
Kurumumuzla ilgili. Son zamanlarda tarihimizin çeşitli safhaları çok çeşitli
kanallarda bilerek, bilmeyerek tartışılmakta ama Türk Tarih Kurumu acaba ne iş
yapar da bu tartışmalarda biz kendilerini göremiyoruz? Acaba psikolojik harekât
olarak iktidarın bu özür dilemesi ve başka politikalarında Türk Tarih Kurumuna
bir baskı var da bu bilgiler, doğru bilgiler Türk Tarih Kurumu tarafından
açıklanmıyor mu? Niye temsil edilmiyor televizyonlarda? Türk Tarih Kurumumuz bu
doğru bilgileri aktarmayı düşünüyor mu, televizyonlarda halkı aydınlatmayı
düşünüyor mu?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Şandır…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sorum vakıflarla ilgili.
Tabii, Sayın eski Dışişleri Bakanının da burada olması önemli. Lozan Barış
Anlaşması’nın kazanılmış haklarının, mesela mütekabiliyet esasından
vazgeçilmesinin sebebi nedir? Mesela bu gayrimüslim cemaat vakıfları konusunda
neden mütekabiliyet takip edilmiyor?
“Fener Rum Patriğinin
ekümenlik sıfatını kabul ettik.” deniliyor. Gerçekten ekümenlik kimliği kabul
edildi mi? Bu, Lozan Barış Anlaşması’na aykırı değil mi?
Bir başka sorum: Sayın
Bakan, değerli iktidar partisi yöneticileri; Akdamar ve Sümela manastırlarında
ayin yapılmasına izin verdiniz. Gerekçeniz… Takdir sizin ama Ayasofya
Camisi’nde namaz kılınmasına, ibadet edilmesine, en azından cuma namazı
kılınmasına, bu yöndeki taleplere cevap verecek misiniz, müsaade edecek
misiniz?
Teşekkür ederim. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Dedeoğlu,
Kahramanmaraş...
MESUT DEDEOĞLU
(Kahramanmaraş) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sorum şu: Tüm ülkemizde
olduğu gibi, Kahramanmaraş’ta da Osmanlı’dan kalma tarihî vakıf eserlerimiz bulunmaktadır.
Yıkılmaya yüz tutmuş bu tarihî eserlerimizin kurtarılması adına kapsamlı bir
projemiz veya 2012’de ödeneğimiz var mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Demiröz...
İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Cumhurbaşkanlığı Devlet
Denetleme Kurulu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun 2006, 2007 ve 2008
yıllarındaki faaliyet ve işlemlerini denetleyerek bir rapor açıklamıştır. Bu
raporda özetle, “RTÜK’ün asli görevlerini yerine getirme hususunda başarılı
sonuçlar ortaya koymadığını, özerklik uygulamasıyla yaratılan çalışma ortamının
yeterince değerlendirilemediği, ayrıca siyasi tartışmaların etkisi altında
kaldığı, bu nedenle etkili, ekonomik ve verimli şekilde kullanılmamasına yol
açıldığı ve hesap verilebilirlikten uzak bir çalışma kültürünün Üst Kurula
hâkim olduğu sonucuna varılmıştır.” diyor Devlet Denetleme Kurulu raporu. Ben
şunu sormak istiyorum: 2009, 2010, 2011 yılları arasında Radyo ve Televizyon
Üst Kurulu aynı şekilde mi devam ediyor?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Gürkan...
RECEP GÜRKAN (Edirne) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Vakıflar Genel Müdürlüğüyle
ilgili sormak istiyorum. Edirne ilimizde 1984’ten bu yana Trakya Üniversitesine
tahsisli olan ve 1997 yılından bu yana da sağlık müzesi olarak çok başarılı bir
şekilde faaliyet gösteren II. Bayezid Külliyesi'nin bir kısmının İstanbul’dan
bir başka üniversiteye tahsisinin yapılacağı söylenmektedir. Bu doğru mudur?
Doğruysa daha önce külliyenin tümünü kullanan Trakya Üniversitesine niye bu tahsis
yapılmamaktadır?
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Erdoğan…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan, 12’nci sırada Sayın Tanal vardı.
BAŞKAN – Erdoğan onun
üstünde efendim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan, işte, liste burada.
BAŞKAN – Sistemden çıkmış,
burada Erdoğan gözüküyor.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) –
Sayın Bakan, Hükûmetinizce tüzel kişiliği olmadığı hâlde Fener Rum
Patrikhanesine Büyükada Yetimhanesinin tapusu nasıl verilmiştir? Bunun altında
Hükûmet kimlerle, nasıl bir pazarlık yapmıştır? Bunu öğrenmek istiyoruz.
Bir de Kıbrıs arazisinin
çok önemli bir kısmının Osmanlı vakıflarına ait olduğu bilinmektedir. Osmanlı
vakıflarının Kıbrıs’taki mülklerini takip etmeyi, onlara sahip çıkmayı
düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Son konuşmacı Sayın Tanal.
Buyurun.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Teşekkür ederim Başkan.
Değerli milletvekilleri,
hepinize iyi akşamlar.
ADİL KURT (Hakkâri) – Süre
bitmiş ya bize de verin…
BAŞKAN – Listede yoksunuz.
ADİL KURT (Hakkâri) – Hayır
Başkan, süre bitmiş, on dakika süre bitmiş, ya bize de verin ya Sayın Tanal’a
da vermeyin.
BAŞKAN – Hayır, alakası yok
efendim. Bir saniye, bir saniye efendim. Burada bir liste var, sırasıyla
gidiyoruz, Sayın Tanal çıkmış gözüküyordu, burada varmış, onun üzerine; başka
bir şey yok.
ADİL KURT (Hakkâri) – Sayın
Başkan, ya herkese verin ya on dakikada durdurun.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Ben özür dilerim eğer bir arkadaşımızın sırasını aldıysam sırayı verebilirim.
Kimsenin hakkına tecavüz etmeye niyetim yok, özür dilerim.
ADİL KURT (Hakkâri) –
Adaletli yönetecekseniz ya on dakikada…
BAŞKAN – Hayır, sırasıyla
gidiyoruz.
ADİL KURT (Hakkâri) – Bizim
de sorumuz var, biz de sormak istiyoruz.
BAŞKAN – Lütfen, lütfen
yani niye ayıralım ki?
Buyurun.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Peki, teşekkür ederim.
Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinize iyi geceler diliyorum.
Uydu yayını yapan
televizyonlardan alınan uydu ücreti tüm televizyonlar için eşit midir, nedir?
Bu ücretle ilgili listeyi alabilir miyiz, Meclise açıklayabilir misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Efendim, çok
teşekkür ediyorum.
Şimdi, Sayın Bakan, devam
edecek.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(İstanbul) – Sayın Başkanım, bilemeyiz ismi var mı, yok mu. Sayın Tanal’ın da
adı yoktu, “Sistemden çıktı.” dediniz, siz ona söz verdiniz. Vekiller hep
duyduk, tutanaklara bakın.
BAŞKAN – Hayır, efendim,
burada her ikinizin de daha evvel soru sormak üzere isim listeleriniz yok,
kusura bakmayın.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(İstanbul) – Öyle midir Başkan?
BAŞKAN – Lütfen, lütfen.
Sayın Bakanım, buyurun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sorulan sorulara kısa
kısa cevaplar vermeye çalışacağım.
Azınlık vakıflarıyla ilgili
bir soru vardı, “Ne kadar mal iade edildi?” diye. Şu ana kadar 181 taşınmazın
iadesi söz konusu oldu, 347 taşınmaz için kanun kapsamında olmadığından olumsuz
cevap verildi.
“Yurt içinde ve yurt
dışında vakıf envanteri çalışmaları nasıl gidiyor?” gibi bir soru vardı. “Kaç
kilise onarıldı?” gibi bir soru vardı. Yurt içinde vakıf envanteri aslında
tamamlanmış durumda. Protokol imzalanan ülkelerden Bosna-Hersek, Kosova,
Makedonya ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde envanter çıkarılma çalışmaları
ise devam ediyor. Kilise kapsamında 8 eser restore edildi, 3 eserin de
restorasyonu devam ediyor.
“Yurt içinde bulunan vakıf
eserlerinin restore edilmesi için yeterli ödenek var mıdır?” diye bir soru
vardı. Her yıl Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün bütçesinin yarısı restorasyonlara
ayrılmakta ve bugüne kadar sayısı 3.500’ü aşan eserin restorasyonu tamamlandı,
bu çalışmalar her yıl devam ediyor.
“II. Bayezid Külliyesi’nin
bir kısmının İstanbul’da bir başka üniversiteye tahsisi yapılacak mıdır,
değilse neden Trakya Üniversitesine tahsisi yapılmıyor?” gibi bir soru vardı.
Başka bir üniversiteye tahsisi şu ana kadar söz konusu değil, tahsisle ilgili
değerlendirmeler devam etmekte.
Yine “Bu vakıflarla ilgili
Lozan Anlaşması gereği mütekabiliyet neden uygulanmıyor?” gibi bir soru vardı.
Vakıflar Kanunu’nun 5’inci maddesine göre, sadece yeni vakıf kuruluşları için
mütekabiliyet söz konusu, diğer konularda mütekabiliyet bu yasal düzenlemede
söz konusu değil.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Lozan Barış Anlaşması’nda var Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Ankara) - Ekümeniklik konusuna gelince: Ekümeniklik, Patriğin kendi
inisiyatifiyle kullanmış olduğu bir sıfat. Bunun bizim kendi iç hukukumuzda
herhangi bir karşılığı söz konusu değil.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Niye müsaade ediyorsunuz kullanmasına Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Ankara) – Türk Tarih Kurumunun ve Türk Dil Kurumunun İş Bankasının
kârından aldığı hisseye gelecek olursak, 2010 yılı kârıyla ilgili rakam
82.657.378 lira. Bu, 15 Nisan tarihinde temettünün nemalandırılmış bakiyesinin
Türk Dil Kurumuna yatırılan miktarı; aynı miktar Türk Tarih Kurumuna da
yatırılmakta ve Genel Müdürlüğün hesaplarına aktarılmakta ve kabul edilen
bütçeye bu hesaplardan aktarılan tutarlarla kurumlar çalışmalarını yürütmekte.
Frekans ihalesine gelince:
“Eski kuruluşlara bir öncelik tanıyacak mısınız?” gibi bir soru vardı. Frekans
ihalesi 3 Mart 2012 tarihini takip eden bir yıl içerisinde yapılacak. İhaleye
girmek için bir yıllık tecrübe şartı arandığı için mevcut yayın kuruluşlarına
aslında bir ölçüde korunma getirilmiştir.
“Dizilerde kısıtlama
olduğunu düşünüyor musunuz?” diye bir soru vardı. RTÜK’ün kısıtlama şeklinde
bir yetkisi yok. Yayın kuruluşlarının editoriyal bağımsızlıkları var, yayın
planlamalarını da kendileri yapmakta ama RTÜK kendi hukuki çerçevesinde, kendi
hazırlamış olduğu ikincil düzenlemeler çerçevesinde her türlü denetim, gözetim
fonksiyonunu kuşkusuz yerine getirmekte.
“RTÜK dışında çalışan
geçici görevli var mıdır? Bunlar çifte maaş alıyor mudur?” gibi bir soru vardı.
Çifte maaş, biliyorsunuz, bu tür durumlarda söz konusu değil. Dolayısıyla, RTÜK
personeli dışarıda çalıştığı zaman çift, ikinci bir maaş almıyor. Şu anda,
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve çeşitli bakanlıklarda toplam 8 RTÜK personeli
çalışmakta.
“Meclis TV’de kaç kişi
çalışıyor?” sorusuna cevap olarak: Toplam şu anda 66 kişi Meclis TV’de görev
almakta, çalışmakta.
Kadına şiddetle ilgili bir
soru vardı ki, dün, aslında bu yine gündeme geldi ve cevabı da bir ölçüde
verildi ama şunu ben özellikle vurgulamak istiyorum: Biliyorsunuz, çok yakın
bir zaman öncesine kadar kadına şiddetle ilgili bizim herhangi bir istatistik
çalışmamız, güvenilir veriler yok idi. Bir Başbakanlık genelgesiyle kadına
şiddet olaylarının daha yakından takibi ve bunun istatistiğinin tutulması söz
konusu oldu. Dolayısıyla son zamanlardaki artış, gerçek olaylardaki artıştan
öte, daha önce istatistiğin olmaması fakat yeni dönemde istatistiğin
tutulmasının göstermiş olduğu bir artıştır. Bunun dışında bir şey değildir.
Bunun dışındaki sorulara
daha sonra, uygun görürseniz Sayın Başkanım, yazılı olarak cevap vereceğiz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
efendim.
Değerli milletvekilleri…
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(İstanbul) – Sayın Başkan, daha süre var.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul)
– Sayın Başkan, daha üç dakika var, üç dakika.
BAŞKAN – Peki, üç dakika
var; soruya devam edelim o zaman.
Sayın Öztürk, buyurun.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) –
Sayın Bakan, Türkiye’de TRT yayınlarını ve diğer televizyonların yayınlarını
takip ettiğimiz vakit, âdeta ailevi ilişkilerin, çarpık ilişkilerin arenası
hâline geldiğini görüyoruz.
RTÜK’ün bu noktada herhangi
bir tavrı yok mu veya bu konularla ilgili kendisini görevli saymıyor mu? Onu
öğrenmek istiyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Çınar, buyurun.
EMİN ÇINAR (Kastamonu) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
RTÜK için son derece önemli
olan Uluslararası İlişkiler Daire Başkanlığı yaklaşık yedi buçuk aydır boş
tutuluyor. Böyle bir makamın boş tutulması doğru mudur?
Saygılar sunarım.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Aydın…
OSMAN AYDIN (Aydın) – Sayın
Başkan, teşekkür ederim.
Basında yer alan birçok
haberden, TRT tarafından milyonlarca lira harcanarak yapılan birçok filmin veya
dizinin yayınlanmaya dahi gerek görülmediği anlaşılmaktadır. Fakir fukara,
garip gurebanın haklarından alınarak TRT’ye verilen bu kaynakların yanlış
kullanılmasına neden olan ilgililer hakkında Hükûmetinizce veya ilgili
Bakanlığımızca herhangi bir araştırma veya soruşturma yapılmış mıdır? Yapıldı
ise sonucu hakkında bilgi verir misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Bakan, cevap verecek
misiniz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Ankara) – Dizi filmlerde, kadının aşağılanması, kadına karşı şiddet
olayları… Bununla ilgili, 6112 sayılı Yasa’nın 8’inci maddesinin 1’inci
fıkrasının (s) bendine göre, “Yayın hizmetleri; toplumsal cinsiyet eşitliğine
ters düşen, kadınlara yönelik baskıları teşvik eden ve kadını istismar eden
programlar içeremez.” Söz konusu hüküm çerçevesinde, anılan programlar
denetlenmekte ve RTÜK tarafından müeyyide de uygulanmaktadır.
Bu, söz konusu daire
başkanlığıyla ilgili atamaların da en kısa zamanda yapılacağını düşünüyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri,
soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.
Şimdi sırasıyla ikinci
turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı
ayrı okutup oylarınıza sunacağım.
Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
42.01 – RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU
1.– Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2012 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
01 Genel
Kamu Hizmetleri 87.166.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 1.200.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
08 Dinlenme,
Kültür ve Din Hizmetleri 48.634.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 137.000.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2012 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Gelir cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
03 Teşebbüs
ve Mülkiyet Gelirleri 46.600.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
05 Diğer
Gelirler 90.400.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 137.000.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3984 sayılı Kanun’un 12’nci maddesine göre Radyo ve Televizyon Üst
Kurulunun 2012 yılı için merkez ve taşra teşkilatına ait kadro cetvelleri Plan
ve Bütçe Komisyonunda karar bağlanmıştır.
Şimdi, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun merkez teşkilatında 580,
taşra teşkilatında 90 olmak üzere, toplam 670 kadroyla ilgili kadro
cetvellerini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2012 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümleri ile kadro cetvelleri kabul edilmiştir.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2010 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.– Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 110.000.000.00
- Bütçe Gideri : 87.068.373.49
- İptal Edilen Ödenek : 22.931.626.51
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
B – C E T V E L İ
(TL)
- Bütçe Tahmini : 110.000.000.00
- Yılı Net Tahsilatı : 90.839.346.40
BAŞKAN – (B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2010 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü 2012 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.77 - BASIN YAYIN
ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.– Basın Yayın Enformasyon
Genel Müdürlüğü 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
01 Genel
Kamu Hizmetleri 9.290.500
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma
Hizmetleri 35.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 425.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
08 Dinlenme,
Kültür ve Din Hizmetleri 79.712.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir
TOPLAM 89.462.500
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü 2012 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü 2010 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.– Basın Yayın Enformasyon
Genel Müdürlüğü 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 86.523.010.00
- Bütçe Gideri : 84.890.355.01
- İptal Edilen Ödenek : 1.632.654.99
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü 2010 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.18 - VAKIFLAR GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ
1.– Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
01 Genel
Kamu Hizmetleri 22.535.500
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 6.115.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
07 Sağlık
Hizmetleri 528.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
08 Dinlenme,
Kültür ve Din Hizmetleri 310.314.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
10 Sosyal
Güvenlik ve Sosyal Yardım Hizmetleri 55.030.500
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 394.523.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gelir cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
KOD Açıklama (TL)
03 Teşebbüs
ve Mülkiyet Gelirleri 394.500.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Alınan
Bağış ve Yardımlar ile Özel Gelirler 1.000.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
05 Diğer
Gelirler 40.600.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
06 Sermaye
Gelirleri 34.900.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 471.000.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
2.– Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 563.701.806.28
- Bütçe Gideri : 360.221.670.29
- İptal Edilen Ödenek : 202.951.664.61
- Ertesi Yıla Devreden Ödenek : 528.471.38
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
B – C E T V E L İ
(TL)
- Bütçe Tahmini : 509.000.000.00
- Yılı Net Tahsilatı : 394.862.392.89
BAŞKAN – (B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu 2012 yılı merkezî
yönetim bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.02- ATATÜRK KÜLTÜR, DİL
VE TARİH YÜKSEK KURUMU BAŞKANLIĞI
1.– Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
01 Genel
Kamu Hizmetleri 7.099.800
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir..
03 Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 167.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir
08 Dinlenme,
Kültür ve Din Hizmetleri 734.200
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 8.001.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gelir cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
KOD Açıklama (TL)
03 Teşebbüs
ve Mülkiyet Gelirleri 2.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Alınan
Bağış ve Yardımlar ile Özel Gelir-ler 7.961.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
05 Diğer
Gelirler 38.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 8.001.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun kesin hesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Genel toplamları okutuyorum:
2.– Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN– (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 5.268.000.00
- Bütçe Gideri : 3.815.295.96
- İptal Edilen Ödenek : 1.452.704.04
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
B – C E T V E L İ
(TL)
- Bütçe Tahmini : 4.553.000.00
- Yılı Net Tahsilatı : 3.454.327.55
BAŞKAN – (B) cetvelini kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Atatürk Araştırma Merkezinin bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.03- ATATÜRK ARAŞTIRMA
MERKEZİ
1.– Atatürk Araştırma
Merkezi 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
08 Dinlenme,
Kültür ve Din Hizmetleri 2.393.000
BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 2.393.000
BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gelir cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
KOD Açıklama (TL)
03 Teşebbüs
ve Mülkiyet Gelirleri 180.000
BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Alınan
Bağış ve Yardımlar ile Özel Gelir-ler 2.213.000
BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 2.393.000
BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Atatürk Araştırma Merkezi 2010 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.– Atatürk Araştırma
Merkezi 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 2.873.800.00
- Bütçe Gideri : 2.466.215.20
- İptal Edilen Ödenek : 407.584.80
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
B – C E T V E L İ
(TL)
- Bütçe Tahmini : 2.384.000.00
- Yılı Net Tahsilatı : 2.458.474.73
BAŞKAN – (B) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Atatürk Araştırma Merkezi 2010 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Atatürk Kültür Merkezi 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.04- ATATÜRK KÜLTÜR
MERKEZİ
1.– Atatürk Kültür Merkezi
2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
08 Dinlenme,
Kültür ve Din Hizmetleri 3.169.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir...
TOPLAM 3.169.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gelir cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
KOD Açıklama (TL)
03 Teşebbüs
ve Mülkiyet Gelirleri 150.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Alınan
Bağış ve Yardımlar ile Özel Gelirler 3.019.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 3.169.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Atatürk Kültür Merkezi 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Atatürk Kültür Merkezi 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
2.– Atatürk Kültür Merkezi
2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 4.186.762.93
- Bütçe Gideri : 2.989.997.18
- İptal Edilen Ödenek : 1.196.765.75
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
B – C E T V E L İ
(TL)
- Bütçe Tahmini : 3.504.000.00
- Yılı Net Tahsilatı : 3.453.400.11
BAŞKAN – (B) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Atatürk Kültür Merkezi 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Türk Dil Kurumu 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.05- TÜRK DİL KURUMU
1.– Türk Dil Kurumu 2012
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
03 Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 220.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir..
08 Dinlenme,
Kültür ve Din Hizmetleri 13.605.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 13.825.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gelir cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
KOD Açıklama (TL)
03 Teşebbüs
ve Mülkiyet Gelirleri 99.112.000
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Alınan
Bağış ve Yardımlar ile Özel Gelirler 1.001.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
05 Diğer
Gelirler 34.887.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 135.000.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türk Dil Kurumu 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Türk Dil Kurumu 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
2.– Türk Dil Kurumu 2010
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 13.777.000.00
- Bütçe Gideri : 7.670.965.28
- İptal Edilen Ödenek : 6.106.034.72
BAŞKAN– (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
B – C E T V E L İ
(TL)
- Bütçe Tahmini : 117.000.000.00
- Yılı Net Tahsilatı : 100.616.945.80
BAŞKAN – (B) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Türk Dil Kurumu 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Türk Tarih Kurumu 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.06- TÜRK TARİH KURUMU
1.– Türk Tarih Kurumu 2012
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
KODU Açıklama (TL)
03 Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 250.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir..
08 Dinlenme,
Kültür ve Din Hizmetleri 6.561.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 6.811.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gelir cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
KOD Açıklama (TL)
03 Teşebbüs
ve Mülkiyet Gelirleri 85.469.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Alınan
Bağış ve Yardımlar ile Özel Gelir-ler 64.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
05 Diğer
Gelirler 34.467.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 120.000.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türk Tarih Kurumu 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Türk Tarih Kurumu 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
2.– Türk Tarih Kurumu 2010
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
A – C E T V E L İ
(TL)
- Toplam Ödenek : 8.562.307.00
- Bütçe Gideri : 6.515.190.15
- İptal Edilen Ödenek : 2.047.116.85
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
B – C E T V E L İ
(TL)
- Bütçe Tahmini : 123.000.000.00
- Yılı Net Tahsilatı : 97.092.303.71
BAŞKAN – (B) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Türk Tarih Kurumu 2010 yılı
merkezî yönetim kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğü,
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk
Kültür Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumunun 2012 yılı merkezî yönetim
bütçeleri ile 2010 yılı merkezî yönetim kesin hesapları kabul edilmiştir.
Hayırlı olmalarını temenni
ediyoruz.
Sayın milletvekilleri,
gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.
VI.- SEÇİMLER
A) Komisyonlarda Açık
Bulunan Üyeliklere Seçim
1.- Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
BAŞKAN - Avrupa Birliği
Uyum Komisyonunda boş bulunan ve Barış ve Demokrasi Partisi Grubuna düşen 1
üyelik için Van Milletvekili Nazmi Gür aday gösterilmiştir.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.- Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunda açık bulunan üyeliğe
seçim
BAŞKAN - Kadın Erkek Fırsat
Eşitliği Komisyonunda boş bulunan ve Barış ve Demokrasi Partisi Grubuna düşen 1
üyelik için İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel aday gösterilmiştir.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, on
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 00.27
YEDİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 00.44
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32’nci Birleşiminin Yedinci
Oturumunu açıyorum.
Alınan karar gereğince
gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler”
kısmına geçiyoruz.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın
İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) - İç
Tüzük gereği milletvekilleri kravat takmadan Genel Kurul salonuna giremezler.
BAŞKAN – Doğru.
MUHARREM İNCE (Yalova) - İç
Tüzük 56/1’i okuyorum: “Başkanlık kürsüsünde Başkan, beyaz kelebek kıravat ve
siyah yelek üstüne siyah fırak giyer.” Siz siyah yelek giymemişsiniz, İç
Tüzük’e uygun değil, görüşmeler sürdürülemez. Kıyafetiniz uygun değil, 56/1’e
göre uygun değil.
BAŞKAN – Şimdi, Sayın İnce,
bir saniyenizi rica edeyim.
Ben hep siyah yelek
giyiyordum biliyorsunuz, dediler ki: “Gündüzleri siyah, gece beyaz giyiliyor.”
onun üzerine beyaz yelek giydirdiler.
MUHARREM İNCE (Yalova) - İç
Tüzük’te böyle bir şey yok. İç Tüzük’e uygun değil. Yeleğinizi değiştirmeden
görüşmeler sürdürülemez.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, kadın Meclis Başkan Vekilleri de bu düzenlemede olmamasına rağmen
yaptığımızı biliyorsunuz.
BAŞKAN – Bir saniye… Evet.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(İstanbul) – Sayın Başkan, beyaz giyme söz olur!
BAŞKAN – Hayır, öyleyse
giyeriz efendim.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan, uygun değil, İç Tüzük’e uygun değil.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, uygun uygun.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Okur musun, okur musun.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, Genel Kurulun görüşüne baktığınız zaman uygun.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Hayır, okur musun “Siyah yelek.” diyor. İç Tüzük ihlalidir bu.
BAŞKAN – Var var, siyah
yelek var.
MUHARREM İNCE (Yalova) – İç
Tüzük’ün ihlalidir, yapamazsınız.
BAŞKAN – Beş dakika ara
veriyorum efendim, derhâl. (Alkışlar)
Kapanma Saati : 00.46
SEKİZİNCİ OTURUM
Açılma Saati:00.48
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32’nci Birleşiminin Sekizinci
Oturumunu açıyorum.
Alınan karar gereğince,
gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler”
kısmına geçiyoruz.
1’inci sıraya alınan, 24.11.2011
Tarihli ve 6250 Sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri
Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi
ile Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
3.- 24.11.2011 Tarihli ve 6250 Sayılı Sporda Şiddet ve
Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ve
Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha
Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Adalet Komisyonu Raporu (1/535)
(S. Sayısı: 103) (x) (xx)
BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde
Komisyon Raporu 103 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Kanunun tümü üzerinde
görüşmelere başlıyoruz.
Tümü üzerinde Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına Sırrı Süreyya Önder, İstanbul Milletvekili.
Buyurun efendim. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli üyeler; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ ve CHP sıralarından karşılıklı konuşmalar, gürültüler)
Sayın Başkan, lütfen
sükûneti…
BAŞKAN – Evet, buyurun
Sayın Önder.
NUREDDİN NEBATİ (İstanbul)
– Ayeti biliyor musun?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Ayeti biliyorum, biliyorum. Ayeti bilmez miyim? Ayeti biliyorum.
Ayet demişken, bari o cami tartışmasından başlayalım o zaman.
CHP de, AK PARTİ de büyük
bir bidata düştüler. Ben, kendim için değil, onlar için tasalanıyorum. İslam
bir tapınak dini değildir arkadaşlar, gönlünüzü Kâbe ederseniz her yer camidir.
Onun için, yıkılmış, yenisi yapılmış filan, bunlar üzerinden bir polemik
gereksizdir. Aslolan, sizin gönlünüzü bir camiye çevirmenizdir.
(x)
Kanun’un ilk görüşmeleri 23/11/2011 tarihli 22’nci ve 24/11/2011 tarihli
23’üncü birleşimlerde yapılmıştır.
(xx)
103 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Zaten, pek iyi idare
edildiği de söylenemez. Bu vesileyle -içimde bir ukdedir- Diyanete buradan bir
iki şey söylemek istiyorum. Allah’a inanıyorlar şüphesiz, amenna ve saddakna
ama Allah’a güvenmiyorlar. Bütün camilere alarm taktırmışlar, kapılarına demir,
pencerelerine demir yaptırmışlar. Bu, hiç olacak bir iş değil. Gerçekten,
olacak bir iş değil. Giderek, giderek… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Arkadaşlar, giderek…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) –
Allah’a inanmayanlardan koruyorlar.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Bırakın şeytana uysun, onun hesabını Allah görür. Bırakın uysun.
Gerçekten, bu…
Hiç başka ülkelerin
camilerinde gördünüz mü siz bunu? Arabistan’da gördünüz mü?
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) –
Kiliselerde var.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Evet, Hristiyanlıkta görebilirsiniz. O bir tapınak dinidir. Bizde
öyle değildir oysa. Orada sünnetullah konuşulur, orada toplanılır, günlük
istişareler yapılır. Bunu evinizde de yapabilirsiniz. Onun için tapınak dini
değildir. Ben hiçbir şeye saygısızlık etmeyecek kadar bu konuda rikkatli bir
insanım ama bu alarm meselesini Diyanet bir düşünsün derim yani. Ne gerek var?
Bir Necip Fazıl şiiriyle
başlamak istiyorum bu şike meselesine: “Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir
pul./Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa.” Önümüzdeki Yasa tam da böyle
bir taksimi yapıyor. Her türlü hırsızlığı, her türlü emek gaspını, zarafet
dışı, centilmenlik dışı her türlü eyleyişi öyle bir affediyoruz, öyle ince bir
düzenlemeler yapıyoruz ki sanki rahmetli Necip Fazıl bugünü görmüş de bunun
için söylemiş gibi. Kuzulara şah olsa böyle bir taksim yapamaz.
Şimdi, Sayın Canikli’nin
çok sık tekrarladığı bir tezi vardı, diyordu ki: “Eğer başlangıçta bu önerge oy
birliğiyle gelmeseydi bu yasa Mecliste zaten görüşülmezdi.” Bunda samimi
olduğunu kabul ediyorum, samimi olduğuna da inanıyorum, evet. Bu suça herkesi
iştirak etmeden burada bu riskin altına girmeye kimse cesaret edemezdi.
Yürümekte olan bir davada, oynanmakta olan bir müsabakanın yarısında kuralları
değiştirmek. Bu, herkesin kolay kolay göze alacağı bir şey değil.
Peki, buna inandık. Ondan
sonra ne oldu? Ondan sonra AK PARTİ’nin yarısı neredeyse bu işten firar etti.
Toparlamak için, toparlamak için… (AK PARTİ sıralarından “Söylemedik” sesi) Ben
öyle zannetmiyorum, söylediklerinizin kamuya yansıyan kısmı. Sayın Elitaş bile
Cumhurbaşkanının ilk açıklamasında “Cumhurbaşkanının sözünün üstüne söz
söylemek olmaz.” demişti. Sonra, Cumhurbaşkanının sözünün üstüne söz
söylenebilir olduğunu gördük.
Bizim derdimiz, bir
engelleme, uzatma, tavsatma falan değil. Biz ve siz… Sizden bunu sormaya
cesaret edenler var, cesaret edemeyenler var. O cesaret edemeyenlerin de namı
hesabına bir açıklama istiyoruz, niye? Bu kadar basit. Ne oldu da dün Sayın
Başbakanın “Böyle bir şey olmaz.” dediği, Sayın Arınç’ın başından beri karşı
çıktığı, Sayın Bakanın “Bu bizim teklifimiz değildir.” deyip arasına bir mesafe
koyduğu -ya da “Bu bizim teklifimiz değildir, yasa teklifidir...” Karıştırdıysam
bağışlasın- araya bir mesafe koyduğu işte, bu kadar iştahla, bu kadar coşkuyla,
bu kadar kararlılıkla bu Meclise defaatle getiriyorsunuz. Çok basit bir sorunun
cevabına bu görüşmeleri beş dakikada tadil edebiliriz. Niye? Buna bugüne kadar
hiçbir cevap verilemedi. Niye biliyor musunuz sayın vekiller? Bunu bizatihi
bihakkın savunanlar da burada kendi vicdanlarında bir cevap oluşturamıyorlar da
o sebepten.
Elinizi vicdanınıza koyun
“Ya, biz iyi bir şey yapıyoruz.” duygusu gerçekten, hem vallahi hem billahi
size geliyorsa, sözüne çok itimat ettiğimiz arkadaşlarımız var AK PARTİ’li
vekillerin içinde, tamamı diyeyim, birisi kalksın Allah için desin ki “Ya, biz
bunu vicdanımızda, arkadaş, gerçekten, bihakkın yarın öbür gün hem rûz’i
mahşerde hem çoluk çocuğumuza hem bu kutsal düzlemde bunun hesabını
verebiliriz.” desin, biz de hemen rücu edelim, gidelim, rahat bir uyku
uyuyalım. Şimdi, böyle bir şey yok.
Gelelim CHP’ye… Bir hakaret
etme kastım yok fakat sayın CHP’liler, çok safsınız. (AK PARTİ sıralarından
gülüşmeler) Kusura bakmayın, gerçekten çok safsınız. Bunu iyilik anlamında
söylüyorum, bir hakaret etme kastıyla ya da kelimenin olumsuz çağrışımı
anlamında değil. Şimdi, burada, alenileştirilmeyen her şeyi alenileştirmek
bizim işimiz. İçten içe diyorsunuz ki “Ya, dur hele, bu bir allem kallem, bu
yasa geçerse yarın öbür gün belki içeriden biz de vekillerimizi çıkartırız.”
(AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Niye gülüyorsunuz?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Gerçekten de gülünecek bir şey yok, gerçekten gülünecek bir şey
yok. Ben yerinizde olsam bu hâle ağlarım.
Şimdi, saflık burada.
Gerçekten belki zımnen size böyle şeyler söylenmiş ya da ima edilmiş olabilir.
İşte buradan söylüyorum rüyanızda görürsünüz. (AK PARTİ sıralarından
gülüşmeler) Bu zulüm, bu çifte standart, bu riyakârlık egemen olmaya başladıkça
çok kötü bir yola giriyoruz. Dün ak dediğinize bugün şartların hiçbirisi değişmeden
ve ikna edici bir tek cümle kurulmadan bugün kara demek, bunu diyen bir
zihniyetin yarın öbür gün haksızlığa uğramışlara, mazlumlara, mağdurlara
şefaatçi olmasını beklemek gerçekten saflıktan başka, iyi anlamıyla saflıktan
başka bir şey değil. Yapmayacaklar emin olabilirsiniz. Bu çark devam edecek. Bu
programlanmış. Bu iş bir müddet daha böyle devam edecek.
Tekrar Sayın Canikli’ye
sormak istiyorum: Peki Cumhurbaşkanının bu ülkede hiçbir kıymeti harbiyesi yok
mu arkadaş, Sayın Cumhurbaşkanının? Eyyamcılıkla mı suçlayacaksınız onu da?
Nitekim zımnen böyle ifadelerle suçlandı, itham edildi, ima edildi. Peki,
Grubunuzda bayrak çekenler oldu, istifa tehdidi, bunu Ergenekon’la işbirliğine
kadar vardırma. Hani bunu biz söylesek dara çekerdiniz bizi. E, sizin kendi
vekiliniz söylüyor. Üstelik bu konuda uzman olduğu gibi de bir iddiası var.
Üstelik sizin de bu uzmanlığına binaen buraya taşımış olduğunuz bir vakıa. E
peki, bütün bunlar kıymetsiz mi? O arkadaşımız bugün burada yok. Keşke burada
olsaydı. Keşke gazete gazete gezeceğine halkın kürsüsünde… Bakın, BDP’de bu
konuda görüş ayrılığı çıktı, açık yüreklilikle bunu beyan ettik, birbirimizi
bir şekilde ikna ettik, etmeyenler de kendi serbest iradeleriyle bu konuda
tavır alacaklar. Bunda ne beis var? Nedir yani?
YILDIRIM MEHMET RAMAZANOĞLU
(Kahramanmaraş) – Bu Yasa için mi aranızda ihtilaf çıktı?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) - Evet, bu Yasa için ihtilaf çıktı. Ayrıca, her konuda da aramızda
ihtilaf çıkabilir. Siyaset dediğiniz bir bölünme işidir zaten ama burada bir
hak meselesi var. Yani hak söz konusu olduğunda… Arkadaşlar, topluluklar iyi
duygular üzerine inşa edilirler ya da ortak iyilikler üzerine inşa edilirlerse
kaim olurlar.
Bakın, bir kere değinmenin
dışında hiç girmeyeceğim o meseleye. Çıkıp burada milletvekillerimizin durumundan,
orantısız KCK tutuklamalarından, artık, siyasetin bir imhaya varmış gözaltı
operasyonlarından falan hiç bahsetmeyeceğim, ayrı bir şey; ayrı değil ama ayrı
tutmak istiyorum, sırf sizin vicdanlarınıza hitap edebilmek adına ayrı tutmak
istiyorum. Onu başka bir zaman, başka bir vesileyle, her gün konuşuruz ama
burada bir hak gasbı var. Cumhurbaşkanı bunu görüyor, partinizin söylemeye
cesaret eden ve etmeyen arkadaşları… Bunu da olumsuz anlamda kullanmıyorum,
hepimiz parti gerçeğinden, örgüt disiplininden haberdar insanlarız.
Buna renk aşkı da demesin
Allah aşkına kimse. Renk dediğinin bir haysiyeti var ve bir pazar metaı
değildir. Bunun gerçekten en büyük örneğini Beşiktaş Çarşı Grubu göstermiştir.
Ben söyledim, millî takım dâhil hiçbir takımı tutmam, hiçbir yeşil sahanın içini
görmemişim ama bir hukuki, evrensel hukuki değerlerle ve bir asgari etikle,
ahlakla kendimi bağlı sayarım. Bunun için uzman olmaya da gerek yok, fazilet
deryası olmak da gerekmiyor. Sürece baktığımızda, vallahi ve billahi bu
suskunluk da buna delalet -ikidir yemin ediyorum- çünkü hiçbirimiz, hiçbiriniz
kalbinizden bunun vesvesesini atamıyorsunuz.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Dinlememiz demek her söylediğini kabul ediyoruz demek değil.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Eyvallah, elbette ki değil, elbette ki değil.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Oraya verme yani. Söyleyecek çok şey var.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Ama söylenecek çok şeyleri söylemek için zaten buradayız Sayın
Vekilim.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Tabii, öyle olması lazım.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Siz de bizden sonra gelir söylersiniz. Biz de bunu murat ediyoruz.
Aslında ikna edilmek istiyoruz yoksa farkındaysanız ne demagojiye sapacak,
tenezzül edecek bir tavrımız var ne de başka bir şey.
Bu neden meselesine bir
cevap istiyoruz. Bu göründüğünden çok daha fazla bir şeye tekabül ediyor.
“Aman, bunlar uslandılar. Zaten örgütlü organizasyondan da yargılanacaklar,
yarısı çıkacak, yarısı çıkmayacak.” falan gibi geçiştirilemeyecek bir şey var.
Bir Finlandiya halk masalı
vardır. Onur, bulut ve güneş bir araya gelmişler, saklambaç oynamaya karar
vermişler. Her biri bir yere saklanmış. Güneşi gitmişler bir dağın arkasında
gurup ederken bulmuşlar, rüzgârı bir derin koyakta bulmuşlar, onuru
bulamamışlar. Yenilgiyi kabul etmişler “Hadi, neredeysen çık ortaya.” demişler.
“Ben bir kez kayboldum mu bir daha bulunamam.” diye bir ses gelmiş.
Burada gidecek olan bir
onurdur yani emeğin onuru, başkalarının hakkı. Gasp edilen sizinki değil ki bol
keseden cömertlik edesiniz. Aslında tam sizin cömertlik edeceğiniz meselelerde
kenar duruyorsunuz. Başkasının namı hesabına, atıyorum, belki Sivasspor
şampiyon olacaktı -anlamadığım için- belki Bursa olacaktı, belki Bursa oldu
bilmiyorum kimin şampiyon olduğunu da ama her kim ise bu allem kullem buna mâni
oldu.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Bilirsin, bilirsin…
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Vallahi bilmiyorum Aslanoğlu, bilmiyorum.
Onun için bir başkasının
gasp edilmiş hakkı üzerine ahkâm kurmak bizim işimiz değildir. Kısas
geleneğinden gelen insanlarsınız ya da aşinalığınız var. Siz onun ne olduğunu
sayın vekilim yanınızdaki vekile sorsanız size anlatır, o değilse, arkanızdaki.
Şimdi, olay şu: Devlete
karşı işlenmiş suçlar, bakın, bu Meclisin konusudur. Burada her türlü
alicenaplık anlaşılır çünkü dersiniz ki: Burası devletin kristalize olmuş en
üst temsiliyet organı. A, biz bunda şu selameti gördük, şöyle bir aydınlığa
götürür bizi, bu vesileyle bu kararı aldık. Bu sizin hakkınız, yetkiniz ve
haddinizdir ama başkasının gasbedilen hakları üzerinden sizin alelusul, şaltere
bağlamış gibi, bir indir, bir kaldır, olmadı bir daha getir falan, bunlar bizim
ne hakkımız ne haddimiz. Başkasının emeği ve hakkı üzerinden burada alicenaplık
yapmak bizim işimiz olmamalı. Biz vidanjör değiliz, haşa. Niye başkalarının
pisliğini temizleyelim?
Soruyorum size, elinizi
vicdanınıza koyun, kanayan bir yarası var bu memleketin. Biliyoruz, bir savaş
sürüp gidiyor, adına ister “terörizm” deyin, ister “çatışma” deyin ister “düşük
yoğunluklu iç savaş” deyin ister “savaş” deyin ister “münakaşa” deyin. Peki,
elimizi vicdanımıza koyup soralım: Hiç bu konuda 2 kere yasa getirmek
gayretkeşliğine girdik mi? Her gün Kürt, Türk evlatlarımız telef olup gidiyor.
Bu, bizi, bu kadar seferber edebildi mi? Bunun verilecek bir cevabı var mı
bizde? Büyüklerimiz her şeyi bizden daha iyi düşünür. Limanına demir atmışız,
bu konuda hiçbir şekilde seferber olmuyoruz ama ne hikmetse nalla mıhın
arasında bu Şike Yasası’nı temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp buraya getiriyoruz.
Büyüklerimiz bizden daha iyi düşünür demişken, niye bu futboldan gelen
arkadaşımızı bir kere biz bu konuda fikrini beyan ederken görmedik, benim gibi
avamlara bu konuda konuşmak düşüyor? Merak ediyorum gerçekten, mesela, Hakan
Şükür bu konuda ne düşünüyor? Çıkıp burada iki kelam etse meselenin içinden gelen
birisi olarak. Burada, lobiler cirit atıyor. Bizim kendi vekilimiz var.
Ehlivukufsa ondan daha iyi bilen var mı? Ahlakından şüphe etmediğimiz,
karakterinden şüphe etmediğimiz, has, halis bir kardeşimiz, gelip “Yahu,
ağalar, beyler, belki, siz şu konuda yanlış düşünüyorsunuz, o işin aslı şu
değil, bu.” diyebilir.
Sözlerimi bağlayayım. Sayın
Canikli böyle bir mutabakatı gerekçe saymıştı. Bakın, hiç tezviratlara da
girmiyorum, iddianamelerde adı geçen vekiller falan bahsine hiç girmiyorum.
Böyle bir mutabakattan bahsetmişti. Bu mutabakat parça pinçik olmuştur, kırk
yerinden çatlamış, etrafa saçılmıştır. Bir tarafında Cumhurbaşkanı var, BDP
var, AK PARTİ’li bazı milletvekilleri var, Çok Saygıdeğer Sayın Bülent Arınç
var, bir tarafta da belli ki Sayın Başbakanın iradesi var, arada da “Biz bunun
hesabını vicdanımıza nasıl vereceğiz?” diyen bir iktidar partisi ve kendi
vekillerinin de belki bir şefaatle, bu vesileyle oradan çıkacağını uman ana
muhalefet partisi var. Protokol meselesindeki performansı şike meselesinden
sonra yapacaklarının işaretidir.
Gelin, daha fazla polemiğe
dökmeden, gelin, bu yasada şöyle bir şey yapalım: Belki isim isim yoklama,
belki gerçekten “kabul edenler, etmeyenler” bahsine girmeden net bir oylama
yapalım ama belli olsun arkadaş. Yarın, öbür gün “Ya, ben o arada elimi
kaldırmamıştım, oylamaya gelmemiştim.” bilmem ne, bunlara gerek yok. Gelin,
böyle yapalım, böyle yapacaksak isim isim, biz de bu süreci fazla uzatmayalım,
yarın da bütçe çalışması var. Derdimiz bağcıyı dövmek değil, bahçeyi talan
etmek de değil.
Hepinizi bütün saygı ve
hürmetimle selamlıyorum. Fazla amacını aşan şeyler olduysa özür diliyorum.
Kastım hiç kimseye ve hiçbir şeye saygısızlık yapmak değildi, gerçekten hulûsi
kalple içimden geleni söyledim.
Teşekkürler, saygılar
arkadaşlar. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Önder.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Önder, açık oylama önergesi vereceğiz yani herkesin oyu belli olacak.
BAŞKAN – Değerli
milletvekilleri, tasarının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Ali Uzunırmak, Aydın Milletvekilimiz.
Buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Cumhurbaşkanının
veto ettiği Sporda Şiddet ve Düzensizliği Önlemeyi Düzenleyen Kanun’da değişiklik
yapan metin üzerinde grubum adına söz aldım. Hepinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
önce 6222 nasıl hazırlandı, nasıl geldi, bunun üzerinde sizleri kısaca
bilgilendirerek, çok belki yirmi dakikayı da kullanmadan bazı konuları mülahaza
etmek istiyorum çünkü çok geniş bir bilgi kirliliği var.
Bu bilgi kirliliği neden
kaynaklanıyor? Bir: Elbette ki çok büyük ekonomik rantların ve sosyal
statülerin oluşturulduğu, tartışıldığı ve paylaşıldığı bir alan, bir dünya.
Dolayısıyla, taraflar var, takımların taraftarlıkları var, bu taraftarlık
anlayışı içerisinde rakiplerini sıkıştırmış olmanın verdiği, rekabet etmenin
farklı bir boyutunda olayı algılama ve fırsat düşkünlüğü var. Bunun yanında
bilgisizlik var, inanmak istediği gibi sektörün içinde olmadan sektörle
alakalı, sektörün başka alanlarına bağlantılar tutarak, Türkiye'deki ve
dünyadaki konumu ve hedefi belli olmadan yapılan konuşmalar var.
Hedefi belli olmadan
yapılan konuşmalardan kastım ne? Spor dünyasını, Türkiye'deki ve dünyadaki etkinliklerini,
büyüklüğünü duygularla karıştırarak, sporun hedeflerini evrensel anlayışlarını,
kurumsallaşmasını, bu dünyayı tanımadan, kendi dünyamız içerisinde bir rol
biçmeye kalktığımızda elbette ki kişisel değerlendirmeler yanlış bilgilenmeye
götürecektir. Bunların önüne geçmek için ben konuyu yakından bilen ve
ilgilenen, geçmişi olan birisi olarak sizlerle bazı şeyleri paylaşmak
istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
6222 sayılı Kanun, kamuoyunda konuşulduğu gibi Kulüpler Birliğinin teklifi
falan değildir, esas fonksiyon Türkiye Futbol Federasyonunun olmuştur o yasa
çıkarken. İşte “Bütün kulüpler imza attı.”, “Bütün kulüpler biliyordu.” falan
gibi birtakım argümanlar o sürecin içerisinde olmayan ve yanlış bilgi sahibi
olan, kamuoyunu da yanlış bilgilendiren arkadaşlarımızın söylemleridir.
Teklifte etkin olan esas kurum o günün Türkiye Futbol Federasyonudur. Tabii ki,
Kulüpler Birliği olarak spor içerisindeki etkin insanlar, değerli
milletvekilleri, işte o zaman okumadılar, kabul ettiler, kabul etmediler…
Elbette ki insanlar hata yapabilir. O hatalar hepimize şamildir. Önemli olan
hatalardan dönmektir. Dolayısıyla, şikeyle veya başka konuyla ilgili verilecek
olan cezaya hiçbir kimse, bir kulüp başkanı, hele o atmosfer içerisinde
şiddetle ilgili yasalarda “Ben bu cezayı fazla görüyorum, işte bu ceza şu kadar
olsun.” falan deme cesaretini gösteremez değerli arkadaşlar. Öyle bir argümanı
da söyleyemez. Söylemesi de mümkün değil. Hemen diyecekler ki: “Haa, o zaman bu
şikeci.” Bunu hepimiz yaşıyoruz beraber. İşte, ona karşı çıkmak, cezanın yüksek
olmasını savunmak sanki şikeyi önlemek gibi veya şikeci olmadığını ispatlamak
gibi bir psikolojinin içerisinde kanun yapma tekniğinin de kabul edilebilir
olması mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri,
her şeyden önce teklifin, 6222’nin gelişi bu şekildedir. 6222’nin, biz
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak da çok acele çıktığını, doğru
tartışılmadığını hatta 2005 yılında Şiddeti Araştırma Komisyonunun
raporlarının, 2011 yılındaki yine Şiddet ve Düzensizliği Araştırma, Spor
Kulüplerinin Sorunlarını Araştırma Komisyonunun raporunun beklenmeden, dikkate
alınmadan bu yasanın çıkmasının sağlıklı olmayacağını, bu yasanın doğru
olmadığını savundum ve bugün de savunuyorum ve ben ve grubum bu meselelere
bakarken bir projeksiyon olarak, bir vizyon, bir misyon olarak Türk sporuna
bakıyoruz ve kökten çözümler peşinde olarak bir çözüme bakıyoruz.
Dolayısıyla, değerli
arkadaşlar, siz eğer sporun evrensel değerleri, evrensel hukuku açısından,
evrensel, kurumsal yapıları açısından düzenlerken adli cezaları esas alırsanız
spora en büyük kötülüğü yaparsınız. Bunu ben her zaman savunuyorum ve savunmaya
devam edeceğim.
Sporla ilgili yönetimlerde
hiçbir zaman adli cezaların yüksekliği ve adli cezalar esas olmamalıdır. Sporu
spor yönetmelidir ve sporda tali cezalar, destekleyici cezalar adli cezalar
olmalıdır, esas cezalar sportif cezalar olmalıdır.
Bundan meramım, bundan
kastım nedir? Eğer, nasıl ki bir zamanlar Türkiye’de ekonomik suçlara ekonomik
ceza gibi bir düşünce sistematiği gelişmiş ve doğru da kabul edilebilecekse,
sporda da sportif cezalar esas olmalıdır. Adli yasalarla, ceza yasalarıyla siz
tali olarak birtakım düzenlemeler yapabilirsiniz, yapmalısınız. Ama bunun
yanında esas olarak, talimatnamelerle, yönetmeliklerle sportif cezalara ağırlık
verilmelidir. Sayın Bakana bunu Adalet Komisyonunda da söyledim. Spor
mahkemeleri bir an önce kurulmalı. Bunun yanında, federasyonlara
yönetmeliklerinde ve talimatnamelerinde mutlaka sportif cezaları ve sportif
ceza kurullarına ve tahkim gibi birtakım kurullar -ki Anayasa’mızda değişiklik
yaptık, sporda tahkimi- ve bunlar geliştirilmeli. Spor bu şekilde kurumsal bir
yapıya dönüştürülmeli ve spor kurumsal bir yapıyla yönetilmeli. Eğer bu mantık
içerisinde bir bütüncül olarak spora bakmazsanız Türk sporu dünyadaki rekabet
gücünü kaybeder. İşte, o zaman, bizi felaketler beklemektedir çünkü spor,
direkt ve dolaylı etkileriyle, tartışmalara göre 4 ve 5’inci sırada ekonomik
büyüklüğe ulaşmış bir sektördür dünyada. Türkiye, bu sektörde layık olduğu yere
gelebilmek için bu düzenlemeleri, bu projeksiyonları, objektif ve dünyadaki
sportif kurum ve kurallarla bu meselelere çözüm aramalıdır. Dolayısıyla, 6222,
bu noktada, acele ve eksik çıkmıştı.
Sayın Cumhurbaşkanımızın
veto gerekçelerine baktığımızda… 6250’yi de biz burada tartışırken ben, gene,
aynı meale yakın konuşmalar yaptım, gene, acele çıktığını ve bunda da
yanlışların olabileceğini, tartışılabileceğini söyledim ve Sayın
Cumhurbaşkanımızın veto gerekçelerine baktığımızda, zaten birçok şeyi görmek
mümkün değerli arkadaşlar.
Tabii, burada, hemen şu
rezervi koymak istiyorum: Bu kadar tartışmaların olduğu Türkiye’de, maalesef
değerli arkadaşlar, çoğunluğa dayalı güvenerek çıkarılan bu yasaların eksik ve
yanlış çıktığını görmemiz gerekiyor. “Bir musibet bin nasihatten iyidir.” cümlesinden
yola çıkarak bizim, hiç olmazsa AKP çoğunluğunun, bundan sonraki yasaları daha
dikkatli çıkartması için, muhalefetle beraber hareket etmesi gerektiği, burada
“Virgülüne dahi dokundurmadan geçireceğiz.” mantığının terk edilmesi
gerektiğini burada yaşamamız ve bilmemiz gerekiyor. Zaten, hep, bugüne kadar,
karşıtlıklardan beslenerek, uyumsuzluklardan beslenerek AKP geldi.
Değerli arkadaşlar, bu veto
gerekçesinde iki endişe taşınmaktadır:
1) Sayın Cumhurbaşkanımız,
yarınlarda, acaba siyasi bir manevra alanı açmak için mi bu yasayı veto
etmiştir? Bu, çok keskin bir kanaate dönüşmüştür.
2) Sayın Cumhurbaşkanımız,
acaba bu yasayı veto ederken hâlen daha AKP’yle bir duygusal bağ içerisinde
iktidarı ve muhalefeti toplumda beraber kucaklama endişesiyle mi bu yasayı veto
etmiştir, toplumdaki kanaatlerin hepsini kucaklayabilmek için? Bu da toplumda
keskin bir kanaattir.
Değerli milletvekilleri,
bir Türk milliyetçisi olarak, devleti ebet müddeti savunan, ömrünü buna
vakfetmiş bir milletvekili olarak sizlerle bir şey paylaşmak istiyorum.
Bayrağımızı arabasında taşıyan üç makam vardır, bunlardan birisi
Cumhurbaşkanlığıdır, ikincisi büyükelçiliklerdir, üçüncüsü valiliklerimizdir.
Bunun bir anlamının olması gerekir. Cumhurbaşkanlığı, büyükelçilikler ve
valilikler eğer araçlarında Türkiye Cumhuriyeti’nin Bayrağı’nı taşıyorlarsa bu
makamlar bu milletin, bu cumhurun makamlarıdır anlamına gelir, bir partinin,
bir siyasi görüşün, bir siyasi düşüncenin makamı olmaktan uzaklaşması gerekir.
Eğer, hâlen çok saygı duyduğum Cumhurbaşkanlığı makamında bu endişelerimizi
söylediğimiz argümanlarla birtakım vetolar ve onaylar yapılıyorsa bundan üzüntü
duyacağımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakın, Sayın Cumhurbaşkanımız veto
gerekçesinde ne diyor? Kırgızistan seyahatinden önce, yasanın ilk uygulanacağı
dönemde değişikliğe uğramasının yasanın dikkatli bir şekilde incelenmesi
gerekliliğini gösterdiğini belirten Gül: "Açıkçası bu yasa ile ilgili
rahatsızlığım var, çünkü altı ay önce çıkmış olan bir yasanın daha düzgün
çıkması gerekirdi." Yani altı ay önce çıkan yasa 6222; 6222’nin düzgün
çıkmadığını Sayın Cumhurbaşkanımız kendisi beyan ediyor. Sayın Cumhurbaşkanım
niye onayladın o zaman 6222’yi? Peki, Sayın Cumhurbaşkanımız ölçülülük ve
caydırıcılık, süren soruşturmalara etkisi açısından ve kişiye yönelik bir yasa
çıkarmanın endişesinden bahsediyor.
Değerli milletvekilleri,
eğer bu ülkede süren soruşturmaları etkilemesi düşünülüyorsa bir yasa çıkarken
bu Meclisin tatil etmesi lazım kendisini, çünkü hayat devam ediyor. Hayat devam
ederken biz yasaları çıkartıyoruz. Çıkan yasalar, mutlaka birilerini, süren
soruşturmaları, kesinleşmiş cezaları etkileyecektir. Bundan imtina etmemiz
mümkün değil. O zaman ilan edeceğiz, “On sene şu faaliyeti göstermeyin, biz o
alanla ilgili bir yasa çıkartacağız.” diyeceğiz, o zaman kesintiye uğramayacak
bu işler.
Tabii, süren
soruşturmalarla ilgili şunu da ben sizlerle paylaşmak istiyorum: Burada AKP
çoğunluğuna dayalı birçok yasa değişiklikleri yapıldı süren soruşturmaları
etkileyecek. Görevi kötüye kullanmayı burada AKP çoğunluğu geçirdi. Peki, o
zaman süren soruşturmaları etkilemedi mi bu yasa? Kişiye dönük yasa çıkartma,
Allah rahmet eylesin, bugünkü bazı arkadaşlarımıza nazaran çok daha millîydi,
rahmetli Erbakan Hoca için af çıkmadı mı bu memlekette, Erbakan Hoca için bu
memlekette yasa çıkmadı mı değerli arkadaşlar? Sayın Cumhurbaşkanımız bunları
onaylamadı mı? Ha, bunları onaylamış olması demek, böyle bir yasa çıktığı zaman
bu onaylamayı sürekli hâle getirsin anlamında bunları kullanmıyorum, tasvip
ettiğim anlamında kullanmıyorum ama gerekçeyle, yapılışla, yapmak
istediğinizle, yapmanız gerekenle çelişki olduğunda, bir çıkış aradığınızda bu
gerekçeler bizlere inandırıcı gelmemektedir.
Dolayısıyla, burada olayı
kişiselleştirmeden bir başka meseleyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Değerli
milletvekilleri, milletvekillerinin konuşma alanları en başta Genel Kurul
salonudur, ihtisas komisyonlarıdır. İhtisas komisyonlarında ve Genel Kurul salonunda
isterlerse grupları adına, isterlerse şahısları adına, isterlerse önergeler
vererek sayın milletvekilleri konuşma fırsatı bulabilir ve düşüncelerini
açıklayabilir. Bir televizyon programında, şahsıma dönük, hiç de muhatap
olamayacağım şekilde bir ithamla karşılaştım. Güya “Bu yasanın sorumlusu Ali
Uzunırmak’tır, Yıldırım Demirören’i, mihmandarlık yaparak Mecliste bütün
grupları gezdirmiştir.” gibi Sayın Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar Bey’in
bazı beyanları oldu televizyonda açık, TV 8’de.
Değerli milletvekilleri,
ben spor camiasının içinden gelen birisiyim. Fenerbahçe’nin şu andaki
Başkanlığını yürüten Sayın Özdemir benim üniversite yıllarında okulda
asistanımdır. Yıldırım Demirören, ben Beşiktaş’ın kongre delegesiyim, benim
Kulüp Başkanımdır, dostumdur. Kayseri, Recep Mamur Başkan benim dostumdur.
İlhan Cavcav Bey, Gençler Birliği Başkanı, benim dostumdur. Hatta Gaziantep’in
Başkanı İbrahim Kızıl Bey benim dostumdur ve bize bu arkadaşlarımız gelirken bu
diyaloglardan dolayı Kulüpler Birliği Vakfı olarak gelmişlerdir. Sayın
Demirören Kulüpler Birliği Vakfının Başkanıdır ve ben sadece Milliyetçi Hareket
Partisi Grubunda kendilerine eşlik ettim. AKP Grubunda, CHP Grubunda, BDP
Grubundaki ziyaretlerinde ben yokum ve bir sayın milletvekilinin televizyonda
bu tür konuşmalarını çok yadırgadım, kendisinden rica ettim medeni bir şekilde,
“Sayın Milletvekilim, böyle bir yanlış bilgi var sizde, yanlış anlaşılma var,
bunu düzeltmenizi rica ediyorum.” dedim ve bugüne kadar bekledim Sayın
Tayyar’ın düzeltmesini. Eğer televizyonlarda düzeltmiş olsaydı ben bugün bu
Genel Kurulda bu konuşmayı yapmazdım ama bugün bu Genel Kurulda bu konuşmayı
yapıyorum. Ne konuştuğumu da iyi bilen birisiyim. Sayın Şamil Tayyar savcılığı
bıraksın, gazeteciliği bıraksın, milletvekili olduğunun farkına varsın, Genel
Kurulda konuşsun, komisyonlarda konuşsun. Öyle…
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) –
Ona sen mi karar vereceksin?
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) –
Sen de avukatlığa soyunma oradan, Şamil Tayyar gelsin konuşsun, avukatlık
yapma, sana da cevabı veririm, hiç merak etme.
Dolayısıyla, değerli
milletvekilleri, bu düzenleme Türk sporu için adli cezaların destek ceza olarak
görülmesi, esas düzenlemelerin federasyonlara baskı yapılarak, federasyonlarla
görüşülerek sportif cezalara döndürülmesinin bir başlangıcı olmalıdır.
Değerli milletvekilleri,
şike elbette ki emek hırsızlığıdır ama bu soruşturmanın safahatını
düşündüğümüzde de çeşitli soru işaretleri doludur. Nisanda kanun çıktı, mayısta
ligler bitti. Mayısta ligler bitmezden önce şike takibinde ilk şikede eğer
suçlular yakalansa ondan sonraki şike devam etmeyecek, belki şampiyonluk farklı
bir takımın olacak ama ondan sonraki şikenin devam etmesine âdeta fırsat
tanınmıştır; o yetmemiş, soruşturma 3 Temmuzdan, seçimlerden sonraya
bırakılmıştır; ondan sonra, federasyon seçimlerinden sonraya bırakılmıştır ve
federasyon da bugün kucağında saatli bir bomba bulmuştur. Dolayısıyla, bu
saatli bomba içerisinde federasyon da birtakım çelişkilerin içerisindedir.
İşte, UEFA’daki Komiser
Cornu’dan tutun başkalarına varıncaya kadar bazı soruşturmalarla,
araştırmalarla ilgili âdeta Türkiye’de bunları hiç kimse üstlenmek istememekte
ve uluslararası bir şahit tutularak, bir mesul tutularak Türkiye’de âdeta
mesuliyetten kurtulma çabası sürmektedir. Bunlar Türk sporuna ve Türk
yöneticisine yakışmayan davranışlardır.
Doğruca, dürüstçe,
kendinden emin bir şekilde, ister ceza hâkimleri isterse spor kulüp
yöneticileri isterse spor organizasyonlarının yöneticileri mesuliyetleri
üstlerine alarak bu meseleleri çözmelidir diyorum ve düzenlemenin mutlaka ve
mutlaka, söylediğim gibi, adli cezaları tali, sportif cezaları esas alan konuma
gelmesini gerektiğini savunuyorum.
Yılda 1 milyon dolara
sözleşme imzalayan bir futbolcu, beş yıl ceza alacağını öngördüğünüz zaman 5
milyon dolardan vazgeçip 50 bin liralık şikeye tevessül etmez. Bir Sivas maçı
için de milyon dolarlarla şike yapılmaz değerli arkadaşlar. Piyasayı, kuralları
ve işleyişi bilerek yasaları çıkarırsak ülkeye doğru hizmet etmiş oluruz.
Hepinize en derin
saygılarımı sunuyorum ve hayırlı akşamlar diliyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın
Uzunırmak.
Geneli üzerinde üçüncü söz,
Aydın Milletvekili Sayın Bülent Tezcan Cumhuriyet Halk Partisi. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA BÜLENT
TEZCAN (Aydın) – Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
Sayın Cumhurbaşkanı tarafından bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilen
6222 sayılı Yasa’da değişiklik yapılmasına dair 6250 sayılı Yasa daha önce
burada görüşülmüştü. O görüşmeler sırasında burada uzun uzun maddeler üzerinde
ve tümü üzerinde konuşmalar yapıldı. Aşağı yukarı sayın Genel Kurulun bu
konudaki iradesi orada şekillendi, ortaya çıktı ve 6250 sayılı Yasa burada
kabul edilerek kanunlaştı, ancak son işlem Cumhurbaşkanlığının, Sayın
Cumhurbaşkanının onama aşamasında süreç tamamlanmadı ve tekrar geldi. Adalet
Komisyonunda dün görüşüldü ve bugün de Genel Kurul gündemine geldi.
Değerli arkadaşlar, konuyla
ilgili -tekrar ediyorum- daha önce uzun uzun konuşuldu. Burada sanıyorum ilginç
olan ve iki günden bu yana kamuoyunu yoğun biçimde meşgul eden nokta, Sayın
Cumhurbaşkanının bu yasayı tekrar görüşülmek üzere veto edip Meclise geri
göndermesidir. Tabii, bundan önceki yasalarda da aynı şekilde benzer
uygulamalar olmuş olsaydı bu kadar gündemi işgal etmeyecekti herhâlde.
Değerli arkadaşlar, bunu
anlamakta herhâlde zorlanıyor olmamız oldukça normal. Bakın, Sayın
Cumhurbaşkanımız Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, Türkiye’de çok önemli, hatta
ulusal çıkarlarımız açısından çok önemli temel kanunlar buradan -hem de
mutabakatla değil, sadece Adalet ve Kalkınma Partisinin, iktidar partisinin
oylarıyla- çıkıp önüne gönderildiğinde, kamuoyunda uzun uzun tartışıldığında,
“Bakın, bu onanırsa Türkiye'nin ulusal çıkarları şu ölçüde ciddi biçimde zarar
görür.” diye tartışıldığında, “Sayın Cumhurbaşkanı, siz son makamsınız,
onaylamayın, bir kere daha Meclise gönderin.” dendiğinde, her ne hikmetse Sayın
Cumhurbaşkanımız bu feryatlara bugüne kadar kulak vermemişti.
Bakın, mayınlı araziler
meselesini hatırlayın. Mayınlı arazilerin yabancılara peşkeş çekilmesiyle
ilgili yasa bu şekilde buna tam da örnek olacak bir yasadır, daha sonra Anayasa
Mahkemesi tarafından iptal edildi. O yasada aynı duyarlılığı beklerdik Sayın Cumhurbaşkanından,
Cumhurbaşkanlığı makamından; olmadı. Çok uzağa gitmiyorum, çok örnekleri var
maalesef -maalesef çok örnekleri var ama çok uzağa gitmiyorum- yakın zamanda;
12 Haziran seçimlerinin hemen öncesinde bu Meclis bir yetki kanunu çıkardı
arkadaşlar, Anayasa’nın 91’inci maddesine göre kanun hükmünde kararname çıkarma
konusunda bir yetki kanunu çıkardı.
Değerli arkadaşlar,
Anayasa’nın Üçüncü Kısım Birinci Bölümü devletin organlarını sayarken “yasama
organı” der, Türkiye Büyük Millet Meclisini “yasama organı” diye tarif eder.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasama görevi dışında bir de denetim görevi vardır
ama temel görevi yasama görevidir. Yasama görevi devredilemez bir yetkidir,
devredilemez bir görevdir, devredilemez bir haktır. İstisnai olarak,
Anayasa’nın 91’inci maddesinde kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi
tanınmıştır ama istisnai durumlarda, acele hâllerde ve kısa sürede
sonuçlandırılmak üzere.
Değerli arkadaşlar, 12
Haziran seçimleri öncesinde, bir yetki kanunuyla bütün bir devlet düzenini
yeniden şekillendirme imkânı verdi Türkiye Büyük Millet Meclisinin AKP
çoğunluğu, tamamı değil. Türkiye Büyük Millet Meclisinin AKP çoğunluğu, bütün
bir devlet düzenini yeniden şekillendirme yetkisi verdi. Kime? Hükûmete. Ne
zaman? Seçimlerin hemen öncesinde.
Değerli arkadaşlar, oturup
düşünmek lazım. Seçimlerin hemen öncesinde bu acele niyeydi? Bakın, bununla
Adalet Bakanlığıyla ilgili düzenleme yapıldı, Bayındırlık Bakanlığıyla ilgili
düzenleme yapıldı, birçok yeni bakanlık tesis edildi, bakanlıklar bölündü,
bakanlıklar kuruldu, il müdürleri, daire müdürleri belirsiz bir şekilde “Benim
durumum ne olacak?” diye aylarca bekledi. Bu, bütün devlet sisteminde
kadrolaşmanın aracı hâline getirildi.
Değerli arkadaşlar, bir
devlet düzeni topyekûn kanun hükmünde kararnameyle şekillendirilemez. Bu,
doğrudan doğruya yasama yetkisinin devridir. Bu, doğrudan doğruya… (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BÜLENT TURAN (İstanbul) –
Şikeye gel, şikeye.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul)
– Spora gel.
BÜLENT TEZCAN (Devamla) –
Hiç rahatsız olmayın. Sizin yetkinizi hatırlatıyorum. Sizin yetkinizi
hatırlatıyorum. Kıskançlıkla elinizde tutmanız gereken yetkinizi
hatırlatıyorum, hiç rahatsız olmayın.
Değerli arkadaşlar, bir
devlet düzeni…
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) –
Yasayla ne alakası var?
BÜLENT TEZCAN (Devamla) –
Alakasını göreceksiniz yasayla. Neyi görüşüyoruz, göreceksiniz şimdi. Bir
devlet düzeni tepeden tırnağa Hükûmetin eline bu şekliyle devredilemez. Bu,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin “Ben yasama yetkisini kullanmaktan feragat
ediyorum.” demesidir, başka bir anlam taşımaz. Şimdi şuraya geleceğim “Ne
ilgisi var?” diyorsunuz, oraya geliyorum.
Değerli arkadaşlarım, hadi,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde iktidar çoğunluğu parmak hesabıyla “Hükûmet de
bizdendir -iyi niyetle söylüyorum yani başka bir sebeple değil- ya, nasıl olsa
bizim Hükûmetimiz yanlış yapmaz -iyi niyetle- devlet düzenini yeniden düzenleme
ihtiyacı doğdu.” diye -iyimser konuşuyorum- bu yetkiyi verdi diyelim ki!
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Anayasa’daki kuralları uygulamak ne kadar
göreviyse Cumhurbaşkanının da Anayasa’ya uygunluk konusunda hassasiyet
göstermesi en az o kadar önemli bir görevidir.
Değerli arkadaşlar, o Yetki
Kanunu gittiğinde, o zaman da bu Yetki Kanunu’nun onaylanmaması konusunda aynı
hassasiyeti görmek isterdik ama Sayın Cumhurbaşkanı bir devlet düzenini tepeden
tırnağa şekillendiren, hem de seçim öncesinde şekillendiren, hem de bir daha
iktidara gelip gelmeyeceği dahi belli olmayan Parlamentonun, görev süresi sona
eren Parlamentonun verdiği Yetki Kanunu’nda maalesef aynı hassasiyeti
göstermedi. Şimdi, 6250 sayılı Yasa görüşülürken burada ağırlıklı bir mutabakat
sağlandı. Bu ağırlıklı mutabakat… Sadece bir grup buna katılmadığını beyan
etti, saygı duyarız ama geri kalan grubun ağırlıklı mutabakatıyla onaylandı ve
Sayın Cumhurbaşkanımız, affınıza sığınıyorum, Cumhurbaşkanı olduğunu hatırladı.
Değerli arkadaşlar, bunu
anlamak mümkün değil. Tabii, hâl böyle olunca kamuoyunda, basında günlerce
bunun konuşulmasından daha doğal bir şey yok. Vatandaş şunu merak ediyor:
“Bunun arka planında ne var?” Bu Meclisin yasayı geçirmesinin arka planını
değil, “Bugüne kadar hassasiyet gösterilmeyen konularda bugün Cumhurbaşkanlığı
makamının bu kadar hassasiyet göstermesinin arka planı nedir?” diye merak
ediyor. “İktidar partisindeki, iktidar çoğunluğundaki bu çatlamanın sebebi
nedir?” diye merak ediyor.
Değerli arkadaşlar, tabii,
bunu izah edecek, bunu anlatacak durumda olan biz değiliz; bunu, ilgili
arkadaşlarımız bu konuda düşüncelerini beyan edeceklerdir.
Değerli arkadaşlar, bakın,
bu Yasa, 6222 sayılı Yasa yani tartışmanın başındaki Yasa “Şike Yasası” diye
tabir edilen Yasa, 14 Nisan 2011 tarihinde çıkıyor. Şimdi, sözü edilen, Sayın Cumhurbaşkanının
fezlekesinde de bahsettiği “Kişiye özel kanun çıkarılmıştır intibaı
yaratılıyor.” dediği soruşturma, yani hep o bildiğimiz şike soruşturması, 10
Aralık 2010’da başlamış. Basına yansıdı bunlar, teknik takipler 10 Aralık 2010
tarihinde başlamış yani Yasa’nın çıkmasından yaklaşık beş ay önce, dört buçuk
ay önce teknik takip başlamış. Bununla ilgili suç işlenmiştir, işlenmemiştir;
orasını bilemem, soruşturması devam ediyor, onunla da meşgul değilim ama
bununla ilgili dinlemeler var, kayıtlar alınıyor, o ona şunu söylemiş, bu buna
bunu getirmiş, işte, bugün o ortaya serilen olaylar yaşanıyor, dört buçuk ay
olmuş, Şike Yasası 14 Nisanda çıkıyor! O ana kadar operasyon yapılmıyor, o ana
kadar bekleniyor, o ana kadar Türk Ceza Kanunu’nda buna ilişkin bir düzenleme
yok. 14 Nisan 2011’de, soruşturma devam ederken şikeyle ilgili bu Yasa çıkıyor.
Arkasından, devam ediyor
teknik takipler, soruşturmalar, düğmeye basıldığı tarih 20 Temmuz 2011. Niye?
Çünkü 12 Haziranda seçimler var. Seçimlerden önce böyle bir düğmenin nerenin
sigortasını attıracağı belli değil, hangi sigortayı attıracağı belli değil belli
ki ve yine basına yansıdığı kadarıyla, bu konuyla ilgili daha önceden Sayın
Başbakana brifing veriliyor operasyona başlanmadan önce. O brifingler
verildikten sonra operasyona başlanıyor ve işte ortaya çıkan tablo bu.
Değerli arkadaşlar, kişiye
özel düzenleme ne zaman yapılır, nasıl yapılır, ben bunu bilemem, bizim
grubumuzun da bunu bildiğini zannetmiyorum. Kişiye özel düzenlemeler bizim
tecrübemizde yoktur, biz öyle bir tecrübeye sahip değiliz ama -daha önce de
dile getirildi- bu Genel Kurulda AKP İktidarının çoğunluğuyla, maalesef, kişiye
özel düzenlemeler bizim Parlamento tarihimizde yaşanmıştır ve bugün…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) –
Sizin de desteğiniz var.
BÜLENT TEZCAN (Devamla) –
O, demokrasiyi yerleştirme açısından bir adımdı, o başka bir şey. O başka bir
şey, onun biliyoruz ne olduğunu. O başka bir şey.
ZİVER ÖZDEMİR (Batman) –
Desteklediler de ne oldu yani?
BÜLENT TEZCAN (Devamla) – O
sizin Sayın Tayyip Erdoğan’ın Başbakan yapılmasını söylüyor, siz rahatsız
olmayın, destek verin bana. Onu söylüyor, buradan kastettiği şey. Orada Türkiye
demokrasisi için attığımız önemli bir adımdır, onun ne olduğunu biz biliyoruz.
Keşke o olgunluğa şimdi siz de sahip olabilseniz de 8 tane tutuklu milletvekili
için bunu yapabilseniz, Parlamentonun bu iradesini sağlayabilseniz. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar,
sabrınızı daha fazla zorlamayacağım, sadece şunu söylüyorum: Biz, Sayın
Cumhurbaşkanının, en azından bu olayla ilgili, Cumhurbaşkanlığı makamının
yetkilerini hatırlamış olmasından dolayı memnunuz ve mutluyuz. Biz, bu yasayla
ilgili, Adalet Komisyonunda yine daha önceki imzamızın arkasında durduk ve
yine, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu değişikliğe, bu yasaya aynı
şekilde kabul oyu vereceğiz ve bundan sonraki arzumuz, dileğimiz şudur: Sayın Cumhurbaşkanının
ve bütün Parlamento çoğunluğunun Türkiye’de terör tarifiyle ilgili de aynı
duyarlılığı göstermesi, demokratik açılımlarla ilgili de aynı duyarlılığı
göstermesi, tutuklu milletvekilleriyle ilgili de aynı duyarlılığı göstermesi.
Parlamentoda millî iradenin tam olarak teessüs etmesi açısından da aynı
duyarlılığı göstermesini arzu ediyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Tezcan.
AK PARTİ Grubu adına
Kastamonu Milletvekili Sayın Hakkı Köylü.
Sayın Köylü, buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA HAKKI KÖYLÜ
(Kastamonu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanunla
ilgili olarak görüşlerimi açıklamadan önce yüce Meclisi ve Sayın Başkanı
saygıyla selamlıyorum.
Gecenin bu saatinde çok
fazla konuşmak istemiyorum, çok fazla detaya da girmeyeceğim ancak görüşülen
birkaç husustan bahsetmem gerekiyor.
Öncelikle, 6222 sayılı
Kanun’un çıkış süreciyle ilgili söylenen bazı şeyler var, “Neden o araya
getirildi? Seçim öncesine mi getirildi? Sebep neydi?” gibi. Şimdi, bu kanunun
çıkması öyle on beş gün, yirmi gün veya bir ay, iki ay gibi bir süreye tekabül
etmiyor. 6222 sayılı Kanun çıkmadan önce, tasarının hazırlanması asgari bir
buçuk yıllık bir süreyi kapsamaktadır. 2011 yılının ilk aylarında, Türkiye’de,
maçlarda, hepinizin de bildiği gibi, çok ciddi olaylar oldu. Artık öyle bir
hâle geldi ki bunların bir an önce önlenmesi gerekir, bunun için de yeni bir
kanuna ihtiyaç var ve bu kanunun da o dönem içerisinde mutlaka çıkarılması
gerekir zira ondan sonraki, yani bir sonraki dönemdeki maçlar başlamadan önce
kanunun yürürlükte olması gerekir düşüncesi hâkim oldu ve ondan dolayı da,
ayrıca Meclisin de tatile gireceği hesap edilerek kanunun çıkarılması biraz
daha hızlandırıldı. Sonuç itibarıyla, nisan ayında bu kanun yürürlüğe girdi.
Zaten çok kısa bir süre sonra da Meclis seçimler için tatile girdi, daha da
uzatılması mümkün değildi. Yoksa bunun arkasında da daha önceden başlamış olan
soruşturmalarla ilgili bir düşünce yok. O soruşturmalardan bizim haberimiz de
yok, bu Meclisin de haberi yok zira o soruşturmalar zaten gizli olarak
yapılıyordu. Kaldı ki o soruşturmaların sonucunda, bugün gördüğümüz şey, her ne
kadar şike o zaman şike olarak ayrı bir suç değilse de cumhuriyet savcısının
iddianamesine baktığımız zaman bugün şike olarak adlandırdığımız bazı
eylemlerin o zaman dolandırıcılık olarak değerlendirildiği görüyoruz.
Şimdi, bir şeyi daha burada
belirtmek istiyorum: Sayın Cumhurbaşkanı buradan giden Kanun’u veto etmiştir.
Muhalefet şunu ister: Genel Kurulda çıkmasını istemediği, itiraz ettiği bir
kanunun hiç değilse Cumhurbaşkanından geri dönmesini ister, bekler. Bu, onun en
tabii hakkıdır. Geri dönmediği takdirde hayıflanır, eleştirir Cumhurbaşkanını
“Niye geri dönmedi?” diye, bugün yapılan gibi.
İktidar partisi de: “Biz bu
kanunu çıkardık, mutlaka Cumhurbaşkanının da onaylaması bizim açımızdan daha
doğrudur.” diye düşünür çünkü “Doğru yaptık.” diye düşünür ama biz şunu da
kabul ediyoruz ve şunu söylüyoruz ki Cumhurbaşkanından vetoyla geri döndüğü
zaman biz muhalefet partisi kadar bu konuda hayıflanmıyoruz. Cumhurbaşkanının
böyle bir yetkisi vardır, veto edebilir, yeniden incelenmesini isteyebilir ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi de, komisyonları da bunu yeniden inceler, tekrar
bir sonuca varır. İster Cumhurbaşkanının talebi doğrultusunda, isteği
doğrultusunda değişiklik yapar isterse kendi çıkardığı kanunun doğru olduğuna
karar verir ve aynı kararı yeniden verir, kanunu yeniden çıkarır.
Cumhurbaşkanının da böyle bir hakkı ve yetkisi vardır, eleştirilemez. Meclisin
de böyle bir hakkı ve yetkisi vardır, bu da eleştirilemez.
Gelelim Cumhurbaşkanının
gerekçesine. Şimdi kanun tarafına geliyoruz, öbür tarafını bıraktık. Sayın
Cumhurbaşkanı geri gönderme gerekçesinde şunu söylüyor: “Kanun koyucunun kanun
yaparken suç ve ceza dengesini gözetmesi gerekir. Adil olması, adalete uygun
bulunması çıkan kanunun, bunun için de bazı tespitlerin olması gerekir. Bunlar
arasında da toplumdaki infial ve etkinin kişiler üzerindeki tehlike ve zararın
ve bunların ağırlığının dikkate alınması gerekir.” diyor. Buraya hiç itirazımız
yok, aynen katılıyorum, doğrudur. Evet, kanunlarda bunu görmeliyiz.
Peki, neye itiraz ediyoruz?
Cumhurbaşkanının eleştirisi, bu tespitleri doğrudur da bu Kanun’da bunların
“Yok.” dendiği hususu doğru değildir. Biz, bu kanunu yaparken bunlara dikkat
etmişizdir. Öncelikle şuradan başlayalım işe: Gerçekten ceza adaleti burada var
mı yani işlenen fiille müeyyide arasında bir oran var mı, bir orantılılık var
mı? Yoksa zaten o kanun kendiliğinden adil olmaz. Hepimiz kabul ettik burada,
iktidarıyla muhalefetiyle, 6222 sayılı Kanun’daki özellikle de 13’üncü
maddedeki, 11’inci maddedeki ceza hükmü adil değildi. Bu karara vardık, bütün
Meclis bu karara vardık, gerçekten de adil değil. Bir kişi gider bir bankayı
soyar, oradan 10 trilyon lira para alır, onun cezası iki yıldan başlar. En
basitinden bir şike olayı olduğu takdirde bunun cezası beş yıldan başlar.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Banka soymak yirmi yıldan başlar Sayın Köylü, gasp, soygun.
HAKKI KÖYLÜ (Devamla) –
Bankadan para çaldı diyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – O
kadar, iki yıl değil.
HAKKI KÖYLÜ (Devamla) –
Bankadan para çaldığını söylüyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Hukukçusunuz, doğru konuşun.
HAKKI KÖYLÜ (Devamla) –
Bankadan para çaldığını söylüyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – O
kadar da değil!
HAKKI KÖYLÜ (Devamla) –
Ben, neyin ne olduğunu biliyorum, gasp suçundan bahsetmedim burada,
hırsızlıktan bahsettim. Gece bankayı soydu, kimsenin haberi yok. Hırsızlıktan
bahsediyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Allah Allah, bizi uyutuyorsunuz ayakta, Genel Kurulu. Yapmayın ya! Komisyon
Başkan Vekilisiniz.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) –
Tamam, kes, kes!
HAKKI KÖYLÜ (Devamla) –
Cezanın ne olduğunu, hangi suçun ne cezası olduğunu da bilen birisiyim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – 100
tane hukukçu var yani bizim gözümüze bakarak da bunu yapmayın ya!
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) –
Gaspla hırsızlığı ayıramıyorsanız bu saatte biz sana ne diyelim?
BAŞKAN – Arkadaşlar,
dinleyelim.
HAKKI KÖYLÜ (Devamla) –
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu suçun cezasının gerçekten fazla olduğu bütün
Meclis tarafından kabul edildi. Kabul etmeyen de vardır belki, ona bir şey
demiyorum ama bu Meclisin kahir ekseriyeti bunu kabul etti. O hâlde bu cezanın
aşağıya çekilmesi gerekirdi. Karar bir ile üç yıl arasında bir orandı.
Peki, şimdi, adaleti nasıl
sağlayacağız, Sayın Cumhurbaşkanının gerekçesindeki diğer hususları nasıl
sağlayacağız? Bunların hepsini buraya yazarsak bizim Ceza Kanunu’muzun 1.500
veya 2 bin madde olması gerekir. Burada belirtilenlerin hepsini tek tek kanunun
maddelerine yazamayız, yazdığımız takdirde dahi mutlaka açıkta bir şeyler
kalır. Bu sefer de onunla uğraşırız. Kanunu değerlendirirken elbette ki Ceza
Kanunu’na gideceğiz, Ceza Kanunu’nun genel hükümlerine bakacağız. Ceza
Kanunu’muzun genel hükümlerindeki 61’inci madde cezanın
bireyselleştirilmesinden bahseder. Hâkim ceza verirken nelere dikkat eder, onu
da hemen kısaca söyleyeyim: Suçun işleniş biçimine, -Sayın Cumhurbaşkanının
söylediklerinin daha ötesindeki şeyler de var burada- işleniş biçimine,
kullandığı araçlara, suçun işlendiği zaman ve yer, failin kastının veya
kusurunun yoğunluğuna, failin suçu işlediği zaman vermiş olduğu zararın
derecesine, ağırlığına, güttüğü amaç ve saik, vesaire gibi hususların hepsini
değerlendirerek alt ve üst sınırlar arasında bir ceza tayin eder. Aklımızı
takmışız “Alt sınır niye düştü bu kadar?” diye. Genel olarak bütün cezaların
herkes alt sınırından bahseder. Esasında ceza siyaseti açısından alt sınırların
daha düşük olması gerekir. Üst sınırı yükseltebilirsiniz çünkü hâkim artık
adaleti sağlayabilmek için alt sınırla üst sınır arasında bu saydığım hususları
nazara alarak bir karar verecektir; gerekirse iki sene verecektir, gerekirse üç
sene verecektir. Bunun dışında başka artırma sebepleri de var. Bugün bunu bir
olaya bağlayanlar var. Soruşturması devam eden veya davası açılan bazı
kişilerin kurtulmasını sağlamaya yönelik düşünceler de var. Aslında öyle
olmadığını size söylemek istiyorum. Hiç bununla alakası yoktur. Hâkim üç sene
cezayı verebilir, aynı kişinin veya kişilerin -burada başka ağırlatıcı sebepler
de var- kulüp yönetim kurulu olması hâlinde ceza yarı oranında artırılır, çıkar
amaçlı bir suç örgütünün üyesi olması hâlinde ceza bir daha yarı oranında
artırılır. Bu iki buçuk seneden dört buçuk, dokuz seneye kadar çıkan bir ceza
çıkar karşımıza. İşte, oradaki adaleti artık olayın ağırlığına, durumuna göre
hâkim sağlayacaktır. Burada başka bir şey daha yapılmıştır haddizatında.
Esasında, belki de bu Kanun’un eleştirilecek tarafı orasıdır. Hukuk sistemine
uymayan bir tarafı, sırf bir kişi veya bazı kişiler kurtulmasın diye, kurtuluyor
diye yapılan baskıların, ağır eleştirilerin hedefi olmamak için, gerçekten
onlara bu Kanun’un çok fazla fayda sağlamadığı, gerçekten kimseyi kurtarma
amacı taşımadığını ispat etmek için konulmuş bir fıkra vardır ki o da “Cezalar
paraya çevrilemez, cezalar ertelenemez. Hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilemez.” İşte, bunlar eleştirilirse eğer, gerçek
hukukçular bunu eleştirir. Bunun esas eleştirilecek tarafı budur ama bu Kanun’a
bu da konulmuştur ki öbür tarafını kimsenin artık eleştirmeye hakkı yoktur.
İlave bir müeyyide getirilmiştir ve eleştirilerin önünün kapanması lazım. Bu,
doğru değildir. Çok az, çok hafif bir fiil işlemiş olan kişinin cezası da
ertelenemeyecektir burada. Bunun sonuçlarını düşünmek lazım. Bu kişiler mutlaka
hapiste yatacaklardır, şuna göre: Bir sporcu, bir futbolcu eğer şike suçunu, en
basitini, işlemiş olsa fiilen sekiz sene cezaevinde yatacaktır. Eğer kulüp
yöneticisiyse iki sene cezaevinde yatacaktır, vesaire. Yani diğerlerinin
detaylarına girmek istemiyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
saatten sonra çok fazla konuşmak istemiyorum. Bu Kanun’un üzerinde tabii ki
bazı arkadaşlar şunu söylediler: “Biz imzamızın arkasındayız. AK PARTİ’de
çatlamalar neden oluyor?” diye söyleyenler oldu. Bu Kanun oylanırken AK
PARTİ’de gerçekten bir çatlama var mı yok mu onu da herkes burada görecektir
diyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Köylü.
Şimdi Hükûmet adına Gençlik
ve Spor Bakanı Sayın Suat Kılıç.
Buyurun Sayın Kılıç. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan, çok saygıdeğer milletvekilleri; 6222 sayılı
Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’u değiştiren 6250 sayılı
Kanun görüşmeleri üzerine söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Çok saygıdeğer
milletvekilleri, maalesef haftalardır kamuoyunda tartışılmakta olan bu konu,
maalesef hukuk zemininde tartışılmadığı gibi sağlıklı bir mantık zemininde de
tartışılamadı. Bundan dolayı üzüntülerimi ifade etmek istiyorum.
Burada esasında farklı
partilerden milletvekilleri çok değerli katkılarını ortaya koydular,
görüşlerini kamuoyuyla paylaştılar ama maalesef bugüne kadar sürdürülen
tartışmalarda, özellikle spor camiasında sürdürülen tartışmalarda belli bir
düzeyin korunamadığı, kanun teklifinin -yasalaştıktan sonra kanun metninin-
maalesef göz önünde bulundurulmadığı tespiti elimizin altında bulunmaktadır.
Eğer bu kanun metni bütün
satırlarıyla, bütün unsurlarıyla ele alınabilmiş, okunabilmiş, incelenebilmiş,
irdelenebilmiş olsaydı ve hele yeni metinle 6222 sayılı Kanun’daki metin bir
araya getirilerek, karşılaştırılarak okunabilmiş olsaydı, zannediyorum ki
Türkiye Büyük Millet Meclisine yöneltilen pek çok bühtan söz konusu
edilemeyecekti.
Her şeyden evvel şunu ifade
etmek isterim -benim vicdanımı ziyadesiyle yaralayan bir yaklaşımdır- Türkiye
Büyük Millet Meclisinin birtakım lobilerin tesiri altında kalarak 6222 sayılı
Kanun’u değiştirmeyi planladığı yaklaşımı fevkalade mahzurlu, zararlı, milletin
vicdanını da yaralayan bir yaklaşımdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi hiçbir
lobinin, hiçbir çıkar grubunun, hiçbir çetenin, hiçbir mafyalaşma türü
yapılanmanın etkisi altında, tesiri altında kalmaz, kalamaz. Burada her
partiden milletvekillerinin tesiri altında kalacağı yegâne kuvvet bizatihi
milletin kendisidir, millî iradedir, bunu kayıtlara geçirmek lazım. Hiç
kimsenin iradesi, hiç kimsenin aklıselimi Türkiye Büyük Millet Meclisindeki
müşterek iradenin üzerinde görülemez, değerlendirilemez, bunu da kayıtlara
geçirmek lazım.
Değerli milletvekilleri, bu
kanun teklifi teklif midir, tasarı mıdır? Buradan da bize yöneltilen, Hükûmete
yöneltilen birtakım eleştiriler, birtakım suçlamalar var. Tekraren altını çizme
ihtiyacı hissediyorum, ortadaki bir Hükûmet tasarısı değildir, kanun teklifidir.
Bunun özellikle altını çizmemin nedeni şudur: 6222 sayılı Kanun bir tasarı
olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine intikal ettirilmiştir. Altı yedi ay önce
de yine Türkiye Büyük Millet Meclisinde, yine dört siyasi parti grubunun, yine
müşterek iradesiyle ve yine konuşma haklarının tamamı kullanılmaksızın
yasalaştırılmıştır. Dolayısıyla, Hükûmet, 6222’yi tasarı olarak sevk etmiş
olmasından dolayı bugün yeni bir değişikliği sevk etme ihtiyacı duymamıştır
çünkü o tasarının Adalet Bakanlığında bekleme süresi yaklaşık sekiz aydır ve o
dönem itibarıyla Adalet Bakanlığının cezaların ağırlığından, ceza aralıklarının
yüksekliğinden dolayı itirazları olmuştur. Bu itirazlar, dönem itibarıyla
Türkiye Futbol Federasyonuna, yine Spor Toto, Süper Lig’de temsil edilen
kulüplere, Kulüpler Birliği Vakfı camiasına kararlı bir şekilde ifade
edilmiştir ama buna rağmen spor camiasının, Federasyonun, bu kanunun, bu
şekilde yasalaşmasına yönelik ısrarlı bir tutumu olmuştur ve nihayet şimdi
olduğu gibi, o dönemde de tüm parti grupları ziyaret edilerek partilerin onayı,
rızası alınmış ve birlikte bu Kanun burada yasalaştırılmıştır.
Yaşanan süreç itibarıyla
Kanun’un kabili tatbik olmadığı, uygulanabilirliğinin bulunmadığı bizzat spor
kamuoyunun kendisi tarafından ve kulüp yönetimleri tarafından fark edilmiştir.
Uygulama sırasında ortaya çıkan mahzurlar nedeniyle de Türkiye’de başta futbol
olmak üzere, pek çok spor branşında bir belirsizlik durumu hasıl olmuştur ve
bunun üzerine yine aynı spor camiasından, Kulüpler Birliği Vakfından, Futbol
Federasyonunun da görüşlerini kapsar biçimde bir değişiklik arzusu tarafımıza
intikal ettirilmiştir. Bizim, dönem itibarıyla kendilerine ifademiz şu
olmuştur:
Bir: Devam eden bir
soruşturma var. Mutlaka belli kesimler, belli fikirler seslendirilecektir. “Bir
kulübe özel, bir kişiye özel ya da soruşturma kapsamında bulunan kişilere özel
düzenleme yapılıyor.” eleştirisi mutlaka getirilecektir. Dolayısıyla, bir
kulübe, bir kulübün tüzel kişiliğine ya da o kulübün tüzel kişiliğiyle doğrudan
alakalı özel şahıslara yönelik bir düzenleme yapıldığı intibaını uyandırmamak
üzere Kulüpler Birliği Vakfı çatısı altında bulunan 18 kulübün başkanlarının
ıslak imzalarını taşıyan bir metnin ortaya çıkarılması gerekir yani evvela bir
kararlığının vurgulanması gerekir kanaatimizi biz kendileriyle paylaştık. Bu
imzalı metin tarafımıza intikal ettirildi Kulüpler Birliği Vakfı tarafından.
Burada Beşiktaş’ın Başkanı var, Fenerbahçe, Trabzonspor, Galatasaray ve diğer
14 takımıyla birlikte Spor Toto Süper Lig’de temsil edilen 18 kulübün başkan
veya ikinci başkanlarının burada imzaları var. Talepleri şudur: “6222 sayılı
Kanun’un mevcut yaşanan problemler çerçevesinde uzun vadede spora ve futbola
istikrar ve katkı sağlamayacağından hareketle değiştirilmesine muvafakatimiz vardır.”
şeklinde 18 kulübün ortak bir iradesi var.
Bunun da yeterli
olmayacağını, iktidar partisi olarak birlikte çıkardığımız kanunu tek başına
değiştirme cihetinde, bir değişiklik arzusu içerisinde bulunmayacağımızı da
kendileriyle paylaştık ve doğru olanın 6222 sayılı Kanun çıkarılırkenki yöntemi
benimsemek olduğunu kendilerine ifade ettik. Nedir o? BDP, MHP, CHP ve AK PARTİ
gruplarının tekrardan ziyaret edilmesi eğer ki bu Kanun’un değişimi gerekiyorsa
bu değişimin unsurlarının neler olduğu, değişimin nereden kaynaklandığı
konusunda grupların bilgilendirilmesi ve ikna edilmesi gerektiğini kendilerine
ifade ettik.
Nihayetinde, hazırlamış
oldukları bir metni tüm gruplarla paylaştılar. O metin, sonrasında Türkiye
Büyük Millet Meclisinde ciddi değişikliklere uğradı, Komisyonun müdahaleleri
oldu, grupların müdahaleleri oldu ve nihayetinde gelinen yer itibarıyla 6250
sayılı Kanun kapsamında kabul edilmiş olan kanun teklifi ortaya çıktı. Bu
hepimizin ortak eseri.
Tekraren ifade etmek
isterim: Eğer ki dört siyasi parti grubundan herhangi biri Komisyonda imzayı
çekmek ya da Genel Kurulda “Biz yokuz.” demek şeklinde değil, başında, bu kanun
değişikliğine kabul yönünde bir mutabakat imzası atmış olmasalardı, dört parti
grubundan herhangi birinin grup başkan vekili imzadan imtina etmiş olsaydı, bu
kanun teklifinin Adalet Komisyonunda ve Genel Kurulda görüşülmesi, konuşulması,
kabul edilmesi söz konusu olmayacaktı.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Adalet Komisyonunda söyledik açık açık. Gözünüz görmüyor herhâlde sizin!
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Devamla) – Dolayısıyla, o andan itibaren “Biz yokuz.” demenin, insanları
yola döktükten sonra Komisyon ya da Genel Kurul aşamasında “Biz yokuz.”
demenin, kanaatimce bir karşılığı söz konusu değildir.
Bir diğer husus: Beş-on iki
yıllık ceza limitinin bir-üç yıla indirilmesi eleştirilirken, değerli
milletvekilleri, Kanun’un bütün fıkralarıyla bir arada ve birlikte
değerlendirilmesi zarurettir. Sadece indirilen cezaya bakılır. Bu ceza
indirilirken, yeni ceza aralığına yönelik hangi ağırlaştırıcı yaptırımların
getirildiği göz ardı edilirse, Türkiye Büyük Millet Meclisinde verilen çaba göz
ardı edilmiş olur, kamuoyu yanlış yönlendirilmiş olur, bir bilgi kirliliğine,
dezenformasyona yol açılmış olur. Ee, yazıktır, insanlar yanlış bilgilendirildikleri
için, yanlış kanaatler etrafında, milletvekillerimize yönelik birtakım tırnak
içindeki o çirkin lobi suçlamalarına inanır hâle gelenler vardır. Bu kanaatten
ve bu suçlamalardan, iktidarıyla muhalefetiyle, ben, bütün milletvekillerimizi
tenzih ediyorum.
Burada çok önemli bir hüküm
var. Hakkı Bey de gerçi temas etti, ama tekrardan altını çizmekte fayda
görüyorum. Bu kanun kapsamındaki suçlar, federasyon veya spor kulüpleriyle spor
alanında faaliyet gösteren tüzel kişilerin genel kurul veya yönetim kurulu başkan
ve üyeleri, teknik veya idari yöneticileri ile kulüplerin ve sporcuların
menajerleri veya temsilciliğini yapan kişiler tarafından işlendiği takdirde
ceza yarı oranında artırılır. Dolayısıyla, bir-üç yıllık ceza limiti, bir buçuk
ila dört buçuk yıla çıkmış olacak.
Bir diğer konu, çok önemli,
göz ardı edilen, kamuoyundan özellikle saklanan, gizlenen çok önemli bir hüküm:
5250’ye derç edilen, ilave edilen çok önemli bir hüküm. Bu madde kapsamına
giren suçlarla ilgili olarak, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231’inci
maddesine göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilemez. Verilen
hapis cezası seçenek yaptırımlara çevrilemez ve ertelenemez. Dolayısıyla “Bir
yıllık ceza paraya çevrilir.” hükmünden hareket edenlerin bu hükmü özellikle dikkatlerden
kaçırmaya çalışmalarının iyi niyetle, insafla, izanla izah edilebilir bir
tarafı kesinlikle söz konusu değildir.
“Kulüp başkan ve
yöneticileri veyahut federasyon başkan ve yöneticileri tarafından işlendiği
takdirde ceza yarı oranında artırılır.” hükmünü az önce sizlerle paylaştım.
Bununla birlikte aynı fiilin birden fazla işlenmesi hâlinde dörtte 1’inden
dörtte 3’üne kadar ayrıca artırılacağını düzenleyen hüküm de yine burada mevcut
yani 1,5 ila 4,5 yıla yarı oranında artırımla çıkan cezanın ayrıca dörtte
1’inden dörtte 3’üne kadar artırılacağı apaçık ortadayken, bunun da
dikkatlerden, nazarı dikkatten kasten kaçırılıyor olmasını gerçekten fevkalade
yadırgıyorum.
Yine, ceza zaman dilimiyle
ilgili bir ayarlama yapılırken buraya derç edilen bir başka hüküm daha var,
bunun da dikkatlerden kaçırılmasını son derece sakıncalı ve yanlış buluyorum,
Parlamento iradesine de aynı zamanda saygısızca bir yaklaşım olarak
değerlendiriyorum. Dışarıda yapılan yorumların milletvekillerimize yönelik
oluşturduğu etkinin, tesirin, ben de siz de hepimiz, herkes farkında olarak
bunu ifade ediyorum.
“Bu maddede tanımlanan
suçlardan dolayı cezaya mahkûmiyet halinde, kişi hakkında ayrıca Türk Ceza
Kanununun 53 üncü maddesi hükümlerine göre, spor kulüplerinin, federasyonların,
bünyesinde sportif faaliyetler icra edilen tüzel kişilerin yönetim ve denetim
organlarında görev yapmaktan yasaklanmasına hükmolunur.” ibaresi de bu Kanun
kapsamında mevcut bulunmaktadır.
Dolayısıyla, çok saygıdeğer
milletvekilleri, Kanun’un bu çerçevede, bütün unsurlarıyla bir arada
değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Burada yapılan yanlış bir iş olduğu kanaatinde
değilim. Sizlerin oylarıyla şekillenen iradede bir hukuka aykırılık, Anayasa’nın
genel hükümlerine göre aykırılık teşkil eden bir unsurun bulunduğu kanaatinde
kesinlikle değilim.
Bu hususları sizlerle
paylaşırken, bu metnin bu içeriğe kavuşmasına katkı sağlayan Adalet Komisyonu
Başkanı ve üyelerine de teşekkür ediyorum, sizleri saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Bakan.
Kanun’un tümü üzerinde
şahsı adına Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) –
Sayın Başkanım, tekrar herkesi saygıyla selamlıyorum.
Buraya kadar gelmişken
eksik kalan bir hususu sadece açıklamak istiyorum kamuoyunu doğru
bilgilendirmek açısından: Bu Kanun’da yazılı olan hükümlerden bir tanesi aleyhe
bir hükümdür. “Verilen cezalar tecil edilemez, paraya çevrilemez ve hükmün
açıklanması geri bırakılamaz.” hükmü vardır. Yalnız, kamuoyunu yanıltmak için
şu söyleniyor: “Lehte olan baştaki hüküm, yani cezanın beş yıldan bir yıla
kadar indirilmesi uygulanır ama bu aleyhte olan hüküm de uygulanmaz.
Dolayısıyla, bir af ortaya çıkmış olur.” diye bir bilgi kirliliği var ortada.
Hâlbuki yeni Kanun’la eski kanunu karşılaştırırken, eski Kanun’un bütün
hükümleri, yeni Kanun’un bütün hükümleri birlikte uygulanır.
Sonuç itibarıyla, hangisi
lehte ise o kanun uygulanır. Burada da cezayı beş yıldan bir yıla indiren hüküm
lehte olduğuna göre, yeni kanun bütünüyle birlikte, yani “Tecil edilemez.”
denen hükümleriyle birlikte uygulanır; onu da kamuoyunun bilgisine sunuyorum.
Teşekkür ediyorum, iyi
akşamlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, İç Tüzük’ün 81 ve 60’ncı maddesi gereğince soru-cevap
uygulamak durumundayız.
Sayın Kaplan söz
istemişler.
Buyurun efendim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Bakan, siz demin şunu söylediniz: “Dört gruptan birinin imzası olmadığı
takdirde biz bu teklifi getirmeyecektik.” dediniz oysaki Adalet Komisyonun
başında teklif sahibi olarak bir tek ben katıldım. Uyardım “Yanlıştır; bunu gelin
tekrar tartışalım, yeniden konuşalım ve bunu yapmayacaksınız imzamızı geri
alırız, muhalefet ederiz.” dedik.
Bakın bu, raporda var,
tutanakta var, ses kayıtlarında var. Siz şimdi kalkıp koskoca Genel Kurulun
karşısında hatta Komisyon aşamasında bu, yani Genel Kurulda da değil. Genel
Kurulda, buraya inen ve dört grubun, Danışma Kurulu kararıyla inen teklifleri
de geri aldığınızı biliyoruz, yakın zamanda oldu.
Şimdi şunu soruyorum, net:
Bu şike soruşturmasında, soruşturmanın ucu, AK PARTİ’de, milletvekillerine, üst
düzey görevlilere, bakanlara kadar ulaştı mı? Bunu net soruyorum. Bu
soruşturmada, AK PARTİ’den kaç kişi var?
İki: Açılan dava
iddianamesinin iki boyutu var. Bir, Türk Ceza Kanunu’nun 220, organize suçlarla
ilgili suçlama var, bir de 6222 var. Şimdi burada 6222’de bir düzenleme
yapılıyor. Organize suç örgütleriyle ve cezalarıyla ilgili bir değişiklik yok.
O konuda da bir değişiklik yapmayı, işi tamamlamayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Kaplan.
Sayın Serindağ, Gaziantep
Milletvekili.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, bundan bir
süre önce, CNN Türk’ün sabah programında, Parametre’de, Metehan Demir ve Bilal
Çetin’in yaptığı programda, operasyondan önce, Sinan Erdem Spor Salonu’nda
Sayın Başbakana bu konuda brifing verildiği, iki saatlik brifing verildiği ve
brifing verildikten sonra operasyona başlandığı konusu işlenmiştir. Sonraki
günlerde, gene, Hürriyet gazetesinin Pazar ekinde bu konu ele alınmış, bu
konuda iki şema hazırlandığı, bu şemalardan birinin Sayın Başbakana sunulduğu
ifade edilmiştir ve bu konu yalanlanmamıştır. Bu konuda, 15 Ağustosta,
tarafımdan, Sayın Başbakan tarafından yanıtlanmak üzere soru önergesi verilmiş
ancak bugüne kadar soru önergemize herhangi bir cevap alınamamıştır.
Şimdi tekrar soruyorum: Bu
konuda, Sayın Başbakana herhangi bir brifing verilmiş midir? Sayın Başbakan, bu
brifing sonucunda “Operasyona başlanmasın.” deseydi operasyon yapılmayacak
mıydı? Ve acaba özel yetkili mahkemelerin görev alanına giren tüm konularda
operasyona başlanmadan evvel Sayın Başbakana bu şekilde bilgi sunulmakta mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Ben teşekkür
ederim.
Adıyaman Milletvekili Sayın
Fırat…
SALİH FIRAT (Adıyaman) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Deminki söz alan grup
temsilcilerini izlediğimde şu hayrete düştüm: Efendim, Sayın Cumhurbaşkanı daha
önce benzer yasalarda veto hakkını kullanmadı da bunda niye kullandı? Öyleyse
bunda haklı olsa bile yine Cumhurbaşkanını desteklemeyeceğiz. Bence hatanın
neresinden dönersek kârdayız. Cumhurbaşkanı, kamuoyunun da benimsemediği bir
yasaya, o da “Ben bu yasayı içime sindiremiyorum.” demiştir ve dolayısıyla
yeniden yasanın gözden geçirilmesi için Meclisimize göndermiştir. Ne oldu da…
Bütçe görüşme programı var, ayın 21’ine kadar, 22’sine kadar bekleyemez miydik
yani yangından mal mı kaçırıyoruz? Bu yasayı bu saatlerde üstünde durmadan
tekrar aynı şekilde iade ediyoruz. “Acaba bir ay sonra, iki ay sonra olmadı
yeni baştan bir yasa daha çıkaracak mıyız?” diyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Bakan, buyurun.
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Öncelikle, Sayın Kaplan’ın
sorusu “Şike soruşturması AK PARTİ’den kimlere ulaştı?” diye. Sayın Kaplan, bu
konuda artık çok fazla bir gizlilik olduğu düşünülemez. İddianame tamamlandı,
mahkemeye sunuldu, detayları hakkında herkes malumat sahibi, hangi kanunun,
hangi maddesi hükümlerine göre kimlere hangi suçların atılı olduğu konusunda
herkes bilgi ve malumat sahibi. Bunun ötesinde illaki birtakım cümleler kurarak
zihinlerde vehim oluşturma çabanız varsa, doğrusu buna üzülürüm. Siz de bir
hukukçusunuz. AK PARTİ’den birilerine ulaşmış olsaydı tahmin ediyorum ki bugüne
kadar zaten mahkemeye sunulmuş olan bir iddianame kapsamında bundan herkesin
malumatı olurdu. Dolayısıyla, sizi teminen ifade ediyorum AK PARTİ’den hiç
kimseye ulaşmamıştır. Ulaşıp ulaşmaması da bu anlamda mühim değildir, önemli
değildir.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Ulaşırsa istifa edecek misiniz?
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Hukuk devletinde hukukun gereklerine göre yürütülen bir
soruşturma süreci var ise hukuk devletinde hukukun gerekleri “kanun önünde
eşitlik” prensibi gereği herkese eşit uygulanmak durumundadır. Dolayısıyla,
bunun ötesinde bir yoruma zihinleri kurcalamak babından neden olacak bir soruyu
sormanızı çok anlamlı bulmadım.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bu
kadar acelenizi…
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Bunun dışında, organize suçlarla ilgili birtakım atıflar var.
Evet, doğrudur; sadece 6222 sayılı Kanun’da bahse konu edilen suçlarla ilgili
atıflarda bulunmamıştır ilgili cumhuriyet savcısı. 6222 sayılı Kanun dışında
genel hükümler, Türk Ceza Kanunu çerçevesinde de ilgililere yönelik birtakım
suç isnatlarında bulunulmuştur. Dolayısıyla, bunların bütün gereği yargılama
sürecinde mahkeme heyeti tarafından ortaya konulacaktır.
“Diğer mevzuatla ilgili
olarak da bir kanun değişikliği getirmeyi düşünüyor musunuz?” şeklinde bir
sualiniz oldu. Hemen ifade edeyim: 6250, yani şu an görüşmekte olduğumuz kanun
değişikliği teklifi, adı üstünde teklif, bir tasarı değil; benim tarafımdan
getirilmiş ya da AK PARTİ Grubu tarafından getirilmiş bir metin de değil. Eğer
imza koymasaydınız bu teklif Adalet Komisyonuna intikal etmeyecekti. Her ne kadar,
siz, Adalet Komisyonunda görüşmeler başlarken “Ben imzamı geri çektim,
itirazlarımı seslendirdim.” deseniz de -ki doğrudur, ben de oradaydım-
başlangıcında imzanızı geri çektiğinizi beyanen itirazlarınızı seslendirdiniz.
Ve fakat şu da tabiidir ki ifade edilecektir burada; siz de metni gördünüz,
Kulüpler Birliği sizi de ziyaret etti. Doğaldır, bu da gereklidir, işin doğası
gereğidir. Çünkü Barış ve Demokrasi Partisi de Anayasa gereği, seçim mevzuatı
gereği seçimlere katıldınız, bağımsız milletvekilleri olarak seçilip geldikten
sonra burada grubunuzu inşa ve ihdas ettiniz. Her bir parti grubuna ne şekilde
ziyaret yapılıyorsa size de o şekilde ziyaret yapılması bu ülkedeki
demokrasinin ve özgür siyasetin varlığının gereğidir, tezahürüdür. Ama ben arzu
ederdim ki, ya bu ziyarette hiç söz verilmeseydi ve bu imza atılmasaydı,
dolayısıyla bu kanun teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonunda
hiç gündem yapılmamış olsaydı ya da mademki bir imza attınız, insanları yola
düşürdünüz, bu işin olabileceğine inandılar…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Yani “Yola düşürdünüz” de komisyon ve Genel Kurul ne için var Sayın Bakan?
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – O takdirde de Adalet Komisyonunda bu itirazınızı geri
çekmeseydiniz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Komisyon ve Genel Kurul ne için var?
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Elbette ki katkılar sağlanabilir burada da ama siz topyekûn
bir tekliften imzanızı çektiniz, onu ifade etmek isterim.
Sayın Serindağ’ın sorusu:
Sayın Başbakana brifing verildiği iddiası öteden beri bazı medya gruplarında ve
bir kısım siyasiler tarafından seslendirilen bir meseledir. Sayın Serindağ,
sizi şu konuda temin etmek isterim: Sayın Başbakanı İstanbul Valisi veya
İstanbul İl Emniyet Müdürüyle her birlikte gördüğünüzde bir operasyonun süreci
hakkında kendisine bilgi verildiği zehabına lütfen kapılmayınız. Sayın
Başbakan, görevi ve konumu gereği, intikal ettiği illerde ilin valisi ve
emniyet müdürü tarafından karşılanmaktadır. Ankara’ya gelişinde de böyledir,
İstanbul’a intikallerinde de böyledir, diğer illere yapmış olduğu
ziyaretlerinde de böyledir.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
İki saatlik brifing… Soruları doğru yanıtlayın, iki saatlik brifing…
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Ayrıca Sayın Başbakana, bulunduğu illerde görevi gereği olarak
yine vali ve emniyet müdürü tarafından, ilin belediye başkanı ve diğer ilgili
kamu görevlileri tarafından kendisine refakat edilmektedir. Dolayısıyla,
kendisine yapılan her bilgilendirmenin yarın, öbür gün, gelecek hafta yapılacak
olan bir operasyona yönelik bilgilendirme olduğu düşüncesi… Tenzih ederek sizi
söylemek isterim, çok tanımıyorum sizi, ikili bir ilişkimiz, temasımız olmadı,
art niyetli olmadığınızı düşünerek ifade etmek isterim, böyle bir düşünceyi
Sayın Başbakana mal etmek Sayın Başbakanın şahsına da makamına da haksızlık
olacaktır. Elbette ki bu ülkeyi yöneten Sayın Başbakan, gerektiğinde Sayın
Cumhurbaşkanı illerdeki kamu görevlilerinden o illerdeki durum, vaziyet
hakkında ya da gerekli gördükleri konular hakkında bilgi alacaktır ama bu
soruşturmanın öncesi, sırası veyahut sonrası ile ilgili Sayın Başbakanın
İstanbul’daki Mülki Amir veyahut Emniyet Müdüründen bir bilgi ya da brifing
aldığı konusu varit değildir.
Ayrıca şunu da bilmeniz
lazım: Az evvel de ifade ettim, Türkiye Cumhuriyeti devleti bir hukuk devleti.
Eğer ki sizin “Öncesinde iki saat brifing aldı.” iddianız ya da bunu iddia eden
gazetecilerin ya da yorumcuların iddiaları hakikati yansıtıyor olsaydı o zaman
o yorumcuların ya da sizin beklentiniz istikametinde Sayın Başbakanın bu
operasyonun başlamasına izin vermemesi icap ederdi.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Benim hiçbir beklentim yok, ben soru soruyorum, sadece soru soruyorum.
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Dolayısıyla, ben sizden şunu rica ederim: Gazete haberleriyle
ya da yorumlarıyla, Sayın Serindağ, siyasetimizin çerçevesini dizayn etmeyelim,
ilgili kurumların, ilgili makamların görüş ve açıklamalarına itibar edelim.
Hiçbir kaynak Türkiye Cumhuriyeti devletinin devlet makamlarından, resmî
makamlarından daha itibar edilir görülmemelidir. Bu düşüncemi sizlerle
paylaşıyorum.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Niye tekzip etmiyorsunuz o zaman?
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Sayın Fırat’ın sorusu oldu “İki ay sonra gerek görülürse yeni bir
kanun değişikliği daha olur mu?” diye. Doğrusu, ben bunu bilemiyorum, bunu
teklif sahiplerine sormak gerekir diye düşünüyorum ama temennimi bir hukukçu
olarak sizlerle paylaşmak isterim: Kanunların yapılırken çok iyi konuşulması,
çok iyi tartışılması, yapıldıktan sonra da uzun yıllar ülkenin ve insanların
ihtiyaçlarına cevap vermesi temel arzumuz ve hedefimiz olmalıdır.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
Sayın Güler…
MUAMMER GÜLER (Mardin) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hem küçük bir soru Sayın Bakana hem de
bir küçük katkı yapmak istiyorum.
Esasen sporda şiddet ve
düzensizliğin önlenmesi konusundaki uygulama, baştan, birinci düğmenin yanlış
iliklendiği gibi tamamen yanlış yürümüştür. Yalnız 6222 değil yanlış olan
değerli arkadaşlarım, esas yanlışlık 5149’dan beri gelmiştir, buradaki
görüşmemde söyledim. Biz Türkiye’de her şeyi kanuni bir düzenlemeyle
düzelteceğimizi zannediyoruz ama uygulanıp uygulanmayacağı konusunu da hiç
dikkate almıyoruz. Bakın, bu kanunun en yoğun uygulamasını şahsen ben yaptım ve
ben bu konudaki sıkıntıları yaşadım.
Şimdi, bu kanun
değişikliğinde, maalesef yanlışlıklar süregeldiği için, her söylenin de doğru
olduğu gibi bir noktaya geliniyor ama beni burada asıl ilgilendiren, Sayın
Bakan, şu anda 5149’un öngördüğü tedbirlerin hayata geçmesi konusunda alınacak
başka tedbirler var. Eğer bunları almazsanız 5149’un da uygulaması mümkün olmaz
ve yanlışlıklar böylece sürer gider. Buradaki ağırlıklı mutabakat; bir.
İkincisi, on sekiz kulübün
müşterek imzası.
Burada Cumhuriyet Halk
Partisinin ve Milliyetçi Hareket Partisinin mutabakatının çok önemli olduğuna
inanıyorum.
Ayrıca, getirilen yeni
hükümler…
Burada sadece cezaya
bakıyoruz arkadaşlar. “Federasyonların bu konuda verecekleri kararların saklı
olması.” demek asıl cezanın tarif edilmesi demek. Bir kulüp için yöneticilerin
alacağı cezadan gayrı…
BAŞKAN – Sayın Güler,
sorunuz?
MUAMMER GÜLER (Mardin) –
Hemen bağlıyorum.
BAŞKAN – Soru nedir?
MUAMMER GÜLER (Mardin) –
Soru: Mevcut 5149 sayılı Kanun’da öngörülen tedbirlerin alınması konusunda
Gençlik ve Spor Bakanlığı olarak gerekli teknik imkânlar sağlanabilecek midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın İnce…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Bir küçük düzeltme yapmalıyım.
Sayın Bakan, “Bu bir teklif
değil, benim tarafımdan getirilmiş bir metin de değil.” dedi, herhâlde tasarıyı
söyledi.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sahip çıkmıyor, böyle cami avlusuna bırakılmış çocuk gibi.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Tasarıyı zaten siz getiremezsiniz, Bakanlar Kurulu getirir.
Yalnız, Sayın Serindağ’la
aranızdaki tartışmada bir küçük düzeltme yapmalıyım.
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Tartışma değil.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
“Bu operasyondan Başbakanın haberi var mıydı, yok muydu? Bu brifing verildi
mi?” Siz de dediniz ki “Bu ülkeyi Başbakan yönetir.” Doğru ama şimdi, bakın
yasama yetkisi madde 7, Anayasa: “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye
Büyük Millet Meclisinindir.” 9’uncu madde: “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına
bağımsız mahkemelerce kullanılır.” Yani yasama yetkisi de Türk milleti adına
kullanılır, yargı yetkisi de Türk milleti adına kullanılır. 8’e baktığınız
zaman, yürütme yetkisi Türk milleti adına kullanılmaz, yani ülkeyi
yönetiyorsunuz diye Türk milleti adına yönetemezsiniz, yürütme yetkisi böyle değil.
“Yürütme yetkisi”, diyor ki: “Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır.”
Yani “Ben Başbakanım her şeyi yaparım.” anlamı çıkmaz. Yasama ve yargı Türk
milleti adınadır, Yürütme yetkisi ise “Anayasa ve kanunlara uyarak yapılır:”
diyor. Onun için, Başbakan da olsanız, yüzde 50 değil, yüzde 90 da oy alsanız
kanunlara uyarak yapacaksınız bu yetkinizi. Olay budur, burada anlaşalım önce.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
İnce.
Sayın Bakan…
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Evet, Sayın Başkanım, teşekkür ederim.
Öncelikle Sayın Güler’in
sorusu: 6222 sayılı ya da şu anki adıyla 6250 sayılı Kanun’a ilişkin değil
sorunuz ama paralel, elbette ki, tüm mevzuatların tüm birimler tarafından
hassasiyetle uygulanması, başta biz olmak üzere bütün yürütme organları ve
birimlerinin öncelikli görevidir. Burada elbette ki, kolluk kuvvetlerinin
yapması gereken işi öncelikle Gençlik ve Spor Bakanlığı yapacak değildir ama
nihayetinde kolluk kuvvetleri tarafından yürütülecek vazifeler de elbette ki,
yürütme sorumluluğu içerisinde yürütülecektir. Biz de bunun takipçisi olma
gayretinde olacağız ve kanunda öngörülen tüm düzenlemelerin ivedilikle,
federasyonsa federasyon, kulüpse kulüpler tarafından eksiklikler tamamlanarak
mevzuattaki hükümlerin uygulanabilir hâle getirilmesi, hepimizin öncelikli
hedefidir.
Sayın İnce’nin sorusuna
geçmek istiyorum: Sayın İnce, 8 ve 7’den önce bir de 6’ncı madde var: “Hiç
kimse veya hiçbir kurum, organ, kaynağı Anayasa’da açıkça belirtilmeyen bir
devlet yetkisi kullanamaz.” Dolayısıyla, cümlelerinizin bir tanesine ben de katılıyorum.
Sayın Başbakanın da, Sayın Cumhurbaşkanının da, herhangi bir kamu görevlisinin
de kaynağı Anayasa’da ve yasalarda açıkça belirtilmeyen bir devlet yetkisini
kullanabilmesi idare adına mümkün değildir. Sayın Başbakanı da, Sayın
Cumhurbaşkanını da, Bakanlar Kurulu üyelerini de bağlayan Anayasa, elimizin
altındaki Anayasa’dır. Nasıl ki Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını bağlayan
aynı Anayasa ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü ise, hiçbirimizin bu
metinler dışında hareket edebilme serbestisi yoktur. Hiç kimse layüsel
değildir, hiç kimse sorumsuz değildir. Kamu yöneticileri, devleti idare edenler
de elbette ki sorumsuz değildir.
Tespitiniz doğrudur. Yasama
yetkisi Türk milleti adına kullanılır, yargı yetkisi de aynı şekilde Türk
milleti adına kullanılır. Yürütme yetkisinde, yürütme yetkisinin kullanımında
“Türk milleti adına” vurgusuna ihtiyaç hissedilmemiştir çünkü yürütme organı
zaten yasama Meclisinden çıkar ve yasama Meclisinin denetimine tabi olan bir
organdır ve yine yasama Meclisi ya da yasama Meclisi tarafından götürülmesi
hâlinde halk oylamasında kabul edilen Anayasa’nın hükümlerine göre eylem ve
işlemlerini dizayn etmek mecburiyetindedir. Bu zaviyeden yaklaşıldığında, evet,
söylediklerinizle benim söylediklerim arasında çok fazla bir fark yok, tek fark
şu: Sayın Başbakana operasyon öncesi bilgi verilmiş ve “Sayın Başbakan
talimatıyla mı bu operasyon gerçekleştirilmiştir?” Bunu eğer ki bir soru olarak
algılayacak olursam net olarak şunu ifade etmek isterim: Sayın Başbakan ve
Hükûmeti, Anayasa’da görevlerinin ve yetkilerinin ne şekilde tarif edildiğinin
çok çok iyi farkındadır. Sayın Başbakan ve Hükûmeti, Türkiye’ye ilişkin idari
eylem ve tasarruflarını Anayasa’nın amir hükümleri, serbestiyet ve
kısıtlamaları çerçevesinde icra etmektedir. Bunun dışında bir hareket tarzı
benimseyebilmemiz hiçbir zeminde söz konusu değildir.
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) –
Aynı şeyler Sayın Bakan, aynı şeyler.
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) - Ben esasında az evvel Sayın Serindağ’ın sorusuna cevap verdim.
Sayın Başbakana yönelik her bilgilendirmeyi başlaması muhtemel bir operasyonla
ilişkilendirmek yanlış, sağlıksız bir düşüncedir dedim. Burada Sayın Başbakana
yönelik bir bilgilendirme yapılması söz konusu değil. Hukuk nezdinde, bakınız,
burada kolluk kuvveti kendi başına bir işlem, bir eylem içerisinde değildir.
Yargının, savcılığın talimatları çerçevesinde kolluk kuvvetinin eylem ve
işlemleri gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, hepimizin bildiği uygulama realitesi
bu olduğuna göre, bunun dışında illaki zorlama yöntemlerle birtakım arayışlara
girmek kesinlikle hiçbirimizi doğru bir adrese götürmeyecektir. Kaldı ki size
şunu da ifade etmek isterim: Hani, burada partilerin mutabakatıyla gelmiş olan
bir kanun teklifi var. Partilerin mutabakatıyla gelmiş olan…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Bizim mutabakatımız yok Sayın Bakan, bizim mutabakatımız yok.
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Sayın Kaplan Adalet Komisyonunda imzasını geri çekti.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
BDP’nin yok. Bunun altını çiz. Allah Allah!
BAŞKAN – Sayın Kaplan…
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Tamam, söylüyorum, Sayın Kaplan Adalet Komisyonunda imzasını
geri çekti. Şu an, Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan vekillerinin imzaları doğrultusunda,
imzalarının arkasında durmaları doğrultusunda, görüşmelerine devam ettiğimiz
6250 sayılı Kanun var. Bu Kanun’a ben baktığım zaman şunu görüyorum: Milliyetçi
Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli aynı metnin aynıyla gelmesi
ve metinde ısrar edilmesi hâlinde 6250 sayılı Kanun’un tüm hükümlerinin
arkasında olduklarını ifade ettiler.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Bakan, sorduğuma pişman oldum. Bu kadar çok konuşacağınızı bilseydim
vallahi sormazdım.
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Keza Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu,
Grup Başkan vekillerinden Sayın İnce, Sayın Tarhan’ın da açıklamalarına
bakıldığı zaman, onların da Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından bir daha görüşülmek
üzere geri gönderilen 6250 sayılı Kanun’a …
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Geri aldım, vallahi geri aldım.
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Siz geri aldınız ama ben cevabı durduramıyorum, tamamlamam
lazım.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Yeter ki konuşma, vallahi geri aldım.
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – 6250 sayılı Kanun’a mevcut hâliyle muvafakatinin devam ettiği
kanaatini Sayın Kılıçdaroğlu da ifade etti.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Söz, sormayacağım bir daha.
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Bu paralelde, AK PARTİ Grubu adına da Grup Başkan vekillerimiz
Sayın Nurettin Canikli, Sayın Mustafa Elitaş aynı şekilde, muhalefetle
birlikte, bu Kanun’un arkasında olduklarını ilanen beyan ettiler. Hâl
böyleyken, hâlâ bu soru-cevap işlemine niye gerek duyulduğunu doğrusu ben pek
anlayamıyorum.
Bu çerçevede, değerli
milletvekilleri, bir mutabakat sağlanmışsa, saat iki buçuk, bu mutabakat
doğrultusunda hepimizin gereğini yerine getirmemiz lazım. (AK PARTİ ve CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, başka soru
yoksa sizleri saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Çok teşekkür
ediyorum.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Sayın Başkan, düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN – Pardon efendim,
yirmi dakikalık soru-cevap müddeti doldu, özür dilerim.
Kanun’un tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Sayın Başkan, 69’uncu maddeye göre söz istiyorum.
BAŞKAN – Lütfen, efendim,
doldu…
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
69’uncu maddeye göre söz istiyorum, İç Tüzük’ün 69’uncu maddesine göre.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Verin, yoksa maddede vermek zorunda kalacaksınız.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
69’uncu maddeye göre “…ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüş kendisine
atfolunan Hükümet, komisyon, siyasî parti grubu veya milletvekilleri…”
BAŞKAN – Yerinizden bir
dakika vereyim, zapta geçsin.
Buyurun.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Bir dakika değil, şeyi tamamlayayım, ondan sonra…
BAŞKAN – Efendim, oradan
tamamlayın.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
14.- Gaziantep Milletvekili Ali Serindağ’ın, Gençlik ve Spor
Bakanı Suat Kılıç’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Sayın Başkan, Hürriyet gazetesinin pazar eki: “Şubat ortasında, haydi tam
tarihi verelim 17 Şubat günü, Özgener ile Aziz Yıldırım’ın telefon konuşması
soruşturmaya vites attırdı, farklı boyuta taşıdı. Açık söyleyelim Aziz Yıldırım
kolay lokma değildi.
Hedefte Türkiye’nin en
geniş taraftar kitlesine sahip kulübü de olunca İstanbul Emniyeti, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ı bilgilendirme ihtiyacı hissetti.
Yoğun bir günün sonunda
İstanbul’daki programı nedeniyle Haliç Kongre Merkezinde bulunan Başbakana
bizzat Başmüdür Vali Hüseyin Çapkın dosyayı sundu.” Gazeteci soruyor “Çok
sayıda kaynağa defalarca sordum, aynı yanıtı aldım. Başbakana bilgi,
operasyonun sosyal ve toplumsal olası sonuçları göz önüne alınarak verildi. Tek
bir kez görüşüldü, bir daha gidilmedi.”
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Zapta geçti efendim.
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Kim söylüyor bunu?
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Siz tekzip ettiniz bunu. Siz bunu tekzip ettiniz bunu.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
3.- 24.11.2011 Tarihli ve 6250 Sayılı Sporda Şiddet ve
Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ve
Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha
Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Adalet Komisyonu Raporu (1/535)
(S. Sayısı: 103) (Devam)
BAŞKAN – Kanun’un tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1’inci maddeyi okutuyorum:
SPORDA ŞİDDET VE DÜZENSİZLİĞİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUNDA
DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN
Kanun No:
6250 Kabul
Tarihi: 24/11/2011
MADDE 1- 31/3/2011 tarihli
ve 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunun 11 inci
maddesinin birinci fıkrasında geçen “beş yıldan oniki yıla kadar” ibaresi “bir
yıldan üç yıla kadar” şeklinde, dördüncü fıkrasının (b) bendi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiş, maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“b) Federasyon veya spor
kulüpleri ile spor alanında faaliyet gösteren tüzel kişilerin, genel kurul ve
yönetim kurulu başkan veya üyeleri, teknik veya idari yöneticiler ile
kulüplerin ve sporcuların menajerleri veya temsilciliğini yapan kişiler
tarafından,”
“(9) Bu madde kapsamına
giren suçlarla ilgili olarak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanununun 231 inci maddesine göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı
verilemez; verilen hapis cezası seçenek yaptırımlara çevrilemez ve ertelenemez.
(10) Bu maddede tanımlanan
suçların bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda birden
fazla işlenmesi halinde, bunlardan en ağır cezayı gerektiren fiilden dolayı
verilecek ceza dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılarak tek cezaya hükmolunur.
(11) Bu maddede tanımlanan
suçlardan dolayı cezaya mahkûmiyet halinde, kişi hakkında ayrıca Türk Ceza
Kanununun 53 üncü maddesi hükümlerine göre, spor kulüplerinin, federasyonların,
bünyesinde sportif faaliyetler icra edilen tüzel kişilerin yönetim ve denetim
organlarında görev yapmaktan yasaklanmasına hükmolunur.”
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Hasip Kaplan, Şırnak.
Buyurun efendim.
BDP GRUBU ADINA HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben sabah namazı
demiştim, sayenizde öğle namazına sarkacak bu olay çünkü üç parti grubunun
imzası var bu teklifin altında, üç parti grubu konuşuyor, üçü de birbirine
vuruyor. Yani bu teklifi getirmişler, teklifin sahibi ortada yok, camiye
bırakılmış çocuk gibi, Cumhurbaşkanı “Ben tanımıyorum.” diyor. Başbakan hasta
yatağından, oradan ses veriyor, ondan sonra burada birden çatlak sesler
kesiliyor ve çocuğun sahibi bulunuyor, Hükûmet, Bakan, AKP ve şimdi, yanlarında
da CHP, MHP bu hâle nasıl düştü, artık kendileri sorgular kendilerini ama
burada bu sabah vakti bir vicdan muhasebesi yapmak zorundayız hepimiz. Bakın,
hepiniz eğer bu konuda vicdan muhasebesi yapmazsanız bu şike, bu teşvik, bu
mafya olaylarını, bu organize suç olaylarını, şebekelerini, bu tartışmaları
önümüzdeki üç seçimde hep bunları karşınızda göreceksiniz çünkü kamuoyu vicdanı
tartışıyor, rahatsız ve bu konuda çok ciddi bilgi yanlışları var. Bu bilgi
yanlışlarının birini de sürekli Bakan yapıyor. Diyor ki: “Tüm partilerin
teklifi.”
Daha önce tasarıydı, geldi
ve bütün Federasyon kulüplerinin de üzerinde uzlaşmasıyla çıktı 6222. Seçim
öncesiydi, hatta kimse de konuşmadı üstünde. Öyle, yangından mal kaçırır gibi
çıktı ve kimse konuşmadı. Bu Yasa şimdi, açılan soruşturmalar sonrası
konuşuluyor. Peki, aceleniz ne şimdi? Bunu dün gece konuştunuz Komisyonda
Cumhurbaşkanı vetosundan sonra, alelacele sabah getirdiniz, üstelik Danışma
Kurulu kararı olmadan, “kırk sekiz saat” İç Tüzük hükmünü çiğnediniz,
hukuksuzluk yaptınız. Aceleniz ne? Bu yangından mal kaçırma telaşınız ne?
Arkadaşlar, bu konuda iki
çalışma var ki ikisi de yeni değil. Çok açık söyleyeceğim ikisini de ve samimi
duygularımı da, kaygılarımı da, neden “Teklif tekrar görüşülsün.” dediğimiz
konuları da size açıklayacağım şimdi. Birincisi, şurada sporla ilgili bir
Meclis araştırma komisyonu raporu var. Yeni gelen arkadaşlarımın belki elinde
yok ama mutlaka bunu alın ve okuyun arkadaşlar. Şunu aldığınız zaman, bunun içinde
teklifleri görürsünüz ve Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın da bu konuda
araştırma önergesi veren bir milletvekili de olduğunu görürsünüz. Sadece bu
değil, yine, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan dışında, BDP grup başkan
vekillerinin de ayrıca bir önergesi olduğunu burada görürsünüz.
Şimdi, Meclis bu konuyu
araştırmış, şiddeti araştırmış, kulüplerin sorunlarını araştırmış, hepsini
konuşmuş, anketler yapmış ve bunun sonunda da çok ciddi tespitler yapmış. Bu
rapor tamamen… Tarih itibarıyla baktığınız zaman, Mart 2011. Nisan 13, bu yasa
çıkıyor. Dikkatinizi çekerim, arada üç hafta var, arada üç hafta var bu
rapordan sonra.
Şimdi, bu raporun içinde,
bugün bu açılan şike soruşturmasının sanıkları da gelip bu Meclis Komisyonunda
görüş açıklamışlar, onların da beyanları var. Aziz Yıldırım’dan tutun Futbol
Federasyonuna, Futbol Federasyonundan tutun spor yazarlarına, herkes konuşmuş,
yani bu Mecliste her şey de öyle araştırılmamış değil. Anketler yapılmış,
sorular sorulmuş ve cevaplar alınmış ve herkes caydırıcılık için… Altını
çizdim, tek tek okumayacağım ama şöyle bir göstereceğim, hepsinde de etkili
önlem, caydırıcı önlem, yasal önlem, cezaların artırılması gibi tespitler var.
Bu taslağı da Hükûmete getiren… Mukayeseli hukuk ve Avrupa hukuku ile beraber
getirdi Hükûmet o zaman.
Şimdi, bu, Meclise geldiği
gün, burada 80 sıra sayılı olarak ilk görüşüldü. Bizim tavrımız, muhalefetimiz
daha Komisyon aşamasında net, sonra Meclis aşamasında net ve burada bu Genel
Kurula kadar inmiş teklifleri geri çeken Hükûmetin bir bakanı durmadan her
yerde nakarat hâlinde “Tüm partilerin, bugün de Danışma Kurulunun kararıyla bu
görüşülüyor.” dedi. Danışma Kurulu 4 parti grubundan oluşur ve biz yokuz. Bu
teklifte 4 tane imza yok, 3 tane var. Bu imzalarınızın arkasında durun, dik
durun, net konuşun, açık olun ve çıkın her maddede, her şeyde de görüşlerinizi
açıklayın. İsterdim burada herkes konuşsun. Sayın Şamil Tayyar, Sayın Bülent
Arınç, sayın diğer bakanlar bu konuda bunda vicdanen rahatsız olanları… AK
PARTİ’nin içinde “Vicdanım rahatsız.” diyen çok milletvekili olduğuna ben de
inanıyorum. Yalnız bir şeyi uyaracağım ve vaktim var, maddeler çok, her maddede
de önergemiz var, sabah namazı demiştim, sayenizde öğlen namazına sarkacak.
Şunu açık söyleyeceğim: Bakın, şu andan itibaren bu yasayı konuşuyoruz, bu
yasanın içinde spor kulüpleri var, Federasyon var, organize mafya var, yargı
var, siyasetçi var, polis var ve böyle bir çemberin içindeki olaylar üzerinde
kapkaç gibi getirilen bir teklifin alelacele gece sabahlara karşı vatandaş
uyurken Türkiye’yi uyutarak çıkarılmasına çalışıldığı bir an var. Elbette ki
masumiyet karinesini çok iyi bilen bir hukukçuyum ve ben KCK soruşturmalarında
9 bin üyesi gözaltına alınmış, 5 bine yakın üyesi tutuklu olan bir partinin
Grup Başkan Vekiliyim. Ama burada kalkıp doğruları konuşma zamanı da gelebilir.
İddianame bugün açıklandı.
Sayın Bakan, bu iddianamede suç örgütlerinin liderleri var, Türk Ceza Kanunu
220’ye göre iddia, konuştukları telefonlar da var, haksızlıklar da var. Grup
Başkan Vekili Sayın Canikli’nin de adı geçiyor, Üsküdar’daki Meclis üyenizin de
adı geçiyor, Federasyona atadığınız Federasyon Başkan Yardımcısının adı da
geçiyor, Hükûmetin tasarruf kullandığı birçok kişinin adı geçiyor.
Şimdi, ben, burada Sayın
Canikli’yle bir iddia, bir isnatla yargılanan birileri telefonla görüştü ki
doğaldır, küçük bir ilde o ilin milletvekili olmak, aranır konuşulur da. Bu
kadar ortalığın karışık olduğu, iddianamenin açıldığı, televizyon
programlarının üst üste yapıldığı ve Hükûmetin bizzat, bakanların diyemiyorum
Hükûmetin bizzat atadığı Federasyon Başkan ve başkan yardımcılarının
suçlandığı, kulüp yöneticilerinin olduğu ve çok ciddi bu suç organize
iddiasıyla ilgili.
Sayın Valim burada,
İstanbul Valisi, 2009’da Almanya’da başlayan şike ve şans oyunları, mafya
ilişkilerinden yola çıkılarak Almanya’daki operasyon geliyor Türkiye’yi
buluyor.
Sayın Valim, öyle mi, değil
mi?
MUAMMER GÜLER (Mardin) –
Yapıldı operasyon.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Valiler buraya giremez Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Hayır, dönemin 2009’unu konuşuyorum.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Milletvekilleri girer buraya. Vali nasıl girer?
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Hayır, 2009’un Valisini konuşuyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
süreniz tamam efendim.
Teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde AK PARTİ
Grubu adına Sayın Nurettin Canikli.
Buyurun Sayın Canikli.
AK PARTİ GRUBU ADINA
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Söz almamın nedeni ya da bu
madde üzerinde grup adına söz almamın nedeni, biraz önce Sayın Kaplan’ın ismimi
zikrederek…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
İsminiz iddianamede zikrediliyor, ben demiyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Bu iddianamede ismimin geçtiği şeklinde bir ifade kullandı. Şimdi, tabii,
böyle bir ifade kullanıldığı zaman insanların aklına çok şey gelir. Ne demek
yani?
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
İddianame…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Dinleyin lütfen, dinleyin, bakın… Dinleyin… Bir iddiada bulundunuz, dinleyin.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
İddianamede var.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Şimdi, insanların aklına her şey gelebilir, her şey gelir. Diyorsunuz ki:
“İşte şunlar var, çete reisi var, bilmem ne var, siyasetçiler var, Grup Başkan
Vekilinizin ismi geçiyor.”
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
İddianameden okudum.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Ve bu kadar, başka bir şey yok. Şu anda iddianamenin tamamı burada, 401
sayfalık iddianame. Orada bir yerde benim ismim geçiyor. Şu şekilde geçiyor:
İki tane eski Giresunspor başkanının telefon konuşması yani Sayın Ömer Ülkü ve
Sayın Osman Çırak telefonla görüşüyorlar aralarında ve orada diyor ki
başkanlardan bir tanesi diğerine: “İki sefer yönetim ertelendi, bana bırakıp
gitmedin. Olgun Aydın Peker seni tehdit ettiği için gittin. Ömer Ağabeyciğim
bunu bilmeyen yok. Giresun’da senin Olgun Aydın Peker tarafından tehdit edildiğini
dolayısıyla ondan dolayı gittiğini herkes biliyor, sen de söyledin bunu Ağabey,
valiye de açtın, söyledin, Nurettin Canikli’ye de açtın, söyledin Beni Olgun
Aydın Peker tehdit etti.” diye, bu. Şimdi yani iddia şu: Bunlardan bir tanesi
ismi geçen şahıs tarafından dövdürüldüğünü söylüyor, öbürü de diyor ki: “Sen
gittin bunu valiye şikâyet ettin, yani bu olayı, senin dövdürüldüğünü valiye
gittin şikâyet ettin ve Nurettin Canikli’ye gittin şikâyet ettin.” İddia bu.
Bu, yani bütün olay bu. Nedir bu şimdi Sayın Kaplan? Nedir bu?
HASİP KAPLAN (Şırnak) – On
tane, yirmi tane iddia var.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Bakın burada bir imada bulunuyorsunuz, burada bir imada bulunuyorsunuz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
İddianamede geçiyor.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Çıkıp iddianamede adı karışmak demek hukuken her anlama gelebilir.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ama
geçiyor… İddianamede geçiyorsunuz.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Bakın, onurlu bir insan böyle bir iddiada bulunurken bütün açıklığıyla,
çıplaklığıyla ortaya koyar. Ayak oyunlarıyla bu şekilde ali cambaz oyunlarıyla
ve onursuz bir şekilde… Bu şekilde olmaz, ayıptır. Bir de hukukçu olduğunuzu
söylüyorsunuz, böyle hukukçu olur mu?
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
İddianamede geçiyorsunuz.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)-
Böyle hukukçu olmaz, böyle ancak hukuk teröristi olur. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Hükûmetin atadığı Federasyon Yardımcınız…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Bütün iddia bu.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ama
geçtiğini siz de söylüyorsunuz.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Çıkın, o zaman söyleyin, adınız bu şekilde geçiyor diye söyleyin.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Hükûmetin atadığı Federasyon Yardımcısı sanık mı değil mi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Böyle mantık olabilir mi? Böyle milletvekilliği olur mu? Böyle insan olur mu?
Utanın! Utanın ve özür dileyin buradan, bütün milletten özür dileyin.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
İddianamede yer alıyorsunuz. Bundan suçlananlar bundan özür dileyecek.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Böyle terbiyesizlik olmaz! Böyle terbiyesizlik olmaz!
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ADİL KURT (Hakkâri) –
Hakaret ediyor, sözünü geri alsın!
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
İddianamede yer alıyorsunuz.
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
Siz oturun bir kere
yerinize.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
buyurun.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, burada konuşurken bugün açıklanan iddianamede isminin geçtiğini
söyledim, bu kadar. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BÜLENT TURAN (İstanbul) –
Sanık gibi söylüyorsunuz ya.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, ikincisi, açıkça ifade edeyim izin verirseniz kürsüden… (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Hay hay, buyurun
kürsüye ama şunu açıkladığı şekilde adı geçti deyin ve meseleyi kapatalım lütfen
Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
İddianamede var…
BAŞKAN – Ama yani siz de
bir dakika içerisinde… Yani siz de deyin ki “Benim okuduğumda da iddianamede
böyle geçiyordu isminiz.” deyin, onu demek istiyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Bakın, Sayın Başkan, burada herkes, ağzından çıkanı kulağı duyacak, bu bir. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler) Dinleyin, zıplamayın…
İddianameye ben Sayın
Canikli’nin adını yazmadım, savcılar yazdı, bir. Ben bu iddianameyi
İnternet’ten okudum, hepiniz açın okuyun, var mı yok mu? Ben vardır diyorum
iddianamede. İddianamede sanıktır demedim, şununla suçlanıyor demedim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Böyle mi söylenir?
HASİP KAPLAN (Devamla) -
İddianamede vardır diyorum ve bir şey daha da söylüyorum: Hükûmetin atadığı
Federasyon Başkan Yardımcısı dahi sanıktır orada diyorum, hatta başkaları da
sanıktır diyorum, partinizin içinde olan seçilmişler de var, sanıktır diyorum
ve ben…
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– Federasyon Başkan Yardımcısı atanmaz, seçilir.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Bakın, bir şey söylüyorum Sayın Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Lütfen özür dileyin Sayın Kaplan, böyle olmaz. Ayıp, çok ayıp!
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Sayın Canikli, siz kalkıp bu kürsüde hakaret ediyorsunuz, tehdit ediyorsunuz ve
bu sözlerinizi geri almanız lazım.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Bakın “Geriye almazsanız…” diyorum.
HASİP KAPLAN (Devamla) – İç
Tüzük’e göre alacaksınız. İddianamede yer aldınız mı, almadınız mı? Aldığınızı
ben söylüyorum. İddianamede yer almanızın…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– İddianamede söyledim nasıl olduğunu.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Niye gocunuyorsunuz?
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Böyle mi olur, iddianamede böyle mi yer alınır? İddianamede sanık olarak yer
alınır.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Bakın, burada ben bir sürecin hassasiyetine dikkat çekiyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı “Bunun
biraz daha düşünün üzerinde.” dediği zaman niye acele ediyoruz diye soruyorum.
Ne acelesi var dün gece görüşüp bu sabah bunu getiriyorsunuz? Ne acelesi var,
diyoruz. Bunu daha sağlıklı, daha sakin konuşamaz mıyız?
Saat 11.00’de mesaiye
başladık, şu an sabah saat 03.00. Bakın, sağlıksız koşullarda konuşuyoruz.
Bakın, sağlıksız yasa yapıyoruz. Daha önce de sağlıksız olarak bu yasalar
yapıldı ve burada biz hepsini tartışmak zorundayız, konuşmak zorundayız…
BAŞKAN – Sayın Kaplan…
HASİP KAPLAN (Devamla) –
…ama doğruyu konuştuğumuz zaman bu kürsüden gelip bize hakaret edip, bize
küfredip, bizi tehdit edip çoğunluğunuza güvenerek susturacağınızı
zannediyorsanız…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Ben hakaret etmiyorum.
BAŞKAN – Sayın Kaplan…
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Ona, sakın ha kalkışmayın. (AK PARTİ sıralarından “Sen de hakaret ettin”
sesleri, gürültüler)
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen…
HASİP KAPLAN (Devamla) – Ne
sizin gücünüz bizim sesimizi kısmaya yeter…
BAŞKAN – Mesele
anlaşılmıştır.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
…ne bizi korkutmaya yeter. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen… Lütfen, bir dakika…
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Sayın Başkan, sözünü, Sayın Canikli’nin sözünü geri çekmesini talep ediyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Özür dilemesi gereken sensin.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Aksi takdirde İç Tüzük 163’e göre…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Yanlış anlaşılma…
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Yanlış anlaşılma yoktur.
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen…
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Aynen, açık seçik bir şekilde tehdit vardır. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen…
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Sayın Başkan, 163’e göre disiplin hükümlerini uygulayın. Grup Başkan Vekili
dahi olsa bir grup başkan vekiline hakaret edemez.
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen yerinize oturun.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Hakaret de edemezsiniz, tehdit de edemezsiniz, burada… (AK PARTİ sıralarından
“otur yerine” sesleri, gürültüler.)
(Hatip su bardağını kürsüye
vurarak kırdı)
(AK PARTİ ve BDP
sıralarından bir grup milletvekili kürsü önünde toplandı)
BAŞKAN – Birleşime beş
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 02.55
DOKUZUNCU OTURUM
Açılma Saati:03.06
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32’nci Birleşiminin Dokuzuncu
Oturumunu açıyorum.
103 sıra sayılı kanunun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Şimdi madde üzerinde
soru-cevap işlemi yapacağız.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Başkanım, özür dilerim, usulle ilgili bir sorum var ama… (Gürültüler)
BAŞKAN – Madde üzerinde
soru yok.
Bir önerge vardır,
okutuyorum…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sizin önergenizi
okutuyorum efendim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Hayır efendim, hayır!
BAŞKAN – Sükûnetle, rica
ediyorum…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Usule dair bir talebimiz var.
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
oturunuz, sonra…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, usule dair…
BAŞKAN – Zabıtlara
bakacağız, cevap vereceğiz, oturun. Zabıtları getirteceğim, lütfen oturun.
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte olan 103 sıra
sayılı yasa teklifinin 1’inci maddesinin tekliften çıkarılmasını arz ve teklif
ederiz.
Hasip Kaplan Murat Bozlak Sırrı Sakık
Şırnak Adana Muş
Adil Kurt Erol Dora Sırrı Süreyya Önder
Hakkâri Mardin İstanbul
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge sahibi,
buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından “Bardağı kaldırın.” sesleri)
BAŞKAN – Bir saniye, bir
saniye…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, burada bir İç Tüzük var, Meclis nasıl yönetilir, yazıyor. Bu
kürsüden bir milletvekili eğer muhalif bir milletvekiline hakaret eder, tehdit
eder ve bu tehdidini devamlı surette yaparsa, buna karşı Sayın Başkanın da İç
Tüzük 67 ve 160’ıncı maddelerinin gereğini yapması gerekir.
Sizin seçildiğiniz partinin
grup başkan vekili olması, sizin tarafsız davranmanızın önünde bir engel değil.
Bakın, frak ve smokin giymişsiniz, AKP rozetini çıkarmışsınız ve tarafsız bir
başkan olmanız gerekiyor. Eğer burada, muhalefeti, sayınız çok diye, gücünüz çok
diye, kaba gücünüz çok diye burada sindirip susturacağını düşünüyorsa bizi,
bir, yanılırsınız; iki, “Buradan, bu kürsüden tehdit ve hakaret etme hakkımız
var.” der, “Çoğunluğumuz var, bu bize kâr kalır.” derseniz, orada da
yanılırsınız.
Şimdi, Sayın Başkan,
önergeyle ilgili konuştum ve önergeyle ilgili bu kürsüde şunu geldim söyledim,
gereğini yapın dedim ama siz hiçbir şey olmamış gibi, bu Meclis Genel Kurulunda
hiçbir şey yaşanmamış, bu kürsüden tehditler edilmemiş, bu kürsüden küfürler
edilmemiş gibi davrandınız. Buna, Sayın Başkan, sizin hakkınız yok. Tutumunuz
kaygı vericidir. Tutumunuz daha önce de sorgulanır bir tutumdu. Bu tutumunuzla
sizin bu yasama sürecini bu şekilde sürdürmenizin imkânı yok. Lütfen çekiliniz
Sayın Başkan. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Gereğini yapmıyorsanız
lütfen çekiliniz. Davet ediyoruz sizi. Tarafsızlığınızı yitirdiniz. Birinde ana
muhalefete yaptınız, bir başka muhalefete de şimdi hiçbir şey olmamış gibi
davranıyorsunuz. Hiçbir kimsenin, bu Mecliste, milletin iradesiyle seçilmiş
milletvekillerini, bu kürsüde, düşünceleri nedeniyle, aykırı da olsa
düşüncelerini kürsüde dile getirdiği için tehdit etme, hakaret etme hakkı,
hukuku yoktur. Millet size hakaret ve tehdit hakkını ve hukukunu vermemiştir.
Ya kibar…
BÜLENT TURAN (İstanbul) –
Asıl hakaret eden sensin. Darp uygulayan sensin.
HASİP KAPLAN (Devamla) -
Sayın stenograflar, lütfen, şu asaletleri ağızlarından saçılanları düzgün
kaydedin ve resimde “AKP sıralarından” değil, lütfen adlarını da yazarak
geçiniz, bunu tarihe düşeceksiniz.
ZEYNEP KARAHAN USLU
(Şanlıurfa) – Kırdığınız bardak parçaları insanların yüzüne gelip parçalasaydı
gurur mu duyacaktınız?
HASİP KAPLAN (Devamla) - Bu
kürsüden zulme ve zorbalığa başladığınız anda…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Zorbalığı yapan sensin.
HASİP KAPLAN (Devamla) - …
organize suç örgütlerinden, mafyadan, çetecilerden ve darbecilerden farkınız
kalmaz. Bu sınıra dikkat edeceksiniz.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– Bardağı kırıp buraya, suratıma fırlatan kim? O bardağı kırıp benim suratıma
atan kim?
HASİP KAPLAN (Devamla) -
Senin suratına bardak atmadım, bir, hırsımdan kırdım.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– Benim suratıma attın, buradaydı.
HASİP KAPLAN (Devamla) -
İki, Sayın Başkan, lütfen gereğini çağırın, gereğini yapın.
Siz Meclisi…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Nereye attın sen o bardağı?
HASİP KAPLAN (Devamla) -
Burası organize suç örgütleri gibi yönetilecek bir yer değil.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– Önce sen davranışını kontrol et.
HASİP KAPLAN (Devamla) -
Burası çetecilerin ve darbecilerin yaptığı gibi zorbalıkla yönetilecek bir yer
değil. Burada, yaptığınız haksızlığın ve hukuksuzluğun… Lütfen çıkın ya özür
dileyin ya Başkanlık gereğini yapsın, İç Tüzük olarak gereğini yapsın. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
Sizin karşınızda boyun
eğmeyeceğiz, sizin karşınızda eğilmeyeceğiz, sizin karşınızda susmayacağız;
gerçekleri haykırmaya devam edeceğiz. Şikeye bulaşanı da, teşvike bulaşanı da,
organize suçlara bulaşanı da, her türlü organize işin içinde olanı da, kim
olursa olsun, ucu nereye giderse gitsin üstünde duracağız ve cesaretle bunun
takipçisi olacağız. Bundan kimse gocunmasın. Kendisinden korkusu olmayan hiç
kimse gocunmasın bundan. Ama bu İç Tüzük sadece bizim için konulmadı.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Bunun gereğini yapın Sayın Başkan ya da çekiliniz. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Isparta) – Sayın Başkan, önce özür dilesin. Genel Kuruldan özür dilemesi
lazım.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, sayın milletvekilleri, bir saniyenizi alabilir miyim?
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan, madde üzerinde konuşacağım.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, olayla ilgili tutanağı okumama müsaade eder misiniz?
“Hasip Kaplan (Şırnak) –
İddianamede geçiyor.
Nurettin Canikli (Devamla)
– Böyle hukukçu olmaz. Böyle ancak hukuk teröristi olur.
Hasip Kaplan (Şırnak) –
Hükûmetin atadığı sizin Federasyon Yardımcınız.
Nurettin Canikli (Devamla)
– Bütün iddia bu. Çıkın o zaman söyleyin. ‘Adınız bu şekilde geçiyor.’ diye
söyleyin. Böyle mantık olabilir mi? Böyle milletvekilliği olur mu? Böyle insan
olur mu? Utanın! Utanın ve özür dileyin buradan. Bütün milletten özür dileyin.
Böyle terbiyesizlik olmaz. Böyle terbiyesizlik olmaz.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.”
Hasip Kaplan, bu iddialar,
bu sözler karşısında siz kürsüye çıkıp, kürsüdeki bardağı fırlattınız.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Kırdım… Fırlatmadım, kırdım.
BAŞKAN – Bakınız, kırdınız,
parçaladınız.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Fırlatsam kafasına atardım.
BAŞKAN – Lütfen… Kırdınız,
parçaladınız; kafasına atmadınız ama kafasına da gelebilirdi herkesin.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– Parçaları üzerime attı.
BAŞKAN – Bir saniye
efendim… Bir saniye…
Bakınız, 160’ıncı maddede
ne diyor İç Tüzük’ün: “Kınama cezasını gerektiren haller şunlardır:
1. Aynı birleşimde iki kere
uyarma cezası aldığı halde bunu gerektiren hareketten vazgeçmemek;
2. Bir ay içinde üç kere
uyarma cezasına uğramış olmak;
3. Kaba ve yaralayıcı
sözler sarf etmek ve hareketler yapmak;
4. Saldırıda bulunmak;
5. Mecliste gürültü ve
kavgaya sebep olmak veya Meclisin görevini yerine getirmesini önlemek için
toplu bir harekete girişilmesine önayak olmak.”
Şimdi, yaptığınız hareket…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Peki…
BAŞKAN – Bir saniye
efendim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Hangi hareket? “Hukuk teröristi” diyor, “terbiyesiz” diyor…
BAŞKAN – Yaptığınız,
bardağı kürsüye vurup kırdınız ve üstüne yürüdünüz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
“Hukuk teröristi” diyor, “terbiyesiz” diyor, siz seyrediyorsunuz.
BAŞKAN – Bir saniye
efendim… Lütfen… Lütfen… Bir saniye…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Siz
seyrediyorsunuz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sizi zorla
zaptettiler, üstüne yürüdünüz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Siz
seyrediyorsunuz oradan.
BAŞKAN - Şimdi ben sizden,
kınama cezası vermek üzere, savunmanızı istiyorum. Lütfen kürsüye buyurun.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Hayır… Sizin tutumunuz hakkında söz istiyorum. Usul tartışması açıyorum. Siz…
BAŞKAN – O geçti, onu
yapamazsınız.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Siz, savunmasını alacağınız kişiye…
BAŞKAN – Orada yapılacak
bir şey yok.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Siz
burada engizisyon mahkemesini kuramazsınız.
BAŞKAN – Orada yapılacak
bir şey yok. Lütfen savunmanızı verin. Lütfen… Lütfen savunmanızı verin.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Engizisyon mahkemesini kuramazsınız burada.
BAŞKAN – Hayır, İstiklal
Mahkemesi filan kurduğum yok.
HASİP KAPLAN (Şırnak) -
Usul tartışması açıyorum.
BAŞKAN - Buyurun.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
69’a göre usul tartışması açıyorum. Usul tartışması açıyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Usul tartışması… Neyin usul tartışmasını açıyorsunuz? Başkan İç Tüzük’e uygun
hareket ediyor.
BAŞKAN - Evet, değerli
arkadaşlarım…
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(İstanbul) – Sayın Başkan, bir şey arz etmek istiyorum.
BAŞKAN – Estağfurullah,
buyurun efendim.
Siz de yapabilirsiniz
savunmasını Sayın Süreyya Önder, buyurun.
Beş dakika içinde lütfen.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(İstanbul) – Sporda Şiddetin Önlenmesi Yasası’na ilk şiddeti bulaştırdık.
Hayırlı uğurlu olsun. (AK PARTİ sıralarından “Siz bulaştırdınız.” sesleri)
Müsaade edin, müsaade edin.
Bir yere giden biri yok, biz konuşuruz, siz konuşursunuz, yeter ki bu
gerginliklere mahal verilmesin. Sayın Meclis Başkanı… (AK PARTİ sıralarından
“Yapma ya!” sesi)
Kardaş, ben biliyorum, sen
de biliyorsun, sen bir dakika bir müsaade et.
Sayın Meclis Başkanı, bir
yerden itibaren tutanakları okudu, doğrudur. Filmi bir tık daha başa sararsak
hepimiz rahatlayacağız, bunlara da gerek kalmayacak, o da şu: Sayın Hasip
Kaplan burada dedi ki: “Sayın Canikli’nin adı geçiyor.” Ardından da şu cümleyi
eklemedi mi arkadaş, hepiniz burada değil miydiniz? “Taşrada siyaset yapmanın
böyle şeyleri vardır.” dedi. İnsanların yani bu mevzulara adı bulaştırılır, adı
geçer, telefon açar; hepimize geliyor bu tür talepler. Şimdi, Allah aşkına,
arkasından bu açıklamayı yapınca bundan… Sayın Meclis Başkanından rica ediyorum
ben, tutanakların o kısmını da, Sayın Hasip Kaplan’ın ne söylediği kısmını da
bir açıklarsak bu mesele belki de vuzuha kavuşur, sarılırlar, bu işleri de
olmamış sayarız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Müsaade edin, müsaade edin.
Ben size tekrar söylüyorum, derse ki bir hatip: “Sırrı Önder’in adı geçiyor
iddianamede.” Ardından da derse ki: “Ya, İstanbul ikinci bölge böyle bir
yerdir.” Ben şahsen bundan şahsıma herhangi bir incinme, bir itham, bir suizan
şey etmem yani kendime böyle bir…
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) –
Siyasetçilerin isimleri geçiyor, emniyetçilerin isimleri geçiyor.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Müsaade edin.
Şimdi, arkadaşlar, yani
mesela Sayın Canikli, ben ferasetine de, vicdanına da, sağduyusuna da
güveniyorum. Yani gecenin bu saatinde inanmadığınız şeyleri savunmak zorunda
kalmak, yarın sabah tekrar 11.00’de…
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– Bırak neyi savunduğunu, bırak ya.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Bırakın bunları.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– Ajitasyon yapma ya.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Yahu niye bırakalım ağabey, niye bırakalım? Niye geriliyor yani?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Bizim adımıza niye konuşuyorsun sen?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Sayın Canikli söylesin.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Bizim adımıza konuşma.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, müdahale etmeyecek misiniz?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Sayın Canikli, sizden rica ediyorum; bir hatip derse ki “Bunun ismi
geçiyor ama…”
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sakin sakin…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sakinliği nasıl tavsiye ediyorsun bardak kırarak? Şimdi de “Sakin ol” diyorsun.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – “…taşrada siyaset yapmanın böyle bir yanı vardır.” derse buna bu
tepkiyi göstermek caiz midir?
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Bakın, söyleyiş amacı belli. Böyle bir şey bahsedilmez çünkü ortada bir şey
yok. Dolayısıyla, söylerken sanki işin içindeymiş gibi bir anlam çıkıyor. Bunu
kendisi de çok iyi biliyor.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Sayın Canikli, buna da siz…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Yani, ben durup dururken…
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Sizin de kürsüde hakkınız var, “Ya, bak adım geçiyor ama böyle
geçiyor.” Bu sadece, eğer bundan size bir suizan eden varsa onu mahcup eder. Bu
kadar basit yani. Bunun için “hukuk teröristi…”
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Ya, niye hep her şey bizim basitimiz oluyor? Allah’ını seversen
ya!
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – “…terbiyesiz” falan demek yani…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Hayır, öyle değil.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
“Terbiyesizliktir” diyor, “terbiyesiz” demiyor; “Bu yapılan terbiyesizliktir.”
diyor.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Ee, işte “terbiyesizlik” ile “terbiyesiz” aynı. Onun için, benim
Sayın Başkana da, Genel Kurula da…
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– Bir siyasetçi orada sinirlerine hâkim olamıyorsa…
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Şüphesiz.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– …kendini kontrol edemiyorsa, oradaki bardağı fırlatıp kırabiliyorsa bunun
savunulabilir ne tarafı olabilir ya?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Sayın Başkan Vekili, bir bütün içerisinde bakmak lazım. Elbette ki
bunun savunulur bir tarafı yok.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Siz
önce yanınızdakilere, küfretmemeyi, “terbiyesiz” dememeyi, “hukuk teröristi”
dememeyi…
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Ben yani “Bu meşrudur, bunu fırlatır.” böyle bir şey demiyorum.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– Kontrolden çıkmayı mı gerektirir bu, kontrolsüzlüğü mü gerektirir?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Müsaade edin.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Yani
bu şekilde ağzından laf çıkması mı gerekir?
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– Siyaset kontroldür, siyaset sükûnettir.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Sayın Başkan Vekili, burada bu sadece Hasip Kaplan’la başlamış bir
şey değil. Yani, bunu bence olmamış sayalım. (AK PARTİ sıralarından “Hayır.”
sesleri, gürültüler)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Hayır, hayır!
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(Devamla) – Peki, sayın Genel Kurul, o zaman gereğini yapalım; peki, o zaman
gereğini yapalım.
Buyurun.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, 63’e göre yönetiminiz hakkında usul tartışması açıyorum. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Nesine yapacaksın?
BAŞKAN – Şimdi onu
bırakalım, bir saniye…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Hayır efendim, hayır! Şimdi, bizim daha önce tutumunuz hakkında bir talebimiz
oldu. Usul tartışması açmak istiyorum.
BAŞKAN – Açarsınız sonra,
bir dakika oturun şimdi.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Efendim, önce saldırılan…
BAŞKAN – Efendim, bir
saniye… Sizden önce bir Grup Başkan Vekili söz istedi. Oturun lütfen, size de
söz vereceğim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, usulü doğru uygulayın.
BAŞKAN – Oturun lütfen,
oturun.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Önce hakaret edeni dinlersiniz, savunmasına ondan başlarsınız.
BAŞKAN – Oturun lütfen,
oturun.
Buyurun.
Üç dakikada lütfen Sayın
İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlarım, zaman
zaman bu sertlik içerisinde olabiliyoruz. Ben sert davrandığımda sabah hep
kendi kendime kızıyorum niye sert oldum da zeki olmadım diye. Zaman zaman da o
laf sokuşturmaları, içinde zekâ ürünü olan sözleri söylediğimde sabah diyorum
ki: İşte, dün görevimi daha iyi yaptım. Zaman zaman bütün siyasetçilerin
kendini sorguladığı olmuştur, hepimiz bunu yaşamışızdır.
Bakın, bu Mecliste yaşanmış
bir şeyi söyleyeyim size. Bence tarihin en zeki hareketidir bu. Bir gün kürsüye
çıkıyor birisi, diyor ki: “Bu Meclisin yarısı sahtekârdır.”
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti…
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Ondan sonra “Sayın Başkan, özür dilesin, yüce Meclise hakaret etti.” diyorlar.
Kürsüye geliyor ve diyor ki: “Özür dilerim Sayın Başkan, bu Meclisin yarısı
sahtekâr değildir.” diyor. (Gülüşmeler)
Şimdi, bakın, Sayın
Canikli, bence size haksızlık yapıldı. O iddianamede sizin adınız geçmiş sayılmaz.
Hepimiz bunları yaşıyoruz. Bizi hırsız da arıyor, üçkağıtçısı da arıyor, ne
bilelim biz, bir sürü insan bizi arıyor, bunları yaşıyoruz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Arama da yok ya, arama da yok.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Şimdi, bir şey olmuş, milletvekilini, valiyi aramış, tehdit edilmiş, orada
sizin adınızdan bahsedilmiş. Sadece sizden şunu istiyorum: Empati yapmanızı
istiyorum. Siz bugün burada haksızlığa uğradınız bence ama bu yüzden haksızlığa
uğrayan binler var bu ülkede, binler var.
Peki, ben size bir şey
anlatayım: İki kişi konuşuyor, iki kişinin telefon kayıtları medyaya düşüyor,
benim adım geçiyor iki kişinin konuşmasında, aynı sizin gibi.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Bu da böyle, bu da böyle.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Aynı onun gibi, benim hiç dahlim yok olayda, günlerce fotoğraflarım basıldı
benim. Bunlar doğru değil ama bunları çözecek olan sizsiniz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Onları bastıran milletvekili değil ama.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Ben milletvekiliyim efendim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Onu bastıran milletvekili değil ama burada farklı söyleyen milletvekili.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Sayın Elitaş, bakın, ne diyorum: O iddianamede, okunduğu kadarıyla, Sayın
Canikli yok sayılır. Ne diyor ki? Karışmış sayılmaz.
Yani burada amacınızı
aştınız siz biraz, kusura bakmayın Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Yani hakaret etme hakkını mı veriyor?
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Hayır, bir dakika, bir dakika…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Küfür etme hakkını mı veriyor?
MUHARREM İNCE (Devamla) – Ama
siz bir imada bulundunuz, sanki Canikli o işin içindeymiş gibi bir imada
bulundunuz.
NUREDDİN NEBATİ (İstanbul)
– Biz aynen öyle anladık.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Ben doğruyu söylemek için buraya geldim. Ben doğruları söyleme… Ama, bakın, siz
de iktidar partisisiniz, bu sorunu çözmek sizin göreviniz. Bu toplumda bu
yüzden mahkûm olmuş, toplumun gözünde incitilmiş, gururu kırılmış binlerce, on
binlerce insan var, bunu bilmeniz lazım. (AK PARTİ sıralarından “Bardağı attı
ama.” sesi) Ya, tabii ki bunlar doğru değil.
Bakın, şöyle yapalım
isterseniz: Biz herkesle konuşuruz siyasetçiler, herkes de bizi arayabilir,
herkesle de görüşürüz…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MUHARREM İNCE (Devamla) –
…bunda hiçbir sakınca yok.
Bir dakika daha verebilir
misiniz?
BAŞKAN – Evet, bir dakika
daha veriyorum.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Tansiyonu biraz düşürelim.
Sayın Hasip Kaplan da o
anda sinirlenmiş olabilir, yapmış olabilir ama burada cam kırıldı, ben gördüm,
Sayın Mahir Ünal’a kadar…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Attı…
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Hayır atmadı, orada da abartmayalım.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Attı, parçaları attı.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Hayır, bardağı kırdı.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş)
– Masanın üzerindeydi.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Sıçradı… Yani özel bir kasıtla Sayın Mahir Ünal’a doğru atmadı, bunu da gördüm,
burada da doğruyu söylemeliyiz. Burada da bir anlam yüklememeliyiz, bu da doğru
değildi. Tansiyonu biraz düşürelim, “sporda şiddet” derken siyasette şiddetten
bir geri adım atalım diyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın İnce.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, Muharrem Bey’e verdiğiniz söz çerçevesinde kısa bir söz talep
ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Şandır, siz
de lütfeder misiniz. (MHP sıralarından alkışlar)
Üç dakika süre veriyorum.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, her
konuda mutabık olacağız diye bir mecburiyetimiz yok, farklı düşünebiliriz,
farklı düşüncelerimizi de kendimizce ifade edebiliriz ama -bu, dünyanın sonu
değil- bunu tüm dostlukların, mecburiyetlerin sonu hâline getirmek doğru değil.
Sayın Hasip Kaplan ve
partisi bu kanuna karşı olabilirler, özellikle vicdan muhasebesi yapmak, bu
milletvekillerini, hatta siyasi partilerin hükmi şahsiyetlerini ilzam edecek
şekilde teraziye çekmek, hiç şık bir hadise değildir Sayın Önder. Bu milletvekilleri,
şahsiyetli ve haysiyetlidirler, kendi kanaatleri, iradeleriyle oy
vereceklerdir. Kanun geçer veya geçmez ama ikide bir siyasi partileri
suçlayarak “vicdanlarınız rahat değildir” diyerek meseleyi ajite etmenin hiç
kimseye faydası yok. Bunu masum, makul de bulamayız. Burada bize yakışmaz
hadiseler oluyor. Bunlar güzel değil.
Ben de arzu ederim ki,
Sayın Canikli’nin kendisine yakışır bu duruş, maksadını aşan bir beyanı
olmuştur, Meclise karşı, ayrıca da yani “Sayın Hasip Kaplan’a karşı da, Meclise
karşı da bu kelime maksadını aşan bir kelimedir, bunu geri alıyorum.” demesi.
Hasip Kaplan’ın da… Lütfen bu kanuna karşı olabilirsiniz, karşı olduğunuzu
dünya âlem duydu, tüm seçmenleriniz duydu, tüm Türkiye duydu. Bu kanuna karşı
olanların tamamı sizin arkanızda olabilirler ama burada bırakmak lazım bu
hadiseyi. Bunu bir cenge dönüştürmenin kime ne faydası var? Kan davasına
dönüştürmenin kime ne faydası var Sayın Kaplan? Dolayısıyla, geliniz milletin
iradesine, Meclisin şahsiyetine de saygı göstererek bu görüşmeleri
tamamlayalım, eğer tamamlayamadan böyle kavga yaparak kapatırsak kendimize
saygısızlık yapmış oluruz. Karşı olabilirsiniz, karşıtlığınızı ifade edin,
sabah namazına, öğle namazına, espriyle söylüyorsunuz ama anlaşılıyor ki, yani
bir başka kararınız da var. Gelin bundan vazgeçin, gelin Türkiye Büyük Millet
Meclisine yakışır, şahsiyetlerimize, kişiliklerimize, isimlerimize yakışır bir
üslup içerisinde birlikte bir sonuç oluşturalım, muhalif olarak, muvafık
olarak. Bunun için ben bu yaşanmışları yok sayarak, Sayın Canikli’den de
başlamak istiyorum, lütfen gelip… Yani faydası olur…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Sayın Kaplan özür dilerse, ben de sözümü geri alırım.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Tamam, yani Hasip Kaplan’ın da kendisine bırakalım, o da kendi takdiriyle,
efendim…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – O
da özür dilerse o kendi takdiri, ben onun 160’a göre, 163’e göre de
savunmasının alınmasını, bu işin büyütülmesini de çok doğru bulmuyorum. Gelip
meseleyi bağlayalım ve işimize bakalım. Yani millet bizden kavga değil, millet
bizden sonuç beklemektedir.
Bu kanunla ilgili, sözün
sonunda, Milliyetçi Hareket Partisi olarak gerekçemizi de söyleyeceğim,
görüşümüzü de söyleyeceğim ama o noktaya ulaşıncaya kadar herkesi sağduyulu
olmaya, suhuletle hareket etmeye, sorumlu davranmaya davet ediyorum.
Herkese saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (MHP ve BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) -
Sayın Başkanım…
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Elitaş.
Üç dakika süreniz var.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten sabahın bu
saatinde hiç hoş olmayan hadiseler yaşıyoruz. Bir yasaya itiraz edebilirsiniz,
bu yasayla ilgili popülizm yapabilirsiniz, toplumun farklı kesimlerinin
davranış şekillerine göre hareket edebilirsiniz ama bu yasaya itiraz ederken
iddianamede adı hiçbir şekilde, şu ilişkiyle diye değil, farklı bir şekilde,
iki kişinin telefon konuşması arasında adı geçen bir şahsı sanki iddianamenin içerisinde
varmış gibi ifade ederek, arasına süslemeler de katarak “Gerçi küçük şehirlerde
böyle olur ama…” arkasından da gelip “Sizin seçtirdiğiniz Başkan Yardımcısı.”
diye itham ederek başka bir noktaya götürdüğünüz zaman, sizde iyi niyetin var
olduğu düşünülmez.
Ben burada dinliyorum.
İddianameyi okumadım, hiç de görmedim ama Sayın Kaplan burada “Sayın Canikli de
iddianamede geçiyor.” diye ifade edince beynimden vurulmuşa döndüm. O anda
düşündüm. Nuretti Canikli de demek ki bu şike davasının içinde, Giresunspor da
zaten bu meselenin içinde, Nurettin de burada diye düşündüm.
Sayın Hasip Kaplan, sizin
yaptığınız iş, açıkçası bir hukukçuya yakışmayan bir hareketti, bir
siyasetçinin yapmaması gereken bir işlemdi. Bunu iyi niyetle söylemediniz.
Söylem tarzınız da tamamen farklıydı, germek amacıyla ve bunu başka yerlerde de
söylediniz, bir grup başkan vekilinin iddianamede geçtiğini, hatta soruda da
söylediniz. “AK PARTİ’nin içinde önemli kişilerinin, bakanlarının, yakınlarının
ne olduğunu biz burada biliyoruz, zamanla da söyleyeceğiz.” dediniz. Bunu
kurgulamıştınız zaten.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Nereden biliyorsun?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Soruda sordunuz. Sayın Bakana soru sorarken bunu sordunuz zaten. Ben bilmiyor
değilim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sorum açıkça tutanaklarda var, öyle sormadım.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Tutanaklara baktığınız zaman, bunun içinde kimler var, kimler etkileniyor diye
sordunuz ama bir hukukçu olarak, açıkçası iyi bir hukukçuysanız, kendi
mesleğinize inanıyorsanız, itimadınız varsa, saygınız varsa yaptığınız işe,
burada birisini -iftira gibi- töhmet altında bırakacak bir söylemde
bulunmamanız gerekir. En basit, hukuku hiç bilmeyen insanlar dahi bu şekilde
konuşmazlar. Ben sizden şunu istiyorum. Diğer grup başkan vekili arkadaşlarımız
bu işin sükûnetle olmasını istiyorlar ama ben şunu arzu ederdim: Siz nasıl ki
iftira karşısında bırakıp “Siz de bu iddianamede var.” deyip de arkadaşımızın…
“Terbiyesiz“ demedi, “Bu terbiyesizliktir.” dedi.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
“Terbiyesiz” dedi, “hukuk teröristi” dedi. Eğer sizin içinizde varsa izin verin
bize kullanalım o zaman size.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Bakın, hukukun ne olduğunu biliyorsunuz siz. Hukukta “terbiyesiz”le,
“terbiyesizlik”in ne olduğunu biliyorsunuz. Siz ona dayanamadınız, geldiniz, bu
bardağı attınız ve kürsüye vurdunuz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Hırsımdan kırdım çünkü artık çoğunluk zulmü uyguluyorsunuz, çoğunluk zalimliği
yapıyorsunuz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Arkasından, hırsınızı alamadınız, parçalarını bu tarafa attınız. Siz, size
yapılan bir sıfatı, bir yakıştırmayı içinize sindiremediniz ama burada
Türkiye'nin konuştuğu bir meselede bir Grup Başkan Vekilini, bir siyasi
partinin temsilcisini…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
…326 kişinin temsilcisini kafalarda istifham bırakacak bir şekilde iddia
ettiniz. Ona nasıl dayanabilir bu Milletvekili, nasıl dayanabilir bu Grup
Başkan Vekili? Niye empati yapmıyorsunuz?
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Küfür ederek, tehdit ederek, hakaret ederek mi yapacaktı?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Sayın Önder, niye arkadaşınıza empati yapmasını söylemiyorsunuz?
Burada arkadaşımızın
söylediği, “hakaret” diye tanımladığı bir şeyi bardağı kırarak, hırsını
alamayıp AK PARTİ Grubuna…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Kendime zarar verdim, kimseye zarar vermedim. O kadar zalimsiniz ki, o kadar
zulüm uyguluyorsunuz ki…
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
…saldırarak ve bu parçaları da buraya atmayı hoş görüyorsunuz ama burada
iftirayı, 326 kişinin temsilcisini…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
…bu milletten yüzde 50 oy almış bir milletvekiline hakaretlerini siz burada
“hoş görelim” diyorsunuz.
Değerli milletvekilleri…
BAŞKAN – Sayın Elitaş,
teşekkür ederim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Sayın Başkan, son cümlelerimi tamamlayayım, bitiriyorum.
BAŞKAN – Sayın Elitaş,
teşekkür ederim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Sayın Başkan, şunu tavsiye ediyorum: Sayın Kaplan buraya gelmeli “Sayın
Nurettin Canikli’yi incittim, AK PARTİ Grubunu incittim. Ben o sözlerimden
dolayı özür diliyorum.” demeli. Sayın Canikli, arkasından demeli ki: “Bana
yapılan bu hareket karşısında amacımı aşan, kastımı aşan söz kullandım.”
diyebilmeli ve Sayın Kaplan, Türk milletinden burada özür dilemeli. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Başka, başka derdin?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Türkiye Büyük Millet Meclisinden özür dilemeli çünkü kürsüde bardak kırmıştır.
Bugüne kadar birinin üzerine su fırlatıldı ama ilk defa kürsüde bardak kırıldı
ve şiddet uygulanmaya kalkıldı. Buradaki bardak parçaları AK PARTİ, iktidar
grubuna karşı fırlatılmaya kalkıldı. Ben bunu tavsiye ediyorum çünkü ancak bu,
bu şekilde çözülebilir.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(İstanbul) – Bir ara verin Başkan.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, ara veriyorsanız görüşelim yoksa devam edelim.
BAŞKAN – Beş dakika ara
veriyorum efendim.
Kapanma Saati : 03.38
ONUNCU OTURUM
Açılma Saati:03.53
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32’nci Birleşiminin Onuncu
Oturumunu açıyorum.
103 sıra sayılı Kanun’un
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… (AK PARTİ sıralarından “Hangi önerge?” sesleri)
Hasip Kaplan’ın önergesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
1’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2’nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- 6222 sayılı
Kanunun 13 üncü maddesinin ikinci fıkrasında geçen “üç aydan bir yıla kadar”
ibaresi “bir yıla kadar” şeklinde, üçüncü fıkrasında geçen “iki yıldan beş yıla
kadar” ibaresi “altı aydan iki yıla kadar” şeklinde ve dördüncü fıkrasında
geçen “bir yıldan üç yıla kadar” ibaresi “üç aydan bir yıla kadar” şeklinde
değiştirilmiştir.
BAŞKAN – Madde üzerinde söz
isteyen? Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
EROL DORA (Mardin) –
Başkanım, önerge vardı.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Önergeleri atlamayın.
BAŞKAN – 3’üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3- 6222 sayılı
Kanunun 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasında geçen “altı aydan iki yıla kadar”
ibaresi “üç aydan bir yıla kadar” şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN – Madde üzerinde bir
önerge vardır, okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
103 sıra sayılı yasa
teklifinin 3 üncü maddesinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Hasip Kaplan Murat Bozlak Sırrı Sakık
Şırnak Adana Muş
Erol Dora Adil Kurt Sırrı Süreyya Önder
Mardin Hakkâri İstanbul
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Madde üzerinde…
EROL DORA (Mardin) –
Gerekçe…
BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Cezaların çok aza
indirilmesi sporda şike ve şiddeti artıracaktır, ırkçı propaganda ve şiddeti
artıracaktır.
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
3’üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
4’üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4- 6222 sayılı
Kanunun 15 inci maddesinin birinci fıkrasında geçen “hak-kında üç aydan bir
yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” ibaresi “verilecek adli para cezasının
miktarı elli günden az olamaz.” şeklinde ve ikinci fıkrasında geçen “üç aydan
bir yıla kadar hapis” ibaresi “elli günden az olmamak üzere adli para” şeklinde
değiştirilmiştir.
BAŞKAN – Madde üzerinde
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Mardin Milletvekili Erol Dora, buyurun.
BDP GRUBU ADINA EROL DORA
(Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 24.11.2011 Tarihli ve 6250
Sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kamuoyunda “şike yasası”
olarak bilinen 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair
Kanun Tasarısı Meclis tarafından onaylandıktan sonra, Sayın Cumhurbaşkanımız
tarafından, vicdanında ağır yaralar açacağı endişesiyle veto edilerek Meclise
aynen gönderilmiştir. Bu veto Meclis Adalet Komisyonunda dikkate alınmamış,
partimiz dışında Mecliste bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi ve diğer partiler
tarafından onaylanan kanun tasarısı Meclise aynen gelmiş bulunmaktadır. Genel
Kurulda kırk sekiz saat beklemesi gereken Kanun’un jet hızıyla Meclisin
gündemine sokulması, üstelik ülkemiz açısından son derece önemli olan bütçe
görüşmelerinin ortasına denk getirilmesi doğrusu şaşırtıcıdır.
Spor alanında faaliyet
gösterenlerin ve taraftarların haklarının korunması, düzensizlik ve şiddet
olaylarının önlenmesi amacıyla bu alana özgü suçların ve cezaların yeniden
düzenlenmesi kapsamında Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair
Kanun’un 11’inci maddesinin birinci fıkrasında: “Beş yıldan on iki yıla kadar
hapis” ibaresi, “bir yıldan üç yıla kadar hapis” şeklinde değiştirilmiştir.
Maddenin diğer fıkralarında geçen cezalar da indirilerek değişikliğe
gidilmiştir. Üzerinden sekiz ay kadar bir zaman geçen bir Yasa’nın kulüp
patronları ve spor adamlarının tutuklanmasından sonra bu şekilde bir kanun
değişikliğine gidilmesi en hafif tabirle vicdanları yaralamakta, yüce
Meclisimizin samimiyetine gölge düşürmektedir.
Vatandaşların aklına gelen
sorular şudur: Ne oldu da üzerinden daha bir yıl bile geçmemiş bir yasa
değiştirilme ihtiyacı doğmuştur? Ne değişti de Meclis bu cezaların fazla
olduğuna kanaat getirdi? Hükûmet mi değişti? Hangi dengeler değişti de Barış ve
Demokrasi Partisi dışında Mecliste bulunan bütün partiler el birliğiyle Yasa’yı
değiştirmek istiyorlar?
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bundan önce yürürlükte olan 6222 sayılı Kanun’da istenen
cezaların çok fazla olduğu, yapılan yeni değişikliklerle “suç ve ceza
dengesinin sağlandığı” söylenmektedir. Sormak gerekiyor: O zaman bunları
düşünemediniz mi? Unutmayın ki demokratik ülkeler, evrensel hukuk ilkeleri ve
özgürlüklere saygı çerçevesinde siyasi akılla yönetilir. Bu siyasi akıl da kamu
vicdanıyla yakından ilgilidir. Cezaların fazla olduğu ortada ise o gün bu
kanunu çıkarmaktaki amacın ne olduğu ve şu anda yapılması istenen değişiklikle
neyin amaçlandığı açıkçası merak konusudur.
Şu anda değişikliği
planlanan Yasa, açıktır ki geçtiğimiz aylarda patlak veren şike skandalı
olmasaydı gündeme gelmeyecekti. Yüce Meclisin futbol lobilerinin yoğun baskısı
altında böyle bir kanun çıkarmak istediği artık herkes tarafından dile
getirilmekte. Yüce Meclisin üstünde birtakım karar alıcıların var olduğu
dillendirilmektedir. Burada ne tür ekonomik oyunların döndüğü, kimlerin bu
işten nemalandığı ya da Meclisin kimlerin baskısıyla bu yasayı çıkartmak
istediği, hangi cemaat ve futbol lobilerinin bu işin arkasında olduğu soruları
açıkçası Meclisin ciddiyetine gölge düşürmektedir.
İddianamesi kısa zaman önce
tamamlanmış, yürütülmekte olan bir soruşturmada yargıya müdahale anlamına
gelebilecek bir uygulamaya gidilmemesi gerekmektedir. Ancak Sayın
Cumhurbaşkanının vetosuna cevaben Adalet Bakanlığı Komisyon Raporu’nda geçen
"Yapılan bazı kanun değişikliklerinin bazı hâllerde soruşturulan ve
kovuşturulan kişilerin durumunu etkilemesi kaçınılmazdır. Ayrıca ceza
kanunlarındaki lehe olan değişiklikler geriye yürüdüğünden, kişi hakkında hüküm
vermiş hatta hükmün infazına başlanmış olsa bile, lehe olan değişiklikten
yararlanılır." denilmektedir.
Sorulması gereken soru ise
şudur: Madem bu kadar opsiyonel bakabiliyorsunuz, madem bu işin istisna hâlleri
mevcut, neden aynı hassasiyeti tutuklu vekiller için öngörmüyorsunuz?
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bir önceki konuşmamda da ifade ettiğim gibi, Yüce Meclis,
Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül tarafından veto edilmesine rağmen kişiye
özel kanun çıkarmakta ısrar ederek tarihî bir ayıbı işlemeye devam etmektedir.
Sayın Cumhurbaşkanı, veto gerekçesinde, yasanın toplumun adalete olan güven
duygususun sarsılmasına neden olacağı, suç ve ceza arasında ölçülülük,
caydırıcılık gibi ceza hukukunun temel prensiplerini etkisiz kılacağı,
kamuoyunda genel ve gereklilikten doğan bir düzenlemeden ziyade hâlen
yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında bulunan kişilere yönelik özel bir
düzenleme olduğu intibaını uyandırdığı ve esas amacın dışında özel bir saik ile
hazırlandığını düşünmektedir.
Kişiye özel yasa çıkarmanın
tehlikelerine, bunun ne tür hukuki sorunlara yol açacağına geçen konuşmamda
değinmiştim. Bu yasanın kamu vicdanında ağır yaralar açacağına, insanların
kafasında Meclisin ciddiyetine ve samimiyetine dair bir takım soru işaretleri
doğuracağına dair kuşkularımı sizlerle paylaşmıştım. Görünen o ki Sayın
Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül de aynı kanaattedir. Tasarının yasalaşmaması için
öne sürdüğümüz gerekçeler ile Sayın Cumhurbaşkanının gerekçeleri birbiriyle
örtüşmektedir. Partiler üstü bir konumda olan Sayın Cumhurbaşkanının bizimle
aynı hassasiyette olmasını da yasanın kamu vicdanını yaraladığını göstermesi
açısından önemli görüyoruz.
Bu noktada şunu ifade
etmekte yarar görüyorum: Kamuoyunda partimizin de bu yasaya destek olduğu ile ilgili
haberler, destek vermediğimiz hâlde, bilinçli bir şekilde yapılmaya devam
etmektedir. Bütün kamuoyu bilmeli ki bu yasa kesinlikle Barış ve Demokrasi
Partisinin onayı dışında çıkarılmaktadır. Partimizin bu türden şaibeli
yasaların çıkarılmasında rolü olmadı, olmayacaktır. Hukuk ilkelerinden taviz
vermek partimizin politik ve etik prensipleriyle kesinlikle bağdaşmamaktadır.
Siyasi iradenin milletin
iradesi olması gerekmektedir. Milletin iradesine ipotek koymak, aldığı oylarla
halkın teveccühünü kazanmış vekillerin şu anda cezaevinde olmalarının nasıl bir
açıklaması vardır? Üzülerek ifade etmek gerekir ki Türkiye'nin bu kadar ciddi
meselesi varken ve en önemlisi 8 milletvekili arkadaşımız tutuklu iken, bütçe
görüşmeleri devam ederken bu yasanın ivedilikle yeniden geçirilmek istenmesi
Meclisin ciddiyetiyle bağdaşmamaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hukukun genel prensipleriyle bağdaşmayan ve aynı zamanda
örtülü af anlamına gelen bu yasa tasarısının bu Meclisten çıkmaması
gerekmektedir. Ancak görünen o ki biz ne desek diyelim, bu ayıbın Meclis
tarihine geçmemesi için ne kadar çabalarsak çabalayalım bu yasa Meclisten
çıkacak gibi görünüyor. Bizim sözümüz de sizin sözünüz de bilinecek ve
takdirini kamuoyu verecektir. Madem istendiğinde ivedilikle bir kanun
çıkarılabiliyor, gelin, hep beraber yüce Meclisin içinde bulunduğu ayıplı
duruma son verelim. İçeride tutuklu bulunan vekil arkadaşlarımızın burada,
milletin Meclisinde görevlerini yapabilmeleri için gerekli yasal düzenlemeleri
yapalım ve tutuklu vekillerin bu hâllerine bir son verelim.
Konuşmama son verirken
tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Dora.
4’üncü madde üzerinde bir
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
103 sıra sayılı teklifin 4
üncü maddesinin yasa teklifinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Murat Bozlak Sırrı Sakık Sırrı Süreyya Önder
Adana Muş İstanbul
Erol Dora Adil Kurt Hasip Kaplan
Mardin Hakkâri Şırnak
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Suç ve ceza arasındaki adil
denge ihlal edilmektedir.
BAŞKAN – Komisyonun ve
Hükûmetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5’inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5- 6222 sayılı
Kanunun 16 ncı maddesinin birinci fıkrasında geçen “üç aydan bir yıla kadar
hapis veya adli para” ibaresi “yirmi günden az olmamak üzere adli para” ve
ikinci fıkrasında geçen “bir yıldan üç yıla kadar” ibaresi “üç aydan bir yıla
kadar” şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN – Madde üzerinde söz
almak isteyen? Yok.
Önerge vardır, okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
103 sıra sayılı yasa
teklifinin 5 inci maddesinin teklif metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Sırrı Süreyya Önder Sırrı Sakık Erol Dora
İstanbul Muş Mardin
Adil Kurt Murat Bozlak Hasip Kaplan
Hakkâri Adana Şırnak
BAŞKAN – Sayın Komisyon
önergeye katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Komisyon katılmıyor Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Ölçülülük, caydırıcılık
gözetilmemiş, ceza hukukunun temel ilkeleri ihmal edilmiştir.
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
6’ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 6- 6222 sayılı
Kanunun 23 üncü maddesinin birinci fıkrasında geçen “asliye veya ağır” ibaresi
“sulh veya asliye” şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN – Madde üzerinde söz
almak isteyen? Yok.
Bir önerge vardır,
okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
103 sıra sayılı yasa
teklifinin 6 ncı maddesinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Hasip Kaplan Murat Bozlak Sırrı Sakık
Şırnak Adana Muş
Erol Dora Adil Kurt Sırrı Süreyya Önder
Mardin Hakkâri İstanbul
BAŞKAN – Komisyon, katılıyor
musunuz?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılınmamaktadır Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT
KILIÇ (Samsun) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Usul kanunları CMK ile
belirlenir, özel yasalarda düzenleme yapılması adil değildir.
BAŞKAN – Komisyonun ve
Hükûmetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir.
6’ncı maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
7’nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 7 – Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Madde üzerinde söz
isteyen…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Söz
istiyorum.
BAŞKAN – Hasip Kaplan,
buyurun efendim.
BDP GRUBU ADINA HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Tabii, sabahın ezanına yirmi dakika kaldı. Süreyi doldurdunuz
tabii. Önergeler üzerindeki konuşmalar da yapılmıyor, geçiyor ama burada
yaşanan bir olayı, Genel Kurulda hiçbir şey yaşanmamış gibi kapatıp buradan eve
gidersek sanıyorum Genel Kurulun, İç Tüzük’ün, Meclisin mehabetinin,
disiplininin, grup başkan vekillerinin, bunların tamamının artık hiçbir anlam
ifade edemeyeceği bir gidişle buradan gideceğiz.
Biz zaman zaman konuşuruz,
zaman zaman da sert tartışmalar olması doğaldır özellikle muhalefet arasında,
iktidar arasında, iktidarla muhalefet partileri arasında ve zaman zaman da
oluyor. Burada söylediğimiz bazı sözler zaman zaman amacının dışında, zan
altında bırakıyormuş gibi arkadaşlarımızı. O kaygıyla da çıkıp söz söyleyebiliyorlar,
doğaldır ama tepkilerimizi ölçülü koymak zorunluluğumuz da var.
Şimdi, çok açık söylüyorum,
iddianameyle ilgili -bugün açıklandığı için zaten bütün basında, internette
var- orada dikkat çektiğim husus, Sayın Canikli’yi incitmiş olabilir, böyle bir
zan durumu doğurduğu için ama ben bir hukukçu olarak ısrarla telefon görüşmeleri,
“Yaşanan Anadolu’daki küçük bir şehir ve orada vekil olduğunuz zaman sizi bulur
bu telefonlar.” ifadesiyle ısrarla bunun altını çizmeye çalıştım ve böyle bir
amacımın olmadığını gösterir.
Buna gelince, ben şunu çok
açık söyleyeyim, çok çok açık söyleyeyim: Ben otuz iki yıl hukukçuluk yaptım,
avukatlık yaptım, hukukçuluğumu bütün dünya bilir, uluslararası hukukta, Avrupa
Hukukçular Birliğinde de çalıştım. Sayın Canikli benim bir terörist hukukçu
olmadığımı biliyor, sanıyorum ve terbiyesizlik konusunda da kastını aştığını,
diğer arkasından kelimelerin de onu üzdüğünü düşündüğünü bu arada düşünmek
istiyorum. Elbette ki o tepki üzerine benim buraya gelip böyle bir tartışma
sürecinde bardağı, bakın, buraya vurmuşum, kırmışım, doğru olmamıştır; Genel Kurula
karşı bu davranışım da doğru olmamıştır. Açık söylüyorum, olmaması gereken,
yaşanmaması gereken bir şey.
Her şeyin üç süreci var.
Birincisi: Burada
tartışmalar yaşanmamış gibi üç maymunları oynayıp eve gidebiliriz.
İkincisi: Engizisyon
mahkemesi tarzı bir usul işletebiliriz. Oylatırız, çoğunluğu olan istediği gibi
kararı da çıkartabilir.
Üçüncüsü: Biz, zaten,
burada mecburuz, bu çatının altında birlikte çalışırız, bu süreci işletiriz,
bunu devam ettiririz yoludur. Bu üçüncü süreçte, “Bu çalışmayı beraber, bu
çatının altında yürütmek zorundayız.” anlayış ve sorumluluğuyla ben nasıl ki şu
bardağı kırmamın bu tepki karşısında doğru olmadığını ifade ediyorsam, Sayın
Canikli’nin de buraya gelip aynı şekilde sözlerinin yanlış olduğunu ve geri
aldığını söyleyeceğine inanıyorum.
Teşekkür ediyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Canikli buyurun.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Sayın Başkan…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan, son maddede zaten grup başkan vekillerine söz vereceksiniz, o zaman
halledelim.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Tamam, kısa, Sayın Muharrem Bey.
Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Biraz önce Sayın Kaplan
şahsımı, bir şekilde yürüyen ve kamuoyu tarafından bilinen bir davaya
ilişkilendirecek tarzda bir ifadesinin yanlış olduğunu biraz önce beyan etti,
kesinlikle böyle bir amaç taşımadığını, böyle bir amacı olmadığını beyan etti.
Dolayısıyla bu çerçevede benim de kullandığım ve o kayıtlardaki ifadeler de
buna yönelik tepkisel bir düşüncenin yansıması olarak ortaya çıkmıştır ve bu
çerçevede Sayın Kaplan’ın bu ifadeleri ya da bu sözlerini geri alması ve
düzeltmesinden sonra ben de bu şekildeki ifadelerimi geri alıyorum aynı
şekilde.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan. (Alkışlar)
BAŞKAN – Çok teşekkür
ederiz.
7’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
8’nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 8- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Madde üzerinde MHP
Grubu adına Mehmet Şandır.
Buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten, üzerine özel anlamlar
yüklenerek belki bazı amaçlar doğrultusunda toplumu geren, ayrıştıran,
cepheleştiren ve bazı değerleri de yıpratan bir kanunun sonuna geldik. Bu
kanunun öncelikle spor camiasına, Türk futboluna hayırlı uğurlu olmasını yüce
Allah’tan diliyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi
olarak, biz, bu kanunun birincisine, 6222 sayılı Kanun’a muhalefet ettik ve
bazı uyarılarda bulunduk, ama Hükûmet tasarısıydı, İktidar Partisi grubunun
sahiplenmesiyle geçti.
Buradan çıkan kanunların
tamamı Meclisin kanunları. İktidarıyla muhalefetiyle, burada muhalefet de
yapsak sonuç bizim, hepimizin, ama o burada birlikte kabul ettiğimiz kanunun
spor camiasına huzur getirmediğini gördük. Onun üzerine, onu gerekçe göstererek
yapılan uygulamaların -operasyon demeyeyim, ama- o camiada çok ciddi
rahatsızlıklara sebep olduğunu gördük.
Milliyetçi Hareket Partisi
olarak, biz, sporu toplumun en değerli ortak paydalarından biri olarak
görüyoruz. Bugün özellikle futbol toplumun yarıdan fazlasının aidiyet duyarak
ilgilendiği bir alan. Bir spor kulübünün 20 milyon üyesi veya taraftarı olduğu
söyleniyor. Bu kadar büyük bir toplumsal kitleyi ilgilendiren bir olayı, biz
kaos içerisinde, belirsizlik, gerginlik, sıkıntı içerisinde bırakamazdık.
Bakın, bu yaşanan sıkıntıların sonunda Türk Millî Futbol Takımı Avrupa
kupalarına katılamadı. Ee, bunun düzeltilmesi ancak Türkiye Büyük Millet
Meclisinde daha önce çıkartılan ve uygulamalarıyla yanlışa sebep olan kanunun
düzeltilmesiyle mümkündü.
Milliyetçi Hareket Partisi
olarak, spor camiasının bu yöndeki talebini ciddiye almak mecburiyetindeydik ve
ciddiye aldık. Bize geldiler, Kulüpler Birliği Vakfı bize geldi, Sayın Genel
Başkanımıza geldi, grubumuza geldi, bu ihtiyacı ifade etti. Biz onlara inanmak
mecburiyetindeyiz. O inancımız doğrultusunda destek olacağımızı ancak bunun bir
mutabakatla çıkması gerektiğini ifade ettik. Sonuç itibarıyla, Kulüpler Birliği
Vakfının hazırlayıp getirdiği metni komisyonda, yetkin 25 tane hukukçu, 26 tane
Adalet Komisyonu üyesi tartıştı, birtakım değişiklikler de yaparak buraya
getirdi ama mesele öyle noktalara çekildi ki, Sayın Cumhurbaşkanı tartışmanın
içine çekildi, partilerin içiyle oynanmaya başlandı, üstüne özel anlamlar
yüklenerek, toplumda bir ayrışmaya, bir gelecek projeksiyonuna dönüştürüldü.
Bunun kime ne faydası var? Bu konuda, bu Meclis her defasında daha önce
çıkarılmış kanunları değiştirerek hukuk kuruyor. Görevimiz bu, işimiz bu. Bir
yerde ihtiyaç varsa, bir yerde yanlışlık varsa, eksiklik varsa bunu kim
düzeltecek? Biz düzeltmeyecek miyiz? Şimdi, bunun üzerine özel anlamlar
yükleyerek “Şikeye arka çıktılar. Suçluyu korudular.” ve çok talihsiz bir beyan
olarak “Kişiye özel yasa çıkardılar.” Ben bunu Türkiye Büyük Millet Meclisine
haksızlık olarak görüyorum. Sayın Cumhurbaşkanının böyle bir kastı olmamıştır
ama topluma yansıması, algılaması bu. Meclisimize yazık. Bu Meclisi her
defasında suçlayarak, her defasında çıkardığı kanunları arkasına bazı anlamlar
yükleyerek suçlarsak, tuz kokarsa nereye gideceğiz? Bu toplum sorunlarının
çözümü için nereye güvenecek?
Bu Kanun’la cezalar
kaldırılmıyor. Bu Kanun, uluslararası hukuka aykırı değil. Bir yanlışlık
yapılırsa yine biz düzelteceğiz. Dünyanın sonu değil. Ama bu konuyu, bu
Meclisin ortak çalışmasını da dinamitleyecek şekilde böyle sorgulamaya kalkar,
bunun üzerinden birbirimize hakaretler yaparsak yanlış olur. Benim biraz önceki
konuşmamda “Sayın Canikli’ye düşer.” dememin sebebi, iktidar grubu, büyük olana
düşer.
Yanlışın terazisinde
tartılarak doğruyu bulamayız. Biri yanlış yaptıysa bizim de o yanlışı gerekçe
yaparak yanlışı büyütmemizin anlamı yok. Ben, Sayın Canikli’nin ve Grubunun
duyarlılığına saygı gösteriyorum. Hiç kimse kimseyi bir hüküm cümlesi
kurulmadan, yargı ortaya çıkmadan ilzam edecek bir ithamın altında bırakmak
hakkına sahip değil. Bunun adı ne siyasettir ne hitabettir ne hukuktur. Sayın
Kaplan’ın da böyle bir kastı olmadığını ümit etmek istiyorum. Ama dikkatli
olmak lazım, duyarlı olmak lazım. Bütün toplumun dikkatlerinin toplandığı bir
noktada bir kişiyi iddianamede bulunmakla -Çünkü o iddianame şikecilik suçuyla
hazırlanmış ve birilerini ilzam ediyor- orada isminin bulunmakla, onun
bulunuşunun gerekçesini anlatmadan geçiştirmekle oluşan hava güzel olmamıştır,
şık olmamıştır, doğru olmamıştır. Bu noktada Sayın Canikli’nin duyarlılığına,
duygusal tepkisine hak vermek mümkün ama Şeyh Edibali’nin sözünü tekrar
hatırlatıyorum: Büyük olmanın sorumluluğu önemli. “Yanlışın terazisinde
tartılarak doğruyu bulamayız.” Bu sözü tekrar tekrar söylüyorum.
Bu Meclisi çalıştırmak
mecburiyetindeyiz, bu Meclisi birlikte çalıştırmak mecburiyetindeyiz; tüm
farklılıklarımızla, tüm azlıklarımızla. Hiç kimse kendini burada dışlanmış,
farklı görmemeli. İkide bir bunu öne sürerek “Gücünüz yetmez.” tehdidinde de
bulunmak hiç kimseye bir fayda getirmez ki. Biz hep beraber burada çalışacağız
Sayın Kaplan. Dolayısıyla, hiç kimse sizi burada dışlamıyor, yok saymıyor yani
bunu varmış gibi göstermek bu Meclise haksızlık olur; bu sebeple söylüyorum.
Bir şey daha söylemek
lazım, bir değerli milletvekilimiz söyledi. “Bu aciliyete ne ihtiyaç var?”
Biraz daha geç bırakırsak bu tartışmalar daha çok büyüyecek, daha başka
noktalara çekilecek. E bu tartışmayı bitirelim. Bu tartışmanın üzerinden bazı
değerlerimizin zarar görmesini engelleyelim. Bunu bitirelim. Dolayısıyla,
gecenin bu yarısında veya işte, bütçe kanunlarının arkasında görüşülmesinin
sebebi bu. Bu zararı aza indirmek, bunu durdurabilmek için, Milliyetçi Hareket
Partisi olarak biz, bunun bu gece görüşülmesini talep ettik, onay verdik ve
katkı veriyoruz.
Dolayısıyla, değerli
milletvekilleri, ümit ederim ki bir daha bu yanlışlıklar, bu olumsuzluklar
yaşanmaz. Aynı düşünmeyebiliriz, farklılıklarımız olacak, farklı düşünebiliriz
ama birbirimize tahammül etmeyi, birbirimize sabretmeyi, olgunlukla karşılamayı
da başarmamız gerekiyor.
Bu kanunun, tekrar, Türk
spor camiasına hayırlı, uğurlu olmasını, Meclisimize de hayırlı, uğurlu
olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şandır.
Madde üzerinde Hasip
Kaplan, buyurun efendim.
BDP GRUBU ADINA HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Evet, çalışmaların sonuna geldik. Mecliste üç tane parti,
“çok acil” deyip bu yasayı çıkarıyor. Bu yasayı, cezaları indirerek, süren
yargılamaları etkileyerek, caydırıcılığı kaldırarak, iyicene tartışılmadan,
konuşulmadan, kamuoyunun uyarıları dikkate alınmadan, Cumhurbaşkanının kaygı
duyduğu veto gerekçesini yok sayarak, bizim düşüncelerimizi yok sayarak ve
Barış ve Demokrasi Partisinin Grubunun bütün uyarılarına rağmen, bu yasayı
sizler çıkarmış olacaksınız. Çoğunluğunuz üç partinin zaten yetiyordu. Ancak
şunu size açıklıkla söyleyeyim: Türk Ceza Kanunu’nun 220’nci maddesine göre
organize suç şebekeleriyle ilgili süren soruşturmalar açısından bu çıkardığınız
kanun yetmez. Eğer gerçekten bu amaç, bu saikle hareket edilmişse Türk Ceza
Kanunu’nun 220’nci maddesiyle ilgili organize suç şebekesi ki bir silahlı örgüt
olarak geçiyor 220, meşhur 220’nci maddedir bu, 1, 2, 3’üncü maddeler. Şimdi,
bakın, 1, 2, 3’üncü maddelerin bile devamı maddeler var bu 220’nin. Belki farkında
değilsiniz, hukukçu olanlar bilir, 7 ve 8’inci maddesi var, diyor ki: “Örgüt
üyesi olmamakla birlikte…” Bakın, dikkat edin, bu illegal bir örgüt olabilir,
bu, işte, bu tür şike, mafya, çeteyle ilgili bir örgütlenme olabilir, farklı
bir örgüt olabilir. Bu örgütlerle ilgili bu tanımda diyor ki: “Örgüt üyesi
olmamakla birlikte örgüt üyesi gibi davrananlar da aynı cezayı alır.” Şimdi,
bunca üzerinde saatlerdir tartıştığımız bu maddenin, bu yasaların, bu
indirimlerin yapıldığı bu noktada 220’nci maddenin işleyişinin de bu şekilde
devam etmekte olduğunu ve ettiğini de bir taraftan uyarmak istiyorum. Şunu çok
iyi bilmek lazım: Bu soruşturmalarda gizli dinlemeler yapıldı, gizli
soruşturmalar yapıldı, gizli tanıklar üretildi. Bakın, dikkatinizi çekiyorum,
gizli tanıklar vardı, gizli soruşturmacı vardı ve gizli dinlemeler yapıldı.
Sporda da, başka suçlarda da, her yerde de adaleti derinden yaralayan
hukuksuzluklar akıyor paçalardan akarcasına. Gizli dinleme sporcuya da yapılsa,
federasyona da yapılsa, kulübe de yapılsa, Ergenekon’a da yapılsa, KCK’ye de
yapılsa, Hopa davası sanıklarına da yapılsa gizli dinleme, gizli delil, gizli
soruşturma, özel güvenlik mahkemeleri, özel savcılar, özel mahkemeler,
olağanüstü mahkemeler adaletsizliğin adıdır. Siz istediğiniz kadar cezaları
azaltın, bir şeyi değiştirmeyeceksiniz. Çok açık söylüyorum, bir şey
değişmeyecek. UEFA’nın bir takımı alı koyup bir başka takımı Avrupa’ya
göndermesi veya Sayın Şandır’ın…
Millî takım mı gidemiyor
dediniz?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Tabii, Avrupa Şampiyonasına.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Katılamıyor değil mi?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Hukuken değil, başarısızlıktan gidemiyor.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Yani, farklı nedenlerle spor camiasının yaşadığı bu sorunların hiçbirini, bu
cezaların indirilmesi veya ırkçı propagandanın cezasının azaltılması hiçbir
şeyi çözmeyecektir. Bunu zaman gösterecektir, hep beraber göreceğiz.
Ve biz, gerçekten Meclisin
kaliteli yasama yapma sürecinde bu tür yasaların alelacele getirilmesi, kırk
sekiz saat İç Tüzük hükmünün beklenmemesi, Danışma Kurulu kararı olmamasına
rağmen İç Tüzük’e aykırı davranılması, bu kadar acele ve bütçe görüşmelerinin
dört parti grubu tarafından belirlendiği bir süreç içinde 8-21 tarihleri
arasına bu tür yasaların monte edilmesi eksenliği, centilmenliği, anlaşmayı ve
ilkeleri sarsmıştır. Bakın, çok açık söylüyorum; yarın bir başka öneri
gelebilir, öbür gün başka bir öneri gelebilir. Ve Meclisin bütçe görüşmeleri
içindeki bu devamlılık, önceki gelenek, oturmuş ahenk delinmiştir, sarsılmıştır
arkadaşlar. Bakın, çok açık söylüyorum; bu saatte, dört buçuk, beşte eve
gideceğiz ve üç saat sonra tekrar Meclise gelip saat on birde oturuma
başlayacağız. Yani eve ancak gideriz, duşumuzu alırız, üstümü değiştiririz, bir
çay, kahve içer, tekrar buraya döneceğiz. Eğer buna sağlıklı bir çalışma
diyorsak, bütün bunların çok sağlıklı olduğunu, Meclisin sağlıklı düşündüğünü
düşünüyorsanız, bu yasanın bu şekilde çıkmasıyla sorunların çözüldüğünü, kamu
vicdanının temizlendiğini, bütün haksızlıkların, adaletsizliklerin çözüldüğünü
sanıyorsanız inanın yanılıyorsunuz.
Bizim dikkatini çektiğimiz
kamu vicdanının rahatsızlığını yarın çek sahiplerinden tutun da ekonomik suçtan
içeride olanlardan, basın suçlarından içeride olanlardan tutun da farklı
suçlardan, farklı örgütlerden, Hopa davasından, KCK davasından, Ergenekon
davasından, Devrimci Karargâh davasından, her birisi bir örgütün içine torba
olarak atılmış birçok adaletsizliğin, olağanüstü yargılamaların hepsinin
gündemine bomba gibi düşecek ve yeni bir tartışma başlayacaktır. Bu yeni
tartışmanın adı “Biz de mağdurduk, bizim için niye yapmadınız?” olacaktır ve
herkes Meclisi suçlayacaktır, herkes sizleri suçlayacaktır. Diyecektir: “Siz
mademki ‘adalet’ diyordunuz, niye herkese adalet istemediniz? Mademki bu haksız
bir şey, düzeltelim. Niye ekonomik suçlarda, çek suçlarında düzeltmiyorsunuz;
niye basın suçlarında düzeltmiyorsunuz, niye düşünce suçları hâlen terör
suçları kapsamında ve bu suçlar nedeniyle hâlâ insanlar üç sene niye hâkim
önüne çıkamıyor?” Bunun hesabını soracaklardır, uzun tutukluluğun hesabını
soracaklardır, adaletsizliğin ve dolan cezaevlerinin hâli yarından itibaren bu
yasayla çok daha fazla kaynayacaktır. Bir taraftan “Bir iş yapıyorum.” derken
çok büyük bir tahribat açacağını bu yasanın göreceksiniz ve umut ediyorum ki
inşallah şikecilere; bahis oyunlarında hile, dalavere yapanlara; mafya
sektörünün merak sardığı çok paranın olduğu bu alana dalanlara da cesaret
vermez bu yasa. Bu hâliyle cesaret verici bir duruma gelmiştir. Bu hâliyle “Hiç
kimseye bir şey olmaz.” anlayışı gelişecektir. Bu hâliyle “Meclis, artık, demek
ki bu tür suçlarda koruyucudur, kollayıcıdır.” anlayışı gelişecektir. Biz
düşüncelerimizi, önergelerimizle, konuşmalarımızla ısrarla bunu dile getirdik.
Biz Meclisin yaptığı bu şike yasasında Meclisin şike yapmasında Barış ve
Demokrasi Partisi olarak yokuz. Hepinizi de vicdanlarınızla baş başa
bırakıyorum.
Saygılarımla.
BAŞKAN – Madde üzerinde
Sayın İnce…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Teşekkür ederim.
Öncelikle, sendikacı
kökenli arkadaşlarımız var, onların bu soruna el atması lazım. Bu çalışma
koşulları ILO standartlarına uygun değil.
22’nci Dönemde böyle bir gece
yaşamıştık YÖK’le ilgili bir yasada. Tabii, 15.00’te açılmıştı Meclis ve sabah
11.00’i geçmişti, 12.00’ye doğru, on dokuz saat çalışmıştık, bugün de on sekiz
saat.
Sayın milletvekilleri, biz
bir kamyon şoförü olsaydık, otobüs şoförü olsaydık bir günde sekiz saat araç
kullanırdık ve bir kere de beş saatten fazla kullanamazdık. Yani on sekiz saat,
bundan sağlıklı bir sonuç almak mümkün değil. Ben araç kullanacak arkadaşlarımı
şimdiden uyarıyorum, aman yavaş gidin eve giderken, dikkatli gidin, bu konuda bir
problem olmasın.
Şimdi, bakın, yarın ya da
öbür gün gazetelerde şöyle fotoğraflar göreceğiz: Uyuklayan milletvekilleri,
esneyen milletvekilleri… Sanki on sekiz saat bu kapalı mekânda durup da
esnemeyen, uyuklamayan bir insan, bir yaratık olabilirmiş gibi. Böyle bir şey
olabilir mi? Bundan daha doğal, uyuklamaktan, esnemekten, yaslanmaktan daha
doğal başka ne olabilir? Ve bunu haber diye yutturacaklar bize ve biz bunları
seyredeceğiz ve bu bir meslek olacak! “Aa bak uyukladı, bunu çektim!” Yani
şöyle olacak: Günde 7-8 bin kişinin girdiği Meclis lokantasında tüketilen et
miktarını, 8 bine değil de 550’ye bölecekler, sonra da “Ayda 320 kilo et yedi.”
deyip bizi bir ayıyla yarıştıracaklar. (Alkışlar)
Bunda bizim de payımız var.
Bakın, inanın bizim payımız var bunda. Şöyle bunda bizim payımız var: Emekli
olamayan arkadaşlarımız var. Ben emekli olanlardan birisiyim. Emekli
olamayanlardan birisi var, toplumun bütün kesimlerinin sorunlarını çözmek üzere
bir araya gelmiş Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendi sorununu çözemeyen bir
topluluk, bu milletin sorunlarını nasıl çözecek? Nasıl çözecek? (CHP ve AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Kimden korkuyoruz? Neden korkuyoruz? Yani iki tane
gazeteci yazacak diye ondan mı korkacağız? Niye korkuyoruz? Bakın, değerli
arkadaşlarım, ben size… (Gürültüler) Bir dakika arkadaşlar, bir dakika… Bakın,
ben bir samimiyetle anlatıyorum size bunları. Ben çok arkadaşlarımın sıkıntı
içerisinde olduğunu biliyorum, bütün partilerde. İçimizde sıkıntıda olanların
oranı, tuzu kuru olanların oranından daha fazladır. Burası holding
patronlarının topluluğu değildir, burası halk Meclisidir. (CHP ve AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Burada varlıklı insanlar da var, kıt kanaat geçinen
insanlar da var.
Bakın değerli arkadaşlarım,
bir şey daha söyleyeceğim, bir siyasi amaçla söylemiyorum bunu: Tutuklu
milletvekillerinin tutukluluk süresiyle ilgili Sayın Cumhurbaşkanının kanaati
var, “uzun” diyor, Sayın Başbakanın var, Sayın Arınç’ın var, Adalet Bakanının var,
Meclis Başkanının var. Bunlar bizim arkadaşlarımız, niye çözmüyoruz bunların
sorununu? Herkes bu ülkede yöneticilerin tümü; Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın
Başbakan, Sayın Meclis Başkanı, Adalet Bakanı, bu konuda bir görüş belirtmiş.
Bunlar bizim arkadaşımız, bunun da gereğini yapmalıyız. Bunda utanacak,
sıkılacak, geri adım atacak, korkacak bir şey yok; yani toplum,
milletvekilleri, Parlamento üzerinde çeşitli baskı grupları var; yalan yanlış
haber bunların başında geliyor; “Kendine yontuyorlar.” diye haberler
yapılabiliyor. Halka anlatamamaktan kaynaklanan zorluklarımız var; bunlardan
korkmayacağız biz, yürüyeceğiz, gideceğiz.
Hadi biz milletvekiliyiz,
hadi biz siyasi partilerin temsilcileriyiz, hadi biz uğraşıyoruz, mücadele
ediyoruz. Bu çocukların suçu ne? Bu personelin suçu ne burada şimdi? Onların
suçu ne? Çoluk çocukları var evde. Bunlardan, siyasi hırslardan biz aslında bir
an şöyle bir sıyrılsak, şöyle bir baksak, empati yapsak -az önce Sayın
Canikli’nin canının yandığı gibi haklı gerekçelerle, haklı olarak; kendisine
haksızlık yapıldığını da söyledim- desek ki: “Ya arkadaş, bu benim başıma
geldi, başka kimlerin başına geldi acaba?” deyip onların başına da gelmemesi
için…
Aklıma ne geldi biliyor
musunuz? Dedemin babasının mezar taşındaki yazı geldi. Çocukluğumda
anlayamıyordum onu bu nedir diye, tam cümleyi düzgün kuramıyordum. Aynen şöyle
yazıyordu: “Ziyaretten murat bir duadır, bugün banaysa yarın sanadır.” diyordu.
Bu iktidar kimseye kalıcı değil, bu milletvekilliği kimseye kalıcı değil, otuz
yıl sonra burada hiçbirimiz olmayacağız.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Biz üç sene sonra yokuz. (Gülüşmeler)
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Ben kendimi kastetmiştim. Elitaş, ben “Otuz yıl sonra burada olmayacağız.”
derken kendimi kastetmiştim. Üç yıl sonra senin olmayacağın belli zaten…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Beraber ayrılırız.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
…çünkü üç dönem arka arkaya seçildin, sizin Tüzük’te dördüncüye seçilemiyorsun.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Biz buraya çivi çakmadık, bizden sonra da gelecekler var. Sen niye çivi
çakıyorsun oraya?
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Bir de şunu söylemek istiyorum: Üç dönem üst üste gelmiş bir arkadaşınız olarak
şunu söyleyeyim: Bu Parlamentonun yüzde 65’i önümüzdeki dönem değişecek yani
yarımızdan fazlası bir daha gelmeyecek buraya. O dört sene de böyle, gözünü
açıp kapayıncaya kadar geçecek. Geriye bir tek ne kalacak biliyor musunuz? Dik
durmak kalacak, dik. Geriye bir tek bu kalacak. Geriye başka hiçbir şey
kalmayacak. Merak etmeyin, o emeklilikten sonra da milletvekilliği devam
edecek, yine çağrılacaksınız, yine masraflar devam edecek. O arkadaşlarımı
görüyorum ben. Bütün bunlar…
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – İmzalayalım Muharrem İnce, imzalayalım.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Tek taraftan almayın, başka şeyler de söyledim, “Hepsini birlikte” dedim.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Tamam.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Hepsini birlikte getirin, imzalayalım. Evet, doğru, tutuklu milletvekillerimiz
ilgili de getirin, emekliler için de getirin, hepsini getirin, imzalayalım.
(CHP sıralarından alkışlar)
Bunları aslında
çözebiliriz. Bunları çözmek kolay ama şunu bilin ki gerçekten, bunlar unutulup
gidecek, kim dik durmuşsa o kalacak. Size ben bir şey söyleyeyim mi? Çok
dürüstçe, dokuz yıllık milletvekilisin madem, çık şöyle, samimice söyle
derseniz, size bir şey söyleyeyim: Geriye dönüp baktığımda, bir şeyden çok
üzülüyorum biliyor musunuz, bunu niye öyle yaptım diye. Parti yönetimi bize “Bu
2/B oylamasında oy kullanmayacak milletvekilleri.” dedi. Bizim oy kullanmamızı
engellediler 2/B’de.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
22’nci Dönemde.
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Evet, 22’nci Dönemde. Ben de bu karara uydum ve anayasal hakkım olan oy
kullanma hakkımı kullanmadım, kullanmadım. Oy kullanmama… Kullandırılmadı… Size
bir şey söyleyeyim mi? Hâlâ içimde bir yaradır. Aslanlar gibi, gidip oyumu
kullansaydım, bir daha da beni listeye koymasalardı, keşke bunu yapsaydım. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Bravo!
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Şimdi, ben size bir şey söyleyeyim: Siz de yarın “ah, vah” etmemek için, çıkın
deyin ki “Biz bu ülkenin milletvekiliyiz, sekiz milletvekilinin tutuklu
olmasını içimize sindiremiyoruz.” Gelin, içinizden bir yürekli arkadaşımız
çıksın, benim düştüğüm bu hataya o düşmesin; o düşmesin, yarın “ah, vah” etmesin,
bence benim yapamadığımı o arkadaşım yapsın. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Metiner, İnternette
bir yazı varmış. Ben tutanaklara bakarım, tutanaklarda öyle bir şey yok. Her
gazetede çıkanı esas alıp birbirimizle ilgili yorum yapacaksak bunun sonu gelmez.
Ben baktım, tutanaklarda öyle bir şey yok.
Yüce Meclise saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Siz de
konuşacaksınız.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Grup adına efendim, son maddede.
BAŞKAN – Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Saat çok erken yani saat
beş. Allah rızası için ya!
AK PARTİ GRUBU ADINA
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Saat beşe çeyrek var, biraz
sonra, inşallah bu yasayı da onayladıktan sonra evimize gideceğiz ve bugün saat
on birde tekrar…
MUHARREM VARLI (Adana) –
Gitmesek ne olur ki? Devam edelim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
…Türkiye Büyük Millet Meclisinde bütçenin dördüncü turunu görüşmek üzere devam
edeceğiz.
Değerli milletvekilleri,
kamuoyunda çok tartışılan ve gerçekten tartışılırken de Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyelerinin yaptığı icraatları, açıkçası haksız bir şekilde
eleştirildiğine inandığım bu yasa teklifiyle birlikte… Açıkçası, eleştirilerin
asıl kaynaklarından birisi bir 2011 yılında Nisan ayının 7’sinde veya 8’inde
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kapanma sürecinin son gününde yine siyasi parti
gruplarının… O dönemde aynı siyasi partiler vardı, Barış ve Demokrasi Partisi,
Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve AK PARTİ vardı. O gün,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kapanmak üzere olduğu gün dört siyasi parti
grubunun anlaştığı bir tasarı yarım saat içerisinde yasalaştı.
Yasaları yapıyoruz,
yasaları yaptıktan sonra bazı yan etkilerini, uygulama anındaki farklılıklarını
ve cezayla suç arasındaki orantısızlığı değerlendirdiğimiz zaman o yasalarda
düzenleme imkânını görüyoruz. Nitekim, burada yasaları görüşürken verdiğimiz
bir madde üzerindeki önerge, arkasından önerge, arkasından tekriri müzakere
yaptığımız günlerle de karşı karşıya kalıyoruz. Şu andaki yaptığımız iş de aynı
şekilde. Bakın biraz önce, burada ifade eden arkadaşımızın söylediği çok
doğruydu. Şu anda görüşülen iddianamede konuştuğumuz 6222 sayılı Yasa’yla
ilgili kısım çok az. Genellikle Türk Ceza Kanunu’nun 220’nci maddesini ve ona
bağlı fıkraları ve sonraki maddelerini ilgilendiren durumlar, düzenlemeler
mevcut ama her ne hikmetse kamuoyu farklı şekilde yönlendirilip biz şikeyle
ilgili iddianamede, bir tutanak çerçevesinde iddianame içerisindeki adı geçen
şahısları sanki burada kurtarıyormuş gibi bir his ortaya çıkarıldı. Kesinlikle
bu yanıltıcıdır, farklı kişilerin, farklı odakların, farklı maksatlarla Türkiye
Büyük Millet Meclisini itibarsızlaştırmak için yaptıkları bir propaganda olarak
görüyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
kanun teklifinin yani 6250 sayılı Kanun Teklifi’nin Türkiye Büyük Millet
Meclisine gelme süreci iki aydır, üç aydır devam ediyor. Yeni Parlamento
oluştuğu günden bu tarafa Kulüpler Birliği bu konuyu yeniden düzenleme adına
tüm siyasi partileri, önce genel merkezlerini ziyaret ettiler, arkasından
siyasi parti gruplarını ziyaret ettiler. Siyasi parti gruplarını ziyaret
ederken biraz önce Sayın Grup Başkan Vekilimizin ve Sayın Bakanın ifade ettiği
gibi, siyasi parti grupları bunda mutabık kaldılar ve hepsi de altına imza
attılar fakat ne hikmetse komisyon aşamasında “Ben imzamı geri çektim.”
dediler.
Değerli arkadaşlar, siyasi
parti tüzel kişiliği bir konuyla ilgili imzasını attığı anda muhakkak ki o
konuyla ilgili araştırmasını sonuna kadar yapmıştır. Araştırmasını yapmadan
“Ben bunu yanlış değerlendiririm, imzamı çekiyorum.” demek siyasi partinin her
konuda veya o konuyla ilgili ilgisiz davrandığının göstergesi olabilir.
Bakınız, siyasi partimizin temsilcilerinden birisi “Biz Türkiye Büyük Millet
Meclisinin şike yapmasını onaylamıyoruz.” derken biraz önceki hassasiyetlere
uygun bir şekilde, tanımladığım ölçülerde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
değerli üyelerini itibarsızlaştırmaya çalışanların değirmenine su taşımaktadır,
onların ekmeğine yağ sürmektedir. Eğer biz parlamenter demokratik sistemi
tercih ettiysek, bu sistemde devam etmeyi kabul ettiysek parlamenter demokratik
sistemin itibarını sarsacak bütün engellere birlikte karşı durmak
mecburiyetindeyiz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Elitaş, biraz sona gel, sona.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Sayın Aslanoğlu, hep ben kürsüde konuşurken bana laf atıyorsun. Sayın İnce
dokuz buçuk dakika konuştu, Sayın Şandır sekiz buçuk dakika konuştu, Sayın
Aslan on dakika konuştu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sen az konuş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Ben az konuşacağım, bir dakika kaldı.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Aslan değil, Kaplan.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Kaplan mı dedim? Ne dedim?
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Kaplan’a Aslan dedin.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Ne ise Aslan da fark etmez, Kaplan da fark etmez.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
bakın, bir de şu: AK PARTİ Grubuna haksızlık yapılıyor. “Niye gecenin bu
saatine kadar çalışıyoruz? ILO sözleşmelerine aykırı.” diyorlar. ILO
sözleşmelerine aykırı bir hareketin eylemi içerisinde bulunan sizlersiniz.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Elitaş, bir espriyi bile anlayamamışsın, oradan bile siyaset üretiyorsun ya.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Mesela bugün Sayın Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkan Vekili dedi ki: “Siz
hiç olmayan bir geleneği buraya koydunuz.” dedi. Değerli Milletvekilim, daha
önceki dönemde de biz bunu yaptık, daha önceki dönemlerde de biz bunu yaptık.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Tüzükte böyle bir hüküm yok Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Bütçe sonrasındaki yapılan işlerde grup önergesiyle birlikte bunların
yapılacağını da gördük.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Tabii, son maddeye gelince konuşuyorsun. Niye bir madde önce konuşmadın? Bak,
işte bu da Kayserili uyanıklığı.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Bütçe kanunundan önce de… Ben şunu tavsiye ediyorum: Değerli arkadaşlar, bütçe
görüşmelerine yarın saat 11.00’den sonra devam edeceğiz. Umuyorum ve diliyorum
ki değerli milletvekili arkadaşlarımızın, siyasi parti gruplarının, bu
çerçevede, yarın bütçe görüşmelerine İç Tüzük’ün yazdığı çerçevede devam
edeceklerini ümit ediyorum.
Yasanın hayırlı uğurlu
olmasını temenni ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – 8’inci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… 8’inci madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümünün açık
oylamaya tabi olması konusunda bir önerge vardır, önergeyi okutup imza
sahiplerini arayacağım.
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte olan 103 sıra
sayılı Kanunun tümünün oylamasının İçtüzük 143 gereği açık oylama ile
yapılmasını arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN - Muharrem İnce?
Burada.
Gürkut Acar? Burada.
Ahmet Toptaş? Burada.
Aylin Nazlıaka? Burada.
Haluk Ahmet Gümüş?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Burada, burada Sayın Başkan.
BAŞKAN - İzzet Çetin?
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Yerine Emrehan Halıcı.
BAŞKAN – Yerine Emrehan
Halıcı, tamam.
Sena Kaleli? Burada.
Emrehan Halıcı?
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Yerine Ali Serindağ.
BAŞKAN – Metin Lütfi
Baydar? Burada.
Osman Aydın? Burada.
Kemal Değirmendereli?
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Yerine Kazım Kurt.
BAŞKAN – Bülent Tezcan?
Burada.
Mahmut Tanal? Burada
Ferit Mevlüt Aslanoğlu?
Burada.
İlhan Demiröz? Burada.
Celal Dinçer? Burada.
İdris Yıldız? Burada.
Kemal Ekinci? Burada.
Salih Fırat? Burada.
Sinan Aydın Aygün? Burada.
Açık oylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Alınan karar gereğince,
elektronik oylama cihazıyla oylama yapacağız.
Oylama için üç dakika süre
veriyorum. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım
istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını,
oylama için öngörülen üç dakika içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak olan sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını
yine oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmasını
rica ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, 103 sıra Sayılı Kanun’un açık oylama sonucunu açıklıyorum:
“Oy Sayısı : 291
Kabul : 284
Ret : 6
Çekimser : 1(x)
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Bayram
Özçelik Tanju
Özcan
Burdur Bolu”
Hayırlı uğurlu olsun.
Sayın milletvekilleri, Danışma Kurulunun bir önerisi vardır,
okutup oylarınıza sunacağım:
III.- ÖNERİLER (Devam)
B) Danışma Kurulu Önerileri
1.- Genel Kurulun
10/12/2011 Cumartesi günü saat 13.00’te toplanmasına ilişkin Danışma Kurulu
önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
Tarih:10/12/2011
Danışma Kurulunun 10/12/2011 Cumartesi günü yaptığı toplantıda,
aşağıdaki önerilerin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.
Nurettin
Canikli Muharrem
İnce
Adalet ve
Kalkınma Partisi Cumhuriyet
Halk Partisi
Grubu
Başkanvekili Grubu
Başkanvekili
Mehmet
Şandır Hasip
Kaplan
Milliyetçi
Hareket Partisi Barış
ve Demokrasi Partisi
Grubu
Başkanvekili Grubu
Başkanvekili
Öneri:
Genel Kurulun; 10.12.2011
Cumartesi günü; saat 13.00’te toplanması
Önerilmiştir.
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
programa göre kuruluşların bütçe ve kesin hesaplarını sırasıyla görüşmek üzere,
10 Aralık Cumartesi günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 05.00
(x)
Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.