DÖNEM:
24 YASAMA
YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 7
31’inci
Birleşim
8 Aralık 2011 Perşembe
(TBMM
Tutanak Müdürlüğü tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve
kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar
tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına
uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2012 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S.
Sayısı: 87)
2.- 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki
İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/278, 3/538)
(S. Sayısı: 88)
IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Muş Milletvekili Sırrı
Sakık’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, partisine sataşması nedeniyle
konuşması
2.- İstanbul Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Ankara Milletvekili Bülent Gedikli’nin, partisine
sataşması nedeniyle konuşması
3.- Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin, Ankara Milletvekili Bülent Gedikli’nin, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
4.- Ankara Milletvekili
Bülent Gedikli’nin, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
5.-Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin, Ankara Milletvekili Bülent Gedikli’nin, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
6.- Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, partisine
sataşması nedeniyle konuşması
7.- İstanbul Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Ankara Milletvekili Bülent Gedikli ve Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, partisine sataşması nedeniyle konuşması
8.- Ankara Milletvekili
Emine Ülker Tarhan’ın, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
9.- Adalet Bakanı Sadullah
Ergin’in, Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan’ın, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
10.- Adıyaman Milletvekili
Ahmet Aydın’ın, Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan’ın, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul Milletvekili
Sırrı Süreyya Önder’in, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın konuşmasına
ilişkin açıklaması
VI.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- Oturum Başkanının
tutumu hakkında
VII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Ankara Milletvekili
Zühal Topçu’nun, kurum yurtlarında barınma imkanı bulamayan gençlere ilişkin
sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/786)
2.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, Kütahya-Hisarcık’taki futbol sahasına ilişkin sorusu ve Gençlik
ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/787)
3.- Kocaeli Milletvekili
Lütfü Türkkan’ın, ulusal deprem stratejisine ve hazırlıklarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın cevabı (7/848)
4.- İstanbul Milletvekili
İhsan Barutçu’nun, et ithalatı ve et fiyatlarına,
- Bolu Milletvekili Tanju
Özcan’ın, bazı köylerdeki fındık yetiştiricilerinin teşvik kapsamına
alınmamasına,
- Edirne Milletvekili Recep
Gürkan’ın, çeltik taban fiyatlarının açıklanmasına,
- Burdur Milletvekili
Ramazan Kerim Özkan’ın, genetik yapısı değiştirilmiş organizma içeren ürünlerin
ithalatına
İlişkin soruları ve Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/878), (7/879),
(7/880), (7/881)
5.- Afyonkarahisar Milletvekili
Ahmet Toptaş’ın, vergi borcu olan ve haciz işlemi yapılan belediyelere ilişkin
sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/897)
6.- Antalya Milletvekili
Yıldıray Sapan’ın, Düden Çayı üzerinde kurulacağı iddia edilen hidroelektrik
santraline ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
(7/914)
7.- Eskişehir Milletvekili
Ruhsar Demirel’in, lisanslı kadın sporculara ve Bakanlık bünyesinde çalışan
kadın yönetici sayısına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın
cevabı (7/922)
8.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, Simav depreminde ağır hasar gören konut sahiplerine kira yardımı
yapılacağı haberlerine ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın
cevabı (7/926)
9.- Şırnak Milletvekili
Hasip Kaplan’ın, Van depreminde toplanan yardımlara ve bazı yardımların kabul
edilmediği iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Beşir
Atalay’ın cevabı (7/933)
10.- Adana Milletvekili
Osman Faruk Loğoğlu’nun, Zeytin Genetik Merkezi yerine okul yapılacağı iddiasına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi
Eker’in cevabı (7/942)
11.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, Van depreminde yıkılan ve zarar gören kamu binalarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı
(7/945)
12.- İzmir Milletvekili
Rahmi Aşkın Türeli’nin, olası İzmir depremine karşı alınması gereken önlemlere
ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın
cevabı (7/949)
13.- Mersin Milletvekili
Ali Rıza Öztürk’ün, Van’daki depremde zarar gören kamu binalarına ve depremle
ilgili çalışmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/951)
14.- Mersin Milletvekili
Ali Rıza Öztürk’ün, depreme dayanıklı olmayan binalara ilişkin Başbakandan
sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/954)
15.- İstanbul Milletvekili
Abdullah Levent Tüzel’in, Van depremi sebebiyle meydana gelen zararların
sorumlularına ve doğal afetlere karşı alınan önlemlere ilişkin sorusu ve Çevre
ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/971)
16.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, Mersinli çiftçilerin yaban hayvanları ile ilgili sorunlarına,
- Çanakkale Milletvekili
Ali Sarıbaş’ın, nişasta bazlı şeker üretiminde uygulanan kota ve yaşanan
sorunlara,
- Kırklareli Milletvekili
Turgut Dibek’in, kaçak hayvan ve etin ekonomiye etkisine,
Türkiye Hayvancılık
Kongresinin yapılacağı yerin değiştirilmesine,
- Antalya Milletvekili
Gürkut Acar’ın, büyükbaş ve küçükbaş hayvan varlığı, canlı hayvan ve et
ithalatı ile meraların son durumuna,
- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, tarım ve hayvancılığa verilen destek tutarlarına,
- Manisa Milletvekili Özgür
Özel’in, ithal mısır nedeniyle mısır üreticilerinin yaşadığı mağduriyete ve
GDO’lu mısırın hayvan ve insan sağlığı açısından doğuracağı risklere,
İlişkin soruları ve Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/979), (7/980),
(7/981), (7/982), (7/983), (7/984), (7/985)
17.- Iğdır Milletvekili
Pervin Buldan’ın, iki cenazenin ailelerine teslim edilmediği iddiasına ilişkin
sorusu ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in cevabı (7/996)
18.- Ankara Milletvekili
Ayşe Gülsün Bilgehan’ın, Van’da meydana gelen deprem sonrasında çeşitli
ülkelerin yardım tekliflerinin reddedildiği iddiasına ilişkin sorusu ve
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cevabı (7/1011)
19.- Bingöl Milletvekili
İdris Baluken’in, Bingöl’de yapılan TOKİ konutlarına ilişkin Başbakandan sorusu
ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/1019)
20.- Antalya Milletvekili
Yıldıray Sapan’ın, ruhsatsız ve depreme dayanıksız olduğu iddia edilen Antalya
İl Özel idaresine ait bir binaya ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı
(7/1029)
21.- Hatay Milletvekili
Hasan Akgöl’ün, Van depremi ile ilgili bir açıklamasına ilişkin sorusu ve Çevre
ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/1063)
22.- İstanbul Milletvekili
Melda Onur’un, kamuoyunda N.Ç. davası olarak bilinen davanın sanıklarından bir
kamu görevlisine ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/1133)
23.- Aydın Milletvekili
Metin Lütfi Baydar’ın, Bakanlık bünyesinde kurulan Denetim Hizmetleri
Başkanlığına ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/1149)
24.- İzmir Milletvekili
Alaattin Yüksel’in, Sayıştay denetçileri tarafından büyükşehir belediyeleri ile
bunlara bağlı kuruluş ve şirketlerde yapılan denetimlere ilişkin sorusu ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın cevabı (7/1170)
25.- İstanbul Milletvekili
Umut Oran’ın, Van depremi sonrasında yaptığı bir açıklamasına ve yaşanan
sorunlara ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın
cevabı (7/1185)
26.- Ankara Milletvekili
Zühal Topcu’nun, uzman yardımcılığı mülakat sınavlarına ve bu sınavlara yapılan
itirazlara ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın
cevabı (7/1215)
27.- Manisa Milletvekili
Erkan Akçay’ın, yabancılara satılan taşınmaz mallara ilişkin sorusu ve Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/1216)
28.- Manisa Milletvekili
Erkan Akçay’ın, kentsel planlama ve kadastro çalışmalarına ilişkin sorusu ve
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/1217)
29.- Tekirdağ Milletvekili
Emre Köprülü’nün, Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı’na ilişkin Başbakandan sorusu ve
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/1303)
30.- Kayseri Milletvekili
Yusuf Halaçoğlu’nun, elektrik kullanımında kayıp-kaçak oranına ve kayıp-kaçak
bedeline ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın
cevabı (7/1318)
31.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, elektrik faturalarındaki kayıp-kaçak bedeline ilişkin sorusu ve
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/1319)
32.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, kaçak elektrik kullanımına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/1320)
33.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, elektrik abonelerinden tahsil edilen sayaç okuma bedeline ilişkin
sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/1321)
34.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, Kahramanmaraş’ta yapılan ve yapılması
planlanan yatırımlara ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar’ın cevabı (7/1387)
35.- Kahramanmaraş Milletvekili
Mesut Dedeoğlu’nun, Kahramanmaraş’ta yapılan ve yapılması planlanan yatırımlara
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı
(7/1389)
36.- Ankara Milletvekili
Mustafa Erdem’in, kaçak elektrik kullanımına ve bunun faturaya yansıtılmasına
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı
(7/1393)
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat
14.00’te açılarak üç oturum yaptı.
Kastamonu Milletvekili Emin
Çınar, Kastamonu ilinde yaşanan sorunlara,
İstanbul Milletvekili İhsan
Özkes, içinde bulunduğumuz muharrem ayına,
Diyarbakır Milletvekili
Altan Tan, dış politikadaki gelişmelerin Türkiye’ye yansımalarına,
İlişkin gündem dışı birer
konuşma yaptılar.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, enerji
sektöründeki sorunların (10/80),
Kütahya Milletvekili Alim
Işık ve 22 milletvekilinin, ataması yapılmayan öğretmenlerin sorunlarının
(10/81),
İstanbul Milletvekili Ferit
Mevlüt Aslanoğlu ve 21 milletvekilinin, esnaf ve sanatkârların sorunlarının
(10/82),
Araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Manisa Milletvekili Hasan
Ören ve arkadaşları tarafından, 26 Ekim 2011 tarihinde, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Turgutlu Çal Dağı bölgesinde nikel madeni çıkarılması
sırasında çevreye vereceği zararların araştırılması hakkında verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer
önergelerin önüne alınarak, 7/12/2011 Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda
okunmasına ve görüşmelerin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin CHP
Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Avrupa Birliği Uyum
Komisyonunda açık bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe
Gaziantep Milletvekili Ali Şahin seçildi.
Gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında yer alan
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Avustralya Hükümeti Arasında Hava Ulaştırma
Anlaşmasının (1/425) (S. Sayısı: 22),
2’nci sırasında yer alan
Türkiye Cumhuriyeti ile Finlandiya Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan
Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması ile Anlaşmaya İlişkin
Protokol ve Notaların (1/434) (S. Sayısı: 24),
4’üncü sırasında yer alan
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Hava
Ulaştırma Anlaşmasının (1/465) (S. Sayısı: 29),
6’ncı sırasında yer alan
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Senegal Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşmasının (1/435) (S. Sayısı:
38)
Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporlarının görüşmeleri
tamamlanarak yapılan açık oylamalardan sonra kabul edildi ve kanunlaştı.
3’üncü sırasında yer alan
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin
Hükümetlerarası Çerçeve Andlaşmanın (1/446) (S. Sayısı: 26),
5’inci sırasında yer alan
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında İkili
Ticari ve Ekonomik İşbirliğinin Geliştirilmesi ve Derinleştirilmesine İlişkin
Çerçeve Anlaşmasının (1/451) (S. Sayısı: 48),
7’nci sırasında yer alan
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca
Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma
ile 22 Ekim 2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak
Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında
Protokolün (1/440) (S. Sayısı: 32),
8’inci sırasında yer alan
Türkiye Cumhuriyeti ile Irak Cumhuriyeti Arasında Terörle Mücadele Anlaşmasının
(1/379) (S. Sayısı: 3),
Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporlarının görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
Eskişehir Milletvekili
Ruhsar Demirel, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a acil şifalar dilediğine ve
Diyarbakır Araştırma ve Eğitim Hastanesinde yatan hastaların, refakatçilerinin
ve sağlık personelinin sorunlarının giderilmesi gerektiğine,
Bursa Milletvekili Sena
Kaleli, CHP’ye oy veren vatandaşa “hain” dediği iddia edilen AK PARTİ İlçe
Başkanı ile haberin yayımlandığı gazete hakkında bir işlem yapılıp
yapılmayacağına,
İlişkin birer açıklamada
bulundular.
Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın, İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun partisine sataşması
nedeniyle bir konuşma yaptı.
Alınan karar gereğince 2012
yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı’nı görüşmek için 8 Aralık 2011 Perşembe günü saat
14.00’te toplanmak üzere birleşime 18.29’da son verildi.
|
Sadık YAKUT |
|
|
Başkan Vekili |
|
|
|
|
Özlem YEMİŞÇİ |
Mustafa HAMARAT |
Tanju ÖZCAN |
Tekirdağ |
Ordu |
Bolu |
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
II.- GELEN KÂĞITLAR
No:
44
8 Aralık 2011 Perşembe
Teklifler
1.- Aydın Milletvekili
Metin Lütfi Baydar ve 7 Milletvekilinin; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Yükseköğretim Kurumları
Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Genel
Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi (2/174) (Plan ve Bütçe ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/10/2011)
2.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam'ın;
Perakende Ticaret ile Esnaf ve Sanatkarlık Hizmetlerinin Düzenlenmesi Hakkında
Kanun Teklifi (2/175) (Adalet; İçişleri; Avrupa Birliği Uyum; Plan ve Bütçe ile
Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/11/2011)
3.- İzmir Milletvekili Rıza
Türmen'in; 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi (2/176) (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği ile Adalet Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2011)
4.- İzmir Milletvekili Mustafa
Moroğlu'nun; 3065 Sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 17/4 Fıkrasının
"s" Bendinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/177) (Plan ve
Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2011)
5.- İstanbul Milletvekili
Osman Oktay Ekşi'nin; 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanununun 40 ıncı Maddesinin Değiştirilmesi ve Bir Fıkra Eklenmesi Hakkında
Yasa Teklifi (2/178) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/11/2011)
6.- Tokat Milletvekili
Reşat Doğru ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır ile 1 Milletvekilinin; 26 Şubat 1992 Tarihinde Ermeniler
Tarafından Azerbaycan'ın Hocalı Kentinde Gerçekleştirilen Katliamın
"Soykırım" Olarak Tanınması, 26 Şubatın "Hocalı Soykırımını Anma
Günü" Olarak Kabul Edilmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/179) (Dışişleri ile
İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/11/2011)
7.- Manisa Milletvekili
Hasan Ören'in; 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/180) (Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 23/11/2011)
8.- Şanlıurfa Milletvekili
İbrahim Binici'nin; 2022 Sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz
Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi (2/181) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve
Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2011)
9.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal'ın; Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla
Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/182) (Adalet
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2011)
10.- Sivas Milletvekili
Malik Ecder Özdemir'in; Divriği Ulucamisi ve Şifahanesi'nin Korunması ve
Çevresinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/183) (Plan ve Bütçe ile Milli
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2011)
11.- Sivas Milletvekili Malik Ecder
Özdemir'in; Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/184) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/11/2011)
12.- Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkanvekili Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan ve Mersin Milletvekili Ali
Rıza Öztürk ile 2 Milletvekilinin; Milletvekili Seçimi Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/185) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 01/12/2011)
Raporlar
1.- Vatansızlığın Azaltılmasına Dair
Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/397) (S. Sayısı: 89) (Dağıtma tarihi: 08/12/2011) (GÜNDEME)
2.- Vatansız Kişilerin Statüsüne
İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/410) (S. Sayısı: 90) (Dağıtma tarihi: 08/12/2011)
(GÜNDEME)
08 Aralık 2011 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati:14.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara),
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.
Gündemimize
göre 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine başlayacağız.
III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87) (x)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi
ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/278, 3/538)
(S. Sayısı: 88) (x)
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Sayın
milletvekilleri, komisyon raporları 87 ve 88 sıra sayılarıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Şimdi,
Hükûmetin sunuş konuşmasını yapmak üzere Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’e
söz vereceğim.
Buyurun
Sayın Şimşek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MALİYE
BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce
heyetinizi ve ekranları başında bizi izleyen vatandaşlarımızı saygıyla
selamlıyorum.
17
Ekim 2011 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2012 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın
Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri yoğun bir çalışma sonucunda
tamamlanmıştır.
Öncelikle,
yaptıkları çalışmalar ve değerli katkıları için Plan ve Bütçe Komisyonunun
Değerli Başkan ve üyelerine, bu sürece önemli katkılarda bulunan bakan
arkadaşlarıma ve kamu idarelerinin temsilcilerine çok teşekkür ediyorum.
Sunumuma,
dünya ve Türkiye ekonomisinin görünümüyle ilgili bir değerlendirme yaparak
başlamak istiyorum. Daha sonra 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı ve 2012 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı konusunda sizleri
bilgilendireceğim.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; dünya ekonomisinde küresel kriz sonrası
olağanüstü para ve maliye politikası destekleriyle başlayan ekonomik
toparlanma, 2011'in ikinci çeyreğinden itibaren ivme kaybetmiştir. Küresel
ekonomi, Avro Bölgesi’nde derinleşen borç krizinin etkisiyle tekrar
belirsizliklerin önemli ölçüde arttığı bir döneme girmiştir.
(x) 87 ve 88 S. Sayılı Basmayazılar ve
Ödenek Cetvelleri Tutanağa eklidir.
Plan
ve Bütçe Komisyonundaki konuşmamda da ifade ettiğim gibi, küresel ekonominin
karşı karşıya olduğu riskleri 4 ana başlık altında özetleyebiliriz:
-
Birincisi, Avro Bölgesi kamu borç krizi derinleşmiştir, İtalya gibi büyük
ekonomilere yayılmıştır.
-
Kamu borç krizinin zaten zayıf olan bankacılık sistemini olumsuz yönde
etkilemesi muhtemeldir.
-
Gelişmiş ülkelerde büyüme zayıf kalmış ve yeterli istihdam sağlayamamıştır.
-
Global büyümeye ilişkin beklentilerdeki bozulmaya rağmen, global emtia
fiyatları hâlâ yüksek seyretmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı başında açığa çıkan Avro Bölgesi
kamu borç sorunu, siyasi iradenin piyasaları tatmin edici bir çözüm
üretememesinden dolayı Avrupa Birliğindeki diğer ülkelere sıçramıştır. Son
aylarda dünyanın en borçlu 3’üncü ülkesi İtalya'yı etkisi altına alan kriz
küresel ekonomi açısından büyük bir tehdide dönüşmüştür. Bu kapsamda, yarın
yani 9 Aralıkta Brüksel'de gerçekleşecek olan Avrupa Birliği Liderler Zirvesi
çok büyük önem taşımaktadır.
Küresel
krizden dolayı bilançoları zaten zayıflamış olan bankalar, şimdi de
portföylerinde tuttukları problemli ülke tahvillerinin piyasa değerindeki
düşüşler nedeniyle önemli kayıplarla karşı karşıyadırlar.
Gelişmiş
ülkelerin kriz sonrası potansiyelin altında büyümesi ve yeterli düzeyde
istihdam yaratamaması global büyüme beklentilerini olumsuz yönde
etkilemektedir. Dünya ekonomisinin yarısından fazlasını oluşturan gelişmiş
ülkelerdeki bu sorunun, gelişmekte olan ülkeleri ticaret ve sermaye kanalıyla
olumsuz etkilemesi de muhtemeldir. Ayrıca, gelişmiş ülkelerin güven veren bir
orta vadeli mali plan ortaya koyamamaları, finansal piyasalar ile yatırımcı ve
tüketici beklentilerini olumsuz yönde etkilemektedir.
Küresel
büyüme beklentilerindeki zayıflamaya rağmen, emtia fiyatlarının göreceli yüksek
düzeyini koruması küresel ekonomi açısından önemli bir risk oluşturmaktadır. Bu
durum, özellikle doğal kaynaklar açısından dışa bağımlı ülkelerin enflasyon ve
büyüme dinamikleri açısından olumsuz bir gelişmedir.
Bu
çerçeveden baktığımızda, dünya ekonomisinin 2011 ve 2012 yılları büyüme
tahminlerini IMF yüzde 4, OECD ise yüzde 3,8 ve yüzde 3,4 olarak açıklamıştır.
Her
ne kadar yüzde 4'lük bir büyüme oranı makul görünse de aslında büyüme, ülke
grupları arasında çok önemli farklılıklar arz edecektir. Küresel büyümenin
dörtte 3’ünden fazlasını, başta Çin ve Hindistan olmak üzere gelişmekte olan
ülkeler sağlayacaktır. Bu ülkelerin 2011 ve 2012 yıllarında, sırasıyla yüzde
6,4 ve yüzde 6,1 büyümesi beklenmektedir. Ancak, gelişmekte olan ülkeler
arasında, Çin ve Hindistan’ı hariç tuttuğumuzda büyüme, yani bu büyüme
rakamları, sırasıyla yüzde 4,6'ya ve yüzde 4,2'ye düşmektedir. Gelişmiş
ülkelerde büyüme yüzde 1,6 ve yüzde 1,9 olarak öngörülmektedir. Ancak Avro
Bölgesinde ise devam eden borç krizi nedeniyle global büyümeye ilişkin aşağı
yönlü riskler hem Avro Bölgesi hem de dünya ekonomisi için artmıştır.
Türkiye,
dünyada güçlü büyüme performansı ile öne çıkmaktadır. 2010 yılında yüzde 9
büyüyen Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 7,5 büyümesi beklenmektedir. Bu
büyüme oranlarıyla Türkiye, AB ülkeleri içerisinde ilk sırayı alırken, dünya
büyüme liginde de üst sıralarda yer almaktadır. Dünya ekonomisindeki
yavaşlamaya paralel olarak ülkemizin gelecek yıl yüzde 4 civarında büyümesi
beklenmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi küresel kriz en yıkıcı
etkisini istihdam üzerinde göstermiştir. Dünyada 2007’den bu yana işsiz sayısı
26 milyondan fazla artmıştır. Küresel ekonomideki, yani 2010 ve 2011’in ilk
yarısındaki toparlanma maalesef bu istihdam kayıplarını telafi edememiştir.
İşsizlik oranları hâlen kriz öncesi seviyelerin üzerindedir.
Mukayese
etmek için Aralık 2007 tarihindeki işsizlik oranını 100’e eşitlersek, yani 100
olarak kabul edersek, 2011 Ekim ayı itibarıyla işsizlik seviyesi Amerika
Birleşik Devletleri’nde 180'e, gelişmiş ve Avro Bölgesi’ndeki ülkelerde ise 140
seviyesine çıkmıştır.
İstihdam
yaratmada Türkiye, dünyadan pozitif yönde ayrışmıştır. Uygulamaya koyduğumuz
aktif iş gücü politikaları ve güçlü büyüme sayesinde Türkiye, rekor düzeyde
istihdam yaratmıştır. Aralık 2007'deki işsizlik oranını 100 kabul edersek, 2011
Ağustos itibarıyla işsizlik seviyesi kriz öncesi seviyenin altına, yani 94'de
kadar inmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, gelişmiş ülkeler, borçların
sürdürülebilirliği sorunuyla karşı karşıyadır. Gelişmiş ülkelerde kriz öncesi
dönemde ortalama yüzde 1,1 olan genel devlet bütçe açığının gayrisafi yurt içi
hasılaya oranı 2009 ve 2010’da 8-9 kat artarak yüzde 8,7’ye ve yüzde 7,5’e
kadar çıkmıştır. 2011-2012’de ise bu oranın yüzde 6,5 ve yüzde 5,2 olacağı
öngörülmektedir.
Benzer
şekilde, Avro Bölgesi’nde, kriz öncesi dönemde sadece binde 7 olan bütçe
açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı, 2009 ve 2010 yılında sırasıyla yüzde
6,3'e ve yüzde 6'ya yükselmiştir. Alınan önlemlerin etkisiyle bu oranın 2011 ve
2012'de sırasıyla yüzde 4,1'e ve yüzde 3,1'e düşeceği tahmin edilmektedir.
Özellikle
gelişmiş ülkelerde yükselen bütçe açıkları, kamu borç stokunun da artmasına
neden olmuştur. 2007-2011 döneminde gelişmiş ülkelerde kamu borç stokunun
gayrisafi yurt içi hasılaya oranı, ortalama 30 puan artarak yüzde 104
seviyesine ulaşmıştır.
Avro
Bölgesi’nde ortalama borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2007'de
yüzde 66,4 iken bu oranın 2011 itibarıyla yüzde 88,6'ya, 2012'de ise yüzde 90'a
çıkması beklenmektedir. Yapılan
akademik çalışmalar, yüzde 90 seviyesindeki bir kamu borç
stokunun uzun vadeli büyüme oranları üzerinde çok ciddi olumsuz etki
yarattığını ortaya koymuştur.
Gelişmekte
olan ülkelerde ise kamu finansman dengeleri daha sağlıklı bir görünüme
sahiptir. Bu ülkeler, her ne kadar krizle birlikte bütçe açığı vermiş olsalar
da, kriz sonrası uyguladıkları mali sıkılaştırma sayesinde bütçe açıklarını
azaltmışlardır. Gelişmekte olan ülkeler kriz öncesi dönemde gayrisafi yurt içi
hasılaya oran olarak yüzde 1,2 genel devlet bütçe fazlası veriyorken 2009 ve
2010 yıllarında sırasıyla yüzde 4,1 ve yüzde 2,9 oranında açık vermişlerdir.
Gelişmiş ülkelerdeki genel devlet açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranının
bu sene ve gelecek sene yüzde 2’nin biraz altında olması bekleniyor.
Gelişmekte
olan ülkeler, borç stoku bakımından da gelişmiş ülkelere göre çok daha iyi
durumdalar. Bu ülkelerde kriz öncesi yüzde 35 civarında olan borç stokunun
gayrisafi yurt içi hasılaya oranı her ne kadar 2009 ve 2010'da sırasıyla yüzde
35 ve yüzde 39’un biraz üstüne çıktıysa da, 2011 ve 2012 yıllarında bu oranın
yüzde 36 ve yüzde 35 civarına gerilemesi beklenmektedir.
Türkiye'de
ise uyguladığımız doğru politikalar sayesinde mali dengelerimizde kriz öncesi
seviyeleri yakaladık. Ülkemizde krizden önce yüzde 0,2 olan genel devlet bütçe
açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı, küresel krizin etkisiyle önce yüzde
5,5'e kadar yükselmiştir, ancak Hükûmetimizin aldığı tedbirler sayesinde 2010
yılında yüzde 2,9'a gerileyen bütçe açığının, 2011'de yüzde 1 civarına düşeceği
tahmin edilmektedir. Bu oranın 2012 yılında ise yüzde 0,8 olarak
gerçekleşeceğini öngörüyoruz. Benzer şekilde kriz öncesinde yaklaşık yüzde 40
olan yani 39,9 olan Türkiye'nin brüt kamu borç stokunun gayrisafi yurt içi
hasılaya oranı krizle birlikte 2009 yılında yüzde 46,1’e yükselmiş, ancak
sağladığımız bütçe disiplini sayesinde 2010 yılında yüzde 42,2’ye gerilemiş, bu
oranın 2011 yılında yüzde 39,8’e düştüğünü öngörüyoruz, 2012’de ise yüzde 37’ye
düşeceğini tahmin ediyoruz. Program dönemi sonu olan 2014 yılında da
Türkiye'nin brüt kamu borç stokunun millî gelire oranını yüzde 32’ye kadar
düşürmeyi hedefliyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; küresel kriz sonrasında ekonomik toparlanma ve
yüksek emtia fiyatlarıyla beraber gelişmekte olan ülkelerde enflasyonda bir
artış gözlenmiştir. 2010 yılında yüzde 6,7 olan gelişmekte olan ülkelerdeki
enflasyonun, 2011 yılında yüzde 7’ye yükseleceği tahmin edilmektedir. Küresel
ekonomideki yavaşlama ve emtia fiyatlarındaki nispi yumuşama beklentisiyle 2012
yılında enflasyonun gelişmekte olan ülkelerde yüzde 5,5’e gerilemesi
görülmektedir.
Türkiye’de
son zamanlarda gözlemlenen enflasyondaki artış sadece tabii ki bize özgü
değildir. Örneğin, ekim itibarıyla enflasyon Brezilya’da yüzde 7, Rusya’da
yüzde 7,2; Hindistan’da yüzde 9,4; Arjantin’de yüzde 9,7 olarak
gerçekleşmiştir. 2010 yılında hedeflerimiz doğrultusunda yüzde 6,4 olarak
gerçekleşen yıl sonu enflasyonunun Merkez Bankası tahminlerine göre 2011 yıl
sonu itibarıyla yüzde 8,3’e çıkacağı beklenmektedir. Bu artışta, daha önce
bahsettiğim emtia fiyatlarındaki artışın yanı sıra, güçlü iç talep, Türk
lirasındaki değer kaybı ve ekim ayında yaptığımız vergi artışları etkili
olmuştur. Yavaşlama sürecine giren iç talep ile enflasyonu yukarı iten dış
faktörlerin etkisinin geçici olacağı dikkate alındığında enflasyonun 2012’de
yüzde 5’lik hedefe yaklaşacağını tahmin ediyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi sizlere Türkiye ekonomisine ilişkin bir
değerlendirme yapmak istiyorum.
Küresel
kriz sonrası dönemde Türkiye ekonomisi sürekli iyileşen kamu finansman
dengeleri ve istihdam yaratan güçlü büyümesi ile birçok ülkeden pozitif yönde
ayrışmıştır. Bu ayrışmada, Hükûmetimizin ortaya koyduğu güçlü siyasi irade,
kredibilitesi yüksek olan Orta Vadeli Program ve sağlam bankacılık sektörü
büyük rol oynamıştır.
Türkiye
ekonomisi, kriz sonrası dönemde özel sektör dinamizmiyle çok güçlü bir büyüme
sürecine girmiştir. Küresel krizin etkisiyle 2009 yılında daralan Türkiye
ekonomisi, 2010 yılında yüzde 9, 2011 yılının ilk yarısında ise yüzde 10,2
büyümüştür. Kriz sonrası dönemde büyüme performansı ile Türkiye, küresel büyüme
liginde en üst sıralarda yerini almıştır. Birçok ülke, henüz kriz öncesi
gayrisafi yurt içi hasıla seviyesine ulaşamamışken, Türkiye ekonomisi, haziran
sonu itibarıyla, sabit fiyatlarla kriz öncesi seviyesini neredeyse yüzde 9
oranında aşmıştır. Yani Türkiye, krizin etkilerini telafi etmekle kalmamış,
kriz öncesi hem büyümede hem istihdamdaki seviyenin de ötesinde bir performans
göstermiştir.
Türkiye
ekonomisinin bu yıl yüzde 7,5; gelecek yıl ise dünya ekonomisine ilişkin artan
belirsizlikler ve en büyük ihracat pazarımız olan Avrupa Birliğindeki kriz
nedeniyle yüzde 4 civarında büyüyeceği öngörülmektedir.
Türkiye
ekonomisinin güçlü performansı bir tesadüf değildir. Gerek küresel kriz öncesi
dönemde gerekse küresel kriz sürecinde ve sonrasında Hükûmetimiz, tüm politika
araçlarını orta vadeli bir perspektifle zamanında ve kararlı bir şekilde
kullanmıştır. Türkiye, krizle mücadelede birçok bakımdan dünyaya örnek bir ülke
olmuştur. AK PARTİ hükûmetleri döneminde, yani 2003-2011 yılları arasında
Türkiye ekonomisi, 2009’da yaşanan son altmış yılın en büyük küresel krizine
rağmen yüzde 5,1 büyümüştür. Kriz öncesi dönemdeyse, yani AK PARTİ’nin iktidar
olduğu 2003-2007 dönemindeyse ortalama büyüme yüzde 6,9 olmuştur. Bu
performans, hem AK PARTİ hükûmetleri öncesindeki dokuz yıllık dönemin, yani
1994-2002 dönemindeki yüzde 2,4’lük hem de 1924-2002 döneminin yüzde 4,5’luk
büyümesinden çok daha güçlüdür. Yani, gerek AK PARTİ’den önceki cumhuriyet
tarihindeki ortalama büyümeden gerekse bizden önceki dokuz yıllık ortalama
büyümeden daha iyi bir performans ortaya koymuşuz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kriz sonrası ekonomik toparlanmanın en çarpıcı
özelliklerinden biri, yüksek istihdam yaratan bir büyüme olmasıdır. 2007
yılında yüzde 10,3 olan işsizlik oranı krizin etkisiyle Şubat 2009’da yüzde
16,1’e kadar yükselmiş, ancak uygulamaya koyduğumuz aktif iş gücü politikaları
ve büyümede yakaladığımız güçlü performans sayesinde Ağustos 2011 itibarıyla
işsizlik oranı yüzde 9,2’ye kadar düşmüştür. Böylece Türkiye, işsizlik oranını
kriz öncesi dönemin altına indiren nadir ülkelerden birisi olmuştur.
Mevsimsellikten arındırılmış işsizlik oranı ise Ağustos ayı itibarıyla yüzde
9,6’ya kadar gerileyerek bu serinin tutulmaya başlandığı 2005’ten bu yana en
düşük seviyeye gerilemiştir. Oysa bugün işsizlik oranları, Avrupa Birliği üyelerinde
son on beş yılın, Amerika Birleşik Devletleri’nde ise son yirmi dokuz yılın en
yüksek seviyesindedir. Ayrıca, istihdamdaki bu performans iş gücüne katılım
oranının 4,8 puan arttığı bir dönemde gerçekleşmiştir. 2007 sonundan bu yana
Hükûmetimiz net 4,1 milyon vatandaşımıza iş, aş imkânı yaratmıştır. Oysa aynı
dönemde Avrupa Birliğini oluşturan yirmi yedi ülkede iş gücüne katılım oranı
sadece 0,7 artmış ve istihdam ise net 1,6 milyon kişi azalmıştır. Amerika
Birleşik Devletleri’nde ise iş gücüne katılım oranı 2,1 puan düşmüş ve buna
rağmen net 5 milyon istihdam kaybı yaşanmıştır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Avro Bölgesi’nde derinleşen kamu borç krizi
tüm dünyada olduğu gibi bizim ekonomimiz için de önemli bir risk teşkil
etmektedir. İhracatımızın yaklaşık yarısı, doğrudan küresel yatırımların
yaklaşık yüzde 80’i, yabancı turistlerin yaklaşık yüzde 60’ı Avrupa Birliği
kaynaklıdır. Ancak sağlam makroekonomik temelleri ve hızlı karar alma
kabiliyetine sahip Hükûmetiyle ülkemiz, dış şoklara karşı daha önce hiç
olmadığı kadar dirençlidir. Türkiye'nin istihdam yaratan güçlü büyüme
performansı, sürekli iyileşen kamu finansman dengeleri, sağlıklı bankacılık
sektörü ve hane halkı bilançosu ile kredibilitesi yüksek olan Orta Vadeli
Program’ı bize potansiyel risklere karşı güçlü bir manevra alanı sağlamaktadır.
Türkiye'nin
kamu finansman dengeleri son derece sağlıklıdır. Daha önce de ifade ettim, kriz
sonrası dönemde bütçe açıklarını ve kamu borçlarını hızlı bir şekilde
iyileştirdik ve küresel kriz öncesi dönemin altına indirdik. Orta Vadeli
Program dönemi sonunda biz Türkiye'nin genel devlet açığını gayrisafi yurt içi
hasılaya oran olarak yüzde 0,4; kamu brüt borç stokunun gayrisafi yurt içi
hasılaya oranını ise yüzde 32 olarak öngörüyoruz.
Şurada
bir noktayı özellikle sizlerle paylaşmak istiyorum. Kamu net dış borç stokunu
haziran sonu itibarıyla sıfırladık. Hatta dış dünyadan net olarak 300 milyon TL
devlet alacaklı konuma geldi. Yani devletin dış borcu ile devletin elindeki
rezervleri karşılaştırdığımız zaman ilk defa Haziran 2011 tarihinde dış dünyaya
karşı net borcumuzu sıfırlamış durumdayız. Benzer şekilde, genel devlet bütçe
açığını da neredeyse kriz öncesi seviyelere indirdik.
Ben
burada rakamları daha önce ifade ettiğim için detaya girmek istemiyorum ama
şunu ifade etmek istiyorum: Şayet küresel krize 2000’li yılların başındaki gibi
yüksek bütçe açıkları ve borç stokuyla yakalansaydık küresel krize karşı
hareket alanımız olmayacaktı ve kriz ülkemizde yıkıcı bir etki
gösterebilecekti. 2002 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 10,8’i olan
bütçe açığını, yani genel devlet açığını 2007 yılında, hatırlarsanız, neredeyse
sıfıra kadar indirdik. Aynı şekilde 2002 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın
yüzde 74’ü olan kamu borç stokunu 34 puan düşürerek yüzde 40’ın altına
indirdik. Bu güçlü mali dengeler sayesinde ülkemiz ilk defa bir krizi kendi
imkân ve programıyla aşmıştır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Avro Bölgesi kamu borç krizinin global
bankacılık sistemini tehdit ettiği bugünlerde, Türk bankacılık sektörü,
dünyadaki birçok ülke ile karşılaştırılamayacak kadar sağlıklıdır. Her şeyden
önce, bankacılık sektörümüzün sermaye yapısı oldukça güçlüdür. Hükûmetlerimiz
döneminde, Türk bankacılık sektörünün öz kaynakları yani sermayesi yaklaşık 5
kat artarak 26 milyar liradan, Eylül 2011 itibarıyla 142 milyar liraya
çıkmıştır. Bankacılık sistemimizin sermaye yeterlilik oranı yüzde 16,4 ile
asgari yasal sınır olan yüzde 8’in 2 katından fazladır.
İkinci
olarak, bankacılık sektörümüzün aktif kalitesi oldukça yüksektir. Eylül 2011
itibarıyla problemli kredilerin toplam kredilere oranı yüzde 2,7’ye
gerilemiştir; bu oran 2002 yılında yüzde 17’ler civarındaydı.
Üçüncü
olarak, dünyada birçok bankanın battığı 2007-2010 döneminde, bankacılık
sektörümüzün ortalama yıllık öz kaynak kârlılığı yüzde 21,6 olmuştur. Yani
bankalar 100 liralık sermayelerine karşı, neredeyse, bu dönemde 22 lira
civarında para kazanmışlardır. Bu dönemde, bankacılık sektörünün güçlü öz
kaynak yapısını korumak amacıyla bankaların hissedarlarına kâr dağıtımını da
sınırladık.
AK
PARTİ hükûmetleri öncesinde zayıf bankacılık sektörü, sadece ekonomik istikrar
programlarının başarısını engellemekle kalmamış, 1994 ve 2001 krizlerini
tetikleyen çok önemli bir etken olmuştur. Oysa bugün bankacılık sektörü,
küresel kriz sonrası dönemde Türkiye’nin güçlü çıkışını destekleyen en önemli
unsur olmuştur.
Kriz
döneminde batık banka problemi yaşamayan ve bu anlamda vatandaşına yük
getirmeyen çok nadir ülkelerden birisiyiz çünkü gelişmiş ve gelişmekte olan
birçok ülkenin ancak kriz sonrası dönemde başlattığı bankacılık sektörü stres
testlerini, bizim Hükûmetimiz 2004’ten itibaren yapmaya başlamıştır. Yine
küresel kriz sonrasında gündeme gelen, alınan risklere karşı yüksek sermaye
gereği konusunda biz 2006'da adım atmışız ve yüzde 12’lik hedef sermaye
yeterlilik oranı uygulamasını başlatmışız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'yi küresel belirsizliklerin arttığı
bir dönemde diğer ülkelerden ayıran önemli faktörlerden birisi de güçlü hane
halkı bilançosudur. Ülkemizde hane halkının borçluluk düzeyi son yıllarda
yükselse de hâlen nispeten düşüktür. Bundan da önemlisi, hane halkının borcunu
döndürebilme kabiliyeti yükselmiştir.
Kriz
öncesi yüzde 12,3 olan hane halkı yükümlülüklerinin gayrisafi yurt içi hasılaya
oranı Haziran 2011 itibarıyla yüzde 18,8'e ulaşmıştır. Bu oran, bünyesinde
birçok gelişmekte olan ülkenin bulunduğu Avrupa Birliği-27 içinde ortalama
yüzde 60 düzeyindedir. Ayrıca, hane halkının harcanabilir geliri de göz önünde
tutulduğunda, faiz ödemelerinin harcanabilir gelir içerisindeki payı, kriz yılı
olan 2009'da yüzde 5,2 iken, bu oran 2011 Eylül ayı itibarıyla yüzde 4,2'ye
kadar düşmüştür.
Diğer
taraftan, hane halkı kredilerinin hemen hemen büyük bir kısmı sabit faizli
olduğundan dolayı hane halkının faiz riski de düşüktür.
Son
olarak, hane halkı bilançosunda kur riski yok denecek kadar azdır çünkü
Hükûmetimiz makro ihtiyati bir tedbir olarak hane halkının döviz cinsinden
borçlanmasına izin vermemektedir. 2002'de tüketici kredileri içerisinde döviz
ve dövize endeksli kredilerin payı yüzde 15 iken, Eylül 2011 itibarıyla bu oran
yüzde 1'e kadar inmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; küresel kriz dönemi ve sonrasında
kredibilitesi yüksek Orta Vadeli Program geliştirip, bunu uygulamaya koyan
nadir ülkelerden birisiyiz. Her ne kadar küresel şokları öngörmek zor olsa da
belirsizliklerin arttığı bir dönemden geçtiğimizin farkındayız. Bu nedenle,
2012-2014 Orta Vadeli Programı’nı ihtiyati bir yaklaşımla yaptık.
Türkiye'nin
yakın dönem makroekonomik tarihine baktığımızda gerçekçi ve güven veren orta
vadeli programın önemi daha iyi bir şekilde anlaşılacaktır. Ülkemiz geçmişte
uygulanan popülist politikalardan çok çekmiş ve bu yüzden halkımız ağır
bedeller ödemiştir. Nitekim AK PARTİ hükûmetlerinden önceki dokuz yıllık
dönemde neredeyse üç büyük kriz yaşanmıştır yani 1994, 1998-99, 2001.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bunlardan daha önemlisi, ülkemizde
istikrar ve güçlü bir Hükûmet vardır yani siyasi istikrar her şeyin başında
gelmektedir. AK PARTİ hükûmetlerinden önceki yetmiş dokuz yıllık cumhuriyet
tarihimizde elli yedi hükûmet kurulduğu dikkate alınırsa bizden önceki
hükûmetlerin ortalama ömrünün yaklaşık on altı ay olduğu görülecektir. Böyle
bir ortamda sorunlara orta ve uzun vadeli bir perspektifle yaklaşmanın, yapısal
sorunlara çözüm üretmenin ne kadar zor olduğu ortadadır. Son dokuz yıllık
dönemde elde edilen kazanımların arkasındaki en temel faktör siyasi istikrar ve
güçlü iradedir. Oysa bugün gerek Avrupa'da borç krizinin büyümesi gerekse
istikrarın beşiği gibi görünen ABD'deki sıkıntılar esas itibarıyla siyasidir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; makroekonomik temellerimizin sağlam olduğunun
bir diğer göstergesi ülkemizin uluslararası piyasalardan bugün itibarıyla on
beş Avrupa Birliği üyesinden daha ucuza borçlanabilmesidir. Hazinemiz, bugün
yüzde 1'in altında bir reel faiz oranıyla borçlanabilmektedir. Oysaki 2002
yılında reel faiz oranı yüzde 25 civarındaydı. Benzer şekilde, 2002'de yüzde
10'un üzerinde olan on yıllık avro cinsinden borçlanma faizimiz, 2011 Kasım
sonu itibarıyla yüzde 5,6 düzeyindedir. Özetle, yüksek cari açık problemimize
rağmen ülkemizin risk primi oldukça düşüktür. Bu, içeride ve dışarıda ülkemize
olan güvenin açık bir göstergesidir. Ayrıca, küresel kriz döneminde birçok
ülkenin kredi notları birkaç kademe düşürülürken Türkiye, kredi notu iki kademe
artırılan ender ülkelerden biri olmuştur.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; tabiidir ki ülkemizde her şey mükemmel değil,
bazı konjonktürel ve yapısal problemlerimiz bulunmaktadır. Türkiye ekonomisinin
en önemli iki yapısal sorunu yüksek cari işlemler açığı ve işsizliktir. Müsaade
ederseniz, önce cari işlemler açığının sebeplerini ve bizim çözüm için
attığımız adımları ve önerilerimizi anlatmak istiyorum; sonra da işsizliğe
ilişkin yine geldiğimiz noktayı ve çözüm tedbirlerimizi sizlerle paylaşmak
istiyorum.
İlk
olarak, ülkemizde cari işlemler açığı, dediğim gibi, önemli bir sorun olmaya
devam etmektedir. 2010 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 6,5’u olan cari açık, bu yıl muhtemelen
yüzde 10 civarına varacaktır. Cari açığın, 2012'de 65,4 milyar dolar ile
gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 8'ine
inmesini öngörüyoruz.
Yüksek
cari işlemler açığımız, kısmen konjonktürel, kısmen yapısal sebeplerden
kaynaklanmaktadır. Konjonktürel sebepler arasında, “Arap Baharı” nedeniyle dış
ticaret fazlası verdiğimiz bazı ülkelerde yaşanan sıkıntıları, avro
bölgesindeki borç krizi nedeniyle en büyük ticaret ortağımız olan Avrupa
Birliğindeki iç talebin zayıf olmasını ve nispeten yüksek emtia fiyatlarını
saymak istiyorum. Bu konjonktürel etkileri iyi anlamak açısından sizlerle
birkaç rakamı paylaşmak istiyorum.
Ülkemiz,
2010 yılının ilk on ayında Avrupa Birliği ülkeleriyle 14,3 milyar dolarlık dış
ticaret açığı vermişken, 2011 yılının aynı döneminde bu açık 24,2 milyar dolara
çıkmıştır. Sadece Libya'da siyasi kargaşa öncesinde şirketlerimizin üstlendiği
projelerin değeri yaklaşık 16 milyar dolar civarındaydı.
Yine,
2009'da ortalama 61 dolar olan Brent tipi ham petrol varil fiyatının 2011
yılında 110 dolara çıkmış olması, toplam enerji ithalatımızı en az 20 milyar
dolar artırmıştır.
Az
önce değindiğim konjonktürel faktörlerin yanında, cari açığın uzun vadeli
politika tedbirleri gerektiren yapısal boyutları da vardır. Bu bağlamda üç
soruna değinmek istiyorum: Ulusal tasarruf oranlarımızın düşük olması, enerjide
dışa bağımlılığımızın yüksek olması, katma değer zincirinde nispeten alt
sıralarda olmamız.
Cari
işlemler açığındaki kötüleşmenin sebebi son yıllarda azalan yurt içi
tasarruflarımız ve artan yatırımlardır. 2002 yılında yüzde 18,6 olan ulusal
tasarruf oranımız, 2011 yılında yüzde 13'e gerilemiştir. Bu dönemde yatırımlar
ise ciddi oranda artmıştır. Toplam yatırımların gayrisafi yurt içi hasılaya
oranı 2002 yılında yüzde 18 iken, 2011 yılında yüzde 22,5'a kadar yükselmiştir.
Bütün bu gelişmeler dış kaynak ihtiyacını yani cari açığımızı artırmıştır.
Tasarruflardaki düşüş tamamen özel sektör tasarruflarının erimesinden
kaynaklanmaktadır. Bunda faiz oranlarındaki düşüş ve krediye erişimin
kolaylaşması oldukça etkili olmuştur. Ayrıca yoğun uluslararası rekabet ve
markalaşmada henüz arzulanan noktaya erişememiş olmamız gibi nedenlerle birçok
sektör düşük kâr marjıyla çalışmakta, bu da özel sektör tasarruflarını
sınırlamaktadır.
Ayrıca
ülkemiz çok büyük ölçüde enerjide dışa bağımlıdır ve son yıllarda doğal gaz,
petrol fiyatlarında çok yüksek artışlar yaşanmıştır. 2002 yılında Türkiye’nin
enerji ithalatı 9,2 milyar dolardı, oysa bu yıl muhtemelen 50 milyar doları
aşmış olacaktır. 2002 yılından bu yana toplam 279,3 milyar dolarlık cari açık
veren Türkiye'nin aynı dönemde enerjiye ödediği tutar yani enerji ithalatı
275,1 milyar dolardır. Bunların yanı sıra Avrupa Birliği ülkeleriyle
kıyaslandığında Türkiye’de yüksek ve orta üstü teknoloji sektörlerinin hem
üretimdeki hem ihracattaki payı oldukça düşüktür. Üretimde ileri teknoloji
yoğunluğu sadece yüzde 4,2; ihracatta ise yüzde 4,3 düzeyindedir. Düşük
teknoloji sektörlerinin üretimdeki payı yüzde 38,5; ihracattaki payı ise yüzde
32,6’dır.
Orta
ve uzun vadede cari işlemler açığını daha makul düzeye düşürmek için ülkemizin
tabii ki tasarruf oranlarını artırması, enerjide dışa bağımlılığı azaltması,
katma değeri yüksek mal ve hizmet üretiminde yoğunlaşması ve beşeri sermayesini
güçlendirmesi gerekiyor. Bu sorunların çözümü için gereken bütün tedbirleri
aldık, almaya devam ediyoruz. Nitekim orta vadeli programımız, cari açığa kalıcı
çözüme yönelik birçok yapısal düzenlemeyi içeriyor.
Bu
meyanda, ilk olarak hükûmetlerimiz döneminde kamu tasarruf artışını sağladık.
Yani birinci sorun, Türkiye’deki tasarrufların düşük olması. Kamu olarak ne
yapmışız? 2002 yılında kamu tasarruflarının GSYH içerisindeki payı eksi, yani
negatif yüzde 4,8 iken 2005’ten itibaren kriz yılı hariç pozitif olarak
gerçekleşmiştir. Kamu tasarruflarının 2011 yılında artı yüzde 2,9'a ulaşacağı
tahmin edilmektedir. Yani kamu tasarruflarındaki açığı kapatmakla kalmamışız,
kamu tasarruflarını çok ciddi bir şekilde artırmışız, artıya geçirmişiz. Kamu
tasarruflarındaki bu artışları sürekli kılacak politikaları geliştirdik ve
uygulamaya koyduk. Özel kesim tasarruflarını artırmaya yönelik çabalarımız
devam ediyor. Bu çerçevede önümüzdeki dönemde bireysel emekliliğe yönelik
teşvikleri gözden geçireceğiz. Ayrıca istihdam ve dolayısıyla tasarrufları
artırmak için bir iş gücü piyasası reformu üzerinde çalışacağız. Finansal
piyasalardaki derinliği ve enstrüman çeşitliliğini artırmak için ise İstanbul
Finans Merkezi Projesi’ni hızlandıracağız. Dolayısıyla birinci sorun tasarruf.
Tasarrufları artırmaya yönelik çok ciddi bir şekilde tedbir aldık, almaya devam
ediyoruz.
İkinci
olarak, iktidara geldiğimizden bu yana araştırma ve geliştirme faaliyetlerine
büyük önem verdik ve büyük oranda kaynak ayırdık. 2008 yılında ARGE
faaliyetlerinin desteklenmesine yönelik çok önemli bir reformu uygulamaya
koyduk. Bu reform ile ARGE merkezlerinde yapılan harcamaların yüzde 200'ünün,
gelir ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde indirim konusu yapılmasına
imkân sağladık. Ayrıca ARGE ve destek personeli için yüzde 90'a varan gelir
vergisi, damga vergisi istisnaları ile beş yıl süreyle işveren sigorta prim
desteğini sağladık. Bu çabalarımızın bir sonucu olarak ARGE harcamalarının
millî gelire oranı 2002'de binde 5,3 iken bugün yüzde 1 düzeyine yaklaşmıştır.
Hedefimiz orta vadede bu oranı yüzde 2'ye, 2023 yılında ise yüzde 3'e yükseltmektir.
ARGE’yi
artırmaya yönelik çabalarımıza ek olarak markalaşmayı, özgün ürün geliştirmeyi
ve geleneksel sektörlerin fiyat avantajı sağlayacağı bölgelere taşınmasını
teşvik ediyoruz. Bu sayede 2005-2006 yıllarında yurt içinde yaklaşık 6 bin
mağazaya sahip olan Türk markaları, 2011 yılı Ekim ayı sonu itibarıyla Türkiye
dâhil doksan sekiz ülkede 50 binden fazla satış noktasında faaliyet
göstermektedir. Türkiye son yıllarda marka ve endüstriyel tasarım
başvurularında Avrupa'da en çok başvuru yapılan ilk üç ülke arasına girmiştir.
Dolayısıyla Türkiye'nin katma değer zincirinde de yükselmesi için ne
gerekiyorsa uygulamaya koyduk, gerekli destekleri verdik. Bu çabalar orta, uzun
vadede sonuç verecektir.
Üçüncü
olarak, enerjide dışa bağımlılığımızı azaltmak için yerli ve yenilenebilir
enerji kaynaklarını harekete geçirdik. Enerji arz güvenliğini sağlamak için
yerli ve yenilenebilir enerjiyi teşvik ve desteklemek için Yenilenebilir Enerji
Kanunu’nu çıkardık. Enerjide dışa bağımlılığı azaltmak ve enerji kaynaklarımızı
çeşitlendirmek için ne gerekiyorsa yapıyoruz. Ülkemizin suyunu, rüzgârını,
güneşini enerjiye dönüştürüyoruz.
Dördüncü
olarak, uluslararası rekabet gücü endeksinde Türkiye 2002 yılında 80 ülke arasında
65'inci sırada iken 2011'de 142 ülke arasında 59'uncu sırada yer almıştır. Her
ne kadar uluslararası rekabet gücü sıralamasında bir iyileşme söz konusu ise de
daha katedeceğimiz çok mesafe vardır. Bu nedenledir ki ülkemizin rekabet gücünü
daha da artırmak için altyapı yatırımlarını önceliklendirerek gelişmiş
ülkelerle bu alandaki farkı azalttık, azaltmaya devam ediyoruz.
Ben
şimdi detaylara girmek istemiyorum ama gerek demir yollarında gerek kara
yollarında gerekse hava yollarında, bütün alanlarda şu son dokuz yılda
katedilen mesafe ortadadır. Hakikaten Türkiye'nin rekabet gücünü artırmak için
çok ciddi yatırımlar söz konusudur.
Basit
bir rakam, yani Türk havacılık sektörünün yıllık cirosu dolar cinsinden 2,2
milyardan 12 milyar dolara çıkmıştır; en basit göstergelerden bir tanesi.
Son
olarak, uluslararası rekabet gücümüzü artırmak ve bilgi yoğun, teknoloji yoğun
ürünlere geçişi sağlamak için beşerî sermayemizin kalitesini artırıyoruz. Bu
önemli bir konu. Hükûmetimiz döneminde gerek brüt okullaşma oranlarında gerekse
eğitimde kalite anlamında çok önemli adımlar attık, mesafeler katediyoruz.
Yine
sizleri burada rakamlara boğmak istemiyorum, elinizdeki kitapçıkta bütün
detayları var. Ancak, şunu ifade etmek istiyorum: Ülkemizde özellikle eğitimin
kalitesinin artırılması için başlattığımız FATİH Projesi ile Millî Eğitim
Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim okullarındaki derslikleri İnternet, akıllı
tahta ve diğer bilgi teknoloji ekipmanlarıyla donatıyoruz. Öğretmenlerin hizmet
içi eğitimlerini sağlamak üzere uzaktan eğitim merkezleri açıyoruz, öğrencilere
ise tablet bilgisayar vermeye başlıyoruz. İnşallah bu, ülkemizin en ücra bölgesindeki
okullar ile en gelişmiş okullar arasındaki mesafeyi kapatmakla kalmayacak, aynı
zamanda Türkiye ile Batı’nın en gelişmiş ülkeleri arasında eğitim kalitesindeki
farkı da kapatmaya katkısı olacak.
Son
olarak, ihracatı artırmak ve cari işlemler açığının finansman kalitesini
yükseltmek için küresel doğrudan yatırımları ülkemize çekecek birçok yapısal
düzenlemeyi hayata geçirdik. Dünya Bankasının iş yapma kolaylığını baz alarak
yaptığı uluslararası bir sıralama var. Bu sıralamada Türkiye 2006 yılında 155 ülke
arasında 93’üncü sıradaydı. Hâlbuki 2011’de 183 ülke arasında 71’inci sıraya
kadar yükselmiştir. Ayrıca yüksek dış ticaret açığı verdiğimiz ürünlerin
ülkemizde üretilmesine yönelik teşvikleri gözden geçiriyoruz. Bunun yanında
küresel tedarik zincirinde daha fazla katma değerin Türkiye’de kalması için
girdi tedarik stratejisinde sektörel değerlendirmelerimizi tamamladık.
Hazırlanan eylem planını 2012’de uygulamaya koyacağız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yukarıda özetlediğim yapısal tedbirler orta ve
uzun vadede cari açığı daha makul, daha yönetilebilir bir düzeye çekecektir
ancak kısa vadede cari açığı kontrol altına almak için yani bunun için de adım
attık, atmaya devam ediyoruz.
Yılın
ilk yarısında yüzde 40-50 aralığında olan kredi hacmindeki genişleme BDDK ve
Merkez Bankamızın aldığı tedbirlerle ciddi bir yavaşlama sürecine girmiştir.
Kredi büyümesindeki normalleşmenin iç talebi yumuşatmada önemli etkisi
olacaktır.
Ayrıca
son bir yıldır Türk lirası önemli ölçüde değer kaybetmiştir. 2003 yılında 100
olan reel efektif kur endeksi bugün, gelişmekte olan ülkelerle kıyasla yani
gelişmekte olan ülkelerle bir reel efektif kur endeksini inşa etsek 2003’ü 100
alsak bugün 90’ın altına düşmüştür yani yoğun rekabet içerisinde olduğumuz
ülkelere karşı avantajlı bir duruma gelmiş bulunuyoruz.
Ayrıca
2012 yılında mali disiplini güçlendirerek sürdüreceğiz. Daha önce de söyledim,
genel devlet bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranını yüzde 1’e kadar
indirdik, yüzde 0,8’e kadar indirmeyi hedefliyoruz. Bütün bu tedbirler
sayesinde ekonomide önümüzdeki aylarda cari açığın daralması başlayacaktır. Bu
bizim öngörümüzdür.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; son yıllarda rekor düzeyde istihdam artışına
rağmen işsizlik oranı hâlâ arzuladığımız seviyelerde değildir. bu durum iş gücü
piyasamızın bazı yapısal özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Şimdi, sizlerle bu
özellikleri paylaşayım ve bu problemleri, yapısal problemleri aşmak için
Hükûmet olarak ne yaptığımızı açıklayayım:
İlk
olarak, ülkemizde çalışma çağındaki nüfus artışı birçok ülkeye göre yüksek, iş
gücüne katılım oranı ise düşüktür. Mesela son bir yıl içerisinde çalışma
çağındaki nüfustaki artış diyelim ki 800 bin kişi ise iş gücüne katılım
oranındaki artışı da dikkate alırsanız -çünkü düşük seviyede- 1,1 milyon kişi
iş gücü piyasasına bir şekilde girmiştir.
Genç
nüfus ve hızla artan iş gücüne katılım oranı işsizlik oranını aşağıya çekmeyi
zorlaştırmaktadır ama bildiğiniz gibi ona rağmen başarılı olduk.
İkinci
olarak, gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında ülkemizde tarımda çalışan
nüfusun toplam istihdamdaki payı oldukça yüksektir. Son yıllardaki düşüşe
rağmen Türkiye’de nüfusun dörtte 1’i tarım sektöründe istihdam edilmektedir
veya öyle görünmektedir. Türkiye nüfusunun bu kadar yüksek bir kısmının tarımda
istihdam ediliyor olması, aslında bir anlamda gizli işsizliğe de işaret
etmektedir. Oysa, tarımda çalışan nüfusun toplam istihdamdaki payı Amerika
Birleşik Devletleri’nde yüzde 1,6, Avro bölgesinde yüzde 3,6, otuz dört üyesi
olan OECD’de ise ortalama 5,1’dir. Dolayısıyla tarımdan diğer sektörlere
geçişin önümüzdeki yıllarda devam etmesi beklenmektedir. Bu dönüşüm Türkiye’de
işsizlik oranlarını aşağıya çekmeyi zorlaştıran bir faktördür.
Diğer
taraftan, 2002’den bu yana istihdamın kalitesinin arttığı hususunu sizlerle
paylaşmak istiyorum. Ücretsiz aile işçiliğinin istihdamdaki payı, aslında gizli
işsizlerin istihdamdaki payı 2002’de yüzde 21 iken Ağustos 2011 itibarıyla
yüzde 15’e kadar düşmüştür yani gizli işsiz sayısı azalmıştır.
Üçüncü
olarak, yirmi beş yaş üstü nüfusumuzun ortalama eğitim düzeyinin düşük olması.
Bu arada onu da söyleyeyim, yirmi beş yaş üstü nüfusumuzun ortalama okulda
geçirdiği süre 6,5 yıl yani orta terk. Tarımdan tarım dışı sektörlere geçişin
yoğun olması, iş gücü piyasasında arz-talep uyuşmazlığını beraberinde
getirmektedir. Türkiye’de toplam iş gücünün neredeyse üçte 2’si -az önce ifade
ettiğim gibi- lise altı eğitime sahiptir. Bu hususların işsizliği azaltmada eğitim
ve özellikle mesleki eğitimin önemini ortaya koyduğunu vurgulamak istiyorum.
Son
olarak, ülkemizde istihdamı sınırlayan en önemli faktörlerden bir tanesi iş
gücü piyasasındaki katılıklardır. Türkiye, iş gücü piyasası esneklik
göstergeleri açısından 34 OECD üyesi ülke arasında en son sıradadır. Bu
nedenle, Türkiye'de ortalama çalışma süresi çok yüksek, haftada kırk dokuz
saattir. Ayrıca toplam istihdamın sadece yüzde 11,5’u kısmi zamanlı olarak
çalışmaktadır, oysa bu oran OECD'de ortalama yüzde 16,6'dır.
Türkiye
ekonomisini istihdam odaklı sürdürülebilir büyüme hedefine ulaştırmak üzere, iş
gücü niteliğini, iş gücü piyasasının esnekliğini ve iş gücüne katılımı
artıracak politikalara ağırlık vermeye devam edeceğiz. Orta Vadeli Program’ımız
işsizlik sorununun çözümünde bütüncül bir yaklaşımı benimsemiş ve işsizliği
azaltmaya yönelik kısa, orta ve uzun vadeli tedbir ve politikaları ortaya
koymuştur.
Kısa
vadede istihdamı artırmanın en etkin yollarından biri aktif iş gücü
politikalarının hayata geçirilmesidir. Nitekim biz de bunu yapmışız. İş gücünün
nitelikli hâle gelmesi için son yıllarda yoğun bir çaba içerisindeyiz. Son üç
yıldır aktif iş gücü programlarını ülke çapında uygulamaya koyduk. Bu
programlardan yararlanan kişi sayısı 2008 yılında 32 bin kişiyken 2010 yılında
212 bin kişiye çıkmış, 2011 Ekim sonu itibarıyla söz konusu programdan 200
binden fazla vatandaşımız yararlanmıştır. Bu, kısa vadede tabii ki yapılacak
önemli bir adımdır, atılacak önemli bir adımdır; bunu attık.
Orta
vadede istihdamı artırmak için birçok tedbiri benzer bir şekilde uygulamaya
koyduk. Bunların başında, 2009 yılında yeni bir yatırım teşvik sistemiyle tabii
ki 9.616 adet teşvik belgesi verdik. Bu teşvik belgeleriyle yaklaşık 133 milyar
liralık yatırım yapılması ve bu yatırımlarla 322 bin kişilik istihdam
sağlanması öngörülmektedir yani yatırım olacak, üretim olacak, istihdam olacak.
Bunun için ne yaptık? Teşvik sistemini rasyonelleştirdik.
Ayrıca,
yine orta vadeli perspektifle Hükûmetimiz bir karar aldı: Bölgesel kalkınma
projelerine, özellikle GAP olsun, DAP olsun, KOP olsun, DOKAP olsun, bunların
hepsine daha fazla kaynak ayırma kararını verdi ve son yıllarda da bu kaynaklar
ciddi bir şekilde artırıldı. Bu projeler arasında hem bölge hem de ülke
ekonomisi açısından büyük önem taşıyan GAP’ın istihdam yaratma potansiyeli çok
yüksektir. Uluslararası çalışmalara göre, sulu tarıma geçişle birlikte, hektar
başına doğrudan ve dolaylı olarak 2 kişiye istihdam yaratılmaktadır. Ülkemizde,
tabii ki önümüzdeki dönemde GAP bölgesinde 1 milyon 68 bin hektarlık alana su
ulaştırılması hedeflenmektedir. Bunu gerçekleştirdiğimiz varsayımıyla -ki o
hedefe ulaşmak için kaynak var, çabalar yoğun bir şekilde devam ediyor, bir iki
yıla da tamamlanacak- basit bir hesapla, GAP projesiyle 2 milyondan fazla
kişiye istihdam yaratılabilecektir. Kalkınma Bakanlığımızın verilerine göre,
GAP bölgesinde 2009 yılında 1 milyon 329 bin olan istihdam edilen kişi sayısı,
2010 yılında 218 bin kişi artarak 1 milyon 547 bine çıkmıştır. Bu artış, 2011
yılında da devam etmiştir. Dolayısıyla bu söylediklerim teorik değildir,
gerçekten de uygulamaya konulmuştur. Tabii orta vadede önemli adımlar bunlar.
Peki, uzun vadede ne yapmamız lazım, ne yapıyoruz?
İşsizlik
sorununun uzun vadede çözümü için, beşerî sermaye stokumuzun kalitesini
artırıyoruz. Bu amaçla, iktidara geldiğimiz günden beri eğitimi hep
önceliklendirdik. Gerek nicelik gerek nitelik olarak eğitim konusunda yoğun bir
çaba içerisindeyiz. Bütçeden bu yıllarda en fazla kaynağı hep eğitime ayırdık.
Uygulamaya başladığımız FATİH Projesi’yle de inşallah eğitimin kalitesini
yükselteceğiz.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; şimdi sizlere 2010 yılı kesin hesabı hakkında bilgi
vermek istiyorum. Kesin Hesap Kanun Tasarısı görüşülecek olan 2010 yılı
bütçesinde bütçe giderleri 294,4 milyar lira, bütçe gelirleri 254,3 milyar lira
ve bütçe açığı 40,1 milyar lira düzeyinde gerçekleşmiştir.
2010'da
faiz giderleri 48,3 milyar lira, faiz dışı fazla ise 8,1 milyar lira olarak
gerçekleşmiştir.
Tabii
ki 2010 yılında bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı da yüzde 3,6
düzeyinde gerçekleşirken faiz dışı fazlanın gayrisafi yurt içi hasılaya oranı
binde 7 olmuştur.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de size özetle 2011 yılı bütçesi yıl
sonu gerçekleşme tahminlerini açıklamak istiyorum. 2011 yıl sonunda merkezî
yönetim bütçe giderlerinin 313,2 milyar lira, merkezî yönetim bütçe
gelirlerinin 290,9 milyar lira, bütçe açığının 22,2 milyar lira, faiz dışı
fazlanın 20,4 milyar lira olarak gerçekleşeceğini tahmin etmekteyiz.
Yukarıdaki
tahminlerimiz çerçevesinde 2011 yılı başlangıç bütçesine oranla bütçe giderleri
sadece binde 2 oranında, yani 599 milyon lira sapmıştır. Bu, aslında
harcamaları kontrol altında tuttuğumuzu, mali disiplini güçlü bir şekilde devam
ettirdiğimizi gösteriyor. Bütçe gelirleri ise başlangıç tahminine göre yüzde
4,3 oranında yani 11,9 milyar lira artmıştır.
Faiz
hariç giderler ise başlangıç ödeneklerine kıyasla yüzde 2,1 oranında artış
olurken vergi gelirlerinde yüzde 7,4 oranında artış beklemekteyiz. Şimdi, faiz
dışı harcamalardaki artış bir miktar yüksek ama niye? Çünkü biz altyapı yatırım
harcamalarına ekstra, yani ilave kaynak aktardık. Bakın, 2011 yılında
yatırımlar için başlangıç bütçe ödeneklerine ilaveten 9,1 milyar lira kaynak
ayırdık. Bu kaynağı başta ulaştırma sektörü olmak üzere altyapı yatırımlarına
tahsis ettik. Gelirlerdeki artış ise güçlü ekonomik büyüme ve yapılandırmaya
bağlı olarak vergi gelirlerinde sağlanan olumlu sonuçtan kaynaklanmaktadır
ancak şunun altını çizmek istiyorum, 2011'de yapılandırmadan net 5 milyar TL
gelir elde etmeyi hedefliyoruz. Her ne kadar şu ana kadar 13 milyar lira
geldiyse de şunu açıklamak istiyorum: Genelde Maliye kendi borç stoku üzerinden
her sene takip yoluyla zaten yaklaşık 7-8 milyar lira tahsilat yapıyor. Dolayısıyla,
onu düştüğünüz zaman net etki yaklaşık 5 milyar lira civarındadır.
2011
yıl sonu bütçe açığının, başlangıç bütçesinde yer alan 33,5 milyar lira yerine,
yani biz 2011 yılı bütçesinin 33,5 milyar lira açık vereceğini öngörmüştük,
şimdi ise bu açığın üçte 1 oranında azalarak 22,2 milyar lira olarak
gerçekleşmesini bekliyoruz. Bu, gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 1,7’sine
tekabül etmektedir. Aslında bizim başlangıçta hedefimiz açığın 2,8’i yani
gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 2,8’i düzeyindeydi fakat biz ortaya çok daha
iyi bir performans koyduk ve açık yüzde 1,7 olarak gerçekleşti.
Tabii,
AK PARTİ hükûmetleri döneminde hazırlanan bütçeler hep gerçekçi olmuştur.
Küresel krizin yaşandığı 2009 yılı hariç, bütçe açığı hedeflenenin hep altında
kalmıştır. Bizden önceki dokuz yıllık dönemde, mesela, 1994-2002 dönemine
bakarsanız, uygulanan bütçelerin sadece üçünde açığın hedefin altında kaldığını
görürsünüz. Gerçekleşen bütçe açığının ise, ortalama bahsediyorum, bu bizden
önceki dokuz yıllık dönemde, hedeflenen açığın ortalama 2 katı düzeyinde
olduğunu görüyoruz. 1994-2002 döneminde bütçe açığının gayrisafi yurt içi
hasılaya oranı ortalama yüzde 7,7 seviyesindeyken AK PARTİ hükûmetleri
döneminde yani 2003-2011 yılları arasında, ortalama bütçe açığı yüzde 3,3'e
düşmüştür. Bu başarıda, sağlanan siyasi istikrar ve güven veren doğru
politikalarımızın tabii ki katkısı büyüktür ve bunun sonucudur.
2011’de
merkezî yönetimde yüzde 1,7 olacağını tahmin ettiğimiz bütçe açığının gayrisafi
yurt içi hasılaya oranını, daha kapsamlı olan genel devlette yüzde 1 olarak
öngörüyoruz yani genel devlet açığı, merkezî yönetim bütçe açığını, yerel
yönetimler ve sosyal güvenlik kurumlarını da içeriyor. Yani geniş manada
Türkiye’deki bütçe açığına baktığınız zaman, açığın yüzde 1 düzeyinde olacağını
öngörüyoruz. Bu oran ile Avrupa'da yüzde 3'lük Maastricht Kriteri’ni sağlayan
nadir ülkelerden biri olmayı sürdürüyoruz. Yatırımlara ilave ettiğimiz 9,1
milyar lira olmasaydı yani ekstradan yatırımlara para aktarmasaydık bu sene
genel devlet açığımız yüzde 1 yerine yüzde 0,3 düzeyinde gerçekleşmiş olacaktı.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de size 2012 yılı bütçesi hakkında bilgi
vermek istiyorum. 2012 yılı bütçesi AK PARTİ hükûmetlerinin hazırladığı
10’uncu, 61’inci Hükûmetimizin ise ilk bütçesi olma özelliğini taşımaktadır.
2012
yılı bütçesi ile istihdamı artırmayı, yurt içi tasarruf seviyesini yükseltmeyi,
cari açığı azaltmayı ve mali disiplini güçlendirmeyi hedefliyoruz.
2012
yılı bütçesine baz oluşturan temel makroekonomik varsayımlarımızı Ekim ayı
içerisinde Orta Vadeli Program’da kamuoyuyla paylaşmıştık. Şimdi bunlardan
bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
2012
yılı için, gayrisafi yurt içi hasıla büyüklüğü 1 trilyon 426 milyar lira,
büyüme oranı yüzde 4, deflatör yüzde 7, 2012 TÜFE yıl sonu yüzde 5,2; ihracat
148,5 milyar dolar, ithalat 248,7 milyar dolar olarak hedeflenmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılı bütçe tasarısının büyüklüklerine
geçmeden önce sizlere bu bütçenin bazı temel özelliklerinden bahsetmek
istiyorum.
2012
yılı bütçesi reel sektörü güçlü bir şekilde destekleyen, desteklemeye devam
eden bir bütçedir. Esnaf kredi faiz desteği, tarımsal kredi faiz desteği,
ihracat desteği, KOBİ destekleri, teşvik ödemeleri ve işveren prim desteği için
ayırdığımız kaynağı yüzde 13,5 oranında artırarak 8,3 milyar liraya
çıkarıyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yatırımları hızla tamamlıyoruz. 2012’de toplam
yatırım ödeneklerini 2011 yılı başlangıç ödeneklerine göre yüzde 24 artırarak
32,7 milyar liraya çıkarıyoruz.
Tabii,
Plan Bütçe Komisyonunda gelen önemli eleştirilerden bir tanesi şuydu, denildi
ki: “2012 yılı ödenekleri 2011 yıl sonu gerçekleşme tahminlerine göre yüzde 7,5
bir düşüş göstermektedir, niye?”
Şimdi,
değerli arkadaşlar, bunun temel nedeni şu: Son yıllarda bütçede üstü örtük bir
mali kural uyguluyoruz. Yani şunu yapıyoruz: Bütçenin gelir performansına bağlı
olarak yatırımlara yıl içerisinde daha ciddi miktarlarda ilave kaynak
aktarıyoruz. Örneğin, 2010 yılında yatırımların başlangıç ödeneği 22,7 milyar
liraydı, yıl içerisinde verdiğimiz ilave ödeneklerle -yatırımlarda- 2010
yılında 22,7 milyar lira yerine 32,8 milyar liralık yatırım yapmışız. Yani
başlangıç ödeneğine göre gerçekleşme 2010 yılında yüzde 145 olmuştur. Benzer
şekilde, 2011 yılında yatırım gerçekleşmelerinin başlangıç ödeneğine oranla en
az yüzde 134 düzeyinde olacağını tahmin ediyoruz. 2012 yılında da daha önceki
yıllarda olduğu gibi bütçe gelirlerimizde öngörülenden fazla bir artış olursa,
bu kaynağı kısmen tasarruf, kısmen yatırımlara yönlendireceğimizi şimdiden
söyleyebilirim.
AK
PARTİ hükûmetleri döneminde yatırım harcamalarının bütçe içindeki payı 2011
itibarıyla neredeyse 2 katına çıkmış durumdadır.
Burası
önemli değerli arkadaşlar. 2002 yılında 8,5 yıl olan kamu yatırım stokunun
ortalama tamamlanma süresini 2011 yılında sağladığımız ilave ödeneklerin de
katkısıyla 3,3 yıla kadar düşürdük. Yani yatırımın başlamasıyla bitmesi eskiden
8,5 yıl alırken şimdi 3,3 yılda bitiriyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılında bölgeler arası gelişmişlik
farklarını azaltmak için bölgesel kalkınma projelerini destekliyoruz. Bunu cari
açıkta açıkladım, tekrar detaylarına girmek istemiyorum.
Yine,
2012 yılı bütçesini ARGE faaliyetlerini daha çok destekleyen bir bütçe olarak
yaptık. Burası da önemli çünkü bir yandan tabii ki ARGE projelerine 1,5 milyar
lira ödenek öngörmüşüz ama bunun ötesinde ARGE faaliyetleri için çok ciddi
vergi ve prim desteği sağlıyoruz. Bu prim ve vergi desteklerini yüzde 20
oranında artırıyoruz ve muhtemelen 840 milyon lira civarına kadar çıkacaktır.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; yerel yönetimler bizim için önemli. Yerel yönetimlere
daha fazla kaynak ayırıyoruz. 2012 yılı bütçesinde mahallî idare paylarını 27,6
milyar lira olarak öngördük. Bu, önceki yıla göre yüzde 16,5’luk bir artışı
ifade etmektedir. Ayrıca, KÖYDES, SUKAP, denkleştirme ödeneği ve benzeri diğer
destekleri hesaba kattığımızda 2012’de mahallî idarelere toplamda 31,5 milyar
liralık bir kaynak sağlamayı öngörüyoruz.
1999-2001
yıllarında afetler nedeniyle zarar gören belediyelere yardım ettik. Bu afetler
dolayısıyla altyapısı hasara uğrayan belediyelerin zamanında ödenmeyen
zararlarının karşılanabilmesi için -hatırlarsanız- burada bir kanuni düzenleme
yaptık ve 1999-2001’den kalan yani bu kapsamda 2011 yılı içerisinde 136,3
milyon liralık kaynağı belediyelere aktarılmak üzere İller Bankasına bu sene
aktardık.
Tabii
sadece geçmişin yaralarını sarmakla,
sorunlarını çözmekle kalmıyoruz aynı zamanda bugün yaşanan afetlere
hızlı bir şekilde müdahale ediyoruz. 2011 yılında başta Van ve Kütahya olmak
üzere ülkemizin değişik yörelerinde meydana gelen afetler nedeniyle ortaya
çıkan ihtiyaçlar için Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığına kendi bütçesine
ilave olarak 110 milyon lira aktardık, önümüzdeki dönemde aktarmaya devam
edeceğiz. Özellikle önümüzdeki aylarda bu ve benzeri afetler nedeniyle ortaya
çıkacak ihtiyaçları ivedi olarak karşılamaya hazırız. Bu konuda gereken desteği
vereceğiz.
2012
yılı bütçesi, aynı zamanda tarımsal destekleri artıran bir bütçedir. Çiftçimizi
alan ve ürün bazında desteklemeye devam ediyoruz. Bu kapsamda destekleri
2012'de 2011 başlangıç ödeneğine göre yüzde 19,7 oranında artırıyoruz.
Destekleme ödeneklerine kredi faiz desteği ve tarımsal ürünlerin alımına ilişkin
sübvansiyonlar gibi diğer destekleme ödeneklerini de dâhil ettiğimizde tarım
kesimine toplamda 11 milyar lira düzeyinde destek öngörüyoruz.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; sosyal harcamalar için de daha fazla kaynak ayırıp
dezavantajlı kesimleri desteklemeyi sürdürüyoruz. Bu kapsamda, Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Fonuna aktarılan kaynağı 2011 yılı başlangıç ödeneğine
göre yüzde 39 oranında artırarak yaklaşık 3 milyar liraya çıkartıyoruz.
Terörden
zarar gören vatandaşlarımızın zararlarını tazmin etmeye devam ederek sosyal
barışı ve devlete güveni pekiştiriyoruz.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sayın Bakan, on sekiz yıl geçti, ne zaman ödenecek?
MALİYE
BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) - Özürlü vatandaşlarımıza desteği artırıyoruz.
Özürlü eğitimi için ayrılan kaynağı yüzde 20,4 oranında artırarak 1,2 milyar
liraya yükseltiyoruz. 2012'de yaklaşık 240 bin özürlü vatandaşımızın eğitim
masraflarını karşılamayı öngörüyoruz.
Özürlü
evde bakımı için ayrılan kaynağı da yüzde 28,7 oranında artırarak 2,9 milyar
liraya yükseltiyoruz. 2012'de ortalama 385 bin kişinin evde bakım giderlerini
karşılamayı hedefliyoruz.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; kızlarımızın okumasını ve kadınların istihdamını teşvik
amacıyla 2012 bütçesinde daha fazla kaynak ayırdık. Yine benzer şekilde,
geçmişte olduğu gibi, kamu çalışanlarını enflasyona ezdirmiyoruz.
İktidara
geldiğimiz 2002 yılı sonundan bu yana memurlarımızı, işçilerimizi ve
emeklilerimizi enflasyona ezdirmedik, hep enflasyonun çok üzerinde ücret ve
maaş artışı yaptık.
2010
yılında aile yardımı ödeneği dâhil 1.300 lira olan en düşük memur maaşını, 2011
yılında yüzde 18,3 oranında artırarak 1.538 liraya yükselttik. Benzer şekilde
ortalama memur maaşını ise 1.577 liradan 1.799 liraya çıkartarak yüzde 14,1’lik
bir artış sağladık. 2011 Kasım ayı itibarıyla on iki aylık enflasyon oranı
yüzde 9,5’tur. 2011 yılı ikinci altı aylık dönemde enflasyon oranının yüzde 4’ü
aşması hâlinde -ki aştı- Kasım yani aşan kısım için 2012 yılı Ocak ayında
maaşlara tabii ki bir artış yapacağız. 2002 yıl sonundan 2011 Kasım ayına
kadarki dönemde enflasyonda yani TÜFE’deki kümülatif artış yüzde 126,9 olmuştur
yani iktidara geldiğimiz 2002 yıl sonundan bugüne kadar enflasyon yaklaşık
yüzde 127’ye artmış.
Şimdi
buna göre söz konusu dönemde aynı bazlı ne tür artışlar yapmışız onları
sizlerle paylaşmak istiyorum.
En
düşük memur maaşı 2002 yılında 392 lira
iken 2011 yılında 1.538 liraya çıkmış, artış yüzde 292,3.
Net
asgari ücret 2002 Aralık ayında 184 lira iken yine bu dönemde artış 257,6
olmuştur.
En
düşük SSK emekli aylığı 2002 Aralık ayında 257 lira iken 2011 Kasım ayında 814
liraya çıkmış, artış yüzde 216,5.
En
düşük BAĞ-KUR esnaf emekli aylığı 2002 Aralık ayında 149 lira iken 2011 Kasım
ayında 660 liraya çıkmış, artış oranı yüzde 344.
En
düşük BAĞ-KUR çiftçi emekli aylığı 2002 Aralık ayında 66 lira iken 2011 yılında
492 liraya çıkmış, artış yüzde 647.
En düşük memur emekli aylığı 2002 Aralık ayında
377 lira iken bu sene 976 liraya çıkmış, artış yüzde 159,3.
Altmış
beş yaş aylığı 2002 Aralık ayında 24 lira iken 2011 yılında 110 liraya çıkmış,
artış yüzde 347,8.
Muhtar
aylığı Aralık 2002 yılında 97 lira iken 2011 yılında 384 liraya çıkmış, artış
yüzde 294,6.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu maaş tutarları ve artış oranları, çalışan,
emekli ve dar gelirli vatandaşlarımızın mali durumlarının 2002'ye göre ciddi
bir şekilde iyileştiğini, gelirlerinde önemli oranda reel artışların olduğunu
açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Önceki
yıllarda olduğu gibi, 2012 yılında da kamu çalışanlarımızı ve emeklilerimizi
enflasyona ezdirmeyeceğiz.
2011
Kasım ayı itibarıyla en düşük devlet memuru maaşı ile 2002 Aralık ayına göre
daha fazla mal ve hizmet satın alınabilmektedir.
Şimdi
sizlere en düşük devlet memuru maaşı ile satın alınabilen bazı ürünlere ilişkin
mukayeseli bilgiler vermek istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, aşağıdaki tablo, geçen yıl Genel Kurulda yaptığım sunumdaki aynı
ürünleri içermektedir. Zaten kitapçıklarda da var ama sadece bir iki tanesinden
bahsetmek istiyorum.
En
çok tartışılan konulardan bir tanesi, örneğin et. 2002 Aralık ayında en düşük
memur maaşı ile 45 kilo dana eti alınabiliyordu, 2011 Kasım ayı itibarıyla 63
kilo alınabiliyor.
Yine
elektrik… Elektriğe zam yapıldı diye çok tartışıldı. Hatırlarsanız, 2002 Aralık
ayında en düşük devlet memuru maaşıyla 2.438 kilovat elektrik satın
alabiliyordunuz, şimdi 5.199 kilovat saat elektrik alabiliyorsunuz.
Doğal
gaz… Yine, doğal gaza zam yapıldı diye çok tartışıldı. 2002 yılının Aralık
ayında 1.047 metreküp doğal gaz alınabilirken bugün 1.874 metreküp doğal gaz
satın alınabiliyor.
Yine
mazot, en çok tartışılan konulardan bir tanesi. En düşük devlet memuru maaşıyla
2002 yılında 310 litre mazot alınabilirken bugün 401 litre alınabilmektedir.
Aynı rakamları zaten tabloya da koydum.
Net
asgari ücret açısından da karşılaştırdığınız zaman, bütün ürünlerde net asgari
ücretle daha fazla ünite ürün, yani birim ürün alınabileceğini gösteriyoruz.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; kamuda ücret dengesizliğine son verdik. Bilindiği gibi
bazı kamu idarelerindeki personele genel düzenlemeler dışında tazminat, ek
ödeme, ek tazminat, döner sermaye katkı payı, teşvik primi ve ikramiye gibi
değişik adlarda ve tutarlarda ilave ödemeler yapılmaktaydı. Bu nedenle,
Hükûmetimizin öncelikli hedefleri arasında yer alan “eşit işe eşit ücret”
politikasının gereği olarak 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yi çıkardık. Bu
Kararnameyle, aynı hizmet sınıfında, aynı veya benzer kadrolarda bulunan
personel arasındaki ek ödemelerden kaynaklanan ücret dengesizliğini ortadan
kaldırdık. Dün bazı basın yayın organlarında tabii ki bu konu biraz yanlış bir
şekilde aksettirildi.
Değerli
arkadaşlar, biz aynı unvan, aynı görevde olan bütün devlet memurlarını en üst
düzeye çıkardık. Yani hiçbir genel müdürün maaşını doğrudan doğruya artırma
gibi bir çabamız olmadı ama bütün genel müdürlere eşit davranalım dedik, genel
müdürlerin maaşını en üstte eşitledik. Aynı şekilde müsteşarları, aynı şekilde
mühendisleri, aynı şekilde teknik elemanları, aynı şekilde bütün memurları bu
şekilde… Dolayısıyla, bence bu çok önemli bir reformdur ve bütçede tabii ki
bunun kaynağı vardır. Gerçekten AK PARTİ hükûmetlerimiz döneminde
gerçekleştirdiğimiz önemli reformlardan bir tanesi bu eşit işe eşit ücret
reformudur.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; tabii ki 2012 yılı bütçesinde eğitime daha fazla kaynak
ayırdık. Beşerî sermayemizin kalitesini artırmak için 2012'de Millî Eğitim
Bakanlığı bütçe ödeneklerini yüzde 14,8 oranında artırarak 39,2 milyar liraya
çıkartıyoruz. Böylece Millî Eğitim Bakanlığı en büyük bütçeye sahip icracı
bakanlık olma özelliğini sürdürmektedir. AK PARTİ hükûmetleri döneminde,
2002'de 11,3 milyar lira olan toplam eğitim bütçesini ise yaklaşık 5 katına
çıkararak -bunun içinde üniversiteler de var- 56,3 milyar liraya yükseltiyoruz,
yani 2012 yılında 56, 3 milyar lirayı biz, eğitime harcayacağız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılında üniversite harçlarında hiçbir
artış yapmıyoruz. 2012’de öğrencilere sağlanan burs desteği ödeneklerini,
öğrenci artışlarını da dikkate alarak bir önceki yıla göre yüzde 20,9 oranında,
öğrenim ve harç kredisi desteği ödeneklerini de yüzde 17,3 oranında, ilköğretim
ve ortaöğretimde taşımalı eğitime yapılan desteği de yüzde 37,1 oranında
artırıyoruz. 2002'den bu yana yükseköğretim öğrencilerinin burs ve öğrenim
kredilerinde yapılan artış, düşük enflasyona rağmen yüzde 433 olmuştur.
İlköğretim
ve ortaöğretim öğrencilerine ücretsiz ders kitabı desteğine tabii ki devam
ediyoruz. Daha önce bahsettiğim FATİH Projesi’ni de hayata geçiriyoruz.
Yükseköğretime
de daha fazla kaynak ayırıyoruz. Bu bütçe ile yüz üç devlet üniversitesine
kaynak sağlıyoruz.
Üniversitelerimizin
fiziki kapasitesini, öğrenci sayısını esas alan objektif bir bütçeleme
yapıyoruz. Üniversitelerimizin toplam ödeneğini, 2012 yılında yüzde 15,6
oranında artırarak 12,7 milyar liraya çıkartıyoruz. Özellikle yeni kurulan
üniversitelerimizin ödeneklerini ise daha fazla artırarak kurumsal
altyapılarını, fiziki altyapılarını güçlendiriyoruz.
Bu
kapsamda, kırk bir yeni üniversitenin ödeneklerini 2012 yılında yüzde 27,3
oranında artırarak 2,1 milyar liraya çıkartıyoruz.
Başta
yeni kurulan üniversiteler olmak üzere, üniversitelerimizin öğretim elemanı
ihtiyacını hızlı bir şekilde karşılayabilmek için, 2012 yılında ilave 9 bin
adet akademik kadro atama izni veriyoruz. Küresel krize rağmen üniversitelerimize
2012 yılı dâhil, son dört yılda toplam 36 bin akademik personel atama izni
verilmiş olacaktır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sağlık hizmetlerini yaygınlaştırıyoruz,
kalitesini artırıyoruz. 2002'de iktidara geldiğimizde, yeşil kart ödemeleri
hariç, Sağlık Bakanlığının harcama tutarı sadece 2,4 milyar liraydı. İktidarda
olduğumuz dokuz sene içerisinde bu kaynağı, yani Sağlık Bakanlığına verdiğimiz
kaynağı 6 katına çıkararak 2012’de 13,8 milyar liraya yükseltiyoruz. 2002’de
9,9 milyar lira olan aile hekimliği hariç toplam sağlık harcamalarını 2012’de
yaklaşık 4,5 katına çıkararak 44,3 milyar liraya yükseltiyoruz, 2010 yılı
sonunda aile hekimliği uygulamasını tüm illeri kapsayacak şekilde genişlettik.
2012’de aile hekimliği ödeneklerini 3,5 milyar liraya yükseltiyoruz. 2010 yılı
sonunda başlatılan hava ambulansı uygulamasını da genişletiyoruz. Bugün
itibarıyla iki uçak ve on sekiz helikopterden oluşan hava ambulans filomuzu
önümüzdeki aylarda beş uçak ve yirmi helikoptere çıkartıyoruz. Son Van
depreminde gerçekten bunun faydasını gördük.
Daha
fazla detaya girmek istemiyorum. Yani sağlıkla ilgili aslında 2012’de
yapacağımız daha çok şey var. Zamanım biraz daralıyor. Daha doğrusu sizleri
daha çok tutmamak için.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Daralmıyor, geçti, yirmi dakika geçtiniz.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Yirmi dakika aştınız.
Biz
de isteriz Sayın Başkan.
MALİYE
BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – 2012 yılı bütçesinde sosyal güvenlik sistemini
destekliyoruz. Sosyal güvenlik sistemine yüzde 31 artışla 2012 yılında 69,1
milyar lira aktaracağız.
Türkiye'nin
dünya turizm pazarında en çok turist çeken ilk beş ülke arasında yer almasını
sağlamak için ülkemizin yurt dışında tanıtımına daha fazla kaynak ayıracağız.
Yeni temsilciliklerle dünyaya yayılıyoruz. Dış politikada genişleyen etki
alanımızın bir gereği olarak 2010 ve 2011 yılında Asya, Avrupa ve Afrika
kıtalarında yer alan on altı ülkeye yeni temsilcilikler açtık, ayrıca on yedi
farklı ülke ve şehirde ise en kısa süre içerisinde yeni temsilcilikler açılacaktır.
Bunların tabii ki kaynağını ayırdık.
Sinema
sektörünün gelişimi, ülkemizin film çekimi için bir cazibe merkezi hâline
gelmesi için yabancı veya yerli-yabancı ortak film yapımlarını destekliyoruz.
Vergi
denetimini güçlendiriyoruz. Denetimi tek bir çatı altında topladık.
2012
yılında tabii ki özelleştirme uygulamalarına devam ediyoruz. 2011 yılında
bütçede 9,5 milyar liralık özelleştirme hedeflemiştik. Ancak doğal gaz ve
elektrik dağıtım şirketlerinin ihalelerine katılan yatırımcı firmaların gerekli
finansmanı temin edememelerinden dolayı tahsilat öngörülenin çok altında
kalmıştır. Ancak hâlen onay aşamasında bekleyen ve özelleştirilmesi planlanan
kamu varlıklarından tabii ki 2012’de yüzde 10,5 milyar liralık özelleştirme
geliri öngörüyoruz.
Özetle,
2012 yılı bütçesi, istihdam ve büyümeyi destekleyen, tasarrufları artırmaya ve
cari açığı azaltmaya yardımcı olan, ekonomik ve sosyal kalkınmaya odaklanmış,
kamu finansman dengelerini iyileştiren ve ülkemizi daha ileriye taşıyacak
yatırımlara kaynak ayıran bir bütçedir.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; şimdi, sizlere 2012 yılı bütçe büyüklüklerini açıklamak
istiyorum: 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinde bütçe giderleri 350,9 milyar,
faiz hariç giderler 300,7 milyar, bütçe gelirleri 329,8 milyar, vergi gelirleri
277,7 milyar, bütçe açığı 21,1 milyar, faiz dışı fazla 29,1 milyar lira olarak
öngörülmüştür.
2012'de
bütçe giderlerinin 2011 yıl sonuna göre yüzde 12,1 oranında artması
öngörülürken bütçe gelirlerinin yüzde 13,4 artacağı tahmin edilmektedir. 2012'de,
2011 yıl sonu gerçekleşme tahminine göre vergi gelirlerinin yüzde 11,4
artacağını öngörüyoruz. 2012 yılı için nominal gayrisafi yurt içi hasıla artış
oranının yüzde 11,3 olacağı göz önüne alındığında, aldığımız tedbirleri de
dikkate alırsanız, vergi gelirlerindeki artış oranının gerçekçi olduğunu
göreceksiniz.
Ancak
şu hususu da ifade etmek istiyorum. Son bir iki aydır Avro Bölgesi’nde kriz
derinleşmiş, tabii ki global ekonomiye ilişkin aşağı doğru riskler
yükselmiştir. Bu nedenle 2012 yılı bütçesine temel oluşturan büyüme gibi bazı
makroekonomik tahminlerimize yönelik kaygılar da ifade edilmiştir. Ancak biz
Orta Vadeli Program’ı hazırlarken tabii ki temkinli davrandık. Buna rağmen eğer
büyüme yüzde 4 yerine yüzde 3 olarak gerçekleşirse hedeflediğimizden yaklaşık
2,5 milyar lira daha az gelir elde edeceğiz. Bu tutar, gayrisafi yurt içi
hasılanın binde 1,8'ine tekabül etmekte olup kolaylıkla telafi edilebilir.
Kaldı ki biz bütçeyi yaparken muhtemel 2B düzenlemesinden herhangi bir gelir de
öngörmedik.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; dediğim gibi biz bu bütçeyle mali disiplini
güçlendiriyoruz. 2012 yılı bütçesi mali disiplin anlayışı çerçevesinde
hazırlanmış, harcamalarımızı sağlam kaynaklara dayandırıyoruz, kaynakları
ülkemizin uzun dönem refahını artıracak alanlara yönlendiriyoruz.
Burada
sadece önemli iki noktayı daha ifade etmek istiyorum. Bu noktada hakikaten faiz
giderleriyle ilgili çarpıcı bir tabloyu sizlerle paylaşmak istiyorum. 2002
yılında faiz giderlerimizin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 14,8 gibi
sürdürülemez bir düzeye ulaşmıştı. Memnuniyetle ifade etmek isterim ki küresel
kriz yılı hariç, 2002'den bu yana bu oranı her sene aşağı çekmeyi başardık.
Geçen sene yüzde 4,4'e düşen faiz harcamalarının gayrisafi yurt içi hasıla
içerisindeki payını bu yıl sonu itibarıyla yüzde 3,3'e indiriyoruz ve
2012-2014, yani Program döneminde yüzde 3-3,5 düzeyinde tutmayı hedefliyoruz.
Bu
ne anlama geliyor? Bu yıl yüzde 3,3 olarak gerçekleşmesini beklediğimiz faiz
giderlerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı, 1987'den bu yana en düşük oranı
göstermektedir. Aynı şekilde, 2012'de yüzde 14,3 olarak öngördüğümüz faiz
giderlerinin bütçe içerisindeki payı, 1985'den bu yana en düşük düzeydedir.
2002
yılında 100 liralık vergi toplarken 86 lira faiz giderimiz vardı, yani 100
liralık verginin 86’sı faize gidiyordu. Oysa, bu yıl 100 liralık vergi
gelirinin sadece 17,1 lirası faize gidecek ve Program döneminde bunun 16,1’e
düşmesini de hedefliyoruz. Dolayısıyla, biz faiz bütçeleri değil, hizmet
bütçeleri hazırladık. O nedenledir ki -daha önce de ifade ettim- yatırımların
bütçe içerisindeki payı neredeyse 2 kata yakın artıyor. Personel giderlerinin
bütçe içerisindeki payı yüzde 18,4’ten yüzde 27’ye yükselmiş. Yine, sağlık ve
sosyal harcamaların bütçe içindeki payını 2’ye katlamış durumdayız çünkü, 2002
yılında bütçenin yüzde 43,2’sini oluşturan faiz harcamalarını 2012 yılında
yüzde 14,3’e kadar düşürüyoruz.
Tüm
bu rakamlar açık bir şekilde gösteriyor ki, AK PARTİ hükûmetleri vatandaştan
topladığı vergileri faize değil, vatandaşına hizmet için harcamıştır ve
harcamaya devam etmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; tabii ki, gelir politikalarıyla ilgili de çok
geniş bir sunum hazırlamıştım. Sadece şunu ifade etmek istiyorum: Bizim
dönemimizde biz aslında birçok vergiyi düşürdük. Kurumlar vergisini yüzde
33’ten yüzde 20’ye düşürdük, gelir vergisinin üst dilimini aslında fon dâhil
yüzde 49’un üzerinden yüzde 35’e kadar düşürdük, alt dilimini yüzde 22’den
yüzde 15’e kadar düşürdük. Birçok sektörde katma değeri düşürdük. Hatta
akaryakıt ürünlerinde dahi vergi yükü artmamıştır, azalmıştır. 2002 yılının
Aralık ayında arabanızla bir benzinliğe gitseydiniz, 100 liralık benzin
alsaydınız 70 lirası vergiye gidiyordu; bugün gitseniz 60 lirası vergiye gitmiş
olacak. Benzer şekilde, diğer vergilerde de ciddi bir şekilde bu dönemde tabii
ki indirim sağladık ama çok yaygın, aynı zamanda yanlış olan Türkiye’de vergi
yükünün çok yüksek olduğuna dair bir kanı vardır. Dağıttığım kitapçıkta aslında
bunu çok detaylı bir şekilde ifade ediyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılı bütçesi Orta Vadeli Program
hedeflerimizle uyumlu, şeffaf, samimi ve gerçekçidir. Bu bütçe, ülkemizi 2023
vizyonuna daha da yaklaştıran bir bütçedir.
Önümüzdeki
dönemde küresel gelişmeleri yakından izlemeye devam ederek, mali disiplinden ve
yapısal reformlardan taviz vermeden gerekli tüm tedbirleri almaya devam
edeceğiz.
Hükûmet
olarak hedefimiz, bilgi toplumuna dönüşmüş, Avrupa Birliği standartlarını
yakalamış ve dünyayla rekabet edebilen güçlü bir Türkiye'dir. Hazırladığımız
2012 yılı bütçesi bu hedeflere ulaşmamıza katkı sağlayacaktır.
Biz,
bu yola aziz milletimize hizmet etme sevdası ve devleti halkımızın hizmetkârı
yapma şiarıyla çıktık. Bunu, dokuz yıllık iktidarımız döneminde Başbakanımız
Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde başardık. İnanıyorum ki Türkiye,
sahip olduğu istikrar ve güvenle bütün hayallerini ve hedeflerini gerçeğe
dönüştürecektir. Milletimiz bu vizyona, güce, potansiyele ve dinamizme
sahiptir.
2012
yılı merkezî yönetim bütçesinin, ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını
diliyorum. Yapacağınız yoğun ve yorucu çalışmalar, katkı ve yapıcı
eleştirileriniz için Hükûmetim ve şahsım adına sizlere şimdiden teşekkür
ediyorum. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın
milletvekilleri, bütçe görüşmeleri 06/12/2011 tarihli 29’uncu Birleşimde alınan
karara uygun olarak bastırılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır.
Başlangıçta,
bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde siyasi parti grupları ve Hükûmet adına
yapılacak konuşmalarda süre -Hükûmetin sunuş konuşması hariç- birer saat, bu
süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir ve kişisel konuşmalar da
onar dakikadır. Ancak sayın genel başkanlara ve gruplara, tüm grupların
anlaşması üzerine, altışar dakika ek süre verilecektir.
Kişisel
konuşmalarda bütçenin tümü üzerinde şahsı adına iki milletvekiline söz
verilecektir.
Şimdi,
bütçenin tümü üzerinde grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin
adlarını sırasıyla okuyorum:
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, Genel Başkan ve İstanbul Milletvekili Sayın Kemal
Kılıçdaroğlu.
Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu adına, Hakkâri Milletvekili Sayın Adil Kurt ve
Şırnak Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Hasip Kaplan.
Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Kayseri Milletvekili ve Grup Başkan Vekili
Sayın Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Sayın Bülent Gedikli.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına, Genel Başkan ve Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet
Bahçeli.
Şahısları
adına; lehinde, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mahir Ünal; aleyhinde, Artvin
Milletvekili Sayın Uğur Bayraktutan.
Şimdi,
gruplar adına ilk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve İstanbul
Milletvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na aittir.
Buyurun
Sayın Kılıçdaroğlu. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, bütçeler, sadece bizim ülkemiz için değil, bütün ülkeler için,
demokrasisi gelişmiş olsun olmasın, önemli belgelerdir. Bütçeler üzerinde,
hükûmet, muhalefetin gözüyle eleştiriyi görür ve o çerçevede olayları irdeler,
eleştirilere yanıt verir, muhalefetin olayları nasıl gördüğünü, bizzat onları
dinleyerek gözden geçirir.
Kuşkusuz,
bu bütçede Sayın Başbakanımızın burada olmasını ve eleştirilerimizi dinlemesini
isterdik. Kendisinin rahatsızlığı nedeniyle kendisine Allah’tan şifalar
diliyorum. Umarım bir an önce sağlığına kavuşur, Parlamentodaki,
Başbakanlıktaki görevine devam eder. Kendisini telefonla aradım, şifa
dileklerimi, geçmiş olsun dileklerimi aktardım. Bu vesileyle bir kez daha
aktarmayı bir görev sayıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bütçelerin önemli olduğunu söyledik. Bütçelerin önemi, toplanan
vergilerin nerelere, nasıl harcandığının Parlamentonun iradesi olarak ortaya
çıkmış olmasından kaynaklanıyor. Eğer bu ülkede yaşayan her yurttaş doğduğu
andan itibaren vergi ödüyorsa, ödedikleri vergilerin nereye harcandığını
görmek, bilmek ve hesabını sormak durumundadır. Demokrasinin varlık nedeni,
özgürlüklerin varlık nedeni, ortaya çıkış nedeni, ödenen vergilerin
hesaplarının sorulmasından kaynaklanıyor.
Ve
bir başka önemli nokta, her ülkenin anayasasında, normal yasaların yapım
sürecinden ayrı olarak, bütçelerin yapımıyla ilgili olarak da özel hükümler
var. Bizde de özel hükümler var, özel düzenleme var, özel bir takvim var,
hükûmetin hangi tarihte Parlamentoya bütçeyi sevk edeceği yazılıdır, nasıl
görüşüleceği var ve dolayısıyla bütçe yasası önemli bir yasadır.
Önemli
kılan bir başka nokta daha var: Bütçenin hazırlanma prosedürüdür. Diğer
yasalardan farklı olarak, bütün bakanlıkları, bağımsız kuruluşları, kamunun bütün
kuruluşlarını bu sürece dâhil eder ve bütçe hazırlanırken, görüşülürken bütün
bu süreçler değerlendirilir.
Bu
dönem Parlamentoya gelen arkadaşlarımı bilmiyorum ama geçen dönem gelen
arkadaşlarıma bir şey söylemiştim. “5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu” dediğimiz bir kanun var, buna “mali anayasa” denir. Bu Yasa, geçen
yasama döneminde Parlamentoda âdeta oy birliğiyle çıktı çünkü ülkenin yeni bir
mali yapılanmaya ihtiyacı vardı ve bu Yasa’ya göre Orta Vadeli Program mayıs
sonunda açıklanmak zorundadır, Orta Vadeli Mali Plan da en geç 15 Haziranda
açıklanmak zorundadır ki bütçeler sağlıklı yapılabilsin.
Şimdi
bir hükûmet düşünün, bütçeye önem verdiğini söylüyor; güzel. Bütçeye önem
vermek ne demektir? Bu Parlamentonun çıkardığı yasalara uymak demektir. Eğer
bir hükûmet parlamentonun çıkardığı yasalara uymuyorsa, Allah aşkına
vatandaştan nasıl bekleyeceğiz yasalara uymasını? Örnek vereceğim size: Orta
Vadeli Program Yasa’nın öngördüğü süreden tam yüz otuz beş gün sonra, Orta
Vadeli Mali Plan tam yüz yirmi gün sonra, Bütçe Çağrısı ve Bütçe Hazırlama
Rehberi ile Yatırım Genelgesi ve eki, Yatırım Programı tam yüz beş gün sonra 13
Ekim 2011 tarihinde hepsi birleştirildi ve Resmî Gazete’de yayınlandı. Uzun
yıllar Maliye Bakanlığında çalışmış bir kişi olarak bütçelerin nasıl
hazırlandığını biliriz, gelen yazılar vardır, o yazılara göre hazırlıklar
yapılır. Düşünün, kendi çıkardığınız yasalara uymuyorsunuz, bir günde hepsini
yayınlıyorsunuz, ayın 13’ünde ve ayın 17’sinde de bütçe hazırmış gibi
Parlamentoya sevk ediyorsunuz. Kime, nasıl güveneceğiz ve bu bütçenin
samimiyetini nasıl göreceğiz? Eğer bir Hükûmet Orta Vadeli Mali Plan’ı,
programı zamanında yayınlamazsa biz bu bütçenin samimiyetinden nasıl emin
olacağız? O nedenle, Hükûmet, kendi çıkardığı yasalara uymama konusunda bir
rekor kırmıştır; ne kadar övünse yeridir. Ama bu, Türkiye’de hukuk tarihinin
bir ayıbı olarak bir köşeye yazılmak durumundadır.
Ekonomi
yönetiminde bir kaos var arkadaşlar ve çok başlılık var. Bakınız, ben size çok
başlılıktan örnek vereyim: Ekonomi Bakanlığı var, Kalkınma Bakanlığı var,
Hazineden sorumlu Başbakan Yardımcılığı var, Maliye Bakanlığı var; Bilim,
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı var, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı var.
Çok
başlılık sadece bunlarla sınırlı değil, söylemlere de yansıyor. Örnek vereceğim
size, ekonomik kriz konusunda örnek vereceğim: Sayın Başbakan, Türkiye
İhracatçılar Meclisinde bir konuşma yaptı ve orada krizle ilgili olarak da
“Geçin bunları, arkadaşlar geçin bunları. Türkiye şu anda sağlam zeminde
yürüyor, krizle mırizle bizim bir işimiz yok.” dedi. Başbakan, kendi görüşü,
söylüyor; 26 Haziran. Sonra AKP’nin Sayın Genel Başkan Yardımcısı televizyona
çıkıyor ve şu açıklamayı yapıyor: “Ekonomik kriz yolda, fazla para harcamayın.”
Kime inanacağız; Başbakana mı, Genel Başkan Yardımcısına mı? Sonra bir başka
Bakan çıkıyor, Sayın Çağlayan “Vatandaşa ‘harcamayın’ yönünde bir telkinimiz
yok.” diyor. Kime inanacağız? Birisi “Harcamayın” diyor, öbürü “‘Harcamayın’
deme yönünde bir telkinimiz yok.” diyor. Ve yine Sayın Başbakan Hükûmet
programını sunarken burada “Ekonomi soğutulmaya devam edecek.” diyordu, yani
önlem alıyoruz, ekonomiyi soğutmaya devam ediyoruz. Ee, demek ki “Krizle
mırizle ilişkimiz yok.” demek doğru bir söylem değil. Ve Sayın Babacan “İlgili
kurumlara üç ay önce talimat verdik, bütün kötü senaryolara hazır olmalarını
istedik.” diyor. Ve Sayın Başbakan “Dalgalı kur rejimi devam edecek” diyor.
Sayın Çağlayan “Cari açığın problem olmasının en önemli nedenlerinden birisi
Türk lirasının aşırı değerli olmasıdır” diyor, yani karşı çıkıyor. “Dalgalı kur
bizim programımızın önemli vazgeçilmez unsurlarından birisi” diyor birisi. Bir
başka bakan çıkıyor “Cari açığı sıkı para politikası uygulayarak çözeceğiz.” diyor.
Bir başka bakan çıkıyor “Cari açık Türkiye için bir tehlike oluşturmuyor.”
diyor. Bu çok başlılık sağlıklı kararların alınmasını engelliyor.
Değerli
arkadaşlarım, bütçeyi niye çıkarırız? Topladığımız vergilerle sağlıklı ve
düzgün bir ekonomi, üretimi sağlayan bir ekonomi, istihdamı geliştiren bir
ekonomi için bütçeyi çıkarırız. Bütçenin varlığı, mutlu bir toplum yaratmaktır,
kendi içinde barışık bir toplum yaratmaktır, herkesin kazandığı, toplumun
ürettiği, evine helal ekmek götürdüğü bir toplumu yaratmaktır.
İşsizlik
rekorundan söz edeceğim size, AKP’nin işsizlik rekoru. 1980’le 2002 arasında
işsizlik oranı yüzde 8,3; 2003-2011 arasında yüzde 11. Şimdi, bir başarı öyküsü
anlatılacaksa, o başarı öyküsünün arkasında işsiz sayısının azaltılması yatar. İşsizlik
azalacak ki, biz diyelim ki; evet, önemli bir başarı elde ettiler, işsizlik
azaldı mesele bitti. Dokuz yıl iktidar, dokuz yıldır kronik bir sürece dönmüş
işsizlik, bu çözülecek bir şey değil, böyle giderse tabii. Bu anlayışla
işsizlik çözülemez değerli arkadaşlarım.
Bakın
şimdi, Kalkınma Bakanlığının verilerine bakalım: Değerli arkadaşlarım, 8,3 az
önce söyledim, işsizlik oranı 8,3. Azalmıyor, 2,8 puan artıyor ve 11’e çıkıyor.
Değerli
arkadaşlarım, dünya sıralaması, ülkeler sıralamasına baktığınızda, işsizlikte
on dört basamak gerilemişiz. On dört ülke bizim önümüze geçmiş, biz daha da
geriye düşmüşüz ve işsizliğin getirdiği bir başka vahim tablo var: Kadın adım
adım çalışma yaşamının dışına itiliyor. Tarlada kocasıyla beraber çalışan bir
kadın, üretimin içinde olan bir kadın kente geldiği zaman çalışmak istiyor ama
iş alanı yok. Kadın adım adım çalışma alanının dışına çıkarılıyor.
2010
OECD verilerine bakıyoruz, 100 kadından 62’si çalışıyor, bizim ülkemizde 100
kadından ancak 30’u çalışabiliyor. 34 ülke içerisinde sondan 1’inciyiz. Kadının
çalışmadığı, üretmediği, üretim zincirinin içinde hakkı olan yeri almadığı bir
sistemde siz mutlu, barışık bir toplum yaratabilir misiniz? Kadının çalışmaya
hakkı yok mudur? Onun da çalışması gerekir.
Bu
nereye yansıyor değerli arkadaşlarım? AKP’nin bir başka rekoru daha var:
Toplumun moral değerlerini tahrip rekoru. Kadın cinayetlerinde olağanüstü artış
var. Bütün kadın milletvekili arkadaşlarımdan rica ediyorum, Adalet Bakanlığına
sorsunlar, son dokuz yılda kadın cinayetlerinde görülen rakam gerçekten de bu
toplum için ayıplı bir rakamdır. Kadına yönelik şiddet yüzde 1.400 arttı. Bu
nasıl bir bütçe, bu nasıl bir ekonomi politikası, bu nasıl bir sosyal
politikadır ki kadına yönelik şiddet yüzde 1.400 artıyor? Her şey para demek
değildir, her şeyi para gözlüğüyle görürseniz sorunu çözemezsiniz. İnsan
unsurunu ekonominin odağına almayan bir ekonomi başarılı bir ekonomi değildir.
Eğer bir toplumda kadına yönelik şiddet bu kadar artıyorsa bunun altındaki ekonomik,
sosyal, psikolojik göstergelere bakmak gerekiyor.
Değerli
arkadaşlarım, sorun sadece de bununla sınırlı olsa gene neyse, AKP’nin bir
başka rekoru daha var: Genç işsizlerde rekor. İnsanlar belli bir yaşa geldikten
sonra çalışmak isterler, anne ve babasının eline bakmak istemez, üniversite
bitirmiştir, çalışmak ister. Geldiğimiz nokta: Her 100 gençten 22’si işsiz.
Hani sizin ekonominiz çok başarılıydı hani Türkiye büyük patlamalar
gösteriyordu büyümede? Nasıl oluyor da her 100 gençten 22’si işsiz oluyor? Bu
bir rekor değerli arkadaşlarım.
Bakın
şimdi, bu Hükûmet 2011 yılında şöyle bir açıklama yaptı: “2011’de 1 milyon 331
bin kişiye iş alanı yarattık.” dedi. Güzel, bir yılda 1 milyon 311 bin kişiye
istihdam yarattık… Plan açıkladılar ya, oraya bakıyoruz, önümüzdeki üç yılda
yaratacakları istihdam 1 milyon 339 bin. Önümüzdeki yıldan itibaren ciddi bir
işsizlik tablosunu Hükûmet de kabul ediyor. Ve şunu söylüyor Hükûmet: “İşsizlik
benim derdim değil.” diyor, “Millet işsiz kalabilir.” diyor. İşsizlik konusunda
bu, Hükûmetin havlu atması demektir.
Sadece
bununla da kalsa gene iyi AKP’nin rekorları. Dış borç rekoruna gelelim.
Büyüyoruz büyüyoruz da nasıl büyüyoruz, o tabloyu bir görelim. Bütün cumhuriyet
tarihi boyunca aldığımız borç miktarı 129,6 milyar dolardır. Son sekiz buçukta
aldığımız borç 180 milyar dolar. Elin parasıyla büyüme, elin parasıyla
kalkınma. Üretmiyorsun, borç alarak büyüyorsun. Bir gün bunları ödeyeceksin,
sırası gelecek ödeyeceksin, senden isteyecekler. Yurt dışı borçlanma böyle.
Yurttaşa borçlanmaya gelelim, orada da bir başka rekoru var: 2002, her doğan
çocuk 1.963 lira borçla doğuyordu, 1.963 lira. 2011, her doğan çocuk 4.187
dolarla doğuyor. Buna siz “Bir başarı öyküsüdür.” diyebilir misiniz?
Şimdi,
Hükûmetin en büyük telaşı “Kriz geliyor, sıcak para ya kaçarsa!” Bütün ekonomi
politikasının odaklandığı nokta sıcak parayı yurt dışından gelip burada
tutmaktır çünkü hiçbir şey yok, doğru dürüst tasarruf da yok. Öyle “Yatırımlar
falan yapıyoruz…” Bunlar da gerçekçi değil. Rakamlara bakın, kamu yatırımlarına
bakın.
Değerli
arkadaşlarım, bu bir ekonomik model değildir, bu bir ekonomi yönetimi de
değildir; bu, egemen güçlerin “Borçlandırarak yönet.” anlayışının sonucudur.
MEHMET
DANİŞ (Çanakkale) – Kim o egemen güçler?
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Birileri borçlandırıyor, birileri her şeyi söylüyor ve
biz yapıyoruz.
O
egemen güçlere biraz sonra geleceğim değerli arkadaşım, göreceksin, sen de bana
hak vereceksin.
MEHMET
DANİŞ (Çanakkale) – Onların borçlarını da söyle. (CHP sıralarından “Dinle,
dinle!” sesleri, gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen… Lütfen…
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Ve yine bir başka rekor: Çiftçiye bakın; dünyanın en
pahalı mazotunu verirsin, dünyanın en pahalı gübresini verirsin. Mazot
teşvikiniz ne kadar biliyor musunuz? 550 milyon lira. Peki, çiftçiye
kullandırdığınız mazot karşılığında kaç lira vergi alıyorsunuz? 8 milyar lira.
8 milyar lira alıyorsunuz 550 milyonunu veriyorsunuz “Ben mazota teşvik
verdim.” diye.
Buğday
ithal eden bir ülke olduk arkadaşlar, pamuk ithal eden bir ülke olduk. Son AKP
iktidarı döneminde, son dokuz yılda tarım ürünlerine ödediğimiz para 100 milyar
dolar civarında. Siz hiç düşündünüz mü acaba, 100 milyar dolar biz kendi
çiftçimize destek verdik mi?
Şimdi
soruyorum Hükûmete, siz kimin Hükûmetisiniz, kimi teşvik ediyorsunuz? Bu ülkede
buğday ekilmez mi, bu ülkede pamuk ekilmez mi, bu ülkede yağlı tohum ekilmez
mi? (CHP sıralarından alkışlar) Bu ülkenin insanı mı yok, çiftçisi mi yok,
güneşi mi yok, suyu mu yok? Her şeyi var. O zaman ne eksiğimiz var? Niye bu
ülke buğday ithal eder, pamuk ithal eder? Gidin pamuk üreticisine sorun, keyfi
yerinde mi diye.
Değerli
arkadaşlarım, dünyanın tarım, hayvancılık merkezlerinden biri, ilk
merkezlerinden birisi Anadolu coğrafyasıdır. Bu coğrafyada, siz kalkıyorsunuz
yurt dışından ithal kurbanlık hayvan getiriyorsunuz. Hiç kendinize sordunuz mu,
acaba cumhuriyet tarihinde hangi Hükûmet bunu yaptı? Bu rekor da AKP Hükûmetine
aittir eğer buna “rekor” diyorsanız. Besicilerin yanına gidin, sorun bakalım.
Yazık, günah değil mi bu ülkenin insanına? Angusları, limuzinleri buraya
getireceksiniz, köylü orada perişan olacak, besici perişan olacak.
Değerli
arkadaşlarım, hiçbir cumhuriyet hükûmetine nasip olmayan bu rekor bu Hükûmete
nasip olmuştur. Deniyor ki: “Çok önemli başarılar elde ediyoruz, büyük
gelişmelerimiz var, şöyle büyüdük, şöyle yaptık, şunu yaptık, tabletler
dağıttık, vesaire, vesaire.”
Bir
ülkenin gelişmesinin, çağdaş uygarlığa ulaşmasının ölçütü vardır. Bu ölçüt bizim
bulduğumuz bir ölçüt de değildir; insanlığın, ortak değerlerin bir araya gelip
bulduğu bir ölçüttür. Birleşmiş Milletlerin İnsani Gelişme Endeksi vardır. Bu
Endekse bakıyoruz, 2000 yılında dünya sıralamasında Türkiye 80’inci sırada.
2010 yılında 80’inci sıradan 92’nci sıraya gerilemiş. Niye bunu görmüyoruz
arkadaşlar? Yazık, günah değil mi bu ülkeye? O kadar borçlandınız, dünyanın
malını sattınız, geldiğiniz insani gelişmişlikteki noktanız bu, 80’den 92’ye
gerilediniz.
Bu
rakamları biz bulsak, diyecektiniz ki: “Muhalefet buldu.” Birleşmiş Milletlerin
girersiniz İnternet sitesine, orada bütün rakamları, tümünü orada görürsünüz.
Yaşam kalitesi, yaşam süresi, eğitim, bütün bunların hepsi dikkate alınarak bu
ölçü bulunuyor.
Demek
ki bizim daha, çağdaş uygarlığı yakalamak için çok yol almamız gerekiyor. Siz
bakmayın, öyle, bazı valilerin “Ben artık ‘Muasır medeniyetler seviyesine
ulaşmayı hedefliyorum.’ lafını kullanmayacağım”a… Merak ediyorum, Sayın
İçişleri Bakanı ne yapacak acaba?
Değerli
arkadaşlarım, bir başka rekor daha: Cumhuriyet tarihinde hiçbir AKP Hükûmeti
dışında hiçbir Hükûmete nasip olmamıştır, dokuz yılda altı tane mali af. Niye
mali af çıkar? Vatandaş borcunu ödeyemiyor diye. Bir çıkarıyorsun gene
ödeyemiyor, iki çıkarıyorsun gene ödeyemiyor, üç çıkarıyorsun ödeyemiyor, 6 kez
çıkarıyorsun… Bütün AKP milletvekillerinden istirham ediyorum, yurt dışına
gittiklerinde sorsunlar: Hangi hükûmet kendi döneminde bu kadar mali af
çıkarmıştır? Bu kadar affın anlamı nedir biliyor musunuz? Ekonomi iyi
yönetilmiyor. Ekonomi iyi yönetilseydi herkes gider parasını öderdi. İyi
yönetilmeyen bir ekonomide bu kadar mali affın çıkması vatandaşla devlet
arasında güven bunalımını doğuruyor ve şu alışkanlık çıkıyor bir süre sonra:
“Niye ödeyeyim arkadaş? Niye faiz ödeyeyim, nasıl olsa af çıkacak.” Bu beklenti
artık toplumda oluşmaya başladı. Bu beklentiyi oluşturan da bu Hükûmettir ve bu
Hükûmet bu açıdan defolu bir hükûmettir.
Değerli
arkadaşlarım, bu Parlamentonun işlevi nedir? Adımız üstünde, yasama organı.
Yasa çıkaracağız. Oturuyoruz, ya milletvekilleri teklif ediyor ya Hükûmet
hazırlıyor tasarı olarak geliyor, komisyonlarda görüşülüyor. Parlamentoda
görüşülür, demokratik bir ortamda görüşülür. Lehte ve aleyhte insanlar
düşüncelerini açıklarlar. Komisyonlarda uzmanlar, sivil toplum örgütleri gelir
düşüncelerini açıklarlar ve ondan sonra yasa oylanır, Sayın Cumhurbaşkanına
sunulur, uygun görüldüğünde de imzalanır ve Resmî Gazete’de yayınlanır. Hiçbir
cumhuriyet hükûmeti, tek başına Parlamentoda çoğunluğu varken otuz beş kanun
hükmünde kararname çıkarmamıştır. Üstelik geçmiş Parlamentonun verdiği yetkiyi
bu Parlamento döneminde kullanmıştır. Ee, bu bir ayıp değil mi? Siz bir yasa
getirdiniz de ne oldu? Oturacağız konuşacağız, komisyonlarda konuşacağız.
Şimdi,
bakın, ne diyor Anayasa: “İvedi ve zorunlu hâllerde çıkarılır kanun hükmünde
kararname.” diyor. Allah aşkına, Türkiye’de hangi ivedi ve zorunlu durum var?
Yani Kalkınma Bakanlığını kurmak için çok ivedi ve zorunlu bir durum mu vardı?
İnsanlar mı ölüyordu? Felaket mi olmuştu? Deprem mi olmuştu bir yerde? Hiçbir
şey yok. Ama Hükûmet “Efendim, biz Parlamentoyu baypas edelim.” Buna itirazı
biz yaparız ama bizden fazla bu itirazı bu Parlamentonun her bir üyesinin
yapması lazım. (CHP sıralarından alkışlar)
Ve
buradan Sayın Meclis Başkanına bir çağrım var. Anayasa diyor ki: “Yetki
kanunları ve bunlara dayanan kanun hükmünde kararnameler, Türkiye Büyük Millet
Meclisi komisyonları ve Genel Kurulunda öncelikle ve ivedilikle görüşülür.”
Sayın Başkan, Parlamentoya saygınız varsa, Parlamentonun iradesine
güveniyorsanız, bu Parlamento yasa yapma konusunda bir iradeyi halkın oylarıyla
gösterip buraya gelmişse, o kanun hükmünde kararnameleri öncelik ve ivedilikle
bu Parlamentoya getirin ve Türkiye’yi bu ayıptan kurtarın. (CHP sıralarından
alkışlar) Yargıyı dizayn ediyorsunuz kanun hükmünde kararnamelerle, bakanlıklar
kuruyorsunuz, bakanlıklar kapatıyorsunuz. Böyle şey olur mu arkadaşlar?
Ve
siz bir ayıba daha imza atıyorsunuz. KİT’ler özelleştirildi, orada arpalıklar bitti,
şimdi bakanlıklarda arpalıklar oluşturuyorsunuz. Yan bakanlar kurdunuz oralara.
(CHP sıralarından alkışlar) Neymiş, eski milletvekili seçilememiş, şimdi
bakanın yardımcısı olacak. Para verecek başka bir yol mu bulamadınız
arkadaşlar? Orada müsteşar yok mu? Bakan yok mu? Ne iş yapacak bu, neye
müdahale edecek, görevi ne bunun? Bir masa, bir sandalye, bir sekreter, bir
araba ve dolgun aylık. Bu ayıp değil mi arkadaşlar ve bunu siz kanun hükmünde
kararnameyle yapıyorsunuz. Bu millette, bu memlekette çocuklar aç ölürken,
onların dertleriyle ilgilenilmezken, siz kalkıyorsunuz, yandaşlarınıza koltuk
ayarlamaya başlıyorsunuz kanun hükmünde kararnamelerle. (CHP sıralarından
alkışlar)
Ve
bir başka ayıp daha değerli arkadaşlarım. Her şey siyaset konusu olabilir ama
öyle konular vardır ki siyaset oraya girmez. Bunu sadece biz değil, bu evrensel
bir kuraldır, siyaset oraya burnunu sokmaz. Nedir? Bilim dünyasıdır, bilim
dünyasına siyaset girmez. Biz ne yaptık? TÜBA, Türkiye Bilimler Akademisine
kanun hükmünde kararname çıkardık, dedik ki oraya atamayı biz yapacağız. Bu
şuna benzer değerli arkadaşlarım: Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasındaki
çalgı çalanlardan üçünü ben atayacağım sen atama diyeceksiniz. “Ama onu
çalmıyor…” Önemli değil, “Siyaset kurumu olarak ben seni atadım oraya…” Ve
düşünün dünyadaki -altını çiziyorum- bütün saygın bilim kuruluşları bunu
protesto ettiler. Sayın Cumhurbaşkanı Londra seyahatinde bir bilim adamı çıktı
ve bu konuda Sayın Cumhurbaşkanına “Bu ayıbı mutlaka temizleyin.” dedi.
Niye
biz kendimizi bu duruma sokuyoruz? Bilim adamından ne istiyoruz? Onlar
kendileri seçsinler. Şimdi düşünün, bir uluslararası toplantı olacak, bilim
adamları orada. Herkesi bilim adamları seçmiş o kurula, bize soruyorlar, bizim
bilim adamına, “Sizi kim seçti?”, “Efendim, bizi benim hükûmetim seçti.” Ona
kimse bilim adamısın sen diyebilir mi? Biz bunu dahi yeteri kadar
dillendiremedik değerli arkadaşlar. Ayıptır, günahtır! Bilim insanlarıyla
oynamayalım. O insanların eli öpülür. O insanlar oturup düşünüyorlar, çaba harcıyorlar,
yeni buluşların altına imza atıyorlar, dergiler yayınlıyorlar. Ne işim var
benim orada? Siyaset kurumunun ne işi var orada? Bırak onlar yapsınlar
işlerini.
Ve
değerli arkadaşlarım, Van Erciş depreminde Hükûmet çuvallama rekoru kırdı, ilk
kez bir hükûmet bir depremde bu kadar çuvalladı, hiç tanık olmadığımız
kadarıyla. Size çok kısa örneklerini vereceğim.
Birinci
depremde 604 yurttaşımız, daha sonraki depremde yaklaşık 40 yurttaşımız
yaşamını yitirdi. Hepsine Allah’tan rahmet diliyoruz. Bakın, depremin olduğu
gün, gece bizim iki genel başkan yardımcımız oradaydı. Olaylara baktık. Hiç
olayları siyasallaştırmadık. Talepler geldi, talepleri… Daha sonra, ertesi gün
gittim, buraya geldiğimde de Hükûmet şunu yaptı, bunu yaptı da hiçbir zaman
demedik. Söylediğimiz şuydu: “Vatandaşın çadıra ihtiyacı var. Umarım, Hükûmet
bir an önce bu talepleri yerine getirir.” Ama bakın, 24 Ekim, bir bakan şunu
söylüyor: “Ulaşılmadık hiçbir yer kalmadı. 7 bin çadır kuruldu. Bugün
itibarıyla hiç eksik kalmamıştır.” Sayın Beşir Atalay, Sayın Hüseyin Çelik.
Soruyorlar “Dışarıdan yardım geliyor, yardımları alalım bari.” “Dışarıdan gelen
yardımlar kabul edilmedi mi?” diye soruyor. “Hayır, biz kabul etmedik zira biz,
kendi imkânlarımızla bu felaketin üstesinden gelebiliriz. Allah’ın izniyle öyle
bir şeye ihtiyaç duymayacağız.”
Sayın
Başbakan, 26 Ekim, bölgeye gitti. “İlk yirmi dört saatte birtakım eksiklikler
oldu.” diyor. Kim doğruyu söylüyor? Sayın Atalay mı, Sayın Başbakan mı? Ve
Sayın Bakan, Maliye Bakanımız da baltayı taşa vurdu, “Efendim, ne demek deprem
vergileri? Biz onları aldık, yol yaptık, köprü yaptık.” Millet o vergileri size
deprem yaralarını sarın diye verdi. Yol yapın diye özel vergi mi çıkardınız? Ve
bunu söyleyen bir Sayın Bakan, kusura bakmasın ama verginin ve bütçenin,
bütçedeki birlik prensibinin ne olduğunu bilmeyen bir bakandır. (CHP
sıralarından alkışlar) Bunu da çok samimi söylüyorum. Açsın, bütün
üniversitelerde okutulan bütçe kitaplarına baksın, benim bu söylediğime hak
verecektir. Maliye kitabı, bütçe kitabını okuyan her yurttaş bunu böyle bilir.
Ve
yine Sayın Beşir Atalay söylüyor, insanlar enkaz altında ölüyorlar, yardım
gelmiş, onları kurtaracağız, “Tabii öncelikle kendi potansiyelimizi görmek
amacıyla kurtarma ve yardım ekipleri bekletildi.” diyor. Allah aşkına böyle bir
şey olabilir mi? İnsan enkaz altında, orada ölüyor, gelmişler kaldırmaya,
“Hayır efendim, önce biz bir kendi potansiyelimizi görelim; bakalım biz
kurtaracak mıyız, kurtarmayacak mıyız, sonra bir bakarız.” Siz ne dersiniz buna
arkadaşlar? İnsan hayatı bu kadar ucuz mu? Bunu söyleyen kişinin yüreğinde
insan sevgisi var mı? Böyle bir şey olabilir mi?
Ve
yine bakın değerli arkadaşlar, Sayın Bakan, bir başka Bakan Van’a gidiyor,
basın toplantısı yapıyor: “Büyük depremlerden sonra deprem olmaz, herkes evine
gidebilir.” diyor. Arkasından deprem oluyor, 40 yurttaşımız hayatını
kaybediyor. Bir başka Bakan gidiyor; o insanlar perişan vaziyette, sular soğuk,
perişan vaziyette: “Oo, ne kadar güzel çadırlar, sarayda yaşıyorsunuz. Ya, biz
de acaba buraya bir çadır mı kursak?” Bu anlayış ne anlayışıdır arkadaşlar?
Ben
size Japonya’dan bir örnek vermek isterim. Japonya’da deprem oluyor, depremden
sonra bir bakan, yaptığı açıklamayla depremzedeleri kızdırdığı için görevinden
istifa ediyor. Bizde görevinden istifa eden var mı bu laflardan sonra? Hayır,
hepsi koltuğunda daha fazla çivilenmiş vaziyette, asla gitmezler. Asla
gitmezler. Böyle bir anlayış olabilir mi?
Ve
değerli arkadaşlarım, önlem alıyoruz, kumdan kaleler, binalar, vesaire, şunlar
bunlar… “Kim bilir kim izin verdi.” diyor Sayın Başbakan. Allah aşkına, kimin
izin verdiğini, ruhsatı verdiğini Sayın Başbakan bilmez mi? İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanlığı yaptı. Bu inşaat ruhsatlarını herhâlde Tabip Odası
vermiyordur, Uganda’daki belediye vermiyordur herhâlde, Londra Belediyesi
vermiyordur. (CHP sıralarından alkışlar) Veren belediye başkanı nerede, sorsana
bir kendine. Ve yine sormak lazım, o yargıya sormak lazım: On dört tane kuruluş
şikâyet ediyorlar dönemin Erciş Belediye Başkanını savcılığa. Ne oldu?
Depremden önce üstelik. Üç katlı yere yedi katlı izin veriyorsun. Değerli
arkadaşlarım, söylenecek çok söz var ama süremizin yetersizliği nedeniyle burada
izin verirseniz kesmek isterim.
Eğitim
kalitesi… Nasıl ölçülür eğitim kalitesi? Bizim kuşağımız “kerrat cetveli”
derdi, şimdi “çarpım tablosu” diyorlar, herhâlde çarpım tablosunu çok iyi bilen
birisi “çok iyi eğitilmiş” anlamına gelmiyor. Bunun da evrensel anlamda
ölçüleri var. “PISA” denen, OECD’nin yaptığı, her beş yılda bir yaptığı
rakamlar var. Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı yapıyor bunu. Türkiye
OECD üyesi ülkeleri arasında sondan 3’üncü. Hiç değişmiyor, ya sondan 2’nci ya
sonuncu ya sondan 3’üncü. Hangi kaliteden söz ediyoruz biz? Matematik
kalitesinden mi söz ediyoruz? Fen bilimleri kalitesinden mi söz ediyoruz? Yoksa
ezbercilik kalitesinden mi söz ediyoruz? Yoksa test çözen bir kuşak
yetiştirdiğimiz için bundan ayrı bir gurur mu duyuyoruz?
Ve
bu Hükûmetin rekorlarından birisi de cari açık, arkadaşlar. 1950 ile 2002
arasında cari açığın gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 1’dir. 2003-2011
arasında gayrisafi millî hasılanın cari açığa oranı yüzde 5,2. Dikkat ediniz,
yüzde 5,2, AKP’nin dokuz yıllık dönemdeki ortalama büyüme hızıdır. Cari açık
veriyorsunuz, büyüyorsunuz; cari açık daralıyor, küçülüyorsunuz. Kendi
kaynağınızla değil, kendi sermayenizle değil, kendi emeğinizle değil, kendi
fabrikalarınızla değil, başkalarının kaynaklarıyla ya büyüyorsunuz ya
küçülüyorsunuz. Bu rakam bunu gösteriyor. Şimdi sormak gerekiyor: Cari açıkla
büyüyorsunuz. Peki, siz dünya kadar özelleştirme yaptınız -30 milyar dolar-
nereye gitti bu paralar? Ciğer buysa kedi nerede? E, kedi buysa ciğer nerede?
Herhâlde bunu soracağız. (CHP sıralarından alkışlar) Ve cari açık açısından
uluslararası rakamlara bakıyoruz, istatistiklere bakıyoruz, Türkiye 54 basamak
daha pozisyon kaybetmiş, 54 basamak. Bu ayıp da bize yeter; bunun da sorumlusu
şu arkamda oturan Hükûmet. (CHP sıralarından alkışlar)
Bir
başka şey daha söyleyeyim size. AKP’nin bir rekoru daha var, Hükûmeti
kastediyorum, öngörüsüzlük rekoru. Diyeceksiniz ki: “Öngörüsüzlük nedir?”
Hükûmet çıkar, zaman zaman açıklamalar yapar, “Efendim, biz vizyon sahibiyiz,
şunu yapıyoruz, bunu yapıyoruz, 2023’te şunu yapacağız.” der. Ne kadar güzel.
Ben öyle 2023’e değil, 2011’e bakacağım: Program yaptılar, programda öngörülen
cari açık 42,2 milyar dolar. Gerçekleşene bakıyoruz, bir yıl sonra, daha bir
yıl bile dolmadı, 78 milyar dolar. Neredeyse 2 katı. Yüzde 1 değil, 2 değil, 10
değil, 50 değil, yüzde 100 değil, yüzde 200 fark. Bu mu sizin öngörünüz? Bu mu
Hükûmet?
Haydi
bunda diyelim ki bir yanlışlık olmuştur, daktilo hatasına bağlayalım onu,
enflasyona geliyorum, öngörülen enflasyon yüzde 5,3. Orta Vadeli Plan’da -13
Ekimde Resmî Gazetede yayımlandı- “5,3 olmaz ama bu 7,8 olur.” dediler, böyle
açıklandı. On üç gün geçti aradan, ayın 26’sında bir açıklama daha yaptılar
“8,3 olacak.” Gerçekleşen ne? 9,4. Bu hükûmete mi güveneceksiniz değerli
milletvekilleri, öngörüsüz bu Hükûmete mi güveneceksiniz? Hedefleri tutmayan,
hedeflerinin arkasında durmayan bu Hükûmete mi güvenilecek? Bu Hükûmetin
yaptığı bütçeye mi güvenilecek? Bu rakamlar yanlışsa desinler “yanlıştır.” Biz
de diyelim ki: “Yahu özür dileriz, başka bir yerden baktık.” Devletin resmî
rakamları.
Bir
başka rekor daha: Bir ülkeye enerji açısından bu kadar yüksek oranda bağlanan
bir ülke hâline getirdiler Türkiye’yi. Rusya’ya enerji açısından olağanüstü bir
bağlılığımız var. En son biliyorsunuz nükleer santral anlaşması da yaptılar.
Yarın Rusya’yla aramız bozulursa ne olacak bu ülkenin hâli? Hangi ülke -bana
bir örnek göstersinler, gelişmiş, gelişmemiş- enerji açısından bir ülkeye bu
kadar yüksek oranda bağımlı hâle gelir? İnsanda bir yurt sevgisi olur, bir
gelecek kaygısı olur, ya bu ülke yarın, olur da bir başka ülkeyle çatışır,
başka bir şey olur, ben nasıl olur da enerji kaynaklarımı tamamen getirir bu
ülkeye bağımlı hâle getiririm?
Değerli
arkadaşlarım, 20’nci rekorundan da söz edeyim bu Hükûmetin; dış politikada
bilgisizlik. Diyeceksiniz ki: “Ya nasıl olur da bilgisiz?” Sayın Dışişleri
Bakanı, eğitim görmüş, kitaplar yazmış, doktora tezleri olan birisi, olabilir
ama kusura bakmayın benim elimdeki veriler tam bunun aksini söylüyor.
Geçen
yılın bütçe görüşmeleri. Sayın Hüseyin Pazarcı Sayın Bakana soruyor, diyor ki:
“Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi münhasır ekonomik bölge ilan etti.
Mısır var, Lübnan var. Ne diyorsunuz Sayın Bakan? Önlem almak lazım. Eğer önlem
almazsanız ileride Türkiye için bu ciddi risk oluşturur.” Sayın Bakanın
yanıtını Meclis tutanaklarından aynen okuyorum: “Şimdi Sayın Pazarcı zikretti,
münhasır ekonomik bölge. Bunu yakından takip ediyoruz. Şu ana kadar Doğu
Akdeniz’de -sizdeki bilgi yanlış- münhasır ekonomik bölge ilan edilmiş hiçbir
devlet yok. Bir tek Libya ilan etti, o da şu şekilde: ‘Münhasır ekonomik bölge
ilan edeceğim, bunu taraflarla müzakere edeceğim.’ Bunun üzerine şimdi de
Libya’yla müzakere etmek için müracaatta bulunuyoruz ve Mısır da yaptı ama
Sayın Abdullah Gül devreye girdi.” açıklaması var.
Şimdi,
değerli arkadaşlarım, Birleşmiş Milletlerin resmî sitesine girdiğinizde şu
tabloyu görürsünüz: 17 Şubat 2003; Mısır’la münhasır ekonomik bölge anlaşması
yapıldı. Dışişleri Bakanının haberi yok, Dışişleri Bakanlığının da haberi yok,
olsa bilgi verirler, belki de bilgi vermediler. 17 Ocak 2007; Lübnan’la
münhasır ekonomik bölge anlaşması yapıldı. 26 Ocak 2007; 13 bölge münhasır
ekonomik bölge belirlendi, 11’i için uluslararası ihaleye çıkıldı. 17 Aralık
2010; İsrail’le münhasır ekonomik bölge sözleşmesi yapıldı.
Sayın
Hüseyin Pazarcı Bakanın bu cevabından tatmin olmuyor ve bir soru önergesi
veriyor, 21/12/2010, diyor ki: “Sayın Bakan, ben size şunu sordum, siz de bana
şu yanıtı verdiniz ama Birleşmiş Milletler sizin söylediğinizi söylemiyor.
Acaba, Birleşmiş Milletler mi yanlış bilgi veriyor, yoksa siz mi bize yanlış
bilgi verdiniz?” 2010… 2011’i bitiriyoruz, tık yok Dışişleri Bakanlığından,
cevap yok.
Şimdi,
ben, değerli milletvekilleri, size soruyorum: Bir milletvekilinin bir soru
önergesine normalde on beş gün içinde yanıt verilmesi lazım. Yanıt vermemek ne
demektir? Hata yaptım, kabul ediyorum demektir ve siz ne yaptınız? Güney Kıbrıs
Rum kesimi Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge ilan etti, sözleşmeyi yaptı,
imzaları attı, platformu da getirdi, arıyor, petrol ve doğal gaz arıyor. Biz ne
yaptık? Biz bağırdık, çağırdık “Yapamazsınız, edemezsiniz.” dedik. Güney Kıbrıs
Rum yönetiminden bir yetkilinin açıklaması şöyle: “Siz onlara bakmayın. Onlar
konuşurlar, bağırır çağırırlar, hiçbir şey yapmazlar, biz yolumuza devam
edelim.” Aynen öyle oldu. Bağırdılar, çağırdılar, yerlerine oturdular, onlar da
şimdi orada, Doğu Akdeniz’de doğal gaz ve petrol arıyorlar. Şimdi, bu egemen
güçler kim diye ben sorduğumda arkadaşım söyledi. Kim bunlar?
Suriye’yi
biliyoruz. Hükûmet gitti, Suriye’yle bir stratejik anlaşma yaptı, ekinde 50
tane de sözleşme var Suriye’yle. Efendim, vizeler kaldırıldı, ortak bakanlar
kurulu, ortak yatırımlar, banka şubeleri, teknik yardımlar, donanımlar, her şey
var, sanki iki ülke tek ülkeymiş gibi! Sayın Başbakan gitti, Şam sokaklarında
Türk bayraklarıyla karşılandı, alkışlar alındı, gazeteler yayınlar yaptılar,
vizeler kalktı, Gaziantep’teki oteller tamamen dolu, bütün Ege, güney son derece
hayatından mutlu esnaf fakat bir sabah kalktık, tam tersi oldu. Ne oldu?
Suriye’yi düşman ilan ettik. Ne diye ilan ettik: “Efendim, bıçak kemiğe
dayandı.” Ben merak ettim, bir Başbakan “Bıçak kemiğe dayandı.” diyorsa arkası
artık savaştır bunun. “Var mı böyle bir şey?” diye sorduk, soruşturduk, yok
efendim, öyle bir şey yok. Şimdi, ben merak ediyorum, hangi güçlerin isteği
üzerine biz bir başka ülkeyi düşman ilan ettik? (CHP sıralarından alkışlar)
Hangi güçlerin isteği üzerine biz kendi topraklarımızda başka bir ülkeye
saldırsın diye silahlı kuvvetler yetiştiriyoruz? Bunu da ben söylemiyorum,
gidin, bakın, Batılı bütün gazeteler yazıyor. Nasıl oluyor arkadaşlar bu? Bizim
en uzun sınır komşumuz Suriye, yarın bunların tamamı gidecek, biz onlarla yan yana
olacağız, niye düşman ilan ediyoruz? Demokrasi istiyor muyuz? Elbette
istiyoruz, özgürlük de isteriz, daha çağdaş bir devlet isteriz, çok partili
rejim isteriz. Elbette ki bu konuda Hükûmet ne yaparsa sonuna kadar desteğimiz
var ama savaşa yok, kusura bakmasın kimse. (CHP sıralarından alkışlar) Savaş
olur mu arkadaşlar, hangi gerekçeyle savaşacağız, hangi akılla, mantıkla
savaşacağız? Birileri sırtımızı sıvazladı diye koşa koşa onu mu yapacağız?
Egemen güçler…
Allah
aşkına söyler misiniz, Libya’ya ilk saldırılar olduğunda Sayın Başbakan ne
demişti? “NATO’nun Libya’da ne işi var?” demişti, biz de demiştik ki: “Doğru,
ne işi var?” Aynı Başbakan, tam tersi…
Değerli
arkadaşlarım, Libya’nın bizim tarihimizde önemli bir yeri vardır, ahde vefa
denen bir kural vardır. Kıbrıs çıkarmasında uçak benzinimizi, uçakların
tekerleklerini, silahları her türlü desteği, kapılarını bize sonuna kadar açan
bir ülkeydi. Kaddafi, kendi ülkesinde çadırda yaşayan bütün o insanların
hepsini ev bark sahibi yaptı. “Baskıcıdır.” evet, “Düzelmesi lazım.” evet,
hiçbir derdimiz yok o konuda, “Özgürlükler gelsin.” evet ama değerli
arkadaşlarım, elinizi vicdanınıza koyun ve şu sorunun yanıtını bana verin: Bir
lideri beğenmezsiniz, o liderin linç edilmesine kim alkış tutabilir? Hangi
demokrasi, hangi ahlak, hangi Müslümanlık buna “Evet.” diyebilir? Bana çıkıp
birisi söylesin. (CHP sıralarından alkışlar)
Ben
bunu bu Parlamentoda söylemedim, ben bunu Brüksel’de de söyledim, onların
yüzüne karşı söyledim. Siz “Demokrasi, özgürlük.” diyorsunuz, sizin demokrasi
anlayışınızda, özgürlük anlayışınızda, bir liderin linç edilmesi var mıdır?
Beğenmeyebilirsiniz, yargının önüne çıkarırsınız. “Doğu Akdeniz’e gitmeyeceğiz,
savaş gemileri gitmeyecek.” E gittiler, ne oldu? Libya’yı altın tabak içinde
Fransa’ya sundunuz, altın tabak içinde Fransa’ya sundunuz. (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, Gazze ablukası, 9 yurttaşımız öldürüldü. Ne oldu? Sayın Başbakan
çıktı “Gazze’ye bundan sonra gidecek yardım gemilerine Türk donanması eşlik
edecektir.” dedi. Ben de şunu söyledim: “Eğer Türk donanması Gazze’ye kadar
eşlik edecekse Başbakanın alnından öpeceğim.” dedim, kutlamak istedim. Böyle
kararlı duruyorsan helal olsun. Ne oldu?
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Başbakan ne dedi?
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Ne oldu? Sayın Başbakan, kendisine yakışanı söyledi,
benim dudaklarım kirliymiş, onun alnı temizmiş. Bu laf mı arkadaşlar?
MUHYETTİN
AKSAK (Erzurum) – Seninki laf mı?
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Şimdi bakın, benimki şöyle laf Değerli Milletvekili…
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen…
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Bir söz verirsiniz, adam gibi adamsanız, verdiğiniz
sözün arkasında durursunuz. (CHP sıralarından alkışlar)
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Başbakan, adam gibi adam.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Gazze’ye gidecek mi yardım gemisi, Türk donanması
eşlik edecek. Ben söylemedim bunu, bunu ben söylemedim, bu ülkenin Başbakanı
söylüyor bunu.
OSMAN
ÇAKIR (Düzce) – Vatandaş söylüyor ne olduğunu.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Sonra geliyoruz bir başka konuya. Birleşmiş Milletlere
gittik, ne oldu rapor? Çıkan raporda diyor ki “Gazze ablukası meşrudur.” Türk
dışişleri politikasının hezimetlerinden birisidir. Gazze ablukasını
meşrulaştırdınız. İsrail’e altın tabak içinde Gazze’yi sundunuz. Böyle bir şey
olabilir mi! (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, “Nedir bu?” diyordunuz, söyleyeyim: Sayın Başbakan gitti
Amerika’ya. Gazetelerde 1’inci sayfalar, 3’üncü sayfalar, 5’inci sayfalar
baştan sona Obama’yla Sayın Erdoğan’ın kucaklaşmasını veriyor. Kucaklaştılar, o
onun sırtını sıvazlıyor vesaire böyle, ne kadar güzel.
Bir
ülkenin lideri bir başka ülkenin liderinin sırtını niye sıvazlar? “Gazze’ye
gemi göndermeyeceksin.” dedi, “Olur.” dedi. İki: “Suriye’ye dişini
göstereceksin. Aslansın, kaplansın.” dedi, “Olur.” dedi. Üç: “Güney Kıbrıs Rum
Kesimi Doğu Akdeniz’de petrol arıyor, arayan da benim şirketim. Oraya müdahale
etmeyeceksin.” dedi, “Olur.” dedi. “Malatya’ya Kürecik’e radar sistemini
kuracağım.” dedi, “Olur.” dedi. “E, ben kucaklamayım da kim kucaklasın!” dedi
Obama. (CHP sıralarından alkışlar) Her şeyi aldı. Bana söyler misiniz, neye
itiraz etti? Her şeyi aldı.
HÜSEYİN
FİLİZ (Çankırı) – Yanında mıydın?
ÜNAL
KACIR (İstanbul) – Öyle olduğuna dair belge var mı Başkan?
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Ya dünyayı takip etmiyorsunuz, bilmiyorsunuz…
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen…
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Arzu ettiğiniz her türlü belgeyi veririz Değerli
Milletvekilim, yeter ki onları değerlendirin.
Dış
politikada Türkiye Cumhuriyeti’nin temel tezleri şu AKP’yle beraber yani bu
Hükûmetle beraber: Türkiye Cumhuriyeti yanlıştır, dış politikası yanlıştır.
Bütün önceliklerinde ve hassasiyetlerinde Türkiye'nin tezleri yanlıştır. Dış
dünyayla yaşanan problemler Türkiye'nin bu tezlerinden kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla, sorun çıkaran ülke Türkiye’dir. Eğer sorun çıkarmazsak zaten
ortada sıfır sorun oluruz.
“Sıfır
sorun” diyorlardı değil mi? Suriye’yle mi? İran’la mı? Ermenistan’la mı?
Azerbaycan’la mı?
ALİ
ŞAHİN (Gaziantep) – Halklarıyla.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Kimlerle bizim sıfır sorunumuz var?
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Amerika’yla!
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Yok, değil mi arkadaşlar?
Dış
politika kendi içinde tutarlılık ister. Dış politikada ülkelerin çıkarları
vardır. Dış politika ülkelerin çıkarları üzerine mücadele edilir, kurgulanır ve
çıkarların denk olmasına özen gösterilir. Dış politika budur. Her dediğine
“Evet.”, sırtını sıvazlıyorlar. Olmaz, yanlıştır bunlar. Dolayısıyla “NATO’nun
Libya’da ne işi var?” deyip ertesi gün NATO’ya gidecek…
Buraya
geldiler biliyorsunuz “Doğu Akdeniz’e Türk donanması açılsın.” diye, biz de
izin verdik. Niye verdik? Çünkü Türkiye NATO’da oy birliğiyle karar alındığını
biliyor, belki orada etkin olur, elini güçlendirelim diye. Gitti bizim Hükûmet,
orada teslim oldu, geldi.
Değerli
arkadaşlarım, “Arap baharı” dedik. Arap baharı o ülkelere demokrasi mi getirdi?
KADİR
GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Asker getirdi, asker.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Uluslararası bir toplantıda Arap baharını başlatan
öğrencilerden birisi gelmişti, “Biz genç bir yönetim istiyorduk, özgürlük
istiyorduk, demokrasi istiyorduk ama beklentilerimizin hiçbirisi olmadı…” O
baharın arkasında enerji kaynaklarının paylaşımı vardır ve biz arkadan nal
toplayan bir ülke konumuna geldik.
Değerli
arkadaşlarım, bütçeler güzel olabilir, herkesin karnı da doyabilir ama
insanlığın tarihinde temel bir nokta vardır: Özgürlükler ve adalet. Adaletin ve
özgürlüğün olmadığı yerde paranızın olmasının hiçbir önemi yoktur; adaletin ve
özgürlüğün olmadığı bir yerde toplumda barışı sağlayamazsınız, huzuru
sağlayamazsınız.
Ben
şu sorunun yanıtını merak ediyorum ve bütün milletvekili arkadaşlarıma
soruyorum: Dünyanın hangi ülkesinde iktidar eleştirildi diye bir milletvekili
hakkında fezleke düzenlenir? Bunu, geçen gün “Kılıçdaroğlu bizden özür
dilesin.” diyen yargıçlara da söylüyorum. Bana dünyada bir örnek göstersinler,
şu ülkede iktidarı eleştirdi diye milletvekili hakkında fezleke düzenlendi.
(CHP sıralarından alkışlar)
Yine
bana bir örnek göstersinler, dünyanın hangi ülkesinde 2 üniversite öğrencisi
çıkıp “Parasız eğitim istiyorum.” diyor, on dokuz ay tutuklu kalıyor, on dokuz
ay, yargı önüne bile çıkarılmıyorlar. Bana demokrasiden bir tane örnek
göstersinler. Ancak totaliter rejimlerde olur bu.
Yine
onlar bana bir örnek göstersinler, bana dünyada saygın bir ülke göstersinler,
basılmamış kitap hakkında toplama ve imha kararı veren bir yargı göstersinler
bana. (CHP sıralarından alkışlar) Çağ dışı bir yargıdır, çağ dışı bir
anlayıştır. Kitap yasaklanır mı ya? Bu ülkede kitaplar yasaklandı da ne oldu?
Yıllar yılı yasaklandı da ne oldu? Bunları bitirmemiz lazım, bunlara son
vermemiz lazım, kitaptan korkmamamız lazım. “Geçmişte şu oldu, efendim siz de
yasakladınız.” O da, hepsi yanlış, hepsi yanlış. (CHP sıralarından alkışlar)
Doğruları artık görmemiz lazım.
Bakın,
düşünün, kişi geliyor diyor ki mahkemeye: “Efendim beni aramışsınız, yurt
dışında görevdeydim, aramışsınız geldim.” Kaçacak diye tutukluyorlar. Yahu,
kaçsa zaten yurt dışından gelmez. Bana o yargıçlar söylesinler: Dünyanın hangi
ülkesinde, hangi demokrasisinde aranan bir insan hâkime gelecek, “Kaçacaksın.”
diye tutuklayacak. Böyle bir anlayış olabilir mi?
Bana
yine, iktidar ve onların arka bahçesi konumunda olan yargıçlar söylesinler:
Dünyanın hangi ülkesinde 70 tane gazeteci hapistedir? Çin’i geçtik arkadaşlar,
Çin’den daha fazla gazeteci bizde tutuklu. Bu ayıp bile bu ülkenin
kaldıramayacağı ayıptır, demokrasimiz bunu kaldırmaz.
Ve
bana bir tane uygar ülke göstersinler hülleyle Anayasa Mahkemesine yargıç
atanacak, hiçbir yargıçtan tık çıkmayacak. (CHP sıralarından alkışlar) Ben,
sana nasıl güveneyim? Hülleyle yargıcın atandığı bir mahkeme, mahkeme olur mu?
Ben, bunu eleştirmeyecek miyim? Bunu eleştirmemek, bizatihi adalete saygısızlık
demek değil midir? (CHP sıralarından alkışlar)
Bakın,
daha garip bir şey anlatayım arkadaşlar. Hepimizin dokunulmazlıkları var.
Dokunulmazlığımız olduğu için bizim dosyalarımız işlem görmez ama ben, 3 AKP
milletvekilinin dokunulmazlıkları olduğu hâlde dosyalarının işlemden
kaldırıldığını biliyorum. Bu ayıp bu adalete yakışır mı? Nasıl oluyor bu
arkadaşlar? Arzu edenlere o isimleri ve dosya numaralarını da verebilirim.
Doğru değil bunlar. Dokunulmazlığı zaten var.
YUSUF
BAŞER (Yozgat) – Açıklayın…
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Gelin size açıklarım.
Yine,
bakın, bir AKP milletvekili, hayalî ihracat dosyası var, hayalî ihracat dosyası
var. Milletvekili dosyası zaman aşımından kaldırıldı. Nasıl oluyor arkadaşlar
bu? Bu adalete güven olur mu şimdi?
Şimdi,
ben, o Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna sesleniyorum: Bu savcılar hakkında
siz ne yaptınız? (CHP sıralarından alkışlar) Ben söyleyeyim, büyük bir
ihtimalle önümüzdeki günlerde Yargıtaya üye seçileceklerdir.
Bakın,
değerli arkadaşlar, tutuklu milletvekillerimiz var, o da bir başka demokrasi
ayıbı. “Millî irade” diyoruz, halk seçmiş, yargı izin vermiş, seçime girmiş.
Anayasa’nın 90’ıncı maddesi: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma
hükümleri esas alınır.” Güzel… Milletlerarası anlaşma hükümleri; Birleşmiş
Milletlerin var, Avrupa İnsan Haklarının var, ikisine de imza atmışız. İkisine
göre de bu milletvekillerinin serbest bırakılması lazım.
Şimdi,
ben, o yargıçlara soruyorum: Anayasa’nın bu hükmünü görmemezlikten gelmek,
hangi adalete, hangi vicdana, hangi ahlaka, hangi hukuk kitabına sığar? (CHP
sıralarından alkışlar) Bana çıkıp birisi söylesin, desin ki: Bu anlaşmada bu
yok. Ya, Parlamento kabul etmiş, milletin iradesinden geçmiş. Artık bu
uluslararası anlaşmanın gereğini yapacaksın sen. Mahkûm olsa eyvallah
diyeceğiz; mahkûm, ne yapalım. Mahkûm değil. Parlamentonun iradesine bir kişi
el koyabilir mi?
Değerli
arkadaşlar, bakınız, Deniz Feneri yolsuzluğunu biliyorsunuz, yüzyılın
yolsuzluğu dediler. Bu savcılar görev yaptılar, eğridir doğrudur. Bir
şikâyet olmadan bile bir başka
başvuruyla müfettiş görevlendirildi, 3 savcı görevden alındı. Neden? Bir mahkeme
kararının belli bölümlerini kapatmışlar diye, suç bu. Peki, bu kapatan belgenin
altında kimin imzası var? Bir savcının. Sormayacak mıyız, niye 3 savcıyı birden
aldınız? Hangi ahlak, hangi vicdan, hangi hukuk, hangi adalet, hangi yasaya
göre siz bu kararı aldınız? (CHP sıralarından alkışlar) Bu Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kuruluna biz bunu sormayacak mıyız? Adalet dağıtan makamın
başındasın sen, adaletsizlik
dağıtıyorsun, kamu vicdanını rahatsız ediyorsun. Birisini aldın, 3’ünü niye
alıyorsun? Peki, aynı şikâyetler, benzer şikâyetler tonlarca yapıldı,
hiçbirisine bir şey yapılmadı.
Değerli
arkadaşlar, bakın, çok tipik bir örnek daha vereceğim. El Maktum’u bilirsiniz,
İstanbul’da bir arsanın ihalesine girdi ve aldı. Teminat mektubu da verildi.
İhale sonuçlandı, on beş gün geçti, parayı yatırmadı, vergisini ödemedi.
Teminatın normalde paraya dönüştürülüp belediyeye irat kaydedilmesi lazım, o da
yapılmadı. Şikâyet edildi Sayın Kadir Topbaş. Bu, görevi kötüye kullanmadır,
mutlaka bu teminat mektubunun çözülüp belediyeye gelir yazılması lazım. İçişleri
Bakanlığı izin vermedi. Olabilir, vermeyebilir. İtiraz edildi, Danıştay izin
verdi. Soruşturma aşamasında İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu tekrar
“Soruşturma açılmasına gerek yoktur.” dedi fakat bir savcı çıktı, dedi ki:
“Olmaz, soruşturma açılması lazım.” Gidildi Danıştaya, Danıştay da “Evet,
soruşturma açılması lazım.” dedi. Ne yaptılar biliyor musunuz, değerli
arkadaşlarım? O “Soruşturma açılması” diyen savcının elinden o dosyayı aldılar,
başka bir savcıya verdiler ve o savcı “Soruşturmaya gerek yoktur.” kararını
verdi. Şimdi, ben, bu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna soruyorum, o sırça
köşkte oturanlara soruyorum: Siz bu savcı hakkında ne yaptınız? Yazık, günah
değil mi? Aradan dört yıl geçmiş, bir ay değil, on beş gün değil, bir yıl
değil, iki yıl değil, dört yıl geçmiş, hâlâ teminat mektubu paraya çevrilecek.
Siz kimi koruyorsunuz? El Maktum’u mu, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını mı?
Siz kimi koruyorsunuz? Türkiye Cumhuriyeti yasalarını mı yoksa yasa dışı iş ve
eylem yapmayı mı? “Benim arkamda hükûmet var, kanunlar bana çalışmaz.” demeyi
mi? Değerli arkadaşlarım, bunlar doğru değil.
Bakın
değerli arkadaşlar, iddianameler çarşaf çarşaf yayınlandı gazetelerde. Hiç
kimse çıkıp da “Ya, bu gazetelerde iddianame yayınlama gizlilik kararı vardır.”
demedi.
Daha
garip bir olay anlatayım size: Yandaşla yandaş olmayan arasındaki farkı,
hukukun çifte standardını, adaletin çifte standardını. Birisi aranıyor özel
yetkili mahkeme tarafından. Polise diyorlar: “Gelecek, ifadesini alacağız.” Bir
sefer polis yanına uğramıyor. Normalde polisle beraber gidip doktordan rapor
olması lazım, sağlam olduğuna dair. Beyefendi onu da kabul etmiyor. Arabasına
biniyor, doktora gidiyor, raporunu alıyor, getirip mahkemeye veriyor. İnsani
midir? İnsanidir, bakın. Peki, yandaş olmayan için ne yapılıyor? Sabahın
köründe evi basılıyor, çoluk çocuğunun önünde kaldırılıyor, evi talan ediliyor,
polis gözetiminde ve kameraların eşliğinde doktora götürülüyor. Sonra
çıkarılıyor hâkimin huzuruna, hâkim saatlerce bekletiyor orada ve o yandaş
dediğim kişi karakola giderken de, emniyete giderken de İstanbul Valisi de
oraya gidiyor beyefendiye bir şey olmasın diye. Bu çifte standarda hangi vicdan
evet diyebilir? Bu doğru mudur arkadaşlar? Birincisi doğrudur, bakın, onu
söyleyeyim ama ikincisi nedir? İkincisi bir işkence değil midir?
Değerli
arkadaşlar, yandaşsanız işiniz var; yandaşsanız değil, işiniz zor ama biz
zorluklarla mücadele edeceğiz.
Yargıtaya
160 üye atandı, 160 üye… 160 üye, ilk tur seçim yapılıyor, ilk turda boş oy
kullandı. Yani, kendimizi bir görelim bakalım! Bu nedir? Yargının
militanlaşması demektir. Yargının militanlaşması demektir.
İLYAS
ŞEKER (Kocaeli) – Geçmişte de yapıldı.
AHMET
YENİ (Samsun) – Özür bekliyorlar, özür…
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Onlar benden ve adalet isteyen herkesten özür dilemek
zorundadırlar. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Güçlünün
hukuku hukuk olmaz. Bakın, özel yetkili mahkemeler… Bu özel yetkili mahkemeler
operasyon mahkemeleridir, siyasal iktidarın kendi gücünü kanıtlama
mahkemeleridir. Niye sıkıyönetim mahkemeleriydi bunlar? Bu özel yetkili
mahkemelerde özel hukuk uygulanır devlet gücünü garibanın ensesinde boza
pişirsin diye. Böyle bir şey olabilir mi? Özel yetkili mahkemeler kalkmadığı
sürece bu ülkeye demokrasi gelmez, bu ülkeye özgürlük gelmez. (CHP sıralarından
alkışlar)
Hangi
özel yetkili mahkeme? Adı üstünde, bunlar özel görevli mahkemeler. Bu
mahkemeler yarın sizi de yargılayabilir. Emin olun, önce karşı biz çıkacağız
“Böyle saçmalık olmaz.” diyeceğiz, olur mu böyle şey?
Adalet
herkes için olmalı, bizim için de sizin için de sokakta kâğıt toplayan vatandaş
için de adalet olmalı. Adaleti bunun için yapmak zorundayız. Adalet birileri
içinse olmaz. Adalet güçlülerin delip geçtiği, güçsüzlerin de takılıp kaldığı
bir ağ olmamalıdır. Adalet herkes için olmalıdır. (CHP sıralarından alkışlar)
Tutuklama olabilir mi? Elbette olabilir. Gözaltı olabilir mi? Elbette olabilir
ama hukuk içinde olur, rencide etmeden olacak.
Değerli
arkadaşlarım, 160 Yargıtay üyesi seçildi, biliyorsunuz, bir de referandum
yapıldı.
AHMET
YENİ (Samsun) – Özür bekliyorlar, özür.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Sayın Ertekin’in kitabı, bu bir yargıç. Referandumun
yargıdaki perde arkasını anlatıyor ve bu arkadaşımız, referandumda “Evet.” oyu
verilmesi çağrısında bulundu. Kitabın özelliği odur, yargının kokuşmuşluğunu
anlatır ve bir yerini, bir sayfadaki, bir yargıcın söylediğini, izin verirseniz
size okumak isterim. Kıdemli bir hâkim, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
seçim sürecindeki trajedisini sergilerken şöyle diyor: “Adalet Bakanlığı eşeği
aday gösterse eşeğe de oy verir.” (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET
YENİ (Samsun) – Ne kadar ayıp...
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Bu bir yargıç. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Eğer
adaleti sağlayacaksak, hukuku sağlayacaksak...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET
YENİ (Samsun) – Hiç yakışmıyor, özür dilemeniz lazım.
BAŞKAN
– Sayın Kılıçdaroğlu, ek süreniz de tamamlandı. Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurun.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) - ...adaleti ve eşitliği sağlayacaksak herkes için
adalet, herkes için özgürlük olmalı. Adaletin olmadığı yerde tuz kokar, tuzun
koktuğu yerde de zaten bereket olmaz.
MURAT
BOZLAK (Adana) – Sayın Başkan, dakikanız bitti iç barıştan hiç bahsetmediniz;
onlarca asker, polis, gerillalar öldürüldü, onları da söyleyin.
BAŞKAN
– Lütfen Sayın Milletvekilli...
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) - 2011 bütçesini tamamladık, 2012 bütçesinin hayırlı
uğurlu olmasını isterim.
İç
barış hepimiz için geçerlidir. İç barışı sağlamak için çıkıp meydanlarda şunu
söyledim: Bu Parlamentoda komisyon kuralım iç barışı sağlamak için, akil
adamlar olsun dedim ama Sayın Başbakan kabul etmedi ve ben şu çağrıyı yaptım:
Olabilir, bizim teklifimiz eksik olabilir, yanlış da olabilir, siz bir öneri
getirin, söz veriyorum, yine söz veriyorum, bu kürsüden söz veriyorum, iç
barışı sağlamak için Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna ne düşüyorsa hepsini
yapmaya hazırız.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Kılıçdaroğlu.
Sayın
milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.40
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati:16.54
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara),
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
2012
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmelere devam ediyoruz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
Şimdi
söz sırası Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Adil Kurt, Hakkâri
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Kurt. (BDP sıralarından alkışlar)
Sayın
Kaplan, altı dakikalık süreyi paylaşacak mısınız, siz mi kullanacaksınız, ona
göre?
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Bize altışar altışar verirsiniz Başkanım. Başkanlara yirmi
beş verince öyle oluyor.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Kurt.
BDP
GRUBU ADINA ADİL KURT (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012
Merkezî Yönetim Bütçe Yasa Tasarısı görüşmelerinin geneli üzerine Barış ve
Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle,
2012 bütçesini konuştuğumuz bu dönemde hâlâ milletvekillerinin cezaevinde
bulunmuş olmalarından dolayı üzüntülerimi başta ifade etmek istiyorum. Şu anda
cezaevinde bulunan değerli milletvekili arkadaşlarıma, buradan, Meclis
kürsüsünden saygı ve selamlarımı iletiyorum. Umarım, şu anda cezaevlerinde
Meclis TV’den bu görüşmeleri izleme şansına sahiplerdir.
Buradan,
Meclis kürsüsünden tutuklu milletvekillerine ilişkin olarak şunu ifade etmek
isterim: Tutuklu milletvekilleri, ya demokrasi galip gelecek, gelip bu Meclis
çatısı altında kendi görevlerini yerine getirme şansına sahip olacaklardır ya
da onurlu bir direniş sergileyip, çocuklarımıza bir direniş destanı hediye
edip, bizler de onların yanına gideceğiz; bu o milletvekili arkadaşlarımıza
vermiş olduğumuz sözümüzdür, bu sözümüzün sürekli arkasında duracağız.
İkinci
olarak, Van depremine değinmek istiyorum. Van halkına Meclis kürsüsünden şunu
ifade etmek isterim ki AKP Hükûmetinin önümüze koymuş olduğu bu bütçede Van
halkının payına düşen hiçbir şey yoktur. Van, yok hükmünde sayılmıştır. Van,
üşümeye devam ediyor. Van, AKP Hükûmetinin kobay kenti olmaya devam ediyor.
Maalesef ki Hükûmet üyeleri Van’ın Canikli köyüne kurmuş oldukları sirk
çadırına zaman zaman gidip halka gülücükler dağıtıp geri dönerler, bunun
dışında Van’a yaptıkları hiçbir şey yoktur. Van depreminin üzerinden bu kadar
zaman geçmiş olmasına rağmen, hâlen Van’ın afet bölgesi ilan edilmemiş olması
bu Hükûmetin ayıbıdır. Bu ayıbı paylaşmak istemediğimizi buradan bir kez daha
ifade ediyor ve kendi payımıza, Van halkının meramını, dertlerini,
sıkıntılarını yeterince dile getirmeyip, Hükûmetin boğazına yeterince
sarılmadığımız için, yakasına yeterince sarılmadığımız için Van halkından
peşinen özür diliyoruz.
Değerli
milletvekilleri, içinden geçtiğimiz çağ insanoğlunun yaratmış olduğu maddi ve
zihinsel üretimin doruk noktalarını temsil ediyor. Bin yıllarla ifade edilen
insanoğlunun tarihindeki sosyal, kültürel, iktisadi ve siyasal kültür bugün
geldiği nokta itibarıyla devasa bir stok değeri ifade ederken, aynı zamanda,
büyük çıkmazlar ve tehditler barındırıyor. İnsanoğlunun her alanda yarattığı bu
muazzam birikim yine insanoğlunun kendisini vuracak nitelikte ve tehlikededir
çünkü bu düzen, son tahlilde, insanın insana kulluğunu dayatıyor. Bizler, Şeyh
Ahmedi Hani’nin felsefesiyle büyüyen nesil olarak köleye asla kölelik
etmeyeceğimizi buradan bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Bu düzene, bu sistem
çarkına karşı çıkacağımızı… Her fırsatta, her koşulda karşı çıkmayı devam
ettireceğiz, ona karşı direneceğiz.
Tarihsel
ve güncel konulara sağlıklı bir yaklaşım sergilemek için öncelikle biat edilen
küresel hegemon sistemin doğru bir karakter tahlilinin ortaya konulması
gerekiyor. Küresel ekonomi, bugün girmedik alan bırakmamak üzere kendisine
stratejik ve taktiksel hedefler belirliyor.
Kapitalizmin
ilk büyük krizlerinden biri olan “1929 Bunalımı”nın ardından devletçileşen
sistem kendi düzenleyici kurumlarını da yarattı. Bunların başında IMF ve Dünya
Bankası gelmektedir.
Bu
kurumlar, 1970’lerden sonra en büyük saldırılarını halklara karşı
gerçekleştirerek, tüm kamucu çalışma zeminlerini tahrip ederek, ülkeleri
sermayenin kolaylıkla at koşturabilecekleri bir alan olarak dizayn ettiler.
Buna “küreselleşme” dediler. 2000’li yılların başında bu senaryo Türkiye’de de
oynandı ve çok sayıda “reform” adı altında düzenleme yapılarak, Türkiye de
kolay para kazanma ve ucuz iş gücü cennetine dönüştürülerek, bu durum emek
cephesi açısından ise tam bir karanlık çağın başlangıcı, karanlık dönemin
başlangıcı durumuna geldi.
1980’lerde
başlatılan piyasacı neoliberal dönüşüm, AKP eliyle içinde bulunduğumuz dönemde
de gerçekleştirilmiş durumda. AKP olarak orta vadeli ekonomik planlarla,
daraltıcı maliye ve özelleştirmeci politikalarını halka reva görüp, özel
teşebbüslere kapılarını sonuna kadar açarak milyonlarca insanı vahşi
kapitalizmin insafına terk ettiniz. Köyleri boşaltıp, kentlerde yedek işçi,
ucuz iş gücü ordusu yarattınız. Metropolleri ucuz iş gücü deposuna çevirdiniz.
Şimdi
de ulusal istihdam stratejileri kapsamında esnek çalışma koşullarıyla iş güvencesini
ortadan kaldırmaya çalışıyorsunuz.
Bugün
gelinen noktada kapitalizmin maddi uygarlığı çok ciddi bir çöküş sinyallerini
veriyor. Dünyanın bolluk içinde yüzen kesiminde de işler yolunda gitmiyor.
2000’lerde ABD’de emlak balonuyla başlayan ekonomik kriz 2008’de mali kriz
olarak devam ederek pek çok ülkede ciddi çöküşlere neden olmuştur. 2010 yılında
ABD borsasının çökmesi ve Yunanistan gibi ülkelerin iflas bayrağını çekmesi, bu
çöküşün boyutlarını bize göstermiş bulunmaktadır. Ancak, asıl olarak, başlayan
bu kapitalizmin krizi Avrupa ülkelerine sıçradığında balon patladı. 2008’den
sonra Türkiye’de, Türkiye’deki iktidar dâhil, krizin teğet geçeceğini söylerken 2011 yılına
geldiğimizde bu durumun hiç de öyle olmadığı görüldü. Artan cari açıklar ve borçlanma,
ülkelerdeki krizi daha da derinleştirdi. Gelinen noktada, Yunanistan,
Avrupa’nın en büyük 3’üncü ekonomisi olan İtalya ve Portekiz, aşırı
borçlanmadan dolayı ciddi ekonomik kriz içerisine girdi ve insanlar sokaklara
döküldü.
Bugün,
Avrupa’da, Yunanistan ve İtalya başta olmak üzere, mevcut birtakım hükûmetlerin
istifa ederek geri çekilmesi neoliberal sistemin son hamlesi olarak tarihe
geçiyor. AB’nin bir sosyal ve siyasal birlik olmasından kaynaklı sosyal hakları
daha da önceleyen Yunanistan gibi ülkeler, tembellikle suçlanarak terbiye
edilmeye çalışılıyor. Oysa Yunanistan tembel bir ülke değil, sosyal hakları
görece olarak daha ileri olan bir ülkeydi. Şimdi, Hükûmet kanadı, fırsat
bulduğunda komşusunun hâline gülüyor. Size tavsiyemiz, kendinize bakın ve
kendinize gülün. Yunanistan’da bugün başlayan operasyon, Türkiye’de, 2000’li
yılların başında, AKP Hükûmetinin eliyle başlamıştı zaten. Süreç aynen
benzemektedir. Sonrasında ortaya çıkan, Türkiye’de işsizliğin ve yoksulluğun
gittikçe derinleştiği ancak birilerinin çok daha iyi para kazandığı ülkelere
dönüştürüldü.
Şimdi,
bu ülkelerde kurulan hükümetlere “teknokrat hükûmetleri” deniyor. Bizde de bu
teknokrat hükûmet tasarrufu şimdi de işbaşındadır. Bu zihniyetle ülkemiz
yönetiliyor. Hükûmeti, birçok konuda olduğu gibi, iktisadi konuda da uyarmayı
bir ödev olarak görüyoruz çünkü ortaya çıkacak ve hatta çıkmasına kesin gözüyle
bakılan durumdan etkilenecek olan yoksul Türkiye halkları olacak, şimdiden
önlem almak durumundayız. Dünyada krizi tetikleyen ve ülkeleri iflasa
sürükleyen cari açığa dikkat çekmek önem arz ediyor.
Şimdi
burada Türkiye ve Yunanistan’ın birbirine ne kadar benzediğine ilişkin bazı
verileri siz değerli milletvekilleriyle paylaşacağım. Bakınız, iflas eden
Yunanistan’da millî gelir artış hızı yüzde 5,1, bizde yani Türkiye’de bu oran
5,6. Cari açık Yunanistan’da eksi 9,6 iken Türkiye’de eksi 9,7. Bütçe açığı
Yunanistan’da eksi 99,1, Türkiye’de eksi 1,7. Krizin en büyük göstergesi olan
cari açıkta Yunanistan’la benzeriz. Bütçe açığında ise Türkiye'nin daha iyi
durumda… Bütçe açığında Türkiye’den göreceli olarak Yunanistan kısmen daha iyi
gözükse bile bunun bir tek nedeni var, Türkiye’ye giren gizemli, kaynağı belli
olmayan paralardan kaynaklanıyor, Merkez Bankası kendi raporlarında bu para
akışını bu şekilde tanımlıyor. Yani sıcak parayla ekonomiyi ayakta tutma
arayışındasınız ve bu da beyhude bir çabadır. Bize sürekli olarak yüzde 1,5-2
bütçe açığı ve yüzde 40 borç stoku ile ne kadar şanslı olduğumuzu ifade
ediyorsunuz. Şimdi, mevcut durumdaki cari açığı ne yapacaksınız? Ona ilişkin
Hükûmetin, Bakanın sunmuş olduğu bu programda herhangi bir ipucu yok ancak
tekrar ülkenin başka kaynaklarını satarak, farklı isimler altında yeni
vergilendirmeler yaparak, zam yaparak bu bütçe açığını kısmen kapatmaya
çalışacaksınız ama bu da sonuç alıcı değildir. Mevcut durumda Türkiye'nin bütçe
açığı 90 milyar TL’dir. Bu rakam yüz yüze olduğumuz tehlikenin boyutlarını
yeterince bize tanımlıyor. 2000’li yılların başında dünyada artan likidite
bolluğunu arkanıza alarak ekonomide güya başarılı bir tablo çizdiniz. İşte
dünya kötüye gidiyor, faizler yükseliyor, büyüme düşüyor, enflasyon çift haneli
rakamlara doğru koşuyor. Mevcut durumda bu soruna karşı cevabınız, bu gidişata
cevabınız nedir? Doğrusu merak ediyoruz.
Dünyada
giderek artan gıda krizi, kapitalizmin başka bir krizi olarak önümüze
çıkmaktadır. Türkiye’de Kasım 2011’de kendini daha da çok hissettiren enflasyon
artışının en büyük nedeni, gıdalardan kaynaklanmaktadır. En temel gıdalarda
giderek bağımlı hâle gelen Türkiye’de gıda fiyatları, 2005 yılı baz alındığında
yıllık olarak yüzde 65 oranında artmıştır. Dünyada da durum farklı değildir.
Dünya genelinde ise ortalama yüzde 82’lik bir artış söz konusudur.
Sonuç
olarak, AKP Hükûmeti krizi yönetmemiştir, krizi finanse etmiştir. Krizi nasıl
finanse ettiği de ortadadır. Sıcak para girişini sağlamak, yüksek faiz ve
içeride yüksek vergi oranlarıyla bunu yapmıştır. 2009’da bütçe açığı millî
gelirin yüzde 6’sına çıktı ama bu oran, sıcak paranın geri dönüşüyle
gerçekleşen 2010-2011 büyüme yıllarında dolaylı vergilerin artışıyla yeniden yüzde
1,5-2 basamağına çekildi. AKP’nin bu makyajı, yangını ertelemeyi sağlarken tüm
yükünü, vergilerle, emeğin esnek piyasa koşullarına göre şekillendirilmesiyle
yoksul emekçi halkın omuzlarına yükledi.
Değerli
milletvekilleri, burada değerli şairimiz Nazım Hikmet’in bir sözünü sizlere
hatırlatmak isterim: “Ol mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler.” Bugünkü
Türkçesiyle de söyleyeyim, belki anlaşılmamıştır: “O balıklar ki suda yüzer,
suyu bilmezler.” Bu cümle, bugün siyaset ve çıkar arenasına uygulandığında
oldukça manidar bir durum ortaya çıkıyor. Herkes artık içinde yüzdüğü
saltanatın, rantın, rahatlığın denizinden kafasını bir an önce çıkarmalı ve
ülkenin gerçek durumuna bakabilmelidir. Artık, kendi kâr bilançolarına bakarak
ülkede her şey iyi gidiyor demek ahlaki bir yaklaşım değildir. Bu söylemi ve
halkı manipüle etmeyi bırakınız lütfen. Dünyada iyi gitmeyen işler Türkiye’de
de iyi gitmeyecektir. Sen, dünya ekonomik ve siyasal sisteminde her alanda
olabildiğince eklemleneceksin, küresel kapitalist sistemin jandarmalığına giden
yolda hiç durmadan yürüyeceksin, yani sisteme göbekten bağlanacaksın, sonra da
dünyada kriz çıktığında, kendi halkına “Merak etmeyin, bize bir şey olmaz.”
diyeceksin. Bu, ancak Türk filmlerindeki bir repliği andırır, başka hiçbir şey
değildir, güler geçer insanlar buna.
BDDK
verilerine göre, Türkiye’de bulunan 666 milyar liralık mevduatın yarısı
milyonerlerin hesabındadır. Milyoner sayısı bir yılda 9.599 arttı. Peki bu
artışlar nasıl oluyor? Halkın büyük bir kesiminin yoksullaşması uğruna elbette
ki. Halkı yoksullaştırarak bunu yapıyorsunuz. Türkiye’de milyonerler bu kadar
artarken, 3,5 milyon asgari ücretli ve onların aileleriyle birlikte yaklaşık 13
milyon yurttaş asgari ücrete bağımlı hâlde yaşıyor. Asgari denilen ucube ücret,
bugün, bir işçinin ailesiyle birlikte beslenebilmek, yani yaşamak için alması
gereken zorunlu gıda giderlerinin, diğer bir deyişle açlık sınırının üçte 2’si
kadardır ancak. İnsanca bir yaşam sürdürebilmesi için de alması gereken
ücretin, yoksulluk sınırının ise ancak beşte 1’idir.
Değerli
milletvekilleri, sadece ekonomik parametrelere bakılmaksızın, sosyal yaşam,
çalışma koşulları, sağlık gibi alanlar da incelendiğinde, OECD Hayat Nasıl 2011
Raporu, Türkiye’deki vatandaşların durumunu görmemiz açısından önemli sonuçlar
içeriyor.
Bakınız,
40 OECD ülkesi içerisinde “Bu ülkede yaşamaktan memnunum.” diyen insanların
oranı bu sıralamada bizi 32’nci sıraya düşürüyor. İnsanlar “Memnun değilim,
kendimi iyi hissetmiyorum.” der durumdalar.
Türkiye,
yeşil çevrenin olmamasından dolayı mutsuz olan 2’nci ülke durumundadır, en ucuz
çalışma saatlerinin olduğu ülkeler sıralamasında ise -bakınız bu çok önemli-
1’inci sıradayız, 1’inci sırada bulunuyoruz.
Diğer
ilginç bir sonuç ise Türkiye’de işe gitmek için en fazla süreyi bizim ülkemizde
çalışan insanlar kat ediyor. Ortalama bir işçi, bir memur işe gitmek için kırk
dakika zamanını harcıyor. Pek çok şeyle övüneceksiniz, bunun cevabı ne olacak
onu da doğrusu merak ediyoruz.
Verilerle
devam edeceğim. Türkiye de OECD ülkeleri arasında bölgesel eşitsizliğin en
yüksek olduğu ülkelerden bir tanesidir. Başka bir deyişle OECD’nin Bir Bakışta
Toplum Raporu’na göre gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu üç ülke Şili,
Meksika ve Türkiye’dir. İstihdamda ise en düşük istihdamın sağlandığı ülkeler
arasında yine 1’inci sıradayız. Gelir eşitsizliğini göstermek için kullanılan
Gini katsayısına göre baktığımızda OECD ülkeleri katsayısı 0,31 ortalamadır
ancak Şili’de 0,50, Meksika’da 0,48, Türkiye’de 0,41’dir. Bu veriler bakanların
işine gelmediği için, torba bakanlıkların işine gelmediği için bu verilere hiç
değinmezler, burada tozpembe tablolar çizerler. Size bir tavsiyemizdir…
Anadolu’da bir halk deyimidir, derler ya, aç tavuk rüyasında darı ambarı görür
ya, bize sunulan rapor biraz o. Türkiye gerçekliğiyle örtüşen, Türkiye
gerçekliğini ifade eden bir rapor değil, bir bütçe planı değil bu. Hükûmet
üyeleri rüyalarında darı ambarı görebilirler ama biz hiç o niyette değiliz.
Biz, ülkenin gerçeklerini konuşmaya devam edeceğiz.
Bakın,
bölgeler arası eşitsizliğe devam edeyim, verilerle devam edeyim. Burada, bir
kamyoncunun kamyon kasasının arkasına yazdığı veciz bir sözü sizinle paylaşmak
istiyorum: “Batıya fabrika, yol; doğuya jandarma, karakol.”
Bu
bütçe planlamasında bu vardır. Ülkenin batı yakasına yol yaparsınız, hızlı tren
rayları döşersiniz, İstanbul’a çılgın proje düşünürsünüz; bu ülkenin doğusuna
geldiğiniz zaman da yaptığınız bir şey var, karakol yaparsınız, kışla
yaparsınız, ondan sonra Başbakan çıkar buradan veriler gösterir: “Biz doğuya bu
kadar yatırım yapıyoruz.” Yalanın bu kadarı da fazla.
Bakınız…
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın konuşmacı ifadelerinize dikkat edin lütfen.
ADİL
KURT (Devamla) – Ben dikkat ederim, siz de çıktığınız zaman dilediğiniz gibi
konuşursunuz Sayın Vekilim.
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – İfadelerinize dikkat ediniz. Sayın Başbakan hakkında
konuşuyorsunuz.
ADİL
KURT (Devamla) – Bakınız…
PERVİN
BULDAN (Iğdır) – Eleştiremeyecek mi?
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – “Yalan.” ifadesi doğru bir ifade değil.
ADİL
KURT (Devamla) – Bakınız, halkın sağlıklı bir…
BAŞKAN
– Sayın Ünal, lütfen müdahale etmeyin.
ADİL
KURT (Devamla) – Mevcut Hükûmet, evet, doğuya karakol yapmaktan başka, kışla
yapmaktan başka bir şey daha yapıyor Sayın Vekilim.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Cezaevi, yeni cezaevi yapıyor.
ADİL
KURT (Devamla) – Cezaevi yapıyor, ikincisi ise 100 kilometrelik Şırnak-Hakkâri
arasında 11 tane güvenlik barajı yapıyorsunuz. Bunun adına da “yatırım”
diyorsunuz.
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Yolları yapan kepçeleri yakanlar…
BAŞKAN
– Sayın Milletvekilim, lütfen…
ADİL
KURT (Devamla) – Devam edeceğim, devam edeceğim. Size sürprizlerim çok, merak
etmeyin, daha çok hoplayacaksınız.
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Yapan kepçeleri yakıyorlar.
ADİL
KURT (Devamla) – Siz daha çok hoplayacaksınız. Merak etmeyin, size sürprizlerim
çok. İfade edeceğim, hepsini ifade edeceğim. Size daha sürpriz çok. Yalan
dolanlarla bu ülke yönetilmez.
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - O yolları yapan kepçeleri yakarken…
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul)– Sen yalan söylüyorsun.
BAŞKAN
– Sayın Çavuşoğlu, lütfen…
ADİL
KURT (Devamla) – OECD 2010 Yoksulluk Raporu’na göre tüm OECD ülkeleri arasında
ortalama yoksulluk oranı yüzde 11 iken bizde yüzde 18’dir. Bu rakamı niye
paylaşmıyorsunuz? Bakın, araştırırsınız, size verebilirim.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Nereden aldınız?
ADİL
KURT (Devamla) – Kaynağı size veririm, kaynağı görürsünüz.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Kim veriyor, kim, onu söyle.
ADİL
KURT (Devamla) – Merak ederseniz, kafanızı kumdan çıkarırsanız görürsünüz.
Bir
taraftan dünyanın 17’nci ekonomisi olmakla övüneceksiniz, bir taraftan yoksul
kitleleri rencide edici, dışlayıcı tutumlardan uzak durmayacaksınız. İnsanların
vatandaşlık hakkına bile saygı gösterilmediği bir ortamdayız. Bunları
görmezseniz, bunları merak etmezseniz, halkın içine girmezseniz….
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bize kim oy veriyor acaba?
ADİL
KURT (Devamla) – …Kızılay’ın dışına çıkarsanız görürsünüz. Bu tablolar orada
var, Kızılay’da var. Kızılay’ı bir adım öte geçin, göreceksiniz.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Nasıl iktidar olduk bilmem.
ADİL
KURT (Devamla) – Bakınız, bu çark nereye kadar dönecek, hep birlikte göreceğiz.
Bizden yine size iyi niyetli bir tavsiye: Sakın, yüzde 50’lere kanmayın. Bu
ülkede Kenan Evren anayasasına yüzde 90’ın üzerinde oy veren oldu. Kenan Evren
anayasasına sizden başka rahmet okuyan başka kimse kalmadı bu ülkede. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Ondan mı oy verdiler?
ADİL
KURT (Devamla) – Evet, sizden başka rahmet okuyan çıkmadı.
Evet,
AKP statükocu bir partidir. Bugün gerek Kürt meselesi olsun gerekse de iktisadi
mevzular olsun bütün alanlarda statükonun temsilcisi durumundadır. Demokrasi
nutukları atarak, inanç ve geleneğimize karşı yapılan darbeleri kalkan edinerek
iktidara yürüdünüz. İktidarı tam olarak ele aldıktan sonra da kendi sosyal ve
siyasal tabanınızın en önemli talebi olan türban sorununu çözmekten korktunuz,
kaçındınız. Yalan mı bu da?
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Çok komiksin, çok!
ADİL
KURT (Devamla) – Komik miyiz?
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Gerçekten komiksin.
ADİL
KURT (Devamla) – Komikler orada, karşıda duruyor.
BAŞKAN
– Sayın Kurt, lütfen Genel Kurula hitap edin, karşılıklı konuşmayın.
ADİL
KURT (Devamla) – Size bakarak gülmeye devam edeceğim, merak etmeyin.
“Alevilerin
hakkını da savunacak kadar demokratız.” dediniz. Alevileri, açılım turlarında
kendi katilleriyle buluşturma cüretinde bile bulundunuz. Bunların hepsini halk
izliyor, takip ediyor, merak etmeyin.
Şoven,
ırkçı ve kapitalist sistemin önce el birliği edip Dersim’de 90 bine yakın
Kızılbaş’ı katlettiği yetmedi, Çorum’da, Maraş’ta insanlık tarihinin en
karanlık sayfalarını oluşturacak kadar gözünü kan bürüdü. Arkasından, bu da
yetmedi, Kenan Evren dönemine…
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – CHP’ye…
ADİL
KURT (Devamla) – Üzerine alınan alır. Bizim bu konuda muhatabımız partiler
değildir, devlet politikalarıdır. Devletin devlet halkına hitap ediyoruz, o
devlet halkını da bugün sizler temsil ediyorsunuz. Sözümüzü üzerinize alın
lütfen.
Alevi
köylerine Sünnileştirme projelerini dayattınız. Bu da yetmedi bu köhnemiş
zihniyetin halefliğine soyunanlar Sivas’ta Alevi aydınlarını diri diri yakarak
tarihe bir utanç sayfasını daha eklediler. Şimdi, size söylüyorum: Alevi, Sivas
katliamının katillerinin avukatlarını siz getirdiniz burada milletvekili
yaptınız.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Bakan, bakan. Bakan da var!
ADİL
KURT (Devamla) - Buna da yalan mı dersiniz, buna da iftira mı dersiniz? Buna
demezler. İşlerine gelmeyince işinize gelmeyince “Yok.” Omzunuzu çok çabuk
eğiyorsunuz. Taş nasılsa duvara çarpıyor.
Bakınız,
sayın milletvekilleri, Kürt sorununa eksik ve tutarsız bir algı düzeyiyle
harekete geçtiniz. Kürtleri yedeğinize alabileceğinizi düşündünüz ama gözden
kaçırdığınız bir nokta vardır ki o da Kürtlerin asla kimsenin yedeğine
düşmeyeceğidir. Kürtler sizin yedeğinize düşmeyecektir, düşmemişlerdir de.
İLYAS
ŞEKER (Kocaeli) – Yedeğinizden çıkıyorlar şu anda.
ADİL
KURT (Devamla) – Şimdi, özellikle son otuz yılda devlet terörüne karşı diğer
halkların demokrasi güçleriyle birlikte göstermiş oldukları direniş bugün Kürt
siyasal hareketinin demokratik bir modernite perspektifini yeniden yaratmasını
bilmiştir bu süreç, merak etmeyin. Bu süreç bu şekilde devam edecektir. Sizler
uykunuzdan uyandığınızda bu ülkeye demokrasi gelmiş olacaktır, hiç merak
etmeyin.
AKP’nin
politikalarını deşifre etmeye devam edeceğiz. Halkımıza anlatmaya devam
edeceğiz. İşte, bu hırsla, cemaatler koalisyonu şimdi KCK operasyonları adı
altında saldırdığı ve siyasal soykırıma uğratmaya çalıştığı Orta Doğu’nun en
büyük demokrasi hareketi şimdi cezaevine tıkılmaya çalışıyor. Size ancak “Hadi
oradan!” derim. Bunu yapamazsınız, buna gücünüz yetmez. Emin olun, buna gücünüz
yetmez. Siz pişman olacaksınız. Siz pişman olacaksınız. Siz yaptığınız,
alnınıza sürdüğünüz bu lekeyle yarın öbür gün halkın karşısına
çıkamayacaksınız.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, lütfen konuşmacı seçtiği kelimelere
dikkat etsin.
ADİL
KURT (Devamla) – AKP’nin akil adamları, stratejistler, akademisyenler,
danışmanlar, köşe yazarları, onlara da sesleniyorum: Kürt sorununda baltayı
taşa vurdunuz.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Tehdit ediyor.
ADİL
KURT (Devamla) – Parlatıp, cilalayıp Başbakana sattığınız terörle mücadele,
siyasetle müzakere stratejisi çoktan tarihin çöp sepetinde yerini bulmuştur.
Bakınız,
bir tüccar Başbakanın ancak tüccar danışmanları olur, ancak bunu yapabilirler.
Bugün yaşadığımız tablo budur, önümüze koyduğunuz şeyler budur. Dersim özrüyle bugün halkın karşısına
çıkıp övünüyorsunuz. Biz önemsedik. Bu kürsüden de söyledik. Dersim özrü önemli
bir özürdür ama on sekiz aylık Mehmet Uytun’dan, Mehmet Uytun’un babasından kim
özür dileyecek? Başbakan şunu söylüyor: “Dersimli çocuklar süngülenip
babalarına gönderildi.” Mehmet Uytun’u, on sekiz aylık Mehmet Uytun’u gaz
bombasıyla kim katletti? Uğur Kaymaz’a, on iki yaşındaki Uğur Kaymaz’a 13
kurşun sıkıldı. Babasının yanında…
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Bingöl’deki askerlerden kim özür dileyecek? Canlı bombanın
karşısındakilerden kim özür dileyecek? 3 tane çocuğunu öldürdüler.
ADİL
KURT (Devamla) – Müsaade edersen, sabredersen onlara da geleceğim, onları da
söyleyeceğim.
Uğur
Kaymaz’a 12 kurşun sıkıldığında, işten dönen, kamyonuyla işten dönen babasının
yanında katledilirken Başbakan ne demişti biliyor musunuz? “Kızıltepe’de
teröristler öldürüldü.” dedi. Bunun İsmet Paşanın sözüyle hiçbir farkı yoktur. İsmet Paşa ne demişti? Onu da size
söyleyeyim, onu da size anımsatayım. 1938’de İsmet Paşa “Dersim’de şakileri
öldürdük.” diyordu. Sayın Başbakan, 2006’da Kızıltepe’de işten dönen babasını
karşılayan Uğur Kaymaz’ı öldürürken “Teröristleri öldürdük.” demişti. Bu ayıp
da size yeter.
Bakınız
değerli arkadaşlar…
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) - Güneydoğuda siviller öldürüldüğü için kim özür diledi?
ADİL
KURT (Devamla) – Şimdi, siz getirirsiniz, biliyorum. Bir saniye… Şimdi bu
durumda ana muhalefet partisine seslenmek istiyorum. Siz biraz müsaade edin,
sonra sözünüzü söylersiniz.
Bakınız,
şu anda Meclis gündemine getirilmeye çalışılan yeni bir varlık vergisiyle karşı
karşıyayız. Terör finansmanları adı altında yeni bir varlık vergisi Meclis
gündemine taşınıyor. Bu varlık vergisine karşı çıkmazsak, bu terör finansmanı
adı altında getirilen yasaya karşı çıkmazsak sadece biz Kürtler yanmayacağız,
sadece Kürt siyaseti yanmayacaktır, çok sevdiğinizi söylediğiniz Türkan
Hoca’nın derneğine el konulacaktır, siz Silivri’de gidip mahkeme izlediğiniz için
sizlerin de mal varlığına el konulabilecektir. Buna karşı çıkın. Buna karşı
çıkmak bir demokrasi borcudur, insanlık borcudur. Buna cevaz vermemek lazım.
Bu
Hükûmet geçmiş dönemlerle benzeşmeyi aklına çok koymuştur. Aslında ben geriye
dönüp baktığımda 1994’te burada oturan DYP Hükûmetinden başka bir şey
görmüyorum. Örnek mi istiyorsunuz bu yasayla bağlantılı olarak? Bakınız, 4
Kasım 1993. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in sözü: “Teröre haraç veren iş
adamları ve sanatçıları biliyoruz.” Bugüne geliyoruz. Sizden de bir örnek
vereyim. Başbakanın sözü: “PKK’nin zorla haraç aldığı iş adamlarını biliyoruz.”
Ne garip, ne kadar tesadüf. Ne çok birbirinize benzemeye başladınız.
İLYAS
ŞEKER (Kocaeli) – Yalan mı?
ADİL
KURT (Devamla) – Bir saniye…
O
zaman gereğini yaparsınız.
İLYAS
ŞEKER (Kocaeli) – Yalansa söyle.
ADİL
KURT (Devamla) – Dur, ona geleceğim.
Tansu
Çiller ne yaptı? Tansu Çiller’in sözünden sonra…
İLYAS
ŞEKER (Kocaeli) – Başbakanın söylediği yalansa söylersiniz.
ADİL
KURT (Devamla) – Tansu Çiller’in sözünden sonra bu ülkede, bakın bu ülkede… Bu
dergi kapağı, Nokta dergisi 1993 Haziran ayının dergi kapağı. Tansu Çiller’in
sözünden üç ay önce yapılmış bir kapaktır. “100 Kürt zengini.” diyor burada. Bu
100 Kürt zengini içerisinde Türkiye’de ilk 10’un içerisinde 6 tanesinin ismi
geçer.
Bakınız,
size bir dergi kapağı daha göstereceğim. Bu da Ekonomist dergisinin son sayısı,
yani bu ay çıkan sayısı. “Türkiye’nin en zengin 100’ü.” Bunların içinde ise
burada adı geçen Kürt iş adamlarından hiçbir tanesi yok. Tasfiye edildiler.
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Çok mu üzüldünüz?
ADİL
KURT (Devamla) – Tasfiye edildiler.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Onlar sermayeyi millîleştiriyorlar.
ADİL
KURT (Devamla) – Kürt sermayesini, Kürt halkının halk olma bilincini bertaraf
etmek için bunu göze aldınız, bu politikayı yaptınız. Bu tarz soykırıma
gidildi. İş adamları bir bir katledildiler, sindirilmeye çalıştılar. Sayın
Halis Toprak, iş adamı, siz çok iyi tanırsınız. On yedi yaşında bir kızla
evlendiği için mi o hâle getirildi, paçavraya döndürüldü? Yok, hiç de öyle
değil. Siz dersiniz ya “Doğuya yatırım yapılmıyor, terörden dolayı kimse gidip
yatırım yapmıyor.” Halis Toprak gitti, Lice’de fabrika kurduğu için ve bu
listede ilk 10’un içerisinde olan bir Halis Toprak tasfiye edildi, yok edildi.
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Bankayı batırdı, bankayı.
ADİL
KURT (Devamla) – Daha örnekler mi söyleyeyim mi size? Behçet Cantürk…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ADİL
KURT (Devamla) – Eşi aramızda parlamenter, Savaş Buldan. Bunları kim katletti?
Bunların hepsi iş adamıydı.
BAŞKAN
– Sayın Kurt, lütfen sözlerinizi tamamlayın.
Teşekkür
için açıyorum.
ADİL
KURT (Devamla) – Evet, öyle bir bütçe yapmışsınız ki yani insanın dönüp
“Hayırlı olsun.” diyesi gelmiyor. Biz, sizin bütçenizden umutlu değiliz. Sizin
bütçeniz bu ülkenin gerçekliğini yansıtan bir bütçe değildir, asla bu ülkenin
gerçekliğiyle örtüşen bir bütçe değildir ama biz bu ülkenin geleceğinden
umutluyuz. Bu ülkede halklar birlikte yaşamaya devam edecek, halklar birlikte
yaşamalarına engel olacak olan bütün unsurları bir bir yok edecektir, ortadan
kaldıracaktır. Bundan emin olabilirsiniz.
Sizler,
ya demokratik ruhu olan Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap veren bir bütçeyle
önümüzdeki döneme bakarsınız ya da demin tarihten örnekler verdim.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ADİL
KURT (Devamla) – O örneklerde olduğu gibi sizler de onların yanına gidersiniz.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Kurt.
ADİL
KURT (Devamla) – Hepinizi en içten saygıyla selamlıyorum. Bütçenin yine de her
şeye rağmen hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Şimdi söz sırası Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Hasip Kaplan, Şırnak
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Kaplan. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP
GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bu
süreçte bütçe görüşmelerinin çok çok önemli olduğunu düşünüyorum çünkü
önümüzdeki günler yaşayacaklarımız vatandaşın vergisinin kuruş kuruş nereye
harcandığının iyice denetlenmesi açısından son derece önemlidir. Türkiye'nin bu
kriz ortamında daha maceracı bir yola düşmemesi açısından da son derece
önemlidir.
Ancak
sözlerime başlarken şunu hemen ifade etmek istiyorum: “Orta Vadeli Program”
diye bir program var. Bu, üç yıllık olarak hazırlanıyor ve her yıl olduğu gibi
Mayıs ayında çıkması gereken bu Orta Vadeli Program’ı yasalara, Anayasa’ya
aykırı olarak Ekim ayında Resmî Gazete’de basıyor Bakanlık. Bunu alışkanlık
hâline getirdi. Burada üç yıllık rakamlar var dikkat ederseniz, 2012’nin
bütçesi, 2013’ün, 2014’ün. Yalnız, bunun bir istisnası var arkadaşlar, bir tek
istisnası var: Askerî harcamalar, silah alımları, örtülü ödenek gibi konular
burada gözükmüyor.
Şimdi
burada bu hukuksuzluğun üstüne bir tane daha ifade etmek istiyorum: Şu raporu
hepiniz aldınız, üç dört gün önce geldi zaten bütçe raporu. Bunun bir ikinci
cildi var, dört beş tane daha var, şu kadar eder.
Ben
Kur'an’a el basarım burada, milletvekillerinin -komisyon üyeleri hariç veya
ilgili birkaç kişi- yüzde 90’ı bunu okumamıştır. Ben Kur'an üzerine ant içerim,
yüzde 90’ı bu raporu okumamıştır.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Yemin içilir, yemin.
PERVİN
BULDAN (Iğdır) – Yemin, ant değil.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Yemin de içerim ve şunu da söylerim: Eğer okumuş olsalar,
birinci sayfasında kanunsuzluğun başladığını görürlerdi. Birinci sayfada
başlıyor arkadaşlar. Cumhuriyet tarihi Meclisinde, kanun hükmünde kararnameyle
bakanlık ihdas edildiğini, onlarca bakanlığın bütçesinin tanzim edildiğini,
tanzim edilen bu bütçelerin hiçbirinin de Mecliste görüşülmediğini,
onaylanmadığını ve Mecliste görüşülmeyen bu bakanlıkların hepsinin hayalî
olarak bütçesinin hazırlandığını görürsünüz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Hasip Bey, ben de yemin ederim ki ilk sayfadan başka tümünü sen
de okumadın. (Gülüşmeler)
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Şimdi bakın, ben şuna yemin ederim ki, Sayın İnce yemin
ederim ki bütün sayfalarda çiziklerim vardır. Senin yeminin çarpsın seni, ben
iyi okurum. (Gülüşmeler)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Peki, tamam.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Bu, Ziya Gökalp Lisesinin Müdürünün yeminine benzedi.
Berberde tıraş olurken biri “Üç ayda Kur'an-ı Kerim’i hıfzettim.” demişti, o da
bir yangını anlatmıştı “Köye giderken atladım ata, dört nala gidiyordum. Sicim
gibi kar yağıyordu, yağmur yağıyordu. Çakmağımı çıkaracağım, yok. Cigaramı
sardım. Atımın nalından bir kıvılcım çaktı, sigaramı yaktım. İnanmadıysan üç
ayda hıfzettiğin Kur'an-ı Kerim çarpsın beni.” diye. Ben de iktidara bunu
söylüyorum. Eğer okudunuzsa bunu o üç ayda hıfzedilen Kur'an-ı Kerim de ya beni
çarpsın ya sizi çarpsın. (Gülüşmeler)
AHMET
YENİ (Samsun) – Millet çarpmış sizi!
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Allah hepinizi esirgesin Hasip Bey.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Şimdi, ben bunu niye söyledim? Bakın, arkadaşlar, kanun
Mecliste bir enstrümantal değildir. Yani siz kanunu, bu hani her telden çalan
kanun gibi çalamazsınız. Bunu anlatmak istiyorum. Kanun çıkartmanın bir usulü,
adabı vardı. Kanun nasıl çıkarılır? Mecliste bir İç Tüzük adabı vardır, bir
komisyonları vardır ve ona göre çıkarılır. Ama siz çoğunluksunuz, sayı kriziniz
yok, üstelik üç dönemdir iktidarsınız. Bakın, başlamışsınız daha seçimler
olmadan -yangından mal kaçırırcasına- 3 Haziran, 633, Bakanlıklar ihdas etme…
Arkasından yine 643 sayılı kararname, Bakanlık ihdas etmişsiniz. Şimdi,
bakanlıkların da yerini değiştirmişsiniz, yerine de yardımcılıklar koymuşsunuz.
Şimdi,
Orta Vadeli Program’a göre, bakın açık söylüyorum, Sayın Maliye Bakanının,
Hükûmetin hiçbir şey yapmasına gerek yok, bürokratları bizi yönetiyor. Bu
Meclis bürokratlar tarafından yönetilen bir meclis durumuna geldi arkadaşlar.
MUSA
ÇAM (İzmir) – Doğru!
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Hükûmeti yönlendiriyorlar, bizi yönlendiriyorlar. Hani biz
vesayetten şikâyet ediyorduk ya -askerî vesayet- e, generallerin hepsi nerede?
Ne cezaeviydi?
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Silivri!
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Silivri değil, Hasdal!
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Bakın, orada, bir de Silivri’de. Şimdi, Hasdal, 12 Eylülde
tutukluları da oraya koyuyorlardı, avukatken gitmiştim, Silivri de. Askerî
vesayet olayı vardı, Hükûmet bununla dert geçindi. Sonra yargı vesayetinden
şikâyet etmeye başladı. Şimdi o yargıyı da ele geçirdi. Bürokrasi… Ya, devleti
bürokratlarla yöneten bir zihniyet hâkimiyetiyle bir bütçe yapılıyor.
Şimdi,
burada Maliye Bakanının keyfi yerinde, hiçbir şey yapmasına gerek yok, üç
yıllık bütçe rakamları belli. Arkadaşlar, üç yıllık bütçe rakamları belli olan
hiçbir devlet yok. Diyeceksiniz “Var.” Bu krizde olmaz, arkadaşlar, bu krizde
siz üç yıl önceden rakam belirleyemezsiniz. E, bu Orta Vadeli Program’a göre
bir tek şey kalıyor, Sayın Bakanım, yine, rakamlar aynı, vergiler, ÖTV, KDV,
damga vergisi, harç, haraç… Vatandaştan alıyorsunuz yine yüzde 80. Ee,
zenginden ne alıyorsunuz? Çıkıyorsunuz kürsüye “Vallahi, kurumlar vergisini
yüzde 35’ten yüzde 20’ye indirdim.” diyorsunuz. Aferin size! Aferin ya!
Zenginden vergi alma, fakirden al! Var mı böyle bir adalet ya?
Sayın
Bakanın yine keyfi yerinde. Yani gelmese bile göreve, gitsin memleketi
Hasankeyf’e, -Hasankeyf’in tarihi zaten sular altında kalacak- o tarihî
köprünün altında oltasını atsın, sazan avlamaya başlasın ama Meclise gelip
sazan avına çıkmasın. Bakın açık söylüyorum, burada, Mecliste sazan yok. O
bürokratları da Meclisteki milletvekillerini sazan zannediyorsa demokrasinin
sazanlara ne yaptığını, bürokratlara haddini bildirerek, demokrasiler hesap
sorarak göstermiştir.
Bakın
arkadaşlar, bütçe açığı rakamlarına bakın, bu rakamlar sanal. Bu rakamlara siz
güvenmeyin. Bana çıkıp Maliye Bakanı şunu söyleyecek: “Ben beş aydır Kandil’e,
Kuzey Irak’a her gün 10 tane, 20 tane jet uçağı kaldırıyorum, bu kadar bomba
atıyorum. Bunun her uçuşu şu kadar lira, şu kadar bomba şu kadar para eder.
Şunun parası bu bütçenin içinde, burada bu kadar.” Çıkıp bunu söyleyecek, bütçe
budur. Vatandaş “Verdiğim vergiyle, sen, o hangi silah şirketlerini
doyuruyorsun? Hangi silah şirketlerine vergimi peşkeş çekiyorsun?” diye
bakacak. “Hangi silah şirketleriyle iş birliği yaptın? Skorsky’i kimden alıyorsun?
En son insansız hava araçlarını kimden aldın? İsrail’den alıyordun, şimdi
Amerika’dan mı alacaksın?” Bunun hesabını sorar. Sonra şunu sorar: “Ne kadar
para harcadın oraya bu bütçeden?”
Şimdi,
bakın, bu bütçenin en bariz özelliğini söyleyeyim size arkadaşlar: Bu bütçede
Orta Vadeli Program delinmiştir. Delinmiştir Orta Vadeli Program. Nasıl mı? Çok
basit, güvenlik harcamaları. Bakın, polis artmış, asker artmış, sözleşmeli
artmış, yüzde 30. Bakın, dikkat edin ama, tek bir bütçe artıyor: Millî Savunma
Bakanlığından İçişleri Bakanlığına. İdris’in keyfi yerinde, Temel buna niye
kızmasın kardeşim, söyler misiniz? Temel niye kızmasın, her şeyi vermişsiniz? 2
milyon silahlı güç de emrinde, astığım astık, kestiğim kestik bu memlekette
istediği hukuku uyguluyor.
Şimdi,
ben dünya krizlerine girmeyeceğim. Çok açık söylüyorum: Elimde şöyle bir şey
var, demin Sayın Bakan burada konuşurken “Bütçemiz şeffaftır.” dedi. Ben
demiyorum, şeffaf değildir, eğer şeffafsa Sayıştayın gizli genelgesiyle bu
Meclis adına denetim olmazdı. Siz şeffaf değilsiniz, siz kapalı bir kutusunuz,
o kutunun içinde ne yapıldığını biz araştırmaya çalışıyoruz. Bakın açık
konuşayım.
“Samimidir.”
Yahu bütçenin samimisi olur mu arkadaşlar ya? Muhabbet mi ediyoruz ya?
Vatandaşın parasını alıyoruz, harcıyoruz, denetliyoruz ya. Muhabbet kuşu mu
besliyoruz, samimi olacak ya? Böyle bir alışkanlık olur mu arkadaşlar? “Bütçe
gerçekçidir.” Dünyadaki kriz ne kadar gerçekse, bu bütçe de o kadar gerçektir.
Şimdi,
bakın zam konusunda birkaç şey söylemek istiyorum, bu bütçe rakamlarına
geçmeden önce. Şimdi bu bütçede dikkat ettiniz mi arkadaşlar, okuyun dedim
raporu, boşuna demiyorum. Diyanet İşlerine 2011’de 3 milyar 178 milyon nokta,
bakın Millî Savunma Bakanlığına 16 milyar 975 milyon, İçişlerine 2 milyar 362,
Emniyet Genel Müdürlüğüne 10 milyar 578 -dikkat edin diğer iki kaleme ama
dikkat edin- Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığına 688 milyon lira. Son on
yılda afetlerde ve depremlerde 1 milyon insanımızı yitirdik, 1 milyon
insanımızı arkadaşlar! Otuz yılda yaşanan çatışmalarda 40 binin üstünde
insanımızı yitirdik. Şimdi, doğal afetlerin kaçınılmaz olduğu ikliminde
Türkiye'nin, depremlerinin, sel baskınlarının, sen - bu Afet ve Acil Durum
Başkanlığı ki Başbakana bağlı- 600 lira göstermelik ve sembolik bir para
ararsan, Van depreminde böyle enkaz altında kalırsın çünkü oraya gidecek
memurun bile olmaz bu parayla. Bu parayla olmaz.
Bakın,
GAP’a ne ayırmışsınız? GAP’a, GAP’a… “GAP” diye durup konuşuyorlar, her
geldiklerinde “GAP, GAP, GAP…” Arkadaşlar, bütçeden ayrılan para 63 milyon lira
-63 milyon 631 bin- yani İşsizlik Fonu’ndan tırtıklamasalar, 1,3 milyar lirayı
oraya koymasalar 9 milyar etmezdi. 9 milyar lirayla dört senede AKP Hükûmeti ne
yaptı biliyor musunuz GAP’ta? Yüzde 16 olan tarım arazisinin sulanma oranı
yüzde 17 oldu; bir puan arttınız. Tebrik ederim sizi efendim, tebrikler,
başarıya da başarı deriz. Allah! Bu vekil şaşkın! Yüzde 1; 16’dan 17’ye
yükseltmişsiniz, olmaz arkadaşlar.
Bakın,
Elektrik Mühendisleri Odası elektrik zamlarıyla ilgili -elektrikle ilgili
rakamlar var, zamla ilgili- diyor ki… Doğal gazdan elektrik üretiyorsunuz;
doğal gaza zam oluyor, elektriğe otomatikman zam oluyor, hadi buyurun. Hem
doğal gazdan vatandaş tırtıklanıyor KDV, ÖTV’yle. Elektriği özel şirketlere
verdiniz hepsini, geliyor bir de oradan vatandaşı soyuyorlar, soğana
çeviriyorlar. Elektrik kaç para biliyor musunuz? Takip ediyor musunuz? Son altı
ay içinde dağıtım şirketlerini özelleştirip verdiğiniz şirketlere neler
verdiğinizi biliyor musunuz? Bilmezsiniz. Bakın, bir rakam çıkarmış Elektrik
Mühendisleri Odası ve bu rakamda -zamanım yok, dökmeyeceğim- 100 lirada 25
liradan sonraki vergileri kalem kalem sayıyor, 75 bilmem ne kadar oranında
vergiyle 20 liranın nasıl 100 lira olduğunu anlatıyor.
Arkadaşlar,
şimdi, hastaneye elektrik lazım, okula lazım, camiye lazım, her şeye lazım ama
bu, maalesef böyle devam ediyor hâlâ. Bakın, doğal gaz zammı da aynı. “Yakın
zamanda doğal gaz, elektrik zammıyla beraber ayarlama yapıldı.” diyor. “Zam”
vardı eskiden, sonra “Otomatik zam” oldu, Hükûmet o kadar uyanık ki zammın
adını “Uyarlama” diye ayarladı. “Uyarlama” diye ayarladı zammın adını. Bu kadar
pişkinlik de hiçbir hükûmette görülmedi arkadaşlar. “Ayarlama” zammın adı
“Ayarlama.”
Şimdi,
bakın, bazı şeyler var, bilim insanlarının bu zamlarla ilgili, kriz sonrası,
akademisyenler, herkes bir isim veriyor “Namert zammı” diyen bile var çünkü
direkt vatandaşı vuruyor, direkt çalışanı vuruyor, direkt emekçiyi vuruyor.
Vaktimiz yok, cari ağı kapamak için yapılan bu oyunlardan kaç milyar kazanılmak
istendiğinin de farkındayız ama şu yeni kriz olayı var: Teşvikler olayı. Bu
krizi fırsata çevirip yeni teşviklere ne diyorsunuz? Allah aşkına, yüzde 5
işveren primini hazineden ödeyip 4,5 milyar lirayı cukka ettiniz, vergilerini
vatandaşın.
Asgari
ücret alan vatandaşa niye bu kıyağı yapmıyorsunuz? Yapmazsınız çünkü siz
patrondan yanasınız, aramızdaki fark bu, onun için birbirimizi anlamak daha
kolay. Siz, sermayeden, iş birlikçi sermaye ve holdinglerden yanasınız; biz,
emekçi halktan, ezilenlerden, çalışanlardan, esnaftan, köylüden, tarımdan yana
olanlardanız.
Sekiz
yıllık özelleştirme gelirini bir senede cukka ettiniz, 50 milyar.
Özelleştirdiğiniz şirketlerin hepsi Türkiye’de TÜPRAŞ gibi vergi rekortmeni
oldu. Böyle kârlı yatırımları yandaşlarınıza satarsınız tabii, satmasını iyi
bilirsiniz ama PTT’ye müşteri bulamazsınız.
Bakın,
teşvik yatırımlarındaki kriz olayına ayrıca girmeyeceğim ama önümüzdeki
günlerin sürprizi bu teşviklere dikkat edin diyorum.
“GAP
yalan.” dedik. Bu GAP’ın… Allah aşkına, GAP, DAP, KOP bunları birleştirip
Kalkınma Bakanlığı yapmışlar. Sonra bir Ekonomi Bakanı var, sonra Maliye Bakanı
var, bir de Maliye Bakan Yardımcısı var, 7 kocalı Hürmüz gibi bakanlıklar,
alın, buyurun. Bu kadar ekonominin başında bu kadar çok bakan olur mu?
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Ali Babacan Bey’i unuttun.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Bu kadar bakan, bu kadar ekonominin başında bu kadar baş
olur mu arkadaşlar, böyle mi yönetilir ekonomi?
İLYAS
ŞEKER (Kocaeli) – Siz gelince düzeltin.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Şimdi bakın, size deminki rakamlar üzerinden bilimsel biraz
tahliller yapalım ama ondan önce şunu söyleyeyim: Elektrik zamlarını
kapatacağım. İnanın, bu elektriği var ya 12 Eylül darbesinde cereyan yemiş
birisi olarak işkencede, Edison’un kemiklerinin nasıl sızlatıldığını bilirim,
şimdi de uygulanıyor işkencede. Bir de elektriğin aydınlanma aracı olarak
insanlık hizmetinde olması gerekmiyor mu? Siz kalkıp bu aydınlanma aracını,
zamlarla, ÖTV’yle, KDV’yle vatandaşı soğana çevirmeye çalışmak için, vatandaşı
sömürmek için, vatandaşın cebindeki kuruşunu almak için kullanıyorsunuz. Bu,
zulüm değil mi arkadaşlar? Vallahi billahi, Edison mezardan kalksa yakanıza
yapışır, partinizin amblemindeki ampulü de patlatır, size de bir tane çakardı.
(BDP ve CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi,
enflasyon bu ay nereye fırladı, haberiniz var değil mi arkadaşlar? Sayın
Elitaş, iş adamı olarak biliyorsun, enflasyon bu ay iki haneli rakamı buldu.
Ben bundan keyif almam ülkem adına, halkım adına, halkımız adına. Tek rakamdan
iki rakama, kriz nedeniyle... Ben bundan asla, hiçbir partili bir milletvekili
almaz ama çıkıp burada kimseyi uyutmayın. İşte, kasım ayı 1,73 arttı, TEFE
9,48, ÜFE 13,67, Hükûmetin hedefi 5,5. Maşallah, maşallah! Çift rakama
gelmişsin, hedef 5,5.
Ya
işte, bu kadar enteresan bakanlar var ki Hükûmette, bu Hükûmetteki bazı
bakanlar, inanın insanı şaşkına çeviriyor. Bakın, bir Avrupa Birliği Bakanı
var. Avrupa Birliği Bakanı “Geçen gün kamyon sürdüm, Leonardo Da Vinci.” diyor.
Şoför kafası, bu kafayla Avrupa Birliğine… Kamyonla Avrupa Birliğine girmeye
çalışan, tırla Avrupa Birliğine girmeye çalışan bir bakan var.
Arkadaşlar,
şimdi “Kopenhag Kriterleri.” diyor “Kopenhag için Şırnak’ta güvenlik lazım.”
Dön biraz da hukuk ver ya, biraz da insan hakları, biraz da demokrasi ver yani Şırnak’ta
insan hakları, hukuk, demokrasi olmasa Ankara’da olur mu? Kopenhag’da mı olacak
ondan sonra? “Hatayı kendimizde aramayın.” diyor. Valla Sadullah, Adalet Bakanı
Hataylı, onda arayın o zaman mı diyeceğiz? Böyle gayriciddi siyasetle Avrupa
Birliğine girilmez arkadaşlar, kamyonla Avrupa Birliğine girilmez. Avrupa
Birliğinin Kopenhag Kriterleri vardır, demokrasi kriteri var, insan hakları,
hukuk, adalet, eşitlik, özgürlük, güvenlik, bunu öğreneceksiniz kamyon
sürmesinden önce.
Şimdi,
döviz kurları üzerinde bir yükseliş var. Diyor ki Hükûmet: “Çok açık, biz
krizden etkilenmedik.” Bu bana hep Elâzığ’da anlatılan bir fıkrayı hatırlatır.
Kabadayı böyle atmış ceketi, gidiyor, tespihi sallıyor. Bir tane araç vuruyor,
düşüyor yere. Korkuyor şoför: “Gelmiş olsun, bir hasar?” Böyle yapıyor, “Tövbe
tövbe!” diyor, ”Bizde hasar yok, sizde varsa ödeyek.” Hükûmet de öyle bir
durumda kardeşim. Yani şimdi ben Hükûmete ne diyeyim? “Krizden etkilenmedik.”
Niye? Senin lira yerinde sayıyor mu? Sayıyor. Dolar ne oldu? Dolar 1.400’den
1.800’e çıktı. E, senin lira yerinde. Peki, euro? 1.900’den 2.045’e çıkmış. E,
lira yerinde. E, şimdi, sen ithalat yapıyorsun. Alırken, bu liraları dolara
çevirirken, o dolarları o kurdan almayacak mısın? O parayı bayılmayacak mısın?
Nasıl etkilemiyor senin ithalatını, ihracatını? Yani bununla da biraz dalga
geçmemek gerekir diye düşünüyoruz.
Gelir
dağılımı çok ayrı bir konu. Ama şunu açık söylemek istiyorum ve samimi olarak
söyleyeceğim duygumu, partimin, arkadaşlarımın görüşü olarak: Dış politikada
sıfır sorundan sırf soruna geçtik. Ya şöyle bir bakın, Yunanistan, Kıbrıs,
Suriye, Irak, İran, Ermenistan… Öbür tarafta da deniz var, Karadeniz’le de
sorun yaşayacak hâlimiz yok ya. Şimdi, Allah aşkına, Suriye’ye ikide bir
Başbakan rest çekiyor. Daha önce Mavi Marmara’da İsrail’e çekti. Ya bu dış
politika böyle yapılmaz. Diplomasinin kuralları var, öyle duygu, his,
romantizm, şu bu araya girmez. Sayın Başbakan, cebinde iki sinek ası, rest
çekiyor. Görürler blöfünü kardeşim, görürler senin! Ama sen zarar görsen sorun
değil, memleket görecek, memleket; biz göreceğiz! Bu bütçe allak bullak olacak,
savaşa dünyanın parası gidecek. Kardeş kardeşi, Suriye’yle kavga edersen
vuracak, İran’la kavga edersen vuracak, Irak’la kavga edersen vuracak. Onun
için, iki sinek asıyla rest çeken poker edasından vazgeçmek lazım.
Bakın,
güvenlik devleti konusunda elimizde öyle rakamlar var ki… Bu Hükûmet, nereden
keşfettiyse, imamlarla, jandarmayla, polisle memleketi yönetmeyi kafaya koymuş.
Bu bütçenin rakamlarına bakın, öyle. Yani imamla yönetecek, jandarmayla
yönetecek, polisle… Niye? Bunlar her köyde var, her yerde varlar ya… Ee? “2
milyon sayı.” Ee? “Vallahi, artıralım yüzde 30.” Ee, silah? “Silah da alalım.”
Ee? Kardeşim, bu ülkeye hiç hukuk lazım değil mi, demokrasi lazım değil mi,
insan hakları lazım değil mi? Yani bunun içinde bütçe yok mu? Allah aşkına, hep
size, hep güvenliğe olur mu; bu halka da biraz bütçe yok mu? Poşu takan
gençleri, bir slogan atan gençleri, hepsini otuz ay içeride tutuyorsunuz. Yarın
Hopa’nın duruşması var. Hopalıya da yapıyorsunuz, Şırnaklıya da yapıyorsunuz,
İzmirliye de yapıyorsunuz, İstanbulluya da yapıyorsunuz.
Ben
size bir şey söyleyeyim mi? Siz bu kafayla 2023 stratejileri çizmeyin. 2013’e,
evvel Allah, siz kendinizi zar zor atarsınız bu kafayla, seçim geliyor. 2013’te
yerel seçim var; Cumhurbaşkanı Gül de kafaya koydu yedi sene, bir de 2014’te
seçim var, bir de oraya görüşeceğiz; bir de arkasından 2015 milletvekili seçimi
var. Vallahi, bu üç hendeği de atlatırsanız, biz de bir daha vekillik yaparsak
namerdiz, istifayı basıp eve gideceğiz!
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Unutma bu sözünü.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Unutma, unutma, bu sözünü unutma.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Yazıyorum buraya.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Bu sözü yazıyor musun?
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Tarih 8 Aralık, unutma.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Ama siz de iktidar olamazsınız benim gibi sözünüzde
durursunuz değil mi?
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Biz yedi hendek atladık, yedi hendek; yedi seçim geçirdik.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bunu unutma, unutma.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Bu sözünü unutma, arkasında dur.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Tamam, peki, peki.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Epeyce eğleneceğiz çünkü bu sözünü tutacağın
zaman.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – 2015’te görüşürüz.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Şimdi bakın, Sayıştayı gizli, dinlemesi gizli, tanığı gizli,
soruşturmacısı gizli, delili gizli, devletin sırları gizli, Hükûmetin kendisi
de gizli gizli yönetiyor ülkeyi. Böyle bir yönetim anlayışı olabilir mi?
Şimdi
en fazla tutuklu nerede? Bakın, ben anlatırsam dersiniz “Hasip Kaplan’dır,
zaten muhaliftir, böyle diyor.” Ben bunu dünya kuruluşlarından okuyacağım:
Terör suçundan en fazla kim hükümlü? Dünyada 35 bin kişi. Ee Türkiye? 11 Eylül
2009 tarihi… 12.089.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Bugün de 23 kişi tutuklandı.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Bugünküleri katmıyorum.
Sonra
Çin 7 binle 2’nci sırada, 1 milyarlık Çin’den önde gidiyoruz. Niye? Ağzını
açanı, rüya göreni, düşüneni, kitap yazanı yazmayanı, makale yazanı yazmayanı herkesi terörist diye içeri
atıyoruz, üç sene sonra mahkemeye çıkıyor. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi
bakın, Şırnak’ta benim bütün belediye başkanlarımı, encümenlerimi hepsini aldı
Başbakan, Hükûmetiyle aldı, hepsi
içeride. Eğer bir dosyada bir olay varsa birinin burnu kanamışsa bir belediye
başkanım, bakın, bir tane yöneticim birine en ufak bir şiddet de uygulamışsa
hesabını vermeye hazırız. Ama o dosyalarda eğer bir çakı yoksa bir olay yoksa
bir mağdur yoksa, bir müşteki yoksa halkımız da bunun hesabını soracak. Bunu
bilesiniz, bu hesap işidir. Gücünüz yeter bugün ama bir yanlış yapıyorsunuz
yanlış, Şırnaklıların hepsini almaya gerek yok gelin beni alın. Bakın burada benden ne
çekiyorsunuz? Gelin beni alın kestirmeden bitirin bu işi demokrasiniz
tamamlansın.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sana da sıra gelecek.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – O da olur, o da olur.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Şimdi bakın, basın özgürlüğünde yine uluslararası sınır
tanımayan gazeteciler Türkiye’yi 122’nci sırada sayıyor dünyada. Sendikalaşma
oranına gelelim, biraz çalışma hayatına
çark edelim. Türkiye OECD rakamlarına göre 34 üye ülke arasında
Türkiye'nin 5,9 oranla sırası… Arkadaşlar, 12 Eylül Kenan Evren darbesi
döneminde bu oran daha yüksekti. İşte sendikacılar sizde de var, bizim partide
de, MHP’de de var. 12 Eylül darbesi döneminde bunun 2 katıydı sendikalaşma
oranı.
Bakın,
eğitim konusu, Sayın Kılıçdaroğlu da açıkladı… Bu rakamlar tabii evrensel,
OECD’nin raporlarında var. Türkiye’de yıllık harcama, öğrenci başına yıllık
1.246 dolar. Gerçek OECD rakamları ne? 8.070 dolar. Hadi buyurun! Çok iyi,
dünyanın 16’ncı ekonomisi ama dikkat ha, aman aman aman, nazar değmesin, 16’ncı
büyük ekonomisiyiz (!) Bu rakam da şaşmasın diye ben biraz gerçekleri…
İLYAS
ŞEKER (Kocaeli) – Sayın Kaplan, 2002’de ne kadar?
HASİP
KAPLAN (Devamla) – İnsani gelişmişlik konusuna gelelim. Bakın, insani
gelişmişlik konusunda Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütünün… 2011 Kasım -yeni,
daha taze- haberlerine göre de Türkiye, raporda, 173 ülke, bölge arasında
85’inci sırada. Vay, vay, vay, 16’ncı büyük ekonomimize bakın (!) Demek ki
sağlıkta, sanatta, siyasette, eğitimde, insanca yaşamada, konuşmada, lokantaya
gitmede, tiyatroya gitmede biz 85 ülkenin gerisindeyiz.
İLYAS
ŞEKER (Kocaeli) – 2002’de ne kadar?
HASİP
KAPLAN (Devamla) – 16 değil 1’inci olsak ekonomide ne yazar yahu? Böyle bir
ekonomi batsın ya, batsın böyle bir ekonomi! Böyle bir bütçe de batsın daha
iyidir!
CEVDET
ERDÖL (Ankara) – Ülke batmasın, hayır, ülke batar mı?
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Bakın, batsın böyle bir politika, ekonomi. Bakın…
CEVDET
ERDÖL (Ankara) – “Ülke batsın.” denir mi Sayın Kaplan?
HASİP
KAPLAN (Devamla) – “Ülke batsın.” demedim ha!
CEVDET
ERDÖL (Ankara) – Öyle dedin.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Sağlık Komisyonu Başkanım, sağlığın yerinde, iyi algıla.
Şimdi,
bakın, cinsiyet eşitsizliği ve kadına şiddet konusunda da Allah var sizin
devriniz rekor kırıyor. Her gün bir kadın sokakta öldürülüyor. Ya, 2 milyon
asker var, 2 milyon polis, asker var, nasıl kadınlar ölüyor sokakta hâlâ açık
açık, bunu da siz düşüneceksiniz.
Bakın,
silahlanma ve devlet şiddeti konusunda Türkiye, 2010-2011 yıllarında resmî
olmayan verilere göre, askerî harcama ve silah alımında dünya sıralamasında ilk
5 ülke içinde. Savaşa mı gidiyoruz arkadaşlar? Nereye? Kırk yıldır içimizde
kardeş kardeşi öldürüyor, yetmedi mi? Biz kendi içimizde barışamadık, kucaklaşamadık.
Öyle bir noktaya gelmişiz ki birbirimize en ufak kelimede tahammül edemez
duruma geldik. Şimdi biz dünyaya savaş açma potansiyeliyle hareket ediyoruz ve
silah alımında 154 devlet arasında İran’dan sonra 17’nci sıradayız. O paraları
çocuklarımıza harcasak, okullar yapsak, hastaneler yapsak.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bırakın silahları o zaman.
HASİP
KAPLAN (Devamla) - Van’da üşüyen çocuklara, o çadırlarda açlıktan, soğuktan
ölen çocuklara ev yapsak, aş yapsak, yuva yapsak, öğretmen yapsak, doktor
yapsak, silah almaktan, bomba almaktan, uçakla bomba yağdırmaktan, insan
öldürmekten daha onurlu, daha şerefli, daha asil bir davranış… (BDP
sıralarından alkışlar)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Kaplan, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Sayın Başbakan… Ben şunu çok açık söyleyeyim:
Tutuklamalarınızı, her şeyinizi biliyoruz. Çok şey var, konuşamadım ama itiraf
edeceğim, bu içimde kalmasın. Bakın, Başbakan diyor ki: Bir çıraklık, bir
kalfalık, bir de ustalık dönemi. Eğer ustalık döneminin bütçesi buysa vay
Türkiye’nin hâline. Sizin birinci döneminiz var ya 2002, mağduriyeti en çok
oynadığınız, mazoşist bir siyaset uyguladığınız dönemdir, çıraklık döneminiz.
İÇİŞLERİ
BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu) - Sen kendini tarif ediyorsun, nasıl dersin
Hükûmete mazoşist!
HASİP
KAPLAN (Devamla) – “Darbeciler” dediniz, “başörtüsü” dediniz, geldiniz. 2007’de
geldik, bu sefer aynı edebiyatla geldiniz, aynı propagandayla geldiniz. Bu
sefer siyasette sadomazoşizm yani hem acı çektirme hem acı alma siyaseti
gelişti. Bu kalfalık dönemi kararsızlıktı. Hangi tarafa meyledelim? Sonra
geldik…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan.
HASİP
KAPLAN (Devamla) - …12 Haziran seçimlerinde yüzde 49 oy alınca sadist siyaset
dönemi başladı, bu da ustalık dönemidir. Bu tehlikelidir, çok tehlikelidir
arkadaşlar, vallahi billahi tehlikelidir. Türkiye iyiye gitmiyor, bu bütçeyle
de iyi gitmez.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Sayın Kaplan, teşekkür ediyorum.
Şimdi
söz sırası, AK PARTİ Grubu adına Mustafa Elitaş, Kayseri Milletvekili.
Buyurun
Sayın Elitaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Biraz
önce burada konuşan arkadaşımızı dinledik. Orada da bir sanatçı arkadaşımız
var. Yönetmen olduğunu öğrendim Sayın Sırrı Süreyya Önder’in.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sataşma var, söz istiyorum!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – İlk çevireceği filmde başrol oyuncusunu buldu, hayırlı
olsun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – “İmaj maker” konusunda yardımlarını alıyorum, onu da
söyleyeyim.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Yani kendi kafasına göre bir senaryo üretmiş. Bu senaryo
içerisinde Türkiye ekonomisini ve Türkiye’yi tanımlamaya çalışırken o hayal
âleminde de o kadar kendisi inanmış ki en sonunda yaptığı işi, açıkçası son
cümlelerini aşırı derecede yadırgadığımı ifade ediyorum. 2002 yılında
Türkiye’yi idare eden, bu milletten aldığı yetkiyle Türkiye Büyük Millet
Meclisinde kurulmuş bir iktidarı “mazoşist” diye ifade edip, arkasından farklı
farklı tanımlamalarla ifade etmek Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine
yakışmayan bir davranıştır. Bu, millete yapılmış bir hakarettir (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) çünkü -Türkiye’de yaşayan herkes- Türkiye’de seçmen olan
herkesin analarının ak sütü gibi helal oylarıyla seçilmiş Parlamentoyu, o
Parlamentonun içerisinden çıkmış -Türkiye Büyük Millet Meclisi- Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetini bu şekilde yani amiyane bir tabirle ifade etmek herhâlde
milletvekili arkadaşlarımıza yakışmaz ama kendisine yakıştırıyor mu bilmiyorum.
Kendi grubunda da bu konuda gülümsemelerin olmadığını gördüm, herhâlde onlar da
bundan rahatsız olmuş olabilirler.
Değerli
milletvekilleri, 2012 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı üzerine AK
PARTİ Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bütçede
emeği geçen, başta Maliye Bakanımız olmak üzere Maliye Bakanlığının
bürokratlarına, tüm bakanlıklarımıza, bakanlıklarımızın bürokratlarına ve uzun
bir süre, bir aya yakın bir süre içerisinde Plan ve Bütçe Komisyonunda
cumartesi, pazar, hafta sonu, gece gündüz yoğun bir mesaiyle, muhalefet olarak
arkadaşlarımızın yaptığı eleştirel katkılarla, AK PARTİ Grubu olarak
milletvekili arkadaşlarımızın bu bütçenin doğruluğuyla ilgili yaptığı
tartışmalar içerisinde sonuçlanmasında emeği geçen Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanımız
başta olmak üzere tüm siyasi parti gruplarına mensup Plan ve Bütçe Komisyonu
üyesi ve komisyon üyesi harici olarak da yine Komisyonda milletvekili olarak
katkılarını sunan değerli arkadaşlarımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Muhakkak
ki muhalefet bu bütçeyle ilgili meseleleri eleştirecek. Onun eleştirileri
yapıcı eleştiri olduğu sürece, düzgün bir anlam ifade ettiği sürece iktidar
tarafından da değerlendirilip belki bu bütçede olmazsa bundan sonraki
bütçelerde de dikkate alınıp Türkiye’yi huzura ve refaha götürecek bütçe yapma
imkânını sağlayacaktır.
Bakınız
değerli arkadaşlar, 2002 yılında 3 Kasım seçimlerinde AK PARTİ iktidara geldiği
dönemdeki bütçe yapısı ile ondan önceki dönemdeki bütçe yapılarını iyi
değerlendirmek gerekir. Türkiye ekonomisindeki ortaya çıkan güzelleşmeleri,
Türkiye’deki huzuru, Türkiye’deki refahı, Türkiye’deki güven ve istikrarı “AK
PARTİ’den önce” ve “AK PARTİ’den sonra” diye tanımlamak gerekir.
AK
PARTİ’den sonra olanlar nedir? Sayın Bakan anlattı ama AK PARTİ’den önce olanları
biz dokuz yıl önce yaşadık. Bunu bir siyasi partiyi eleştirmek adına
söylemiyorum, sadece 57’nci Hükûmet adına yapılanları söylemiyorum, ondan
önceki dönemlerde gelen hükûmetlerin yaptıkları meseleleri de yetmiş dokuz
yıldır, seksen yıldır bu Türkiye'nin bazı kamburları, makûs talihi hâline
getirilmiş, az gelişmiş ülke süreci içerisinde boğdurulmuş ve o sınırın
dışarısına çıkarılmamış bir ülke konumuna getiren kim varsa bunda hep beraber
sorumluluğumuzun var olduğunu düşünüyoruz. Belki biz o dönemde siyasetin içinde
bulunmayabiliriz ama o partileri iktidara getirirken verdiğimiz oylarla bu
ülkede yaşayan 74 milyonun yetmiş dokuz yıllık, yani AK PARTİ öncesi dönemdeki,
süreçteki herkesin sorumluluğu vardır ama ne zaman ki 3 Kasım 2002 tarihinde
milletin ruhuna, milletin gönlüne hitap ederek onlardan aldığı oylarla
birlikte, yine millete hizmet etmeyi kendisine şiar edinmiş bir iktidarın
ülkede var olmasıyla birlikte istikrar, güven, huzur ve refah beraberinde
gelmiştir.
Bakınız,
değerli arkadaşlar, biraz önceki konuşan Sayın Konuşmacı Millî Savunma
Bakanlığına ayrılan bütçeyle, emniyet teşkilatına ayrılan bütçeyle bu
bütçelerden ne kadar silah alındığını ve bu silahların ne olduğuyla ilgili
ifadelerde bulundu.
İlk
defa cumhuriyet döneminde, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından hazırlanan
bütçelerde Millî Eğitim Bakanlığı bütçeleri birinci sıraya yerleşmiştir. Ondan
önceki dönemlerde Millî Savunma Bakanlığının, Türk Silahlı Kuvvetlerinin
bütçeleri hep ön sıradadır, hatta bazı dönemlerde bütçenin üçte 1’e yakın
kısmının Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Millî Savunma Bakanlığının bütçesi
olduğunu görürüz.
Şimdi,
soruyor yine Sayın Bakana, diyor ki: “Siz bu bütçe içerisindeki kaynaklardan ne
kadarını Kandil’e bomba atarak kullanıyorsunuz?”
Senin
savunduğun, bu ülkenin huzuruna, bekasına, geleceğine kastetmiş...
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Rakamı açıkla.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - ...bu ülkenin birliğini, beraberliğini yok etmek için gayret
gösteren...
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Bu bütçeyi açıklamamanın gerekçesi olamaz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - ...çalışan teröristleri savunuyorsun. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Biz
terörü durdurmak için, bu ülkenin 74 milyon insanı...
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Bütçeyi açıklamamanın gerekçesi olamaz ama. Bütçeyi
açıklayacaksın.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - ...teröristle mücadele etmek için bütün gayretini hep
beraber yapacaktır ve terörü durdurmak için...
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – O bahaneyle de başka yere götürmeyeceksin malı.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - ...bütün muhalefet partileriyle birlikte, seçilmiş bütün
milletvekilleriyle birlikte...
HASİP
KAPLAN (Şırnak) –Yani böyle bir gerekçe olur mu?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - ...terörü durdurmak için ne yapmamız gerekiyorsa onları da
yapmak bizim en önemli meselelerimizden birisidir. Terörle mücadele...
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) - Kandil’e gönder, Kandil’e, Suriye’ye değil.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Senin yapman gereken şu olabilir: Silahlar sussun, doğru.
Mademki Kandil’le bu kadar yakın ilişkin var, onlara söyle, de ki: Sustur şu
silahları, yeter artık kardeş kanına girdiğin.” diye bunları ifade et...
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Siz daha çok yakın temas görüşüyorsunuz, onun için siz yapın!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - ...varsa cesaretin ama bu cesareti bulamıyorsun. Kandil’den
aldığın talimatla, KCK’dan aldığın talimatla gelip burada...
SIRRI
SAKIK (Muş) – Doğru konuş ya, ayıp sana be!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - ...Türkiye'nin barışına ve huzuruna katkı sağlamıyorsun.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Yakın temasla on iki mektup taşıdınız, bari siz yapsaydınız!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Türkiye'nin huzursuzluğunu katbekat üstüne doğru
getiriyorsun.
Değerli
milletvekilleri, bu yaptığımız bütçeler, 2002 yılı öncesi bütçeler, hatırlayın
bir Allah aşkına, en önemli sorunlarımızdan birisi devlet memurlarının maaşlarını
nasıl tahsil edeceği, hak ettiği haklarını hangi bankadan sabah namazında
kuyruklara girerek alabilecekleri çilesiyle geçerdi. AK PARTİ iktidarlarından
önceki dönemlerde vatandaş tüp gaz kuyruğundaydı, vatandaş telefon sırasına
kaydolma kuyruğundaydı, vatandaş emekli maaşlarını alabilme kuyruğundaydı,
akrabalıkların oluştuğu dönemleri yaşadı. Yine 2002 yılı öncesinde, AK PARTİ
İktidarı öncesindeki dönemlerde…
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Elitaş, 2011’i konuş Sayın Elitaş!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – …vatandaş sağlığını taneye bağlamıştı. İlaç alırken bütçe
yetmediğinden dolayı tane tane ilaçları alarak ancak bu imkânlarla
sağlayabilirdi. Bakın, o dönemin bakanlarından birisinin ifadesini sizlerle
paylaşmak istiyorum.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – O dönemde Necmettin Erbakan başbakandı, kendi hocanıza laf
ediyorsunuz.
MUSA
ÇAM (İzmir) – Hocanın kemiklerini sızlatıyorsun!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Aynen okuyorum: 15/7/1999 günü dönemin Çalışma Bakanı Sayın
Yaşar Okuyan Mecliste yaptığı bir konuşmada “Sisteme müdahale edilmezse azami
beş yıl sonra emeklilere maaş ödeyemeyecek duruma gelinecektir. Emekli maaşları
yüreğimizi parçalıyor. Bu sistem en fazla beş yıl sonra bu gülünç rakamları da
veremeyecek duruma gelecektir.” Neyi söylüyor? Sosyal Güvenlik Kurumunun,
SSK’nın içinde bulunduğu durumu ifade etmeye çalışıyor.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Şu an çok daha kötü.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Yine devam ediyor, diyor ki Sayın Yaşar Okuyan 27 Mayıs 2002
tarihindeki Antalya’daki yaptığı bir konuşmada: “SSK’nın iflas derecesine
gelmesinde en büyük etken geçmiş hükûmetlerin SSK’yı babalarının çiftliği gibi
görmüş olmalarıdır. Şu anda SSK emeklilerinin maaşlarını ve ilaç paralarını
ödeyememekteyiz, bunları hazineden aldığımız paralarla ödeyebilmekteyiz.”
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Şu an çok daha kötü.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Bakın değerli arkadaşlar, vatandaşın, bu ülkedeki yaşayan
insanların sağlığını iyi bir şekilde takip etmekle sorumlu olan SSK’nın içinde
bulunduğu pozisyonu o dönemin bakanı açık ve net bir şekilde ifade ediyor.
Yine
Sayın Ercan Kumcu 1 Ağustos 2002 tarihindeki bir yazısında diyor ki: “Bu
kuruluşlar yakın bir gelecekte emeklisine hiç yardım yapamayacak hâle
gelecektir. Emeklisine maaş veremeyen devlet emeklisini daha da aç bırakan bir
devlet hâline dönüşeceği kaçınılmaz bir noktaya gelecektir.”
Şimdi,
değerli arkadaşlar, AK PARTİ’den önceki dönem, yetmiş dokuz yıllık süre
içerisindeki yaşanan ve üst üste birikmiş kamburları telafi etmek için, bu
kamburları teker teker yok edebilmek için Sayın Genel Başkanımız, Başbakanımız,
Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde, bu hükûmetler, Türkiye’yi huzura ve
refaha, gelişmiş ülkeler seviyesinde önemli bir noktaya çıkarmakta gayret
gösteriyorlar.
2002
tarihinden önceki dönemde 26’ncı büyük ekonomi olan Türkiye ekonomisi, 2011
yılında dünyanın 16’ncı büyük ekonomisi hâline gelmiş. İnşallah, 2023
hedefimizde Türkiye ekonomisinin gelişmiş 10 ülke içerisinde bulunacağını ifade
ediyorum çünkü yaptığımız planlar, yaptığımız programlar, hedeflerimiz o
çerçevede.
Biraz
önce Sayın Kılıçdaroğlu burada konuşurken dedi ki: “Ben 2023’le ilgili
konuşmuyorum, 2023’le ilgili değerlendirme yapmak istemiyorum. 2011’i
değerlendireceğim.” Ben de Sayın Genel Başkana şunu tavsiye ediyorum: Ne olur,
ufkunuzu geniş tutun…
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Sen kendi haddini bil, sen öyle bir tavsiyede
bulunamazsın. Sen kendi grubuna konuş, sen bunu söyleyemezsin. Haddini bil!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – …vizyonunuzu ileriye doğru dönük tutun, eğer vizyonunuzu
geniş tutarsanız, ufkunuzu açık tutarsanız bu millet size iktidara gelmek için
oy verebilir ama siz sadece Hükûmeti eleştirmek bazlı yaptığınız sözlerle…
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Söylediğin her şey yanlış sosyal güvenlikten bilmem neye
kadar.
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – …vizyonunuzu küçük anlamda tutarsanız… Sadece geçmişe
yönelerek değil gelecekle ilgili bir ufuk çizgisini önüne koyarsanız işte, o
zaman bu millet size iktidar yolunu açabilir.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – “Hedef” askerî bir terimdir, yok edilmek için kullanılır o.
“Hedef 2023” demek, “Yok edeceğiz 2023’te” demek. Askerî bir tanım
kullanıyorsunuz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Bir öz eleştiri yapmanız gerekir. Siz 1950’den sonra niye
tek başına iktidara gelmediniz? Bunun öz eleştirisini yapmanız gerekir. Tek parti iktidarı döneminde…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Anlıyorum ben seni.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Ben sana hitap etmiyorum. Sayın Genel Başkanla biz burada
diyalog kuruyoruz.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Ama yanlış konuşuyorsun, verdiğin rakamlar hatalı.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Genel Başkan bu konuyla ilgili bir şey varsa biraz
sonra gelir, Sayın Elitaş bana sataşmadan diye söylemiştir.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sen genel başkan değilsin ki Genel Başkana konuşuyorsun, sen
grup başkan vekiline konuşursun ancak.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Peki, Sayın Genel Başkan da der ki, Sayın İnce, Sayın Genel
Başkan eğer gerek duyarsa sizin kulağınıza der ki…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Başbakan gelsin, Başbakan konuşsun.
BAŞKAN
– Sayın İnce lütfen, lütfen Sayın İnce…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – …Sayın İnce, siz Sayın Elitaş’a grup başkan vekili olarak
cevap verirsiniz diye söyler.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Senin haddine mi düşmüş Genel Başkana cevap vermek? Sen ancak
grup başkan vekiline cevap verirsin. Başbakan cevap verir.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Bak, Sayın Genel Başkan sana bile bakmıyor, bu senin
yaptığın hareketleri Sayın Genel Başkan değerlemeye bile tabi tutmuyor. Lütfen,
lütfen Sayın İnce, bırakın ben konuşmalarıma devam edeyim.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Sen kendi konuşmanı yap!
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Grup başkan vekiline cevap verebilirsin ancak, Genel Başkana
cevap veremezsin! Senin ayarında ben varım!
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen hatibe müdahale etmeyin.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Şimdi, bu kürsüde kimin kime cevap vereceğini, bu kürsüde
nasıl konuşulacağıyla ilgili, sistem içerisinde, İç Tüzük’e sadık kalarak,
kişilik haklarıyla oynamadığımız sürece, şahsiyetlere hitap etmediğimiz sürece,
hakaret etmediğimiz sürece her şeyi ifade edebiliriz.
Ben,
burada Sayın Genel Başkanın bir cümlesinden alarak diyorum ki, Sayın Genel
Başkan, siz de 2011 seçimlerine giderken, 2023 vizyonunu ortaya koymuştunuz. AK
PARTİ İktidarının kopyasını çekerek, AK PARTİ İktidarının ortaya koyduğu
programlar çerçevesinde, Haziran 2011 seçimlerinde 2023 vizyonunu ortaya
koymuştunuz. O vizyonların hepsinin içi boş muydu Allah aşkına? Onları
dolduramamış mıydınız?
İşte,
o anlamda diyorum ki, biz, 2023 vizyonu içerisinde, bugüne kadarki yaptığımız
işlemler, bugüne kadarki yaptığımız politikalar çerçevesinde, 2023 vizyonunda
Adalet ve Kalkınma Partisinin İktidarı içerisinde, dünyanın en büyük 10
ekonomisi içerisinde yer alacağımızı iddia ediyoruz. İşte, biz de size diyoruz
ki iddialı olun diyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Ya, 87’de 16’ydık, şimdi 17’yiz, çok daha kötü! Kimi
kandırıyorsunuz! Neyi kandırıyorsunuz! Aptal mı sanıyorsun bizi! 87’de çok daha
iyiydik biz! Kimi kandırıyorsun?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Ben sizi aptal falan zannetmiyorum Değerli Milletvekilim.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Bil konuş, bilmeden konuşma! Sen bizi cahil mi sandın
kendin gibi!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Değerli Milletvekilim, ben sizi aptal olarak değerlendirme
mükellefiyetinde değilim, ama siz kendinizi nasıl görürsünüz, bilmiyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Ya, söylediğin doğru değil! 87 sırasına bak!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Ama şunu diyorum. Şunu diyorum. Ben diyorum ki bu milletin
seçtiği her milletvekili, bu millete yakışan bir şekildedir diye ifade
ediyorum.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Söylediklerin yanlış, sadece cahiller alkışlar, sen bizi
onlarla karıştırma!
BAŞKAN
– Sayın Erdoğdu, lütfen… Sayın Erdoğdu…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bakınız, AK PARTİ İktidarından önce
satın alma gücü paritelerine göre, satın alma gücü değerlerine göre
vatandaşımızın içinde bulunduğu pozisyonu ifade etmek istiyorum. Asgari ücret
2002 yılında 184 lira olabilir, 2011 yılında asgari ücret 650 lira olabilir,
ama bu asgari ücretle alınıp insanların mutluluğuna, refahına ne gibi katkılar
sağlamış, onu değerlendirebilmek gerekir.
Bakın,
2002 yılının Aralık ayında en düşük emekli aylığı alan bir vatandaşımız 174
kilogram pirinç alabilirken, bugün 215 kilogram pirinç alabilir hâle gelmiş.
2002 yılının Aralık ayında en düşük emekli aylığı alan bir memurumuz 370
kilogram ekmek alabilirken, 438 kilogram ekmek alabilir hâle gelmiş.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Dünyanın hangi ülkesinde 5,6’lık depremde 40 kişi öldü Sayın
Elitaş?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Yine 2002 yılında 2.803 kilogram peynir alabilirken, bugün
3.438 kilogram peynir alabilir hâle gelmiş.
Bakınız,
2003 yılında, 2002 yılının Aralık ayında en düşük emekli maaşı ile ücret alan,
emekli aylığı alan bir değerli kardeşimiz bu maaşıyla 2.345 kilovat elektrik
tüketebilirken, bugün, çok yüksek olduğunu ifade ettiğimiz süreç içerisinde
3.688 kilovat elektrik tüketebilmektedir.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Ne kadar kira ödüyor? Bir de onu hesaplar mısınız?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Bakın değerli arkadaşlar, 2002 yılında bir emekli memur
ancak iki aylık, iki buçuk aylık maaşıyla bir buzdolabı satın alabilirken…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Kira bedelini açıklar mısınız?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - … bugün en düşük emekli maaşıyla çalışan bir memur…
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – 2002 yılı için bakıyorsan, başta kendi partine bak. Kendi
Hoca Efendi’ne hakaret ediyorsun sen.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - …emekli aylığı alan bir memur bir aylık maaşıyla buzdolabı
alabilir hâle gelmiş.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – 95’ten beri Necmettin Erbakan’la birlikte yönettiler bu
ülkeyi. Sanki biz yönettik 2002’de.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Yine 2002 yılında bir emekli memur iki buçuk aylık maaşıyla
çamaşır makinesi alabilirken, bugün 28 günlük maaşıyla çamaşır makinesi
alabilir hâle gelmiş.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Sen Anavatan Partisinden değil misin? 2002 yılına Anavatan
Partisi getirmedi mi?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Değerli milletvekili arkadaşlarım, bunu niye söylüyorum?
Bunu sizin anlayabilmeniz için söylüyorum. Siz anlayamıyorsunuz. Haa, bizi
millet anlıyor.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Sen anla. Sen Anavatan Partiliydin.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Sen anlayamadığın için zaten problem çıkıyor.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Sen anlamıyorsun. Sen yalan söylüyorsun.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Bunu bizim millet anlıyor. Bunu nasıl anlıyor?
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Bu hâle getiren senin Anavatan Partindi.
BAŞKAN
– Sayın Erdoğdu…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Yüzde 34 oy aldığımız 2002 seçimlerinde “Beni bu hâle
getiren, yetmiş dokuz yıldır sırtımdaki kamburları almayıp, kambur üstüne
kambur yükleyen iktidarlardan bıktım, onları bir tarafa attım, ben AK PARTİ
İktidarını istiyorum.” dedi ve 2002 yılında AK PARTİ’yi iktidara getirdi.
Arkasından, 2004 yılında tekrar bir seçim oldu, fazla bir zaman geçmedi. Yine
burada muhalefetin acımasız eleştirileri karşısında, kantarın topuzunu kaçıran,
hiç de gerçek olmayan iddiaları karşısında 2004 yılı Mahallî İdareler seçimine
geçtik. 2004 yılı Mahallî İdareler seçiminde yine çok büyük bir başarıyla bu
millet, bizi çok iyi anlayan, bizi çok yakından tanıyan ve bilen millet AK
PARTİ’ye tekrar dedi ki: “Sen genel idarede bu kadar başarılısın. Zaten
geçmişte de yerel yönetimlerde başarını tasdik etmiştin. Ben tekrar sana bu
tasdiki veriyorum. 2004 yılından itibaren beş yıllık süreyle de mahallî
idarelerde sen bizi idare et.” diye yetkiyi verdi. Arkasından bir seçim daha yaptık.
Neydi o seçim? 2007 seçimleriydi.
TUFAN
KÖSE (Çorum) – Masal anlatma!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - 2007 seçimlerine gitmeden önce cumhurbaşkanını seçememişti
bu Parlamento. Biraz önce, siyasi parti grupları adaletten yakınırken, yargının
yandaşlığından yakınırken “Yargı yandaş; şöyledir böyledir.” diye ifade
ederken, Anayasa’nın 102’nci maddesi net olarak ifade ederken 367 garabetini
Anayasa Mahkemesine götüren zihniyetle karşı karşıyayız. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Siz, milletin seçtiği iradeyi ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sında bizden
önceki dönemlerde konulmuş ve ondan önceki dönemlerde seçilmiş
cumhurbaşkanlarının seçildiği usul ve esaslar çerçevesinde seçilmesine engel
olmaya çalışıp ve hatta üç tane kapıya üç tane grup başkan vekilini nöbetçi
dikerek, Parlamento içerisine, Genel Kurul içerisine girmesini engellemeye
çalıştığınız günleri herhâlde unutmazsınız diye düşünüyorum.
Bakın
değerli arkadaşlar, yargıyı şu anda “militarize” diye ifade etmeye çalışan
“Militan bir yargı.” diye ifade etmeye çalıştığınız süreçte bu 367 garabetiyle
ilgili ve Adalet ve Kalkınma Partisinin 2007 seçimlerinden sonra, halktan
aldığı yüzde 47’lik destekten sonra aldığı kapatma davasından ve emekli
olduktan sonra sizin de başucu kitabı olarak koyduğunuz “Militan Demokrasi”
kitabını nereye koymanız gerekir? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Yargının
yaptığı eylemleri, yargının bağımsızlaşmasını, yargının tarafsızlaşmasıyla
ilgili 12 Eylül darbe Anayasası döneminde yapılan ve hepimizin de kabul
etmediği, elimizin tersiyle ittiği “Bu Anayasa değiştirilmelidir.” diye
söylediği ve bizden önceki iktidarların bize gelene kadar süre içerisinde çokça
Anayasa’yı değiştirdiği süreçte, 1982 darbe Anayasası’nı elimizin tersiyle
itecek 2010 yılı 12 Eylül Anayasası’nı, halkın anayasasını çıkarmamak için
elinizden gelen gayreti gösterdiniz. Şimdi de -ha, mutlulukla ifade ediyor,
sevinerek söylüyorum- diyorum ki: Şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir
komisyon kuruldu, Uzlaşma Komisyonu kuruldu. Niye kuruldu? Çünkü, 2011 yılında
aldığımız yetki çerçevesinde, milletin bize verdiği mesaj doğrultusunda, dedi
ki vatandaşlarımız, seçmenlerimiz, Türk milleti: “2012 yılında, benim sana
verdiğim yetki çerçevesinde, 1982 darbe Anayasası’nı değiştirmekle
görevlendiriyorum. Bu görevinizi yerine getireceksiniz.” ve tüm siyasi partiler,
umuyorum, diliyorum ve öyle olduğuna inanıyorum, o mesajı doğru şekilde
algıladılar ve Meclis Başkanımızın Başkanlığında Anayasa Uzlaşma Komisyonunu
kurdular. İnşallah, diliyorum, 2012 yılında…
SIRRI
SAKIK (Muş) – Peki, Siyasi Partiler Yasası’nı ve Seçim Kanunu’nu niye
değiştirmiyorsunuz? Yüzde 10, Kenan Evren yasaları değil mi?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - …2012 yılında, bu Anayasa’yı değiştirmek 24’üncü Dönem
Parlamentosunun en önemli icraatlarından, demokrasiye yaptığı en büyük
katkılarından biri olacaktır diye inanıyorum. Bu şeref madalyasını, hep
beraber, 2011 yılındaki yapılan seçimlerde seçilmiş milletvekillerinin
göğüslerine takacağını ve evlatlarına, ondan sonraki geleceklerine, saygıyla
yâd edecekleri bir hatıra bırakacaklarına inanıyorum. İnşallah bu dileğimiz,
Komisyon üyesi arkadaşlarımızın samimi çalışmaları çerçevesinde bu şekilde
devam edecektir diye düşünüyorum.
Bakınız
değerli milletvekilleri, 2002 yılında, iktidara geldiğimiz dönemde yaptığımız
bütçe farklı bir bütçeydi çünkü 2002 yılının süreci içerisindeki bütçeyi
yaparken, Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu sıkıntıları dikkate alarak,
dünyanın Türkiye’ye bakışını, algısını iyi okuyarak o çerçevede bir bütçe
yapmaya çalıştık. Yani, 2002 yılına gelene kadar süre içerisindeki yapılan tüm
bütçeler, esnekliği az olan bütçelerdi. Ufacık bir rüzgârla, kelebek etkisi, kelebek
kanatlarının ortaya çıkardığı rüzgâr etkisiyle bütçemizin dengesinin bozulduğu
bir süreci yaşadık. Az önce söyledim, ilaç taneyle veriliyordu ki SSK’nın bütçe
açıklarını, aktüeryal dengesinin bozulmasını engellemek adına, taneyle ilaçlar
veriliyordu ama sıradan, ilaçları almaya veya doktorun size bakma sırasından,
bu sağlık hizmetlerinden faydalanmaya imkân bulamazdınız, insanların ömrü ya
maaş kuyruğunda geçerdi ya SSK’da doktor kuyruğunda geçerdi ya da eczanede ilaç
kuyruğunda geçerdi. 2002 yılındaki yaptığımız bütçeyle birlikte geçmişteki
kırılganlığı ortadan kaldırabilmek için, bu kırılganlığı azaltabilmek için
yaptığımız bütçe ve dünyadaki bütün piyasa algılayıcıları tarafından okunarak,
iyi okunarak Türkiye’deki güven ve istikrarın sağlanacağını, milletin içinden
çıkmış Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarına yetkiyi vermesiyle birlikte, bu
imkânları, bu kaynakları iyi değerlendirecek hem iç dünyada hem Türkiye'nin
içindeki hem de dış âlemdeki bu konuyla ilgili kişilerin Türkiye’ye
bakışlarının değişmesiyle birlikte Türkiye ekonomisi 2004’ten itibaren
raylarına girmeye başladı.
Bakın,
değerli arkadaşlar, yetmiş dokuz yılda bu ülkede 334 bin derslik yapıldı,
yetmiş dokuz yıllık cumhuriyet tarihi döneminde, Türkiye Cumhuriyeti tarihi
döneminde 334 bin derslik yapıldı ama dokuz yıllık AK PARTİ İktidarı döneminde
169 bin derslik yapıldı; işte fark bu, fark bu.
MUSA
ÇAM (İzmir) – Senin ANAP döneminde de öyle değil mi?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Bırak sen ANAP’ı manapı. Ben, rahmetli Özal zamanında ANAP’ın
içindeydim ve o dönemde bulunduğumla da gurur duyuyorum, geçmişimle de ilgili
hiçbir eziyetim, sıkıntım yok. Sayın Genel Başkanın Demokratik Sol Partiden,
ona sor ne olacağını, beni o taraflara götürme. Bırak bu işleri, ne
söyleyeceğini.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Ne ilgisi var ya?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Aslanoğlu, ne yapacaklarını, bırak bu… Ben, Anavatan
Partisinin rahmetli Özal’la birlikte yaptığı süreçte bulundum, belediye başkanı
adayı oldum, il yönetim kurulu üyesi oldum ve onunla da gurur duyuyorum, onur
duyuyorum. Ne zamanki rahmetli Sayın Özal on gitti, Cumhurbaşkanı oldu, o
zamanki Genel Başkan “Bütün siyasi partilerin, dört eğilimin partisi
kurulmuştur, her parti…” diye yerine gönderdikten sonra biz de yerimizi bulduk.
O zaman, AK PARTİ vardı da girmedik mi? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) AK
PARTİ o zaman kurulsaydı biz Anavatan Partisinde değil, AK PARTİ’de olurduk.
SIRRI
SAKIK (Muş) – İktidara oynuyorsun.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Oradan “İktidara oynuyorsun.” diyen arkadaşa ben söyleyeyim,
benim Refah Partisine girdiğim dönem 28 Şubat öncesidir. Herkesin fareler gibi
kaçtığı, çil tavuk gibi dağıldığı dönemde ben Refah Partisine girdim Sayın
Sakık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Cesaretle girdim. Niye girdim biliyor
musunuz? Türkiye’de millet iradesine karşı durulmakla, milletin verdiği iradeye
birilerinin egemen güçler vasıtasıyla, dipçikle, namluyla korkuttuğu dönemde
ben korkmadım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AHMET
YENİ (Samsun) – Bravo Başkan!
SIRRI
SAKIK (Muş) – O zaman bize niye saldırıyorsun?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Çünkü “Benim geleceğimle ilgili, benim yavrularımla ilgili
geleceği tayin emek dipçikle değildir, demokrasiyle olur.” dedim. “Egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir.” diye ifadeye… (CHP ve BDP sıralarından
gürültüler)
SIRRI
SAKIK (Muş) – Bize anlatma! Ateş çemberinden geliyoruz biz.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – 114 sene hapis yatmış…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Başkan, Sayın Sakık ve Sayın Önder sataşmasın.
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen ama…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Önder sataşıyor bana, sataşmasın.
BAŞKAN
– Söz atmayınız lütfen yerinizden.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Ateş çemberinden geliyoruz biz.
BAŞKAN
– Lütfen… Sayın milletvekilleri, oturur musunuz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Elitaş, cesaretle girmişsin, inanarak girmedin.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – 114 yıl hapis yatmış…
BAŞKAN
– Sayın Önder, lütfen oturun.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Elitaş, niye cesaretle girdin? İnsan inanarak girer bir
partiye. Ben CHP’ye inanarak girdim, cesaretle girmedim.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Bakın, değerli milletvekilleri, 28 Şubat döneminde yargı
mensuplarının otobüsle Çevik Bir Paşanın karşısında esas duruşa gelip “Dikkat!”
diye ayağa kaldıran dönemi alkışladınız. Bunları unutmayın, bunları unutmayın!
(AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
28
Şubat döneminde partilerin kapatma süreci içerisinde, o dönemdeki yargı
mensuplarını ikna odalarına alıp onları farklı yöntemlerle ikna ettikleri
dönemleri alkışladınız.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Hac organizasyonu yapıyor şimdi, size danışmanlık
yapıyor şimdi.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – 14 Mart 2008 tarihinde milletten yüzde 47 oy almış bir
siyasi partinin kapatılmasında -günlerden Cuma, saat 16.35- Başsavcıya
soruyorlar, “Niye kapatma davasını Cuma günü 16.35’te açtınız?” deyince,
“Piyasalar kapansın ondan sonra.” Çünkü piyasalar kapanmadan eğer bunu açarsa
Türkiye ekonomisinin gireceği krizin ne olacağını çok iyi biliyor. Nitekim, o
günkü faiz oranları yüzde 16’dan yüzde 21’e fırladı. Türk ekonomisinin faiz
oranlarının 1 puan artmasının hangi noktaya geldiğini, herhâlde içimizde
ekonomist arkadaşlar, tüm siyasi partilerden olan arkadaşlar…
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Elitaş, şimdi otomatik olarak artıyor, otomatik olarak.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Haydar Bey, Allah aşkına, Allah aşkına yeter! Otur sen, otur
Allah aşkına, otur!
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Otomatik olarak… Onu da bil, öyle söyle!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Bak, burada konuşacak arkadaşların var. Yani, bak burada
arkadaşlarımız…
Sayın
Aslanoğlu, sayın konuşmacıya bir şeyi düzeltmek için yaptığı ifadede “Grup
Başkan Vekili Sayın Aydın, arkadaşımız laf atıyor.” dedi. Sayın Aslanoğlu,
lütfen sizi göreve davet ediyorum.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Buyurun.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Haydar Beye söyleyin, artık bizim konuşmamıza müdahale
etmesin.
BAŞKAN
– Sayın Elitaş, lütfen Genel Kurula hitap edin.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Başkanım, beni uyarana kadar, benim sözümü…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bence, Elitaş o filmde sen de başrol yardımcısı olabilirsin.
BAŞKAN
– Uyarıyorum efendim uyarıyorum.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Teşekkür ederim.
BAŞKAN
– Ama konuşmanızı çok sevdikleri için cevap veriyorlar.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Sayın İnce’yi de uyarın Sayın Başkanım.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bence sen de rol alabilirsin o filmde.
BAŞKAN
– Sayın İnce lütfen…
Uyardım
efendim.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Başkanım, Sayın İnce, ince ince laf atıyor.
Bakın
değerli arkadaşlar, bu kaynak nereden bulundu? 2002 yılında Türkiye borç batağı
içerisinde, Türkiye faiz batağı içerisindeydi. Faiz batağı nereden? Güven
olmazsa, istikrar olmazsa, verdiğini geri alamayacağı kaygısı olursa bu
rakamlar yüksek noktalara doğru çıkar. Türkiye, dünyadaki en yüksek borçlanan
ülkeydi.
Bakın
değerli arkadaşlarım, 2001 yılında kendi içimizden ortaya çıkan kriz süreci
içerisinde, 2001 yılında toplanan vergilerin tamamı faiz giderlerini ödemeye
yetmiyordu, üste 3 lira daha borç para bulmamız gerekiyordu. Kimden? Ya iç
âlemden ya dış âlemden. Yani, faiz giderleri 103 lira, bütçenin vergi gelirleri
100 lira. Bu kaynağı bulamayan bir noktadaydı. 2002 yılında Türkiye, bütçesinde
yüzde 84 civarında faiz ödemelerine ayırmaya başladı. Şu anda bütçe
içerisindeki faiz giderlerimizin oranı yüzde 5 civarında.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Niye arkaya bakıyorsun, bilmiyor musunuz Elitaş,
arkaya bakıp onay istiyorsun?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Size bakayım üstat, peki size bakayım.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Elitaş, 2011’e gel 2011’e, 2002’yi bırak
artık.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Bakın değerli milletvekilleri, gayrisafi yurt içi hasıla
içerisindeki faiz giderlerinin çok yüksek olması bu memleketin belini
büküyordu.
Yine,
Sayın Genel Başkan Kılıçdaroğlu burada borçlarla ilgili bir meseleyi gündeme
getirdi. Tahmin ediyorum yanlış hesaplamadan kaynaklanan bir konuyu ifade etti.
“Kişi başına borcu 1.790 dolar” söylediniz diye hatırlıyorum. Ama siz, eskale
edilmiş, yeni hesaplara döndürülmüş 231 milyar dolarlık gayrisafi yurt içi
hasılada borçları orantılarsanız ve onu da eskale edip kişi başına gelire
böldüğünüz takdirde 1.790 dolar değil, 2.300 dolar kişi başına borcun 2002
yılında olduğunu görürsünüz diye tahmin ediyorum.
Bakın
değerli arkadaşlar, 2002 yılında kişi başına gelirimiz 3.431 dolar, yeni
rakamlarla hesaplanmış kişi başına gelirimiz 3.431 dolar, o zamanki kişi başına
borcumuz 2.300 dolar. Şu anda en son rakamlar, tahminî rakamlara göre kişi
başına gelirimiz 10.313 dolar, kişi başına borcumuz 3 bin dolar. Borçlarla
ilgili kamu net borç stok konusunu da söylüyorum Sayın Hamzaçebi, bu konuyu.
Bakın
değerli arkadaşlar, borçlarla ilgili insanlarımız… Gayrisafi yurt içi hasıla
nedir? Bir ülkede bir yıl içerisinde ortaya çıkarılan katma değerdir; işçinin
maaşı, memurun maaşı, işletmecinin kârı neyse bu artı değerlerdir. Bu
değerlerin kişi başına bölünmesiyle kişi başına gelir bulunur. Bunun ancak
3.431 dolardan 2.300 doları borç yani yüzde 70’e, yüzde 84’e yakın. Yüzde 73’lük
kısmı borca gitmiş ama AK PARTİ iktidarı döneminde kişi başına gelirle
gayrisafi yurt içi hasıla arasında büyük bir oran var, büyük bir farklılaşma
ortaya çıkmış. Gayrisafi millî hasılanın, yurt içi hasılanın ancak yüzde 28’i
borç noktasına gelmiş.
Bakın
değerli arkadaşlar, biraz önce yine Sayın Genel Başkan bir konuyla ilgili
meseleyi gündeme getirdi, Sayın İnce’nin seçim dönemindeki yaptığı bir
konuşmadan yapılan tutanakla ilgili. Ben de bu tutanağı incelettim, istettim ve
inceledim. Hakkında inceleme yapılan kişi Muharrem İnce, Cumhuriyet Halk
Partisi Yalova Milletvekili.
“Muhabere
evrakı incelendi.” Pamukova Cumhuriyet Başsavcılığı Kabahat Bürosunun metni.
“Pamukova İlçe Emniyet Müdürlüğü ve Pamukova Kaymakamlığının Cumhuriyet
Başsavcılığımıza yapmış olduğu müracaatla ve tutulan 25/5/2011 tarihli
tutanakta…” Tırnak içine almış ve orada da “Çevrede toplanan halka iktidarın
icraatlarını eleştirmek suretiyle mikrofonda propaganda yaptığı, bu propaganda
sırasında meydanda minibüslerin trafiği olumsuz yönde etkilediği, trafik
akışını engellediği, konuşmacı olarak sadece milletvekili adayı Muharrem
İnce’nin konuşma yaptığı, ilçe teşkilatı ya da diğer iktidarı eleştirir
nitelikte olduğu tespit edilmiştir.”
Bunu,
polis veya oradaki görevli kimse, tutanağı tutan kişi bu.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – İktidarı eleştirmek suç mu?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Bakın, yapılan…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Suç mu iktidarı eleştirmek?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Açıkça söylüyorum Sayın İnce.
Oradaki
polis, işgüzarlık yapmış ama buradaki…
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Savcı ne yapmış?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bak, bak, bugün bir saat önce Cemil Çiçek bana gönderdi bunu.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Sayın İnce, müsaade et.
Sayın
Başkan, Sayın İnce zamanımdan çok çalıyor.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bir saat önce…
BAŞKAN
– Sayın İnce, lütfen ama… Sayın İnce, böyle bir usul yok ki.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, bakın, işgüzarlık yaptıysa… Bir saat önce… Bu
yenisi…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Bakın, burada bir polis işgüzarlık yapmış ama kendi
yaptığınız işin Siyasi Partiler Kanunu’na, Seçimlerin Temel Hükümleri Kanunu’na
muhalefetten dolayı olduğunu ifade edebilmek için, sohbet yapmıyorsunuz, siyasi
bir eylem içerisinde bulunuyorsunuz, o eylemi ifade edebilmek adına polis
memuru veya tutanağı tutan kimse, bunu pekiştirebilmek için…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bir saat önce geldi dokunulmazlığımın kaldırılması.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – …bunu daha etkili hâle getirebilmek için böylesine bir
yanlışlığı yapmış ama bunu cumhuriyet savcılarına gönderip cumhuriyet
savcılarını bu şekilde, “Haksızlık yaptı.” diye ifade etmek, herhâlde doğru
değildir diye düşünüyorum.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bir saat önce geldi. Cemil Çiçek’in imzası var onda Sayın
Meclis Başkanı.
BAŞKAN
– Sayın İnce, lütfen…
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Seçim Kanunu’na muhalefet, yoksa başka bir şey değil,
eleştiri için değil.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – “Hükûmeti eleştirdi.” diye yazıyor.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Seçim Kanunu’na muhalefet…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Değerli milletvekili arkadaşlarım…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bak, orada ne yazıyor? Hükûmeti eleştirmek suç mu?
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Hayır, suç değil.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Değerli milletvekili arkadaşlarım, bakın…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Elitaş, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurun.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Hepimizin var ondan dosyası.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Seçim Kanunu’na muhalefet etmekten…
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Hayır, hayır, “Hükûmeti eleştirmek.” diyor Ahmet
Bey.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Değerli milletvekili arkadaşlarım, biraz önce Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına konuşan milletvekili arkadaşımız, doğuya,
güneydoğuya yatırım yapılmadığını ifade etti.
Bizim
iktidarımız döneminde ve bizden önceki iktidarlar döneminde doğuda ve
güneydoğuda ekonomik istikrarı sağlayabilmek için, ekonomiyi güçlendirerek
oradaki insanların daha iyi gelir seviyesinden faydalanabilmelerine imkân
kılabilmek için yatırım yapmak üzere bütün iktidarlar teşvik ettiler ama sizin
savunduğunuz Kandil’dekiler ne yaptı?
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, ikide bir sataşma imkânı veriyor, not alın
lütfen.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Fabrikaları yaktılar, işçileri dövdüler, iş adamlarını oraya
götürtmediler.
Ama
şunu söylüyoruz: Barış ve kardeşliği sağladığımız sürece, terörün belini hep
beraber yıktığımız sürece biz bu yükün altından kalkacağız, Türkiye'nin 780 bin
kilometrekarelik coğrafyasında, her bir noktasında eşit bir dağılımı sağlamak
için gayret göstereceğiz.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Siz yapamazsınız, biz yapacağız, merak etmeyin.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Bütçenin ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini temenni
ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Elitaş.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın Sakık, buyurun.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, bizim grubumuzu Kandil’den ve KCK’dan talimat
aldığını söyleyerek itham etmiş...
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Elitaş, bir saat önce geldi. Madem polis işgüzarlık
yaptı, Meclis Başkanı niye işgüzarlık yaptı o zaman? Bak, bir saat önce geldi.
BAŞKAN
– Bir saniye sayın milletvekilleri.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Kandil’den talimat aldığımızı söyledi, bu konuda bir açıklama
yapmak istiyorum.
BAŞKAN
– Sayın Sakık, yeni bir sataşmaya mahal vermeden iki dakika süre veriyorum. İç
Tüzük’ün 69’uncu maddesi gereğince buyurun.
IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, partisine sataşması nedeniyle konuşması
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; şimdi, biraz önce Grup Başkan
Vekilimiz bir durum tespiti yaptı yani Kandil’e giden sortileri sormak her
milletvekilinin hakkıdır ama ucuz yoldan siyaset yapmak da sizin işiniz. Siz
Kandil’den ve KCK’dan talimat aldığımızı… Bizi böyle itham ettiniz. Biz sizin
hilelerinize rağmen üç milyona yakın oy almış bir siyasi partiyiz. Eğer bu 3
milyon insanı KCK’li ve Kandilli olarak kabul ediyorsanız, evet, biz onlardan
talimat alıyoruz.
Şimdi,
biraz önce burada çıkıp bize demokrasi dersi veriyorsunuz: “Ben şu gelenekten
geliyorum, şu gelenekten…” Bütün geleneğin iktidardır. Ne zaman Refah Partisi
zayıflamış, AKP’ye oynamışsınız; Anavatan Partisi iktidar, ona oynamışsınız.
Hele hele dönüp şu gruba demokrasi dersi vermeye hakkınız yok çünkü ateş
çemberinden gelen bir gruptur ve bu grup yüz on yıla yakın cezaevinde kalmış
bir gruptur. Demokrasi ve özgürlük için bedel ödeyen bir gruptur. Şu anda
komisyonlarda bekleyen iki bin küsur yıl bu grup için isteniyor. Hiçbirimizin
yolsuzluklardan, rüşvetten dolayı bir tek dosyası yok. İki bin küsur yıl
demokrasi mücadelesi verdiğimiz içindir bizi dost da iyi tanır, düşman da iyi
tanır. Hiçbir dönem iktidarlara, güçlere boyun eğmedik. Hele 1994 yılında
burada ellerimize kelepçe vurulurken de biz Parlamentoyu elimizin tersiyle iten
bir gelenekten geliyoruz.
Biraz,
eleştirirken, vicdan dozunu kaçırmamanız gerekir ve eleştirilere de
tahammülünüz olması gerekir çünkü iktidarsınız, muhalefet de sizi eleştirmek
zorundadır.
Ben
hepinize teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Elitaş ismimi vererek tahkir
etti.
BAŞKAN
- Hayır, grup adına Sayın Sakık konuştu, tamam.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – O ayrı bir şey…
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Lütfen tutanaklara bakın…
BAŞKAN
- Bir saniye, Sayın İnce’yi dinleyeyim. Şahsınızla ilgili…
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Benim sanatıma söz etti. Lütfen tutanaklara bakın.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – “Sayın Önder, laf atmayın.” dedim.
BAŞKAN
- Dinledim, herhangi bir… Ne söyledi Sayın Önder?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
- Bir saniye Sayın İnce.
Sayın
Önder, ne söyledi Sayın Elitaş sizinle ilgili?
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – İsmimi vererek “Yönetmen olduğunu öğrendiğimiz Sırrı
Süreyya Önder’e de bir senaryo malzemesi çıktı.” dedi.
BAŞKAN
– Sataşma neresinde var?
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – “…bir senaryo malzemesi çıktı.” diyerek sataşmada
bulundu.
BAŞKAN
- Lütfen Sayın Önder. Lütfen, oturun.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bu tahkir etmektir, sataşmadır.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sataşmayla ne alakası var bunun?
BAŞKAN
- Buyurun Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Sayın Elitaş şahsıma sataşmıştır. 69’a göre söz
istiyorum.
BAŞKAN
– Ne diye sataştı Sayın İnce? Ne söyledi?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Hakkımda düzenlenen fezlekeyle ilgili.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sataşmadım ben. Olur mu? Onu açıkladım.
BAŞKAN
– Hayır, hakkınızda tutulan fezlekeyi okudu burada.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, doğru bilgi vermedi.
BAŞKAN
– Fezlekeyi okudu yani. Yanlış bilgi neresinde Sayın İnce?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Efendim, az önce, bir saat önce Meclis Başkanlığından tarafıma
gönderilen…
BAŞKAN
– Sayın İnce, bütçe görüşmeleri yapıyoruz. Bak, her siyasi parti grubunun sayın
genel başkanları, sayın temsilcileri çıkacaklar, diğer partileri
eleştirecekler. Sayın Elitaş’ı hep birlikte burada dinledik.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan...
BAŞKAN
– Bir saniye efendim…
Sizin
hakkınızda polis tarafından tutulan tutanağı “tırnak içerisinde” diyerek okudu.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Peki. Sonra ne dedi?
BAŞKAN
- Sataşma bunun neresindeyse söyleyin söz vereyim size.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bakınız Sayın Başkan… O zaman açıklayayım.
Bir,
dedi ki: “Polis bir işgüzarlık yapmış.” Peki, madem polis işgüzarlık yaptı,
savcı da mı işgüzarlık yaptı? Onu da anladık. Diyelim savcı da işgüzarlık
yaptı. O zaman Meclis Başkanı niye işgüzarlık yaptı?
BAŞKAN
– Lütfen…
MUHARREM
İNCE (Yalova) - Bir saat önce… Bakın, Sayın Cemil Çiçek’in imzası var burada,
diyor ki: “Dokunulmazlığının kaldırılması için karma komisyona…” Ben de diyorum
ki…
BAŞKAN
– Sayın İnce, böyle bir usulümüz yok. Teşekkür ediyorum. Sözleriniz…
MUHARREM
İNCE (Yalova) - …hazır yargı da elinizde kaldırmazsanız namertsiniz diyorum!
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– İstediğiniz kadar sesinizi yükseltin Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Hadi, buyur gel!
BAŞKAN
- Yani ses yükseltmekle çözüm bulunacak konular değiller ki bunlar. Lütfen ama…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, kusura bakmayın ama iki dakika bu sözü vermeniz
lazım.
BAŞKAN
– Hayır, vermiyorum canım, niye vereyim? Sataşma yok ki vereyim yani. Lütfen
ama…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Nasıl sataşma yok? Daha nasıl sataşacak? Bu milletvekilini
korkutmak için uydurulmuş bir dosyadır, sindirmek için.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Yeter ama!
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Metiner, sen bu işlere karışma!
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum. Ben sataşma görmüyorum efendim.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
- Sataşma yok efendim. Bunu bir yol olarak kullanamayız. Eğer tutumum hakkında
söz istiyorsanız, buyurun. Onun haricinde sataşma vermiyorum efendim. Sataşma
olmayan bir şeyi siz mi belirleyeceksiniz? O zaman muhalefet partilerinin de,
iktidar partilerinin de hiçbir şey söylememesi lazım.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, lütfen efendim.
BAŞKAN
- Bütçe görüşülüyor efendim.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bütçede benim yönetmenliğimin ne yeri var Sayın
Başkan?
BAŞKAN
- Burada her partinin temsilcisi çıkıp karşıdaki partiyi eleştirecek tabii. En
tabii hakkı.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Ama bu partiye değil ki. “Sırrı Süreyya Önder.”
diyor. “Yönetmen olduğunu öğrendiğimiz.” diyor.
BAŞKAN
- Biraz önce sizin konuşmacınız “Lütfen, eleştiriye tahammüllü olun.” dedi.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Efendim, eleştiriye tahammül konusunda…
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.46
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 18.54
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara),
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkanım, Sayın Elitaş şahsımı işaret
ederek bana sataşma yapmıştır.
BAŞKAN
– Bir saniye… Lütfen ama… Bir Meclisi açalım, ondan sonra.
2012
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmelere devam ediyoruz.
III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87)
(Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi
ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/278, 3/538)
(S. Sayısı: 88) (Devam)
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.
Buyurun
Sayın Aslanoğlu.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Elitaş 2-3 defa ismimi anarak bana sataşma
yaptı, cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN
– Sayın Aslanoğlu, biraz önce bunun açıklamasını yaptık. Bu bir bütçe
görüşmesi, tabii ki her hatip belli sınırlar içerisinde diğer partileri,
partilerin temsilcilerini eleştirecek. Bu, eleştiri sınırları içerisinde
yapılmış bir konuşma.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Benim ismimi anarak bana sataştı, şahsıma sataştı
Sayın Elitaş.
BAŞKAN
– Soruyorum: Ne diye sataştı size, ne söyledi de sataştı?
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – 3 defa ismimi anarak…
BAŞKAN
– E, tamam isminizi anmış olabilir yani bunda bir şey yok.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Beni göreve davet etti, birtakım…
BAŞKAN
– Ama ben hatırlıyorum, size “Sayın Aslanoğlu, arkadaşlarınızı susturun.” dedi.
Bu bir sataşma değil yani.
Şimdi
söz sırası AK PARTİ Grubu adına Bülent Gedikli, Ankara Milletvekili.
Buyurun
Sayın Gedikli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ GRUBU ADINA BÜLENT GEDİKLİ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin geneli üzerinde AK PARTİ
Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşmelerine
başladığımız 2012 yılı bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını
temenni ediyorum.
Bu
vesileyle buradan Sayın Başbakanımıza acil şifalar diliyorum, “Geçmiş olsun.”
diyorum. İnşallah kısa zamanda da aramıza dönmesini Allah’tan niyaz ediyorum.
Değerli
arkadaşlarım, 2011 yılı sona ererken dünyada genel manzara şudur: Türkiye'nin
doğusundaki ülkeler siyasi krizlerle çalkalanırken batısındaki ülkeler ise
ekonomik krizler içerisinde kıvranıyor. Eskiden böyle ortamlarda Türkiye âdeta
ahşap bir köprü gibi sallanırdı. Ahşap köprü sallanınca siyaset kurumu başta
olmak üzere ekonomi gemisi de süratle alabora olurdu. Allah’a şükür ki şimdi
ülkemiz kaya gibi dimdik ayakta ve doğu ile batı arasında gücüne güç katmaya,
etkinliğini artırmaya, itibarını yükseltmeye devam ediyor.
Bakınız,
2012 yılı bütçesi AK PARTİ iktidarlarının 10’uncu bütçesi olarak
huzurunuzdadır. Dokuz yıl üst üste gelişen ve kalkınan Türkiye’mizin onuncu
bütçesini gerçekleştirmek tek başına tarihî bir başarıdır. Bu mazhariyet bizden
önce hiçbir iktidara nasip olmamıştır. Bu istikrar tablosu hem bizim için hem
de ülkemiz için onur vericidir. Peki, dünya ekonomisi niye bu hâle geldi? Düne
kadar güçlü olan devletler neden sarsılıyor? Gelişmiş ekonomilerin bu noktaya
gelmesi, cari fazla veren Çin, Japonya ile petrol üreten ülkelerin paralarının
değerini sürekli düşük tutarak rekabet avantajı sağlamalarından kaynaklandı.
Bir başka deyişle, ticaret savaşları kur üzerinden yapıldı. Bu durum dünyadaki
gelir dağılımını bozdu, zamanla bir gelir ve talep krizine dönüştü. En
nihayetinde bir borç krizi olarak ortaya çıktı. Bankalarla başlayan bu
zincirleme kazalar bugün artık ülkeleri de sarmış durumdadır.
Eskiden,
batan bankaları devletler kurtarabilirdi ama bugün artık devletler borç
batağında. Devletler kurtarılmaya muhtaç. Peki, bu devletleri kim kurtaracak?
İşte tartışmanın geldiği son nokta bu.
Böyle
bir ortamda biz, hızlı ve doğru kararlar alan bir iktidar olarak sağlam bir
bütçe yapıyor, proaktif bir para politikası sayesinde belirsizlikleri başarıyla
yönetiyoruz. İşte bu sayede, dünyada son sekiz dokuz yılı en iyi yöneten
iktidarlardan biri biz olduk ve Türkiye'nin 2023 vizyonuna giden yolu açmayı
başardık. Ülkemizde ilk defa on iki yıl sonrası için hedefler belirlenmiş ve
ilk kez kalkınma temel bir hedef hâline gelmiştir. Çünkü ilk kez ülkemiz bu
kadar uzun soluklu siyasi istikrarı yakalamayı başarmıştır. Bizden önce birçok
hükûmet kendi akıbetlerini düşünmekten ülkenin geleceğini düşünmeye fırsat
bulamadı. Kaosun, istikrarsızlığın hâkim olduğu bu dönemlerde tabiidir ki
hiçbir hedef, hiçbir vizyon ortaya koyamadı.
Bölgenin
en büyük ekonomisi ve en güçlü aktörü olan Türkiye, bir istikrar adası olarak
sadece siyasi etkinliğiyle değil, büyüyen ekonomik imkânları ve sunduğu
fırsatlarla dünyada en önemli cazibe merkezlerinden biri hâline geldi.
Ülkemizin gerçekleştirdiği başarılar bölge için de ilham kaynağı olmaya
başladı.
Bugün
Avrupa Birliği ülkelerinin birçoğu küresel kriz karşısında havlu atmış, bazı
ülkeler de iflasla karşı karşıya kalmıştır. Sosyal patlamaların yaşandığı,
hükûmetlerin devrildiği ve yerlerine teknokrat hükûmetlerin iş başına geldiği
bu ülkelerin geleceğini kapkara bulutlar sarmış durumdadır. Daha geçen hafta
İngiltere’de 2 milyon kamu çalışanı Londra meydanlarında protesto gösterileri
yapmış, iş bırakmışlardır. Brüksel’de, Paris’te, Atina’da, Roma’da, Madrid’de
100 binlerce insan benzeri gösterilerle meydanlardadır. Hatta Amerika’da
yapılan Wall Street eylemleri artık bir dönemin sonunu haber vermektedir.
Dünyada bunlar olurken Türkiye ekonomisiyle, istikrarıyla, güçlü liderliğiyle
dimdik ayaktadır. Bugün Avrupa’da herhangi bir insana “Türkiye’de mi yoksa
Avrupa’da mı yaşamak istersiniz?” diye sorulacak olsa çoğu insan herhâlde
“Türkiye.” diyecektir.
Bununla
ilgili size bir de belge göstereyim. Bakın, bir gazetede çıkan haber:
“Yunanlılar Türkiye’de iş arıyor. Ekonomik kriz ve kemer sıkma paketleri
nedeniyle iş sıkıntısı yaşayan Yunanlılar Türkiye’de iş peşine düştü.”
SIRRI
SAKIK (Muş) – Her gün bize seçim bölgelerimizden gelip iş talep edenler iş
bulabiliyor mu?
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Yani bütçeden mi bahsediyorsun, neden bahsediyorsun
kardeşim!
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Belge mi, haber mi?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Her yerde çıkmış bir haber, ajanslarda çıkmış bir haber.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Yok, belge mi, haber mi?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Belge.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Haber mi, belge mi?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Belge.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Haber ne zamandan beri belge oldu?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Ya, sözü anlamıyor musun, belge diyorum.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – “Haber” dedin az önce!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – İşte, belge haberdir ya, haber belgedir.
BAŞKAN
– Sayın Gedikli, lütfen, Genel Kurula hitap edin lütfen, karşılıklı konuşmayın.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Hayır, arkadaşa anlatmaya çalışıyoruz, bir sorunu var
herhâlde.
BAŞKAN
– Sayın İnce…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, lütfen, Hatip mümkünse bütçeyle ilgili
konuşmalar yapsın! Yani İngiltere veya Yunanistan’la ne işimiz var bizim ya!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Ya, hicri yılın birinci ayı Muharrem ayı biliyorum da
beşinci ayı cemaziyelevvele giriyor. Cemaziyelevvelinize sonra geleceğim, acele
etme! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Anlayamıyorum ne dediğini ya!
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Adamdaki şeye bak! Cemaziyelevveline ne zaman
gelecekmiş! Şu söylediği söze bak, “Cemaziyelevveline geleceğim.” diyor.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Evet, “Gazeteye konuşan konsolosluk yetkilileri, Yunan
Konsolosluğu yetkilileri bu başvuruların konsolosluk tarihinde bir ilk
olduğunu, geçen yıla kadar bir Yunanlının…”
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Cemaziyelevvelime gelmezsen namertsin!
BAŞKAN
– Sayın İnce…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Gelmezsen namertsin! Gel de göreyim!
BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen, siz Grup Başkan
Vekilisiniz.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Tamam geliyorum. Sen çocukluğunda yalan söyledin mi?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Gel göreyim!
BAŞKAN
– Sayın İnce, lütfen, siz Grup Başkan Vekilisiniz, böyle bir usul yok.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Televizyon görmeye gitmişsin, televizyonu görmediğin hâlde
“Gördüm.” demişsin ya. Var değil mi öyle bir durum? Bak, kendi röportajın
yani.
BAŞKAN
– Sayın Gedikli, lütfen, Genel Kurula hitap edin, Sayın Gedikli…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Senden milletvekili olacak! Tüh!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bak, o zaman görmediklerine “Gördüm” diyordun, şimdi
gördüklerine “Görmedim.” diyorsun.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Şuraya bak, çocukken söylediğim…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bak, AK PARTİ o kadar icraat yapıyor, hizmet yapıyor, görüyorsun,
“Görmedim.” diyorsun.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sekiz yaşında bir çocuğun…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Senin çocukluğundan belli yani durum.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sen onu söyleyemeyecek kadar samimiyetsiz bir adamsın!
BAŞKAN
– Sayın İnce…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Hacca gitmeden hacı olmuşsun; okumadan alim, yazmadan
kâtipsin! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Senden milletvekili olacak!
BAŞKAN
– Lütfen, Sayın İnce…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Evet, “Gazeteye konuşan konsolosluk yetkilileri bu
başvuruların konsolosluk tarihinde bir ilk olduğunu, geçen yıla kadar bir
Yunanlının iş bulma amacıyla kendilerine başvurmasının söz konusu olmadığını
belirttiler. Kathimerini’nin haberi Yunan televizyonlarında da ilginç yorumlara
neden oldu. Skai TV’de yayınlanan haber programda Kathimerini’nin haberine
dikkat çekilirken ‘Gülme komşuna gelir başına!’, ‘Eskiden Türkiye’yi ti’ye
alırdık, şimdi başımıza gelene bak, orada iş arıyoruz!’ yorumları yapıldı.”
Buna
benzer başka haberler de var yani sen buna inanmadın galiba. Bak, başka
haberleri de buradan hemen gösterelim size…
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – İnsani gelişmişlik endeksini anlat.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Ona da geleyim, olur.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Yahu, ne zaman geleceksin? “Ona geleceğim, buna
geleceğim…”
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – “Avrupalı gençler Türkiye’de iş arıyor.” Bakın, Yunanistan
değil sadece, Avrupalı gençler. Sizin anlattığınız gibi değil durum.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Türkiye’de gençlerde işsizlik oranı yüzde 27.
MEHMET
GÜNAL (Antalya) – Türkiye’deki gençler de iş arıyor.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bakın, elli yıl önce Türk işçiler Almanya’ya trenlerle
çalışmaya uğurlanırken Avrupa ve Amerika’da yaşanan kriz yabancıları Türkiye’de
iş arar hâle getirdi. 120 bin yabancı uyruklu aday başvurmuş, tam 120 bin
yabancı uyruklu aday. (CHP sıralarından gürültüler)
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sen hangi ülkede yaşıyorsun?
BAŞKAN
– Sayın Akar…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Başka belgeler de gösteririz.
Bu
arkadaşlara, bu iş arayanlara “Türkiye’de niye çalışmak istiyorsunuz?” sorusu
sorulmuş, onlar da “Çünkü Türkiye geleceği parlak ve yaşanabilir ülke.” diye
cevap vermişler. Evet, küresel tablo içindeki yerimiz budur.
Bu
bütçe de gösteriyor ki artık devletimizin iki yakası bir araya gelmiştir.
Bütçemizin iki yakası bir araya gelmiştir. Tabii, Cumhuriyet Halk Partisinin de
iki yakası ne zaman bir araya gelecek merakla bekliyoruz!
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sen kendi işine bak ya! Sen kendi işine bak ya!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bu, Türkiye’nin iyi ve kaliteli yönetildiğini gösteren en
önemli delildir.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Türkçe bilen birini bulamadınız mı, Türkçe bilen birini?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bakın, şurada bunu tespit edelim.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Anlamıyorum ki ya, ne dediğini anlamıyorum.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Konuşmacı çok zeki! Acayip laf söyledi ha!
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Oradan şeyiniz geldiği için… Laf atarsanız size cevap
veririz Cumhuriyet Halk Partisi.
BAŞKAN
– Sayın Gedikli, niye karşılıklı konuşuyorsunuz? Lütfen Genel Kurula hitap
edin.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – “İki yakası bir araya gelmezmiş.” Vay vay vay vay!
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Yakam iki, bak, iki yakam bir arada Sayın
Gedikli.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Evet, AK PARTİ dönemi bütçelerinin diğer dönemlerden temel
farkı şudur: AK PARTİ Türkiye’nin imkân ve kaynaklarını Türkiye’ye
kazandırıyor. Biz faizleri azaltıyoruz, yatırımları artırıyoruz ve sosyal
devlet anlayışını güçlendiriyoruz. E, iş bilenin, kılıç kuşananın. Maalesef, bu
istikrar döneminden önce Türkiye korkular, krizler, kaoslar ülkesiydi.
MEHMET
GÜNAL (Antalya) - Kim indirdi faizleri, sen mi indirdin Bülent Bey?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Yıllarca enflasyon, kronik yüksek faiz, kamu borçlarının
döndürülmesi gibi sorunlarını bir türlü çözememişti. “Bütçe açıkları, ek bütçe”
gibi kavramlar gündemin baş meseleleriydi ve başka bir gündem yoktu.
Eskiden Türkiye koyu bir vesayet altındaydı.
IMF komiserleri, siyasi ve ekonomik gündemimizin başrolündeydi. Ekonomiyi
yöneten bakanlarımızdan, bürokratlarımızdan ziyade IMF komiserlerini tanırdık.
Ekonominin bütün aktörlerinin gözü, kulağı onlardaydı. Vesayet dönemi komiser ekonomisi
artık bitti. Bugün artık onları tanıyan, adlarını bilen bile yok. Biz o
kavramları, o aktörleri ülkemizin gündeminden kaldırdık. Ekonomik
programlarımızı, bütçelerimizi artık stand by anlaşmalarının gölgesinde
yapmıyoruz.
Bakın,
burada demin de bazı arkadaşlar bahsettiler, dediler ki: “Orta vadeli program
zamanında çıkmadı, gecikti.” Evet, doğrudur, bir zaman kayması oldu, belki
onunla ilgili yeni bir düzenleme de yapılabilir. Fakat değerli arkadaşlarım,
şunu sizlerle paylaşmamız lazım: Evet, orta vadeli programlar biraz gecikmeli
çıktı ama IMF komiserlerinin gözetiminde de çıkmadı. Bağımsız bir ülke olarak
biz bu programları yaptık, hazırladık.
MUSA
ÇAM (İzmir) – Siz onun devamısınız, IMF’nin devamısınız.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bürokrat arkadaşlarımız çalıştılar. Eskiden IMF
komiserlerinin gözetiminde yapardık bu çalışmaları.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Ya Bülent Bey, biz o zaman iktidar değildik. Necmettin
Erbakan’a, kendi hocanıza söylüyorsunuz, var mı böyle bir şey?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bugün artık, hatırlamak istemediğimiz bu olumsuzlukları
şimdi dünyanın gelişmiş ekonomileri farklı şekillerde yaşıyor. Bakın size bir
başka belge daha göstereyim, enteresan, bunlar tabii geçmişte Türkiye’de
yaşadığımız hadiselerdi: “Euro bölgesi IMF’den destek istiyor.” Görüyor
musunuz? “Euro bölgesi IMF’den destek istiyor.” Eskiden Türkiye destek isterdi
değil mi?
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Ya IMF’nin yerini NATO aldı bugün. Biz bunu söylesek sizin
hoşunuza gider mi? Talimatla Libya’dasınız…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bakın, nerelerden iş, nerelere gelmiş. Bugün Avrupa
Birliğinin durumu bu. Yani bugün Avrupa vesayet altında.
30
Kasım 2011 tarihli gazetede şöyle bir haber geçti: “Hollanda Maliye Bakanı
Avrupa Finansal İstikrar Fonu’na ek kaynak yaratılabilmesi için IMF’ye yönelmek
gerektiğini belirterek, ‘Avrupa’daki ya da Avrupa dışındaki ülkelerin IMF’ye
daha fazla para vermeye hazır olması gerektiğini düşünüyorum.’ dedi. Avrupa
Birliği kaynakları da avro bölgesi merkez bankalarının IMF’ye kredi vermesi ve
IMF’nin de kendi borçlanma koşullarını uygulayarak İtalya ve İspanya’ya kredi
verebilmesi gibi bir seçeneğin ortada olduğunu söylediler.
Evet,
daha düne kadar gıptayla, hayranlıkla bakılan bu ülkelerin hâlini görüyorsunuz.
Kim konuşsa “Adamlar sistemlerini oturtmuş.” derlerdi, Avrupa’ya hayranlıkla
bakardı. Artık, gıptayla baktığımız bu ülkeler âdeta bütçe hakkını kaybetme
noktasına gelmişlerdir. Avrupa Birliği ülkelerinin, artık, bütçe hakkını
yapmaktan feragat ettiği bir noktaya doğru gelinmiş vaziyette.
MUSA
ÇAM (İzmir) – Böyle bir zulüm görmedik.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bak görmediysen bir fotoğraf daha göstereyim o zaman, şöyle
bir fotoğraf: “İtalyan Bakan kurtarma paketini açıklarken ağladı.”
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Başkanım, bir şey anlamıyoruz, birtakım resimler
gösteriyor, gerçekten anlamıyoruz.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bakın, ağlayan bir bakan görüyorsunuz değil mi?
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Bülent Bey anlayamıyoruz, cidden anlayamıyoruz.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Ama bakın, bizim sayın bakanlarımızın yüzü gülüyor.
MUSTAFA
SERDAR SOYDAN (Çanakkale) – Bak bak! Ne kadar kolay gösteriyorum sana bak! Bak,
bak! Hangi fotoğrafı gösteriyorum sana bak!
BAŞKAN
– Sayın Milletvekilim, lütfen…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bu fotoğrafı gördünüz mü?
MUSA
ÇAM (İzmir) – Sayın Gedikli, böyle bir zulüm görmedik biz ya!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bak, maalesef… Ülke vesayet altına düşünce böyle oluyor.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Geçmişe ilişkin faturaları muhasebe etmişsin! Bak bak!
BAŞKAN
– Sayın Tanal…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Geçmişe ilişkin faturaları muhasebe etmişsin! Bak kardeşim!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – İtalya’nın durumu.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Alsana bunu! Bak!
BAŞKAN
– Sayın Tanal…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – İtalya ve Yunanistan kayyuma devredildi.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Anlayamıyoruz Sayın Gedikli.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Kayyuma devredilen bakanlar böyle oluyor, evet.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Bakar mısın! Geçmişe yönelik faturaları muhasebe etmişsin
buraya! Bütçeye bakar mısın! Bunu bir okuyup öyle gelseydin karşımıza!
BAŞKAN
– Sayın Tanal, bırakınız lütfen Sayın Gedikli icraatları anlatsın.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, lütfen…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Şimdi, Avrupa Birliği ülkeleriyle bir mukayese yaparak bu
söylediklerimizi daha net ortaya koyalım. Türkiye, büyüme performansıyla âdeta
göz kamaştırmaktadır; 2010’da yüzde 9 oranında büyüdük, 2011’de de yüzde 7,5
civarında büyüyeceğimiz netleşti. Dolayısıyla Çin, Hindistan ve Brezilya gibi
ülkeleri de kapsayan gelişmekte olan ülkeler ortalamasının bile üzerinde bir
büyüme performansı sergiledik.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Sayın Gedikli, 5.6 şiddetinde depremde 40 kişinin öldüğü
başka bir ülke var mı?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bu performans, artık, gelişmiş ülkeler için bile örnek
teşkil ediyor. Bakın, burada Amerika’nın 2010 büyümesi yüzde 3, 2011 yüzde 1,5
tahmin edilen; Rusya’nın 2010’da yüzde 4; 2011’de yüzde 4,3; Hindistan’ın
2010’da yüzde 10,1; 2011’de 7,8; Brezilya yüzde 7,5; Türkiye ise 2010’da yüzde
9 büyüdü, 2011’de ise yüzde 7,5 oranında bir büyüme bekleniyor…
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Dünyanın hangi ülkesinde on üç yaşında bir çocuğa tecavüz
edene hoşgörü gösterilir ya!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – …ki dünyayla ilgili bu rakamlar, Avrupa ülkelerinin bu
rakamları da sürekli aşağıya doğru revize edilmek durumunda, sürekli de
yenileniyor.
MUSA
ÇAM (İzmir) – Resmi göster bize, resmi!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Yaşanan bütün bu olumsuzluklara rağmen…
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Dünyanın hangi ülkesinde kurtarma ekibi ölüyor?
BAŞKAN
– Sayın Ağbaba…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – …ülkemiz 2009’un son çeyreğinden itibaren hızla büyümeye
başlamış, en hızlı büyüyen ekonomilerden biri olmuştur. 2011 yılının birinci
çeyreğinde…
MUSA
ÇAM (İzmir) – Grafiği gösterir misin!
BAŞKAN
– Siz konuşuyorsunuz Sayın Milletvekilim, ondan sonra da duyulmuyor diyorsunuz.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bu rakamlar TÜİK’te var.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Hayır, duymuyor değiliz, anlamıyoruz. Duyuyoruz da bir
gürültü geliyor.
MÜSLİM
SARI (İstanbul) – Anlayamıyoruz.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – TÜİK’te var.
BAŞKAN
– Ama susarsanız anlaşılır.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Anlayamıyoruz, anlaşılabilir bir Türkçe değil.
BAŞKAN
- Lütfen…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Cevap hakkımızı sonra tutanaklara bakarak kullanacağız.
Anlayamıyoruz yani.
BAŞKAN
– Ama sizin grup konuşuyor Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Hayır efendim, Türkçeyi anlayamıyoruz.
BAŞKAN
- Lütfen… Başka, konuşan grup yok burada. El insaf yani!
Bak,
şimdi anlaşılıyor. Sustunuz, anlaşılıyor.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Başkan benim sizden istirhamım var. Bakın, bize iki cilt…
BAŞKAN
– Lütfen Sayın Tanal.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Benim sizden istirhamım...
BAŞKAN
– Sayın Tanal, lütfen oturur musun.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) - İki cilt kitap bize verdiniz.
BAŞKAN
– Sayın Tanal, lütfen oturur musunuz.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Bunlarla ilgili konuşmayı yapsın. Bana Yunanistan’dan,
İngiltere’den, başka yerden bahsetmesin. Sizden istirhamım bu.
BAŞKAN
– Konuşturmayalım o zaman Sayın Hatibi!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Sayın Başkan, arkadaşlar anlıyor da anlamak istemiyorlar
benim gördüğüm kadarıyla.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Gedikli.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Anlaşılmayacak hiçbir şey yok.
Bu
olumsuzluklara rağmen, ülkemiz 2009’un son çeyreğinden itibaren hızla büyümeye
başlamış, en hızlı büyüyen ekonomilerden biri olmuştur. 2011 yılının birinci
çeyreğinde yüzde 11,6; 2011 yılının ikinci çeyreğinde ise yüzde 8,8 oranında
büyüme gerçekleştirerek tarihî bir başarıya imza atmıştır. Peki, bu işin sırrı
nerede? Biz bu büyüme performansını nasıl yakaladık? Bu işin sırrı sağlam bütçe
politikasında, mali disiplinde. Diğer ülkelere baktığımızda, bütçe açığı
konusunda da ülkemizin çok iyi bir durumda olduğu net bir şekilde
görülmektedir. Bütçe açığından örnek verirsek İspanya yüzde 9,2; Amerika yüzde
10,6… Bunlar anlaşılıyor mu? (CHP sıralarından gürültüler)
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan, laf atıyor!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – İngiltere yüzde 10,4; Fransa yüzde 7,7. Bakın, Türkiye
yüzde 2,1.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Başkan, soru soruyor, cevap veriyoruz.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Anladığınız anlaşıldı.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) - 2,1’i anladık, gerisi…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) - Yine birçok ülkenin işsizlik oranı artma eğilimindeyken
Türkiye’de işsizlik oranı ağustos ayı itibarıyla yüzde 9,2’ye geriledi.
Bakın,
burada Sayın Genel Başkanınız kadın istihdamının azaldığına dair bazı şeyler
söyledi.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – O söylemedi ki…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) - TÜİK’in verilerine bakarsanız kadınların hem iş gücüne
katılım oranının arttığını görürsünüz…
MÜSLİM
SARI (İstanbul) – Ne zaman? Hangi dönemde?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) - …hem de kadın
istihdamının arttığını görürsünüz. Bunları görmek zor şeyler değil, çok basit.
Birkaç doküman açacaksınız, bakacaksınız.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Burada hakikate aykırı beyanda bulunuyorsun.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Sanayi sektöründe sadece 152 bin kadın istihdamı artışı
var.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Hakikate aykırı beyanda bulunuyorsun.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Atanamayan öğretmenleri söyle, 800 liraya çalışan işçileri
söyle.
BAŞKAN
– Sayın Akar, Sayın Tanal…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Burada verileri doğru kullanalım. Yani veriler yerli
yerinde kullanılsın.
Evet,
öte taraftan Uluslararası Çalışma Örgütünün bu yıl yayımlanan raporuna göre G20
ülkeleri içinde küresel krize rağmen, 2008 yılından bu yana geçen üç yıl
içinde, 2011 yılı ilk çeyreği itibarıyla istihdamı artıran ülkeler
sıralamasında Türkiye 1’inci geliyor, istihdam artışında bu rakam.
Bir de sözü edilen borç stoku rakamlarına
bakalım. Borç stoku, biliyorsunuz, zaten, borcun millî gelire oranı.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Üniversite mezunu gençlerde yüzde 27 işsizlik oranı, yüzde 27.
Bunu söyle.
BAŞKAN
– Sayın Akar, lütfen…
Sayın
Hamzaçebi…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Borç stoku Amerika’da yüzde 100, Fransa’da yüzde 87,
İtalya’da yüzde 121…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Ben anlayamıyorum.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – …İspanya’da yüzde 67, Japonya’da yüzde 233, Türkiye’de ise
yüzde 40, yani borç rakamları böyle.
MÜSLİM
SARI (İstanbul) – Borcun vadesi ne, vadesi?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Dolayısıyla, burada abartılacak herhangi bir şey yok. Bakın
sadece…
MÜSLİM
SARI (İstanbul) – Vadesi ne, vadesini de söyle.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Ne dediğini anlayamıyorum. Gidip tutanaklara bakacağım.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Şimdi, kaçmayın, gelin, gelin, daha CHP’yle…
BAŞKAN
– Lütfen, Sayın Gedikli…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – …ilgili bazı şeyler söyleyeceğim, gelin, kaçmayın.
Bakın,
bu uluslararası borcun 577 milyon doları Cumhuriyet Halk Partisine ait, onu
biliyor musunuz?
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Yuh be!
BAŞKAN
– Sayın Akar, yakışıyor mu size?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – CHP’nin piyasa değerinden haberin var mı?
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Beyefendi, konuşmanı yapsana, adam gibi konuşun orada. Neyi
konuşuyorsun sen orada? Bana bütçeden bahsetsene sen, laf atıyorsun.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – 5 Katrilyon sizin piyasa değeriniz, İş Bankasından dolayı.
Bak, borsadan al değerleri, rakamları. Sizden başka dünyada bankası olan tek
bir parti yok, tek parti sizsiniz. (CHP sıralarından gürültüler) Üç tane
bankanız var ve aldığınız temettüleri de ilgili kurumlara aktarmıyorsunuz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Şu banka hisselerinizi artık devredin.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bakın, İş
Bankası-CHP ilişkileri de masaya yatacak, bunları unutmayın, daha yatacak. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Size versek siz peşkeş çekersiniz, peşkeş!
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bakın, birkaç gündür yayın yapılıyor. İş Bankasındaki
toplantı tutanakları yayınladığında göreceğiz bakalım, İş Bankası üzerinden CHP
hangi siyaseti yapmış.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, bizim arkadaşlarımızı uyarıyorsunuz,
hatibi neden uyarmıyorsunuz efendim?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Siz böyle bir siyaset yapıyorsunuz.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Bak, elektriği anlat, elektriği. Elektrikte kaç para vergi
olduğunu anlat.
BAŞKAN
– Sayın Akar…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bakın, İtalya’nın borç durumunun detayını vereyim size.
İtalya, 2 trilyon… (CHP sıralarından gürültüler)
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Bak, elektrik… Bunları anlat, bağcının sırtına nasıl
bindiğinizi anlat.
BAŞKAN
– Sayın Akar, lütfen oturun.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bir dinleyin, öğrenin. Bizim söylediklerimizin hepsinin
temeli var, merak etme.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – İş Bankası bizde olmasaydı öbürleri gibi peşkeş çekerdiniz
onlar gibi.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Rahat ol sen, rahat
ol, otur, dinle. Otur, dinle, rahat ol.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – En iyi yaptığın şey peşkeş.
BAŞKAN
– Sayın Ağbaba, lütfen…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bak, sizin her biriniz bir bankersiniz, farkında mısınız?
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Ya sen konuşmanı yapsana, niye bize sataşıyorsun?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bankanız var. Yok mu?
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, sırayla konuşalım.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bakın, siz, partisi 1 trilyon kayıptan dolayı… Kayıp
trilyon, öyle eski şeylere özgü değil, size de özgü…
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Kayıp trilyon ne oldu, kayıp trilyon?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Kayıp trilyondan dolayı savcılığa intikal etmiş
hesaplarınız var sizin.
BAŞKAN
– Sayın Gedikli, lütfen…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Orada öyle boş konuşmakla olmaz bu iş.
MUSA
ÇAM (İzmir) – Biraz YİMPAŞ’tan bahset, KOMBASSAN’dan bahset biraz.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Buraya gelip kadrolaşmadan bahsediyorsunuz,
kadrolaştığımızı söylüyorsunuz.
MUSA
ÇAM (İzmir) – KOMBASSAN’dan bahset biraz. Bak, Bakan bile gülüyor, Bakan bile
gülüyor.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Ya bu kadrolaşmayı sizin eski Adalet Bakanınız çok daha iyi
bilir be! O Seyfi Oktay’a sorun. “Kendi militanlarımı almayacaktım da MHP’nin
militanlarını mı alacaktım.” diyen kim, kimin bakanları? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
MUSA
ÇAM (İzmir) – Siz! Sen, sen! Sen daha iyi bilirsin!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Sizin bakanlarınız. Kadrolaşma öyle olur. Kadrolaşma ona
denir.
MUSA
ÇAM (İzmir) - Acayip bir laf ettin.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Belgeli, bir sürü de yayın var onunla alakalı. Niye bunlara
cevap veremiyorsunuz?
MUSA
ÇAM (İzmir) - Yapma, etme eyleme ya!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Ondan sonra, depremden bahsediyorsunuz. Siz deprem sözünü
hiç ağzınıza almayın, mahcup olursunuz.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Siz depremden mahcup olursunuz. Dünyanın hangi ülkesinde 5,6
depremden 40 kişi öldü, cevap versene!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – 98 depreminin altında kalırsınız. Sayın Başbakanımız Van’da
deprem olduktan dört saat sonra oradaydı, cumhuriyet tarihinde ilk kez bu
görüldü.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Ne oldu? “Kendimizi test ettik.” İnsanlar öldü.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bir Başbakan depremden sonra merkez üssüne dört saat
içerisinde hareket etti.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sizin yüzünüzden insanlar öldü.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bunları görmeden… Ben huzurunuzda, Sayın Başbakanımıza da
bakanlarımıza da çok teşekkür ediyorum depremde gösterdikleri üstün başarıdan
dolayı. Bunlar cumhuriyet tarihinde ilk kez oluyor. (CHP sıralarından
gürültüler)
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Evet, ilk kez. Kendinizi test ediyorsunuz!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Ha, ama bakın, bunları siz anlamamakta mazursunuz, onu
anlıyorum, mazursunuz. Bak, sizi mazur görüyorum, niye biliyor musunuz çünkü
siz hiç böyle bir Hükûmet görmediniz be, siz hiç böyle Başbakan görmediniz be!
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Doğru söylüyorsun! Doğru söylüyorsun!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Daha göreceksiniz, daha neler göreceksiniz.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Doğru söylüyorsunuz! Bu kadar ihaleye fesat karıştıran, bu
kadar suç dosyası olan üyeler görmedik.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Egemen güçlerden bahsediyorsunuz. O egemen güçler sizin
eski genel başkanlarınızın Amerikan başkanları karşısındaki duruşuyla herhâlde
ortaya çıkıyor.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Bu kadar suç dosyası olan üyeler görmedik, doğru
söylüyorsunuz!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Böyle bir şey var mı? Bunlara, kendi hâlinize bakacaksınız
önce.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Bu kadar ihaleye fesat karıştıran, dosyası olan
milletvekillerini görmedik, doğru!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Dosyası… Ya güzel bir söz “Herkes için adalet, herkes için
özgürlük.” Ne güzel, buna katılmamak mümkün mü, hepimiz katılırız. Peki, sizin
özgürlük ve adalet anlayışınız, bizim partimize kapatma davası açıldığında
neredeydi? E-muhtıra verildiğinde neredeydi? (AK PARTİ sıralarından alkışlar,
CHP sıralarından gürültüler)
Dersim
konusunda nerede peki? Nerede? Dersim konusunda nerede? (CHP sıralarından
gürültüler) Ne oldu Dersim konusu?
BAŞKAN
– Sayın milletvekili, lütfen…
MUSTAFA
SERDAR SOYDAN (Çanakkale) – 2002’de Sayın Başbakan…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Dersim’de baltayı taşa vurdunuz tabii, normal. (CHP
sıralarından gürültüler)
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sizde her şeyi yapanlar geziyor dışarıda.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Adalet ve özgürlük anlayışı, ne güzel.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – E-muhtıra verene araba hediye ettiniz.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – O zaman neredeydiniz? Niye hiç ağzınızı açıp söylemediniz,
konuşmadınız?
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Anayasa referandumunda neredeydiniz? Parti kapatmayla
ilgili madde burada konuşulurken niye destek vermediniz?
MUSA
ÇAM (İzmir) – Biz 12 Eylülün kapattığı partiyiz, sen bırak!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – 12 Eylülle ilgili yargılamaya ilişkin maddeye niye destek
vermediniz?
MUSA
ÇAM (İzmir) – 12 Eylülün kapattığı partiyiz biz!
MÜSLİM
SARI (İstanbul) – Kenan Evren ne oldu, Kenan Evren?
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Kenan Evren nerede? Yani onu unuttunuz. Nerede resim yapıyor?
MÜSLİM
SARI (İstanbul) – Hesap soracaktınız, ne oldu?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Evet, değerli arkadaşlarım, dünyada son yüzyılın en büyük
ekonomik krizi var. Bakın, son yüzyılın en büyük ekonomik krizinden bahsediyoruz.
Son dört yıldır bu devam ediyor. Böyle bir ortamda bütçeyi konuşuyoruz, böyle
bir ortamda müzakere ediyoruz, böyle bir ortamda bütçeleri değerlendiriyoruz ve
bu krizin nereye varacağı da meçhul. Bakın, sadece Amerika’da batan banka
sayısı ne biliyor musunuz?
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Ya biraz da oraya konuş kardeşim, biraz da o tarafa bak!
O tarafa bak biraz da!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Niye ya? Size konuşmamdan rahatsız mı oldunuz? Ne güzel,
size, muhalefete anlatıyorum işte.
424
banka Amerika’da battı. Bunun 161’i 2010’da, 90 tanesi de 2011 yılında battı.
Evet, eskiden olsaydı tabii, böyle bir ortamda hemen IMF’ye koşa koşa giderdik
biliyorsunuz, hemen para isterdik: “Aman IMF, canım IMF, gel ne olur, senin
şartlarında anlaşalım.” Bunlar yıllarca Türkiye’de böyle oldu.
Şimdi,
“Özelleştirme paraları nereye harcanıyor?” diye soruyorlar değil mi?
Özelleştirmeden elde edilen paralar nereye harcanıyormuş? IMF’ye vaktiyle
yaptığınız borçları ödüyoruz hâlâ yahu özelleştirme paralarıyla. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) IMF’ye borç yaptınız ya! 23,5 milyar dolar devraldık
IMF’den.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Buraya niye söylüyorsun?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bugün ne biliyor musunuz? 3,7 milyar dolara indi IMF’ye
borç.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Kim borçlandı, kim?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Haa, bak, bu özelleştirme paralarıyla ödendi değerli
arkadaşlarım. Bütçeden de ödeniyor.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Kim borçlandı? Biz mi borçlandık?
MUSA
ÇAM (İzmir) – Ya bize değil, Metiner’e söyle sen bunları, bize değil!
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Bize niye söylüyorsun?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Hayır, siz soruyorsunuz. Bunları burada siz söylediniz.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Ya, bize niye söylüyorsun? Kim borçlandı? Biz mi
borçlandık?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Sizin Genel Başkanınız söylüyor bunları burada. Bu kürsüde
ifade etti, hep beraber dinledik.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Biz mi borçlandık?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Evet, küresel finans krizi ortamında iyi yönetimin nasıl
sonuç verdiğini de yatırımlardan anlamak mümkün.
Değerli
arkadaşlarım, öyle bizde boş konuşmak yok. Bakın, geçmişte yılan hikâyesine
dönen birçok proje bizim dönemimizde tamamlandı. Neler var? Karadeniz sahil
yolu. Hepiniz gidiyorsunuz.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Rize’de gördük, Rize’de!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Karadeniz sahil yolu, yahu 12 hükûmet eskitti, 16 bakan
eskitti Karadeniz otoyolu.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Rize’yi söylesene, Rize’yi!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – On altı yılda yüzde 40’ı tamamlandı Karadeniz otoyolunun.
Biz geldik, altı yılda tamamını bitirdik. Bak, yapınca oluyor, siyasi irade
olunca oluyor, adam gibi adam olunca oluyor. Hepsi olur, hiç korkmayın.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Rize’de ne oldu, Rize’de? Rize’de ne oldu?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bolu Dağı Tüneli… Size soruyorum, yılan hikâyesi değil
miydi Bolu Dağı Tüneli? Defalarca konuşulmadı mı, üzerine fıkralar üretilmedi
mi? E, biz geldik, bitti. Oluyor demek ki. Bolu Dağı Tüneli, bak ne güzel… Ha,
patates deposu Ayaş Tüneli olacak. Birileri de Ayaş yolu yaptılar.
Biliyorsunuz, sürat treni inşa ediyorlardı, Ayaş Tüneli’ne girdiler, bir daha
da çıkamadılar. Hâlâ bekliyoruz ne zaman çıkacaklar diye. (CHP sıralarından
gürültüler)
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Sen onların zamanında bürokrattın, onları niye
ilgilendirmedin o zaman?
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Ankara-Konya hızlı treni, Ankara-Eskişehir hızlı treni…
Ankara-İstanbul hızlı treni de 2013 sonunda bitiyor değerli arkadaşlarım, 2013
sonunda İstanbul-Ankara üç saate iniyor.
Bakın,
size bir örnek vereyim: 91’de zamanın Başbakanı konuşma yapıyor, diyor ki:
“Türkiye’de 40 bin yerleşim birimi var, 20 bin tanesinde içme suyu şebekesi
yok.” 91, yirmi sene önce, çok fazla değil.
Bir
başka örnek daha veriyor: “Ankara-İstanbul arasında bir tren var ama ortalama
40 kilometre hızla gidiyor, on saatte İstanbul’a varılabiliyor. Bu bütçeyle
bunları nasıl yapacağız?” diyor, hâlinden şikâyet ediyor. Demek ki
yapılabiliyormuş değerli arkadaşlarım; bakın, hepsi tamamlanabiliyormuş.
Bakın,
size bir de Konya Ovası Projesi’nden bahsedeyim. Yakında devreye girecek.
Buğday ithal ettiğimizi söylediniz. Evet, biz buğday ithal ediyoruz ama unu da
ihraç ediyoruz. Niye hep tek taraflı söylüyorsunuz? Un da ihraç ediliyor, yani
ondan un yapılıyor. Ve yakında göreceksiniz, hem Konya Ovası Projesi hem
Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)… Öyle sizin söylediğiniz gibi değil, yılda 4
milyar lira ödenek tahsis ediliyor GAP’a.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Nerede, nerede? Göster, göster… Nerede? Boru hatlarını
görelim, üzerinde yükselen sanayiyi görelim. Söylemekle olmuyor. On yılda yüzde
1 artmışsınız.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – 2012’nin sonunda da GAP ana hedeflerini bitiriyor,
tamamlıyor. Ondan sonra her türlü bereketli üretim buralarda yapılacak.
Bakın,
asrın projesi Marmaray, kentsel dönüşüm projeleri, on sekiz yeni şehir inşa
eden TOKİ’nin projeleri, barajlar, elektrik üretim santralleri… Sayısını
vereyim: 78’i termik, 524’ü hidrolik, 115’i de yenilenebilir enerji
kaynaklarına dayalı yani jeotermale dayalı 717 elektrik üretim santrali inşa
ediliyor şu anda. E, bunların hepsi hayal gibiydi vaktiyle değerli
arkadaşlarım, hepsi gerçek oldu. Oluyor demek ki; çalışınca, üretince oluyor;
olmayacak bir şey yok. Çalış senin de olsun. Evet, güzel söylüyor değerli
arkadaşlarım.
Kârlara
baktığınız zaman 2010’da, 2011’de -birinci
500, ikinci 500, hiç fark etmez- bunlar gayet iyi durumda. Finansman
giderlerinde özel sektörün müthiş bir düşüş var, kredi faizlerinin düşmesinden
dolayı. Finansman giderlerinden muazzam bir tasarruf yapıyorlar,
kârlılıklarının temel sebebi bu.
Ücretleri
Değerli Maliye Bakanı arkadaşım anlattı, söyledi, o yüzden girmiyorum.
Evet,
bu bütçenin de, 2012 bütçesinin de bazı temel özellikleri var.
MALİK
ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Altı dakika kaldı.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Ben, altı dakikaya çok şey sığdırırım, sen hiç endişe etme.
Daha geleyim mi başka şeylere, cemaziyelevvele dönelim mi? Bak, bir tanesi
kaçtı gitti Genel Kuruldan.
BAŞKAN
– Sayın Gedikli, lütfen… Lütfen…
MUSA
ÇAM (İzmir) – Anlasak altı saat de konuş, altı saat de konuş…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – 2012 bütçemizin temel özellikleri var. Bunları da öğrenmiş
olursunuz, ne gibi temel özellikleri var. Bu bütçe, ülkemizin sorunlarını daha
da hafifleten bir hizmet bütçesidir, sosyal devlet anlayışını daha da
derinleştiren bir bütçedir ve halkımıza refahı yansıtan ve dağıtan bir
bütçedir.
Biz,
bu bütçeleri yaparken popülizm de yapmıyoruz değerli arkadaşlarım; popülizm
bitti, siyasi hayatımızdan çekildi, gitti. Bakın, bütçenin hedeflerine
baktığınız zaman, gerçekleşmelerine baktığınız zaman popülizm yapılmadığını
görürsünüz. 2011’de bütçe yapıldı değil mi, seçim yapıldı değil mi? Seçimde,
seçim yapılmasına rağmen, ortaya çıkan bütçe açığı son derece küçük, on aylık
rakam 1,7 -eski rakamla söyleyelim- katrilyon. Açık, öngörülen açık 33’tü
biliyorsunuz, 33 katrilyondu. Demek ki popülizm falan yapmamışız, yapsaydık
aradaki farkları da harcardık. 30 milyar para var, niye harcamamışız yani?
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Önceden kim yapıyordu?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Evet, şimdi bir de faiz yüküne bakalım. Ağır faiz yükünün
de artık hafiflediği bir bütçe bu. Bakın, 2002’de, örnek veriyorum, faizin
bütçe içindeki payı yüzde 43,2’ydi.
Değerli
arkadaşlarım, inanabiliyor musunuz böyle bir rakama? Bütçenin yarısı faize
gidiyor. Böyle bir bütçeyle de hizmet üretmeye çalışıyorlar, olacak şey mi? Ama
şimdi bu oran, bakın bütçe harcamaları içindeki payını diyorum, yüzde 14,3.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Önceki libor kaçtı? Sen liboru bilmezsin (!)
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Evet, dolayısıyla artık faizin de bütçe içindeki payı, hem
de vergi gelirlerinden karşılanan payı son derece düştü. Vergiden örnek
vereyim, daha iyi anlaşılır. Eskiden 100 liralık vergi gelirlerinin 85 lirası
faize gidiyordu, şimdi 100 liralık vergi gelirinin 18 lirası faize gidiyor.
Aradaki fark bu.
Evet,
nereden nereye? Sayın Başbakanımızın
söylemiyle, değil mi, nereden nereye ya! İşte oradan buraya!
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Bunu anladık, bunu anladık.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Evet, IMF komiserlerinden bugünlere, aydınlık günlere
geldik. IMF vesayeti bitti, değil mi?
Evet,
herkes emin olsun, milletimiz müsterih olsun, ülke emin ellerde oldukça,
milletimiz demokratik güven ve istikrarı korudukça yarınlar daha da aydınlık
olacak, daha da güçlü olacak, bundan hiç kimsenin endişesi olmasın.
Evet,
deminki faiz hesabıyla bir hesap yapsak yaptığımız tasarruf da aşağı yukarı 60
milyar dolara tekabül ediyor, o faiz hesabıyla. Peki, bu 60 milyar dolar nereye
gidiyor acaba? Evet, bu kaynak, 60 milyar dolar nereye gidiyor hemen söyleyeyim
size: Personele gidiyor, emeklilere gidiyor, yatırımlara, sosyal harcamalara,
sosyal güvenliğe, eğitime, sağlığa, esnafımıza, çiftçimize, KÖYDES’e, BELDES’e,
SUKAP’a, buralara gidiyor.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Çalık’a, Çelikler’e, Telekom’a…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bizde böyle; KÖYDES biter, BELDES başlar; BELDES biter,
SUKAP başlar; SUKAP biter, başka bir hizmet başlar; biz hizmetkârız, kendimizi
öyle tanımlıyoruz.
MUSA
ÇAM (İzmir) – Bravo (!)
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Bravo Sayın Gedikli (!)
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) - İşte, bakın, bu, milleti anlamak; siz de anlayacaksınız bir
gün eminim, belki doksan dokuz yıl sonra, geç olacak ama bir gün anlarsınız milleti.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Özür
dileyeceğiniz makamları bile öğrenememişsiniz, İnönü’den özür diliyorsunuz, ya
siz milletten özür dileyin be! Milletten özür dileyin, milletten!
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Ya Bülent Bey ya, insanlarla dürüstçe konuş, alay
etme ya, alay etme!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Bu milleti hangi konuma düşürdüğünüzü seçimlerden sonra
gördük.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Haddin değil senin ya! Alay etme! Alay etme!
Ayıptır ya!
BAŞKAN
– Sayın Aslanoğlu, lütfen.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Evet, değerli arkadaşlarım, bu bütçeyle…
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Ayıptır ya! “Doksan dokuz yıl sonra…” Ayıptır ya!
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Siyaseti germe! Orada arkadaşlarımız var diye bir şey
demiyoruz ama cehalet gösterme,
Ortaçağ’dan sadece bir gürültü geliyor senin konuşmandan, hiçbir şey
anlaşılmıyor, ne dediğin belli değil.
BAŞKAN
– Sayın Erdoğdu…
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Ama sataşma var Sayın Başkan. Biraz sorumluluk sahibi olur
kürsüdeki hatip.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Deminden beri can kulağıyla dinliyorsun yalnız.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, kimseye hakaret etmeye hakkı
yoktur. Niye müdahale etmiyorsunuz Sayın Başkan! Kimseyle alay etmeye hakkı
yoktur.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Evet, 2011 yılında 15,4 milyar lira olan sosyal yardımlar
2012 yılında 19,1 milyar liraya çıkıyor.
Bakın,
“sosyal yardımlar” diyorum değerli arkadaşlarım, yüzde 24 artış demektir bu.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Sosyal yardımlardaki çalıntıyı söyle! Kömür hırsızları!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – 2002 yılında sosyal yardımlar neymiş biliyor musunuz?
Devede kulak, 2 milyar bile değil. Tam kaç kat artmış biliyor musunuz sosyal
yardımlar bizim dönemimizde? Tam 10 kat artmış, 10.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Biz biliyoruz ne kadar para aktarıldığını!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Evet, bu bütçeden reel kesime, esnafımıza, çiftçimize de ne
düşüyor, onlara bir bakalım. Esnafımız bizim omurgamızı teşkil ediyor. Reel
destekler 2011 yılında 7,3 milyar lira iken, 2012 yılında 8,3 milyar liraya
çıkıyor. Bu da yüzde 14 bir artışa tekabül eder.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – TOKİ’den, vergiden çaldığınız paraların miktarını söyler
misiniz? Kentsel dönüşümden aldığınız paraları söyler misiniz?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Evet, esnafımıza sağlanan destekler… Bakın, birkaç örnek
vereyim hemen. Halk Bankası esnaf kredileri: 2002’de 153 milyon lira. Değerli
arkadaşlarım, şu rakamlara bir dikkat edin: 2002’de 153 milyon lira Halk
Bankasının esnafa verdiği kredi. 2011 Eylül sonunda 3,7 milyar lira, yani 24
kat artmış. Faiz ne peki o zaman? Yüzde 47. Bugün yüzde 5. Buna tabii KOSGEB
tarafından verilen destekleri de eklemek lazım. 2003 yılından bugüne kadar
KOBİ’lerimize 415 milyon lira destek verilmiş. 203 bine yakın KOBİ için 11,3 milyar
lira kredi hacmi oluşturulmuş.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Halk Bankasına, Çalık Grubuna verilenleri söyle!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Evet, KOBİ’ler için 11,3 milyar lira kredi hacmi
oluşturulmuş. Daha önce on iki yılda, 90 ile 2002 arasında KOBİ’lere verilen
destek sadece 14,5 milyon lira.
Evet,
tarıma da yüzde 12 artış öngördük bu bütçede. Önemli destekler devam ediyor.
Ziraat Bankasının yine 2002’de kullandırdığı kredilere göre en son kullanılan
kredi hacmi -değerli arkadaşlarım, sadece kaç kat arttığını söylüyorum size-
Ziraat Bankası kredileri tam 58 kat artmış, 2002’den bugüne kadar 58 kat. Evet,
o zaman 67 bin çiftçi kredi kullanıyormuş, 2010’da tam 813 bin çiftçi…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MAHMUT
TANAL (İstanbul)- Kaç tane çiftçiyi icraya verdiniz, onların dosya sayısını
söyler misiniz? Kaç tane çiftçiyi icraya verdiniz?
BAŞKAN
– Sayın Gedikli, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurun.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Evet, bunun yanında savunma sanayisinde yerli üretimin payı
arttı. ARGE Kanunu çıktı, artık Türkiye kendi silahını üretiyor; insansız hava
aracı Anka’yı, helikopterimiz ATAK’ı, savaş gemimizi -Heybeliada’yı- tankımız
Altay’ı üretiyoruz. Hastanede kuyruklar, rehinler bitti, hava ambulans sistemi
kuruldu, kamu hastaneleri tek çatı altında birleşti, 2023 vizyon projelerine
start verildi. Evet, işte bunlar Türkiye’de artık oluyor. Oluyor mu? Oluyor.
Devlet
olmak bu, iktidar olmak bu, aradaki fark da bu.
MUSA
ÇAM (İzmir) – Nereden nereye?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Evet çok güzel, nereden nereye? Bak çok güzel öğrenmişsin,
devam et. Bizim sloganlarımızın hepsini öğreneceksin, öyle görünüyor.
Evet,
yoksullukta yüzde 28’den yüzde 18’e indik, biliyorsunuz yoksulluk oranlarında…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Bu anlattıklarınızı Kızılay Meydanı’nda halka anlatabilir
misiniz?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – …ve şu andaki yatırım bütçemizde de tam 2.534 adet yatırım
projesi var. Bu projeler de tam 4,2 yıl içerisinde bitecek. Evet, hedefimiz
2023 yılında her alanda dünya standartlarını yakalayan en büyük 10 ekonomide
olan bir Türkiye oluşturmak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Sayın Gedikli, teşekkür ediyorum.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
AHMET
YENİ (Samsun) – Aranızda anlaşın.
BAŞKAN
– Bir saniye sayın milletvekilleri.
Buyurun
Sayın Hamzaçebi.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın
Gedikli konuşmasında doğal olarak iktidarı öne çıkaran ve eski
iktidarları eleştiren bu çerçevede muhalefet partilerine, bize yönelik
eleştiriler yaptı. Bunlara ilişkin olarak söyleyeceğim herhangi bir şey yok.
Bir bütçe konuşmasında bu konuşmalar, eleştiriler gayet doğaldır. Ancak
konuşmasının bir yerinde bunun ötesine geçerek, Cumhuriyet Halk Partisinin
tüzel kişiliğine bir sataşmada bulundu.
BAŞKAN
– Ne söyledi Sayın Hamzaçebi?
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Cumhuriyet Halk Partisinin, İş Bankası
hisselerinden hareketle, piyasa değerini ifade eden, siyasetle uygun olmayacak
bir üslupla sataşmada bulundu efendim.
BÜLENT
GEDİKLİ (Ankara) – Yalan mı?
BAŞKAN
– Lütfen Sayın Gedikli, lütfen.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Yalan, hem de kuyruklu.
BAŞKAN
– Lütfen sayın milletvekilleri.
Sayın
Hamzaçebi, İç Tüzük’ün 69’uncu maddesi gereğince sataşma nedeniyle iki dakika
söz veriyorum ama lütfen yeni bir sataşmaya mahal vermeyin. Bütçe görüşmesi
herkes tabii ki birbirini eleştirecek.
Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Ankara Milletvekili Bülent Gedikli’nin, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iki güzel
cümleyle başlamak isterim: “Söz ola kese başı, söz ola kestire başı.”, “Kim
güzel söz söylerse kötü söz işitmez.” Buradaki konuşma üslubu daima bir sonraki
konuşmanın üslubunu belirler veya bir sonraki konuşmacıyı etkiler.
Sayın
Gedikli’nin konuşmasına bir açıdan teşekkür ediyorum. İktidar partisi ancak bu
kadar kötü bir konuşmacıyı buraya çıkarabilirdi ki muhalefet partileri puan
kazansın. (CHP sıralarından alkışlar)
Bu
açıdan teşekkür ediyorum, sağ olun ama birkaç şeyi düzeltme ihtiyacı duyuyorum.
Sayın Gedikli, herhâlde genel merkezde çokça kaldığından olacak, Parlamento
gündemini izleyemediğinden olacak, ekonomi gündemini izleyemediğinden olacak ve
kendi anlayışının gereği olarak her şeyi piyasayla ölçen bir anlayışla
Cumhuriyet Halk Partisinin piyasa değerini ifade eden bir cümle söyledi.
Biz,
cumhuriyetten beri ayakta olan partiyiz, bugün hâlâ varız. Siz, iki üç seçimdir
varsınız, bir sonraki seçimde ne olacağınız belli değil. Sayın Başbakan
hastalandı, sendeledi; birbirinize düştünüz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
NUREDDİN
NEBATİ (İstanbul) – O sizde olur, bizim öyle bir âdetimiz yoktur.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bakın, değerli arkadaşlar, 28 Şubata gidiyorsunuz,
darbelere gidiyorsunuz; Sayın Gedikli de buradaki konuşmasında 28 Şubata gitti
“Neredeydiniz bize kapatma davası açılırken?” dedi. Ben bir soru sormak
istiyorum: Dört yıl önce 27 Nisan e-Muhtırasını bir darbe olarak nitelediniz ve
“Bunu yapanlar hesap verecek.” dediniz ama siz, o Genelkurmay Başkanına Üstün
Hizmet Madalyası verdiniz. Sizin, değerinizi biz bununla ölçüyoruz.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Buyurun Sayın İnce.
Sayın
milletvekilleri, bir saniye…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Sayın Gedikli şahsıma hakaret etti, “Hacca
gitmeden hacı olan.” diye beni aşağıladı. 69’a göre söz istiyorum.
BAŞKAN
– Sayın Gedikli, söylediniz mi? (CHP sıralarından “Söyledi, söyledi.” sesleri)
Buyurun
Sayın İnce, İç Tüzük’ün 69’uncu maddesi gereğince; sataşma nedeniyle yeni bir
sataşmaya mahal vermeden yalnız.
Buyurun.
3.- Yalova Milletvekili Muharrem
İnce’nin, Ankara Milletvekili Bülent Gedikli’nin, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Önce
şunu söylemek lazım: Bir gazete röportajımda çocukluk anılarımı söyledim. Sekiz
yaşındayken televizyonu görmeden arkadaşlarıma görmüş gibi anlattığımı, büyük
bir samimiyetle sekiz yaşındaki hâlimi söyleyince, onu buraya ancak sekiz
yaşındaki bir zihniyet taşıyabilir; birincisi bu. (CHP sıralarından alkışlar)
İkincisi:
Üniversite yıllarımda yine o röportajda şöyle dedim: “Ben sol grubun
içerisindeydim ama dinî duyarlılıkları yüksek bir çocuktum. Arkadaşlarım bana
‘hacı’ derlerdi.” dedim, röportaj da böyleydi. Bu da doğru. [(AK PARTİ
sıralarından “Bravo(!)” sesleri, alkışlar(!)] İkincisi: Bazıları gitmeden oldu
gibi görünür ama bazıları gitse de hacı olamaz. İsterse 10 kere gitsin hiç hacı
olamaz onlar. Bak, Keçecizade İzzet Molla şöyle diyor: “İnsan hacı olsaydı
gitme ile Mekke’ye, eşek derviş olurdu taş çekmeyle tekkeye.” (CHP sıralarından
alkışlar)
Şimdi,
bakın, bunlar, bu siyaset değil. Burada kırk yaşın üzerinde, elli yaşında,
altmış yaşında insanlar, çocukluk anıları bir röportajı alıp buralara… Kimseye
böyle bir sahtekârlık yaptığımız falan yok, kimseye de böyle bir şey demedik.
Arkadaşlarımızın bir lakabını bir gazetede dürüstçe, içtenlikle, samimiyetle
söylemişiz. Yani anlayamadım ne söylediğini, yukarıya çıktım, tutanakları da
alamadım, izleyen arkadaşlarımızdan aldım çünkü bozuk bir Türkçeyle konuşulduğu
için ne dediğini anlayamadım. Ya tutanaklardan ya televizyonlardan
izleyenlerden söylemem gerekiyordu onun için bir süreliğine ayrıldım yoksa
buradan kaçmadım yani. Bunu söylemek istiyorum.
Ayrıca,
bir de düzeltme yapayım: Deprem 98’de olmadı Sayın Gedikli, 17 Ağustos 1999’da
oldu. O, yüzyılın büyük acısının tarihini bile bilmiyorsunuz, doğrusu çok
yadırgadım.
Yüce
Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
BÜLENT
GEDİKLİ (Ankara) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Gedikli.
BÜLENT
GEDİKLİ (Ankara) – Sayın Başkanım, “Sekiz yaşındaki çocuk gibi.” dedi, ona
cevap vermem gerekir.
BAŞKAN
– Ne söyledi?
OKTAY
VURAL (İzmir) – Efendim, tutanaklara bakın da ondan sonra söz verirsiniz.
BÜLENT
GEDİKLİ (Ankara) – “Sekiz yaşındaki çocuk gibi konuşuyor.” dedi.
BAŞKAN
– Sayın Gedikli, lütfen, bunu devam ettirecek değiliz.
BÜLENT
GEDİKLİ (Ankara) – İki dakika Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Gedikli, iki dakika ama lütfen yeni bir sataşma olmasın.
4.- Ankara Milletvekili Bülent
Gedikli’nin, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
BÜLENT
GEDİKLİ (Ankara) –Sayın Başkanım, tabii, piyasa değeriyle ilgili sözümüz
Cumhuriyet Halk Partisinin İş Bankası ortaklığıyla alakalı. Siz İş Bankasının
ortağı mısınız, değil misiniz? (CHP sıralarından gürültüler)
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Ortağı değiliz.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Yüzde 28 ortak mısınız, değil misiniz? Buna bir cevap
verin. (CHP sıralarından gürültüler)
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Ortağı falan değiliz.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Ortağı falan değiliz.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) - Dolayısıyla, ortak olduğunuza göre piyasa değeri ortaya
çıkıyor. Bakın, bunu bir daha burada söylüyorum.
BAŞKAN
– Sayın Gedikli, lütfen sataşmayla ilgili konuşun, soru sormaya çıkmadınız
buraya.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Ortağı değiliz, Türk Dil Kurumunun temsilcisiyiz.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) - Bir başka şey daha
söyledim: Bir de “Türkçe bozuk falan filan.” dediniz. Gayet iyi anladığınızı da
görüyorum. Bakın, burada gelip hepiniz onlara cevap verdiniz.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Yahu biz ortağı değiliz. Cahillik etme!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) - Nasıl Türkçe bozukmuş bu yahu? Belki mikrofonda bir sorun
olmuştur. Ben gayet güzel Türkçe konuşurum, tam da yerli yerinde konuşurum. Her
hafta da buraya gelir, konuşuruz ve hepiniz de rahatsız olursunuz. Biz bu işi
iyi biliriz.
“Sekiz yaşındaki çocuk gibi.” diyor. Müthiş
bir düzeltme yaptın, sağ ol, teşekkür ediyoruz, tarihini de öğrenmiş olduk. O
peki kaç yaşına uygun oluyor? Yani bununla mı bize burada bir siyaset
yapıyorsunuz, yapmış oluyorsunuz? Kendiniz röportaj vermişsiniz, kendiniz
yalancı olduğunuzu söylemişsiniz, yalan söylediğinizi söylüyorsunuz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bak, yalancı olduğumu söyleyemezsin!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Söylüyorsun… “Televizyonu görmediğim hâlde görmüş gibi
anlattım.” diyor. Çocukluğundan belli zaten durum. Yani bunu ben söylemiyorum,
kendiniz söylüyorsunuz.
Bir
başka şey daha söyleyeceğim.
OKTAY
VURAL (İzmir) – O zaman, bu ifadeleri oy verenler de hak etmiyor yani.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) - Aynı röportajda şunu da söylüyorsunuz, diyorsunuz ki: “Ben
dini siyasete alet etmem.” Değil mi? Yaklaşım bu. “Cuma namazından beraber
çıktığım AK PARTİ’li grup başkan vekili arkadaşım hemen kameralara koştu.”
diyorsunuz. Zannediyorum Sayın Elitaş. Siz arka kapıdan kaçmışsınız. Herhâlde
cumayı da gizli kılıyorsunuz, öyle anlaşılıyor. (CHP sıralarından “Ayıp, ayıp!”
sesleri, gürültüler)
Peki,
bunları daha sonra röportaj olarak niye verme ihtiyacı duyuyorsunuz?
BAŞKAN
– Sayın Gedikli…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) - Niye röportaj veriyorsunuz bunlarla ilgili? Madem dini
siyasete alet etmiyorsunuz niye bunu yapıyorsunuz? Bu röportajı niye
veriyorsunuz? “Çocukluğumda bana ‘hacı’ derlerdi.”, “Cumaya gittim, umreye
gittim...” Hepsini anlatmışsınız maşallah.
BAŞKAN
– Sayın Gedikli, lütfen… Herkesin hayat tarzı kendisini ilgilendirir. Lütfen…
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) – Muhafazakâr demokratı biliyorduk da muhafazakâr sosyal
demokratı da yeni öğrendik.
Hepinize
teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, bana açıkça “yalancı” dedi. Herhâlde siz de
duydunuz?
BAŞKAN
– Buyurun Sayın İnce.
Anlaşılan
sabaha kadar devam edecek.
5.- Yalova Milletvekili Muharrem
İnce’nin, Ankara Milletvekili Bülent Gedikli’nin, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Evet, teşekkür ederim Sayın Başkan.
Dokuz
yıldır milletvekilliğimde şu kürsüye çıkıp da hiç cevap vermeden indiğimi
hatırlamıyorum. Bu kadar düzeysiz, bu kadar ucuz…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, lütfen konuşurken, düzeysizliği tarif
ederken düzeysizlik yapmasın.
MUHARREM
İNCE (Devamla) - …bu kadar böyle yani
hiçbir şeyi olmayan bir konuşmaya gerçekten cevap vermeye tenezzül etmiyorum.
BAŞKAN
– Bir saniye Sayın İnce… Bir saniye Sayın İnce…
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Yani buna tenezzül etmiyorum.
BAŞKAN
– Ben ne bir sayın hatibi ne de bir sayın grup başkan vekilini usulü dairesinde
konuşmaya davet etmek durumunda değilim. Herkes nasıl konuşacağını kendisi
bilir.
Lütfen,
niye bana bakıyorsunuz?
AHMET
AYDIN (Adıyaman) - Kaba, yaralayıcı bir söz…
BAŞKAN
– Çıkan hatip lütfen sataşma yapmasın, Sayın İnce de cevap vermesin. Lütfen
ama… (CHP sıralarından alkışlar)
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – O zaman biz de söz istiyoruz.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Bir: İş Bankasında ortaklık başka bir şeydir, yönetim hakkı
başka bir şeydir. Daha bu kadar basit bir bilgiyi bile öğrenememişsiniz.
İkincisi:
Bir gazete röportajına insanın çocukluğunu anlatması, anılarını anlatması, bunu
alıp diline dolaman… Bu kadar, ucuz olabilir mi siyaset? Ya bu kadar, Maliyede
bu kadar önemli görevlerde bulunmuşsunuz; yazık ülkenin hâline! Yazık, vallahi
yazık!
BÜLENT
GEDİKLİ (Ankara) – Sana yazık!
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Şu gelip buraya bütçeyi şöyle bir maliyeci edasıyla, bu işi
bilen edasıyla anlatsaydınız keşke.
BÜLENT
GEDİKLİ (Ankara) – Sana yazık! Düzeysiz diyor, seviyesiz diyor.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Bunları bilmediğiniz için, ne dediğiniz de anlaşılmadığı için
hiç kimse anlamadı. AKP’liler de anlamadı sizin ne dediğinizi.
BÜLENT
GEDİKLİ (Ankara) – Gayet güzel anlamışsın. Bak, cevap veriyorsun.
İLYAS
ŞEKER (Kocaeli) – Biz her şeyi anladık.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Allah aşkına bir dahakine bütçeyi bilen, bütçe tekniğini bilen
ve ne dediği anlaşılan bir temsilciyi çıkarın da biz de burada polemiğe girmeyelim.
Gerek duymuyorum bunlara cevap vermeye. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Lütfen oturur musunuz.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Ama, demin düzeysiz bir sataşmada bulundu.
BAŞKAN
– Bir oturun. Grup başkan vekili söz istedi.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, bir düzeltme yapmak istiyorum, İş
Bankasıyla ilgili bir düzeltme yapacağım.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, tutanakları isteyin süreci işletin.
BAŞKAN
– Aranızda anlaşın. Önce kime vereceğim.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Elitaş, siz hitap edin.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
- Buyurun Sayın Elitaş.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Hamzaçebi, biraz önceki…
BAŞKAN
– Anlaşılmıyor Sayın Elitaş.
Sayın
milletvekilleri bir susarsa, lütfen…
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Düzeyiniz bu sizin.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Biz düzeyimizi biliriz, senden öğrenecek değiliz.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Sen çok şey öğreneceksin Mevlüt Aslanoğlu.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Biz düzeyimizi biliriz, sen karışma oradan.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Düzey ortada, görünüyor.
BAŞKAN
– Sayın Aslanoğlu, lütfen ama…
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – “Düzeysiz” diyor Sayın Başkan. Duymuyor musun?
BAŞKAN
– Sayın Elitaş, buyurun.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, biraz önce Sayın Hamzaçebi sataşmadan aldığı
konuşma içerisinde “Sayın Başbakanın
hastalığından dolayı birbirinize düştünüz.” diye -hiçbir siyasi partinin başka
bir siyasi partiyle ilgisi olmayan bir konu hakkında- ifade etti. Müsaade
ederseniz…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Elitaş, sizden sonra da Sayın Hamzaçebi’ye vereceğim, devam
edecek bu anlaşılan.
İç
Tüzük’ün 69’uncu maddesi gereğince –uyarma gereği de duymuyorum artık “Sataşma
olmasın.” diye çünkü sataşıyorsunuz- buyurun.
6.- Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum ama İç Tüzük’ün 67’nci
maddesince sizin bu kürsüde konuşan milletvekillerini uyarma salahiyetiniz var
çünkü o kürsüye, o makama oturduğunuz takdirde İç Tüzük’ün 67’nci maddesini
uygulamanız gerekir. Biraz önce Sayın Grup Başkan Vekili Genel Başkan
Yardımcımızla ilgili sataşmaya cevap verirken gereksiz gördüğünü “böyle
düzeysiz bir konuşma” diye ifade ederken açıkçası yadırgadığımı ifade ediyorum
çünkü yaptığı bir konuşma… Genel Başkan Yardımcımızın konuşmasından rahatsızlık
hissedebilir, incinme duyabilir ama onu düzeysizlikle veya sekiz yaşındaki
çocuk aklıyla ifade etmek açıkçası milletvekiline yakışmayan, özellikle de grup
başkan vekiline yakışmayan bir davranış şeklidir. Biz grup başkan vekilleri
olarak grubumuzu muhakkak ki temsil ediyoruz, temsil ettiğimiz kitlenin
aynasıyız, yansımasıyız. Açıkçası ben hiçbir milletvekilini -burada konuşurken,
özellikle de grup başkan vekilleri konuşurken- “düzeysiz” diye ifade etme
yetkisini kendimde görmüyorum çünkü benim grubum bütün seçilmiş
milletvekillerini, halktan oy almış milletvekillerini düzeyli ve seviyeli
olarak görür. Biz o kültürden geldik, yetiştik. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
İkincisi:
İş Bankası meselesi. Siyasi Partiler Kanunu’na aykırıdır ama Ulu Önder
Atatürk’ün verasetine ve onun vasiyetine saygı duyduğumuzdan dolayı bu konuyu
hiç kimse gündeme getirmemiş. 12 Eylülde İş Bankasının hisseleri alınmış,
mahkemeyle kazanmışsınız. Türkiye'nin en büyük kredi kuruluşunun yönetiminde
olmak ve bu kredi dağıtılırken de burada siyasi etki yapmak herhâlde Siyasi
Partiler Kanunu’nda da yeni anayasada da düzenlenmesi gereken bir husustur.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Ya, nereden biliyorsun siyasi etki yaptığımızı? Bu nasıl
bir ithamdır? Sen Çalık bankla mı karıştırıyorsun?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – İkinci: Bir siyasi partinin genel başkanının hastalığıyla
ilgili “Birbirinize düştünüz.” diye ifade etmek yakışıksızdır. İktidar
susuzluğunda çölde serap görmeye başladınız. Kendinize bakın, hakikati en iyi
şekilde görürsünüz.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Elitaş.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hem Sayın Gedikli hem de Sayın Elitaş biraz önce…
BAŞKAN
– Sayın Hamzaçebi, hiç dinlemeye gerek yok, buyurun, iki dakika veriyorum. Ama
son olsun lütfen, istirham ediyorum çünkü Sayın Genel Başkan bekliyor konuşmak
için.
Buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, yönetiminiz hakkında söz isteriz biz de.
7.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Ankara Milletvekili Bülent Gedikli ve Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın, partisine sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Toleransınızı kötüye
kullanmayacağımı peşinen ifade edeyim.
Değerli
arkadaşlar, şu çok açık ve net olarak bilindiği hâlde, bu kürsüye çıkan iktidar
partisi sözcüleri maalesef gerçeğe aykırı beyanda bulunmaya devam ediyorlar.
Sayın Elitaş biraz önce bir cümle söyledi ama cümlelerin arkasında gizli bir
tehdit de saklı. Yani “Biz Atatürk’e duyduğumuz saygıya binaen Atatürk’ün
vasiyetine karışmıyoruz yoksa karışabiliriz ha!” diyor, öyle anlıyorum.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Siyasi Partiler Kanunu’na aykırı.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakın, bu bir miras hukuku
meselesidir, bir vasiyet meselesidir. Birisi, burada Atatürk mal varlığını
vasiyet etmiş.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Siyasi partiler ticaret yapamaz diyoruz, ticari kuruluşlara
ortak olamaz diyoruz.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – “İş Bankası hisselerinin mülkiyetini Cumhuriyet Halk
Partisine bırakıyorum, ama intifasını, yani buradan elde edilen kâr payını Türk
Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumuna bırakıyorum, vasiyet ediyorum.” demiş. Yani
siz şunu mu demek istiyorsunuz: “Biz gerekirse kanun çıkarırız, miras hukukuna
müdahale ederiz, vasiyeti ortadan kaldırırız.” Bu, bu demektir. Bir hukuk
devletinde böyle bir düşünce olabilir mi? Bu hisselerin piyasa değeri sıfırdır
arkadaşlar. Burada milyarlarca lira değer biçen kişiler çıkıyor, konuşuyor.
Piyasa değeri sıfırdır. Kâr payı olmayan bir hisse senedine kim, ne kadar lira
verecektir söyler misiniz?
BÜLENT
GEDİKLİ (Ankara) – Hazineye devredin o zaman.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Buraya polemik yapmak için çıkmak için bile bir
altyapı lazım, bir birikim, bir hazırlık lazım. Yani polemik yapılır, bu
kürsüde polemiğin hakkını veren arkadaşlar vardır ama bir hazırlıkla çıkarlar.
Hazırlıksız çıkarsanız polemik bile yapamazsınız.
Sekiz
yaşındaki çocuklara da saygısızlık etmeyelim. Sekiz yaşındaki çocuk, her şeyi
çok iyi değerlendiren bir çocuktur. Keşke büyükler o çocuk yanlarını muhafaza
edebilseler, kaybetmeseler.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Hamzaçebi. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın
Önder, tutanakları getirttim, “Orada bir sanatçı arkadaşımız var, yönetmen
olduğunu öğrendim, Sayın Sırrı Süreyya Önder…” O sırada siz “Sataşma var.”
diyorsunuz efendim.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, kürsüden söz verseniz…
BAŞKAN
– Bir saniye, efendim, lütfen.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Yani kürsüden verseniz, arkadaşımızın sesi çıkmıyor diye…
BAŞKAN
– Ben özgeçmişinize baktım Sayın Önder, film yönetmeni ve senarist… Burada ben
sataşma görmüyorum ama söz talebiniz var. İç Tüzük’ün 60’ıncı maddesi
gereğince, esprili konuşmanızla biraz da gergin ortamı yumuşatmanız için,
buyurun. (Gülüşmeler)
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Onun için iki dakika isterim, bu hasta iyileşmez.
BAŞKAN
– Buyurun, bu işin pazarlığı olmaz Sayın Önder.
İki
dakika süre verdim, buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya
Önder’in, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın konuşmasına ilişkin açıklaması
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Şimdi, Sayın Elitaş konuşmasında devamla “İyi bir
artist buldu.” dedi, Hasip Kaplan’ı kastetti. Hasip Kardeşimiz sireti suretinde
gözüken biridir, içi neyse dışı odur, bu itibarla rol yapma yeteneği zayıftır.
Bu bir yönetmen için zor bir oyuncudur ama Elitaş ve birçok kıymetli AK PARTİ
milletvekili, mesela, hem Seyit Rıza’ya ağlayıp hem torunlarını ketmetmeye
dönük bir sürü iş yapmakta mahirler. Onun için izin verirse Sayın Elitaş’ı
oynatmak isterim, rol yeteneği daha fazladır. (BDP ve CHP sıralarından
alkışlar) Bu yaptığınızı, değil Mevlüt Aslanoğlu, Adnan Keskin bile yapmaz. İki
sataşma yapıyorum.
Demokrasinin
nasıl zor bir süreçten geçtiğini anlatırken hep iktidardaydı Sayın Elitaş. Bir
Erzurumluyu çağrıştırdı, bir cardını öldürmüş, yani farenin büyüğünü -yüzünüze
güller- başında da kasıntılı bir şekilde bekliyormuş. Erzurumlu ihtiyar dadaş
“Breh, breh, kim öldürdü bu aslanı?”, “Men öldürmüşem özüm, kanun neyse versin
cezamı.” demiş. Biraz statükoya bu denli yaslanıp bu kabadayılık karşılık
bulmuyor Sayın Elitaş.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Önder. (BDP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, Sayın Önder sataşmaya cevap verirken -aslında
sataşma yoktu ama- sataştı. Fakat Sayın Genel Başkanın konuşması var. Ben Sayın
Genel Başkana saygısızlık yapmamak adına, sataşmaya cevap vermek istemiyorum,
Sayın Genel Başkan konuşsun.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Bu ana kadar neredesiniz? Sizin lütfunuza gerek yok.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Neredesiniz şimdiye kadar ya?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87)
(Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi
ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/278, 3/538)
(S. Sayısı: 88) (Devam)
BAŞKAN
– Şimdi, söz sırası, Sayın Genel Başkan ve Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet
Bahçeli’ye aittir.
Buyurun
Sayın Bahçeli. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı Hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin
görüşlerini açıklamak ve Türkiye’nin iç ve dış temel meselelerine ilişkin
değerlendirmelerini sizlerle paylaşmak maksadıyla huzurlarınızda bulunuyorum.
Konuşmamın başında Parti Meclis Grubumuz ve şahsım adına muhterem heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Bildiğiniz
üzere, onuncu yılına giren Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetlerinin onuncu
bütçesini müzakere ediyoruz. Sırf hazırlanan bu bütçe sayısı bile iktidar
partisi tarafından dillendirilen vaatlerin yerine getirilmesi ve verilen
sözlerin tutulması için ne kadar geniş bir zaman aralığının var olduğunu ortaya
koyacaktır.
Değerlendirmelerime
geçmeden önce bir hususu sizlerle paylaşmayı hem insani hem de manevi bir
gereklilik olarak addediyorum: Bugün yaptığımız bütçe görüşmelerine Sayın
Başbakan rahatsızlığından dolayı maalesef katılamamıştır. İyi niyet ve rekabet
prensipleri doğrultusunda karşılıklı siyasi mücadele içinde olduğumuz Sayın
Başbakanı böylesi bir dönemde burada görmeyi samimi bir şekilde arzuladığımı
ifade etmek isterim. Kendisinin geçirmiş olduğu rahatsızlıktan kurtularak bir
an önce aramıza dönmesi ve sağlığına tam olarak kavuşmuş bir hâlde görevinin
başına geçmesi, en içten dileğimizdir. Bu itibarla, başta Sayın Başbakanın
şahsı ve ailesi olmak üzere Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna bir kez daha
geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, Cenabı Allah’tan acil şifalar temenni
ediyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, parlamenter demokrasilerde bütçelerin çok önemli ve hayati bir
özelliği vardır. Bu yönüyle bütçe iktidarların vizyonunu, bir yıl içinde
atacağı adımları, tercih edeceği politikaları ve ekonomik seçenekleri ihtiva
eder. Bütçeye bakarak hükûmetlerin niyetini, ufkunu, belirlediği icraatlarını
ve neleri önceliğine aldığını ve hangi hedeflere odaklandığını anlamak imkân
dâhilindedir. Bütçe görüşmeleri aynı zamanda muhalefetin millet adına
düşüncelerini aktaracağı, izlenecek politikalar hakkında tespit ve ikazlarını
paylaşacağı demokratik bir ortam da sunmaktadır.
Ne
var ki, tıpkı öncekilerde olduğu gibi 2012 bütçesinin gerek muhteviyatı gerekse
amaçları yönünden umut verici olmaktan çok uzak olduğunu itiraf etmek lazımdır.
AKP’nin bütçeye bakışı bütçe sürecini sıradanlaştırması, heyecanını ve iş yapma
hevesini kaybetmesi karşı karşıya olduğumuz sorunların başlıcaları olmuştur. Bu
hâliyle çok gergin ve hassas bir dönemde hazırlanan 2012 yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi’nin beklentileri karşılamasının ve beliren ihtiyaçları gidermesinin çok
zor olduğunu söylemek isterim.
Bildiğiniz
üzere, 2012 bütçe sürecinde çok talihsiz ve elem verici hadiselerle karşılaştık
ve milletçe birçok acıya muhatap olduk. Özellikle, bölücü terör saldırıları ve
deprem felaketi nedeniyle canımız yanmış ve ciddi düzeyde kaybımız olmuştur.
Sözlerimin
bu aşamasında, kanlı terör örgütünün saldırılarıyla şehit düşen kahraman
güvenlik görevlilerimize ve aziz vatandaşlarımıza Cenabı Allah’tan rahmet
diliyorum. Milletimizi yasa boğan Van depremi nedeniyle Hakk’a uğurladığımız
kardeşlerimize yüce Allah’tan bir kez daha rahmet niyaz ediyor, ailelerine ve
milletimize tekraren başsağlığı temennilerimi iletiyorum. İnşallah, hâlâ tedavi
gören felaketzedelerimiz de bir an önce sağlıklarına kavuşurlar.
İnanıyorum
ki devletimiz ortaya çıkan viraneyi ve tahribatı giderecek güçte ve kudrette,
milletimiz ise zor durumda kalan, sıkıntı içinde olan vatandaşlarımızı
kucaklayacak, bağrına basacak, destekleyecek âlicenaplıktadır. Kış aylarını,
soğuk günleri yaşadığımız şu zaman diliminde depremin vahim sonuçlarını, içimizi
sızlatan yıkımını ve yol açtığı feryatları duymak ve hissetmek hepimizin ve en
başta da Hükûmetin bir vazifesidir. Ancak, bugüne kadar depremle mücadelede
açığa çıkan zafiyetin, acziyetin ve karmaşanın hazırlayıcısı ve sorumluluğu da,
hiç şüphesiz, AKP Hükûmetidir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizin yakından şahit olduğu gibi, 2012
yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı, hem ülkemizde hem de komşu
coğrafyalarda yaşanan sorunların ve tehlikeli gidişatın üst üste çakıştığı bir
dönemde görüşülmektedir. İlave olarak, küresel ekonomideki yangın, Avrupa
Birliği üyesi bazı ülkelerdeki ekonomik gerilim, bunların sosyal ve siyasal
sistemlerdeki tıkanıklıkları da bu sürece paralel gitmiştir. Neresinden
bakarsak bakalım, bölgesel ve küresel dinamiklerin kritik ve engebelerle dolu
bir güzergâhta ilerlediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
AKP Hükûmeti bu ortamda siyasi, ekonomik ve dış
politikalarına yön vermeye çalışmakta, girdiği sancılı ilişkiler ağında bir
denge kurmaya çabalamaktadır. Niyeti ve sahip olduğu bulanık zihniyet iktidara
sürekli olarak ayak bağı olmakta, fırsat olarak gördüğü ne varsa bir süre sonra
kriz, açmaz ve tehlike hâlinde milletimize fatura edilmektedir. Gerek ülkemizin
gerekse de dünyanın deneyimlerinden çıkardığımız dersler ekonomik problemlerin
siyasal, sosyal ve ahlaki sorunlara kapı araladığı gerçeğidir. Bunu görmeden,
bu tespiti yapmadan, bu doğru orantının altını çizmeden, söyleyeceğimiz
sözlerin bir hükmü ve inandırıcılığı doğal olarak olmayacaktır. Birçok ülkede
belirli aralıklarla tekerrür eden önce ekonomik kriz, arkasından siyasal kaos
ve en nihayetinde toplumsal bunalım kısır döngüsü her şeyden önce demokrasinin
yayılmasında ve taban tutmasında en büyük engellerdendir.
Bu
itibarla, dengeli, eşitlik temeline dayalı, adil, sosyal ve ekonomik gelişmenin
toplumsal istikrar için vazgeçilmez bir önem taşıdığı hepinizin hak vereceği
bir husustur. Dış tesir ve tahriklere karşı psikolojik olarak hazırlıklı, millî
ve manevi güvenlik duvarlarını pusuda bekleyen mihrakların muvaffak olamayacağı
şekilde yükseltmiş milletler için elbette kaygı duyulacak bir durum yoktur ve
tarih bunun sayısız misalleriyle doludur. Bu nedenle, ekonomideki sorunlara
kararlılıkla eğilmek, bize bir şey olmaz kolaycılığına ve basitliğine teslim
olmamak çok önemlidir.
Bugün,
etrafımız hakikaten ateş çemberine alınmıştır. Avrupa ülkelerinde ekonomik
kriz, yakın coğrafyalardaki halk hareketleri Türkiye'nin hiç olmadığı kadar
tehditlerle burun buruna olduğunu göstermektedir. En büyük ticaret ortağımız
olan ve yabancı sermayenin en fazla geldiği Avrupa Birliği, bugün ekonomik,
sosyal ve siyasal problemlerle boğuşmaktadır. Seçilmiş siyasi yönetimler borç
krizinin neden olduğu dalganın altında kalmakta ve uzaktan kumandalı hükûmetler
ardı ardına kurulmaktadır. İflasla yüz yüze kalan Yunanistan’ı ekonomik yıkımın
darbesini ağır bir şekilde alan İtalya takip etmiş ve Avrupa Birliği kurumsal
olarak tartışmalı bir eşiğe dayanmıştır. Başlayan ekonomik kriz siyasal
etkilerini gecikmeksizin göstermiş ve az önce vurguladığım döngü bir kez daha
vasat bulmuştur. Açıktır ki Avrupa Birliğinin merkez yapılanması dışında
tansiyon gittikçe artmakta, ekonomideki kara delikler sosyal kesimlerin hayat
standartlarını cepheden vurmaktadır ve Yunanistan’da olduğu gibi demokrasi dışı
arayışlar bile başını kaldırmış ve kendisini hatırlatmıştır. Atina’dan Roma’ya
kadar yaşanılan travmanın özü ve esası aslında bu şekildedir.
Ekonomik
krizler, gelir dağılımındaki facia düzeyindeki adaletsizlikler jeopolitik fay
hatlarının çatlamasına, güç kayıplarına ve toplumsal kaynamalara sebep
olmaktadır. Sokaklar küresel kapitalizmin tek taraflı ve insanı dışlayan
mekanizmasına itirazlarla dolup taşmaktadır. Ahlaktan yoksun, sosyal kaygıları
istenilen boyutta gözetmeyen ekonomik kurum ve kurullar bütünü geniş halk
kesimleri tarafından eleştirilmekte ve yeni arayışlar varlığını göstermektedir.
Tıpkı ülkemizde olduğu gibi bir tarafta servet ve gelirin toplandığı mutlu
azınlık, diğer tarafta sefaletin ve yoksulluğun kol gezdiği mahkûm çoğunluk
arasında ciddiye ve dikkate alınması gereken bir karşıtlık devamlı tahkim
edilmektedir. Elbette, ne inancımız ne de taşıdığımız insanlık idealleri
gereğince böyle bir çelişkiye onay vermemiz ve sıradan kabul etmemiz söz konusu
değildir.
İletişim
ve ulaşım teknolojilerindeki gelişme farkındalık düzeyini artırmış, ilgi ve
merak seviyesi bir hayli fazlalaşmıştır. Şüphesiz, mal ve sermayenin
küreselleşmesinin yanı sıra bilgi ve haber alma imkânları da gelişmekte ve
kitlelere mal olmaktadır. Bundan dolayı haksızlıklar, adaletsizlikler ve
kuralsızlıklar yerkürenin her köşesine anında yayılmakta ve ulaşmaktadır.
Ekonomik sorunlara ve gelirin belirli ellerde toplanmasına yönelik bir dip
dalgası mesafe almakta ve dünyayı hızlı bir karmaşanın içine sürüklemektedir.
Daha çok kâr elde etme üzerine kurulan ekonomik düzenin tökezlemesi ve çıkmaza
girmesi, sosyal kesimleri katlanılamaz maliyetlere ve trajedilere sevk
etmektedir. Bundan kaynaklı travmalar, siyasal sistemleri, yönetimleri ileri
düzeyde tehdit etmektedir.
Yunanistan’da
başlayan çözülmeyi, sıçradığı yerleri ve dünyanın değişik ülkelerindeki
protestoları bu hâliyle iyi okumak ve gerekli sonuçları çıkarmak gerekmektedir.
Elbette yaşananların kaynağı ekonomik kriz olmakla birlikte gelişme seyri ve
ilerleyiş şekli sosyal ve siyasal niteliktedir. Banka ve şirket kurtarmaları
biçim ve kılık değiştirmiş, artık iş devletlerin kurtarılmasına kadar
gelmiştir. Küresel ekonomik sistemin büyük oyuncularının düşüncesizliklerini,
israflarını, utanmazlıklarını, sahtekârlıklarını ve kalabalıklarını, hiçbir
suçu, günahı olmayan insanlar, bugün geldiğimiz bu aşamada sineye
çekmemektedir. Toplumsal direnç ve tepki dalga dalga yayılmakta ve hiçbir
ülkenin emniyette olmadığını ispatlamaktadır.
Bugün
ekonomik sorunlardan dolayı Avrupa Birliğinin geleceğine ve devamlılığına
umutsuz ve olumsuz bakılıyorsa bunu en başta ülke olarak biz dikkatle
irdelemeli ve üzerinde durmalıyız. Borçların sürdürülebilirliği ve ekonomik
yavaşlama ile ilgili kötümser gelişmeler küresel dengesizliklerin ve risklerin
yüksek düzeyde seyretmeye devam ettiğini açıkça göstermektedir.
Dikkatlerinizi
çekmek isterim ki Avrupa’daki çalkantıların Türkiye ekonomisini -başta sermaye
hareketleri olmak üzere- reel sektörün daralması yoluyla olumsuz yönde
etkilemesi kaçınılmazdır. Geleneksel ihraç pazarımız olan Avrupa Birliğindeki
kriz, ihracat potansiyelimizi tehlikeye düşürecek bir risk taşımaktadır. Diğer
ihracat pazarlarımız olan Orta Doğu ve komşularımızda yaşanan olaylar
nedeniyle, ihracatımızı bu bölgelere kaydırmak da tabiatıyla zor olacaktır.
Üzülerek söylemeliyim ki Türkiye kriz ve kaosla baskılanmış ülkelerin hem yanı
başında ve doğrudan tesir alanındadır.
Kendimize
has sorunların zirve yaptığı bugünkü şartlarda dış etkilerin ve bölgesel
dengesizliklerin -dilemeyiz ama- ülkemizi içinden çıkılmaz bir alana sokacağı
güçlü ihtimaldir. AKP Hükûmetinin vizyonsuzluğu ve meselelere kastı aşan,
yanlış yaklaşımı beka düzeyinde problemlere davetiye çıkaracak ve bunun vebali
de elbette iktidarın omuzlarında olacaktır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ve yakın coğrafyalardaki ülkeleri
çevreleyerek kök salan riskler, son yılların en karamsar ve anormal
gelişmelerinin habercisi olmuştur. Yaklaşık bir yıl önce Tunus’ta başlayan halk
hareketlerinin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı baştan başa kontrolü altına aldığı
ve bu sürede geleneksel otoriter simaların birer birer koltuklarından olduğu
görülmüştür. “Arap baharı” diye adlandırılan gelişmelerin aslında
istikrarsızlık ve isyan dalgalarıyla birlikte yürüdüğü ve Büyük Orta Doğu
Projesi’nin emir ve denetiminde yayıldığı tüm çıplaklığıyla ortadadır.
Kitlelerin memnuniyetsizliği tahrik ve provoke edilerek Tunus’tan Şam’a kadar
tüm rejimler, yönetimler baskı altına alınmıştır. Genç bir işsizin kendini
yakmasıyla tetiklediği olayların bugün çok farklı bir mecraya dayanması, işin
aslına bakarsanız, tesadüf değildir. Bu, biriken ve bir karar aşamasına gelen
sömürgeci hevesler için fırsat kapısı olmuştur; bir asrı aşan süredir haritalar
üzerinde oynayan, kaynak ve varlıklar üzerinde hesaplar yapan emperyalist
çevrelerin aradıkları mazereti vermiştir. 1916’dan beri yabancı başkentlerde,
karanlık odalarda, kirli mekânlarda paylaşıma, bölüşüme konu olan Orta Doğu’nun
bir kez daha masaya yatırılması için uygun iklim beklenmiş ve sonunda da elde
edilmiştir.
Esasen,
Irak’ın işgalini, Afganistan’daki cinayetleri ve milyonlarca Müslüman’ın kanına
giren vahşi kıyımları ifadeye çalıştığım bu tablodan ayrı düşünmemek
gerekmektedir. Demokrasi, barış ve özgürlük beyanatlarıyla hazırladıkları zehri
Türk-İslam âlemine içirmeye çalışanlar bugüne kadar ne yazık ki amaçlarına
ulaşmışlardır. Yıllarca kullandıkları Saddam’ı görevini tamamladıktan sonra ipe
çeken, destek verdikleri Binali’yi ülkesinden atan, arkasında durdukları Hüsnü
Mübarek’i cam kafese koyup yargılatan ve çadırında konuk oldukları Kaddafi’yi
insanlık dışı vasıtalarla yok eden yine aynı malum zihniyet ve taraflardır ve
bin yıldır varmak istedikleri hedefleri gayet net olarak ve bilhassa
Müslümanlar tarafından iyi bilinmektedir.
“Haçlı zihniyeti” demek olan bu kutsal
ittifakın insafı, merhameti ve acıma duygusu yoktur. Bunların Müslüman âlemi,
Arap toplumu için iyi niyet taşıması da eşyanın tabiatına aykırıdır. Ancak bu
çevrelere çanak tutan, Batı’nın gölgesinde yaşamayı içlerine sindiren, iş
birlikçilikte, tavizde gözleri kamaştıran emirleri, şeyhleri, sultanları,
kralları şüphesiz ihmal etmemek lazımdır. Az gelişmiş bir ekonomi, çözüm
üretmekten uzak siyasi yapı, eşitsizliğin korkutucu noktalarda bulunduğu devlet
ve toplum sistemi sorunların temelindeki bazı unsurlardır. Bunları yok farz
etmek, iyimser ifadelerle üstünü örtmek, sanal söylemlerle pembe tablolar
çizmek, bu coğrafyanın önüne çıkan gerçekleri asla değiştirmeyecektir. “Arap
baharı” ismiyle şirinleştirilmeye ve masumlaştırılmaya çalışılan büyük
karışıklıkların ve kaos zincirinin bundan sonraki durakları, yere sereceği
ülkelerin hangileri olacağı merak edilen ve tahminlerde bulunulan hususlar
arasındadır. Ancak tüm bahisler hâlen Suriye üzerine oynanmakta, gerçeklerle bu
ülkenin işgali ve yönetim değişikliği planlanmaktadır ve maalesef AKP İktidarı
da göz göre göre buna alet olmaktadır.
Dün
Irak’ı işgal edenlere başarılar dileyenler, bugün Suriye için yapılan açık
artırımda kendi hisselerine düşeni almışlardır. Dış güçlerin, emperyalist ruhun
gönüllü temsilciliğine, elçiliğine ve sözcülüğüne soyunmuşlardır. Bununla
birlikte kanlı senaryonun uygulanması için de Hükûmet sürekli teşvik edilmekte,
tahrik edilmekte, bölgesel dizayn için etki altında tutulmakta, dün ekseninin
kaydığını iddia edenler tarafından tezahüratlarla karşılanmaktadır.
AKP,
Suriye çıkmazına itilmektedir. Büyük Orta Doğu Projesi’nin Müslüman
toplumlarına kabul ettirilmesi ve toplumsal dönüşümün sağlanması için AKP
Hükûmeti kullanılmak istenmektedir. Vicdanına, irfanına ve basiretine
güvendiğim Adalet ve Kalkınma Partisindeki değerli milletvekili arkadaşlarım
bunun mutlaka muhasebesini yapacaklardır. Tehlike ciddidir. Bu itibarla, hafife
almamız, görmezden gelmemiz mümkün değildir.
Eminim
üzülerek şahit oldunuz, önce Bağdat düştü, arkasından katliamlar, tecavüzler,
saldırılar, canlı bombalar, iç çatışmalar insanlığımızdan utanır hâle getirdi.
Öksüz kalan Iraklı masumları, dul kalan Necefli, Felluceli, Ramadili ve
Tikritli kadınları vicdanını kaybetmemiş herkes gördü, hissetti ve uzaktan da
olsa feryadını paylaştı. Arkasından Kabil düştü, Tora Bora Dağları’nda El Kaide
militanı avlamak bahanesiyle masumların kanına girildi, ocaklar söndü ve yüz
binlerce insan mağdur edildi.
Bu
yılın başında Tunus düştü, Orta Doğu’daki tüm denge ve ölçüler bozuldu ve
ayaklanmalar sınırları yerle bir etti, meydanlar BOP’un farkında olmadan bayraktarlığını
yaptı ve Kahire, hemen sonra da Trablus düştü, insanlıktan bahsedenler, insan
haklarından dem vuranlar Kaddafi’yi âdeta parçalayarak katlettiler ve
İskenderiye’den Sana’ya kadar yıktılar, yaktılar ve düzensizliğin fitilini
ateşlediler.
Biliyorsunuz
bugün de sırayı Şam almış ve tüm oklar oraya çevrilmiştir. AKP Hükûmeti,
başından beridir suflörü Batı, kılavuzu BOP olan kanlı bir oyunun dişlileri
arasında kalmış ve olaylara yabancı başkentlerin gözüyle ve bakış açısıyla
yaklaşmıştır. Haklar ile yönetimler arasına set çekilme çabaları da bir şeyi
değiştirmemiş, taşan öfke seli, artan şikâyetler, kabaran memnuniyetsizlikler,
rejim aleyhtarlığına ve BOP’a koz vermiştir. Bugün halkların ısmarlama özgürlük
taleplerini öven, “zulme başkaldırı” diyerek takdir eden sömürgeci zihniyet,
yıllarca bu diktatörleri stratejik amaçları doğrultusunda desteklemiş ve
kucağında büyütmüştür. İşte böylesi bir haksızlığın ve izansızlığın
temsilciliğine AKP Hükûmeti heveslenmiş ve küresel ihaleyi de üstüne almıştır.
Şam’ın düşmesi ya da düşürülmesi, beraberinde telafisi ve ikamesi zor olacak
vahamet derecesi yüksek hadiselere kapı aralayacaktır. Biliniz ki Şam’dan sonra
BOP depremi durmayacak, bu Haçlı fitnesi ve şiddeti görüş alanına Tahran ve
Ankara’yı alarak ilerleyecektir. Amaç, sınırların, yönetimlerin ve haritaların
yeniden tanzimidir. Amaç, yeni kanlı yüzlerin, otoriter anlayışların yeniden
kurulmasıdır. Ve amaç, ekonomik menfaatlerin yeniden gözden geçirilmesi, Orta
Doğu’nun ve İslam âleminin hayat damarlarının kurutulmasıdır. Önümüzdeki
süreçte etnik ve mezhep ayrılıkları daha da körüklenecek, suni bölünmeler
oluşturulacak, farklılıklar toplumsal yapının hücrelerine yedirilecektir.
Diyebiliriz ki, 1910’lu yıllarda Orta Doğu’da hangi şeytanlıklar yapıldıysa
bugün bunlar yerli iş birlikçi ve teslimiyetçilerin katılımıyla yenilenecektir.
AKP’nin Suriye’de izlediği politika işte böylesi niyet ve düşünce sahiplerinin
değirmenine su taşımaktadır.
Kaygıyla
izliyoruz ki, Suriye ile Türkiye fiilî savaş şartlarının sınırına gelmiş ve
dayanmıştır. Karşılıklı yaptırım kararları, sınırlardaki gerginlikler hep bu
sürecin bir neticesidir. Başbakan Erdoğan’ın kardeşi, dostu, birlikte tatile
çıktığı Esad şimdi düşman hâline gelmiş ve iddialara göre halkını katleden bir
vahşiye dönüşmüştür. Arap Birliğinin yaptırım kararları, insan hakları
örgütlerinin bildirileri, Batı çevrelerinden yükselen sesler hep bu duruma atıf
yapmaktadır. Bu çerçevede, bilhassa 22 üyeden oluşan Arap Birliğinin demokrasi
ve özgürlük konusundaki izahatları ve çağrıları komedidir. Sorarım sizlere: Bu
ülkelerin hangisinde tam olarak demokrasi vardır? Bu ülkelerin hangisinde
özgürlükler teminat altındadır ve muhalefete izin vardır? Ve bu ülkelerin
hangisinde düşünce ve fikir belirtme serbestliği ve rahatlığı bulunmaktadır?
Arap Birliği kimi kandırmaktadır? Kimleri ve hangi saldırıları meşrulaştırmaya
çalışmakta ve neyi önüne almaktadır? Eğer varsa demokrasi ayıbı, hak ihlalleri,
şiddet sahneleri, bir tek Suriye’de mi görülmektedir? Basra Körfezi’nden
Kızıldeniz’e kadar olan bütün bölgenin batağa saplanmasının sorumlusu Şam
yönetimi midir? Sudan’daki insanlıkla bağdaşmayan manzaraları, Somali’deki
dramları ve işgal girişimlerini, Bahreyn’deki kıyımları, yakın zaman içinde
Tahrir Meydanı’ndaki olumsuzlukları, sanıyorum demokrasi ve insan hakları
teşkilatları ya görmüyor ya da gördükleri hâlde aldıkları talimat gereğince
seslerini dahi çıkarmıyorlar.
Suriye’ye
ulaşan fırtına, emin olun, Şam’ın çatısını uçursa da bölgemiz bağlamında çok
sıkıntılı ve kontrol edilemeyen gelişmeler vücut bulacaktır. Ülkemiz açısından,
komşu devletlerin toprak bütünlüğü, toplumsal istikrarı ve kendi meselelerini
kendilerinin çözmeleri esas olmalıdır.
“Zalimlerle
birlikte olmayacağız.” derken, gerçek zulümlere zemin hazırlamak, bölünmelere,
kavgalara ön ayak olmak, affedilemeyecek bir ahlaksızlık ve kötü niyetlilik
olacaktır.
Kaddafi’nin
devrilmesinin arkasından zorla işgal ve yaptırım kanallarıyla Suriye’nin diz
çökeceğini zannedenler, sonrasında meydana gelecek tehlikeli ve bu ülke
ölçeğinin çok ötesindeki gelişmeleri görmedikleri gibi anlamak da
istememektedirler. Şam’ı takip eden sürede Ankara’ya ve Tahran’a dayanma
ihtimali bulunan BOP’un gelişim seyri milletimizi de derinden etkileyecektir.
Buradan
sağduyulu değerli milletvekili arkadaşlarıma sormak istiyorum: Komşu ülkelerin
iç işlerine karışanlar, muhaliflerini besleyerek silahlandıranlar, aynısının
başkaları tarafından ülkemize karşı uygulanması hâlinde Hükûmet ne yapacaktır
ve hangi yolu izleyecektir?
Etnik
bölücülüğün kendisine emsal teşkil edecek hadiseler karşısında dışarıdan destek
bulması ve himaye görmesi hâlinde bugünden bir tedbiri ve düşüncesi var mıdır?
Hükümeti
uyarıyorum, girdiği karanlık yoldan dönmesi için çağrıda bulunuyorum.
Bölgemizde doğu sorunu kapsamında İran, Türkiye, Irak ve Suriye topraklarında
dört parçalı bir devletçik planlanmaktadır ve bu adım adım ilerletilmektedir.
Bağdat ve Şam’dan sonra Ankara ve Tahran’ın dönüşmesi bunun için öncelikli
hedeftir. Şundan herkes emin olsun ki kulun bir hesabı varsa Cenabıallah’ın da
bir bildiği vardır. (MHP sıralarından alkışlar) Sömürgeci zihniyetin bir planı
varsa büyük Türk milletinin de aşılmaz, yenilmez ve geçilmez bir kudreti
bulunmaktadır. (MHP sıralarından alkışlar) Bunun için AKP Hükûmetine duyurmak
isterim ki Ankara’nın jeopolitik ve jeostratejik gerçeklerinden savrulmayın.
BOP’un uydusu, küresel hedeflerin taşıyıcısı olmayın. İsyana katliam demeyin.
Kahramanlarla canileri aynı kefeye koymayın. Şehitle teröristi bir görmeyin.
Cumhuriyete ve kurucu kahramanlara hakaret edenleri heyecanlandırmayın,
korumayın. 1919’daki teslimiyetçi yabancı hayranlarına özenmeyin, onları değil
kutlu ceddimizin iftihar edilecek davranışlarını örnek alın. (MHP sıralarından
alkışlar) Tarihimize küfredenlere, Türk milletinden, neredeyse yaşadığından,
soluk aldığından dolayı özür bekleyenlere göz açtırmayın ve onurluca mücadele
edin.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu gündem ve şartlar altında Türkiye Büyük
Millet Meclisi yeni anayasa yapmak için bir komisyon marifetiyle çalışmalarına
başlamıştır. Bu anayasanın içeriği, uzlaşılan hususlar, Türk milletinin
geleceği, Türkiye’nin bütünlüğü bakımından önemli olacaktır. Lütfen, dikkat
ediniz, Orta Doğu sokaklarında, meydanlarında değiştirilen yönetimlerin ve sallanan
rejimlerin bir benzeri ümit ederim ki ülkemizde anayasa yoluyla olmaz ve
böylesi bir düşüklüğün tarafı olmayı inşallah kimse tercih etmez. Dağılarak
güçlenmiş, parçalanarak itibarı artmış, teröristlere, bozgunculara boyun eğerek
ayakta kalmış bir millete ya da devlete henüz rastlanmış değildir. Birliğini
kaybetmiş, birlikte yaşama idealini yitirmiş, kardeşlik bağlarını zayıflatmış
toplumların da varlıklarını uzun süre devam ettirebildiklerini söylemek hemen
hemen imkânsızdır.
Bu
itibarla, yapacağımız anayasa Türk milletinin millî ve manevi ilkelerini
teminat altına alan bir görüş derinliğiyle, cumhuriyeti koruyan ve gelişmesine
destek veren fikir zenginliğiyle, bin yıllık kardeşlik bağlarını sarsmayan,
millî kimliğimize sahip çıkan berrak bir iradeyle temellendirilmelidir.
Millet
olmamızı sakatlayacak sosyolojik kırılmaya, cumhuriyetimizi yıkacak ve adım
adım yürütülen stratejik çözülmeye, vatanımızı bölecek siyasal bunalıma,
bölücülere ve terör örgütüne kucak açacak her türlü sapmaya, ihanetle aynı
anlama gelecek ayrımcılığın meşrulaştırılmasına, Türkiyeliliğin
benimsetilmesine karşı hepimiz uyanık ve hassas olmalıyız.
Vatandaşlık
kavramı üzerinden başlatılan ve ana dil eğitim taleplerinin içeriğini alan
tartışmaların, meydan okumaların ve dayatmaların nerede duracağı ve hangi
karanlık isteklere ortam sağlayacağı gerçekte herkesçe bilinmektedir.
Türk
milletinin sürekliliğinden, bin yıllık bağlayıcılığından ve sağlamış olduğu
cazibeden vazgeçmek, değersiz bulmak ve önemsizleştirmeye yeltenmek kimsenin
haddi olmadığı gibi yapabileceği bir şey de değildir.
Bu
coğrafyadaki gelecek Türk milletiyledir. Türk vatanının teminatı büyük Türk
milletidir. Bunun dışında her yol, düşünce ve yaklaşım, macera ve sonu olmayan
hayalperestliktir.
Başta
Anayasa olmak üzere gazi Meclisimizin karşımızdaki her meseleye odaklanırken
ilham kaynağı, esasları 29 Ekim 1923 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve
dava arkadaşları tarafından belirlenmiş inanç ve kurallar bütünü olmalıdır.
Başka da bir çıkış ve çare yoktur.
Her
türlü anayasal çalışmanın, hazırlığın ve çerçevenin özü ve ilkesi devletimizin
Türkiye Cumhuriyeti, adımızın Türk milleti, başkentimizin Ankara, dilimizin
Türkçe, bayrağımızın ay yıldızlı al bayrak, millî marşımızın İstiklal Marşı
olduğu kararlılığına, sözüne ve değiştirilemeyecek iradesine bağlı olmalıdır.
Millî
birlik ve bölünmez bütünlüğümüzün dayandığı temellerin tek devlet, tek millet,
tek bayrak ve tek dil ülküsü olduğu benimsenmelidir. Bunun dışındaki her yol,
yöntem, teklif, ayrılıkta, bölünmede, çözülmede, dağılmada mutabakat arayışıdır
ki bizim de buna sıcak bakmamız, rıza göstermemiz ve tahammül etmemiz söz
konusu bile olmayacaktır.
Bugün
de karşımızdaki ayrılma ve bölünme tehlikelerine karşı yegane direnç ve dayanma
noktası, yürekleri vatan ve millet sevgisiyle dolu olduğuna inanmak istediğim
muhterem milletvekillerinin direnme gücüyle eş değerdir. Bunu gazi Meclisin
muhterem üyeleri, aziz milletimizin değerli temsilcileri mutlaka gösterecekler,
Türk milletine sahip çıkacaklar ve Türkiye’yi belalardan, kem gözlerden ve
musallat olan kanlı ellerden kesinlikle koruyacaklardır. Buna inanıyorum ve
sizlere samimiyetle güveniyorum.
Muhterem
milletvekilleri, bildiğiniz üzere 2012 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Tasarısı AKP
hükûmetlerinin 10’uncu, 61’inci AKP Hükûmetinin 1’inci bütçesidir. Dokuz yıldır
tek başına Türkiye’yi yönetme sorumluluğu taşıyan AKP, milletten aldığı yetkiyi
huzura, kardeşliğe, ekonomik ve sosyal refaha harcayacak yerde maalesef
çatışmanın, kutuplaşmanın, krizlerin ve ele geçirme ihtiraslarının aracı
yapmıştır.
Türkiye
ekonomisi son dokuz yıldır hiçbir yapısal önlem almadan göstermelik
tedbirlerle, düşük kur yüksek faize dayalı sıcak paraya bağımlı bir anlayışla
idare edilmiştir. Gerekli ve yeterli tedbirleri zamanında almayarak başta cari
açık olmak üzere birçok sorunu kalıcı ve kronik hâle getirmiştir.
AKP
bugüne kadar uyguladığı yanlış politikaların Türkiye ekonomisini sürüklediği
açmazı kamuoyundan gizlemek için ise sürekli hesap ve rakam oyunlarına
başvurmuştur. 2002 yılında 224,8 milyar dolar olan toplam iç ve dış borç stoku
2010 sonu itibarıyla 510,3 milyar dolara yükselmiştir. Cari açık ve dış ticaret
açığında da cumhuriyet tarihinin rekorları kırılmıştır. 2002 yılında cari
işlemler açığı 1,5 milyar dolar, dış ticaret açığı da 15,5 milyar dolar iken
2011 yılında dış ticaret açığı 102,1 milyar dolar, cari açık 2002 yılına göre
yaklaşık 50 kat artarak 71,7 milyar dolara ulaşmıştır. Türkiye’deki rekor
düzeylerde seyreden cari açık en önemli sorunlardan biri olmaya devam
etmektedir. 2002 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın sadece yüzde 0,3’ü kadar
cari açık veren ülkemiz, 2011 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 9,4’ü
kadar cari açık verecektir.
AKP’yle
birlikte yapısal hâle gelmiş bulunan cari açık sorununun, bugün uygulanmakta
olan üretim yapısı ve kur politikasıyla da çözülmesi mümkün görülmemektedir.
Dış
talepteki daralma da dikkate alındığında Türkiye ekonomisinin 2012 yılında
ciddi sorunlar yaşaması kaçınılmaz olacaktır. İthalata dayalı büyüme modeli
cari açığı artırmaktadır. Türkiye’nin, sürdürülebilir büyüme ve makroekonomik
istikrarı zayıflatan sorunların önüne geçebilmesi için cari açığı azaltacak tedbirlerin
süratle devreye sokulması gerekmektedir. Unutmayınız ki cari açık uzun vadede
büyümenin sürdürülebilirliği açısından önemli bir risk faktörü, ekonomik
krizlerin en önemli tetikçilerinden birisi ve yapısal bir problem olarak
ekonomide önemli bir kırılganlık unsurudur.
İstikrarsız
büyüme trendi, artan enflasyon, çoğalan yoksulluk ve bağımlı ekonomik sistemle
Türkiye’nin, bölgesinde sözü dinlenir ve itibarlı bir ülke olması çok zordur.
Dünya ekonomisindeki sıralamaya takılmış plak gibi sık sık ifade ederek
gelişmek ve zenginleşmek mümkün olmamaktadır.
Krizin
iyi yönetildiği ve bunun Avrupa ülkeleri tarafından örnek alınması gerektiğini
iddia etmek de bulanık suda balık avlamaktan ve basireti bağlanmış bir
siyasetin çarpıklıklarından başka bir şey değildir. Bizim, ülke olarak
ekonomide yeni ufuklara, yeni yollara ve millî çarelere ihtiyacımız vardır.
Ülkeme, üretime sırt çevirmiş, ithalata kucak açmış, aşırı derecede
finanslanmış bir ekonomik sistemin aş, iş ve umut üretmesi imkânsızdır.
Teknoloji geliştirebilen, yenilikçiliği, girişimciliği ödüllendiren, ekonomik
alan hâkimiyetini kurmak için küreği kavrayan ve bilgi üretebilen bir ekonomik
atılıma ihtiyaç bulunmaktadır. Ezberlerin tekrarıyla, bildik önerilere
tutunmakla ve başkalarının insafıyla Türkiye ekonomisine kalıcı bir dinamizm ve
istikrar kazandırmak bizce nafile bir çırpınıştır. İşte bu çerçevede 2012
merkezî yönetim bütçesi bu söylediklerimden uzak, geçmiş yıllarda olduğu gibi
heyecansız ve iddiasız bir özellikle hazırlanmış ve Genel Kurulumuza intikal
ettirilmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bütçenin daha ayrıntılı değerlendirmesini
parti grubumuzun değerli üyeleri yapacaklarsa da 2012 merkezî yönetim bütçesi
için kısaca şunları söylemem mümkündür:
2012
yılı programı ve bütçesi birlikte değerlendirildiğinde hedeflerin dünya
ekonomisindeki gelişmeler ile Türk ekonomisindeki risklerin göz ardı edilerek
hazırlandığı ve tahminlerin yıl sonunda tutturulamayacağı anlaşılmaktadır.
2012
yılı merkezî yönetim bütçe giderleri 350 milyar 948 milyon, bütçe gelirleri 329
milyar 800 milyon, bütçe açığı 21 milyar 103 milyon, faiz dışı fazla da 29
milyar 146 milyon lira olarak öngörülmüştür. Bütçe gelirlerinin 277 milyar 700
milyonu vergi gelirleri, 52 milyar 200 milyonu vergi dışı gelirlerden oluşmaktadır.
Bütçe giderlerindeki artış yüzde 12, gelirlerdeki artış ise yüzde 13,4
düzeyindedir. Vergi gelirlerinde öngörülen artışın vergi artışları yoluyla ya
da yeni vergiler koymak suretiyle sağlanacağı anlaşılmaktadır. Öngörülen vergi
gelirlerinin 2012 bütçe gelirinin yaklaşık yüzde 85’ini oluşturması, ekonomik
krizin yatırım ve üretim üzerinde yarattığı tahribat karşısında gerçekleşmesi
zor görülmektedir. Görüldüğü kadarıyla, bu bütçe, belirlenmiş makro
büyüklüklerle paralel olmayan gelir elde edileceği varsayımı üzerine inşa
edilmiştir. Tahminlerin tutmayacağı baştan kabul edilmiş ve vergiler yoluyla
vatandaşlarımızın cebine el uzatılmış ve göz koyulmuştur.
Gider
ve gelir yapısı incelendiğinde, 2012 yılında bütçenin finansmanında
özelleştirme, bedelli askerlik ve 2/B gelirleri gibi bir defalık kaynaklara
ağırlık verileceği anlaşılmaktadır. 2012 yılı için gayrisafi yurt içi hasıla 1
trilyon 426 milyar lira, büyüme oranı yüzde 4, ihracat hedefi 148,5 milyar
dolar, ithalat hedefi 248,7 milyar dolar, dış ticaret açığı 100,2 milyar dolar,
cari açık ise gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 8’i olarak öngörülmüştür.
İşsizlik oranı 10,4, tüketici fiyatları endeksi yüzde 5,2 olarak
hedeflenmiştir.
Açıktır
ki AKP Hükûmetinin ekonomi politikasında üretim perspektifi yoktur. Türkiye,
üretmeden tüketen, kazanmadan harcayan bir ülke hâline gelmiş durumdadır.
Ülkenin kalkınmasında önemli olan kamu yatırımları AKP hükûmetleri döneminde
geri planda kalmış, istenilen artış oranları sağlanamamış, yatırımların millî
gelir içerisindeki payında ciddi bir iyileşme görülmemiştir.
Bütçede
personel giderleriyle ilgili tahminlerde, hedeflenen enflasyon civarında bir
artış yapıldığı dikkate alındığında, memurların toplu sözleşme haklarının maaş
artışında etkili olmayacağını görmek mümkündür. Emeklilerimizin yıllarca hizmet
verdikten sonra geçim kaygısı duymadan, onuruna yaraşır bir hayat sürmesini
temin etmek Hükûmetin önemli ve öncelikli görevlerinden biridir. Ancak,
emeklilerin tamamına yakını açlık sınırının altında maaş almaktadır.
Emeklilerin enflasyona ezdirilmediği söylense de, halkın gerçek enflasyonu
yansıtan gıda, kira, ulaşım, su, elektrik ve gaz gibi kalemler açısından
değerlendirme yapıldığında durumun söylendiği gibi olmadığı gün gibi ortadadır.
Bu gerçekler ışığında 2012 bütçesi rakamları da çalışan, emekli, dul ve yetim
aylıklarında herhangi bir iyileşmeyi öngörmemektedir.
Bütçede
eğitime ayrılan pay da azalmıştır. 2011 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın
yüzde 2,81’i düzeyinde olan eğitim bütçesi, 2012 yılı için yüzde 2,75 olarak
öngörülmüştür. Yükseköğretime ayrılan payın da yetersiz olması yükseköğretimin
bilimsel faaliyetlerine sekte vuracaktır.
2012
yılı bütçesinde tarımsal destek için ayrılan pay, bütçenin çiftçimizi es
geçtiğini, kendi kaderleriyle baş başa bıraktığını göstermektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sonuç itibarıyla 2012 bütçesi bize güven
vermemektedir. Gerçeklerden uzak, sanal beklentilerle hazırlanan 2012
bütçesinde işçiye, memura, çiftçiye, emekliye, esnafa, işsize, yoksula, dar ve
sabit gelirlilere yeni bir umut yoktur; yatırıma, üretime ve istihdama ışık
yoktur; eğitime, sağlığa, huzura ve kardeşliğe pay yoktur. Bütçenin ülkemizin
ve milletimizin geleceğini şekillendirecek tercihleri ve öncelikleri dikkate
alan ve ortaya koyan bir vizyonu da yoktur.
Bu
duygu ve düşüncelerle 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin ülkemize ve
milletimize hayırlı olmasını diliyorum.
Ekranları
başında bizi izleyen aziz vatandaşlarıma saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Konuşmama
son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından ayakta
alkışlar, CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bahçeli.
Sayın
milletvekilleri, birleşime yarım saat ara veriyorum.
Kapanma Saati: 20.37
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 21.11
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara),
Mustafa HAMARAT (Ordu)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşiminin
Dördüncü Oturumunu açıyorum.
2012
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmelere devam ediyoruz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
Şimdi
söz sırası, şahsı adına Mahir Ünal, Kahramanmaraş Milletvekili.
Buyurun
Sayın Ünal. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 bütçesinin
tümü üzerinde görüşlerimi bildirmek üzere söz almış bulunuyorum. Sözlerimin
başında yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Önemli
bir bütçe tasarısı üzerinde konuşuyoruz. Bütçe görüşmeleri bir yönüyle de ülke
gündeminin ele alındığı, partilerin vizyonlarının, ufuklarının ortaya
konulduğu, yapılanların, yapılacakların, teklif ve önerilerin değerlendirildiği
görüşmelerdir. Aziz milletimizin yapılan bu değerlendirmeleri, söylenen her
sözü, ortaya konan üslup ve düzeyi en iyi şekilde değerlendireceğine, adalet
terazisinde herkesin notunu vereceğine inancımız tamdır.
Tıpkı
önceki bütçeler gibi bu bütçemiz de Türkiye’nin potansiyelini açığa çıkaran,
Türkiye’nin zenginliğini, dinamizmini, imkânlarını, kaynaklarını, fırsatlarını
yine Türkiye’ye kazandıracak bir bütçedir. On yıl boyunca AK PARTİ bütçelerinin
temel bir karakteristiği vardır. Bu temel karakteristiklere baktığımızda,
öncelikle AK PARTİ bütçeleri, insanımızın en temel eğitim ve sağlık ihtiyacını
karşılamayı öncelikli görür. Yoksullukla mücadeleyi hız kesmeden sürdürür.
Devletimizin imkânları ölçüsünde, çiftçinin ekip biçtiği mahsulün, köylümüzün
yol, su ve diğer altyapı hizmetlerinin hakkını veren, işçinin, memurun alın
terini karşılıksız bırakmayan, emeklinin geçimini ön planda tutan, öğrencinin
eğitim, barınma, yiyecek ihtiyaçlarını karşılayan, özürlü ve bakıma muhtaç
vatandaşlarımıza destek olan bir karakteristiği vardır.
Yine
AK PARTİ bütçelerinin bir diğer temel karakteristiği, ülkemizin dört bir
tarafına ihtiyaç duyduğu yatırımları götüren, reel kesimi destekleyen, bilime,
araştırmaya, geliştirmeye önemli paylar ayıran, mahallî idarelerimizi
destekleyen bir özelliği vardır. İşte bu yüzden biz, Türkiye’yi ülkelerden bir
ülke olarak görmeyiz, Türkiye bizim için bir sevdadır ve işte bu yüzden
milletimize aşkla hizmet ederiz. Bizim tek derdimiz ülkeyi büyütmektir. Bizim
milliyetçilikten anladığımız ülkenin itibarını büyütmektir, millete hizmet
üretmektir, proje üretmektir, plan üretmektir, ekonomiyi geliştirmektir, iç ve
dış politikaya vizyon kazandırmak, millî değerleri yüceltmek, millî kültürü
yaşatmak bizi biz yapan değerleri muhafaza etmektir; yol yapmaktır, okul
açmaktır, hastane inşa etmektir, konut inşa etmektir; şehirleri, evleri doğal
gaza kavuşturmaktır; hızlı tren hatları döşemek, Türkiye’ye ufuk açmak,
aydınlık bir kapı aralamaktır. AK PARTİ bütçeleri işte bu anlayışla hazırlanır.
Bu anlayış sayesinde Türkiye, her alanda tarihinde görülmemiş gelişmelere imza
atmaktadır ve aynı zamanda Türkiye, bölgesel roller üstlenmekte, takdirle
adından bahsedilen bir ülke konumuna gelmektedir. Bu anlayış, çalışmayı, hele
hele dersine çok çalışmayı gerektirir, gecesini gündüzüne katmayı gerektirir,
rahatından, konforundan vazgeçmeyi gerektirir, kendini millete adamayı
gerektirir ve milletten aldığı emaneti yüreği tir tir titreyerek muhafaza
etmeyi gerektirir. Eğer buna yüreğiniz yetmiyorsa kelimelerin gölgesine
sığınırsınız ve maalesef kelimeler insanı kurtarmaz. “Ayinesi iştir kişinin,
lafa bakılmaz.” der büyüklerimiz. Bu aziz millet ariftir, sözün hakikatini
bilir. İşte bu yüzden, bu aziz millet her seçimde bugüne kadar bize teveccühünü
göstermiştir. Özümüz, sözümüz bir olduğu için bize emanetini gönül rahatlığıyla
teslim etmiştir.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Cebinizi doldurdunuz, gidin, gidin.
MAHİR
ÜNAL (Devamla) – Milletimiz bizi bugüne kadarki performansımız ile
değerlendirmiştir ve biz çok çalıştık, çalışmaya devam ediyoruz.
Dokuz
yılda ulaştığımız tarihî başarıların, kırılan rekorların, sessiz devrim olarak
nitelendirilen dönüşümün arkasında büyük bir hazırlık vardır, ciddi bir çalışma
vardır, vizyon vardır, azim ve kararlılık vardır, aşk vardır, cesaret vardır.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Büyük bir soygun vardır!
MAHİR
ÜNAL (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işte bu anlayışla, biz
AK PARTİ’yi bir güven ve istikrar adası hâline getirdik, Türkiye’yi bir güven
ve istikrar adası hâline getirdik. Güven ve istikrarı sağladığımız oranda
Türkiye hamdolsun gelişti, büyüdü, kalkındı, çağdaş uygarlık seviyesinin
üzerine çıkma yolunda emin adımlarla ilerledi. Sağlanan bu güven ve istikrar
ortamında, Türkiye'nin, milletimizin özgüveni yeniden tesis edildi. Artık,
önünü görebilen bir Türkiye var. 2023’ü hedefleyen, planlayan, güven ve
istikrarın yanına istikbali de eklemiş, geleceğini gören bir Türkiye var bugün,
hamdolsun.
Bugün,
çok şükür, milletimiz artık sorunlarının çözümsüz olmadığına, hiçbir hedefin
hayal olmadığına, Türkiye'nin güçlü bir devlet olduğuna inanmıştır. Geçmişte
öğrenilmiş çaresizlik dediğimiz prangadan Türkiye kurtulmuş, kendi özgüvenine,
cesaretine yeniden kavuşmuştur. Türkiye'nin güçlü bir devlet olduğuna
inancımızla birlikte, ileriye doğru yürüyen ve aynı inancı, aynı umudu kalbinde
taşıyan AK PARTİ olarak, biz Türkiye ekonomisini daha iyi ve ileri noktalara
taşıdık taşımaya devam ediyoruz. Sadece bununla yetinmedik siyasete, siyasetçiye
güven kat sayısı yerlerde sürünüyordu, bu güveni yeniden tesis ettik. Umutlar,
beklentiler, hayaller yitirilmişti, Türkiye’yi yeniden hayal kurabilen ve
hedeflerini gerçekleştirebilen bir ülke hâline getirdik. Türkiye dışarıda
itibarını kaybetmişti, Türkiye'nin saygınlığını, itibarını iade ettik,
uluslararası gücünü ileri noktalara taşıdık. Demokrasiyi, insan haklarını,
istikrarı, güveni, hamdolsun güçlendirdik. Son derece dirençli, son derece
sağlam, sağlıklı, geleceğe güvenle bakan, gelecek güzel günlere inanan
insanların ülkesi artık Türkiye.
Türkiye'nin
nereden nereye geldiğini halkımızla birlikte bütün dünya da çok iyi görüyor.
Bugünkü Türkiye'nin dünkü Türkiye olmadığını, ezberlerin bozulduğunu, kronik sorunların hâl yoluna
konulduğunu, değişim ve dönüşümün hız kazandığını, büyük Türkiye idealinin tüm
bölgemizde hissedildiğini herkes yakından müşahede etmektedir. Türkiye bugün
geçmiş dönemlere kıyasla, hamdolsun daha önce hiç tecrübe etmediği güvenli,
istikrarlı ve güçlü bir durumda.
Türkiye'nin
bugün arz ettiği manzara budur. Eğer bu manzarayı göremiyorlarsa, eğer bu
manzaraya ilişkin farklı söylemler, farklı bir dil, farklı bir üslup
kullanılıyorsa o zaman üretilen evhamlara, vehimlere bakarak karanlık tablolar
çizmekten vazgeçip birazcık başımızı başka taraflara çevirmek ve Türkiye'nin
hakikatini görmek durumundayız.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum, bütçemizin ülkemize hayırlar getirmesini diliyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Ünal.
Şimdi,
Hükûmet adına Başbakan Yardımcısı Ali Babacan söz istemişlerdir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sayın
Babacan, süreniz elli dakikadır, on altı dakikasını Adalet Bakanı Sayın
Sadullah Ergin kullanacaklardır.
Buyurun.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri;
2012 mali yılı bütçesinin Meclis Genel Kurulu görüşmelerinin açılışı vesileyle
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye
Cumhuriyeti 61’inci Hükûmetinin ilk bütçesi olan 2012 Mali Yılı Bütçe
Kanunu’nun görüşmelerinin ülkemize, milletimize ve ekonomimize hayırlı olmasını
diliyorum.
Sözlerimin
başında, Sayın Genel Başkanımız, Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’a tekrar
buradan geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum, Allah’tan kendisine acil şifalar
diliyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılı bütçesi, bozulan dış dünya
konjonktürü dikkate alınarak mali disiplini güçlendirecek ve Orta Vadeli
Program'da ortaya koyduğumuz perspektife destek verecek bir yapıda hazırlanmıştır.
Burada,
şu hususları özellikle hatırlatmak istiyorum:
2012
yılı bütçesi, AK PARTİ hükûmetleri tarafından hazırlanan 10'uncu bütçedir.
Diğer 9 bütçemizde olduğu gibi, 2012 yılı bütçesinde de bir yandan küresel
şartlar dikkate alınırken diğer yandan da sosyal politikalar, özellikle
istihdam artışı özenle gözetilmiştir.
Diğer
9 bütçemizde olduğu gibi, bu bütçede de halka hizmeti en öncelikli hedef olarak
benimsiyor, ekonomik kalkınmaya odaklanıyor, bireysel ve toplumsal refahı
gözetiyoruz.
Yine
bu bütçe ile gerekli olan kamu yatırımlarını sürdürmeyi, özel sektörün üretim
ve yatırımlarını desteklemeyi, ihtiyacı olan toplum kesimlerine el uzatmayı,
kamu çalışanlarının, tarım üreticisinin alın terinin karşılığını vermeyi ve
vatandaşlarımızın sağlık ve eğitim gibi en önemli kamu hizmetlerinden yeterince
yararlanmalarını hedefliyoruz.
Hiç
kuşkusuz, bu bütçe AK PARTİ İktidarında dokuz yıldır devam eden ekonomik ve
siyasi istikrara yeni bir halka teşkil edecektir.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye ekonomisi bir zamanlar ekonomik krizlerin siyasi
krizleri, siyasi krizlerin ekonomik krizleri körüklediği, belirsizlik,
ümitsizlik, güvensizlik ortamından bugünlere ulaşmıştır.
Üç
haneli rakamlara kadar yükselen enflasyon, yüksek kamu açıkları ve kamu borç
yükü gibi unsurlar yıllarca tüm ekonomik birimlerde ciddi bir güven zafiyeti
oluşturmuştur. Türkiye o günlerden bugüne büyük yol katetmiştir. Ekonomik
istikrar kalıcı olarak sağlanmış, üreticinin ve yatırımcının önünü açan bir
anlayışla ekonomik programlar uygulanmaya konulmuş, şeffaflık ve
öngörülebilirlik garanti altına alınmış ve Türkiye her alanda tarihinde
görülmemiş başarılara imza atarak küresel ölçekte takdirle bahsedilen bir ülke
konumuna yükselmiştir.
Türk
dış politikası artık uluslararası kamuoyunda dikkatle izlenir hâle gelmiştir.
Küresel gelişmelere ve ulusal önceliklerimize paralel olarak Orta Asya,
Kafkaslar, Orta Doğu, Balkanlar ve Afrika'da yeni açılımlar gerçekleştirilmiş,
dünyanın her noktasını dikkatle izleyen, kucaklayıcı, bütünleştirici bir yaklaşım
benimsenmiştir. Dış politika alanındaki bu açılımlara paralel olarak
gerçekleştirilen iş birliği projeleri beş kıtaya yaygınlaştırılmıştır.
Burada
ekonomideki gelişmelerin detaylarına girmeden önce dış ve iç politikaya dair
bazı görüşlerimizi de sizlerle paylaşmak isterim.
AK
PARTİ 12 Haziran seçimlerinde Türkiye genelinde hemen hemen her 2 seçmenden
1’inin oyunu alarak, yüzde 49,8 gibi yüksek bir oranla ve 3’üncü kez 1’inci
parti olarak, demokrasi tarihimizde örneği az görülür bir başarı elde etmiştir.
12
Haziran seçimlerinde milletimiz AK PARTİ'nin dokuz yıldır yaptığı icraatları
onayladığını, aynı zamanda 2023 yılı hedeflerine de gönülden inandığını sandık
yoluyla ilan etmiştir.
Milletimiz
AK PARTİ hükûmetlerinin politikalarına güvendiğini, bu politikaların
sürdürülmesi gerektiğini, istikrar ve güven zemininin muhafazasını 12 Haziranda
çok net bir şekilde ifade etmiştir.
12
Haziran seçimleri bütün siyasi partiler kadar AK PARTİ ve AK PARTİ Hükûmeti
için âdeta politikaların, plan ve projelerin test edildiği, sınandığı bir seçim
olmuştur. İç politikadan dış politikaya, ekonomiden demokratikleşmeye kadar her
alanda milletimiz AK PARTİ politikalarına duyduğu güveni ortaya koymuştur.
Bu
bütçe görüşmelerinde şu hususları özellikle vurgulamak durumundayız: İç politika
dış politikadan ayrı değildir. Ekonomi, demokratikleşmeden bağımsız değildir.
İçine kapanmış, dünya ile arasına duvarlar örmüş bir ülkenin, iç politikada
istikrarı, ekonomide büyümeyi, demokratikleşmede reformları gerçekleştirmesi
beklenemez. Aynı şekilde, ekonomisi zayıf, istikrarsız, güven zemininden uzak
bir ülkenin dış politikada elinin güçlü olması da beklenemez. AK PARTİ
hükûmetleri dokuz yıl boyunca işte bu hassas dengeyi gözetmiş, tek alanda
değil, her alanda koordineli, uyumlu bir çalışmayla topyekûn gelişmeyi
Türkiye'ye yaşatmıştır.
AK
PARTİ İktidarı dış politikada “sıfır sorun” ilkesinden asla vazgeçmemiştir,
asla taviz vermemiştir. Aktif dış politikamızın ve “sıfır sorun” ilkemizin,
başta ekonomi olmak üzere, Türkiye'de her alanda ne boyutta yansımalarının
olduğu açıktır, nettir.
Bakınız,
sıfır sorun susmak değildir, onaylamak değildir, sessiz, tepkisiz kalmak asla
değildir. Biz, başta bölgemiz olmak üzere, barışı tesis etmek için her zeminde
ve her fırsatta azami gayret gösterdik. Bütün komşularımızla sorunları masaya
yatırdık ve aktif şekilde sorunların çözümü için çaba sarf ettik. Ancak bunu
yaparken, bölgemizde olsun, dünyada olsun haksızlıklara, zulme, çatışmalara,
katliamlara, yoksulluğa ve gelir adaletsizliğine, hukuksuzluğa göz yummadık.
Afganistan'daki insanı da, Gazze'deki insanı da bir can olarak gördük. Afrika
için, Somali için, Libya, Mısır, Tunus, Filistin için seferber olduk. Haiti
için, Şili için, Gürcistan için de seferber olduk. Dinine, mezhebine, derisinin
rengine, yaşadığı toprağın altındaki madenlere, petrole, elmasa bakmadan,
insana sadece insan olduğu için sahip çıktık, hakkını savunduk. Birileriyle
ters düşeriz diye bakmadık, birilerini karşımıza alırız diye tedirgin olmadık.
Diyalog, uzlaşma, barış ne kadar ilkelerimiz olduysa, insan hakları ve hukuk da
o kadar temel ilkelerimiz oldu.
İşte
şu anda da, Ortadoğu'da yaşanan hadiselere aynı ilkelerden bakıyoruz. Libya'ya,
Tunus'a, Mısır'a nasıl insaniyet gözlüğüyle, vicdan nazarıyla baktıysak,
Suriye'ye de sadece insaniyet gözlüğüyle, vicdan nazarıyla bakıyoruz.
Biz,
dokuz yıl boyunca, Suriye ile iyi ilişkiler tesis etmenin gayreti içinde olduk.
Bir yandan iki ülkenin karşılıklı istifadesine olacak adımları atarken, bir
yandan da ülkelerimizin ve bölgelerimizin refahı adına reformların üzerinde
dikkatle durduk.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Bu söylediklerine sen inanıyor musun ya?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Suriye yönetimine, en üst düzeyde gereken
reformların yapılması tavsiyesini her fırsatta ifade ettik.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Bu söylediklerine sen inanıyor musun ya?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Suriye'nin uluslararası sisteme entegre
olabilmesi, sorunları çözebilmesi, halkının refahını artıracak reformları
gerçekleştirmesi için yönetimi her zaman teşvik ettik.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – 300 milyon doları nasıl verdin Ali Bey, izah et? Bu 300 milyon
doları senin burnundan getireceğiz.
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Genel Başkanın burada, biraz saygı göster!
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Sana ne yahu! Senin aklın varsa kendine sakla!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Tunus, Mısır ve Libya'nın ardından,
Suriye'de olaylar başladığında, son derece soğukkanlı biçimde yine Suriye
yönetimine tavsiyelerimizi ilettik. Ne var ki Suriye yönetimi, reformları
cesaretle, kararlılıkla gerçekleştirmek yerine, hem bize hem tüm dünyaya doğruları
söylememiştir, verdiği sözlerde durmamıştır. Suriye yönetimi, muhalefetin
taleplerine, halkın isteklerine kulak vermek yerine, şiddeti, öldürmeyi,
sindirmeyi, susturmayı tercih etmiştir.
Suriye'de
kan akarken, Suriye'de masum insanlar öldürülürken, yanı başımızda açık bir
zulüm yaşanırken, hiç kimse bizden susmamızı, tepkisiz kalmamızı bekleyemez.
Türkiye'nin Suriye'ye karşı tavrı tamamen insanidir, tamamen hukukidir. Kan ve
gözyaşının dinmesinden, Suriye'de ve bölgede huzur ve barışın sağlanmasından başka
hiçbir arzumuzun olmadığı bilinmelidir. Tüm bölge ülkeleri de, bizim Suriye
konusundaki barışçı, insani tutumumuzu görmekte ve bunu desteklemektedir.
Ana
muhalefet lideri, bir sabah kalktığımızda Suriye’yi düşman ilan ettiğimizi
ileri sürdü. Biz bir sabah değil, her
sabah yeni bir dünyaya uyanıyoruz. Biz her sabah dünyadaki gelişmeleri,
uluslararası alanda savunduğumuz insan
odaklı evrensel değerler ile uluslararası gerçekler perspektifinden yeniden
değerlendiriyoruz. Biz her sabah jeopolitiğimizi, beşerî coğrafyamızı yeniden
yorumluyoruz. Biz bazılarının temsil ettiği gibi geçmişi yorumlamak için değil
geleceğimizi şekillendirmek için gece gündüz çaba gösteriyoruz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Biz dünyadaki ve bölgemizdeki koşullar değişirken önceki
hükûmetlerin ve özellikle 1990’lı yıllardaki koalisyon hükûmetlerinin yaptığı
gibi statükocu, pasif ve edilgen değil, hemen her konuda Türkiye eksenli,
zamanın ruhuna uygun, sorun değil çözüm odaklı, özgün ve vizyoner bir dış
politika izliyoruz. Bundan bazıları rahatsız olsa da Türkiye bugün kendi sözünü
söyleyen, kendi sözüyle hareket eden, söylediği dinlenen, takip eden değil
takip edilen bir ülke konumuna gelmiştir.
Suriye’deki
duruma gelince, bu durum, Ana Muhalefet Liderinin bahsettiği gibi, bir sabah
ortaya çıkmış değildir. Biz, dokuz aydır her sabah kalktığımızda o gün
Suriye’de rejim tarafından kaç insanın daha öldürüldüğünün ıstırabını
yaşıyoruz. Biz, her sabah binlerce insanın maruz kaldığı baskı ve zulme şahit
oluyoruz ve dokuz ay zarfında kendi halkına silah doğrultan bir rejimi, 4.500
insanın öldürüldüğünü, on binlerce insanın kaybolduğunu ve daha binlercesinin
hapishanelerde çürütüldüğünü görüyoruz.
MUSA
ÇAM (İzmir) – Irak’taki ölenler ne olacak?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) - Bugün Suriye’de halka yönelik şiddetin
durması, mezhepsel bölünmeleri körükleyebilecek bir iç savaşın engellenmesi ve
ülkenin demokratik bir yönetime kavuşması için verdiğimiz çaba da esasen bu
durumun bir sonucudur.
Bundan
sonra yapılması gereken, değişim sürecinin önünü açmak ve Suriye halkına bu
yönde destek vermektir. Hiç kimse bizden kendi halkına silah doğrultan bir
rejimin yanında olmamızı beklememelidir.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Müslüman Kardeşler’e ne kadar para yardım ettiniz, söyle
bakalım?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Türkiye, bugüne kadar hiçbir ülkenin
rejimini zorla değiştirmeye kalkmamıştır. Türkiye, bugüne kadar hiçbir zaman
savaş peşinde koşmamıştır, koşmayacaktır. Bir ülkenin nasıl yönetileceğine
ancak o ülkenin insanları karar verir ancak bugünün dünyasında 1990’lı yıllarda
Bosna’da, Kosova’da yaşanan zulmün bir benzerinin Suriye’de tekrarlanması mazur
görülemez. Bizimki bir savaş çağrısı değil, ilkesel bir tutumdur. Ayrıca biz
şunu da bilmekteyiz ki meşruiyetin temel kaynağı halktır, halkın iradesidir.
Halkın iradesinin serbest bir şekilde tecelli etmesine karşı silah kullanan bir
anlayışa Türkiye'nin destek vermesi söz konusu olamaz.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Halka giderken Suriye politikamız böyle olacak deseydiniz,
halk size oy vermeyecekti.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) - Bizim belirlediğimiz dış politika ilkeleri
her şeyden önce insan odaklıdır. Bugün Suriye konusunda izlediğimiz politikayı
“Bir sabah kalktık, her şey değişti, başka güçlerin isteği üzerine bir ülkeyi
düşman ilan ettik.” diyerek eleştirenler, evrensel insani değerleri,
benimsediğimiz ilkeleri ve Suriye’deki koşulları idrakten yoksun olduklarını,
dahası dokuz aydır her sabah yaşanan zulme gözlerini, kalplerini ve
vicdanlarını kapadıklarını ortaya koymaktadırlar.
Değerli
milletvekilleri, bazı Cumhuriyet Halk Partisi mensuplarının Suriye
ziyaretlerini ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun sözleriyle beraber düşündüğümüzde şöyle
bir algı oluşuyor korkarım ki: Cumhuriyet Halk Partisi içinde bazıları Baas
rejimiyle bir gönül birliği hissediyor.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Çok ayıp Sayın Bakan, çok ayıp!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Azınlığın çoğunluğa tahakkümü, tek parti
rejimi, bunları özleyenler kendilerini Suriye’deki rejimle özdeşleştiriyorlar
herhâlde. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Hezeyan görüyorsun, hezeyan!
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Bakan, çok ayıp!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) - Libya konusuna gelince, ahde vefa
uluslararası hukukun en önemli bir ilkesidir ancak hiçbir ilke en kutsal hak
olan insanın yaşam hakkından üstün değildir. Nitekim, biz, Libya lideri
Kaddafi’ye de aynen Esad’a yaptığımız gibi zamanlıca gereken uyarılarda
bulunduk ancak dinlememekte ısrar etti. Bizim vefamız Libya halkınadır,
rejimine değildir. Kendi halkına silah doğrultan, kitlesel katliama girişerek
halkıyla arasındaki her türlü vicdani, ahlaki ve akli meşruiyet ilkesini
tarumar eden bir lidere vefa gösterilmesini beklemek vefanın kendisine
ihanettir. Kaddafi’nin linç edilmesi karşısındaki tutumumuzu aynı gün Dışişleri
Bakanımız net bir şekilde açıkladı, bu tür bir olayı kimsenin tasvip etmesi
mümkün değildir ancak dokuz yıldır devam eden AK PARTİ iktidarında bizim için
en temel gösterge halkın tercihi ve meydanların sesi olmuştur. Sayın
Başbakanımız eylül ayında Libya’yı ziyaret ettiğinde Trablus’ta, Misrata’da,
Tacura’da ve Bingazi’de Türk Bayrakları ile meydanlara dökülen on binlerce
Libyalının coşkulu teveccühü ve tezahüratı, bu, Libya halkının sesidir,
vicdanıdır oysa sizin bahsettiğiniz bazı Avrupa ülkelerinin liderleri Libya’ya
gittiğinde nasıl karşılandıklarını hepimiz gördük, izledik.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Yüzde 35’i kim aldı, onu söyle!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – 2010 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde İran’a karşı yaptırımlara
ilişkin kararın oylamasında koyduğumuz tavır ise her denilene “evet” dendiği
iddiasını peşinen çürütmektedir. O gün bu tavrı aldığımız için bizi herkesten
önce bugün her denilene “evet” dediğimizi iddia edenler eleştirmişti
hatırlayacak olursanız. Ayrıca, bütün bu yaptıklarımızı “egemenlerin güdümünde”
diye takdim etmek, dış politikamızı daha kalıplı, statik bir çıkar
algılamasıyla tanımlamak her şeyden önce Türkiye'nin çıkarının nerede yattığını
görmemektir, bölgeye ilişkin vizyonumuzu anlamamaktır ve dahası zamanın ruhunu
ve tarihinin seyrini okumaktan uzak, basmakalıp ve sığ bir anlayışın
tezahürüdür.
2008
yılında, şöyle bir hatırlayacak olursanız, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
seçimleri oldu. Türkiye 192 ülkenin 151’inin oyunu alarak seçildi. Son on
yıldır benzer ortamlarda benzer sayıda ülkenin katıldığı seçimlerde en yüksek
oyu Türkiye aldı.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Kaç tane aday vardı ya? İnsan biraz sıkılır ya! 75 trilyon
para harcadınız 75 trilyon!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Ve biz buraya seçildikten sonra onlarca
ülkenin temsilcisi geldi bizleri tebrik etti, bazıları boynumuza sarıldı,
ağladı. Dedikleri şuydu: “Biz size niye oy verdik, biliyor musunuz? Siz dik
duruyorsunuz. Siz kimsenin etkisi altında kalmadan doğru neyse onu
yapıyorsunuz.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 53 Afrika ülkesinden 51’inin
oyunu aldık. Dünyada ne kadar ezilmiş, ne kadar sıkıntıda ülke varsa büyük bir
çoğunlukla bizi destekledi. “Siz hep ‘uluslararası hukuk’ diyorsunuz, siz hep
‘insan’ diyorsunuz, biz sizi onun için destekliyoruz.” dediler.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Peki, Bahreyn’e niye müdahale etmiyorsunuz Bahreyn’e?
Bahreyn’de olan katliama niye müdahale etmiyorsunuz?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile Mısır Arasında
Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma Anlaşmasıyla ilgili olarak Mısır nezdinde
gerekli her türlü girişimler yapılmıştır. Ayrıca, Birleşmiş Milletler nezdinde
girişimde bulunulmuş, Anlaşma’nın kendisinin ve Kıbrıs Türklerinin Doğu
Akdeniz’deki hak ve çıkarlarını haleldar ettiği itirazımız kayıtlara
geçirilmiştir.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Başka kâğıtları okuyor ya! Burada yazmıyor bunun söyledikleri.
Başka kâğıdı okuyorsun.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) - Ayrıca, Mısır ile Türkiye arasında da ikili
bir görüşme trafiği şu anda başlamış durumdadır. Müteakiben 2007 yılında
Lübnan’la benzeri bir anlaşma yapmıştır Güney Kıbrıs Rum Yönetimi. Lübnan
Hükûmeti nezdinde o tarihten beri yapılan en üst düzeyde girişimlerle Lübnan’ın
şimdiye kadar bu Anlaşma’yı onaylamaması sağlanmıştır.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Bunu niye bize dağıtmışlar! Burada yok bir şey.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Dolayısıyla, bu Anlaşma onaylanmış bir
anlaşma değildir; Hükûmette dahi onaylanmamıştır, Meclise dahi gelmemiştir ve
bu konudaki girişimlerimiz de sürmektedir.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Bakan, burada yazmıyor söyledikleriniz. Oradan
okuyorsunuz ama burada yazmıyor.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) - Güney Kıbrıs Rum Yönetimi son olarak 17
Aralık 2010 tarihinde Lefkoşa’da İsrail’le bir Münhasır Ekonomik Bölge
Sınırlandırma Anlaşması imzalamıştır ancak dikkatinizi çekmek istiyorum, bu
anlaşma, Sayın Kılıçdaroğlu’nun bahsetmiş olduğu Dışişleri Bakanımızın
konuşmasından daha sonra imzalanan bir anlaşmadır. Dolayısıyla burada da bir
tutarsızlık yoktur.
Hükûmetimiz,
Türkiye’nin karada, havada veya denizde her türlü hakkının korunması konusunda
son derece hassastır. Ayrıca Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tek taraflı bu
girişimleri, ülkemiz açısından bir hüküm ifade etmemektedir. Zira Kıbrıs
Adası’nın tek sahibi Rumlar değildir, Kıbrıs Türkleri de adanın sahibidir.
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Nihayet kabul ettiniz.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Kıbrıs konusunda Türkiye aynı şekilde yapıcı ve aktif bir tutum izlemiştir,
izlemeye de devam etmektedir. Kıbrıs’ta tarafların ikna olacağı kalıcı bir
barışı desteklemeyi sürdürüyoruz. Kıbrıs’ta müzakerelerin ilanihaye devam
etmeyeceğini de muhataplarımıza her fırsatta ifade ediyoruz.
Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne her alanda desteklerimiz de sürüyor. Avrupa Birliği
müzakerelerinde Türkiye, tüm olumsuzluklara, liderlerin tüm popülist
tavırlarına rağmen, kararlılığını ilk günkü gibi muhafaza ediyor.
Tüm
dünyayı etkisi altına alan küresel ekonomik kriz konusunda, G-20 platformunda
görüş, öneri ve tavsiyelerimizi güçlü şekilde dile getiriyoruz. G-20’de alınan
tüm kararlara etkili bir şekilde katkı veriyoruz.
Türkiye’nin
girişimleriyle başlatılan, eş başkanlığını Sayın Başbakanımızın yürüttüğü
Medeniyetler İttifakı Projesi de aynı heyecanla yolunda ilerliyor. Şu anda
100’ün üzerinde ülke Medeniyetler İttifakı’nın dostlar grubu içerisindedir ve
pek çok uluslararası kuruluş da bu yapının içine girmiştir.
Mısır,
Tunus ve Libya’daki gelişmeleri de kuşkusuz yakından takip ediyoruz ve bu
ülkelerde de parlamenter ve anayasal sisteme dayalı rejimlerin bir an önce
oluşturulması ve sağlıklı şekilde işletilmesi için girişimlerimizi
sürdürüyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; güçlü bir ekonomi, güçlü bir ülke için iç
huzurun ve güvenliğin ne kadar önemli ve elzem olduğunu son dokuz yılda bir kez
daha teyit ettik.
Zor
bir coğrafyada bulunan Türkiye, maalesef istikrar, huzur ve güvenliğine yönelik
olarak terör saldırılarına maruz kalan bir ülkedir. Bugün artık terörist
faaliyetlerin, tamamıyla Türkiye’nin huzurunu kastettiği daha net olarak ortaya
çıkmıştır.
Terör
örgütünün, iddia edildiği gibi bir hak mücadelesi veren örgüt değil, taşeron
bir örgüt olduğu daha net olarak görülmüştür.
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Günaydın!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) - Hükûmetimizin dokuz yıl boyunca doğu ve
güneydoğuya yaptığı yatırımlar, demokratikleşmede attığı cesur adımlar terör
örgütünü zeminsiz bırakmış, istismarı önlemiş, örgütün niyetlerini âdeta iyot
gibi açığa çıkartmıştır.
Şunu
bugün artık çok net görüyoruz: Terör örgütü demokratikleşme adımlarından çok
ciddi şekilde rahatsızlık görüyor. Terör örgütü, ülkede artan kardeşlik
ikliminden ciddi şekilde rahatsızlık duyuyor. Terör örgütü, bataklığın
kurutulmasından, istismar araçlarının ortadan kalkmasından büyük rahatsızlık
duyuyor. Son dönemde artan saldırılar, terör örgütünün bu rahatsızlığını açıkça
göstermiştir.
Ayrıca,
bu saldırılar, terör örgütünün yeni bir ihale alarak taşeronluk yaptığını da
tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde netleştirmiştir.
Şunu
özellikle ifade etmek istiyorum: Doğu ve güneydoğuya yapılan devasa yatırımlar,
eğitim, sağlık, adalet ve emniyet hizmetleri, terör örgütünün istismar
alanlarını yok etmiştir.
Tüm
tahriklere, tüm senaryolara rağmen, Hükûmetimiz, demokrasi güvenlik dengesinden
asla taviz vermemiştir, vermeyecektir.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – İsim söyle, isim…
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) - Terörle kararlılıkla mücadele ederken, sivil
halkın hukukunu gözetiyor…
KAMER
GENÇ (Tunceli) - Gittin, oy almak için Barzani’yle anlaşıp oyu aldıktan sonra…
Adamla ne anlaştıysanız onun hakkını verin.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) - …bölgenin refahını en üst düzeyde
geliştirmek için yatırımlarımızı sürdürüyoruz.
Nitekim
bugün, bölge halkı da terör örgütünün gerçek yüzünü görmekte ve arasına mesafe
koymaktadır.
Terör
örgütünün son dönemde masum sivillere, çocuklara, hatta doğmamış bebeklere
yönelik saldırıları, en önce bölge halkı tarafından nefretle karşılanmıştır.
Terör örgütünün, kendi militanlarına dahi acımasız bir şiddet uyguladığı
görülmüş, terörün maskesi düşmüştür.
Hükûmet
olarak, terörle mücadeleyi hız kesmeden sürdüreceğiz. Gerek güvenlik
tedbirleriyle gerek diplomatik girişimlerle gerekse demokratikleşme adımlarıyla
terörü minimize etme çabalarımızı kararlılıkla yürüteceğiz.
Türkiye,
bir yandan tarihin karanlık hadiselerini aydınlatmaya bir yandan da aydınlık
bir gelecek inşasına aynı ivmeyle devam edecektir.
3’üncü
AK PARTİ İktidarı dönemi, demokratikleşme adımlarının hız kazanacağı,
Türkiye'nin bölgesinde demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak
yükseleceği bir dönem olacaktır.
Hiç
şüphesiz, yeni bir anayasa, bu 3’üncü dönemimizin en önemli adımlarından birisi
olacaktır. Bölgesinde ve dünyada bir ilham kaynağı olan Türkiye'ye, mevcut
Anayasa’nın artık dar geldiği herkes tarafından kabul edilmektedir. Yeni bir anayasanın
yapılması için çalışmalar başlatılmıştır. İnşallah bu Meclis, sivil,
demokratik, katılımcı bir anayasa yapabileceğimizi milletimize ve tüm dünyaya
ispat edecektir.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Önce kanun hükmünde kararnamelerle Türkiye’nin yapısını
değiştirdiniz, katılımcılık anlayışınız bu mu sizin!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçen
yılki bütçe dönemiyle kıyaslandığında maalesef bu yıl küresel ekonomiyle ilgili
iyimserliğin biraz daha azaldığı ve özellikle Avrupa Birliği bölgesindeki borç
ve bankacılık sektörü sorunları nedeniyle karamsarlığın arttığı bir dönemden
geçmekteyiz. Krize yüksek borçluluk oranlarıyla yakalanan ülkeler genişletici
politikalar nedeniyle, kamu açıklarının artması ve büyüme performanslarının
azalması nedeniyle sürdürülmesi mümkün olmayan borçluluk oranlarına
ulaşmışlardır. Kamu borcuna ilişkin endişelerin bankacılık sistemine ilişkin
görünümü kötüleştirmesi sorunu daha da ağırlaştırmıştır. Bunun sonucunda hem
piyasalarda hem de reel sektörde güven ortamı ciddi şekilde zarar görmüş, hem
gelişmiş hem de gelişmekte olan ekonomilerde büyüme yavaşlamış, özellikle avro
bölgesi ekonomisine ilişkin resesyon beklentileri gittikçe kuvvetlenmiştir.
Avrupa
Birliği Komisyonunun en son tahminlerine göre önümüzdeki dönemlerde avro
bölgesi ekonomisinde neredeyse sıfır büyüme beklenmektedir. Geçtiğimiz hafta
yayınlanan son OECD tahminlerine göre ise avro bölgesi ekonomisinde bu yılın
son çeyreğinden 2012 yılının ikinci çeyreğine kadar daralma beklenmekte,
sonraki dönemlerde ise büyümenin çok zayıf seyretmesi öngörülmektedir.
Avro
bölgesine ilişkin düşük büyüme beklentilerine paralel olarak küresel büyüme
beklentileri de her geçen ay bozulmaktadır. Eylül ayındaki Uluslararası Para
Fonu tahminlerine göre 2011 ve 2012 yılları küresel büyüme tahminleri yüzde 4
seviyesindeyken, Kasım ayındaki OECD tahminlerine göre küresel ekonominin daha
da yavaşlayarak 2011 yılında yüzde 3,8; 2012 yılında ise yüzde 3,4 oranında
büyümesi öngörülmektedir.
Avro
bölgesindeki borç krizi Almanya hariç neredeyse tüm bölge ülkelerine sirayet
etmiş durumdadır. Eğer gereken tedbirler en kısa zamanda alınmazsa krizin daha
da derinleşerek sistemik bir hâl alması ve bankacılık kanalıyla küresel
boyutlara ulaşması sürpriz olmayacaktır.
Avro
bölgesinde ortak bir para politikası vardır. Bu nedenle münferit ülkelerin para
ve kur politikaları işlerliğini yitirmiştir. Bu ülkelerde, raydan çıkan kamu
dengelerini ve dış dengeleri düzeltecek tek mekanizma olarak geriye maliye
politikaları kalmaktadır. Bu mekanizma aracılığıyla yapılacak düzeltmenin
sancısı ve sosyal maliyeti ise büyük olmaktadır. Pek çok hükûmet zayıflamıştır.
İnanılır ve güvenilir planlar ortaya konulamamaktadır. Bu durum, özellikle avro
bölgesinde borç sorununu derinleştirici bir rol oynamaktadır. Avro bölgesinde
güçlü, ortak bir kamu maliyesi çerçevesinin acilen oluşturulması gerekmektedir.
Bu çerçevenin etkili yaptırım mekanizmalarını da içermesi şarttır.
Öte
yandan, Avrupa'da borç kriziyle beraber bankacılık sektörünün bilanço yapısının
zayıflığı da küresel ekonominin karşı karşıya kaldığı önemli risklerden
biridir. Bu nedenle, bölgedeki bankaların sermaye yeterliliklerinin artırılması
gerekmektedir.
Pek
çok Avrupa ülkesinde yapısal reformlar kaçınılmaz hâle gelmiştir. Bununla
beraber Avrupa Merkez Bankası, avro bölgesinde olan hiçbir ülkede finansal bir
çöküşe izin vermemelidir.
Son
dönemde yaşanan gelişmeler, ülkelerin birlikte, kararlı ve eş güdümlü hareket
etmelerini zorunlu hâle getirmiştir. Türkiye'nin, gelişmekte olan ülkelerin de
dâhil olduğu G-20 gibi yapıların önemi artmıştır. Küreselleşmenin getirdiği
ticari ve finansal ilişkilerin boyutu, küresel iş birliğinin yanında bölgesel
iş birliğinin de önemini gün yüzüne çıkarmıştır.
Genel
olarak Avrupa'nın, özel olarak ise avro bölgesinin ekonomimiz için taşıdığı
önem bizim bölgeyi yakından takip ederek, gerektiği noktalarda hızlı bir
şekilde tepki vermemiz ihtiyacını doğurmaktadır. Katıldığımız uluslararası
platformlarda, iyi düşünülmüş plan ve programlar hazırlanması, yapısal
zafiyetleri giderecek politikalar geliştirilmesi ve bunların dirayetle
uygulanması ihtiyacını üzerine basarak dile getiriyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; küresel kriz ortamında, Türkiye ekonomisinin
diğer pek çok gelişmekte olan ve gelişmiş ülkeye göre çok daha sağlam bir zemin
üzerinde durduğunu görüyoruz. Türkiye'nin 2010 yılında kamu borç stokunun
gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 42,2 olarak gerçekleşmiştir. Avrupa
Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri için bu oran, sırasıyla yüzde 80,1 ve
94,4 seviyesindedir. Biz, önümüzdeki dönemde de sürdürülecek mali disiplinin
sonucu olarak bu oranın daha da gerileyerek 2014 itibarıyla yüzde 32 olarak
gerçekleşmesini hedeflemekteyiz.
Sayın
Kılıçdaroğlu, doğan her çocuğun borç miktarından bahsetti. Bu borç miktarından
bahsedince, o zaman birilerinin de herhâlde doğan her çocuğun gelirinden de
bahsetmesi gerekir ve doğan her çocuğun da gelirinin 10 bin dolar olduğunu
herhâlde birilerinin de söylemesi gerekir.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Biz milletin çocuklarından bahsediyoruz, sizin çocuklardan
değil.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Borç gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak
ölçülür. Bu bütün dünyada böyledir. Dokuz yıldır maalesef biz bunu burada anlatmakta
ve sizler de anlamakta güçlük çekiyorsunuz.
Rakamlarla
oynayarak borcu daha farklı göstermek mümkün değildir. Bakın, bugün itibarıyla
Türkiye’nin risk dilimi Avrupa Birliğine üye olan 15 ülkeden daha düşüktür.
Türkiye’nin borçlanma faizi Avrupa Birliğine üye pek çok ülkeden daha düşüktür.
Bu durum bize Türkiye’de kamu borcunun artık bir sorun olmaktan çıktığını
göstermektedir. Hatta Haziran 2011 itibarıyla kamunun net dış borcu artık sıfır
mertebelerinde seyretmektedir. Yani tüm kamu sektörünün, merkezî hükûmet,
belediyeler, KİT’ler, bunların tümünün dış borcuyla, döviz borcuyla Türkiye
Cumhuriyeti’nin toplam döviz varlıkları artık başa baş noktaya gelmiştir. Borç
noktasında bu kadar iyi noktaya gelmemize rağmen hâlâ bu konunun çok basit
rakamlarla farklı bir şekilde gösterilmeye çalışılmasına da zaten pek kimse
inanmamakta, değer vermemektedir.
Türkiye'nin
sağlam kamu mali dengeleri, bu kriz döneminde bizi diğer ülkelerden ayrıştıran
en önemli unsurlardan biri olmuştur. Bu konuda orta vadeli program çerçevesinde
koyduğumuz irade de çok açıktır, nettir. Kazanımlarımızı riske atacak her türlü
eğilimden uzak duracağımızın altını bir kez daha burada ben vurgulamak
istiyorum.
Bugün
Türkiye ekonomisinin ayaklarını yere sağlam basmasını sağlayan bir başka önemli
alan ise örnek bir bankacılık sektörü ile güçlü bir düzenleme ve denetleme
çerçevesidir. Günümüzde pek çok gelişmiş ülkenin bankacılık sektörünün karşı
karşıya kalmış olduğu zafiyetler, vakitlice alınan tedbir ve düzenlemeler
sayesinde Türk bankacılık sektörü için söz konusu bile değildir. Yüksek sermaye
yeterliliği, kredilerdeki düşük takibe düşme oranı, piyasa risklerine karşı
dayanıklı bilanço yapısı ve kârlılık performansı ile Türk bankacılık sektörü
tüm dünya tarafından takdirle izlenmektedir.
Özellikle
dikkatinizi çekmek isterim ki Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Avrupa
Birliğinde yaşanan ekonomik sorunların iki önemli ayağı olan kamu maliyesi ve
bankacılık Türkiye'nin en güçlü olduğu alanlardır.
Değerli
milletvekilleri, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere pek çok ülkenin yüksek
işsizlik, düşük büyüme, kırılgan bankacılık sistemi, yüksek bütçe açıkları ve
artan kamu borç stokları gibi sorunlarla mücadele ettiği bu dönemde, Türkiye
krizden en hızlı çıkan ülkelerden biri olarak takdir toplamaktadır. Temel
ekonomik göstergelerin uluslararası karşılaştırmaları bu durumu açık ve net bir
şekilde ortaya koymaktadır.
Özellikle
büyüme performansı açısından Türkiye, dünyada önde gelen ülkeler arasında yer
almaktadır. Türkiye, 2010 yılında yüzde 9 büyüme oranıyla tüm Avrupa ülkeleri
arasında ilk sırada yer almıştır. 2011 yılının ilk yarısında da yüzde 10,2'lik
büyüme oranıyla hem G-20 ülkeleri arasında hem de Avrupa ülkeleri arasında en
hızlı büyüyen ekonomi olmuştur.
2011
yılı için orta vadeli program'daki büyüme tahminimiz yüzde 7,5 idi. Son
açıklanan bazı öncü göstergeler ışığında bu yılın büyüme oranının yüzde 7,5'un
da üzerinde gerçekleşmesini beklemekteyiz. 2012 yılında ise küresel ekonomideki
yavaşlamaya bağlı olarak büyümenin yüzde 4 olacağını tahmin ediyoruz.
Uygulamaya
koyduğumuz zamanlı politikalar ve güçlü büyüme sayesinde, son dönemde yüksek
oranda istihdam artışı yaşanmıştır. 2010 yılında, istihdamda, bir önceki yıla
göre 1 milyon 317 bin kişilik artış sağlanmıştır. Bu sayede, 2009 yılında yıl ortalaması
olarak yüzde 14 düzeyinde bulunan işsizlik oranı, 2010 yılında yüzde 11,9'a
gerilemiştir. Söz konusu düşüş, OECD verilerine göre 2010 yılındaki en hızlı
düşüştür.
2011
yılında, güçlü büyüme sürecinin sürmesi iş gücü piyasasına olumlu yansımalara devam
etmiştir. Yılın ilk üç çeyreği itibarıyla 1 milyon 689 bin kişilik istihdam
artışı sağlanırken, işsizlik oranı da yüzde 9,2 olarak gerçekleşmiştir. Şöyle
bir mukayese edecek olursak, Avrupa Birliğinde Ağustos 2011 itibarıyla ortalama
işsizlik 9,7, yani bizden yarım puan yüksek; avro bölgesinde de ortalama yine
9,7’dir, yani bizden yarım puan yüksektir.
Gençlerdeki
işsizlik oranına geldiğimizde, yine ağustos itibarıyla -Eurostat verilerinden
söylüyorum- avro bölgesinde yüzde 21, Avrupa Birliğinin tümünde yüzde 21,5,
Türkiye’de ise yüzde 18,6’dır, yani gençlerdeki işsizlik sadece Türkiye’de
değil, pek çok ülkede problemdir ama Türkiye bu oranda da Avrupa
ortalamalarının şu anda altındadır. İspanya gibi ülkelerde şu anda gençlerin
yüzde 40’ı işsizdir.
Kadınların
istihdamı konusuna gelince, aslında bu konu Sayın Kılıçdaroğlu’nun
bahsettiğinin tam tersine son yıllarda çok ciddi mesafe aldığımız bir konudur.
Bakın, küresel krize rağmen 2008 yılında Türkiye'de çalışan kadınların sayısı
239 bin kişi artmıştır. 2009’da bunun üzerine bir 276 bin kişi daha
eklenmiştir, 2010’da 554 bin kişi daha eklenmiştir, 2011 Ağustos ayı itibarıyla
611 bin kişi daha eklenmiştir.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Çalışmayan kadın kalmamış evde yahu!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Küresel krize rağmen Türkiye'deki toplam
istihdam edilen kadınların sayısı her yıl artış göstermektedir, son yıllarda da
bu artış hızlanmıştır.
Ülkelerin
küresel krizin iş gücü piyasası üzerindeki etkilerinin en yoğun düzeyde
hissedildiği 2009 yılının ilk çeyreğinden bugüne kadarki performansı
incelendiğinde Türkiye'nin iş gücü piyasasında diğer ülkelere kıyasla elde
ettiği başarı daha da ön plana çıkmaktadır. OECD verilerine göre Türkiye, 2009
yılı ilk çeyreği ile 2011 yılının ilk çeyreğini kapsayan dönemde -yani tam iki
yıllık dönemde- en fazla istihdam artışı sağlayan ülkedir yani tüm OECD
ülkeleri içerisinde istihdamın en hızlı arttığı ülkedir. İşsizlik oranını da en
hızlı düşüren ülkeler arasındadır.
Hükûmetlerimiz
döneminde Türkiye tekrar tek haneli enflasyon rakamlarıyla tanışmıştır.
Enflasyon 2010 yılında son kırk yılın en düşük seviyesine inmiş ve yüzde 6,4
olarak gerçekleşmiştir.
Kriz
sonrasında iç talepteki güçlü seyir, küresel emtia fiyatlarındaki artış, döviz
kurundaki yükselme ve bazı ürünlerdeki vergi-fiyat ayarlamaları enflasyonun
artmasına sebep olmuştur. Önümüzdeki dönemde bu faktörlerin etkisinin giderek
azalacağını ve 2012 yılı sonu itibarıyla enflasyonun yüzde 5 olan hedef ile
uyumlu bir patikada seyredeceğini bekliyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ihracat pazarlarımızdaki durgunluğa rağmen
ihracatımız bu yılın ilk on ayında yüzde 20,2 oranında artmıştır. İhracatımızın
2011 yılı sonu itibarıyla bugüne kadarki en yüksek düzeye çıkarak 134,8 milyar
dolar olmasını bekliyoruz. Diğer yandan yurt içi tüketim ve yatırım talebindeki
canlanmaya bağlı olarak ithalatta da hızlı bir artış gözlenmiştir. Bu
faktörlere ilave olarak, emtia ve enerji fiyatlarındaki artışlar ve dış talebin
zayıf seyretmesi 2010 ve 2011 yıllarında cari açığın artmasına yol açmıştır.
Cari
işlemler açığı ve enflasyondaki gelişmelerin makroekonomik ve finansal istikrar
üzerindeki etkilerini sınırlandırmaya yönelik olarak para politikası, makro
ihtiyati tedbirler ve maliye politikası alanında gerekli adımlar atılmaktadır.
Bu çerçevede 2010 yılının sonundan itibaren para politikası araçları ile kredi
büyümesinin kontrol altına alınması, mevduatın vadesinin uzatılması ve cari
işlemler açığının finansmanında uzun vadeli kaynakların payının artırılması
hedeflenmiştir. Öte yandan, konut kredilerinde teminat oranı, kredi
kartlarındaki asgari ödeme oranı ve ihtiyaç kredilerinde genel karşılık
oranları artırılmıştır. Sermaye yeterlilik oranı hesaplamalarında ihtiyaç
kredilerinin risk ağırlığı vadeye göre farklılaştırılmış ve kâr dağıtımının
izne tabi tutulması uygulaması sürdürülmüştür. Bu düzenlemelerle bankacılık
sisteminin güçlü yapısı korunmuştur.
Diğer
taraftan, cari açığın kalıcı olarak makul seviyelere düşürülmesi amacıyla
yapısal önlemlerin hayata geçirilmesine devam edeceğiz. Bu kapsamda, sanayi ve
hizmetlerde ileri teknoloji içeren ve yüksek yurt içi katma değerli üretim
yapısına geçişin sağlanmasına yönelik politikalar üzerinde çalışmaktayız.
Ayrıca, orta ve uzun vadede yurt içi tasarrufların artırılmasına ve girdi
tedarikinde yerli ürün payının yükseltilmesine yönelik çalışmaları da
sürdürmekteyiz. Büyük oranda dışa bağımlı olduğumuz enerji sektöründe ise
yerli, yenilenebilir ve nükleer enerji öncelik verdiğimiz diğer politika
alanları olacaktır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılından itibaren uygulamaya konulan
yapısal reformlar Türkiye'de mali disiplinin güçlenmesini ve kamu maliyesinin
sürdürülebilirliğinin orta ve uzun vadede bir sorun olmaktan çıkmasını
sağlamıştır. Kriz sonrası dönemde gelişmiş ülkelerden zaten daha iyi durumda
olan kamu finansman dengelerimiz daha da güçlenmektedir. 2010 yılında yüzde 3,6
olan merkezî yönetim bütçe açığımızın, 2011 yılında mali disiplinden taviz
verilmemesi ve güçlü büyümenin etkisiyle, öngörümüz olan yüzde 2,8'in de
altında, yüzde 1,7 oranında gerçekleşmesini bekliyoruz. Bu oranı 2012 yılında
daha da düşürerek yüzde 1,5'e getirmeyi hedefliyoruz. Orta Vadeli Program
dönemi sonunda da açığın millî gelire oranının yüzde 1'e düşeceğini öngörüyoruz.
2002
yılında yüzde 14,8 olan faiz giderlerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı,
küresel kriz yılı olan 2009 hariç, her sene düşürülmüştür. 2010 yılında yüzde
4,4'e inmiştir, bu yıl ise bu rakamın 3,3 olacağını bekliyoruz. Yani faiz
ödemeleri millî gelirimizin yüzde 14,8’i iken 2002’de, bu yıl yüzde 3,3’üne
düşecek.
Bütün
bu olumlu gelişmeler Türkiye'deki siyasi istikrar zemini üzerine inşa
edilmiştir. Ekonomik istikrar için ne gerekiyorsa, bunu cesaretle yapabilen
güçlü bir siyasi irade bu başarıların en önemli faktörüdür.
Muhalefet
partilerimizin değindiği bazı konularla ilgili görüşlerimizi sizlerle
paylaşabilmek için ve aynı zamanda vakit de sınırlı olduğu için konuşma
metnindeki bazı bölümlere değinmeyeceğim ama dağıttığımız kitapçıkta bu
bölümleri de bulacaksınız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; tarım sektöründe 2002 yılında kişi başına
gelir bin dolar civarındayken 2010 yılında 3.500 doları geçmiştir. Türkiye 2002
yılında 23,7 milyar dolarlık tarım hasılasına sahip ve 190 ülke içerisinde
tarımsal ekonomik büyüklük açısından 11’inci sırada yer alırken bugün 61,8
milyar dolarlık tarım hasılası ile dünyanın 7’nci büyük tarımsal gücü hâline
gelmiştir. Dikkatinizi çekiyorum, 11’inci sıradan 7’nci sıraya yükselmiş
durumdayız tarımsal üretimde ve bu dönemde Fransa, İspanya, İtalya gibi Avrupa
ülkelerini geride bırakmış durumdayız.
Ülkemizde
içerisinde 50’den fazla büyükbaş hayvan bulunan işletme sayısı 2002’de 4.300
iken yaklaşık 6 kat artmıştır, 24 bine ulaşmıştır. Türkiye'nin 2002 yılında
toplam tarım ürünü ihracatı 4 milyar dolar iken 2010’da tarımsal ihracatın 12,7
milyar dolara ulaştığını görmekteyiz.
İktidara
geldiğimizden bu yana çiftçimize sürekli destek olmayı temel bir öncelik olarak
belirledik, her yıl bütçeden daha fazla kaynağı çiftçilerimize tahsis ettik, yaşanan
kuraklık ve doğal afetler karşısında hep çiftçimizin yanında olduk. Oluşan
zararları telafi edecek şekilde kaynak aktardık ve kredi borçlarının
ertelemesini sağladık. Bundan doğan faiz yükünü de üstlendik.
Tarım
sigortalarının kapsamını genişlettik ve kırsal alanda gelir düzeyinin
yükseltilmesi ve tarımsal altyapının güçlendirilmesi amacıyla uyguladığımız
kırsal kalkınma yatırımlarının desteklenmesi için ayrılan ödenekleri yüzde 40
civarında artırdık.
Tarımsal
kredilerin toplam boyutunu 19,8 milyar TL’ye ulaştırdık ve 2012 bütçemizde
sadece bu kredilerin sübvansiyonu için 1,2 milyar TL bütçe ayırdık.
Yine,
Sayın Ana Muhalefet Liderinin bir iddiası, “Türkiye buğday bile ithal ediyor.”
diyor. Şöyle bir baktığımızda, 2010 yılında Türkiye'nin buğday ithalatı 2
milyon 565 bin ton. Doğru, buğday ithal ediyoruz ama ne kadar ihraç ediyoruz
diye baktığımızda 4,700 bin ton da ihracatımız var. İthalata ödediğimiz 688
milyon, ihracattan gelirimiz 1,570 milyon. Herhâlde buğdayın dış ticaretini
konuşacaksak bunun dengesine bakmamızda da büyük fayda var. Üstelik ithal
ettiğimiz buğdayın da yüzde 80’ini işliyoruz, dâhilde işleme rejimi
çerçevesinde ithal ediyoruz, işleyip ürünlerini ihraç ediyoruz.
Yine
“Tarım ithalatına 100 milyar ödendi.” dedi Sayın Kılıçdaroğlu.
Rakamları
söyleyelim: 2003 ile 2010 arası tarımsal ürünlerin ithalatı toplam 70,4 milyar,
ihracat 73,8 milyar. Bir de işlenmiş gıda ürünlerine de tabii burada bakmak
gerekiyor: 2003-2010 yılları arasında evet ithalat yapmışız, 39,8 milyar ancak
ihracatımız 68,4 milyar.
Yani
tarımdan ve tarımdaki dış ticaretten bahsederken sadece ithalat kalemlerine
değil, hemen sayfanın karşısındaki ihracat kalemlerine de bakıp beraber ele
almakta büyük fayda var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Toplamda açık veriyoruz ama.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Biz zaten tarım ihracatçısıyız Sayın Bakan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Yine bir başka rakam. Maalesef rakamlar söz
konusu olduğunda daha dikkatli, daha kontrol ederek, böyle, verdiğimiz rakam
gerçekten sağlam bir veri mi değil diye keşke bunlara bakarak konuşsak çok daha
isabetli olacak.
Bakın,
yine bir iddia: “Çiftçimizin tükettiği mazottan 8 milyar TL alıyorsunuz.”
Çiftçimizin
geçen yıl kullandığı mazot miktarı 1,4 milyon ton. Fiyatı da bugünün fiyatıyla
çarpalım haydi, geçen sene belki biraz daha düşük, 3,87. 1,4 milyon tonla
3,87’yi çarptığımda ben 5,4 milyar buluyorum. Ama bu tüm ödenen para yani
vergisiyle, ürünüyle, her şeyiyle 5,4 milyar. Şimdi, toplam alınan 5,4 milyar
lira vergi dâhil fiyatın nasıl 8 milyarı vergi, ben bunu da yine hesap etmekte
güçlük çekiyorum ve rakamların bir kontrol edilmesinde de büyük fayda
görüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; enerji de gerçekten çok önemli bir konumuz,
hem dış politika açısından hem jeopolitik dengeler açısından hem de ödemeler
dengesi ve bütçemiz açısından son derece önemli bir konu. Enerjide mutlaka
çeşitlendirmemiz gerekiyor. Enerjide mutlaka ülkelere ve enerji çeşitlerine
olan bağımlılığımızı dağıtmamız ve yumurtanın bir sepete koymamamız gerekiyor.
İşte, aslında bizim nükleer enerjiye geçişimiz de ana hedef olarak doğal gaz
ihtiyacımızı azaltmaktır. Yani biz nükleer santralleri devreye soktuğumuzda
satın almakta olduğumuz doğal gazı bu ikame edecektir. Dolayısıyla, risk
hesabını yaparken kuşkusuz bunun da dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz.
Ulaştırma
konusunda gerçekten Türkiye artık bir destan yazıyor. Türkiye’nin tamamlamış
olduğu çift yol, duble yol miktarına bakacak olursak, biliyorsunuz 15 bin
kilometreyi geçtik ki, bu 15 bin kilometre eskiye ilavedir, toplam 21 bin
kilometreyi geçtik. Hızlı tren projelerimiz devam ediyor ve Marmaray, Boğaz’ın
altındaki tüp geçit, üçüncü köprü projemiz, İstanbul-İzmir Otoyol Projesi…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Yalnız o durduruldu, haberiniz var değil mi?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) - Bütün bunlar gerçekten Türkiye’nin çehresini
değiştirecek projeler ve denizcilikle ilgili çok güzel adımlarımız atıldı.
Hâlihazırda 182 tane limanımız oldu, 220 tane balıkçı barınağımız, 45 tane
marina, 71 tersane, 518 tane kıyı tesisimiz tamamlanmış durumda.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kamu yatırımları hem temel altyapı hem de
insan kaynaklarını geliştirme yoluyla gerçekten ülkemiz için son derece önemli
ve cari fiyatlarla 2012 bütçemizi 2011’in başlangıç ödeneğine göre yüzde 17
oranında artırdık ve gayrisafi yurt içi hasılaya oranı da yüzde 4,3 oldu ve
2012-2014 döneminde özellikle GAP, DAP, KOP, DOKAP projeleri son derece önemli
olacak. KÖYDES, BELDES, SUKAP, SODES cazibe merkezleri destekleme programları
da kesintisiz bir şekilde devam edecek. Bunlarla ilgili detaylar yine
dağıttığımız metinlerde var, ben vaktimiz sınırlı olduğu için onlara girmiyorum
ama farklı rakamlarla bunları görebilirsiniz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda Türkiye, inanın bütün dünyada parmakla
gösteriliyor. Bir yandan ekonomisinde elde etmiş olduğu başarı… Bütün bu
küresel krize rağmen, Avrupa’da yaşanan sorunlara rağmen, Türkiye, çok şükür bu
krizin etkilerini en az hasarla 2009 yılında geçirdi ve 2010 yılında, 2011
yılında da güçlü büyüme performansıyla dünyadan ayrıştı ve bu bütün dünya
tarafından taktir ediliyor. Sayın Başbakanımız, gittiği bütün uluslararası
toplantılarda çok farklı bir şekilde karşılanıyor ve âdeta diğer ülkelere bizim
yaptıklarımızı anlatarak, bizim başarılarımızı anlatarak, nasıl bu noktaya
geldiğimizi anlatarak onlara güzel dersler veriyor, güzel örnekler teşkil ediyor.
Ben
ümit ederdim ki Sayın Kılıçdaroğlu’nun altmış sekiz dakikalık konuşmasında bir
yeni teklif gelsin fakat yeni teklif olmadığı için maalesef onların üzerinde de
görüşlerimizi şu anda söylememiz mümkün değil.
Değerli
milletvekilleri, inanın şu anda Avrupa’da pek çok parlamentoda bütçe
görüşmeleri var, bugünlerde yaşanıyor ve neler görüşülüyor bu bütçe
görüşmelerinde diye şöyle bakacak olursanız: Ödenemez boyutlara ulaşmış
borçların ana parasını artık bir kenara bırakın da faizini nasıl biz bütçemize
yerleştiririz, bunun derdindeler. Sıfıra düşmüş, eksiye düşmüş büyüme
oranlarını acaba yüzde yarıma, yüzde 1’e çıkarabilir miyiz, bunun derdindeler.
Emekli maaşlarının dondurulmasını, düşürülmesini konuşuyorlar, memur
maaşlarının dondurulmasını, düşürülmesini konuşuyorlar, kaç tane memuru işten
çıkaracaklarının tartışmasını yapıyorlar; biz ise çok şükür bu bütçe
tartışmalarında yüzde 9’luk büyümeyi konuşuyoruz, gelecek yıl Avrupa’nın
yerinde sayacağı bir yıl, yüzde 4’lük bir büyümeyi konuşuyoruz, yatırımları
konuşuyoruz, refah artışını konuşuyoruz, eğitime, sağlığa, adalete, güvenliğe,
ulaştırmaya geçen yıla göre ne kadar fazla kaynak ayıracağımızı konuşuyoruz.
Çok şükür gelmiş olduğumuz bu nokta diğer parlamentoların Türkiye Cumhuriyeti
Parlamentosuna, Büyük Millet Meclisine gıptayla bakmasını gerektirecek bir
nokta.
Yine
şöyle kısa kısa gündeme getirilen konulara değinmek istiyorum. Bir konu neydi?
Orta Vadeli Program yüz beş gün sonra açıklandı diye… Bakın, ben öncelikle şunu
söyleyeyim ki biz bununla ilgili yasal düzenlemeyi yaptık ve Resmî Gazete’de
yayımlandı. Orta vadeli programlar, artık, bundan sonra eylül ayının ilk
haftasında açıklanacak; Orta Vadeli Mali Plan 15 Eylülde açıklanacak ve
özellikle dünyadaki belirsizliklerin çok olduğu ve ileriye doğru
projeksiyonları yapmanın zor olduğu bir
dönemde Orta Vadeli Program’la bütçe arasındaki zamanın kısa tutulması
gerektiğini düşünüyoruz.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Kanun hükmünde kararnameyle yaparsınız!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) - Çünkü aradaki altı ayda dünyada neler neler
olabiliyor ve hazırlanan Orta Vadeli Program’la bütçenin tutarsızlıkları söz
konusu olabiliyor. Dolayısıyla biz bu kriz döneminde 2009, 2010, 2011’de de
böyle yaptık ve bundan sonra da böyle olacağının artık yasal düzenlemesini
gerekli şekilde oluşturmuş olduk.
“Açıklamalarda
çelişkiler var.” deniyor. Aslında, açıklamalara şöyle topluca bakacak
olursanız, bunların hepsi doğru ve bir bütüne yönelik açıklamalar. Evet, doğru,
küresel bir kriz var. Bu küresel kriz Avrupa’da hissediliyor. Bundan Türkiye
belki sınırlı miktarlarda 2009’da da etkilendi, önümüzdeki dönemde de sınırlı
miktarlarda etkilenebilir ama Türkiye'nin ekonomisinin zeminini
sağlamlaştırdığımız için ve Türkiye'nin kamu maliyesini, bankacılık sistemini
güçlendirdiğimiz için, Sayın Başbakanımızın tabiriyle “Bu kriz inşallah bizi
teğet bile geçmeyecektir.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çünkü biz,
önlemlerimizi önden aldık. Önlemlerimizi testi kırılmadan aldık. Testi
kırıldıktan sonra çare yok. İşlerin en iyi gittiği 2004, 2005, 2006 yılında
bankacılıkla ilgili yasalarımızı çıkarttık. Bankalarımızı çok farklı, sağlam
bir çerçeveye oturttuk. 2009 yılında, İspanya, İtalya, Yunanistan, İrlanda,
Portekiz, bunların hepsi ekonomik tedbir adına bütçe açıklarını artırırken biz,
2009 yılında Orta Vadeli Program’la bütçe açıklarımızı nasıl daha da
azaltacağımızı açıkladık. Herkes önümüzdeki yıl ne yapacağını daha ortaya
koyamamışken biz üç yıllık Orta Vadeli Program ortaya koyduk ve çok şükür,
zamanında aldığımız bu tedbirler bizi koruyacaktır. Kuşkusuz, deprem olduğunda,
hele hele yanı başınızda, yakın bir yerde deprem olduğunda bu hissedilir, “Ben
bunu hiç hissetmeyeceğim.” diyemezsiniz ancak önemli olan, binanızı
sağlamlaştırıp depremler karşısında sapasağlam ayakta durabilmektir.
Dolayısıyla bizim bakışımız budur ve bu yolda da gidiyoruz.
Şimdi,
dendi ki “Harcama olsun, olmasın.” Bunları çok konuştuk. Bakın, Türkiye
Cumhuriyeti, Türk milleti ve ekonomimiz bir israf ekonomisi olmamalıdır, bir
verim ekonomisi olmalıdır, herkes ayağını yorganına göre uzatmalıdır ama bu
hiçbir zaman “Harcamaları kes, durdur.” demek değildir ama “Alabildiğine harca”
demek de değildir. Bu ikisi arasındaki dengeyi de en doğru şekilde bulacağız.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Onun için dört özel uçak aldınız değil mi? Özel helikopter
pisti kurdunuz siz.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Dolayısıyla, farklı zamanlarda farklı
arkadaşlarımızın yaptığı açıklamaları bir araya getirip de “tutarsızlıklar”
demeyi de ben doğru görmüyorum. Bunlar bir bütünün sadece parçasıdır.
Bakın,
gelir dağılımı: OECD yeni bir rapor açıkladı, 2011 raporu ve karşılaştırıyor,
bütün OECD ülkelerini karşılaştırıyor “OECD ülkelerinde gelir dağılımı ne
oldu?” diye bakıyor. Bu raporun adı da “2011 Divided We Stand…”
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Babacan, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurun.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Üç dakikada tamamlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Buyurun, bir dakikalık süre veriyorum.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Bu araştırmada çıkan şu: Tüm OECD ülkeleri
içerisinde, bu ülkelerin çoğunda gelir dağılımı bozuluyor. Gelir dağılımı
düzelen sadece iki ülke var, bunlardan birisi de Türkiye. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) OECD’nin raporu ve grafikleriyle, her şeyiyle web
sitesinde görebilirsiniz.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – İhaleleri kime veriyorsunuz bir söylesene?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Bakın, Sayın Bahçeli, tabii, bizim
ekonomimizden, bazı şeylerin kötü gittiğinden bahsetti ama sadece üç rakam
vereceğim ve bu rakam DSP-MHP-ANAP koalisyon dönemi, kırk iki aylık bir dönem.
Kırk iki aylık dönemin başında Türkiye Cumhuriyeti’nin borcu 28 milyar, sonunda
235 milyar, 8 kat artmış.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Onların içindeki milletvekilleri şu anda sizin aranızda var.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Dolar 395 binden 1 milyon 646 bine çıkmış,
yani dolar kuru 4’e katlamış, Türk lirasının değeri dörtte 1’ine düşmüş, toplam
millî gelirimiz de 262 milyar dolardan 215 milyar dolara düşmüş. Yani kırk iki
ayda yüzde 17 Türkiye küçülmüş.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) –
Dolayısıyla, ekonomiden bahsederken önceki dönemlere de bakmak
gerektiğini ifade ediyorum, saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Babacan.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Kaplan, söz talebiniz var.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, Sayın Bakan konuşmasında kürsüde şunu itiraf
etti… (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Bir saniye…
Sayın
milletvekilleri, lütfen…
Sayın
Babacan mı?
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan Babacan.
Kürsüde
şöyle bir itirafta bulundu, dedi ki:
“Orta Vadeli Program’ı gerçekten biz zamanında çıkarmıyoruz ve bundan sonra da
eylül ayında çıkarılması gerekiyor.” 5018 sayılı Yasa’ya göre mayıs ayında
çıkması gereken Orta Vadeli Program’ın 10 Ekim 2011’de çıkarılması yasaya
aykırıdır, suç ve görevi ihmal ve kötüye kullanmaya girer. Burada açıkça yasayı
ihlal ettiğini söyleyen Sayın Bakanı Genel Kuruldan özür dilemeye davet
ediyorum.
BAŞKAN-
Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan, böyle bir usulümüz yok.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – “Yasayı ihlal ettim.” dedi “Yanlış yaptık, özür diliyorum.”
diye Genel Kurulda kürsüye davet ediyorum Sayın Bakanı.
BAŞKAN
– Şimdi, Hükûmet adına ikinci konuşmacı Adalet Bakanı Sadullah Ergin. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkanım….
BAŞKAN
– Açıklamanızı yaptınız, tutanaklara geçti Sayın Kaplan.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, yani suç işleme ayrıcalığı mı var bakanların?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan, buyurun.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Suç işleme ayrıcalığı var mı bakanların? “Suç işledim” dedi
kürsüden.
BAŞKAN
– Sayın Kaplan, tutanaklara geçti, ne yapmamı istiyorsunuz yani?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Genel Kuruldan özür dilemesi gerekir. Yani, her isteyen suç
işleyemez.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – 2012 bütçesinin Türkiye’mize ve milletimize
hayırlar getirmesini temenni ediyor…
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Efendim, Hükûmet adına
bir kişi konuşur Sayın Başkan. Nereden çıktı bu?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – …önümüzdeki süreçte Türkiye'nin ilerlemesinin
devamını Allah’tan temenni ediyorum.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Hayır, bir kişi konuşur Hükûmet adına, iki kişi konuşmaz ki.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Sayın Başkanım, benden önce konuşan Değerli
Başbakan Yardımcımız ve grup adına konuşan sözcülerimiz…
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Böyle olmaz ya! Hükûmet adına bir kişi konuşur.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) –…2012 bütçesiyle ilgili partimizin
görüşlerini, Hükûmetimizin görüşlerini, grubumuzun görüşlerini aktardılar.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Nereden çıkarıyorsunuz bunu? Konuşturmayın bunu canım.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Ben burada, adalet politikalarına dair
birtakım eleştirileri cevaplamak ve…
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Hayır, Hükûmet adına bir kişi konuşur.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – …Genel Kurulumuzu ve izleyenleri bir miktar
doğru enforme etmek üzere söz aldım.
BAŞKAN
– Sayın Ergin, bir saniye…
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Süremi tutarsanız Sayın Başkanım.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Hayır, Hükûmet adına bir kişi konuşur.
BAŞKAN
– Bir saniye Sayın Genç.
Lütfen,
Danışma Kurulu önerisini bir okuyun Sayın Genç.
Buyurun
Sayın Bakanım.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, Danışma Kurulu böyle bir karar veremez.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Ama, Danışma Kurulu Tüzük’ü değiştiremez ki.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Sayın Başkanım, umarım bu müdahaleleri süreme
eklersiniz.
Teşekkür
ediyorum.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Hükûmeti bölemez yani.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Sayın Kılıçdaroğlu, bu kürsüden partisinin
görüşlerini ifade ederken kadın cinayetlerinin yüzde 1.400 arttığına değindi.
2002-2009 yılları arasında bir soru önergesine verilen cevaplara göre…
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Şiddet o, şiddet.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – …Sayın Kılıçdaroğlu’nun belirttiği rakam
doğrudur, ona itirazım yok.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Şiddet, şiddet; cinayet değil.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Ancak ben burada 2002-2009 arasındaki
verilerin sağlıklı olmadığına dönük bir tespitimi paylaşmak için ifade
ediyorum: Türkiye’de 135 ağır ceza merkezi var. Bu ağır ceza merkezlerimiz
aşama aşama UYAP sistemine dâhil oldular. 2004 yılında 4 merkezimiz UYAP’a
dâhil olmuştu, 2005’te 16 merkezimiz dâhil oldu, 2006’da 86 merkezimiz dâhil oldu,
2007’de 24 merkez, 2008’de 4 merkez ve 2009’da son 1 merkez kalmıştı, bununla
beraber tamamlandı. Dolayısıyla, süreç içerisinde illerden gelen veriler hep
eksik geliyordu. 2009 rakamları ile 2002 rakamları arasında uçurum olmasının
sebebi, ağır ceza merkezlerinden gelen verilerin eksik gelmesine dayalıdır.
Türkiye’de kadın cinayetlerine karşı duyarlılık artmıştır.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Cinayet değil Sayın Bakan, cinayet değil!
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Bu sevindiricidir. Bununla mücadele
noktasında kadın ve aileden sorumlu Bakanlığımız ile müşterek çalışmalarımız
devam etmektedir.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, cinayet demedik; şiddet dedik,
şiddet!
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Sayın Kılıçdaroğlu, bir tespitini de şöyle
paylaştı: “Dünyanın hangi ülkesinde iktidarı eleştirdiği için bir milletvekili
hakkında fezleke düzenlenir?” dedi ve Sayın İnce hakkında düzenlenen fezlekeye
atıfta bulundu.
Değerli
milletvekilleri, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri Hakkındaki Yasa’ya
muhalefetten birçok milletvekili için fezleke düzenleniyor. Sayın İnce’ye
ilişkin düzenlenen fezleke de burada. Bu fezlekede de Sayın İnce’nin 298 sayılı
Yasa’nın 50 ve 156’ncı maddelerine muhalefetten kaynaklı bir fezleke olduğunu
ifade etmiştir.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – “Hükûmeti eleştirdi.” diyor, Sayın Bakan!
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Aynı maddelerden hakkında fezleke düzenlenen
milletvekillerimiz var. Başta benimle ilgili fezleke düzenlenmiştir. İktidar
partisinin 6 milletvekiliyle ilgili, benzer maddelerden fezleke düzenlenmiştir.
Muhalefet partileri içerisinde MHP’den, BDP’den çok sayıda milletvekili
arkadaşımızla ilgili, aynı Kanun’a muhalefetten fezleke düzenlenmiştir. Bu
düzenleme, seçim yasalarının…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Bakan, “Hükûmeti eleştirmek” yazıyor orada, eleştirmek!
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Seçim öncesindeki dönemde seçim kurullarının
almış olduğu kararlara aykırı eylemlerden, ihlallerden kaynaklı fezlekelerdir.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Elitaş kabul etti zaten.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Dolayısıyla, bunu Hükûmeti eleştirmeyle
irtibatlandırmanın doğru olmadığını ifade etmek istiyorum.
Bir
diğer konu: Hükûmetler dönemlerine göre yetki kanunlarına dönük eleştiriler
yapıldı.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Bakan, hangi fezlekede “iktidarı eleştirmek” diye var? Şu
ana kadar Türkiye Cumhuriyeti’nde var mı böyle bir şey?
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Deniz Fenerinde niye hiç çalışmadı? Niye hep
milletvekillerine hukuk var? Deniz Fenerinde hukuk nerede?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) - AK PARTİ
hükûmetleri döneminde KHK’lar çıkarıldı ama AK PARTİ İktidarından önce
var olan iktidarlar döneminde, bakınız, bizden önceki dönemde 51 adet KHK
çıkarılmış, DSP-MHP-ANAP döneminde. DYP-SHP döneminde 14 tane KHK çıkarılmış,
rahmetli Bülent Ecevit’in 80 öncesindeki iktidarı döneminde 21 tane KHK
çıkarılmış.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Savcıları niye görevden aldın Sadullah! Sadullah, savcıları
niye görevden aldın! Deniz Feneri savcılarını niye görevden aldın Sadullah!
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) - Ayrıca, tutuklu gazeteciler konusunda Sayın
Kılıçdaroğlu’nun bahsetmiş olduğu… Türkiye’de 70 gazeteciyle ilgili, tutuklu
bulunmasından kaynaklı birtakım tespitlerde bulundu.
Değerli
arkadaşlar, bu konu çokça istismar ediliyor. Bu konuyla ilgili birtakım
gerçekleri sizinle paylaşmak istiyorum. Bu “70 gazeteci” tabiri Türkiye
Gazeteciler Sendikasının yayınlamış olduğu listeden kaynaklandı, “72 gazeteci”
olarak yayınladılar. Bu 3 kişi, 72’nin 3’ü hiç cezaevine girmemiş, kayıtları
yok. Geriye kalan 69’un 6 tanesi tahliye olmuş, 63 kişi var.
Değerli
milletvekilleri, bu 63 kişiyi gazeteci olarak tanımlayabilecekseniz, ben şimdi
size birkaç örnek vereceğim, hiçbir itirazım yok.
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Siz mi karar veriyorsunuz?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) - “63 tane gazeteci” denilen isme ait olarak 48
tanesi bölücü terör örgütü ile Türkiye’nin ve Avrupa’nın terör örgütü
listesinde saymış olduğu değişik silahlı terör örgütlerine mensup olmaktan…
İsimler var. Bir tanesini, ilk birinci sıradakini söylüyorum: Polis memurundan
gasbettiği silahla bir kişiyi öldürmek, polisle çatışmaya girerek ateş açmak.
AHMET YENİ (Samsun) – Bunu mu müdafaa
ediyorsunuz? Muhalefet bunu mu müdafaa ediyor?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) - Bu fiillerden dolayı müebbet ağır hapse
mahkûm olmuş, dosyası temyizden de onanmış. Şimdi, bunu “gazeteci” diye önümüze
koyuyorlar, bir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Bakan, Nedim Şener kimi öldürdü?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) - İki: İkinci sıradaki isim, bir kişinin
kaçırılarak örgüt evine götürülmesi eylemine katılmak, eylem sırasında tabanca
ve sahte polis kimliği kullanmak, TEM şubesinde görevli polismiş gibi
davranmak, yasa dışı örgüt üyeliğine mensubiyet. Bunun da yargısı bitmiş, bunun
da müebbet hapsine hükmedilmiş, cezası kesinleşmiş, bu da gazeteci olarak
önümüze getiriliyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – İhaleye fesat karıştırmak, rüşvet, zimmet, bu dosyası olan
milletvekilleri var mı burada? Onlar var
mı? (AK PARTİ sıralarından “dinle dinle” sesleri)
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Üçüncü sıradaki ismi söylüyorum: Yasadışı
silahlı Devrimci Yol isimli terör örgütünün üst yöneticisi olmak, polis aracına
silahlı saldırı yapmak, örgüt adına banka soymak…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Resmî bilet de kalpazanlık var mı? Evrakta sahtecilik var mı?
İhaleye fesat karıştırmaktan sanık milletvekili var mı?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, örgüt adına banka soymak
ve polis aracına silahlı saldırı yapmaktan yargılanmış sekiz yıl dokuz ay ağır
hapse mahkûm olmuş cezası kesinleşmiş.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Evrakta sahtecilik var mı? Resmî bilette kalpazanlık var mı?
BAŞKAN
– Sayın İnce, terör örgütünden
bahsedince niye rahatsız oluyorsun? Lütfen ama… Doğru değil yaptığınız.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Bütün bunlar gazeteci olarak önümüze
getiriliyor ve “Türkiye’de gazeteciler hapishanede” deniliyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Nedim Şener kimi öldürdü? Ahmet Şık kimi öldürdü?
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Nedim Şener kimi öldürdü? Ahmet Şık kimi öldürdü?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Bir başkası: Tehlikeli madde bulundurmak,
ruhsatsız silah bulundurmak, resmî belgede sahtecilik ama isminin önünde
gazeteci unvanı var. Bunlar bize gazeteci olarak getiriliyor ve Türkiye, yurt
içinde ve yurt dışında gazetecilerini cezaevine koyan bir ülke olarak takdim
ediliyor.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Öylesiniz…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bırak gazetecisini, milletvekili hapse koyan bir ülke Türkiye!
Ne gazetecisi? Milletvekilleri hapiste daha ne konuşuyorsun?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) –
Burada gazetecilik faaliyetinden dolayı cezaevinde bulunanlar var ise onlara da
haksızlıktır bu Gazeteciler Sendikasının yaptığı sıralama.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Türk siyasi tarihinde kara bir nokta olarak… Zavallı
gazetecileri içeri attınız, sadece Türkiye’deki gerçekleri yazdılar.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, burada Sayın
Kılıçdaroğlu…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Sayın Ergin, yüzümüze bak yüzümüze, AKP sıralarına
bakıyorsun korkudan.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – …HSYK
seçimlerinde yapılanlara ilişkin, HSYK’nın oluşumuna ilişkin çok sayıda
eleştirilerde bulundu.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Niye ağzınız kurudu
Sayın Bakan?
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Hatay’daki ihaleleri kim verdi size? Hatay’daki ihalelerin
hesabını ver. O ihaleleri sen vermedin mi?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Ben şunu ifade ediyorum: Sayın Kılıçdaroğlu,
HSYK’nın bu hâle gelmesinin baş sorumlusu Cumhuriyet Halk Partisinin Anayasa
Mahkemesine yapmış olduğu başvurudur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Atamaları kim yaptı, atamaları?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Şu gördüğünüz Milliyet gazetesindeki bir
kupür, fotoğraf, bu fotoğrafta CHP grup yönetim kurulu odasında Anayasa
Mahkemesine başvuru hazırlandığına dair bir haber yapılmış, Milliyet gazetesi
de davet edilerek bu görüntü haberleştirilmiş. Burada YARSAV’ın dönemin genel
sekreteri ile grup başkan vekili dönemin gene Cumhuriyet Halk Partisinden bir
değerli milletvekilimiz var. Bu müracaat ile bizim Anayasa’da düzenlemiş olduğumuz
159’uncu maddede her seçmenin tek oy kullanma hükmü vardı. Bununla şunu
amaçlamıştık: Çoğulcu bir yapı oluşsun HSYK’da, çoğunlukçu bir tablo çıkmasın
diye bunu düzenledik. Bunu Anayasa Komisyonundaki görüşmelerde ifade ettik, bu
kürsüden çok ifade ettik ama o gün nasıl olsa örgütlü bir yargı kuruluşu var,
bütün üyeleri alırız diye mi düşündüler, nasıl değerlendirdiler, Anayasa
Mahkemesine iptal için gidildi. Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği günün
akşamında bütün televizyon kanallarında şunu ifade ettim: “Çoğulculuğu iptal
etti Anayasa Mahkemesi, çoğunlukçu bir yapıyı getirdi. Umarım, bunu iptal
ettirenler, yarın bir gün bundan şikâyet etmezler.” demiştim. Maalesef
itirazlar, şikâyetler gelmeye başladı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Anayasa
Mahkemesine giderek neyi niçin iptal ettirdiğini öngöremeyen bir yapıyla
Türkiye nereye gidecek Allah aşkına? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ben,
sizinle bunları paylaşmak istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, çok sayıda cevabım var ancak sürem çok sınırlı. Burada El
Maktum olayıyla ilgili Sayın Kılıçdaroğlu’nun bir tespiti oldu.
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sen söyleyeceğini söyledin!
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Burada, bu El Maktum meselesiyle ilgili
olarak, değerli milletvekilleri, konunun Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluyla
en ufak bir alakası yoktur.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – 12 Eylülün yapmadığını yaptın sen!
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Söyleyeceğini söyledin sen “63 gazeteci
teröristtir.” dedin.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Konu, İstanbul Başsavcılığında başsavcı
yardımcılarının sayısının 6’dan 10’a çıkartılmasıyla ilgilidir. 6 tane başsavcı
yardımcısı 10’a çıkartılınca görev dağılımları yeniden yapılmıştır. Bunun
ötesinde herhangi bir kasıt söz konusu değildir. Kaldı ki o meselede idare
mahkemesi ihalenin yürütmesini durdurduğu için Büyükşehir Belediyesi herhangi
bir adım atamamıştır. İhaleyi alan firma da 1/5.000’lik plan iptali için dava
açıldığından ihalenin ve yürütmeyi durdurmanın sonucunu beklemiştir.
Burada,
değerli milletvekilleri, en son idari yargı kararından sonra, Büyükşehir
Belediyesi, ilgili firmaya süresini vermiş, firma getirip sözleşmeyi yapmadığı
için de 34,5 milyon civarındaki teminat paraya çevrilerek Büyükşehir kasasına
girmiştir, onuncu ay itibarıyla.
Dolayısıyla,
Sayın Kılıçdaroğlu, o teminatlar belediyeye
irat olarak kaydedilmiştir. Bunu da tavzih etmek istiyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, son olarak, burada yeni seçilen 160 Yargıtay üyesine Sayın
Kılıçdaroğlu, İzmir’de “militan” ifadesini kullandı, ne yazık ki bu kürsüden bu
ifadesini tekrar etti, gerekçe olarak da Yargıtayda bu seçilmiş olanların boş
oy kullandığını söyledi, bunun yargıyı militanlaştırmak olduğunu ifade etti ve
onların kendisinden özür dilemesini beklediğini söyledi.
Sayın
Kılıçdaroğlu, Yargıtay 250 üyeli iken yani bu yeni üyeler seçilmemiş iken
Yargıtayda boş oy kullanma geleneği var dersem ne dersiniz bana? 2000 yılı ile
2010 yılı arasında Ceylani Tuğrul 1. Ceza Dairesi Başkanının seçiminde 68 oy
boş, 60 oy boş, 62 oy boş.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Kendi hemşehrinizi siz HSYK Daire Başkanı yaptınız mı,
yapmadınız mı?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) - Bakınız, Fahri Yıldız, 8. Hukuk Dairesi
Başkanının seçiminde 81 oy boş, 74 oy boş, 73 oy boş, şunların hepsi boş oy
kullanma. Bu şu anlama mı geliyor Sayın Kılıçdaroğlu: Hasan Gerçeker
Başkanlığındaki 250 üyeli Yargıtay döneminde de acaba militan mıydı Yargıtay
üyeleri? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Gene,
Sayın Kılıçdaroğlu, tamamı birinci sınıf hâkim ve savcılar arasından seçilen ve
birçoğu ağır ceza mahkemesi başkanı, Yargıtay Başsavcısı, ticaret mahkemesi
başkanı olan 160 Yargıtay üyesine “militan” şeklinde hitap ederek açıkça
hakaret ve iftira ettiniz. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olmak size bu
şekilde bir hakaret ve iftirada bulunma hakkı vermez. Bu 160 üyenin hiçbir
tanesi AK PARTİ döneminde mesleğe alınmış değildir, en genç olanı on sekiz yıl
önce mesleğe başlamıştır.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – On sekiz yıl Yargıtay üyeliği için çok erken. Sen daha
bilmiyorsun, senin daha ağzın süt kokuyor.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) - Maalesef önce konuşup sonra düşünen-lerden
oldunuz. Yanı başınızda oturan Değerli Grup Başkan Vekilinize bir sorunuz,
HSYK’nın Yargıtay ve Danıştaya seçmiş olduğu üyeler içerisinde YARSAV Dönem
Başkanı Sayın Emine Ülker Tarhan’ın 7 kişilik Yönetim Kurulundan 2 tane Yönetim
Kurulu üyesi Yargıtay ve Danıştaya üye seçilmiştir. Ayrıca, 19 tane YARSAV
üyesi de Yargıtay ve Danıştaya üye seçilmiştir. 21 kişi. Soruyorum Sayın
Kılıçdaroğlu: Bu 21 kişi de bu militanların içerisine giriyor mu? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Şayet giriyor ise lütfen Grup Başkan Vekilinize sorun ve
deyin ki: “Niçin militanları yanı başınızda istihdam ettiniz, YARSAV’a üye
yaptınız?” Sayın Kılıçdaroğlu, çok büyük bir gaf işlediniz. Özür dilemek sizi
küçültmez, büyütür. Ama siz bundan da kaçtınız.
GÖKHAN
GÜNAYDIN (Ankara) –Sen kendine bak! Sen milletten özür dile. İhaleye fesat
karıştırdın, milletten özür dile.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Sen önce Ali Dibo’nun hesabını ver! Sen yolsuzluk
yapmışsın, Adalet Bakanısın!
GÖKHAN
GÜNAYDIN (Ankara) – Ali Dibo, Ali Dibo!
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Uzun, meşakkatli ve onurlu bir meslek
yaşamından sonra bileğinin hakkıyla yüksek mahkemelere üye olmuş ve fedakârca
mevcut iş yükünü eritmek için gece gündüz demeden çalışan yüksek yargıçlara
yaptığınız iftiradan dönünüz ve özür dileyiniz Sayın Kılıçdaroğlu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bu üyeler ki, Yargıtayın çok ağır iş yükü altına
girdiler. Yılda Yargıtaya 650 bin dosya geliyor. Bir önceki yıldan devreden 650
binle beraber 1 milyon 300 bin dosya var Yargıtayda her yıl. Yıllık çıkan iş
sayısı 550 bin. Bu şu demek: Her yıl 100 bin yeni dosya yükün üstüne geliyor
idi. Ayrıca, Yargıtaya gelen, Başsavcılığa gelen dosyalar altı ay kapakları
bile açılamadan, poşetleri bile açılamadan bekletiliyor ve ön inceleme
yapılması mümkün olamıyordu.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Ankara’daki kömür yolsuzluğu üç yıldır… Ne oldu! Kömür
yolsuzluğu… Üç yıldır, üç yıldır…
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) - Bugün itibarıyla alınan tedbirlerle beraber
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gelen dosyalar aynı gün kayda geçmekte ve
derhâl ön incelemeleri yapılmaktadır. Bu kapsamda tutukluluk süreleri dahi
incelenememiş olan 100 bin dosya tüm personel seferber edilerek hafta sonları
çalışılmış, on beş gün içerisinde bu dosyalar kayıt altına alınmıştır. Daha
önceden Yargıtay Başsavcılığında bekleyen dosyalar hakkında ilgililere hiçbir
bilgi verilmezken, yeni dönemde dosyalar hakkında verilebilecek bilgiler
İnternet ortamında vatandaşın erişimine
açılmıştır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Bakan, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Bir dakika süre veriyorum.
Buyurun.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Hemen bitiriyorum Başkanım.
Bütün
bu çabaların sonunda ilk defa Yargıtaya gelen dosyalardan daha fazla dosya
karara bağlanarak gönderilmeye başlanmıştır. Bu da şu demektir; depolarda
bekleyen, stoklarda bekleyen dosyalar erimeye başlamıştır ilk kez. (AK PARTİ
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, Yargıtay Başkanlar Kurulunun yapmış olduğu toplantı ile
Yargıtayda hukuk dairelerinde bekleyen dosyaların iki sene içerisinde, ceza
dairelerinde bekleyen dosyaların üç yıl içerisinde sıfırlanması, tüketilmesi
planlanmıştır. Bu gerçekleştiği anda, taşradan gelen dosyalar iki ila üç ay
içerisinde karara bağlanacak ve milletimizin uzun yıllardan beri beklediği,
özlediği güven veren adalet gerçekleşecektir inşallah. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Sizin
gözünüzde biten yargı bugün ayağa kalkıyor. Bu memlekette biten şey yargı
değil, bekleyen dosya yığınlarıdır, yargıda vesayet sistemidir, üstünlerin
hukuku anlayışıdır, şapkadan tavşan çıkarma hadisesidir, yüzde 47 oy almış
partiyi kapatma garabetinden başka bir şey değildir. (AK PARTİ sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, 2012 bütçesinin hayırlı
olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, burası stadyum değil, Meclis. Stadyum mu
burası? Yani stadyuma çevirdiniz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, benim sesim iyi çıkıyor da, duymak
istemiyorsunuz. Burası stadyum değil. Stadyum olmadığını milletvekillerine
hatırlatmak göreviniz var.
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, lütfen, bir saniye.
Buyurun
Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, siz… (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
AHMET
YENİ (Samsun) – Ne konuşacaksınız? Özür
dileyecekler. (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
- Sayın Akar, Grup Başkan Vekiliniz söz istiyor, siz oradan çağırıyorsunuz,
anlaşılır gibi değil yani.
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Sayın Başkan, önce AKP Grubuna bakın. O kadar taraflı olmayın.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, şahsıma…
BAŞKAN
– Sayın İnce, isterseniz milletvekili arkadaşlar konuşsunlar, siz dinleyin,
sonra bana anlatırsınız. Lütfen ya… Lütfen… (AK PARTİ sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
Buyurun.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Sayın Bakan kürsüdeyken bana atfen dediniz ki:
“Terör deyince niye rahatsız oluyorsunuz?”
BAŞKAN
– Evet, terörden bahsetti yani.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bir: Bunu açmanızı istiyorum. Bildiğiniz bir şey mi var? Yoksa,
tutumunuz hakkında söz isteyeceğim.
BAŞKAN
– Hayır, laf atıyorsunuz hep…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Siz benim terörle aramda…
BAŞKAN
– Buyurun, veriyorum Sayın İnce, konuşun tutumum hakkında.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Peki.
BAŞKAN
- Söyledim, tekrar ediyorum sözümü. Sayın Bakan terörden bahsedince siz söz
attınız, onun için söyledim. Tekrar ediyorum, niye rahatsız oldunuz? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Ben
sizinle, Cumhuriyet Halk Partisiyle bağdaştıramadığım için söyledim bu sözü,
tekrar ediyorum.
Buyurun.
Öncelikle
soruyorum, lehinde mi aleyhin de mi?
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Aleyhte söz istiyorum Sayın Başkan.
AHMET
YENİ (Samsun) – Lehinde, lehinde… Söyle bakalım…
BAŞKAN
– Evet, Sayın İnce, lehte mi aleyhte mi, yeniden başlatacağım sürenizi.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Tutumunuzun aleyhinde.
BAŞKAN
- Buyurun.
VI.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- Oturum Başkanının tutumu hakkında
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, öncelikle terörle, terör örgütüyle beni imalı da
olsa bir şekilde konuşmak sizin haddiniz değil. Bir kere, haddinizi
bileceksiniz. Bir kere, bu bir. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Konuşun Sayın İnce, konuşun.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Ben ömrümün hiçbir döneminde milletvekili olmak için…
BAŞKAN
– O zaman söz atmayacaksınız, terörden bahsedilince Sayın Bakana söz
atmayacaksınız Sayın İnce. (CHP sıralarından gürültüler)
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Ben, ömrümün hiçbir döneminde…
BAŞKAN
– Siz, Cumhuriyet Halk Partisinin Grup Başkan Vekilisiniz, terörden söz
edilince laf atmayacaksınız.
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Ayıp ya, ayıp!
MUHARREM
İNCE (Devamla) – …milletvekili olmak için parti değiştirmiş birisi değilim.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Lider değiştirdin ama.
BAŞKAN
– Ben parti değiştirmedim.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Ömrümün hiçbir döneminde bu ülkede eline silah almış güçlere
destek olmuş birisi değilim. Çoluk çocuğu öldüren terör örgütüne sözle,
düşünceyle, herhangi bir şekilde, ekonomik, düşünsel, hiçbir şekilde desteği
olmuş birisi değilim, her zaman mesafesini koymuş birisiyim.
İLYAS
ŞEKER (Kocaeli) – Niye rahatsız oldun?
MUHARREM
İNCE (Devamla) – “Terör deyince niye rahatsız oluyormuşsunuz?” Rahatsız olduğum
falan yok. Hükûmetin terörle mücadelesinden rahatsızım ben, rahatsızlığım
budur. (CHP sıralarından alkışlar)
İkincisi:
Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Genel Başkanımız, özür dileyecekmiş HSYK’dan. Başka
işiniz yok mu sizin? (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Başbakan “Ulemaya
soralım.” dediğinde Danıştaydan özür diledi mi Başbakan? Diledi mi, diledi mi?
(CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler) Yalan mı, yalan
mı? “Hükûmet eşeği aday gösterse, ona oy veririm.” diyenler, yalan mı? Vatan
gazetesinin kupürü orada Sayın Bakan, o Vatan gazetesinin kupürü orada.(AK
PARTİ sıralarından gürültüler) Geçmişte savunduğunuz insanlara, referans
olduğunuz insanlara bugün Genel Başkanımız atıfta bulunmuşsa niye rahatsız
oluyorsunuz, niye rahatsız oluyorsunuz? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AHMET
YENİ (Samsun) – Özür dileyeceksiniz, özür! Genel Başkanınız özür dileyecek.
MUHARREM
İNCE (Devamla) - Sayın Başkan, bir daha terör ve Cumhuriyet Halk Partisi
arasında hiçbir şekilde bağ kurmamanızı, hele hele şahsıma…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHARREM
İNCE (Devamla) - …bu yönde bir atıfta bulunmamanızı bir arkadaşınız olarak size
tavsiyede bulunuyorum. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) – Sayın Başkan…
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın İnce, benim hangi maksatla söylediğim sözü, kusura kalmayın,
kavrayamamışsınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ben Cumhuriyet Halk
Partisini ve Cumhuriyet Halk Partisinin Grup Başkan Vekilini, bir hatip
terörden bahsedince söz attığı için söyledim, sözümün de arkasındayım.
Yoksa…(CHP sıralarından gürültüler)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – “Kavrayamamışsınız” diyemezsiniz bana. Kavrayıp kavramama hakkı
size ait değil. (CHP ve AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Bir saniye dinle…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bana “Kavrayamamışsınız” diyemezsiniz.
BAŞKAN
– Derim ben.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Diyemezsiniz. Haddiniz değil sizin!
BAŞKAN
– Benim haddimi de siz bildiremezsiniz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Haddin değil! Kimsin sen, kimsin sen!
BAŞKAN
– Oturunuz yerinize! Otur yerine, otur!
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Oturmuyorum. Kimsin sen!
BAŞKAN
– Oturmazsan bekle ayakta.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – “Kavrayamamışsın” diyorsun, senin haddine mi düşmüş kavrayıp
kavramamam. Kimsin sen!
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Kaplan.
Tutumum
aleyhinde söz isteyen Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili.
Buyurun.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – “Kavrayamamışsın” diyor ya! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Kimsin sen!
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – Yaptığın açıklama bunu gösteriyor.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Haddini bileceksin. Babanın çiftliği değil orası, Atatürk’ün
koltuğu orası.
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – O koltuğa yakışacaksın Sayın Başkan. Atatürk’ün koltuğunda
oturuyorsun.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ne komplekstir bu ya.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Yeniden başlatın.
BAŞKAN
– Birkaç saniye için de itiraz ediyorsunuz.
Buyurun.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, gerçekten zaman zaman kürsüyü yönetmede, bu tür
önemli genel kurullarda, biraz daha herkesin özenli olması gerektiğini
düşünüyoruz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Bir saniye sayın milletvekilleri, lütfen…
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Burada Sayın Başkan… Sayın Başkan…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, herkesin sözüne müdahale edemezsiniz siz orada.
BAŞKAN
– Otur yerine, otur!
HASİP
KAPLAN (Devamla) - Terör suçlamasıyla bugün Türkiye’de 200 bini aşkın soruşturma
açılmış durumda, bakın, dikkatinizi çekmek istiyorum. Bunun içinde
milletvekilleri var, belediye başkanları var, seçilmişler var ve gazeteciler
var. Sayın Bakan basın suçlularını söyledi. Azadiya Welat gazetesinin Yazı
İşleri Müdürü Vedat Kurşun tam yüz altmış altı buçuk sene hüküm giydi ve
kesinleşti. “O da mı silahlıydı, teröristti?” diye soracağım.
Birleşmiş
Milletlerin tam 196 tane terör tanımı var. Türkiye’deki terör tanımı da bu
196’nın 196’sını kapsadığı için, bakın, dünya terör hükümleri listesinde
Çin’den önde sırada yer alıyor. Niye? Bir yanlışlık var. Eğer böyle bunu,
herkese “terörist” deyip muhalefetine şey ederseniz, El Kaide’si de,
Hizbullah’ı da, Taliban’ı da, sayarız hepsini. Hepsi dâhil, cümle âlem hepsini
konuşursunuz. (AK PARTİ sıralarından “PKK’yı da…” sesleri, gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen…
HASİP
KAPLAN (Devamla) - Konuşursunuz ve bunun altında yasalar karar vermeyene kadar
kesinleşen bir karar olmadığı sürece de hiç kimse hakkında bu tür suçlamaları
bir hukuk devletinde kimse kullanamaz. Ragıp Zarakolu’na “terörist”
diyemezsiniz. Büşra Ersanlı Hoca’ya, anayasa profesörü, Anayasa Komisyonunda
görüşüp bir gün sonra “terörist” diyemezsiniz.
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – PKK’ya der misin?
HASİP
KAPLAN (Devamla) - Benim belediye başkanlarıma da diyemezsiniz,
milletvekillerime de diyemezsiniz…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASİP
KAPLAN (Devamla) - …kitap yazana da, aydına da, sanatçıya da, yarın Hopa’da
yargılanacak gençlere de, poşu takana da, saçını kestirene de…
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan.
HASİP
KAPLAN (Devamla) - Bu ülkede terörizmi o kadar ucuz kullanıp burada diktatorya
kuramazsınız. Bu diktatorya kurma hevesinden herkesin vazgeçmesi lazım.
BAŞKAN
- Sayın Kaplan, lütfen…
HASİP
KAPLAN (Devamla) - Uyarıyorum.
Teşekkür
ediyorum Sayın Kaplan.
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) – Sayın Başkan…
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Tutumunuzun lehinde efendim.
BAŞKAN
– Tutumumun lehinde söz isteyen Ahmet Aydın, Adıyaman Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başkanlık Divanının
tutumu lehinde söz almış bulunuyorum.
Tabii
az önce Sayın Adalet Bakanımızın konuşması oldukça herhâlde rahatsız etti
birilerini. Yerinde oturamayarak arkadaşlar müdahale etmeye başladı. Biz de onu
izledik, gördük. (CHP sıralarından gürültüler)
GÖKHAN
GÜNAYDIN (Ankara) – İhaleye fesat karıştırandan rahatsız oluyoruz evet.
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Gazetecilerin hepsine “terörist” dedi. Herhâlde
rahatsız olduk.
AHMET
AYDIN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakın, burada yapılacak konuşmaların
hiçbiri kişilik haklarına saldırı olmadığı müddetçe serbestiz, serbest kürsü,
herkes konuşma durumunda. Siz en ağır kelimeleri, hakarete varacak söylemleri
konuştuğunuz hâlde gruptaki arkadaşlarımız sakince dinliyor ama Adalet
Bakanımız burada doğruları ifade ettikçe hop oturup hop kalkmaya başladınız.
GÖKHAN
GÜNAYDIN (Ankara) – Savunma Ali Dibo’yu.
AHMET
AYDIN (Devamla) – Kusura bakmayın, Başkanlık Divanı da oradaki düzeni kurmakla
mükelleftir. Bu Meclisi idare etmekle yükümlüdür.
AHMET
TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - Savunamıyor mu kendisini?
AHMET
AYDIN (Devamla) – İç Tüzük’ümüz çok açık. İç Tüzük’ümüz diyor ki, “Görüşmelerde
genel düzen” diyor. Madde 65. “Genel Kurulda söz kesmek, şahsiyetle uğraşmak ve
çalışma düzenini bozucu hareketlerde bulunmak yasaktır.”
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Başkanın kendisi yapıyor bunları.
AHMET
AYDIN (Devamla) – Her konuşmacının sözüne oradan bir müdahale geliyor. Hiç İç
Tüzük’e bakmadan, hiçbir kural tanımadan her bir arkadaş oradan maalesef hop
oturup hop kalkıyor. Buradaki konuşmacıya saldırıda bulunmaya çalışıyor,
müdahale etmeye çalışıyor.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Başkan kendisi sataşıyor.
AHMET
AYDIN (Devamla) – Başkanın da yaptığı oradaki konuşmacıyı yerine oturtmak,
buradaki konuşmacının da özgür bir şekilde konuşmasını sağlamak. Başkanın
yaptığı budur.
Tutumu
lehinde söz almış bulunuyorum.
Sizleri
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, ben de tutumunuzun lehinde söz
istiyorum efendim.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir anımı
anlatarak söze başlamak istiyorum.
Bürokrasideyken
bütçeyi izlemeye geliyorduk Maliye Bakanlığındaki görevim nedeniyle. Bir dönem
sizde milletvekili olan, o dönem de milletvekili olan Sayın Ali Er böyle bir
tabloda kürsüye çıktı. Bütçenin son konuşmasıydı lehinde söz istedi ama kendisi
muhalefet partisinden. Ben de şaşırmıştım, Sayın Ali Er hem muhalefet
partisinden hem de bütçenin lehinde konuşacak. Uzun uzun aleyhte konuştu, Sayın
Başkan “Lütfen konuya gelin, lehinde konuşacaksınız.” dedi. “Ya çok uğraştım
ama bu bütçede lehte konuşacak hiçbir şey bulamadım.” dedi.
İBRAHİM
KORKMAZ (Düzce) – Çok komik!
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Şimdi, Sayın Başkan, yani tutumunuzun lehinde
konuşmak isterdim ama maalesef konuşamayacağım. Maalesef konuşamayacağım. (AKP
sıralarından gürültüler) Çünkü bakın, yerimden söz istesem bana vermeyecektiniz
ama siz, şimdi “Terör deyince niye rahatsız oluyorsunuz?” cümlesini masum bir
yere oturtamazsınız. Bunu geçtik. Sayın Muharrem İnce çıktı, söz aldı.
Diyorsunuz ki: “Kavrayamamışsınız.”
İBRAHİM
KORKMAZ (Düzce) – Doğru.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bakın, bunlar Başkanlık makamına yakışmıyor. Bunları
size düzeltmenizi tavsiye ediyorum. Burayı germeye çıkmadım ama Sayın Başkan,
bunu düzeltmenizi öneriyorum. Bu ortamda sükûneti sağlayabilmek için.
Sayın
Adalet Bakanına da bir önerim var. Bir örnek vereceğim. Sayın Anayasa Mahkemesi
Başkanı yetki kanunlarının iptaline kadar bugüne kadar toplam sekiz yetki
kanununun iptalinde oy kullanmış. İlk başta bir tanesini Anavatan Partisinin
iktidar olduğu dönemde, “hayır” oyu vermiş; sonraki dönemlerde altı tane
kanunun iptali yönünde oy kullanmış; şimdi bizim iptal talebimizin reddi
yönünde oy kullanmış. Şimdi, sizin övündüğünüz yargı, yüksek yargı bu durumda
Sayın Bakan.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.
Benim
tutumum değişmedi ancak biraz önce açıklamayı yaptım. Ben terörle Cumhuriyet
Halk Partisini ve Sayın Grup Başkan Vekilini bağdaştıramadığım için Sayın
Adalet Bakanı, terörden bahsederken tepki koyduğu için söyledim o sözü.
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın Tarhan, buyurun.
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) – Sayın Başkan, sataşma var.
(AK
PARTİ ve CHP sıralarından gürültüler)
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Adalet Bakanı konuşması sırasında
adımı zikrederek sataşmada bulunmuştur.
BAŞKAN
– Biraz önceki söylediğim söz, yani tekrar ediyorum.
Sayın
Akar, bir dursun orada.
(AK
PARTİ ve CHP sıralarından gürültüler)
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Beyefendi, uzaktan laf atmayın. Laf atan insansa gelin o
zaman yani. Uzaktan laf atıyorsunuz.
BAŞKAN
– Sayın Tarhan, lütfen yerinizden sisteme girin, ne için söz istediğinizi
oradan dinleyelim.
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Hayır, önce, ne için istiyorsunuz onu bir dinleyelim.
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) – Sayın Başkan, sataşma…
BAŞKAN
– Sayın Tarhan, anlaşılmıyor, burada duymuyoruz, ne yapalım yani duymuyoruz.
Buyurun
Sayın Tarhan.
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Adalet Bakanı kürsüde ismimi
zikrederek sataşmada bulunmuştur.
BAŞKAN
– Ne dedi de sataştı Sayın Tarhan, ne söyledi sataştı yani size?
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) – Sayın Başkan, YARSAV’la ilgili… Eskiden Başkanı olduğum
“YARSAV” ve “Emine Ülker Tarhan” adı zikredildiğine göre bununla ilgili bir
açıklama gereği olduğunu düşünüyorum Sayın Başkan, iyi niyetle yapılmış bir
açıklama değil.
BAŞKAN
– Anladım da Sayın Tarhan, ben İç Tüzük gereği sormak zorundayım, sayın grup
başkan vekillerine sorduğum zaman niye o şekilde cevap veriyorlar anlamış
değilim. Bunu çok defa söyledim ben burada. Ben İç Tüzük gereği “Ne söyledi de
size sataştı?” diye sormak zorundayım.
Şimdi
soruyorum tekraren: Sayın Adalet Bakanı size ne söyledi de sataştı? Bunu tekrar
edin, sataştığı kelimeyi söyleyin, söz verip vermemeyi takdir edeyim Sayın
Tarhan. Sadece isminizin zikredilmesi sataşma anlamına gelmez ki.
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) – Emine Ülker Tarhan’ın Başkanı olduğu YARSAV Yönetim
Kurulunun da bu seçime dâhil olduğunu ve Sayın Genel Başkanın tutumunun aslında
onlara da yönelik olduğu yolunda bir ifadede bulundu. Ben bu konuya açıklık
getirmek istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Anladım da burada bir sataşma söz konusu değil ama açıklama istiyorsanız o
ayrı bir konu, İç Tüzük’ün 60’ıncı maddesi gereğince söz veririm ama sataşma
bunun neresinde? Bir seçim yapılmış, siz de oranın Başkanıymışsınız, onu
anlatmak istedi.
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) – Sayın Başkan, çok açık ve net, kötü niyetli bir ifade
olduğunu kabul etmelisiniz.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Tarhan.
IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
8.- Ankara Milletvekili Emine Ülker
Tarhan’ın, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) – Teşekkürler.
Millî
iradeye saygı duyduğunuzu söylemiştiniz bir zamanlar (AK PARTİ sıralarından
gürültüler) ancak, anayasa referandumundan iki ay önce bir liste yaptınız ve bu
listeyi bütün adliyelerde dağıttınız.
AHMET
YENİ (Samsun) – Saygıyla başlayın!
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Devamla) – Bu adliyelerde baskı ve vaatlerle bir eşeğe bile oy
verilmesini -birinin deyimiyle, benim deyimim değildir bu- sağlamak için her
tür tehdit ve baskıyı yaptınız. (AK PARTİ sıralarından “Çok ayıp” sesleri,
gürültüler) İktidara ram olanlar, iktidara ram olanlar yargının tepesinde
konuşlandırıldı. Kendi yargıç ve savcı ordularınızı kurdunuz. Bugün onlarla,
iktidarın kamçısına göre kişneyen bir yargıyla bu ülkeyi baskı altına almaya
çalışıyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Ayıp, rezalet bu!
AHMET
YENİ (Samsun) – Bir de Yargıtaya üyeydiniz, yazıklar olsun!
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Devamla) – Bakın, Sibirya’da binlerce kişinin ölümüne yol açan
Hitler Almanya’sında, İtalya’da Mussolini’nin bacağından asılıncaya kadarki
süreçte ölüm imzasını atanlar, onların politik yargıçlarıdır, politik
yargıçlarıdır. Sizin yarattığınız politik yargıçlar bugün bu halk üzerinde ağır
baskılar yaratıyorlar. Diktatörlükler diktatörlerden ibaret değildir.
Diktatörlerin hepsi birbirine benzer ve hepsinin sonu da aynıdır, aynıdır. (CHP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; AK PARTİ sıralarından gürültüler)
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, efendim, biraz önce Sadullah Ergin, Danıştaya
seçilen üyelerle ilgili bir şey söyledi.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Başkan, söz istiyorum.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Başkan, sadece bir dakika yeter.
BAŞKAN
– Ne diye vereceğim?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Başkan, benim söylemediğim bir şeyi
söyledi.
BAŞKAN
– Yerinizden buyurun Sayın Bakan.
Lütfen
yeni bir sataşmaya mahal vermeyin.
İç
Tüzük’ün 69’uncu maddesine göre…
9.- Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in, Ankara
Milletvekili Emine Ülker Tarhan’ın, partisine sataşması nedeniyle konuşması
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Başkanım, teşekkür ederim. (CHP
sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)
Ben
konuşmamda Sayın Emine Ülker Tarhan’a incitici, hakaret edici bir tek söz
söylemedim. Söylediğim şey şudur: “YARSAV üyesi 21 kişi seçilmiştir. Madem bu
yeni seçilenlere ‘militan’ dedi Sayın Kılıçdaroğlu, bunlar da o kapsama giriyor
mu?” diye sordum. Sayın Tarhan 18 Ekim 2010 tarihinde bir televizyon
programında şunu söylüyor…
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, o zarar verdiğiniz devletin malı, bu devletin malı.
Yazıktır, günahtır yani!
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – HSYK seçimlerinde baskı yapıldığından söz
ediyor televizyonda. Program yapımcısı “Direkt soracağım, 11 bin hâkim ve savcı
korktu mu?” diye soruyor. Sayın Tarhan şunu cevap olarak kullanıyor, önce
sessiz kalıyor, arkasından “11 bin hâkim ve savcının korkuyla hareket ettiğini
söylemek bu camiaya haksızlık olur.” diyor. (CHP sıralarından sıra kapaklarına
vurmalar)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, elektronik sistem arıza görebilir, söz
isteyemeyebilirsiniz.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Bu sözler Sayın Emine Ülker Tarhan’a ait. 18
Ekim 2010 tarihinde televizyon programında söylenmiş sözler.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Kaç dakika veriyorsun Başkan, kaç dakika!
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – HSYK seçimlerinde herhangi bir korku ve
baskının olmadığını ifade ediyor. (CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar)
Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın Aydın, buyurun.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan…
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Ahmet Bey, ben senden önce söz aldım.
BAŞKAN
– Sayın Genç, bir saniye, oturur musunuz lütfen. Sayın Aydın’ı bir dinleyelim.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, biraz önce Sadullah Ergin Yargıtay ve Danıştay
üyeliğine seçilenlerden çok objektif bahsetti.
BAŞKAN
– Sayın Genç, lütfen ama…
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Bakın, Tayyip Erdoğan’ın yakın akrabası Danıştay üyeliğine
seçildi. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın Genç, lütfen oturun.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – İmam hatip okulu mezunu, Millî Eğitimde iki sene genel
müdürlük yapmış, Danıştay üyesi seçildi.
Sadullah
Bey, bu hangi hukuk bilgisini aldı da Danıştayda Türk milleti adına karar
verecek? Söyle bakalım, söyle, böyle Danıştay üyeliği olur mu! (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın Aydın, buyurun.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Bakın, imam hatip okulu mezunu…
BAŞKAN
– Sayın Genç, tutanaklara geçti, anlaşıldı konu.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – …Millî Eğitimde iki sene genel müdürlük yapmış…
BAŞKAN
– Sayın Genç, böyle bir usul var mı yani!
KAMER
GENÇ (Tunceli) – …ondan sonra Abdullah Gül getirmiş, Danıştay üyeliğine seçmiş.
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, hangi sıfatla konuşuyor Sayın
Milletvekili?
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Efendim, böyle yüksek mahkeme üyeliği olur mu? Böyle şey olur
mu ya!
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Aydın.
Mikrofonunuz
açık, Sayın Aydın, ne için istediğinizi söyler misiniz oradan, anlaşılmıyor
çünkü gürültüden.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Az önce Sayın Grup Başkan Vekili, CHP’nin, konuşurken
diktatörlük gibi çok ağır bir suçlamada bulunmuştur grubumuza. 69’a göre
açıklama istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Aydın.
İki
dakika süre veriyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
10.- Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın, Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan’ın, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, az önce
konuşmacıyı yerimde dinlerken emin olun çok üzüldüm.
AHMET
TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Üzülme, üzülme!
AHMET
AYDIN (Devamla) – Şu manada üzüldüm: Kendisi de yargıçlık geleneğinden
gelmesine rağmen burada yargıçların seçimini artık ağza alınamayacak sözlerle
ifade eden…
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hayır canım, “Eşekli yargıç” dedi. Sen yargıç mısın?
AHMET
AYDIN (Devamla) - …başka başka mahlukların yerine koyan -ben açıklayamıyorum, o sözü dahi
kullanamıyorum- kendisi yargıç olmasına karşın böyle bir ifade kullanıp tırnak
içerisinde “Eşek” ifadesini kullanan Sayın Grup Başkan Vekilini üzülerek
dinledim, bu çok yanlıştır.
(CHP
ve AK PARTİ sıraları arasında karşılıklı laf atmalar)
Artı,
“Diktatörlük” ifadesini kullandı. Diktatörlüğü kullananlar öncelikle kendi
içinden geldiği siyasi geleneğe baksınlar, kendi partilerinin geçmişine
baksınlar, diktatörlük neymiş o zaman anlarlar.
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – “Eşekli yargıç” dedi. Niye alındın? Sen yargıç
mısın?
AHMET
AYDIN (Devamla) – Biz yargı üzerindeki vesayeti kaldırmak için geldik, biz
yargıdaki bütün vesayetleri kaldıralım diye çaba sarf ettik. O kadar gayret
sarf ettik, yargı ne birilerinin ön bahçesi ne birilerinin de arka bahçesi
olsun dedik ve sizler elinizdeki o bahçeden olduğunuz için bu kadar feryat
figan koparıyorsunuz. Yargı artık tam bağımsızdır, yargı tarafsızdır. Yargı bu
manada da hiç kimsenin ne ön bahçesidir ne arka bahçesidir. Elinizden gittiği
için bu kadar feryat figan koparıyorsunuz. Biliyoruz, farkındayız ama kusura
bakmayın Türkiye artık bir hukuk devleti, hukuk işleyecek, güçlülerin değil,
haklının güçlü olduğu bir ülke olacak.
Teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Aydın.
GÖKHAN
GÜNAYDIN (Ankara) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Milletvekili.
GÖKHAN
GÜNAYDIN (Ankara) – Sayın Başkan, Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan
konuşmasında Sayın Genel Başkanımızın aslında AKP’nin çiftçiyi destelemediğini…
(CHP
ve AK PARTİ sıraları arasında karşılıklı laf atmalar)
BAŞKAN
– Anlaşılmıyor Sayın Milletvekilim, anlaşılmıyor.
GÖKHAN
GÜNAYDIN (Ankara) – Anlaşılmadığımın farkındayım.
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleriniz yani!
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Başkan yani!
BAŞKAN
– Evet Sayın Milletvekilim, dinliyorum sizi, buyurun.
GÖKHAN
GÜNAYDIN (Ankara) – Sayın Başbakan Yardımcısı Ali Babacan konuşmasında Sayın
Genel Başkanımızın yaptığı konuşmada aslında AKP’nin çiftçiyi desteklemediği,
tersine, vergilendirdiği ve mazot üzerinden desteğin tam 8 katı vergi aldığını
söylediğinde rakamın doğru olmadığını söyledi. Bu açıkça bir çarpıtmadır ve
bunun düzeltilmesi talebimiz vardır.
BAŞKAN
– Anladım da, bunu sayın grup başkan vekilleri istediği takdirde veririz.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkanım, grup başkan vekilleri söz aldı, cevap verdi
efendim.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, bu kısma söz almadık efendim.
GÖKHAN
GÜNAYDIN (Ankara) – Bu kısımla ilgili söz alınmamıştır, ben bu kısmı düzeltmek
istiyorum. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın grup başkan vekillerinin talebi, teşekkür ediyorum Sayın Milletvekilim.
GÖKHAN
GÜNAYDIN (Ankara) – Efendim, bakın, bu tablo çok açıktır, Türkiye’de mazotun
maliyeti 1,5 milyar liradır… (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Peki, yerimden
düzelteyim.
BAŞKAN
- Sayın Milletvekilim, yerinize geçin lütfen, açacağım sistemi.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Yani, konuşmacının konuşmasını düzeltmekle mi görevli Sayın
Başkanım?
BAŞKAN
- Buyurun…
ÜNAL
KACIR (İstanbul) – Sayın grup başkan vekilleri ekonomiyi bilmeyince, arkadaş
ona cevap verecek herhâlde.
GÖKHAN
GÜNAYDIN (Ankara) – Sen kendi işine bak!
MÜSLİM
SARI (İstanbul) – Sen çok biliyorsun! Çok biliyorsun sen, çok!
BAŞKAN
- Lütfen, sayın milletvekilleri…
Buyurun.
GÖKHAN
GÜNAYDIN (Ankara) – Sayın Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, bütçeyle ilgili
cevap konuşmasında Sayın Genel Başkanımızın yaptığı konuşmada verdiği bazı
verileri güya düzeltmiştir ama bu düzeltme içerisinde açık bir çarpıtma vardır,
bu nedenle söz almış bulunuyorum. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Türkiye’de
mazotun litresi 1,5 liraya mal olmaktadır ama AKP Hükûmeti çiftçiye 3,8 liradan
mazotu satmaktadır. Dolayısıyla, litre başına 2,3 lira çiftçiden vergi
alınmaktadır. Türkiye’de kullanılan 13,5 milyar litre mazotun 3,5 milyar
litresi tarımda kullanılmaktadır ve matematik hesabını bilen herkes bu çarpımı
yapabilir. 3,5 milyar litre mazot…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Milletvekili.
GÖKHAN
GÜNAYDIN (Ankara) – Sayın Başkan, sözümü bitirmedim.
BAŞKAN
- Bütçenin aleyhinde söz isteyen Uğur
Bayraktutan, Artvin milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
Lütfen
Sayın Tanal, yok böyle bir usulümüz.
GÖKHAN
GÜNAYDIN (Ankara) – Sayın Başkan, sözümü bitirmedim, böyle bir şey olur mu?
BAŞKAN
- Sözünüz bitti, tamam Sayın Milletvekilim.
GÖKHAN
GÜNAYDIN (Ankara) – Sayın Başkan, ben sözümü bitirmedim nasıl bir şey bu? Ne
bitti, sözüm bitmedi?
BAŞKAN
- Buyurun Sayın Bayraktutan. (Gürültüler) Sayın Bayraktutan buyurun siz.
GÖKHAN
GÜNAYDIN (Ankara) – Böyle bir usul var mı, sözüm bitmedi? (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
- Lütfen, Sayın Milletvekilim, oturun.
Buyurun
Sayın Bayraktutan.
III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S. Sayısı: 87)
(Devam)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi
ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/278, 3/538)
(S. Sayısı: 88) (Devam)
UĞUR
BAYRAKTUTAN (Artvin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılı bütçesi
üzerinde aleyhte söz almış bulunmaktayım. Yüce makamınızı ve Meclisi sevgi ve
saygıyla selamlıyorum.
2002
yılından beri iktidarda bulunan AKP Hükûmeti, yeni bir bütçeyle karşımıza
çıkmaktadır. Bütçeye geçmeden önce halkımızın birtakım gerçek verileri bilmesi
gerekliliğine yürekten inanıyorum.
Öncelikle,
sözlerime başlamadan evvel, biraz önce burada sözlerini ifade eden Sayın
Babacan’ı bir konuda uyarmak istiyorum. Sayın Babacan, Cumhuriyet Halk
Partisini Baasçı rejimle özdeşleştirmeye çalıştı. Muhtemelen aynaya bakarak
konuştu diye düşünüyorum. Neden? Çünkü o “Baasçı rejim” dediğiniz partinin
liderini bundan daha geçen sene kırmızı halılarla karşıladınız, Bodrum’da
ailece tatil yaptınız, onu bir kere burada anlatmak istiyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
Yine,
o Libya’nın, bugün “diktatör” dediğiniz Libya’nın Başkanından, Devlet
Başkanından İnsan Hakları Ödülü’nü Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı
almadı, sizin Başbakanınız aldı! (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
[AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar(!)]
AHMET
YENİ (Samsun) – Bütçeyle ilgili bilgin var mı, bütçe!
UĞUR
BAYRAKTUTAN (Devamla) – Çok değerli Başkanım, değerli milletvekilleri; her ne kadar
Türkiye ekonomisi dünyanın 16’ncı büyük ekonomisi gibi gösterilmeye çalışılıyor
olsa da işsizlik, yoksulluk ve açlık gibi halkı ilgilendiren konularda dünya
sıralamasında sonda bulunmaktayız. Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri
işsizliktir. Devletin resmî rakamları işsizlik oranını yüzde 9 seviyelerinde
gösterse de çalışmaya hazır olup iş aramayanlar ve mevsimlik işsizler
eklendiğinde aslında gizlenen rakamın yüzde 19’lar civarında olduğunu hepimiz
biliyoruz. Bu kanayan yaraya bir an önce çare bulunmasını Hükûmetten
bekliyoruz.
Ülkemizde
uygulanan asgari ücret politikası vatandaşı doyurmaya değil, hayatta tutmaya
yani öldürmemeye göre ayarlanmaktadır. On altı yaşından büyük işçiler için
aylık 659 TL asgari ücretin yanında DİSK Araştırma Enstitüsünün kasım ayı açlık
ve yoksulluk sınırı rakamına göre 4 kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi
için gerekli olan yoksulluk sınırı 3.136 TL’ye, açlık sınırı ise 992 TL’ye
yükselmiştir.
Çok
değerli milletvekili arkadaşlarım, AKP İktidarı maalesef ekonomide kendisine
bir hayal dünyası kurmuş, orada yaşamaktadır. Spekülatif sermayenin ve sıcak
paranın getirdiği suni canlılık AKP İktidarını gereğinden fazla memnun
etmiştir.
AHMET
YENİ (Samsun) – Yanlış cevap verdin, yanlış!
UĞUR
BAYRAKTUTAN (Devamla) – Sayın milletvekilleri, gerçekte ise olan şudur:
Türkiye'nin dokuz yıl öncesine göre bugün daha az toplumsal mal varlığı
bulunmaktadır. Bankaların yüzde 50’si blok satış yoluyla özelleştirilen Telekom
gibi kamu yatırımlarının, imalat sanayisinde kârlı işletmelerin yüzde 61’i yabancılara satılmış ve
yabancıların kontrolüne girmiştir. Bunların ve sıcak paranın kârı her yıl 6
milyar dolardan fazla bir kâr olarak yurt dışına çıkmaktadır. Bu, her Türk
vatandaşının olduğu gibi bizim de canımızı yakmaktadır.
2002’de
AKP iktidara geldiğinde, ülkemizin dış borcu 130 milyar dolar civarındaydı, şu andaysa toplam dış
borcumuz 310 milyar dolardır. Bu borç için de yılda 15-20 milyar dolar faiz
ödemekteyiz ve bu borç her gün katlanarak artmaktadır.
Dünya
petrol rezervine çok yakın konumda bulunan bir ülke olarak akaryakıtın çok ucuz
olması beklenirken, rafineri çıkış fiyatının üzerine konan vergiler sayesinde
vatandaşlarımız dünyanın en pahalı benzinini kullanmakta, küçük bir ülke olan
ve petrol rezervi bulunmayan Gürcistan’da bile benzin ülkemize kıyasla 1,5 ile
2 TL arası daha ucuz olarak o ülkenin yurttaşlarına satılmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; vergi alma ve tabana yayma konusunda oldukça
başarısız olan AKP Hükûmeti, dolaylı vergilere yüklenerek elini vatandaşın
cebine sokmuş bulunmaktadır. Tütünden alkole, benzinden iletişime kadar her
konuda halkın sırtından geçinen İktidar, her ne hikmetse pırlantadan, özel yat
benzininden vergi almamaktadır. Örneğin halkın vazgeçilmez ihtiyacı olan
elektriğe, tüketim bedeli dışında kaynak kullanım, satış hizmet, sayaç okuma,
iletim sistemi, dağıtım, enerji fonu, TRT payı, elektrik tüketim vergisi ve
katma değer vergisi altında dokuz ayrı tüketimin dışında vergi ve bedel
ödemekteyiz. Bu vergiyi, dolaylı vergi olduğu için, Türkiye'nin en zengin
aileleri Koç ve Sabancı ile en fakir vatandaşımız aynı oranda ödemektedir.
Bunda adalet var mıdır? Bunu sizlere soruyorum.
2011
yılının enflasyon rakamı yüzde 9,5 olarak çıkmıştır. Biz, bu gidişle çift
haneli rakamları göreceğiz. Aslında, bu enflasyon rakamlarının nasıl
hesaplandığını biliyoruz. Hiçbir kullanımı olmayan bazı mallar bu sepette
kendine yer bulmakta, pazar enflasyonundan kimse bahsetmemektedir.
AKP
İktidarında 6 kez mali af çıkmıştır sayın milletvekilleri. Yılda bir mali af
çıkartan bir hükûmet bugüne kadar görülmüş müdür? Af çıkması demek ya
vatandaşın ödeme gücünün olmadığı anlamını çıkarır ya da “Nasılsa af çıkacak,
biz de af çıkınca öderiz.” mantığını ortaya koyar.
Çok
değerli milletvekilleri, dünyanın hiçbir ülkesinde örneğine rastlanmayan
tutuklu milletvekilleri sorunu ve bunun yanında, Silivri’deki esaret devam
etmektedir. Sizlerin “rehine” ve “esir” diye gördüğünüz milletvekillerimiz
bizler için bir onur timsali ve bir çağdaşlık şövalyeleridir. Türkiye Büyük
Millet Meclisi bu hukuk komedisine bir an evvel müdahale etmeli, siyasi
davaların verdiği mağduriyetler bütün tutsaklar için kaldırılmalıdır.
Bunun
yanında, ekonomik anlamdaki bu baskılar yetmiyormuş gibi muhalif medyaya
yönelik yargısal ve polisiye sindirme operasyonları da sürmektedir. En son
Aydınlık gazetesi ve Ulusal kanal gibi muhalefeti siyasal anlamda çok sert
sürdüren medya, birtakım polis operasyonlarıyla ezdirilmeye çalışılmaktadır.
Yine
bunun yanında, CHP’li belediyelere yönelik operasyonlar vahşice
sürdürülmektedir. AKP İktidarının bir tek ölçüsü vardır, demokrasi kisvesi
altında iktidarına ve kendi kurmuş olduğu korku imparatorluğuna muhalefet eden
herkesi susturmak ve diz çöktürmektir. Bilinmelidir ki Cumhuriyet Halk Partisi
gerektiğinde esir düşenlerin ama asla teslim olmayanların, gerektiğinde
kırılanların ama asla eğilmeyenlerin partisidir. AKP’nin bu açık baskısına
direnmeye, onun yarattığı korku imparatorluğunu tarihe gömmeye kararlıyız.
Bütün bu yukarıda belirtmiş olduğumuz karanlık tabloya karşın özgürlüğün ve
umudun ülkesi hepimizin Türkiye’si rüyamızı mutlaka gerçekleştireceğiz.
12
Eylül 2010 tarihinde daha özgür ve mutlu bir ülkede yaşayacağımız vaadi ile
Sayın Başbakanın bir hap olarak topluma yutturmaya çalıştığı Anayasa
değişikliğinde 12 Eylül darbecilerini yargılayacağı iddiası bazı ikinci
cumhuriyetçileri ve “Yetmez ama ‘Evet.’”çileri kandırmıştır. Bilinmelidir ki
tarihin hiçbir döneminde çocuğun babayı yargıladığı bir sürece uygarlık şahit
olmamıştır. 12 Eylülün çocukları 12 Eylülün babasını, darbenin liderini asla
yargılayamazlar. Nitekim, Kenan Evren’i sorgulayan savcı büyük bir mahcubiyet
içerisinde “Sayın Cumhurbaşkanım, neden darbeyi yaptınız?” şeklinde, kahve
eşliğinde soru sormuş, bugün itibari ile bir iddianame bile tanzim
edilmemiştir. Önemli olan, 12 Eylülün yasalarını değiştirmek değil, 12 Eylülün
kafalarını değiştirmektir.
Yine
bu 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan yargıyı sindirme operasyonunda HSYK yeniden
dizayn edilmiş, özel yetkili mahkemeler iktidarın bir yaptırım aracı hâline
sokulmuştur. Özel yetkili Adalet
Bakanının bütün bürokratları bağımsız bir kurul olması gereken HSYK’ya
taşınmıştır. İktidarın yargıyı ele geçirme ayağı başarı ile tamamlanmıştır.
Öyle ki Habur’da mobil mahkemeleri kuranların, terör örgütü ile ve onun
temsilcileri ile pazarlık edenlerin, Sayın Başbakan adına terör örgütü ile
görüşen MİT Müsteşarının terör örgütü liderine görüşmede “Sayın” diye hitap
etmesindeki alçalmayı Türk milletinin büyük vicdanına bırakıyorum.
Ne
yazıktır ki kara yollarını, bölünmüş yolları, hava alanlarını, barajları,
adalet saraylarını Tayyip Bey yapmış, PKK ile görüşen ise devlet olmuştur. Bu
iktidar tarafından Hükûmet terörle mücadelede gel git politikasını sürdürmekte,
mücadele ile müzakere arasında gidip gelmektedir. Şu anda yapılacak olan
Anayasa ile alakalı değişiklik çalışmasında devletin üniter yapısını, ulus
devlet kavramını, cumhuriyetin kazanımlarını asla tartıştırmayacağımızı,
bazılarının rüyalarında derin bir hülya olarak gördükleri Sevr Anlaşması’nın
62’nci maddesinde öngörülen yeni bir federatif çözüm talebini asla kabul
etmeyeceğimizi, bunu yırtıp atacağımızın bilinmesini isterim.
3
Kasım 2002 tarihinde sıfır terör ile anılan Türkiye’yi bugün her evine ateş
düşen, şehit kanlarımızla sulanan bir Türkiye hâline getirdiniz.
Son
günlerde yaşamış olduğumuz Van depreminde canlarını kaybeden tüm yurttaşlarıma
rahmet diliyorum, yaralılara acil şifalar temenni ediyorum. Hükûmet ekonomideki
ve terörle ilgili mücadeledeki başarısızlık ve basiretsizliğini depremde de
göstermiştir. Başbakan Yardımcısı Sayın Atalay “Kendi potansiyelimizi görmek
amacı ile dışarıdan yapılan arama kurtarma yardım teklifini beklettik,
gönderilen yardıma vize vermedik.” demiştir. Sayın Bakan insan hayatıyla
oynamıştır. Kendisini kınıyorum burada.
Değerli
milletvekilleri, her şeyden önce, AKP İktidarı Van depreminde hayatını kaybeden
ve yaralanan öğretmenleri de bir madde olarak görmüştür, büyük bir ayıp
yaşatmıştır.
Sözlerimi
fazla uzatmıyorum; burada bitirirken diyorum ki bugün Sabiha Gökçen’e, İsmet
İnönü’ye laf atma, dil uzatma cüretinde olanlara, Atatürk’e hakaret özlemi
içerisinde olanlara söyleyeceğimiz bir söz vardır: Bizim yol göstericimiz bazen
gelmiştir İsmet İnönü olmuştur, bazen gelmiştir Bülent Ecevit olmuştur, bazen
Kemal Kılıçdaroğlu olmuştur…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
UĞUR
BAYRAKTUTAN (Devamla) – …ama her zaman yol göstericimiz, cumhuriyetin banisi,
ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın önderi, varlık nedenimiz Mustafa Kemal Atatürk
olmuştur ama bilinmelidir ki asla cumhuriyet düşmanları olmamıştır.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bayraktutan.
Sayın
milletvekilleri, 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi
2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım.
2012
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2010
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Böylece
2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.
Şimdi
sırasıyla her iki tasarının da 1’inci maddelerini okutuyorum:
2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU
TASARISI
BİRİNCİ BÖLÜM
Gider, Gelir, Finansman ve Denge
Gider
MADDE
1 - (1) Bu Kanuna bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003
tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;
a)
(I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine
344.512.858.921 Türk Lirası,
b)
(II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 38.944.870.000 Türk
Lirası,
c)
(III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara
2.027.897.000 Türk Lirası,
ödenek
verilmiştir.
2010 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP
KANUNU TASARISI
Gider bütçesi
MADDE
1- (1) 5944 sayılı 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa bağlı (A) işaretli
cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî
Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;
a)
(I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine
281.907.405.110 Türk Lirası,
b)
(II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 17.799.895.100 Türk
Lirası,
c)
(III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara
1.949.287.082 Türk Lirası,
ödenek
verilmiştir.
(2)
2010 yılı merkezi yönetim konsolide ödenek toplamı 286.981.303.810 Türk
Lirasıdır.
(3)
Kanunların verdiği yetkiye dayanarak yıl içerisinde eklenen ve düşülen
ödenekler sonrası merkezi yönetim kesin hesap gider cetvellerinde gösterildiği
üzere, 5018 sayılı Kanuna ekli;
a)
(I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin 2010
yılı bütçe giderleri toplamı 288.191.563.587,45 Türk Lirası,
b)
(II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelerin 2010 yılı bütçe giderleri
toplamı 20.069.022.550,19 Türk Lirası,
c)
(III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumların 2010 yılı
bütçe giderleri toplamı 1.794.151.438,17 Türk Lirası,
olarak
gerçekleşmiştir.
(4)
2010 yılı merkezi yönetim konsolide bütçe gideri toplamı 294.358.723.518,41 Türk
Lirasıdır.
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Anayasa'nın 164'üncü maddesi uyarınca Bütçe Kanunu
Tasarısı'yla Kesin Hesap Kanunu Tasarısı'nın görüşmeleri birlikte
yapılacağından, okunmuş bulunan 1'inci maddeler kapsamına giren kuruluşların
2012 yılı merkezî yönetim bütçeleri ile 2010 yılı merkezî yönetim kesin
hesaplarının görüşmelerine yarınki birleşimde başlanacaktır.
Programa
göre kuruluşların bütçe ve kesin hesaplarını görüşmek için, alınan karar
gereğince, 9 Aralık 2011 Cuma günü -yarın- saat 11.00'de toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorum.