DÖNEM:
24 YASAMA
YILI: 2
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK
DERGİSİ
CİLT : 5
23’üncü Birleşim
24 Kasım 2011 Perşembe
(TBMM Tutanak Müdürlüğü
tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler
tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMA
IV.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkan Vekili
Oturum Başkanı Sadık Yakut’un, 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle
konuşması
V.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Elâzığ Milletvekili Şuay Alpay’ın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin gündem
dışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı
2.- Ankara Milletvekili
Zühal Topcu’nun, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin
gündem dışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı
3.- Bursa Milletvekili
Turhan Tayan’ın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması ve
Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı
VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili
Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 21 milletvekilinin, Doğu
Anadolu fay hattı ile ilgili çalışmaların incelenmesi ve olası depremlere karşı
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/65)
2.- Çanakkale Milletvekili
Ali Sarıbaş ve 23 milletvekilinin, su kaynaklarının potansiyelinin tespit
edilerek korunması ve bilinçli kullanımı için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/66)
3.- Çanakkale Milletvekili
Ali Sarıbaş ve 20 milletvekilinin, arıcılık sektörünün sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/67)
B) Duyurular
1.- Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılığının yazısı ile Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesince, Mardin
Milletvekili Gülser Yıldırım ve Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Ayhan’ın, tutuklu olarak yargılanmalarına devam edildiğine
dair dosyaların, Anayasa’nın 83’üncü maddesinin ikinci fıkrası gereğince
Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulmasına ilişkin duyuru (3/639)
VII.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- Iğdır Milletvekili
Pervin Buldan ve arkadaşları tarafından, kadına yönelik şiddetin tespiti
amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine
sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 24/11/2011
Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerin aynı birleşimde
yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
2.- Millî Eğitim Bakanlığı
bünyesinde görev yapan öğretmenlerin sorunlarının araştırılarak çözüm
yollarının belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin 24/11/2011 Perşembe günü Genel Kurulda okunarak
görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
3.- İstanbul Milletvekili
Umut Oran ve arkadaşları tarafından, AB ile tam üyelik sürecinde yaşanılan
sorunların tespiti hakkında verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel
Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 24/11/2011 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına
ve görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
B) Danışma Kurulu Önerileri
1.- 81 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın, gündemin üçüncü sırasına alınmasına ve görüşmelerinin 24/11/2011 Perşembe günkü birleşimde yapılmasına,
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalara devam edilmesine ilişkin
Danışma Kurulu önerisi
VIII.-
USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- İç Tüzük’ü
uygulamadığı, keyfi davrandığı gerekçesiyle Başkanın tutumu hakkında
IX.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Yeni Zelanda Hükümeti Arasında Hava Hizmetlerine Dair Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/423) (S. Sayısı: 21)
2.- Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekili Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Cumhuriyet
Halk Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan,
Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine
Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu
Raporu (2/138) (S. Sayısı: 80)
3.- Kadınlara Yönelik
Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa
Konseyi Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ile Dışişleri Komisyonu Raporları (1/510)
(S. Sayısı: 81)
X.-
SÖYLEVLER
1.- Avrupa Parlamentosu
Başkanı Jerzy Buzek’in,
Genel Kurula hitaben konuşması
XI.-
OYLAMALAR
1.- Kadınlara Yönelik
Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa
Konseyi Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın
oylaması
XII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal’ın, bazı davalarda görev yapan savcılara ilişkin sorusu ve Adalet
Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/160)
2.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, Devlet memurlarına verilen çocuk yardımına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı
(7/569)
3.- Erzincan Milletvekili
Muharrem Işık’ın, Anadolu Ajansı yayınlarına ve çalışanlarına ilişkin sorusu ve
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/577)
4.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, memur ve işçi sendikalarında üye sayılarına
ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı
(7/579)
5.- Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt’ün, emeklilerin sorunlarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/715)
6.- Eskişehir Milletvekili
Ruhsar Demirel’in, kadın istihdamının artırılmasına yönelik projelere ilişkin
sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/716)
7.- Mersin Milletvekili Ali
Rıza Öztürk’ün, Başbakanlığa alınacak bir uçağa ve bir açıklamasına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/841)
8.- İzmir Milletvekili Musa
Çam’ın, Başbakanlık tarafından kullanılan özel uçakların maliyeti, giderleri ve
kullanım alanlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağ’ın cevabı (7/936)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te
açılarak yedi oturum yaptı.
Niğde Milletvekili Alpaslan
Kavaklıoğlu,
Niğde Milletvekili Doğan Şafak,
Niğde ilinde meydana gelen don
afetinden zarar gören patates üreticilerinin mağduriyetlerinin giderilmesine;
Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan,
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma
Günü’ne,
İlişkin gündem dışı birer konuşma
yaptılar.
Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer ve
24 milletvekilinin toplumsal olaylarda kullanılan gaz bombasının insan
sağlığına etkilerinin (10/62),
İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 24 milletvekilinin, yerel basın ve
yayın kuruluşlarının sorunlarının (10/63),
İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 milletvekilinin, futbol kulüplerinin
yönetimini düzenleyen mevzuattan kaynaklanan sorunların (10/64),
Araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Cemil Çiçek’in resmî davetlisi olarak ülkemizi ziyaret etmekte olan Avrupa
Parlamentosu Başkanı Jerzy Buzek’in,
24 Kasım 2011 Perşembe günkü birleşimde Genel Kurula hitaben bir konuşma yapma
isteğine ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.
20 Ekim 2011 tarihinde, Ağrı
Milletvekili Halil Aksoy ve arkadaşları tarafından (100 sıra no.lu)
cezaevlerinde yaşanan insan hakları ihlallerinin tespiti amacıyla Türkiye Büyük
Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine
sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 23/11/2011
Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerin aynı tarihli
birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra
kabul edilmedi.
20 Ekim 2011 tarih ve 475 sayı ile
hayvansal üretimimizdeki düşüşün asıl sebeplerinin ve uygulamaların toplumun
bütününün çıkarına olup olmadığının ortaya konması amacıyla verilmiş olan
Meclis araştırması önergesinin 23/11/2011 Çarşamba
günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde
yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul
edilmedi.
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi ile,
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır,
Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın
partilerine;
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin Genel Başkanına,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma
yaptılar.
İzmir Milletvekili Mustafa Moroğlu ve arkadaşları tarafından 27 Ekim 2011 tarihinde,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına kadına yönelik şiddetin nedenlerinin
araştırılması hakkında verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (95 sıra
no.lu) Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak 23/11/2011 Çarşamba günkü birleşimde
sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına
ilişkin CHP Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Bastırılarak dağıtılan ve gelen
kâğıtlar listesinde yayımlanan 80 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
48 saat geçmeden gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmının 2’nci sırasına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna
göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun haftalık çalışma günlerinin dışında
25 Kasım 2011 Cuma günü saat 14:00'te (11/4) ve (11/5)
esas numaralı gensoru önergelerini görüşmek üzere toplanmasına ve bu birleşimde
(11/4) ve (11/5) esas numaralı gensoru önergelerinin gündeme alınıp
alınmayacağı hususundaki görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını
sürdürmesine; 17/11/2011 tarihinde dağıtılan ve Genel Kurulun 17/11/2011
tarihli 20’nci birleşiminde okunan (11/4) ve 22/11/2011 tarihinde dağıtılan ve
Genel Kurulun 22/11/2011 tarihli 21’inci birleşimde okunan (11/5) esas numaralı
gensoru önergelerinin Genel Kurulun 25/11/2011 Cuma günkü gündeminin “Özel
Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına alınmasına, Anayasa’nın 99’uncu maddesi
gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerinin aynı günkü
birleşimde yapılmasına ve Genel Kurulun 24 Kasım 2011 Perşembe günkü birleşimde
22 sıra sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar
çalışmalarını sürdürmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi yapılan görüşmelerden
sonra kabul edildi.
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Ankara Milletvekili Levent Gök’ün Grubuna,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin şahsına,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında yer alan ve
görüşmelerine devam olunan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Yeni Zelanda
Hükümeti Arasında Hava Hizmetlerine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/423) (S.
Sayısı: 21) görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadığından ertelendi.
2’nci sırasına alınan, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekili Ankara Milletvekili Emine Ülker
Tarhan, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekili Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır ve Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili
Hasip Kaplan'ın; Sporda Şiddet ve Düzensizliğin
Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Adalet
Komisyonu Raporu’nun (2/138) (S. Sayısı: 80) 1’inci maddesi kabul edildi, 2’nci
maddesi üzerinde bir süre görüşüldü.
İstanbul Milletvekili Celal Adan,
Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın şahsına,
İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya
Önder, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin Grubuna,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma
yaptılar.
24 Kasım 2011 Perşembe günü alınan karar
gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime 22.58’de son verildi.
Sadık
YAKUT |
Başkan
Vekili |
Bayram ÖZÇELİK Mine
LÖK BEYAZ |
Burdur Diyarbakır |
Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
II.- GELEN
KâĞITLAR
No:
35
24
Kasım 2011 Perşembe
Rapor
1.- Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile
İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi
Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Kadın
Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ile Dışişleri Komisyonu Raporları (1/510) (S.Sayısı: 81) (Dağıtma tarihi: 24.11.2011) (GÜNDEME)
No:
35’e Ek
24
Kasım 2011 Perşembe
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 21 Milletvekilinin Doğu Anadolu Fay
Hattı ile ilgili çalışmaların incelenmesi ve olası depremlere karşı alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/65) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/10/2011)
2.- Çanakkale Milletvekili Ali Sarıbaş
ve 23 Milletvekilinin, su kaynaklarının potansiyelinin tespit edilerek
korunması ve bilinçli kullanımı için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/66) (Başkanlığa
geliş tarihi: 06/10/2011)
3.- Çanakkale Milletvekili Ali Sarıbaş
ve 20 Milletvekilinin, arıcılık sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/67) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/10/2011)
24 Kasım 2011 Perşembe
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.00
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 23’üncü Birleşimini açıyorum.
III.- Y O
K L A M A
BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama
yapacağız.
Yoklama için beş dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere geçiyoruz.
IV.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM
Başkan Vekili Oturum Başkanı Sadık Yakut’un, 24 Kasım Öğretmenler Günü
münasebetiyle konuşması
BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekilleri,
bugün Öğretmenler Günü. Öğretmenler tarih boyunca bilginin, medeniyetin,
sevginin, barışın timsali ve örnek insanlar olmuşlardır. Milletimizin ahlaki ve
kültürel yönden güçlü, medeniyet bakımından gelişmiş, küresel rekabette
başarılı olmasının yolu öğretmenlerimizin üstün çalışmalarına bağlıdır.
Çağdaşlık yarışını kazanmanın anahtarı toplumu inşa etme faaliyetlerini yürüten
öğretmenlerin elindedir. Öğretmenlerimizi aklın ve bilimin öncülüğünde,
akademik ve sosyal yönden donanımlı bireyler olarak yetiştiren, kişilik
hamurumuza biçim vererek dünyayı kavramımızı sağlayan, özgürlüğü, bağımsızlığı,
ulusal egemenliği, cumhuriyeti ve demokrasiyi koruyan ve yücelten kuşaklar
yetiştiren öğretmenlerimize borcumuz oldukça büyüktür. Geçmişte eğitim-öğretime
hizmet etmiş öğretmenlerimiz başta olmak üzere yurdumuzun her köşesinde görev
yapan öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü yürekten kutluyor, ebediyete
kavuşmuş olan öğretmenlerimizi rahmetle anıyor, tüm öğretmenlerimize başarılar
diliyor, saygılar sunuyorum.
Gündeme geçmeden önce üç sayın
milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, 24 Kasım
Öğretmenler Günü münasebetiyle söz isteyen Elâzığ milletvekili Şuay Alpay’a aittir.
Buyurun Sayın Alpay. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Elâzığ Milletvekili Şuay Alpay’ın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin gündem
dışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı
ŞUAY
ALPAY (Elâzığ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 24 Kasım Öğretmenler
Günü vesilesiyle gündem dışı söz almış bulunuyorum. Yüce heyeti ve Meclisinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bizi
büyük yıkımlara ve acılara uğratan Van ve Erciş depremlerinde 600’ü aşkın
vatandaşımızla birlikte 75 öğretmenimizi, 75 meşalemizi kaybettik. Çoğu
hayatının ilkbaharında olan o genç kardeşlerimiz, bugünkü Öğretmenler Günü’ne
ulaşamadan, öğrencilerine doyamadan, ideallerine kavuşamadan ve ruhlarındaki
ışığı ülke sathına yayamadan, aktaramadan genç yaşta hayata veda ettiler.
Van’ın
ve Erciş’in evlatlarını, bizim evlatlarımızı ve yavrularımızı eğitmek için
Türkiye'nin dört bir yanından yollara düşmüşlerdi, ama üzerlerine çatılar
çöktü, duvarlar yıkıldı, dönüş yolları kapandı ve ebedî yolculuklarına
çıktılar.
Depremlerde
şehit olan öğretmenlerimizin aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum, şehit
öğretmenlerimizin ailelerine, yakınlarına ve aziz milletimize başsağlığı ve
sabırlar diliyorum. Acımız büyük, mahzun ve kederliyiz. 24 Kasım Öğretmenler
Günü’nü de böyle hüzün içerisinde ve acılarla kutluyoruz.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye’mizin gücüne güç kattığı bir değişim ve dönüşüm
sürecinden geçiyoruz. Türkiye'nin, dünyanın en güçlü ülkeleriyle rekabet
edebildiği, demokrasisini kurumsallaştırarak hızla geliştirdiği ve bu büyüyen
tabloda hiç şüphesiz en önemli ve en kıymetli rol ve fedakârlık
öğretmenlerimizindir.
Bu
sebeple, öğretmenlerimizi daima minnetle ve şükranla anmak ve onlara vefa
borcunu mutlaka ödemek zorundayız. Göstermek zorunda olduğumuz bu vefa, aslında
bizim kendi geleceğimize ve kendimize verdiğimiz önemle de doğrudan
ilişkilidir, çünkü kalkınmanın en önemli taşıyıcıları öğretmenlerdir. Toplumun
esas rehberleri ve önderleri de öğretmenlerdir.
Hayat
içerisinde anne-baba olarak karşı karşıya kaldığımız sorunlarla başa
çıkamadığımızda ve mümkünsüz yollara girdiğimizde aklımıza ilk gelen
öğretmenlerdir ve evlatlarımız için ilk teslim ettiğimiz emanetler de
öğretmenlerdir.
Unutmayalım
ki hiçbir öğretmen sadece belli bir dersin, sadece belli bir bilim dalının
öğretmeni değildir. Her öğretmen hayatın dönüşümünde çocuklarımıza ve
gençlerimize rehberlik yapmaktadır. Bize millî ve manevi değerleri aktaran,
evrensel doğruları öğreten, aidiyetimizi güçlendiren, bilginin şekillendirdiği
dünyada bizi rekabete hazırlayan ve toplumun damarlarına nüfuz etmiş olan
öğretmenlerimiz ve öğretmenlerimizin yaptığı işler sadece sınıfla, okulla
sınırlandırılamaz. Onların Anadolu’nun en ücra köşelerinde başlayan
maceralarının bin bir ağır şartlarda nasıl bin bir renkli öykülere taşındığını
hepimiz yakın biliriz ve şahitlik etmişizdir.
Evet,
bu yönüyle öğretmen hayatın rehberidir. Bu nedenle, öğretmenlerimize olan
borcumuzu onlara sadece bugünde olduğu gibi güzel sözler söyleyerek ve günde
bir defa anarak ödemiş olmayız.
Öğretmenlerimiz
için daha ileri adımlar atmak, onların toplumsal statülerini, itibarlarını
mutlaka daha fazla güçlendirmek zorundayız. Zira,
öğretmenlerin itibarı bilginin, bilimin ve sanatın itibarıdır. Hepimizin
bildiği ve dağarcığımızda var olan bilgilerle biliriz ki, bizim geleneksel
terbiye sistemimizde öncelik öğretmenin, alimindir.
Bunun içindir ki, ilmin kapısı olan, Hazreti Ali Efendimizin ifadesiyle bize
bir harf öğretenin kulu ve kölesi oluruz. Öğretmen bu sebeple kutsaldır.
Yetiştirdiği
her insanı yeniden kullanabilen toplum akılcı, uygar bir toplumdur ancak
yetişkin insanların en iyilerini öğretmenlik mesleğine seçebilen toplumlar en
güçlü toplumlardır. Bilgiye erişimin çok çeşitlenmiş olması, İnternet üzerinden
bilgiye erişiyor olmanın kolaylığı, öğretmenlerin değerini ve kıymetini asla gözden
uzak tutturmamalıdır ve konuda asla bir sapmaya yol açmamalıdır.
Ben,
AK PARTİ hükûmetlerinin ilk günden itibaren eğitime sağlamış olduğu katkıyı,
ilk günden itibaren bütçeden aldığı payın ne noktaya geldiğini hatırlatıyorum.
Bu
duygu ve düşüncelerle hepinizi saygı, sevgi ve muhabbetle selamlıyorum,
Öğretmenler Günü’nü yeniden kutluyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Alpay.
Gündem
dışı ikinci söz, 24 Kasım Öğretmenler Günü ve öğretmenlerin sorunları hakkında
söz isteyen Ankara Milletvekili Zühal Topcu’ya
aittir.
Buyurun
Sayın Topçu. (MHP sıralarından alkışlar)
2.- Ankara Milletvekili Zühal Topcu’nun, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin gündem dışı
konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı
ZÜHAL
TOPCU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 24 Kasım Öğretmenler
Günü’ne yönelik olarak Milliyetçi Hareket Partisi adına gündem dışı söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Sözlerime
Van depreminde yaşamlarını kaybeden 75 öğretmenimizi, 75 fidanımızı, 75 eğitim
neferimizi anarak başlamak istiyorum. Ruhları şad olsun, Allah rahmet eylesin.
Hayatlarını
kaybeden öğretmenlerimizin adlarını ve yaşam öykülerini Sayın Bakanımızdan her
ne kadar duymasak da gönlümüzdeki ve dağarcığımızdaki yerleri hep taze
kalacaktır.
Bir
milletin millî, ahlaki ve kültürel yönden güçlü ve medeniyet bakımından
kalkınmış olması öğretmenlerinin üstün çabalarına bağlıdır. Millî birlik ve
beraberliğimizin teminatı saygıdeğer öğretmenlerimizdir.
Öğretmen,
en genel tanımıyla öğrenmeye rehberlik eden kişidir. Bu süreçte öğretmenin
önemli sorumlulukları, büyük fedakârlıkları vardır. Öğretme, evrensel bir
uğraştır. Yaşadığımız çevrede her ebeveyn çocuklarına, usta çırağına,
öğretmenler öğrencilerine sürekli bir şeyler öğretirler; yani sürekli bir
öğretme ve öğrenme durumu söz konusudur.
Her
Öğretmenler Günü’nde öğretmenler anılır ve vaatler birbirini izler. Diğer
taraftan, eğitim sistemindeki tüm olumsuzlukların ve başarısızlıkların nedeni
olarak da maalesef öğretmenler görülür. Göreve gelen her bakan öğretmenlerin üç
ay tatil yaptığını, kahvehanelerden çıkmadığını, gelişim ve değişime kapalı
oldukları söylemlerini sıklıkla dile getirirken, toplum gözünde öğretmenler
hedef gösterilmekte ve itibarsızlaştırılmaktadır.
Böylece,
belli bir eğitim politikası oluşturulamayan, bir nevi yapboz tahtasına dönen
millî eğitimin arka planda kalan büyük ve gerçek sorunlarının üstü örtülmekte
ve âdeta kasıtlı olarak hedef saptırılmaktadır. Maalesef bu yapılırken de büyük
bir özveri ve fedakârlıklarla görevlerini yerine getiren öğretmenlerimiz
acımasızca eleştirilmekte, en amiyane tabirle, harcanmaktadırlar. Öğretmenin
bir makine olmadığı, insan olduğu, bir ailesinin olduğu ve de en önemlisi
yaşamsal ve yasal haklarının olduğu, bilerek ya da bilmeyerek, göz ardı
edilmektedir.
Öğretmenlerimizin
bugünlerde yaşadıkları bazı sorunları da birkaç başlık altında toplayabiliriz:
Öğretmenlerin
gelir durumu, ülkemiz şartları göz önünde bulundurulduğunda, çok da iyi durumda
değildir. Öğretmenlerin ücretleri, OECD ve Avrupa ülkelerinden daha düşüktür.
Bu durum, kendini geliştiren, yenileyen öğretmen modelinin önüne geçen en büyük
engeldir. Son yapılan eşit işe eşit ücret kanununda da öğretmen ve
akademisyenler unutulmuş, ek ödemeleri de artmamıştır. Aynı unvan arasındaki
ücret farklılığını gidermek adına çıkarılan kanun hükmündeki kararname ile üst
düzey bürokratlar arasındaki ücret farklılıkları giderilmiş ancak eğitim ve
öğretimin yükünü taşıyan eğitimciler göz ardı edilmiştir.
İktidarın
istihdam anlayışı, her türlü güvenceden mahrum, tayin hakkı olmayan, aile
bütünlüğünün korunmadığı -özellikle bunu vurgulamak istiyoruz- türlü
istismarlara açık, sendikasız, güvensiz ve güvencesiz bir sisteme zemin
hazırlamaktadır.
Bugüne
kadar, millî eğitim bakanları, her öğrenci kayıt döneminde, kayıt parası ve
zoraki bağış alınmayacağına dair genelge ve açıklamalar yapmışlardır. Bu sene
de yine aynı açıklamalar yapılmasına rağmen, öğretmenler sorumlu tutulmuş, okul
yöneticileri sorumlu tutulmuş ve valiliklere gönderilen genelgeyle de bu
öğretmen ve yöneticiler hakkında soruşturmalar açılmıştır.
Ataması
yapılmayan öğretmenler konusu ayrı bir yara olarak ülkenin gündeminde yerini
işgal etmektedir.
Ayrıyeten,
ücretli öğretmenlerle eğitim-öğretim hizmeti yürütmeyi marifet sayan iktidar,
atama bekleyen öğretmenlerin Bakanlığın ihtiyaçlarını karşılayacak kadrolar
olduğunu da göz ardı etmektedir.
Genel
olarak bakıldığında kalabalık sınıflar, lojman ihtiyaçlarının karşılanmaması
gibi birçok sorunlar hâlâ dağ gibi karşımızda durmaktadır.
Teşekkür
ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Topcu.
Gündem
dışı üçüncü söz yine Öğretmenler Günü münasebetiyle söz isteyen Bursa
Milletvekili Turhan Tayan’a aittir.
Buyurun
Sayın Tayan. (CHP sıralarından alkışlar)
3.- Bursa Milletvekili Turhan Tayan’ın,
24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması ve Millî Eğitim
Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı
TURHAN
TAYAN (Bursa) – Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; 24 Kasım
Öğretmenler Günü münasebetiyle söz almış bulunuyorum. Sizleri saygıyla
selamlıyorum.
Atatürk’ün
“Başöğretmen” unvanını kabul ettiği 24 Kasımı otuz yıldan bu yana Türkiye
genelinde Öğretmenler Günü olarak kutluyoruz. 24 Kasım 1928’de açılan millet
mekteplerinde yediden yetmişe herkese okuma yazma öğretilebilmesi için seferber
olundu. Yüce Önder Atatürk, millet mekteplerinde bizzat yazı tahtasının başına
geçerek dersler verdi.
Bu
yıl 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü hüzünle kutluyoruz, çünkü geçtiğimiz günlerde
Van depreminde 75 öğretmenimizi şehit verdik, güneydoğuda onlarca öğretmenimiz
teröristlerce şehit edildi. Acımız büyüktür. Başta Başöğretmen Atatürk olmak
üzere tüm şehit öğretmenlerimizi ve kaderiyle ölen öğretmenlerimizi saygı,
rahmet ve şükranla anıyoruz.
Bilindiği
gibi öğretmen varlığıyla ülkeleri aydınlığa kavuşturan insandır. Öğretmenin
olduğu yerde çatışma yoktur, uzlaşma vardır çünkü öğretmen bilginin, sevginin
simgesi, cehaletin düşmanıdır. Öğretmenlerimiz, bu bilinç ve inançla yurdumuzun
en ücra köşelerine kadar uygarlık savaşçıları olarak gururla çalışmaktadırlar.
Sayın
milletvekilleri, öğretmenlik mesleklerin sorumluluğu en yüksek olanı ve en
onurlusudur, çünkü insanların ve toplumların yegâne mimarları öğretmenlerdir,
çünkü çocuklarımızın körpe dimağlarını Atatürk ilke ve inkılaplarıyla süsleyen
yine öğretmenlerdir.
Teknoloji
ne denli gelişirse gelişsin eğitimde öğretmenin alternatifi yoktur ve olamaz.
Çünkü öğretmen, sadece bilgi yükü, sadece veri deposu değildir; o, bunun
ötesinde sevgisi, içtenliği ve davranışıyla çevresinde örnek ve önder olan
kişidir. Öğretmen, eğitim sisteminin temel direğidir. Bu gerçeklerden dolayıdır
ki Başöğretmen Atatürk “Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.
Eserin değeri, sizin beceriniz ve özverinizin derecesiyle orantılı olacaktır.
Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür,
irfanı hür nesiller ister.” diyerek öğretmenlik mesleğinin büyüklüğünü
vurgulamıştır.
Sayın
milletvekilleri, bu denli önemli ve onurlu bir mesleğin mensuplarına onların
layık oldukları sosyal ve ekonomik imkânları veriyor muyuz? Üzülerek “Hayır”
diyorum. Yüz binlerce öğretmen açığına rağmen, öğretmenler atanamamakta, itilip
kakılmaktadır. Seçimlerde verilen sözler unutulmaktadır. Sözleşmeli öğretmen
çalıştırmaya ilişkin uygulama yaygın bir biçimde sürmekte, öğretmenler maddi
sıkıntı içinde kıvranmaktadırlar. Meslek yükselmelerinde bilgi, beceri ve
yeterlilik gibi önemli ölçütler değil, maalesef siyasi tercihler etkili
olmaktadır. Birçok öğretmen eşlerinin bulunduğu yerleşim birimlerinden yüzlerce
kilometre uzaklarda aile özlemi çekerek yaşamaktadır. Maalesef öğretmen moral
çöküntü içindedir. Hizmet içi eğitim için yeterli ve geçerli önlemler
alınmamaktadır.
Öte
yandan, eğitimin millîliğini ve laik eğitim sistemini delme gayretlerini
endişeyle izliyoruz. Endişelerimizi ve önerilerimizi beş dakikalık gündem dışı
konuşmaya sığdırmak elbette mümkün değildir. Maalesef, tek başına iktidar,
eğitimde reform yerine yaz boz getirmiş ve geriye
gidilmiştir.
Öğretmenler
Günü vesilesiyle, son önerimiz şudur: Terör ve deprem ile şehit olan 250’ye
yakın öğretmenimiz vardır. Bu eğitim kahramanlarının isimlerini yapılan ve
yapılacak okullara vererek onları ölümsüzleştirmeliyiz. Bunu, cefakâr öğretmen
camiası, eğitim ordusu, Türk millî eğitiminden ve devletinden beklemektedir.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Tayan.
Gündem
dışı konuşmalara Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer cevap vereceklerdir.
Buyurun
Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; sözlerime başlarken hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Bugün,
24 Kasım Öğretmenler Günü. Atatürk’ün Başöğretmen oluşunun 83’üncü yıl dönümünü
kutluyoruz. Ben, buradan, sizler vasıtasıyla ve sizlere yönelik olarak da tüm
öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü kutluyorum ve daha nice Öğretmenler
Günü’nde mutlulukla, huzurla ve bugünkü yaşadığımız acıları yaşamadan ulaşmayı
temenni ediyorum.
Çok
değerli milletvekilleri, gerçekten bu yıl Öğretmenler Günü’ne biraz buruk bir
yapıyla girdik. Hakikaten, Van’da kaybettiğimiz öğretmenlerimiz bizim içimizde
derin bir acı bıraktı. Ben, tekrar Van’daki kaybettiğimiz öğretmenlere, onlara
görev şehidi diyoruz, görev şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, yaralı olanlara
şifa diliyorum ve ailelerine sabır temenni ediyorum.
Çok
değerli arkadaşlar, hayatını kaybeden öğretmenlerimizle ilgili olarak şu ana
kadar Millî Eğitim Vakfının yaptığı yardımların ötesinde, Hükûmetimiz de,
biliyorsunuz, yaptığı ve yapmakta olduğu birtakım hukuki düzenlemelerle,
onların sosyal güvenlik ve bundan sonraki ihtiyaçlarıyla ilgili tedbirleri
almış bulunuyor. Yaralı öğretmenlerimizle ilgili olarak da her türlü tedavi
hizmetini sunuyor ve onların bundan sonra sağlığa kavuşması için elimizden gelen
neyse yapmaya çalışıyoruz.
Daha
da önemlisi, yaralı öğretmenlerimizle ilgili, onların bana talebi vardı,
enkazdan, sadece enkazdan yaralı olarak kurtulan öğretmenlerimizi de, yine
kendi illeriyle veya istedikleri yerde görevlendirerek onların tekrar deprem sendromu yaşamamaları için gerekli tedbirleri almış
bulunuyoruz.
Çok
değerli arkadaşlar, gerçekten Van depremi bizim üzerimizde büyük bir etki
bıraktı eğitim camiası olarak. Normalde biz bu etkiden kurtulmak hem de Van’da
hayatın normale dönmesini sağlamak için bir an önce de eğitime başlamayı arzu
ediyoruz. Hakikaten bugüne kadarki yaptığımız tespitlerde, size birinci
depremden sonra bilgi vermiştim, bugün tazelemek ve ikinci depremden sonraki
durum hakkında ayrıntısıyla bilgi sunmak ve ne yapmak istediğimizi anlatmak da
istiyorum.
İkinci
deprem maalesef birinci depremden daha yıkıcı oldu bizim için. Bu depremde
aşağı yukarı 44’e yakın okulumuzun artık kullanılamaz hâle geldiğini gördük,
ağır hasarlılar. İlk depremde bu sayı 20’di. Ama her şeye rağmen bizim Van’da
1.018 okulumuz bulunuyor ve bu 1.018 okuldan sadece 44 tanesini kullanamayacak
gözüküyoruz. Diğerleri içinse mühendislerin yaptığı teknik incelemeler ve hasar
tespitiyle ilgili durumlar tespit edildi ancak orada artçıların devam ediyor olması
ve ayrıca binaların daha ayrıntılı bir şekilde analizlerinin yapılarak daha
sağlam bir karar verebilmek maksadıyla teknolojiye dayalı bir hasar tespiti
yapma gibi bir çalışma da yürütüyoruz. Dolayısıyla İstanbul Büyükşehir
Belediyesinin sahip olduğu deprem analizleri yapabilecek teknolojiyle birlikte
yeniden Van’da bir gözlem daha yapacağız ve binalarımızı tek tek kontrol
edeceğiz. Bunu da 5 Aralığa kadar tamamlamayı planlıyoruz.
Onun
ötesinde, şu ana kadar aşağı yukarı onar derslik olmak üzere 2 tane prefabrik
okulumuz hazırlandı, yaklaşık 80’e yakın da ayrıca çadır derslikler, kışlık
çadırların derslikleri hazırlanmış vaziyette. Öğrencilerimizin önemli bir kısmı
ilgili en yakın okullara naklini yapacak ve taşımalı sistemle eğitimlerini
götürecek şekilde tanzim edildiler ama daha da önemlisi eğer Van’dan dışarıya
göç eden ister misafir olarak gitmek isteyen veya kalıcı olarak göç etmek
isteyen vatandaşlarımız, aileler ve onların çocuklarıyla ilgili de tedbirleri
aldık. Şayet imtihanla öğrenci alan okullara taşınacaklarsa, şartları
taşıyorlarsa, kayıtlarını yapmak suretiyle, şartlarını taşımıyorlarsa misafir
öğrenci olarak kayıtlarını yapmak suretiyle nakillerini yapıyoruz. Ayrıca,
özellikle sekizinci ve on ikinci sınıftaki çocuklarımızın istemeleri hâlinde
yine istedikleri illerde pansiyonlara yerleştirilerek eğitimlerine
başlamalarıyla ilgili tedbirleri de aldık. Bu gönüllü bir şekilde yürütülüyor.
İsteyen aileler ve çocuklarını götürüyoruz çünkü biliyorsunuz sekizinci sınıf
ve on ikinci sınıf üniversiteye hazırlık ve SBS sınavları için çok önem arz
eden sınıflar, onlar için ayrıca özel tedbirler aldık.
Çok
değerli arkadaşlar, biz Van’da kaybettiğimiz öğretmenlerimizin hatırasını da
yaşatacağız, onları hiçbir zaman unutmayacağız çünkü onlar müstesna bir güç
olarak, müstesna bir hizmet sunarken hayatlarını kaybetmiş oldular. Bizim
onları unutmamız mümkün değil. Bu vesileyle arkadaşların sıklıkla dile
getirdiği birtakım talepleri veya unutulmamalarıyla ilgili teklifleri biz göz
önünde bulunduruyoruz ve değerlendiriyoruz.
Öncelikle
şunu söylemeliyim: Bugüne kadar görev başında hayatını kaybetmiş, Van depremine
kadar -onu kastediyorum- hayatını kaybetmiş -görev başında- veya şehit olmuş
öğretmenlerimiz varsa onların ismini zaten biz okullarda yaşatıyor idik. Ayrıca
Van depreminde hayatını kaybeden öğretmenlerimizin isimlerini de kendi
illerindeki okullarda yaşatmaya devam edeceğiz. Bunu daha önceden kamuoyuyla
paylaşmıştım, burada tekrar vurguluyorum ama daha da önemlisi çok güzel bir
karar olarak Millî Piyango İdaresi öğretmenlerimizin isimlerini kendi
okullarına vermeye karar verdi.
Biliyorsunuz
Millî Piyango İdaresi şimdiye kadar kendi reklam bütçesinden Millî Eğitim
Bakanlığına okullar yapıp hediye etmekteydi. Bugüne kadar 1 anaokulu, 1
ilköğretim okulu, 41 tane de ortaöğretim okulu olmak üzere yaklaşık 43 tane
okul ve 15-16 civarında da pansiyonu bize yapıp teslim etmişti. Millî Piyango
İdaresi bir karar verdi. Bu karar doğrultusunda “Millî Piyango” ismi taşıyan
okulların isimlerini Van’da hayatını kaybetmiş öğretmenlerimizin isimleriyle
değiştirecekler. Ben burada sizlerin huzurunda Millî Piyango İdaresine ve
Maliye Bakanımıza bu konudaki hassasiyetleri ve katkıları için teşekkür
ediyorum.
Çok
değerli arkadaşlar, tabii, öğretmenlerimizin içinde bulunduğu durumu analiz
ettiğimizde üzerinde konuşabileceğimiz pek çok sorundan bahsetmemiz mümkün. Bu
sorunların her birisini tek tek konuşmak, her birisine dair çözümler getirmek
de zaman içerisinde diğer sorunların daha büyümesine sebebiyet verebiliyor. O
yüzden, biz, öğretmene verdiğimiz değer ve öğretmenlik mesleğine verdiğimiz
önem sebebiyle, öğretmenlikle ilgili meseleleri tek tek ele almak, onlara ayrı
ayrı çözümler üretmek yerine, bir bütünlük içerisinde ele almayı ve o
doğrultuda bir strateji geliştirmeyi öngördük. O yüzden, Millî Eğitim Bakanlığı
tarihinde ilk defa öğretmene odaklanmış bir çalıştay
hazırlandı. “Ulusal Öğretmen Stratejisi Çalıştayı”
ismini verdiğimiz bu çalıştayı geçtiğimiz hafta biz
Antalya’da topladık. Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuyla
ilgili, geçmişinde öğretim üyeliği veya öğretmenlik olan milletvekillerimizin
daveti yanında, ayrıca, sendika temsilcilerini, üniversite öğretim üyelerini,
konuyla ilgili uzmanları, sivil toplum örgütlerini, köşe yazarlarını, aklınıza
kim geliyorsa, hatta Atama Bekleyen Öğretmenler Platformunun temsilcilerini,
yani bu konuda taraf olarak görebileceğimiz ne kadar kesim varsa bunların
tamamının temsilcilerini davet ettik ve iki buçuk, üç günlük bir çalıştay tertip ettik. Bu çalıştay
süresince ana hatlarıyla dört ana bölümde konularımızı tartıştık.
Onlardan
bir tanesi, eğitim fakültesine gidecek yahut da öğretmen olmak isteyen
öğrencilerimizin eğitim fakültelerine gitme süreci ve eğitim fakültelerindeki
eğitim süreciyle alakalı alandı. Öğretmenlerin yetiştirilmesiyle ilgili
sorunlar bütün ayrıntısıyla tartışıldı ve bu tartışmalarda daha etkin ve
verimli hâle getirebileceğimiz eğitim sistemi üzerinde fikirler tespit edildi.
İkinci
boyutu: “Öğretmenlerimizin yetişme sürecinde staj yapmalarının acaba usta-çırak
ilişkisi içerisinde daha etkin hâle getirilmesi mümkün mü, değil mi?” sorusuna
cevap aranmaya çalışıldı.
İkinci
ana konu, ana hatlarıyla, öğretmenin seçimi, yerleştirilmesi ve oryantasyon eğitimi ile ilgili konulardı. Bugün, sizlerin
bildiği gibi sadece KPSS sınavına dayalı olarak öğretmenlerimiz seçilmekte ve
atamaları yapılmakta. Bunun yetersizliği üzerine vurgu yapıldıktan sonra
öğretmenlerin nasıl seçilmesi gerektiği, onların Bakanlıkta nasıl
yerleştirilecekleri ve istihdam edilecekleriyle alakalı hususlar ayrı bir
tartışma mevzusu oldu ve nihayet yine öğretmenlerimizin çalışma hayatları
boyunca mesleki gelişimlerinin sağlanması, çalışma şartlarının iyileştirilmesi
ve daha etkin hâle getirilmesi gibi konular ayrı bir tartışma mevzusu oldu.
Son
olarak da öğretmenlerin kariyer mesleği, ders vermeleri ve yetişmeleriyle
alakalı hususlar üzerinde çok geniş kapsamlı tartışmalar yapıldı. Bu
çalışmalardan sonra biz ulusal bir öğretmen stratejisi geliştirmeyi ve bu
strateji üzerinde de tedbirlerimizi almayı varsayıyoruz. Bu açıdan bakıldığında
az önce milletvekili arkadaşlarımızın gündeme getirdiği öğretmenlikle ilgili
meselelerin tamamına dair çok kapsamlı ve çok ayrıntılı bir çözüm stratejisini
ortaya koyacağız. Tabii, vaktiyle bununla ilgili belki başka tedbirler alınmış
olabilir ama sizler de biliyorsunuz ki dünya sürekli değişmekte ve gelişmekte,
yeni teknolojiler ortaya çıkmakta ve yeni yöntemler, yeni öğretme teknikleri
ortaya çıkmakta. Bütün bunlarsa uygulamakta olduğumuz mevcut stratejileri
değişmeye zorluyor. Bizim yaptığımız bu çalışma dünyadaki değişme ve
gelişmeleri de göz önüne alarak millî eğitim sisteminin daha etkin ve verimli
hâle getirilmesiyle ilgili, öğretmenin rolünü yeniden tanımlamaya yönelik bir
çaba olarak ortaya çıktı.
Tabii,
bu süreçte şunu söylemek lazım: Hakikaten öğretmenlerimizle alakalı önümüzde
bekleyen bir sorun var, hemen hemen sıklıkla dile getirilen bir mevzu, atama
bekleyen öğretmenler meselesi. Bununla ilgili bir fotoğraf size çizmek
istiyorum. Daha önceden gündeme gelmesi sebebiyle burada bilgi vermiştim, hem
de bilgilerimizi yeniden tazeleyelim diye, son olarak bütçe hazırlıkları
sebebiyle 2011-2012 öğretmen kayıtlarını da gözden geçirerek o bilgileri de
yeniden tazelemek istiyorum.
İçinde
bulunduğumuz durum şu, arkadaşlar: Millî Eğitim Bakanlığı olarak bahsediyorum,
tüm Türkiye’deki öğretmenler olarak bahsetmiyorum; Millî Eğitim Bakanlığının bu
yıl itibarıyla kadrolu 662 bin öğretmeni bulunuyor, 662 bin kadrolu
öğretmenimiz var, 60 bin civarında da ücretli öğretmenimiz bulunuyor. Toplam
722 bin civarında öğretmenle bugün eğitimimizi aksatmadan sürdürmek için çaba
sarf ediyoruz. Dışarıda ise eğitim fakültelerinden mezun olmuş, fen edebiyat
fakültelerinden mezun olmuş ve öğretmen olma vasfını kazanmış aşağı yukarı 264
bin öğretmen bulunmakta. Şimdi bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum, şu anda
bizim ücretle istihdam ettiğimiz sadece 60 bin öğretmen bulunuyor ama dışarıda
öğretmen olmak üzere kadro bekleyen yahut da Millî Eğitim Bakanlığından
öğretmen olmak için talepte bulunan öğrenci sayımız 264 bin. Bu 264 bin
rakamının üzerine iki şeyi daha ilave etmek istiyorum: Onlardan bir tanesi,
sadece eğitim fakültelerinden her yıl yaklaşık olarak 44 bine yakın
öğrencimizin mezun olduğudur. Yani mesela 2011 yılında 44 binden biraz daha fazla
öğrencimiz öğretmen olabilmek için eğitim fakültelerini tamamlamışlardır. Fen
edebiyat fakülteleri, fen fakülteleri, edebiyat fakülteleri, ilahiyat
fakülteleri, spor ve eğitimle ilgili diğer bölümlerden mezun olan öğrencilerle
birlikte baktığınızda, yıllık olarak, öğretmen olabilecek 73 bin insanımız
mezun olmaktadır. Hâlbuki Millî Eğitim Bakanlığının bugün toplam ihtiyaç
duyduğu kadrolu öğretmen sayısı 40 bin civarında, 60 bin ücretli öğretmene
tekabül eden kadrolu öğretmen sayısıdır bu rakam. Millî Eğitim Bakanlığının
hedeflerini esas aldığımızda, yani anaokulu, okul öncesi eğitimde eğitim
hedefinin okullaşma oranı itibarıyla yüzde 100 olduğunu, ilköğretimde yüzde 100
olduğunu, ortaöğretimde de yüzde 90’ın üzerine çıkmayı hedeflediğimizi göz
önünde bulundurursak o zaman bizim öğretmen ihtiyacımız 126 bin civarına
çıkmaktadır. Yani bugün bizim yaklaşık 130 bin, hadi bilemediniz, biraz daha
rahat çalışacağımızı varsayınız, 150 bin civarında öğretmene -maksimum-
ihtiyacımız bulunmakta. Şu anda bile dışarıda kadro bekleyen, atama bekleyen
öğretmen sayısının 264 bin olduğunu hesap edecek olursak bu problemin sistemik
bir problem olduğunu ve bu problemin çözülmesiyle alakalı olarak da bizim çok
daha bütüncül bir perspektif geliştirmemiz gerektiğini ortaya koyuyor. Bu
yüzden, eğitim fakültelerinin bölümlerinin kontenjanlarının gözden geçirilmesi,
öğretmen ihtiyacı veya öğretmen yetiştirilmesiyle ilgili düzenlemelerin yeniden
gözden geçirilmesiyle ilgili kapsamlı bir çalışmaya da ihtiyacımız vardı. Belki
Öğretmen Çalıştayı ile ilgili bizim temel
gerekçelerimizden birisi de bu olmuştu. O açıdan bu meseleye biz çok daha köklü
ve sistemik bir çözüm getirmek için çaba sarf ediyoruz.
Tabii
yine belki bu meseleyle alakalı üzerinde duracağım başka bir husus da 2002 yılından
bugüne kadar aşağı yukarı 320 bin civarında öğretmenimizin eğitim camiamıza,
eğitim ailemize katılmış olduğunu ifade etmektir. 320 bin civarında öğretmen
aldık bugüne kadar biz. Dolayısıyla, hele hele son iki yılda yani 2010 ve 2009
yıllarında ise her yıl yaklaşık olarak 40 bin civarında öğretmeni ailemize
dâhil ettik. Bu açıdan bakıldığında, son yıllarda oldukça yoğun bir şekilde
öğretmen almaya devam ediyoruz. Tabii bu, aynı zamanda öğretmenlerimizin göreve
başlamalarıyla birlikte fırsat eşitliğini artıracak bir sonuç da doğuracak. Bu
açıdan eğitimin kalitesine çok olumlu etki yapacak diye varsayıyoruz.
Tabii
burada şunu hatırlatma ihtiyacını da hissediyorum: Aslında biz eğitim
sorunlarından bahsediyorsak sadece öğretmen meselesi üzerinde durarak eğitim
problemlerimizi çözemeyeceğimizi de fark etmeliyiz. Öğretmenlerimizin ne kadar
fedakârca çalıştıklarını biliyoruz. Öğretmenlik mesleğinin ne kadar bizim
toplumumuz içerisinde yüce bir yerde durduğunun, nasıl bir saygınlık taşıyan
konumda olduğunun farkındayız. Ama sadece öğretmene bakarak, sadece öğretmen
sorununa odaklanarak biz eğitim sisteminin sorunlarını konuşamayız. Şimdi, az
önce arkadaşlar, birazcık da duygusal bir perspektifle çocuğundan veya
ailesinden ayrı kalan öğretmenlerin atamalarıyla alakalı hususları dile
getirdiler. Ben şimdi tüm Türkiye’ye buradan, öncelikle sizlere olmak üzere,
bir soru sormak istiyorum. Mesela çocuklarınızın her yıl bir öğretmen
değiştirmesini veya her yıl yeni bir öğretmenle yüz yüze gelmesini ister
misiniz? Bu soru eğitim sisteminin kalitesi ve çocuklarımızın pedagojik yapısı
açısından çok önemli bir sorudur ve bu soruyu lütfen öğretmenlerin ayrı
kaldıkları zaman dilimini hesap ederek konuşanlar göz önünde bulundursunlar.
Başka
bir soru: Çocuklarınızın eğitime başladıktan sonra, mesela bir 1’inci sınıf
çocuğunun sınıf öğretmeni, ilk defa okula başlamış, belki bir aylık, bir buçuk
aylık alıştırma sürecinden sonra o öğretmenin o sınıftan alınıp başka bir
sınıfa veya başka bir ile gönderilmesini ister misiniz?
Yine,
o sınıfa yeni bir öğretmenin geleceği kadar, beş günlük, on günlük, on beş
günlük, belki bir aylık bir sürenin eğitim açısından kaybedilmesini kim arzu
eder!
Ayrıca,
eğitim başladığı hâlde öğretmeni alıp başka bir yere gönderdiğimizde o sınıfa
ücretli öğretmen statüsünde bazı PKK yanlısı insanların girmesini arzu eder
misiniz?
Öyleyse,
eğitim sistemi ve öğretmen meselesiyle ilgili konuları gündeme getirirken hep
beraber dikkatli olmalı ve öğretmenlerimizin sorunlarına hep birlikte ortak
çözüm için el birliği yapmalıyız. Birbirimizden farklı stratejiler ortaya
koyduğumuzda aslında sorun çözülemiyorsa sadece öğretmenlerimizin duygularını
kullanmış veya istismar etmiş olabiliriz. Bu açıdan bakıldığında, ben sizlerden
destek istiyorum bu anlamda.
Çok
değerli arkadaşlar, bir başka hususun üzerinde durmak istiyorum. Hakikaten
eğitimin kalitesini artırmak istiyorsak, onun en önemli temel taşının öğretmen
olduğunu burada herkes ifade etti. Sugötürmez bir
gerçek olarak öğretmen, eğitim kalitesinin en belirleyici ögesidir. O yüzden,
öğretmenin kendi mesleki gelişimi kadar öğretmenin sınıfında olması,
öğrencilerini sahiplenmesi ve öğrencilerine eğitimi vermesi, onlara rehberlik
etmesi de önemlidir. O yüzden, öğretmenlerimizin pek çoğunun değişik alanlarda
öğretmenlik kazandıktan sonra değişik alanlarda görevlendirme talep ettiklerini
görüyoruz. Size şunu söylemeliyim: Bugün Millî Eğitim Bakanlığında 70 bine
yakın öğretmen kendi kadrosunda görev yapmıyorsa, o zaman sürekli olarak
görevlendirmeyle ilgili yapılacak taleplerin eğitimin niteliğini bozma
konusunda ne kadar etkili olduğunu tahmin etmeyi size bırakıyorum ben.
Bu
açıdan bakıldığında, öğretmen sınıfında olmalı, öğretmen öğrencisinin
karşısında olmalı ve öğretmen öğrencisi için kendi sevgisini ve kendi emeğini,
alın terini ortaya koymalı kanaatindeyim ben. O yüzden, öyleyse, bizim topyekûn
odaklanacağımız alan belki öğrenci, belki öğretmen, belki veli ayrı ayrı
olabilir ama bir bütünlük içerisinde eğitimin kalitesi olacaksa hepsine
birlikte bakmalıyız diyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (Devamla) – Ben bu vesileyle hepinize teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.
Sayın
Türkmenoğlu, Sayın Özgündüz, Sayın Alim Işık, Sayın
Muharrem Işık, Sayın Bürge, Sayın Ağbaba ve Sayın
Yeniçeri, söz talepleriniz var ancak İç Tüzük’ün
59’uncu maddesi gereğince gündem dışı en çok üç kişiye söz verebiliyoruz.
Böylece
gündem dışı konuşmalar tamamlanmış oldu.
Gündeme
geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 21 milletvekilinin, Doğu Anadolu fay
hattı ile ilgili çalışmaların incelenmesi ve olası depremlere karşı alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/65)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
08.03.2010
tarihinde Elâzığ'da yaşanan deprem felaketi ülkemizde derin bir acıya yol
açmıştır. Ülkemiz önemli bir deprem kuşağında olmasına karşın, ayrıca Doğu
Anadolu Fay Hattı'nın çok aktif olduğu açık ve net ifade edilmesine karşın
bugüne kadar bu bölgede hiçbir önlem alınmadığı açıkça görülmüştür.
Doğu
Anadolu Fay Hattı; Muş-Varto, Bingöl-Karlıova, Elâzığ-Kovancılar ve Sivrice,
Malatya-Doğanyol, Pütürge, Doğanşehir, Adıyaman-Gölbaşı, Maraş ve Hatay'a kadar
uzanmaktadır.
Bu
hatta, yıllardır oluşan birikimin boşalmasının her an
olabileceği Afet İşleri Genel Müdürlüğü'nün daha önce hazırladığı raporlarda
açık ve net olarak ifade edilmesine karşın, bu fay üzerinde çok geniş yerleşim
alanları olmasına karşın hiçbir önlem alınmadığı açıkça görülmüştür.
Sonuçta;
Elâzığ'da oluşan depremin bu fay hattı üzerinde her an olabileceği mevcut
raporlarda yer almıştır. Ancak, sonuçta bu bölgede depreme karşı hiçbir önlemin
alınmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalmamız, depremin acısı kadar üzüntü
duyulacak diğer bir gerçektir.
Bu
fay hattında, son on yılda, farklı bölgelerde değişik ölçeklerde depremler
oluşmuş, bu depremlerde önemli ölçüde can ve mal kayıpları olmasına karşın,
depremin yaraları yeterince sarılmadan, vatandaşlar kendi kaderleriyle baş başa
bırakılmıştır. Oluşacak yeni depremlere karşı her şey unutulmuş ve hiçbir
tedbir alınmamıştır.
Bu
fay hattı ile ilgili hazırlanan raporda, bu hattaki enerji boşalmasının her an
olabileceği açık ve net ifade edilmiş olmasına karşın bu rapor dikkate
alınmamıştır.
Doğu
Anadolu Fay Hattı ile ilgili olarak hazırlanan detaylı raporlar ve alınması
gereken önlemler açıkça belirtilmesine karşın bu raporun neden işleme
konulmadığının belirlenmesi, bu fay hattında önümüzdeki süreçte oluşabilecek
yeni ve büyük depremlere karşı alınacak önlemlerin tartışılması için Anayasanın
98. Maddesi ile İç Tüzüğün 104. ve 105. Maddeleri uyarınca bir Meclis
Araştırması açılmasını saygılarımla arz ederim.
1)
Ferit Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul)
2)
Candan Yüceer (Tekirdağ)
3)
İhsan Özkes (İstanbul)
4)
Erdal Aksünger (İzmir)
5)
Atilla Kart (Konya)
6)
Mehmet Şeker (Gaziantep)
7)
Tufan Köse (Çorum)
8)
Metin Lütfi Baydar (Aydın)
9)
Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
10)
Kazım Kurt (Eskişehir)
11)
Salih Fırat (Adıyaman)
12)
Sinan Aydın Aygün (Ankara)
13)
Aytuğ Atıcı (Mersin)
14)
Nurettin Demir (Muğla)
15)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
16)
Özgür Özel (Manisa)
17)
Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
18)
Rıza Türmen (İzmir)
19)
Ali Rıza Öztürk (Mersin)
20)
Celal Dinçer (İstanbul)
21)
Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
22)
Malik Ecder Özdemir (Sivas)
2.- Çanakkale Milletvekili Ali Sarıbaş
ve 23 milletvekilinin, su kaynaklarının potansiyelinin tespit edilerek
korunması ve bilinçli kullanımı için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/66)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Bilim
insanlarının 1960'dan günümüze kadar düzenli olarak tuttukları kayıtlarının
sonucunda, dünyanın her yıl ortalama 0,5 ila 0,8 derece arasında sıcaklığının
arttığı izlenirken, bu veriler ışığında 2100 yılına kadar ise yılda ortalama
1,8 ila 4 derece arasında sıcaklık artışlarının olacağı varsayılmaktadır.
Sanayileşmiş ülkelerin de atmosfere saldıkları sera gazlarındaki artışında
dünyamızı olumsuz etkileyerek, küresel ısınmaya neden olduğu ifade
edilmektedir.
Dünya
yüzeyindeki sıcaklığın artmasına neden olan bu sera gazlarının, bilim
insanlarının iddialarına göre 2025 yılından itibaren, dünya nüfusumuzun % 50
sinin susuzlukla karşı karşıya kalacağını, hatta bu durumun 2020 yılından
itibaren Asya ülkelerinde daha belirgin hissedilerek 1,2 milyar kişiyi
etkileyeceği iddia edilmektedir. Durumun ciddiyetine inanan devlet ve hükümet
adamları, bilim insanlarının bu uyarıları karşısında "Kuraklıkla
Mücadele", "Küresel Isınma", "Kıt olan su kaynaklarının
dikkatli kullanılması", "Doğayı koruma ve Çevreye duyarlı olma"
konularında acilen önlemler alınması konusunda açıklamalar yapmalarına karşın,
bu güne kadar elle tutulur somut bir adım atılamamıştır. Buna karşın kıt olan
su kaynaklarımız savurganca kullanılmaya, küresel ısınma, doğanın tahrip
edilmesi ve çevrenin kirletilmesi hızla devam etmektedir.
Bugün
dünyada petrol denince ne akla geliyorsa su da aynı şeye gelmekte, hatta
petrolsüz yaşanabilirken susuz yaşanamayacağı gerçeğini ifade etmektedir. Artık
ülkeler gelecekler ile ilgili oluşturdukları ulusal politikalarını belirlerken,
suyu dikkate almak zorunluluğunu hissetmektedirler.
Dünyadaki
okyanuslar, denizler, akarsular, göller ile yer altı ve yer üstü su
kaynaklarının ancak %3'ünün içilebilir su kaynaklarını oluşturduğunu göz önüne
alırsak, konunun ne derece önemli olduğunu daha iyi ortaya koyabiliriz. Bugün
dünyada kişi başına yıllık su tüketimi 7.600 m3/yıl iken ülkemizde
bu oran 1.700 m3/yıl gibi çok düşük bir orandadır. Mevcut tüm su
kaynaklarımızın potansiyeli ise kişi başına yıllık 3.700 m3/yıl'dır ki bu bile su tüketiminin ve mevcut kaynaklarımızın
dünya ortalamalarının çok çok altında ve aslında su fakiri bir ülke olduğumuz
gerçeğini ortaya koymaktadır.
Su
fakiri bir ülke olmamıza karşın, bunun yanında bir taraftan küresel ısınma,
çevre kirliliği, doğanın tahrip edilmesi ile birlikte diğer taraftan da mevcut
su kaynaklarımızı bilinçsizce kullanmamız sonucu, verilerin de ortaya koyduğu
gibi çok yakın bir tarihte su kıtlığı ve su savaşları ile karşı karşıya
kalabileceğimiz aşikârdır. Komşularımıza göre daha şanslı olmamıza karşın çok
yakın bir tarihte suya olan ihtiyacın bağımsızlığımızı çok ciddi tehdit altına
sokabileceği görülmektedir.
İşte
bu nedenlerle; Ülkemizin nüfus artışı da göz önüne alınarak, Ülkemizde mevcut
su kaynaklarımızın gerçek kapasitelerinin tespit edilerek, gelecekte
karşılaşacağımız tehlike ve tehditleri de göz önüne alarak, zaten kıt olan su
kaynaklarımızın korunması, bilinçli kullanılması ve ileride su kıtlığına karşı
alınması gereken tedbirlerin belirlenerek bir an önce hayata geçirilerek
çözümlenmesi için Anayasamızın 98. İçtüzüğümüzün 104. ve 105. Maddeleri
gereğince bir komisyon kurularak araştırılması için önergemizin kabulünü arz
ederiz.
Saygılarımızla.
1)
Ali Sarıbaş (Çanakkale)
2
)Tufan Köse (Çorum)
3)
Mehmet Şeker (Gaziantep)
4)
Bülent Kuşoğlu (Ankara)
5)
Aydın Ağan Ayaydın (İstanbul)
6)
Candan Yüceer (Tekirdağ)
7)
İhsan Özkes (İstanbul)
8)
Erdal Aksünger (İzmir)
9)
Metin Lütfi Baydar (Aydın)
10)
Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
11)
Kazım Kurt (Eskişehir)
12)
Salih Fırat (Adıyaman)
13)
Aytuğ Atıcı (Mersin)
14)
Özgür Özel (Manisa)
15)
Nurettin Demir (Muğla)
16)
Atilla Kart (Konya)
17)
Sinan Aydın Aygün (Ankara)
18)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
19)
Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
20)
Ali Özgündüz (İstanbul)
21)
Ali Rıza Öztürk (Mersin)
22)
Celal Dinçer (İstanbul)
23)
Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
24)
Malik Ecder Özdemir (Sivas)
3.- Çanakkale Milletvekili Ali Sarıbaş
ve 20 milletvekilinin, arıcılık sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/67)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Beş
milyonu kayıtlı olmak üzere on milyondan fazla arı kovanının olduğu ülkemizde,
genelde örgütlenen arıcılar, ilimizde de 'Çanakkale Arı Yetiştiriciliği
Birliği' çatısı altında birleşerek örgütlenmeye çalışmışlardır.
Bir
tarım ülkesi olan ülkemizde arıcılığın önemi çok büyük olup, arısız tarım
düşünülemez. Coğrafik konumu itibarıyla arı yetiştiriciliğine çok uygun
olmasına karşın, ülkemizde arı yetiştiricilerinin saymakla bitmeyen sorunları
bulunmaktadır.
Bölgeler
için en iyi arının seçiminden, bölgelerin şartlarına uyum sağlayan arının
seçimine kadar. Bölge dışından taşıma yolu ile getirilen arıların taşıdığı
risklere, arıcıların eğitimine, modern araç gereç kullanımına, kovanların
bakımı ile hijyenikliğinin
sağlanmasına kadar birçok sorun yaşanmakta. Daha doğrusu arı
yetiştiriciliğinden, bal üretimi ve pazarlanmasına kadarki geçen süreçte
saymakla bitmeyen pek çok sorunlar yaşanmaktadır.
Ülke
ekonomimiz ve istihdama çok büyük katkısı olan arıcılık sayesinde elli binin
üzerinde aile direkt olmak üzere yüz binlerce kişi geçimini sağlamaktadır.
Milyonlarca kişinin faydalandığı arıcılık son yıllarda ülkemizin yükselen
değeri olması sebebi ile;
İstihdam
başta olmak üzere, ülkemize birçok faydası olan arı yetiştiriciliğinin daha
bilinçli yapılabilmesi için eğitim ve örgütlenmeleri başta olmak üzere, modern
araç ve gereçlerden daha fazla yararlanmaları, üretimde verim ve kalitenin
artırılması, maliyetlerin düşürülerek halkımızın daha fazla bal tüketmesi,
ülkemiz tarım ve ekonomisine daha çok katkıda bulunabilmesi, ihracata yönelik
çabaların yoğunlaştırılarak, yabancı ülke üreticileri ile rekabet edebilmeleri
için arıcılarımızın sorunlarının tespit edilerek, çözümlenmesine yönelik
gerekli tedbirlerin alınarak, arıcılarımıza ve arıcılık sektörümüze sahip
çıkılması amacı ile Anayasamızın 98. İçtüzüğümüzün 104 ve 105. maddeleri
gereğince bir komisyonunun kurulabilmesi için araştırıma önergemizin kabulünü
arz ederiz.
Saygılarımızla.
1)
Ali Sarıbaş (Çanakkale)
2)
Candan Yüceer (Tekirdağ)
3)
Atilla Kart (Konya)
4)
İhsan Özkes (İstanbul)
5)
Erdal Aksünger (İzmir)
6)
Tufan Köse (Çorum)
7)
Mehmet Şeker (Gaziantep)
8)
Salih Fırat (Adıyaman)
9)
Özgür Özel (Manisa)
10)
Metin Lütfi Baydar (Aydın)
11)
Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
12)
Kazım Kurt (Eskişehir)
13)
Aytuğ Atıcı (Mersin)
14)
Nurettin Demir (Muğla)
15)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
16)
Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
17)
Ali Özgündüz (İstanbul)
18)
Ali Rıza Öztürk (Mersin)
19)
Celal Dinçer (İstanbul)
20)
Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
21)
Malik Ecder Özdemir (Sivas)
BAŞKAN
– Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
B) Duyurular
1.- Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılığının yazısı ile Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesince, Mardin
Milletvekili Gülser Yıldırım ve Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Ayhan’ın, tutuklu olarak yargılanmalarına devam edildiğine
dair dosyaların, Anayasa’nın 83’üncü maddesinin ikinci fıkrası gereğince
Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulmasına ilişkin duyuru (3/639)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 16/11/2011 tarih
ve 2011/11105-5 sayılı yazısı ile;
Diyarbakır
5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/516 esas sayılı derdest dosyası kapsamında
Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım’ın,
2011/46
esas sayılı derdest dosyası kapsamında ise Şanlıurfa Milletvekili İbrahim
Ayhan’ın, tutuklu olarak yargılanmalarına devam edildiği, Anayasa’nın 83’üncü
maddesinin ikinci fıkrası gereği bildirilmiştir.
Bilgilerinize
sunulur.
Şimdi,
Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün
19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım.
Okutuyorum:
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri
1.- Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve
arkadaşları tarafından, kadına yönelik şiddetin tespiti amacıyla verilmiş olan
Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen
diğer önergelerin önüne alınarak, 24/11/2011 Perşembe
günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerin aynı birleşimde
yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
24.11.2011
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu'nun 24.11.2011 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti
grupları arasında oy birliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini,
İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul'un onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
Pervin
Buldan
Iğdır
Grup
Başkanvekili
Öneri:
22
Kasım 2011 tarihinde, Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve arkadaşları
tarafından (195 sıra nolu), Kadına yönelik şiddetin
tespiti amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis Araştırma
Önergesinin, Genel Kurul'un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin
önüne alınarak, 24.11.2011 Perşembe günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN
– Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Ayla Akat Ata, Batman
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Ata. (BDP sıralarından alkışlar)
AYLA
AKAT ATA (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi
Partisinin grup önerisi üzerine söz hakkı almış bulunmaktayım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bugün 24 Kasım, 25 Kasımın arifesindeyiz. Bu vesileyle grup
olarak biz de kadına yönelik fiziksel, ekonomik, siyasal ve benzeri her türlü
şiddetin kadın sağlığı üzerinde yarattığı etkilerin araştırılması ve gerekli
önlemlerin alınması için bir grup araştırma önergesi sunmuştuk, bunun da
gündeme alınmasını talep ediyoruz.
Takdir
edersiniz ki ayın 22’sinde ve 23’ünde de önce MHP Grubu, daha sonra CHP Grubu
da gündem dışı olarak, gündeme alınması yönünde talepte bulunmuşlardı ama biz
gerek basın yayından takip ettiğimiz oranda gerekse buradaki tartışmalar
boyutuyla da ve iktidar partisinin bu konudaki tavrı dolayısıyla bir gündem
yaratabilmiş değiliz henüz, bunun da altını çizmek gerektiğini belirtmek
istiyoruz.
Değerli
milletvekilleri, 1960, Dominik Cumhuriyeti, 3 kız kardeş bir vahşetle kurban
edildiler. Eğer bugün 25 Kasım bir mücadele, uluslararası mücadele ve dayanışma
günü olarak biliniyorsa bunun arkasında yatan bir mücadele gerçeği vardır,
kadın mücadele gerçeği. Tıpkı 8 Martta olduğu gibi New York ve tekstil işçileri
açısından değerlendirdiğimizde. Kadınlar eğer bugün kendilerine yönelik
şiddetin tartışılmasını bir mücadele günü olarak yahut bir kutlama günü olarak
kabul ettirebildilerse bunun arkasında bir direnen kadın gerçeği vardır. Biz buradan
kadın özgürlük mücadelesi uğruna yaşamını yitirmiş olan tüm kadınların anısı
önünde saygıyla eğilerek konuşmamıza başlamak istiyoruz.
Değerli
milletvekilleri, “Gündem oluşmuyor.” dedik. Evet, öncelikle Meclis Başkan
Vekilimizin tavrı dolayısıyla Türkiye gündemine getirmek istediğimiz kadına
yönelik şiddet provoke edildi, dün de Sayın Başbakanın Dersim yönündeki
açıklamasıyla. Ama kadına yönelik şiddet gerçekten -Türkiye'nin karnesi dikkate
alındığında- en öncelikli konulardan biri olarak düşünülmeli ve bununla
mücadele noktasında da tüm siyasi partilerin ortaklaşması gerekmekte.
Değerli
milletvekilleri, kadınlar evde, okulda, iş yerinde, sokakta, göz
altında şiddete maruz kalıyorlar. Ama bu şiddetin gerek farkındalığının
yaratılması gerek kovuşturulması gerek soruşturulması gerek faillerin
cezalandırılması noktasında çok iyi bir karne sahibi değiliz. Bir kız çocuk
olarak, bir kız kardeş olarak, bir abla olarak, bir anne, bir eş olarak, hatta
bir nine olarak sahip olduğumuz sıfatlarla bizler toplumun yarısıyız ama maruz
kalmış olduğumuz şiddet toplumun bilgisinden ve görgüsünden uzak tutulmaya
çalışılıyor. Bu bir gerçek ve yine toplumun yarısı olmakla birlikte, yine
birlikte yaşadığımız ve çoğu sevdiğimiz olan aile bireyleri tarafından şiddete
maruz kalıyor olmamız açık ve ortadayken bununla ortak mücadele mekanizmalarını
geliştirme noktasında ne yazık ki çok iyi bir noktada değiliz. Nasıl
gerçekleştirebiliriz kadınların bu noktada var olan haklarının farkında
olmasını ve bunun diğer insanlar tarafından da bilinir ve saygı duyulur
olmasını? Bu konuda çok ciddi ve toplumun tüm kesimlerini içine katan bir
mücadele içerisinde olmamız gerekiyor. Bugün evrensel anlamda
güvence altına alınan ve bizim de çoğunu imzalamış olduğumuz ve Anayasa’mız
hükmünde olan, iç hukukumuzun bir parçası hâline gelen ve yine kendi iç
mevzuatımızda da -başta Anayasa olmak üzere- düzenlemeye kavuşturmuş olduğumuz
birçok hak, insan hakkı kadınlar söz konusu olunca ne yazık ki aile
bireylerinin isteği, aile bireylerinin bu hakkını tanıması, aile bireyleri
tarafından bu hakkın kadınlara verilmesi şeklinde tezahürünü buluyor. Herkes
temel insan haklarına sahiptir ama bir kadının bu insan haklarından
yararlanabilmesi bazen aile içerisinde babanın, erkek kardeşin, bazen
akrabaların bazen içinde yaşamış olduğu toplumun bu konudaki onayına bırakılır.
Bu da esasında bir bütün olarak bunun üzerine nasıl gitmemiz gerektiği
noktasında bir ipucu veriyor. Nasıl gündem oluşturabiliriz? Bunun için birden
fazla kanal var. Evet, biz siyasetçiler olarak gündem oluşturabiliriz -ki bu
konuda çok büyük bir acziyet içerisindeyiz- ama bunun
dışında değişik araçları da kullanabiliriz.
Kadına
yönelik şiddet haberleri artık sadece gazetelerin üçüncü sayfa haberi olarak
ele alınmamalı. Şunu unutmamalıyız ki bu haberler tamamen şiddeti besleyen ve
şiddetin tekrar tekrar kendisini üretmesine vesile olan haberler. Bu haberlerin
kadına yönelik şiddet vakasını toplumun gündeminden ve ülkemizin gündeminden
çıkarmamız için bir faydası olmadığını bilmekle beraber haberlere yer ve yön
verilmesi gerek yazılı gerek görsel medyada bunun denetiminin sağlanması
noktasında defalarca kez ilgili kuruluşların uyarılmış olmasına rağmen -en
azından bizim partimiz tarafından- bir mesafe katedilemediğini
görmekteyiz.
Çok
açık ve net ortada oranlar var değerli milletvekilleri, biz çok rahat elde
edemedik bu verileri. Yani çoğu zaman bakanlıklara kadına yönelik şiddet
noktasında sormuş olduğumuz soruların cevaplarını alamıyoruz ama Adalet
Bakanımız Sayın Sadullah Ergin bize bir cevap verdi 2002-2009 yılları
arasındaki verilere dair. 2002-2009’a ait toplam veri 66 iken 2009 yılında bu
veri 953’e tırmanmış. On iki aya böldüğünüzde neredeyse 100’e yakın bir rakamla
karşı karşıyayız. Yani bu ülkede bu tablonun çok açık bir şekilde görünür olmasını
sağlamak da bizlerin görevi. Eğer bir yıl içerisinde 953 kadın katlediliyorsa,
cinayet işleniyorsa ve biz, bu noktada, hâlâ “Sorumluyuz, bunu gündeme alalım,
bunu araştıralım.” demiyorsak, biz bu topluma, en azından bu koltuklarda
oturmak için bize vermiş oldukları emanete çok da layık bir hizmet
üretebildiğimizi ifade edemeyiz.
953
kadın değerli milletvekilleri. Bu 2009 verileri ve bu verinin sürekli arttığını
da, yani 2000’den 2009’a kadar sürekli arttığını ve henüz 2010-2011 verilerine
de ulaşamadığımızı varsaydığımızda ciddi bir problem bu.
Şunu
da ifade edebiliriz, şöyle bir ters orantı da var: Kadına yönelik şiddetle
mücadele ettikçe bu sorunun bilinir olmasını da sağlayabiliyoruz. Mesela 2002
yılındaki 66 rakamı, bu şiddete karşı mücadele kanallarının genişletilmesi ve
mücadele ortamlarının daha da artırılması vesilesiyle daha görünür olmuştur. En
azından “Fare zehiri içti.” denilerek doğal bir ölüm
gibi gösterilmesi engellenmiş, bunun arkasında yatan bir katliam zihniyetinin,
bir cinayetin olduğu da açığa çıkmıştır. Ama yeterli midir? Değildir. Bizler
bir bütün, bu süreçle mücadele etmeliyiz.
Nasıl
yapacağız? Şu an hâlâ komisyon çalışmaları devam ediyor, ülke bütçemizi tabii
ki kadın sorunlarına duyarlı hâle getirebilmeliyiz. Sadece ilgili Bakanlığın
bütçesiyle değil ki bu Bakanlığın bütçesine baktığımızda ayda 100’e yakın
kadının katledildiği bir bakanlık bütçesinin Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin
dörtte 1’i olduğunu görüyoruz. Bu ciddi bir rakam arkadaşlar. Bunun üzerine
gerçekten düşünmek, bütçenin kadına duyarlı hâle getirilmesini sağlayabilmek
için ortak mücadele vermek gerekiyor.
Ve
yine nasıl yapacağız? Toplumun bilgilendirilmesi ve bu bilginin bilince
çıkartılması çok da kolay bir olay değil, çünkü bugüne kadar dinin yanlış
yorumu ve feodalizmin etkisi dolayısıyla oluşmuş toplumsal değer yargılarını
-bunlar on yıllar, hatta bazıları yüzyıllara dayanıyor- bir anda
değiştirebilmek mümkün değil değerli milletvekilleri. Bunu yapabilmek için,
evet, bir kuşağı gözden çıkartabiliriz, ama hangi araçları kullanacağımızı
bugün tespit etmek zorundayız. Medyayı kullanacaksak doğru bir şekilde…
Eğer
bu süreçle ciddi bir şekilde mücadeleyi önümüze hedef koyduysak, bunun
bütçesini, ekonomisini ve en önemlisi kadrosunu, toplumsal cinsiyet eşitliğine inanan,
bunu pratikte, yaşamda gösterebilmiş kadrolarla bu işi yürütebilmemiz
gerekiyor. Hem kadrosunun hem ekonomisinin bir şekilde tekrardan, tekrardan
gözden geçirilerek yenilenebilmesi gerekiyor çünkü bilinçlendirme dediğimiz
olay bir anda gelişmiyor.
Evet,
ilgili ceza maddeleri var. Bu ceza maddelerinden dolayı yargı önüne çıkma
durumu da söz konusu ama bir ucunun da eğitim olduğunun ve ilkokuldan
başlayarak eğitim materyallerinde kadına yönelik şiddet ve ayrımcı politikalara
karşı bir bilgilendirmenin söz konusu olması gerekiyor.
Tabii,
bunun dışında uygulama da çok önemli. Bir kadının maruz kalmış olduğu şiddet
sonrası birlikte yaşadığı aile bireylerinin tavrı, daha sonra bir araya geldiği
kolluk görevlileri ve daha sonra yargı önüne çıktıysa, eğer çıkabildiyse fail,
oradan çıkan sonuç çok çok önemli, toplumun geneli açısından çok önemli. Tabii,
bu noktada biz çok önemli bir mesafe katedebilmiş
değiliz değerli milletvekilleri.
Mesela,
erken yaşta evliliklerle ilgili, ben de bir önceki dönem Kadın Erkek Eşitliği
Komisyonunun üyesiydim. Bir alt komisyon çalışması da yürüttük. O süreçte
vermiş olduğumuz bir soru önergesine verilen cevap var. Erken yaşta evlilikle
mücadele ediyoruz ama biliyoruz ki kıyılan dinî nikâh bunun toplumsal
meşruiyetini beraberinde getiriyor. İlgili yasal düzenlememiz var. On sekiz yaş
altı genç bayanlara, genç kadınlara dinî nikâh kıyanlara ceza öngörüyor bizim
Ceza Kanunu’muz ama aldığımız cevap bu: “2002-2009 yılları arasında resmî nikâh
belgesini görmeden dinî nikâh yaptığı iddiasıyla ilgili olarak 15 din görevlisi
hakkında tahkikat yapılmıştır. Bunlardan 10 kişi hakkında iddianın asılsız
olduğu anlaşılmıştır, 4 kişi hakkında disiplin yönünden gerekli cezai işlemler
yapılmıştır, 1 kişi hakkında da hâlâ tahkikat devam etmektedir.”
Değerli
milletvekilleri, biz, cezanın henüz…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AYLA
AKAT ATA (Devamla) – Şunu bitirebilir miyim Sayın Başkan?
BAŞKAN
– Sayın Ata, teşekkür ediyorum, uzatma yok.
AYLA
AKAT ATA (Devamla) – Konuşacak çok şey var değerli milletvekilleri. Kadına
yönelik şiddeti önleme konusunda hepimizi bekleyen sorumluluklar var.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Öznur Çalık, Malatya
Milletvekili.
AYLA
AKAT ATA (Batman) – Öznur Hanım, siz aleyhinde konuşmasaydınız, destek
verseydiniz.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Çalık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÖZNUR
ÇALIK (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadına yönelik şiddetin
kadın sağlığı üzerinde yarattığı etkilerin araştırılması ve gerekli önlemlerin
alınması için Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve
105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması konusunda verilen
önerge aleyhine grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Yarın
25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü. Bu
vesileyle tüm kadınlarımızın yanında olduğumuzu bir kez daha tekrarlamak
istiyorum ve tüm kadınlarımıza sesleniyorum: Şiddetsiz bir dünyada
yaşayabileceğimiz günler var gelecekte. Bunun için içimizde taşıdığımız ümide
sıkı sıkı hep beraber sarılalım.
Öncelikle,
kadından bahsederken bir nesneden bahsetmediğimizin altını sıkı sıkı çizmek
istiyorum. Kadın dediğimiz varlık, insanlık âleminin yarısını teşkil eden,
sadece bedeni değil ruhuyla, duyarlılığıyla, merhametiyle, aklıyla dünyayı
dönüştürendir. Kadın annedir, kadın yârdir, kadın bacıdır, kadın kardeştir.
Dünyaca ünlü bir söz vardır, hepiniz bilirsiniz. “Erkekler, yapmak zorunda
olduklarını yaparlar. Kadınlar ise erkeklerin yapamadıklarını.”
Örf
ve âdetlerimize göre yuvanın esas sahibi kadındır. Ailenin ve toplumun temel
direği kadındır. Ülke nüfusumuzun yüzde 50’sinden fazlasını oluşturan kadınlar
hepimizin ulusal gücüdür. Bugün ne yazık ki toplumumuzda şiddet ve töre
cinayetlerinin odağında da maalesef kadın vardır. Bu da insanlığın maalesef bir
ayıbıdır ve utancıdır.
Kadına
yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet kalıplarından kaynaklandığı gibi fiziksel,
cinsel, ruhsal hasarlar vermektedir. Kadını toplum içerisinde ya da özel
yaşamında baskılayarak özgürlüklerini kısıtlamaktadır. Birçok
şiddet eylemi, töre cinayetleri, küçük yaşta evlilikler ki geçen dönem Kadın
Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunda Alt Komisyon Başkanlığını yaptığım erken yaştaki
evliliklerle ilgili olarak yapmış olduğumuz çalışma ve rapor, gerçekten
Komisyonumuzun çok önemli çalışmalarından biriydi ve sunmuş olduğumuz çözüm
önerileriyle de sayın bakanlarımız hem eğitim konusunda, eğitimin on üç yıla
çıkarılmasıyla ilgili olarak, hem Adalet Bakanlığımızdaki yasal düzenlemeler
açısından çözüm önerilerimizi dikkate alacaklarını çok net bir şekilde ifade
etmişlerdir.
Gerekirse
erken evlilik, gerekirse berdel ve beşik kertmesi de dâhil, zorla evlendirme
gibi geleneksel uygulamalardan kaynaklanmaktadır şiddet maalesef. Tahminlere
göre, dünyada her 3 kadından 1’i şiddet görmektedir. Maalesef taciz
edilmektedir. Tacizi yapan kişi, genellikle ailesinden biri ya da tanıdığı bir
kişidir.
Değerli
milletvekillerim, kadına yönelik şiddet sadece fiziksel uygulanan şiddetten
ibaret değildir. Yok saymaktan daha kötü bir şiddet
biçimi düşünebiliyor musunuz? Varsınız, yaşıyorsunuz, soluyorsunuz,
paylaşıyorsunuz ama yok sayılıyorsunuz. Dâhilsiniz ama müdahil değilsiniz.
Kadının dâhil olmadığı bir sistemi dayatmak da kadının psikolojik olarak
şiddete maruz kalmasıdır. Bu sebeple, kadın haklarının ihlali ve kadına yönelik
her türlü ayrımcılığın önlenmesine yönelik çalışmaların odağında da kadınların
maruz kaldıkları şiddetin ortadan kaldırılması bulunuyor ve bulunmalıdır.
Öncelikle, kadınlarımızın kendilerini güçlü ve özgür hissedecekleri ortamı hep
birlikte temin etmeliyiz. Onlara sağlayacağımız eşit fırsatlara onları
kavuşturmalıyız.
Değerli
Başkan, değerli milletvekilleri; şunu açıkça ifade etmeliyim ki kadına yönelik
şiddet yalnızca ülkemizde değil, tüm dünyada tartışılan, çözüm önerilerinin
sürekli gündeme taşındığı ancak uygulamada yeterli sonuçların alınamadığı,
âdeta kronikleşen, evrensel boyutlarda bir yaradır. Kadının maruz kaldığı
şiddetin milleti olmadığı gibi, dili, ırkı ve mezhebi de yoktur. Hiçbir
kültürel gelenek, örf, âdet, kadına bu zulmü önermemekte ve mazur göstermemektedir.
Kadınların karşı karşıya kaldığı şiddetin ülkelerin gelişmişlik düzeyleriyle de
ilişkisi maalesef yoktur. Kalkınmış devletlerde, eğitim seviyeleri daha yüksek
toplumlarda dahi sorunun varlığını görmekteyiz. Bu nedenle, çok uluslu
örgütlerin konuyla ilgili çok çalışma yaptığını biliyoruz. Birleşmiş Milletler
İnsan Hakları Komisyonunun hazırladığı ve 10 Aralık 1948’de kabul edilen İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi’nde “İnsanlara karşı ayrımcılığın kabul
edilmezliği” prensibinin teyit edildiği ve tüm insanların özgür doğduğu ve eşit
itibar ve haklara sahip olduğu ifade edilmiştir. Türkiye, bu meseleyi her
vesileyle tartışmaya devam ediyor ve son on yılda çok büyük mesafeler katetmiştir. Tartışmanın boyutları her geçen gün daha makul
boyutlara geliyor ve bu boyut… Bu tartışmayı yaparken bütün insanların
şiddetten uzak durmasını temenni ediyoruz. Bütün insan hak ve hürriyetlerine,
adalete ve merhamete öncelik veriyoruz ve Hükûmetimiz bu konuda vermiş olduğu
öncelikler çerçevesinde de çok önemli çalışmalar yaptı. Özellikle Türk Ceza
Kanunu’nda, İş Kanunu’nda, aile mahkemelerinin kurulmasında, çalışan kadınların
annelik haklarında, Belediye Kanunu’nda, Devlet Memurları Kanunu’nda, ailenin
sağlığını, mutluluğunu esas alan devrim niteliğinde yenilikler yaptık.
Şiddete
karşı başlattığımız mücadelede iki çok önemli gelişme var, bunları da sizlerle
paylaşmak isterim. Kadın ve aile bireylerinin şiddetten korunmasına dair
hazırladığımız ve yakın zamanda Meclisimizde kanunlaşacak tasarımızdan herkes
haberdar. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız Sayın Fatma Şahin’in öncülüğünde
biz bu alanda hukuki alt yapıyı güçlendirmemiz gerektiğine inandık ve bununla
ilgili 23’üncü Dönemde teklif, bu dönemde de tasarıyı hazırlamış bulunmaktayız.
Bunun, 4320’nin üç maddelik hâlini otuz maddelik bir temel
kanun hâline getiriyoruz ve değerli arkadaşlarım, bu kanunla birlikte İçişleri
Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Diyanet İşleri, Türk Silahlı Kuvvetleri,
üniversitelerimiz, sivil toplum örgütlerimiz, herkesten görüş alınarak
hazırlandı ve özellikle ailenin kadının yanında olmak gibi çok önemli bir
görevimizin olduğunu hepimize, hepinize hatırlatmak isterim ve bu kanunda
yapılan en önemli değişiklerden bir tanesi şiddete uğrayanlarla birlikte uğrama
tehlikesi bulunanlar da korunacak, sadece eşler değil, kadın, çocuk, eş,
nişanlı ya da birlikte yakın ilişki içerisinde yaşayanlar, evliliği ya da
birlikteliği bitmiş bütün bireyler ve diğer aile bireyleri de korunacaktır. Aynı
zamanda koruma işini biz çift taraflı yapmak istiyoruz. Daha önce, yalnızca
şiddete uğrayanı koruma şeklinde bir sistemimiz vardı. Şu anda şiddet
uygulayanı da öfke kontrolü, stresle baş etme, ciddi psikolojik sorunu varsa
tedavi altına alma zorunluluğunu getiriyoruz.
Hem
İçişleri Bakanlığında hem Emniyet Genel Müdürlüğünde hem de Adalet Bakanlığında
cumhuriyet savcılarımızın kendi içinde şiddetle mücadele birimleri kuruluyor.
Yani kurumsal olarak aynen bugün çocuk polisi gibi bir altyapı oluşturuyoruz ve
gizlilik maddesine çok önem veriyoruz. Bununla birlikte, şu an mevcut durumda
mahkeme kararları çıkarılıyor, koruma kararı alınıyor, aile mahkemesi hâkimi
şiddeti uygulayana uzaklaştırma veriyor. Kolluk kuvvetlerinin yalnızca
gözetleme hakkı vardı. Şimdi yaptığımız müdahaleyle kolluk kuvvetinin yetkisini
artırıyoruz ve bu artırmayla birlikte eğer bu karara uymuyorsa tutuklama
getiriyoruz ve cezai yaptırım yapıyoruz.
Artık
bilgi ve teknolojiyi kullanacağız. Teknik takip kısmıyla birlikte elektronik
kelepçe de yine gündemimizde olan maddelerden. Yine call
center merkezi oluşturulacak, yalnızca evde değil,
cadde değil, kadının yerini tespit edecek ve sinyalizasyona bağlı olarak
bastığı zaman hemen adresini bulup yardıma koşacak bir sistem geliştiriyoruz.
Bunun dışında şiddeti gerçekleştirenlerin telefonlarını da dinlemeye alabiliyoruz.
Bütün
bunlar ne demek değerli milletvekillerim? Fark ettiğiniz gibi her veriyi, her
gelişmeyi artık kayıt altına alıyoruz. “Son günlerde kadına şiddet yüzde 1.400
arttı.” deniliyor. Bunun ana sebebi, kadına yönelik şiddetin artmasından değil,
şiddetin artık kayıt altına alınmasından kaynaklanmaktadır. Bu konu da Sağlık
Bakanlığımızın, İçişleri Bakanlığımızın, Adalet Bakanlığımızın yapmış olduğu
çalışmalardan kaynaklanmaktadır. Bu şiddet verilerindeki rakamlar, sadece kayıt
altına alınanlardan kaynaklanıyor.
Yine
çok önemli gelişmelerden bir tanesi, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonumuzla
birlikte Dışişleri Komisyonumuzdan da geçen İstanbul Sözleşmesi’dir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖZNUR
ÇALIK (Devamla) – Bununla ilgili olarak da özellikle 1985 yılında imzaladığımız
Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi gibi Avrupa Konseyinin
İstanbul Sözleşmesi de Türkiye için çok önemlidir. Bu konuda emeği geçen başta
Başbakanımız, İçişleri Bakanımıza çok teşekkür ediyorum ve tüm insanlığa
şiddete hayır diyorum.
Saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Çalık.
Barış
ve Demokrasi Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Sedef Küçük, İstanbul
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Küçük. (CHP sıralarından alkışlar)
SEDEF
KÜÇÜK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi
Partisinin grup önerisinin lehine söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlarım.
Bugün
Öğretmenler Günü. Konuşmama başlamadan önce, tüm öğretmenlerimizin, eğitim
emekçilerinin Öğretmenler Günü’nü yürekten kutluyorum. Cumhuriyetimizin
kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün de belirttiği gibi, “Milletleri kurtaranlar
yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet,
henüz bir millet adını alma yeteneğini kazanamamıştır.” Atatürk’ün bu sözlerini
daha sık hatırlamalıyız diye düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlar, kadınların şiddet sarmalında yaşamak zorunda bırakıldıkları bir
ülkenin temel hak ve özgürlükleri sağlayabildiğini söylemek olanaksızdır. Ne
yazık ki ülkemizin kadına şiddet konusunda sabıkası bir hayli kabarıktır.
Elbette bu durumun siyasi, toplumsal, ekonomik birçok nedeni vardır. Bu sorun,
elbette çok boyutlu bir sorundur. Ancak, ne çok sayıda neden olması ne de çok
boyutlu olması, bu sorunun can acıtıcılığını kabul
edilebilir kılmamaktadır. Eğer bir ülkede kadınların yarıya
yakını hayatının bir döneminde fiziksel veya cinsel şiddet görüyorsa, bir
ülkede kadın cinayetleri son yedi yıl içinde 14 kat artmışsa ve bu şiddet bir
türlü ortadan kaldırılamıyorsa, son yedi yılda 4.200 kadınımızı şiddete kurban
vermişsek, resmî rakamlara yansıdığı kadarıyla 2011 yılının ilk altı ayında
27.000 aile içi şiddet olayı meydana gelmişse ve bu kadınların dörtte 1’i
hastaneye başvuracak denli yaralanmışsa, eğer bir ülkede her dört evlilikten
biri çocuk yaşta yapılıyorsa, kadınlarımız, çocuk yaşta evlilikten başlayan ve
töre cinayetlerine kadar uzanan çok boyutlu bir sorunlar yumağının içinde
yaşamak zorundaysalar, bunlar o ülkede yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunun
göstergesidir.
Değerli
arkadaşlar, şiddet gören 2 kadından 1’isinin “Dünyaya yeniden gelsem kadın
olmam.” dediği bir ülkede yaşıyoruz. Şiddet gören 3 kadından 1’isinin intihar
etmeyi düşündüğü bir ülkede yaşıyoruz. Kadına yönelik cinsel saldırı suçlarının
son beş yılda yüzde 30 arttığı bir ülkede yaşıyoruz. Bunlar en hafif tabiriyle
utanç verici bir durumun göstergesidir. Bunları sadece birer rakam olarak
değerlendirmek mümkün ancak bu rakamların ardında yatan trajediyi de görmek
durumundayız. Bu rakamların her birinin bir insanı ve onun çektiği acıyı ifade
ettiğini unutmamalıyız. Her yıl yüzlerce kadınımızı aile içi şiddete, sokaktaki
şiddete kurban verdiğimizi unutmamalıyız. Evet, birileri o kadınları öldürüyor.
Ancak, şunu da bilmemiz gerekiyor: Bu konuda önlem almayan devlet de suç
ortağıdır, bunları görmezden gelen siyasetçi de suç ortağıdır, yaşanan dramlara
bir magazin malzemesi olarak yaklaşan medya da suç ortağıdır. Kadına şiddet
sorununda hiçbirimiz masum değiliz. Şu anda ülkemizde bir yerlerde bir kadının
şiddet gördüğünü aklımızdan çıkarmamalıyız. O kadın orada şiddet gördükçe bizim
de insanlığımızdan bir şeyler yitirdiğimizi de aklımızdan çıkarmamalıyız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; eşinden, babasından, sevgilisinden şiddet
gören kadınların büyük çoğunluğu kendi çocuklarına da şiddet uygulamaktadır. Bu
da içinden çıkılmaz bir şiddet sarmalı yaratmaktadır. Şiddet şiddeti
doğurmaktadır ve bu şiddet yalnızca aile içinde değildir, sokaklarda da bu
şiddet vardır, okulda da şiddet vardır. Eğer böyle bir ülkede yaşıyorsak bunda
temel sorumluluk karar alıcıların ve uygulayıcıların üzerindedir. Siyasal
kimliklerimizi bir kenara bırakarak bu sorunu ortadan kaldırmak, gördüğü şiddet
yüzünden yaşamını yitirmiş, şiddetten zarar görmüş tüm kadınlarımıza ve daha
önemlisi gelecek kuşaklara olan borcumuzdur.
Bu
konuda hepimiz siyasetçisiyle, sivil toplum örgütüyle, medyasıyla elimizden
geleni yapmak zorundayız. Kadınlarımızın talebi ve beklentisi budur.
Biz
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, kadına şiddeti engelleyecek her girişime destek
verme taahhüdünde bulunuyoruz. Bu, bizim için siyasetler üstü bir meseledir.
Sizler için de siyasetler üstü bir mesele olduğuna yürekten inanıyorum.
Değerli
arkadaşlar, KONDA araştırma şirketinin 2009 yılında yaptığı, Türkiye’de
kadınların insan hakları farkındalığı ve davranışları araştırması, kadınların,
devletin toplumsal düzende değişiklik yapma ihtimalini, kendi babalarının,
kocalarının ya da komşularının zihniyetindeki değişme ihtimalinden fazla gördüklerini
ortaya koymuştur. Bu da kadınlarımızın Meclisten, bu şiddetin önlenmesi
konusunda çözüm üreten, sağlıklı ve sürdürülebilir bir düzenleme beklediğini
göstermektedir.
Bu
can yakıcı sorunun ortadan kaldırılması için tüm gözler artık Türkiye Büyük Millet
Meclisine çevrilmiş durumdadır. Bu noktada yeterli kamuouyu
desteğinin var olduğunu da hepimiz biliyoruz.
Bildiğiniz
gibi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, bir tasarı taslağını tartışmaya
açtı. Bakan Sayın Fatma Şahin, geçmiş yıllarda tanık olmadığımız bir gayretle
uzlaşma zemini yaratmaya çalışıyor. Cumhuriyet Halk Partisi başta olmak üzere
bütün siyasi partiler, buna katkı vermek için çaba gösteriyor. Aynı çabayı
sivil toplum kuruluşlarında da görüyoruz, medyada da görüyoruz.
Ben,
son yıllarda, çözülmesi konusunda hemen her kesimin hemfikir olduğu, üzerinde
bu denli uzlaşma sağlandığı başka hiçbir konu hatırlamıyorum.
Elbette
farklı bakış açılarına sahip olacağız, başka çözüm yöntemleri önereceğiz, başka
yaklaşımlar getireceğiz ama umuyorum ki bu konuda toplumun beklentileri
doğrultusunda ortak bir noktada buluşarak kısa zamanda çözüm üreteceğiz.
Değerli
arkadaşlar, şu gerçeğin altını da çizmek gerekmektedir: Yalnızca yasal
çerçevenin düzenlenmesi, bu sorunun tam anlamıyla ortadan kaldırılması için
yeterli değildir. Yasalarla ve imzaladığımız uluslararası sözleşmelerle
kazanılmış haklar mevcuttur ancak bu haklara ve sözleşmelere rağmen
kadınlarımızın, yaşamın her alanında ve her ayrıntısında dışlandığı,
ayrımcılığa uğradığı da ortadadır.
Sorun,
yalnızca yasal düzenlemelerle aşılabilecek bir sorun olmanın ötesindedir.
Toplumsal bir zihniyet değişikliği gerekmektedir.
Bunu
gerçekleştirebilmek için, her şeyden önce, kadın özgürleşmeden toplumun
özgürleşmiş sayılmayacağını ve kadınsız bir demokrasi ve uygarlık arayışının
mümkün olmadığını vurgulamamız zorunludur.
Uygulanan
veya görmezden gelinen her şiddet olayının toplumumuzu çağdaşlıktan biraz daha
uzaklaştırdığını her fırsatta ortaya koymamız gerekmektedir. Bizim açımızdan,
bu şiddete karşı çıkmak insan onuruna sahip herkesin temel sorumluluğudur.
Bu
nedenle, kadını hiçe sayan her anlayışın, her dünya görüşünün kabul
edilemezliğini ortaya koymak zorundayız. Kadınların ve erkeklerin eşit olmadığı
bir dünyanın eksik bir dünya olduğunu, kadınlarımızın gördüğü şiddetin hiçbir
koşulda, hiçbir siyasi veya dinsel anlayışın arkasına saklanarak hoş
görülemeyeceğini, meşru kılınamayacağını ısrarla vurgulamamız gerekmektedir.
Hedefimiz ve taahhüdümüz, kadınların önündeki bütün engelleri kaldırmak,
kadınlarımızı çağdaş ülkelerdeki hemcinsleri gibi yaşamın her alanında
erkeklerle eşit hâle getirmek olmalıdır. Toplumsal ve ekonomik yaşamın her
alanında kadınlara erkekler ile eşit haklar ve eşit fırsatlar sağlanmadan tam
bir demokrasiden ve insan haklarından söz edilemeyeceği her platformda dile
getirilmelidir. Şiddetin gizli ya da açık hiçbir türünün kabul edilemez olduğu,
bunu meşru kılmaya çalışmanın dahi ağır bir insan hakları ihlali olduğu
bilinmelidir.
Değerli
arkadaşlar, yarın Dünya Kadına Şiddetle Mücadele Günü’dür. Saydığım bütün
olumsuzluklara karşı, kadının şiddet görmediği, eşit bir dünyaya dair umudumuzu
hiç yitirmememiz gerektiğini belirtiyor, yüce heyetinize saygılar sunuyorum.
(CHP, MHP ve BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Küçük.
Barış
ve Demokrasi Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Nurdan Şanlı, Ankara
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Şanlı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
NURDAN
ŞANLI (Ankara) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; kadına yönelik her
türlü şiddetin kadın üzerinde yarattığı etkileri araştırmak ve gerekli
önlemlerin alınmasıyla ilgili verilen Meclis araştırma önergesi hakkında söz
almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Kadına
yönelik şiddete karşı ciddi tedbirlerin alındığı günümüz dünyasında, AK PARTİ
Hükûmetleri olarak bizler de kadınlarımız ile ilgili dünya konjonktürünü
yakalayan ciddi yasal düzenlemeler getirdik. Yasal düzenlemelerin paralelinde
aileden sorumlu Devlet Bakanlığımızı icracı bir bakanlık konumuna getirip Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanlığı hâline getirmemiz bunların en net delilidir, ki Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu da bizim
Hükûmetimiz döneminde kurulmuştur.
Şu
belirtmek isterim ki kadına yönelik şiddetin karşısında somut ve net kanunlar
Sayın Başbakanımızın önderliğinde AK PARTİ Grubu olarak bizlerin icraatıdır ve
burada BDP Grubu tarafından verilen bu öneriyi incelediğimizde belirtilen
hususlar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımız tarafından hazırlanan kanun
teklifi ile giderilen hususlardır.
Ülkemizde
önemli sorunlarımızdan birisi kadına yönelik şiddettir. Bu bir realitedir.
Hükûmetimiz tarafından çıkarılan kanunlar, gerekli önlemlerin Meclis çatısı
altında yerine getirildiği ancak reel hayata bunların uygulanmasında ve
uyulmasında bazı sorunların olduğu anlaşılmaktadır. Kadına yönelik şiddet,
kadınları en temel insan haklarından mahrum etmektedir, kadınlarla erkekler
arasında eşit olmayan güç ilişkilerinin sonucu ortaya çıkan toplumsal bir sorun
ve önemli bir halk sağlığı problemidir. Uluslararası kamuoyunda kadına yönelik
şiddetin bir insan hakları ihlali olarak ele alınmasının en önemli sonucu bu
konuda devletin sorumlu hâle getirilmesidir.
Kadına
yönelik şiddet artık sadece kadın meselesi değil, tüm insan hakları
savunucularının üzerinde çalıştıkları bir konudur. Bu nedenle, kadına yönelik
şiddet konusunu bütüncül bir yaklaşımla ve tüm sektörlerin iş birliğiyle ele
alması gerekmektedir. Bu konu özellikle 1980’li yıllardan itibaren kamuoyunun
ve devletin gündeminde olmuştur ancak son yıllarda özellikle Hükûmetimiz
tarafından yasal anlamda birçok çalışma yürütülmüş ve olumlu gelişmeler
izlenmeye başlanmıştır.
Kısaca
bahsedecek olursak, aile içinde şiddete maruz kalan kadınların korunması
amacıyla yürürlüğe giren ve 2007 yılında yeniden düzenlenen 4320 sayılı Ailenin
Korunmasına Dair Kanun önemli bir dönüm noktasıdır. Söz konusu Kanun ile aile
içinde şiddete maruz kalan bireylerin korunmasına yönelik olarak aile mahkemesi
hâkimleri tarafından alınabilecek tedbirler düzenlenmiştir ve dört maddeden
oluşmaktadır.
Geçen
dönem Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun alt komisyon olarak çalıştığı ve
kadına yönelik şiddetin önlenmesinde mevzuattaki ve uygulamadaki noksanların
tespitine ilişkin rapor bulunmaktadır. Bu rapor doğrultusunda Komisyonumuz, alanında
uzman, başta aile mahkemesi hâkimleri olmak üzere sivil toplum kuruluşları
temsilcileri, öğretim üyeleri, bakanlık temsilcilerini dinlemiş, sorunu yerinde
görmek üzere kadın sığınma evlerine çalışma ve inceleme ziyaretleri
gerçekleştirmiştir. Çok ses getiren bu çalışmanın sonuçlarını değerlendirmek
üzere Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı başta olmak üzere ilgili tüm kurum
ve kuruluşlara dağıtmış bulunmaktayız. Ve Uluslararası Mücadele ve Dayanışma
Günü Bildirisi’ne ilk imzayı da yine Sayın Başbakanımız atmıştır.
Ve
ben bu arada komisyonlarımızda yapılan çalışmalardan kısaca bilgi vermek
istiyorum. İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığında kadına şiddetin önlenmesiyle
ilgili alt komisyon kurulmuş ve bu anlamda çalışmalar yapılmaktadır ve
Başkanlığını da Ülker Güzel Arkadaşımız, Ankara Milletvekilimiz üstlenmiştir.
Bir başkası yine Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve
Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunda
görüşülmektedir. Ve yine 23’üncü Dönemde Kadın Erkek Fırsat Eşitliği
Komisyonunda kadına karşı şiddet ile ilgili yazılı rapor hazırlanmıştır.
Ben,
değerli arkadaşlarım, son olarak, Mecliste kurulan Kadın Erkek Fırsat Eşitliği
Komisyonumuzun ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımızın son derece hassas
davranarak ortaya koyduğu çözüm politikalarına inandığım için bu önergeye
destek vermeyeceğimizi buradan açıklıyorum.
Meclisin
yoğun çalışması gündemi içerisinde Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonumuz ve
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımız tarafından ortaklaşa hazırlanan kanun
tekliflerinde şu an için verilen araştırma önergesinin gereklerinin yapıldığı
düşüncesiyle, yeni bir kanun çalışmasının altyapısını oluşturacak Meclis
araştırmasının gerekli olmadığını düşünüyor, kadına karşı şiddetin daima
karşısında olduğumuzu belirtiyor ve yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Barış
ve Demokrasi Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum…
SIRRI
SAKIK (Muş) – Karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN
– Arayacağım.
…Kabul
edenler…Kabul etmeyenler… Sayın milletvekilleri, karar
yeter sayısı yoktur.
Birleşime
on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.36
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.49
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ
(Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu
açıyorum.
Barış
ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu
maddesine göre verdiği önerisinin oylanmasında karar yeter sayısı
bulunamamıştı.
Şimdi
öneriyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı vardır ve
kabul edilmemiştir.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu
maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım.
Okutuyorum:
2.- Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde
görev yapan öğretmenlerin sorunlarının araştırılarak çözüm yollarının
belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin 24/11/2011 Perşembe günü Genel Kurulda okunarak
görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu'nun 24.11.2011 Perşembe günü (bugün) yaptığı toplantısında, Siyasi Parti
Grupları arasında oybirliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin
İçtüzüğün 19 uncu Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz
ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP
Grup Başkan Vekili
Öneri:
23
Kasım 2011 tarih ve 901 sayı ile "Millî Eğitim Bakanlığı Bünyesinde Görev
Yapan Öğretmenlerin Sorunlarının Araştırılarak Çözüm Yollarının
Belirlenmesi" amacıyla verdiğimiz Meclis Araştırma önergemizin 24.11.2011
Perşembe (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü Birleşiminde
yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN
– Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Ahmet Duran
Bulut, Balıkesir Milletvekili.
Buyurun
Sayın Bulut. (MHP sıralarından alkışlar)
AHMET
DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün “Millet Mektepleri Başöğretmenliği”
sıfatını alışının 83’üncü yıl dönümü bugün. 1981 yılından beri Öğretmenler Günü
olarak kutlanan bu günün de 30’uncu yılı. 1994 yılında dünya bu günün farkına
varıyor, 5 Ekim 1994 gününden itibaren UNESCO tarafından da Dünya Öğretmenler
Günü olarak bu belirleniyor. Yani bu gün, tüketim toplumu adına birtakım
kapitalist çevreler tarafından üretilmiş bir gün değil. Çok önemli bir doku,
çok önemli bir konu üzerine gündeme getirilmiş, toplumun en önemli kesimi,
hayatımızda hepimizin var olan anne ve babamızdan sonra bizim yolumuzu
aydınlatan, bize yol çizen bu değerli insanları, öğretmenlerimizi hatırlama
günü. Bu sebeple başta Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere ebediyete
intikal eden tüm öğretmenlerimizi rahmetle anıyorum. Emekli olan tüm
öğretmenlerimize sağlık, mutluluk diliyorum. Görev başında inançla,
kararlılıkla, inatla, her şeye rağmen, kendilerine emanet edilen çocuklarımıza
bilgiyi elde etmeyi, öğrenmeyi öğreten, ülkenin gerçeklerini gösteren, bilimi
onlara rehber olarak edindiren bu değerli öğretmenlerimizin de 24 Kasım
Öğretmenler Günü’nü kutluyor, önlerinde saygıyla eğiliyorum.
Bugünün
özelliğine uygun olarak Türkiye’de öğretmenlerimizin sorunlarının
değerlendirilmesi, araştırılması, çözüm önerilerinin Parlamento tarafından
tartışılarak sunulması adına Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bir
araştırma önergesi verdik. Bu konuya partiler üstü, siyaset üstü bakılmasını,
sayıları 600 binin üzerinde, eğitim çalışanlarıyla birlikte neredeyse 1 milyona
yakın insanın sorunlarının değerlendirilmesi adına bu hassasiyetin
gösterilmesini istiyoruz. Öğretmenler toplumun temel taşları, yolumuzu
aydınlatan, aydınlatırken kendileri eriyen mumlar. Bir insan kurtarmanın bir
hayat, bir toplum kurtarmak olduğunu bilen bu değerli şahsiyetlerin
yetiştirilmesi, hayata kazandırılması, eğitim hayatında hizmete sunulmaları,
çalışırlarken karşılaştıkları problemler, özlük hakları, atamaları, maaşları,
bütün bunlar hepsi birer sorunlar yumağı hâlinde.
Nereden
başlayalım derseniz, Türkiye'nin bir öğretmen yetiştirmek gibi bir politikası
yok. Köy enstitüleri denen bir model vardı, Türk milletinin özelliğine uygun
bir model. Bir yerinde hata görüldü, pire için yorgan yakıldı, o kurumlar
kapatıldı. Yerine öğretmen okulları açıldı. Öğretmen okulları da kapatıldı, adı
“öğretmen lisesi” oldu. Anadolu’nun en seçkin, en zeki çocuklarının alındığı
marka okullar oluşmuştu, Alpaslan Öğretmen Lisesi gibi, Savaştepe Öğretmen
Okulu gibi. Bu marka okullardan yetişmiştir bizi yetiştiren birçok öğretmen.
Şimdi öğretmenler memur alınır gibi KPSS puanıyla alınıyor. Nereden yetişiyor
bunlar? Her yerden yetişiyor.
Uzun
yıllar Millî Eğitim Müdürlüğü görevi yaptım. Bir veteriner öğretmen olarak
atanmıştı. İki ay sonra geldi, karşımda ağladı “Öğretemiyorum ben çocuklara bir
şey.” diye. Demek oluyor ki öğretmenlik bir uzmanlık mesleği. Doktora “doktor”
unvanını veriyorsun, avukatın önüne “avukat” yazdırıyorsun, unvansız insan
öğretmenler.
Öğretmenleri
yönetmek çok ayrı bir hususiyet ister. Bu insanların moralini bozmamak, motivasyonunu kırmamak, yaşama sevincini yok etmemek adına
çok özen gösterecek yöneticiler gerekir. Türkiye’de eğitim yönetimi yöneticisi
yetiştiren kurum da yoktur. Üniversite mezunlarını, işte, KPSS puanıyla alırız.
Mübaşir alırken bile, karşımıza getiririz, boyuna bosuna,
konuşmasına, diksiyonuna bakarız, öğretmenlikte bu yoktur.
Öğretmenleri
alırız, Türkiye'nin, devletin kendi güvenliğini sağlayamadığı yerlere, “Git
orada öğretmenlik yap, çocuklarımızı eğit.” deriz. Hayata, mesleğe ilk defa
başlamış bu insanlar oralarda ne yapacağını bilemezler. Meslek konusunda zaten
yenidirler ve yabancıdırlar. Önceden hatırladığı öğretmenlerini taklit etmeye
çalışırlar.
Değerli
milletvekilleri, öğretmenlerin biriken büyük sorunlarını tek tek ele almak,
bunlara çözüm bulmak zorundayız. Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye’de hükûmet,
iktidar olduğundan bu yana AKP Grubu eski bakanlar grubu oluştu orada. Aynı
iktidar döneminde Millî Eğitim bakanları değişti. Her yeni bakan, iyi niyetle,
bir heyecanla, bu Bakanlıkta bir şeyler yapmaya çalıştı. Nimet Hanım “Şu kadar
öğretmen alacağız.” dedi, Maliye Bakanı “Vermem kadro sana.” dedi, Hükûmetin
bakanını öğretmen camiası karşısında mahcup duruma düşürdü. Yeni Bakanımızın
annesi babası Hazreti Ömer gibi adaletli olsun diye adını “Ömer” koydu ve bu
adaleti, partisinin de simgesi hâline gelen bu adaleti Millî Eğitim
Bakanlığında uygulasın diye Millî Eğitim Bakanlığına getirdi. Hoş geldi, sefa
geldi. Dileğimiz, umudumuz Bakanı baştan eleştirmek değil; onun heyecanlarına
ve önümüzde ülkemiz adına, eğitim adına yapacağı hizmetlere, olumlu hizmetlere
katkı vereceğimizi belirtiyorum.
Geçtiğimiz
cumartesi günü Antalya’da Öğretmen Stratejileri Çalıştayı’na
katıldım, orada Sayın Bakanı dinledim. Çok güzel bir açılış konuşması yaptı,
konuşmasını takdir ettim. Umuyorum, diliyorum, bu konuşmalarını başarır. Ama
Sayın Bakan baştan düğmeyi yanlış ilikledi. Özle değil, kabukla uğraşmaya
başladı, hiç yöneticiliği olmayan birini, tuttu, genel müdür yaptı. Millî
Eğitim Bakanlığı bir uzmanlık bakanlığıdır. Dışarıdan, sanki 600 küsur bin
eğitimci, yönetici yokmuş gibi bu Bakanlıkta, başka yerlerden müsteşar getirdi.
Yanlışları size kim gösterecek Sayın Bakanım? Grubunuzdaki milletvekillerini en
azından dinleyiniz, onların tavsiyelerini dikkate alınız, konuya iktidar
muhalefet açısından bakmayınız, bu yeni dönemi yeni bir umut olarak yeni bir
şans olarak değerlendiriniz diyorum Sayın Bakana.
Sayın
Bakan demin burada sizlere sorular sordu, o sorarken ben de Sayın Bakana
sorayım diye birkaç soru hazırladım: Hiç idareciliği olmayan birisi genel müdür
yapılır mı? Etik midir bu? Sayın Bakan, Millî Eğitim Bakanlığında 600 bin
kişinin üstünde yetişmiş personel varken ana komuta merkezine, müsteşarlığa bu
Bakanlıkla alakası olmayan biri getirilir mi? Geçim sıkıntısı çeken bir
öğretmen sınıfta başarılı olabilir mi? Ailesi parçalanmış, çocuğundan ayrı
kalmış öğretmen sınıfta nasıl başarılı olabilir Sayın Bakanım? Elinde şiddet
gördüğüne dair raporu olduğu hâlde, eşi mahkeme kararıyla evinden
uzaklaştırılan, evden can güvenliği sebebiyle uzaklaştırılan…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bulut.
AHMET
DURAN BULUT (Devamla) – Süre çok kısıtlı…
Saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Hüsamettin Zenderlioğlu, Bitlis Milletvekili.
HÜSAMETTİN
ZENDERLİOĞLU (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Öğretmenler Günü
dolayısıyla Barış ve Demokrasi Partisi adına aleyhte her ne kadar söz almış
bulunmaktaysam da lehte konuşmaya çalışacağım. Sözlerime başlamadan önce
hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
Doğrusu
bugün 24 Kasım Öğretmen Günü. Buruk da olsa öğretmen arkadaşların gününü en
içten, en arı duygularımla selamlıyor ve kutluyorum.
Saygıdeğer
öğretmenim, bugünün nasıl Öğretmenler Günü olarak kutsandığı hakkında yeterli
bir bilgim yok. Umarım beni bağışlarsınız ama öğretmenlerimizin çektikleri
acılar hakkında bazı bilgilerim var. Bazılarınızın eşlerinizden ve
çocuklarınızdan zorunlu olarak ayrı yaşadığınızı biliyorum. Yer değiştirme
sorunu hâlâ devam ediyor. Bu konuda inşallah Sayın Millî Eğitim Bakanımız
sesimizi duyar ve bir çözüm üretir diye düşünüyorum.
Sevgili
öğretmenim, özlük haklarındaki eksikler öyle duruyor. Hasta olanlarının tedavi
masrafları, yol harçlıkları ve diğer tüm özlük hakları, yamalı bir bohça
gibidir. Nereye elinizi atarsanız elinizde kalıyor. Yeni atamayı bekleyen 44
bin meslektaşımın atamalarının da başka bir bahara emanet edildiği söyleniyor.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bugün öğretmenlerimizin mutlu oldukları
söylenemez çünkü ekonomik olarak sıkıntı içindedirler, aile, okul, çevre
sıkıntıları vardır. Beş yıllık ilköğretim sekiz yıla çıkarıldı ama öğretmen
atamasını henüz gerçekleştiremediler. Hâlen sekiz yıllık ilköğretim okullarında
ya 1 ya 2, en fazla 3 öğretmen bulunmaktadır. El vicdan!
Hâlen
birçok öğretim okulu eski usule göre yönetilmektedir yani her okulda, söylediğim
gibi, birkaç öğretmenin bulunması dışında kimseler yok.
İlkel,
taşımalı eğitim devam ediyor, kara tahta hiç yerinden ayrılmamış, hâlâ orada
duruyor. Akıllı tahtayı bilen yok, çağdaş iletişim sağlanmamıştır. Birçok
okulda tezek ve odun yakılıyor. Yıl sonunda verilen
raporlar, başlangıçta sunulan raporlar gibi öyle duruyor çekmecelerde. Akıllı
tahtalar ne zaman Doğu ve Güneydoğu’ya gidecek diye merak ediyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; geleceğin yaratılmasında, mutluluğun
gerçekleştirilmesinde en büyük etkili rol kuşkusuz öğretmenlerindir; çünkü
toplumu değiştiren, dönüştüren, ekonomik kalkınmayı destekleyen, çağdaş,
bilimsel teknoloji ile yarışan, eğitim hizmetlerini geliştiren, kalitenin
çıtasını yükselten, katkı sunan, çevresini aydınlatarak bir mum gibi eriyen,
maddi ve manevi değerleri gelecek kuşaklara ulaştıran öğretmendir. O nedenle
öğretmen kutsaldır ana gibidir, öğretmen kutsaldır baba gibidir, eli öpülecek
olan yine öğretmendir.
Bu
ülkenin kendisini nasıl tanımladığının, kendisini nasıl bir geleceğe
hazırladığının en önemli göstergesi kuşkusuz o ülkenin eğitim sistemi ile
özdeştir. Bu, sistemin yaşama nasıl geçtiğine bağlıdır.
Gelişmenin,
değişmenin dinamosu eğitimdir.
Eğitim
sadece davranışların değişimi değildir, öğrenmesi ve kavranması ile ilgilidir.
Özünde
bu halkın değerlerini motive eden, benimseten unsur öğretmendir. Dolayısıyla
uygulamada onu gerçekleştiren tabii ki yine öğretmendir, yeni kuşağı yetiştiren
yine odur. Bunun içindir ki eğitim sisteminin en önemli unsuru toplumun mimarı,
mühendisi, yapılandıranı yine öğretmendir.
Dünyanın
en iyi altyapısını kursanız, programlar düzenleseniz başarıya ulaşmanın en
temel taşı öğretmendir.
Gelişim
için değişim zorunludur. Yaşamın vazgeçilmez kuralı olan değişim, bireyi,
toplumu, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel olarak etkilemektedir. Bu
gelişim ister istemez eğitim sistemini de etkiler. Öğretmenin sınıfta, okulda
ve toplumdaki yerini bu belirler. Hatta bilimsel ve teknolojideki hızlı
gelişmeler, günümüzde bireyin ve toplumun sosyalitesi
okul duvarlarını aşmıştır.
Çağdaş,
uygar toplulukların uyanışı kuşkusuz öğretmenlerin öncülüğünde gelişmiştir.
Ama
ne yazık ki eğitim sisteminin aksayan yönleri değişmekte tereddüt ediliyor,
hatta direniliyor. Yaparak, yaşayarak eğitim sistemi taşları yerine
oturtulmadı.
Üniversiteler
hâlâ özerk değil. YÖK hâlâ heykel gibi duruyor orada. Bilimsel araştırmalar
yeterli yapılmıyor.
Bugün
Türkiye'de 172 üniversite vardır. 105’i devlet, 61’i vakıf üniversitesidir, 6
tanesi de vakıf meslek yüksekokuludur. Tabii ki bu sayı her geçen gün
artmaktadır.
Millî
Eğitim Bakanlığımızın açıklamalarına göre 150 bin öğretmen açığı var, bazı
kuruluşlara göre ise 300 bindir.
Atama
bekleyen öğretmen sayısı ise hayli kabarıktır, 350 bin civarında olduğu iddia
edilmektedir.
Öğretmen
ihtiyacı olduğu gerçeği göz önündedir. Ne acıdır ki bu politikalar yüzünden
eğitim ve öğretim aksamaktadır. Eğitime gerekli önem verilmemektedir.
Öğretmen
lisesinden öğrenciler, tolerans tanımak suretiyle eğitim fakültelerine
alınmalıdır.
Eğitim
raporu iç açıcı değildir. Türkiye’de derslik sayısına düşen öğrenci sayısı
ortalama 32’dir. Adana’da 39, Bitlis’te 42, Van’da 45, OECD ülkelerinde öğrenci
başına yapılan harcama ise 6 bindir; Türkiye ise 1.150 dolar olduğu söyleniyor
ve iddia ediliyor.
Bilindiği
gibi, okuma yazma bilmeyenlerin sayısı yüzde 79’dur. Kadınlar bu sayı içinde en
fazla yeri kaplamaktadır. Okuma yazma öğrenecek yaştakilerin oranı ise yüzde
7,68’e denk düşmektedir. Bugün eğitim sistemi toplumun ihtiyacına cevap
olamamaktadır.
Öğretmenlerin
sorunu gün gittikçe artmaktadır. Ücretli öğretmenler, sözleşme ile sorun
çözülmüyor, nitelik de düşüyor. Psikolojik yansıması ise ayrı bir sorundur.
Ayrıca, ataması yapılmayan öğretmenlerin mağduriyetinin giderilmesi için
gerekli çalışmaların yapılmasına inanıyorum.
Uygar
ve çağdaş toplumların en fedakâr insanları öğretmenlerdir. Öğretmenler, çağın
gereksinmelerine göre toplumun ekonomik ve sosyal istemlere uygun eğitim
sistemini oluşturmak gerektiğini ifade ederler. Tabii ki bu sistemi yaşama geçirebilecek
niteliklere sahip öğretmene ihtiyaç vardır. Bu da eğitim kurumlarının
niteliğine bağlıdır. En önemli kanun eğitimin temel kanunudur.
Ahlaki,
insani, maddi ve manevi değerleri topluma benimseten temel insan haklarını
kavratan, bilimsel düşünce gücünü olgunlaştırarak genişleten odur.
Herkes
bilir ki insan önce ana dili ile algılayabilir. O nedenle ana dilde eğitim
isteme hakkı yasal ve doğal bir haktır. Aynı zamanda evrensel bir haktır. Bu
demokratik haklar gasp edilmemelidir. Sezar'ın hakkı Sezar'a verilmelidir.
Öğretmen
ve öğretmenlik mesleği yeterli niteliğe ulaşmadıkça, o ülkede en iyi eğitim
sistemi de olsa öğretmene ekonomik olanaklar sağlamadıkça o ülkenin kalkınması
zor olur.
Son
on yılda öğretmen kalitesini yükseltmek amacı ile öğretmen yetiştiren bütün
kurumlar belli bir çatı altında toplanmasına rağmen yeterli ve nitelikli
öğretmen yetiştirilmediği ortadadır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSAMETTİN
ZENDERLİOĞLU (Devamla) – Geçmişten bir farkı yoktur. Eğer bir fark varsa ortaya
konulmalıdır. İşte, eğitim sistemimizin içine düşmüş olduğu…
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Zenderlioğlu.
HÜSAMETTİN
ZENDERLİOĞLU (Devamla) – Saygılarımla hepinize teşekkür ediyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Engin Özkoç, Sakarya Milletvekili.
Sayın
Özkoç, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
ENGİN
ÖZKOÇ (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli öğretmenlerim;
sizlerden çok özür diliyorum. Bakın, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde,
Öğretmenler Günü’nde, Milliyetçi Hareket Partisi bir önerge vermiş, diyor ki:
“Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde görev yapan öğretmenlerin sorunlarının
araştırılarak çözüm yollarının belirlenmesi” diyor. Sizlerin sorunlarıyla ilgili,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde, üstelik de böyle bir günde, tartışacağımız bir
zamanda Sayın Millî Eğitim Bakanımız aramızda yok. Bundan dolayı sizden özür
diliyorum. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Bakın, AKP sıralarına bakın.
Değerli
öğretmenlerim, AKP sıralarının üçte 2’si boş. Neredeler biliyor musunuz?
AHMET
YENİ (Samsun) – Komisyondalar.
ENGİN
ÖZKOÇ (Devamla) – Kulisteler. Ne yapıyorlar biliyor musunuz? Dedikodu
yapıyorlar. Ne zaman gelecekler biliyor musunuz? Sizin haklarınızın reddedileceği
zaman işareti alacaklar, gelecekler ve bu önergeye ret için ellerini
kaldıracaklar. O zaman buraya gelecekler. Bunun için sizden özür diliyorum
değerli öğretmenlerim. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
ADEM
YEŞİLDAL (Hatay) – Siz yemin etmediniz. Niye yemin etmediniz onu izah edin.
ENGİN
ÖZKOÇ (Devamla) – Atanması yapılmayan, öğretmen platformunun kurucusu Şafak Bay
atanması yapılamadan kanserden öldü. Atanması yapılamayan 27 öğretmenimizden 21
tanesi intihar etti. Bunun için de sizden özür diliyorum.
Az
önce burada başka bir konuyla ilgili yine Millî Eğitim Bakanımız gözdağı verdi
bizlere. Geldi, dedi ki: “Van depremiyle ilgili çok üzücü bir günde buradayız.”
dedi, “Çok üzülüyorum.” dedi. Türkiye Cumhuriyetinin dirayetli Millî Eğitim
Bakanı dedi ki: “Van’da 75 öğretmenimizi kaybettik ama hiç merak etmeyin, Millî
Piyangodan bir haber aldım, o haber doğrultusunda, onların adları o okullara
verilecek ve onları unutturmayacağız.” dedi. Bravo! Bravo Sayın Bakan,
alkışlıyorum sizi! Gerçekten, 75 tane öğretmenimiz depremde enkaz altında kaldı
ve siz müthiş bir fikirle Türkiye Büyük Millet Meclisine seslendiniz, bravo
size! Şimdi, daha sonra dedi ki: “Bundan sonra atama bekleyen öğretmenlerin
temsilcilerini biz çağırdık, onlarla beraber toplantı yaptık ama ücretli
öğretmenler konusunda sakın ha bize baskı yapmayın, onlar PKK’lıdır, derslere
girerler, onlar ondan sonra iyi şeyler yapmazlar.” Neden? Öğretmen haklarını
savunacağız ya. Bir keresinde de “Öğretmenlerin bir yıl içerisinde aldıkları
maaşları da göz önüne alarak, çalışmadığı günleri de göz önüne alarak haklarını
savunmak gerekir. Şimdi, bunun için, buna dikkat ederek öğretmenleri savunun.”
diyor. Yani arkadan diyor ki, bakın, 662 bin kadrolu öğretmen var, 60 bin
civarında ücretli öğretmen var, yahu, bize 40 bin öğretmen lazım, Türkiye’de
her yıl 74 bin öğretmen mezun oluyor, ne yapacağız şimdi? Bunu kim söylüyor?
Türkiye Cumhuriyeti’nin Millî Eğitim Bakanı söylüyor. Ne diyor? Türkiye’de
öğretim kurumlarından her yıl 75 bin öğretmen mezun oluyor, biz bunları nerede
çalıştıracağız diye bize soruyor. Nasıl soruyor? On yıldan beri iktidarda, tek
başına yöneten, tek kişiyle yönetilen bir Hükûmetin Millî Eğitim Bakanı soruyor
bu soruyu değerli arkadaşlarım. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi,
bakın, bizlere her konuda sıkıştıklarında nasıl davranıyorlar, ben size
söyleyeyim: Hükûmet sosyal haklar ve kamusal hizmetler anlayışını terk ettiğine
göre yurttaşlara hizmette yaşanan sorunları çözemediği zaman özellikle sağlık
sorununda ve doktorlarımız bu ülkenin doktorları olmaktan dolayı gururla hizmet
edilecek sosyal haklara sahip olamayınca, nasıl dışarıdan ithal buğday
getiriyor, ithal mısır getiriyor -diğerini söylemek istemiyorum- bu sefer de
diyor ki “İthal doktor ve hemşire getiririz.” Bunların
Türkiye'de yetiştirilen öğretmenlere ihtiyacı yok, kızarlarsa dışarıdan ithal
öğretmen de getirirler.
Şimdi,
bakın, bu arkadaşlarımız, deprem olunca, yüzlerce yurttaşımız ölünce diyorlar
ki: “Bundan sorumlu olan profesörlerdir, bundan sorumlu olan o uzmanlardır.”
Türkiye'de eğitim içler acısı durumda “Bundan sorumlu olanlar öğretmenlerdir.”
diyorlar.
Bu
örneklerden şu sonucu çıkartmak mümkün: Eğer bir gün Türkiye Cumhuriyeti’nde,
bizi dinleyen sevgili vatandaşlarımız, gerçekten AKP Hükûmetinin Sayın
Başbakanının ifade ettiği gibi “ben Orta Doğu Projesi’nin eş başkanıyım ve bize
verilen görevler var, onları yapıyoruz.” diyor ya ve burada, öğretmenlerimiz,
kendi emeklerinin karşılığını alamadan simit satmak zorundayken ve emeklerinin
karşılığını alamadığından dolayı intihar ediyorken, o başka ülkelere bavullara
para gönderiyor ya, ondan sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nin bütçesini 39 milyara
bağlıyoruz ya, işte, böyle bir Hükûmete bizim vatandaşlarımız oy vermediği
zaman, o zaman diyecekler ki “Bu vatandaş suçludur.” diyecekler, “Bunlar
haindir.” diyecekler.
Ama
biz de buradan diyoruz ki, oy verseler de vermeseler de Türkiye Cumhuriyeti’nin
her bireyi, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan ve ben bu ülkenin evladıyım diyen
herkes bu ülkenin çocuğudur, Cumhuriyet Halk Partisi öğretmenleriyle birlikte
onların arkasında dimdik duracaktır, bundan kimsenin şüphesi olmasın. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, bu tehditlerin ardı arkası kesilmiyor. Bakın, grevli, toplu
sözleşmeli sendika hakkını talep ettikleri zaman dövülen öğretmenlerimize karşı
hiç kimse sesini çıkarmadı. Ama bugünlerde görüyorsunuzdur, biliyorsunuzdur,
Sayın Başbakanımız dâhil olmak üzere, bazı bakanlarımızda timsah gözyaşları
var, ağlıyorlar konuşurken, ağlıyorlar. Bunlar öğretmenlerimiz için de ağlarlar
ama kimin için ağladıklarını pek anlayamazsınız. Ondan sonra da özür
diliyorlar.
Ben
de diyorum ki: Grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkını talep ettiği için
yerlerde sürüklenen öğretmenlerden özür dileyecek misiniz?
Daha
düne kadar karşı çıktığınız, kaldırılmasını talep ettiğiniz YÖK’ü kendinize
bağımlı bir kurum hâline getirerek bilimsel özerkliği yok ettiğiniz için özür
dileyecek misiniz?
Öğretmenlere
insanca yaşayabilmeleri, nitelikli hizmet verebilmeleri, çalışma ve yaşama
koşullarını yaratamadığınız için onlardan özür dileyecek misiniz?
Onların
ölümüne neden olduğunuz için, onların intihar etmesine neden olduğunuz için,
öğretmen olduklarından dolayı iş bulamadıkları için, evlatlarının yüzüne
bakamadıkları için, bunun müsebbibi, on yıldan beri çare üretemediğiniz için
siz gerçekten bu insanlardan özür dileyecek misiniz?
Cumhuriyet
Halk Partisi için eğitim sadece toplumsal bütünleşmenin temel kuramı değildir,
aynı zamanda, zayıf konumda olanların güçlenmesinin temel aracıdır yani eğitim,
Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan insanlarımızın onurlu bir duruşunun olabilmesi
için şarttır ve gereklidir. Cumhuriyet Halk Partisi, on yıldan beri
gösteremediğiniz bu iradeye karşı hem öğretmenlerinin, hem işçilerinin hem
emeklilerinin, hem çiftçilerinin yanında ve arkasında dimdik duracaktır.
Siz,
timsah gözyaşlarınızı akıtmaya devam edin. Biz, ülkemiz, milletimiz ve
öğretmenlerimiz için çalışmaya devam edeceğiz.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET
YENİ (Samsun) – Niye millet size oy vermiyor?
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Özkoç.
Şimdi,
Milliyetçi Hareket Partisi Grup önerisi aleyhinde söz isteyen Mustafa Şahin,
Malatya Milletvekili.
Buyurun
Sayın Şahin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA
ŞAHİN (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisimizi
saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime
başlarken, öncelikle terör örgütü PKK’nın tek amaçları o bölge insanımızın
evlatlarının yetişmesine vesile olan ve görevleri başında ya da kaçırıldıktan
sonra şehit edilen ve Van Erciş depreminden dolayı hayatlarını kaybeden
öğretmenlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, sabır dileklerimi
sunarken, onlarsız geçen 24 Kasım Öğretmenler Günü içimiz buruk bir şekilde
kutlanmakta.
Değerli
milletvekilleri, eğitim, bireyleri öngörülen hedefe yönelten, onlara bilgi,
beceri değişikliği kazandıran bir süreçtir. 21’inci yüzyılda bütün dünyada
milletlerin yetişmişlik ve gelişmişlik düzeyleri eğitimlerine verdikleri önemle
ölçülmektedir.
Dolayısıyla,
milletlerin belirlemiş oldukları hedeflere ulaşmalarında ve çağdaşlaşmaları
yolunda en önemli etkenlerden biri de öğretmenlerdir.
İçinde
yaşadığımız bu çağda toplum, teknoloji, bilgi, ihtiyaçlar ve sorunlar sürekli
değişiyor. Öğretmenler değişen bu koşulları sürekli takip ederek ve bu
değişimleri öğrencilerine sistematik ve planlı bir şekilde aktararak
gelişmelerine katkıda bulunmaktadırlar. Dünyada ve içinde yaşamış olduğumuz
toplumda meydana gelen değişmeleri ve gelişmeleri sürekli takip eden
öğretmenlerimiz, aynı zamanda toplumda bir yol gösterici rolünü de
üstlenmektedirler.
Türkiye’nin
yarınları, geleceğimizin teminatı olan sevgili gençlerimizin daha nitelikli ve
donanımlı yetişmeleri için AK PARTİ iktidarları zamanında öğretmenlerin hayat
standartlarını yükseltmek, çalışma saatlerini daha da iyileştirmek, eğitimde
verimliliği artırmak için imkânlarımızı zorlayarak büyük adımlar atılmaktadır
ve atılmaya da devam edecektir. Bu doğrultuda, öğretmenlerimizin özlük
haklarında ciddi iyileştirmeler yapılmaktadır.
Değerli
arkadaşlar, buradan bir iki örnek vermek istiyorum: 2003 yılından 21/10/2011 tarihine kadar, 300.924 kadrolu öğretmen alımı
sağlanmıştır. Ayrıca, kısmi zamanlı geçici öğretici, İngilizce dil öğreticisi,
bilgisayar dil öğreticisi, vekil öğretmen, Okul Öncesi Eğitim Genel Müdürlüğü
ücretli usta öğreticisi, Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü ücretli usta
öğreticisi olmak üzere, 256.491 personel görevlendirilmiştir. Kadrolu öğretmen,
eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfı dışındakiler, özürlü personel istihdamı,
terör mağduru korunmaya muhtaç çocuklar, özelleştirmeden yönlendirilen geçici
personel, 657-4/C özelleştirme sonucu 4046 sayılı Kanun gereğince olmak üzere,
toplam 29.964 personel istihdam edilmiştir. 2003-2011 yılları arasında, 11/10/2011 tarihine kadar olan süreçte, kadrolu ve geçici
olarak toplam 587.379 kişi istihdam edilmiştir. 02/11/2011
tarihinde Van iline 800 kadrolu öğretmen ataması gerçekleştirilmiştir.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sayın konuşmacı, bunları başka Hükûmet de olsa yapacaktı.
MUSTAFA
ŞAHİN (Devamla) – Çıkarsan sen de konuşursun arkadaşım.
9’uncu
derecenin 1’inci kademesinde olan bir öğretmenimizin maaşı 2002 yılında 470,20
TL iken 01/07/2011 tarihi itibarıyla 1.592,89 TL’ye
yükseltilmiştir. 2002 yılında aynı öğretmenin haftada on beş saat karşılığı ek
ders ücreti 165 TL iken 01/07/2011 tarihi itibarıyla
456,67 TL’ye yükseltilmiştir. 2002 yılında ek ders ücretiyle birlikte bir
öğretmenin eline toplam 635,20 TL geçerken 2011 yılı ikinci döneminde 2.049,56
TL geçmektedir. 2002 yılına göre, aynı öğretmenin eline geçen parada yüzde
22,6’lık artış sağlanmıştır. 9’uncu derecenin 1’inci kademesinde olan bir
öğretmenimizin 2002 yılında 470,20 TL olan maaşının Maliye Bakanlığının 2002
ortalama dolar döviz kuru olan 1.640 TL’ye göre 286,5 dolara, ders ücreti olan
165 TL ise 100,5 dolara ve toplam maaş artı ders ücreti 387 dolara karşılık
gelmekteydi. 2011 yılı ikinci döneminde 9’uncu derecenin
1’inci kademesindeki öğretmenimizin maaşı olan 1.592,89 TL 11 Temmuz 2011 dolar
döviz kuru olan 1.640’a göre hesaplayacaksak olursak 971 dolara, 456,67 TL olan
ders ücreti ise 278 dolara karşılık gelmektedir, toplamda ise maaş artı ders
ücreti şu anda 1.249 dolara yaklaşık gelmektedir. 2002 yılına göre maaş
artı ders ücreti dolar bazında artış miktarı 862 dolardır. 2002 yılında bir
öğretmenin eğitim ve öğretim hazırlık ödeneği 175 TL iken 2010-2011 eğitim ve
öğretim yılında 570 TL’ye, 2012 yılında ise 600 TL’ye yükseltilmiştir. 2002
yılına göre artış yüzde 243’lük bir orana ulaşmıştır.
Ayrıca,
biraz önce arkadaşlarımızın değinmiş olduğu konularda öğretmenlerimizin
sorunlarıyla alakalı olarak bir konuyu dikkatlerinize, öğretmenlerimizin
dikkatine sunmak istiyorum. Özellikle tek amaçları doğu ve
güneydoğuda cehaletle, geri kalmışlıkla terör örgütünün eline malzeme olan,
bölgenin geri kalmışlığından şikâyet eden, o terör örgütünün bugüne kadar gerek
kaçırarak gerek görevleri başında şehit ettikleri o kutsal görevi yapan
öğretmenlerimiz hakkında tek kelime konuşmayan değerli konuşmacılara da
saygıdeğer öğretmenlerimizin huzurunda saygıyla eğilirken onların bilgilerine
sunuyorum.
TUFAN
KÖSE (Çorum) – Öğretmenler deli mi, öğretmenler niye eylem yapıyorlar, açlık
grevi yapıyorlar?
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Öğretmen hâlinden memnun mu?
MUSTAFA
ŞAHİN (Devamla) – Yine bu süreçte yetmiş dokuz yeni öğretmenevi, yetmiş dokuz
öğretmen lokali yapılmıştır.
Yeni
okullarımızın yapılması: Önceden 50-60, hatta Malatya’mızda bile 70-80 kişilik
sınıflarda ders yapılırken, öğretmenlerimizin onların her birine bile bir
dakika ayırma şansları yokken bugün bu standartlar inşallah 25-30’lara
yaklaşmaya devam etmektedir.
Ayrıca,
doğu ve batı arasındaki insanlarımızın birbirleriyle bir gönül bağının
oluşması, birbirlerini sosyal etkinliklerle tanımaları noktasında yapılan Gönül
Köprüsü’nün de ayrıca takdire şayan bir gelişme olduğunu saygılarımla sunmak
istiyorum arkadaşlarıma.
Ezberci
yapıdan analitik düşünmeye ve öğrenmeye yönelik yapıya geçilmesi ve sayacağımız
birçok alanda yapılan çalışmaların, öğretmenlerimizin daha iyi çalışmaları
konusunda iyi bir altyapı oluşturduğunu görmekteyiz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; tabii yapılan bu çalışmalar ve yatırımlar için
Millî Eğitim Bakanlığının bütçeden ciddi bir pay alması gerekiyordu. Bütçede en
büyük pay günümüze kadar, önceki hükûmetlerin tamamında -elbette ki yurt
savunmamızın ne kadar önemli olduğunu biliyorduk- yurt savunmasına ayrılmışken
ama içeride de cehaletle mücadelede bu savunmanın ne kadar önemli olduğunu
bilen Sayın Başbakanımız ve ekibi sayesinde bütçedeki tabiri caizse aslan payı,
bugün millî eğitime verilmektedir.
Öğretmenlerimizin
öğrencilerimizi aklın ve bilimin rehberliğinde hızla değişen dünyaya ayak
uydurabilmeleri için, bilgili, donanımlı, açık fikirli, sorgulayan bireyler
olarak yetiştirmeleri çok önemlidir. Öğretmenlerimiz, tüm dünyada olduğu gibi
ülkemizde de cehaletin ve cahilliğin sona erdirilmesi için canları pahasına
gayret gösteriyorlar. Çünkü öğretmenlerimiz şunu çok iyi biliyorlar: Millî,
manevi değerlere sahip olan, değişen dünyaya adapte olan, değişim ve yeniliği
takip eden, hayallerinin peşinde koşan, kin ve nefret tohumlarının atılmadığı,
kardeşlik, birlik ve beraberlik ruhunun aşılandığı bir toplumda yobazlığın ve
cehaletin yeri yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır. Türkiye'nin çağdaş
medeniyetler seviyesine çıkarılması için öğretmenlerimiz fedakârca
çalışıyorlar. Onların göstermiş olduğu bu gayreti manipüle etmek için
korkutarak cehaletin devam etmesini sağlayanlara ve cehalete ve karanlığa savaş
açan, görev başında ya da kaçırılarak canlarını feda eden öğretmenlerime selam
olsun.
TUFAN
KÖSE (Çorum) – Ancak selam gönderirsiniz!
MUSTAFA
ŞAHİN (Devamla) – Göndeririz beyler, size de göndeririz.
Sürem
yetişmediği için, aydınlık bir geleceği hep beraber inşa edeceğimize olan
inancım ile eserlerinin üzerine hiçbir zaman imza atamayan tek sanatkâr olan
bütün öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü en içten dileklerimle
kutlar, sevgi ve saygılarımı sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Şahin.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekili, bütçeden en büyük payın Millî
Eğitim Bakanlığına ayrıldığını söyledi. Bu bilgi doğru değildir, izninizle bu
bilgiyi düzeltmek istiyorum.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Sataşma yok Sayın Başkan. Öyle bir usul yok Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Lütfen Sayın İnce, yani bu verilen bilginin doğru olup olmadığı veya size
karşı herhangi bir şey var mı, grubunuza karşı?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Büyük Millet Meclisini yanıltmaktadır, bu bilgi
doğru değildir. İki dakika süre verirseniz grubumuz adına bunu açıklamak
istiyorum.
BAŞKAN
– Sözleriniz tutanaklara geçti efendim, teşekkür ediyorum.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Efendim.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, niye halkımız doğruyu bilmesin.
BAŞKAN
– Hayır, doğruyu bilmesini…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bu bilgi doğru değildir. Ben, yalan söylüyor demiyorum ama bu
bilgi doğru değildir, bunun düzeltilmeye ihtiyacı vardır.
BAŞKAN
– Sayın İnce, sözleriniz tutanaklara geçti, yeteri kadar aydınlatıldı konu.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım, neden olduğunu açıklamam gerekiyor.
BAŞKAN
– Sayın İnce, şimdi ne yapmak istiyorsunuz anlaşılır gibi değil. Şimdi şöyle;
bak…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – O zaman buradan anlatayım.
BAŞKAN
– Bir saniye Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, bir bakanlığa bütçeden ayrılan pay, ona hemen
bakarak söyleyemezsiniz. Önemli olan gerçekleşme oranıdır. Yani, 2012
bütçesinde Millî Eğitime şu kadar pay ayırdığınız zaman o parayı oraya harcamış
sayılmazsınız. Yılın sonunda gerçekleşme oranına bakacaksınız. Gerçekleşme
oranına bakıldığında, Millî Eğitim Bakanlığı hiçbir zaman birinci sırada
değildir.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Birincisi bu.
Sayın
Başkan, ikincisi de…
BAŞKAN
– Lütfen Sayın İnce, anlaşıldı konu, tutanaklara geçti.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, yani her aklına gelen…
BAŞKAN
– Yani Sayın İnce, yapmak istediğiniz ne burada?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Yani, Meclisi çalıştırmak mı istemiyorsunuz?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Lütfen ama…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, siz Millî Eğitim Bakanlığını bilmiyor
olabilirsiniz.
BAŞKAN
– Bak, dikkat çekici bir konu: İki günden bu tarafa siz yokken Meclis sonuna
kadar çalışıyordu ve itiraz da yoktu, lütfen… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Eğer maksadınız Meclisi çalıştırmamaksa, başka bir şey.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Burada İç Tüzük hükümlerine göre istenilen söz veriliyor…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– …grup başkan vekilleri de çıkıp düşüncelerini ifade ediyorlar.
Buyurun.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, ben nasıl grup başkan vekilliği yapacağımı sizden
öğrenecek değilim…
BAŞKAN
– Kimseye grup başkan vekilliği yapacağını öğretmiyorum ben burada.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – …ama siz Meclis Başkan Vekilliğinin küfürsüz yapılması
gerektiğini arkadaşınıza anlatın.
BAŞKAN
– O başka bir şey, siz anlatırsınız.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sizden öğrenecek değilim.
BAŞKAN
– Lütfen…
Teşekkür
ediyorum.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Ben burada… Sayın Başkan… Sayın Başkan, o kürsüye çıkan her…
BAŞKAN
– Sayın İnce, böyle bir usulümüz yok. Lütfen oturur musunuz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Nasıl yok efendim, nasıl yok!
BAŞKAN
– Sözleriniz tutanaklara geçti ve konu anlaşıldı, aydınlatıldı konu.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, az önceki tutumunuz nedeniyle usul tartışması
açıyorum.
BAŞKAN
– Ben, Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Grup önerisi kabul edilmemiştir.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Efendim?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Tutumunuz hakkında konuşmak istiyorum.
BAŞKAN
– Hangi tutumum hakkında Sayın İnce?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Az önce ben burada olmadığım zaman Genel Kurulun işleyişi,
olduğum zaman işlemeyişi hakkında şahsıma yaptığınız hakaret hakkında, tutumunuz
hakkında söz istiyorum.
BAŞKAN
– Hayır, hakaret değil Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Tutumunuz hakkında usul tartışması açıyorum.
BAŞKAN
– Öyle bir maksatla da söylemiş değilim yani çok net söylüyorum.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Bundan büyük hakaret mi olur! “Siz olmayınca iyi
çalışıyor.” diyorsunuz.
BAŞKAN
– Lütfen…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bundan büyük hakaret mi olur!
BAŞKAN
– Ama iki günden bu tarafa şey ortamda…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Vural.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, şimdi biraz önce bizim grubumuzun önergesini
oyladınız değil mi?
BAŞKAN
– Evet.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Ama siz burada bir Grup Başkan Vekili anlatırken hemen oya
sunuyorsunuz.
PERVİN
BULDAN (Iğdır) – Önergeyi verenler duymadı.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Yani daha önce bu konuda oylamaya geçeceğinizi söylerseniz biz
de…
BAŞKAN
– Söyledim, oylamaya sunacağımı söyledim efendim.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Yani bakın, burada bir Sayın Milletvekiliyle görüşüyorsunuz,
araya girip oylamaya sunuyorsunuz ya, bırakın da biz de önergemiz lehinde…
BAŞKAN
– Ne yapmam gerekir? Ben oylamaya sunacağımı söyledim, herkes duydu burada yani
Genel Kuruldaki tüm sayın milletvekilleri duydu. Nasıl yapmam gerekirdi?
OKTAY
VURAL (İzmir) – Efendim, kendi grup önergemizin oylanmasını oldubittiyle
yapıyorsunuz ya! Biraz bekleseniz. Haber bile vermiyorsunuz ya!
BAŞKAN
– Hayır, Sayın Vural, niye oldubittiyle yapayım, herkes duydu, gizli kapaklı
yapmadım ki, mikrofonu kapatmadım ki ben, herkes duydu burada.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Bunu bitirin, bu tartışmaları bitirin, deyin ki “Yok.” deyin,
ondan sonra oylamayı yapın.
BAŞKAN
– Hayır, ben oldubittiye getirmedim, lütfen yani bu sözü kabul etmiyorum.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, keyfî tutumunuz hakkında usul tartışması açmak
istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun. (CHP Sıralarından alkışlar)
İki
dakika söz veriyorum.
VIII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- İç Tüzük’ü
uygulamadığı, keyfi davrandığı gerekçesiyle Başkanın tutumu hakkında
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN
– Önce lehte mi, aleyhte mi Sayın İnce, onu söyleyin?
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Sizin tutumunuzun aleyhinde.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Lehte Sayın Başkan.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Aleyhte.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Aleyhte.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Süremi herhâlde yeniden başlatacaksınız.
BAŞKAN
– Buyurun, başlatıyorum.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Evet, teşekkür ederim.
Şimdi,
Sayın Başkan, az önceki açıklamanız hiç hoş değil. Ben burada olduğum zaman
Meclis geriliyormuş, olmadığım zaman sakin çalışıyormuş! (AK
PARTİ sıralarından “Doğru… Doğru…” Sesleri) Aslında bu
bir iltifat. Evet, ben bundan üzülecek değilim, bundan sevinirim ben. Bu bir iltifat. Bu bir iltifat. (CHP sıralarından alkışlar)
Bundan üzüleceğimi mi zannediyorsunuz siz?
Burası
yolgeçen hanı değildir. (AK PARTİ sıralarından “Doğru söylüyorsun.” sesleri)
Burası babanızın çiftliği de değildir.
İLYAS
ŞEKER (Kocaeli) – Sizin babanızın çiftliği mi!
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Hiç merak etmeyin, sizi çalıştıracağım burada, çalıştıracağım.
Buraya geleceksiniz. Oy kullanmaya da geleceksiniz, tıpış tıpış
geleceksiniz buraya! Hiç merak etmeyin! (CHP sıralarından alkışlar) Orada
kulislerde oturup… Yok öyle yağma! Buraya
geleceksiniz, her sözün hesabını vereceksiniz.
Şimdi
bakınız. Bir: Millî Eğitim Bakanlığına…
Sayın
Başkan, sizin tutumunuz hakkında daha fazla sürdürmek istemiyorum. Sizden
önceki Meclis Başkan Vekili gibi siz de bu tür davranmaya devam ederseniz biz
de gereğini yapacağız. Ondan hiç kuşkunuz olmasın.
Şimdi
şu Millî Eğitim Bakanlığını bir açıklayayım. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Lütfen sayın milletvekilleri… Hatibin sözünü kesmeyelim lütfen.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Bir: Bütçe tekniğinden kaynaklanan bir şey. Birtakım
fonlar önceden bütçenin dışında tutuluyordu, şimdi bütçenin içine alındı.
Dolayısıyla bütçe kabardı. İki: Gerçekleşme oranına bakacaksınız. 100 lira
ayırmışsın da, o 100 lirayı millî eğitime harcamış mısın? Halk diliyle
anlatayım. Hayır, harcamamışsın; 12-13 lirasını harcamamışsın. Yıllara göre
değerlendirin, son dokuz yıla bakın iktidarınız döneminde, gerçekleşme oranında
hiçbir zaman Millî Eğitim Bakanlığı birinci sırada olmamıştır. Bu milletin
kandırılmasını istemedim. Onun için söz isteyip bunları açıklamak istedim.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın İnce.
Tutumum
lehinde söz isteyen Nurettin Canikli, Giresun Milletvekili.
Buyurun
Sayın Canikli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Biz,
bu Meclisi çalıştırmaya çalışıyoruz, AK PARTİ Grubu olarak bu Meclisi
çalıştırmaya çalışıyoruz. Dün de konuşuldu, bu görev doğal olarak en büyük grup
olan AK PARTİ Grubuna ait. Biz, bunu yapmaya çalışıyoruz, engellemelere rağmen
yapmaya çalışıyoruz, müdahalelere rağmen yapmaya çalışıyoruz. Çalıştırılmama
çalışmalarına rağmen yapmaya çalışıyoruz.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Hapishaneden çalışacaklar.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Hiç kimsenin kuşkusu olmasın, milletimiz de rahat olsun. Bu
Meclisi biz çalıştıracağız arkadaşlar, içiniz rahat olsun.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Meclise ne gerek var kanun hükmünde kararnamelerle
yönetiyorsunuz.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Şimdi, bakın, ben size gerçek rakamları vereyim değerli
arkadaşlar.
Bakın,
biz devraldığımızda bütçe harcamalarının toplamı içinde millî eğitime ayrılan
pay yüzde 6,93 iken…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Gerçekleşme oranını söyle.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Aynen öyle, gerçekleşen rakamlar. Bütçe sonuçlandığı için
Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Millî savunmayı da söyle.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Bütçe sonuçlandığı için bunlar yani sonuçlanmış rakamlar, realize olmuş rakamlar, gerçekleşmiş rakamlar.
Gerçekleşmemiş
rakamlar 2011 ya da bundan sonraki bütçeler için geçerli. 2010 ve öncesi
sonuçlandığı, kati hesaba bağlandığı için gerçekleşmiş rakamlardır. Onun için 2010
rakamını vereceğim en son yani 2011 rakamını vermeyeceğim bakın.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Tamam. Millî savunmayı da vereceksin.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Hepsini veriyorum.
6,93
iken devraldığımızda yani 100 liralık harcamanın sadece 6,93 lirası millî
eğitim camiasına, öğretmenlerimize giderken, 2010’da bu rakam -gerçekleşme
oranı olarak söylüyorum- yüzde 9,8’e çıkmış, yaklaşık yüzde 50’ye yakın. Bakın,
oran olarak yüzde 50’ye yakın bir artış söz konusudur değerli arkadaşlar. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Onun ne kadarı Ülker’e ne kadarı Telekom’a gitti?
Öğretmene gitmedi, ihale yaptığınız şirketlere gitti. Kimi kandırıyorsunuz? Bu
para Ülker’le Telekom’a gitti, Datateknik şirketine
gitti. Kimi aldatıyorsunuz?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – İcraat önemli. Nutuk atmakla bu sorunlar çözülmüyor. Nutuk
atılabilir ama önemli olan sonuç, intihac, netice.
Netice bu. Konuşmaların hiçbir anlamı yok.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Netice, bu paranın Telekom’a gittiği, bu özelleştirme yatırımlarını
oradan finanse ettiğiniz. Biz aptal mıyız? Yer miyiz biz onu?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Bakın, bir örnek daha vereyim değerli arkadaşlar.
2002’de
kadrolu öğretmen sayısı ne kadardı Türkiye’de? Kadrolu öğretmen sayısı
Türkiye’de 361 bin.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Şu anda 662 bin; 2’ye katlamış kadrolu öğretmen sayısı. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Doğru değil.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – İdare amirleri… İdare amirleri…
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Canikli.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Nutuk atmanın anlamı yok, önemli olan rakamlardır. Rakamlar
zaten gösteriyor.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Salim Bey, göreve lütfen.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Tutumum
aleyhinde söz isteyen Oktay Vural, İzmir Milletvekili.
Buyurun
Sayın Vural. (MHP sıralarından alkışlar)
OKTAY
VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Biraz
önce Milliyetçi Hareket Partisinin, öğretmenlerimizin sorunlarıyla ilgili
araştırma önergesinin ön görüşmelerinin yapılmasına ilişkin bir önerimiz vardı.
Öneri konusunda lehte ve aleyhte görüşmeler yapıldı ve bir Sayın Milletvekili
Grup Başkan Vekili bunlarla ilgili sizinle bir karşılıklı usul tartışması
açılmasına, isteğine ilişkin bir değerlendirme yaparken, siz bu konuyla ilgili
daha henüz bir karara varmadan birdenbire “Oylarınıza sunuyorum.” dediniz.
Yani
müsaade edin, saygı gösterin. Bir grubun önerisini yani eğer burada bu konuyla
ilgili tartışma sona erdirilmeden, daha milletvekillerinin bu konuda kendi grup
önerisi üzerinde iradelerinin belirlenmesine imkân vermeden oldubittiyle
yapmanız hiç doğru değil Sayın Başkanım.
O
bakımdan, yani bakın, yanlış olduğu şuradan ortaya çıktı: Nitekim,
Sayın Grup Başkan Vekilinin bu iradesini, oylamadan sonra usul tartışması
açarak devam ettirdiniz.
MEHMET
DOMAÇ (İstanbul) – Onunla alakası yok.
OKTAY
VURAL (Devamla) – Dolayısıyla, yani bu konularda zaman kazanmaya gerek yok.
“Kabul edenler… Etmeyenler…” Ya, biz parmakçı değiliz
ki yani. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Parmak kaldırırken önce vicdana,
sonra aklımıza bakarak kaldırıyoruz.
Dolayısıyla,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, Türkiye'nin meselelerini burada
konuşturacağız. Öğretmenin, çiftçinin, işsizin, emeklinin derdini, inadına…
AHMET
YENİ (Samsun) – Vay, vay… Helal olsun.
OKTAY
VURAL (Devamla) – …siz getirmek istememenize rağmen, Milliyetçi Hareket Partisi
emeklinin, herkesin sorununu…
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Konuşacağız…
OKTAY
VURAL (Devamla) – Bu Meclis onların kürsüsü. Dolayısıyla,
bu kürsüde elbette öğretmenin, elbette işçinin, elbette çiftçinin, hepsinin
sesi burada dile getirilecek. Bunu iktidar partisi parmaklarıyla yok etmeye
çalıştığı müddetçe bütün imkânları kullanacağız, onların sesi ve sözcüsü olmaya
da devam edeceğiz Sayın Canikli.
Saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Tutumum
lehinde söz isteyen Sırrı Süreyya Önder, İstanbul Milletvekili.
Buyurun
Sayın Önder.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, Değerli Kurul; usulen lehinde söz
aldım.
ŞUAY
ALPAY (Elâzığ) – Lehe mi, aleyhe mi? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Başkan ne diyorsa doğrudur. Siz bu kültürü iyi
bilirsiniz, biat deniliyor buna. (CHP sıralarından gülüşmeler)
Şimdi,
Sayın İnce de yanlış söyledi, AK PARTİ’li hatip de.
İki hesaplama şekli de mazide kaldı. Savunma sanayi fonlarıyla ve bütçe dışı
kalemlerle Sayıştayın bile denetimine tabi olmadan
hazırlanan savunma ve savaş harcamaları bu Meclisin önüne gelmedikçe Sayın
İnce’nin söylediği de, AK PARTİ’lilerin söylediği de
lafügüzaftır.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – 2002 de aynı, aynı bazda.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Hiç fark etmez ki. Yanlışın uzun sürmesi o yanlışı
doğrulamaz Sayın Canikli. Yanlışsa yanlıştır, her zaman yanlıştır.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – 2002’de de dışarıda, şimdi de dışarıda yani, aynı şey.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Siz bunu düzenleseydiniz. Askerî vesayet diye bir
sürü şey yapıyordunuz. İşte, tam askerî vesayetin kaldırılması, savunma
harcamalarının, savaş harcamalarının Meclis denetimine yani milletin en üst
temsil organına getirilmesi lazımdı.
Millî
eğitime gelince… Millî eğitim için başka bir ölçüye müracaat etmek lazım. Bir
memlekette okuldan fazla dershane varsa kimse “Ben, bu ülkede millî eğitimi
idare ediyorum.” demesin. Bu ayıp gelmiş geçmiş bütün millî eğitim bakanlarına
aittir. Hiçbir yerde okul sayısından fazla dershane olmaz, bunda bir garabet
yok mu bunu düşünün.
Saygılar,
sevgiler. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Tutumumda
bir değişiklik olmadı.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.- İstanbul Milletvekili Umut Oran ve
arkadaşları tarafından, AB ile tam üyelik sürecinde yaşanılan sorunların
tespiti hakkında verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun
bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 24/11/2011 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına
ve görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
BAŞKAN
– Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün
19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım.
Okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu’nun, 24.11.2011 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi
parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki
önerisinin İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul’un onayına
sunulmasını saygılarımla arz ederim.
M.
Akif Hamzaçebi
İstanbul
Öneri:
İstanbul
Milletvekili Umut Oran ve arkadaşları tarafından, 18 Kasım 2011 tarihinde,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına “AB ile tam üyelik sürecinde
yaşanılan sorunların tespiti” hakkında verilmiş olan Meclis Araştırma
Önergesinin, (138 sıra nolu) Genel Kurul’un bilgisine
sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 24.11.2011 Perşembe
günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli
birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN
– Cumhuriyet Halk Partisi Grup önerisi lehinde söz isteyen Umut Oran, İstanbul
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Oran. (CHP sıralarından alkışlar)
UMUT
ORAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle
öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü ben de kutluyorum ve Hükûmetin ataması
yapılmayan öğretmenlerimize sözünü tutmasını beklediğimi ifade ederek sözlerime
başlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz başlayalı 20 başbakan, 30 hükûmet,
yarım yüzyıl geçti. Bu çorbada Adnan Menderes’ten İsmet İnönü’ye, Turgut Özal’dan
Bülent Ecevit’e, sağıyla soluyla bütün hükûmetlerin tuzu var. Çünkü Avrupa
Birliği bir hükûmetin değil bütün hükûmetlerin politikası, bir başbakanın değil
bütün milletin politikası. Avrupa Birliği üyeliği bir devlet
politikası. Bu yüzden, 1999 yılında adaylığımız açıklandığı zaman hep
birlikte siyasi reformları başlattık. Bu adımları 74 milyon hep beraber verdik,
iktidarıyla muhalefetiyle hep birlikte. Geldik 3 Ekim 2005 tarihine. Tam üyelik
için masaya oturduk. Hükûmet ne yaptı? “2012 yılında tam üye oluyoruz.” dedi,
bayram ilan etti. Tandoğan Meydanı’nda, Ankara’da gündüz gözüyle havai
fişeklerle kutladı. Hatta o tarihte Kızılay Meydanı’nda bir de saat dikti.
“2012’de tam üye olacağız.” diye o saati kurdu. Bilmiyorum, o saat yerinde
durmuyor, herhâlde o saat bozuldu.
Bugün
nereye geldiğimize baktığımız zaman eleştirmemiz gereken bir husus var,
özeleştiri yapmamız gereken bir husus var. Bu konuda Hükûmet samimi davranmadı.
Halkı, halkımızı kandırdı. Tabii, bu konuda Avrupa Birliği de samimi
davranmadı. Avrupa Birliği de bu konuda masum değil. O da çifte standartlı
davrandı ve ipe un serdi. Aradan tam altı yıl geçti değerli arkadaşlarım, tam
üyelik için kapatmamız gereken 33 tane fasıldan sadece 1 tanesini kapattık.
Geçen
yıl Bütçe Plan Komisyonunda Sayın Bakan Bağış konuşmasında “Hedefimiz 2014-2020
bütçesine dâhil olmak.” diyordu. Ne demek bu? Yani tam üye
olmak. Peki, ben sormak istiyorum, hiçbir fasıl kapatmadan nasıl tam üye
olunuyor, var mı bunun bir örneği?
Bir
ay önce Avrupa Komisyonu İlerleme Raporu açıklandı. Siyasi alanda,
demokratikleşme alanında ileri gitmemişiz, tam tersi geri gitmişiz. Sayın
Egemen Bağış alınmasın ama direksiyon onda ancak taşıdığı uçakta bütün bir
millet var, 74 milyon var. Millet bize, yüce Meclise bir görev vermiş. İktidar
icraatını yapacak, muhalefet de uyarısını yapacak. Yani millet diyor ki, bize
diyor ki: “Hükûmeti uyar, kaza bela gelmesin.” Pilot, Hükûmet bu noktada, uçuş
kulesi de muhalefet. Peki, biz de bunu yapacağız, biz de muhalefet olarak
uyarımızı yapacağız.
Şimdi,
yine, Sayın Bakan ifadesinde “Biz bu reformları Avrupa Birliği üyeliği için
değil, vatandaşlarımızın hak ettiği yüksek yaşam seviyesine kavuşmaları için
yapacağız.” dedi. Şimdi, gelin bir bakalım neymiş bu yüksek yaşam seviyesi.
Bakın,
iki hafta önce Londra’da sokaklarda binlerce genç protesto ettiler, hükûmeti
protesto ettiler. Ne istiyordu bu gençler? Parasız eğitim. Gösterilerini
yaptılar, dertlerini anlattılar ve dağıldılar. Peki, bizde ne oldu? “Parasız
eğitim istiyoruz.” pankartı açan 2 öğrenci, Berna ile Ferhat on dokuz ay
tutuklu kaldı. Bugün tam 500 öğrenci, 1 değil, 5 değil, 15 değil, 500 öğrenci
tutuklu. Tek talepleri parasız eğitim. Türkiye'nin hak ettiği seviye bu mu
değerli arkadaşlar?
Bir
başka konu: Basın özgürlüğü. Hükûmete sormak istiyorum: Avrupa’da, basılmamış
kitabın toplatıldığı başka bir ülke var mı? Avrupa’da, basılmamış kitabın
yazarının tutuklu bırakıldığı başka bir ülke var mı? Peki, bir başka soru…
Nedim Şener dünyada basın kahramanı ama Türkiye'de tutuklu. Basın özgürlüğü
listesini açıp bakıyorum. Listeye baktığım zaman ilk sıralarda İsveç, Hollanda;
Hükûmetin beğenmediği Hırvatistan 62’nci sırada; daha ilginci, Gabon 107’nci,
Zimbabwe 123’üncü sırada. Peki, soruyorum: Türkiye kaçıncı sırada? Türkiye
138’inci sırada basın özgürlüğünde. Türkiye'nin hak ettiği seviye bu mu değerli
arkadaşlar?
Değerli
milletvekili arkadaşlarım, geçen gün gazilerimizle beraberdim. 19 Ekim
tarihinde gazilerimiz terörü lanetlemek için -24 şehit verdiğimiz günün ertesi
günü- ve şehitleri anmak için bir gösteri yaptılar. Maalesef gösteride
tekerlekli sandalyeli gazilerimize Başbakanlık koruma polisleri müdahale etti.
Vatan uğruna kolunu bacağını feda eden gazilerimizin protezleri
yerlere dağıldı. Bunun adı ne? Bunun adı işkence, bunun adı faşizm. Bu Hükûmet
döneminde depremzededen gaziye, hamile kadınlardan işçilere kadar herkes biber
gazı yedi, herkes cop yedi, herkes dayak yedi. Var mı bunun Avrupa’da bir
örneği? Bu mu Türkiye'nin hak ettiği çağdaş uygarlık?
Değerli
milletvekilleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde en çok ceza alan ülke
maalesef Türkiye. En çok başvuru yapan 2’nci ülke yine
maalesef Türkiye çünkü uzun tutukluluk süreleri ile insan hakkı çalınıyor.
Sadece insanların hakkı çalınmıyor, insanlar canını da kaybediyor. İşte, Kaşif Kozinoğlu, işte Kuddusi Okkır. Bu millet buna layık mı?
Masumiyet
karinesi kalmadı. Bu ülkede savcılar suçu ispatlamaya çalışmıyor, insanlar
suçsuz olduklarını ispatlamaya çalışıyorlar. Adil yargılama yok ama özel
yetkili mahkeme var. Türkiye bunu hak ediyor mu?
“Kuvvetler
ayrılığı” ilkesi yok oldu. Kanun hükmünde kararnamelerle Meclis baypas edildi.
Özerk kurumlar Hükûmete bağlandı. Eskiden Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda
bir adalet bakanı, bir de müsteşar vardı. Şimdi, Adalet Bakanı var, Müsteşar
var, Müsteşar Yardımcısı var, Personel Müdürü var, Akademi Başkanı var, yok
yok. Yüksek yargı ilk kez blok oylamayı gördü bu dönemde. Deniz Fenerinde savcı
görevinden alındı, siyaset adalete dokundu. Çocuk yaşta kıza tecavüz eden 26
kişi de Yargıtayda iyi hâlden sebep buldu. Yani bu
uçak Brüksel diye havalandı 2005 tarihinde ama rota şaştı. Çağdaş demokrasi
derken, totaliter bir sisteme doğru yol alıyoruz.
Değerli
milletvekili arkadaşlarım, bu Hükûmet döneminde kadının çalışma hayatına
katılımı düştü ama kadına şiddet yüzde 1.400 arttı. Engellilerin sosyal ve
siyasal yaşama katılımını sağlayacak fiziksel düzenlemeler maalesef yapılamadı.
Gelir adaletsizliği arttı, sosyal devlet çürüdü. Bakın Van’da yaşananlara;
depremden ölmeyen soğuktan ölüyor, depremden ölmeyen açlıktan ölüyor ya da kış
günü yazlık çadırlarda yangından ölüyor.
Türkiye'nin
çocukları her alanda iyi yaşamayı hem de çok iyi yaşamayı hak ediyorlar. Bu yüzden Avrupa Birliği politikası bir devlet politikası. Bu
işi Hükûmet tek başına götüremez. Benim önerim, bir Meclis araştırması
komisyonu kuralım, süreci araştıralım, nerede sorun var, birlikte ortaya
koyalım.
Bakın,
Hırvatistan ne yaptı? Aynı tarihte üyelik sürecine başladığımız Hırvatistan
2013 yılında tam üye oluyor. Bir ulusal izleme komitesi kurdu. Bu komitenin
başkanlığını da ana muhalefet partisine verdi. Biz tabii bunu sizden
istemiyoruz, böyle bir şey de beklemiyoruz. Ama diyoruz ki: Gelin, birlikte bir
izleme komitesi kuralım, hep birlikte bu süreci yürütelim. Ayrıca, geçen de
Plan ve Bütçe Komisyonunda da rica ettim, Sayın Bakan Bağış buraya gelsin, bu
kürsüye çıksın ve yüce Meclisi, Türk milletini Avrupa Birliği sürecinde hem
ilerleme raporuyla ilgili bilgilendirsin hem bundan sonraki yol haritasıyla
ilgili bilgi versin.
Değerli
arkadaşlarım, Büyük Atatürk ne diyor: “Bizim başka milletlerden eksiğimiz yok,
cesuruz, zekiyiz, çalışkanız.” Gelin, hep birlikte bu millet için çalışalım, zekamızı kullanalım, cesur olalım, bütün duvarları el
birliği ile yıkalım ve bu hedefe hep birlikte ulaşalım.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Oran.
Cumhuriyet
Halk Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Abdullah Çalışkan, Kırşehir
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Çalışkan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ABDULLAH
ÇALIŞKAN (Kırşehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk
Partisi tarafından verilen grup önerisinin aleyhinde AK PARTİ Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii,
Avrupa Birliği süreci hepinizin bildiği gibi 1959 yılında yaptığımız üyelik
başvurusuyla başlayan ve inişli, çıkışlı çok uzun bir süreç. Bu süreç
neticesinde ne zaman ki partimiz 2002 yılında iktidara geldiğinde bu süreç çok
ciddi bir şekilde hızlanmış ve kırk üç yılda yapılamayan gelişmeler, çalışmalar
bu iki yıl içerisinde yapılmış ve hepimizin de bildiği gibi Türkiye 2005
yılında aday ülke olma statüsünü kazanmış ve müzakereler Avrupa Birliğiyle
başlamıştır.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Hangi çalışmalar aday olma sürecini hızlandırdı, hangi
çalışmalar? Bir çalışma yapılmadı.
ABDULLAH
ÇALIŞKAN (Devamla) – Tabii, hepimiz, Avrupa Birliği konusunda bütün partilerin
hemfikir olduğundan hiçbir şüphemiz yok. Aslında bu konu hep birlikte
konuşulması, tartışılması ve gerçekten bu anlamda eksiklerimiz varsa birlikte
aynı yöne doğru bakarak bu süreci en kısa zamanda nasıl bitiririz, nasıl
tamamlarız, hep birlikte konuşmamız gereken bir konu.
Tabii,
biz bu konuya önem verdiğimizi her şekilde en üst düzeyde dile getirdik ve
ortaya koyduğumuz güçlü siyasi iradeyle, kararlılıkla yıllardır Türkiye'nin
başaramadığını iki yılda başararak Türkiye’yi Avrupa Birliğiyle müzakere eden
ve aday ülke statüsüne kavuşturan sonuca ulaştırdık.
Biz
her yerde şunu söylüyoruz: Avrupa Birliği bizim açımızdan bir süreç. Bunun
sonucunun nasıl olacağını tartışmamız mümkün değil. Biz, Avrupa Birliği
sürecine Türkiye'nin belli standartlara kavuşması, Türkiye'nin her alanda
ilerlemesi, gelişmesi ve her alanda çağdaş bir ülke seviyesine bu standartla
kavuşması için gerekli yapısal düzenlemelerin, kanuni düzenlemelerin,
mevzuatların yapılması ve Avrupa Birliği müktesebatına Türkiye’yi bir an önce
ulaştırmamız şeklinde bakıyoruz. Bunun sonucu nasıl olur, bu
süreç tamamlandığı zaman Avrupa Birliği nasıl bir karar alır, Türkiye nasıl bir
karar alır, o zaman hangi liderler olur, nasıl bir durum olur, tabii ki bunlar
tartışılacak konular değil ama biz her zaman Avrupa Birliği projesini
cumhuriyet tarihimizin en önemli projesi olarak gördük ve Başmüzakereci
atayarak ve işte son düzenlemelerle Avrupa Birliği Bakanlığı kurarak bu sürece
ne kadar önem verdiğimizi ortaya koyduk ve Bakanlığımızın personel sayısını 187
yeni uzman alarak ciddi bir rakama ulaştırdık ve her alanda bu müzakere
sürecinin, fasılların, tarama süreçlerinin her alanda etkin bir şekilde, yakın
bir şekilde takip edilmesi için Hükûmetimiz adına ne gerekiyorsa yaptık ve
yapacağız. Buradan geri adım atmak veya bu süreci yavaşlatmak, bu
süreçte farklı söylentilere sebep verecek şeylere hiçbir şekilde kapı
aralamıyoruz ama ortada hepimiz açısından istenmeyen bir durum olduğunda,
hepimizi üzen bir durum olduğunda hep birlikte görüşmemiz lazım.
Şu
anda 33 tane teknik fasıldan 13 fasıl açılmış durumda ve 17 fasılda da maalesef
birtakım nedenlerle, Kıbrıs gibi birtakım siyasi nedenlerle veya bazı ülkelerin
Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik sürecini iç politika malzemesi yapmaları,
Türkiye’yi bu anlamda siyasi olarak görmeleri, Türkiye'nin üyeliğini farklı
değerlendirmeleri ve çeşitli şekillerde Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik sürecini
ve bu müzakere sürecini maalesef siyasi olarak tıkamaları nedeniyle şu anda
bizimle aynı zamanda sürece başlayan Hırvatistan’dan geri olduğumuz bir gerçek.
Bu, tabii, Hükûmetin bir başarısızlığı değil. Biz irademizi
ortaya koyduk -az önce de söyledim- kırk üç yılda birçok hükûmetin yapamadığını
iki yılda yaptık ve Türkiye’yi bu seviyeye, aday ülke seviyesine yükselttik.
Bundan sonra hep beraber mücadele edeceğiz, iktidarıyla muhalefetiyle, hep
birlikte bu süreçte üzerimize düşen çalışmaları yapmak ve aynı yöne bakarak bu
süreci başarıyla sonuçlandırmak zorundayız.
Biz
hiçbir zaman tarih vermedik, şu tarihte, bu tarihte, şu yılda Avrupa Birliğine
tam üye olacağız demedik. Biz güçlü irademizi ortaya koyduk ve bu anlamda
hiçbir şekilde hiçbir tereddüt göstermeden, hiçbir bahaneye de mahal vermeden
bir ülkenin ne yapması gerekiyorsa onu yaptık ama maalesef, az önce de
söyledim, karşımızda hiç de hak etmediğimiz, hiç de adil olmayan siyasi
görüşler var, siyasi müdahaleler var. Biz diyoruz ki eğer bu siyasi müdahaleler
olmasa biz Türkiye olarak bu fasılları çok kısa bir sürede bitirecek, kapatacak
teknik bilgiye, insan kaynağına, tecrübeye sahibiz ve on sekiz ayda da 15 faslı
açabilecek durumdayız. Bu fasılların tarama süreçleri yapıldı, her şekilde biz
buna hazırız ama maalesef, karşımızda hak etmediğimiz bir tavır var.
Biz
Avrupa Birliği tarafına bunu her zaman söylüyoruz, Başbakanımız da söylüyor,
Sayın Bakanımız da söylüyor: “Diğer ülkelere nasıl davrandıysanız bize de aynı
şekilde adil davranın, tarafsız davranın ve Türkiye'nin üyeliğini hiçbir
şekilde, hiçbir yerde, hiçbir platformda siyasi malzeme yapmayın.” Bu
gerçekleştiği zaman, biz inanıyoruz ki hep birlikte bu süreci de başarıyla
tamamlayacağız. Sayın Başbakanımız da her zaman söylüyor, bizim için önemli
olan bu süreçtir. Sonucunda belki Türkiye olarak biz diyeceğiz ki “Biz Avrupa
Birliğine üye olmak istemiyoruz.” veya Avrupa Birliği farklı görüşler,
düşünceler ortaya koyacak ama sonuç olarak Türkiye bu süreçte her anlamda,
teknik anlamda gelişmeler kaydedecek, ilerlemeler kaydedecek ve bu standartlara
inşallah ülkemizi hep birlikte ulaştıracağız.
İşte
geçtiğimiz günlerde Türkiye hakkında bir ilerleme raporu yayınlandı. Tabii
eksiklikler var, eleştiriler var. Bu rapor hangi ülke hakkında yazılsa mutlaka
eleştiriler olabilir ama vurgulanması gereken şu ki: Her fasılda Türkiye’de
ilerlemeler olduğunu, gelişmeler olduğunu, reformlar yapıldığını, birincil ve
ikincil düzenlemeler yapıldığını belirten ve Türkiye'nin her fasılda ilerleme
kaydettiğini gösteren bir rapor. Biz ilerleme hâlindeyiz. Koşabiliriz ama izin
verildiği zaman. Bunu da siyasi nedenler karşımızdan çıktığı zaman… Hep
birlikte, bütün partiler aynı şekilde, gerekli tüm düzenlemeleri birlikte
yaptık.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Kim izin verecek kardeşim, kim izin verecek? Bunu söyle, kim
izin verecek?
ABDULLAH
ÇALIŞKAN (Devamla) – Türk Ticaret Kanunu gibi gerçekten önemli bir reform
yaptık. Sayıştay Kanunu gibi, RTÜK Kanunu gibi diğer düzenlemelerle bu
fasıllarda yapmamız gereken reformları, düzenlemeleri bu Parlamento geçmişte
başarıyla yaptı, bundan sonra da başarıyla yapacağımıza ve bu vizyonumuzdan hiçbir şey kaybetmeden ülkemizi bu seviyeye ve
inşallah gelecekte Avrupa Birliği üyeliği seviyesine hep birlikte
çıkaracağımıza ben gönülden inanıyorum. Yeter ki bu süreçlerde birbirimize
destek olalım, bu kanunların hızlı bir şekilde çıkması yönünde gruplar olarak
aynı ortak iradeyi ortaya koyalım. Bu süreçte hiçbir şekilde dışarıdan birinin
bir bahane üretmeden, “Gerçekten Türkiye bu iradeyi ortaya koyuyor ve üzerine
düşeni en iyi şekilde yapıyor.” dedirtecek şekilde bu süreci birlikte
yürütmemiz ve inşallah sonuçta da birlikte başarıya ulaşmamızın ben mümkün
olacağına inanıyorum.
Tabii,
bu grup önerisinde bu sürecin izlenmesi açısından bir komisyon kurulması
öneriliyor. Tabii, az önce de söyledim, Avrupa Birliği uyum sürecini, Avrupa
Birliği müzakere sürecini, bütün fasıllardaki ilerlemeleri ve Avrupa Birliğiyle
ilgili bütün konuları takip eden bir bakanlığı Hükûmet olarak biz tesis ettik
ve uzman sayısını da artırdık. Şu anda 300’e yakın personeliyle Bakanlığımız
hizmet veriyor. Bunun 187 tanesi uzman personel, yabancı dili olan, yüksek
lisansı olan, doktorası olan ve bütün bu uzman kadrosuyla bu süreç gerçekten
çok iyi bir şekilde yürütülmeye çalışılıyor.
Buna
ek olarak Parlamentomuzda Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonumuz var,
Avrupa Birliği Uyum Komisyonumuz var. Burada sayın milletvekillerimiz
iktidarıyla muhalefetiyle bu komisyonlarda yer alıyorlar, yabancı heyetlerle,
yabancı parlamenterlerle bütün bu süreci birlikte takip ediyorlar, gerekli brifingleri alıyorlar, gerekli toplantıları yapıyorlar ve bu
süreç de zaten Parlamentomuzdaki bu komisyonlar tarafından takip edilen bir
süreç olduğu için Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu bu grup önerisinin
aleyhinde söz aldım.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – E, biraz evvel dedin “Birlikte çalışalım.” diye. Biz hazırız,
haydi.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ABDULLAH
ÇALIŞKAN (Devamla) – Böyle bir Komisyonun kurulmasına şu aşamada gerek
olmadığını düşünüyorum.
Hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Çalışkan.
Cumhuriyet
Halk Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Lütfü Türkkan, Kocaeli
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Türkkan. (MHP sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu tarafından Avrupa Birliğiyle tam üyelik sürecinde yaşanılan
sorunların tespiti hakkında verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin
lehinde konuşmak üzere grubum adına söz almış bulunuyorum.
Öncelikle,
sözlerime başlamadan evvel, benim için, grubum için, yapılan tüm bu
çalışmaların boş bir çalışma olduğunu göstermek açısından Avrupa Birliği
Komisyon Başkanı Barroso’nun 2007’de sarf ettiği bir
cümleyle konuşmama başlamak istiyorum. Barroso diyor
ki: “Kararımız onları içeri almak değildi zaten ama sadece onlarla görüşüyoruz.
Bundan sonra yapılacak çalışmaların ne anlam ifade ettiğini de sizlerin
takdirine bırakıyorum.”
Türkiye,
Avrupa Topluluğunun kuruluşundan iki yıl sonra, 31 Temmuz 1959’da ortaklık
başvurusunda bulundu. 12 Eylül 1963’te Avrupa Ekonomik Topluluğu-Türkiye
arasında bir ortaklık ilişkisi kuran Ankara Anlaşması imzalandı. Avrupa gümrük
birliğine ilişkin kuralları içeren Katma Protokol’ün 1970’te imzalanıp 1973’te
yürürlüğe girmesiyle ekonomimizin Avrupa Topluluğu ve sonraki versiyonları arasındaki ekonomik ilişkileri düzenlemeye,
gümrükler tedricen indirilmeye veya kaldırılmaya başlandı. Türkiye, 1987’de
Avrupa Topluluğu ve bağlı kurumlarına tam üye olmak üzere başvuru yaptı ancak
Avrupa Topluluğunun kendi iç pazarını tamamlama sürecinden yani 1992’den önce
yeni bir üyeyi kabul edemeyeceğini ve Türkiye'nin siyasi, ekonomik ve sosyal
alanda daha gelişmesine ihtiyaç duyulduğunu duyurdu. 1997’de Lüksemburg zirve
toplantısında ikinci kez reddedildi Türkiye'nin başvurusu ve ancak Aralık
1999’da Helsinki zirvesinde tam üye adayı ilan edildi. 2002 Kopenhag zirvesinde
ise Türkiye'nin Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni yerine getirmesi koşuluyla
müzakerelerin gecikmeden başlatılacağı bildirildi. Nihayet 2004 Brüksel
Zirvesinde Türkiye ile katılım müzakerelerine 3 Ekim 2005’te başlanması kararı
alındı. Ancak bu kararın alınması karşılığında dayatılan, daha önce hiçbir aday
ülkenin katılım müzakerelerinde söz konusu edilmeyen koşullar görünebilir bir
gelecekte Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğinin hayal olmaktan öteye
geçemeyeceğini de ortaya koydu.
Şöyle
ki: Açık uçluluk ve hazmetme kapasitesi koşulu.
Müzakereler açık uçlu olacaktı yani bütün şartlar yerine getirilse bile AB
sürecin sonunda Türkiye’yi üyeliğe kabul etmeyebilirdi. Referandum engeli
vardı. Fransa ve Avusturya Türkiye'nin AB üyeliğini ülkelerinde referanduma
götüreceklerini ilan etmişlerdi. Teknik görüşmeler başarıyla sonuçlansa ve AB
organları üyeliğimizi onaylasa bile bu ülkelerdeki referandumda çıkması
neredeyse kesin olan “Hayır” kararı üyeliğimizi engelleyebilecekti.
Bir
de Türkiye’ye uygulanan serbest dolaşım rezervi var. Türkiye üyeliğe kabul
edilse bile vatandaşların AB içinde dolaşımına uzun vadeli sınırlamalar
getirilebilecekti. Oysa Birliğe üye olmayan Sırbistan, Makedonya ve Karadağ
vatandaşlarına dahi 2009 yılında Avrupa Birliğinin yirmi yedi ülkesinde vizesiz
dolaşım hakkı tanındı. Bir de Türkiye'nin önüne Kıbrıs yükümlülükleri konuldu.
Türkiye için millî bir mesele, aynı zamanda bir ulusal güvenlik ve çıkar sorunu
olan Kıbrıs sorunu ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunda önemli bir
dönemece yaklaştığımız anlaşılmaktadır.
Kıbrıs
konusunun Türkiye gündeminden, kamuoyunun bilgisinden bilinçli bir şekilde
uzaklaştırılması ve Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin politikalarındaki
belirsizlikler, Kıbrıs’taki müzakere süreciyle varılmak istenen nokta ve
Türkiye-Avrupa Birliği müzakerelerindeki Kıbrıs şartları açısından hassasiyet
yaratmaktadır.
1999
Helsinki Zirvesi’nde tam üye adayı ilan edilmişken, 3 Ekim 2005’te tam üyelik
için müzakerelere başlanmışken geldiğimiz noktayı size kısaca anlatmak
istiyorum. Türkiye'nin üyeliği söz konusu olunca üyelik müzakerelerinin sadece
teknik bir olay değil, siyasi ve stratejik bir olay olduğunu görüyoruz. 3 Ekim
2005’te müzakerelerin açılmasından bu yana yaşanan ilerlemeler, dondurulan
başlıklar ve getirilen yeni şartlar, siyasi ve stratejik bir olay olduğunu
açıkça vurguluyor. Keza 80 bin sayfadan oluşan Avrupa Birliği yasalarını 35
başlık altında görüşüp uyarlamaya sıra geldiğinde, bütün başlıklar kapatılmadan
hiçbir başlık kapatılmış sayılmayacak olması koşulu mevcuttur. 35 başlıktan 33
tarama faslında durum nedir?
2011
İlerleme Raporu’ndan okuyorum size: “Türkiye ile katılım müzakereleri devam
etmiştir. Hazırlık niteliğindeki analitik evrede, münferit fasıllarda
müzakerelere başlamak için gerekli hazır olma düzeyi tarama raporlarına
dayanarak değerlendirilmiştir. Toplam 33 tarama raporundan 9’u Konsey’de
görüşülmekte ve biri hâlâ Komisyon tarafından Konsey’e sunulmayı beklemektedir.
Bugüne kadar, on üç fasıl müzakereye açılmış olup bunlardan biri (Bilim ve
Araştırma Faslı) geçici olarak kapatılmıştır.”
Yani
AB ile 3 Ekim 2005’te başlatılan ucu açık müzakerelerde altı yıl içinde gelinen
son nokta: Müzakere edilen başlık sayısı on iki, Kıbrıs sorunu nedeniyle
açılmayan başlık sayısı sekiz, Fransa ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin
açılmasını veto ettiği başlık sayısı dokuz, Türkiye hazır olmadığı için
açılamayan başlık sayısı üç. 33 başlıktan sadece bir tanesi açılıp
kapatılabilmiştir ancak tüm bu başlıklar açılıp kapatılmadan hiçbir başlık
kapatılmış sayılmayacağı için bu bir başlığın kapatılmış olmasının da ayrıca
bir önemi bulunmamaktadır.
Şu
anda izlediğimiz yöntem bizi üyeliğe yaklaştırmak yerine uzaklaştırmaktadır.
Edilgen konumumuzdan kurtulup farklı inisiyatifler
kullanmaya başlamalıyız. Hükûmetler artık “gibi” politikası yerine yeni bir
Avrupa Birliği yol haritası ve Avrupa Birliği ötesi bir Türkiye vizyonu sergilemek zorundadır. Türkiye’nin
süratle stratejik bir karar alıp Avrupa Birliği’ne hızlandırılmış bir süreç ve
kesin kabul tarihi teklif etmesi, icabında aramızdaki tüm sorunların görüşülüp
stratejik bir çerçeve takviminin çizileceği bir konferans toplanmasını
önermesi, bu gibi teklifler kabul edilmediği takdirde bugüne kadar kazanılmış
tüm haklarımız saklı kalmak kaydıyla süreci dondurması, Avrupa Birliğiyle
Avrupa Birliği düzeninin organik uzantıları olan NATO, AGİK ve benzeri kurumlar
ve tüm Avrupa Birliği ülkeleriyle olan ilişkilerini yeni bir sisteme oturtması
gerekmektedir. Olumlu bir gelişme sağlanamadığı takdirde diplomasinin
içerik ve üslubunda ince ayarlar yaparak Avrupa Birliğine bütünlük içindeki bir
blok gibi yaklaşmak yerine ülkeleri kümeleyip triaj
sistemine geçebiliriz.
Özetle,
karşımıza yirmi yedi ülkeyi bir blok olarak almak yerine ilişkilerimizin
nitelik ve niceliğini ülke bazında farklılaştırmak, dosta dostça düşmana da
düşmanca davranmak gerektiğini düşünüyoruz.
Mevcut
tempoyla bloke edilen fasıllar açılsa bile müzakerelerin tamamlanması 2020
yılını geçebilir. Üyeliğimizin Avrupa Birliği’nin 2014-2020 dönemi bütçesine
alınması mümkün gözükmüyor. Bu, en az on beş yıl daha müzakere demektir. Bu,
uzun bir dönem daha Avrupa Birliği’nin kararlarına katılamamak ama onların normlarına
uymak, yardımlardan yararlanamamak ve Avrupa Birliği yükümlülüklerinin
getirdiği masraf ve maliyetlere katlanmak, olası diğer fırsatlardan feragat
etmek ve en kötüsü dışlayıcı söylemlerine sabretmek anlamına gelir. “Sonuç
önemli değil, süreç yararlı.” tezi geçerliliğini yitirmiştir. Dört temel
bilinmez geleceğimizi etkileyecektir: Kalan sürenin uzunluğu, yaşanılan sürecin
niteliği, sürecin sonunda elde edilecek netice ve o noktada Avrupa Birliğinin
durumu.
Uzun
ve eziyetli bir süreçten sonra reddedilmek Türkiye’yi iki açıdan derin şekilde
yaralar: Biri, ulusal gururumuza olan etkisi, diğeri de üyelik ümidiyle
geçirdiğimiz uzun süre içinde kaçırdığımız fırsatların Türkiye’ye ödeteceği
ağır bedel.
Süreç
üyelikle sonuçlansa bile, uzun bir süre sonunda katılacağımız Avrupa Birliğinin
bizim için değeri bugünkü Avrupa Birliğinden daha az olacaktır. Zira, dünya dengeleri Avrupa Birliğinin aleyhine, başta Çin
olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin lehine değişiyor artık. Üyelerin sayısı
arttıkça Avrupa Birliğinin yeni üyelere ayırabileceği destek azalıyor. Zaman
geçtikçe Avrupa Birliğinin pusulası şaşıyor. Yirmi yedi ülkeye çıkmasına
rağmen, Avrupa Birliğinin itici gücü ve temel kararları veren çekirdeği hâlâ
Almanya ve Fransa. Ancak sonucu belirleyici bu iki büyük üye ülke Türkiye
aleyhtarlıklarını deklare etmekle kalmamış, parti, devlet ve Avrupa Birliği
belgelerine geçirmişlerdi.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli üyeler; Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun verdiği önerge üzerine sizlere hitap ettim. Sabrınız için teşekkür
ediyorum.
Saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Türkkan.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grup önerisi aleyhinde söz isteyen Abdulkadir Emin Önen, Şanlıurfa
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurun
Sayın Ören.
ABDULKADİR
EMİN ÖNEN (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’nin AB
ile müzakerelerini izleme komisyonu kurulması yönünde Meclis araştırması teklif
edilen konu hakkında söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sözlerimin
hemen başında, öğretmenlerimizin, değerli öğretmenlerimizin gününü en içten
dileklerimle kutluyor, bizlerin bugünlere gelmesine vesile olan değerli
hocalarımıza saygılarımı ve sevgilerimi sunuyorum.
Teklifin
sahibi Sayın Oran’ı ben burada dikkatle dinledim. İnşallah kendisiyle AB Uyum
Komisyonunda uyumlu çalışmalara imza atacağımıza canıgönülden
inanıyorum ama bu teklifin burada içeriğiyle alakalı pek fazla bir şey göremedim,
neden gerektiğiyle alakalı. Farklı konulara temas etti. Ben sözlerimin içinde,
konuşmamın içinde, inşallah, neden böyle bir komisyona da gerek yok onu da
belirtmeye çalışacağım.
Türkiye
Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma yolunda
uluslararası konjonktürdeki gelişmeleri yakından takip
etmiştir. Avrupa Ekonomik Topluluğunun 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre
sonra Türkiye 31 Temmuz 1959′da Topluluğa ortaklık başvurusunda
bulunmuştur. AET Bakanlar Konseyi Türkiye'nin yapmış olduğu başvuruyu kabul
ederek üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe
giren Ankara Anlaşması’nı imzalamıştır.
AK
PARTİ iktidara gelinceye kadar tarihsel süreç içerisinde çeşitli anlaşmalar
imzalanmış, ancak 2002 yılı Kasım ayında AK PARTİ’nin
iktidara gelmesiyle Avrupa Birliği müktesebatına uyum, adaylık süreci,
reformlar ve fasılların açılmasıyla büyük ilerleme kaydedilmiştir. Hükûmetimiz
kırk üç yılda yapılamayanları iki yılda başararak Türkiye’yi müzakerelere
başlatan Hükûmet olmuştur.
Müzakerelerin
açılması için ön şart olan siyasi kriterlerin
karşılanmasına yönelik uyum yasası paketleri ve Anayasa değişiklikleri
Meclisten geçirilmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin kapsamını genişleten,
demokrasi, hukukun üstünlüğü, düşünce, ifade özgürlüğü ve insan hakları gibi
alanlarda mevcut düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan reformlara
devam edilmiştir.
Türkiye
AK PARTİ iktidarı döneminde Avrupa Birliğine katılım sürecini kararlılıkla
yürütmekte ve cumhuriyet tarihinde, üyelik hedefine ulaşmak için süreci en
ileriye taşıyan hükûmet yine AK PARTİ Hükûmeti olmuştur. Bazı Avrupa Birliği
ülkelerinin objektif kriterlerden uzak yaklaşımları
olsa da Hükûmetimiz Avrupa Birliği standartlarına uyum konusundaki çalışmalarını
samimi olarak devam ettirmektedir.
Türkiye
bugün sadece AB müktesebatının gereklerini yerine getirmeye çalışmıyor, Türkiye
bu süreçte daha önce müzakere yapılan hiçbir ülkenin karşılaşmadığı uygulamalar
ve AB’nin çifte standartlarıyla da mücadele ediyor. Önümüzdeki dönemde de
sürdürülecek reformlar, ekonomik gelişme ve aktif dış politikanın Avrupa
Birliği ile Türkiye ilişkilerini olması gereken noktaya taşıyacaktır. Avrupa
Birliği Türkiye'nin Birliğe üyeliğini adalet ve hakkaniyet ilkeleri doğrultusunda
karara bağlamalıdır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye bugün itibarıyla Avrupa Birliği
standartlarını yakalamada en yakın noktada olduğu dönemdedir. Ama az önce de
bahsedildi, değerli konuşmacılar da bahsetti, açılan ve açılamayan kriterlerin, fasılların hangi kriterlere takıldığı hepinizin
malumudur. Bunlar siyasi kriterler, Güney Kıbrıs’ın
öne sürdüğü birçok siyasi kriterler bunların arasındadır. 2006 yılı sonundan
itibaren yaşadığımız gelişmeler gösteriyor ki siyasi olaylar bütün süreci
etkisi altına alabilmektedir. Türkiye son üç yılda, siyasi blokajlara
rağmen, mevzuat uyumundan siyasi kriterlere, sivil toplum diyaloğundan mali iş
birliğine kadar her alanda adımlar atmıştır, atmaya da devam edecektir.
Türkiye'nin AB’ye üyelik süreci her iki tarafın da yoğun gayretini gerektiren
zorlu bir süreçtir. Müzakere sürecinde adaletli bir ortağa sahip olmamız bizim
açımızdan son derece önemlidir. AB‘nin önümüzdeki dönemde kamu alımları, sosyal
politika ve istihdam ile rekabet politikası fasıllarına yönelmesi ve bu
fasıllar üzerinde yoğunlaşması her iki taraf için doğru bir yaklaşım olacaktır.
Türkiye, Ulusal Program ve Türkiye'nin katılım süreci için Avrupa Birliği
stratejisi doğrultusunda kararlı bir şekilde reform sürecine devam edecektir. Bu
çerçevede, fasılların açılıp açılmadığına bakmaksızın, askıya alınıp
alınmadığına bakmaksızın, blokajların olup olmadığına
bakmaksızın bizler bu sürecin sonunda AB’ye katılsak da katılmasak da
toplumumuzun refahı noktasında büyük kazanımları olacağı için son derece önem
atfediyor ve devam ettiriyoruz. İktidarımız Avrupa Birliğine tam üyelik
sürecine verdiği önemin bir gereği olarak da ayrıca bir Avrupa Birliği
Bakanlığı kurmuş ve değerli Bakanımız Egemen Bağış bakanımız olmuştur.
Müzakere
sürecinde AB’den beklentilerimiz vardır. AB, Türkiye için objektif kriterlere dayalı net bir yol haritası çizmelidir. Tıkanma
aşamasına gelen müzakere sürecinin bir an önce aşılması gerekmektedir. Bugüne
kadar gösterdiğimiz katılım müzakereleri konusunda kararlılığımızı ve
ciddiyetimizi sürdürmeye devam edeceğiz. Aynı tutum ve kararlılığı AB
tarafından da görmek istiyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetimiz 2007 yılında yedi yıllık bir
çerçeve program hazırlayarak ülkenin AB müktesebatına uyumunun yol haritasını
hazırlamıştır. 2013 yılı sonunda tamamlanacak olan Türkiye'nin AB müktesebatına
uyum programının hangi tarihte neler yapılması, hangi kurumun, hangi kuruluşun,
hangi düzenlemeleri yapmasını gerektiren bu husus Avrupa müktesebatına uygun
hâle getirerek kurumların yol haritasını hazırlama amacını gütmektedir.
Yine,
bu doğrultuda İçişleri, Adalet ve Avrupa Birliği bakanlıklarından oluşan AB
İnceleme Komitesi düzenli aralıklarla toplanarak mevzuatın AB müktesebatına
uygunluğunu gözden geçirerek 2007 yılından bu yana uygulanan yol haritasının
uygunluğunu incelemektedir. Yasal düzenlemelerin yapılmasını gerektiren
konularda gerekli çalışmaları da yürütmektedir. Araştırma komisyonu kurulmasını
teklif edilen görevi AB İnceleme Komitesi yerine getirmektedir. O yüzden bu
müzakereleri izleme komisyonunun görevlerini biz en üst düzeyde, bakanlıklar
seviyesinde yaptığımız için böyle bir tasarıya, böyle izleme komitesine gerek
olmadığını düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
UMUT
ORAN (İstanbul) – Sayın Başkan, söz alabilir miyim acaba?
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Oran.
UMUT
ORAN (İstanbul) – Sayın Hatip, benim anlatamadığımı ifade etti. Bir cümleyle
ifademi yenileyebilir miyim, müsaade ederseniz.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Oran.
UMUT
ORAN (İstanbul) – Değerli milletvekili arkadaşlarım, şöyle bir süreç var. Yani
benim ifade etmek istediğim şey bu işi birlikte çözmek. Bir öngörü sorunu var
Hükûmetin. Yani altı yıl önce bir yola çıktı, Ankara’dan kalktı, “Brüksel’e
gidiyoruz, 2012’de Brüksel’e varacağız.” dedi. Altı yıl sonra bugün neredeyiz
diye baktığınız zaman, Ankara’yla Brüksel arası 3.196 kilometre, biz bugün
96’ncı kilometrede Gerede yokuşunu, Bolu Dağlarını daha çıkamıyoruz, tıkandı
kaldı, motor su kaynatıyor. Biz de ana muhalefet olarak diyoruz ki: “Gelin,
birlikte bu işi çözelim.” Eğer Sayın Bakan “Ben istersem, siyasi kriterler
olmasa, siyasi blokaj olmasa, ben on sekiz ayda 15
fasıl açabilirim.” diyor ise o zaman açsın.
3
Ekim 2005 tarihinde Güney Kıbrıs yönetimi tam üyeydi zaten. Dolayısıyla, bu blokajın olacağı biliniyor idi. Yine, 3 Ekim 2005 tarihinde
tam üye olan Güney Kıbrıs yönetiminin, 2012’de, Temmuz ayında dönem başkanı
olacağı biliniyordu.
Burada
bir ikilik var. Yani bir taraftan Hükûmetin veya Adalet ve Kalkınma Partisinin
bazı üyeleri diyorlar ki: “Efendim, Avrupa Birliği ayak bağı, işte o vagona
binersek geri ineriz.” Veya Sayın Başbakan diyor ki: “Biz bu süreci askıya
alırız.” Bazı bakanlar da diyorlar ki: “Efendim, biz istersek on sekiz ayda 15
fasıl açarız.” Biz de ana muhalefet partisi olarak diyoruz ki: “Gelin, beraber
bu yolu açalım. Yani hep beraber ya bir yol bulalım, ya bir yol açalım.” Benim
ifade etmek istediğim husus bundan ibaret.
Avrupa
Birliği Uyum Komisyonunda uyumlu çalışıyoruz arkadaşlarımızla, teşekkür ederiz.
Orası tali bir komisyon. Biz diyoruz ki bütün Meclisi,
Parlamentoyu birleştirecek bir komisyon kurulsun, bu çalışmayı beraber
yürütelim.
Hepinize
teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Oran.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN
– Karar yeter sayısı arayacağım.
Cumhuriyet
Halk Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler…
Sayın
milletvekilleri, karar yeter sayısı vardır, öneri kabul edilmemiştir.
Birleşime
on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.30
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.42
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ
(Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23’üncü Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Danışma
Kurulunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş
bir önerisi vardır; okutup, işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:
B) Danışma Kurulu
Önerileri
1.- 81 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın,
gündemin üçüncü sırasına alınmasına ve görüşmelerinin 24/11/2011
Perşembe günkü birleşimde yapılmasına, görüşmelerinin tamamlanmasına kadar
çalışmalara devam edilmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
24/11/2011
Danışma
Kurulu Önerisi
Danışma
Kurulunun 24/11/2011 Perşembe günü yaptığı toplantıda,
aşağıdaki önerilerin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.
Cemil
Çiçek
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Nurettin Canikli Muharrem
İnce
Adalet ve Kalkınma Partisi Cumhuriyet
Halk Partisi
Grubu Başkanvekili Grubu
Başkanvekili
Oktay Vural Pervin
Buldan
Milliyetçi Hareket Partisi Barış
ve Demokrasi Partisi
Grubu Başkanvekili Grubu Başkanvekili
Öneriler:
Bastırılarak
dağıtılan 81 sıra sayılı Kanun Tasarısının, 48 saat geçmeden gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının üçüncü
sırasına alınması ve görüşmelerinin 24/11/2011 günkü
(bugün) Birleşimde yapılması, 81 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerinin
24/11/2011 günkü (bugün) Birleşimde tamamlanmasına kadar çalışmalara devam
edilmesi önerilmiştir.
BAŞKAN
– Söz talebi?.. Yok.
Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Gündemin
“Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına
geçiyoruz.
1’inci
sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Yeni Zelanda Hükümeti
Arasında Hava Hizmetlerine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Yeni Zelanda Hükümeti Arasında Hava Hizmetlerine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/423) (S.
Sayısı: 21)
BAŞKAN
– Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci
sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekili
Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan
Vekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve Barış ve Demokrasi Partisi Grup
Başkanvekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan'ın;
Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
2.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekili Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Cumhuriyet Halk Partisi
Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, Milliyetçi Hareket
Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve Barış ve
Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/138) (S. Sayısı:
80) (X)
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Dünkü
birleşimde teklifin 2’nci maddesi üzerindeki şahıslar adına yapılan konuşmalar
tamamlanmıştı.
Şimdi
madde üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır on dakika süreyle, beş dakika
soru sorma, beş dakika cevap verme süresi.
Ancak,
dün Sayın Canalioğlu, Sayın Karaahmetoğlu ve Sayın Ömer Faruk Öz sisteme
girmişlerdi. Tekrar, lütfen girsinler.
Evet,
soru yok.
Dolayısıyla
soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.
2’nci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul
edilmiştir.
3’üncü
maddeyi okutuyorum:
MADDE
3- 6222 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasında geçen “altı aydan
iki yıla kadar” ibaresi “üç aydan bir yıla kadar” şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN
– Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Volkan
Canalioğlu, Trabzon Milletvekili.
Buyurun
Sayın Canalioğlu.
CHP
GRUBU ADINA MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi üzerine söz almış bulunmaktayım.
Yüce Meclisimizde görev yapan siz değerli milletvekillerini saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bugün 24 Kasım. Bugün aynı zamanda, Büyük Önder Atatürk’e
seksen üç yıl önce “Millet Mekteplerinin Başöğretmeni” unvanının verilmesi
münasebetiyle tüm öğretmenlerimize armağan edilen Öğretmenler Günü. Bu nedenle,
büyük özveri ve fedakârlıklarla bizleri yetiştiren öğretmenlerimizin bu anlamlı
günlerini kutluyorum. Aramızdan ayrılan değerli öğretmenlerimiz ile Van
depreminde enkaz altında yitirdiğimiz gencecik öğretmenlerimizi rahmetle anıyor
ve tüm eğitim camiasına başsağlığı diliyorum. Umuyor ve bekliyoruz ki
eğitimlerini tamamlayarak öğretmen olmuş, ancak atanamamış öğretmenlerimizin
atamaları da en kısa zamanda yapılsın.
Sayın
milletvekilleri, 23’üncü Yasama Döneminde çıkarılan 6222 sayılı Sporda Şiddet
ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Yasa 31/3/2011
tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Yasa’nın yürürlüğe girmesinden bu yana sekiz
ay gibi kısa bir zaman geçmiş, sekiz ayda bu yasanın uygulanmasında ne gibi
aksaklıklar görüldük ki sekiz ay sonra, 24’üncü Yasama Döneminde bu
aksaklıkların giderilmesi gündeme getirilmiştir?
(x) 80 S. Sayılı Basmayazı
23/11/2011 tarihli 22’nci Birleşim Tutanağı’na
eklidir.
Sevgili
milletvekilleri, aslında bu Yasa çıkarıldığında adı “Sporda Şiddet ve
Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun” değil, bunun adı “Futbolda Şiddet Yasası”
olmalıydı. Hemen “Niye?” diye sorduğunuzda, bu sorunun cevabı olarak da şunu
söylemek istiyorum: Siz hiç spor dallarından teniste, yüzmede, halterde,
boksta, golfte, voleybolda, hentbolda şiddete ve
düzensizliğe tanık oldunuz mu? Bugün gündeme gelen sporda şiddet ve
düzensizliğin önlenmesine dair yasa değişliğine neden gereksinim duyuldu? Biraz
önce sözünü ettiğim spor dallarıyla ilgisi var mı? Tabii ki yok. Bunun yalnızca
futbolla ilgili olduğunu hepimiz biliyoruz.
2010-2011
Süper Lig futbol sezonunda gelişen olaylar sonucu bazı kulüp başkanları ve
yöneticileri, teknik adamları, futbolcuları gözaltına alınarak ifadeleri
alınmış, bazıları tutuklanmış ve hâlen tutukluluk hâlleri devam etmektedir.
Bakınız, henüz şampiyonu belli olmayan ve de tartışılan ancak UEFA tarafından
Futbol Federasyonuna Şampiyon Kulüpler Kupası müsabakalarına Trabzonspor’un
katılması talimatı verilmiş ve şampiyonaya katılan Trabzonspor ülkemizi şu ana
kadar yaptığı maçlarda başarıyla temsil etmiş ve etmeye de devam etmektedir.
Bütün
bunlar yaşanırken taraftarlarda 2011-2012 futbol sezonu için eski yıllardaki
heyecan ve duyarlılık azalmıştır. Yani taraftarlar, bu yaşanan olaylar
nedeniyle artık futbola eskisi gibi merak ve heyecan duymamaya başlamışlardır.
Oysa günümüzde futbol, bir gösteri sporu olmasının yanı sıra aynı zamanda
endüstri, yani futbol endüstrisidir. Böylesine her kesimi ilgilendiren futbolda
geçen sezon yaşanan olaylar elbette tasvip edilemez. Ancak, ne yazık ki,
günümüzde tutukluluk hâlleri hükme dönüşmüştür. Bu, yalnız sporda şike
olaylarında değil; Ergenekon, Balyoz ve diğerlerinde de aynıdır. Bu durumlar
hukukun üstünlüğünü savunan ve ileri demokrasi dediğimiz anlayışla
örtüşmemektedir. Bu nedenle, iddianameler bir an önce hazırlanmalı, suçluluk
hâlleri tespit edilenler cezalandırılmalıdır.
Sayın
milletvekilleri, bu olaylar ülke gündemini meşgul ederken Futbol Federasyonu,
taraftarlarla ilgili olarak “Dört büyük kulübün birbirleriyle yapacağı maçlarda
deplasmanda oynayan takımın taraftarları stada
alınmayacak.” diye bir karar almıştır. Şimdi soruyorum değerli milletvekilleri:
Böyle bir saçma karar olur mu? Siz, insanların güvenliğini sağlayamayacaksınız
ve bunun kolaycılığına kaçıp insanların özgürlüğünü kısıtlayacaksınız.
Değerli
milletvekilleri, burada bizim yaş kuşağımızdan olan arkadaşlarımız çok iyi
hatırlayacaklardır; geçmişte bizler tüm takım taraftarlarıyla birlikte maçları
aynı tribünlerde izler ve birbirimize takılırdık. Şimdi taraftarlar, bırakın
ayrı tribünlerde takımlarını izleyip desteklemelerini, statlara bile
alınmıyorlar; nereden nereye!
Değerli
milletvekilleri, bu yasanın spor alanlarının güvenlik ve düzenine ilişkin
başlığında belirtilen hususlarda müsabakaların bütün sorumlulukları
yöneticilere yüklenmiştir. Bu kadar sorumluluğun altından kalkacak yönetici
bulunması ileride mümkün olamayacak ve bilhassa alt kategorideki kulüpler
yönetici bulmakta sıkıntı çekeceklerdir. Çünkü, stadın
ve müsabakanın bütün ağırlığı, bütün yükü kulüp yöneticilerine ve başkanına
getirilmiş ve ardından onlara ceza hükmü bağlanmıştır.
Değerli
arkadaşlar, aynı zamanda, yine, bu kanunun hükümleri arasında, statlarımızda
elektronik girişler biletlerin şekilde girecektir ifade edilmekte ve herkesin
yerleri belirleneceği belirtmektedirler. Ancak, şimdi buna da bir yerden
baktığın zaman, statların henüz fiziki şartları tam yeterli değil. Statlara
girişler, çıkışlar, kapalı tribünler, açık tribünler, sosyal tesisler ve
neticede bunların hiçbiri tam yeterli donanıma sahip olmadığından, bunun
uygulamasını da, bir an önce alt ve üst yapılarının iyileştirilmesi
gerekmektedir.
Yine
bir konu da değerli arkadaşlarım, statlarda özel güvenlikçiler görev yapmakta.
Ancak, güvenlik kuruluşları yeterli ekonomiye sahip olmadığından çalışanlarını
yeteri kadar eğitememekte ve aynı zamanda gerekli teçhizatla
donatamamaktadırlar. Bu nedenle, bunların ekonomik şartları da bir an önce
düzeltilmesi gerekmektedir.
Sonuçta
değerli milletvekilleri, bu değişikliğin öngörüldüğü yasanın adı, kamuoyunda,
hepimizin çok iyi bildiği gibi, şikecileri kurtarma
yasası olarak konuşulmaktadır; bu da kamuoyunda yüce Meclisimize yara
aldırmaktadır. Yasaların kişilere endeksli olarak değil, toplumun
gereksinimlerine göre çıkarılması gerekmekte olduğunu bir kez daha hatırlatmak
istiyorum.
Sayın
Başbakan, Güney Afrika ziyaretinin son gününde, kendisine eşlik eden köşe
yazarlarıyla sohbette konuyla ilgili olarak “Böyle yazboz olmaz, bizim kanun
yapma anlayışına yakışmıyor.” demişti, Sayın Arınç da bu sözlere paralel
konuşmalar yapmıştı. Şimdi, hemen şu söylenebilir: Bu önce dört partinin grup
başkan vekilleri ve sonra da birinin geri çekilmesiyle üç partinin grup başkan
vekillerince verilmiş bir önergedir.
Değerli
arkadaşlarım, öyle ama bizim yemin mutabakat metninde, altında AKP’nin ve
Cumhuriyet Halk Partisinin grup başkan vekilleri ve milletvekillerinin imzası
olmasına rağmen henüz daha Mecliste bu konuyla ilgili tek bir hareket
sağlanmamıştır. Yani şunu söylüyorum: Sayın Başbakan bu yasanın çıkmasını
istemese siz bu yasanın çıkarılması için bunun altına imza koyamazdınız. O
nedenle, bu yasa aynı zamanda sekiz ay gibi kısa bir sürede aksaklıkları
çözecek bir yasa değildir. Sporun elbette ki gelişmesini, altyapının oluşmasını
istemekteyiz ancak ne yazık ki bunların altyapısı için Spor Bakanımızın elbette
ki çalışmaları gerçekleştireceğine inanıyoruz. Ancak şunu söyleyeyim: Sekiz ay
gibi kısa bir sürede aksaklıklar var diye çıkarılan ve bugün gündemimize gelen
bu yasa değişikliğine elbette belki grup olarak imza koymuş olabilirler ama ben
şahsım olarak bu yasaya ret oyu vereceğimi ifade ediyor; yüce Meclisi
saygılarımla, sevgilerimle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Canalioğlu.
Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in
resmî davetlisi olarak ülkemizi ziyaret etmekte olan Avrupa Parlamentosu
Başkanı Sayın Jerzy Buzek
şu anda Meclisimizi onurlandırmışlardır. Kendilerine Meclisimiz adına “Hoş
geldiniz.” diyorum. (Alkışlar)
Alınan
karar gereğince Sayın Başkanı konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum.
Buyurun
Sayın Başkan. (Alkışlar)
X.- SÖYLEVLER
1.- Avrupa Parlamentosu Başkanı Jerzy Buzek’in, Genel Kurula
hitaben konuşması
AVRUPA
PARLAMENTOSU BAŞKANI JERZY BUZEK – Sayın Meclis Başkanı, saygıdeğer
milletvekilleri ve sayın konuklar; her şeyden önce Türkiye Büyük Millet
Meclisine hitap ediyor olmaktan dolayı büyük bir onur duyduğumu ifade etmek
istiyorum ve öncelikle de Türk halkına başsağlığı dilemek ve sizlerle dayanışma
içinde olduğumuzu ifade etmek istiyorum Van’da yaşanan iki deprem sonrasında
hayatını kaybedenler ve sorun yaşamaya devam edenlerle ilgili olarak.
Elbette
çok derin bir trajedi yaşandı ama bu beraberinde bana umut da aşıladı. Çünkü
Van halkı için büyük bir dayanışma ortaya kondu; vatandaşlarınız tarafından
yardım paketleri gönderildi, gönüllülerin oluşturduğu konvoylar ülkede yüzlerce
kilometre kat ederek hayatta kalanlara yardıma koştu. Avrupa Birliği de burada
olmaya ve sizlere yardımcı olabileceği her noktada yardımcı olmaya devam
edecek. Bu bağlamda “Avrupa sivil koruma mekanizması” olarak adlandırdığımız
sistemi depremin ardından birkaç saat içerisinde devreye soktuk. Çünkü sizler
yalnız değilsiniz.
Türkiye
Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer mensupları, hanımefendiler, beyefendiler;
ben Avrupa Birliğinin temsilcisi olarak zor bir dönemde Türkiye’ye geldim ikili
ilişkilerimiz açısından değerlendirildiğinde. Bunun farkındayım. Türkiye'nin
katılım müzakereleri aylardan beri bir açmaz içerisinde ve inanıyorum ki eğer
ileriye dönük adımlar atabilirsek, bu, herkesin tercih edeceği ve her iki taraf
için de faydalı olacak sonuçlar doğuracaktır.
Arap
dünyasında giderek artan, Orta Doğu’da giderek artan gerilimin Türkiye ve AB
arasındaki yakın iş birliğiyle çözümlenmesi gerekiyor çünkü her ne kadar sizin
ekonominiz iyi durumda da olsa, yine her iki yapının ekonomisinin de bir arada
işliyor olması kanımca önem taşımakta.
İşte,
bu bağlamda ikili konuları görüşmek ve çözümüne katkı sağlamak maksadıyla
ziyaretimi gerçekleştiriyorum.
Ülkenizle
ilişkiler konusunda çok iyi deneyimler sahibiyim. Sadece kişisel olarak
ülkenizi ziyaret etmekle kalmadım, Polonya’nın Başbakanlığını yürüttüğüm
dönemde eski Başbakanınızı da ağırlama onuruna eriştim ve o dönemde de her iki
ülke için çok iyi çalışmalar yapıldı. Hatta ikili ilişkilerimiz açısından, 2006
en iyi yılımızdı. Özellikle kalkınmayla ilgili 54 milyar avroluk, Avrupa
Birliğinin Yedinci Kalkınma Programı kapsamında raportör
olarak da görev yaptım. Aynı zamanda, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi
tarafından fahri doktorluk unvanına da layık görüldüm ve şu an bu değerli
Üniversitenin eski değerli Rektörü de burada bulunmakta ve birkaç saat önce
kendisiyle havaalanında tekrar karşılaşmış olmaktan da büyük memnuniyet
duymaktayım. (CHP sıralarından alkışlar)
Her
şeyden önce, ben Avrupa Parlamentosunu temsil etmekteyim ve Avrupa Parlamentosu
her zaman Türkiye’nin savunucusu olmuştur ve Avrupa Birliğinin genişlemesini
desteklemiştir.
Ben,
buraya bir dostunuz olarak gelmiş durumdayım, açık görüş paylaşmak amacıyla
buradayım Türk makamlarıyla ve elbette Türkiye Büyük Millet Meclisiyle.
Dolayısıyla, ben bir kez daha, davetinizden büyük bir onur duyduğumu ve bana
sizlerle konuşma fırsatı verdiğiniz için ne kadar mutlu olduğumu ifade etmek
istiyorum.
Bence
her zaman şunu hatırlamalıyız: Gerçekten de iş birliğimiz sayesinde birbirimize
çok şey borçluyuz. Öte yandan, iş birliğimizi en iyi şekilde geliştiremeyerek
de çok şey kaybetmekteyiz düşüncesindeyim.
Değerli
dostlar, ben bu yüce Mecliste konuşuyor olmaktan onur duymaktayım çünkü bu
Meclis, Türkiye'nin güçlü demokratik geleneklerinin, reformcu ve ilerici
politikalarının ve aynı zamanda, geride bıraktığımız yıllarda kaydettiği
inanılmaz başarılarının anıtı niteliğinde ve ben, tüm bunlardan dolayı sizleri
kutlamak istiyorum.
Türkiye'nin
gerçekten gurur duyması gereken pek çok husus var. Ekonominiz, geride
bıraktığımız on yıllık dönemde 3 kat büyüdü. Çok önemli sosyal reformlar hayata
geçirdiniz. Örneğin sağlık hizmetleri tüm ülke nüfusunu kapsayacak şekilde
geliştirildi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Laik
demokrasiniz…
Maalesef,
şu an kendi aranızda ne konuştuğunuzu anlayamıyorum. Yani aslında bu heyecanlı
görüşmeye maalesef dâhil olamıyorum ama gülümsemelerinizden anlıyorum ki bu
dostane bir tartışma. (Alkışlar)
Evet,
laik demokrasiniz, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da otoriter yönetimlerden
kurtulmak isteyen milyonlar için bir ilham kaynağı oldu.
Değerli
hanımefendiler, beyefendiler; elbette mevcut anlaşmalar ve politikalar
sayesinde Türkiye ve AB olağanüstü güçlü ekonomik ve siyasi bağlar oluşturmuş
durumdalar ve bu bağlar büyük stratejik önem taşımakta. Hemen bir örnek vermek
istiyorum: Avrupa Birliği, Türkiye’nin ticaretinin neredeyse yüzde 50’sini ve
ülkenize yönelik yabancı doğrudan yatırımların yaklaşık yüzde 80’ine ev
sahipliği yapmaktadır ve AB kaynaklı teşebbüsler Türkiye’de 13 binden fazla iş
kurmuş durumdadır.
Tabii,
Türkiye aynı zamanda Kafkas ve Hazar petrol ve doğal gazı için de bir enerji
koridorudur, bizim için çok önemli bir koridordur. Nabucco
Projesi’nin imzalanması AB, Türkiye ve bölgedeki diğer ülkeler arasında enerji
alanında daha yakın bir iş birliğine yönelik büyük bir adım niteliğindedir. Nabucco, enerji güvenliği konusunda önde gelen bir
önceliğimizdir ve Türkiye olarak sizler de Avrupa’nın enerji güvenliğine
katkıda bulunabilirsiniz. Beraberce enerji alanında iş birliğine yönelik daha
stratejik bir plan üzerinde çalışmamız gerekiyor.
Ancak,
iş birliğimiz ve her iki tarafın iş birliğinden sağladığı faydalar sadece
politik veya ticari alanlarla sınırlı değil. Eğitim ve kültür bağlamında da çok
etkileyici bir temasımız, irtibatımız var. Her yıl yaklaşık 40 bin Türk
vatandaşı Avrupa Birliğinin değişim programlarına katılmakta. Bu sayede
insanlarımızı birbirlerine daha fazla yakınlaştırıyoruz ve bunun da ötesini
yapabiliriz. Avrupa Birliği Komisyonunun entegrasyonun
artırılmasından dış politikaya, terörle mücadeleden ticarete ve vize
koşullarının hafifletilmesine kadar pek çok konuda ortaklığımıza yeni bir ivme
kazandırması en büyük beklenti.
Sevgili
dostlar, bir başka önemli konu daha var: Şimdi de Türkiye’nin yükselen bölgesel
ve uluslararası konumuna ilişkin bazı şeyleri sizlerle paylaşmak arzusundayım.
Bu
arada açıkça ifade etmek isterim ki Türkiye’nin uluslararası topluma
sunabileceği çok şey var. Ancak Türkiye ile Avrupa Birliğinin birlikte
çalışması esas önem taşımakta ki dış politikalarımızda daha iyi bir eş güdüm
var olabilsin. Özellikle bu zorlu zamanlarda beraber daha fazla çalışmalı ve
stratejik düşünmeliyiz. Birlikte sadece daha güçlü olmakla kalmayıp aynı
zamanda daha fazla güvenlik içinde de olacağız.
Geçtiğimiz
aylarda ülkenizin liderleri Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki özgürlük
mücadelesini desteklediklerini vurguladılar. Orta Doğu’da pek
çok kişi sizleri bir ilham kaynağı olarak görmekte başarıyla modernleşen bir
toplum örneği olarak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Başbakan
Erdoğan ilk Müslüman lider olmuştur Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’e görevi
bırakması yönünde çağrıda bulunan. Ülkenizin liderleri Mısır’a, Libya’ya,
Tunus’a ziyaret gerçekleştirmiş ve laikliği teminat altına alan bir anayasanın
kabul edilmesi yönünde ikna çalışmaları yapmışlardır. Son olarak da
kapılarınızı ve gönüllerinizi Suriye muhalefetine de açtınız.
Bir
Polonyalı olarak çok iyi hatırlıyorum 19’uncu yüzyılda -bir kez daha altını
çizmek isterim- Türkiye bizler için Adampol’de
güvenli bir alan yaratmıştı. Bir başka deyişle Polonezköy’de
19’uncu yüzyılda yaşanan kasım ayaklanmalarının ardından Polonyalı askerlere
güvenli barınak sağlamıştınız. Yani tam olarak yüz seksen yıl önce, tam olarak
yüz seksen yıl önce. Ama gerçekten de ulusların hafızaları kuvvetlidir ve
kuşaklar boyunca aktarılır. Sizler Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları
kuşkusuz bunu herkesten daha iyi bilmektesiniz. Dolayısıyla benim ülkemde
herkes bu davranışınızı hatırlamakta, anmakta. Ancak bugüne baktığımızda
aslında benzer bir dayanışma ruhunu Esad rejimine muhalif kişilere de
gösteriyorsunuz ki bu uluslararası camia içinde büyük önem taşımakta. Bununla
birlikte Suriye’deki gelişmeler ışığında politikalarınızı uyumlaştırabilmeyi
ummaktayım. Kendi deneyimlerimden de biliyorum ki düşen bir diktatörlük hem
tehlikeli hem de öngörülemez olabilir. Sadece Suriye’de değil, Doğu Akdeniz
genelinde birden fazla kıvılcım noktası mevcut ve bölgenin istikrara
kavuşturulmasına yardım etmesi için Türkiye’ye güvenmekteyiz.
Türkiye
Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer mensupları, şimdi oldukça zor bir konuya
değinmek istemekteyim. Özellikle zor olduğunu biliyorum her iki taraf için de.
Avrupa Birliği içinde de Türkiye’nin önemli bir rolü var oynayacağı. Kıbrıs şu
anda Avrupa Birliğinin ayrı, son üye devleti konumunda, birleşmemiş son üye
devleti konumunda ve bizler yapıcı bir yaklaşımla bu anlaşmazlığı çözmeyi
ummaktayız.
Sayın
Meclis Başkanınızla yaklaşık yarım saat önce tüm bu zorlu konuları görüşme
imkânı buldum. Görüşlerimizi paylaştık bu önemli sorunlara ilişkin, her iki
taraf için de önemli sorunlara ilişkin.
Son
aylarda Türkiye ile Kıbrıs arasında yaşanan gerilim beni ciddi olarak
endişelendirmekte. Bir kez daha tekrarlamak isterim, Avrupa Parlamentosu
tarafından Hükûmetinize yapılan bir çağrı vardı: Birleşmiş Milletler Genel
Sekreteri himayesinde Kıbrıs’taki iki toplumun liderleri arasında yürütülen
görüşmeleri aktif bir şekilde desteklemeye devam etmenizle ilgili ve ben bu
çağrıyı yinelemek istiyorum, ki böylece Kıbrıs
meselesi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarında da ifade edildiği
üzere siyasi olarak eşit, iki toplumlu, iki kesimli bir federasyon temelinde
adil ve yaşatılabilir bir çözüme kavuşturulsun çünkü bu konu artık aciliyet taşımaktadır.
Sürecin
şu an içinde bulunduğumuz bu önemli aşamasında tüm çabaların ve fikirlerin
kapsamlı bir çözüm üzerine yoğunlaştırılması ve bu öncelikten asla
uzaklaşılmaması, sapılmaması gerekmektedir. Bu bağlamda görüşmelerin başarılı
bir şekilde neticelendirilmesini kolaylaştıracak pozitif bir ortamın
yaratılabilmesi için tüm tarafların ellerinden gelen her şeyi fazlasıyla yapmaları
kesin suretle gerekmektedir. İşte bu nedenle Avrupa Birliği olarak Temmuz
2012’deki Kıbrıs Dönem Başkanlığından önce çözüm konusu dışında başka hiçbir
seçeneği düşünmek veya bununla ilgili spekülasyonda
bulunmak istemiyorum ve özellikle 2008’den yana kaydedilen olumlu ilerlemenin
ışığında da bunun mümkün olduğuna inanıyorum. Tıpkı Avrupa Birliği gibi
Türkiye'nin de görüşmelerin bu nihai aşamasına tam destek vermeye devam
edeceğine olan inancım da tamdır. Sizler de bizler de biliyoruz ki ikili
ilişkilerimiz gerçekten de bu müzakerelerin olumlu sonuçlanmasına bağlı ve
eminim ki her iki taraf da bu süreci desteklemeye hazır. Kıbrıs meselesinin
halli Türkiye'nin katılım müzakerelerine de memnuniyet verici bir canlılık
getirecek ve aynı zamanda tüm Kıbrıslılar için de aydınlık bir geleceği teminat
altına alacaktır. İşte bu yüzden bu konunun çözümü herkesin menfaatinedir.
Sevgili
dostlar, şimdi izninizle şahsen çok önemli bulduğum bir konuya değinmek
istiyorum. Bu aynı zamanda sizlerin de bir diğer büyük başarısını temsil
etmekte çünkü önünüzde gerçekten de tarihî bir fırsat var. Bahsettiğim,
Anayasa’nızı değiştirme fırsatı, yani bir çatışma zamanında yazılmayacak olan
ilk Türk anayasası. Bu sayede, etnik menşei veya inancı ne olursa olsun,
Türkiye'nin tüm vatandaşlarını koruyacak ve tüm vatandaşların hak ve
özgürlüklerini teminat altına alacak bir çerçeve oluşturma fırsatından
bahsediyorum. (BDP sıralarından alkışlar) Ben bu bağlamda, Hükûmetiyle,
muhalefetiyle ve sivil toplumuyla birlikte Türkiye'nin kapsayıcı bir süreç
izleyerek -ki kapsayıcı süreç çok önemli- sivil bir anayasa hazırlama yönündeki
çabalarını güçlü biçimde desteklemekteyim.
Şu
ana kadar bu Mecliste yeni anayasayla ilgili geçtiğimiz ay içerisinde
başlatılan süreç ve yapılan görüşmelerden çok etkilendiğimi de ifade etmek
isterim. Bu konuyu Sayın Başkanla görüşme imkânı bulamadım çünkü daha ziyade
zorlu konuları ilk olarak görüşmeye başladık. Muhtemelen daha iyi ve daha
sorunsuz konuları, daha olumlu konuları akşam yemeğine bıraktık.
Müsaadenizle
devam etmek istiyorum. Bu başarılarından dolayı hem Sayın Meclis Başkanını hem
de tüm siyasi parti başkanlarını kutlamak istiyorum. Ben yaklaşık yarım saat
içerisinde tüm siyasi parti liderleriyle de bir araya geleceğim ve ikili birçok
hususu görüşme imkânı bulacağım AB ve Türkiye arasında ve elbette bu önemli
konuyu da.
Yeni
anayasanın yazılması kolay olmayacaktır. Ancak bunun başarılması ülkenizin
demokratik yapılarını perçinleyecek ve Türk toplumunun, merkezinde insan
hakları ve temel özgürlüklerin yer aldığı çoğulcu bir demokrasiye dönüşümüne de
yardımcı olacaktır. Bu çatı altında temsil edilen tüm siyasi partiler,
uzlaşmaya varmak üzere ellerinden gelen en yoğun çabayı sarf etmelidir. Bir kez
daha altını çizmek isterim ki bu tarihî bir fırsattır ve bu konuda bence
başarısızlık lüksü yoktur.
Yirmi
yıl önce kendi ülkemdeki gelişmeleri hatırlıyorum ve dolayısıyla bu
söylediklerimi kişisel deneyimlerime dayandırıyorum. Bu sürecin ne kadar zorlu
olduğunu çok iyi hatırlıyorum yani ülkemde o dönemde geçen günleri
hatırlıyorum. Avrupa Birliği ve özellikle Avrupa Parlamentosu bu bağlamda
mümkün olan her konuda size yardımcı olmaya hazırdır. Özellikle de sizlerin
desteğe ihtiyaç duyacağınızı hissettiğiniz alanlarda yardımcı olmaya hazırız.
Yani zorlu demokratik reform süreçlerini hatırlıyorum kendi ülkemde ve o
dönemde batı demokrasileri gerçekten büyük bir destek sağlamışlardı ve o destek
bize çok yardımcı olmuştu karar alma süreçlerinde, özellikle de demokratik
kurumların ve usullerin tesisi bağlamında ki bunların tesisi kolay değildir.
Yıllar boyunca bunun uygulamasını gerçekleştirmeye çalıştık.
Bu
yılın başlarında Avrupa Parlamentosu yargı reformu, ordu üzerinde sivil
gözetiminin artırılması ve azınlıkların mülkiyet hakları konusunda kaydetmiş
olduğunuz ilerlemeyi memnuniyetle karşılayan bir karar yayımlamıştır. Bunlar
doğru yönde atılmış önemli adımlar olup aynı zamanda katılım süreci açısından
ve uluslararası camia açısından da ehemmiyet taşımaktadır.
Değerli
dostlar, elbette ki AB içerisinde bizler bundan daha fazlasını görmek
istiyoruz. Yani arkadaşlar, dostlar arasında her şeyin açık konuşulması çok
önemli. Tıpkı benim gibi Türkiye'nin dostları sizleri reformları hızlandırmaya
teşvik ediyor. Zira Avrupa Parlamentosu ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve din
özgürlüğü ile azınlıkların korunması konularında taşıdığı endişeleri dile
getirmiştir ve bu konular da ele alınması gereken konular niteliğindedir.
Kısa
bir süre önce Hırvatistan, Sırbistan ve Bosna-Hersek’i kapsayan ziyaretlerim
esnasında da ifade ettim ve bugün de tekrarlamak isterim: İfade özgürlüğü ve
çoğulcu basın bizim tüm değerlerimizin kalbinde yer almaktadır ve bu, Avrupa
Birliğine üye devletler için geçerlidir. Birlik içerisinde her zaman bunun
denetimi, kontrolü gerçekleştirilir ama aynı zamanda müzakere gerçekleştiren
aday ülkelere veya potansiyel aday ülkelere de uyguladığımız bir değerler
bütünüdür. Aslında, birçok kişiden çok daha fazlasını biliyorum kendi
deneyimlerimden dolayı. Bağımsız basın demokratik bir toplum açısından hayati
bir önem taşımaktadır ve ifade özgürlüğü hepimizin de üyesi durumunda olduğu
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı uyarınca da teminat altındadır, hepimiz
bu Mahkemenin üyesiyiz. (CHP sıralarından alkışlar) Elbette, dayanışma hareketi
içerisinde yirmi-yirmi beş yıl önce elde ettiğim deneyimlere dayanarak bunları
sizlerle paylaşmaktayım.
Saygıdeğer
konuklar, sözlerime son vermeden önce yine son derece hassas bir diğer konuya
değinmek istiyorum, bu da Kürt kökenli vatandaşlarınızla alakalı konu. Bu
konunun zor bir konu olduğunu biliyorum. Bu konuya değinirken ülkenizin
geçtiğimiz on yıllar içinde ne denli büyük acılar çektiğinin bilinciyle ve
büyük bir tevazuyla konuştuğumu ifade etmek isterim
ki buna yakın zamanda yaşanan sorunlar da dâhil. Bizler de Avrupa Birliğinde
etnik, dilsel ve kültürel farklılıklar temelinde büyük acılara tanıklık ettik.
Londra’da, Madrid’de ve Avrupa’nın diğer kentlerinde meydana gelen terör
saldırıları sonsuza dek hafızamıza kazınmış durumdadır. Demokrasilerde terörün
ve silahlı mücadelenin yeri yoktur. Avrupa Birliği kati suretle terörü
kınamakta ve her zaman için teröre karşı hareket etmektedir. Yani genel algı ve
kamuoyuna dönük bazı açıklamaların aksine, Avrupa Birliği terörle mücadele
alanında ülkenizle iş birliğini önemli ölçüde ilerletmiştir çünkü neticede
şiddetin durdurulması ortak menfaatimizedir. Az önce de ifade ettiğim gibi,
bizim de geçmişte ve hâlen zaman zaman benzer sorunlarımız Avrupa Birliği
içerisinde oldu ve olmaya devam etmekte. Ancak, Kürt sorunu sadece bir terör
sorunu olmayıp aynı zamanda kültürel ve dilsel çeşitlilik alanında da derinliği
olan bir konudur, bir yandan iktisadi kalkınmayla alakalı, diğer yandan ise
insan haklarıyla alakalıdır. Avrupa Birliğine üye devletler,
farklı kültürel yapılara sahip grupların hak ve özgünlükleri konusunu, federal
yapıdan kendini yönetmeye, yetki devrinden yerelleşmeye kadar uzanan farklı
yöntemlerle düzenlemektedirler ve bunun kolay bir iş olmadığının da farkındayız
ama bu konunun çözümlenebileceğine inanıyoruz kendi deneyimlerimiz ışığında,
insan hakları temelinde ortak bir yaklaşım ve müzakere ve diyalog yoluyla.
Ben
de kendim, ülkemde bir dinî azınlığa mensubum, kendi ülkemde. Ben bir
Protestan’ım ki sadece Polonya nüfusunun yüzde 0,2’si Protestan yani bu da 38
milyonluk nüfusta, yaklaşık 40 milyonluk nüfusta sadece 80 bin vatandaş
anlamına gelmekte. 40 milyon içerisinde 80 bin vatandaşa denk gelmekte ama buna
rağmen, Polonya Başbakanı olmamın önünde hiçbir engel olmadı.
Burada
bulunmamın sebebi, kesinlikle ders vermek veya vaazda bulunmak değil, bir çözüm
de önerecek değilim, hepimiz sorunun kompleks
yapısının farkındayız ama belki de deneyimlerimizi paylaşarak herkes için adil
olacak bir sonuca ulaşabiliriz. Biliyorum ki hazırlamakta olduğunuz yeni
anayasanın birlikte yaşamak adına yeni bir çerçeve sağlayacak önemli bir şans
olma niteliği var. Bu yıl, komşumuz olan bölge ülkelerinde meydana gelen
olaylar bizlere önemli bir ders verdi. İnsanlar her zaman onurlarını -demokrasi
ve ifade özgürlüğü de dâhil olmak üzere- ve insan haklarını talep edeceklerdir.
Avrupa’nın ve dünyanın birleşik, demokratik ve dinamik bir Türkiye’ye ihtiyacı
var; tüm etnik kökenlerden, inançlardan ve dillerden gelenlerin barış içinde ve
bir arada yaşadığı bir Türkiye; birey haklarının ve kültürel farklılıkların
tanındığı ve teminat altına alındığı bir Türkiye.
Bir
kez daha tekrarlamak isterim çünkü çok önemli bir cümle ve kısaca özetlemek
isterim: Avrupa Birliğinin Türkiye’ye ihtiyacı var ve inanıyorum ki Türkiye'nin
de Avrupa Birliğine ihtiyacı var. Gelin, kazan-kazan stratejisini uygulayalım
ve daha da iyi çalışmalar sergileyelim.
Sevgili
dostlar, üzerinde yaşadığımız kıtanın geçmişi fedakârlık ve cesaret içeren
kararlarla doludur ama bu aynı zamanda geleceğe dönük bir umut ve iyimserliğin
de tarihi ve öyküsüdür.
Son
bir örnek paylaşmak isterim: Yüz yirmi üç sene boyunca, 18’inci yüzyılın sonundan
20’nci yüzyılın başına kadar padişahlarınız, sultanlarınız benim ülkemin
büyükelçisini her yıl bir kere huzuruna çağırırdı. Bu yüz yirmi üç sene boyunca
aslında benim ülkem var olmamaktaydı, Avrupa haritası üzerinde benim ülkem var
değildi. Her zaman Osmanlı padişahına Polonya büyükelçisinin geçici bir mazeret
nedeniyle huzura çıkamadığı söylenirdi ama siz çağırmaya devam ettiniz ve
bizden asla ümidinizi kesmediniz, bağımsız Polonya’ya inancınızı hiçbir zaman
kaybetmediniz. (Alkışlar)
Bugün
Avrupa Birliği ve Türkiye’nin de umut ve iyimserlik göstermeleri gerektiğini
biliyorum. Yine biliyorum ki beraberce, birlikte güvenli, güçlü ve dayanışma
içinde bir gelecek yaratabiliriz, biliyorum ki birlikte gelecek nesiller için
müreffeh ve demokratik bir gelecek çizebiliriz.
Çok
teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Başkan.
Sayın
milletvekilleri, birleşime bir saat ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.28
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.32
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ
(Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23’üncü Birleşiminin
Dördüncü Oturumunu açıyorum.
80
sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekili Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Cumhuriyet Halk Partisi
Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, Milliyetçi Hareket
Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve Barış ve
Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/138) (S. Sayısı:
80) (Devam)
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi
söz sırası 3’üncü madde üzerinde söz isteyen Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Adnan Şefik Çirkin’in, Hatay Milletvekili.
Sayın
Çirkin, buyurun.
MHP
GRUBU ADINA ADNAN ŞEFİK ÇİRKİN (Hatay) – Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; öncelikle bugün, hepimizi yetiştiren, hepimize büyüklük yapan,
hayata atılmamızda büyük katkıları olan öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler
Günü’nü kutluyorum.
Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sporda
Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi’nin 3’üncü maddesi üzerinde Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Tabii,
ondan evvel -izniniz olursa- biraz evvel Meclisimize katılan ve konuşma yapan
Avrupa Birliği Heyeti Temsilcisinin bazı görüşleri hakkında kendi görüşlerimi
de ifade etmek istiyorum.
Şimdi,
Değerli Temsilci, yaptığı konuşmada laik Türkiye Cumhuriyeti demokrasisinin
diktatörlükten kurtulmak isteyen Orta Doğu ülkelerine örnek olduğunu ifade etti.
Şimdi, demokrasimizin önemli sıkıntılar yaşadığı, bir başka deyişle dine,
dindara cumhuriyet tarihinde en soğuk bakıldığı, bir başka deyişle laikliğin
tavan yaptığı dönemde örnek olamamışız ama şimdi farklı çevrelerin “Laiklik
elden gidiyor.” diye -ki kendi görüşleridir, katılırız, katılmayız- seslerini
en yükselttiği dönemde, laik demokrasimiz Orta Doğu ülkelerine örnek oluyor. Bu
bir garabettir, çelişkidir.
Ayrıca,
yakın planda komşumuz olan Suriye’nin yönetiminin devrilmesiyle ilgili belli ki
Avrupa Birliği ülkeleri tarafından da Türkiye'ye bir misyon
biçilmiş, bu konuda Türkiye'nin etkisinden bahsediliyor. Suriye’de yönetim
değişikliği noktasında Türkiye'ye misyon biçilmesi
noktasında da bir iki cümle ifade etmek istiyorum.
Bir
tarafta 1998 Adana Anlaşması’ndan beri…
BAŞKAN
– Sayın Çirkin, lütfen konuyla ilgili konuşur muyuz.
ADNAN
ŞEFİK ÇİRKİN (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.
…PKK’yla
ilgili meselelerde, Türkiye Cumhuriyeti devletine her konuda sadakatle, bu
anlaşmaya sadık kalmak suretiyle hizmet etmiş bir devlet, bir tarafta Sayın
Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey’in de ifadesiyle PKK’ya kucak açmış
Avrupa Birliği ülkelerinin temsilcisinden gelen istek. Bu da bir çelişkidir,
bundan sevinmeyi onur kırıcı bulurum.
Değerli
milletvekilleri, 6222 sayılı Kanun’un mevcut 14’üncü maddesinin ikinci fıkrası
“Spor alanlarında veya çevresinde toplum kesimlerini dil, din, ırk, etnik
köken, cinsiyet veya mezhep farkı gözeterek hakaret oluşturan söz ve
davranışlarda bulunan kişi, fiili daha ağır cezayı gerektiren başka bir suçu
oluşturmadığı takdirde altı aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla
cezalandırılır.” hükmünü içermektedir. Şimdi
yapılan düzenlemeyle “altı aydan iki yıla kadar” ibaresi “üç aydan bir yıla
kadar” şeklinde değiştirilmek istenmektedir.
Kanun
teklifinin geneline bakıldığında, bu kanun kapsamına girecek suçların
cezalandırılmalarında bir indirim yapıldığı görülmektedir ancak kanunun bu
maddesi ayrı bir değerlendirmeye tabi tutulmalıydı. Taraflar spor kulüplerini
eleştirebilir, hakemlerin kararlarını eleştirebilir, sporcuları eleştirebilir.
Buradaki suçların cezası bu kadar yüksek olmamalıdır. Ama
spor suçlarını içermeyen, toplumda ayrımcılığı körükleyen bir fiilden
bahsedilmekte. Bu husus, bence dikkate alınmalıydı.
Öte
yandan, bu Kanun’un çıkmasında, daha evvel Mecliste yapılan görüşmelerde,
tutanaklara baktığımda, Değerli Milletvekilimiz Sayın Ali Uzunırmak
Bey’in bir ifadesini buldum. Ne diyor Sayın Ali Uzunırmak
Bey, mart ayında bu kanun görüşülürken yaptığı konuşmada: “7 Mayıs 2004
tarihinde iktidarda kim var -Biz o zaman yoktuk milletvekili olarak ama demek
ki o zaman da bir kanun çıkarılmış bu konuyla ilgili- Adalet ve Kalkınma
Partisi Hükûmeti. 7 Mayıs 2004 tarihinde 5149 sayılı Spor Müsabakalarında
Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı kabul ediliyor
Mecliste. Bu tasarı kimin tasarısı? AKP Hükûmetinin tasarısı. Peki, 2004’ten
2011’e, yedi yılda ikinci bir defa daha bütün hatlarıyla değiştirilen bir
tasarı geliyor tekrar Meclis gündemine. Bu da AKP İktidarının
tasarısı. Peki, acaba Parlamento mantığı açısından, meselelerini doğru
tartışmayıp, yerinde tartışmayıp ‘Göç yolda düzülür.’ hesabıyla kanun yapmak
‘21’inci yüzyılda ileri demokrasi, çağdaşlaşıyoruz.’ diyen bir hükûmet
başkanına yakışır mı değerli arkadaşlar? Böyle bir mantıkla milletin geleceği,
yasa yapma tekniği inşa edilebilir mi?” Böyle diyor Sayın Ali Uzunırmak.
Şimdi
aynı konuda sekiz ay evvel çıkarılan bir kanunu tekrar değiştiriyoruz. Herhâlde
Sayın Ali Uzunırmak bu söylediğinden pişman olmuştur,
yedi sene sekiz aya düştü çünkü. Böyle kanun çıkarılmaz. Ülkenin menfaatlerini
ilgilendiren -elbette bu Meclis bu menfaatlerle ilgili kanunları çıkaracak ama-
böyle önemli konularda günün ortamına, günün konjonktürüne
göre kanun çıkarılmamalıdır. İncelenmeli, tartışılmalı, bir sürece yayılmalı ve
ondan sonra çıkarılmalıdır. Ne oldu alelacele çıkan bir kanunda? Koskoca
Fenerbahçe Spor Kulübü lekelendi. Tabii, sonuçta kararı yargı verecek. Bu
Kulübün Başkanı şu anda farklı yöneticileriyle birlikte hapiste yatıyor ve
şimdi biz ne yapıyoruz? Kamuoyunda algılandığı kadarıyla, bunları hapisten
çıkarmak için tekrar Mecliste kanun yapıyoruz. Hiç olmazsa, bundan sonra
çıkacak kanunların daha dikkatli, daha intizamlı ve daha kararlı bir şekilde,
iyi incelenip çıkarılması gerektiği kanaati şahsen bende hâkim oldu.
Yani,
değerli iktidarımızın bu yaptığı ilk şey değil. Mecliste birçok konuyla ilgili
çıkardığı kanun hatta Anayasa değişikliklerinde dahi bu hatalar yapılıyor. En
yakın örnek; 2007 seçimlerinden sonra gittiğimiz Cumhurbaşkanımızı halkın
seçmesiyle ilgili referandum. Ne yaptık Anayasa değişikliğiyle? 11’inci
Cumhurbaşkanını halkın seçmesine dair bir Anayasa değişikliği yaptık değil mi?
Oysa 2007 seçimlerini müteakip Milliyetçi Hareket Partisinin de katılımıyla bu
Meclis bir Cumhurbaşkanı seçmiştir. O referandum oylansa, o hâliyle oylansa
kendi elimizle kendi Cumhurbaşkanımızı görevden düşürecektik. Böyle bir yasa
olmazdı. Ama ne yaptı Milliyetçi Hareket Partisi? Genel Başkanımız Sayın Devlet
Bahçeli eliyle ve Meclis Grubuyla size yardım elini uzattı ve bu yasada gerekli
değişiklikleri yaptı. Ne oldu? Cumhurbaşkanının makamının itibarı kurtarıldı.
Ne oldu? Türkiye Cumhuriyeti devletinin itibarı kurtarıldı. Bunlar sizin çapsız
bulduğunuz, grubun tamamına teşmil etmiyorum ama bazı sözcülerinizin “çapsız”
bulduğu muhalefet partileri tarafından gerçekleştirildi. Ne gerçekleştirildi?
Sizin “çaplı” hukuk profesörlerinizin “çaplı” Anayasa profesörlerinizin yaptığı
yanlış anayasa çapsız bulduğunuz muhalefet tarafından düzeltildi.
Bu
duygu ve düşüncelerle hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum ve yüce
Meclisi saygı ve sevgiyle tekrar selamlıyorum.
Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Çirkin.
Madde
üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Sırrı Sakık, Muş Milletvekili.
Buyurun
Sayın Sakık.
BDP
GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Dünden
beri, bu görüştüğümüz yasayla ilgili buraya çıkan her arkadaşımızın
konuştuklarıyla gruplarının davranışı arasında büyük bir farklılık var ve hiç
kimse içine sindirmiyor. Dün de söyledim, Sayın Bakanımıza da bir soruyla
ilettim, dedim ki: “Bakın, dünyada 222 ülkede 654 tane tutuklu yazar ve gazeteci
var. Bunlardan 70 tanesi bu ülkede, içeride. Bunlarla ilgili -ve sizin gazeteci
kimliğiniz de var, hukukçusunuz da- bunlarla ilgili hiç kimsenin kılı
kıpırdamıyor ama sırtı kalınlar olunca kıyamet oradan kopuyor.” Biz kimsenin
mağdur olmasını istemiyoruz yani biz, sefalette eşitliği de asla istemeyiz ama
bir hakkaniyet de aramak bizim de görevimizdir.
Şimdi,
bu şikeyle ilgili başlayan operasyon, sekiz ayda, bu veya ikinci kez, hangi
güçtür bunları getirip tartıştıran? Ve burada, bizim dışımızda oy birliğiyle
bir karar alınıyor. Demek ki bu insanların sırtı kalın. Bu insanlar bu ülkeye
hâkim, siyasi partilere hâkim, egemen, istedikleri gibi yön veriyorlar. Onun
için, biz de diyoruz ki: “Gerçekten eğer siz, vicdanınıza karşı bir sanık
sandalyesine oturmak istiyorsanız, ilk önce…” Düşüncelerini ifade edenlerin bu
ülkede cezaevinde olduğunu hepimiz biliyoruz. Son günlerde “KCK operasyonu” adı
altında binlerce insanın nasıl tutuklandığını biliyoruz. Şu an 50’ye, 60’a
varan hukukçu gözaltında İstanbul’da, yarın özel mahkemelere çıkacak. Ne
söyleniyor? “Efendim, diyalog kuruldu.” E, peki, günaydın, bu avukatlar her gün
İmralı’ya gidip görüştüklerinde, daha onlar İstanbul’a gelmeden onların
görüşmeleri Adalet Bakanlığının masasına konulmuyor muydu, Sayın Başbakanın
önüne koyulmuyor muydu veyahut da MİT’in veyahut da Genelkurmayın, yetkili
birimlerin masasına bu notlar gitmiyor muydu? Gidiyordu. “Efendim, o notlarda
‘Vurun, öldürün.’ talimatı vardı.” Eğer bu altı yedi yıllık süre içerisinde bu
notlar size geliyorsa ve bunlar, avukatlar daha bu mesajı iletiyorsa sizin
buradan yargılanmanız lazım. Demek ki siz bu suça gözünüzü yumdunuz, siz bu
suça dâhil oldunuz.
Bir
taraftan çıkıp diyorsunuz ki: “Efendim, biz, 1938’lerdeki, 1937’lerdeki
Dersim’de yaşanan olaylardan dolayı özür diliyoruz devlet adına.” Büyük bir
erdemliktir, kutluyorum. Eğer 1915’lerle yüzleşmiş olsaydık 1938’ler
yaşanmayacaktı, 1938’lerle yüzleşmiş olsaydık PKK süreci yaşanmazdı, bugün
çatışmalar yaşanmazdı. Bir özür erdemliktir ama siz bir taraftan bir özür
derken… Bugün dağda bulunanlar işte Seyit Rızaların torunlarıdır,
Dersimlidirler, Kürtlerdirler. Yani dün Sason’dan bahseden Sayın Başbakan, Sason’da
ne olup bittiğini bilmiyor mu? Biliyor. Sason’da da olup bitenler… O coğrafyada
yaşayanların torunlarıdır bugün kavga edenler. Şimdi, onların torunlarını yok
etmeye çalışacaksınız, bir taraftan da dönüp diyeceksiniz ki: “Olanlardan
dolayı özür diliyoruz.” Bunlar birbiriyle çelişir. Eğer bu politikalardan
dolayı insanlar dağa gitmişse, ret ve inkâr politikalarından ve asimilasyon
politikalarından ve atalarına karşı uygulanan zalimane politikalardan dolayı
dağa gitmişlerse sizin de dönüp onları hayata dâhil etmek gibi bir göreviniz
vardır.
Siz,
Terörle Mücadele Yasası’nı hayata geçirerek… Bakın, bu çifte standartlardan
birkaç örnek vermek istiyorum. Yıl 2009; Demokratik Toplum Partisini Anayasa
Mahkemesi kapattı. Benim seçim bölgemde, Muş’ta insanlar sokağa çıktılar
“Hayır, bizim demokratik zemindeki temsilcilerimizi Parlamentodan atamazsınız,
partimizi kapatamazsınız.” dediler. Bulanık’ın merkezinde bir iş yerinden ateş
açıldı, 2 insan yaşamını yitirdi ve 10 insan da yaralandı. Arkasından, o
saatlerde güvenlik önlemleri almayan devlet, ölümden hemen sonra bir tankla,
bir panzerle gitti o katilleri oradan aldı, bir helikopterle ta Mardin’e kadar
götürdü. Sonra ne oldu biliyor musunuz? O katilleri alıp götürdüler, mahkemeyi
Muş’tan Samsun’a -Samsun’a gittik, saldırıya maruz kaldık- Samsun’dan Ankara’ya
aldılar. Altı ay içerisinde katiller aklandı ve sokağa çıkıp “Benim partimi,
demokratik zemini bize kapatmayın." diyen insanlar, 50 tane insan şu anda
sekiz ve on yıl arası ceza aldılar. 50 insan şu an Muş cezaevinde yatıyor ve
bunlar masum. Bir tek basın açıklaması yaptıkları için bu insanlar şu anda
cezaevinde ama bunların sorunlarıyla ilgilenmiyorsunuz. Küçücük bir pankart
açıp beş yıldır cezaevinde olan okuryazar olmayan anneler cezaevinde ama
bunlara körsünüz, bunlara sağırsınız, bunlarla ilgili küçük bir şey
yapmazsınız.
Mesela
cezaevlerinde şu anda 200 insan ölümle pençeleşiyor Sayın Bakanım ve alınan
raporlar sonucu bunların, bu insanların büyük bir çoğunluğu üç beş ay ya yaşar
ya yaşamaz. Bunları Adalet Bakanlığına sunduk. Hani “Hukuk devletiyiz.”
diyorsunuz, hukuktan bahsediyorsunuz. Geçenlerde bu insanlardan birini
kaybettik. Bu insanların çoğu on sekiz, yirmi yıldır cezaevinde, artık ölümle
pençeleşiyorlar ve kimi kanser, kiminin gözü görmüyor, kiminin kasları
tutmuyor. Bu insanlarla ilgili kılınız kıpırdamıyor ama bu ülkede imparator
olanlara karşı özel yasalar çıkarıyorsunuz. Bakın, PKK’den veyahut da siyaseten
cezaevinde olanların bir doktora gidiş gelişinde yaşanan o hayat hikâyesini bir
bilseniz, bir vahşet yaşanıyor ama Ergenekon’dan ve şikeden cezaevinde
olanların nasıl bir muameleyle karşı karşıya olduğunu hepimiz biliyoruz.
Bakın,
asker olanlar, elini kolunu sallayarak, tutuklu da olsa, gidip GATA’da yatıyor.
GATA’dan taburcu olduğu zaman da “Ben bir hafta daha evimde dinleneceğim”
diyor, gitmiyor. Yargı buna karışmıyor, kolluk kuvvetleri buna karışmıyor. Hatta, geçen gün, bir asker, GATA’dan, gıyabi tutuklaması
olmasına rağmen… İçinizde… Arkadaşlar hukukçusunuz, bakın, bizi buradan alıp götürdüklerinde
milletvekiliydik, kapıda elimize kelepçeleri vurdular ama o adamlar elini
kolunu sallayarak gidip GATA’da yatıyor, çıkıp evine gidiyor, sonra çıkıp
nereye gidiyor? Rusya’ya gidiyor, bilmem Orta Doğu’nun hangi ülkesinden geçiş
yapıyor ve bunun adına hukuk diyorsunuz! Gücü olanlar bu işte.
Ergenekon’dan
da, yani generallerin nasıl pazarlık sonucu tahliye olduklarını hepiniz
biliyorsunuz. Güçlülerin, sermayenin nasıl devreye girdiğini, kendi adamlarını
nasıl kurtardıklarını hepimiz biliyoruz ama… Hani cumhuriyet kimsesizlerin
cumhuriyetiydi; cumhuriyet demek ki zenginlerin cumhuriyeti, cumhuriyet sırtı
kalın olanların cumhuriyetidir. İşte böyle bir cumhuriyete karşı isyanımız var.
Onun için, diyoruz ki, bu olup bitenlere karşı…
Bakın,
ben, kırk, kırk beş yıllık Fenerbahçeliyim, bu akşam bu kimliğimi bu masada
bırakıp ayrılıyorum. Yolculuğum da Çarşı’ya doğru gitmektir. Daha vicdan sahibi
olanlara, oraya doğru gitmektir.
Şimdi
Futbol Federasyonu buralarda tur atıyor değil mi. Ne yaptı geçen gün? Bu, Çarşı
denilen grup, Van depremiyle ilgili ne yaptı? Beresini, atkısını, eldivenini
attı “Duyarlı hâle gelin toplum” dedi. Aynı Futbol Federasyonu, hani bugün
özgürlüklerden bahseden, Beşiktaş’ı 20 milyar lira mahkûm etti. Şimdi, bu kadar
zalimsiniz, bu kadar zalim davranırsınız, gelir buradan da hak, hukuk ve adalet
ararsınız.
Ben,
herkesin vicdanına karşı sanık sandalyesine oturup…
MUHYETTİN
AKSAK (Erzurum) – Beşiktaşlı oldun mu?
SIRRI
SAKIK (Devamla) – Oldum. Eğer tabii kabul edilirse ben Çarşı’ya doğru hareket
hâlindeyim çünkü bu haksızlığı içime sindiremiyorum. Ben, çünkü,
güçlülerden yana değilim, ben mazlumlardan yanayım, ben herkesin başını yastığa
koyduğunda biraz önce bu saydığım olayları bir film şeridi gibi gözünün önünden
geçirmesini düşünüyorum. Herkesin hukukun ve huzurun ülkesine ihtiyacı var.
Benim de son sığınacağım liman hukuktur ama ne yazık ki burada hukuk da gasbediliyor…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SIRRI
SAKIK (Devamla) – Hukuk değil, tam tersine egemenlerin gücü var.
Hepinize
saygılar sunuyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Sakık.
Madde
üzerinde şahsı adına söz isteyen Hakan Çavuşoğlu, Bursa Milletvekili.
Buyurun
Sayın Çavuşoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 80 sıra sayılı
Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi’nin 3’üncü maddesiyle ilgili
söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Ben
de 24 Kasım münasebetiyle çok değerli öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü
tebrik ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, bildiğiniz gibi, spor alanındaki faaliyetlerde meydana gelen
şiddet, düzensizlik, hak ihlalleri ve gerçek şahıs ya da spor kulüplerinin
haksız surette menfaat teminine yönelik her türlü eylem ve işlemlerinin
önlenmesine ilişkin olarak 31/03/2011 tarih ve 6222
sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun geçtiğimiz yasa
döneminde yürürlüğe girmiştir. Ancak söz konusu Yasa henüz komisyonda
görüşüldüğü sırada dahi, suç olarak tanımlanan fiillere tayin olunan cezaların
fahiş olduğu endişe ve tereddüdüne yol açmış fakat o günkü spor camiasının
içinde bulunduğu durum ve spor kamuoyunun talepleri de nazara alınarak Yasa
mevcut hâliyle yürürlüğe girmiştir. Nitekim, Yasa’yla
getirilen cezaların ağırlığı işlenen fiil ile ceza arasındaki orantısızlık kamu
vicdanını da zedelemiştir.
Değerli
milletvekilleri, gerçekten de suç işleyen kişinin işlediği fiilin ağırlığıyla
orantılı olarak cezalandırılması hem hukuk devletinin hem de ceza hukukunun
temel gereklerindendir. İşte bu nedenledir ki, Mecliste grubu bulunan tüm
siyasi partiler bu yasa teklifinin altına imza koymuştur.
Öte
yandan “suç ve cezaların orantılılığı ilkesi” gereğince suça verilecek cezanın
fiilin ağırlığıyla orantılı olmasının yanı sıra diğer kanunlarda öngörülen
benzer suçlara verilen cezalar da dikkate alınmak suretiyle o cezaların da adil
ve hakkaniyete uygun olarak belirlenmesi gerekmektedir. Bu ilke doğrultusunda
Meclisimizin gündemindeki değişiklik teklifinin gerekliliğine işaret etmek
bakımından ben 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair
Kanun’un yürürlüğünden önceki durum ile yürürlükten sonraki durumu şike ve
teşvik suçları yönünden kıyaslama yapmakta fayda görüyorum.
Sayın
milletvekilleri, 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair
Yasa’nın yürürlüğe girmesinden evvel şike ve teşvik suçları benzer suç fiili
teşkil eden 5237 sayılı Ceza Yasası’nın 157’nci maddesinde yer verilen
dolandırıcılık suçu kapsamında değerlendirilmekteydi. 5237 sayılı Ceza
Yasası’nın 157’nci maddesinde tanımlanan dolandırıcılık suçu için ise öngörülen
ceza bir yıldan beş yıla kadar hapis cezasıydı. Buna karşılık sonradan
yürürlüğe giren 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesi Hakkında
Kanun’un 11’inci maddesinde düzenlenen şike ve teşvik suçlarının ise beş ila on
iki yıl arasındaki hapis cezasıyla cezalandırılması öngörülmüştür. Bu iki
maddeyi kıyasladığımız zamanda bile her iki benzer suç hakkındaki büyük
orantısızlık açıkça ortada görülmektedir.
Öte
yandan bu teklifle şike ve teşvik suçlarının toplumda meydana getirdiği infial
de dikkate alınarak bir denge gözetilmiştir. Gerçekten de 5237 sayılı Ceza
Kanunu’nun 157’nci maddesindeki dolandırıcılık suçunun aksine, 6222 sayılı
Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’la şike ve teşvik için
hapis cezası dışındaki seçenek yaptırımların uygulanması engellenmiş ve bir
yandan fiille cezanın orantılı hâle gelmesi sağlanırken, diğer yandan eylemi
gerçekleştirenlerin mutlaka cezaevine girmesi sağlanmaktadır.
Kısacası,
bazı çevrelerin iddia ettiği gibi, bu teklif bir örtülü af olmadığı gibi bazı
şüphelilere matuf bir değişiklik de değildir. Bu kabil iddialar, adalet,
hakkaniyet ve nasfet ölçüleriyle de bağdaşmamaktadır. Bu teklif ile murat
olunan husus, fiille ceza arasındaki dengenin sağlanmasıdır.
Üzerinde
söz aldığım 3’üncü maddede de cezalar, diğer maddelerle mukayeseli olarak makul
seviyeye çekilmektedir.
Ben,
bu vesileyle teklifin yasalaşmasını ve hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Madde
üzerinde şahsı adına söz isteyen İdris Şahin, Çankırı Milletvekili.
Buyurun
Sayın Şahin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İDRİS
ŞAHİN (Çankırı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 80 sıra sayılı Sporda
Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi’nin 3’üncü maddesi hakkında söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben
de buradan, 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle, bütün öğretmenlerimizin bu
anlamlı gününü kutluyorum.
Sporda
Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun 5149 sayılı Kanun’la düzenlenmiş
olup, özellikle 2010 yılının sonları 2011 yılının başlarında sporda var olan şiddetin
artış göstermesi ve buna dair düzenlemelerle bu şiddet önlemlerine engel
olunamaması sebebiyle -geçtiğimiz dönem- 2011 yılının nisan ayında 6222 sayılı
Yasa’yla tekrar bir düzenleme yapılmış ve burada bir kısım eksikliklerin
giderilmesi öngörülmüştür.
Ancak,
biraz önceki değerli milletvekili arkadaşımızın da ifade ettiği gibi, gerek
komisyon aşamasında gerekse sonrasında “suç ve cezadaki orantılılık” ilkesinin
aşıldığı ve ciddi anlamda, cezaların yüksek bir seyir içerisinde bu suçtan
yargılanan kimseleri zorunlu olarak sıkıntıya soktuğu aşikâr bir duruma
gelmiştir.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Düşünce suçuna beş yıl veriyorsunuz, şikede bir yıl…
İDRİS
ŞAHİN (Devamla) – Bununla birlikte bu süreç içerisinde bu düzenlemeler
Meclisten geçtiği tarih sonrasında, tekrar bugün özellikle sporun tarafları
olan tüm kulüplerin imzası ve biraz önce burada Avrupa Birliği Parlamentosu
Başkanının da ifade ettiği gibi, her yönüyle iş birliğine gereksinim duydukları
Türkiye Cumhuriyeti Meclisinin değerli parti grupları birlikte teklife imza
koymuşlar ve komisyon aşamasında -BDP haricinde- ülkemizde var olmasını umut
ettiğimiz konsensüs gerçekleşmiş ve olayın
taraflarıyla birlikte yeniden bir düzenlemeye gereksinim duyulmuştur.
Özellikle
Ceza Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer aldığı üzere, Ceza Kanunu’nun temel
ilkelerinden olan “suçun karşılığı cezanın orantılılık” ilkesi, komisyonda
yapılan görüşmeler neticesinde Genel Kurula geldiğinde çok daha anlamlı bir
hâle gelmiştir ve özellikle burada, 3’üncü maddedeki değiştirilmesi teklif
edilen 6222 sayılı Kanun’un 14’üncü maddesinin ikinci fıkrasında “altı aydan
iki yıla kadar hapis” ibaresi “üç aydan bir yıla kadar” şeklinde
değiştirilmiştir.
Bu
değiştirmeyle birlikte, bilindiği üzere, ceza verildikten sonra iki yıla kadar
olan hürriyeti bağlayıcı cezalar, diğer para cezasına çevrilebildiği gibi Ceza
İnfaz Kanunu’muz çerçevesinde de ertelenebilen suçlardandır ve özellikle yine
yüce Parlamentonun geçmiş dönemde çıkartmış olduğu bir düzenlemeyle de iki yıla
kadar olan hapis cezalarında “hükmün açıklanmasının geri bırakılması”
müessesesi var.
Bu
yasayla yapılan değişiklikte, verilecek hapis cezasının niteliği ne olursa
olsun hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair bir yola
başvurulamayacağına dair hüküm konulmuş olması, kamuoyunda bir nevi af
niteliğinde gibi değerlendirilen bu yasada gerçek amacın af olmadığını ve
spordaki şiddetin önlenmesi adına adil olarak verilecek olan cezada bir gün
dahi hürriyeti bağlayıcı ceza almış olan kişinin cezasının infaz edilebileceği
hükmü yer almıştır ve özellikle burada bunu oldukça önemsiyorum. Zira
buradan mahkûm olabilecek bir spor derneğinin yöneticisi, kulüp idarecisi
veyahut da sporcuların bir daha hiçbir şekilde dernek yöneticisi olamayacağı ve
Türk Ceza Kanunu’nun 53’üncü maddesinde ifade edilen sınırlamaların bir
şekliyle burada getirilmiş olması da çok önemlidir. Zira spor camiasının
içerisinde bulunacak insanlara verilebilecek en önemli ceza bu tür hizmetlerden
mahrum bırakılmakla gerçekleşebilecektir ve buradan böyle bir yolla ceza alan
bir kimsenin bir daha bu tür sosyal aktivitelerde bulunamayacak olması onlar
için en önemli cezadır diyorum.
Değerli
milletvekilleri, öncelikle ülkemizde sporseverlerin ve spor camiasının…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İDRİS
ŞAHİN (Devamla) – …uzun süredir gündeminde bulunan böylesi bir yasa değişikliğinin
Mecliste grubu bulunan tüm partilerle huzurunuza getirilmiş olmasını oldukça
önemsiyorum ve ben bu tür birlikteliklerin diğer alanlara da yayılmasını ve
Meclisimizde el birliğiyle tüm yasaların geçirilmesini önemsiyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Şahin.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
4’üncü
maddeyi okutuyorum:
MADDE
4- 6222 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin birinci fıkrasında geçen “hakkında üç
aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” ibaresi “verilecek adli para
cezasının miktarı elli günden az olamaz.” şeklinde ve ikinci fıkrasında geçen
“üç aydan bir yıla kadar hapis” ibaresi “elli günden az olmamak üzere adli
para” şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN
– Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Mahmut Tanal,
İstanbul Milletvekili.
Buyurun
Sayın Tanal.
Sayın
Tanal? Yok.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Necati Özensoy, Bursa Milletvekili.
Buyurun
Sayın Özensoy. (MHP sıralarından alkışlar)
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 80 sıra sayılı kanunun
4’üncü maddesiyle ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu
arada bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü. Bütün öğretmenlerimizin de bu gününü
kutluyor, görevlerinde başarılar diliyorum. Şehit öğretmenlerimize de Allah’tan
rahmet diliyorum.
Ben,
daha önce Bursaspor’da yöneticilik yapmış bir insanım. Dolayısıyla aynı zamanda
amatör kulüplerde yöneticilik yaptım. Spordaki şiddetin, spordaki problemlerin
ne olduğunu az çok yaşayarak bilen, gören insanlardan bir tanesiyim.
Tabii,
bu yasalarla sporda şiddet ve düzensizliğin önüne geçilmesiyle ilgili birtakım
tedbirler alınması noktasında bu yasalar getirildi ama bazen böyle apar topar
gelince, işte, geçen sene Mecliste seçim kararı alındıktan sonra pek üzerinde
tartışılmadan bu yasa geçince, maalesef, bu yasa dar geldi. Şimdi, bu dar gelen
yasadaki sıkıntıların bir kısmını atmak üzere de bu değişiklikleri konuşuyoruz.
Özellikle
4’üncü madde, bu 6222 sayılı Yasa’da elektronik bilet uygulamasına geçildikten
sonra sahaya, futbol müsabakasına biletsiz giren, işte, yasaklıysa özellikle üç
aydan bir yıla kadar hapis cezası veya ona müsaade eden veya elektronik
biletini başkasına verenlere bu anlamda hapis cezasını gerektiren bir maddeydi.
Gerçekten böyle bir uygulama için ağır bir ceza diye düşünüyorum. Yani bu
maddenin gerçekten bu şekilde para cezasına dönüştürülmesi de isabetlidir diye
düşünüyorum.
Şimdi,
yine, tabii, spor konuşacağız ama dün Sayın Bakana Bursa’daki stadyumla ilgili
bir soru sordum, mevcut stadyumla ilgili ve sorarken de dedim ki: “Bursa
Türkiye’nin 4’üncü büyük vilayeti ve ciddi anlamda da ekonomiye katkısı var.
Bütçe fazlası veren bir il ama genel bütçeden de hak ettiğini alamayan, hatta
bu anlamda mağdur olan bir il. Yeni stadyumla ilgili de Sayın Başbakan, 350
milyonluk projesi olan stadyuma sadece 50 milyon vereceğini, 50 milyon genel
bütçeden verileceğini, gerisini de Bursalıların halledeceğini ifade etti.” Bu
soruya karşılık Sayın Bakan “Biz, işte, duble yollar
yaptık, hastaneler yaptık, okullar yaptık Bursa’ya.” diyerek cevap verdi bana.
Şimdi,
Sayın Bakan Bursa’yı benim kadar bilemez. Ben doğma büyüme Bursalıyım. Şimdi,
bakın, geçtiğimiz dört yıl Bursa’nın tahakkuk eden vergilerini söylüyorum size:
7 milyar 341 milyon 615 bin, 5 milyar 928 milyon, 5 milyar 424 milyon, 5 milyar
345 milyon. Toplam 22 katrilyona tekabül ediyor eski parayla. Peki, son dört yıl
bütçeden, bu genel bütçeden ayrılan paylar ne Bursa’ya? Çok uzatmayayım. Toplam
400 milyon lira. Gerçekleşme rakamının üzerine bir de ek ödenekler çıksın, hadi
olsun 600 milyon lira. Yani, şimdi, bakın, 22 katrilyon liraya karşılık
Bursa’ya gelen 500-600 milyon lira. Yani verdiğimizin yüzde 3’ünü bile
geçmiyor.
Değerli
milletvekilleri, şimdi Sayın Bakana soruyorum: Diğer illere de bir bakın. Bu
verdiğini geri alan iller arasında Bursa sonuncu sıralarda mı geliyor, gelmiyor
mu?
Şimdi,
Bursa’yı da size söyleyeyim. Bursa’nın üç yönü de, İnegöl tarafı 2002’de duble yoldu, Yalova tarafı duble yoldu, Karacabey tarafı
duble yoldu. Zaten duble yola ihtiyacı olmayan bir il.
Çevre yolu 2002’de bizim Hükûmetimiz döneminde -sizin milletvekilinizin
ifadesiyle söylüyorum- yüzde 54’ü tamamlanmış bir şekilde bırakıldı, siz yüzde
46’sını hâlâ bitiremediniz, yatırım programlarında hâlâ bütçeden paylar vererek
bitirmeye çalışıyorsunuz, dokuz yıl geçti.
Dolayısıyla
Bursa bu anlamda merkezî bütçeden hak ettiğini alamayan bir il. Okullara bakın,
hepsinin üzerinde bir hayırsever ismini görebilirsiniz Bursa’da. Hatta hastane
son dönemde pek yapılmadı ama onlarda da hayırsever isimlerini göreceksiniz
bitmek üzere olan hastanelerde. Bursa’nın…
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Necati Bey ne yaptın? Batırdın Allah aşkına Bursa’yı!
NECATİ
ÖZENSOY (Devamla) – Sen daha iyi biliyorsun, bu konuda…
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Biz de Bursa’da yaşıyoruz.
NECATİ
ÖZENSOY (Devamla) – Bursa Ticaret ve Sanayi Odası 15 milyon dolarlık bir eğitim
vadisi kazandırdı. Yani, Bursa verdiği bu vergiler yetmiyormuş gibi
hayırseverler vasıtasıyla bir daha vergilendirilerek yani gönüllü olarak
vergilendirilerek yapıyor.
Şimdi,
benim itirazım şurada: Bursa’ya bir stadyum yapılacak. Sayın Başbakan
Yardımcımız ve Sayın Büyükşehir Belediye Başkanı bir Korupark…
Korupark da bir faciadır. Bunu Bursa Milletvekili
arkadaşlarımız bilir. İmar rantının çok güzel bir
örneğidir Korupark. Yani 142 dönümlük arazinin kaça
satıldığını, neler olduğunu falan kürsüden 2 defa anlattım, bir daha
anlatmayayım. Bakın, Korupark…
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Bu yasayla ne ilgisi var?
NECATİ
ÖZENSOY (Devamla) – Bursa’yla ilgili konuşuyorum, Bursa’ya gelen yatırımlarla
alakalı konuşuyorum.
Oranın
alt geçidinin açılışında -stadyumla ilgili konuşuyorum- stadyum yapılışında
“Bursalılar Bursa’dan kazandıkları için tabii ki Bursa’ya verecekler.” diye
âdeta aba altından sopa gösterir konuşmalar yapıldı. İşte, ifade ediyorum:
Bursa’nın verdiği vergiler ortada, hayırseverlerin yaptırdıkları ortada. O da yetmiyormuş
gibi İl Genel Meclisinin bütçesinden SGK’nın binasını
yaptırdınız yani İl Genel Meclisinin bütçesine bile göz diktiniz. Oradan
verilen binaları da ondan sonra belediyeye hibe ettiler. Bursa bu anlamda ciddi
şekilde mağdur bir il. Bakın, Bursaspor açısından da değerlendirelim. O anlamda
da mağdur.
Şimdi,
Bursa ile Beşiktaş arasında maalesef, Bursa’nın, cumhuriyet tarihinde demeyeyim
de lig tarihinde 40 puanla düşen ilk takım olması hasebiyle bir husumet oluştu.
Bursa seyircisi İstanbul’a gitmez, İstanbul seyircisi de Bursa’ya gelmez. Ama
son, İstanbul’a Bursa seyircisi gidince orada olaylar oldu, 4 kişi bıçaklandı.
Neyse, akabinde Beşiktaş seyircisinin de Bursa’ya gelmesiyle ilgili Sayın Vali
ısrarla davet etti. Beşiktaş seyircisi Bursa’ya gelmeden Bursa seyircisi
yollarda birtakım gösteriler yaptı. Daha sonra, o televizyonlardaki görüntüleri
kesinlikle tasvip etmeniz mümkün değil ama seyirci karşı karşıya hiç gelmedi,
tamamen stadın dışında olan olaylar. Ama bir baktık ki Federasyon beş maç ceza
verdi. Yani Bursaspor’un ne günahı var? Şimdi, uygulamaları yaparken
Federasyonun da bu anlamda dikkatli olması… Akabinde de o seyircilerden ciddi
anlamda, sayıda tutuklanan oldu.
Bakın,
bu tutuklanan seyircilerle ilgili başka bir uygulamayı anlatayım. Bursa’da
Ermenistan’la bir millî maç gerçekleşti. Ermenistan Millî Maçı’ndan
önce Sayın Cumhurbaşkanı bu konuda bir hassasiyet gösterdi. Ben Bursa’nın bütün
tribün liderlerini tanırım. Hepsine takım elbiselerini aldılar, kravatlarını
taktılar, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne getirdiler. İşte orada tembihlerde
bulundular “Aman öyle olmasın, böyle olmasın…” Bursa seyircisi millî maçlarda
gerçekten hassasiyetini korur ve Millî Takım’ı da sonuna kadar destekler, yense
de, yenilse de arkasında durur. Ama bakın, Bursa seyircisi Ermenistan Millî Maçı’nda bu hassasiyetlerle buralara davet ediliyor da Beşiktaşla bu husumet bilindiği hâlde Beşiktaş seyircisiyle
bir araya getirilip niye bir ön hazırlık yapılmıyor?
Ermenistan
maçında yapılan başka bir garabeti, sizlerin de üzüleceği bir şeyi burada ifade
edeyim, açıklayayım. Siz de belki biliyorsunuz, oraya bazı seyirciler de
Azerbaycan bayraklarıyla geldiler. Kapıdan girerken Azerbaycan bayraklarını
polisler çöp kutusuna attılar.
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Kimdi o seyirciler?
NECATİ
ÖZENSOY (Devamla) – Hakan Bey, sizin yüreğiniz sızlamadı mı bir Batı Trakya
Türkü olarak o Azerbaycan’ın bayrağının, Türk Bayrağı'nın, yani Türklerin
bayrağının çöp kutusuna atılmasıyla ilgili vicdanınız sızlamadı mı?
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Seyirciler kimdi?
NECATİ
ÖZENSOY (Devamla) – Dolayısıyla, bu tür şeyler sporda maalesef olmaması gereken
şeyler. İnşallah bu yasa bazı şeyleri de düzeltir.
Bu
yasanın hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Özensoy.
Madde
üzerinde, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Erol Dora, Mardin
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Dora. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP
GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 80 sıra
sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 4’üncü maddesi
için Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama
başlamadan önce, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutluyor, bütün öğretmenlerimizi
saygıyla selamlıyorum.
Ülkemiz
ciddi ve büyük sorunlarla boğuşurken Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine
Dair Kanun’da değişiklik yapılması, açık ve net bir şekilde ifade etmek gerekir
ki şikecilere prim vermekten başka bir işe
yaramayacaktır. Futbol lobilerinin baskısına dayanamayan Meclis böyle bir
yasayla ciddi bir kurum olma vasfına da gölge düşürmüş bulunmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de son günlerde giderek artan şiddet
ortamı vatandaşlarda 90’lara geri dönme korkusunu yaşatmaktadır. KCK
operasyonları adı altında haksız gözaltı ve tutuklamalar tam bir cadı avına
dönüştürülmüş durumdadır. Bu cadı avının son kurbanları akademisyenler,
yazarlar ve avukatlar olmuştur. Türkiye'nin demokratikleşmesinde ve temel
sorunlarının çözümlenmesinde büyük rol oynayacak olan yeni anayasa yapım süreci
bu operasyonlarla baltalanmaya çalışılmaktadır. Anayasa hazırlık sürecine
hiçbir ön şart getirmeden katılmayı kabul etmiş partimizin Anayasa Komisyonu
Üyesi, değerli akademisyen Profesör Doktor Büşra Ersanlı
tutuklandı. Yine değerli yayıncı ve insan hakları savunucusu Ragıp Zarakolu ve akademisyen, Barış Meclisi üyesi Ayşe Berktay
tutuklanarak cezaevine gönderildi. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalayan
ve şu anda Avrupa Birliğiyle tam üyelik müzakerelerinin devam ettiği bir
süreçte, ülkemizde insanların düşüncelerinden dolayı tutuklanması Türkiye'ye
yakışmayan bir durumdur ve kabul edilmesi de mümkün değildir.
Şu
anda önümüzde bir anayasa yapım süreci bulunmaktadır. Yapılacak olan yeni
anayasanın önceki anayasalardan farklı ve ileri düzeyde olması gerekmektedir.
Dileğimiz o ki yeni anayasa bu ülkede yaşayan bütün kimliklerin ve inanç
gruplarının anayasası olsun. Yeni anayasa, anayasal vatandaşlık temelinde,
herhangi bir etnik kimliğe vurgu yapmayan, bu ülkede yaşayan bütün
vatandaşların kendilerini dâhil hissedebilecekleri ve "işte, benim
anayasam bu" diyebilecekleri bir anayasa olmalıdır. Evrensel hukuk ve
insan haklarının gözetildiği, bütün farklılıkları kapsayan demokratik ve sivil
bir anayasa bu ülkenin en büyük ihtiyacıdır. Ancak böyle bir anayasayla eşitlik
temelinde kardeşliği inşa edebiliriz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; halkın oylarıyla buraya gelmiş vekiller olarak
amacımız ülkeyi tam demokratik ve özgür bir ülke hâline getirmektir.
Demokrasinin işlemesi, Meclis çatısı altında eksiksiz ve tam temsiliyetin sağlanmasıyla yakından ilgilidir. Ancak
görüyoruz ki birilerini içeriden çıkarmaya çalışan bu kanun teklifini Meclisten
geçirmeye çalışanlar aynı hassasiyeti şu anda içeride olan vekiller için
göstermemektedirler. Hukukta tutukluluk hâli bir tedbirdir, ancak Türkiye'de
tutukluluk hâli, maalesef bir cezaya ve infaza dönüşmüş durumdadır. Şu an
Meclis çatısı altında görev yapması gereken 8 vekil arkadaşımız cezaevinde
bulunmaktadır. Bu durum temsiliyet açısından Meclisin
meşruiyetini zedelemektedir. Halkın oylarıyla seçilmiş vekillerin durumu,
evrensel insan haklarına da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin konuyla ilgili içtihadi kararlarına da aykırıdır.
Burası
çok net bir şekilde ortadayken, bu Meclis hâlâ neyi beklemektedir? Ülke olarak
çok ciddi sorunlarla karşı karşıya iken Meclisin şikecilerin
derdine düşmesi manidardır.
Açık
söylüyorum, bu kanun teklifinin Meclisten geçerek yasalaşması, Meclisimizin bir
ayıbı olarak tarihe geçecektir. Meclisin ilk yapması gereken şey, bizler gibi
halkın teveccühünü kazanmış, aldıkları oylarla Meclise girmeye hak kazanmış
tutuklu vekillerin acilen Meclis'e gelebilmeleri için gerekli olan yasal zemini
hazırlamaktır. Her geçen zaman Meclisimizin meşruiyetine gölge düşürmektedir.
Ama
ne oluyor? Örneğin Urfa Vekilimiz Sayın İbrahim Ayhan mahkemelere eli kelepçeli
bir şekilde getirilip götürülüyor. Tutukluluk hâlinin cezaya dönüşmüş olması
yetmezmiş gibi, bu halkın bir vekili saygısızca, insanlık onuruna yakışmayan
bir muameleye maruz bırakılıyor.
Ayrıca,
bildiğiniz gibi CMK'da adli kontrol sistemi
mevcuttur. Tutukluluk hâlinin infaza dönüşmemesi ve bu durumun telafisi mümkün
olmayan mağduriyetlere yol açmaması için adli kontrol sistemi uygulanıp tutuklu
vekillerimiz tahliye edilebilecekken, ne hikmetse tutuklu vekiller için adli
kontrol sistemi uygulanmamaktadır.
Halkın
oylarıyla seçilmiş olan vekiller, unutmayalım ki hükümlü değil sanıktırlar ve
suçları mahkeme tarafından sabit görülüp hükümlü duruma gelmeleri anına kadar
masumluk karinesi gereğince suçsuzdurlar.
En
son deniz feneri davasında tutuklu bulunan sanıklar kısa sürede serbest
kaldılar. Bu karar Türkiye'de mahkemelerin çifte standart içinde olduklarını
göstermektedir. Deniz feneri davasında adli kontrol tedbiri uygulamasıyla
serbest kalan sanıkların durumu, mahkemelerin gerekirse nasıl kısa sürede
tahliye kararı verebileceğini açıkça ortaya koymaktadır.
Değerli
milletvekilleri, burada mesele kişilere özel yasa çıkarmaktır. Kişiye özel yasa
çıkarmak evrensel hukuk kurallarıyla bağdaşmamaktadır. Üstelik içeride tutuklu
vekiller varken Meclisin böyle bir girişime kalkışmasının izahı gerçekten
mümkün değildir. Demokrasi ve özgürlükler konusunda duyarlı olması gereken ve
bunun için çalışması beklenen Meclisin sanki böyle bir mesele yokmuş gibi
davranmasını kabul etmek mümkün değildir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bizlerin ilk işi içeride olan, tutukluluk
hâlleri işkenceye dönüşmüş olan vekil arkadaşlarımızın bir an önce aramıza
katılmaları için yasa çıkarmak olmalıdır. Bu konuda, başta iktidar partisi
olmak üzere, Mecliste bütün partileri bir an önce harekete geçerek, tutuklu 8
milletvekilinin tahliyelerini sağlayacak yasal düzenlemeleri yapmaya acilen
davet ediyorum.
Tekrar
hepinizi saygıyla selamlıyorum.(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Dora.
Madde
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Mahmut Tanal, İstanbul
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Tanal. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA MAHMUT TANAL (İstanbul) – Değerli Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün
Öğretmenler Günü ancak seçimler olmadan önce Millî Eğitim Bakanı “Biz eğer
iktidara gelirsek 55 bin öğretmen atayacağız.” demişti ancak bugün Türkiye’de
300 bin öğretmen var. O dönem, 55 bin öğretmenin sözü verildi ancak 11 bin
öğretmen atandı, atanamayan 44 bin öğretmen var.
Tüm
öğretmenlerin Öğretmenler Gününü kutluyorum. Ancak, eğer oy
uğruna, yapılamayacak olan taahhütler var ise ve bu taahhütler de yerine
getirilmemişse bunun hukuktaki adı siyasi dolandırıcılıktır değerli arkadaşlar
yani yapılamayacak olan bir hususla ilgili bu taahhüdün dile getirilmemesi
gerekirdi, bu anlamda, eğer bu vebalin altından siyasal iktidar kurtulmak
istiyorsa atanamayan 44 bin tane öğretmenimizin atanmasını talep ediyorum.
Değerli
arkadaşlar, sporda şiddet ve düzensizliğin önlenmesiyle ilgili 15’inci maddeyle
ilgili söz almış bulunmaktayım, yani 4’üncü maddenin 15’inci maddesi.
Şimdi,
15’inci maddede daha önce unutulan bir hüküm vardı, o hüküm de şuydu: Birinci
fıkradaki adli para cezası, kaç günlük adli para cezası verileceği hükmü yok
idi. Ancak yeni tasarıda bu, elli günle sınırlandırılmış durumda. Bu elli günde, örneğin diyelim siz maça gideceksiniz biletinizi
aldınız ancak vaktiniz denk düşmedi, o biletinizi alıp ya danışmanınız veya bir
arkadaşınıza biletinizi, elektronik biletinizle girecek ise ve o elektronik
biletle birlikte içeri giren kişi yakalanır ise siz hem üç aydan bir yıla kadar
hapis cezasına mahkûm olacaksınız hem de elli gün adli para cezasına mahkûm olacaksınız.
Değerli
arkadaşlar, kaş yapayım derken siyasal iktidar bu arada gözü çıkarmış durumda.
Yani bu anlamda eğer maddeyi, 15’inci maddenin dördüncü fıkrasını eğer okur
iseniz karşılaşacağınız tablo budur. Yani burada bugüne kadar yapılan tablo hep
şuydu: Kanunların üzerinde tartışılmadan, incelenmeden, rehberi, kılavuzu belli
olmayan kişilerle kanun yapılırsa, bugün yaptığımız kanun yine eksik ve
tutarsız bir şekilde karşınıza gelmiş durumda. Yani bu anlamda bunun, bir
teklif sunduk, bu teklif eğer bu şekliyle değiştirilebilirse gerçekten yararlı
olur.
Gelelim
22’nci madde basın mensuplarıyla alakalı. Basın mensuplarıyla alakalı, herhangi
bir mahalli yerdeki bir basın mensubunun orada yapacağı bir haber 100 bin ile
500 bin liraya kadar bir para cezasına mahkûm olmuş olacak.
Peki
değerli arkadaşlar, bugün 11’inci maddede düşündüğümüz o ağır ceza, 22’nci
maddedeki 100 bin ile 500 bin liralık ağır ceza ondan daha vahametli.
Kanunlar
nasıl yapılır? Bir, genel olmalı. İki, eşit olmalı. Üç, objektif olmalı, yani subjektif olmamalı. Biz baktığımız zaman, eğer mademki bu
kanun, gerçekten böyle bir imkân var. Hükûmet “Efendim, biz yanlışlık yaptık.”
diyorlar. Yanlışlık yapmayla bu iş olmaz. Parlamentonun aslında hukuksal bir
sorumluluğu var yani Parlamento bir yazboz tahtası değil. Parlamento bunu
kaçırdıysa, peki, Cumhurbaşkanı ne iş yapar? Cumhurbaşkanı yani orada bir noter
vazifesi mi görüyor? Yani, Cumhurbaşkanının dünya kadar danışmanları var. Biz
ne yapıyoruz? Bir memur hata yaptığı zaman hukuksal sorumluluğu var. Bir yargıç
hata yaptığı zaman hukuksal sorumluluğu var. Peki, Parlamentoda çoğunluğu
bulunan siyasal iktidar, muhalefet partilerinin sözlerini, düşüncelerini,
görüşlerini almadan “Eh, biz yaptık, bir şey olmaz, bir daha bunu
değiştiririz…” Değerli arkadaşlar, bunun adı istikrarsızlıktır. Hep şunu
dersiniz: “Efendim, biz istikrar yapıyoruz, istikrar…” İstikrarla alakası yok
değerli arkadaşlar. Yani, insanoğlunu hayvan âleminden ayıran bir olay,
tamamen, uzun vadeli, planlı, programlı yaşamasıdır. İnsanların uzun vadeli,
planlı, programlı yaşaması da kanunlar dâhilinde olur.
Yani,
nisan ayında değiştirilen kanun, bugün Kasımın 24’ünde, her tarafı sakat,
yamalı bohça. Örneğin, 11’inci madde dün geçti.
11’inci maddeyle ilgili hemen, ben size yani burada üzerinde düşünülmeden,
incelenmeden geçti ikinci fıkradaki katkı. Değerli arkadaşlar, metinde
kullanılan “katkı” ibaresi, “katkı” sözcüğünün anlamı açısından, yine bir
yanlış çünkü katkı sağlamak olumlu sonuçlar içindir. Oysa,
şike gibi istenmeyen bir sonuca katkı sağlanmaz fakat şikeye neden olunur.
Mademki bu 11’inci madde önümüze geldi ve burada “katkı” kelimesini çıkarmak
gerekir idi.
Örneğin,
yine burada, 14’üncü madde var. 14’üncü madde de hemen şunu söylüyor: Yani siz
alana girdiğinizde orada herhangi bir cümle söylediğinizde, bunu duyan 2 kişi
eğer bunu hakaret olarak nitelendirirse yine ceza yiyorsunuz. Yani bu, kişiden
kişiye, duyan kişilerden kişilere subjektif bir anlam
çıkar. Atıyorum, Ankara’da 2 kişinin duyduğu ve o cümleye verdiği mana hakaret
teşkil edebilir, İstanbul’da etmeyebilir, Urfa’da edebilir, Diyarbakır’da
etmeyebilir, Edirne’de edebilir, Mersin’de etmeyebilir.
Yani
bu anlamda herhangi bir objektif bir kriter yok
14’üncü maddede. Yine orada objektif bir kriter
getirmek lazım değerli arkadaşlar.
Yine
15’inci maddenin 5’inci fıkrasında 10 bin güne kadar ağır para cezası, 10 bin
güne kadar adli para cezası… Bunun alt limiti belli değil değerli arkadaşlar.
Alt limitte de en azından bir ya bir “beş gün” denilirdi, “on gün” denilirdi,
“on beş gün” denilirdi. Aynı eylemi yapan bir kişi için A şehrinde üst limit
olan 10 bin gün olabilir, B şehrinde 5 bin gün olabilir, C şehrinde 100 gün
olabilir. Yani bu anlamda objektif kriterlere bağlanmayan bu yasanın gerçekten
ele alınıp bu şekilde değiştirilmesine ihtiyaç var ise bu yapılması gerekirdi,
aksi taktirde bu şekliyle bu yani hangi koşullar doğdu
da… Gerçekten nesnel olmayan, objektif olmayan, genel olmayan, sadece kişiye
özgü soruşturması başlamış olan bir davayla ilgili böyle bir hususun gündeme
gelmesi,
1) Yargıçların görev yapmasını engellemekte,
2) Savcıların görev yapmasını engellemekte,
3) Zamanı olmadığından dolayı kamu vicdanını da
zedelemekte.
Peki,
bu ceza bu kadar ağır, bundan şikayetçiyiz, Türkiye’de
cezanın ağırlığından, tutukluluğun ağırlığından şikâyetçi olan başka kimseler
yok mu? Yani bu anlamda eğer objektif olacaksak, gerçekten
adaletin terazisi için uğraşıyor isek Türkiye’de buna benzer zulüm anlamına
gelebilecek, cezayı zulme dönüştürebilen çok ceza maddeleri var, çok hükümler
var, en azından bunlar da bununla birlikte gündeme gelmiş olsaydı gerçekten çok
yararlı olurdu, samimiyete inanılır idi ama burada demek ki herhâlde bir yerde
bir güç işaret verdi ki hele hele geçen hafta Başbakanın bir yakınının
yakalanmasından sonra serbest bırakılıp bu tasarının gündeme gelmesi de apayrı
bir hadise. Aynı şekilde, biletsiz olarak tribüne giren bir kişinin
alabileceği ceza üç ayla bir yıl arası arkadaşlar. Döner bıçağıyla girerseniz
ise alacağınız ceza yine üç ayla bir yıl arasında! Yani bileti olmayan ile
döner bıçağı olanın aynı cezai maddeyle cezalandırılması yine vicdanları
yaralar.
Yani
gerçekten kimler bu tasarıyı önünüze getirdi, imza atıldı ama,
yani kılavuz kim? Yanlış bir kılavuz seçilmiş durumda. Bu kılavuz sizi doğru
bir yola götürmüyor. Ceza adaleti açısından bu sakıncalı.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum, iyi akşamlar diliyorum arkadaşlar. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Tanal.
Madde
üzerinde şahsı adına söz isteyen Bülent Turan, İstanbul Milletvekili.
Buyurun
Sayın Turan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
görüşülmekte olan kanun teklifinin 4’üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz
aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün
özel bir gün. Bugün dolayısıyla da tüm
öğretmenlerimizin bu özel gününü kutlamak istiyorum.
Malumunuz
sporun iki büyük düşmanı vardır. Bunlar, hepimizin bildiği gibi şiddet ve
şikedir. Bu iki garabet önlenmeden sporu gerçekten eğlendiren ve eğiten bir
toplumsal gerçeğe dönüştürmek mümkün değildir. Bu konuştuğumuz maddenin, revizyonu üzerinde çalıştığımız bu maddenin bu Meclis
tarafından kısa bir süre önce yasalaştırıldığını hepimiz biliyoruz. Amacımız, o
zaman da olduğu gibi, şike ve şiddete çözüm bulmaktı.
Fakat
hepinizin bildiği gibi, cezalar söz konusu olduğunda iki ilke çok öne
çıkmaktadır. Bunlardan ilki caydırıcılıktır, diğeri ise bunu dengeleyen ve
engelleyen adalettir. Buradaki adalet ölçütü, bir suça verilen cezanın diğer
suçlara verilen cezayla mukayese edilmesi sayesinde anlaşılabilmektedir. Peki,
değişen nedir? Ceza hukukunun genel ilkelerinden biri de orantılılık ilkesidir.
Yani suç işleyen kişinin fiili ile cezanın veya güvenlik tedbirinin orantılı
olması gerekmektedir. Çok daha ağır fiille işlenen suçlara verilmeyen cezaların
futbola verilmesi, hukuk devleti olmanın önemli bir ilkesinin ihlalidir. Ceza
yargılamasının temel kanunu olan Ceza Kanunu’nun 3’üncü maddesi, Anayasa’nın
38’inci maddesi bu durumu, yani cezaların işlenen suçla orantılı, adil ve hakkaniyete
uygun olmasını düzenlemektedir. Tekrar ediyorum, görüştüğümüz yasa asla bir af
değildir, şahsa özel bir kanun düzenlemesi değildir, hiçbir suç tanımı
değişmemektedir. Mutabakatla hazırlanan bir metin vardır ve herkes bu
mutabakata bağlı olarak bugün gereğini yapmaktadır.
Ben,
bu yeni düzenlemenin, tüm milletimize, futbol camiamıza hayırlı olmasını ve
futbolumuza katkı sağlamasını ümit ediyor, hepinize iyi akşamlar diliyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Turan.
Madde
üzerinde şahsı adına söz isteyen Murat Göktürk, Nevşehir Milletvekili.
Sayın
Göktürk buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MURAT
GÖKTÜRK (Nevşehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 80 sıra sayılı
Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun Değişikliği’ndeki
4’üncü maddesiyle ilgili şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle
yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Sözlerime
başlamadan önce, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nün bütün öğretmenlerimize hayırlı
olmasını diliyor, saygılarımı sunuyorum.
Spor,
vücudun ve zihnin ortak çalışmasıyla güç ve beceri gerektiren yarışmalı ve
eğlenceli etkinlikler olarak tanımlanmaktadır. Zaman içerisinde, spor,
gelişerek sadece bireysel olarak yapılan bir etkinlik olmaktan çıkmış ve
seyircisiyle birlikte bir toplumsal eylem hâline dönüşmüştür. Burada, toplumsal
düzensizliklere ve şiddete sebep olacak durumlar oluşmaya başladığı için yasal
olarak düzenleme yapma gereği ihtiyacı doğmuştur ve bu ihtiyaçtan hareketle
5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun
kabul edilerek 2004 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu Kanun’la
yapılan değişikliklere rağmen sporda düzensizliğin ve şiddetin önüne
geçilemediği için, zaman içerisinde ortaya çıkan gelişmeler, uluslararası
uygulamalar ve uluslararası spor örgütlerinin düzenlemeleri dikkate alınarak 31
Mart 2011 tarihinde 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair
Kanun kabul edilerek yürürlüğe girmiştir ancak bugün gelinen noktada bunun da
toplumsal olarak vicdanları rahatsız ettiği ortadadır. Benden önce
burada görüşlerini bildiren hatiplerin de kısaca değindikleri gibi, sporda
işlenen suçlarla ilgili verilecek cezalarda orantılılık ilkesine ve buna bağlı
olarak adaletin gerçekleşmesine dikkat etmek gerekir.
Kanun
teklifinin 4’üncü maddesi, 6222 sayılı Yasa’nın 15’inci maddesini şu şekilde
değiştirmektedir: “Kanun hükümlerine göre temin edilmiş bileti olmaksızın spor
müsabakalarını izlemek amacıyla spor alanlarına giren kişi, adli para cezası
ile cezalandırılır. Suçun spor müsabakalarına seyirci olarak katılmaktan
yasaklanmış kişi tarafından işlenmesi hâlinde ise hakkında üç aydan bir yıla
kadar hapis cezasına hükmolunur.” denilmektedir. Burada verilecek hapis cezası,
“Verilecek adli para cezasının miktarı elli günden az olamaz.” şeklinde
değiştirilmiştir yani hürriyeti bağlayıcı ceza adli para cezasıyla
değiştirilerek hukuksal olarak orantılılık ve denge, adil olma yöntemi tercih
edilmiştir.
Yine,
15’inci maddenin ikinci fıkrasında, devam eden fıkrada “Spor alanlarına spor
müsabakalarını izlemek amacıyla bu Kanun hükümlerine aykırı olarak seyirci
kabul eden veya kabul edilmesini sağlayan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır.” şeklinde bulunan hükmü “Elli günden az olmamak
üzere adli para cezasıyla cezalandırılır.” şeklinde düzenlemiş bulunmaktadır.
Bilindiği
gibi, ceza hukukunda cezanın fiilin ağırlığıyla orantılı olması gerekliliği
esastır. Maddede öngörülen cezalar esas itibarıyla ağır olduğu için adli para
cezası şeklinde daha hafif ceza tertibi yoluna gidilmektedir.
Şahsi
kanaatimce kanun teklifinin kabul edilmesi toplumumuz ve milletimiz için
faydalı olacaktır. Milletimize hayırlı olmasını diler, yüce Meclisinizi
saygılarımla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Göktürk.
Şimdi
madde üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın
Işık, buyurun.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, son iki sezondur Kütahya’yı Bank Asya Birinci Lig’de başarıyla temsil eden
Tavşanlı Linyitspor’un maalesef kendine yakışır bir
stadyumu bulunmamaktadır. Geçen yıl derme çatma bir onarım sonucunda şu anda
maçlarını yaptığı stadyumun yenilenmesi konusunda Bakanlığınızın bir düşüncesi
var mıdır? Bu konudaki fikrinizi alabilir miyim?
İkincisi:
Kütahyaspor 2007-2008 sezonunda kendisine yapılan bir
haksızlık sonucunda kümeden düşürülmüştür. Şimdi de bölgesel amatör ligde
Kütahya’yı temsil eden bu takımın maçlarını yaptığı şehir merkezindeki stadyuma
göz dikilmiş ve bunun arazisi TOKİ’ye verilerek şehir dışında yeni bir stadyum
yapılacağı iddiaları hem Kütahyaspor’u hem de Kütahyasporluları gerçekten üzmektedir. Bu konudan
Bakanlığınızın bilgisi var mıdır? Varsa, bu konunun detayı nedir? Açıklarsanız
sevinirim.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Karaahmetoğlu…
SELAHATTİN
KARAAHMETOĞLU (Giresun) – Sayın Bakan, 12 Haziran genel seçimleri öncesi seçim
bölgem Giresun’da iktidar partisi mensuplarınca adı “Çotanak Arena” olarak
konulan bir stadın yapılacağı sözü verilmiştir. Bakanlığınızın 2012 yılı hedef
yatırımlarında Giresun iline bir stat projesi var mıdır?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Erdemir…
AYKAN
ERDEMİR (Bursa) – Sayın Bakan, Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair
Kanun’un futbolda şikeyi önlemesi hepimizin en büyük arzusudur. MHP Bursa
Milletvekili Sayın Necati Özensoy’un da az önceki konuşmasında son derece
isabetli bir şekilde vurguladığı gibi, Bursaspor lig tarihimizde rakip
takımların şikesi nedeniyle en büyük mağduriyeti yaşayan ve haksız yere küme
düşen bir futbol takımıdır. Rakip takımların şike yaptığı 15 Mayıs 2004
tarihinde teknik takibe takılan çok sayıda telefon kaydıyla ve somut delillerle
ispatlanmış olmasına rağmen şikenin sorumluları cezalandırılmamış ve Bursaspor’un
mağduriyeti giderilmemiştir.
Bugün
sizden şu sorunun yanıtını öğrenmek istiyoruz: Yeni düzenlemede ve
uygulamalarda, futboldaki mevcut eşitsiz yapılanma ve kast sistemi korunacak
mıdır? Yoksa bazı takımlar daha eşit olmaya devam mı edecektir?
Yandaş
anlayışının son bulduğu ve tüm sporcuların ve takımların arkadaş olduğu bir lig
özlemiyle, saygılarımla.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Başka
soru? Yok.
Buyurun
Sayın Bakan.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.
Tavşanlı
Linyitspor’un stadyumuyla alakalı Sayın Işık’ın
sormuş olduğu bir soru var. Bu soruya bilahare yazılı olarak, ayrıca ayrıntılı
cevap vermeyi tercih ediyorum.
Burada
bilinmesini isterim ki Bank Asya Lig’inde Tavşanlı Linyitspor,
gerçekten Kütahya’nın ve çevre ilçelerin aynı zamanda iyi bir temsilini
yürütmektedir. Bu, sadece bu sezonla sınırlı olan bir durum değildir. Son
birkaç sezondur iyi bir performans ortaya koymaktadır. Burada bize düşen bir
görev varsa, bu görevden imtina etmeyeceğimizin bilinmesini arzu ederim.
Kütahya
kent merkezinde bulunan stadyumla alakalı konu, değerli milletvekilleri,
neredeyse tüm illerimizden gerek yerel yönetimler gerekse
milletvekillerimizden, kent merkezindeki stadyumların yerine, kente yakın yeni
gelişim sahalarında yeni stadyum ve spor tesislerinin inşa edilmesine yönelik
talepler gelmektedir.
Dolayısıyla,
Kütahya’da stadyumun yerinin değiştirilmesi ve başka bir arsa üzerinde daha
geniş sosyal ve sportif donatılara sahip olan yeni bir stadyumun inşa
edilmesinden, Kütahyalıların rahatsızlık duyacağı kanaatinde değilim. Yapılacak
olan, Kütahya’ya kazandırılacak olan projenin standardı burada belirleyici
olacaktır.
Giresun
ilimizin stadyumu noktasında ifade edilen soruya istinaden şunları ifade etmek
isterim cevaben. Sayın Karaahmetoğlu’nun sorusu; Giresun Stadyumu’nun
aydınlatma, çimlerinin yenilenmesi, tribünlerin ve kapatma işlemlerinin
modernize edilmesi noktasında çok kapsamlı bir restorasyon
projesinin imalatını talimatlandırmış bulunuyoruz.
Giresun Stadyumu, mevcut hâliyle, yeni baştan inşa sürecine eşit sayılabilecek
bir konfora kavuşmuş olacak ama ayrıca yeni bir stadyum kentin ihtiyacıysa
bununla ilgili değerlendirmelerin daha sonra yapılabilmesi mümkün olacaktır.
O
bölgede, biliyorsunuz, Ordu ve Giresun illerimizin arasında birlikte
kullanılacak bir havaalanının inşaatı başlamış durumda. Havaalanını esirgemeyen
bir iktidarın, bir başka yatırımı esirgemesi söz konusu bile olmayacaktır.
Sayın
Erdemir’in Bursaspor’la ilgili soruları dün de vardı, bugün de var, teşekkür
ediyorum.
Bursasporlu
değilim ama Bursaspor’u çok önemsiyorum. Bursaspor’un şampiyonluk başarısını da
aynı şekilde Anadolu sporunun canlanması ve yeniden Anadolu’daki o dinamizmin
harekete geçmesi adına çok önemli buluyorum. Eğer ki Bursaspor bir eşitsizliğe
maruz kalacak olursa, burada eşitsizliğe neden olanlar karşılarında bizi de
bulacaklardır, hiç kimsenin tereddüdü olmasın.
Kanun
teklifindeki cezaların hafif olduğuna ilişkin bir değerlendirme yapıldı. Burada şunu ifade etmek isterim, kanun değişikliğine ilişkin teklif
metni baştan sona okunacak olursa görülecek olan hukuki gerçeklik şudur: Kanun
teklifinde apaçık bir ibare var; ceza kanunlarında tanımlanmış başka bir suçun
kapsamına girmediği takdirde bu kanun teklifindeki cezalar geçerlidir ama eğer
sporda düzensizlik nedeni olan bir fiil, ceza kanunlarındaki bir başka suçun
tanımı kapsamına girecek olursa, yani adam öldürme, adam yaralama ya da başka
bir suçun kapsamına girecek olursa bu özel kanundaki cezalar değil, daha ağır
cezanın tanımlanmış olduğu Türk Ceza Kanunu maddeleri uygulanma imkânına
kavuşmuş olacaktır.
Diğer
davalardan tutuklu olanlarla futbolda şike soruşturması kapsamında tutuklu
olanlar arasında dünden bugüne devam eden paralellik kurma arayışı var.
Burada
şunu ifade etmek lazımdır: Herkes Türk Ceza Kanunu’na ya da genel ceza
normlarına göre, işlediği fiilin karşılığı olan suçlardan yargılanmaktadır.
“Kanun önünde eşitlik” prensibi vardır. Kanun önünde hiç kimsenin eşitsiz bir
muameleye maruz bırakılabilmesi söz konusu değildir. Futbolda şike
soruşturmasıyla diğer soruşturmaları aynı kefede değerlendirebilmek, hukuk
bilgisiyle bağdaşmayan bir yaklaşım olacaktır.
Diğer
taraftan, KCK tutukluları ya da operasyonlarıyla bu kanun teklifi arasında
paralellik kurmayı da kesinlikle çok zorlama bir çaba olarak değerlendiriyorum.
Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal nizamı ve bu anayasal düzeni korumaya yönelik
anayasal ve hukuksal prensipler herkesin malumudur. Elbette ki cumhuriyetin
savcıları ve hâkimleri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin milletiyle bölünmez
bütünlüğünü korumak üzere kanunlardan doğan yetkilerini, kanunların tanımladığı
sınırlar içinde kullanmaya devam edeceklerdir.
Son
olarak şunu ifade etmek isterim: Beşiktaş taraftarlarının, bizce de çok doğru
olan, haklı bir tavrı oluştu. Bunun bütün kulüplerimize örnek olmasını yürekten
arzu ederim. Van ilimize yönelik bir duyarlılık Beşiktaş tribünleri tarafından
çok güzel canlandırıldı. İlk olarak, atkıların sahaya atıldığı
Beşiktaş-Fenerbahçe maçında ben de izleyici olarak oradaydım, tribündeydim. İki
kulübün başkanlarıyla birlikte o karşılaşmayı izledik. Bizde, bize armağan
edilen bir Beşiktaş atkısını o gün sahaya gönderdik. Yani eğer burada bir
kabahat varsa biz de o gün itibarıyla ihlal yoluyla bu kabahatin ortağı olmuş
olduk. Fakat burada bir şeyin istismar edilmemesi lazım: Türkiye Futbol
Federasyonu tarafından Beşiktaş Kulübüne verilmiş olan ceza kesinlikle Van’a
gönderilmek üzere atkıların sahaya atılmasıyla alakalı bir şey değildir -tırnak
içinde- sahaya yabancı cisim atılmasıyla alakalı bir konudur. Çünkü maçın henüz
bitiş düdüğü çalınmadan evvel sahaya atkıların atıldığını orada bulunan herkes,
maçı izleyen herkes tanıklık etti. Bu vesileyle Sayın Sakık
takım değiştirmiş oldu. Kendisine hayırlı olsun diyorum ama Fenerbahçeliler bu
durumu iyi karşılamayacaktır muhtemelen. Gene de Beşiktaş taraftarının
sergilemiş olduğu tavır doğru bir tavırdır. Van’a yönelik olarak sergilenen
duyarlılık bütün, esasında, spor kamuoyu tarafından sergilenen bir
duyarlılıktır.
Bu
kapsamda, son iki cümle -Sayın Başkanım, hoşgörünüze sığınarak ifade etmek
istiyorum- Fenerbahçe Kulübü de kapsamlı bir şekilde Van’a kolilerini
göndermiştir. Van’a yaptığım ziyaret sırasında Trabzonspor Kulübü tarafından
gönderilen çok sayıda armağanın ve sportif malzemenin de Van’da dağıtımda
olduğunu bizzat gördüm. Yine Galatasaray Kulübü adına da gönderilen belli
sportif ürünlerin Van’da bulunduğunu yani bu sporun kardeşlik ruhu, kulüpler
üzerinden Van halkına yönelik olarak çok kararlı ve samimi bir şekilde
sergilendi. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Soru-cevap
işlemi tamamlanmıştır.
Şimdi,
madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 80 sıra sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin 4. maddesine “para şeklinde”
ibaresinden sonra gelmek üzere dördüncü fıkrasında yer alan “birinci fıkra
hükmüne göre cezalandırılır” ibaresi “elli güne kadar adli para cezası ile
cezalandırılır” şeklinde ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
24/11/2011
Mahmut Tanal Ali Serindağ Kemal Ekinci
İstanbul Gaziantep Bursa
İhsan Kalkavan İlhan Demiröz Veli
Ağbaba
Samsun Bursa Malatya
Ercan Cengiz Haydar
Akar
İstanbul Kocaeli
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ADALET
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Hukuk
devleti ilkesinin gerçekleştirilmesinin unsurlarından biri; "suç ve
cezalar arasındaki ölçülülük" ilkesidir. Buna göre, öncelikle yasa koyucu
norm koyarken insan hak ve özgürlüklerine getirilen sınırlandırmanın sınırı
olarak ölçülülük ilkesi ile bağlıdır. İlke, ceza hukukuna ilişkin yasal
düzenlemeler açısından bir suç için öngörülen cezanın, bu suçun işlenmesi
sonucu bozulan kamu düzeninin yeniden tesisi amacına elverişli, gerekli ve bu
amaçla orantılı olması şeklinde tanımlanabilir. Bir başka deyişle "Yasa
koyucunun ceza saptamadaki yetkisinin sınırını hukuk devleti ilkesi oluşturur.
Cezaların, suçların ağırlık derecesine göre önleme ve iyileştirme amaçları da
göz önünde tutularak, adaletli bir ölçü içerisinde konulması ceza hukukunun
temel ilkelerindendir." "Suç ile ceza arasındaki oranın adalete uygun
bulunup bulunmadığını, o suçun toplum hayatında yarattığı etkiye ve kamu
vicdanında aldığı tepkiye göre takdir etme zorunluluğu vardır. Bu orantısallık bağının bulunması, hukuk devleti ilkesinin ve
adalet anlayışının bir gereğidir. Yasa koyucu cezaların türünü seçerken ve
sınırlarını belirlerken mutlak adalet ölçülerini izlemek zorundadır." Yine
kural olarak, suçun ve ortaya çıkan toplumsal ve şahsi zararın ağırlığına, failin
kişiliğine ve fiilin özelliklerine göre cezanın şahsileştirilmesi olanağının
hâkime verilmesi de ölçülülük ilkesinin gereğidir. Yasa koyucunun bu kuralları
açıkça ihlal eder nitelikte yasa koyması Anayasa'ya aykırı olacaktır.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
5’inci
maddeyi okutuyorum:
MADDE
5- 6222 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin birinci
fıkrasında geçen "üç aydan bir yıla kadar hapis veya adli para"
ibaresi "yirmi günden az olmamak üzere adli para" ve ikinci
fıkrasında geçen "bir yıldan üç yıla kadar hapis" ibaresi "üç
aydan bir yıla kadar hapis" şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN
– Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Ferit Mevlüt Aslanoğlu, İstanbul Milletvekili.
Buyurun
Sayın Aslanoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum.
Değerli
arkadaşlar, sporda şikenin de şiddetin de temeli ekonomik özgürlüğü olmayan
takımlardır. Olaya bu pencereden bakın. Siz 20 kiloluk bir güreşçiyi -20 olmaz
da- 50 kiloluk bir güreşçiyi 120 kiloyla güreştirirseniz yazık ediyorsunuz
Sayın Bakanım, yazık ediyorsunuz. Siz 50 kiloluk güreşçiyi ağır sıklet
güreşçisiyle aynı kefeye koyup güreştiriyorsunuz.
Ha,
liglerde takımlar arası dengesizlik, ekonomik dengesizlik var arkadaşlar. Bu,
her şeyi bu yapıyor. Eğer bu kulübün ekonomik özgürlüğü yoksa,
başına gelen öncelikle her şey budur. O zaman, parayı veren başkanın önünde
herkes önünü ilikliyor, onun emrini yerine getiriyor.
Siz
eğer sahalardaki güvenlik görevlilerini o kulübe bırakıyorsanız, güvenlik
görevlilerini o kulüp seçiyorsa, bunu Federasyon seçmiyorsa, güvenlik görevlisi
şirketler kimin dediğini yapacak? O kulübün dediğini yapacak. Bir başka takım, deplasman takımının seyircisine ve deplasman takımına karşı
iyi mi davranacak? Çünkü parayı ev sahibi kulüpten alıyor. Bir kere bunu,
güvenlik görevlisi şirketi, Federasyonun herkese eşit davranacak şekilde
yapması lazım. Bir kere şiddetteki birinci sorun buradan geliyor. Mutlaka
güvenlik görevlisiyle anlaşma yapan takım kendi takımı oluyor, güvenlik
görevlileri de kendisini kiralayan şirketin emrinde oluyor; bir.
İki:
Sayın Başkan, geçen yıla kadar bir kulübe bir başkan geliyordu, güya “Para
verdim.” diyordu, gittiği zaman da sonuna kadar temliği
koyup gidiyordu ve o takım batıyor artık, o takımdan hayır gelmiyordu. Daha o
takımda şike de olur, şiddet de oluyordu.
Ben
burada birkaç duyarlı arkadaşıma teşekkür ediyorum buna önayak olan kişilerden
biri benim, başından beri, dokuz yıldır söylüyordum. Geçen dönem… Artık
kulüplerin Spor Toto’daki isim hakkına kesinlikle hiç kimse temlik koyamayacak.
O, artık Spor Toto’daki isim hakları kulüplerin can suyu. Onurlu yaşamaları
için, kimseye muhtaç olmamaları için artık o paraya kimse temlik koyamayacak.
Bir kere bu sorun çözüldü ama esas sorun Sayın Bakanda, esas sorun Sayın
Bakanda.
Arkadaşlar,
Spor Toto’da bugüne kadar Türkiye'de -geçen yıl sonu
itibarıyla söylüyorum- 12 milyarlık İddaa geliri elde
edilmiş, 12 milyar. Kulüpleri koşturuyor at gibi, canları çıkıyor, 50 kiloluk
güreşçiyi 120 kiloyla güreştiriyor, kulüplere verdiği para yüzde 7 arkadaşlar.
Mesele bu. Ya, Sayın Bakan, kulüpler üzerinden bu parayı kazanıyorsun,
kulüpleri oynatıyorsun, at gibi koşturuyorsun, hiç değilse bu kulüplerin
kimseye muhtaç olmadan, kulüplerin eşit bir şekilde yarışmaları için sen
kulüplerin payını yükseltmek zorundasın. Arkadaşlar, mesele burada. 120
milyondan alınan para yüzde 7. O da Birinci Lig kulüplerine verdiği para yılda
5 milyon -“Süper Lig” dediğimiz yani- “Bank Asya Ligi” denilen kulüplere
verdiği para 1’le 1,5, ikinci lig kulüplerine 500’le 700, üçüncü lig
kulüplerine verdiği para 350 bin lira.
Şimdi,
bir kere, aşağıdan daha takım gelir mi arkadaşlar? Demin bir arkadaşım Tavşanlı
Linyitspordan bahsetti. Kiminle güreştiriyorsun?
Tavşanlı’nın ekonomik potansiyeli bu takımı eğer yaşatıyorsa, ben o insanları
kutluyorum. Ama böyle gitmeyecektir. Yarın, bugün verilen eğer bir kurum
desteği yoksa, bugün verilen desteği yarın çektiğin
zaman apar topar gidiyorsunuz arkadaşlar. Onun için şiddetin de, şikenin de
ilacı kulüplerin ekonomik özgürlüğü. Bunu sağlamazsanız, kulüpleri eşit
koşullarda yarıştırmazsanız her şey olur arkadaşlar. Bunu söylemek benim
boynumun borcu. Yukarıdaki görüşmemi kestim, geldim. Bunu not düşmek için bu
yasa geçerken söylemek zorundayım.
Sayın
Bakan, İddaa gelirlerindeki kulüplerin payını mutlaka
fazlalaştırmak zorundasınız. Bu sizin boynunuzun borcu. Özellikle
küçük ilçelerimizin, beldelerimizin takımları var, bunların ekonomik özgürlüğü
yok, hep birilerinin eline bakıyorlar. Sporcuyu ve sporu kimsenin eline
baktırma, kimseden para dilendirme bu insanlara. Çünkü,
birisi desteğini çektiği zaman neler oluyor, neler. Bugüne kadar o haciz koyan,
temlik koyan insanlardan hesap sormadı kimse.
Eşit
koşulda eğer yarışılmayan ligler varsa, arasında maddi olanağı olan olmayan
ligler varsa, arkadaşlar, bu çıkardığınız yasa hiçbir işe yaramaz. Bunun temeli
ekonomik özgürlüktür. Özgürlük olmayan bir yerde yaşam olmaz.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Aslanoğlu.
Madde
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mesut Dedeoğlu,
Kahramanmaraş Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA MESUT DEDEOĞLU (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü. Ben de tüm öğretmenlerimizin
Öğretmenler Günü’nü kutluyorum ve ilerideki dönemde, öğretmen atamaları ve tüm
öğretmenlerle ilgili sıkıntıların bir an önce giderilmesini temenni ediyorum.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; 80 sıra sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin
Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 5’inci maddesi üzerine Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle, yüce Meclisi tekrar saygılarımla
selamlıyorum.
Bundan
daha önceki kanunumuz 31 Mart 2011 tarihinde çıkarılmış ve üstünden de sekiz ay
bir zaman geçmiş. Milletvekili olmadan önce Türkiye Görme Engelliler Spor
Federasyon Başkanlığını dört yıl yürüttüm ve Türkiye Futbol Federasyonunun da
yıllarca doğal delegeliğini yaptım. 23’üncü Dönemde de Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Meclis araştırma önergesiyle açmış olduğu araştırmaya da konuşmacı
olarak katıldım ve fikirlerimizi söyledik Federasyon Başkanı olarak. Orada
söylediğimiz en önemli noktalardan bir tanesi, sporda şiddetin ve şikenin
tamamen eğitimle ilgili olduğu, mutlaka bu eğitimin verilmesi gerektiği.
Devamlı bunu vurguladık. Ancak o tarihlerde bu kanun maddelerinin içerisine
böyle bir şey girmedi ve şu anda da görüyorum ki, alelusul, acelece bu kanun
teklifi tekrar değiştirilerek devam edecek.
Federasyon
Başkanlığı dönemimizde Türkiye’de bulunan Spor Bakanlığına bağlı altmış
federasyonun içerisinde, hepsinin içerisinde disiplin kurulu başkanlıkları var.
Disiplini var kendi içerisinde, iç bünyesinde. Bu “sporda şiddet” denilince
akla gelen sadece Futbol Federasyonundaki şiddet. Diğer branşlarda,
amatör spor branşlarında disiplin kurulu başkanlığı ve yönetim kurulu
tarafından verilmesi gereken bir ceza veya gündeme gelmesi gereken bir konu
varsa otomatikman kendi iç bünyesinde halledilen bir nokta, bir konudur.
Şimdi,
bu kadar alelacele çıkartılan bir kanunda, önümüzdeki dönemlerde, sekiz ay
geçmiş üstünden ve tekrar önümüzdeki dönemde yine aynı şekliyle karşımıza
gelecek, bunun endişesini yaşamaktayız.
Sporda
şiddette çok acı günler yaşadık hem futbol içerisinde, değişik şehirlerde
yapılan futbol karşılaşmalarının içerisinde gerekse de uluslararası yaptığımız
karşılaşmalarda yine ölümlü sonuçlarını doğuran çok acı günler yaşadık. Temenni
ediyorum ki bir daha böyle günler olmasın ama bu hazırlanan, bundan sekiz ay
önce hazırlanan ve şu anda da değişikliğini yaptığımız bu kanunlarla bunların
önüne geçmemiz mümkün değildir. Gönül isterdi ki bu kanunun enine boyuna,
haftalarca ve özel komisyonlar kurularak hazırlanmasını biraz daha
geciktirmekti.
Sporda
yan yana gelmemesi gereken iki konu: Birincisi şiddet, ikincisi şike. Şu anda,
şu son geçtiğimiz dönemin içerisinde Türkiye'nin gündemine oturmuş ve her
vatandaşımızın konuştuğu bir konu. Gönül isterdi ki bunlar olmasın ama maalesef
şu anda önümüzde. Devletimiz seksen yıldan beri bu konuda bir boşluk bırakmış.
Kendi iç bünyelerinde kanunlar olmasına rağmen bu konuya el atılmamış, bu
olaylar karşımıza çıktıktan sonra özellikle şiddet konusunda işte, hepimizin
bildiği üzere 31 Mart 2011 tarihinde böyle bir kanunumuz çıkmış.
Spor
insanların vazgeçemediği en önemli uğraş alanları arasında yer almaktadır. Spor
tek başına, toplu veya takım hâlinde yapılan, kendine özgü kuralları,
teknikleri olan bedensel ve zihinsel yetilerin gelişmesini sağlayan eğitici,
eğlendirici en önemli faaliyetlerimizdir.
Türkiye'de
de spor deyince ilk akla gelen futbol, çünkü bütün insanların ilgisini bu
noktada toplayan bir spor branşımız.
Bunun
yanında spor kavramıyla yan yana gelmemesi gereken iki kavramdan bahsettik.
Yine, bu iki kavram üzerinde, hem Türkiye'de hem de dünyada bir çözüm noktasına
ulaşılmış herhangi bir ülke de yok, onu da belirtmeden geçemeyeceğim, çünkü bu
sekiz ay önce çıkarttığımız kanunla, Meclisin çıkarttığı kanunla ve bu yeni
düzenlemesini yapmaya çalıştığımız bu kanunla, nereye kadar gidecek? Nasıl
olacak?
Burada
en önemli vurgulamak istediğim olaylardan bir tanesi şu: Şu anda bile neler
yapıldığını şikeyle ilgili, hiç kimsenin bir bilgisi yok. Bu tamamen insanların
iç huzuruyla, sporu spor olarak görüp öyle algılamasından başka yapılacak
hiçbir şey yok diye düşünüyorum.
Bu
bağlamda, genellikle tüm dünyada ve ülkemizde spor faaliyetleri kalabalık
seyirci gruplarıyla yapılmaktadır. Müsabaka esnasında hem taraftar hem de
oyuncular elinde olmayan nedenlerle heyecanlanmakta ve belki de ruh hâliyle yanlış
davranışlar içerisine girebilmektedir, çünkü her iki taraf da hem sevinci hem
de üzüntüyü aynı anda yaşamaktadır. Bu nedenle cezaları artırarak spor
müsabakalarında ortaya çıkan şiddet olaylarını ortadan kaldırmamız mümkün
değildir. Şiddet olaylarını ancak topyekûn bir eğitim ortamında kaldırabiliriz.
Bunun için de toplumun hemen hemen her kesimine görev düşmektedir. Spor
kulüpleri, başkanları özellikle, yönetimi, teknik direktörleri, hakemlerin çok
dikkatli olması gerekiyor, özellikle de amigoların en ufak bir davranışları bu
tribünlerde bulunan seyircilerimizi negatif yönde etkileyebiliyor ve şiddete
karşı yönlendirebiliyor.
Bu
vesileyle yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Teşekkür
ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Dedeoğlu.
Madde
üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Ertuğrul Kürkcü, Mersin Milletvekili.
Buyurun
Sayın Kürkcü.
BDP
GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; benden
önce birçok konuşmacının birden çok maddenin görüşülmesi sırasında söylediği
gibi, bu değişiklik tasarısı aslında güç sahiplerini ağır cezalardan kurtarmak
amacı gütmüyorsa bile böyle algılanmaması imkânsız değişiklikler. Daha açık bir
ifadeyle söyleyecek olursam, şu an bu nedenle yargılanmakta olan kişilerin
karşı karşıya kaldıkları cezaların ağırlığı ile bu önerilen yasa
değişikliklerinin hafifliği kıyaslandığında, bunun sadece adalet duygusunu
tatmin için ortaya konulmuş olduğunu düşünmek neredeyse imkânsız.
Sayın
Bakan bunun diğer yasalar ve diğer kovuşturmalarla ilişkisinin
kurulamayacağını, her birinin ayrı ayrı konular olduğunu söyledi ama doğrusu,
insanlar genel olarak adalet hakkında düşünürken hep şunu gözetiyorlar: “Niçin
hep güç ve iktidar sahipleri kayrılıyor? Niçin güç ve iktidardan en uzak
olanlar daima en ağır cezalarla karşılaşıyorlar?” sorusunu sorduklarında
vicdanlarında buna karşılık bulamıyorlar. Yoksa, yasa teknikalitesi meselesi değil karşı karşıya olduğumuz. O
nedenle, sadece KCK davaları değil, Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünün
sınırlanmasına yol açan, gösteri ve örgütlenme özgürlüğünün sınırlanmasına yol
açan bütün yasaların mağdurları, aslında bu şike iddiasıyla yargılananlardan
hiç de daha az bu Türkiye'nin yurttaşı, hiç de daha az bu Türkiye'nin temiz
yurttaşı değiller. Ne yazık ki, kanun koyucunun, çok uzun
yılların geleneği olarak kanun koyucunun, esasen kişilere karşı işlenmiş suçlar
ya da toplumsal suçlarla, devlete karşı işlenmiş suçlar arasında devleti
kayıran, kişiyi ve toplumu gözetmeyen tavrı dolayısıyla, Türkiye’de esasen
devlete karşı suçlar bahsindeki cezaların şeditliğiyle
bunlar karşısındaki kayırıcılık arasındaki çelişkidir kamu vicdanını kanatan. Dolayısıyla,
bu vesileyle dile gelmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Çünkü yasanın gerekçesi
esasen suç ve ceza arasındaki mütekabiliyet, adalet ve vicdan gibi çok genel
kavramlara başvurduğu için ister istemez böyle kıyaslamalara maruz kalacak.
Bu
maddede de gördüğümüz şey şudur: Şike ve şiddet ilişkisi bakımından burada daha
çok şiddetle ilgili bir bahis var. Şiddetle ilgili bahis de bize buna tevessül
edenin daha az ceza almasını tavsiye ediyor. Niçin? Niçin daha az?.. Niçin o zaman daha çoktu? Bu soruyu sorduğumuz zaman ben
şahsen şunu görüyorum: Esasen bu yasa ilk şekliyle toplumun hilekârlığa,
kendisinin aldatılmasına, kendisinin sürekli olarak şiddetle beslenmesine karşı
gösterdiği reaksiyonu yasal düzlemde temsil etmeye çalışıyordu. O nedenle bu
yasadaki hükümler, şimdi bakınca, bunu uygulayanlar bununla karşı karşıya
kaldıkları zaman onlara ağır gözüküyor. Ama toplumun olduğu yerden bakalım,
böyle mi acaba? Milyonlarca insanı göz göre göre kandırmak, daha çok kâr, daha
çok güç, daha çok iktidar için yalan söylemek, yalanı örgütlemek, hileyi
örgütlemek, hileyi kurumsallaştırmak. “Daha hafif bir ceza alsın.” diyenler
bunu niçin söylüyorlar? Bana sorarsanız bunun iki nedeni var. Bu, sporla piyasa
arasında kurulmuş olan ilişkidir. Spor, piyasanın nesnesi olduğu sürece
kaçınılmaz bir biçimde şike bu spor dünyasının bir parçası olacaktır. Bunun
başka hiçbir çaresi yoktur. Tıpkı şirketler arasındaki ilişkilerde hile, damping, tekel, vergi kaçakçılığı olduğu gibi, sporla piyasa
arasında ilişki olduğu sürece bu olacaktır. O nedenle, toplumun buna karşı, hiç
değilse, verebileceği en ağır cezayı verme arzusunu, bence, toplumsal adaletin
vicdani yankısı olarak görmek lazımdır. O yüzden, bunu değiştirmek hiç de
gerekmez. Bu gerekçeler geçerli değil.
İkinci
mesele, şiddet bahsi. Şimdi, şiddet bahsini dikkatle
düşünelim. Bu, nerede ortaya çıkıyor? Genel olarak Türkiye'nin şiddetten
beslenen iklimi içerisinde… Ben kendi payıma, sporla gençliğimde uğraştım.
İlkokuldan işte, buna, yaşım ve imkânım elvermeyinceye kadar spor içinde yer
aldım. Ben, hiçbir zaman, Türkiye'nin son yirmi yılında olduğu kadar, şiddet
ile spor arasında bir ilişki kurulduğuna tanık olmadım. Elbette
her zaman gerginlikler olur çünkü genel olarak Türkiye’de spora erkek çocukları
teşvik edildiği için, spor, esasen maço bir dünya olduğu için, bu maço dünyanın
değerleri, çoğu kez, kendini yırtıcılık, hırçınlık olarak açığa vurur ama genel
olarak sporun öğrenildiği yer olan okulda en önce öğretilen şey, kardeşlik,
sporcu dostluğu vesaire gibi şeyler genç insanlarda iz bırakır. Bu kadar çok
şiddet ile spor arasında bağ kurulmazdı ama ne zaman ki, Türkiye’de, spor,
siyasi gösterinin arenası hâline geldi, Türkiye’yi saran toplumsal çatışmalar,
Türkiye’yi saran siyasi gerilimler, esasen, devletin en yüksek kademelerinden,
Millî Güvenlik Kurulunun devreye girdiği psikolojik harekât mekanizmaları içerisinde,
spor sahaları, millî heyecanların, millî hislerin, millî ayrımcılıkların
geliştirildiği yerler olmaya başladı, o zaman, bu maço dünya, bir yandan da
ırkçı bir dünyayla kaynaşmaya başladı. O nedenle, eğer bunun sonunu
getirmek istiyorsak, sporla piyasa arasında olduğu kadar, sporla devlet
güvenliği arasındaki bağı da kesmek gerekir; ama bunlar kesilene kadar bu sert
yasalar uygulansın, bir görelim bakalım bunlara tevessül etmek… Bir şehrin
bütün oyuncularını, bütün seyircilerini birden taş yağmuruna tutmak ve onları
linç etmeye kalkmak o kadar kişinin yanına kâr kalmasın, bir görelim.
Bütün
Türkiye’yle dalga geçmek, maç satın almak, maç satın almak için her türlü
tertibatı kurmak, bunun için bütün dünyayı kendi hizmetine sokmak gücü ve
kudretini kendine vehmedenler kendilerini güçsüz ve kudretsiz olarak görsünler
bakalım, bakalım o zaman biraz daha kamu vicdanı tatmin olacak mı? Elbette, ben
de benden önce konuşan arkadaşlar gibi biliyorum bunlar kesmez, bunlar
bitirmez, bunlar temeldeki büyük toplumsal eşitsizliklerin yankılandığı büyük
uygarlık açıkları kapatılmadığı sürece içinde cereyan edeceği alanlar. Ama
bütün bunlarla birlikte düşünülmediği için de bu yasa değişikliği bizim için
problem olmaya devam ediyor. Bir futbol maçındaki gençleri düşünün, içlerinde
aktif olarak spor yapanlar bu seyircilerin sadece yüzde 1’idir. Bunlar
kendileri gerçek sporcular olsalar hiçbir zaman bu spor müsabakaları bu kadar
çok maçoluğun, bu kadar çok karşısındakine hak tanımazlığın, bu kadar çok
rakibini yok etme duygusunun tribünlere yaygın olarak yansıdığı yerler olmaz.
Eğer kadın katılımı teşvik edilebilse, önü açılabilse bütün spor yarışmalarında
hem yarışanların hem bunu izleyenlerin, buna katılanların yarısı kadın olsa
bakın bakalım bu şiddet bu şekilde yansır mı? O zaman sporu bu şekilde çekip
çevirmek, bu kadar adaletsizce, hilekârca çekip çevirmek de hiçbir zaman
taraftar vicdanında yankı bulmaz. Ama ne yazık ki az sayıda kadın izleyici,
kadın taraftar da gitgide bu maço değerlerle örtüşüyor. Televizyonlardaki spor
programlarının sunucuları arasında kadın sunucuların sayısının her geçen gün ne
kadar arttığını görüyorsunuz, fakat kullandıkları lisana dikkat ediyor musunuz?
Aşağı yukarı hepsi erkek lisanı kullanıyor. Çünkü futbolun doğasındaki, daha
doğrusu doğasında demeyeyim, bugünkü futbol dünyasını belirleyen değerlere
onlar da katılmış oluyorlar. Dolayısıyla, böyle rozet gibi sosyolojide “tokenizm” dediğimiz, işte olsun da bir tane mavi boncuk
bulunsun diye kadınları spor programlarına katmak değil, kadınların spordaki
yolunu açmak şiddetin en önemli ilacı olabilir diye ben düşünüyorum. Ama bütün
bunlar uzun bir dönemin, daha yaygın ve geniş bir spor siyasetinin, piyasayla
spor arasındaki bağın kesilmesine bağlı uzun bir süreç.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (Devamla) – O nedenle, ben bu süreç tamamlanana kadar hilenin ve
şiddetin ve ayrımcılığın eskiden olduğu kadar ağır bir biçimde cezalandırılması
için oy kullanmanızı teklif ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Kürkcü.
Madde
üzerinde şahsı adına söz isteyen Ziver Özdemir,
Batman Milletvekili.
Buyurun
Sayın Özdemir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ZİVER
ÖZDEMİR (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de 24 Kasım
Öğretmenler Günü’nü kutluyorum.
80
sıra sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 5’inci maddesi
üzerinde şahsım olarak görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım. Bu
vesileyle, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Gerek
ülkemizde gerekse dünyada spor maçlarının manipüle edilmesinin ve şike
karıştırılmasının en büyük nedenlerinden birisi de bence bahis oyunlarıdır. Tüm
bu yasal düzenlemelerle birlikte sporda şiddeti önlemek ve sonuç almak için
bahis oyunlarının ve bunlara uygulanacak cezaların da ayrı bir yasayla
düzenlenmesi gerektiğine inanıyorum.
Ben
de bir Fenerbahçeli olarak Çarşı hareketini takdir ediyorum ama…
SIRRI
SAKIK (Muş) – Benim gibi gel, sen de gel.
ZİVER
ÖZDEMİR (Devamla) – Ama Fenerbahçe’de toplumsal olaylara karşı bu camianın
duyarlı hâle gelmesi için de yerimde kalarak çaba sarf edeceğimi beyan etmek
istiyorum.
Teklifin
yasalaşmasını ve hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Özdemir.
Madde
üzerinde şahsı adına söz isteyen Fehmi Küpçü, Bolu Milletvekili.
Buyurun.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
FEHMİ
KÜPÇÜ (Bolu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 80 sıra sayılı Sporda
Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi’nin 5’inci maddesiyle ilgili şahsım
adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
24
Kasım Öğretmenler Günü vesilesiyle de tüm öğretmelerimizin Öğretmenler Günü’nü
yürekten, kalben tebrik ediyorum.
Spor
alanında faaliyet gösteren kişilerin, tarafların hak ve hukuklarının korunması,
şiddet ve düzensizliğin önlenmesi sosyal bir vakıa, yadsınamaz bir gerçektir.
5149 sayılı eski Yasa’dan sonra 31/03/2011 tarih ve
6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’la yeniden
düzenlenmiş ve hâlen de derdest ve yürürlüktedir.
Değerli
milletvekilleri, hâl bu olmakla birlikte, 6222 sayılı Kanun’un yapılış tarihine
rastlayan ve dün Adalet Komisyonu raporuna da yansıyan hâliyle, bu kanunun
yapılış tarihinde spor olaylarındaki aşırı şiddet ve bu olayların ciddi oranda
artması keyfiyetiyle ve bu duygusallıkla;
1-
Kapsamlı bir inceleme yapılamamış mevcut yasayla ilgili,
2-
Mukayeseli hukuk verileri de göz önünde bulundurulmadan iş bu kanun kaleme
alınmıştır.
Netice
olarak, suç ve ceza adaletiyle bağdaşmayan orantısız cezalar öngörülmüş, tabiri
caizse, kanun koyucunun lafzıyla ruhu arasında bir tenakuz husule, meydana
gelmiştir. Bu da, kanun koyucunun adalet ve hakkaniyet arayan adalet
anlayışıyla ve iradesiyle de şüphesiz örtüşmemektedir.
Söz
aldığım teklifin 5’inci maddesin de, “Yasak alanlara girme” başlıklı 6222
sayılı Yasa’nın 16’ncı maddesinde tekabül etmektedir ki, yine bu kapsamda ceza
miktarlarında bir indirim düzenlenmektedir.
Şüphesiz,
bu kanun teklifiyle ilgili takdir ve taltif yüce Meclise aittir.
Ben,
80 sıra sayılı bu Kanun Teklifi’nin, bu milletin
birlik ve beraberliğine, memleket insanlarına ve spordaki kardeşlik hukukuna
emek ve katkı vermesini yürekten murat ediyor, hepinizi en kalbi duygularımla
tekraren selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Küpçü.
Şimdi,
soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın
Akar, buyurun.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, Türkiye'nin en büyük sanayi tesislerinin
bulunduğu, 16 adet OSB’si olan, sonra da nüfus yoğunluğu bakımından 2’nci kent
olan, yine İstanbul’dan sonra en çok vergi veren kent olan Kocaeli, devlete 10
verirken 1 alıyor, buna da örnek olarak kent stadyumundan bahsedebiliriz. Kent
merkezinde olan bu stadyum 10 bin kişilik olup derme çatma bir çatıya da
sahiptir, Kocaeli’ne yakışmamaktadır. Ben, dün bunu size sözlü olarak
iletmiştim ama tutanaklara geçmesi için bir kez daha iletiyorum.
Yine,
açıklamalarınızda 14 tane kente stadyum yapacağınızı söylediniz ama
Kocaeli’nden bahsetmediniz. O stadyumların kaynağı olan Kocaeli kentine de bir
stadyum yaparsanız mutlu oluruz Kocaeli halkı adına.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Çavuşoğlu…
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Sayın Bakanım, Spor Toto Teşkilatının Süper Lig takımlarına
isim hakkı karşılığında ödediği rakamın tutarı nedir, öğrenebilir miyiz?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Çavuşoğlu.
Sayın
Bakan, buyurun.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.
Önce
Sayın Çavuşoğlu’nun sorusuyla başlamak istiyorum. Esasında Sayın Aslanoğlu’nun
konuşmasında da Spor Toto’nun gelirleri ve futbol kulüplerine yapılan katkılar
hususunda belli değerlendirmeler vardı, bunu da aynı kapsamda değerlendirmek
istiyorum.
Sayın
Aslanoğlu’nu gerçi şu an Genel Kurulda göremiyorum ama ben gene de temas ettiği
konudaki bilgilerimi Genel Kurulla paylaşmak arzusundayım.
Değerli
arkadaşlar, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı Bakanlığımıza bağlı olarak
faaliyetlerini sürdürmektedir ve aynı zamanda Spor Toto, Türkiye futbol
liginin, Süper Lig’in isim hakkı sahibidir yani “Spor Toto Süper Lig” olarak
büyük takımların bulunduğu ligi adlandırmak gerekecektir.
“Futbol
finanse edilmiyor, Spor Toto’nun gelirleri futbola aktarılmıyor.” dedi Sayın
Aslanoğlu. Bir bilgi eksikliği olduğu kanaatindeyim zira rakamlarla ilişkisinin
esasında iyi olduğunu biliyorum. Spor Toto üzerinden Spor Toto Süper Lig’de
bulunan kulüplerimize ödenmek üzere Türkiye Futbol Federasyonuyla karşılıklı
görüşmeler çerçevesinde isim hakkı karşılığı olarak aktardığımız kaynak 124,5
milyon TL. Bunu öncelikle ifade edeyim. Yani Spor Toto Süper Lig’in esas
finansörü Bakanlığımızdır, Gençlik ve Spor Bakanlığına
bağlı olan Spor Toto Teşkilat Başkanlığıdır. Bununla birlikte isim hakları
dışında ayrıca kulüplerimize galibiyetler, mağlubiyetler ve beraberlikler
sırasında ödenen rakamlar vardır. Her bir takımımıza İddaa
üzerinden galibiyet hâlinde 100 bin -Süper Lig olarak bunu ifade ediyorum-
beraberliklerde 80 bin, mağlubiyet hâlinde bile 60 bin lira olmak üzere
ödemeler yapılmaktadır. Bank Asya Ligi, yani Birinci Lig olarak bildiğimiz Bank
Asya Birinci Lig, İkinci Lig ve Üçüncü Lig’de mücadelesine devam eden her bir
takımımıza her karşılaşmada deplasman galibiyetleri
için 60 bin lira, ev sahibi takımın galibiyeti için 50 bin lira, beraberlikler
hâlinde 40 bin lira, kaybeden takıma da ayrıca 30 bin lira müsabaka başına
düzenli olarak ödenmektedir. Bunlar önemli rakamlardır diye düşünüyorum.
Esasında toplamına yönelik bir hazırlık da ayrıca yapılıp toplamına dair de bir
bilgilendirme yapılabilir.
Bütün
bunların dışında Spor Toto üzerinden amatör kulüpler de dâhil olmak üzere
imkânlar nispetinde kulüplerimize yönelik sportif faaliyetler nakit likit kaynaklarla desteklenmektedir. Ayrıca, belli
zamanlarda kulüplerimize yönelik tesisleşme noktasında ilave katkılar
sağlanmaktadır. Süper Lig’e çıkmasından dolayı Mersin İdmanyurdu
stadyumunun bu kapsamda 7 milyon TL harcanarak restorasyonu
gerçekleştirilmiştir. Trabzon Avni Aker Stadyumu keza benzer şekilde toplamda
8,5 milyon TL’ye ulaşan rakamlarla hem Şampiyonlar Ligi’ne hem de Süper
Lig’deki müsabakalara hazır hâle getirilmiştir. Aynı şekilde Fenerbahçe’nin
Topuk Yaylası’nda bulunan tesislerinin tamamlanması için 10 milyon TL’nin
üzerinde bir rakam buraya aktarılmıştır nakit likit
kaynak olarak. Benzer şekilde Galatasaray stadyumu, benzer şekilde Beşiktaş
İnönü Stadyumu’na yönelik katkı ve desteklerimiz de diğer bütün Anadolu
takımlarına olduğu gibi kuvvetli rakamlarla sürdürülmektedir. Bunu ifade etmek
istiyorum.
Kocaeli
stadyumuyla ilgili, değerli arkadaşlar, ben burada yapılacak olan stadyumların
tamamını saymadım. Dün Malatya’yla ilgili olarak da söz konusu edildi. Malatya
ilimizde stadyumun yapılmasıyla ilgili bir temerrüt yaşanmayacaktır, bir
gecikme söz konusu olmayacaktır. Malatya, Toplu Konut İdaresiyle protokol
safahatını büyük ölçüde tamamlamış durumdadır.
Ben,
bütün illerimizi saymadım ama bu vesileyle dikkatin stadyumlar üzerine
çekilmesinden, doğrusu ziyadesiyle memnunum. Yapılacak olan iller kendilerini
zaten biliyor, bu illerimizden bir tanesi de Kocaeli’dir.
Kocaeli
ilimizde yeni bir stadyumun yapılmasına yönelik protokol, Toplu Konut İdaresi
ile imza safahatında bulunmaktadır. Dolayısıyla, Kocaeli ilimizde stadyum
yapılmasıyla ilgili bir geri düşme durumu söz konusu olmayacaktır.
Kocaeli’nde,
ayrıca, 2 bin seyirci kapasiteli bir olimpik yüzme havuzunu da büyükşehir
statüsündeki bu ilimize kazandırma vizyonuyla hareket
ediyoruz.
Paralelinde
bir iki cümleyle Sayın Başkanım, sadece bir dakika alarak tamamlıyorum.
BAŞKAN
– Tamamlarsanız Sayın Bakan çünkü yeni sorular var.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Bir dakikayla tamamlıyorum Sayın Başkanım.
Değerli
milletvekilleri, kanunun dün ve bugün görüşmelerine başlanmış olmasıyla Türkiye
Futbol Federasyonu Başkan Vekili Göksel Gümüşdağ’ın
adliyeye çağrılması, emniyette sorguya alınması arasında paralellik kuran
milletvekilleri oldu. Doğrusu, bu zorlama girişimleri fevkalade üzücü bulduk.
Her şeyden evvel, bu kanun, buraya dört grubun ortak imzasıyla getirildi. Hani
-şikeyi konuşuyoruz- esasında BDP Grubu imzasını geri çekmekle birlikte diğer
üç siyasi parti grubunu ofsayda düşürmüş oldu, futbol diliyle konuşacak
olursak.
Değerli
milletvekilleri, Göksel Gümüşdağ’ın adliye ve emniyet
sorgusuna davet edilmiş ve götürülmüş olması -davet de değil, bizzat polis
tarafından- diğerlerine ne yapıldıysa aynı hukuki işlemle kolluk kuvveti
tarafından alınmış, emniyete ve adliyeye yine polis nezaretinde götürülmüştür.
Özel bir muamele söz konusu değildir. Gümüşdağ’ın
Sayın Başbakanımızla yakınlığı üzerinden birtakım vurgular yapmak, işi başka
bir çerçevenin içerisine taşımaya çalışmak gerçekten büyük bir haksızlıktır.
Hem kişilik haklarına yönelik önemli bir ihlaldir hem de uzlaşıyla gündeme
getirilen bir kanunun safahatı noktasında haksız ve gereksiz bir yaklaşımdır.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın
Tanal, sorunuz kısa olsun yalnız, süre kalmadı.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Değerli Başkan.
Değerli
milletvekili arkadaşlar, sorum: “231’inci maddesindeki hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kararı verilemez, hapis cezası seçenek yaptırımlara çevrilemez
ve ertelenemez.”
Değerli
arkadaşlar, ceza hukukunda temel bir ilke var: “Lehe olan kanun uygulanır,
aleyhe ise uygulanmaz.” Şimdi bu madde, ancak bundan sonra işlenen suçlarla
ilgili bu geçerli olur. Bundan da önce işlenmiş bir suç varsa bu ceza hem
ertelenir hem hapis cezasındaki seçenek yaptırımları uygulanır. Bu anlamda,
gerek dün gerek bugün arkadaşlarımızın “Şu ana kadar suç işleyenler bundan
yararlanamaz.” demeleri, hukukun temel ilkelerinin ihlalidir. Bu anlamdaki
düşüncelerinizi öğrenmek isterim.
Teşekkürler,
saygılar.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Sakık…
SIRRI
SAKIK (Muş) – Başkanım, teşekkür ediyorum.
Ben
de Sayın Bakanıma sormak istiyorum. Stadyumlarla ilgili önemli bir projesi
olduğunu söyledi. Acaba bu projede Muş da var mı, eğer bizi bilgilendirirse
sevinirim.
İkincisi:
Plan Bütçe görüşmelerinde Van’daki deprem mağdurlarıyla ilgili, yanılmıyorsam,
bir iki yıllık bir şey vardı, muaf yani yurtlardan. Böyle bir açıklamanız
vardı. Bunu bir döneme çıkarsanız yani dört yıllık döneme, daha uygun olur diye
düşünüyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Uzunırmak…
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Benimkisi
soru değil Sayın Bakana bir tavsiyede bulunmak istiyorum yalnız.
Statlar
yapılırken güvenlikten başka alanlara varıncaya kadar ta başlangıçta birtakım
tedbirlerin öngörülmesi gerekiyor. Bizim komisyon olarak gezdiğimizde İspanya’daki
Espanyol Stadı hem güvenlik açısından hem kalite
açısından, yerleşke olarak, zemin paylaşımı, girişler ve başka alanlarda en iyi
stattı. Projeler, mantalite açısından ta baştan
sağlıklı kurulursa faydalı olacağı kanaatini taşıyorum. Espanyol
Stadı’nın projesine bir örnek proje olarak bir bakmakta fayda olduğu kanaatini
taşıyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Uzunırmak.
Sayın
Bakan, iki dakikalık süre içerisinde çünkü süre tamamlandı.
Buyurun.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Tamam Sayın Başkan.
Önce,
Sayın Başkanım, ceza süreleriyle ilgili olarak milletvekilimizin tevcih etmiş
olduğu soruya cevap vermek istiyorum. Bir kanundaki ceza limitlerini münferiden
içinden çekip çıkarmak suretiyle tek başına değerlendirmek hukuki açıdan doğru
bir yorumlama olmayacaktır. Kanunun yekûnunda bahse konu edilen ceza sürelerini
birlikte mütalaa etmek lazımdır. Burada beş ila on iki yıl olan ceza süresi,
toplamda bir-üç yıla indirgendiğinden dolayı yani toplam uzun ceza süresi
bir-üç yıl gibi kısa bir zaman dilimine indirgendiğinden dolayı lehe olan hüküm
uygulanır karinesi burada işletilemeyecektir. Uzun ceza süresi kısaldığından
dolayı hükmün açıklanmasının geriye bırakılması ve seçenek yaptırımlara çevrilmesi
mümkün olmayacaktır. Biz bu durumu mütalaa ederek bu kanunu dizayn
ettik.
Sayın
Uzunırmak’ın sorusuyla alakalı olarak hemen ifade
edeyim: Mevcut yeni yapılmakta olan stadyumların tamamında yani Gaziantep’te de
bir maç izlemeye gitseniz, Mersin’de de, Kocaeli’de
de, Türkiye’nin bir başka yerinde de yeni yapılacak stadyumlarda maç izlemeye
gittiğinizde sosyal donatılarını, ıslak hacimlerini, giriş-çıkışlarını aynı
mıntıkalarda bulacaksınız. Kendi şehrinizin stadyumu gibi gittiğiniz yerlerde
aynı girişlerden, aynı çıkışlardan, aynı ıslak hacimlerden, aynı sosyal
donatılardan yararlanma imkânı olacak. Yani el haritası ve bilinci olan akıllı
binalar inşa etme düşüncesindeyiz.
Sayın
Sakık’ın Kredi Yurtlarla ilgili ertelemesi hususunda…
Hemen ifade etmek istiyorum Sayın Başkanım. Vanlı, ikametgâhı Van ili olan
öğrenciler yani ailesi Van kentimizde ikamet eden öğrencilerimizin tamamı,
Türkiye’nin neresinde okuyor olurlarsa olsunlar önce “2011 yılı sonuna kadar.”
dedik fakat sonra 2011-2012 eğitim öğretim yılının sonuna kadar uzattık. Ailesi
Van’da ikamet ediyor olmak kaydıyla, depremden zarar görüp görmediğine ayrıca
bakmaksızın bütün Vanlı öğrencilerimizin Türkiye genelindeki KYK’larda, Kredi Yurtlar Kurumu bünyesindeki yurtlarda
ücretsiz kalmasına zemini hazırladık. Bununla birlikte…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Bakan.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, bir cümleyle
tamamlayacağım.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Bakanım.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – …memleketi neresi olursa olsun, Yüzüncü
Yıl Üniversitesinde okuyan öğrencilerimizin de Van’daki Kredi ve Yurtlar
Kurumuna ödedikleri paraları 2011-2012 eğitim öğretim yılının sonuna kadar
kaldırdık. Tamamen misafir statüsünde mevcut yurtlarından hizmet alacaklar.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, yeni madde ihdasına dair bir önerge vardır.
Malumları
olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon
metninde bulunmayan, ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir
maddesinin değiştirilmesini isteyen ve Komisyonun salt çoğunlukla katıldığı
önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı İç Tüzük'ün 87'nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür.
Bu
nedenle, önergeyi okutup Komisyona soracağım. Komisyon önergeye salt
çoğunlukla, 14 üyesiyle katılırsa önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme
açacağım. Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise önergeyi işlemden
kaldıracağım.
Şimdi
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 80 sıra sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun
teklifine 5. maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki maddenin eklenmesini arz ve
teklif ederiz.
Ali Serindağ İlhan Demiröz Mahmut Tanal |
Gaziantep Bursa İstanbul |
İhsan Kalkavan Ercan Cengiz Kemal Ekinci |
Samsun İstanbul Bursa |
Veli Ağbaba Haydar
Akar |
Malatya Kocaeli |
“Madde
6- “Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunun 22. Maddesinin 4.
fıkrasında yer alan “yüzbin” ibaresi “onbin”, “beşyüzbin” ibaresi “yüzbin” olarak değiştirilmiştir.
BAŞKAN
– Sayın Komisyon, önergeye salt çoğunlukla katılıyor musunuz?
ADALET
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Salt çoğunluğumuz olmadığı
için katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Komisyon
önergeye salt çoğunlukla katılmamış olduğundan önergeyi işlemden kaldırıyorum.
6’ncı
maddeyi okutuyorum:
MADDE
6- 6222 sayılı Kanunun 23 üncü maddesinin birinci fıkrasında geçen “asliye veya
ağır” ibaresi “sulh veya asliye” şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN
– Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet
Erdoğan, Muğla Milletvekili.
Buyurun
Sayın Erdoğan. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 80
sıra sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 6’ncı maddesi
üzerinde MHP Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bugün
bildiğiniz gibi Öğretmenler Günü. Bu vesileyle bütün öğretmenlerimizin
Öğretmenler Günü’nü kutluyor, hepsine başarılar diliyorum.
Sporda
şiddet ve düzensizliğin önlenmesi sadece bir asayiş olayı değildir. Sporda
düzenin sağlanması yalnız ülkemizdeki spor müsabakalarıyla sınırlı değildir.
Takımlarımızın katıldığı uluslararası organizasyonlar açısından da bu olay
önemlidir. Mart ayında alelacele çıkartılan 6222 sayılı Spor Kanunu, spor
camiasının sorunlarını çözmekte aciz kalmıştır. Tabii, burada, Kanun’un
uygulanmasından kaynaklanan sorunları da gözden kaçırmamalıyız. Sporda şike
yapıldığını tespit edenler, şikecilerin üçer beşer
şike yapmalarını bekleyip ondan sonra operasyon yapmışlardır âdeta şikeyi takip
edenler suçun işlenmesini teşvik etmişlerdir.
Şimdi
Sayın Bakana sormak istiyorum: Eğer birisinin cinayet işlemeye başladığını
tespit ediyorsanız, caniyi yakalamak için o caninin birden fazla cinayet
işlediğini beklemek durumunda mısınız? Bu nasıl bir mantıktır?
Ayrıca,
Sayın Bakan, dünden beri üzerinde konuştuğumuz Yasa Teklifi’nin
bütün parti gruplarının teklifi olduğunu söyleyip eleştirileri kulak ardı
etmektedir. Sayın Bakan, bu Yasa Teklifi hazırlanırken siz neredeydiniz? Sayın
Bakan, siz bu değişikliğe karşı mısınız? Bunu Meclisin huzurunda ve kamuoyunun
huzurunda lütfen açıklayınız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; spordan maksat toplumun beden ve ruh
sağlığının iyileştirilmesidir. Bunun yolu da geniş kitlelerin spor
yapabilecekleri ortamın hazırlanmasıdır. Toplumun her kesiminin spor yapması,
kitlelerin amatör sporla ilgilenmesinin sağlanması, amatör spora olan ilgiyi
arttıracak, profesyonel spor üzerindeki kitle baskılarını azaltacaktır. Bunun
için altyapı gerekir.
Sayın
Bakan dün kendisine sorulan bir soruyu cevaplarken 2012'de profesyonel spor
için on dört stadyumun programa alındığını söyledi. Ben şimdi kendisine
soruyorum: 2012'de amatör sporcular için ve bireysel spor yapmak isteyenlerin
kullanabileceği hangi tesisleri yapacaksınız? Amatör spor dallarının gelişimi
ve sporcularının gelişimi için bu tesisler oldukça önem arz etmektedir.
Uluslararası müsabakalarda, olimpiyatlarda var olabilmemiz için her spor
dalında sporcu yetiştirmemiz gerektiğinin bilincinde olmalıyız. Bunun yolu da
amatör sporlardan başlar, bunun yolu sporu yaygınlaştırmaktan geçer. Siz bunlar
için ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Kanun
hükmünde kararnamelerle bir adet Şehircilik Bakanlığımız oldu ama
şehirlerimizde bireysel spor yapmak isteyenler açısından ne değişti? Bunu da
önümüzdeki günlerde göreceğiz ama bildiğimiz o ki hiçbir şey değişmedi, amatör
sporcular ve bireysel spor yapmak isteyenler yine çaresiz. Hâl böyle olunca da
kitleler bütün enerjisini profesyonel sporları takip etmeye yönlendiriyorlar, o
da sporda gerginliği artırıyor.
Sporda
düzenin sağlanması, şiddetin, şikenin gündemden kalıcı olarak çıkarılması için
rüzgâra göre düzenleme yapma alışkanlığından kurtulmamız gerekmektedir. Bunun
için kanun tasarı ve tekliflerini hazırlarken spor camiasının bütün taraflarını
ve uygulamacılarını dinlemek lazım. Her kesimin ihtiyaçlarını karşılayacak,
sıkıntılarını giderecek, çözüm üretecek ve herkesin üzerinde mutabık kalacağı
bir metin üzerinde anlaşmak lazım, ortak akla ve bu sahadaki uluslararası
birikime itibar etmek lazım. Bu olgunluğa ulaştığımızda uzun süre
kullanabileceğimiz kanunlar yapabilmemiz ancak mümkün olacaktır. Yoksa bir gün
yazarız, bir gün bozarız.
Üzerinde
anlaştığımız değişiklik bugünkü sıkıntıların giderilmesi bakımından önemlidir
ama bu konuda kalıcı çözüm olup olmadığını hep birlikte göreceğiz. İnşallah
gerçekleştirdiğimiz bu değişiklikler spor camiasında yaşanan tatsızlıklara son
verir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 6222 sayılı Kanun’da yapılan değişikliklerin
Türk spor camiasına hayırlar getirmesini diliyor, bu vesileyle hepinizi tekrar
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Erdoğan.
Madde
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Ali Sarıbaş, Çanakkale
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Sarıbaş… (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Alkış geldi ama Sayın Sarıbaş yok.
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elazığ) – Kuliste.
BAŞKAN
– Sayın Sarıbaş…
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elazığ) – Muharrem İnce’yle beraber teşvik çalışması yapıyor.(CHP
sıralarından “Sözünü geri al” sesleri, gürültüler)
BAŞKAN
– Lütfen sayın milletvekilleri…
Madde
üzerinde şahsı adına söz isteyen Bilal Uçar, Denizli Milletvekili.
Buyurun.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BİLAL
UÇAR (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 80 sıra sayılı Sporda
Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun Teklifi’nin
6’ncı maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce
Meclisinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; düzenleme ile genelde spor müsabakalarında
şiddet konusu ele alınırken, özelde futbol karşılaşmalarında gerek saha içinde
gerekse saha dışında şiddete varan fanatizm ve holiganizm
önlenmek istenmiştir. Bunun yanında, spor müsabakalarında şike ve teşvik primi
gibi sporda haklı ve tatlı rekabeti engelleyen, centilmenliği yok eden
gayriahlaki girişimlerin de önünü kesmek amaçlanmıştır.
6222
sayılı Kanun’un bu manada çok adil olmadığı ve cezanın alt ve üst sınırı
arasındaki orantısızlık yeni bir düzenleme yapılması ihtiyacını ortaya
koymuştur. Nitekim, başta Türkiye Futbol Federasyonu
olmak üzere, futbol kulüp yöneticileri yeni bir düzenleme yapılması talebinde
bulunmuşlar ve bu kanun teklifi de tüm partilerin mutabakatı ile Türkiye Büyük
Millet Meclisine sevk edilmiştir.
6’ncı
maddeyle, verilecek cezaların alt ve üst sınırının yeniden belirlenmesi
istikametinde görevli mahkeme de sulh ve asliye şeklinde düzenlenmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu yasal düzenlemenin kamu vicdanında rahatsızlık
meydana getirdiği yönünde görüşlere rastlamaktayız. Ancak, gerek yazılı ve
gerekse görsel basında bu konuyu yazanların ve yorumlayanların kamuoyunu doğru
bilgilendirmesi gerekir. Basında çıkan yorumlardan sadece bir tanesini örnek
olarak aktarmak istiyorum. Bir spor yorumcusu şöyle diyor: “Bundan sonra şike
yapan bir yönetici yeni yasa ile hapis cezasına da çarptırılsa günde 20 lira
verecek, hapis yatmayacak. Yani artık, şike yapmanın hiçbir cezası kalmadı,
isteyen şike yapabilir, insanların futbola inancı kalmadı.”
Değerli
milletvekilleri, 11’inci maddeye eklenen dokuzuncu fıkrayla şike suçu ve teşvik
primi bakımından hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilemeyeceği,
verilen hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilemeyeceği ve ertelenemeyeceği
düzenlenmiştir. Buna rağmen, bu tür yorumların yapılmasını iyi niyetle izah
etmek mümkün değildir.
Yasa’nın
hayırlı olması ve sporda şiddetin son bulması dileklerimle, Öğretmenler
Günü’nde tüm öğretmenlerimizin bugününü kutluyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Uçar.
Yine
şahsı adına söz isteyen İsmail Kaşdemir, Çanakkale
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Kaşdemir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İSMAİL
KAŞDEMİR (Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sporda Şiddet ve
Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 6’ncı maddesiyle ilgili söz almış
bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Hazırlanan
Kanun Teklifi’nin 6’ncı maddesiyle, 6222 sayılı
Kanun’un 23’üncü maddesinin birinci fıkrasında geçen “asliye veya ağır” ibaresi
“sulh veya asliye” şeklinde değiştirilmiştir. Yapılan bu değişiklik
mahkemelerin görev alanlarına istinaden yapılan bir değişikliktir. Mahkemelerin
görevleri 5235 sayılı Kanun’da belirtilmiştir. İşlenecek suçlara verilecek
cezalar, uygulanacak yaptırımlar göz önüne alınarak daha önceden ağır ceza veya
asliye ceza olarak belirlenen bu mahkemelerin bu değişiklikle asliye veya sulh
olarak değiştirilmesi zorunluluğu doğmuştur. Cezalarda yapılan değişiklikle
ilişkili olarak, bu husustaki görevli mahkemelerin de değişmesi hukuki bir
gerekliliktir. Kaldı ki Anayasa’nın 142’nci maddesi “Mahkemelerin kuruluşu,
görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.” hükmünü
amirdir. Yani Anayasa’nın 142’nci maddesi yasama organına bu konuda güçlü bir
yetki vermiştir. Kanun teklifinin 6’ncı maddesi Anayasa’nın 142’nci maddesine
de uygundur.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime son verirken mezkûr kanun
değişikliğinin Türk spor kamuoyuna hayırlı olmasını diler, yüce heyetinizi
saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Kaşdemir.
Madde
üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın
Çavuşoğlu, buyurun.
Soru
sorma süresi beş dakikadır.
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Sayın Bakanım, amatör sporun geliştirilmesi ve
yaygınlaştırılması için tesisler yapmayı düşünüyor musunuz?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Akar…
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, 2017 Üniversite Oyunları için Kocaeli Büyükşehir
Belediyesi bu oyunlara, kentimizde yapılması için talip olmuş, bu süreçte yurt
dışı seyahatleri yapılmış büyükşehir belediye personeli tarafından ve kent
kamuoyunda da bu oyunlar için bir çalışma yapıldığı ifade edilmiştir, kamuoyu
da oluşturulmuştur. Fakat daha sonra 20 milyon euroluk
bir teminat bulunamadığı için de bu adaylıktan çekilinmiştir.
Yine bir kez daha tekrarlıyorum, bu 20 milyonu veremeyecek kadar âciz miydik?
Niye bu 20 milyon teminatı veremedik? Sizin bu konuda bir bilginiz var mı veya
bu paranın verilmemesi veya verilmesi konusunda ne gibi bir görüşünüz oldu?
Ülkemizin ve kentimizin tanıtımına büyük katkı sağlayacak olan 2017 Üniversite
Oyunları’nın kentimizde 20 milyon euroluk bir teminat
yüzünden yapılamamasını nasıl karşılıyorsunuz?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Erdemir…
AYKAN
ERDEMİR (Bursa) – Sayın Bakan, sakın endişe etmeyin, bu sefer Bursaspor’la
ilgili bir soru sormayacağım. Kamuoyunun malumu olduğu üzere Cumhuriyet Halk
Partisi Bursa Milletvekili olmamın yanı sıra aynı zamanda Batman ilinin gönüllü
milletvekiliyim. Batman ilimiz de aynı Bursa’mız gibi futbol aşığı bir şehir.
Batman’a ve Bursa’ya baktığımızda ülkemizde Türk, Kürt, Arap bütün
yurttaşlarımızın kalbinin futbola aynı sevgiyle attığını görüyoruz. Batman
ilinin futbol stadında bir yenileme çalışması sürüyor ve aralık ayında inşallah
hizmete girecek. Bu noktada hep olumsuz yönleri, eleştirileri dile getirdik.
Bir olumlu yön vurgulamak isterim.
Batman
Stadı’nın tadilatı nedeniyle Siirt Atatürk Stadı’nda gerçekleşen Batman Petrolspor-Orhangazispor maçında, gerçekten Bursalı ve
Batmanlı futbolseverler, sporcular, dostça, kardeşçe, birlik beraberlik
içindeydiler, bu da futbolun, sporun unutmamamız gereken güzel yüzü diyorum.
Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Yılmaz…
DİLEK
AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Sayın
Bakanım, gençlerimizin sadece izleyici olmak yerine futbol aşkıyla ve büyük bir
özveriyle kurdukları ve fiilen futbol oynadıkları her mahallede, her köyde
bulunan amatör spor kulüplerine maddi destek sağlamayı düşünüyor musunuz?
Gençler bu konuda çok ciddi anlamda desteğe ihtiyaç duyuyorlar. Sadece köylerde
ve mahallelerdeki biraz hâli vakti yerinde olan insanlar yardım ederlerse, bu
amatör spor kulüpleri, futbol kulüpleri devam edebiliyor. Bu konuda ciddi
anlamda destek verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Görüşünüz nedir?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Canalioğlu…
MEHMET
VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, biraz önce Trabzon Avni Aker Stadyumu’na 8,5 trilyon para gönderdiğinizi
söylediniz, çok teşekkür ediyoruz.
Ancak
sorum şu: Avni Aker Stadyumu biliyorsunuz Avrupa Şampiyonasına da sahne oluyor
ve şu anda maraton dediğimiz tribünler, açık tribünlerin üstü kapatılmadığından
vatandaşlarımız yağmurda, karda müsabaka izleme durumunda kalıyorlar ve kulüp
tarafından yağmurluk verilme durumunda. Bu proje içerisinde açık tribünlerin üzerinin
kapatılması var mıdır?
Teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Köse…
TUFAN
KÖSE (Çorum) – Sayın Bakanım, ben de Çorum’la ilgili birkaç şey soracağım.
Öncelikle
Çorum’un Stadyumu gerçekten neredeyse tarihî bir stadyum hâline geldi, bununla
ilgili bir çalışmanız var mı? Yeriyle ilgili ödenek ayrıldı mı? Projesi var mı?
Çorum’da buna benzer sözler dolaşıyor ama, tabii net
bir bilgimiz yok.
İkincisi
de Çorumspor uzun yıllardır kötü yönetim ve borç
kıskacının altında. Bu konuda yapılan girişimlerin de tamamı başarısızlıkla
sonuçlandı, özellikle de son iki yıl içerisinde Çorum Belediyesinin de Çorumspor’un üzerinden eline çekmesiyle, Çorumspor şu anda yönetim zafiyeti içerisinde. Bu konuda
Bakanlığınızın ilgili personelini göndererek bir inceleme yaptırmayı düşünür
müsünüz?
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Köse.
Sayın
Bakan, buyurun.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, izninizle, sondan başlayarak
devam etmek istiyorum.
Sayın
Köse’nin Çorum Stadyumu’yla ilgili sorusu… Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Çorum
Belediyesi arasında protokol imzalandı. Çorum ilimizde bir
adet yeni stadyum, bir kamp eğitim merkezi, 3 bin kişilik bir spor salonu, bir
yüzme havuzu, bir tenis kortu ve birden fazla sentetik çim yüzeyli futbol
sahasını kapsayan bir paket hâlinde mevcut stadyumun arsasıyla bir takas
programı uygulayacağız ve Çorum’un bütün spor altyapısı Samsun yolu üzerindeki
Bakanlığımıza tahsisi gerçekleştirilmekte olan bir arazi üzerinde
gerçekleştirilecek.
Sayın
Canalioğlu’nun Avni Aker Stadyumuyla ilgili sorusu…
Sayın
Canalioğlu, esasında Avni Aker’in sorunu o tribünlerin kapatılması değil,
Akyazı Projesi’nin ivedilikle bitirilmesidir. Ben Gençlik ve Spor Bakanlığı
adına sizden biraz yardım isteyeyim bu konuda. Trabzon Mimarlar ve Mühendisler
Odasıyla bir irtibat sağlayabilirseniz, artık Akyazı Projesi’ni engelleme
noktasındaki girişimlere bir son nokta konulsun ve Akyazı dur durak bilmeksizin
bundan sonra yoluna devam etsin. Esas sorun, Akyazı’yı Trabzon’a kazandırmaktır
diye düşünüyorum.
Sayın
Yılmaz’ın amatör spor kulüplerine mali destek sağlanması hususundaki sorusu…
Onu da ifade edeyim hemen. Amatör spor kulüplerine mümkün mertebe katkı sağlama
çabası içerisindeyiz ancak bütün futbol kulüplerinin ya da amatör spor
kulüplerinin tamamen devlet desteğiyle hayatiyetlerini devam ettirebilmesi
mümkün değil. Bu konularda sponsorluk ve toplum
gönüllülüğü desteğinin de özellikle amatör branşlara yönelik olarak,
iktidar-muhalefet, ayrım yapmaya lüzum yok, hepimiz tarafından desteklenmesi
gerektiği kanısındayım.
Amatör
spor branşları sporun özünü, ruhunu esasında,
iskeletini oluşturmakta ama Türkiye’de özellikle son dönemlerde gittikçe
artmakta olan yabancı transferleri yüzünden maalesef amatör branşlara gereken
ilgi aktarılamamakta, gösterilememekte. Ama Türkiye Futbol Federasyonunun bu
yönde bir çabası var, biliyorum, amatör branşlardan
gelen sporculara ilk 11’lerde, özellikle futbolda daha fazla yer açmak üzere.
Yani bu konuda el birliğiyle hareket etmemiz lazım. Sadece Hükûmete, sadece
Gençlik ve Spor Bakanlığına bırakmak doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Yerel
yönetimler, iktidar, muhalefet milletvekilleri, hepimizin elimizin ulaşabildiği
yerdeki sponsorluk katkısını verebilecek olan iş
adamlarını da bu noktada harekete geçirmemizde fayda var diye düşünüyorum.
Sayın
Erdemir’in Batman’la ilgili bir teşekkürü oldu; ben de kendisine kalben
teşekkürümü ifade ediyorum. Batman Stadyumu âdeta yeni baştan yapılıyorcasına yenilenmektedir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgemizde Sırrı Bey’in de “Muş ile ilgili neler olacak? diye
sorusu olmuştu cevaplayamamıştım. Türkiye’nin her tarafında ama özelde de Doğu
ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizde eksikliği büyük ölçüde hissedilen gençlik ve
kültür merkezlerini çok sayıda inşa etmenin çabası içerisindeyiz. Proje
mahalleri yakında açıklanacak ve bu gençlik merkezleri gençlerimiz arasındaki
kaynaşmaya da çok önemli katkılar sağlayacak.
Sayın
Akar’ın Kocaeli ile ilgili sormuş olduğu, Universiade
ile ilgili soru.
Sayın
Akar şunu ifade etmeliyim: Dünya genelinde esasında etkinliği büyük ölçüde
azalan, biraz unutulmaya yüz tutan çok sayıda sportif etkinlik Türkiye
tarafından alındıktan sonra öylesine nitelikli tesisler inşa edildi ve bu
organizasyonlar Türkiye’deki aktörler tarafından o kadar yüksek kalitede
gerçekleştirildi ki, unutulmaya yüz tutan sportif etkinlikler yeniden
hatırlandı, yeniden kuvvetlendi.
Universiade
yazı biz İzmir’e yaklaşık 3 milyon euro bedel
ödeyerek getirdik. Universiade kışı Erzurum ilimize
yaklaşık 4,5 milyon euro bedel ödeyerek taşıdık. Ama
Türkiye’nin yaptığı etkinliklerin kalite ve niteliği sayesinde Universiade’a yönelik ilgi ve talep arttı.
Kocaeli
için biz yaz Universiade etkinliğini yapmak üzere
talepte bulunduğumuzda, bu, sadece isim hakkı parası 20 milyon euro olarak önümüze çıkarıldı. Benzer bir konu Formula 1
pistiyle alakalı Bernie Ecclestone
tarafından, F1’in uluslararası patronu tarafından İstanbul’da önümüze
çıkarıldı. 13,5 milyon dolara biz yıllık isim hakkı bedeliyle bu işi yaptığımız
hâlde ve beş yıl süreyle bunu götürdüğümüz hâlde Türkiye nasılsa bu işe istekli
ve nasılsa bu parayı ödeyecek kuvveti var düşüncesiyle rakam 26 milyon dolara
çıkarıldı ve biz o noktada vazgeçtik. Formula 1 etkinliğinden de vazgeçtik.
Burada Kocaeli’ye 20 milyon euro
rakamı dayatılınca, ben şahsen şu görüşü başta Kocaeli Büyükşehir Belediye
Başkanı olmak üzere, bütün Kocaeli milletvekillerimizle paylaştım. Biz bu
kaynağı Kocaeli’de spora yatırım olarak
yönlendirelim, Kocaeli bu kaynakla eksikliklerini tamamlasın, isim hakkı bedeli
olarak bu parayı boşu boşuna ödemeye gerek yok.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Onu da yapmadınız.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Emin olun, Türkiye almadığında, bu
etkinliklerin maliyeti günden güne azalacaktır.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, 20 milyonu veriyor musunuz?
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Bursa Milletvekilli Sayın Hakan
Çavuşoğlu’nun “Amatör sporun desteklenmesine yönelik tesisler var mı, yok mu?”
şeklinde bir sorusu oldu. Zaman yetmeyecek, Sayın Başkan da biliyorum tolerans
göstermeyecek bu defa. Sadece 2011 ve 2012’yi söylüyorum: 2011 yılında yapılan
-2009’u, 2010’u saymıyorum- yapılmakta olan, inşasına başlanan, ihalesi yapılan
sentetik çim yüzeyli nizami futbol sahalarının Türkiye genelindeki adedi 125.
2012 yatırım programına dâhil ettiğimiz, yine, nizami sentetik çim yüzeyli
futbol sahalarının…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – …Türkiye genelindeki adedi 175. Toplamda
sadece bu branşta 300 adet tesis.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, 20 milyonu veriyor musunuz?
BAŞKAN
– Sayın Akar, lütfen.
7’nci
maddeyi okutuyorum:
MADDE
7- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN
– Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Kemal Ekinci,
Bursa Milletvekili.
Buyurun
Sayın Ekinci. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA KEMAL EKİNCİ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
görüşülmekte olan 80 sıra sayılı sporda şiddetle ilgili yasa değişikliği
hakkında grubum adına söz aldım. Teşekkür ediyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Şimdi,
arkadaşlar, dünden beri konuşuluyor. Şiddetten söz ediliyor ama şiddeti
çağrıştıran temel nedenler, sosyal nedenler, psikolojik nedenler, hiç kimse
bunun üzerinde durmuyor.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Ertuğrul Kürkçü anlattı.
KEMAL
EKİNCİ (Devamla) – Futbolun dışında hiçbir spor dalında -zaman zaman baskette
görüyoruz- şiddet yok. “Şiddeti çağrıştıran temel nedenler nedir?” diye
konuştuğumuzda herkes siyaset yapıyor. 12 Eylüle kadar sporu bir gözden
geçirin: Stadyumlarda herkes birlikte maç seyrediyordu, hatta yiyeceğini,
içeceğini alıyor, stadyumun kenarındaki köfteciden köftesini alıyordu, affınıza
sığınarak söylüyorum, içkisi dâhil gidip orada stattaydı, hiç kavga da
çıkmıyordu. 12 Eylülden sonra bir depolitizasyon gençleri bir yerlere itti,
birincisi bu. Gençler, 12 Eylül hareketiyle birlikte ülke meselelerini
düşünmek, çözmek, o konuda eylemde bulunmak yerine, o enerjiyi atabilecekleri
yer stadyumlardı, stadyumlarda atmaya başladılar, şiddete dönüştürdüler.
İki,
şiddeti çağrıştıran bir başka şey, ne yazık ki devletin kolluk güçlerinin
uygulamaları, ya yanlış uygulamaları ya da “Bana dokunmayan bin yaşasın.”
anlayışı içerisinde idareyi maslahat ederek zaman zaman şiddete önayak oldular.
Bir
başka olay da -hiçbir arkadaştan gelmedi- şiddeti çağrıştıran temel nedenlerden
birisi televizyon yorumculuğuyla ilgili. Televizyon yorumcuları çıkıyor, bir
hakemin kararı hakkında beş ayrı görüş ortaya koyuyor, ertesi gün şiddet
kahvede başlıyor: “İşte falan yorumcu böyle dedi, filan yorumcu böyle dedi.”
Ayrıca,
müeyyide uygularken şiddeti hiç kimse savunmaz ama o şiddete önayak olan
birtakım basın mensuplarının, televizyon yorumcularının hiçbir tanesi ne
sorgulanıyor ne yargılanıyor ne eleştiriliyor ama onların eleştirme gücü var o
camdan eleştiriyorlar. Kulüp başkanları taraftar kazanmak adına şiddeti teşvik
edenlerin başında geliyor ama dünden beri konuşan arkadaşlarımız sadece Fenerbahçe
ve Aziz Yıldırım’ı kurtarma yasasıymış gibi bunu değerlendiriyorlar. Eski
İstanbul Valisi burada, Sayın Valim bilir; Fenerbahçe stadyumunda küfrün önüne
Aziz Yıldırım geçti; ciddi küfür vardı, bu küfrün önüne geçen Aziz Yıldırımdı.
Ama ne yazık ki, bu yasanın çıkmasında da ön ayak olan Aziz Yıldırım’dı, ilk
duvara toslayan da Aziz Yıldırım oldu. Aziz Yıldırım, acaba sporda şike yaptığı
için mi, ticarete şike karıştırmak istemediği için mi yargılanıyor? Merak
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
SIRRI
SAKIK (Muş) – Onların ticareti A’dan Z’ye şikedir Allah adına. Bu ülkeyi
yediler, soğana çevirdiler.
KEMAL
EKİNCİ (Devamla) – Sırrıcığım, kulüplerin iç işlerine
karışan basın mensupları ve yorumcular var.
Şimdi,
soruyorum arkadaşlara: Bu kulüplerin iç işlerine karışan spor yorumcuları acaba
oradan besleniyorlardı da o beslenme damarları kesilince mi birden Aziz
Yıldırım’a ve Fenerbahçe’ye yüklendiler, yoksa kendi özgür beyinleri ve
vicdanlarıyla mı Fenerbahçe’yi linç ettiler?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KEMAL
EKİNCİ (Devamla) – Onu bilmekte zorluk çekiyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Ekinci.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, toparlıyor efendim.
KEMAL
EKİNCİ (Devamla) – Son sözümü söyleyebilir miyim Sayın Başkan?
BAŞKAN
– Sayın Ekinci, lütfen; daha sonra örnek gösteriliyor, teşekkür ediyorum.
(CHP
ve BDP sıralarından alkışlar)
Zaten
yeteri kadar, fazlasıyla da alkış aldınız. Bu güzel konuşmadan dolayı ben de
teşekkür ediyorum.
Madde
üzerinde şahsı adına söz isteyen Harun Tüfekci, Konya
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Tüfekci.
HARUN
TÜFEKCİ (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sporda
Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Teklif’le alakalı yürürlük maddesinde söz almış
bulunuyorum.
Şu
ana kadar gruplar gerekli konuşmayı yaptılar. İmza atmış oldukları teklifle
alakalı düşüncelerini serdettiler. Daha fazla söze hacet olmadığını
düşünüyorum.
İnşallah
kanunlaştığı zaman hayra vesile olacağını düşündüğümüz yasa teklifinin şimdiden
hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Tüfekci.
Şahsı
adına söz isteyen Ali İhsan Yavuz, Sakarya Milletvekili.
Buyurun
Sayın Yavuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ
İHSAN YAVUZ (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sporda Şiddetin
ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 7’nci maddesi hakkında söz almış bulunuyorum.
Bu vesileyle yüce Meclisi ben de saygıyla selamlıyorum.
Bu
arada, milletimizin esas sermayesi gençliğimizi yarınlara taşıyacak olan
geleceğimizin teminatı öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü ben de tebrik
etmek istiyorum, kutluyorum.
Hakkında
söz aldığım madde kanunun yürürlük tarihine ilişkindir. Buna göre “Bu kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer” hükmü söz konusudur.
Bu
yasa teklifi, Mecliste grubu bulunan tüm partilerin ortak mutabakatıyla Adalet
Komisyonuna gelmiştir. Her ne kadar Barış ve Demokrasi Partisi komisyonda
imzasını geri çekmişse de, bu yasa teklifi üzerinde büyük bir mutabakatın
olduğu söz konusudur.
Burada
zaman zaman bu yasanın bir af yasası olduğu söylendi. Ben de bir kez daha ifade
etmek istiyorum ki, bu yasa asla bir af yasası değildir. Bilindiği üzere, suç
işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlıyla
orantılı bir şekilde ceza vermek ceza hukukumuzun ana ilkelerinden biridir.
Aynı şekilde işlenen suça verilecek cezanın diğer kanunlarda öngörülen suçlara
verilen cezalar dikkate alınmak suretiyle adil ve hakkaniyete uygun bir şekilde
belirlenmesi gerekir.
31/03/2011
tarihinde kabul edilen 6222 sayılı Yasa’da öngörülmüş olan cezaların fahiş
olduğu şeklinde neredeyse toplumun tüm katmanlarında bir kanaat vardır. Yeni
düzenlemede ise öngörülen ceza miktarlarının ilk etapta biraz fazla düşürüldüğü
düşünülse bile bu asla doğru değildir. Zira, 6222
sayılı Yasa’nın 11’inci maddesine eklenen (9) numaralı fıkrayla suç ve ceza
dengesinin oluşturulduğu muhakkaktır. Her ne kadar söz konusu değişiklikle ceza
miktarları düşürülmüş olsa da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilemeyeceği, verilen hapis cezalarının seçenek yaptırımlarına
çevrilemeyeceği ve ertelenemeyeceği hükmü söz konusu suçlar açısından caydırıcı
ve suç işleyenlerle ilgili kâfi miktarda mütenebbih olacağı kanaatindeyiz.
Bu
itibarla, bu değişikliğin tekrar hayırlı olmasını diliyor, bir kez daha yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Yavuz.
Madde
üzerinde on dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın
Bayraktutan, buyurun.
UĞUR
BAYRAKTUTAN (Artvin) – Evet, Sayın Bakan, Artvin merkezde yıllardır spora
hizmet veren Artvin İskebe Stadı var. Bu stat coğrafi
konumu itibarıyla çok yoğun bir rüzgâr aldığından dolayı yıllardır sadece
futbol maçlarının dışında helikopterlerin inip kalktığı bir yer olarak hizmet
veriyordu ama son bir yıl içerisinde yeni bir stadın yapımına başlandı.
Sayın
Bakan, yeni yapılan stadın yeri de aynı olduğu için aynı kaygıyı taşıyoruz yani
spora hizmet etmeyeceği, futbol maçlarının orada oynanmayacağı konusunda bir
kaygımız var. Bu yeni yapılan inşaat konusunda… İnşaat ne zaman bitecektir?
Yeni stat yerinin başka yerde yapılmasını düşünüyor musunuz?
Bir
de bunun dışında… Bolu’da da hemşehrilerimiz var, ben
Bolu’nun da fahri milletvekiliyim. Oradan soruyorlar ki: “Bolu’da yeni bir stat
yapılmasını düşünüyor musunuz? Bolu’daki mevcut stat itibarıyla neden gece
maçları oynanmıyor? Bu konuda Hükûmet olarak bir tedbiriniz var mıdır?”
Çok
teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Özdemir…
ZİVER
ÖZDEMİR (Batman) – Sayın Bakanım, Batman’daki eski stadyumun yenilenmesi işlemi
için teşekkür ediyorum. Eski stadyumumuzun 350 bin nüfusu aşan Batman’ımız için
yetersiz olduğunu ifade etmek istiyorum. Özellikle bir önceki bakanımız Sayın
Faruk Özak döneminde 15 bin kişilik yeni bir stadyumun yapılmasıyla ilgili
protokol imzalanmıştı. Bu imzalanan protokolle 15 bin kişilik yeni stadyumumuza
Batman’da ne zaman başlanacağını sormak istiyorum.
Saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Akar…
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Yine söz bende.
BAŞKAN
– İyi ki anladınız yani Sayın Akar!
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakanım, bu bir arz/talep meselesidir. Eğer biz 2011
yılında 2017 yılına talip oluyorsak bu parayı da vermek zorundayız. Çünkü altı
yıl, yedi yıl sonraya talip oluyoruz. Yine biz F1 yapmaz isek… Dünyanın çeşitli
ülkelerinde F1’e zaten talep var. Bu bir tanıtım olayı. Dünyanın 16’ncı büyük
ekonomisi olarak övünüyoruz, her yerde bunları söylüyoruz, eğer bir F1’i
organize edemiyor isek, eğer bir Universiade’ı
organize edemiyorsak böyle şeylerde de övünmeyeceğiz.
Ama
sizden bir söz aldım. Yanlış duymadım değil mi? Bu 20 milyon euroyu veriyorsunuz Kocaelispor’a. (CHP sıralarından
alkışlar)
SÜLEYMAN
ÇELEBİ (İstanbul) – Yoksa bir daha söz alır!
HAYDAR
AKAR (Devamla) – Veriyor musun Sayın Bakanım?
BAŞKAN
– Sayın Akar, lütfen… Burası pazarlık yeri değil.
SÜLEYMAN
ÇELEBİ (İstanbul) – “Canın sağ olsun.” diyor Sayın Bakan. Değil mi efendim?
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Milletin parası üzerinde bu kadar kolay
tasarruf edemem.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Vermeyecekmiş!
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Akar.
Sayın
Tamer, buyurun.
İSMAİL
TAMER (Kayseri) – Sayın Bakanım, Kayseri olarak 75 dönümlük bir arazi daha
önceki yıllarda bize tahsis edilmişti. Bunda emeği geçen Başbakanımıza ayrıca
teşekkür etmek istiyorum.
Bu
75 dönümlük arazi içerisinde, Büyükşehir Belediyesine tahsis etmiş olduğunuz bu
arazide bir şart koşulmuştu; on tane tesis yapma şartı. Birincisi, 33 bin
kişilik modern bir stat yapıldı. Hemen akabinde, 7.500 kişilik ikinci bir stat
yapıldı. Yine, 3 adet olimpik yüzme havuzu yapıldı, 4 adet futbol sahası ve
1.500 kişilik de kapalı bir stat yapıldı. Tüm bunların yanında, tabii, şehirdeki
kötü görünümde dönüşüm gerçekleşmiş oldu, şehir yeni bir çehre kazanmış oldu
bunun sonucunda; 3 bin kişiye de istihdam alanı sağlandı.
Bunlar
adına size teşekkür etmek istiyorum ama bir de isteğimiz var, sorumuz var. 2022
yılındaki olimpiyatlara da Kayseri için talibiz, söz almak istiyorum.
Teşekkür
ediyorum efendim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Tamer.
Sayın
Fırat…
SALİH
FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakanımdan şu bilgiyi almak istiyorum: Adıyaman ili, 1975 yılında nüfusu
yaklaşık 30 bin iken bir kapalı spor salonuna, bir yüzme havuzuna sahipti;
bugün nüfusu 200 bin, hâlâ aynı spor salonu ve aynı yüzme havuzu var. Bu konuda
bir çalışmaları var mı? Adıyaman’a bir şey verecekler mi?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakanım, buyurun.
Yalnız,
Sayın Tamer’in açıklamasıyla ilgili, Sayın Bakan, Kayseri Milletvekili olmam
sebebiyle bir açıklama getirmek istiyorum.
Bütün
bunlar, devletten bir kuruş almadan, Kayseri’nin kendi öz kaynağıyla yapıldı.
Onu belirtmek istiyorum.
Teşekkür
ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurun
Sayın Bakan.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, bir Kayserili olarak mı
açıkladınız?
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Evet, Sayın Başkanım, Kayseri’den biz bir teşekkür
aldık. Ben de Kayseri’ye teşekkür etmek istiyorum. Doğrusu, Kayseri’ye
teşekkürümün esas nedeni, Kayseri Büyükşehir Belediyesi ile Gençlik ve Spor
Bakanlığı arasında imza altına alınan ve sonra gerekleri yerine getirilen
protokolün, Türkiye’de benzer projelere örnek teşkil etmesinden dolayıdır. Buna
bir “Kayseri modeli” adını vermemiz mümkündür. Müteakip bütün projeler Türkiye
genelinde benzer sistemle yürütülmüştür. Doğrudur, Kayseri’de bahse konu edilen
stadyumlar için devletin kesesinden, kasasından para çıkmamıştır ama mülkiyeti
Bakanlığımıza ait olan arsanın ekonomik, rantabl bir
şekilde, verimli bir şekilde dönüştürülmesiyle bütün bu tesisler Kayseri’ye
kazandırılmıştır. Kayseri Büyükşehir Belediyesinin burada takdire şayan bir
başarısı var.
Yine,
bu modele destek vermesinden dolayı Gençlik ve Spor Bakanlığının da burada
önemli bir başarısı var, bunu ifade etmek isterim.
Sayın
Akar’ın sorusu: Uluslararası organizasyonlar ve bu kadar ekonomimiz kuvvetli
ise, dünyanın en büyük 16’ncı ekonomisi hâline Türkiye’yi getirebildiyseniz bu
uluslararası organizasyonlara devam etmeli değil miyiz?
Evet,
devam etmeliyiz ama biz şaşırtmaya da devam ediyoruz aynı zamanda. Dünya
Kadınlar Tenis Şampiyonası’nı 2011, 2012, 2013 yıllarında üç yıl üst üste
İstanbul’a getirdik, ilki icra edildi.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Hiç kimse talip olmadı demek ki.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Dünya Salon Atletizm Şampiyonası…
Çok
taliplileri vardı ama ekonomisini iyi koordine ederek… Bundan sonra, emin olun,
buraya da çok talep gelecek, Dünya Kadınlar Tenis Şampiyonası’na da çok talep
gelecek, atletizme de çok talep gelecek, basketbola da golfe
de çok talep gelecek.
Türkiye'nin
iki branş dışında yapmadığı uluslararası organizasyon
kalmadı. Bunlardan bir tanesi, Avrupa Futbol Şampiyonası, bir diğeri olimpik
oyunlar ve bünyesindeki Paralimpik Olimpiyat
Oyunları. Buna da 2020 noktasında biz adayız; 2020 Olimpiyat Oyunları’na
İstanbul kentiyle birlikte adayız.
Diğer
sorunuz “20 milyon euro Kocaelispor’a verilecek mi?” noktasında.
Değerli
arkadaşlar, milletin parası üzerinde bu kadar kolayca tasarruf edebilmek mümkün
değildir. Popülizm adına da bunu yapmak doğru değildir. İktidarın da
muhalefetin de milletvekili olsak, kamuoyunda bizim için “Şu parayı istedi.”
dedirtmek için, bunu gündeme bu şekilde taşımanın kesinlikle doğru olduğu
kanaatinde değilim.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, söz hakkı doğdu.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Ben “Kocaelispor” demedim, Kocaeli
vilayetimize spor tesisleri kazandırmak için 20 milyon euronun
katlarıyla yatırım yapacağımızı, buna hazır olduğumuzu ifade ettim.
Sayın
Özdemir’in Batman’a stadyumla ilgili bir sorusu var. Batman ilimize, biz mevcut
stadyumu bir an evvel Batmanspor’un kullanımına hazır
hâle getirebilmek için paradan imtina etmedik, bir an evvel stadyumu müsabaka
yapmaya hazır hâle getirmenin gayretini veriyoruz çünkü Batman’da bu stadyumun
bir yedeği, bir alternatifi söz konusu değil. Bunu CHP milletvekili arkadaşımız
da bir önceki maddede soru sırasında ifade etti. Fakat bununla birlikte, Batman
ilimize yeni bir stadyum kazandırmak için, mevcut stadyumu yenilemeye başlamış
olmakla birlikte büyük ölçüde standartlarını kaybetti, uluslararası
standartlarını kaybetti. Batman’a 15 bin kişi kapasiteli yeni bir stadyum
kazandırmak üzere Bakanlığımızla Başbakanlık Toplu Konut İdaresi arasında
protokol süreci devam etmektedir. Hedefimiz, 2012 yılında mümkün olursa,
olmadığı takdirde takip eden 2013 yılında Batman’ın yeni stadyumuna
başlayabilmektir.
Adıyaman’la
ilgili Sayın Fırat’ın bir sorusu oldu. Adıyaman’da bir gençlik merkezinin
yapımına başlıyoruz. Bununla birlikte, 2.500 seyirci kapasiteli bir spor
salonunun yapımına eş zamanlı olarak başlıyoruz. Takip eden süreçte yeni
yatırımlar Adıyaman’a planlanacak.
Bolu’da
yeni stadyum meselesi… Değerli arkadaşlar, Bolu, bildiğiniz gibi Bank Asya
Ligi’nde mücadelesine devam eden bir kulüp ve iddialı takımlardan bir tanesi.
Stadyumunda maç izleyenlerden biriyim. Bolu stadyumunun yenilenmesi gerektiği
kanaatindeyim. Bolu’da da yine stadyumun kent merkezi dışına
taşınması ve arazisinin değerlendirilmesi yoluyla finansman oluşturulması
gündemimizde. Stadyumun aydınlatılması daha acil konudur yalnız. Burada
bir teftiş süreci yaşanıyor. Bu teftiş süreci teknik ve hukuki sorunu ortadan
kaldırdığı takdirde, bütün malzeme tedariki yapılmıştır. Bolu stadyumunun
ivedilikle aydınlatılması söz konusu olacaktır.
Artvin
ilimizdeki stadyumun Nisan ayında bitirilmesi hedeflenmektedir. Alınan önlemler
-rüzgâr noktasında- benzer problemlerin, önceki stadyuma paralel problemlerin
yaşanmayacağı noktasındadır.
Cevabını
vermediğim soru kalmadı.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, söz istiyorum.
Sayın
Bakan popülizm yaptığımı ifade etti, söz istiyorum.
BAŞKAN
– Sayın Bakan…
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, ifademi yenileyebilirim.
BAŞKAN
– Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN
– Ne için söz istiyorsunuz Sayın Akar?
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan popülizm yaptığımı ifade etti. Bu nedenle söz
istiyorum.
BAŞKAN
– Hayır, o şekilde değil. İktidar ve muhalefet olarak popülizm yapmayalım diye…
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Popülizm yaptığını ifade etmedim.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Ama burada benim popülist… Bunu söylemek de, bu problemi
aktarmak da popülizm. Bunu söylerken popülizm yaptığımı ifade etti.
BAŞKAN
– Ben cümleyi iyi hatırlıyorum ve biraz önceki söylediğim şekilde.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Ben de hatırlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Kimseyi de suçlamadı, herhangi bir sataşma da söz konusu değil.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Başkan, lütfen…
BAŞKAN
– Lütfen Sayın Akar…
8’inci
maddeyi okutuyorum:
MADDE
8- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN
– Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Ali Sarıbaş,
Çanakkale Milletvekili.
Buyurun
Sayın Sarıbaş. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 80
sıra sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi selamlıyorum.
Gündeme
geçmeden önce, bugünkü Öğretmenler Günü’nü, açlık sınırı ile yaşam savaşı
veren, yeterince sahip çıkmadığımız, Yüce Atatürk’ün cumhuriyetimizi ve
cumhuriyetimizin nesillerini emanet ettiği eli öpülesi saygıdeğer
öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü kutluyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Değerli
milletvekilleri, dünyanın göz bebeği, içinden denizi geçen, ülkemizin iki
boğazından biri, Marmara Denizi ile Ege Denizi’ni birbirine bağlayan Çanakkale
Boğazı’nı içinde barındıran, yedi düvele karşı üzerinde nice kahramanlık
destanlarının yazıldığı, her santimetrekaresinde nice isimsiz yiğitlerin
yattığı, barışın kenti, ilinin Çanakkale Milletvekili olarak gündemdeki kanun
teklifi üzerinde görüşlerimi açıklamadan önce izninizle bugünkü ülkemizde
yaşanan acı gerçeklerle birkaç konuya değinmek istiyorum.
Tüm
ülkemiz genelinde olduğu gibi Çanakkale ilimizde de seksen sekiz yıllık
cumhuriyetimizin tüm değerleri yok edilerek, kapatılarak ya da peşkeş çekilerek
Türk halkı cezalandırılmaya çalışılıyor. Çanakkale’de tarihî değerlerimizin,
millî parklarımızın talan edilmesiyle başlayıp Kazdağlarının
Ege’mizin akciğerleri, dünyanın en önemli oksijenini üreten ormanlarımızı,
uluslararası tekellere altın arama ruhsatlarıyla, altını üstüne getirerek yok
etmeye çalışmaktadırlar.
Son
günlerde, çoğunluğunuza güvenerek, Türkiye Büyük Millet Meclisini devre dışı
bırakarak, yok sayarak, kanun hükmünde kararnameler ile daha önce ele
geçiremediğiniz kurumları birer birer kapatarak, arkadan dolanarak
kadrolaşmanıza yeni kapı oluşturmak üzere Çanakkale ilimizde Vakıflar Bölge Müdürlüğünü
kapattınız. Yüzde 52’si orman olan ilimizde Orman Bölge Müdürlüğünü kapatarak
Balıkesir’e bağladınız. Aynı zamanda yüzde 1 orman alanı olan Kayseri ve binde
8 orman alanı olan Şanlıurfa’ya yeni Orman Bölge Müdürlüklerini aynı zamanda
açtınız. Bunu Çanakkale halkına nasıl anlatırsınız, bilemiyorum.
Millî
parklar ve Kazdağları orman alanlarında bir yangın
çıksa 300-400 kilometre uzaklıktaki Balıkesir Orman Bölge Müdürlüğünden nasıl
müdahale edeceksiniz; yoksa, uzaktan kumanda ile
mücadele mi yapmayı planlıyorsunuz? Bu değerli orman alanlarımızı vasıflarından
çıkararak 2/B maddesi gibi diğer yeni çıkan yasalarla peşkeş çekmenin zeminini
mi oluşturmaya çalışıyorsunuz?
AHMET
YENİ (Samsun) – Ali Bey, maddeyle ne alakası var?
ALİ
SARIBAŞ (Devamla) – Şimdi geleceğim. Maddeye de geleceğim efendim.
Heyecanlanma. Siz alışkınsınız efendim, biliyorsunuz.
AHMET
YENİ (Samsun) – Bir türlü maddeye gelemiyorsunuz.
ALİ
SARIBAŞ (Devamla) – Ben maddeyi her gün anlatıyorum KİT Komisyonunda size.
Çanakkale
Denizcilik Müsteşarlığı Müdürlüğünü de kapattınız. Dinleyin. İki ay içerisinde
olanları anlatıyorum sizlere. Gözünüzü bundan sonra Çanakkale’de…
İSMAİL
AYDIN (Bursa) – Çan’dan da bahset, Çan’dan.
ALİ
SARIBAŞ (Devamla) – Gel anlatayım size de. Özel anlatırım. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen…
ALİ
SARIBAŞ (Devamla) – Bir arkadaşımız daha var. Zülfü Demirbağ da az önce benimle
ilgili “Muharrem Bey’le beraber teşvik çalışması yapıyorlar.” diyor. Teşvik
çalışmasını Muharrem İnce arkadaşımla birlikte yaptığımı ima eden Zülfü Bey
acaba ne anlam kastetti onu da merak ediyorum. Eğer bu anlamı başka türlü
kastediyorsa onun cevabını veririm. (CHP sıralarından alkışlar)
Çok
değerli milletvekili arkadaşlarım… (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Ama sataşmaya
devam edecekseniz, ona da cevap vereyim.
BAŞKAN
– Sayın Sarıbaş, lütfen Genel Kurula hitap edin.
ALİ
SARIBAŞ (Devamla) – Efendim, siz de söz atmayı önleyin.
Daha
dün seçim sürecine kadar… Çok değerli arkadaşlarım, bugün tabii, spordaki
değişiklikle ilgili 8’inci madde üzerinde söz aldım. Ancak, tabii ki burada,
dün, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun
askerlikle ilgili yaptığı açıklamalarda -parası olandan alınsın, olmayandan hiç
alınmasın- paralı askerlik teklifiyle dalga geçiyordunuz. Böyle bir teklif
gelirse referanduma gidileceğini söylüyordunuz. Siz bugün ne yaptınız? “Parası
olan, askere, hiç gitmeden al sana teskere.” diyorsunuz, parası olmayan gariban
çocuklara da “Buyurun askere.” diyorsunuz. Sizin kime hizmet ettiğiniz ortada.
Şimdi,
gündem değiştirerek yarattığınız, yandaş medyanızda yarattığınız, halkımızın
dikkatlerini başka tarafa çekmeye hep sürekli alıştınız. Halkımızın gerçek
gündemi hayat pahalılığı, yoksulluk, yolsuzluk, işsizliktir. Bunları konuşalım,
gündemimizi suni konularla meşgul etmeyelim.
Değerli
milletvekilleri, 24’üncü Dönemden bugüne kadar yüce Mecliste ilk defa kanun
teklifini görüşüyoruz. AKP’nin, Hükûmetinin, 24’üncü Dönemin başından beri
bugün, elli dördüncü gününde ilk defa bugün Parlamentonun bir mensubu olarak,
milletvekili olarak yasama görevini yapmanın mutluluğunu hissediyorum. Çünkü
elli dört gündür, buradaki, tüm Parlamentodaki milletvekili arkadaşlarımızın
yasama görevini hiç yerine getirmediğinin üzüntüsünü yaşıyorum.
Çok
değerli milletvekilleri, şimdi, Arkadaşımın 8’inci maddeyle ilgili, sporla
ilgili konusuna geliyorum, iyi dinlesin.
Bugün
burada görüştüğümüz kanun teklifi, Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine
Dair Kanun Teklifi. Bu vesileyle, şike operasyonu başlamadan önce, Sinan Erdem
Spor Salonu’nda Başbakana iki saat süreyle brifing
verildikten sonra şike operasyonunun başlatıldığı ve bugüne kadar da bu
toplantının basında ve bir başka toplantıda yalanlanmadığı görülmüştür. Bu
demek ki Başbakana brifing verilerek, yargı ya da savcılarımızın
düğmeye basacağı saate kadar siyasi iradenin yargıya müdahalesiyle birlikte
başlattığını görüyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Bir başka deyişle,
savcılarımız siyasilerden aldıkları, yani Başbakandan aldıkları talimatla
hareket etmişlerdir. Bu çok kaygı verici bir durumdur. Mademki sporda şike
operasyonunu başlatacaktınız, düğmeye basacaktınız bunu seçimlerden önce niye
yapmadınız? Seçimlerden sonraya niye bıraktınız? Oy kaygısından dolayı mı,
halkın gözünden kaçırmaktan dolayı mı? (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli
milletvekilleri…
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Yeni bir şey söyle.
ALİ
SARIBAŞ (Devamla) – Dinleyeceksiniz efendim, dinleyeceksiniz. Meclis burası,
halkın kürsüsü!
BAŞKAN
– Sayın Sarıbaş, ama siz de konuyla da ilgili konuşun lütfen.
ALİ
SARIBAŞ (Devamla) – Bilindiği üzere, 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin
Önlenmesine Dair Kanun daha yeni yürürlüğe girmişti, 31 Mart 2011’de. Aradan
yedi ay süre geçtikten sonra… Buradaki diğer milletvekillerinin söylediği gibi
ben de söylemeye devam edeceğim.
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Grubun imza attı.
ALİ
ŞAHİN (Gaziantep) – Sen niye attın?
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen…
ALİ
SARIBAŞ (Devamla) – Birazdan dinlersin, öğrenirsin.
Neden
aradan yedi ay gibi süre geçmesine rağmen alelacele çıkarılan bu Kanunun “Ben
yaptım oldu.” mantığıyla ve “Sadece benim teklifim.” anlayışıyla Hükûmet
tasarısı olarak getirilen ve o zaman da çok çağdaş ve spordaki şiddeti
önleyeceğinizi belirtmesine rağmen niye yedi ay sonra bugün değişiklik
konusunda gündeme sizler de imzanızı attınız?
İSMAİL
AYDIN (Bursa) – Grup Başkanınıza sorun.
ALİ
SARIBAŞ (Devamla) – Gayet basit, sizin yanlışınızı düzeltmek için. (CHP
sıralarından alkışlar)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ
SARIBAŞ (Devamla) – Çok değerli milletvekilleri, o zaman 8’inci maddenin
-arkadaşım sordu- aynen kabulünü, geçmesini Grup adına söylüyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Sarıbaş.
Madde
üzerinde şahsı adına söz isteyen Ramazan Can Kırıkkale Milletvekili.
Buyurun
Sayın Can. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
RAMAZAN
CAN (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
İki
gündür teklif üzerine konuşulacak her şey konuşuldu, amaç hasıl
oldu. Teklifin yasalaşmasını takdirlerinize sunuyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Mustafa Kemal Şerbetçioğlu Bursa
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA
KEMAL ŞERBETÇİOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Malumunuz
bu Yasa geçen dönem yapıldı ve yapıldığı dönemde Komisyon Başkanlığını yapan
Hakkı Köylü Beyefendi olsun Cumhuriyet Halk Partisinde Turgut Bey olsun ve
diğer komisyon üyeleri dün açık yüreklilikle kantarın topuzunu kaçırdıklarını
burada ifade ettiler. Bu samimi ifadeler tüm grupların umumi kanaati hâline
gelmiş olacak ki ortak bir teklifle bu değişiklik gündeme alındı. O zaman
Yasa’nın değiştirilmesinin kime fayda sağlayacağı üzerinden demagoji
yapmak yerine, muhatap kim olursa olsun mağduriyete sebep olan hükümlerin
yeniden düzenlenmesi gerekir.
Hukukçu
olanlar bilir, suç ve cezada orantı olması lazım. Mesela, hırsızlıkta -bilgi
olsun diye söyleyeceğim- bir yıldan üç yıla, dolandırıcılıkta bir yıldan beş
yıla, nitelikli dolandırıcılıkta iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasıyla
suçlu cezalandırılırken şike için beş yıldan on iki yıla kadar ceza
öngörülmüştür. Bu adalet değildir, adalet değildir arkadaşlar. Bu Yasa’dan
mağdur olanın kim olduğu da önemli değildir. Önemli olan mağduriyete sebep olan
bir yasanın değiştirilmesidir. Bizler de onun için şu an toplanmış durumdayız.
Benim
şahsi kanaatim, kamu vicdanını rahatsız etmeyecek şekilde adil ve hakkaniyete
uygun olarak değişikliğin yasalaşmasını yüce Meclisin vebal altında kalmaması
için en doğru yöntem olarak görüyor, şimdiden hayırlı olmasını diliyor, tekrar
hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür
ediyorum Sayın Şerbetçioğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Değerli Başkanım, özür dilerim.
Sayın
Hatip şunu söyledi: “Konuşmacılar demagoji
yapıyorlar.” dedi. Buradaki her hatibin demagoji
yaptığı konuşma bir yasama faaliyetidir. Yasama faaliyetini demagoji
diye nitelendirmek yani bu çok ağır bir laftır. Ben bu konuda söz istiyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Tanal, tutanaklara geçti.
Soru-cevap
işlemi yapacağız.
Sayın
Canalioğlu, buyurun.
MEHMET
VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, biraz önce Akyazı Projesi’yle ilgili sivil toplum kuruluşlarımızın
mahkemeye gittiğini ifade ettiniz. Sivil toplum kuruluşlarının elbette
görevleri vardır, onlar yatırımları engellemeyi düşünmezler ancak yapılan
yatırımların rantabl ve araziye uygun ve kent
geleceğini de ilgilendirecek şekilde başvurular yapabilirler. O nedenle, sivil
toplum kuruluşları görevlerini yapmışlardır.
Benim
ifade etmek istediğim, Avni Aker Stadyumu’nda şu anda en az iki üç sene daha
maçlar oynanacaktır. Onun kapatılması açısından sormuştum.
Bir
de teşekkür ediyorum. Biliyorsunuz, 2011 Avrupa Gençlik Oyunları Trabzon’da
yapıldı ve siz Bakan olarak geldiniz, açılış yaptınız. Burada emeği geçenlere
değil, yalnızca Sayın Başbakanımıza teşekkür ettiniz. Oysa sizden önceki Spor
Bakanı da AKP’nin ve Trabzon’un milletvekiliydi ama atladınız. Hadi biz neyse,
onu atlamanızın bir sebebi unutkanlık mıydı, yoksa dil sürçmesi mi?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Akgün…
MEVLÜT
AKGÜN (Karaman) – Sayın Bakanım, ilkin kolay gelsin, iyi çalışmalar diliyorum.
60’lı
yıllarda inşa edilen ve yıkılmaya yüz tutan Karaman Şehir Stadı’nın yıkılması
ve yeniden inşasıyla ilgili olarak belediyemizin projesine destek vermeyi
düşünüyor musunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Türkoğlu…
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sorum
Sayın Bakana: Son dönemde Türk sporunda aşama kateden
dallardan, branşlardan birisi de hokey, eski adıyla
çim hokeyidir. Çim hokeyi hem sporcu sayısı hem kulüp sayısı hem de
uluslararası başarılar açısından bir başarı trendine
girmiş bir daldır. Fakat, ne yazık ki Türkiye’de çim
hokeyinin uluslararası standartlarda müsabakalara açık bir sahaya sahip
olmadığını görmekteyiz.
Çim
Hokeyi Federasyonu ve başarılı sporcu ve kulüplerin olduğu Osmaniye ili
Belediyesi bir protokolle bir saha yapma çabası içerisinde. Sayın Bakanın
projeleri kapsamında acaba bu iş birliğine bir katkısı var mıdır? Türkiye’yi
uluslararası standartlarda bir çim hokeyi stadına kavuşturma planları arasında
mıdır merak ediyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Tanal, buyurun.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkanım.
Sayın
Bakanımız dedi ki: “Kocaeli’ye 20 milyon avro para
gönderince bu popülist bir politikadır.” Peki, bavulla Libya’ya para gönderince
bu popülist politika olmuyor mu? Bu bir.
İki:
Sayın Hatip şunu söyledi -biraz önceki Adalet ve Kalkınma Partisinden- yasama
faaliyetini gösteren arkadaşlar konuşma yaparken “demagoji”
denildi. Gerçekten, yani bu arkadaşlarımızı biraz daha nezaketli konuşmaya
davet ediyoruz. Grup başkan vekillerinin hatiplerle konuşmalarını istirham
ediyoruz. Bu anlamda, burada gerçekten çalışmalarımızı bu şekildeki, Meclisin
ulviliğine yakışmayan şekildeki açıklamalar bizi rahatsız ediyor.
Saygılarımı
sunuyorum.
OKTAY
SARAL (İstanbul) – Kendilerini ifade ediyorlar.
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen…
Buyurun
Sayın Bakanım.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Önce
Sayın Canalioğlu’nun sorusuna cevap vermek isterim.
Sayın
Canalioğlu, Trabzon için Akyazı Projesi gerçekten çok önemli bir proje. Siz bir
dönem Trabzon’da belediye başkanlığı görevini yürüttünüz. Ben nerede, hangi
Trabzonluyla karşılaşsam, herkesin, mutlak surette, birinci öncelik olarak
akıbetini merak ettiği konu Akyazı Projesi’dir. Akyazı Projesi’nin yürütüleceği
yer ve yürütme esasları hususunda Trabzon kamuoyunda ve Trabzon’da yaşamayan
Trabzonlular arasında da tam bir mutabakat var. Belediye başkanlığınız
döneminden de çok iyi biliyorsunuz bu mutabakatı esasında. Dolayısıyla, bu
konuda benim söylediklerimden farklı bir düşüncenin sizde de olduğu kanaatinde
değilim. Trabzon Mimarlar ve Mühendisler Odasını müdafaa gereği duymuş
olabilirsiniz belki ama siz de biliyorsunuz ki bu konu yargı sürecine
taşındığından dolayı önemli gecikmeler yaşanmıştır. Neyse ki yargı süreci proje
lehine cereyan etmektedir ve inşallah Trabzon kenti sıkışmışlıktan Avni Aker’i
Akyazı Projesi sayesinde kurtarma imkânına kavuşmuş olacaktır.
Avrupa
11’inci Gençlik Olimpik Oyunları açılış seremonisinde, Sayın Başbakanımızın da
bulunduğu etkinlik sırasında, Sayın Faruk Özak’a teşekkür etmediğim hususu
doğrudur. Genel olarak konuşmalarımı metin üzerinden değil irticalen yapıyorum,
metin kullanmıyorum. Trabzon’daki açılış seremonisindeki konuşmamda da zihnimde
Sayın Özak’a teşekkür mutlak surette bulunduğu hâlde konuşmam sırasında bu
teşekkür görevini ifa edemedim. Bundan dolayı da gerçekten üzüldüm. Yerime
oturduktan hemen sonra fark ettim. Sayın Özak AK PARTİ
hükûmetlerinde, dokuz yıllık zaman dilimi içerisinde, Bayındırlık ve İskân
Bakanlığı görevinde bulundu başlangıçta, sonra Gençlik ve Spordan Sorumlu
Devlet Bakanlığı görevini yürüttü ve ben de, AK PARTİ ailesi de, Trabzonlular
da biliyor ki AK PARTİ Hükûmetinin imkânlarından Trabzon kentinin istifade
etmesi için ciddi çabalar sarf etti ve bu imkânların da Trabzonlular yatırım
olarak farkında. Yerime oturduktan hemen sonra, konuşma metni
içerisinde, kendi yapacağı konuşma içerisinde Sayın Başbakanımızın Sayın Özak’a
teşekkür edeceğini bildiğim hâlde gene de ben sağlama almak üzere, nezaket
kurallarını da bir anlamda ihmal ederek, Sayın Başbakanımızın kulağına eğildim,
“Efendim…” dedim, “…benim teşekkür etmem lüzumlu bir hadiseydi fakat ben
unuttum. Bu teşekkür sizin metninizde, konuşmanızda mutlaka yer alacaktır.”
Yani ben bunu bir kul hakkı olarak da görürüm ayrıca. Çünkü iki haftalık Bakandım Trabzon’daki etkinliğin nihayetine ermesine katkı
verdiğimiz zaman dilimi içerisinde.
Sayın
Akgün’ün sorusu, Karaman Stadyumu’yla ilgili belediyenin girişimlerine katkı
vermeyi düşünüyor musunuz noktasında.
Sayın
Akgün, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı, yine Karaman milletvekili olan Sayın
Lutfi Elvan’ın bu konuda bir talebi oldu, Bakanlığımız bütçesinin Plan ve Bütçe
Komisyonundaki görüşmeleri sırasında. Sayın Lutfi Elvan’ın talebi
doğrultusunda, Karaman iliyle ilgili bir çalışmanın başlatılması talimatını
verdik. Bununla birlikte Karaman ilimizde açık bulunan yüzme havuzunun üzeri kapatıldı
ve yine sentetik çim yüzeyli bir futbol sahası Karaman’a kazandırıldı, yeni
hizmetlerimiz de inşallah devam edecek.
Sayın
Türkoğlu’nun Osmaniye’de belediyenin bizden talebi olan çim hokeyi
yatırımlarına destek verip vermeyeceğimiz noktasındaki sorusu:
Geçen
cumartesi günü Osmaniye Milletvekilimiz Sayın Mehmet Kastal’la
birlikte Osmaniye ilimize bir program gerçekleştirdik. Orada, valilik ayağında
Sayın Belediye Başkanı, Osmaniye’deki spor yatırımı ihtiyaçları noktasındaki
bütün proje ve düşüncelerini bizimle paylaştı. Biz sadece çim
hokeyi yatırımı noktasında değil, eğer ki yatırıma uygun bir arazi ise
Bakanlığımıza devredebileceğini ifade ettiği 90 bin metrekarelik arazinin
Bakanlığımıza devredilmesiyle birlikte, Osmaniye ilinde ihtiyaç duyulan diğer
spor altyapılarını da tamamlamaya hazır olduğumuzu hem Osmaniye Valisine hem
Belediye Başkanına hem de Sayın Kastal milletvekilimizin
bulunduğu ortamda ifade ettik, ilginize teşekkür ediyorum.
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Çim hokeyi sahası…
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Çim hokeyini o 90 bin metrekarelik alan
bize verilirse, orada bir çim hokeyi sahasını Osmaniye’ye kazandıracağız, çünkü
Osmaniye, Türk Millî Çim Hokeyi Takımı’na en fazla sayıda sporcuyu veren
ilimiz. Böyle de bir bilgiyi sizinle paylaşmak isterim, siz muhtemelen bu
bilginin farkındasınız.
Sayın
Tanal’ın sorusu olmadı aslında, bir dileği oldu; burada yapılan konuşmaların
her biri bir yasama faaliyetidir, bunlara demagoji
olarak bir yakıştırma yapılmamalıdır noktasında.
Sayın
Tanal’ın bu talebine doğrusu katılmak isterim, ama gönül arzu eder ki iktidar
değil sadece, muhalefet milletvekillerinin de bu kürsüde kullandığı en ağır
kelime keşke “demagoji” olsa birbirimize yönelik
hitaplarımızda. Bu konuda hepimizin azami özen ve dikkat içerisinde hareket
etmemizde çok büyük fayda var çünkü sıradan insanlar değiliz,
milletvekilleriyiz.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Mehmet Sağlam’a söyle.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Devamla) – Sıradan insanlarız ama milleti temsil
makamında olan milletvekilleriyiz, davranışlarımız örnek olmalıdır diye
düşünüyorum.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Mehmet Sağlam’a söyle.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Futbolda şike soruşturmasıyla ilgili süreç
Sayın Başbakanımızla ilişkilendirilmek istendi.
Değerli
milletvekilleri, sizleri temin etmek isterim, adli soruşturma süreçlerinin, takibatların, tahkikatların Sayın Başbakanın Hükûmet
Başkanı olarak ya da Sayın Adalet Bakanının ya da ilgili bakanların bilgisi
tahtında yürütülmesi gibi bir eylem, bir işlem söz konusu değildir. Ama belki
Sayın Başbakanın ya da ilgili bakanın hepimizden tek farkı henüz kamuoyu duymadan
önce belki bu bilginin belki birkaç dakikalık farkla kendilerine önceden
intikalidir.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Yapma! Enayi yerine koymayın bizi.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Devamla) – Kaldı ki, bu görüşmenin yapıldığını iddia
eden milletvekilimiz açısından şunu da ifade etmek isterim…
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Futbol Federasyonu seçimlerinin ertelenmesine kadar her
şeyden haberi vardı. Yapmayın!
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Devamla) – Eğer ki, böyle bir görüşme yapıldıysa
bunu, Sayın Başbakanın izni dahilinde soruşturmanın
başlatıldığını iddia edebilmek mümkün müdür? Ne izni vardır ne engellemesi söz
konusudur.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Futbol Federasyonu pazarlıkları da var işin içinde.
Yapmayın Sayın Bakan!
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Devamla) – Cumhuriyetin savcıları delil yoğunluğuna
ulaştıklarını düşündükleri andan itibaren bu soruşturmayı açmışlardır.
Soruşturmanın nihayetinde, iddianame mahkeme makamına teslim edildikten sonra
gereği mahkemece takdir edilecektir.
Saygılarımı
sunuyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Soru-cevap
işlemi bitmiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Şimdi,
İç Tüzük’ün 86’ncı maddesi gereğince, oyunun rengini belirtmek
üzere ve lehinde olmak üzere söz isteyen Kemal Ekinci, Bursa Milletvekili.
Sayın
Ekinci, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
KEMAL
EKİNCİ (Bursa) – Sayın Başkan, bir hak mahrumiyetine uğramıştım. Onu telafi
için…
BAŞKAN
– Bir yanlışlıkla size daha önce on dakika yerine beş dakika verildi, doğru.
Buyurun.
KEMAL
EKİNCİ (Bursa) – Değerli arkadaşlar, önce bu yasa değişikliği teklifi üzerinde
grupların ittifakından dolayı bütün grup başkanlarına teşekkür ediyorum.
Esasında bir hatayı düzeltiyorlar. Doğrudur. Bir şey, bir anekdot
sunacağım gecenin bu saatinde, bitireceğiz:
Aziz
Nesin’in Fil Hamdi hikâyesi var: Merkez teşkilatı taşra teşkilatına bir telgraf
çekiyor. “80 kilo ağırlığında, sarışın, seyrek dişli, işte şöyle birisi. ‘Fil
Hamdi’ adıyla anılan bir azılı katili aramaktayız.” diye.
Ertesi
gün bir taşra kahvehanesinde iki polis konuşuyor. Diyor ki: “Bu Fil Hamdi…”
“Yahu, bu sarışın değil. Seyrek dişli değil.” “Saçını boyatmıştır. Dişini
yaptırmıştır.” falan yakalıyorlar. Üç gün sonra merkez teşkilatından taşra
teşkilatına bir telgraf daha: “Yeterince Fil Hamdi yakalanmıştır. Başka Fil
Hamdi yakalanmasın.”
Şike
davasında yeterince, bilerek veya bilmeyerek bir sürü Fil Hamdi yakalandı. O
Fil Hamdilere bundan sonra özgürlük yolunda başarılar diliyoruz.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Ekinci.
Şimdi,
sayın milletvekilleri, teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler…Teklif kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
Sayın
milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 22.47
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 22.50
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ
(Diyarbakır), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23’üncü Birleşiminin
Beşinci Oturumunu açıyorum.
3’üncü
sıraya alınan, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve
Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ile
Dışişleri Komisyonu Raporlarının görüşmelerine başlayacağız.
3.- Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile
İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi
Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Kadın
Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ile Dışişleri Komisyonu Raporları (1/510) (S.
Sayısı: 81) (x)
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon
raporu 81 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının
tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Ayşe Gülsün
Bilgehan, Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun
Sayın Bilgehan.
CHP
GRUBU ADINA AYŞE GÜLSÜN BİLGEHAN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Gecenin
bu saatinde çok önemli bir uluslararası sözleşmeyi hep birlikte onaylayacağız.
Bugün, biraz öğleden sonra, Avrupa Parlamentosu Başkanını burada dinledik. Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliğinin Parlamentosu. Bizim
elli sene, neredeyse elli seneye ulaşan bir süremiz var adaylık için
beklediğimiz. Oysa, Avrupa Konseyi öyle değil. Avrupa
Konseyi, 1949’dan itibaren Türkiye'nin kurucu üye olarak görev aldığı çok daha
geniş bir kurum. Şu anda Avrupa Konseyinin Başkanı bir Türk, Adalet ve Kalkınma
Partisinin bir milletvekili ve bu sözleşme de Avrupa Konseyi sözleşmesi. Avrupa
Konseyinin 11 Mayısta İstanbul’da imzalanan kadınlara yönelik şiddet ve ev içi
şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin sözleşmesi. Bu sözleşmeyi
İstanbul’da on üç ülke imzalamıştı, daha sonra üç ülke daha imzaladı ama
sözleşmenin yürürlüğe girmesi için Avrupa Konseyine üye on ülkenin onaylaması,
meclislerinin onaylaması gerekiyor. Şimdi gecenin bu saatinde biz işte bu
onaylamayı yapacağız ve bence Türkiye için bu çok önemli, çünkü Türkiye Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinde kadına yönelik şiddetle ilgili olarak mahkûm edilmiş
tek ülke.
Bunun
dışında, dün, işte bugün, yarın da konuşulacak; kadına yönelik şiddet hakkında
çok gündemdeydi, çok konuşuldu, bir daha o noktalara dönmek istemiyorum. Herkes
biliyor ki yüzde 1.400 arttıysa bu sorun gerçekten bir insanlık sorunu bizim
ülkemiz için ama başka ülkeler için de böyle.
Şimdi
hep birlikte bu sözleşmeyi imzalayacağız, onaylayacağız. Bu sözleşmenin bugün
bu saatte gelmesinin anlamını biliyorum, çünkü yarın 25 Kasım, birçok sivil
toplum kuruluşu ve özellikle kadın dernekleri bu sözleşmenin 25 Kasımdan önce
onaylanmasını istediler. Güzel yani biz de demek ki bunu yerine getiriyoruz, bu
da çok önemli.
Gerekçeye
baktım, gerekçe diyor ki: “Bu sözleşme ülkemize ilave bir yük getirmeyecek,
ülkemizin gelişen uluslararası saygınlığına olumlu katkıda bulunacak.” Bu da gayet güzel.
(x) 81 S. Sayılı Basmayazı
tutanağa eklidir.
Aslında
burada bir çekincem var, onu da söylemek isterim. Birinci bölümüne katılıyorum.
Ülkemizin yani gelişiyor mu bilmiyorum ama uluslararası itibarı, saygınlığı var
zaten; o saygınlığa olumlu katkıda bulunacak, çok doğru. Ama onun dışında diyor
ki: “Sözleşme ülkemize ilave bir yük getirmeyecek.” Bence burası hiç doğru
değil, çünkü bu çok önemli bir sözleşme, çok önemli bir yük getirecek,
sorumluluk veriyor Türkiye’ye yani Türkiye’yle birlikte bütün ülkelere bir
sorumluluk veriyor. Bu anlaşmanın önemi: İlk defa bu kadar geniş kapsamlı bir
uluslararası sözleşme kadına yönelik şiddetle ilgili bir karar alıyor ve ilk
defa olarak devlet bundan sorumlu tutuluyor, yükümlülükleri var, tazminat
ödemesi gerekiyor, suçlulara ve mağdurlara destek olması gerekiyor. Yani hakikaten çok kapsamlı. Türkiye'nin de bunu kabul
etmesi bence Avrupa Konseyinde çok olumlu bir intiba bırakacaktır. Ben o
Konseyin bir üyesiyim, Eşitlik Konseyinin üyesiyim; açıkçası, üstelik de bu
onaylamanın belki bu kadar geç bir saatte ama bu kadar kolay geçtiğini de
gururla söyleyeceğim. Bunu da ilave edeyim.
Şimdi,
“Sözleşme ülkemize ilave bir yük getirmeyecek.” deniliyor. Sözleşmenin bir yeri
çok önemli, sözleşme uluslararası bir izleme grubu yaratıyor. Yani bu Avrupa
Konseyi sözleşmesi, diğer uluslararası sözleşmeler gibi imzalanıp da kâğıtta
kalacak bir sözleşme değil. Bunu vurgulamak istiyorum. Bunun bilincindeyiz
herhâlde, umarım bilincindeyiz. “GREVIO” adında uluslararası izleme grubu bu
sözleşmenin nasıl uygulandığını araştıracak.
Dediğim
gibi, aslında Türkiye onayladıktan sonra dokuz ülkenin daha onaylaması
gerekiyor yürürlüğe girmesi için, ama ilk ülkenin bizim ülkemiz olması çok
anlamlı. Bu bakımdan fazla da uzun konuşmak istemiyorum. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin en çok mahkûm ettiği ülke olmaktan çıkmamız gerekiyor. Bu konuda
bütün grupların aynı fikirde olduğunu biliyorum.
Bu
yüzden, ben çok büyük bir memnuniyetle Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun bu
sözleşmenin kabulü yönünde oy kullanacağını belirtiyorum ve hepinize iyi
akşamlar diliyorum. (Alkışlar )
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bilgehan.
Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Pervin Buldan, Iğdır Milletvekili.
Buyurun
Sayın Buldan.
BDP
GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bazen bu Parlamentoda aslında gülmek de yakışıyor bize, her zaman kavga etmek
gerekmiyor.
NUREDDİN
NEBATİ (İstanbul) – İhtiyacımız var.
PERVİN
BULDAN (Devamla) – Evet, hepimizin ihtiyacı var gerçekten.
Bu
gece yarısı böylesi önemli bir konuyu kanunlaştırdığımız için özellikle emeği
geçen herkese teşekkür etmek istiyorum başta Bakanımız Sayın Fatma Şahin olmak
üzere ve Parlamentoda bulunan siyasi partilerin gruplarına bir kez daha
teşekkür ediyorum.
Tabii
ki, kadına yönelik şiddet aslında Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri. Ben,
kadına yönelik her türlü şiddetin önüne geçmesi umuduyla bu kanun tasarısını
onayladığımızı ve evet oyu kullanacağımızı ifade etmek istiyorum. Umuyor ve diliyorum ki, bu yasayla birlikte, bundan sonra, din,
dil, ırk ayrımı yapılmaksızın hiçbir kadına ne fiziksel ne ruhsal ne de cinsel
şiddet gerçekleşmez ve yine umuyor ve diliyorum ki, bu çatı altında bundan
sonra, grubu bulunan dört siyasi parti her konuda ortak kararlar alırlar ve bu
kararlardan bir tanesi de barış kararı olur diyorum.
Teşekkür
ediyorum. (BDP, AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Buldan.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Şandır, Mersin Milletvekili.
Sayın
Şandır siz devretmiyorsunuz değil mi; buyurun.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Nasıl efendim?
BAŞKAN
– Siz devretmiyorsunuz sözünüzü, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, öncelikle saygılar sunuyorum.
Gerçekten,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin böyle ortak öznelerde uzlaşma örnekleri ortaya
koymaya ihtiyacının olduğu bir süreçten geçiyoruz.
Böyle
bir kanun tasarısını gündeme getirdikleri için Sayın Canikli’ye de teşekkür
ediyorum.
Kadın
önemli; kadın bizim ortak paydamız, ortak öznemiz, kimliğimiz. Kadın,
hayatımızın, hayatın her alanının bana göre temel unsuru, temel taşı.
Dolayısıyla, kadının özne olduğu her konuda ben inanıyorum ki bu Meclis
birlikte hareket edecektir, birlikte hareket etmelidir. Bu noktada daha önce de
örneklerini verdik, bugün de güzel bir örnek ortaya koyuyoruz.
Değerli
milletvekilleri, zannediyorum, kadına şiddet hadisesi yalnız Türkiye'nin sorunu
değil, bütün insanlığın sorunu, bütün dünyanın sorunu. Bizde rakamlar çok kötü,
bu rakamların üzerinden kendimizi suçlamayı çok doğru bulmuyorum ama bu sorunun
varlığını tespit etmek açısından gerçekten o rakamların can acıtıcı bir duruma
geldiğini de ifade etmek lazım. Sebebi sorgulayabiliriz yani bugün toplum,
kadını, erkeğiyle bir cinnet noktasına geldi;
Türkiye’ye yakışmaz birtakım olaylara şahit oluyorsak, bunun sebeplerini
sorgulamak, tedbirlerini almak hepimizin, öncelikle Türkiye Büyük Millet
Meclisinin sorumluluğudur diye düşünüyoruz.
Kadına
şiddet konusu Türkiye’de bir kültür hâline gelmeden tedbir almak gerekiyor. Bu
anlamda bu konuyu gündemde tutmak, toplumun gündeminde tutmak ve bir duyarlılık
talep etmek zannediyorum doğru bir yol olacaktı. Bunun için bu hafta
biliyorsunuz her partimiz, işte Adalet ve Kalkınma Partisi de bu kanun
tasarısını getirerek o da katıldı bu gayrete, üç muhalefet partisi bu hafta grup
önerileriyle kadına şiddet konusunu Türkiye Büyük Millet Meclisine getirdi. Ben
arzu ederdim ki ve talep ediyorum ki, geliniz, kadına şiddetle mücadele veya
aile içi şiddetle ilgili bir Meclis komisyonu kuralım, bu dönemin ilk kurulmuş
araştırma komisyonu bu konuda olsun. Bir samimiyet göstergesi olarak
söylüyorum, kadına verdiğimiz önemin ifadesi olarak söylüyorum, gelin, bir
araştırma komisyonu kuralım ve bu konuyu gündemde tutalım. Bu konu bu Meclisin
ortak paydası olarak toplumun huzuruna getirilmelidir. Bu sebeple bu kanuna
Milliyetçi Hareket Partisi olarak tabii ki biz de destek veriyoruz ama bu
uluslararası sözleşmenin iç hukuktaki yansımaları da hızla tamamlanmalı. Buna
dayalı olarak bir kanun çıkarılması gerekiyor, o kanun getirilmeli. Buna dayalı
olarak uluslararası kurulacak olan izleme komisyonu Türkiye ayağı kurulmalı.
Yani bu iş böyle rutin bir şekil şartı noktasında kalmamalı diye temenni
ediyorum ve bu kanunu Milliyetçi Hareket Partisi olarak desteklediğimizi ifade
ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.
AK
PARTİ Grubu adına söz isteyen Nurettin Canikli, Giresun Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sayın Canikli, Mehmet Bey’in önerisine “Evet” diyecek misiniz?
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Evet, komisyon kurulması önerimizi de bir düşünün yani.
AK
PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben
öncelikle şu saatte ortaya çıkan bu güzel ve uzlaşma tablosundan dolayı son
derece memnun olduğumu ifade etmek istiyorum ve bu vesileyle bütün arkadaşlara,
bütün gruplara, emeği geçen herkese şükranlarımı arz ediyorum ve biraz önce
arkadaşlarımın da ifade ettiği gibi, bu ve buna benzer uyum ve mutabakat
görüntülerinin önümüzdeki dönemde daha çok olmasını, burada zuhur etmesini
bütün samimiyetimle arz ediyorum ve bu çerçevede AK PARTİ Grubuna düşecek olan
sorumluluğun da farkında ve idrakinde olduğumuzu da bilmenizi istiyorum.
Arkadaşlarımızın
da ifade ettiği gibi, Türkiye bu sözleşmenin hazırlanmasında ve
sonuçlandırılmasında öncülük eden ülkelerden bir tanesi, on üç ülkeden bir
tanesi. Türkiye’de imzalandı, mayıs ayında imzalandı sözleşme. Ve daha önemlisi
belki, Parlamentosundan geçiren, yasalaştıran ilk ülke olma onuru da inşallah
bize ait olacak biraz sonra; hepimize ait olacak, bütün milletvekillerimize,
bütün gruplarımıza ve Türkiye’ye ait olacak. Bu gurur gerçekten çok tarihî bir
anın da aynı zamanda yansımasını ifade ediyor.
Bir
de şu nokta son derece önemli, biraz önce Sayın Şandır’ın
bir önerisi oldu. Esasında bu sözleşmeyle Türkiye önemli bir yükün altına
giriyor. Benzer bir sözleşme 1985 yılında daha önce imzalandı ancak onun önemli
bir ayağı eksikti; denetim mekanizması, müeyyide gücü olmayan bir anlaşmaydı ve
çok fazla etkin olamadı, hayata geçirilemedi. Bunun ondan farkı şu: Bir denetim
mekanizması oluşturuluyor ve Türkiye ve imzalayan ülkeler bununla taahhüt
altına giriyorlar ve o komite tarafından gelişmeler izlenecek, takip edilecek.
Çok ciddi yaptırımlar söz konusu. Bu anlamda bu önemli. Yani
sizin önerinizle de bağlantılı.
Bu,
belki bu tartışmalarda ortaya çıkacak çözüm önerilerinden en önemlisinin hayata
geçirilmesini de sağlayacak. Bu açıdan somut bir adım olması yönüyle de son
derece önemli.
Ayrıca,
Bakanlığımızın bu konuda biliyorsunuz çalışmaları var, yasal düzenlemesi var,
son aşamada. İnşallah önümüzdeki günlerde buraya gelecek ve birlikte onu
değerlendireceğiz ve yasalaştıracağız.
Dolayısıyla
son derece etkili olacak, birçok açıdan ilktir ve Sayın Bilgehan başta olmak
üzere emeği geçen tüm arkadaşlara, o anlaşmanın imzalanmasında orada bulunan,
katkı sağlayan tüm arkadaşlara -iktidarı muhalefetiyle- milletvekili
arkadaşlarımıza, Hükûmetimize, Bakanımıza tekrar şükranlarımızı arz ediyorum ve
ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Canikli.
Şimdi
soru-cevap işlemi yapacağız.
Sayın
Tanal, burada sisteme girdiğinizi görüyorum,
buyurun.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim.
Şimdi,
Değerli Başkanım, değerli milletvekilleri; söz almamın nedeni şuydu:
Sözleşmenin 38’inci maddesinde gerçekten metinle başlık örtüşmüyor. Başlık şu: “Kadının Sünneti” Bu, teknik anlamda çok yanlış bir
olay; alelacele, tercümesi yanlış. Böyle bir madde olamaz. Bunun doğrusu
“Genital Sakatlama” çünkü maddenin içeriğiyle başlığı
birbiriyle örtüşmüyor. Yani bu gerçekten yine bir özensiz
tercüme. Bunun orijinali İngilizce ve Fransızca’da
vardır. Evet, buna oy vereceğiz ama bunu tabii ileride nasıl tekrar
düzelteceğiz bilmiyorum.
Saygılar,
iyi akşamlar.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Sakık, buyurun.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Aslında,
istenince nasıl güzel bir tablonun ortaya çıktığını hep birlikte gördük ve
tanıklık ettik.
Şimdi,
buradan gerçekten AKP’ye önemli görevler düşüyor. Sayın Şandır da söyledi,
mesela üç grubun, sürekli kadına yönelik şiddetle ilgili Meclis araştırma
önergesi talebi var. Ne olur, gelin böyle bir komisyon oluşturalım ve özellikle
bizlerin, dört yıldır biz ve Cumhuriyet Halk Partisinin de sürekli gündeme
getirdiği bu faili meçhul cinayetlerle ilgili Meclis araştırma önergelerimiz
var, bunları da hayata geçirelim, yani iç barışımızı sağlayacak adımlar atalım yani
diyalog ve müzakere bu işin panzehiridir. Sizi
diyaloğa ve müzakereye davet ediyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Oğan…
SİNAN
OĞAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanun tasarısını biz Dışişleri Komisyonunda
da görüştük, orada da ifade edildi. Tercümede ciddi sıkıntılar var ve bu
sıkıntıların muhakkak giderilmesi lazım. Bugün burada biz buna “Evet” oyu
vereceğiz, kanunlaşacak ama yarın tercümedeki sıkıntılar başka sorunları gündeme
getirebilir.
Bir
diğer önemli husus: Avrupa’da maalesef bizim vatandaşlarımızın, başka ülkelerde
evlilikler yapmış bizim kadınlarımızın da şiddet gördüğü bir gerçektir. Onların
sorunlarının da Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak takipçisi olmamız gerekir
ve bu kanun çerçevesinde onların sorunlarına da bundan sonraki düzenlemelerde
yer verilmesi lazım.
Bir
diğer hususu da kısaca ifade etmek istiyorum. Ne kadar güzel kanunları kabul
ederseniz edin, uygulamada eğer bunu doğru düzgün hayata geçiremezseniz kadına
şiddet her gün manşetlerden inmez. Maalesef ki bugün Türkiye’de kadına olan
şiddet her gün manşetlerde yerini almaya devam etmektedir. Dolayısıyla, bunu
burada kabul etmekle beraber…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Oğan.
Sayın
Bakan, size yöneltilmiş soru olmadığı için işlem tamamlanmış sayılıyor.
Tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
1’inci
maddeyi okutuyorum:
KADINLARA YÖNELİK ŞİDDET VE AİLE İÇİ
ŞİDDETİN ÖNLENMESİ VE BUNLARLA MÜCADELEYE İLİŞKİN AVRUPA KONSEYİ SÖZLEŞMESİNİN
ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE
1- (1) 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzalanan “Kadınlara Yönelik Şiddet
ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN
– Söz talebi? Yok.
Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler..: Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
2’nci
maddeyi okutuyorum:
MADDE
2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN
– Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü
maddeyi okutuyorum:
MADDE
3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN
– Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…Kabul
edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık
oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama
için iki dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin
teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen
üyelerin oy pusulalarını oylama için öngörülen iki dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca,
vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise hangi bakana vekâleten oy
kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan
oy pusulasını, yine oylama için öngörülen iki dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama
işlemini başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin
Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:
“Kabul : 246
Çekimser : 1
(x)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Mine Lök Beyaz Tanju
Özcan
Diyarbakır Bolu”
Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Hayırlı
olsun.
Alınan
karar gereğince, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı Beşir
Atalay haklarındaki gensoru önergelerinin gündeme alınıp alınmayacağına ilişkin
görüşmeleri yapmak için 25 Kasım 2011 Cuma günü saat 14.00’te toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorum ve herkese iyi akşamlar diliyorum.
Kapanma Saati: 23.16
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağa eklidir.