DÖNEM:
24
CİLT:
4 YASAMA YILI:
2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
20’nci
Birleşim
17 Kasım 2011 Perşembe
(TBMM Tutanak Müdürlüğü
tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler
tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMALAR
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Giresun Milletvekili
Selahattin Karaahmetoğlu’nun, Giresun Üniversi-tesinde
rektörlük seçiminde yaşanan sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması
2.- İstanbul Milletvekili
Metin Külünk’ün, 15 Kasım Ahıska Türklerinin yurtlarından sürgün edilişlerinin
yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Gaziantep Milletvekili
Mehmet Şeker’in, 14-21 Kasım Dünya Diyabet Haftası’na ilişkin gündem dışı
konuşması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
V.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal’ın, 17 Kasım Uluslararası Öğrenciler Günü’ne ilişkin açıklaması
2.- İstanbul Milletvekili
İhsan Özkes’in, Genel Kurulda bulunan kürsünün AK
PARTİ sıralarına yakın mesafede olması nedeniyle istismar edildiğine ve kürsünün
yerinin değiştirilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
3.- Ankara Milletvekili
Özcan Yeniçeri’nin, Türkiye’de yapılan ilaç
deneylerinde insanların kobay olarak kullanıldığı iddialarına ilişkin
açıklaması
4.- Iğdır Milletvekili
Sinan Oğan’ın, Ahıska Türklerinin ana vatanları olan Gürcistan’a dönmeleri
konusunda yardımcı olunmasına ilişkin açıklaması ve Orman ve Su İşleri Bakanı
Veysel Eroğlu’nun cevabı
5.- Tunceli Milletvekili
Hüseyin Aygün’ün, cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülere yapıldığı iddia olunan
işkencelere tıbbi onay veren doktorların soruşturulmasına ilişkin açıklaması
6.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, Ahıska Türklerinin sorunlarına
çözüm bulunmasına ve diyabet hastalığının araştırılarak alınması gereken
tedbirlere ilişkin açıklaması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı
7.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Van, Bitlis, Muş ve çevresinde yaşanan kötü hava
şartları nedeniyle pancar üreticilerinin mağduriyetlerinin giderilme-sine
ilişkin açıklaması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
8.- Sinop Milletvekili
Engin Altay’ın, Parlamentonun daha verimli çalışabilmesi için iktidar ve
muhalefet partilerinin uzlaşması gerektiğine ilişkin açıklaması
9.- Erzincan Milletvekili
Muharrem Işık’ın, ülkemizde nişasta bazlı şeker
üretiminin her yıl kotasının arttırılmasının sağlığa ve çevreye verdiği
zararlara ve mısır ithalatında kazanç sağlayan firmaların araştırılmasına
ilişkin açıklaması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
10.- Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcı’nın, diyabet konusunda Sağlık Bakanı yerine niçin Orman ve Su
İşleri Bakanının açıklama yaptığına ve ülkemizde geçim sıkıntısı çeken
vatandaşların gönüllü kobay olarak bilimsel araştırmalarda kullanıldıkları
iddialarına ilişkin açıklaması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı
11.- Osmaniye Milletvekili
Hasan Hüseyin Türkoğlu’nun, terör örgütü ile Türk devleti arasında arabuluculuk
talebinde bulunulduğuna dair basına yansıyan haberlere ilişkin açıklaması ve
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
12.- Hatay Milletvekili
Refik Eryılmaz’ın, terör örgütüne verildiği öne sürülen desteğin ülkemizin
ulusal çıkarlarını ve güvenliğini tehdit ettiğine ilişkin açıklaması ve Orman
ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
13.- Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın, İç Tüzük’ün
“yoklama” başlıklı 57’nci maddesindeki yoklama talebi kurallarının ihlal
edildiği gerekçesiyle Başkanlık Divanını İç Tüzük’ü
uygulamaya davet ettiğine ilişkin açıklaması
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Romanya Senatosu
Başkanı Mircea Geoana'nın, beraberinde bir Parla-mento Heyeti ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının
konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmalarına ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/362)
2.- Türkiye-AB Karma Parlamento
Komisyonunda açık bulunan üyeliğe İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun,
NATO Parlamenter Asamblesi
Türk Grubundaki yedek üyeliğe Bursa Milletvekili Aykan Erdemir ile Avrupa
Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Türk Grubundaki yedek üyeliğe İstanbul
Milletvekili Celal Dinçer’in,
Karadeniz Ekonomik
İşbirliği Parlamenter Asamblesi Türk Grubunda açık bulunan üyeliğe Diyarbakır
Milletvekili Altan Tan’ın getirildiklerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/363)
3.- Kazakistan Senato
Başkanı Kairat Mami'nin,
beraberinde bir Parlamento Heyeti ile Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmalarına ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/634)
B) Meclis Araştırması
Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili
Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 21 milletvekilinin,
İstanbul’da depremle ilgili yapılan çalışmaların incelenerek alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/56)
2.- İstanbul Milletvekili
Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 21 milletvekilinin,
balıkçılık sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/57)
3.- Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt ve 21 milletvekilinin, Alevilerin inanç ve kültürlerini yaşamakta
karşılaştıkları sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/58)
C) Gensoru Önergeleri
1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri
Yalova Milletvekili Muharrem İnce, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi
ve Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan’ın CHP’li Belediyelerin Alman
Vakıflarından kredi alarak terör örgütüne yardım ettikleri iddiasında bulunduğu
hâlde bunu ispatlamadığı ve böylelikle üstlendiği görevi yerine getirmediği
iddiasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında gensoru açılmasına ilişkin
önergesi (11/4)
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri
1.- Bingöl Milletvekili
İdris Baluken ve arkadaşları tarafından sağlıkta
dönüşüm adı altında başlayan aile hekimliği uygulamasının başladığı günden
bugüne kadar sonuçlarının değerlendirilmesi, yaşanan mevcut sorunların tespiti
ve giderilmesi amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 17/11/2011
Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı
tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
2.- 11 Ekim 2011 tarihli ve
244 sayılı, narenciye üreticilerimizin piyasada oluşan fiyat dalgalanmalarından
korunması ve narenciye ihracatında ülkemizin potansiyelinin değerlendirilmesi
ile ilgili sorunların tespiti ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla verilen Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 17/11/2011 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına
ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
3.- Kocaeli Milletvekili
Mehmet Hilal Kaplan ve arkadaşları tarafından, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan, Kocaeli ili Derince ilçesinde bulunan tehlikeli
atıkların araştırılması hakkında Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 17/11/2011 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına
ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcı’nın, İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu’nun, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
2.- Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın, Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, grubuna sataşması nedeniyle konuşması
3.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, grubuna sataşması nedeniyle konuşması
4.- İstanbul Milletvekili
Aykut Erdoğdu’nun, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
5.- Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, grubuna sataşması nedeniyle konuşması
6.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın,
partisine sataşması nedeniyle konuşması
7.- Adıyaman Milletvekili
Mehmet Metiner’in, Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
8.- Adıyaman Milletvekili
Mehmet Metiner’in, Adana Milletvekili Ümit Özgümüş’ün,
şahsına, sataşması nedeniyle konuşması
9.- Kocaeli Milletvekili
Lütfü Türkkan’ın, Kocaeli Milletvekili Fikri Işık’ın, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
10.- Kocaeli Milletvekili
Mehmet Hilal Kaplan’ın, Kocaeli Milletvekili Fikri Işık’ın, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
11.- Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın, Bolu Milletvekili Tanju Özcan’ın,
partisine sataşması nedeniyle konuşması
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/330) (S.
Sayısı: 41)
2.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Yeni Zelanda Hükümeti Arasında Hava Hizmetlerine Dair Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/423) (S. Sayısı: 21)
X.- OYLAMALAR
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Yeni Zelanda Hükümeti Arasında Hava Hizmetlerine Dair Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması
I. GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te
açılarak dört oturum yaptı.
Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, kanun hükmünde kararname yetkisinin Hükûmetçe
kullanılış biçimine,
Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün,
tutuklu bulunan öğrencilerin durumlarına ve adil yargılanma yapılabilmesi için
alınması gereken tedbirlere,
İlişkin gündem dışı konuşmalarına
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ cevap verdi.
Malatya Milletvekili Öznur Çalık, on
yıldır informal bir grup olarak görev yapan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Nüfus Kalkınma Grubu’nun faaliyetlerine ilişkin gündem
dışı bir konuşma yaptı.
Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün,
gündem dışı konuşmasına Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın vermiş olduğu
cevapta ifadelerini yanlış aksettirdiğine,
İstanbul Milletvekili İhsan Özkes, Suudi yetkililerince Kabei
Muazzama’daki Osmanlı’nın yaptırdığı revakların
yıkılmak istendiğine,
Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan
Canalioğlu, yeni atanan bakan yardımcılarının yetki, görev ve sorumluluklarının
belirlenmesine,
Niğde Milletvekili Doğan Şafak, Niğde
ilinin merkez köyleri ve Çiftlik ilçesinde meydana gelen don olayı nedeniyle
patates üreticilerinin mağduriyetinin giderilmesine,
İstanbul Milletvekili Abdullah Levent
Tüzel, Barış ve Demokrasi Partisine ayrımcılık yapıldığına,
Ankara Milletvekili Levent Gök, Van
ilinde meydana gelen depremde yıkılan konutların bir an önce yapılarak teslim
edilmesi gerektiğine,
İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda Deniz Feneri davasının avukatlığını yapan
üyenin olup olmadığına, var ise davanın avukatlığından ne zaman istifa
ettiğine;
Tokat Milletvekili Reşat Doğru,
Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan,
Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri,
Hükûmetin kanun hükmünde kararname
yetkisini kullanırken ortaya çıkan sonunlara,
Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı,
Hükûmetin sağlık hizmetlerine önem vermesi gerektiğine,
Muş Milletvekili Sırrı Sakık, Kıbrıs’ta üniversitelerde okuyan Kürt çocuklarının
sorunlarına,
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner,
CHP’li bir vekilin, cemaat mensuplarının herhangi bir göreve gelmemeleri
gerektiği görüşünün özgürlük anlayışına ters olduğuna,
Manisa Milletvekili Özgür Özel, kanun
hükmünde kararnamelerin kuvvetler ayrılığı ilkesini ihlal ettiğine,
Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Yargıtay üyeleriyle ilgili iddialara ve
Van depreminde mağdur olan depremzedelere yeterli yardımların yapılmadığına,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Jerzy Buzek’in beraberinde bir
Parlamento heyetiyle birlikte ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna
ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 20 milletvekilinin orman yangınlarının
nedenlerinin (10/53),
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve 21 milletvekilinin,
küresel ısınmanın ülkemize etkilerinin (10/54),
İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 23 milletvekilinin, mevsimlik tarım
işçilerinin sorunlarının (10/55),
Araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
14 Ekim 2011 tarihinde İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel ve arkadaşları tarafından (124 sıra nolu) Türkiye’de medyanın ayrımcı, ötekileştiren ve
cinsiyetçi yaklaşımı hakkında alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye
Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel
Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 16/11/2011 Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı,
Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın,
Iğdır Milletvekili Pervin Buldan,
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın,
Batman Milletvekili Ayla Akat Ata,
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in,
Muş Milletvekili Sırrı Sakık, Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar’ın,
Şahıslarına sataşmaları nedeniyle birer
konuşma yaptılar.
14 Kasım 2011 tarih ve 732 sayı ile
"AKP İktidarı döneminde Afet ve Acil Müdahale Mevzuatında yapılan
değişiklikler ve getirilen yeni yapılanma sonuçlarının Van depremindeki
etkilerinin araştırılması, sonuçlarının tespiti ve alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla" verilen Meclis araştırması önergesinin 16/11/2011 Çarşamba günkü birleşimde okunarak görüşmelerinin
aynı birleşimde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi yapılan görüşmelerden
sonra kabul edilmedi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündeminin, “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan Kaz Dağlarında Yaşanan
Çevresel Sorunlar hakkında; 10/20 esas numaralı Meclis araştırması önergesinin
görüşmesinin, Genel Kurulun 16/11/2011 Çarşamba günkü
birleşimde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra
kabul edilmedi.
Bursa Milletvekili Necati Özensoy,
Çanakkale Milletvekili Mehmet Daniş’in,
Çanakkale Milletvekili Mehmet Daniş, Çanakkale Milletvekili Mustafa Serdar Soydan’ın,
Şahıslarına sataşmaları nedeniyle birer
konuşma yaptılar.
İstanbul Milletvekili Metin Külünk, Suveyş Kanalı’nın açılış yıl dönümüne ilişkin bir
açıklamada bulundu.
Millî Savunma Komisyonunda açık bulunan
ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe Malatya Milletvekili Ömer
Faruk Öz,
AB Uyum Komisyonunda açık bulunan ve
Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe İzmir Milletvekili Ahmet
Kenan Tanrıkulu,
Seçildiler.
Antalya Milletvekili Yusuf Ziya İrbeç, hakkındaki disiplin takibatının sürdüğüne ve hâlen
Milliyetçi Hareket Partisinin üyesi olduğuna bu nedenle AB Uyum Komisyonu
üyeliğinin devam ettiğine ve bu komisyona seçim yapılamayacağına ilişkin bir
açıklamada bulundu.
Gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 1’inci sırasında
yer alan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu’nun (1/330) (S. Sayısı: 41) tümü üzerindeki görüşmeleri
tamamlandı; 1’inci maddesi üzerinde bir süre görüşüldü.
Yalova Milletvekili Muharrem İnce,
İstanbul Milletvekili Volkan Bozkır’ın partisine,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin partisine,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın grubuna,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin şahsına,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma
yaptılar.
17 Kasım 2011 Perşembe günü alınan
karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime 22.58’de son verildi.
|
|
Şükran
Güldal MUMCU |
|
|
|
Başkan Vekili |
|
|
Fatih
ŞAHİN |
|
Muhammet
Bilal MACİT |
|
Ankara |
|
İstanbul |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
II.- GELEN KÂĞITLAR
No: 30
17 Kasım 2011 Perşembe
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 21 Milletvekilinin İstanbul’da depremle
ilgili yapılan çalışmaların incelenmesi ve alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi.
(10/56) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/10/2011)
2.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 21 Milletvekilinin, balıkçılık
sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi. (10/57)
(Başkanlığa geliş tarihi: 06/10/2011)
3.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve
21 Milletvekilinin, Alevilerin inanç ve kültürlerini yaşamakta karşılaştıkları
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi. (10/58) (Başkanlığa geliş
tarihi: 06/10/2011)
Gensoru
Önergesi
1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Grup Başkanvekilleri Yalova Milletvekili Muharrem İnce, İstanbul Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi ve Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan’ın; CHP’li
belediyelerin Alman vakıflarından kredi alarak terör örgütüne yardım ettikleri
iddiasında bulunduğu hâlde bunu ispatlamadığı ve böylelikle üstlendiği görevi
yerine getirmediği iddiasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında bir
gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/4) (Başkanlığa Geliş Tarihi: 15/11/2011) (Dağıtma Tarihi: 17.11.2011)
17 Kasım 2011 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Fatih ŞAHİN
(Ankara)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 20’nci Birleşimini
açıyorum.
III.- YOKLAMA
Elektronik
cihazla yoklama yapacağız.
Üç
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme
geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Sayın
milletvekilleri, lütfen biraz sessiz olursanız…
Gündem
dışı ilk söz, Giresun Üniversitesi hakkında söz isteyen Giresun Milletvekili
Selahattin Karaahmetoğlu’na aittir.
Buyurunuz
Sayın Karaahmetoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Giresun Milletvekili Selahattin
Karaahmetoğlu’nun, Giresun Üniversitesinde rektörlük seçiminde yaşanan
sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması
SELAHATTİN
KARAAHMETOĞLU (Giresun) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Giresun
Üniversitesinde yaşanan rektörlük seçimi ya da atamalarıyla ilgili yaşanan
adaletsizliği, hukuksuzluğu, keyfiyeti, siyaseti, bir bilim kurumuyla nasıl
oynandığını sizinle paylaşmak istiyorum.
1
Haziran 2010, Kurucu Rektör beklenmedik bir şekilde istifa ediyor, emekliye
ayrılıyor. 2 Haziranda YÖK, Polis Akademisi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Halil
İbrahim Bahar’ı Vekil Rektör olarak atıyor. 18 Haziran 2010, rektörlük
seçimleri yapılıyor, Vekil Rektör Halil İbrahim Bahar 31 oyla 1’inci, 2’nci
aday 29 oy, 3’üncü aday 21 oy, 4’üncü aday 4 oy, 5’inci aday Prof. Dr. Yılmaz
Can 2 oy, 6’ncı aday 1 oy alıyor.
1
Temmuz 2010’da rektör adayları mülakata giriyor ve liste açıklanıyor. 3’üncü
aday, 21 oyla 3’üncü olan aday 1’inci sıraya, 4 oyla 4’üncü olan aday 2’nci
sıraya, 2 oyla 5’inci olan Prof. Dr. Yılmaz Can da 3’üncü sıraya
yerleştiriliyor.
Bunun
üzerine, en çok oy alan Rektör bir açıklama yapıyor basına: Rektör seçimlerinin
Çukurambar’da kafelerde yapıldığını,
milletvekillerinin ve il başkanlarının rektör seçimi yaptığını ifade etmesinden
sonra görevinden alınıyor, yerine Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektör
Başdanışmanı Profesör Doktor Ercan Bocutoğlu
getiriliyor. 10 Temmuzda YÖK’ün Cumhurbaşkanına sunacağı listede üçüncü sırada
olan Sayın Yılmaz Can listeden istifa ediyor. Basına, seçimlerin
yenileneceğini, bir dahaki yapılacak olan seçimde daha çok oy alacağını,
dolayısıyla da kendine güvenenleri mahcup etmeyeceğini ifade ediyor. 23 Eylül
2010’da da YÖK, rektörlük seçimini tekrar yapma kararı alarak Sayın Profesör
Yılmaz Can’ı bu şekilde doğruluyor.
Bu
süreçte Profesör Yılmaz Can, Giresun Üniversitesinde henüz adı olan, öğrencisi
ve binası olmayan Güzel Sanatlar Fakültesinde görevlendiriliyor. 15 Ekim
2010’daki seçimlerde birinci gelen fakat elenen Profesör Halil İbrahim Bahar 21
Ekim 2010’da yapılması hedeflenen yeni rektörlük seçimleri için Ankara 4. Bölge
İdare Mahkemesine dava açıyor. 18 Ekim 2010’da dava açıklanıyor ve yürütmeyi
durdurma kararı çıkıyor.
Bu
süreçte, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili ve Giresun Milletvekili
Sayın Nurettin Canikli basına bir açıklama yapıyor. “Yılmaz Can imam hatipten
arkadaşımdır, kendisini iyi tanırım, her yönüyle kendisine kefilim. Eğer
kendisi rektör olursa bizimle uyumlu ve olumlu çalışmalar yapar.” diye bir açıklama
yapıyor. Bu açıklamadan bir müddet sonra 2 Kasımda rektör vekili Ersan Bocutoğlu görevden alınıyor ve yerine Yılmaz Can rektör
vekili olarak atanıyor ve Sayın Can’ın altı aylık rektörlük süresi 12 Mayıs
2011’de bitmesine rağmen 12 Kasımda ikinci devresini dolduruyor, 12 Kasımdan
sonra da yeni üçüncü devreye girmiş durumda.
Şimdi,
bu tablodan şu çıkıyor: Hukuki sürece uygun olmayan bir biçimde yaklaşık on
yedi, on sekiz aydır vekaleten yürütülen başka bir
üniversite var mıdır? Giresun kamuoyu bunu merak ediyor.
YÖK
mevzuatının 13’üncü maddesinin (a) fıkrasına göre, vekil rektörlük süresi altı
ay iken bu müddet uzatılıyor. Bunun bir hukuk ihlali olduğu konusunda Giresun
kamuoyu soruyor. Hâlbuki 2547 sayılı Kanun’a göre listedeki rektör adaylarından
biri veya birkaçı istifa etse dahi seçimin yenilenemeyeceğini ve bu konuda da
bir mahkeme kararı olduğu bilindiği hâlde bu karar niye uygulanmıyor? 2547
sayılı Kanun niye uygulanmıyor? Burada yapılması gereken eksilen, elenen,
istifa edenin yerine seçime giren adaylardan birinin…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Lütfen sözünüzü tamamlayınız.
SELAHATTİN
KARAAHMETOĞLU (Devamla) – Bir dakikanızı rica ediyorum, toparlıyorum.
…listeye
yazılıp Cumhurbaşkanlığına sunulmasıdır.
Sürem
sorularımı sormak için yeterli gelmeyecek. Giresun Üniversitesinde iki oyla
bugün vekil rektörlük yapan Sayın Profesör Can Türkiye için bir örnektir. Bu,
siyasi bir keyfiyetten kaynaklanmaktadır ve bu konuda hepinizin dikkatini
çekmek istiyorum ve bu hukuksuzluğun ortadan kaldırılmasını diliyorum.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Karaahmetoğlu.
Gündem
dışı ikinci söz Ahıska Türkleri sürgününün yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen
İstanbul Milletvekili Metin Külünk’e aittir.
Buyurunuz
Sayın Külünk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
2.- İstanbul Milletvekili Metin
Külünk’ün, 15 Kasım Ahıska Türklerinin yurtlarından sürgün edilişlerinin yıl
dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
METİN
KÜLÜNK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ahıska Türklerinin
15 Kasım 1944 yılında sürgünün üzerinden geçen bunca vakit ardından yıl dönümü
münasebetiyle söz almış bulunmaktayım.
“Ahıska
bir gül idi gitti./ Bir ehlî dil idi gitti./ Söyleyin Sultan Mahmud’a/ İstanbul’un anahtarı gitti.” diyen bir Ahıska
ozanının sözleridir. Mısralar bu coğrafyada bırakacağımız her boşluğun bedelini
bizlere nasıl ödediğimizi anlatmaktadır aslında. Türkiye'nin merkezinde
bulunduğu çevre coğrafya son birkaç yüz yıldır acının, gözyaşının ve kanın hiç
durmadığı bir hüviyete sahip olmuştur. Aynı zamanda da bu coğrafya bir göçler
coğrafyasıdır. Osmanlının terk ettiği diyarlardaki boşluk sömürgeci güçler
tarafından doldurulmuş, bu güçlerin Kafkasya’dan Balkanlara, Orta Doğu’dan
Afrika’ya kadar oluşturdukları düzen milyonlarca can pahasına hayata geçmiştir.
İşte bu acılardan biri de Ahıska Türklerinin tıpkı diğer Kafkas halkları gibi
uğradıkları Rus mezalimidir. Rus Çarlığının Kafkaslara inmesiyle yaklaşık iki
yüz yıl önce başlayan bu mezalim Stalin’in başında bulunduğu Sovyetler Birliği
döneminde de artarak devam etmiştir. Özellikle 1943-44 yıllarında başlatılan
sürgün politikası Stalin’in emriyle uygulanan zorunlu göç üzerinden Batı
ülkelerinin de verdiği onayla Kafkas halklarının hatıralarında büyük bir dram,
kocaman bir resim olarak, kötü bir resim olarak hafızalara kazınmıştır. Bu
zulümden en çok etkilenenler arasında da Ahıska Türkleri bulunuyordu. 100 bine
yakın Ahıska Türk’ü Kafkasya’dan Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a
nakledilmişlerdir ve yolda birçoğu hayatını kaybetmiştir. Dört ile altı hafta
süren bu yolculukta 17 bin Ahıskalı hayatını kaybetmiştir. Hayatta kalmayı
başaranlar ise ağır sıkıyönetim şartları altında yaşamaya devam etmiş ve 1991
yılına kadar ana yurtlarına dönüş imkânı bulamamışlardır.
Ahıska
Türklerine Gürcistan’ın AGİT’e katılım sürecinde ana vatanlarına dönüş hakkı
tanınmışsa da bu gerçekleşmemiştir. Bu minvalde vatan travması
nesilden nesle aktarılmıştır. Bir Ahıska Türk’ünün şu hatırası yaşanılan travmayı gayet net özetlemektedir: “Dedem ve ninem ‘vatan vatan’ diye öldüler. Kanatları yoktu ki uçabilsinler. Dedem
‘Vatansız yaşanmaz.’ derdi.”
Günümüzde
de bu insanların torunları Rusya Federasyonu, Özbekistan, Kazakistan, Türkiye,
Ukrayna, Almanya, Fransa, İtalya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerde
yaşamlarını sürdürmektedir.
Ahıska
Türklerinin sürgünüyle boşaltılan bölge, Türkiye’nin bugün Kafkaslara açılmada
daha dar ulaşım koridorlarını kullanmasını zorunlu kılmaktadır ve boşaltılan
-Stalin’in boşalttığı- bu yerlere Ermeni nüfusu yerleştirilmiştir. Zira, Ahıska bölgesi uluslararası enerji nakillerinin geçiş
güzergâhında yer almakta ve rekabet alanlarının merkezinde kalmaktadır.
Bu
çerçevede uygulanan sürgün siyasetiyle Çarlık ve Stalin’in dönemlerinde
Kafkasya’da yumuşak etnik temizliğin uygulandığına dair güçlü emareler
bulunmaktadır. Bu acının giderilmesinin tek yolu, Ahıska Türklerinin
vatanlarına geri dönüş hakkının ivedi olarak sağlanması ve bu anlamda alınan
kararların uygulamaya geçirilmesidir. Bu, uluslararası camianın görevidir.
Türkiye’de
yaşayan Ahıska Türklerinin en önemli taleplerinden birisi de vatandaşlık
haklarının tanınması olmuştur. Hükûmetimiz de bu talebe kayıtsız kalmamış ve
Şubat 2009 tarihinde AK PARTİ Hükûmetince çıkarılan 3835 sayılı Ahıska Türklerinin
Türkiye’ye Kabulü ve İskânına Dair Kanun ile bir nebze de olsa Ahıskalıların
vatan hasreti, çifte vatandaşlık hakkı tanınarak giderilmiştir.
Açıktır
ki Ahıskalı kardeşlerimizin duyduğu hüznü, çektiği acıyı derinden hissediyoruz
ve o sürgün esnasında hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, Ahıskalı
kardeşlerimizin her zaman yanında olduğumuzu ifade ediyor, Meclisimizi selam,
saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Külünk.
Gündem
dışı üçüncü söz Diyabet Haftası münasebetiyle söz isteyen Gaziantep
Milletvekili Mehmet Şeker’e aittir.
Buyurunuz
Sayın Şeker. (CHP sıralarından alkışlar)
3.- Gaziantep Milletvekili Mehmet
Şeker’in, 14-21 Kasım Dünya Diyabet Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması ve
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
MEHMET
ŞEKER (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 14-21 Kasım Dünya
Diyabet Haftası nedeniyle gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle
yüce heyetinizi ve ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımızı
saygıyla selamlıyorum.
Sağlık
planlamacıları, ilk kez dünya tarihinde bizden bir sonraki kuşağın,
çocuklarımızın, torunlarımızın ömrünün önceki kuşaktan daha kısa olacağına dair
hesaplar yapıyor. Nedeni açık. Yeni kuşak, ileri teknolojiyle sadece evde,
kapalı ortamda, fast food
ile besleniyor, spordan uzak, hareketsiz bir yaşam sürüyor.
Diyabet,
bugün dünyadaki en yaygın hastalıklardan biri. Dünya
Sağlık Örgütüne göre 300 milyondan fazla diyabetli var ve diyabetin artışı
gittikçe hızlanmakta. Hastalığın son yıllardaki artışı o kadar yüksek bir
safhaya geldi ki Dünya Sağlık Örgütü ilk kez bir salgından, diyabet
salgınından, epidemiden bahsetmeye başladı. Yine, Birleşmiş Milletler diyabeti
salgın bir hastalık olarak kabul edip, çok hızlı, acil önlemler alınması için
çağrıda bulunmaya başladı.
Diyabet
ülkemizde de son yıllarda yüzde 90’la yüzde 100 oranında artışlar göstermekte.
2000 yılında yapılan çalışmalarda 7,6 olan diyabet prevalans
hızı bugün yüzde 14’e çıkmıştır arkadaşlar. Çalışmalar, ülkemizde 9 milyon
diyabetli olduğunu göstermekte. Bu, şu demektir: 40 yaşın üstünde yüzde 25 kişi
diyabet hastası olacak demektir.
Diyabet,
kaynağını 21’inci Yüzyılın gündemimize getirdiği yeni hayat modelinden
almaktadır. Hareketsiz bir yaşam tarzının yaygınlaşması, hazır gıdaların daha
çok tüketilir olması, öğün zamanlamasının kısalması gibi faktörler bu yeni
yaşam modelinin en çarpıcı özelliklerindendir.
Dünyada
en önde gelen ölüm nedeni olan hastalıklar içinde ilk sıralarda olan kalp damar
hastalıklarının, kronik böbrek yetmezliğinin, damar hastalıklarının ve
felçlerin, yirmi yaş üstünde görülen körlüğün birinci nedeni diyabettir sevgili
arkadaşlar.
Komplikasyonlar
geliştikçe hastalığın tedavisi zorlaşmakta, normalde bin dolara bir yıllık
maliyeti olan diyabet hastasının, eğer bu komplikasyonları
gelişirse devlete maliyeti 15 bin dolar olmaktadır.
Diyabeti
otlarla veya bitkisel karışımla tedavi ettiğini iddia eden ve tıp mensubu
olmayan birçok kişi ve çeşitli görsel ve yazılı medyada sürekli yayınlara
çıkarak hastalara yönelik bitki tarifleri ile tedavi reçeteleri öneren insanlar
vardır. Diyabetli hastalardan, otlar veya bitkisel karışımlarla hazırlanan
mamullerin “diyabetin kesin tedavi ilacı” diye ticari olarak pazarlandığı ve
hastalara yüksek ücretler karşılığında satıldığı yönünde birçok şikâyet
gelmektedir. Üzülerek belirtmek gerekir ki kontrol altına alınamadığı için bu
kişilerin ve bu türden ürünlerin sayısı da her geçen gün artmaktadır. Bu tür
bilimselliği kanıtlanmamış, Sağlık Bakanlığından resmî izin alınmamış
mamullerin ilaç adı altında hastalıkları tedavi ettiğini iddia eden ilanlar
hastaları yanıltmakta, hastalar hekimler tarafından verilen ilaçları
bırakmakta, bu ilan ya da reklamlardan etkilenerek tedaviyi aksatmakta, bu ürünlere
büyük paralar vererek satın almaktadırlar.
Diyabet
gibi ciddi, komplike, iyi tedavi edilmediği zaman ağır
organ kayıplarına neden olan, milyonlarca insanın hayatını ilgilendiren bir
hastalığın tedavisinde, bu tür, etkinliği uluslararası kurallarla kanıtlanmamış
bitkisel ürünlerin tedavide kullanılması birçok hasta için geri dönüşü mümkün
olmayan ciddi sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Sağlık Bakanlığı, hasta tedavi
yetkisi olmayan tıp dışı birtakım kişilerin hasta sağlığıyla oynamasını
engelleyecek tedbirleri almalıdır. Radyo Televizyon Üst Kurulu bitkisel kökenli
karışımların reklam ve ilanlarında hastaya tıbbi ilaç izlenimi verecek yazılar
ve hasta ya da hastalıkları tedavi ettiğine dair ibareler kullanılmasını
önleyecek önlemleri en kısa sürede almalıdırlar. Sağlık Bakanlığı bünyesinde
bilimsel etik kurul oluşturulmalı, bu tedavi metotları ancak etik kurulun onayı
alındıktan sonra açıklanmalı ve uygulamaya konulmalıdır.
Sevgili
arkadaşlar, diyabet tanısı milattan önce 2500 yılında, yine bizim Kapadokya
bölgemizde yaşayan Areteus isimli bir doktor
tarafından konulmuş. Hastaların idrarlarını, genç yaşta ölen hastaların
idrarlarını alarak güneşe koyup, üstüne arıların ve sineklerin geldiğini
görünce buna “diabetes mellitus”
yani “şekerli akıntı” adını vermiştir. O günden bugüne diyabette çok ciddi
gelişmeler ve değişiklikler oldu. Ancak son yıllarda diyabetin hızında çok
ciddi bir artış var. Bununla ilgili tabii ki bizim ülkemizde en büyük sıkıntı
sevgili arkadaşlar, diyabetin tedavisine yönelik çok ciddi yatırımlar…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
MEHMET
ŞEKER (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Diyabetin
tedavisine yönelik, bütün hastalıkların tedavisine yönelik çok ciddi yatırımlar
yapıyoruz ama koruyucu hekimliğe gerekli önemi vermiyoruz. Bunun için, sağ
olsunlar, Cumhurbaşkanının himayesinde okullarda da artık diyabet eğitimiyle
ilgili bir çalışma yapıyoruz. Bu konuda Türkiye Diyabet Vakfı’na da buradan
teşekkürlerimi iletmek istiyorum.
Bir
sorunumuz daha var, o da şu: Diyabette takip çok önemli. Kan şekeri takipleri
yapılırken, Sağlık Bakanlığımız yurt dışından gelen oyuncakların zararlı olduğu
gerekçesiyle ithaline izin verilmemesini isterken, aynı şekilde diyabetle
ilgili ölçümleri yapan şeker ölçüm cihazlarımız ve malzemelerimiz Çin’den
gelmekte, Uzak Doğu’dan gelmektedir. Bunlara da engel olmak
lazım. Çünkü bizim insanlarımızın sağlıklı bir sonuca ulaşabilmesi için
uluslararası kabul görmüş makinelerle bu ölçümleri yapması lazım.
Hepinize
sağlıklı ve mutlu günler diliyor, saygılarımı sunuyorum. (CHP, AK PARTİ ve MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Şeker.
Hükûmet
adına Orman ve Su İşleri Bakanı Sayın Veysel Eroğlu cevap verecektir.
Buyurunuz
Sayın Eroğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ORMAN
VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Herkese buradan, bütün
milletimize, bütün insanlığa sağlıklı, güzel bir hayat diliyorum.
Esasen,
ben, Sayın Mehmet Şeker Milletvekilimizin diyabetle alakalı konuşmasına cevap
vermek üzere söz aldım. Esasen, görüşlerine ben de bir çevreci olarak iştirak
ediyorum. Belki “Sağlık Bakanı yerine niye Orman ve Su İşleri Bakanı cevap
verdi?” diye düşünebilirsiniz ama geçmişte çevre mühendisliği bölümü kurulduğu
zaman halk sağlığıyla ilgili dersleri ben veriyordum. O bakımdan, ben de
gerçekten konuya ilgi duyduğum için kısaca cevap vermeyi arzu ettim.
Esasen,
yapılan ilmî çalışmalarla ülkemizde, az önce Sayın Vekilimizin de ifade ettiği
gibi, aslında 6,5 milyon hakikaten diyabetli hasta var ama bir de diyabetli
olup olmadığı bilinmeyen, tahminen belki 3 milyon kadar insanın olduğu Sağlık
Bakanlığımız tarafından tahmin ediliyor. Sizin de ifade ettiğiniz gibi, 9 ile
9,5 milyon insan hakikaten diyabetli. Diyabet hastalığının görülme sıklığının
esasen obezite yani şişmanlığa bağlı olarak daha da
arttığı, hatta yirmi yaşın üzerindeki her 7 kişiden 1’inin özellikle diyabet
hastası olduğu tahmin ediliyor. Bu gerçekten çok önemli. Bir
artış söz konusu ama benim şahsi kanaatim de bu artışta bu fiziki
hareketsizlik, spor yapma eksikliği, hatta her yere araçla gitme, yürüyüş
eksikliği ve sizin de ifade ettiğiniz üzere koruyucu hekimlik hizmetlerine
halkımızın yeteri kadar önem vermemesi bana göre bu artışta önemli etken
olmaktadır.
Bu
çerçevede Sağlık Bakanlığımız tarafından diyabetin önlenmesi ve kontrolü
gayesiyle Türkiye Diyabet Önleme ve Kontrol Programı (DİAPTÜRK) yürütülmeye
başlanmıştır.
Diyabet
konusunda toplumda farkındalığın artırılması ve konunun öneminin vurgulanması
gayesiyle Dünya Sağlık Teşkilatı ve Dünya Diyabet Federasyonunun öncülük
ettiği, tıp tarihinde bugüne kadar üretilmiş olan en değerli molekülü yani
insülin hormonunu bulan Frederic Banting’in
doğum günü olan 14 Kasım Diyabet Günü etkinliklerinin bütün dünyada her yıl
kutlanmasına karar verilmiştir. Ülkemizde de gerçekten bu hafta kutlanmaktadır.
İşte
bu program kapsamında bu yıl, 14 Kasım Dünya Diyabet Günü’nün, özellikle Tip 2
diyabet oluşumunda önemli bir risk faktörü olan obezitenin
ülkemizde görülme sıklığında artış da göz önüne alınarak 14-21 Kasım 2011
tarihleri arasında ve Diyabet, Obezite Haftası olarak
çeşitli etkinliklerle gerçekleştirilmesine bakanlıkça karar verilmiştir.
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Ülkenin bir sağlık bakanı var mı Sayın Bakan?
ORMAN
VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bu etkinliklerden birisi de 14
Kasım 2011 tarihinde Ankara’da Hilton Oteli’nde gerçekleştirilmiş. Hakikaten,
bu toplantıya bakanlık mensupları, bu konuda emeği geçen hocalarımız, tıp
alanında isimleri gerçekten dünyaca tanınmış kişiler katılmıştır ve bir tören
tertip edilmiş, emeği geçenlere takdirname verilmiştir. Değerli hocalarımız
tarafından da ilk defa böyle büyük bir organizasyon ve geniş bir katılımla bir
14 Kasım etkinliğinin gerçekleştirildiği belirtilmiş ve Sağlık Bakanlığına da
bu etkinlik için şükran dileklerini dile getirmişlerdir. Ayrıca program
kapsamında, 27 Nisan 2010 tarihinde imzalanan protokol çerçevesinde, Sağlık
Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı ve Çocuk Endokrinoloji ve Diyabet Derneği iş
birliğinde okullarda diyabet programı işlenmeye başlanmıştır. Bu çerçevede, 81
il sağlık müdürlüğü ve il millî eğitim müdürlükleri iş birliğinde, 14 Kasım
2011 haftası içerisinde, ülkemizde yaklaşık 80 bin okulda, çocuklarda diyabet
ve çocuklarda şişmanlık ve sağlıklı beslenme konularının işleneceği eğitimler
gerçekleştirilmektedir.
Ayrıca,
81 il düzeyinde sağlık müdürlüklerince gerçekleştirilen çeşitli faaliyetler,
kan şekerinin ücretsiz ölçümü, obezitenin önlenmesi
ve diyabete ilişkin toplantılarda, gerek mahalli radyo ve televizyonlarda bu
konunun yer almasının sağlanması, sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivitelerin
önemi, okullarda birtakım etkinlikler, alışveriş merkezleri ve şehrin meydanlarında
stantlar vesaire gibi, bu gibi konularla toplumun özellikle dikkatinin
çekilmesi ve tedbirlerin alınması konusunda gerçekten ciddi çalışmalar
yapılmaktadır.
Ancak
şunu özellikle vurgulamam lazım: Sadece Sağlık Bakanlığının aldığı veya alacağı
tedbirler yeterli değildir. Halkımızın bu konuda, bilhassa şişmanlığın
önlenmesi ve hareketsizlik ve bilhassa sayın milletvekilimizin de işaret ettiği
gibi koruyucu hekimlik, koruyucu sağlık hizmetlerine büyük önem verilmesi
gerekir. Çünkü aslında, sağlıkla ilgili maliyetlere baktığımız zaman, bir insan
hasta olduktan sonra onun tedavi masrafları çok fazladır ama hastalığı önlemek
için gerekli koruyucu hekimlik hizmetlerinin maliyeti ise çok daha düşüktür. Bu
bakımdan, bu koruyucu hekimlik çalışmalarına önem verilmesi, vatandaşlarımızın
da bu konuda gereken alakayı göstermesi gerekiyor.
Ben
tekrar, hakikaten, konuyu gündeme getirdiği için sayın milletvekillerimize
teşekkür ediyorum ve inşallah, herkes için sağlıklı, hayırlı bir uzun ömür
diliyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim, sağ olun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Eroğlu.
Sayın
milletvekilleri, madde 60’a göre 10 sayın milletvekilimize söz vereceğim: Sayın
Tanal, Sayın Özkes, Sayın Yeniçeri, Sayın Oğan, Sayın
Aygün, Sayın Şandır, Sayın Sakık, Sayın Altay, Sayın
Işık ve Sayın Atıcı.
Buyurunuz
Sayın Tanal.
Bir
dakika süreniz var.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal’ın, 17 Kasım Uluslararası Öğrenciler Günü’ne ilişkin açıklaması
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Değerli Başkanım, değerli milletvekilleri; 17 Kasım,
Uluslararası Öğrenciler Günü’dür. Uluslararası Öğrenciler Günü, 17 Kasım 1939
yılında Prag Üniversitesinde Nazilerin saldırısı ve Çekoslovakya’nın Naziler
tarafından işgaline karşı yapılan gösteriler sonucu 9 öğrencinin ölümü, 1.200
öğrencinin toplama kamplarına gönderilmesi ve Prag Üniversitesinin tüm
birimleriyle kapatılmasıyla sonuçlanmıştır.
Ülkemizde
o döneme benzer anlayış devam etmektedir. Bir üniversitenin kadrosunu oluşturan
öğretim üyeleri bugün cezaevindedir; aynı şekilde demokratik haklarını kullanan
öğrenciler cezaevindedir, basın mensupları cezaevindedir, milletvekilleri
cezaevindedir, muhalifler cezaevindedir. Demokratik hak ve özgürlüklerini
kullanıp mağdur olan tüm öğretim üyelerine, öğrencilere, gazetecilere selam
olsun!
Öğrencilerin,
basın mensuplarının, öğretim üyelerinin ve demokratik hak ve…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Tanal.
Sayın
Özkes…
2.- İstanbul Milletvekili İhsan Özkes’in, Genel Kurulda bulunan kürsünün AK PARTİ
sıralarına yakın mesafede olması nedeniyle istismar edildiğine ve kürsünün
yerinin değiştirilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
İHSAN
ÖZKES (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Mecliste konuştuğumuz
kürsü AKP sıralarına daha yakın mesafededir. Kürsünün kendilerine yakın
olmasını istismar eden AKP’li milletvekilleri işlerine gelmeyen, muhalif
konuşmacıları laf atarak, incitici sözler söyleyerek psikolojik baskı altına
almaya ve susturmaya çalışıyorlar. Milletin sinesinden gelen, milletin sesini
dile getiren milletvekillerinin AKP’nin baskısı ve gölgesi altına alınmaya
çalışılması yüce Meclise yakışmıyor. Bu nedenle kürsünün yerinin
değiştirilmesini öneriyorum.
Teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Özkes.
Sayın
Yeniçeri…
3.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Türkiye’de yapılan ilaç deneylerinde
insanların kobay olarak kullanıldığı iddialarına ilişkin açıklaması
ÖZCAN
YENİÇERİ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önce yabancı, sonra
da Türkiye medyasına düşen bir habere göre Türkiye'de Ocak 2007 ile Aralık 2010
tarihleri arasında yapılan ilaç deneylerinde kobay olarak binlerce kişinin
kullanıldığı, bunlardan da 893’ünün hayatını kaybettiği ifade ediliyor. Bu
rakamın Hindistan’da 1.700’ü aşarken, Meksika’da da 1.500 civarında olduğu
ifade ediliyor. Kobay insan olarak kullanılma bakımından Türkiye'nin altıncı
sırada olduğu belirtilmiş. İlaç şirketleri binlerce Türk insanını kobay olarak
kullanmış, 893 insanımız da bu olay sonucu ölmüş, sonra da bunu kendileri
açıklamış. Yetkililer “En sıkı denetlenen ülkeyiz. Öyle bir şey olsa
canlarınıza okuruz.” diyorlar. Herhâlde onlara bundan sonra ölenlerin ruhuna
Fatiha okumak kalıyor! Dört yıldır binlerce insan kobay olarak kullanılacak ve
893 kişi de…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖZCAN
YENİÇERİ (Devamla) – …bunun neticesinde hayatını kaybedecek, siz hâlâ can
okumaktan bahsedeceksiniz!
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz.
Sayın
Oğan…
4.- Iğdır Milletvekili Sinan Oğan’ın,
Ahıska Türklerinin ana vatanları olan Gürcistan’a dönmeleri konusunda yardımcı
olunmasına ilişkin açıklaması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı
SİNAN
OĞAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bugün gündem dışı söz alarak konuşan Sayın
Külünk Ahıska Türlerinin acılarını dile getirdi. Ayın on beşinde bu konuda ben
de bir konuşma yapmıştım ve iktidar partisinden beklerdik ki bir muhalefet
milletvekili gibi Ahıska Türklerinin acılarını dile getirmek yerine, Ahıska
Türklerinin Türkiye’deki sorunlarını dile getirsinler, çözüm yollarını
önersinler. Ahıska Türkleri bugün maalesef hâlâ ana vatanları Ahıska’ya
dönebilmiş değil, ana vatanları Ahıska hâlâ oradaki Ermenilerin kontrolündedir.
Gürcistan Cumhurbaşkanı’nın Ahıska Türklerine “Soy isimlerinizi değiştirmeden
gelemezsiniz.” baskısı altındadır. Türkiye’de biz güçlü bir Gürcü lobisi
olduğunu biliyoruz. Bu lobiden bizim beklediğimiz, Gürcistan’a bu anlamda baskı
yaparak, Ahıska Türklerinin tarihî ana vatanlarına dönmelerine yardımcı
olmalarıdır…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SİNAN
OĞAN (Iğdır) – …Türkiye’deki Ahıska
Türklerinin de sorunlarına çare bulmalarıdır.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz.
Sayın
Aygün…
5.- Tunceli Milletvekili Hüseyin
Aygün’ün, cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülere yapıldığı iddia olunan
işkencelere tıbbi onay veren doktorların soruşturulmasına ilişkin açıklaması
HÜSEYİN
AYGÜN (Tunceli) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 12 Eylül 1980 askerî
darbesinden sonra 650 bin kişi işkence gördü. Geçen hafta
Radikal gazetesinde yer alan bir habere göre, Mamak Cezaevinde solcu
tutuklulara, hükümlülere yapılan işkenceleri “tretman”
adı altında psikolojik testlere tabi tutan ve Türkiye’de önemli ödüller
kazanmış, burada ismini zikredemeyeceğim bir profesör de işkencecileri
destekleyen bilim adamları adına Hipokrat yeminine ihanet eden bir profesörün
de adı verildi ve bu tip doktorların Mamak, Metris ve Diyarbakır zindanlarında
çokça görev yaptığı bilgisi yer aldı. 12 Eylül’le hesaplaşmanın bir
boyutu işkencecileri yargılamak ise -bugüne kadar hiç kimse yargılanmadı, dava
açılmadı, bir kez daha dikkatinizi çekiyorum- bir boyutu da işkenceye tıbbi
onay veren doktorların soruşturulmasıdır.
Yüce
Meclisi, Hükûmet üyelerini bilgilendiririm, saygılarımı sunarım.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Aygün.
Sayın
Şandır…
6.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Ahıska Türklerinin sorunlarına çözüm bulunmasına
ve diyabet hastalığının araştırılarak alınması gereken tedbirlere ilişkin
açıklaması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Biz
de Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak Ahıska Türklerinin tarihte
yaşadıkları o zulmü şiddetle, nefretle kınıyoruz, acılarını paylaşıyoruz. O
sürgünde hayatını kaybeden kardeşlerimize rahmetler diliyorum. Sayın Sinan
Oğan’ın ifade ettiği sorunlar hâlâ devam ediyor. Bu sorunların da en kısa
sürede aşılmasını talep ediyor, aşılacağını ümit ediyoruz.
Bir
diğer husus diyabet konusu. Gerçekten ülkemizde hızla artan,
özellikle de diyabetli hastaların yaş sınırı aşağıya doğru… Artık çocuklarımız,
üç yaşında, dört yaşında çocuklarımız diyabet hastası olmaktadırlar. Bu sonucu
oluşturan sebeplerin doğru araştırılıp tedbirlerinin alınmasını Hükûmetten
talep ediyor, teşekkür ediyorum efendim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Şandır.
Sayın
Sakık…
7.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Van, Bitlis, Muş ve çevresinde yaşanan kötü hava
şartları nedeniyle pancar üreticilerinin mağduriyetlerinin giderilmesine
ilişkin açıklaması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
İlgili
bakan yok ama çok önemli bir konu olduğu için diliyorum not tutarsınız.
Şimdi,
Van’ın Erciş bölgesinde, Bitlis’in Güroymak, Muş’un Bulanık, Malazgirt ve
merkezde kısmen, bu yıl erken kış geldi. Pancarların büyük bir çoğunluğu
tarlalarda kaldı. Hiçbir araç tarlalara giremiyor ve vatandaş perişan. Bir de
kota var, yani bunlar pancarlarını teslim etmedikleri zaman bir yasal yaptırım
da var ve üretici perişan. Bu konuda bir katkınız olursa çok sevinirim,
özellikle Erciş’le ilgili.
Çok
teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Sakık.
Sayın
Altay…
8.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın,
Parlamentonun daha verimli çalışabilmesi için iktidar ve muhalefet partilerinin
uzlaşması gerektiğine ilişkin açıklaması
ENGİN
ALTAY (Sinop) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; 1 Ekimde açılan Parlamento yaklaşık bir buçuk
ayını ikmal etti, üç beş tane uluslararası anlaşma dışında Parlamentonun ortaya
koyduğu hiçbir şey olmadı. Bu Parlamentonun bu şekilde çalışması hem zaman
israfıdır hem de millî servete büyük bir yanlıştır. Parlamentonun çalışması
için de iktidarın muhalefetle uzlaşması şarttır. İktidarın muhalefetle
uzlaşmadan Parlamentoyu çalıştıramayacağını artık görmüş olması lazım. Millet
bizi izliyor, bu Parlamentodan beklenen çok şey var fakat kanun hükmünde
kararnamelerle yetinen bir Hükûmet var ortada. Kanun hükmünde kararnamelerin de
Meclis açık olduğu hâlde hâlâ Meclise gelmemesi yürütme organının, yasama
organının…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Altay.
Sayın
Işık…
9.- Erzincan Milletvekili Muharrem Işık’ın,
ülkemizde nişasta bazlı şeker üretiminin her yıl
kotasının arttırılmasının sağlığa ve çevreye verdiği zararlara ve mısır
ithalatında kazanç sağlayan firmaların araştırılmasına ilişkin açıklaması ve
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
MUHARREM
IŞIK (Erzincan) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; “Üç beyazdan uzak duralım”, “Obeziteyle mücadele edelim” diye Sağlık Bakanlığı
kampanyalar açarken nişasta bazlı şeker üretiminin
ülkemizde her yıl kotasının artırılması, nişasta bazlı şekerin diyabetten kemik
erimesine, kansızlığa, gut hastalığına, karın tipi şişmanlığa, karaciğer
yağlanmasına, kansere neden olduğu bilinirken bunun kullanılmasına izin
verilmesi, ayrıca şeker fabrikasının kapatılması, şeker üretiminin azalması,
sağlığa ve çevreye verdiği faydaların göz önüne alınmaması bir çelişki değil
midir?
Diyabet
Haftası’nda böyle bir konu görüşülürken şekerin, özellikle nişasta bazlı şekerlerin üretiminin artırılması ve mısır ithalatında
hangi firmaların kazanç sağladığının araştırılması gerekiyor.
Saygılarımı
sunuyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Işık.
Sayın
Atıcı…
10.- Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcı’nın, diyabet konusunda Sağlık Bakanı yerine niçin Orman ve Su İşleri
Bakanının açıklama yaptığına ve ülkemizde geçim sıkıntısı çeken vatandaşların
gönüllü kobay olarak bilimsel araştırmalarda kullanıldıkları iddialarına
ilişkin açıklaması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Orman
ve Su İşleri Bakanından diyabet dinlemek gerçekten çok ilginçti. Acaba diyabet
orman işlerine mi giriyor, su işlerine mi giriyor, ben bir hekim olarak
anlayamadım! Ama bir şeyi anladım ki Hükûmetin sağlığa verdiği önem bu
kadardır. Bu ülkenin bir Sağlık Bakanı yok mudur? Bu konuyu, dün bizi
eleştirmeye çalışan AKP Grup Başkan Vekilinin dikkatine ayrıca sunuyorum.
Bir
de sorum olacak: 16’ncı büyük ekonomiye sahip olduğumuzu iddia edenler, kişi
başına düşen millî gelirin 10 bin dolar olduğunu iddia edenler geçim sıkıntısı
nedeniyle bilimsel araştırmalara -tırnak içinde- gönüllü olarak kobay olan ve
ölen vatandaşların varlığından utanıyorlar mı?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Atıcı.
Sayın
Türkoğlu ve Sayın Eryılmaz’a da tekrar söz veriyorum, bundan sonra söz talebi
almayacağımı belirtiyorum.
Sayın
Türkoğlu, buyurunuz.
11.- Osmaniye Milletvekili Hasan
Hüseyin Türkoğlu’nun, terör örgütü ile Türk devleti arasında arabuluculuk
talebinde bulunulduğuna dair basına yansıyan haberlere ilişkin açıklaması ve
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Biz,
parmakları değiştiremeyeceğimize göre, sistemde arıza var, lütfen sistemi
değiştirin. Çünkü girmekte zorlandık, onu öncelikle arz edeyim. Söz hakkı için
de teşekkür ediyorum nezaketinize.
Benim
bahsetmek istediğim husus, dün gazetelere yansıyan ve Sayın Başbakanımızın
bayram öncesi Türkiye’yi ziyaret eden Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin
başkanından terör örgütü PKK’yla arabuluculuk talebine ilişkin. Bu nasıl bir
iştir? Afrika’yı dizayn ediyorsunuz, Libya’yı,
Mısır’ı, Cezayir’i, Fas’ı neyse, Suriye’ye efeleniyorsunuz ama ülkemize her gün
terörist gönderen bir bölgenin yöneticisi ki, bir aşiret reisidir, ondan Türk
devleti, koskoca Türk devleti arabuluculuk istiyor? Bunu çok garipsediğimi,
yadırgadığımı ve ayıpladığımı ifade etmek istiyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyoruz Sayın Türkoğlu.
Sayın
Eryılmaz.
12.- Hatay Milletvekili Refik
Eryılmaz’ın, terör örgütüne verildiği öne sürülen desteğin ülkemizin ulusal
çıkarlarını ve güvenliğini tehdit ettiğine ilişkin açıklaması ve Orman ve Su
İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
REFİK
ERYILMAZ (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Başbakan, her fırsatta terörün dini, dili, ırkı ve milletinin olmadığını ve
nereden gelirse gelsin kınanması gerektiğini söylemektedir. Ancak komşu, kardeş
ve dost bir ülkenin yönetimini silahlı güç kullanmak suretiyle devirmeye
çalışan, Müslüman kanı döken, polis ve asker öldüren muhalif gruplara silahlı eğitim,
lojistik destek ve koruma-kollama dâhil her türlü destek verilmektedir. Bu
silahlı gruba verilen destek, teröre destek vermek anlamına gelmiyor mu? Tarih,
Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu’nu Müslüman kanı döken silahlı gruba
destek veren politikacılar olarak kaydedecektir. Bu silahlı gruba verilen
destek ülkenin ulusal çıkarlarına hizmet etmediği gibi, ülkemizin ulusal
güvenliğini de tehdit etmektedir. Bu konuda sayın AKP
Grubunun da…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz.
Sayın
milletvekilleri, gündeme geçiyoruz, Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Başkanım, özür dilerim, yani usul açısından şöyle bir sorun
doğdu: Burada sorular soruldu. Bu soruların sorulması birer yasama faaliyetidir.
Yasama faaliyeti olması nedeniyle ilgili bakanın cevap vermesi gerekir. Eğer
ilgili bakan… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın Tanal…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) - O anlamda yasama faaliyetinin işidir…
BAŞKAN
– Sayın Tanal…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Yasama faaliyetle ilgili…
BAŞKAN
– Sayın Tanal…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanın sözünü kesiyorsunuz.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Lütfen saygılı olur musunuz. Sözünü
ben kesmiyorum, meramımı anlatıyorum.
BAŞKAN
– Sayın Tanal, ben İç Tüzük’ün 60’ncı maddesine göre
kısa bir açıklama isteyen milletvekillerine söz verdim. Bu soru-cevap işlemi
değildir. Ona göre, İç Tüzük’e göre tekrar bakarsanız
sizi…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Ama maalesef hep soru soruldu.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim bu konuda.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Ama Sayın Bakan cevap vermek istiyor efendim.
ORMAN
VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, böyle bir
itham oldu.
BAŞKAN
– Sayın Eroğlu, böyle bir usul yok biliyorsunuz. Lütfen…
ORMAN
VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Müsaade ederseniz…
BAŞKAN
- Soru-cevap bölümünde değiliz. 60’a göre bir şey var.
ORMAN
VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Kısa bir açıklama
yapacağım.
BAŞKAN
– Sizin mikrofonunuzu açayım. Sayın Eroğlu, siz de eğer 60’a göre bir açıklama
yapmak istiyorsanız yerinizden siz de aynı şekilde bir açıklamada
bulunabilirsiniz.
ORMAN
VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; evvela bir milletvekilimiz işte “Artık, diyabetle alakalı konu
Orman ve Su İşleri Bakanlığına mı geçti?” şeklinde bir beyanda bulundu. Esasen bu hakikaten çirkin bir ifade. Benim acaba bu konuda
ne kadar bilgili olup olmadığımı siz takdir edecek durumda mısınız ki! Bir kere
ben Hükûmet adına bilgi vermek üzere çıkıyorum. Burada nöbetçi benim
dolayısıyla Sağlık Bakanlığımızla da görüştük. Diyabetle ilgili çalışmaları
aldım. Kaldı ki ben sağlıkla, koruyucu hekimlikle ilgili bizzat ders vermiş,
ilgilenmiş bir kişiyim. Ben bir çevre profesörüyüm. Dolayısıyla bundan tabii
bir şey olamaz.
İkinci
husus da bir milletvekilimiz, Suriye’deki muhaliflere Hükûmetin silah sağladığı
şeklinde, böyle bir beyanatta bulundu. Bu fevkalade yanlıştır, bu çok çirkin
bir şeydir. Dış siyasetle alakalı bir konuda böyle alelusul bir şekilde söz
söylemek de fevkalade yanlıştır, bakın… Çünkü Türkiye büyük bir devlettir, ona
göre karar veriliyor, ne yapılacağını belirliyoruz ama bizim böyle bir silah
desteği falan verdiğimiz yok. Hatta biz şu anda birtakım yaptırımlar bile
uygulamıyoruz. Suyu kesebiliriz, suyu kesiyor muyuz? Dolayısıyla orada insanlar
yaşıyor, ne gerekiyorsa… Biz insani açıdan bakıyoruz. Bunu özellikle vurgulamak
istiyoruz.
Bir
diğer husus da Ahıska Türkleri. Bu konuda Hükûmetimiz gerekeni yapıyor,
yapmıyor değil yani bizzat bu işi takip eden bakanlarımız var. Yani ben de ta
Kazakistan’da Ahıska Türklerinin ne büyük zulme uğradıklarını giderek görmüş
bir kişiyim, yıllarca önce, 1990’lı yıllarda. Hakikaten, çok zulme uğradılar,
mağdur oldular. Hükûmetimizle, hep birlikte onlara sahip çıkmamız
gerektiğine inanıyorum.
Bir
diğer husus da şekerle ilgili konuşuldu. Tabii ki şekerle ilgili, zaten, ben
ayrıca pancarla ilgili Erciş’te, Malazgirt’te ve Güroymak’taki sayın
vekillerimizin ifade ettiği hususları ilgili bakana aktaracağım.
Özetle
bunları vurgulamak istiyorum. Hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Eroğlu.
Konuşmanızın
başında zaten açıklamıştınız neden burada bulunduğunuzu. Bu, gayet net ve
açıktı.
Şimdi,
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır…
REFİK
ERYILMAZ (Hatay) – Sayın Başkan, bir dakikalık söz hakkı istemiştik, verdiniz,
sağ olun, Sayın Bakanımız da cevap verdi.
Eğer
izin verirseniz Sayın Bakanımızın söylediğine iki kelime bir şey eklemek istiyorum.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan bu taraf “Bağımsızlar” heyeti mi?
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, lütfen…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Burada “Bağımsızlar” diye yazmıyor tahmin ediyorum.
BAŞKAN
– Çok rica edeceğim…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) - Sayın Başkan, şuraya “Bağımsızlar” diye yazalım.
BAŞKAN
– Lütfen…
REFİK
ERYILMAZ (Hatay) – Bizim herhangi bir suçlamamız yoktur. Burada, Türkiye'nin
koruyup kolladığı iddia edilen bir albayın yaptığı açıklamalar ulusal ve
uluslararası basında…
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, böyle usul var mı? Her seferinde çıkıp böyle
konuşuyor. Böyle şey olmaz ya!
BAŞKAN
– Sayın Milletvekili, siz bunu gayet açık ve net bir şekilde ifade ettiniz
zaten, Sayın Bakan da buna karşılık bir açıklamada bulundu. Lütfen, gündemimize
geçelim.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığının üç tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup
bilgilerinize sunacağım.
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Romanya Senatosu Başkanı Mircea Geoana'nın, beraberinde bir Parlamento Heyeti ile Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette
bulunmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/362)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Romanya
Senatosu Başkanı Mircea Geoana'nın beraberinde bir
Parlamento Heyeti ile birlikte ülkemizi ziyaret etmesi Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlık Divanı'nın 2 Kasım 2011 tarih ve 8 sayılı Kararı ile uygun
bulunmuştur.
Söz
konusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Dış
İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun'un 7. Maddesi gereğince
Genel Kurul'un bilgilerine sunulur.
Cemil
Çiçek
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
2.- Türkiye-AB Karma Parlamento
Komisyonunda açık bulunan üyeliğe İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun,
NATO Parlamenter Asamblesi Türk
Grubundaki yedek üyeliğe Bursa Milletvekili Aykan Erdemir ile Avrupa Güvenlik
ve İşbirliği Teşkilatı Türk Grubundaki yedek üyeliğe İstanbul Milletvekili
Celal Dinçer’in,
Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Parlamenter Asamblesi Türk Grubunda açık bulunan üyeliğe Diyarbakır
Milletvekili Altan Tan’ın getirildiklerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/363)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Antalya
Milletvekili Yusuf Ziya İrbeç'in Türkiye-AB Karma
Parlamento Komisyonu'ndaki üyeliğinin sona ermesiyle boşalan üyelik için, MHP
Grup Başkanlığınca aday gösterilen İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun
üyeliği,
CHP
Grup Başkanlığınca aday gösterilen Bursa Milletvekili Aykan Erdemir'in NATO
Parlamenter Asamblesi Türk Grubundaki yedek üyeliği ile İstanbul Milletvekili
Celal Dinçer'in Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Türk Grubundaki yedek
üyeliği,
Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi Türk Grubunda boş bulunan üyelik için,
BDP Grup Başkanlığınca aday gösterilen Diyarbakır Milletvekili Altan Tan'ın
üyeliği,
TBMM
Başkanlık Divanı'nın 14 Kasım 2011 tarih ve 9 sayılı Kararı'nı müteakiben,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620
sayılı Kanunun 2. maddesinin (a) fıkrası uyarınca Genel Kurul'un bilgisine
sunulur.
Cemil
Çiçek
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
3.- Kazakistan Senato Başkanı Kairat Mami'nin, beraberinde bir
Parlamento Heyeti ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak
ülkemize resmî ziyarette bulunmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/634)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Kazakistan
Senato Başkanı Kairat Mami'nin
beraberinde bir heyetle Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'nın konuğu
olarak ülkemize resmi ziyaret etmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık
Divanı'nın 12 Ekim 2011 tarih ve 5 sayılı Kararı ile uygun bulunmuştur.
Söz
konusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Dış
İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun'un 7. Maddesi gereğince
Genel Kurul'un bilgilerine sunulur.
Cemil
Çiçek
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN
– Bilgilerinize sunulmuştur.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
B) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 21 milletvekilinin, İstanbul’da
depremle ilgili yapılan çalışmaların incelenerek alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/56)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Türkiye'nin
büyük bir bölümü deprem kuşağı içinde yer almaktadır. 1999 yılında, 17
Ağustos'ta Gölcük'te ve 12 Kasım'da Düzce'de meydana gelen depremlerin ardından
İstanbul'daki deprem olasılığı yoğun bir şekilde tartışılmıştır.
1999'da
Gölcük'te meydana gelen depremde, resmi rakamlara göre 17.480 kişi ölmüş,
43.953 kişi yaralanmıştır. Resmi olmayan bilgilere göre ise yaklaşık 50.000
kişi hayatını kaybetmiş, yine 100.000'e yakın kişi yaralanmıştır. Düzce
depreminde ise Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi'nin açıklamalarına göre 845
kişi ölmüş, 4.948 kişi de yaralanmıştır. Bunun yanında her iki depremde de
birçok bina yıkılmış, bu nedenle birçok kişi evsiz kalmıştır. O dönemde deprem
kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılmış, uzmanlarca konunun ayrıntıları
aktarılmıştır. Depremin yaşandığı bölgelerde, binaların depreme dayanıklı
olmadığı görülmüştür. İstanbul'da olması beklenen depremle ilgili çeşitli
uyarılar yapılmış, ivedi bir şekilde önlem alınması gerektiği ortaya
konulmuştur.
Ancak
İstanbul'da bina denetimleri, halkın bilinçlendirilmesi, kamu alanlarının elden
geçirilmesi gibi hayati öneme sahip konularda ciddi adımlar atılmamıştır. Her
işi son ana bırakma zihniyetiyle hareket eden iktidar ve yerel yönetim,
milyonlarca insanın hayatını kaybetme riskinin olduğu, böylesine önemli bir
konuda son derece pervasız davranmaktadır.
Son
günlerde konunun uzmanları tarafından yapılan açıklamalar deprem riskini ve
kötü sonuçlarını bir kez daha hatırlamamızı sağlamıştır. Konuyla ilgili yeterli
araştırma ve belirleme yapılması için yerel yönetimlerin gereken kaynağı
ayırmadığını belirten uzmanlarca, Marmara Denizi'nin altında yapılan çalışmalar
sonucunda, 1999 depremi öncesindeki belirtilerin görüldüğünü açıklamıştır.
İstanbul'daki
hızlı nüfus artışı, plansız ve denetimsiz şehirleşme göz önüne alındığında
depremin neden olacağı yıkım tahmin edilenden yüksek olacaktır. Bu nedenle acil
olarak önlemlerin alınması gerekmektedir.
Öncelikle
halkın konuyla ilgili olarak bilinçlendirilmesi, bu yönde çalışmaların yapılması
gerekmektedir. Bu konuda eğitim almış arama kurtarma ekiplerinin sayısının
arttırılması zorunludur. Kamu binalarının elden geçirilmesi, konuyla ilgili
gerekli araştırma ve belirlemelerin yapılabilmesi amacıyla gerekli kaynağın
ayrılması ve ivedi çözümlerin derhâl uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir.
İnsan hayatını önemsemeyen, bilim ve akademik çalışmaları hiçe sayan bir
anlayışla İstanbul'un depreme hazırlanması söz konusu olamaz.
İstanbul'da
depremle ilgili yapılan çalışmaların incelenmesi ve alınacak tedbirlerin
tespiti amacıyla, Anayasa’nın 98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü‘nün 104. ve 105. maddeleri gereğince meclis
araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.
1)
Ferit Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul)
2)
İhsan Özkes (İstanbul)
3)
Candan Yüceer (Tekirdağ)
4)
Atilla Kart (Konya)
5)
Erdal Aksünger (İzmir)
6)
Kamer Genç (Tunceli)
7)
Mehmet Şeker (Gaziantep)
8)
Tufan Köse (Çorum)
9)
Kazım Kurt (Eskişehir)
10)
Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
11)
Ali Rıza Öztürk (Mersin)
12)
Salih Fırat (Adıyaman)
13)
Metin Lütfi Baydar (Aydın)
14)
Aytuğ Atıcı (Mersin)
15)
Özgür Özel (Manisa)
16)
Nurettin Demir (Muğla)
17)
Sinan Aydın Aygün (Ankara)
18)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
19)
Mustafa Sezgin Tanrukulu (İstanbul)
20)
Celal Dinçer (İstanbul)
21)
Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
22)
Malik Ecder Özdemir (Sivas)
2.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 21 milletvekilinin, balıkçılık
sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/57)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemiz;
farklı ekolojik özellikteki Karadeniz, Marmara, Ege ve
Akdeniz'e kıyısı olan, 178 bin km. kıyı uzunluğundaki akarsu, toplam yüzey
alanları 1 milyon hektarın üzerinde 200 adet doğal gölleri ve 3 bin 442 km'lik
baraj gölleriyle hem denizel hem de iç sular bakımından zengin balıkçılık
kaynaklarına sahip bir ülkedir.
Türkiye
denizlerinin bağlı bulunduğu Akdeniz'de 5 bin, Karadeniz'de bin 700 civarında
canlı türünün yaşadığı bilinmektedir. Karadeniz'de 247, Marmara Denizi'nde 200,
Ege Denizi'nde 300 ve Akdeniz'de 500 balık türü bulunmaktadır. Tüm bu
zenginliklere rağmen ülkemizde balıkçılıkla ilgili çağdaş, etkin politikaların
geliştirilememesi, dünya balıkçılık teknolojisindeki hızlı gelişmeye rağmen bu
gelişime ayak uydurabilecek yeni uygulamaların hayata geçirilememesi, bilimsel
bir kurumun böylesine önemli bir sektöre destek ve yön verememesi sonucunda
balıkçılık sektörü çıkmaza girmiştir.
Dünyada
nüfus artışı, insanların beslenme ihtiyacını gün geçtikçe arttırmakta, gıda
yetersizliği yaşamalarına neden olmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler gıda
gereksinimlerini karşılayabilecek ve ulusal kaynak gelirlerini arttıracak
önlemleri almakta; ekonomik, sosyal ve diğer koruyucu hizmetlerle bireylerin
uygarca yaşamalarına çaba göstermektedir. Bu nedenle balıkçılığın önemi
ekonomik kaynak sağlamasının yanı sıra insan beslenmesine olan yüksek düzeydeki
protein katkısı nedeniyle de değerlendirilmelidir.
Dünya
balıkçılığında avcılıkla büyüyen ürün açığı yetiştiricilikle karşılanmaya
çalışılmaktadır. Ülkemizde özellikle denizlerde yapılan yetiştiriciliğin yoğun
çevre kirliliği yarattığı tartışmaları gündemdedir. Aslında yetiştiriciliğin
sürdürülebilir gelişimi birinci derecede kaliteli çevreye ve suya bağlıdır. Bu
nedenle yetiştiricilik yatırımları çevreyle uyumlu olmalı ve olumsuz
etkilerinin minimum düzeyde olması gereklidir. Çünkü yetiştiricilik sadece bir
gıda üreticisi değil, aynı zamanda sınırlı kaynaklar için rekabet eden bir
tüketici ve atık üreticisidir. Bu nedenle yetiştiricilik ve doğal sistemler
arasındaki etkileşimlerle ilgili bilgiyi arttırabilecek programlar ve etkileri
azaltacak teknolojilerin de desteklenmesi gerekmektedir. Söz konusu
sıkıntıların giderilmesi için hem devletin hem de yetiştiricilik sektörünün
öncelikli rollerinin belirlenmesi ve üstlenilmesi gerekmektedir.
Avrupa
ülkelerinde balıkçılık alanındaki ilk uygulamalar, balıkçılık sahalarına
girişin pazar ve yapıların düzenlenmesi amacıyla 1970'li yılların başında
gündeme gelmiştir. Yapılan düzenlemelerle balıkçıların av sahalarına eşit
haklarla girebilmelerine olanak sağlanmış, uluslararası antlaşmalarla
haklarının korunması için ortak bir politika belirlenmesi yönünde karar
alınmıştır. Su ürünleri ve su alanları bakımından pek çok ülkeden daha
avantajlı olan Türkiye'de Avrupa'daki düzenlemelerin yapıldığı tarihten 37 yıl
sonra bile halen balıkçılık sektörü üvey evlat muamelesi görmektedir.
Ülkemizde
balıkçılık alanında kaynak kullanımı, denetim ve kontrol, yapısal eylemler,
pazar politikası, devlet yardımları ve balıkçılarımızın sosyal sorunları
konusunda büyük bir yetersizlik ve boşluk yaşanmaktadır. Bu ilgisizlik,
balıkçılık araştırmaları konusunda da kendini göstermektedir. OECD ülkelerinin
2000 yılında balıkçılık yönetimi ile ilgili harcamalarına bakıldığında
Türkiye'de balıkçılık için ayrılan parasal ödeneklerle diğer ülkelerin
harcamaları arasında ciddi bir uçurum söz konusudur. OECD'nin yayımladığı
raporda Türkiye'nin balıkçılık yönetimi ile ilgili harcamalarını içeren ödenek
hanesi 'bilgi alınamadı' şeklinde gösterilmiştir. Oysa Türkiye, ispanya dışında
Akdeniz'e kıyısı olan tüm ülkelerden daha fazla balık üretmekte ve bu konuda
dünyada söz sahibi olması gereken bir ülkedir.
Balıkçılığımızın
ulusal sorunlarına çıkış yolu bulabilmek ve konuyu Parlamento çatısı altında
tartışmaya açabilmek amacıyla ülkemizde balıkçılığın sorunları ve çözüm
yollarının belirlenmesi için Anayasanın 98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri gereğince meclis araştırması açılmasını
saygılarımızla arz ederiz.
1)
Ferit Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul)
2)
Mehmet Şeker (Gaziantep)
3)
İhsan Özkes (İstanbul)
4)
Kamer Genç (Tunceli)
5)
Candan Yüceer (Tekirdağ)
6)
Erdal Aksünger (İzmir)
7)
Mevlüt Dudu (Hatay)
8)
Metin Lütfi Baydar (Aydın)
9)
Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
10)
Kazım Kurt (Eskişehir)
11)
Salih Fırat (Adıyaman)
12)
Aytuğ Atıcı (Mersin)
13)
Özgür Özel (Manisa)
14)
Nurettin Demir (Muğla)
15)
Atilla Kart (Konya)
16)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
17)
Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
18)
Ali Rıza Öztürk (Mersin)
19)
Sena Kaleli (Bursa)
20)
Celal Dinçer (İstanbul)
21)
Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
22)
Malik Ecder Özdemir (Sivas)
3.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve
21 milletvekilinin, Alevilerin inanç ve kültürlerini yaşamakta karşılaştıkları
sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/58)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sayıları
20 milyondan fazla olduğu tahmin edilen Alevi İslam inancına sahip
vatandaşlarımızın, inanç ve kültürlerini yaşamak ve yaşatmakta önemli ve ciddi
sorunları vardır. Aleviler, tarihte çeşitli kıyımlar ve iftiralara uğramış,
inanç ve kültürleri aşağılanmış, dışlanmıştır. Bugün dahi bazıları kasıtlı,
bazıları bilgisizlikten kaynaklanan haksız söz, davranış ve yakıştırmalara
muhatap olmaktadırlar. Toplumu doğru bilgilendirmesi gereken kişi ve kurumların
bile, zaman zaman bu haksız söz ve yakıştırmalara katılması üzücüdür.
Ulusun
aslî unsuru olan ve Laik Cumhuriyete, Atatürk ilkelerine, devrimlerine ve
Devletin üniter yapısına son derecede bağlı olan
Alevi vatandaşlarımızın, inanç ve kültürleri ile ilgili, kırıp dökmeden ve
yasal sınırlar içinde, yıllardan beri dile getirdikleri talepleri görmezden
gelinmektedir. Devletin ilgili kurumları inkarcı
anlayışla, İslamın farklı yorumu olan Aleviliği kabul
etmeyerek, Alevi vatandaşlarımızı Sünni İslam inancının kurallarını ve
geleneklerini kabul etmeye zorlamaktadır. Bu durum hem Anayasa ve hem de insan
haklarına aykırıdır.
Alevilerin,
eşit yurttaşlık hakkına dayanarak talep ettikleri eşitlik ve hak talepleri; 10
yıldır AB ilerleme raporlarına yansımasına ve AİHM'nin kararlarına rağmen
gerçekleştirilmemiştir. Ve sorun giderek uluslararası boyut kazanmaktadır.
Cemevlerinin
ibadethane sayılması, Sünni İslam inancını ifade eden zorunlu din dersinin
kaldırılması veya seçimli olması, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yeniden
yapılandırılması, Alevi köylerine cami yapılmasına son verilmesi ve Alevi
toplumunun kendilerini ifade etmelerinin önündeki engellerin kaldırılmasına
ilişkin başlıca talepler, yıllardan beri bir türlü olumlu karşılanmamış, hak
ettiği ilgiyi görmemiştir. Yani, Alevi İslam inancına sahip vatandaşlarımızın,
en temel hakları olan inanç ve kültürleri ile ilgili, karşılaştıkları engeller
ve sorunlar giderilmediği gibi, tersine gayretler olduğu görülmektedir.
Sonuç
olarak, Alevi İslam inancına sahip vatandaşlarımızın, inanç ve kültürlerini
yaşamak yaşatmak ve kendilerini ifade etmeleri ile ilgili yakınmalarına neden
olan sorunların ve bu sorunların giderilmesi için alınması gereken önlemlerin
tespiti için, Anayasa'nın 98. ve İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereği, bir
Meclis Araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz. 26.07.2011
1)
Ensar Öğüt (Ardahan)
2)
Candan Yüceer (Tekirdağ)
3)
Sinan Aydın Aygün (Ankara)
4)
Erdal Aksünger (İzmir)
5)
Celal Dinçer (İstanbul)
6)
Tufan Köse (Çorum)
7)
Atilla Kart (Konya)
8)
Mehmet Şeker (Gaziantep)
9)
İhsan Özkes (İstanbul)
10)
Metin Lütfi Baydar (Aydın)
11)
Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
12)
Kazım Kurt (Eskişehir)
13)
Salih Fırat (Adıyaman)
14)
Özgür Özel (Manisa)
15)
Aytuğ Atıcı (Mersin)
16)
Nurettin Demir (Muğla)
17)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
18)
Ali Özgündüz (İstanbul)
19)
Rıza Mahmut Türmen (İzmir)
20)
Ali Rıza Öztürk (Mersin)
21)
Sena Kaleli (Bursa)
22)
Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
BAŞKAN
– Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.
Bir
gensoru önergesi vardır. Önerge daha önce bastırılıp sayın üyelere bugün
dağıtılmıştır.
Şimdi
önergeyi okutuyorum:
C) Gensoru
Önergeleri
1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Grup Başkan Vekilleri Yalova Milletvekili Muharrem İnce, İstanbul Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi ve Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan’ın CHP’li
Belediyelerin Alman Vakıflarından kredi alarak terör örgütüne yardım ettikleri
iddiasında bulunduğu hâlde bunu ispatlamadığı ve böylelikle üstlendiği görevi
yerine getirmediği iddiasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında gensoru
açılmasına ilişkin önergesi (11/4)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Cumhuriyet
Halk Partili Belediyelerin Alman Vakıflarından kredi alarak terör örgütü PKK'ya
yardım ettikleri iddiasında bulunan ancak bu iddiasını kanıtlama yerine açıkça
yalan ve hedef gösterici beyanlarda bulunan, Anayasanın 112. maddesinde
belirtilen "bakanların görevlerinin Anayasa ve kanunlara uygun olarak
yerine getirilmesini gözetmek ve düzeltici önlemleri almakla yükümlüdür"
görevini yerine getirmeyen Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan hakkında
Anayasanın 98 ve 99'uncu, TBMM İçtüzüğünün 106'ncı maddeleri gereğince gensoru
açılmasını saygılarımızla arz ve teklif ederiz.
|
Muharrem İnce |
M. Akif Hamzaçebi |
Emine Ülker Tarhan |
|
CHP Grup Başkanvekili |
CHP Grup Başkanvekili |
CHP Grup Başkanvekili |
|
Yalova |
İstanbul |
Ankara |
Gerekçe:
29
Eylül 2011 tarihinde Makedonya Cumhuriyetine resmî ziyarette bulunan Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan iki günlük bu ziyaretinin dönüş aşamasında “CHP'li
belediyelerin Almanya'daki bir vakıfla kredi sözleşmesi yaptıkları ve bu yolla
PKK'ya para aktardıklarını” iddia etmiştir.
Başbakanlık
makamı iddiada bulunmaktan öte açıkça suç sayılan bu fiillerin ortaya
çıkarılması ve yargıya taşınmasını gerektirir.
Başbakan
Erdoğan bunu yapmadığı gibi 3 Ekim 2011 tarihinde Güney Afrika ziyareti
öncesinde yaptığı açıklamada “Şu anda ana muhalefet partisi lideri kendi
belediyelerini bir araştırsın. 'Sizin hanginiz Alman vakıflarından herhangi
biriyle bir kredi görüşmesi içindesin diye bir sorsun'. Bunlar ufak belde
belediyesi de değil, ilçe belediyesi de değil, bir araştırırsa, bak ben bu
kadarını kenara koyuyorum. Çalışma zeminini daha da daralttım.” ifadelerini
kullanarak, iddiasını karalama boyutuna taşımıştır.
Belediyeler
birer yürütme kurumlarıdır ve yaptıkları iş ve işlemlerin tümü denetime
tabiidir. Bunu yapmakla sorumlu olan makamın bunu yapmadan terör örgütüne
yardım etmek gibi açıkça suç sayılan bir ithamda bulunmasının kendisi
yasalarımız açısından suç sayılan fiiller arasında yer almaktadır.
Başbakan
Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partili hangi Belediyelerin Alman Vakıflarından yasal
olmayan biçimde para aldığını ve PKK adlı terör örgütüne para aktardığını bütün
belgeleriyle açıklamak zorundadır.
Başbakanlık
makamı her türlü yolsuzluğun, hukuksuzluğun ortadan kaldırılmasını, bütün iş ve
işlemlerin hukuka uygun biçimde yürütülmesini gözeten bir makamdır. Yalan,
iftira gibi hem ahlaki hem de hukuki açıdan kabul edilemez söz ve eylemlerin
gerçekleştirildiği bir yer olamaz.
Oysa
Başbakan Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partili Belediyelere iftira atmada tereddüt
etmezken, AKP'li bazı belediyelerin yolsuzluklarını, gerçekleştirdikleri
ihalelerdeki usulsüzlükleri görmezden gelmekte, açıkça bu fiillerin araştırılmasını,
yargıya taşınmasını engelleyici söz ve eylemlerde bulunmaktadır. Örneğin
Başbakan Erdoğan'ın bilgisi dâhilinde İçişleri Bakanlığı AKP'li belediyelerin
gerçekleştirdiği yolsuzlukların yargıya taşınması için yasal soruşturma
izinlerini vermemektedir.
Başta
CHP olmak üzere diğer muhalefet partilerine ait Belediye yönetimlerinde
gerçekleştirilen denetimler, soruşturmalar nerede ise denetim ve soruşturma
faaliyeti olmaktan çıkıp açıkça Belediyelerin kamu hizmetlerini yürütmelerinin
engellenmesine, Belediye Başkanlarının hak ve hukuklarına tecavüze dönüşmüştür..
Bu
gelişmeler Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan üstlendiği görevi yerine
getirmenin uzağına düştüğünü, yalan ve iftirayı siyaset yapma biçimine
dönüştürmesinden dolayı kendisine güvensizlik durumunun oluştuğunu
gösterdiğinden Anayasanın 98 ve 99'uncu, TBMM İçtüzüğünün 106'ncı maddelerinin
gereği gensoru açılması uygun olacaktır.
BAŞKAN
– Bilgilerinize sunulmuştur.
Gensorunun
gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmenin gününü kapsayan Danışma
Kurulu önerisi daha sonra oylarınıza sunulacaktır.
Barış
ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu
maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır. Okutup, işleme alacağım ve daha
sonra oylarınıza sunacağım.
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri
1.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve arkadaşları tarafından sağlıkta dönüşüm adı
altında başlayan aile hekimliği uygulamasının başladığı günden bugüne kadar
sonuçlarının değerlendirilmesi, yaşanan mevcut sorunların tespiti ve
giderilmesi amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 17/11/2011
Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı
tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
17.11.2011
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu'nun 17.11.2011 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında oy birliği
sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Pervin
Buldan
Iğdır
Grup
Başkanvekili
Öneri:
01
Kasım 2011 tarihinde, Bingöl Milletvekili İdris BALUKEN ve arkadaşları
taraflıdan (139 sıra nolu), Sağlıkta dönüşüm adı
altında başlayan Aile Hekimliği uygulamasının başlandığı günden bugüne kadar
sonuçlarının değerlendirilmesi, yaşanan mevcut sorunların tespiti ve
giderilmesi amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis
Araştırma Önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer
önergelerin önüne alınarak 17.11.2011 Perşembe günlü birleşiminde sunuşlarda
okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN
– Önerinin lehine Bingöl Milletvekili İdris Baluken.
Buyurunuz
Sayın Baluken. (BDP sıralarından alkışlar)
İDRİS
BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; heyetinizi saygıyla
selamlayarak konuşmama başlamak istiyorum. Bugün 2005 yılında uygulamaya giren
aile hekimliği sisteminin sonuçlarıyla ilgili vermiş olduğumuz araştırma
önergesiyle ilgili bazı saptamalar yapmak üzere söz almış bulunmaktayım. Ancak
konuşmamı aile hekimliği sisteminin de bir parçası olduğu Sağlıkta Dönüşüm
Projesi’yle ilgili genel bir çerçeve etrafında yapmaya çalışacağım.
Değerli
milletvekilleri, 2003 yılında devreye sokulan Sağlıkta Dönüşüm Projesi’yle
ilgili uygulamalar kamuoyunun yoğun eleştirilerine rağmen aynı şekilde devam
etmektedir. Açığa çıkmıştır ki, bu uygulamalarda temel amaç sağlığın sosyal
devlet anlayışının vermesi gereken bir kamusal hizmet olmaktan çıkarılarak
piyasa koşullarına açılmasıdır. Piyasa koşullarına uyumlu hâle getirilmeye
çalışılan sağlık sistemi sermaye grupları için kârlı bir sektör hâline
getirilmiştir. Tüm bu uygulamalar özel sektör için alan yaratma şeklinde
planlanmış olup, özel sektör içerisinde de büyük tekel gruplarının hâkimiyet
sağlaması amaçlanmıştır.
Değerli
milletvekilleri, Sağlıkta Dönüşüm Projesi’nin ilk basamağı genel sağlık
sigortasıyla hayata geçmişti. Genel sağlık sigortasıyla ilgili uygulamalar
parça parça devreye sokulduğu için asıl sonuçlarla yeni yüzleşmeye başlıyoruz.
Genel sağlık sigortasının bugün için gelmiş olduğu aşamada prim sistemi
öngörülmekte olup “paran kadar sağlık” anlayışı yerleştirilmeye başlanmıştır.
Bu bağlamda, 2012 Ocak ayında yeşil kartlı vatandaşlarımız için de aynı uygulamalar
devreye sokulacaktır.
Hükûmetin
“Yeşil Kartlıları gelir testine tabi tutacağız.” şeklinde kamuoyunun gözünden
kaçırmaya çalıştığı uygulamayı burada biraz detaylandırmakta fayda görüyoruz.
Hâlen ülkemizde yaklaşık 9,5 milyon yeşil kartlı vatandaşımız bulunmaktadır.
Genel sağlık sigortasında, yeşil kart gelir testine göre, asgari ücretin üçte
1’inden daha az gelir beyanı olan vatandaşlarımızın primleri devlet tarafından
ödenecektir. Bu miktar 279 TL’ye tekabül etmektedir. 279 TL ile 887 TL arasında
aylık geliri olan vatandaşlarımızdan ayda 34 TL sağlık hizmeti alabilmek için
prim ödeme zorunluluğu getirilmektedir. Yine 887 ile 1.674 TL arasında geliri
olan yeşil kartlılar aylık 100 lira prim ödemek zorunda kalacaklardır. 1.674
TL’nin üzerinde aylık geliri olan yeşil kartlılar için bu miktar 201 TL olarak
belirlenmiştir.
Değerli
milletvekilleri, burada bir somut örnekle detaylandırmak istiyorum. Örneğin
ayda 280 TL geliri olan bir yeşil kartlı vatandaşımız sağlık hizmetinden
faydalanmak için ayda 34 lirayı prim olarak, genel sağlık sigortasından
faydalanma primi olarak ödeyecektir. Bunun dışında hastaneye gittiğinde her
başvuruda 8 lira muayene katkı payı, eczaneye gittiği zaman ilaç alırken de
yüzde 20’lik ilaç katılım payını ödemek zorunda kalacaktır. Koah,
hipertansiyon, diyabet gibi kronik hastalıklarda hastaneye başvuru sıklığının
da fazla olması göz önünde bulundurursak ayda 300 TL geliri olan bir vatandaşın
bu sağlık harcamalarını bu gelir seviyesiyle karşılaması mümkün
görünmemektedir.
Bu
uygulama yeşil kartın yaygın olduğu bütün bölgelerde etkili olmaktadır.
Özellikle kendi seçim bölgemizden örnek vermek gerekirse örneğin Bingöl’de
halkımızın yüzde 50’den fazlası şu anda yeşil kartla sağlık hizmetlerinden
yararlanmaktadır ve bu yeşil karttan yararlanan büyük halk kitlesinin
çoğunluğunun bu sigorta primini ödeme gücü yoktur. Biz şunu çok iyi biliyoruz
ki ayda 34 lira vererek sağlık hizmetinden yararlanma şeklinde bir zorunluluğun
getirilmesi bu vatandaşlarımızın çoğunun sağlık hizmetlerinden faydalanmaması
gibi bir sonucu da beraberinde getirecektir.
Yani
özcesi, Sağlıkta Dönüşüm Projesi ve genel sağlık sigortasında balayı dönemi
bitmiş, halkın önüne artık acı reçeteler gelmeye başlamıştır çünkü özellikle
AKP Hükûmetinin 2007-2009 ve 2011 seçimlerinde kendi kurumsal, devletteki
kurumsal örgütlenmesini sağlama süreci tamamlanmıştır. Artık acı reçeteler bir
şekilde toplum önüne gelmeye başlamıştır.
Değerli
milletvekili arkadaşlarım, sağlığın piyasa koşullarına açılmasının ikinci
basamağı ise aile hekimliği sistemine geçiş olarak şekillenmiştir.
Koruyucu
sağlık hizmetlerini geri plana atan, tedavi edici sağlık hizmetlerini,
dolayısıyla da kontrolsüz ilaç tüketimini önceleyen aile hekimliği sisteminin
sonuçlarını toplum olarak merak ediyoruz.
Aile
hekimliği uygulamalarında aile sağlık merkezlerinin işleyişi tamamen küçük,
özel muayenehaneler şeklinde şekillenmiştir. Hekim ve yardımcı sağlık
personeli, bu muayenehanede bulunan elektrik ve su parasından tutalım da
çalıştırılan yardımcı sağlık personelinin aylık maaşına kadar tüm harcamalardan
sorumlu bırakılmıştır. Böylesi bir ortamda hastayı iyileştirmeye yönelik
zihinsel faaliyetler ve tıbbi hizmetlerden çok, bir nevi ticarethane olan bu iş
yerinin ticari faaliyetlerinin devamlılığının önceleneceği
kesin bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. Baktığı hasta sayısına göre
ücret alan aile hekimi, yaptığı sevk sayısına göre de yaptırımlara, ücrette ve
maaşta yaptırımlara tabi tutulmaktadır.
Aile
hekimliğinin getirmiş olduğu handikapları ana
başlıklar altında şöyle sıralayabiliriz: Birinci basamak sağlık hizmetleri
kurumsal yapıdan muayenehane düzeyine indirgenmektedir. Sağlıkta bölge kavramı
ortadan kaldırılmakta ve kayıtlı kişi sayısını esas alan koruyucu sağlık
hizmetleri parçalan-maktadır. Aile hekimlikleri teknik donanım, yaptığı işler
ve terfi şartına göre sınıflandırılmaktadır. Bu durum almak istedikleri katkı
payını kademelendirecektir.
Aile
hekimliği sistemine geçerken, birinci basamak sağlık hizmetlerinin sunumunda
dikkate alınmayan durumlar şunlardır: Sağlık gereksinimleri, nüfusun demografik
durumu, sosyoekonomik, kültürel durum, sağlık emekçilerinin sayısı,
çeşitliliği, niteliği ve mekânın coğrafik özellikleri.
Bütün
bunları burada detaylandırmaya ve bilimsel bir izahat yapmaya süremiz yetmeyeceği
için, sadece anlaşılması açısından pratik bir örnek vermek istiyorum. Konunun
anlaşılması açısından yapılan sağlık planlamasının, İstanbul’da, Nişantaşı ve
Etiler’deki sağlık planlamasının Bingöl’deki Mirzan Mahallesi ve
Yenimahalle’deki sağlık planlamasıyla aynı olmasının mantığını anlamakta güçlük
çekiyoruz.
Değerli
milletvekili arkadaşlarım, altyapı hazırlığı olmadan geçilen bu aile hekimliği
sisteminde mevcut sayıda aile hekimi olmadığı için bu düzeydeki hekim açığı
pratisyen hekimler üzerinden sağlanmaya çalışılmıştır. Özellikle, bu durum
hastane acil servislerinde çok ciddi sıkıntıları beraberinde getirmiştir.
Örneğin, çalışmış olduğum Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesinde hâlen
devam etmekte olan sorunları şu şekilde pratik örnekler vererek burada
detaylandırabiliriz:
Diyarbakır
Eğitim ve Araştırma Hastanesinde, şu anda, acil serviste acil deneyimi olan
pratisyen hekimler veya uzman doktorlar, acil tıp uzmanları nöbet
tutmamaktadır. Şu anda, bir göz uzmanı ve bir psikiyatristin birlikte on iki
saat nöbet tuttuğu vardiyalar söz konusudur. Burada, acil servise başvuran bir
kalp krizi hastası ya da trafik kazasında multipl
organ yaralanmasıyla mustarip olan bir yaralı ya da bir beyin kanamasına bir
göz hastalıkları uzmanının bakması istenmektedir. Bahsetmiş olduğumuz hastanede
on iki saat içerisinde 700’ü aşkın hasta başvurusu vardır. Bu
durumda, her hasta için ayrılan süreyi hesapladığımız zaman bir dakikadan daha
az bir sürenin burada karşımıza çıktığını görüyoruz yani bir dakikadan daha az
olan bir süre içerisinde bir göz uzmanı deneyimi olmadan acile başvuran
hastanın anamnezini almakta, muayenesini yapmakta,
tetkiklerini ve röntgenlerini istemekte, gelen sonuçları değerlendirip teşhis
koymakta ve bu teşhise göre de hastayı tedavi etmeye çalışmaktadır. Tabii
ki, bu durum çok ciddi birtakım sağlık problemlerini beraberinde getirmektedir.
Ancak burada, hasta ve hasta yakınları tarafından yaşanan sıkıntıların faturası
sağlık sistemi yerine hekim ve sağlık çalışanlarına çıkarılmaktadır.
Böylesi
sıkıntıların olduğu acil servislerle ilgili Sayın Bakanımızın medyaya yansıyan
demeçlerinde ise “Acil serviste uzman hekim muayene dönemi başlamıştır.”
şeklinde kamuoyunu yanıltıcı birtakım bilgiler söz konusudur. Bu kısa süre
içerisinde bu kadar fazla hasta bakmanın adı, bırakın uzman hekim muayenesi
olmayı, hekim muayenesi olarak adlandırılmayı bile hak etmemektedir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – Değerli milletvekili arkadaşlarım, 2 Kasım tarihinde bir
gece yarısı operasyonu şeklinde devreyi sokulan Kamu Hastane Birlikleri Yasa
Tasarısı’yla ilgili kamuoyunda, meslek örgütlerinde, sendikalarda ve demokratik
muhalefette çok ciddi kaygılar vardır. Bu kaygılarla ilgili bizler hem soru
önergeleri hazırlayarak hem de konuyu sürekli gündemleştirerek
sizlerle birlikte paylaşmak istiyoruz.
Özellikle
sağlıkta özelleştirme uygulamalarının final aşaması, bu geçmekte olan Kamu
Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı’nı içeren Kanun Hükmünde Kararnamedir. Biz,
hastanelerin önce özerkleştirilip, sonra özelleştirileceğini çok net bir
şekilde daha önce yaşanan pratiklerde de biliyoruz.
Bu
Kanun Hükmündeki Kararnamenin detaylarını daha sonra sizlerle paylaşacağımızı
belirterek, hepinize saygılarımı sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz sayın Baluken.
Önerinin
aleyhine İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu.
Buyurunuz
Sayın Dağoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
TÜRKAN
DAĞOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yaşam hakkı,
doğanın insana verdiği en tabii haktır ve sağlık, yaşamın da en temel
taşlarından biridir.
Sağlıkta
yapılmak istenen dönüşümlerle amaç, Türkiye’de yaşayan her vatandaşın yaşam
kalitesini yükseltmek, bunun için ülkenin imkânlarını en akılcı biçimde
kullanmak ve kaynakların hakkaniyete uygun bir şekilde dağılımını sağlamaktır.
Bu
nedenle, Hükûmetimiz, yıllardır halkımızın ertelenmiş ve artık sağlık alanında
beklemeye tahammülü olmadığına inandığımız taleplerini yerine getirmek için
bilimsel, dünya standartlarına uygun, aynı zamanda ülke gerçeklerini de
gözeterek önemli adımlar atmaya karar vermiştir. Bu çerçevede Sağlıkta Dönüşüm
Programı, kamuoyunu yeniden yapılandırma anlayışına uygun olarak atılmış çok
önemli bir adımdır. Bilindiği gibi, ilk iş olarak devlet hastaneleri, sigorta
hastaneleri ve kurum hastaneleri birleştirilip tüm vatandaşlarımızın ortak
hizmetine açılarak sağlıkta dönüşümün ilk adımı atılmıştır.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım, bakanlar nerede? Sayın milletvekiline
saygısızlıkta bulunuyorlar. Bakan yok, kavaslar mı bakanlıklara vekâlet
ediyorlar!
TÜRKAN
DAĞOĞLU (Devamla) – Sayın milletvekilleri, bu, şüphesiz ki diğer hükûmetler
tarafından da düşünülmüştür; ancak bu konuda söylenen öyle bir durum vardır ki,
o zaman hep denmiştir; “Bunlara elini dokunan yanar.” Ancak, bizim AK PARTİ
Hükûmeti hiçbir zaman oy kaygısı düşünmeden bu konulara elini atmış ve bu üç
kurumu bir şemsiye altında birleştirme başarısını elde etmiştir. Bu, gerçekten
bugün Türkiye’nin sağlık sistemi içinde çok büyük bir başarıdır.
Bunu
takiben, aile hekimliği uygulamasıyla birinci basamak sağlık hizmetlerinin
güçlendirilmesi hedeflenmiştir. Hastaların büyük çoğunluğunun sorunlarının
birinci basamakta çözülebilir olduğu ve hastane polikliniklerinin bu tür
hastalarla dolu olduğunu biliyoruz. Sistemin etkin hâle getirilmesi ve
hastanelerimizdeki gereksiz yığılmalar bu aile hekimi uygulamasıyla
azaltılmıştır. Böyle bir amacı gerçekleştirme yolunda farklı kesimlerce
sürdürülen -biraz evvel sayın milletvekilinin de dile getirdiği gibi- aile
hekimi veya genel pratisyenlik tartışmalarının yersiz olduğu kanaatindeyiz. Bir
uzmanlık dalı olarak aile hekimleri ülkemizde sayıca yetersizdir, bu herkes
tarafından da çok iyi bilinmektedir. Uygulamaya, mevcut pratisyen hekimlerin
kısa süreli bir eğitimden geçirilerek başlanması uygun görülmüştür ve böylece
sürekli eğitim ile desteklenmesi en pratik çözüm olarak uygulanmıştır. Böyle
bir başlangıç ülkemizde kimlik ve prestij kaybına
uğramış pratisyen hekimlerin yeniden itibar kazanmasını da sağlamıştır. Üçüncü
olarak da nüfusun genelini kapsayacak bir genel sağlık sigortası sistemi hayata
geçirilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, dönüşüm ve değişimler her zaman zor ve sancılıdır, yerleşik
olanı rahatsız eder, bu da zor ve güçlüklerle dolu bir atılım yapmayı göze
almakla ancak ve ancak mümkündür. Bugün sıfır ve on sekiz yaş arası çocuklar
doğar doğmaz zaten sigortalanmaktadır. Ben bir akademisyen ve bir hekim olarak
hastanelerde yıllarca bunun sancısını ve sıkıntısını yaşayan bir
milletvekiliyim ve biz, orada ne acıdır ki parası yok diye, çocuğunun parasını
yatıramıyor diye sevk ettiğimiz birçok hasta olmuş ve yollarda ölmüştür. Bunların sorumlusu acaba
kimdir bugüne kadar? Ancak AK PARTİ Hükûmetinin ortaya koyduğu ve yerleştirdiği
sıfır-on sekiz yaş arası sigorta sistemi hastanelerde bu rahatlığı getirmiş ve
hekimlerin de elini güçlendirmiştir. Düzensiz nüfus artışı, köyden kente
sürekli göç ile gittikçe büyüyen ve âdeta karakteristiğine damgasını vuran
varoşlar ve gelir dağılımındaki korkunç uçurumlar geçmişi aynen kabul etmek
yerine, günümüze uyarlamak zorunda olduğumuzu bize her zaman göstermiştir.
Bugün bize düşen, 1960’ların mantık kapısını 21’inci Yüzyıl Türkiye’sinin
değişmiş olan şartlarına uyarlamaktır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlıkta Dönüşüm Programı, bugüne kadar
yapılmış bütün çalışmaları dikkate alan katılımcı ve demokratik karar
süreçleriyle en uygun çözümler üretmeyi amaçlayan kapsamlı bir programdır.
Bugün
Türkiye’de bir toplumun gelişmişliğinin en güzel göstergesi olan yeni doğan
bebek ölümleri binde 60’lardan binde 10’lara düşmüştür. Her şeyin çocuklar için
olduğu İsveç’te ve ondan sonra gelen Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya’da
bu değerler binde 4 ila 7 arasında değişmektedir. Türkiye’de bugün bu değerler
binde 10’lar civarındadır ve toplantılarda bu değerlerle biz hekimler olarak
gurur duymaktayız. Çünkü toplumun da gelişmişliğinin bir göstergesi olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Bugün
Program’ın başarısı halkın sağlık alanındaki memnuniyetinden bellidir.
Memnuniyet oranı yüzde 39’dan yüzde 79’lara çıkmıştır ve bu alanda yaptığımız
ulusal sinerji, halkımızın güveni ve desteği, arkamıza
aldığımız moral rüzgârı bizi başarıya taşımıştır.
Ben
bu nedenle, bu konuşma fırsatını bana verdiğiniz için Sayın Başkan ve değerli
milletvekillerine çok teşekkür ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Dağoğlu.
Önerinin
lehine Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı…
Buyurunuz
Sayın Atıcı. (CHP sıralarından alkışlar)
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum. BDP grup önerisinin lehine söz
almış bulunuyorum.
Değerli
arkadaşlar, bugün aile hekimliği sistemini, birinci basamak sağlık hizmetlerini
konuşuyoruz. Aile hekimliği sisteminin “Sağlıkta dönüşüm” denen, biz hekimlerin
“Sağlıkta yıkım” dediği programın bir parçası olduğunu söylemek istiyorum.
“Sağlıkta dönüşüm nedir?” diye soracak olursanız, sağlıkta dönüşüm ise sağlığın
piyasalaştırılması, yani özelleştirilmesini getiren bir kanundur. Sayın Sağlık
Bakanı her zamanki gibi süslü laflar kullanarak kavramların içini boşaltmaya
devam etmektedir.
Değerli
arkadaşlar, Sağlık Bakanı diyor ki: “Genel sağlık sigortası uygulayacağız.”
Şöyle bir içine bakarsanız içinde genel var, sağlık var, sigorta var; her şey
kulağa hoş geliyor. Herkes zannediyor ki bu kanun herkesi kapsayacak, herkes
zevkle bu kanunun kapsamından yararlanacak.
Bir
yandan da bakıyorsunuz ki bu yılın sonunda yeşil kart uygulamasına son
verileceğini söylüyor Sayın Bakan. Hemen arkasından, sağlıkta dönüşüm
programının bir diğer basamağı olan tam gün yasasını getiriyor bu Hükûmet;
bakıyorsunuz çok güzel. Cumhuriyet Halk Partisi de tam gün istiyor; güzel. Türk
Tabipleri Birliği de tam gün istiyor, bütün sendikalar tam gün çalışmayı
istiyor. “Harika.” diyorsunuz. Yasaya bir bakıyorsunuz ki her tarafından
performans fışkırıyor, her tarafından para fışkırıyor. “Olmaz.” diyoruz ve bunu
Anayasa Mahkemesine götürüyoruz ama Cumhuriyet Halk Partisinin ne istediğini
bildiren de çok güzel sosyal sağlık politikalarıyla ilgili bir kanun tasarısını
hazırlayıp Meclise veriyoruz; verdik bile.
Hemen
arkasından, sağlıkta dönüşüm programının bir diğer bacağı olan kamu hastane
birlikleri kavramı geliyor, yasası geliyor. Tıpkı, bunun da diğerleri gibi
içinin boşaltıldığını görüyorsunuz. Buradan da bakıyorsunuz ki artık hastaneler
birer ticarethane, bütün personel olmuş birer sözleşmeli personel.
Dönelim
gelelim aile hekimliğine. Aile hekimliği de diğer kavramlardan hiç farklı
değil. Kulağa çok hoş geliyor “Aile hekimliği.” İçinde aile var, içinde hekim
var. Yani toplumda pozitif algı, olumlu algı yaratan kavramları çok güzel bir
şekilde koymuşsunuz. Allah aşkına ne anlarsınız aile hekimliğinden?
Herkes
zannediyor ki her ailenin bir hekimi olacak. Tıpkı diğer, az önceki
konuşmacının bahsettiği gibi herkes zannediyor ki birinci basamak sağlık
hizmetleri güçlenecek. Dönüp bakıyorsunuz bir ailenin hekimlerine; kadının
hekimi başka bir merkezde, kocanın hekimi başka bir merkezde, çocuğun hekimi
başka bir merkezde. İşte aile hekimliğinden anlaşılan kavram budur.
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Öyle bir şey yok. Biz aynı hekime gidiyoruz.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) - Hiç öyle el hareketi yapmayın, gidin sorgulayın bakalım,
benim mahallemde kaç kişinin kaydının farklı hekimlerde olduğunu göreceksiniz.
Aile hekimliğini bilmeden de kimse konuşmasın.
Ne
yaptınız biliyor musunuz?
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Alakası yok.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) – Hiç “Alakasız” demeyin. Ne yaptınız biliyor musunuz? Portakal
bahçesini kabalaya verir gibi insanları kabalaya verdiniz. Aynen de yaptığınız
budur. 1 hekime 3 bin kişi bağladınız. Döndünüz, dolaştınız, ondan sonra, bu 3
bin kişi için de doktora bir miktar para verdiniz ve bu paradan da kamuoyuna
dediniz ki: “Doktora çok para veriyoruz.”
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Millet görüyor sağlıkta yapılanları.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) – Dönüp baktık, doktora ne kadar para veriliyor? Eh, hadi 6 bin
lira para verdiniz. Sonra döndünüz bu doktora dediniz ki: “Bir dakika, sen
oturduğun masanın kirasını vereceksin, sen hizmet verdiğin binanın kirasını...”
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Yahu,
eğer itirazınız varsa söyleyin, gidin kanununuza bakın Allah aşkına.
Oturduğu
masanın kirasını istediniz o doktordan. O doktora dediniz ki: “İçinde hizmet
verdiğin binanın kirasını vereceksin.” O da yetmedi, sadece bir aile sağlığı
elemanı verdiniz, ikinci aile sağlığı elemanının parasını hekimden istediniz.
“Yerleri kim temizleyecek?” diye sordular, onun da parasını, sigortasını, her
şeyini hekime yüklediniz. Sonra dönüp diyorsunuz ki: “Biz birinci basamağı
güçlendiriyoruz.” Birinci basamağı ticarethane hâline getirdiniz. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sizin
sayenizde hekimler işveren hâline geldi. Aile hekimliği uygulaması hekimleri
işveren hâline getirdi, sağlık kurumlarını işletme hâline getirdi, doğal olarak
da hastalar müşteri hâline geldi.
Az
önceki hatip dedi ki: “Hastanelerdeki gereksiz yığılmalar önlenmiştir aile
hekimliğinin güçlendirilmesiyle.” Allah aşkına, yolunuz düştüğünde, hasta
olmasanız da herhangi bir kamu hastanesinin aciline gidin, bakın bakalım, bir
hasta ortalama kaç saat bekliyor? Biz Mersin’de bir araştırma yaptık; Mersin’de
Toros Devlet Hastanesinde veya diğer devlet hastanelerinde ortalama olarak bir
hastanın acil serviste bekleme süresi iki buçuk saattir.
TÜRKAN
DAĞOĞLU (İstanbul) – Randevu…
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Nerede?
AYTUĞ
ATICI (Devamla) – Devlet hastanelerinde.
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Randevu ne işe yarıyor?
AYTUĞ
ATICI (Devamla) – Acil servislerden bahsediyorum. Acil servisteki muayene
süresi ne kadar biliyor musun Sayın Milletvekili? İki buçuk dakikadır ve…
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Sırada ölen hasta var mı?
AYTUĞ
ATICI (Devamla) – Onu da söyleyeceğim, ölen hastaları da söyleyeceğim, hiç
merak etme… Hiç merak etme…
İki
buçuk dakikada muayene oluyor çocuklarımız. Bundan haberiniz var mı?
Ve
bir doktorun 170’inci hastası olmayı kim ister Allah aşkına bu salonda? Siz
kendinize reva görmediğinizi halka nasıl reva görürsünüz. İki buçuk dakikada
170’inci hasta olmayı ben isterim diyorsanız buyurun, hadi gelin bakalım bunu
halkın önünde açıkça söyleyin ama siz bunu halka reva görüyorsunuz. Bir de
kalkıp diyorsunuz ki: “Pratisyen hekimlere itibar sağladık.” Allah aşkına
elinizi vicdanınıza koyun.
TÜRKAN
DAĞOĞLU (İstanbul) – Yüzde 50 oy verdi.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) - Hekime yönelik şiddetler giderek artıyor. Hekimleri
değersizleştirdiniz, hekimlerin yaptığı işleri anlamsızlaştırdınız. Ondan sonra
kalkmışsınız diyorsunuz ki: “Pratisyen… Madem pratisyen hekim bu kadar
önemliydi, niçin uzaktan eğitimle bütün pratisyen hekimleri aile sağlığı uzmanı
hâline getirmeye çalışıyorsunuz? Hani pratisyen hekim değerliydi. Pratisyen
hekim gerçekten değerlidir. Hepimiz pratisyen hekimiz ama öncelikle pratisyen
hekimlerin hakkını iade edeceksiniz. Ondan sonra kalkacaksınız diyeceksiniz ki:
“Hekimler gerçekten değerlidir, özellikle de pratisyen hekimler değerlidir.”
Yalnız,
Sayın Hocam Türkan Dağoğlu’nun bir söylemine çok…
İSMAİL
TAMER (Kayseri) – Hekimlerin hepsi değerli, hem pratisyenler hem uzman hekimler
değerli.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) – Efendim, bir dakika dinleyin ya. Yani dinlerseniz hepsini
anlatacağım. Çok biliyorsan sen gel konuş.
Sayın
Hocama bir konuda katılıyorum, dedi ki: “Sağlıklı yaşam en temel insan
hakkıdır.” Doğru söyledi. Sağlıklı yaşam en temel insan hakkıdır. Anayasa
devlete ve dolayısıyla devleti yöneten hükûmete vatandaşlarının sağlığını
koruma görevini vermiştir. Koruyamadığı yerde de tedavi etme vazifesini
vermiştir. Bu nedenle siz sağlığı özelleştiremezsiniz. Bu görevi başka
birisine, hekim dahi olsa devredemezsiniz arkadaşlar. Sizler sağlık
hizmetlerini ücretsiz, ulaşılabilir, kaliteli ve eşit olarak sunmak
mecburiyetindesiniz. Diyorsunuz ki: “Sağlıkta Dönüşüm Programı katılımcı ve
demokratik.” Ya Allah aşkına, ya ne olur bir dönüp bakın yaptıklarınıza.
Demokrasi neymiş bir anlayın. Allah aşkına soruyorum, siz -Dövmeye gelmedi
değil mi kimse beni? Kürsüye tecavüzlerden çok artık bunaldım da…- Allah aşkına
bir dönüp bakın, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın uygulaması sırasında kime
sordunuz? Hekim örgütlerine mi sordunuz, sendikalara mı sordunuz, hekimlere mi
sordunuz, eczacılara mı sordunuz, hemşirelere mi sordunuz? Hadi hiçbirisine
sormadınız, kalkıp bunu Meclise mi getirdiniz? Meclise getirmeden kanun
hükmünde kararname çıkarmayı hangi biriniz kendinize yediriyorsunuz? Allah
aşkına, yahu, bu milletvekilliğinin de bir onuru var. Hadi hekimleri onursuzlaştırdınız, milletvekilliğini de mi onursuzlaştırdınız? (CHP sıralarından alkışlar) Kalkın, getirin,
burada adam gibi konuşalım, dertlerimizi anlatalım, buradan geçirelim. Tam günü
biz istemiyor muyuz? Getirin, geçirelim. Bakın, bir kanun teklifi verdik.
İstemesek böyle bir şeyi yapmayız.
Değerli
arkadaşlar…
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Hocam, kafanın üzerinden kırmızı helikopter geçiyor. O
ambulans helikopter oluyor.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) - O ambulansa inşallah bir gün muhtaç olmazsın. O ambulansa
muhtaç olduğun zaman içinde doktor olmadığını göreceksin. Ambulansların
içerisine doldurdunuz hemşireleri, çıkardınız doktorları.
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Doktor var, doktor var…
AYTUĞ
ATICI (Devamla) - O ambulansa ihtiyaç olduğu zaman artık çok şey değişmiş ve
bitmiş olacak senin için. Şu anda sana burada bir şey olsa, biz yine kalkıp
sana müdahale edeceğiz. Yine hekimlere muhtaç olacaksınız. Bunu hiçbir zaman
unutmayın.
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Hipokrat yemini ettin. Zaten yapacaksınız.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) – Ettim. Evvelallah, ben yeminime
sadığım. Başkaları gibi ettiğim yeminlere aykırı yalanlar söylemem. Sen de
muhtaç olsan, sana da yardım ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
TÜRKAN
DAĞOĞLU (İstanbul) – O hastanelerin eski hâlini hatırlıyor musun?
AYTUĞ
ATICI (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakın, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı
yaptınız. Aile hekimliğini getirdiniz. Sayın Hocam, çok iyi bilir. Sevk zinciri
olmadan bu işler mi işlemez mi Allah aşkına? Siz kalkıp sevk zincirini
yapmadan, devlet hastanesine birinci basamaktan ikinci basamağa giderken sevk
zincirini kurmazsanız bu sistem işler mi işlemez mi? İşlemedi, işlemeyecek de.
Üç yerde denediniz, üç yerde… Korkudan hemen kaldırdınız. Niye? Çünkü halk
gerçekten sizi topa tuttu o dönemlerde. O yüzden de artık hiçbir şekilde sizin
aile hekimliğinden bahsetme şansınız yoktur. Öyle bir noktaya getirdiniz ki
olayı, sağlığı, alınır satılır bir mal hâline getirdiniz. Resmen mal oldu.
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Hocam, o bizim medarıiftiharımız, yüz akımız Hocam. O
konuda konuşmayın. Bizim yüz akımız, yüz akımız…
AYTUĞ
ATICI (Devamla) – Senin yüz akını birazdan söyleyeceğim ne olduğunu, yüz karası
mı, yüz akı mı?
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Millet memnun, millet.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) - Sağlığı o kadar piyasaya düşürdünüz ki, sağlık alınır satılır
mal hâline geldi sayın milletvekili. Hatta ve de hatta… Bakın, bir örnek
vereyim size…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Lütfen sözünüzü tamamlayınız Sayın Atıcı.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) – Peki efendim.
İSMAİL
AYDIN (Bursa) – Bıçak parasını kastediyorsun herhâlde.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) - Bıçak parasını getiren de götüren de bellidir. Sağlık
bilgilerini o kadar cazip hâle getirdiniz ki sizin genel müdürünüzün şifresiyle
sizin kurduğunuz sisteme girildi ve bütün mahrem dediğimiz, bizim namusumuzdan
bile önce koruduğumuz bilgilerin hepsini peşkeş çektirdiniz. Hepsi ikinci
ellere, ehil olmayan elle geçti.
Gülmeyin
Sayın Hocam, gidin araştırın. Hangi genel müdürün şifresiyle girdiğini ben size
daha sonra söyleyeyim. Hatta bu konuda Meclise bir soru önergesi verdim; dedim
ki: “Kaç hastanın bilgisi yetkisiz kişilere geçti? Bu sistemde çalınan bilgiler
ne hâle geldi?” Ondan sonra da bir tıs çıkmadı Sağlık Bakanlığından.
Diyorsunuz
ki: “Memnunuz hâlimizden. Halk da memnun.”
İSMAİL
TAMER (Kayseri) – Halk memnun, halk.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) – Hayır efendim. Tıpkı Van’dakiler de memnundu, küçük bir
depremde ne hâle geldiler. Bingöl’dekiler memnundu, ne hâle geldiler.
Sağlıktaki küçük bir depremde de ne hâle geleceğiniz, yüz akı mı, yüz karası mı
olduğunuzu göreceksiniz.
Sağlıkla
geldiniz, sağlıkla gideceksiniz.
Çok
teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Atıcı.
TÜRKAN
DAĞOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun Dağoğlu.
TÜRKAN
DAĞOĞLU (İstanbul) – Ben bir cevap verebilir miyim?
BAŞKAN
– Ne için?
TÜRKAN
DAĞOĞLU (İstanbul) – Sayın Milletvekili Aytuğ’a bir cevap verebilir miyim?
Açıklama yapabilir miyim?
BAŞKAN
– Sisteme giriniz lütfen. Ben size 60’a göre bir açıklama hakkı vereyim.
TÜRKAN
DAĞOĞLU (İstanbul) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Aytuğ benim
beraber çalıştığım, her zaman çalışmalarımıza beraber güç verdiğimiz Değerli
Kardeşim. Ancak Değerli Kardeşim Aytuğ, ben seni çok evvelden… Biliyorsun
hepimiz aynı camiada beraber çalıştık, ancak ben bir şeyi rica ediyorum.
Kulakların var duymuyorsun, gözlerin var görmüyorsun, vicdanın var
hissetmiyorsun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Doktor üslubunu aştı bu.
BAŞKAN
– Sayın Dağoğlu, katkı yapmak için söz istediniz ama bir sataşmaya mahal
verdiniz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bu doktor üslubu değil, sokak üslubu oldu.
İDRİS
BALUKEN (Bingöl) – Yani bu bir cevap mı? Bilimsel bir veri sunulmadı.
BAŞKAN
– Sayın Dağoğlu, olmadı.
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Sayın Başkanım, sataşmayı kulaklarınızla duydunuz. Söz
istiyorum.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Hem de ağır hakaret.
BAŞKAN
– Buyurun. (AK PARTİ sıralarından “Yerinden” sesleri, gürültüler)
Sayın
milletvekilleri, lütfen biraz izin verin.
Buyurun.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcı’nın, İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu’nun, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Hocam, size olan saygımdan dolayı size bir şey söylemeyeceğim yalnız benim
kulaklarım var, duyuyorum. Bunu siz çok iyi bilirsiniz. Gözlerim de görüyor,
gönül gözüm de açıktır.
TÜRKAN
DAĞOĞLU (İstanbul) – Ben öyle biliyordum.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) – Vicdanım da vardır, gönül gözüm de açıktır, bazılarınınki
gibi kapalı değildir.
Sayın
Hocam, sağlık, gerçekten önemli bir konudur. Sağlık, hepimize lazım olan bir
konudur. Sağlığın piyasalaştırılması asla düşünülemez. Bunu, AKP’nin
savunmasını anlarım ama sizin savunmanızı asla anlayamam, hiçbir şekilde. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sağlık,
anayasal bir haktır. Sağlık, üstelik de bizim Anayasa’mızda değil sadece, İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi’yle tespit edilmiş en kutsal insan hakkıdır. Bizim
istediğimiz ise, hekimlerin değerli bir şekilde, kafasında para olmadan, hiçbir
şekilde para baskısı altında olmadan çalışmasıdır. Hocam “Doğru” diyorsunuz ama
arkasından kalkıyorsunuz, ücretsiz olması gereken sağlık hizmetlerini ücretli
hâle getiriyorsunuz. Ben mi koydum birinci basamağa yazar kasayı? Siz
koymadınız mı? Biz kaldırmadık mı? Yapmayın Allah aşkına! Yani kalktı
Başbakanınız, Sağlık Bakanınız dedi ki: “Herkes nüfus cüzdanını cebine koysun,
istediği sağlık ocağına, istediği sağlık kuruluşuna gitsin, muayene olsun.” Çok
güzel, alkışladık, dedik ki: “Herhâlde iyi bir iş yapacaklar.” Arkasından
döndük baktık ki birinci basamağa 2 lira getirdiniz; döndük baktık, ikinci
basamağa 8 lira getirdiniz, özel hastanelere de 15 lira para getirdiniz. Şimdi,
ne oldu? Bir cebinize nüfus cüzdanını koyun diyorsunuz, öbür cebinize de para
cüzdanını koyun diyorsunuz.
TÜRKAN
DAĞOĞLU (İstanbul) – Hayır.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) – Yapmayın Allah aşkına! Hiç olmazsa sağlıkla oynamayın.
Bakın,
arkadaşlar, her şey düzelebilir. Burada çıkarılan politik yasalar, yanlış
yasalar gün gelir döner ve daha iyisi yapılır ama sağlıkta yapılacak olan
bozukluğu düzeltemezsiniz.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Atıcı.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A)
Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve arkadaşları tarafından sağlıkta dönüşüm adı
altında başlayan aile hekimliği uygulamasının başladığı günden bugüne kadar
sonuçlarının değerlendirilmesi, yaşanan mevcut sorunların tespiti ve
giderilmesi amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 17/11/2011
Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı
tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi (Devam)
Önerinin
aleyhine, Karamanmaraş Milletvekili Yıldırım Mehmet
Ramazanoğlu.
Buyurunuz
Sayın Ramazanoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
YILDIRIM
MEHMET RAMAZANOĞLU (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Çok
değerli milletvekili arkadaşlarım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle,
biraz tansiyon yükselir gibi oldu, onun için konuyla tam ilgisi olmayan bir
başka konuyla kısa bir giriş yapmak istiyorum izin verirseniz.
Öncelikle,
daha önce yerinden söz alan arkadaşlarımızdan biri demişti ki: “AK PARTİ’de hekim yok da mı diğer arkadaşlar cevap veriyor?”
Biraz önce gördüğünüz gibi Sayın Türkan Dağoğlu Hocamız bu konuyla ilgili bir konuşma
irat etti. Ben de bir doktor olarak, hem çocuk sağlığı, hastalıkları hem
nöroloji uzmanı olarak sizlerin karşısındayım ve şundan eminim: Tüm diğer
gruplarımızda, siyasi partilerimizin gruplarında hakikaten çok kıymetli
meslektaşlarımız var, tabii, AK PARTİ Grubunda da değerli meslektaşlarımız var.
Açıkçası,
burada bazı teknik konular konuşuldu, onun için bu teknik konulara ben de çok
fazla detaya girmeden devam etmek ve bazı cevaplar vermek istiyorum fakat
öncelikle şunu ifade edeyim arkadaşlar, yine biraz daha tansiyonu düşürmek
adına: “Bilim, iletişim ve teknoloji” başlıklı bir sohbet grubu kurduk. Değerli
milletvekillerimizin tümüne açıktır. Bu, tamamen ideolojiden, partiden,
siyasetten bağımsız, kendi aramızda, belli saatlerde bilim, iletişim ve teknoloji
sohbeti yapmak üzere… Böyle bir gruba ben sizleri şimdiden davet ediyorum.
Bununla ilgili toplantı saatlerini bilahare deklare edeceğiz inşallah.
Değerli
arkadaşlar, konumuza gelirsek… Bir önceki Konuşmacı Kardeşimin, Değerli
Meslektaşımın sözlerine aynen katılıyorum. Sağlıkta Dönüşüm Projesi gerçekten
tam bir yıkım projesi olmuştur. Neyi yıkmıştır? Doktorlarla hastalar arasındaki
duvarları yıkmıştır. Doktorlarla hastalar arasındaki problemli ilişkileri yerle
bir etmiştir. Dolayısıyla, şimdi aile hekimliği üzerinde çok duruldu, zaten
verilen önerge de bu konuyu ilgilendirdiğinden dolayı onunla ilgili bazı
bilgiler arz etmek istiyorum.
Açıkçası
2005 yılında yürürlüğe giren, uygulaması başlayan aile hekimliği ne zaman
tamamlanmıştır, uygulama çerçevesi? 2010 yılında tamamlanmıştır. Değerli
arkadaşlar, beş yılda böyle muhteşem bir projenin tamamlanması yani aile
hekimliği müessesesinin tüm Türkiye sathına, 74 milyon nüfusumuza hitap eder
hâle getirilebilmesi gerçekten kolay bir iş değildir. Tabii, bunlarla ilgili
olarak bazı rakamlar vermek gerekirse, hep 2002 yılıyla karşılaştırmak
istiyorum izin verirseniz.
Şimdi,
2002 yılıyla 2010 yılı verilerini birbiriyle karşılaştırdığımız zaman şunu
görüyoruz: 2002 yılında sağlık ocaklarına müracaat eden toplam hasta sayısı 59
milyon iken, 2010 yılı sonu itibarıyla, bir yılda müracaat eden hasta sayısı
199 milyona ulaşmıştır. Yani hemen hemen 4 kat daha fazla poliklinik
yapılmıştır.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Millet çok hasta olmuş yani!
YILDIRIM
MEHMET RAMAZANOĞLU (Devamla) – Eğer sadece sağlık ocaklarını değil, tüm devlet
hastanelerini, üniversite hastanelerini, tüm sağlık kurumlarını dikkate alırsak
280 milyon poliklinik yapılmıştır 2010 yılında. Bunu 2002’yle
karşılaştırdığımız zaman yaklaşık 65 milyon poliklinikle karşılaştırıyoruz,
yine aşağı yukarı 4 kat fazla bir poliklinik sayısıyla karşı karşıyayız.
112
Acil… Açıkçası arkadaşlar, 112 acil servisleri merkezlerinin sayısı 4 kat
artırılmıştır. Yine 2002 ile 2010 yılı arasındaki rakamları karşılaştırıyoruz.
Bir
başka önemli husus şu: Hastalar üzerinden muayene odası karşılaştırması
yaptığımız zaman, bir muayene odası başına düşen hasta sayısı 4 kat azalmıştır,
yani 10.786’dan 3.650’ye inmiştir bir muayene odası başına düşen hasta sayısı.
Bu da hastalarımıza sunulan imkânların ne kadar arttığını, hastanın doktoruna,
tedavisine ulaşabilme imkânlarının ne kadar çeşitlendirildiğini göstermektedir.
Şimdi,
tabii buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkün. Özellikle sağlık ocaklarımızın
daha sonra aile hekimliklerine dönüşmesi hem aile hekimliklerinin daha
standart, daha kaliteli bir hizmet verme imkânını sağlamış. Çünkü aile
hekimleri bir ekip hizmeti vermektedir arkadaşlar. Bu ekip hizmeti içerisindeki
tüm paydaşlar ve katılımcılar, yani burada görev alan insanlar, hakikaten, bu
ekip anlayışı içerisinde sağlık hizmetlerindeki memnuniyet oranını yüzde 43’ten
yüzde 87’ye çıkarmıştır. 2002 yılındaki memnuniyet oranı yüzde 43’tür, 2010
yılı sonu itibarıyla yapılan memnuniyet oranı yüzde 87’dir. Tabii burada, bütün
üniversite hastanelerinin, devlet hastanelerinin, sağlık merkezlerinin ve aile
hekimliklerinin ortalamasını, gerek 2002 gerekse 2010 yılları arasını
karşılaştırmak suretiyle söylüyorum.
Fakat,
esas itibarıyla ben çok daha farklı bir şeyden bahsetmek istiyorum. Aile hekimliği
müessesesinden bahsedildi ya arkadaşlar, biz yıllardan beri…
Ben
Hacettepe Tıp Fakültesi mezunuyum. Hacettepe Tıp Fakültesinde bize verilen nosyon şudur: Nusret Fişek Hocamızı, rahmetliyi ben burada,
hakikaten, sizlerin huzurunda, özellikle şükranla anmak istiyorum. Değerli
Hocamız, biliyorsunuz, tam bir sosyal demokrattı fakat yıllardan beri hayal
ettiği bir şey vardı Değerli Hocamızın. Ben kendisinin öğrencisi olmakla gurur
duyan bir insanım. O zamanki buna verilen konsept adı
“sağlık hizmetlerinin sosyalizasyonu” idi, daha sonra konsept değişti “tam gün
yasası” oldu. Takdir edersiniz, rahmetli Sayın Ecevit zamanında da bu tam gün
yasası yürürlüğe konulmaya çalışıldı ve çok değerli CHP’li milletvekillerimiz
ve daha önceki SHP’li kardeşlerimiz de buna ciddi
destek verdiler. Fakat çeşitli nedenlerden dolayı gerçekleştirilememiş olan bu
proje AK PARTİ’ye nasip oldu. Netice itibarıyla Tam
Gün Yasası daha önce tasarlandığından çok daha mükemmel bir şekilde
gerçekleştirildi. Peki, bu daha mükemmel olmasını sağlayan nedir? İşte, 2010
yılı 31 Aralık sonu itibarıyla tamamlanmış olan, tüm Türkiye sathına yayılmış
olan aile sağlığı, aile hekimliği projesidir.
Şimdi,
bu aile hekimliği projesiyle ilgili hem değerli vatandaşlarımızı hem siz
değerli milletvekillerimizi kısaca bilgilendirmek istiyorum.
Öncelikle
şunu ifade edeyim arkadaşlar: Bu aile hekimliği projesinin altında çok önemli
bir bilişim projesi yatmaktadır. Ben aynı zamanda bilgi işlem uzmanıyım, yani
bilgisayar icat edildiği günden bu yana bu dünyanın içindeyim. O bakımdan bu
bilişim projesinin temeli neye dayanmaktadır biliyor musunuz aile hekimliğinin
kurgulanmasında? Yani gerçek hayattaki uygulamaların tamamen bilgisayar
ortamına aktarılmış şeklidir. Bununla şunu demek istiyorum:
Yani bir vatandaşımızın telefon açmasından tutunuz, telefon konuşmalarının
kayda alınmasından tutunuz, randevu sisteminin gerçekleşmesinden tutunuz,
hastamızın aile hekimine gelip, orada muayenesi yapılıp, reçetesi yazılıp,
teşhisi gerçekleştikten sonra bunun raporlandırılıp, reçetesinin uygulaması
tarif edilip, bilgilendirilip, ondan sonra evine uğurlanırken de bir sonraki
kontrol tarihinin tespit edilip yine bilgisayara kayda geçilmek suretiyle
vatandaşımızın tüm sağlık sorunlarının tek elden bir şekilde yönetilebilmesi kolay
bir iş değil ve ben size şunu söyleyeyim, ileride bu ne olacak biliyor musunuz?
Ben
değerli tıp doktoru arkadaşlarımızdan şunu rica ediyorum: Bir gün, vakit
ayırsınlar, bu aile hekimliği bilgi sistemine girsinler. Bunun örnekleri Sağlık
Bakanlığımızın web sitesinde vardır, orada örnek demo
video sistemleri vardır. Oradan, videodan aynen sanki oraya, bir aile hekiminin
yanına girmişsiniz gibi sürecin nasıl işlediğini adım adım göreceksiniz ve onu
izlediğiniz zaman bunun altında ne kadar büyük bir tıbbi zekâ olduğunu ve ne
kadar önemli bir organizasyonla hastaların tüm ihtiyaçlarının en etkin ve
bilimsel bir şekilde karşılandığını göreceksiniz ve “ICD-10 kodifikasyonu”nun da buna eklendiğini düşünün. Bu bir
teknik terim ama kısaca şöyle ifade edeyim: Bu “International Codification of Diseases”
dediğimiz Hastalıkların Uluslararası Kodifikasyonu Sistemi bu sisteme entegre edildi ve bu suretle sistem tamamlandı.
Buradan
şunu demek istiyorum: Benim aile hekimi arkadaşım oturuyor bilgisayarın başına,
sadece tıklamak suretiyle, yazı yazmadan tüm “Pop-up
menü” dediğimiz açılır menülerden işlem yapmak suretiyle yani normalde bizim
eskiden hasta muayenesi sırasında çok uzun vakitler harcadığımız bir sistemi
çok daha kısa vakitte harcamak suretiyle mükemmel bir bilgi işlem ortamında
hastanın tüm sorunlarını çözebiliyor. Bitmedi, bu sorunları tüm paydaşlara
açık hâle getirebiliyor. Oradaki bir hastanın bilgilerini, o doktor
arkadaşımız, isterse, konsültasyon istediği bir başka
hekime açmak suretiyle sistemin o bilgilerinden yararlanmasını sağlayabilir.
Bu
bilgi paylaşımında, tabii ki, hastanın tetkikleri, tahlil sonuçları, filmleri
de bir şekilde dikkate alınacak olursa gerçekten dünyada da çok önemli bir
örnek olarak algılanan, Sayın Sağlık Bakanımızın da Dünya Sağlık Teşkilatı
tarafından takdir ve tebrik edilmesine neden olan çok önemli bir proje
gerçekleştirilmiştir. Bu projeye biz hekimler olarak ve toplum olarak ciddi bir
şekilde destek vermek zorundayız.
Nitekim,
toplum da bu desteği yüzde 50 ile verdiğini göstermiştir. Özellikle
memnuniyet derecesinin istatistik rakamlarına bakmanızı özellikle rica
ediyorum, 2002 yılında yüzde 43’lerde olan hastaların memnuniyet derecesi bugün
yüzde 87’lere çıkmışsa bunun arkasında AK PARTİ Hükûmetimizin son derece etkin,
hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan, başta Sayın Başbakanımızın ortaya koymuş
olduğu bu önemli projeler ve destekler ve teşvikler olmak üzere, gerçekten
bunun arkasındaki emekleri ve performansı mutlaka sizlerin de takdir
edeceğinize inanıyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum.
Teşekkür
ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Ramazanoğlu.
Öneriyi
oylarınıza…
III.- YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Yoklama talebimiz var.
BAŞKAN
- Yoklama talebi vardır.
Sayın
İnce, Sayın Tarhan, Sayın Tanal, Sayın Aygün, Sayın Canalioğlu, Sayın Serter,
Sayın Acar, Sayın Özel, Sayın Akar, Sayın Atıcı, Sayın Genç, Sayın
Değirmendereli, Sayın Köktürk, Sayın Özkoç, Sayın
Susam, Sayın Ekşi, Sayın Dibek, Sayın Özdemir, Sayın Güneş, Sayın Öner; tamam.
Üç
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Toplantı yeter sayısı vardır, öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.
Sayın
milletvekilleri, on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.56
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 16.13
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Fatih ŞAHİN
(Ankara)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 20’nci Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu
maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve daha
sonra oylarınıza sunacağım.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- 11 Ekim 2011 tarihli ve 244 sayılı,
narenciye üreticilerimizin piyasada oluşan fiyat dalgalanmalarından korunması
ve narenciye ihracatında ülkemizin potansiyelinin değerlendirilmesi ile ilgili
sorunların tespiti ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen
Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 17/11/2011
Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı
tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
17/11/2011
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu’nun 17.11.2011 Perşembe günü (bugün) yaptığı toplantıda oy birliği
sağlanama-dığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin,
İçtüzüğün 19 uncu Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz
ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP
Grup Başkan Vekili
Öneri:
11
Ekim 2011 tarih ve 244 sayı ile “Narenciye üreticilerimizin piyasada oluşan
fiyat dalgalanmalarından korunması ve narenciye ihracatında ülkemizin
potansiyelinin değerlendirilmesi ile ilgili sorunların tespiti ve alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla” verdiğimiz Meclis Araştırma
önergemizin 17.11.2011 Perşembe günü (bugün) Genel Kurulda okunarak
görüşmelerinin bugünkü Birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN
– Önerinin lehinde Mersin Milletvekili Ali Öz.
ALİ
ÖZ (Mersin) – Teşekkür ederim.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; narenciye üreticisinin sorunları hakkında
Milliyetçi Hareket Partisinin grup önerisinin lehinde şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Hepinizin
bildiği gibi, ülkemiz, narenciye üretiminde özellikle ihracatta dünya
piyasasında önemli bir yer tutmaktadır. Türkiye yıllık 5 milyon tonluk
narenciye üreten bir ülke. Özellikle bölgemizi içeren, kendi bölgemizde daha
fazla yetiştiği için, Akdeniz Bölgesi ve Ege Bölgesi narenciye üreticilerinin
ciddi sorunlarla boğuştuğu bölgelerimiz ve bu illerin başında da özellikle
Mersin gelmekte. Bugünlerde çığlığı giderek daha fazla yükselen, seslerinin bir
şekilde ifade edilerek tüm Türkiye’yle paylaşılmasını isteyen Erdemli halkı,
yüce Meclisimizden özellikle narenciye konusunda daha önce gerek iktidarı
gerekse muhalefetiyle gündeme getirilen, bu sorun hakkında net ifadeler, net
çözüm önerileri beklemektedir. Muhalefet milletvekilleri olarak daha önceki
sürede de özellikle gerek tarım alanında gerekse narenciyede ülkemizin
sorunları sıkça dile getirilmiş ama her ne hikmetse iktidar tarafından çoğu göz
ardı edilmiştir. Narenciyenin bir kısmı ülkemizde ihracatta, önemli bir kısmı
iç piyasada kullanılmakla beraber, biraz belki garip gelebilir ama, narenciye üreticilerinin bir kısmı ürettikleri
narenciyeyi ya dere kenarlarında -hasat zamanı geçtikten sonra- çöpe atmakta
veya bölgesine gelen bir siyasetçi bulur ise şayet onu eleştirmek anlamında ya
onun önüne dökmekte veya da başka eylemler içerisine girmektedir.
Sayın
milletvekilleri, bugün için, limon üreticileri hâlâ ürünlerini dalında sadece
35-40 kuruşa kesim yaptırılabildiğini, 40 kuruştan satabildiklerini ifade
etmektedirler. 2002 yılında da 1 kilo limonu 1 milyon civarında
satabiliyorlardı bu insanlar. Oysa bugün tarımsal girdi maliyetlerinin giderek
artmış olması bu üreticileri ciddi manada zor durumlara sokmaktadır.
İhracatta
verilen teşvik, belki teşvik olarak verilmekte, teşvik olarak görülmekte ancak
uygulama şu ki: 1 ton narenciyeyi 790 dolara eğer satabilirseniz 125 dolarlık
bir teşvik verilebilmekte. Oysaki bugün gerek dünya gerçeğinde gerekse ülkemiz
gerçeğinde 1 ton narenciyenin 790 dolardan ihracatta satılması mümkün değil. Bu
şu anlama geliyor: 1 kilosunu ihracatta 1 milyon 400 bin liraya satacaksınız
anlamına geliyor. Oysaki bugün gerçek rakamlar, ihracatçının 1 kilosunu sadece
700 bin veya 750 bin civarında satabildiği, dolayısıyla da alacağı teşvikin
yüzde 50 oranında azaldığını bilmekteyiz. İhracatçıya verilecek olan teşvikler
de zamanında verilmediğinden, bu, üreticiye de yansımamakta, üretici âdeta
hasat mevsiminin bitiminde ağaçlarından, dallarından limonunu, portakalını,
mandalinasını toplamamakta, âdeta dallarında yığılı olarak kalmaktadır.
Sayın
milletvekilleri, değerli arkadaşlarım; tabii ki tarımı modern hâle getirmemizin
gerekliliği hepimiz tarafından malumdur. Dünyada özellikle ekolojik
dengenin değişmesi, tarımsal alanların daralması, ülkemizi de dışarıya
tarımda bağımlı bir ülke hâle getireceği endişesini hepimiz taşımak zorundayız.
Tarım alanında bu iyileştirmeleri, modernizasyonu yapmadığımız takdirde tarım
üreticilerinin, çiftçilerin, narenciye üreticilerinin dertlerine merhem olmaya
çalışmadığımız süre içerisinde bu sıkıntıyı sadece onlar değil, toplum olarak
hepimizin çekeceği gerçeği de açıktır.
Ben
muhalefet milletvekili olarak şunu sizlere açık bir şekilde öneriyorum ki
narenciye üreticilerine desteklerin gerçekten erken, zamanında, özellikle hasat
mevsimi başlamadan temmuz, ağustos ayları içerisinde miktarı ne olacaksa
açıklanmalı, fiyat birimleri tespit edilmeli ve nakit olarak, direkt olarak
verilmesi gerekmektedir. Narenciye ihracatına verilecek olan destekler,
özellikle, mutlaka dış piyasalarda, bizim ihracatçılarımızı, rekabet edebilecek
potansiyelde olmalıdır. İhracatçıya ton başına verilen destek, az önce de
rakamlarını ifade ettiğim şekliyle, bugün için üreticiye yansımamakta,
üreticiler bu konudan ciddi rahatsızlık çekmektedir. Erdemli’nin Lamas
limonu hepinizin bildiği, hepinizin sofrasında yoğun olarak kullandığınız bir
limon çeşidi ama gelin görün ki Lamas’ta bugün
özellikle sahil kesiminde limon üreticileri limon ağaçlarını, büyük emeklerle
beş, altı yıl içerisinde ürettikleri, hayata geçirdikleri, meyve alacak duruma
getirdikleri ağaçlarından on beş, yirmi yıl boyunca ürün beklerken, narenciye
üreticisinin düşmüş olduğu bu durum nedeniyle ağaçlarını çoğu kesmekte, yerine
ya yeniden taşlaşan bir kent görüntüsünde başka bir şekilde arazisini kullanmakta
veya tarım alanında özellikle bölgemizde muza doğru yönlenmektedir. Narenciye
sıkıntımız giderek bu noktada üretimde de gün geçtikçe bir azalma eğilimi
içerisine girmektedir.
Özelikle
bölgemizde narenciye üretiminin miktar olarak azalması yanında narenciye
üreticisinin çekmiş olduğu bu sıkıntının diğer bir nedeni de modern tesislerin
kurulamaması, yerinde lokal bölgelerde sanayide
ihracatın dışında limonun, portakalın, greyfurdun
başka alanlarda kullanılacağı tesislerin yapılamamış olması ve bunlar
tarafından, devletin öncü olarak teşvik vermemiş olması da narenciye
çiftçisinin önemli sorunlarından bir tanesidir.
Özellikle
dünyada narenciye ihracatında önemli bir yer tutan ülkemiz bu alanda ciddi ve
acil çözümler almak zorundadır yoksa, gerçekten, yaş
sebze ve meyve ihracatımızın önemli bir kısmını oluşturan narenciye üreticileri
kendiliğinden narenciye alanından çekilip başka alanlara kayacaklardır.
Bu
konuda özellikle Parlamentomuzu, ilgili bakanlarımızı duyarlı olmaya davet
ediyorum. Teşviklerin zamanında verilmesi, özellikle çiftçi esnafının,
ihracatçının beklediği en önemli haberlerden bir tanesi, bu müjdeyi iktidarın
değerli bakanlarının narenciye üreticilerine, çiftçilerine vermesini ümit
ediyorum.
Fiyatlardaki
bu artış yıllar içerisinde üreticiyi sürekli olarak geriye götürmüştür.
Dolayısıyla üretimde de gerçekten Akdeniz Bölgesi’nde ve Mersin Erdemli
bölgesinde üretimde rekolte olarak giderek düşme olmuş
olmasına rağmen ama maalesef ürünler yine de yeterli fiyata satılamamakta.
Bugün tarımsal girdi maliyetlerinin arttığı gerçeği de göz önünde
bulundurulduğunda gerçekten narenciye işçilerimizin, narenciye çalışanlarının
ciddi mağduriyet içerisinde olduğu açık bir şekilde görülmektedir.
Narenciyede
tabii ki bölgede özellikle Türkiye ve dış piyasaya ihracatta sunum için ulaşım
da önemli kademelerden, aşamalardan bir tanesidir. Dolayısıyla bölgede bu
sektörde soğuk zincirlerin kurulması, sera dönüşüm projesinin uygulanması,
küçük arazilerin 200-400 metre rakımdaki büyük arazilerle birleştirilerek, devlet
tarafından desteklenerek büyük sera arazilerinin oluşturulması, yayla meyve ve
sebzeciliğinin geliştirilmesi, entegre tesislerinin
kurulmasında da devletin öncülük etmesini bölgede insanlar acilen
beklemektedir.
Tabii
ki narenciye işçilerinin sorunları sadece bunlarla da kalmıyor. Özellikle
Mersin Erdemli’de -Mersin, Tarsus, Silifke, Erdemli
arasına- daha önce yapımı planlanan ve hâlâ faaliyette bir şey görünmeyen hava
yolunun da bir an önce
işleme alınıp bunun da yapılabilmiş olması bölge narenciye üreticisinin
özellikle Türkiye'nin diğer pazarlarına ve dünya pazarına ulaşmasına da vesile
olacağını ümit etmekteyiz. Yıllardır yapımı ertelenen bu havaalanın da mutlak
surette hızlı bir şekilde Ulaştırma Bakanımızın devreye girerek bir an önce
yapılması noktasında emirlerini bekliyoruz.
Narenciye
işçilerinin, çalışanlarının dertlerini hep gündeme getirdiğimizde Hükûmet
tarafından narenciye işçilerine olurlu sözler her defasında verildi ama
maalesef artan ve geçen yıllar içersinde baktığınız
zaman ürün değerlerinde ciddi bir artışın olmaması Hükûmetin bu konuda tarım
çalışanlarına yerinde, olayı gördüğünüz zaman tarım işçilerine verdiği sözde ne
kadar samimi olduğunu da sizlerin vicdanına bırakıyorum. Tarım
işçileri özellikle de narenciye çalışanları iktidarınızdan şunu kesinlikle
beklemekte: Teşviklerin zamanında verilmesi, ürün fiyatlarının arttırılması,
tarım girdi maliyetleri noktasında yeniden teşviklerin gözden geçirilip
tarımsal girdilerde yardımcı olunmasını beklemektedir.
Hepinizi,
yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Öz.
Önerinin
aleyhinde Muş Milletvekili Sırrı Sakık.
Buyurunuz
Sayın Sakık.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum ama ben sanki lehte söz
istemiştim, aleyhte deyince bu araştırma önergesinin nasıl aleyhinde konuşurum
onu da bilmiyorum yani merak da ediyorum, buraya gelip aleyhte konuşacak
arkadaşlar ne diyecekler? Biz tabii diğer siyasi partiler gibi davranmayız yani
Milliyetçi Hareket Partisi evet çok önemli bir konuyla ilgili bir Meclis
araştırması önergesi verdi, biz bunu destekleyeceğiz. Eksik bulduğumuz yer,
burada çalışanları dahil etmemişsiniz, keşke onları da
dahil etseydiniz, oraya gelip çalışan işçilerle ilgili.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Ettik ettik, konuşmada yer verdik.
SIRRI
SAKIK (Devamla) - Ama size sitemimiz de var. Bak, biz sizin
izdüşümünüzden hiç rahatsız da olmayız, iyi bir şey yaptığınız zaman destek de
veririz ama o gün biz, mesela burada ciddi bir İçişleri Bakanıyla ilgili Meclis
araştırması önergesi değil bir gensoru vermiştik ve bu İçişleri Bakanı, Allah
adına bu ülkeye zulüm ediyor, sadece bizlere değil herkese zulüm ediyor ama
sadece BDP’den geldiği için siz kalktınız dediniz ki:
“Ya bizi BDP’yle izdüşümüne nasıl…” BDP bu
ülkede gerçekleri söylediğinde siz “yok” mu diyeceksiniz? BDP “Her gün çocuklar
günde üç kez dişini fırçalasın.” dediğinde siz “hayır” mı diyeceksiniz? Biz
sizin gibi davranmayacağız.
Şimdi
bakın bugün ben İçişleri Bakanının…
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Doğruları doğru adamlar söylemeli.
SIRRI
SAKIK (Devamla) – Doğru.
Şimdi
bakın, bu İçişleri Bakanımız geldiği günden bugüne kadar neler yaptı, bugün de
bir açıklaması var. Aslında ben konuşmacı değildim, arkadaşlara geldim ve rica
ettim, ben aldım.
Şimdi,
ilk geldiği günden beri ne diyor? Silvan’da olan bir olayda “Yangın ya ateşle
çıkar ya da bombayla çıkar ya roketle çıkar ya benzinle çıkar. Netice
itibarıyla yanmıştır, yakılmıştır, sebebini araştırmak, sebebini söylemek bir
şey ifade etmez.” diyor.
Hemen
Kızılay’daki PKK saldırısından sonra diyor ki: “3 adet maalesef vatandaşımız
hayatını kaybetmiştir.”
Yani
onlarcasını hep birlikte sayacağım ama asıl önemli olan bugün söyledikleridir.
Gaziler
Derneğini ziyaret ediyor, diyor ki: “Bedel ağır ödendi, bu bedel çok, sayamayız,
bu bedel çok, çocuk oyuncağı da değil. Bu işin şakası da olmaz, bu işin ciddisi
de olamaz, hiçbir şey olmaz.” Şimdi, bunu söyleyen bir
İçişleri Bakanı.
Van
depremiyle ilgili söylüyor. “Tatlı da geldi,” diyor oradaki bir deprem mağduru.
Bunun üzerine “Ne tatlısı?” diye soruyor. “Tulumba tatlısı, baklava, bülbül yuvası.” cevabı üzerine Diyanet İşleri Başkanına
dönüyor: “Başkanımız, yani biz de burada bir çadırda mı kalalım.” diyor falan.
Sonra dönüyor, bir çadırda diyor ki: “Saray gibi bir çadırda kalıyorsunuz.” Ben
de buradan kendisine söylüyorum: Allah sana da nasip etsin o sarayı!
Sonra
KCK tutuklularıyla ilgili dönüp ne diyor, Büşra Hanımla ilgili: “Türkiye'deki
binlerce profesörden bir profesördür. Bu ülkede bütün profesörler tutuklanmış
olsa merak eder sorabilirsiniz ama binlerce profesörden bir profesör
tutuklanmış olabilir. Binlerce kaymakamdan bir tanesi tutuklanmış olabilir,
binlerce esnaftan bir tanesi tutuklanmış olabilir.” Yine
İdris Naim Şahin.
Kürt
sorunu: “Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki maalesef uzaktan Çankaya'dan,
Nişantaşı'dan, Etiler'den boğaza bakarak, denizi seyrederek, yeşilliklere
bakarak, gökyüzüne bakarak kağıdı kalemi eline almış,
muhtemelen de saatine göre içeceğini yudumlayarak yazı yazan birileri benim
yaşadığım gerçeği, benim gördüğüm Hakkâri'yi, Muş'u, oradaki gerçeği farklı
yazıyor. ‘Kürt sorunu’ diyorlar. ‘Sorun, sorun’ diyorlar. Sorun ne? Ben
anlamıyorum. Sorun nedir?” diyor. Şimdi böyle bir bela ve o gün de buraya çıktı
-bakın, bir iddianame- 1930’lardaki Rus savcıların mantığıyla, 12 Eylül
dönemindeki buradaki askerî yönetimin, savcıların mantığıyla Kürt sorununu
anlatmaya başladı ve sırtını kaşıyordu, sırtını, başka yerini… Tam yirmi dakika
izledim. Neresini kaşıdığını da bilmiyorum, ne konuştuğunu da bilmiyorum ama
buradan yalan söylüyordu. Bizim okullarımızda, siyaset okullarımızda Öcalan’ın
peygamber olarak ilan edildiğini… Oysaki biz, hepimizin son peygamber kim
olduğunu da biliyoruz. Sizin buna tepki göstermeniz gerekirken ama onu
alkışlıyordunuz, yüreklendiriyordunuz.
Biz
eğer bu ülkede yaşayacaksak böyle Bakanlara bizim ihtiyacımız yok. Bakın,
bugünkü açıklaması var: “Geçen hafta Kürt sorunu diyorlardı. Sorun sorun nedir? Yani ben arıyorum, bulamıyorum.” diyor ve
sonra diyor ki: “Bir profesör tutuklanır mı? Bir kadın tutuklanır mı?” Cevap
veriyor ve sonra geliyor diyor ki: “Dersimiz siyaset, konumuz ayaklanma
eğitimini yapıyorsa birisi, yapmaya devam ediyorsa -Büşra Hanım’ı- Profesör
Hanımefendi…” diyor ve 80 yılı öncesine doğru gidiyor. Diyor ki: “O yıllarda
bunun ne yaptığını biliyor musunuz? Tutuklandı.” diyor. “Neden tutuklandı?”
diyor. “Komünizan” diyor, siyasal alana yeni bir
terim kazandırıyor. Bu faaliyetten mahkûm olduğunu söylüyor, cezaevinde
yattığını. “Akrabalarının kim olduğunu biliyor musunuz?” diyor. “Eniştesi de
siyasi davalardan yattı.” diyor.
Şimdi,
AKP’den 12 Eylül döneminde yatan şahsiyetler yok mudur? CHP’de yatanlar yok
mudur? MHP’de yatanlar yok mudur? BDP’den yatanlar
yok mudur? Var. Şimdi, bu adam geçmişten bugüne kadar çetele tutuyor ve sorgulamayı,
yargılamayı bunun üzerinden yapıyor ve diyor ki: “İşte, komünizan!”
O gün de işte bir yeni feodalizm tarifi yaptı bu Sevgili Naim Şahin. Yani siyaset biliminde karşılığı olmayan bir şey.
Şimdi,
sevgili arkadaşlar, bu, yıllarca Sayın Başbakanla birlikte bir kader birliği
etmiş bir insan ve siyasette önemli bir aktör olan Sayın Başbakan, eğer çalışma
arkadaşlarını yirmi yıl içerisinde hâlâ tanıyamıyorsa, hâlâ bununla ilgili
gerçekten ciddi bir araştırma yapmadan ve bu ülkenin başına savaş lobilerinin başını
çektiği bu İçişleri Bakanını getiriyorsa burada hepimizin oturup düşünmesi
lazım.
Bu
ülkeyi nereye doğru götürüyorsunuz? Ne yapmak istiyorsunuz? Son günlerde Sayın
Başbakandan tutun bütün birimlerinize kadar, özellikle BDP’yi
hedef alarak bunlara saldırmak ve başaktör de İçişleri Bakanı. Tutuklamaların
nereden geldiğini, talimatların ne olduğunu bir bütün olarak biliyoruz.
Başbakan dışarıdan BDP’yle ilgili açıklama yapınca
hepiniz buradan BDP’nin sıralarına kadar yürüyorsunuz, 100 kişi. O gün
bunları yaşadık.
Şimdi,
gerçekten siz sorunları çözmek istiyorsanız, bu dil, bu anlayış sorunları
çözmez. Biz, sizinle ortaklaşmak istiyoruz, Parlamentoyla da ortaklaşmak
istiyoruz. İşte bakın, önemli bir Meclis araştırma önergesi geldi, buna destek
sunarız. Cumhuriyet Halk Partisinden de gelirse doğru bulduğumuz şeyin yanında
yer alırız ama ne yazık ki BDP’yle ilgili böyle bir
doğru tespit yapıldığı zaman da ne hikmetse bizimle yan yana gözükmekten bu
kadar korkmanın, ürkmenin bir anlamı yoktur. Özellikle bu sözüm iki muhalefet
partisinedir.
Yani
burada o gün İçişleri Bakanını aklayan ellerin neye göre kalktığını da
gerçekten anlamakta da zorluk çekiyorum. Yani bu konuda eminim ki, bu sıralarda
oturan iktidar partisinin milletvekilleri de ellerini vicdanlarına koymuş
olsalar... Çünkü ben birçok arkadaşla, birçok kabine üyeleriyle de görüştüğümde
“Allah adına bir zulümdür.” diyor “başımıza geldi.” Ama ne hikmetse bu vicdanın
oya yansımadığını görüyoruz.
Onun
için, bir çağrımızdır, bu ülkenin selameti için, iç barışımız için buradan
Başbakana, AKP’ye bir çağrımızdır: Derhâl bunu görevden alın. Eğer bir insanı
“12 Eylülde tutuklandı.” diye bundan dolayı bugün suçluyorsa bunun derhâl
görevden alınması gerekir ve istifa etmesi gerekir, ilk günden beri bizim
tezimiz de budur. Diyoruz ki: Bunlar talimatla alındılar, bunlar gerçekten
okullarda ders verildi; bu dersler, sizin okullarınızda hangi dersler
veriliyorsa bizim siyasetimize uygun dersler de orada verildi. Yani, burada KCK
operasyonu altında tutuklanan Büşra Hanım’la, Ragıp Bey’in ve diğer
arkadaşlarımızın da geçmişten kalan, işte, 12 Eylülden bugüne kadar tutulan
çeteleden dolayı eğer içerideyse bu ülkenin ayıbıdır diyorum ve ben tekrar bu
İçişleri Bakanının görevden alınması gerektiğini düşünüyorum.
Keşke
siz de cevap vermeseydiniz iyi olurdu.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Söylediklerinize cevap vermesek hiç yakışık…
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Sakık.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurunuz efendim.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın konuşmacı hem Sayın Başbakanımızı hem de geçen hafta,
bu hafta konuşan İçişleri Bakanımızı hem de Grubumuzu itham eden bir konuşma
yaptı. İzin verirseniz cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın Elitaş. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
2.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın,
grubuna sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bir
kere BDP’li milletvekili arkadaşlarımızın şu gerçeği
çok iyi bilmesi lazım: Gensoruyla ilgili verdiğiniz konunun içeriği İçişleri
Bakanlığının, İçişleri Bakanının KCK tutuklamalarındaki yaptığı tavırla
ilgiliydi. KCK’nın ne olduğunu İçişleri Bakanı
Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerine ve yüce milletimize birer
birer anlattı. KCK bir taraftan yargısını kuran, bir taraftan infaz eden; kendi
üyelerini dahi hunharca, gaddarca katleden, öldüren ve bunu da Türkiye
Cumhuriyeti güvenlik görevlilerinin üstüne yıkan adi bir cinayet şebekesidir.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şimdi, siz bu cinayet şebekesinin ne olduğunu
kabul etmeyeceksiniz… Sayın Bakanın bütün söyledikleri “Kim caniyse, kim insan
hayatına kastediyorsa, kim bu memleketin birliği ve beraberliğiyle ilgili
meseleyi ortadan kaldırmaya çalışıyorsa biz onun karşısındayız.” dedi, siz
zıpladınız. Ben buradan bağırdım, “Siz örgüt üyesi misiniz diye zıpladınız?”
dedim ama örgüt üyesi değilseniz, cinayet şebekesinin olduğunu burada ifade
etmeye çalışan bir bakanın söylemlerine itiraz etmeye kalkarsanız o şebekenin
içerisinde var olduğunuzu göstermiş olursunuz.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – 8 bin gözaltı sizin tarifiniz içinde mi?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Şimdi, bugün Genel Başkanınız bir açıklama yapmış “Ben de
KCK üyesiyim.” diye. Bir milletvekili arkadaşınız, sizin platform -platformunuz
diyorsunuz, neyse o platform- içerisinden seçilen arkadaş -Sayın Bakan burada
okudu- “KCK’nın içindeyim, ben Kandil’in yanındayım, Kandil’in ta
kendisiyim.” dedi ama hâlâ kendi özgür iradenizi şurada kullanıp
konuşamıyorsunuz, ya Kandil’den talimat alıyorsunuz ya İmralı’dan talimat
alıyorsunuz.
DİLEK
AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Oslo’dan siz alıyor musunuz?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Bir kere şu gerçeği herkes çok iyi bir şekilde bilmek
mecburiyetinde: Türkiye Cumhuriyeti devletinin birliği ve beraberliğine, bu
milletin kardeşliğine kasteden herkes bu milletvekillerinin, bu milletin
düşmanıdır, bunu iyi bilmemiz gerekir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) KCK…
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Oslo’da niye düşünmediniz bunu ya? Oslo’da pazarlık
yaparken neredeydiniz?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Sen şu sıralara geç istersen, sen bu sıralara geç istersen
yani biraz… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Ben ne o sıralara geçeyim, sen geç, sen pazarlık
yapıyorsun.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Şimdi, bakıyorum değerli arkadaşlar, yani Cumhuriyet Halk
Partisi, şurada…
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Artı, sen bir partiyi öyle suçlayamazsın, bir.
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, karşılıklı konuşmayınız lütfen.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – …Cumhuriyet Halk Partisi diye yazıyor, herkes, oradan biri
ayağa kalkıyor “Sayın Başkan” diyor, buradan biri ayağa kalkıyor “Sayın Başkan”
diyor.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Bir partiyi öyle suçlayamazsın, onlar da saygın
milletvekilleri. Ama Oslo’da yaptığınız pazarlığı düşünün.
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, karşılıklı konuşmayınız.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Cumhuriyet Halk Partisinin önüne, teklif ediyorum, “Bağımsız
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu” diye yazsınlar çünkü kimin ne yaptığı belirsiz.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Habur’da yaptığınızı düşünün, Oslo’da yaptığınızı düşünün,
sonra konuşun. Üstelik onlar bir siyasal parti, böyle konuşamazsınız.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Genel başkanları bir şey söylüyor, milletvekili arkadaşları
kalkıyor, farklı bir ifade kullanıyor, diyor ki: “Tekzip yazısı gitti.” Başka
bir şey yok.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Sevgili Başkan, ama sizin tutarsızlığınızı söylüyoruz biz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Bakın, değerli arkadaşlar, Türkiye’de önemli bir sorun var.
İDRİS
BALUKEN (Bingöl) – Sen parti değiştirmeyi iyi bilirsin.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Türkiye’de Kürt kökenli vatandaşlarımızın KCK zulmüyle, PKK
zulmüyle karşı karşıya olduğu durum var. Bizim görevimiz bu vatandaşlarımızı
PKK zulmünden, KCK zulmünden kurtarmaktır.
Hepinize
saygılar sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Elitaş.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, parti Genel Başkanımızı ifade ederek grubumuza
sataşmada bulunmuştur.
BAŞKAN
– Lütfen yeni sataşmalara mahal vermeyiniz Sayın Kaplan.
Buyurunuz.
3.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, grubuna sataşması nedeniyle konuşması
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, 8 binin üstünde
gözaltı var, KCK’den 4 bini aşkın tutuklu var; bunun
içinde elbette profesörler, parti başkanları, milletvekilleri, belediye
başkanları ve burada bir tek kesinleşmiş mahkeme kararı olmamasına rağmen, bir
bakan kalkıyor yargısız infaz yapıyor, diyor ki: “Bunlar şudur, şudur,
şöyledir.” Ve onun Grup Başkan Vekili -o partinin- de çıkıyor, yüzümüze
bakarak, bizi Kandil’den talimat almakla suçluyor.
Biz
öyle Kandil’den değil, parti tüzük, programımızla sandıklardan seçilerek… Biz
dükkândan almadık milletvekilliği belgesini. Siz kendinizi aynaya bakarsanız
nasıl tarif ettiğinizi görürsünüz. Okyanus ötesinde Pensilvanya
denen bir merkezden, FBI’ın ve CIA’nin kucağında olan bir merkezden talimat
alanlar…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Hayal âleminde geziyorsun, hayal âleminde!
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Yavaş, yavaş!
HASİP
KAPLAN (Devamla) – …buradan, bize “Kandil’den talimat alıyorsunuz.” diyemez.
Bunu bir kere bileceksiniz. Kimin kucağında Hoca Efendi? FBI’ın, CIA’in, Obama’nın. Obama’nın!
Bakın,
bu kadar bağlısınız göbekten. Niye? Cumhurbaşkanlığı makamı
sizde. Başbakansınız. Maşallah, dağ gibi bakanınız var.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Biraz yavaş ol! Biraz yavaş ol sen!
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Sus be! İlla müdahale edeceksin her şeye!
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Elinle öyle hareket yapma!
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Senin başka işin mi yok burada! Sus bakayım!
BAŞKAN
– Sayın Kaplan, lütfen Genel Kurula hitap ediniz, karşılıklı konuşmayınız.
Lütfen…
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Sayın Başkan, lütfen sataşma başını uyarın.
BAŞKAN
– Lütfen, lütfen…
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Senin kimin kucağında oturduğunu sorarız o zaman!
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Şimdi, bu sataşma başının başka bir işi yok, oturmuş burada,
hani gagası pislik içinde durmadan duranlar gibi, buraya gelen her hatibe
muhalefet partilerinin, laf yetiştiriyor.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Terbiyeli olacaksın sen!
FEYZULLAH
KIYIKLIK (İstanbul) – Sayın Başkan, müdahale edin…
BAŞKAN
– Lütfen, lütfen… Siz de yerinize geçiniz lütfen.
FEYZULLAH
KIYIKLIK (İstanbul) – Görevinizi yapın.
BAŞKAN
– Ben görevimi yapıyorum.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Şimdi, bakın, burada mahkeme denen olay var, hukuk
devletinde karar var, yargı diye bir şey var, savcı diye bir kurum var, hâkim
diye bir kurum var; mahkeme olmadan, yargı olmadan ve de… Ben Bakanınıza burada
söyledim Profesör Büşra Ersanlı’yla ilgili olarak:
“Eğer söylediğinizi belgelerle ispatlayamıyorsanız istifa edin, ispatlıyorsanız
ben istifa ederim. Yok, eğer bunu yapamıyorsan müfterisin.” dedim.
Müfterisiniz, hâlâ müfterisiniz, çünkü bir belge ibraz edemediniz.
Şimdi,
kalkıp burada cinayetleri konuşuyorsunuz. Günlerdir bombalar yağdırıyorsunuz.
Gaz bombaları, fişekleriyle 190 tane çocuk öldürdünüz. Bugüne kadar iktidarınız
dönemindeki faili meçhul cinayetlerin sayısı, haddi hesabı yok, 600’ü aştı.
Asıl cinayet şebekesi ve bunun içinde olan bir iktidarla yüz yüzeyiz.
Hukuksuzluk ve diktatörlükle yüz yüzeyiz. Bunun hesabını elbette ki hukuk
içinde soracağız, bunu da size dar edeceğiz. Bunu bileceksiniz ve biz…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Kaplan.
HASİP
KAPLAN (Devamla) - … burada kendi özgür irademizle
bunu yapacağız, kendi özgür irademizle.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Sizin bir yeri bize dar etmeye gücünüz yetmez.
BAŞKAN
– Sayın Kaplan, teşekkür ediyoruz.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Söz söylüyoruz. Sus!
BAŞKAN
– Sayın Kaplan, lütfen yerinize geçiniz.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Başkanım…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Konuşmacı Elitaş
konuşurken bana ve grubuma yönelik “Beğenmiyorsan geç başka partiye.” şeklinde
sataşmıştır. 69’a göre söz istiyorum.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN
– Sizi de dinliyorum.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) - Müsaade ederseniz, biraz önce konuşmacı etik dışı bir
konuşmayla, Sayın Başbakanımızı, AK PARTİ Grubunu ve Hükûmeti, terbiye dışında
“Kimin kucağındasınız belli.” diye ifade etti. O konuya açıklık getirmek
istiyorum.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Siz Hoca’nın nesisiniz?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Hoca’nın seveniyim.
BAŞKAN
– Sayın Kaplan, lütfen, çok rica ederim. Siz söyleyeceğinizi söylediniz. Lütfen
yerinize oturunuz.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Kim adına konuştuğunuzu söyleyin.
BAŞKAN
– Lütfen yerinize oturunuz. Lütfen…
Siz
ne diyecekseniz söylediniz. Şimdi, onun karşılığını, sayın milletvekilleri ne
söyleyeceklerse söyleyecekler. Lütfen, sözlerinizi de suhuletle söylerseniz çok
memnun olacağım. Sakin bir şekilde ve sakin bir üslupla ne diyecekseniz
deyiniz.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Sayın Başkan, ben de sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN
– Sayın Erdoğdu, buyurunuz, size iki dakika söz vereceğim, sonra da Sayın Elitaş size.
Sayın
Erdoğdu, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
4.- İstanbul Milletvekili Aykut
Erdoğdu’nun, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli üyeler; biraz önce Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili benim için “Bu sıralara geç.” dedi.
Öncelikle şunu söyleyeyim: Ben Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili olarak
hayatın en büyük onurunu yaşadım, en büyük gururunu yaşadım. Nerede olacağımı
sizden öğrenecek değilim. Ben olduğum yerde çok mutlu ve gururluyum.
İkinci
husus, konuştuğunuz yerde hakaret ediyorsunuz. Burası bir siyasal parti ve
hakaret ettiğiniz insanlarla Oslo’da yaptığınız görüşmeleri biz bu millete
söylemek zorundayız. Bu görüşmeleri biz yapmadık, siz yaptınız. Biz mi yaptık?
Siz yaptınız. Habur’da yapılanları biz mi yaptık? Siz yaptınız. Onun için
dengeli olmak zorundasınız. Bir ülke yönetiyorsunuz. Bu kadar zikzaklarla bir
ülke yönetilmez. Sokaklar ne hâle geldi görmüyor musunuz? Söylemeyecek miyiz
biz bunu?
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Habur’u destekleyen Genel Başkan Yardımcınıza söyleyin!
AYKUT
ERDOĞDU (Devamla) - Çok teşekkür ediyorum efendim, sağ olun. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz.
Buyurun
Sayın Elitaş.(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Çok
rica edeceğim, yeniden sataşmalara mahal vermeyiniz.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, müdahale edin. Yoksa biz de sataşmadan söz
istemek zorunda kalırız.
BAŞKAN
- Buyurunuz.
5.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın, grubuna sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Milletvekilinin o tarafta oturmasından ben de çok
mutluyum; iyi ki bizim tarafımızda oturmuyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakın
değerli milletvekilleri, şu konuyu iyi kavramamız lazım: Geçen yıl bir anayasa
değişikliği yaptık. Bu milletin yüzde 58’i anayasa değişikliğine “evet” dedi.
Şurada oturanların tamamının canhıraş bir şekilde “hayır” demelerine rağmen
“evet” dedi.
DİLEK
AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Hüsnü Mübarek de yüzde 86 oy almıştı!
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Kenan Evren’e de yüzde 90 “evet” demişti!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Ve bu milletin verdiği yetkiyle Adalet ve Kalkınma Partisi
12 Haziran seçimlerinde yüzde 50 oy aldı.
Şimdi
“Kimden talimat alıyorsunuz?” diyor. Ha, Hoca Efendi’yi severiz, saygı duyarız.
Bu milletin maneviyatına kim hizmet ediyorsa, bu milletin birliğine ve
beraberliğine kim uğraşıyorsa, kim doğru yoldaysa hepsine saygı duyarız ve
bundan da herkesin saygı duymasını severiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Vatanını seviyorsa gelsin buraya. Amerika’dan vatanına gelsin
çok seviyorsa.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Ama şunu iyi bilin:
Biz hiç kimseden talimat almayız. Yüce Türk milletinden başka hiç kimseden
talimat almayız. Türk milleti 12 Haziran seçimlerinde bize dedi ki. “Git, benim
adıma Türkiye’yi idare et.” dedi. Biz o görevi yapıyoruz. Sizin nereden talimat
aldığınızı, kimin kucağınıza oturduğunu bilmiyorum.
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Yakışıyor mu?.. Kim kimin kucağında
oturuyor? Ne biçim laf konuşuyorsun!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Ama biz, bu milletten aldığımız talimat çerçevesinde; onun
söylediği, gösterdiği yolda; onun verdiği mesajlar çerçevesinde bu memleketi
idare etmeye çalışıyoruz.
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Yakışıyor mu bir grup başkan vekiline?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Otur sen yerine be!
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Ne demek “otur sen!”
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Otur! Otur yerine!
BAŞKAN
– Lütfen karşılıklı konuşmayınız.
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Sen çok alıştın!.. Ne demek bu?
BAŞKAN
- Siz Genel Kurula hitap ediniz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Ne kadar grup başkan vekili varmış, ne kadar sözcüsü varmış
bu partinin! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Sayın Elitaş, lütfen.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Genel Başkanınız kim?
Sözcünüz kim? Ne olduğu anlaşılmıyor. Burada konuşması gereken varsa grup
başkan vekilin konuşur.
BAŞKAN
– Karşılıklı konuşmayınız. Sayın Elitaş, siz Genel
Kurula hitap ediniz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Bakın, polisin iki görevi vardır. Biri kolluk görevidir,
biri adli görevidir. Kolluk görevi güvenlik görevidir. Öbür görevleri, adli
görevleri savcıların verdiği talimat doğrultusunda yapabilir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Savcıların, bağımsız yargının yaptığı bir meseleyi İçişleri
Bakanıyla, Hükûmetle birlikte özdeşleştirmek yanlıştır.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Elitaş.
Sayın
milletvekilleri… (Gürültüler)
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Sayın Başkan, sataşmadan dolayı söz istiyorum.
BAŞKAN
– Size ne söylediğini ben algılayamadım Sayın Metiner. (AK PARTİ sıralarından
“’Fırıldak’ dedi” sesi)
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Şahsıma yönelik sataşmada bulundu.
BAŞKAN
– Hayır, size yönelik ne söylediğini bilmiyorum.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Şahsıma yönelik sataşmada bulundu.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Ama tahrik ediyor Sayın Başkanım.
İDRİS
BALUKEN (Bingöl) – Sokak kabadayısı gibi!
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan “Sataşma başı mısın?” dedim. Herkese sataşıyor.
Ondan çok sataşan var mı? Ondan fazla sataşan varsa burada sataşma başını ona
verelim! En çok sataşan hatipleri o. Varsa başka sataşan devredelim görevi.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Söyleyecek sözlerden korkmayacaksınız! Korkmayacaksın,
oturduğun yerden laf atmayacaksın!
İDRİS
BALUKEN (Bingöl) – Bir tek doğru şey söyledin, onu da cahiliye döneminde
söyledin!
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Geç onu, siz hâlâ cahiliye özündesiniz!
İDRİS
BALUKEN (Bingöl) – Kimin cahiliye döneminde olduğu belli!
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, Anayasa çalışmalarında bizim farklı davrandığımızı,
KCK tutuklularının örgüt üyesi olduğunu söyledi. Bu konuda açıklama yapmak
istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun, yeni sataşmaya mahal vermeyiniz.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Sayın Başkan, söz hakkım ne oldu benim?
BAŞKAN
– Bir dakika… Bir dakika…
6.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın,
partisine sataşması nedeniyle konuşması
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; özellikle AKP Grup Başkan
Vekilleri bütün milletvekillerini emir kulu olarak görüyor. Konuşamazsınız!
Hiçbir grubun milletvekilleri grubun… Ya grup başkan vekilleri konuşur ama
milletvekili konuşamaz diye bir şey yok. Bu sizde işte, bu totaliter rejim
sizde var.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Konuşma orada yapılır!
SIRRI
SAKIK (Devamla) – Bakın siz dönüp dolaşıp diyorsunuz ki; KCK tutukluları,
bilmem Kandil, illegal örgütlenme…
Siz
ne kadar meşruysanız KCK tutukluları da o kadar meşrudur.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – KCK de meşru mu?
SIRRI
SAKIK (Devamla) – Sana söyleyeyim, siz milletvekilisiniz, o da milletvekili; 5 milletve-kilimiz ondan dolayı içeride. Belediye
başkanlarını halk seçti, KCK operasyonundan siz içeri aldınız. Şimdi halk
seçtiği vekilleri Parlamentoda görmek istiyor ama siz “Hayır” diyorsunuz! Halk
seçtiği belediye başkanlarını görev başında görmek istiyor, siz gece operasyon
yapıyorsunuz!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Terör örgütüyle iş birliği yaparsa, terör örgütüne kaynak
sağlarsa bunun da karşılığını alır.
SIRRI
SAKIK (Devamla) – Sonra da dönüyorsunuz, bu… Siz ülkeyi bir polis devletine
dönüştürdünüz. Aslında siz Anayasa değişikliği falan demeyin, sizin yüreğiniz
yetmez.
Bakın,
2010 yılındaki Anayasa değişikliğinde bize geldiniz, oturduk, konuştuk da
sizinle, buraya 5 tane arkadaşımız geldi, oy kullandı…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Yeşil oy kullandı, yeşil.
SIRRI
SAKIK (Devamla) – …ama yüreğiniz yetmedi bizimle birlikte hareket etmeye. Ne
oldu? İşte, siz gerçekten yüreğiniz yetmedi.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Her şeye yeter yüreğimiz. Mangal gibi yüreğimiz var.
SIRRI
SAKIK (Devamla) – Konuşma, beni konuşturtma.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Mangal gibi yüreğimiz var. Sırrı, mangal gibi yüreğimiz
var bizim.
BAŞKAN
– Lütfen…
SIRRI
SAKIK (Devamla) – Bakın, eğer mangal gibi yüreğiniz olsaydı…
BAŞKAN
– Sayın Sakık, lütfen Genel Kurula hitap ediniz,
karşılıklı konuşmayınız.
SIRRI
SAKIK (Devamla) - …o gün geldik birlikte burada oy kullandık ama sizin grup
başkan vekilleriniz çıktı dedi ki: “BDP’liler geldi,
aleyhte oy kullandılar.” Şimdi, ben o gün burada canlı tanığıyım; 5 kişi
geldik, oy kullandık; sizin arkadaşlarınız, siz onlara söz geçiremediniz ve
sonra döndünüz bizden korktunuz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Ne renk oy kullandınız?
SIRRI
SAKIK (Devamla) – Nasıl?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Ne renk oy kullandınız?
SIRRI
SAKIK (Devamla) – Biz mi?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Sakık.
SIRRI
SAKIK (Devamla) – Biz, bakın, arkasında duramayacağımız hiçbir şeyi yapmayız.
BAŞKAN
– Konu netleşmiştir Sayın Sakık, lütfen yerinize geçiniz.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sırrı Sakık, kaç madde
vardı Anayasa paketinde?
SIRRI
SAKIK (Devamla) – Bakın, biz oyu nasıl kullandık? Biz oyu sizinle nasıl
konuştuysak o şekilde…
BAŞKAN
– Ama lütfen… Sayın Sakık, lütfen yerinize geçiniz.
SIRRI
SAKIK (Devamla) - Eğer farklı oy kullanan namert ve şerefsizdir, kim
kullandıysa, sizler kullanmışsanız siz namertsiniz.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın Metiner, buyurun, iki dakika.
Yeni
sataşmalara mahal vermeyiniz.
7.- Adıyaman Milletvekili Mehmet
Metiner’in, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün burada
konuşurken BDP’nin Grup Başkan Vekili de laf attı,
dün burada konuşurken gündem dışı konuştuğumuz iddia edildi ama bugün Sayın Sakık konu başlığıyla ilgili olmayan, sadece İçişleri
Bakanımızla ilgili birtakım suçlamalarda bulundu.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sana ne!
MEHMET
METİNER (Devamla) – Şimdi, değerli milletvekilleri, partimizi, Başbakanımızı
başkalarının kucağında olmakla suçladı, bu çok terbiyeyle bağdaşır bir suçlama
değil. (CHP ve BDP sıralarından gürültüler)
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Avukatı mısın sen!
MEHMET
METİNER (Devamla) – Eğer başkalarının kucağında olmak tartışmasını yapacaksak,
1999 yılında Öcalan yakalandığında başka ülkeler tarafından Türkiye’ye karşı
nasıl kullanıldığını anlatmıştı.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sen o zaman hangi görevdeydin? Sen HADEP’in
Genel Başkan Yardımcısı değil miydin o zaman?
MEHMET
METİNER (Devamla) – Söyleyecek sözün varsa seninle her platformda -yüreğim
yeter, bilgim yeter- tartışırım. Otur orada sen!
BAŞKAN
– Karşılıklı konuşmayınız.
MEHMET
METİNER (Devamla) - Başka ülkeler tarafından Türkiye’ye karşı nasıl
kullanıldıklarını anlatıyordu.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – O zaman HADEP’in Genel Başkan
Yardımcısı. Utanma olmazsa böyle konuşur işte!
MEHMET
METİNER (Devamla) - Bugün soruyoruz: Türkiye’ye karşı, tam da demokratikleşme
süreci başlamışken terör eylemselliklerini devreye
sokanlar bugün acaba hangi ülkelerin kucağındalar? Biz de bunun hesabını
soruyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın
Grup Başkan Vekili dün bir şey söylemişler “Beraber görev yaptığınız Fırat Anlı’yı terörist mi kabul ediyorsunuz?” diye. Hayır, Fırat Anlı’yı tanırım, onu terörist kabul etmiyorum. Ama
birilerinin terörün üzerinden siyaset yaparak toplumsal barışımıza ve
demokratikleşme sürecimize sekte vurduğunu söylüyorum.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – İşte sen böyle konuşursun, Grup Başkanı böyle konuşur, İçişleri
Bakanı da farklı konuşur! 3 kişi de ayrı şeyi konuşuyor!
MEHMET
METİNER (Devamla) – Son bir şey daha. Siyaset akademisinden bir suikastçı
çıkıyor. Mehmet Metiner’e suikast yapmakla görevlendirilen bir siyaset
akademisinin öğrencisi çıkıyor.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Hadi ya, kim sana tenezzül eder! Sen bu hikâyeyle
milletvekili oldun. O hikâyeyle oldun milletvekili.
MEHMET
METİNER (Devamla) - Evet, siz terörün siyasetini yapıyorsunuz. Siyaset
akademiniz terör eğitimine dönüştürülmüşse bunun hesabını da siz vermek
zorundasınız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
METİNER (Devamla) – Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Metiner.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Elitaş
ile grubumuz üyeleri arasında…
BAŞKAN
- Bir dakika sayın milletvekilleri, duyamıyorum.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Sayın Elitaş ile
grubumuz üyeleri arasında bir tartışmadır gidiyor. Sayın Elitaş
grubumuz üyelerinin ne tarafta oturması gerektiğini söylüyor, hatta “Otur
yerine!” talimatları veriyor. Bu konuda grubumuzun tüzel kişiliğine yapılmış
bir hakaret vardır. Grup Başkan Vekili olarak söz istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun.
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Siz grup toplantısında “KCK’yı
bildiriye ekleyelim.” demediniz mi, konuşmadınız mı bunu? Kendi grup
toplantınızda konuşmadınız mı “KCK’yı bildiriye
ekleyelim.” diye?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
arkadaşlarım, öncelikle Sayın Elitaş’ın benzetmesi
doğru, referandumda bu millet yüzde 58 oy verdi. Bu taraf da muhalefet
partilerinin olduğu yer diyelim. Doğru söylüyorsunuz. Aldığınız oy daha fazla. Bu da doğru. Bütün bunlar doğru. Ama bu mantıkla bakarsak 12
Eylül Anayasası yüzde 92 evet almıştı. Bu mantık çok doğru bir mantık değil.
Bakın
ben size çınar ağacı ile su kabağının hikâyesini anlatayım. Bir koca çınar
ağacının dibine bir su kabağı tohumu düşmüş. Bir iki ay sonra güneş açınca,
yağmurlar yağınca su kabağı hızla büyümüş ve bir anda o çınarın boyuna
yetişmiş. Başlamış çınarla dalga geçmeye: “Çınar, sen kaç yıllık çınarsın? Ben
şurada bir iki ayda, geldim seni geçtim, görüyor musun?” demiş. Çınar kıs kıs
gülmüş, demiş ki: “Yakında sonbahar geliyor, hele bir kırağılar düşmeye
başlasın seni göreceğim.” Kış gelince o su kabağı serilmiş yere, o koca çınar
dimdik ayakta durmuş. (CHP sıralarından alkışlar)
Burada,
hatırlarsanız bir Anavatan Partisi vardı 300 milletvekiliyle. Böyle bir parti
kalmadı şimdi. Siz de kalmayacaksınız Sayın Elitaş
ama o koca çınar burada olacak, o koca çınar burada! (CHP sıralarından
alkışlar)
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Kaç kere iktidar oldunuz, onu söyle.
MUHARREM
İNCE (Devamla) - Tabii ki seçimin galibi övünmekte haklıdır. Kutluyoruz…
Kutluyoruz… Kutluyoruz… Ama merak etmeyin, koca çınar dimdik ayaktadır; su
kabağı kırağıyı görünce, kışı görünce başını yere eğecektir diyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, Sayın Grup Başkan Vekili 12 Eylül darbe
anayasasıyla 12 Eylül 2010 halk anayasasını karıştırdı. 12 Eylül darbe
anayasası tıpkı 1946 seçimlerindeki gibi açık oy, gizli tasnif usulüyle
yapılmıştı ama 12 Eylül halk anayasası gizli oy, açık tasnif şeklinde yapıldı.
Bilgilerinize
sunarım.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- 11 Ekim 2011 tarihli ve 244 sayılı,
narenciye üreticilerimizin piyasada oluşan fiyat dalgalanmalarından korunması
ve narenciye ihracatında ülkemizin potansiyelinin değerlendirilmesi ile ilgili
sorunların tespiti ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen
Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 17/11/2011
Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı
tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN
– Önerinin lehinde, Adana Milletvekili Ümit Özgümüş.
Buyurun
Sayın Özgümüş. (CHP sıralarından alkışlar)
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle sizi
saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama
başlamadan önce Sayın Metiner’e bir çift lafım vardı, dışarı çıktı. Kimsenin
arkasından konuşmak gibi bir huyum yoktur ama şu kürsü elime geçmişken bir
söyleyeyim.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Söyle, söyle…
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Allah kimseyi onun yerine düşürmesin. (CHP ve BDP
sıralarından alkışlar)
SIRRI
SAKIK (Muş) – Amin, amin…
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Bakın, daha önce kendi Başbakanına, kendi Genel Başkanına
“Birikimsiz”, “Çapsız”, “Demokrasiden anlamaz.”, “Bu ülkeye demokrasiyi
getiremez.” diyen bir şahıs…
SIRRI
SAKIK (Muş) – O zaman neredeydi biliyor musun? O zaman bizim partinin genel
başkan yardımcısıydı…
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – …konuşmaları teybe yakalandığı zaman daha sonra gelip Sayın
Başbakanın eşiğinde takla atarak, reverans yaparak, gerdan kırarak -siyasi literatürden- Şark dansözlüğü yaparak…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, eleştiri bu kadar terbiyesizce olmaz.
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Terbiyeyi sizden öğrenmeyeceğim ben.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Eleştirsin ama bu kadar terbiyesizce olmaz. Takla atmak,
gerdan kırmak… Gitsin aynaya baksın…
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Siyasi literatürde aynen böyle
denir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Eleştiri yapabilir ama böyle terbiyesizce olmaz.
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Eğer istiyorsanız, dönün geriye, gerdan kırıp kırmadığını
görürsünüz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Terbiyesizce olmaz. Yap eleştirini ama gerdan kırmak… Aynaya
bak…
BAŞKAN
– Sayın Özgümüş, lütfen, sözlerinizi daha düzgün
seçiniz.
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Basında var, dönüp geriye bakarsınız, gerdan kırıp
kırmadığını görürsünüz, eğilip eğilmediğini görürsünüz.
BAŞKAN
– Lütfen, daha düzgün seçiniz sözcüklerinizi.
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Ben eğer Sayın Metiner’in yerinde olsam, biraz utanma olur
bende ve gelip şuraya, ön tarafa oturup her gelene laf atmam, şu arkadaki, en
arkadaki direğin arkasında otururum.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, eleştiri haktır ama hakaret hak değildir.
BAŞKAN
– Sayın Özgümüş, buyurunuz, lütfen konunuza geliniz.
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin birçok sorunu var. (CHP
sıralarından “Geldi.” sesleri)
BAŞKAN
– Sayın Özgümüş, buyurunuz, lütfen…
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Kayıtlardan nasıl olsa öğrenecektir. Tutanaklardan alır,
gelir burada cevap verir eğer yüreği varsa. Söylediklerimin arkasındayım.
Değerli
arkadaşlar, Türkiye'nin birçok sorunu var, çözülemeyen birçok sorunu var ama
son on sene içerisinde özellikle gittikçe artan, kronikleşen ve çözülmesi
gittikçe de zorlaşan bazı sorunları var.Temel
olarak iki tane: Bir tanesi, burada portakal meselesi de gelse, sağlık meselesi
de gelse, narenciye de gelse, dış ilişkiler de gelse, konuşulan ve konuşulması
da gereken, güneydoğudaki çözülemeyen, uzayan savaş meselesi; bir tanesi de
yine son on yılda çözülemeyen ve gittikçe ağırlaşan, gittikçe çözümü zorlaşan
cari açık meselesi.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Güneydoğuda savaş yapmıyoruz, terörle mücadele ediyoruz.
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Cari açık Türkiye'nin başına bela olmaya devam ediyor.
Değerli
arkadaşlar, bugün büyüyen, gittikçe büyüyen cari açığın temelinde, Türkiye'nin
çözemediği, AKP İktidarı döneminde yanlış uygulanan ekonomi politikalarından
dolayı gittikçe makası açılan dış ticaret açığı yatıyor. Dış ticaret açığından
doğan döviz açığı diğer gelirlerle kapatılamadığı için ne yazık ki cari açık
gittikçe tehlikeli boyutlara ulaşıyor. AKP İktidarı döneminde sürekli olarak
dış ticaretten sorumlu devlet bakanları -daha önceki dönemde de yapılıyordu-
ayda bir Türkiye’nin belirli bir kentinde oturup ihracat rakamlarını
açıklıyorlardı ama ithalat rakamları sürekli olarak gizleniyordu. Seçim
döneminde Sayın Başbakanı dinliyorduk. Sayın Başbakan diyordu ki: “Biz
geldiğimiz zaman, 2002’de, Türkiye’nin ihracatı 36 milyar dolardı. Ne koyduk
hamdolsun? 77 milyar dolar. Nereye geldik? 113 milyar dolara.” İthalat? Onu da
ben söyleyeyim: İktidara geldiğinizde 51 milyar dolardı ithalat. Ne koydunuz
üzerine hamdolsun? 134 milyar dolar. 2011 sonu itibarıyla geldiğimiz rakam 185 milyar
dolar. Doğal olarak dış ticaret açığından doğan bu döviz açığı kapatılamadığı
için cari açık gittikçe büyüyor.
Bakın,
dış ticarette, ithalat-ihracat rakamlarında önemli olan uluslararası gösterge
var. İhracatın ithalatı karşılama oranı eğer yüzde 70’in altına düşerse dikkat
çekmek gerekir ama eğer yüzde 60’ın altına inerse artık kırmızı alarmdır. Dün
açıklanan eylül sonu rakamlarına göre, geçen yılın aynı dönemine göre cari
açığımız yüzde 100 artışa doğru gidiyor. Şu anda 70 milyar dolar civarında, yıl sonu itibarıyla 80 milyar doların üzerine çıkacak.
Bildiğiniz gibi geçen yıl toplamı 48 milyar dolardı.
Şimdi,
cari açığın ekonomik olarak tehlikesi var. Bir: Cari açık uyuşturucu gibidir.
Cari açık verdiğiniz süre içerisinde eğer uluslararası kuruluşlardan
borçlanamıyorsanız o zaman sıcak parayı çekmeye başlarsınız. Sıcak para döviz
fiyatlarının düşüşünde etki yapar. Döviz fiyatları düşüp Türk lirası
değerlendiği zaman cari açık vermeye devam edersiniz. İkincisi: Cari açık
sürdürülemez. Eğer Türkiye’de 2007 krizi ve yine küresel kriz arka arkaya
gelmeseydi, Türkiye, cari açık yüzünden 2001’de olduğu gibi nasıl duvara
toslayacağını hep birlikte görecektik. Ama son dönemlerde yine küresel
finanstan doğan sıkıntılardan dolayı dışarıdan gelen küresel kriz Türkiye’nin
kendi içsel krizini örttü ve çaktırmadan, yaklaşık olarak yüzde 30, Türk parası
devalüe edildi. Aksi takdirde, başka türlü sürdürülemez. Tabii, bunun siyasi
tehlikesi de var, o da şu: Yine, uluslararası kuruluşlardan borçlanamadığınız
zaman uluslararası tefeci kuruluşlardan çok yüksek faizlerle borçlanır ve bu
defa onlara bağımlı hâle gelirsiniz. Demokles’in kılıcı gibi tepenizde sallanır
ve bu kadar çok cari açığa bağımlı hâle geldiğiniz zaman da dışarıdan emir
almaya ve siyasi boyunduruk altına girmeye başlarsınız. Nitekim,
şu anda, AKP İktidarında Türkiye tamamıyla Batı’nın ve Amerika’nın
boyunduruğuna girmiş ve siyasi emir alır hâle gelmiştir. Bundan daha üç ay
öncesine kadar komşularla sıfır sorun politikası yürüten Türkiye Cumhuriyeti üç
ay içerisinde Kanuni Sultan Süleymanlığa soyunarak
bütün komşularıyla, evine gidip yemek yediği, çayını içtiği, kızının düğününe
davet ettiği Suriye’yle şu anda savaş durumuna gelmiştir.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bayrağımızı yakmış, etmeyelim mi savaş?
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Bayrağı yakanların kim olduğunu çok dikkatlice inceleyin. O
bayrakları yakmanın nasıl provokatif bir eylem
olduğunu belki anlarsınız.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Niye? Ne yapacaksınız?
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Amerika Birleşik Devletleri o tür ülkelerde sizin “bahar”
dediğiniz o ayaklanmaları yapmadan çok öncesinden oraya ajanlarını gönderir,
yerleştirir. Ukrayna’da, Gürcistan’da yaptığını bugün Suriye’de yapıyor.
Suriye’nin kendi içerisinde sorun yok. Olayları doğru okuyun.
AKİF
ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) – Hep komplo teorisi…
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, cari açığın çözülmesi için üretim ve
ihracat gerekir. Üretim ve ihracat ya da ihracata yönelik
üretim. Onun için, iktisatta mukayeseli üstünlükler teorisi vardır.
Türkiye’nin mukayeseli üstün olduğu konulardan bir tanesi tarımdır ve daha çok
benim de bölgemi ilgilendirdiği için bugün araştırma önergesi verilen konuda…
Narenciye konusu bizim önemli, avantajlı konularımızdan bir tanesidir.
Narenciye konusu Türkiye’de yaklaşık olarak 120 bin hektar alanda yapılmakta ve
yaklaşık olarak da yine 30 bin çiftçi aileyi ilgilendirmektedir. Bu, doğrudan ilgilendiren. Bir de bunun yanında, girdi
sağlayan, çıktıları işleyen aileleri, işletmeleri düşünürsek Türkiye’de ne kadar
önemli olduğu ortaya çıkar.
Narenciye
konusunda üretimde sorunlarımız var çünkü girdi maliyetleri çok yüksek. Onun
için Cumhuriyet Halk Partisi seçim döneminde, bu nedenle çiftçiye mazotu 1,5
liradan vereceğini söylemişti. Bugünkü üretim maliyetleriyle rekabet ettiği
İspanya gibi, Yunanistan gibi ülkelerle aynı girdi maliyetlerini kullanmayan
çiftçi üretimde rekabet edemez. Onun için girdi maliyetlerinin düşürülmesi
gerekir, ürün planlaması gerekir.
Bugün
Türkiye’de narenciye bir iki aylık süre içerisinde hasat edilmekte ama rakip
ülkeler altı aya bölmüş durumdadır. Onun için üretim planlaması devlet
tarafından yapılmalı, bahçe düzenlemeleri de buna göre yapılmalıdır.
Bunun
dışında, pazarlamaya destek verilmelidir, aksi takdirde narenciye
üreticilerinin, bu kadar geniş kesimi ilgilendiren narenciye üreticilerinin
rekabet etme şansı yoktur. Eğer kaynak arıyorsanız, kaynak var. Üstünüze vazife
olmadığı şekilde Libya’ya çanta içerisinde 300 milyon dolar para
gönderiyorsunuz, o 300 milyon doları Libya’ya göndermek yerine kendi narenciye
üreticinize, kendi çiftçinize kullandırırsanız, küresel rekabet ortamında
rekabet edebilir hâle gelebilirler.
Şimdi
bütün bunları yapabilmek için öncelikle toprağımızın olması ve toprağımıza
sahip çıkmamız gerekir. Ama AKP iktidarları döneminde cari açık verdikçe,
dövize ihtiyaç oldukça önce bankalarımızı, şirketlerimizi, fabrikalarımızı
sattık, şu anda topraklarımızı satmaya başladık ve bununla övünüyoruz. Biz
övünmüyoruz, siz övünüyorsunuz.
Şimdi,
devletin resmî rakamlarına göre, bugün 2011 rakamlarıyla yabancıya satılan
toprak miktarı Antalya’da 5.600 dönüm, 5 milyon 600 bin metrekare; Muğla’da
5.500 dönüm, Ankara’da 4.500 dönüm, Hatay’da -metrekare olarak söyleyeyim- 3
milyon 400 bin metrekare, Aydın’da 3 milyon 300 bin metrekare, Adana’da 1
milyon 600 bin metrekare civarında verimli narenciye alanlarında.
Tabii,
bunların yanında başka alanlar var. Onları başka zaman konuşuruz. Tunceli’de
373 bin dönüm, Çorum’da, Niğde’de yine hemen hemen…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Lütfen sözünüzü tamamlayınız.
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Buralarda yabancıların niye toprak aldığını önümüzdeki
süreçte eğer oralarda maden çıkarsa hep birlikte göreceğiz. Öncelikle
topraklarımıza sahip çıkmamız gerekir. Şimdi, bir bakanımız var -biraz önce
buradaydı- halk arasında “İngiliz Mehmet” ya da “Sör Mehmet” diye bilinen.
Neden İngiliz Mehmet? Çünkü daha önce, buraya gelmeden önce, İngiltere’de
pasaport alabilmek için kraliçeye sadakat yemini etmiş, İngiltere’nin
çıkarlarını savunmak üzere şeref, namus yemini etmiş, sonra gelip benim
bulunduğum bu kürsüde bir kez de Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarını korumak
üzerine şeref, namus yemini etmiş bir bakanımızdır. Bulunduğu makam
dolayısıyla, verdiği kararlar dolayısıyla hem Türkiye’nin hem İngiltere’nin
çıkarlarını koruyamaz. Sonuç olarak ikisinden bir tanesinde şeref ve namus
yeminini yemek zorundadır. Diyor ki: “Havaalanında evini sırtına yüklemiş
ülkeden çıkanı hiç görmedim.” Yani şimdi buna gülecek miyiz, espri mi bu yani?
İngiltere kültüründe bir espri midir? Evet, doğrudur, topraklarımızı kimse alıp
sırtına götüremez ama önümüzdeki süreçte petrolden daha öne çıkan bir kavram
var ki gıda arzı güvenliği…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Özgümüş.
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Dünyada şu anda petrolü biten birçok ülke bizim gibi
ülkelerden toprak satın almaya çalışıyor. Çocuklarımızın geleceğini satıyoruz.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz.
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Devamla) – Bunun için, açılan bu önergeye olumlu oy vereceğimizi
açıklıyorum.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Sayın Özgümüş, teşekkür ediyoruz.
Buyurun
Sayın Metiner.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
8.- Adıyaman Milletvekili Mehmet
Metiner’in, Adana Milletvekili Ümit Özgümüş’ün,
şahsına, sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Eskiler
ne güzel demişler: “Üslubu beyan ayniyle insan.”
SONER
AKSOY (Kütahya) – Aynen öyle.
MEHMET
METİNER (Devamla) – “Allah kimseyi onun yerine koymasın.” diyor Sayın
Milletvekili. Benim yerime geçebilmesi için başkaca hasletlerinin olması
gerekiyor.
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Adana) – Şark dansözlüğü gibi mi, gerdan kırmak gibi, eğilmek gibi mi?
MEHMET
METİNER (Devamla) – Şark dansözlüğü, takla atmak…
BAŞKAN
– Lütfen sayın milletvekilleri… Lütfen…
MEHMET
METİNER (Devamla) – …takla atmak, ancak terbiyeden yoksun…
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Adana) – Başbakanın eşinin önünde eğilmek gibi kendini affettirmek
için? Git arkaya otur ya!
BAŞKAN
– Lütfen Özgümüş…
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Adana) – Yüzün kızarmıyor mu?
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, lütfen müdahale ediniz.
BAŞKAN
– Lütfen Sayın Özgümüş. Lütfen düzgün konuşun.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, ağız dolusu hakaretler yapıyor.
MEHMET
METİNER (Devamla) – Söyleyecek…
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın Metiner.
MEHMET
METİNER (Devamla) – Bu dakikalarımı sizden geri almak istiyorum, lütfen.
BAŞKAN
– Siz devam ediniz.
MEHMET
METİNER (Devamla) – Sözlerinizin hepsini fazlasıyla size iade edebilirim ama
terbiyem elvermediği için bunu yapmayacağım. Mehmet Metiner, bugüne kadar hiç
kimsenin karşısında, hele hele güç odaklarının karşısında asla gerdan
kırmamıştır. Bu zalim, ceberut, BAAS’çı, rejime karşı
arslanlar gibi direnmiştir, herkes için demokrasi,
herkes için özgürlük istemiştir.
Sayın
Başbakanla ilgili olarak söylediğim sözler on yıl öncesine aittir. Sadece orada
şahsına yönelik, uygunsuz kaçtığına inandığım bir sözden dolayı özür diledim.
TUFAN
KÖSE (Çorum) – Cezan bitti mi cezan?
MEHMET
METİNER (Devamla) – Siz ki, burada yapılan herhangi bir sözden dolayı özür
dilemeyi erdemlilik kabul eden siz ki özür dileyen bir insanı gerdan kırmakla
suçluyorsunuz. Yazıklar olsun size! O zaman, burada yapılan iş ve
eylemlerimizden dolayı, söz ve eylemlerimden dolayı lütfen bir daha
hiçbirimizden özür dileme talebinde bulunmayın, özür dilemenin de erdemlilik
olduğunu söylemeyiniz lütfen. (CHP sıralarından gürültüler)
“Biraz
utanma olsa…” diyor, “Milletvekilliğini buna borçlu.” diyor. Ben milletvekilliğini
hiçbir şeye borçlu olan bir insan değilim. Ben milletvekili seçildikten sonra,
Sayın Elitaş burada, Kayseri’de oğlunun düğününe
gittim ve Sayın Emine Erdoğan’ı da yıllardan beri tanıyorum ve kalabalık bir
tören esnasında sadece bana bir şey söylemek istediği için kulağına eğildim.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Metiner…
MEHMET
METİNER (Devamla) – Bir hanımefendinin sözünü dinlemek için eğilmeyi başka yöne
çeken bir zihniyeti, Baas kardeşliğini de kınıyorum.
(CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen…
MEHMET
METİNER (Devamla) – Suriye rejimine, Baas rejimine
arka çıkan tutumunuzu da kınıyorum, kınıyorum, kınıyorum! (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Sayın Metiner, teşekkür ederiz.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, grubumuzun verdiği bir önerge üzerinde
müzakere yapıyoruz. Bu konu çok başka yerlere taşındı. Müsaade ederseniz
yerimden 60’a göre bir söz söylemek istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın Şandır.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim efendim.
Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; çok iyi niyetlerle vermiş olduğumuz
araştırma önergesi üzerinde yapılan konuşmalarla bana göre narenciye
üreticisine haksızlık yapılıyor. Bakınız, narenciye üreticisiyle, tüccarıyla,
ihracatçısıyla, depocusuyla, nakliyatçısıyla, işçisiyle, zirai ilaç ve gübre
satıcılarıyla, aileleriyle, çocuklarıyla muhtemelen bu toplumun 10 milyon
insanını ilgilendiren bir konu. Narenciye üreticilerinin sorunlarını tartışmak
üzere verdiğimiz önerge üzerinde burada görüş ifade eden insanların bu
sorunları yok sayarak, narenciye üreticilerinin sorunlarını yok sayarak başka
konularda konuşmalarını üzüntüyle karşıladığımı ifade ediyorum. Lütfen herkes
konuya gelsin, narenciye üreticilerin sorunlarını konuşsun.
Arz
ederim efendim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Şandır.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- 11 Ekim 2011 tarihli ve 244 sayılı,
narenciye üreticilerimizin piyasada oluşan fiyat dalgalanmalarından korunması
ve narenciye ihracatında ülkemizin potansiyelinin değerlendirilmesi ile ilgili
sorunların tespiti ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen
Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 17/11/2011
Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı
tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN
– Önerinin aleyhinde, Antalya Milletvekili Hüseyin Samani…
Buyurunuz
Sayın Samani. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN
SAMANİ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisi grup önerisi hakkında söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bugün
tüm dünyada stratejik bir sektör olarak algılanan tarım sektörü hakkında
konuşuyoruz. Tüm insanlığın gıda ihtiyacı bu sektörde
üretilen ürünlerle karşılanmakta. İnsanlık bugün elindeki bütün
imkânları kullansa, seferber etse teknolojik imkânları, bir damla sütü, bir
tane domatesi ve bir tane portakalı üretebilme imkânına sahip değildir.
Dolayısıyla, bu sektörle ilgili konuşurken daha hassas olmalıyız. Sektörü ancak
verilerle değerlendirmeliyiz.
“Narenciye,
turunçgil” dediğimizde, bildiğiniz gibi, portakal,
limon, mandalina, greyfurt ve altıntop gibi meyve türleri aklımıza gelmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bugün dünyada toplam yaş sebze ve meyve
üretimi 1 milyar 858 milyon 376 bin tondur. Yine bunun içerisinde narenciye
üretimi ise 124 milyon 414 bin tondur. Yani toplam yaş sebze ve meyve
üretiminin içerisinde narenciye üretimi yüzde 6,9 gibi büyük bir pay
almaktadır. Türkiye'nin narenciye üretimi ise 2002 yılında 2 milyon 500 bin ton
iken bugün ise 3 milyon 513 bin tona yükselmiştir.
Ülkemizin
2002 yılında tarımsal ihracatı 4 milyar dolar iken bugün 12,7 milyar dolara
çıkmıştır yani yaklaşık 3 kat artmıştır. Yine 2002 yılında yaş sebze ve meyve
ihracatı 545 milyon dolar iken bugün bu rakam 2 milyar 174 milyon dolara
yükselmiştir.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Reeksportlar var mı bunun içinde, reeksportlar?
HÜSEYİN
SAMANİ (Devamla) – Türkiye bugün doksan altı ülkeye yaş sebze ve meyve ihracatı
yapmaktadır.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Reeksportlarla beraber
olduğunu belirt, daha sağlıklı olur o zaman rakamlar.
HÜSEYİN
SAMANİ (Devamla) – Bu sadece yaş sebze ve meyve alanında yapılan ihracat
miktarıdır. Toplam tarım ürünleri ihracatından bahsetmiyoruz.
Yine
narenciye ihracatına gelince, yıllara göre, 2002 yılında 811 bin ton
ürettiğimiz narenciye miktarını ancak ihraç edebiliyor, bunun karşısında 257
milyon dolar gibi bir döviz girdisi elde edebiliyorduk. 2003 yılına geldiğinde
658 bin ton narenciye ihracatı gerçekleştirdik ve bunun karşısında 268 milyon
947 bin dolar gelir elde ettik. 2010 yılına geldiğinde ise 1 milyon 219 bin
tona yükselttik narenciye ihracatımızı. Bunun karşısında ise 848 milyon dolar
gibi bir ihracat geliri elde etti ülkemiz.
Narenciye
ihracatında İspanya ve Güney Afrika’dan sonra bugün ülkemiz dünyada 3’üncü
sırada yer almaktadır. Hiç şüphesiz bu gelişmeler geçtiğimiz süreler içerisinde
tarım sektöründe atılan birtakım adımların neticesinde olmuştur. Bildiğiniz gibi,
bugün tarım sektöründe dünyadaki yerimiz 7’nci sıraya yükselmiştir.
2002’de
36,1 milyar dolar olan gayrisafi yurt içi hasıla
rakamı 2010 yılında 2 kattan fazla artış göstererek 78,8 milyar TL’ye
ulaşmıştır. Sektör 2011 yılında da yakaladığı yüzde 4,1’lik artışla yükselişini
sürdürmektedir.
70
milyon insanımızın ve 30 milyon turistimizin gıda ihtiyacını karşılayan tarım
sektörümüz ile bugün 177 ülkeye ihracat yapmaktayız. Bu süreç içerisinde
Hükûmetimiz tarafından tarım sektörüne toplam elli iki tarımsal destek
uygulaması yapılmıştır. 2003-2010 yılları arasında sektöre verilen destek 36,6
milyar TL iken 2011 yılı için planlanan destek 6,5 milyar TL olmuştur. 2002
yılında çiftçilerimize 1,8 milyar TL destek verilirken bu rakamı 3 kat
artırarak 2011 yılında 6 milyar TL’ye yükseltmiş bulunuyoruz.
Değerli
milletvekilleri, bu dönem içerisinde yapılan en önemli gelişmelerden bir
tanesi, hiç şüphesiz ki, doğal afetlere karşı çiftçinin emeğini koruyan tarım
sigortası uygulamasının başlamış olmasıdır ki çitçilerimiz, tarım sigortası
çerçevesinde poliçe değerinin yarısını devletten geri almaktadırlar.
Ziraat
Bankası ve tarım kredi kooperatiflerinin verdiği kredi miktarı 2002 yılında
yalnızca 529 milyon TL idi. Bu dönem içerisinde bu miktar tam 30 kat arttırılmıştır;
2010 yılında 16,1 milyar TL’ye, 2002 yılında ise 550 bin kişiye ilave olarak
kredi kullandırılmıştır. 2011 yılında çiftçiye verilen kredi miktarının 20,5
milyar TL’ye çıktığını şu an itibarıyla söyleyebiliriz.
Ayrıca,
bu dönem içerisindeki en çok dikkat etmemiz gereken hususlardan bir tanesi,
2002 yılında tarımsal kredi faizlerinin yüzde 59 iken, bu süreç içerisinde
yüzde 5’lere kadar inmesidir. Biraz önceki öneride üreticilerin sahipsiz
kaldığından bahsedilmişti bir yerinde. Üreticilere yüzde 59’la kredi
kullandırılması mı onları sahipsiz mi bırakmaktır yoksa tarımsal kredileri
yüzde 5’ler seviyesine indirmek mi üreticiyi sahipsiz ve yalnız bırakmaktır?
Bunu elbette en iyi üreticilerimizin kendisi takdir edecektir.
Narenciye
üretiminde bu süreç içerisinde birtakım destekler ilave olarak verilmektedir.
Bunlardan en önemlisi, en çok dikkat çekeni, daha doğrusu, takdir toplaması
gerekeni, özellikle, biyolojik mücadele yapan üreticilere yapılan desteklerdir.
Bugün, biyolojik mücadeleyle üretim yapan çiftçiye dekar başına 20 TL ilave
destek verilmektedir.
Yine,
eğer çiftçimiz danışman kullanırsa, ziraat mühendisi gibi, bahçelerinde
danışman kullanırsa veya tekniker gibi danışmanlar kullanırsa, çiftçi başına
500 TL danışman kullanılmasından dolayı destek verilmektedir. Eğer,
üreticilerimiz iyi tarım uygulamaları çerçevesinde üretim yaparlarsa, dekar
başına 20 TL ilave destek de bunun için verilmektedir. Yani, bir anlamda tohum
aşamasından, fide aşamasından sofraya gelene kadar her şeyin kayıt altında tutulduğu
ve kontrol edildiği bir üretim modelini eğer benimserler ve bu çerçevede üretim
yaparlarsa buna da ilave olarak destek verildiğini ifade etmek istiyorum. Yeni
bahçe kuran üreticilerimize sertifikalı fide kullanma kapsamında 250 TL dekar
başına destek verilmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu süreç içerisinde yine bu öneride yer
alan bir husus dikkatimi çekmişti: Özellikle ilaç kalıntılarıyla ilgili
mücadeleden ve bu konudaki yeni uygulamalara dikkat çekilmişti. Evet, bu konuda
sürekli daha ileriye gitmemiz gerektiği kanaatindeyiz ama bir şeyin altını
çizmek istiyoruz, bir örnekle de bunu anlatmak istiyorum sizlere: 2002 Nisan
ayında benim ilim olan Antalya’da ve Antalya’nın Kumluca ilçesinde biberlerde methamidophos aktif maddeli bir kalıntı çıkmış. O dönemki
bakanlık bunu önce reddetmiş, daha sonra bu sorunun üzerine ivedilikle
gidilmesi gerektiği hâlde bunu zamana yaymış ve Antalya’daki üreticilerimiz
bundan çok ciddi zarar görmüşlerdi. Çünkü o dönemlerde destekler biyolojik mücadele
yapanlara değil, kontrollü üretim yapanlara değil, daha fazla zirai ilaç
kullananlara verilmekteydi ve hatırlarsınız o dönemlerde çiftçilerimiz fatura
karşılığında kullanmış olduğu zirai ilacın yüzde 20’sini devletten almaktaydı.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
HÜSEYİN
SAMANİ (Devamla) – Dolayısıyla, daha fazla zirai ilaç kullanması bu anlamda
teşvik edilmekteydi. Bugün geldiğimiz noktada ise iyi tarım uygulamalarıyla,
zirai ilaçlardaki barkod sistemiyle, üretici kayıt defterleriyle, TARGEL
kapsamında ülkemiz genelinde 7.500 ziraat mühendisi ve veteriner çalıştırmakla,
izlenebilirliği ön plana çıkarmakla, bugün dünyadaki gelişmiş ülkelerin
seviyesine kadar, zirai ilaç kalıntısı miktarları o seviyelere düşmüştür. Ama
2002 yılıyla kıyasladığımızda çok büyük bir gelişme kaydettiğimizi buradan
ifade etmek istiyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Samani.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın Uzunırmak…
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, 60’a göre bir yanlışı düzeltmek ve yerimden
katkıda bulunmak istiyorum.
BAŞKAN
– Peki, buyurunuz.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Tabii
ki değerli arkadaşlar, yüce Meclis; rakamlar birçok şeyi ifade eder ama her şey
değildir. Rakamları doğru okuduğumuz zaman biz doğru yaparız.
Bakın,
Türkiye’de 2000’li yıllarda başlayan prim sistemiyle tarımsal ürünlerdeki
birçok ürünümüz kayıt altına alınmaya başlamıştır. Ondan önce birçok tarımsal
ürünümüzün kayıt altına alınış modeli sağlıklı değildi. Dolayısıyla, yıllara
göre tarımsal rakamları kıyaslarken bu bilgiyi mutlaka göz önünde
bulundurmalıyız. Eğer bunu göz önünde bulundurmazsak çok normal şartlar altında
bir şeyi sizinle paylaşmak istiyorum.
Bundan
belli bir süre önce, dünyada kendi kendine yeten yedi tarım ülkesinden birisi
iken acaba bugün neden ithalat yapmak zorunda kaldık bu kadar üretim artmasına
rağmen? Dolayısıyla, bu üretim artışı gibi görünen rakamları kayıt altına giren
olarak algılamakta fayda vardır.
Bunun
yanında, tarımsal ürünlerin ithalatında reeksportu da göz önünde tutmak lazım.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Uzunırmak.
Öneriyi
oylarınıza…
III.- YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM
İNCE (Yalova) –Sayın Başkan yoklama istiyoruz.
BAŞKAN
– Yoklama istiyorsunuz…
Buyurun.
Sayın
İnce, Sayın Köse, Sayın Altay, Canalioğlu, Sayın Özcan…
Tamam,
yazdınız.
Sayın
milletvekilleri, yoklama için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklamaya başlandı)
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, yazdınız mı arkadaşları?
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Hani 20 kişi var mı?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, isimleri yazdınız mı?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Altay, Sayın Canalioğlu, Sayın Ağbaba,
Sayın Gürkan…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) - Sayın Başkan, yoklama başladı mı?
BAŞKAN
– Başladı efendim.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Saymadınız efendim isimleri.
BAŞKAN
– İsimleri saydık efendim.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Hayır, saymadınız.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Saymadınız Sayın Başkan.
BAŞKAN
– İsimleri saydık efendim.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Aynı isimler…
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Aynı isimler mi? Belki onlar yoktur burada, belki
değişmiştir.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Buradalar, sabaha kadar nöbetçiler.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Biz de sabaha kadar nöbetçiyiz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – İsim listesini alabilir miyim Sayın Başkan? Çünkü o
arkadaşların girmemesi lazım.
BAŞKAN
– Girmezler efendim, girmiyorlar, uyarıyoruz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Görmeniz lazım arkadaşları…
BAŞKAN
– Tamam, yazılıyor.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Nerede yazılıyor? Biz duymadık.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Şu arkadaşları bir okursanız, buradalar mı bakalım.
BAŞKAN
– Orada arkadaşlar…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Okuyalım efendim. Kâtip Üye okusun, burada olup
olmadıklarını anlayalım.
BAŞKAN
– Okusunlar…
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Arkadaşlar buradalar mı? Okuyun isimlerini Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Arkadaşlar burada.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Tamam okuyun. Eğer birisi yoksa onun yerine kabul edebilir. İç Tüzük’ü bir daha oku Elitaş.
(Elektronik
cihazla yoklamaya devam edildi)
BAŞKAN
– Toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- 11 Ekim 2011 tarihli ve 244 sayılı,
narenciye üreticilerimizin piyasada oluşan fiyat dalgalanmalarından korunması
ve narenciye ihracatında ülkemizin potansiyelinin değerlendirilmesi ile ilgili
sorunların tespiti ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen
Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 17/11/2011
Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı
tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN
- Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine
göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım, sonra da oylarınıza
sunacağım.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, 60’ıncı maddeye göre kısa bir açıklama yapmak
istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
13.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İç Tüzük’ün “yoklama”
başlıklı 57’nci maddesindeki yoklama talebi kurallarının ihlal edildiği
gerekçesiyle Başkanlık Divanını İç Tüzük’ü uygulamaya
davet ettiğine ilişkin açıklaması
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, biraz önceki yaptığınız uygulama tamamen İç Tüzük’e aykırı bir uygulamadır. Yoklama talebiyle ilgili ya
grup başkan vekili ve diğer milletvekillerinin, 20 milletvekilinin imzasıyla
size bir kâğıt gelmesi gerekir ya da ayağa kalkmış milletvekillerinin tek tek
orada olup olmadıklarını teyit etmeniz gerekir. Ama şimdi yoklama kâğıdını
görüyorum ki siz nereden geldiği belirsiz bir yoklama kâğıdıyla işlem yaptınız.
Grup başkan vekili ya da 20 milletvekili arkadaşımızın imzalı kâğıdını teker
teker Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurulunun bilgilerine sunmanız
gerekirken, maalesef, İç Tüzük’ün 57’nci maddesi açık
bir hüküm ifade etmesine rağmen, üçüncü fıkrada açık bir hüküm ifade etmesine
rağmen, bunu ihlal ettiniz. Bakın, “Görüşmeler sırasında işaretle oylamaya
geçilirken, yirmi milletvekili ayağa kalkmak veya önerge vermek suretiyle
yoklama yapılmasını isteyebilir.” Siz, önerge verilmemiş, önerge verilmediği
hâlde önerge var gibi işleme tabi tuttunuz. Artı önerge verilse dahi önergedeki
milletvekillerinin burada olup olmadığını kontrol etmek mecburiyetindesiniz.
Lütfen,
Başkanlık Divanını İç Tüzük’ü uygulamaya davet
ediyorum çünkü uygulamalarınız tamamen İç Tüzük’e
aykırı bir durumdur. Başkanlık Divanı İç Tüzük’ü
ihlal ederse buradaki milletvekili arkadaşlarımızın da ihlal etmesine fırsat
vermiş olursunuz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Elitaş.
İç
Tüzük’e uygun davranıyoruz, bundan önceki bütün
yoklama taleplerinde yaptığımız gibi.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, bugüne kadar hiç olmayan örneği
uyguluyorsunuz.
BAŞKAN
– 20 sayın milletvekilimiz ayağa kalktığı zaman burada hızla adlarını
yazıyoruz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Kim yazdı?
BAŞKAN
– Tek tek söylemedim, benim hatam.
Bundan sonra tek tek söyleyeceğim, lütfen.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Tek tek söylenmesi lazım.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, biz 20 sayın milletvekiliyle birlikte ayaktaydık.
Grubumuzda 20’den fazla milletvekili şu anda var.
BAŞKAN
– Sayın İnce tamam, konu kapanmıştır.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım, bir şey daha söyleyeceğim.
BAŞKAN
– Evet…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Tabii ki yoklama istemek muhalefetin hakkıdır.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Hakkınıza bir şey
demiyoruz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – İktidar milletvekilleri kuliste oturacaklarına burada
oturacaklar.
MURAT
YILDIRIM (Çorum) – Siz de ayağa kalkacaksınız Sayın Başkan.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Ama AKP’den bir özür diliyorum ve geçmiş olsun diyorum. Az önce bir
milletvekili koşa koşa yoklamaya yetişeceğim derken döner kapıya sıkışmış,
kendisine de geçmiş olsun diyorum.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Zavallı bir düşünce
ve zavallı bir izah tarzı.
BAŞKAN
– Biz de geçmiş olsun diyoruz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın Elitaş, konu anlaşılmıştır, teşekkür ederim.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Ama şimdi bu 20
milletvekili arkadaşımızın yoklamada var kabul edilmeleri gerekir. Nasıl
yapacaksınız bunu?
BAŞKAN
– Hayır efendim, onları Tutanağa
vereceğiz ve biz burada kontrol edeceğiz, merak etmeyin.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Ama bende kaldı
kâğıt. Kâğıt bende kaldı ve…
BAŞKAN
– Kâğıdı buraya alırız efendim.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine
göre verilmiş bir önerisi vardır, okutacağım, işlem yapacağım, sonra da
oylarınıza sunacağım:
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal
Kaplan ve arkadaşları tarafından, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verilmiş olan, Kocaeli ili Derince ilçesinde bulunan tehlikeli atıkların
araştırılması hakkında Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 17/11/2011
Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı
tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
17/11/2011
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu; 17.11.2011 Perşembe günü (bugün) yaptığı toplantıda oy birliği
sağlanama-dığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin,
İçtüzüğün 19 uncu Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
Muharrem
İnce
Yalova
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Kocaeli
Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan ve arkadaşları tarafından, 14 Kasım 2011
tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına "Kocaeli ili Derince
ilçesinde bulunan tehlikeli atıkların araştırılması" hakkında verilmiş
olan Meclis Araştırma Önergesinin, (124 sıra nolu)
Genel Kurul'un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak, 17.11.2011 Perşembe günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN
– Önerinin lehinde Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan.
Buyurunuz
Sayın Kaplan. (CHP sıralarından alkışlar)
MEHMET
HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi ve
tutuklu bulunan 8 milletvekilini saygıyla selamlıyorum.
Kocaeli
ilinin hızlı sanayileşmenin meydana getirdiği çevresel sıkıntılarla boğuştuğu
ve insan yaşamını olumsuz etkilediği hepiniz tarafından bilinmektedir. Nüfusu
yaklaşık 1,5 milyon olan bu kentin yıllık nüfus artışı Türkiye ortalamasının
yaklaşık 2 katıdır. Ulusal gelire katkısı, İstanbul’dan sonra yüzde 17’lik gibi
bir rakamla 2’nci sıradadır. Türkiye sanayisinin merkezidir. Türkiye'nin en
zengin illerinden bir tanesidir. Buna rağmen işsizliğin ve yoksul sayısının
Türkiye ortalamalarının üzerinde olduğu da bir çelişkidir. Türkiye’de ilk 500
büyük iş yerinin yaklaşık 127 tanesi bu ilimizdedir.
Kocaeli
Sanayi Odasına bağlı 2.200 sanayi kuruluşu, 13 organize sanayi bölgesi, 3
teknopark, 45 liman ve iskele bulunmaktadır. Kocaeli’nin sanayileşmesinin
özellikle kuzeybatı bölgesinde başlıyor olması dikkat çekicidir. “Kuzeybatı
bölgesi” olarak adlandırılan Gebze bölgesinin yaklaşık nüfusu 600 bindir. 13
organize sanayi bölgesinin 9’u bu ilçededir 2 teknoparkıyla. Hızla göç almaya,
hızla çarpık kentleşmeyle yerleşim yeri hâline gelen Gebze bölgesi, sorunların
çözümü noktasında il olmayı beklerken, üniversitenin kurularak halkla ve
sanayiyle entegre olmasını beklerken bir önceki Hükûmetiniz tarafından 2008
yılında nedenini hâlâ sizlerin de anlayamadığı bir gerekçeyle bu bölge dört
ilçeye ayrılmıştır.
Şimdi,
size bu dört ilçeye ayrılan Dilovası hakkında bilgi vereceğim. Geçen hafta
içerisinde ulusal medyadan sıkça takip ettiğiniz bir konu: Dilovası’nın üzerine
beyaz tozların, Hereke’nin üzerine beyaz tozların ve
kimyasal içerikli tozların yağdığını hepiniz biliyorsunuz. Ne yazıktır ki
Dilovası denince Türkiye’de artık “Kanser ovası” olarak anılıyor. Bu
Dilovası’nın üzerine yağan beyaz tozların İl Çevre Müdürlüğü tarafından
numuneleri alınarak Sayın Vali’liğin kontrolünde
TÜBİTAK ve bilirkişi tarafından raporize ediliyor.
Raporun şu anda veya bir gün sonra Sayın Valinin elinde olacağını tahmin
ediyorum. Sayın Valimiz bu konuda “Eğer bu kimyasal toza neden olan fabrikayı
ben tespit edersem kapatırım.” dedi. Sayın Valinin bir gün sonra elinde
olabilecek bu raporun Sayın Vali tarafından uygulanmasını bekliyorum.
Sabahları
kalkınca pis bir kokuyla pencerenizi açamadığınız, dışarıya çamaşırlarınızı
asamadığınız, çocukları dışarıya yollamadığınız bir ilçeden bahsediyorum; 50
bin kişi yaşamaktadır. Anadolu’nun birçok yerinden göç almış, birçok ilinden,
ilçesinden, köyünden göç almış; iş uğruna, aş uğruna, çocuklarını geleceği
uğruna sanayinin yoğun olduğu bu bölgeye yerleşmişlerdir.
Sanayi,
Dilovası’nda 1970’lerde başladı, 1990’larda ve 2000’lerde hızla sayısı arttı.
Sayısının artmasının tek nedeni şu: Sanayiciler bağışlasınlar beni ama kârı ön
planda tutuyorlar. Demir yolunun içinden geçtiği, iki tane ulusal ve
uluslararası transit yolunun -E-5 ve TEM gibi- yaklaşık dokuz tane limanın
bulunduğu, şimdi havaalanına da 25 kilometre gibi, yakınında da İstanbul gibi
bir metropol pazarının olduğu bir Dilovası rantiyeciler için maalesef çok
cezbedici bir noktadır.
Dilovası,
2002 yılında organize sanayi bölgesi olarak kuruldu. Bir bölgenin organize
sanayi bölgesi olması için yönetmeliklerin, tüzüklerin belirlediği bazı
kurallar var, zorunluluklar var. Örneğin, içinden demir yolunun geçmemesi
gerekiyor, içinden uluslararası transit yollarının geçmemesi gerekiyor,
akarsuyun geçmemesi gerekiyor, sit alanının bulunduğu bir yer olmaması
gerekiyor ve her şeyden önce yakınında yerleşim alanının olmaması gerekiyor.
Tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen Dilovası’ndaki sıkıntı gün geçtikçe büyüdü ve
sizin iktidarda olduğunuz bir dönemde 2006 yılında Meclis Araştırma Komisyonu
kuruldu. Meclis Araştırma Komisyonunun tespitleri doğrultusunda, Kocaeli
Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Gebze TÜBİTAK ve Gebze Yüksek
Teknoloji Enstitüleri tarafından buradaki çevre kirliliğinin, hava kirliliğinin
insan yaşamını olumsuz etkileyip etkilemediğinin tespiti yapıldı, şu anda
Meclisin raflarında bulunuyor.
Yapılan
tespitte, Dilovası’ndaki akciğer hastalıklarının, özellikle kanser vakalarının
Türkiye ortalamalarının 3 katı olduğu Bilim Kurulu tarafından tespit
edilmiştir.
Şimdiye
kadar varsayıyorum ki Dilovası’ndaki bu çarpık sanayileşme ve bu çarpık
kentleşmede sizin bir kabahatiniz olmadı, sizin bu konuda bir eksikliğiniz
yoktu, uzun süreden beri olan bir şeye göz yumdunuz diye kabul ediyorum. Ama,
bakın, 2006’da Meclis Araştırma Komisyonu tarafından tespit edilmiş olmasına
rağmen, Dilovası’nda hava kirliliği Avrupa Birliği parametrelerinin yaklaşık 30
kat üzerinde olmasına rağmen, çevre kirliliğinin insan yaşamını tehdit
ettiğini, ölümlerin meydana geldiğini bilmenize rağmen, annelerin sütünde ağır
metallerin olduğunu bilmenize rağmen, sizin Dilovası’na, Adalet ve Kalkınma
Partisi anlayışının Dilovası’na bakışınızı hatırlatmak istiyorum.
Ne
yaptınız? Yerel yöneticileriniz bilim adamlarını Dilovası halkını galeyana
getirmek ve halkı olumsuz bir yönde teşvik etmek suçuyla, “Şarlatan” deme
cesaretini gösterip mahkemeye veriyor. Birileri demez mi sayın yerel
yöneticilerimize, sizin sorumluluğunuzda Dilovası’nda 50 bin kişinin olduğu
yerde bir tiyatro, bir kültür merkezinin olmadığını, bir çocuk parkının
olmadığını, bir hastanenin olmadığını? Demez mi sizin yüzünüzden bu insanların
penceresini açıp çamaşırlarını asamadıklarını, çevre kirliliğinin had noktada
olduğunu, fabrika yangınlarının sayısının her gün geçtikçe arttığını? Bölgede
trafik kazasından ölen insanlarının sorumluluğunun kimde olduğunu birileri
sormaz mı? Ama, üzülerek ifade edeyim ki, yerel yöneticilerin anlayışı ne
yazıktır ki merkez yöneticilerinde de vardır.
Bakın,
merkez olarak aldığınız kararı ben size, 2006’dan sonra, ifade edeyim. Dilovası
çanak bir bölge, üç tepenin arasında, kuzey rüzgârlarına açık olmayan bir
bölge. Hava kirliliğinin Meclis araştırmasıyla tespit edilmiş olmasına rağmen
siz 2006’dan sonra -Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti- Dilovası’nın üzerinde
2 tanesi organize olmamak kaydıyla 4 tane organize sanayi bölgesi açtınız.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Doğru değil.
MEHMET
HİLAL KAPLAN (Devamla) – Söyleyeceğim, söyleyeceğim Sayın Işık, buraya gelir
konuşursunuz.
Dilovası’nın
üzerinde, hemen üzerinde katı atık depolama tesisi kurdunuz, diğer adıyla çöp
tesisi. Hemen yanında kömürcüler sitesi kurdunuz. Hemen üstünde Çerkeşli ile
Demirciler arasında kimya sanayi organize sanayi, İMES Organize Sanayi, makine
ve makine imalatçıları organize sanayilerini kurdunuz. Bunların miktarını,
dönümünü söylemek… Dilim varmıyor ama üzülerek bir şeyi ifade etmek istiyorum.
Sizin, özellikle Sayın Başbakanın ifade ettiği bir şey var, diyor ki: “Biz
Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi siyaseti her alanda…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Lütfen sözünüzü tamamlayınız.
MEHMET
HİLAL KAPLAN (Devamla) – Adalet ve Kalkınma Partisinin Sayın Başbakanı, Sayın
Başbakanımız diyor ki: “Biz, Türkiye'nin her tarafında siyaseti insan odaklı
yapıyoruz.” Peki, siz Dilovası’nda bu kadar yeri yapılandırırken, master plan çıkarırken hiçbir Dilovalısına
sordunuz mu? Üniversiteye sordunuz mu? Sivil toplum örgütlerine sordunuz mu?
Meslek odalarına sordunuz mu? Hiçbirine sormuyorsunuz. Kim yapıyor Allah’ınızı
severseniz bu master planları? Bu kadar köylünün
arazisini alıp birilerine rant sağlama olayını kim sağlıyor?
Öncelikle
şunu ifade etmek istiyorum: Eğer siz bu konuda samimiyseniz –ki ben sanmıyorum-
siz genel politikalar anlamında söylediğiniz bir uygulamayı yerelde de
yapıyorsunuz. “Biz özgürlüklerden yanayız.” diyorsunuz, size karşı düşüncesini
ifade eden, özgürce düşüncesini söyleyeni cezaevine yolluyorsunuz. “Biz
milletin iradesinin hükmetmesinden yanayız.” diyorsunuz, milletin iradesini,
tutuklu vekilleri içeriye atıyorsunuz.
Zamanımın
sınırlı olması nedeniyle özür diliyorum.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Kaplan.
Aleyhine,
Kocaeli Milletvekili İlyas Şeker.
Buyurunuz
Sayın Şeker. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İLYAS
ŞEKER (Kocaeli) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi öncelikle
saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
Evet,
Kocaeli, gerçekten Türkiye’de çok önemli kentlerden bir tanesi ve Cumhuriyet
Halk Partisi milletvekili arkadaşlarımızın da Kocaeli’yle ilgili bir önergeleri
vardı. Ben çok detayına girmeyeceğim ama Sayın Doktorumuzun, Mehmet Hilal
Kaplan Bey’in anlattığı konu üzerine ben de Kocaeli’de
yapılanları anlatacağım ama asıl önergenin konusu o değildi bildiğim kadarıyla,
tahmin ediyorum kendileri de unuttu.
Kendileri
bir şeyi daha unutmuş, kendileri iyi bir doktordur, gerçekten, özellikle Gebze
bölgesinde bu mesleki faaliyetlerini yürütmektedir ve oradan da iyi intibalar
alıyoruz, mesleğiyle ilgili. Hastalarla çok haşir neşir olduğu için Kocaeli’de, özellikle çevre ile yapılan konular hakkında
çok fazla bilgisi yok. Söyledikleri, çevreyle ilgili Kocaeli’de
doğruydu ama on yıl önce doğruydu. Bugün Kocaeli’de
çok şeyler yapıldı, derelerden çok sular aktı Sayın Milletvekilim.
Evet,
Kocaeli önemli bir kent dedik, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan ve Avrupa’dan
Asya’ya, Asya’dan Avrupa’ya geçmek için mutlaka Kocaeli’ye
selam vermek zorundasınız. Araçla geçin, neyle geçerseniz geçin, mutlaka Kocaeli’den geçmek zorundasınız. Sayın Milletvekilimin
söyledikleri on yıl önce öyleydi, inanıyorum ki buradaki milletvekillerimizin
birçoğu bir vesileyle Kocaeli’den geçmiştir veya Kocaeli’ye gelip bir misafir olmuş olabilir. Şimdi
kendileri hatırlayacak, şöyle bir on yıl önce Kocaeli’den
geçen tüm milletvekillerimiz, Kocaeli’den geçen,
Kocaelili olmayan bütün vatandaşlarımız maalesef Kocaeli’den
geçerken burnunu tıkayarak geçmek zorundaydı. Kocaeli’de
o kadar pis kokular vardı ki çevreyle ilgili ama bunlarla ilgili son on yıla
kadar hiçbir çalışma yapılmadı. Ne yerel yönetimler tarafından ne de Hükûmet
tarafından maalesef hiçbir çalışma yapılmadı. Tabii, bunların en önemli
nedenlerinden bir tanesi plansızlık. Bu maalesef Türkiye'nin başının belası
plansızlık. Önceden Türkiye’deki anlayış şuydu: Sanayici gelsin fabrikasını
yapsın istediği yere, vatandaş gelsin istediği yere binasını yapsın,
gecekondusunu yapsın, sonra belediye ve devlet de bu yapılaşmalara göre plan
yapmaya çalışsın. Yani günü kurtarmak amacıyla yapılan çalışmalardı.
Hatırlayın, ne demişti devlet büyüklerimizden bir tanesi –işte bu plansızlığın
bir sonucu- “Ben istersem Çankaya’nın Köşkü’ne bile fabrika yaptırırım.” İşte,
Çankaya’nın Köşkü’ne fabrika yaptırılınca ülkede bu sıkıntılar oluyor. Bunlar
hep geçmişte yapılan hatalar ama bugün, Allah’a şükür, bu konularda ciddi
adımlar atıldı. Gerek belediyeler tarafından gerekse Hükûmetimiz tarafından
çevreyle ilgili çok önemli çalışmalar yapıldı. Kocaeli’de
önce il bazında planlama çalışmaları yapıldı.
Ben
şunu da özellikle burada belirtmek istiyorum: Gerçekten özellikle başta Başbakanımız
olmak üzere ve o dönemde burada milletvekili olarak görev yapan tüm
milletvekili arkadaşlarıma çok çok teşekkür ediyorum. Niye teşekkür ediyorum? Kocaeli’yi İstanbul gibi il sınırlarında büyükşehir yaptığı
için. Eğer il sınırlarında büyükşehir yapılmamış olsaydı bugün bu hizmetlerin
hiçbirisi Kocaeli’de yapılamazdı. Bu anlamda ben
tekrar Başbakanımıza ve o günkü milletvekillerimizin hepsine çok teşekkür
ediyorum ve o Büyükşehir Yasası’na dayanarak, o yetkiye dayanarak Kocaeli’nin
şu anda tamamı planlandı. Artık Kocaeli’de sanayici
kendi kafasına göre gelip bir yere fabrika kuramıyor, vatandaş kendi kafasına
göre gidip bir yeri işgal edemiyor. Kocaeli’de artık
tüm 3.505 kilometrekarelik bir alanın tamamında, yani il sınırları itibarıyla
tamamında sanayi alanları neresi, ticaret alanları neresi, konut alanları
neresi, tarım alanları neresi, orman alanları neresi, bunların hepsi
belirlenmiş durumda. Artık keyfî uygulamalara son verilmiş.
Milletvekilim
anlattı Gebze bölgesini. Gerçekten geçmiş yıllarda Gebze’de o kadar çarpık bir
yapılaşma olmuş ki büyükşehir olduğumuzda Gebze’yi şöyle bir masaya yatırdık,
bir baktık ki Gebze, Dilovası, Çayırova, Darıca
bölgelerinde o kadar çok imar planlarında sanayi alanı konulmuş ki bu sanayi
alanları faaliyete geçtiği zaman burada çalışacak olan insanları ikamet
ettirecek konut alanlarını bu bölgede bulamıyorsunuz ve planlamamızda biz
burada çalışanların konut ihtiyacını ya İstanbul’dan karşılayacaksınız ya Kocaeli’den karşılayacaksınız -İzmit’ten- veya yeni
yapılacak olan köprüyle geçerek Karamürsel’de karşılayacaksınız ve bunu
yönlendirmek zorunda kaldık ve bununla birlikte Kocaeli’de
bu çalışmalar bitti. Tabii, az önce söyledim, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan önemli
bir kentti.
Şu
anda Kocaeli içerisinde D-100 ve otoyolu geçiyor ve bu Kocaeli’nin İstanbul
sınırından Adapazarı ve Yalova sınırına kadar D-100 üzerinde yaklaşık 50 tane
trafik ışığı var arkadaşlar ve bu yoldan, Karayollarının istatistik bilgilerine
göre günde 100 bin araç geçiyor. Bir an için şöyle bir hesap yapın: 100 bin
araçtan sadece ve sadece 1 tanesinin trafik ışıklarına takıldığını düşünün ve
sadece yirmi saniye bu ışıklarda beklediğini düşünün, bu yirmi saniye boyunca o
bütün araçların tamamının kente vermiş olduğu karbondioksit gazını düşünün,
egzoz gazını düşünün. İşte, çevreyle ilgili…
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Yanlıştı!
İLYAS
ŞEKER (Devamla) – Bunlar geçmişte yapıldı.
Şimdi
Hükûmetimiz ne yaptı? Bu problemi ortadan kaldırmak için Kuzey Marmara
otoyolunu gündeme getirdi. Planları yapıldı, projeleri yapıldı ve şu anda ihale
aşamasında, yıl sonuna kadar teklifler alınıyor. Kuzey Anadolu otoyolu
yapıldığı zaman, yani İzmit’in daha da kuzeyinden geçen otoyol yapıldığı zaman
İzmit ciddi anlamda rahatlamış olacak.
Diğer
taraftan, özellikle bu bölgede Marmara Denizi’miz vardı, denizimize
giremiyorduk. Denizin her tarafına maalesef Kocaeli’nin lağımları akıyordu,
arıtma tesisleri yoktu. Şu anda, burada, Kocaeli’de
13 tane arıtma tesisini Büyükşehir Belediyesi işletiyor. Hükûmetin yapmış
olduğu önceki dönemlerde ve son dönemlerde Büyükşehrin yapmış olduğu arıtma
tesislerinin 13 tanesi devrede, 5 tanesi de inşaat hâlinde. Kocaeli’de
artık köylerde bile arıtma tesisi yapılmaya başlandı arkadaşlar. Şu anda 4 tane
köyümüzde arıtma tesisi var ve diğer köylere de yapılıyor. Hedef 2012 yılı
sonuna kadar bütün köylerde bunu bitirmek, amaç o. Bu arıtma tesislerinden
günde 137 bin ton çamur çıkıyor arkadaşlar. Bu arıtma tesisleri olmasaydı,
günde 137 bin ton çamur Körfez’e gidecekti. Düşünün Körfez’in gelecekteki
hâlini. Ama bu AK PARTİ İktidarıyla birlikte, AK PARTİ yerel yönetimleriyle
birlikte bunların hepsi ortadan kaldırıldı ve şu anda Kocaeli’deki
nüfusun yüzde 93’ünün atık suları arıtıldıktan sonra artık deşarj edilmeye
başladı. Bunlar gerçekten AK PARTİ İktidarının özellikle Kocaeli bölgesinde
yapmış olduğu önemli çalışmalardan bir tanesidir.
Yine,
bu bölgede eskiden yeşillik yoktu. Yine Kocaeli’den
geçenler bilir, 1 metrekare yeşil alan yoktu. Kentlerimizde planlama
yapılırken, normal standartlara göre kişi başına 10 metrekare yeşil alan olması
gerekiyordu, maalesef 2002 yılında bu kişi başına 1 metrekareydi yeşil alan. Şu
anda ne kadar oldu yeşil alan? Kişi başına 10 metrekareye çıktı. Yani AK PARTİ
İktidarıyla birlikte kişi başına 9 metrekare yeşil alan artırıldı arkadaşlar.
Bununla
birlikte, yine bu dönem içerisinde Kocaeli’de 5
milyon ağaç dikildi. Bu ne demektir biliyor musunuz? Kocaeli’de
yaşayan herkesin artık en az 3,5 tane ağacı var yani Kocaeli’de
yaşayan insanlar artık rahat. “Benim bir tane dikili ağacım yok” hiç kimse
demiyor, bir tane değil, herkesin en az belediye tarafından ve Hükûmet
tarafından yapılan çalışmalarla 3,5 tane dikili ağacı var.
Bununla
birlikte, özellikle otoyoldan dolayı, egzoz gazından dolayı kenti zararlı
gazlardan korumak için otoyolun tamamı, Adapazarı sınırından İstanbul sınırına
kadar tamamının sağ ve sol şeritleri ağaçlandırıldı. Otoyoldan geçen
arkadaşlarımız varsa mutlaka görmüşlerdir o yeni dikilen fidanları; 1 metre 1,5
metre boyunda. İnanıyorum ki, şöyle bir on yıl sonra en geç, otoyolla Ankara
istikametinden İstanbul’a giderken Kocaeli’yi fark
edemeyeceksiniz. Niçin? Ormanlık bir alan içerisinden geçiyor olacaksınız. İşte
bunların hepsi AK PARTİ İktidarı sayesinde ve yerel yönetimler sayesinde oldu.
Deniz
kullanılmıyordu, deniz kullanılmaya başlandı. 2002 yılında büyükşehir
belediyesi göreve geldiği zaman 2 tane deniz aracı vardı. Çok üzülerek
söylüyorum, birisinin adı Atatürk gemisiydi, birisinin adı İnönü gemisiydi ama
2 tane gemi de maalesef, o günkü parayla 50 milyar lira bulunamadığı için…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
İLYAS
ŞEKER (Devamla) - … ulaşımda kullanılamıyordu ve yatıyordu ama bugün, artık
işte geçenlerde hepiniz de şahit oldunuz, Kocaeli’de
10 tane deniz aracıyla deniz ulaşım hizmetleri verilmeye başlandı. Kocaeli’de, Körfez’de, artık yunus balıkları geldi,
oynaşmaya başladı. Körfez’de balık cinsi 40’ın üzerine çıktı. Bunlar, resmî
kurumların vermiş olduğu sayısal rakamlar.
Evet,
Kocaeli işte bu kadar güzel bir hâle geldi ama buna rağmen, geçmişle
kıyaslanmayacak kadar gerçekten büyük bir çalışma yapıldı.
İlk
defa, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi olarak uçak kiralandı ve denizin denetimi
yapılmaya başlandı. Bu denetim sayesinde gerçekten artık denize sintine
atıkları gemiler aracılığıyla dökülemiyor. Anında tepesine geliyor, görüntüsünü
çekiyor, resmini çekiyor, kayıtlara alıyor ve karşı tarafın buna itiraz etme
şansı da kalmıyor.
Bununla
birlikte yine denizin üzerinde 4 tane gemi diğer atıkları toplamak üzere
görevlendirilmiş ve çalışıyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İLYAS
ŞEKER (Devamla) – Çevre bizim için her şey.
AHMET
DURAN BULUT (Balıkesir) – Körfez’in dibi çamur Sayın Vekilim!
İLYAS
ŞEKER (Devamla) - Çevre için ne gerekiyorsa, her türlü fedakârlığı yaparız.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Şeker.
Lehte,
Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan.
Buyurunuz
Sayın Türkkan. (MHP sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli üyeler; buraya huzurunuza çıkmadan
evvel, biraz evvel konuşmasını yapan arkadaşın bahsettiği yunusların nerede
olduğunu sorarak başlamak istiyorum. Ben Kocaeli’de
yaşıyorum, yunus balığı hiç görmedim.
İLYAS
ŞEKER (Kocaeli) – Var; telefonumda resmi var, isterseniz göstereyim.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Bir tane Badem vardı yolunu kaybedip giden, acaba bir tane
de Kocaeli’ye mi düştü bilmiyorum.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Hereke’de var!
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Ola ki varsa, ola ki varsa mutlu oluruz.
Biraz
evvel Adalet ve Kalkınma Partisi adına konuşma yapan arkadaşımız Belediyede
Başkan Vekilliği görevini ifa eden, dolayısıyla burada huzurunuzda
parlamenterden ziyade belediyenin hizmetlerini anlatan bir arkadaş görüntüsü
verdi. Sebebi hikmeti de buydu, bunu anlatmak istedim.
Ben
de Kocaeli’deki kirliliği yakından tanıyan, buraya
gelene dek Kocaeli Sanayi Odası Meclisinde görev yapan, OSB yönetiminde görev
yapan bir parlamenter arkadaşınızım.
Kocaeli,
hakikaten Türkiye’de çok hızlı gelişen, Türkiye’nin ihracatının yüzde 25’ini
gerçekleştiren bir il. Bu ihracatını gerçekleştirdiği ürünler arasında yaklaşık
yüzde 65’i ile de imalat sektörüne hizmet eden bir il. Dolayısıyla hem
sağladığı vergi katkısıyla hem istihdam katkısıyla çok önemli bir vilayet.
Burada
5 organize sanayi bölgesi var, 1 tane sanayi sitesi var, 200’ü aşkın sanayi
kuruluşu var ve bunların çok önemli bir kısmı da ağır kimya sanayi ve ağır
metal sanayi. 13 tane özel limanı var Dilovası’nın. Biraz evvel daha çok konusu
edilen Dilovası’ndaki kirlilik meselesi olduğu için özellikle Dilovası’ndan
bahsetmek istiyorum. Dilovası OSB’nin bir tane sıkıntısı var. Bakın, Türkiye’de
organize sanayi bölgeleri genelde önceden planlanır, altyapısı organize sanayi
bölgesi olarak organize edilir, imar ona göre tanzim edilir fakat Dilovası’nda
böyle bir şanssızlığımız var, Dilovası mevcut fabrikaların bulunduğu bölge daha
sonra OSB olarak ilan edildi. Bunun sebebi hikmeti çok daha farklı, burada
değinmek istemiyorum. Doğru muydu değil mi, bu saatten sonra tartışmak doğru
değil ama neticede bir organize sanayi bölgesi. Burada organize sanayi
bölgesinin içinde bulunan fabrikaların kirlettikleri mecrada yaşamak çok zor.
Hakikaten
Kocaeli önemli bir marka, bu markayı kirletmek adına söylemek istemiyorum ama
bir gerçeği de reddetmemek lazım. Daha önceki bir konuşmamda da söyledim;
kazanmak kutsal, vergi vermek kutsal, istihdam sağlamak kutsal ama bunlardan
çok daha kutsal olan insan hakkı, insanın yaşamı. Yaşamayan insana hiçbir şey
lazım değil üç metre kefen bezinden başka. Dolayısıyla, insanları yaşatacak
önlemleri almak bugünkü Hükûmetin vazifesi öncelikle.
Altyapısı
oluşturulmadan, sanayi için gerekli şartlar oluşturulmadan, çevre etki
değerlendirilmeleri iyi yapılmadan bu sanayiler getirilip buraya kurulunca,
bununla ilgili de uygun yasal düzenlemeler de maalesef doğru dürüst
yapılamıyor.
Geçen
hafta vuku bulan o beyaz toz bulutuyla ilgili çeşitli gelişmeler var.
TÜBİTAK’ın çıkan raporlarında bir boya fabrikasıyla alakalı şüpheler
doğrultusunda. Organize sanayi bölgesinin yaptırdığı, özel laboratuvarda da bu
bir çimento artığı şeklinde değerlendirilmiş. İki tane farklı rapor var ortada.
Burada Hükûmetin, yerel yönetimin, Valiliğin yapması gereken hadise şu: Buna
hangi fabrika sebep oluyorsa, bununla ilgili yaptırımı gözünün yaşına bakmadan
yapması lazım ama orada hem Valinin hem belediyenin bir sıkıntısı var, o
sıkıntısını sizinle paylaşmak istiyorum. Her fabrikanın taşeron firması mutlaka
ve mutlaka AKP teşkilatı tarafından tavsiye edilen bir firmadır.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Hayır, hayır, o yanlış, o haksızlık. Hiç alakası yok.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) - Ben sanayiciyim. Sayın Işık, lütfen müsaade eder misiniz?
Ben isim de veririm, burada ayıp olur.
Bu
fabrikalara yaptırımı uygulayacak olan yerel güçler teşkilatın iş yaptığı bir
fabrikaya gerekli yaptırımı uygulayamıyorlar, böyle bir sıkıntımız var.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Lütfü Bey, lütfen isim ver.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) - Burada çok ciddi bir rant var. Bu fabrikaların çok ciddi
ithalatı var, liman hizmetleri var, kamyonculuk hizmetleri var…
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Lütfü Bey, isim verir misin.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) - …sarf malzemeleri var, inşaat işleri var ve bütün bunların
hepsi belli bir baskılarla AKP teşkilatına mensup taşeronlar tarafından
yapılıyor. Hâl böyle olunca yerel yönetimlerin, Valililiğin
yaptırım gücü ister istemez azalıyor, böyle bir sıkıntımız var.
Ben
buradan seslenmek istiyorum, biraz evvel ifade ettim: Her insan rızkını
kazanmak için birtakım işler yapmak zorundadır, bu da gayet doğal. Ticaret
yapmak kadar kutsal bir şey yok ama insanları öldüren zehirleri kusan
fabrikalara gerekli müeyyideleri uygulamak için birtakım güçlerin üzerinde pres
yapmak para kazanmak demek değildir. Bundan biraz geri durmak lazım. Cenabı
Allah insanların rızkını verirse mutlaka bir yerden bu arkadaşlarımız da ekmek
paralarını kazanırlar, illa olması şart değildir.
Bakın,
ben geçen hafta bir şey söyledim biraz evvelki konuşmacı arkadaşıma. Ben
Kocaeli Milletvekiliyim. Bu işin bir, kendi içinde edebi var, edebi de şudur:
Bir bölgenin milletvekili konuşurken aynı bölgenin milletvekili laf atmaz.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Haksızlık yaparsan atar.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) - Bu işin edebi budur ama atmaya kalkarsanız ben daha fazla
atarım, bu bana yakışmaz. Bir daha söylüyorum.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Lütfü Bey, haksızlık yapma…
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Haksızlık değil…
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Vermiyorsun, isim vereceksin. Bak, isim vereceksin “Şu
fabrika” diye.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) - Benim söylediklerime itirazınız varsa gelirsiniz buraya
değerlendirirsiniz. Ama, iddia ediyorum, bakın, buradan ben bir tane heyet
kuracağım, CHP’den, AKP’den, MHP’den, BDP’den
arkadaşları alacağım, fabrikaların yöneticileriyle sizin farkına varmadan
konuşturacağım…
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – MHP’li mi daha çok çıkar, AK PARTİ’li
mi? Hangisi daha çok çıkar?
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) - “Kime, niye, nasıl iş veriyorsunuz?” diye sorduracağım.
Yahu, adamlar ekmek alacakları fırını bile tercih etmekte zorlanıyorlar. Zira,
diyorlar ki: “Sen ekmeği bu fırından alacaksın.” Adam sanayici, çok yapacak bir
şeyi de yok. Samimi söylüyorum. Bunları aşmak…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sanayiciye bu kadar çok laf yakışmaz yani sanayici bu kadar
yalanı… Sanayici değilsin herhâlde sen.
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Gerçek…Gerçek, Elitaş.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Ben tüccarım, Kayseri’den yetişmiş bir tüccarım.
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Aynı şey her yerde var. Sadece Kocaeli’de
değil.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Kayseri’den ders alamamışsın! Kayserilinin her sözü
doğrudur.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) - Kayserililer ders verebilseydi, buraya gönderdikleri
mebusları konusunda biraz daha dikkatli olurlardı!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Kayserilinin her sözü doğrudur.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) - Kayserililer bu konuda…
BAŞKAN
– Sayın Türkkan, lütfen… Karşılıklı konuşmayınız.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Bakın, Dilovası’nda kirlilikle ilgili bahsediyorum. Bu
kirliliği biraz daha geçin, bir yağmurda mutlaka ve mutlaka Gebze ile Hereke çıkışı arasında -Sayın Işık da bilir, sayın
milletvekilleri de bilir- her yağmurdan sonra asgari otuz veya kırk tane trafik
kazası olur. Sebebi nedir biliyor musunuz? Oradaki emisyon gazları, birtakım
partikül artıklarının yola serilmesiyle beraber yol kayganlaşır. Her yağmurdan
sonra, bilin ki, Kocaeli’de bizim, trafikte üç beş
tane kaybımız oluyor.
Deşarj
atıkları konusunda Kocaeli çok ciddi mesafe kaydetti. Özellikle Dilovası’ndan
bahsediyorum. Dilovası Organize Sanayi Bölgesinin sanayicileri kendileri 25
milyon euro yatırım yaparak bütün deşarj atıklarını
alıp orada arıttıktan sonra denize veriyorlar. Buna evsel atıkları da dâhil
ettiler. Ama buna hiçbir zaman ne yerel yönetimin ne de Valiliğin bir katkısı
olmadı. Sadece şöyle bir ricası oldu: “Evsel atıkları da para almadan arıtın
bari.” Sanayicinin kendi katkısıyla olan bir şeydir bu, yönetimin bir dahli
yoktur. Yani sanayicinin parasıyla burada hava atmasın kimse. Sanayici yaptı.
“Allah razı olsun parayı verenlerden.” de. O taksiti ödeyenlerden bir tanesi de
benim. Allah herkesten, katkısı olanlardan razı olsun.
Bakın,
Dilovası Belediyesi çevre koruma ve kontrol ekiplerinin yaptığı denetimlerde
bölgeye yaklaşık bin ton endüstriyel nitelikli ve zehirli olabilecek arıtma
çamuru döküldüğü ortaya çıkmış. Daha yeni bu rapor. Belediye her ne kadar
“Gerekli cezayı kestik.” diyorsa, biraz evvel dediğim sebepten dolayı da fazla
üzerine gidemiyorlar.
Sayın
Valimizin bize bir sözü oldu. Hakikaten bu konuda çok duyarlı bir valimiz var.
Çevre konusunda en az bizim kadar, sizin kadar duyarlı bir valimiz var. 262 bin
lira ceza kesilmiş çevre konusunda.262 bin lira, böyle bir kirlilik için bir
rakam mı, söyler misiniz. Yani böyle bir rakam olur mu?
Bakın,
ben, burada herkesin samimiyet içerisinde bu vatanın insanlarına gösterdiği
hassasiyeti benim kadar derinden hissettiğini biliyorum ama bizler -ben ülkücü
kadrolardan yetişmiş bir milletvekiliyim- vatan aşkı için -hiç parlamenter
olmak için demiyorum- bu vatanda yaşayan insanlar için, bu vatan aşkı için
cezalar çektik, zindanlarda çürüdük, işkenceler gördük. Vatan aşkı bizim için
önemli bir aşk, insan aşkı bizim için önemli bir aşk. Zira, biz aşkı Mekkeli
bir yetimden öğrendik, bu aşkla da devam edeceğiz.
Hepinize
saygılar sunuyorum. Sağ olun. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Türkkan.
Önergenin
aleyhinde, Kocaeli Milletvekili Fikri Işık.
Buyurunuz
Sayın Işık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun verdiği önerge üzerinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, konuşmama başlamadan önce hangi konu üzerinde konuşmam
gerektiğini bir netleştirmek istiyorum. Zira, Cumhuriyet Halk Partisi dün akşam
itibarıyla 122 numaralı bir önerge sundu. 122 numaralı önerge, Kocaeli’nin
genel çevre sorunlarını içeren ve Meclis araştırması açılmasına ilişkin bir
önerge. Daha sonra, sabah “Biz bundan vazgeçtik, BHC’yle
ilgili önerge sunuyoruz.” dediler ve önergelerini çekip yeni bir önerge
verdiler ama arada küçük bir karışıklık olmuş, Sayın Milletvekilimiz -ki
değerli bir arkadaşımız- Mehmet Hilal Kaplan’a son önergeyi vermemişler. Yani
Cumhuriyet Halk Partisi, Meclise kendi verdiği önergeyi arkadaşına vermeyi
unutmuş.
MEHMET
HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Sayın Işık, elimde.
FİKRİ
IŞIK (Devamla) – Bunu herhâlde bir küçük hata olarak değerlendirelim ve
Cumhuriyet Halk Partisinin Grubunun biraz daha dikkatli olmasını,
milletvekilini burada mahcup duruma düşürmemesini tavsiye edelim. Şu anda daha
ileri bir şey söylemek çok doğru değil.
Ben,
arkadaşımızın düştüğü durumun doğru bir durum olmadığını söylüyorum. Çünkü
bakın, biraz önce, emin olmak için arkadaşlarımıza sordum, Meclis kâtip
üyelerine: “Önerge 122 numara mı, 124 numara mı?” “124 numara.” dediler. 124
numaralı önergede zaten BHC var. Şimdi, şu Mecliste 3 arkadaşımız konuştu, 2
tanesi lehte konuştu, “BHC” kelimesini söylediler mi? Söylemediler.
Ya,
arkadaşlar, bakın geçen defa da oldu. Cumhuriyet Halk Partisi bir grup önergesi
veriyor, önergenin içeriğiyle uzaktan yakından alakalı olmayan şeyleri
konuşuyor.
Ha,
konuştuğu arkadaşlarımızın… Gerek Cumhuriyet Halk Partisi Grubu gerekse MHP
Grubu adına konuşan arkadaşlarımızın…
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Milliyetçi Hareket Partisi…
FİKRİ
IŞIK (Devamla) – MHP Grubu…
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – “MHP” olmaz, Milliyetçi Hareket Partisi…
FİKRİ
IŞIK (Devamla) – Olmuyor mu?
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Olmuyor…
FİKRİ
IŞIK (Devamla) – Peki, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olsun.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına yapılan konuşmalarla ilgili de söyleyecek çok
şeyimiz var.
Öncelikle
şunu söyleyeyim: Değerli arkadaşlarım, bakın, müsaade ederseniz, hem CHP Grubu
adına konuşan arkadaşımız hem Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına konuşan
arkadaşlarımız konuyu getirdiler Dilovası özeline hapsettiler.
Evet,
Kocaeli bir sanayi kenti. Kocaeli’nin sanayi kenti olmasıyla ilgili tercihi AK
PARTİ İktidarı yapmadı. Bu tercih, 1950’li yıllarda yapılmış bir tercihtir.
Maalesef, 70’lerde, 80’lerde ve 90’larda devlet toplumun hızına yetişemediği için,
Türkiye bir çarpık sanayileşmeyle ve çarpık kentleşmeyle karşı karşıya
kalmıştır. Bugün Türkiye olarak, bir bütün olarak ödediğimiz bedelin temeli
budur.
Şimdi,
biz AK PARTİ olarak bu bedeli asgariye indirmek ve bize miras kalan bu külfeti
torunlarımıza da miras bırakmamak için gece gündüz çalışıyoruz.
Öncelikle,
değerli arkadaşlarım, iktidara gelir gelmez yaptığımız ilk işlerden bir tanesi
çevre konusunda ciddi bir envanter çalışması yapmak oldu ve Çevre Bakanlığımızı
bu noktada çok ciddi derecede harekete geçirdik. Bugün, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu mensubu arkadaşımızın da çok iyi bildiği gibi, 2004’e, 2005’e
kadar maalesef gelişigüzel üretim yapan, yaptığı üretimde çevreyi hiç dikkate
almayan pek çok fabrika bugün filtre takmak zorunda kalmıştır. Çevreye etkisini
minimize edecek tüm tedbirleri almak zorunda kalmıştır, eğer, bunu yapmayanlar
da ciddi yaptırıma uğramıştır. Şurada, Çevre Orman Bakanlığı döneminde Kocaeli’de fabrikalara uygulanan yaptırımların sonucunda
hangi fabrika hangi tedbiri almış bunlar tek tek yazılı, tek tek var.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sayın Işık, son on günde 10 tane yazı getiririm bu konuyla
ilgili.
FİKRİ
IŞIK (Devamla) – Dinlerseniz cevap vereceğim.
Bizim,
AK PARTİ İktidarı olarak kesinlikle hava kirliliğine, su kirliliğine ve toprak
kirliliğine karşı toleransımız yoktur, bu konuda sıfır tolerans. Kim bu konuyla
ilgili çevreyi kirletmeye yönelik bir faaliyete geçerse bedelini öder ve bugüne
kadar da ödemiştir, bundan sonra ödeyecektir. Son olayda da şu anda Valiliğimiz
TÜBİTAK’a incelemelerini yaptırıyor. Kendimiz de Valimizle bizzat görüştük ve
kesinlikle gözünün yaşına bakılmaması, verilebilecek kanunen en ağır cezanın
verilmesi konusunda mutabıkız ve burada şunu çok açık ve net söyleyeyim: Hiçbir
AK PARTİ teşkilat mensubu böyle bir, göz yumma, görmezlikten gelme gibi bir
talepte bulunmaz, bulunamaz. Asla böyle bir şey mümkün değildir. Ama
arkadaşlar… İki görmeyen karşılıklı dolma yiyorlarmış. Bir tanesi diğerine
demiş ki: “Ya, niye iki iki yiyorsun? Tek tek ye.”
“Ya, sen de görmüyorsun, ben de görmüyorum. Nereden biliyorsun iki iki yediğimi?” demiş. “Ya, ben öyle yiyorum da seni de öyle
yiyor zannediyorum.” demiş.
Şimdi,
siz daha önceki iktidar dönemlerinde, daha önce, bugün AK PARTİ teşkilat
mensuplarını suçlayan arkadaşlarımızın mensubu olduğu partiler döneminde hangi
kriterlere göre işlerin verildiğini biz çok iyi biliyoruz, hele hele Kocaeli’de. Bunu depremden önce de, sonra da çok yaşadık.
Değerli
arkadaşlarım, bugün Dilovası’ndaki ıslah organize sanayi bölgesine imza atan
Milliyetçi Hareket Partisi iktidarıdır. Bu yanlıştır. Böyle bir OSB olmaz. Ama,
o gün iktidarda olacaksınız, imza atacaksınız; bugün geleceksiniz, burada bunun
yanlışlığını vurgulayacaksınız. Yani insanın…
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Konuşalım…
FİKRİ
IŞIK (Devamla) – Bak Haydar Bey, bak şimdi… Biraz önce BHC konusunu gündeme
getirdiniz, sonra çektiniz geriye. Niye? Niye çektiniz?
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Onu da konuşalım.
FİKRİ
IŞIK (Devamla) – Çünkü siz orada -on beş
yıl Cumhuriyet Halk Partili belediye iktidardaydı- kendiniz bir tek adım
atmadınız Allah için, bir tek adım atmadınız. Ondan sonra, şimdi kalktınız, BHC’yi gündeme getiriyorsunuz. Son anda da fark ettiniz
“Yahu, kendi ayağımıza kurşun sıkıyoruz.” Muhtemelen önergeyi çektiniz.
Verdiğiniz önergeyi arkadaşınıza teslim etmediniz. (CHP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN
– Karşılıklı konuşmayınız lütfen Sayın Akar.
FİKRİ
IŞIK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakın, bu kürsünün bir mehabeti var. Bu
kürsü milletin kürsüsüdür. Bu kürsüde kimse gelip aklına esen şekilde
konuşmayacak. Bu kürsü iftira kürsüsü değildir. Bu kürsüde söylenen her şey delillendirilmelidir, temellendirilmelidir. Arkadaşımızdan
şu anda rica ediyorum: Hangi AK PARTİ teşkilat mensubundan dolayı hangi fabrika
gereken cezaya çarptırılmadıysa lütfen açıklasın. Eğer açıklamazsa kendisini
müfteri ilan edeceğim. Şahsını severim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bakın,
şahsıyla hiçbir sorunum yoktur. Kendisi de Dilovası’nda o çarpık, ıslah
organize sanayi bölgesinde sanayicidir. Yanında ekmek yiyen insanlar vardır.
Saygı duyarım. Ama siz, kendi imzanızla bir garabeti, bir ucubeyi ortaya
koyacaksınız, sonra geleceksiniz “Bunu kim yaptı ya?” diye burada, Mecliste
nutuk atacaksınız. Bu kabul edilmez.
Bir
başka şey… Sayın Mehmet Hilal Kaplan’a söylüyorum: Değerli arkadaşlar, AK PARTİ
döneminde Dilovası’nda hiçbir OSB’ye müsaade edilmemiştir. Bugün OSB olarak
Dilovası’nda kurulan tüm OSB’lerin izni AK PARTİ döneminden önce alınmıştır ama
devlette devamlılık esastır. Eğer devlet, bir OSB’nin kuruluşuna önceki iktidar
imza attıysa sizin onu iptal hakkınız yoktur ancak ne yaparsınız? Hukuka
gidersiniz. Hukuk da verilmiş hakkı geri almaz. Ama biz bir şey yaptık.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Yanlış olanı niye yaptınız?
FİKRİ
IŞIK (Devamla) - Sayın Mehmet Hilal Kaplan, biz bir şey yaptık. Kömürcüler
Organize Sanayi Bölgesinin genişleme alanıyla ilgili talebi vardı. Biz “Hayır
kardeşim, burada birincisi yanlıştı, ikincisine müsaade etmeyiz.” dedik ve
genişleme alanına müsaade etmedik.
Biz
AK PARTİ…
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – İhaleyi…
FİKRİ
IŞIK (Devamla) – Bir dakika…
Bugün,
değerli arkadaşlar, biz geçmişten aldığımız bu kötü mirası geleceğe aktarmamak
için gece gündüz çalışıyoruz. Şunda, hiçbir AK PARTİ’li
milletvekili veya teşkilat mensubu veya iktidar mensubu çevre konusunda en
küçük bir taviz vermez, veremez. Sayın Başbakanımızın bu konuda iradesi açık ve
nettir.
Geldiler,
çok gelen oldu. Dilovası’nı bir rant bölgesi olarak gören çok var. Her gelen
de, değerli arkadaşlarım, bizden OSB, küçük sanayi yeri istedi. En son bir
mermerciler geldi.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Lütfen sözünüzü tamamlayınız.
Buyurunuz.
FİKRİ
IŞIK (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Nükleer santraller zarar vermiyor mu?
FİKRİ
IŞIK (Devamla) - “Arkadaşlar, kusura bakmayın, Dilovası’nda biz artık hiçbir
sanayiye müsaade etmiyoruz.” dedik ama o gün Dilovası’na organize müsaadesi
verenlerin, iktidarları döneminde buna göz yumanların, müsaade edenlerin bugün
gelip burada, millet unutmuştur nasıl olsa diyerek nutuk atmaları doğrusu beni
rahatsız ediyor.
Bu
noktada, değerli arkadaşlarım, herkes üzerine düşeni alsın.
Bir
de Dilovası arıtma tesisi… Evet, Dilovası arıtma tesisi büyükşehir belediyesi
ile Dilovası sanayicileri, OSB’nin ortak projesidir ve orada bir anlaşma
vardır.
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Para kimin?
FİKRİ
IŞIK (Devamla) – Anlaşma nedir? OSB yapacak, belediye de evsel atıkları onlara
verecek, tesislerin işletme giderlerine ortak olacak, hem ekonomik bir işletme
olacak hem de Dilovası’nda artık suyu kirletme, toprağı kirletme dönemi
kapanacak. Bu gayet güzeldir. Bu gayet güzeldir. Bunların neyinden gocunuyoruz
ki?
Bu
gerçeklerin bilinmesini, değerli arkadaşlarım, arz ettim ve BHC konusunu da,
inşallah o önergeyi çekmezler üzerinde konuşuruz.
Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Işık.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, 69’a göre söz istiyorum.
BAŞKAN
– Sayın Türkkan…
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Benim konuştuğum bir konunun hilafıhakikat beyanı oldu
Sayın Konuşmacının, onu düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurunuz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Oradan geçemezsin, oradan.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Ben gözü, gönlü geniş adamım, sığmam her yere, doğru
diyorsun.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri)- O zaman sığmayacağın yere abanma.
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın Türkkan.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
9.- Kocaeli Milletvekili Lütfü
Türkkan’ın, Kocaeli Milletvekili Fikri Işık’ın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Evet, şu Parlamentoda 549 tane milletvekili var. Aranızda
bidayette çok eski mücadele arkadaşlarım var, beraber çeşitli ziyaretler,
önemli ziyaretler yaptığım arkadaşlarım var, çok da sevdiğim insanlar var ama
ilk beşi sayarsanız, bunların ilk beşinin içerisinde de Fikri Işık gelir. Bunu
da samimiyetle ifade ediyorum. Çok önemlidir. Bunu sadece burada değil, yerel
basında, çeşitli yerlerde de söylerim. Dost olarak, arkadaş olarak çok önemli
bir adamdır. Siyasetçi yönünü bilmem. Onu Adalet ve Kalkınma Partisi
değerlendirir.
Bir
kere, sayın dostuma şunu söyleyeceğim: “Ben OSB yönetiminden geliyorum.” dedim.
Organize sanayi bölgesinin yöneticisiydim buraya gelirken. Dilovası Organize ve
Sanayi Bölgesi, 2003 yılında Sanayi Bakanlığı tarafından OSB ilan edilmiştir.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Hayır.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Evet.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Hayır, yanlış. Yanlış söylüyorsun.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Sayın Milletvekilim, lütfen iyi bakın.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Yanlış söylüyorsun.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – 2003 yılında. Zira sebebi de neydi biliyor musunuz? Çok
haklı da…
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – İzinler sizin iktidarınızın. İzinleri siz verdiniz.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Bir saniye, bir şey söyleyeceğim.
Kötü
bir şey de yapmamıştır, iyi bir şey yapmıştır.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – İzni siz verdiniz.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Orada organize sanayi bölgesi, bir belde belediyesi şu anda
organize sanayi bölgesinde olan, Türkiye için çok önem atfeden sanayi tesisleri
bir belde belediye başkanının iki dudağı arasındaydı. Bu da çok hoş bir hadise
değildi. Yani ben sayın Hükûmetin böyle bir şey yapmasını yadırgamıyorum,
yermiyorum, aksine çok doğru bir harekettir. Yalnız, “Yani, siz yaptınız, şimdi
kötüdür.” Hayır, ben kötü demiyorum. Doğru diyorum. Bu da çok doğru bir şeydir.
Bir
şey daha söyleyeceğim. Burada yapılan bir yanlışlığı daha ifade ediyorum.
Şimdi, Dilovası’nda, daha önce, biliyorsunuz, çevre kirliliğiyle ilgili bir
komisyon kuruldu. O komisyon kararına göre “İki tane mahalleyi taşıyın
buradan.” dediler. Biz OSB yönetimi olarak devamlı kamulaştırma yapıyoruz, yani
insanların konutlarını alıp konut bölgesinden çıkartıyoruz sanayiyi. Yahu, biz
bunları yaparken, geldiler, şu anda Kömürcüler Organize Sanayi Bölgesinin
yanına, tam bu sanayi bacalarından çıkan dumanların gittiği yere altı tane okul
projesi yaptılar. Ya, günah değil mi arkadaş ya? Orada kuzeye doğru genişlemesi
gereken bir yer varken tam gidip Dilovası’nın en kirli bölgesine altı tane okul
programladılar ve bu okullar, ben inanıyorum ki, çok geçmeden, eskimeden tekrar
taşınacaktır.
Ben
o zaman münferiden rica ettim, Fikri Bey’e de rica ettim, Vali Bey’e de rica
ettim, Belediye Başkanına da söyledim, dedim ki: “Gelin, bu Dilovası’nı kuzeye
doğru yani Şile’ye doğru olan kısmında, hava kirliliğinin daha az olduğu yerde,
sanayiden, kuzey rüzgârlarının etkilemediği bölgeye çekelim.” Ama ne hikmetse,
ben başka bir esbabımucibesini aramıyorum, bunun altında başka bir bityeniği
aramıyorum, bu plansızlık ve bilinçsizlik, iş bilmezlikten kaynaklanan bir
şeyle kalkıp hemen bu kuzey rüzgârlarına açık bir bölgede altı tane okul
programı yaptılar. Geçenlerde ben de ilkinin temel atma törenine katıldım.
“Niye böyle bir şey yaptılar?” diye şaşırdım.
Yani
bir taraftan “Burada insanlar ölmesin. Bu sanayi artıkları bu insanları
zehirlemesin.” diyeceğiz, diğer taraftan bu insanları bu zehrin ortasında
okutacağız.
Teşekkür
ediyorum. Sağ olun. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Türkkan.
MEHMET
HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, Sayın Işık’ın konuşmama başka bir anlam
katması nedeniyle 69’dan dolayı söz istiyorum.
BAŞKAN
– Lütfen yerinizden söz vereyim, anlam değişikliğini -60’tan- düzeltiniz.
Bir
dakika… Lütfen düzeltiniz.
10.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal
Kaplan’ın, Kocaeli Milletvekili Fikri Işık’ın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
MEHMET
HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Öncelikle,
zamanı iyi kullanmadığım için Sayın Işık’ın eleştirisinden dolayı BHC ile
ilgili konuyu dile getirmediğim noktasında bir haklılığı var ancak son dönemde
Dilovası’nda yaşanan hadiseyi görmezden gelmek söz konusu olamaz.
BHC
ile ilgili söyleyeyim: 1985 yılına kadar yasaklanmayan DDT ve benzenhegzaklorür diye kullanılan insektisitler
1985’te yasaklandı. 1985’te yasaklanan, Derince’de
bulunan bir fabrikanın deposunda zehirleyici madde olduğu bilinen, kanserojen
madde olduğu bilinen bu maddeler -2 bin, 3 bin ton- yirmi altı yıldır Kocaeli
tarafından maalesef bertaraf edilemiyor. Geçen dönem, sizin de bildiğiniz gibi,
Kocaeli Sanayi Odası, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi beraber organize etmeye
çalıştıkları, Avrupa’da bunun bertarafı noktasında, 2
bin, 3 bin tonun ancak 300 tonunun gittiğini biliyorsunuz. Şimdi, bir deprem
bölgesi. Olası bir depremde bu zararlı maddelerin denize ve yakında bulunan…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – …yerleşim yerlerine, toprağa geçmesinin sıkıntısıyla
ilgili verdiğimiz önerge hakkında nasıl bir oy kullanacağınızı ben merak
ediyorum.
Saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Kaplan katkınız için.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Sayın Başkanım, 60’a göre söz istiyorum, kısa bir açıklama.
BAŞKAN
– Sayın Işık, buyurun.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Değerli arkadaşlar, biz sizin hassasiyetinizi takdir ediyoruz
ama grubunuzun sizi yanıltmış olmasını vurguladık, bir.
BHC
konusunu şurada bir keşke… Bakın, şu anda yüce Meclis de, milletimiz de “BHC”
nedir bilmiyor. Yahu sizin önergeniz BHC hakkında, bunu konuşsaydınız da biz de
BHC’yi konuşsaydık. Bu elbette bizim ortak
problemimiz, bunlara biz “Hayır.” deme durumunda değiliz. Sizlerin bu konuyu
gündeme getirmenizden dolayı müteşekkiriz. Onu aslında… Siz BHC’ye
girseydiniz, sizin elinize yanlış bir araştırma önergesi verilmeseydi zaten
bunları konuşacaktık.
İkincisi
de: Bakın, çevre konusunda toleransımız yok, sıfır tolerans. Bunu vurguladık,
vurgulamaya devam ediyoruz. Bizim bu noktalarda hiçbir şekilde taviz vermemiz
mümkün değil. İnsandan daha önemli bir şey olamaz ve bunu biz tüm
yaptıklarımızla gösteriyoruz. Keşke BHC’yi
konuşabilseydik de, bugüne kadar ne yapıldığını biz -bu konuda-
aktarabilseydik. Ama siz “BHC” demediniz, Sayın MHP Sözcüsü “BHC” demedi,
sadece genel bir çerçeve çizildi, biz de ona göre cevap verdik. Şimdi sizler BHC’yi gündeme getirdiniz…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Bir dakika Sayın İnce.
Sayın
Işık, BHC’nin ne olduğunu açıklar mısınız lütfen, çok
rica ediyorum.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Tabii.
BAŞKAN
– Açık ismini söyleyiniz. Söyleyiniz şimdi, yani oradan duyarız.
MEHMET
HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Ben söyledim.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sözlüğe baksın.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Eğer müsaade ederseniz iki üç dakika…
BAŞKAN
– Yani, önergeyi tekrar okumak istiyorum bir yanlış anlaşma olmaması için.
Buradaki önerge talebi, bize ulaştırılan, Kocaeli ili Derince ilçesinde bulunan
tehlikeli atıkların araştırılması hakkında verilmiş.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Evet, BHC’yle ilgili.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, sizin BHC’yi bilip
bilmemeniz gerekmez. Sizin buna yorum yapmanız da gerekmez. (AK PARTİ
sıralarından gülüşmeler, alkışlar)
BAŞKAN
– Hayır, Sayın Elitaş…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Yani burada sözcü var, Sayın Başkan, siz kendinizi CHP
Grubunun sözcüsü gibi görüyorsunuz.
BAŞKAN
– Sayın Elitaş, bir dakika…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Hayır, burada Kocaeli milletvekilleri biliyor.
BAŞKAN
– Sayın Elitaş, bir sayın milletvekilimiz “BHC’yi konuştuk, konuşmadık, ben konuştum, ben konuşmadım…”
deyince ben onun ne olduğunu algılamak isterim. Lütfen…
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Elitaş aydınlatsın bizi BHC
konusunda. Bu konudaki uzman görüşlerini dinlemek isteriz Sayın Elitaş’ın!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Anlaşıldı Sayın Işık.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Sayın Işık Sayın Milletvekilimize şöyle dedi:
“Grubunuz sizi yanıltmış, size yanlış bir önerge verdirtmişler.”
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Kayıtlara geçti.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Şimdi, Sayın Işık iki dönemdir milletvekili, daha bunu
öğrenemediyse çok yazık.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Siz öğrenemediniz, siz!
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bir kere, araştırma önergesini grup vermez. O araştırma önergesini
veren milletvekilimiz, birinci imza sahibi Sayın Milletvekilimizdir, o
vermiştir.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Muharrem, yanlış yola giriyorsun. Bak, burada senin imzan
var.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Grup bunu onaylamıştır, Meclis Başkanlığına vermiştir, burada
görüşülmüş. Yani biz Sayın Vekilimize, Sayın Hilal Kaplan’a bir önerge
vermişiz, yanlış almış, böyle bir şey yok.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, lütfen uyarır mısınız biraz önce yaptığınız
gibi. Burada Sayın İnce’nin imzası var herhâlde.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bir dakika… Danışma Kurulu…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, herhâlde müdahale edeceksiniz, biraz önce
arkadaşımıza BHC’nin ne olduğunu anlattırmak
istediğiniz gibi.
BAŞKAN
– Sayın Elitaş…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – O neyin imzası?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Bugün ne görüşüleceğiyle ilgili.
BAŞKAN
– Sayın Elitaş…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Evet!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Ama arkadaşlar farklı şeyler görüşüyor.
BAŞKAN
– Sayın Elitaş…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Hayır, bakın, önergeyi veren Sayın Hilal Kaplan değil mi?
BAŞKAN
– Sayın Elitaş, bir grup başkan vekili konuşurken
lütfen siz de dinleyiniz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Ben onu gündeme getirmişim, benim imzamla gelmesi, gündeme
gelmesi… Önergeyi veren Mehmet Hilal Kaplan.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Zaten onda mutabıkız.
BAŞKAN
– Sözün bitmesini bekliyorum.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bu kadar basit bir bilgiyi Sayın Işık’ın bilmemesi doğrusu
şaşırtıcı.
BAŞKAN
– Kayıtlara geçmiştir.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, bu konu netliğe kavuşmuştur.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal
Kaplan ve arkadaşları tarafından, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verilmiş olan, Kocaeli ili Derince ilçesinde bulunan tehlikeli atıkların
araştırılması hakkında Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 17/11/2011
Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı
tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN
- Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
III.- YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.
BAŞKAN
– Yoklama istiyorsanız yoklama... (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, oylamaya geçtiniz efendim.
BAŞKAN
– İsimleri lütfen söyleyiniz, not edilsin. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Oylamaya geçtikten sonra ayağa kalktılar efendim!
BAŞKAN
–Sayın Yalçınkaya, Sayın Murat, Sayın Canalioğlu, Sayın İnce…
İsimlerinizi
lütfen söylerseniz… (Gürültüler) Biz duyamıyoruz.
Sayın
milletvekilleri, Sayın İnce, milletvekillerinizin isimlerini telaffuz edemeden
oturmasınlar. Lütfen… (AK PARTİ sıralarından “Sayı yetmediği için oturuyorlar”
sesi)
Sayı
yetiyor efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Nerede kaldınız?
BAŞKAN
– Gürültü yapmazsanız… (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Sayın
milletvekilleri, gürültü yapmazsanız…
Siz
tek tek isimleri söylerseniz… Lütfen…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan… Öncelikle, arkadaşlar neyi alkışlıyorsunuz? Kâtip
üyelerin isimleri bilip söylemesi lazım. Bilemediklerini mi alkışlıyorsunuz?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Başkan bilemedi de onun için. Az önce hepsini ezbere
biliyordu Başkan.
BAŞKAN
– Sayın Elitaş, çok rica edeceğim. Lütfen… Yani
lütfen Genel Kurulda olan bir prosedürü yaparken bu şekilde davranılması hoş
değil.
Sayın
Sarıbaş, Sayın Serindağ, Sayın Çelebi, Sayın Tezcan,
Sayın Toprak, Sayın Atıcı… (Gürültüler)
Sayın
milletvekilleri…
Sayın
Kaplan, Sayın Yalçınkaya, Sayın Canalioğlu, Sayın İnce, Sayın Tezcan, Sayın
Sarıbaş, Sayın Serindağ, Sayın Çelebi, Sayın Düzgün,
Sayın Toprak, Sayın Atıcı, Sayın Hamzaçebi, Sayın Kaleli, Sayın Loğoğlu, Sayın
Korutürk, Sayın Güler, Sayın Öner, Sayın Akar, Sayın Özel, Sayın Ekinci.
Üç
dakika süre veriyorum.
Yoklama
işlemini başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal
Kaplan ve arkadaşları tarafından, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verilmiş olan, Kocaeli ili Derince ilçesinde bulunan tehlikeli atıkların
araştırılması hakkında Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 17/11/2011
Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı
tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN
– Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun verdiği öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Sayın
milletvekilleri, şimdi gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci
sırada yer alan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında
Denizcilik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/330) (S.
Sayısı: 41) (x)
BAŞKAN
– Komisyon? Yerinde.
Hükûmet?
Yerinde.
Dünkü
birleşimde 1’inci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.
Şimdi
madde üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sisteme
girecek olan varsa sayın milletvekilleri…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, ya dünküleri söyleyeceksiniz ya da giren
arkadaşlar…
BAŞKAN
– Yok. Daha önce Sayın Vural vardı. Sayın Vural da burada yok.
Şimdi
1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci
madde kabul edilmiştir.
2’nci
maddeyi okutuyorum:
Madde
2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN
– Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Aydın Milletvekili Bülent
Tezcan. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun
Sayın Tezcan.
MEHMET
ERDOĞAN (Adıyaman) - Bu maddede ne konuşulur ki!
CHP
GRUBU ADINA BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Bakarız, ne konuşulur şimdi. Herhâlde
vardır söyleyecek bir şeyler.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 41 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunması Hakkında Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi hakkında Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz aldım.
Değerli
arkadaşlar, biraz önce okunan maddeyi dinlediniz. “Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.” diyor madde.
Değerli
arkadaşlar, milletlerarası sözleşmeler uygulanmak üzere yürürlüğe girer. Aynı
sözleşmenin giriş maddesinde, bu uluslararası sözleşmeyi imzalarken bakın ne
denmiş, ne için imzalanıyor bu uluslararası sözleşme. İki ülke arasındaki
ticari ilişkileri geliştirmek amacıyla ve buna benzer diğer amaçlarla bir
sözleşme imzalıyoruz Romanya’yla Türkiye arasında.
Değerli
arkadaşlar, milletlerarası ticari ilişkiler söz konusu olduğunda o ülkenin
dışarıyla ihracat ve ithalatı söz konusudur. Bu anlaşmaları niye imzalıyoruz?
İthalat yapacağız, ihracat yapacağız. Siz, dokuz yıllık iktidar döneminizde bir
ülkede sadece ve sadece ekonominin temelini ithalat üzerine dayandırırsanız ve
dokuz yıllık iktidar döneminizde Türkiye’yi ithalat cenneti hâline getirirseniz
istediğiniz kadar sözleşmenin yürürlük maddelerini yazın, istediğiniz kadar
uluslararası sözleşmeleri imzalayın, o ülkede o uluslararası sözleşmeden
beklediğiniz sonucu elde etmeniz mümkün mü?
Bakınız,
değerli arkadaşlar, Türkiye'nin dış ticaret açığı daha yeni açıklandı, 83
milyar dolar. Türkiye'nin dış ticaret açığı 83 milyar dolar. Bayram tatilinde
bayram ziyareti nedeniyle memleketimdeydim, Aydın’da. Aydın’ın köylerini
gezdim. Aydın, dünyanın en güzel tarım ürünlerinin yetiştiği bir bölge.
Aydın’da uzun zamandan bu yana çiftçi pamuk eker, yüzü gülerdi, incir çiftçisinin
yüzü gülerdi ama AKP İktidarı döneminde 80 bin hektar pamuk ekim alanını dokuz
sene içerisinde 40 bin hektara düşürdünüz. Pamukçu perişan.
Bugün
Söke Ziraat odası hesabını çıkarmış: 1 kilo pamuğun maliyeti 1 lira 87 kuruş
değerli arkadaşlar, 1 lira 87 kuruş. 1,5 lira, 1 lira 40 kuruşa piyasada pamuk
satıyor çiftçi, 42 kuruş da prim veriyorsunuz, pamuk çiftçisini 5 kuruşa mahkûm
ettiniz, 5 kuruşa çalıştırıyorsunuz pamuk çiftçisini.
Değerli
arkadaşlar, dokuz sene içerisinde Türkiye’yi kendi üretebileceği ürünlerin
ithal edildiği ve o ithalat üzerinden zenginler yarattığınız bir ülke hâline
getirdiniz. Pamuktan kaçtı çiftçi, mısıra yöneldi, şimdi mısırı perişan
ettiniz. Toprak Mahsulleri Ofisine mısırı 61 kuruşa verdiler. Toprak Mahsulleri
Ofisinde mısır var, çiftçi tarladan mısırını kaldıramadı, arkasından 500 bin
ton mısır ithalatı için Toprak Mahsulleri Ofisine yetki verdiniz. 40 kuruşa düştü mısır, şu anda mısır çiftçisi
perişan.
İncir
hakeza aynı. İncir çiftçisi, incir üreticisi derdini anlatacak kapı bulamıyor.
Soru önergeleri veriyoruz, soru önergeleri verdiğimizde yuvarlak cevaplar.
İncir çiftçisi prim istiyor. İncir çiftçisi ithalatla ilgili büyük tüccara
ezilmemek için devletin şefkatli kollarını istiyor. İncir çiftçisi hiçbir ihraç
ürününde olmayan yükleme tarihi diye bir anlamsız ihracat tarihinin
kaldırılmasını istiyor. İncir çiftçisinin derdini çözmeyeceksiniz, pamuk
üreticisinin derdini çözmeyeceksiniz, kendi zeytinyağı çiftçinizin problemini
çözmeyeceksiniz…
Bakın,
bütün Ege’de, sadece Aydın’da değil, zeytinyağcı ağlıyor. Yazmış buraya
“Zeytinyağına verilen 50 kuruşluk prim yetmiyor.” diyor. Çiftçinin söylediği,
bugünkü gazetelerde, önünüzde var, herkese dağıtıldı. Değerli arkadaşlar, son
sekiz yılın en düşük zeytin fiyatları diyor zeytin üreticisi, son sekiz yılın.
Maliyetler yüzde 100 artmış ama fiyatlar yarı yarıya inmiş. Çiftçi söylüyor,
ben söylemiyorum. Perişan çiftçi. Yani siz bir taraftan ticaret anlaşması
imzalayacaksınız, öbür taraftan pamukçuyu perişan edeceksiniz, mısır üreticisini
perişan edeceksiniz, zeytin yağı üreticisini perişan edeceksiniz…
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Hangi ülkede
yaşıyorsun ya!
BÜLENT
TEZCAN (Devamla) – …ve kendi ülkenizde, kendi çiftçinizin üretebileceği malı
çıkacaksınız, dışarıdan, Amerika’dan, Yunanistan’dan ithal edeceksiniz. Kendi
çiftçinizi yoksulluğa, başka ülkenin çiftçisini zenginliğe mahkûm
edeceksiniz. Değerli arkadaşlar, ondan
sonra…
HÜSEYİN
ÜZÜLMEZ (Konya) – Denizciliğe gel, denizciliğe!
BÜLENT
TEZCAN (Devamla) – Geliyorum, tabii denizciliğe… Bunları bilmeden denizle neyi
taşıyacaksınız, denizle? Bunları bilmezseniz denizle gider dışarıdan pamuk
getirirsiniz, benim Aydınlı çiftçimi perişan edersiniz deniz ticaretiyle.
Bunları bilirseniz deniz ticaretiyle o ülkede ihracatın ne olduğunu, o çiftçinin,
kendi insanınızın malını dışarıya satar, kendi çiftçinizi refah içerisinde
yaşatmayı bilirsiniz ama sizin böyle bir yaklaşımınız yok.
Değerli
arkadaşlar, bakın…
BAŞKAN
– Sayın Tezcan, biraz daha ses tonunuzu
azaltırsanız, lütfen…
BÜLENT
TEZCAN (Devamla) – Peki efendim. Teşekkür ederim.
Değerli
arkadaşlar, bakın, kanunun 2’nci maddesi diyor ki: Bu kanun Resmî Gazete’de yayınlan-masıyla
yürürlüğe girer.
Şimdi,
biraz yanlış yazmışlar bunu. Bana göre Hükûmet bunu yanlış yazmış, böyle
yazmaması lazımdı. Ne yazması lazımdı bunun yerine? Bunun yerine Hükûmet şöyle
demeliydi: Bu sözleşme Obama’nın
işaretiyle yürürlüğe girer, talimatıyla yürürlükten kalkar. Hükûmetin bunu
yazması lazımdı.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Obama’nın Romanya’yla
ne alakası var?
BÜLENT
TEZCAN (Devamla) – Niye? Niye yazar bakın? Obama’nın işaretiyle yürürlüğe
girer, talimatıyla yürürlükten kalkar
diye yazması lazım.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Obama’dan bu kadar mı
korkuyorsunuz? Obama’dan bu kadar mı çekiniyorsunuz?
BÜLENT
TEZCAN (Devamla) – Şunun için arkadaşlar, meydanda: Bakın, Suriye’yle vize anlaşması imzaladınız bir
sene önce. Suriye’yle serbest ticaret anlaşması imzaladınız bir sene önce.
Ondan sonra birden bu anlaşmaları askıya aldınız, rafa kaldırdınız, şimdi
Suriye’yle savaş hâlindeyiz. Suriyeli muhalifleri Türkiye’de ağırlıyorsunuz.
Bakın,
gazete kupürleri burada… Gazete kupürleri burada… Suriye’de isyan ordusunun
sahiplerini burada eğitiyorsunuz. Niye? Çünkü Obama talimat verdi “Bir sene
önce yürürlüğe giren sözleşmeleri koyun bir kenara.” dedi. Obama’nın
talimatıyla sözleşmeleri yürürlükten kaldırdınız.
İHSAN
ŞENER (Ordu) – Hangi maddede var bu?
BÜLENT
TEZCAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Kuzey Afrika’da Arap baharı size
yansıdığı zaman, AKP’ye yansıdığında Obama baharına dönüşüyor…
İHSAN
ŞENER (Ordu) – Hangi maddeyi konuşuyorsun?
BÜLENT
TEZCAN (Devamla) – …ve korkarım böyle devam ederseniz Türkiye’yi Orta Doğu
cehenneminin içine sokacaksınız.
İHSAN
ŞENER (Ordu) – Vay be, felakete bak!
BÜLENT
TEZCAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, başka bir şey daha var. Şimdi, Anayasa…
Bu kanunun 2’nci maddesi üzerine konuşuyoruz. Ne diyor kanunun 2’nci maddesi?
Diyor ki: “Bu Kanun yayımı ile yürürlüğe girer.”
Değerli
arkadaşlar, evet, uluslararası sözleşmelerin nasıl uygulanacağı konusunda
Anayasa’mızda da bir hüküm var. Anayasa’mızdaki hüküm de diyor ki bakın, 90’ncı
maddenin son fıkrası “Uluslararası sözleşmeler iç hukuk hükümlerinin üstünde
ise uluslararası sözleşmelere itibar edeceksiniz.” diyor.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Temel haklarla ilgili…
BÜLENT
TEZCAN (Devamla) – E peki, siz bu maddeye bunu yazmışsınız. Avrupa insan
hakları sözleşmelerinde Türkiye defalarca mahkûm oldu haksız tutuklamalar
nedeniyle. Türkiye’de dört yıldır tutuklu insanlar var, Türkiye’de daha neyle
suçlandığını bilmediği hâlde tutuklu insanlar var. Nerede kaldı Anayasa’nın
90’ncı maddesi, nerede kaldı uluslararası sözleşmelerin iç hukuka üstün olduğu?
Yani siz önümüze bir kanun maddesini getireceksiniz, diyeceksiniz ki: “Bunu
çıkaralım ama uygulayıp uygulamamak, bir, bizim keyfimize bağlı, iki, Obama’nın
işaretine bağlı.” Yok öyle şey, yok öyle şey. (CHP sıralarından alkışlar)
Kanun, uygulanmak üzere çıkarılır.
Değerli
arkadaşlar, son olarak…
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Sen yargıyla iktidarı
karıştırıyorsun ya!
BÜLENT
TEZCAN (Devamla) – Rahatsız olmayın.
Bakın,
2’nci madde çok net…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Lütfen sözünüzü bağlayınız Sayın Tezcan, bitiriniz.
BÜLENT
TEZCAN (Devamla) – Bitiyorum Sayın Başkanım.
Son
olarak şunu söylüyorum: Denizcilik anlaşmasıyla ilgili konuşuyoruz. Değerli
arkadaşlar, bugün 17 Kasım. Bugün son Padişah Vahdettin’in deniz yoluyla
Türkiye’den kaçtığı gün, İngiliz’lere sığındığı gün
ve her ne hikmetse Abdülmecid’in 150’nci ölüm yıl dönümünü kutladığınız 17
Kasım Abdülmecid’in ne doğduğu gün ne öldüğü gün. Anlaşılan o ki saltanat
sevdası devam ediyor, saltanat kayığına binme hevesiniz devam ediyor ama şunu
unutmayın: Saltanat kayığı her daim su üstünde yüzmez.
Hepinize
saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Tezcan.
Madde
üzerinde söz talebi yok.
Soru-cevap…
Sayın
Bulut, buyurun.
AHMET
DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Başkanım, Tuna Nehri Almanya’dan çıkıyor büyük
bir kısmı Romanya’dan geçiyor. Bütün geçtiği bölgelerdeki sanayi atıkları bunun
içerisine akıtılıyor ve o pislik Karadeniz’e doluyor. Karadeniz’in bugün taban
kesimi uzmanların ifade ettiğine göre büyük bir balçık kitlesiyle dolmuş ve
oradaki deniz dibi düzeninin bozulduğu gibi canlıların da yaşamı, sadece üst
yüzer balıkların yaşayabildiği dip balıklarının yok edildiği bir hâle gelmiş.
Sayın Bakanımın çevreye duyarlı olduğunu biliyorum. Bu konuda bize çevrecilik
dersi veren Avrupa’nın bizim çevremizi kirletmesine dur demek adına ne gibi bir
tedbir alıyoruz? Ne gibi bir yaptırım uyguluyoruz?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Bulut.
Buyurunuz
Sayın Bakan.
ORMAN
VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; hakikaten milletvekilimizin ifade ettiği husus Tuna Nehri’nin
Avrupa tarafından kirletilmesi çok doğru. Hatta ben İSKİ Genel Müdürü olduğum
zaman İstanbul’da bu meseleye temas ettik ve o zaman Karadeniz İşbirliği
Çerçevesinde bu Karadeniz’in kirlenmesinin önlenmesi adımını attık. Hakikaten
bu konuda bütün kıyı ülkeleri şu anda çalışma yapıyor fakat kirlenme devam
ediyor. Bu konuda hakikaten Hükûmetimiz de kararlı, bakın onu söyleyeyim.
Gerekli ikazları yapıyoruz. Ancak Karadeniz’le ilgili çamur değil o tabandaki,
Karadeniz’in kendi tabii yapısından gelen özellikle bir ölü bölge var. Yani 200
metre aşağısı tamamen Karadeniz’in ölü bölgesi, çamurdan kaynaklanmıyor ama şu
anda biz… Ölçüm yapılmıyordu, Tuna Nehri’nden gelen kirlilik ölçülmüyordu. İlk
defa 1996 yılında Tuna Nehri’nden gelen kirliliği tespit için ölçüm
çalışmalarını başlattık, bu ölçümler devam ediyor. Şu anda hatta biz sadece
Tuna Nehri’nden gelen kirliliği değil, bütün kıyılarımızdaki su kalitesini
ölçmek maksadıyla tam 198 adet deniz suyu kalitesi ölçüm istasyonu kurduk. Şu
anda çalışmalar devam ediyor, biz de ülkelere yazıyoruz. Ama tabii ki bilhassa
bazı Çekoslovakya, Romanya gibi ülkelerin de ekonomik durumu malum; Çek
Cumhuriyeti, Slovakya ve Romanya’nın. Onlarla ilgili çalışmalar devam ediyor.
Onu özetle bilgilerinize sunuyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Eroğlu.
2’nci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü
maddeyi okutuyorum:
MADDE
3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN
– 3’üncü madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Bolu Milletvekili
Tanju Özcan.
Buyurunuz
Sayın Özcan.
CHP
GRUBU ADINA TANJU ÖZCAN (Bolu) – Sayın Başkan, çok değerli üyeler; ben de bugün
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Türkiye Cumhuriyeti ile Romanya Hükûmeti
arasında imzalanan Denizcilik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi hakkında düşüncelerimi ifade etmek üzere
huzurlarınızda bulunmaktayım.
Çok değerli milletvekilleri, Saygıdeğer Başkanım;
Türkiye ile Romanya arasındaki ilişkilerin tarihsel derinliği olduğunu ifade
ederek sözlerime başlamak istiyorum.
Gerçekten
de Türkiye ile Romanya arasındaki ilişkiler çok çok uzun yıllardır, herhangi
bir siyasi engele takılmadan sürekli olarak gelişme kaydetmiştir. Tarihte
yaşananlar nedeniyle hâlâ bazılarının karşılıklı olarak ön yargıları bulunsa
bile Romanyalılar Türklere, yani bizlere daima güvenmişler, hatta Türklerle
ilgili “Türk dürüsttür, sözünde durur.” şeklinde bir atasözüyle Türklere olan
güvenlerini de net bir biçimde ortaya koymuşlardır.
Değerli
milletvekilleri, Romanya bugün Türkiye'nin Balkanlardaki en büyük ticari ortağı
konumundadır. Bugün karşılıklı ticaret anlamında Balkanlarda en fazla ihracat
ve ithalat yaptığımız ülkelerden bir tanesinin Romanya olduğunu, birincisinin
Romanya olduğunu, Karadeniz bölgesinde kıyısı olan, Karadeniz’e kıyısı olan
ülkeler arasında ise Rusya Federasyonu’ndan sonra Romanya’nın 2’nci sırada yer
aldığını ifade edersem herhâlde Türk ticareti açısından Romanya’nın önemi
ortaya çıkar. Romanya Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı 11’inci ülke, en çok
ithalat yaptığı 19’uncu ülke konumundadır.
Yine,
değerli dostlar, Romanya Türkiye’ye Avrupa Birliği sürecinde en çok destek
veren -ki, yapılan anketler bunu gösteriyor- ülkelerin de başında geliyor. Bunu
da sizlerle paylaşmak istiyorum.
Tabii,
konu denizcilik üzerine bir anlaşma olunca üç tarafı denizlerle çevrili olan
Türkiye'nin denizcilik anlamında bulunduğu nokta konusunda da birkaç hususa
değinmek istiyorum. Üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen Türkiye yük
taşımacılığında yüzde 92 oranında, yolcu taşımacılığında yüzde 95 oranında kara
taşımacılığına bağımlıdır. Deniz yolu ile taşımacılıkta payımız sadece yüzde
2,5’tir.
AKP
döneminde denizcilik alanında nereden nereye gelindiği noktasında da ben birkaç
hususa değinmek istiyorum. AKP döneminde, Türkiye'nin dünyadaki deniz
ticaretindeki payı on yıl önce yüzde 2 civarındayken AKP’nin on yıllık iktidarı
sonrasında bu oran -üzülerek ifade ediyorum- yüzde 1’e düşmüştür.
MEHMET
DANİŞ (Çanakkale) - Binde 2, yanlış okuyorsun.
TANJU
ÖZCAN (Devamla) – Doğru okuyorum, doğru okuyorum. Sen çok iyi biliyorsan gelir
anlatırsın.
2002
yılında dış ticaretimizin yüzde 60’ını deniz yolu ile yaparken 2010 yılında bu
oran yüzde 19’lara gerilemiştir.
Yine,
AKP döneminde hiç katkısı olmamasına rağmen denizcilik alanında ki denizcilik
sektörü kendi imkânlarıyla bir noktaya gelmiş, 10 milyar dolar civarında bir
ihracat rakamına kavuşmuş ancak özellikle son üç yıl içerisinde sektörün
Hükûmet tarafından ciddi anlamda desteklenmemesi neticesinde, özellikle
tersanelerde çok sayıda insan –ki rakam 20 bin olarak ifade ediliyor- işsiz
kalmıştır. Bu anlamda, AKP Hükûmeti tarafından önümüzdeki yıllarda denizcilik
sektörümüz desteklenmediği takdirde sıkıntılar artarak devam edecek, üç tarafı
denizlerle çevrili olan Türkiye bu çok önemli imkândan faydalanamamış olacaktır
diye düşünüyorum.
Değerli
milletvekilleri, konumuz uluslararası bir anlaşma. Tabii uluslararası
anlaşmadan bahsederken uluslararası bir başbakandan bahsetmeden de
geçemeyeceğim. Siz ona “dünya lideri” diyorsunuz, ben ona “sözde dünya lideri”
diyorum, bizim Kocaeli Milletvekilimiz Haydar Akar “çakma dünya lideri” diyor.
Herhâlde kimden bahsettiğim ortaya çıktı. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan
bahsediyorum.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) - Başbakandan bahsediyorsun, saygılı olacaksın.
TANJU
ÖZCAN (Devamla) – Sen saygılı ol. Ne dediğimi biliyorum ben. Bir müsaade et.
Kraldan mı bahsediyorum? Padişahtan mı bahsediyorum? Türkiye Cumhuriyeti’nin
Başbakanından bahsedi-yorum. Eleştirilebilir bir
insandan bahsediyorum. Haddini bil, sen terbiyesizlik yapıyorsun.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Saygılı ol, saygılı.
TANJU
ÖZCAN (Devamla) – Sayın Başkanım, müdahale eder misiniz Sayın Metiner’e?
Sürekli olarak oradan laf ediyor.
SONER
AKSOY (Kütahya) – Çakma sensin, çakma.
BAŞKAN
– Sayın Özcan, lütfen karşılıklı konuşmayınız. Siz Genel Kurula hitap ediniz
lütfen. Sözcüklerinizi de özenli seçiniz, çok rica ediyorum.
TANJU
ÖZCAN (Devamla) – Tamam, efendim.
Şimdi,
bu sözde dünya liderinin yönettiği Türkiye’de yaşıyoruz. Bu sözde dünya
liderinin yönettiği ülkenin milletvekilleriyiz. Şimdi, uluslararası
ilişkilerden bahsederken bir konuya değinmek istiyorum. Bilemiyorum, yakın
zamanda Amerika Birleşik Devletleri’ne veya İngiltere’ye giden milletvekili
arkadaşımız var mı? Milletvekilleri Amerika Birleşik Devletleri’ne giderken
veya İngiltere’ye giderken hangi zorluklarla karşılaşıyor bunu biliyor musunuz
bilmiyorum. İngiltere veya Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye Cumhuriyeti
pasaportu taşıyan, diplomatik pasaportu taşıyan milletvekillerine vize
uyguladığını bilmiyorum, biliyor musunuz? Vize uygulamakla kalmayıp, o ülkeye
indikten sonra sizin üstünüzü aradıklarını elle, kemerlerinizi
çıkarttırdıklarını, ayakkabılarınızı çıkartıp sizi yalın ayak yürüttüklerini
bilmiyorum, biliyor musunuz? (AK PARTİ sıralarından “Siz ne zaman gittiniz?
sesi)
TANJU
ÖZCAN (Devamla) – Çok yakında gittim, geçen hafta oradaydım.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Üniversitelere girmemize vize koydunuz, Türk
vatandaşlarına vize koydunuz. Önce zihniyetinizi değiştirin.
TANJU
ÖZCAN (Devamla) – Şimdi ben şuna bakıyorum: Bir dünya lideri tarafından
yönetiliyoruz, o bizim Başbakanımız ama o dünya liderinin yönettiği Türkiye
Cumhuriyetinin milletvekillerine adam muamelesi bile yapmıyor bu ülkeler, siz
de göğsünüzü gere gere diyorsunuz ki: “Bizim Başbakanımız dünya lideri.”
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Kesinlikle.
TANJU
ÖZCAN (Devamla) – “Sevsinler böyle dünya liderini” deyince tepki gösteriyorsunuz.
Sevsinler böyle dünya liderini!
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Asıl sizi sevsinler!
TANJU
ÖZCAN (Devamla) – Değerli dostlar, uluslararası ilişkilerde mütekabiliyet
ilkesi diye bir ilke vardır. Biz hukuk fakültelerinde bunu öğrendik, çoğunuz da
öğrenmişsinizdir. Bir ülke size nasıl muamele yapıyorsa siz de ona böyle
muamele yaparsınız. Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere bize vize
uyguluyor. Peki, biz o ülkelerin parlamenterlerine, milletvekillerine böyle bir
şey uygulayabiliyor muyuz? Bizim buna gücümüz yetiyor mu?
İHSAN
ŞENER (Ordu) – CHP iktidar olunca yaparsınız.
TANJU
ÖZCAN (Devamla) – Siz bunu yaparsınız, önce kendi milletvekilinize sahip
çıkarsınız, kendi milletvekilinizin uluslararası alanda saygınlık kazanmasını
sağlarsınız, sonra da dönüp “Ben dünya lideriyim.” dersiniz o zaman.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Türkiye'nin geldiği noktayı bir görseniz dünyada.
TANJU
ÖZCAN (Devamla) – Bunu demedikten sonra, kusura bakmayın ama Kocaeli
Milletvekili sizin liderinize “Çakma dünya lideri.” der…
İHSAN
ŞENER (Ordu) – Haddin değil.
TANJU
ÖZCAN (Devamla) – …ben de bunu alkışlarım.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Biz de “saygısızlık yapmayın” diyoruz.
TANJU
ÖZCAN (Devamla) – Çok değerli milletvekilleri, bir de çok önem arz ettiğini
düşündüğüm, benim ilimle ilgili önem arz ettiğini düşündüğüm bir konuya
değinmek istiyorum. Sayın Başbakan Rize’nin Güneysu ilçesinden, bunu biliyoruz.
Rize’nin Güneysu ilçesinin nüfusu yaklaşık 12 bin, benim seçim bölgem olan
Bolu’nun Mengen ilçesinin nüfusu 15.500. Sağlık Bakanlığı bir süre önce bir
karar aldı, bazı hastanelerin statüsünü değiştiriyor, “Nüfusu 20 binden az olan
ilçelerin hastanelerinin E1 olan statüsünü E2 olarak değiştireceğim.” dedi ve
bunu uygulamaya da koydu. Sonra bazı ilçelerin nüfusu çok küçük olmasına rağmen
onlara tekrar eski statüsünü verdi. Sayın Bakana burada anlattım, 6-7 bin imzalı dilekçeyi verdim, dedim ki:
“Mengen’in çok yaşlı bir nüfusu var, çok fazla hastası var, en yakın tam
teşekküllü hastaneye mesafesi 60 kilometre ve bu insanlar bu haklarını
istiyorlar.” Sayın Bakan bunu şunu söyledi, “Emsal yok.” dedi. Emsalleri
gösterdim, en sonunda dedim ki: “Bakın, Sayın Başbakanın doğduğu ilçe, Güneysu
ilçesinin nüfusu daha az, kriterleri daha sağlıklı ama buna rağmen bu ilçenin
statüsü, bu ilçenin devlet hastanesinin statüsü E1’de kalıyor.” Sayın Bakan
bana dedi ki: “Kusara bakmayın ama orası Sayın
Başbakanın doğduğu yer.” Hiç kimse kusura bakmasın ama Bolu’nun Mengen ilçesi
de benim doğduğum yer. (CHP sıralarından alkışlar) Buna göre yapılıyorsa bu
işlemler, Mengen’in devlet hastanesinin eski statüsünü vereceksiniz,
vermediğiniz takdirde ben bunu her ortamda dile getirmeye devam edeceğim. Bunun
neyine tepki gösteriyorsunuz?
İHSAN
ŞENER (Ordu) – Genel Başkanlığa hazırlanıyorsun herhâlde!
TANJU
ÖZCAN (Devamla) – Genel Başkanlığa falan hazırlanmıyorum. Sayın Başbakan eğer
bu ülkede Başbakanlık yapıyorsa ve “Başbakanlık” sıfatı ona böyle bir imtiyaz
tanıyorsa ve siz bunu alkışlıyorsanız ben size yazıklar olsun diyorum, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Özcan. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Lütfen
sakin olunuz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Elitaş.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, Hatip, Grup Başkanımızı, bu ülkenin
Başbakanını terbiye dışında eleştirmeye kalktı. İzin verirseniz cevap vermek
istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Elitaş. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
11.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Bolu Milletvekili Tanju Özcan’ın, partisine
sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce ben dışarı
çıktığımda Sayın Şandır güzel bir konuşma yaptı. Yerinden yaptığı konuşmada
dedi ki: “Milletvekili arkadaşlarımızın gündemle ilgili konuşmaları, hem
milletvekillerinin bilgilenmesine hem de bizi izleyen kamuoyunun buradan
faydalanmasına imkân verir.” dedi. Kendisine teşekkür ediyorum.
Dün
de Sayın İnce bir konuşma yaptı. Dedi ki: “Biz hiçbir siyasi partinin genel
başkanıyla ilgili bir meseleyi buraya getirmek istemiyoruz.” Biz de kabul
ettik, takdir ettik. “Eleştirilir ama, eleştiriler hakaret noktasına
varmamalı.” dedik.
Burada
milletvekili arkadaşımız, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanını, beğenirsiniz
beğenmez-siniz, seversiniz veya sevmezsiniz, ama bu milletin iradesiyle
seçilmiş bir Başbakanı hafifletmeye, küçültmeye çalışmak, ne sana fayda sağlar
ne bu millete fayda sağlar.
Lütfen,
buraya gelen arkadaşlarımız meselelere daha ihtiyatlı bir şekilde, ihtiyatlı
bir dille konuşmaya fırsat versinler, konuşmayı yapsınlar ve birlikte
faydalanmaya çalışalım.
Vize
konusunu söylüyorsunuz, doğru. Bugüne kadar dünyadaki bütün ülkeler Türkiye'ye
vize uyguluyordu, ama yaptığımız anlaşmalar, yaptığımız görüşmelerde 56 ülkeyle
vizeyi kaldırdık.
HALUK
İPEK (Ankara) – Yılbaşında kalkıyor!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Yılbaşında da vizeler kalkıyor.
Değerli
milletvekili arkadaşlar, zamanla ilgili değil, gelecekteki olacak hareketlerle
de ilgili konuşmalarınızı değerlendirin. Siz, dünya ülkelerinin bize uyguladığı
vizeyi eleştirirken, daha bundan on yıl önce bir milletvekilinin baş örtüsünden
dolayı girmesine vize vermediniz. Bu milletin talebelerine, başörtülü
öğrencilerine, ikna odaları ortaya koyup vize vermediniz. Önce kendi
meselelerinizi değerlendirin, ama milletin kabul ettiği, dünyanın takdir ettiği
bir Başbakana “çakma” demek hiç kimsenin hakkı değildir, haddi değildir.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Elitaş.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/330) (S. Sayısı: 41)
(Devam)
BAŞKAN
– Söz yok. Soru-cevap yok.
3’üncü
maddeyi oylarınıza sunuyorum…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Yoklama istiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının
tümü açık oylamaya tabidir.
Açık
oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama
için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti
Arasında Denizcilik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı açık oylama sonucu:
“Kullanılan
oy sayısı: 190
Kabul :
186 (x)
Ret :
3
Çekimser :
1
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Muhammet Bilal Macit Fatih Şahin
İstanbul Ankara”
Böylece,
tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Birleşime
bir saat ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.12
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.12
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Mine LÖK BEYAZ
(Diyarbakır)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 20’nci Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
2’nci
sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Yeni Zelanda Hükümeti
Arasında Hava Hizmetlerine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız.
2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Yeni Zelanda Hükümeti Arasında Hava Hizmetlerine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/423) (S.
Sayısı: 21) (x)
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon
raporu 21 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının
tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Gürkut Acar konuşacaktır.
Buyurunuz
Sayın Acar. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA GÜRKUT ACAR (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Yeni Zelanda Hükümeti Arasında Hava Hizmetlerine Dair
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu üzerinde konuşmak üzere söz almış bulunuyorum.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye ile Yeni Zelanda arasında hava hizmetleri konusunda
imzalanan anlaşma ile ilgili tasarıyı destekliyoruz. Bu tasarı ile iki ülke
sivil havacılık alanında hem iş birliğinin geliştirilmesi hem de güvenlik
önlemlerinin artırılması konusunda çalışmalar yapacaktır. İki ülke adına olumlu
sonuçlar doğurmasını diliyoruz.
Hava
yolu taşımacılığıyla ilgili olarak birkaç söz de söylemeden geçemeyeceğiz.
Türkiye’de hava yolu taşımacılığında son dönemde bir artış söz konusudur, ancak
bu büyümenin ne kadar planlı ve kontrollü olduğu tartışmalıdır. Sefer sayısı
artarken, yolcu sayısı artarken altyapı ve denetim anlamında da gerekli büyüme
sağlanabilmiş midir? Yani denetimi ve kontrolü sağlayacak sivil havacılık
teşkilatı büyümüş ve yeni bir yapılanmaya gitmiş midir? Yer hizmetleri, teknik
personel, pilot ve diğer uçuş görevlilerinin nicelik ve nitelik yönünden artışı
sağlanabilmiş midir? Uçuş güvenliği yani can güvenliğini artıracak gerekli
adımlar da atılabilmiş midir? Bu konularda çok da mesafe alındığını söylemek
mümkün değildir, bunun iyi sorgulanması gerekir. Kontrolsüz büyümenin getirdiği
risklerin de iyi hesaplanması gerekir.
Türkiye’nin
kaza riski açısından bulunduğu yer olumlu bir noktada değildir. Türkiye, risk
oranlarında, ölümlü kaza oranlarında liste başı olma konumundan
kurtarılmalıdır. Türkiye, son üç büyük uçak kazasında ciddi kayıplar
yaşamıştır. Bunların tekrarlanmaması hepimizin dileğidir ama bunlar iyi
dileklerle, temennilerle olacak şeyler değildir. Gerekli altyapının hazırlanması,
yeterli sayıda ve donanımda personel görevlendirilmesi sağlanmalıdır. Hava yolu
taşımacılığında bu gelişmede ağır iş yükü altında ezilen, fedakârca çalışan
pilotlar, hostesler ve diğer uçuş personeli, teknik personel, yer hizmetlerinde
görev alan personelin de özlük haklarında ve çalışma koşullarında
iyileştirmeler yapılmalıdır. Emekleriyle bu sektörü taşıyanların emeklerinin
karşılığını almaları sağlanmalıdır.
Ayrıca,
kaza incelemelerinin bağımsız bir yapıya kavuşturulması sağlanmalıdır. Bazı
kazalarda olduğu gibi, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünün Ulaştırma
Bakanlığının sorumluluğunu örtme gayreti içinde olan yapılanmalardan
vazgeçilmelidir. Gerçekten uzmanların bağımsız inceleme yapabilecekleri ortamın
hazırlanması gerekir. Hava yolu taşımacılığının büyümesine, gelişmesine kimse
karşı değildir ama bu büyümenin güvenli bir büyüme olmasını sağlamak hepimizin
görevi olmalıdır diye düşünüyorum.
Değerli
milletvekillerim, Türkiye ile Yeni Zelanda’nın kaderlerinin kesişmesi Birinci
Dünya Savaşı ve Çanakkale Savaşı’yla olmuştur diyebiliriz. Binlerce kilometre
uzaktan Avusturalyalılarla birlikte Anzaklar olarak
geldiler, Anadolu’yu işgal etmek isteyenlerle birlikte savaştılar. Bize ne
mutlu ki Büyük Önder Mustafa Kemal gibi büyük bir komutanla ve vatanlarını
savunmaya kararlı askerlerimizle karşılaştılar. Çanakkale’nin geçilemeyeceğini
ne yazık ki canları pahasına öğrendiler. Şimdi onlar bizim topraklarımızda bize
emanettir.
Yeni
Zelanda ülkemize çok uzak olsa da ilişkilerimiz gelişiyor. Birçok gencimizin Yeni
Zelanda’ya gittiğini biliyoruz. Türkiye ile Yeni Zelanda arasındaki iş birliği
alanlarına sivil havacılık alanının da eklenmesi sevindiricidir. Antlaşmada
karşılıklılık ilkesi korunmuştur. Her iki tarafın da istediği ve bildirdiği
anda antlaşmanın sona ereceğine ilişkin kabul de adil ve doğrudur. Değerli
milletvekilleri, bu nedenle, biz bu antlaşmaya “evet” oyu vereceğiz.
Yeni
Zelanda’nın Anzakları Çanakkale’de hüsrana
uğramışlardır ve onları yenen Mustafa Kemal’in Meclisinde konuşmaktan büyük
onur duyuyorum.
Değerli
milletvekilleri, ne yazık ki bu böyle olmakla beraber, geçen gün bu kürsüden,
Büyük Millet Meclisinde “Türkiye’nin geçmişinde ebedi şef, millî şef faşizmi
vardır” diyerek Mustafa Kemal Atatürk’e Mustafa Kemal Meclisinde hakaret
edilmiştir. Bu vesileyle bu konudaki görüşlerimi de açıklamak istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, AKP sözcüsünün söylediği bu sözler bizi ağır şekilde yaralamıştır.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Kim söyledi onu?
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – Kimin söylediğini söylemeyeceğim, çünkü…
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Niye? Söyle canım. Mustafa Kemal’e kimse hakaret etmedi.
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – Gerek yok.
“Türkiye’nin
geçmişinde ebedi şef, millî şef faşizmi vardır” tutanaklar burada.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Millî şef faşizmi vardır tabii.
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Adana) – Sende hiç utanma yok mu!
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – Evet, “Ebedi şef, millî şef faşizmi vardır” tutanak yanımda.
MEHMET
METİNER (Adıyaman) – Sizin CHP’li arkadaşlar söyledi.
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Adana) – Hâlâ laf atıyorsun, utanmadın mı! Geç arkaya otur. Utanmıyor
musun!
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bu… Bakınız, ben, müsaade ederseniz bu
vesileyle bu konuyla ilgili görüşlerimi de fazla sabrınızı zorlamadan anlatmak
istiyorum.
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Adana) – Hiç utanmıyor musun! Sende utanma olsa böyle söylemezsin.
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, faşizmin ne olduğu konusuna bir bakalım.
Evet, buna itirazı yapacağınızı biliyordum…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, CHP Grubundan benim Grubuma laf atılıyor, lütfen
buna müdahale ediniz.
ÜMİT
ÖZGÜMÜŞ (Adana) – O da oradan laf atıyor, rahat durmuyor.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan lütfen müdahale ediniz.
BAŞKAN
– Sayın Elitaş lütfen oturunuz.
Sayın
milletvekilleri, lütfen konuşmacıyı dinleyiniz.
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – Müsaade ederseniz sözlerimi tamamlayayım.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, eğer Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları olmasaydı
belki de biz bu Büyük Millet Meclisinde milletvekili olmanın onurunu
yaşamayacaktık. O nedenle, bizim varlık, yokluk meselemizle ilgili birkaç söz
söylememe izin veriniz.
Eğer,
Mustafa Kemal ve arkadaşları olmasaydı Yeni Zelanda’yla bu anlaşmayı
yapacağımız bir devletimiz de olmayacaktı. O nedenle, bu konulardaki
görüşlerimi bu vesileyle anlatmama fırsat vermenizi rica ediyorum.
Değerli
arkadaşlar, bakınız, faşizmin ne olduğuna bir dikkat edelim. Bugün Türkiye
2002’ye göre daha özgür, üniversiteleri, sendikaları daha rahat konuşan,
adaletin gerçekten daha bağımsız ve adil yürüdüğü, insanların birbirleriyle
rahatça iletişim kurabildiği bir ülke konumunda mıdır?
AHMET
YENİ (Samsun) – Evet, konumundadır.
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – Değil midir?
Demokrasimiz
gerçek anlamda ileri bir noktaya gelmiş midir?
AHMET
YENİ (Samsun) – Geliyor.
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – Medya bağımsız ve yansız haber verebilmekte midir? (AK PARTİ
sıralarından “Evet” sesleri) Yoksa büyük kısmı el değiştirip yandaş hâline mi
gelmiştir? Bu soruların iyi değerlendirilmesi gerekir. Hiç kimse, bugün
Türkiye’nin daha özgür, daha demokratik bir ortamı yaşadığını, daha olumlu bir
ortamı paylaştığını söyleyemez. Türkiye adım adım bir noktaya doğru
sürükleniyor ama sendikalar konuşmasa da, üniversiteler konuşmasa da, bilim
adamları, köşe yazarları konuşmakta, yazmakta zorlansalar da biz CHP olarak
buradayız ve halkın kürsüsünden bunları ve doğruları söylemeye devam edeceğiz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; geçen gün bir meslektaşım, yaşamının yarım
asırlık bölümünü adalete, savunmaya adamış duayen bir meslek büyüğüm,
meslektaşım İstanbul Barosunun eski başkanlarından Avukat Turgut Kazan
Erzurum’da hâkim karşısına çıktı, meslekten men cezası istemiyle hâkim
karşısına çıktı. Neyle suçlanıyordu? Müvekkili olan özel yetkiyle
yetkilendirilmiş bir savcı tarafından makam odası basılan Erzincan eski
Cumhuriyet Başsavcısı, Denizli Milletvekili arkadaşımız İlhan Cihaner’in avukatı olmakla suçlanıyor. İlhan Cihaner lehine olan bir delilin neden savcılar tarafından
dikkate alınmadığını sorması yüzünden hâkim karşısına çıkıyor. Bunu anlamak
mümkün değil, böyle bir şeyi savunmak, kabul etmek mümkün değil. Bu, doğrudan
savunmaya bir saldırıdır.
AHMET
YENİ (Samsun) – Zelanda’yı konuşuyoruz değil mi?
GÜRKUT
ACAR (Devamla) - İşte, o Zelanda’yla yaptığımız anlaşmaları bugün ona borçlu
olduğumuz, devleti borçlu olduğumuz Mustafa Kemal’le ilgili faşizmi size
birazcık anlatmak istiyorum. Lütfen sabrederseniz oraya geliyorum.
Bakınız,
bu, savunma hakkına saldırıdır, avukatlık mesleğine saldırıdır. Eğer bu ülkede
duayen hâline gelmiş İstanbul Barosunun efsanevi başkanlarından olan bir avukat
bu konularla ilgili avukatlık yaptığı için gözaltına alınıyorsa değerli
arkadaşlarım, şunu unutmayınız sayın milletvekilleri, böyle bir yol açılırsa
-ki açılmıştır- adalet, hukuk, avukat bir gün herkese lazım olabilir,
olacaktır.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye bu noktaya nasıl geldi? Avukatların avukatları
yargılanıyor, savcıların avukatları yargılanıyor, bu sürecin iyi sorgulanması
gerekir. Bürokratik kadrolar değiştirildi, rektörler, dekanlar, YÖK Başkanı ve
Cumhurbaşkanı değişiminden sonra değişti. Medyada sermaye değişimi başlatıldı,
yandaşlar, damatların yönetiminde olduğu holdingler medya sahibi yapıldı.
Milyarlarca liralık vergi cezalarıyla bir medya grubu yıldırıldı. Şimdi parça
parça bu medya grubunun gazeteleri, televizyonları el değiştiriyor. Geriye bir
yargı kalmıştı, o da AKP’nin tek başına yaptığı Anayasa değişikliğiyle sisteme
uyumlu hâle getirilmiştir.
AHMET
YENİ (Samsun) – Millet değiştirdi millet.
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – CHP olarak o gün de söyledik “Bu, yargıyı ele geçirme operasyonudur.”
diye. Yaşanan tablo da bugün ortadadır.
Değerli
arkadaşlarım…
AHMET
YENİ (Samsun) – Millete hakaret etmeyin. Millet değiştirdi millet. Milletimiz
değiştirdi.
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – Onu hangi sarmalın içinde sunduğunuzu herkes biliyor.
Bakınız
değerli arkadaşlarım… (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Sabrederseniz… Lütfen…
Ben sizi çok saygıyla dinledim.
Bakınız,
kadrolaşma demek illa 30 bin hâkimi, savcıyı sokağa atıp, yerine aynı kalıpta
yetişmiş 30 bin hâkim ve savcının işbaşına getirilmesi değildir. Önce hâkim ve
savcıları atayacak kurulu ele geçirirsiniz, orayı şekillendirirsiniz, sonra
kurul bazı kararlarıyla size öyle bir zemin hazırlar ki, gerçekten bağımsız,
gerçekten tarafsız soruşturma yapmak, yargılama yapmak için kahraman olmayı göze
almak gerekir. İşte değerli arkadaşlarım, asıl faşizm budur.
Siz
bir savcıyı…
İDRİS
ŞAHİN (Çankırı) – Barolar seçmedi mi Anayasa Mahkemesi üyelerini?
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – Müsaade edin, onları tartışırız sonra. Ben fikirlerimi
söyleyeyim, sonra siz de söylersiniz.
Siz
bir savcıyı makamında özel yetkili bir savcıyla bastırır, derdest ettirmeye
kalkarsanız, beğenmediğiniz kararlar veren, muhalefet şerhleri yazan bir hâkim
hakkında soruşturmalar açtırıp başka illere gönderirseniz, başka bir hâkimi emekliliğe
zorlarsanız kadrolaşma süreci tamamlanmış olur. Çünkü orada hâkimlerin,
savcıların bağımsız, gerçekten vicdanlarıyla görev yapma imkânları kalmaz. Asıl
faşizm budur.
Kahraman
hâkim ve savcılar olmaz mı? Tabii ki olur, vardır da. Ama olması gereken bu
değildir. Hatta, bu karşı çıkılması gereken bir durumdur. Çünkü hâkimler ve
savcılar en ufak bir baskı hissetmeden bağımsız, tarafsız şekilde vicdanlarıyla
hareket edebilmelidir. Ancak, yargıda bu ortam bozulmuştur. Yeni HSYK aldığı
kararlarla nasıl bir yargı ortamı istediğini hâkim ve savcılara açık bir
şekilde ifade etmiştir. Adaletin iklimi, ortamı bozulmuştur.
Değerli
milletvekilleri, adaletin hâkim ve savcı ayağından sonra sıra şimdi savunmaya
gelmiştir. Turgut Kazan davası bunun en somut örneğidir.
Bir
avukat, avukatlık mesleğini yaptığı için, savunma yaptığı için hâkim karşısına
çıkıyorsa, bu, bütün avukatlara “Sıra size geldi.” mesajı vermektir. Asıl
faşizm budur.
İDRİS
ŞAHİN (Çankırı) – Konuya gel, konuya… Sayın Başkan…
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, sabrederseniz, bu yüce çatının altında
belki bu söylediklerimiz size acı gelecek, belki siz buna üzüleceksiniz ama
bizden de “Biz buna nasıl bakıyoruz.” bir dinlerseniz eğer lütfedip…
İHSAN
ŞENER (Ordu) – Konuya gel, konuya.
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – Konuya geldim, konuyu anlattım zaten. Burada benim kendi
görüşlerimi açıklamama fırsat verin lütfen.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız…
AHMET
YENİ (Samsun) - Sayın Başkan, gündemimiz bu mu?
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Biz üzülmeyiz. Yalnız, yargıyla iktidarı ayırın.
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – Efendim, müsaade ederseniz onun öyle olmadığını bütün Türkiye
biliyor.
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Biz niye üzülelim yani?
NİHAT
ZEYBEKCİ (Denizli) – Sizin zamanınızdaki gibi değil.
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakınız hiçbir güç, hiçbir baskı
savunmayı engelleyemez ve engelleyemeyecektir. Avukatlar tüm baskılara,
zorlamalara rağmen kutsal savunma hakkının gereğini yapacaktır; hukuk devletini
savunmaya, hukuk devletini ayakta tutmaya devam edecektir. Biz de buradan
onlara her türlü desteği vermeye devam edeceğiz.
Belki
bir süre sonra sıra bize de gelebilir ama susmak yok. CHP olarak biz
susmayacağız, halkımıza doğruları anlatmaya devam edeceğiz.
Sayın
Turgut Kazan dün Erzurum’da, geçen gün mahkemede haykırdı “Haksızlığa boyun
eğmeyeceğim.” dedi. Ben de bu kürsüden söylüyorum, evet, haksızlığa,
adaletsizliğe asla boyun eğmeyeceğiz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de kamu sistemi kanun hükmünde
kararnamelerle altüst edildi. Yetki yasasının süresinin biteceği gün dört tane
kararname yayınlandı. Biz buradayız, Türkiye Büyük Millet Meclisi açık ama
Hükûmet yasama yetkisini, bize sormadan, danışmadan “Ben yaptım, oldu.”
anlayışıyla büyük bir vurdumduymazlıkla kullandı, yasama yetkisini tırpanladı.
23’üncü Dönem Meclisin yetkisiyle 24’üncü Dönem açılmışken onlarca düzenleme
yapıldı. Bu tutum, tamamen antidemokratik, buyurgan, otoriter bir tutumdur. Bu
tavrı, bu tutumu kınamak istiyorum.
Bakın,
bir kanun hükmünde kararname yapılıyor, ondan sonra o kanun hükmünde kararname
başka kanun hükmünde kararnamelerle üç dört kez değiştiriliyor. Böyle bir şeyi
kabul etmek mümkün mü? Burası bir hukuk devleti mi yoksa AKP’nin yan örgütü mü?
Plansız,
programsız, hazırlıksız kanun hükmünde kararnameler yapacaksınız, olmadı üç
dört kez değiştireceksiniz… Böyle bir şeyi kabul etmek mümkün değil.
Değerli
milletvekilleri, bu kanun hükmünde kararnamelerle, Türkiye Cumhuriyeti’nin
temel değerlerinin yok sayıldığı yeni idari yapılar geliyor. Bunun en tipik
örneğini Millî Eğitim Bakanlığının görevlerini ve teşkilat yapısını değiştiren
652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de görüyoruz.
Şimdi,
daha önceki kanunda deniliyor ki: ”Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini
benimseyen, Atatürk ilke ve inkılaplarını benimseyen, Türk milletinin
değerlerini, kültürünü öğrenen, geliştiren nesiller yetiştirilecek.”
Bakıyorsunuz, kanun hükmünde kararnamede bunların hiçbiri yok. Atatürk yok,
Türkiye Cumhuriyeti yok, Türk milleti yok. Bunların olmadığı Millî Eğitim millî
olur mu? Eğitimin temel önceliklerinden biri de ulusal niteliğinin olmasıdır.
İLYAS
ŞEKER (Kocaeli) – Görüştüğümüz maddede mi yok onlar?
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – Çocuklar… Bunu bizim nerede görüştüğümüz bellidir. Bu,
devletin var olmak, yok olmak meselesidir.
Değerli
arkadaşlar, eğer devlet var olacaksa hukuk devleti olarak var olur. Eğer hukuk
devleti ortadan kalkıyorsa bir antlaşmanın da var olup olmamasının çok önemi
yoktur. Siz eğer devleti ortadan kaldırabilecek, tahrip edecek birtakım
davranışlar içerisindeyseniz, bu o maddeye de girer, bu maddeye de girer. İzin
verirseniz, ben konuşmamı yapayım, beğenmediğiniz kısımları tekrar tartışırız.
(AK PARTİ sıralarından “Gündeme gel.” sesleri)
AHMET
YENİ (Samsun) – Gündemden haberi yok ki.
GÜRKUT
ACAR (Devamla) - Gündemden haberim olduğunu söyledik, kanunu desteklediğimizi
de söyledik.
AHMET
YENİ (Samsun) – Anlat o zaman, öğrenelim biraz.
GÜRKUT
ACAR (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, çocuklar içinde yaşadıkları toprağın,
içinde yaşadıkları toplumun değerlerini, kültürünü öğrensin, kendi toprağına,
kendi halkına, milletine yabancı olmasın, ortak değerler etrafında, ortak
amaçlar etrafında bir arada yaşayabilsinler. Bu ortak değerleri çocuklara
vermediğiniz zaman ne olur? Kendi halkına, kendi milletine yabancı kuşaklar yetişir.
AKP
istiyor ki çocuklar kendi atasını, kendi cumhuriyetini, kendi milletini
tanımasın, uluslararası sermayeye hizmet edebilecek ara elemanlar olsunlar;
istenilen bu.
Değerli
milletvekilleri, bu kanun hükmünde kararnamenin büyük bölümü bugünkü Anayasa’ya
aykırılıklar içeriyor. Bunları açıkça görüyoruz. Şimdi, bu Anayasa’ya aykırı,
cumhuriyet değerlerini yok sayan kanun hükmünde kararnamelerden sonra gündeme
ne gelecek? Yeni Anayasa gelecek, hatta geldi. Ben sormak istiyorum: Bu yeni
Anayasa, bu kanun hükmünde kararnamelere uygun mu olacak yoksa Anayasa’ya
aykırı bu kanun hükmünde kararnamelere kılıf olacak yeni bir anayasa mı
yapılacak? Eğer yeni bir anayasa yeni bir kamu deposu öngörüyorsanız bunun
şeklini anayasada verirsiniz, sonra kanunlara uygun yapıları kurarsınız. Ama
AKP ne yapıyor? Önce kanun hükmünde kararnamelerle kamuyu yeniden
yapılandırıyor, sonra ona uygun anayasa yapacak. Belki de yapmayacak. Bunu da
yaşayıp göreceğiz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak diyoruz ki
evet yeni anayasa olsun ama cumhuriyet değerlerinden yana, emekten yana,
özgürlüklerden yana, demokrasiden yana, yargı bağımsızlığından yana, kuvvetler
ayrılığından yana, üniversitelerin özerkliğinden yana bir anayasa değişikliği
olsun istiyoruz. Bu konuda AKP’nin tutumu nedir?
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elazığ) – Aynısı.
GÜRKUT
ACAR (Devamla) – Bu tutumun ipuçları 12 Eylül 2010’da yapılan oylamayla kabul
edilen anayasa değişikliğiyle ortaya çıkmıştır. AKP, o zaman kimseyi
dinlemeden, tek başına ve tek amacı yargıyı ele geçirmek olan anayasa
değişikliklerini yapmış ve amacına ulaşmıştır. Şimdi ne değişmiştir ki AKP
bundan vazgeçsin, uzlaşmayla gerçekten yargı bağımsızlığını sağlayacak bir
anayasa yapsın? Böyle bir şey mümkün mü? Mümkün değil. Çünkü Sayın Başbakan,
çok daha yeni bir zamanda, böyle, bu anayasa değişikliklerinde yargı ile ilgili
konulardan vazgeçmeyeceğini açıkça söylemiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri, anayasalar temel belgelerdir, devleti kuran
belgelerdir. Bu temel yapıyı “ben yaptım, oldu” anlayışıyla değiştirmeye
kalkarsanız bütün sistemi bozarsınız.
Değerli
arkadaşlar, fazla uzatmayacağım. AKP’nin yeni kamu yönetimi anlayışıyla ilgili
ipuçlarını, Millî Eğitim Bakanlığı konusundaki kanun hükmündeki kararnameyle
ortaya koymuştur. Ben, bu anlayışın, yeni anayasaya da egemen kılınmaya
çalışılacağını düşünüyorum. Atatürk’ü, cumhuriyeti yok sayan, cumhuriyet
değerlerini yok sayan bir anayasa değişikliğini kabul etmek mümkün değildir.
Değişmez, değiştirilemez maddeler birçok ülke anayasasında vardır; İspanya’da,
Yunanistan’da, Almanya’da, Rusya’da var. Almanya’da federal yapının
değişmezliği vardır. Birçok ülkede, anayasa değişikliği gündeme geldiğinde, bu
amaçla yeni parlamentonun oluşması gerekli görülmektedir.”Bizce
bu tartışmalara hiç gerek yok.” deniyor. Bunu kabul etmek mümkün değil. Bu
anlayışla bir yere varılması da mümkün değil.
Değerli
arkadaşlar, sayın milletvekilleri; Yeni Zelanda ile hava hizmetleri konusundaki
antlaşmanın iki ülke arasında barış ve dostluğu geliştirmesi dileğiyle yüce
Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Acar.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – AK PARTİ Grubu adına söz almak istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Grup adına söz istiyorsunuz.
Buyurunuz
Sayın Elitaş.
AK
PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında
burada grup adına konuşma niyetiyle ortaya çıkmadım çünkü siyasi parti grupları
arasında biraz önce yaptığımız bir mutabakat çerçevesinde görüşmelere devam
ediyoruz ama buradaki Konuşmacı Milletvekili Arkadaşımız, herhâlde, baronun
mensubu olduğunu tahmin ediyorum çünkü hep baroyla ilgili meseleleri gündeme
getirdi. Hem cümlesinin başında hem de cümlesinin sonunda Yeni Zelanda’yla
ilgili anlaşmayı desteklediklerini ifade ettiler, teşekkür ediyorum.
Ama
şunu açık ve net bilmemiz lazım: Kanun hükmünde kararnamenin uygulanmasıyla
ilgili çıkarma yetkisini dün Sayın Başbakan Yardımcımız gündem dışı konuşmaya
karşılık verdiği cevapta açık ve net bir şekilde ifade etti. Anayasa’nın
91’inci maddesi kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisinin nasıl verildiğini
açık ve net bir şekilde ifade ediyor. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti, 61’inci
Hükûmeti ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden aldığı yetki çerçevesinde kanun
hükmünde kararname çıkarma yetkisini vermiştir.
Bizim
iktidarımız dönemine kadar olan süre içerisinde iktidarda bulunan bulunmayan,
tek başına iktidara gelsin veya koalisyonlarla yönetilsin bütün iktidarlar
kanun hükmünde kararname kullanma yetkisini almışlardır. AK PARTİ’nin
dokuz yıllık iktidarı döneminde kanun hükmünde kararname yetkisine hiç müracaat
edilmemiştir ama Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçimlere gitmesi
münasebetiyle, yine bu yüce Parlamentonun 23’üncü Dönem milletvekillerinden
aldığı yetkiyle Kasım ayının 3’üne kadar kanun hükmünde kararname çıkarma
yetkisi onaylanmıştır.
Bakınız
değerli arkadaşlar, 12 Eylül 2010 halk oylamasına sunulan halkın Anayasa
değişikliğinde Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun seçim sistemi ve yapısı
değiştirilmiştir. Ondan önce, biliyorsunuz bir Adalet Bakanımız vardı, Adalet
Bakanımız bu Anayasa değişikliği sürecinde yaptığı açıklamada… Öylesine hâle
gelmişti ki Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunda hâkim ve savcılara HSYK üyesi hâkim
ve savcılar birbirlerine kontenjan ayırıyorlardı, bir kontenjan veya iki
kontenjan da Adalet Bakanlığına ayırıyorlardı. Kimdi bunlar? 5 kişi. Şimdi ne
yaptık biz? Yaklaşık 12 bin kürsü hâkim ve savcısının oylarıyla, gizli
oylarıyla Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu üyesi 21 kişiye çıktı. Bu Hâkim ve
Savcılar Yüksek Kurulu üyesi olabilmek için teorik olarak on iki yıl, pratik
olarak on beş yıl görev yapmak mecburiyeti vardı. Bizim bu iktidarımıza
geldiğimiz sekizinci yılımızda, demek ki yedi yıl bizden önce hâkim ve savcılık
mesleğine girmiş kişiler -CHP-MHP iktidarı olabilir, daha önceki dönemlerde
iktidar olabilir- daha 14 Ağustos 2001 tarihinde AK PARTİ kurulmazdan önce
hâkim ve savcılık mesleğini hak etmiş, kazanmış değerli üyeler seçime girdiler.
Biliyorsunuz, Cumhuriyet Halk Partisi o seçim düzenlemesiyle ilgili maddeyi
Anayasa Mahkemesine götürdü. Anayasa Mahkemesi o düzenlemeyi farklı bir şekilde
değiştirdi ve sonuç bu şekilde çıktı.
Değerli
arkadaşlar, 12 bin hâkim ve savcının… Ki 21 Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu
üyesinin hiçbirisi Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde göreve başlamamışken, o
değerli üyeleri bugün töhmet altında bırakmak “Faşizanca bir baskı içerisinde
bunları yaptırıyorsunuz.” diye ifade etmek, yargıyı töhmet altında bırakıp onların
rahat bir şekilde çalışmalarına fırsat sağlamamak, açıkçası, bir baro başkanı
arkadaşımızın herhâlde siyaseten söylediği söylemlerdir diye düşünüyorum. Ama
siyaseten söylenen, yapılan söylemlerin en düz, en net söylemler olması
gerekir.
Bakınız
değerli milletvekilleri, geçen burada konuşan bir arkadaşımız, bizim
grubumuzdan kendisine laf atan bir arkadaşa “Bak, ben burada doğruları
söylüyorum, siyaset yapmıyorum” dedi. Ne kadar acı bir cümle, ne kadar acı bir
anlam tarzı, ne kadar farklı bir şekilde ifade durumu!
Siyaset,
bu milletin bekası için, bu milletin refahı için en güzel şeyleri düşünüp
üretmek ve çözüm yolları bulmak yöntemidir. Siz yaptığınız işi, siyaset
kurumunu hafife alırsanız, siyaset kurumunu inciterek, siyaset kurumunun
itibarını düşürmeye çalışırsanız, kusura bakmayın ama 74 milyonun temsilcisi
550 milletvekiline hiç kimse itibar göstermez. Bizim yapmamız gereken en önemli
unsurlardan birisi, 74 milyonun analarının ak sütü gibi helal oylarıyla
seçildik. Onların seçtiği ve “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” diyen
kurucu iradenin iradesine uygun bir şekilde davranabilmek için egemenliği
millet adına kullanan değerli milletvekillerinin itibarını “Siyaset
yapmıyorum.” diye siyaset kurumunu hafife alarak söylemlerde bulunmanın uygun olmadığını
düşünüyorum.
Bu
anlaşmanın hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyorum ve rica ediyorum, istirham
ediyorum bundan sonraki süreçte birbirimizi kırmadan, incitmeden, yaralamadan
şu süreçte grup başkan vekillerinin kendi aralarındaki yaptığı anlaşma süresi
içerisinde bunun devam etmesini temenni ediyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Elitaş.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – İzin verirseniz CHP Grubu adına çok kısa bir açıklama yapabilir
miyim? İki dakikada açıklayabilirim.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Şahsın adına açıklama yap.
BAŞKAN
– Buyurun.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Elitaş, zamanı daha verimli kullanmak adına şimdi
konuşmak istedim.
Önce
şunu bir hatırlayalım, geçmişte ne konuştuğumuzu bir hatırlayalım. Sayın Cemil
Çiçek Başbakan Yardımcısıyken yetki kanunu Plan ve Bütçe Komisyonunda
görüşürken ne demişti? Tutanaklar orada, gidip alabilirsiniz. Dedi ki:
“Meclisle ve Cumhurbaşkanlığıyla ilgili bir düzenleme yapılmayacak.” Kanun
hükmünde kararname çıkarma yetkisini alırken Meclisle ve Cumhurbaşkanlığıyla
ilgili düzenleme yapılmayacağının sözünü verdi, o zaman Başbakan Yardımcısıydı. Birincisi bu.
Ama bugün bununla ilgili düzenleme yapıldı. Verilen söz tutulmadı.
İkincisi
“Yetki kanununun kapsamı belli olmalıdır, net olmalıdır.” diyor Anayasa. Ortada
bir netlik yok, iki.
Söylediklerinizi
unutuyorsunuz, üç.
Şimdi
bakınız, Meclis şu anda açık, açık görülüyor, aslında Meclis kapalı.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Etme Sayın İnce. Milletvekilleri burada ise Meclis açıktır.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Kapalı.
Eğer
Türkiye Büyük Millet Meclisi açıkken, Türkiye Büyük Millet Meclisi
görüşmelerini sürdürürken bir Hükûmet otuz dört kanun hükmünde kararname
çıkarıyorsa sizi, bizi, hepimizi baypas ediyorsa, devre dışı bırakıyorsa Meclis
kapalıdır. İşte 12 Eylül zihniyeti budur. 12 Eylül de Meclisi kapatmıştı, siz
de kapattınız. 12 Eylül kilit vurmuştu, siz açık tutuyorsunuz ama Meclis işe
yaramıyor. Meclis açıkken 34 kanun hükmünde kararname görüşülüyorsa ve kanun
hükmünde kararnamelerin ivedilikle Genel Kurula gelmesi gerekirken
getirmiyorsanız, 12 Eylül mantığıyla sizin mantığınız arasında bir fark yok ki.
Bunu
açıklamak istedim, zamanımı düzgün kullanayım, az kullanayım diye.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın İnce.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, bir düzeltme yapmak istiyorum.
Meclis
Başkanlığıyla ve Cumhurbaşkanlığıyla ilgili kanun hükmünde kararname çıktığını
hatırlamıyorum ve çıkmadı. Ama şu anda Plan ve Bütçe Komisyonunda Türkiye Büyük
Millet Meclisinin kadrosuyla ilgili bir kanun tasarısı görüşülüyor. Sayın İnce
onu mu kastetti, bilmiyorum.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – 34 kanun hükmünde kararnameyi incelerseniz çıktığını
görürsünüz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) - Türkiye Büyük Millet Meclisiyle ilgili bir düzenleme yok
orada.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Elitaş, bakan olmadığınız için
herhâlde yakından takip etmiyorsunuz.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz, kayıtlara girmiştir.
Şahsı
adına, Ankara Milletvekili Emrullah İşler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz
Sayın İşler.
EMRULLAH
İŞLER (Ankara) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bu
benim Mecliste yaptığım ilk konuşma. 21 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile
Yeni Zelanda Hükûmeti arasında, hava hizmetlerine dair anlaşmanın onaylanması
konusunda şahsım adına söz almış bulunmaktayım.
Bu
anlaşmayla her iki ülke arasında sivil havacılık alanında ilişkilerin daha
ileriye götürülmesi hedefi doğrultusunda, hava yolları alanında rekabete dayalı
uluslararası havacılık sistemini ilerletmek ve hava yollarını yenilikçi ve
rekabetçi hizmetlerle geliştirmek amaçlanmaktadır.
Anlaşma
ile ayrıca hava araçlarının güvenliğine karşı yapılan ve kişiler ile mülkiyeti
tehlikeye sokan, dolayısıyla sivil hava taşımacılığını olumsuz etkileyen ve
sivil havacılığın emniyeti konusunda halkın güvenini zedeleyen hareket ve
tehlikeler konusunda endişelerin giderilerek uluslararası hava taşımacılığında
emniyet ve güvenliği en üst seviyede sağlamak hususu amaçlanmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, son yıllarda -Türkiye’yle- diğer bütün dünya ülkeleriyle
olduğu gibi Yeni Zelanda ile de ilişkilerimiz gelişmektedir. Bu bağlamda iki ülke
arasındaki ilişkilere baktığımızda, Yeni Zelanda Genel Valisinin 2009 yılında
Türkiye’yi ziyaret ettiğini görüyoruz. O ziyaret esnasında Çanakkale’deki anma
törenlerine katılmıştır. Bundan başka, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan
3-7 Aralık 2005 tarihinde Yeni Zelanda’yı ziyaret etmiştir. Bunun dışında, Yeni
Zelanda Başbakanı Key 2010 yılı nisan ayında
Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Ayrıca, Yeni Zelanda Dışişleri Bakanı 2008, 2010
ve 2011 yıllarında Türkiye’yi ziyaret etmiştir.
İki
ülke arasındaki ekonomik ilişkilere baktığımızda ihracat ve ithalat dengemizin
bizim lehimize olduğunu görüyoruz.
Yeni
Zelanda, 2009-2010 Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyindeki geçici
üyeliğine destek veren ülkelerden birisidir.
Ayrıca,
Yeni Zelanda 2010 yılında PKK/KONGRA-GEL’i, 2011 yılı
eylül ayında ise DHKP-C’yi terör örgütü listesine almıştır.
İki
ülke arasında Karma Ekonomik Komisyon toplantıları da 1990 yılından itibaren
düzenli olarak yapılmış ve sekiz toplantı yapılmıştır.
Esas
itibarıyla Dışişleri Komisyonu üyesi olan bir arkadaşınız olarak da Türk dış
politikasına kısaca değinmek istiyorum. Burada zaman zaman Türk dış
politikasıyla ilgili, muhalefetten arkadaşlarımızın eleştirileri oluyor,
sataşmaları oluyor, ancak ben yapılan anlaşma gereğince de üslubumu koruyarak
bazı hususları aydınlatmak istiyorum.
Malumunuz
Atatürk cumhuriyetimizi kurmuş ve Atatürk bir Osmanlı paşası, İmparatorluğun
yetiştirmiş olduğu bir bürokrat olarak bir dış politika vizyonuna sahip bir
liderdi. Bu doğrultuda, Atatürk 1934 yılında Balkan Paktı’nı öncülük ederek
kurdurmuş Balkan ülkeleriyle, Türkiye dâhil beş ülkeyle. Ardından, 1937 yılında
ise Sadabat Paktı’nı İran ve Afganistan’la kurmuştur.
Buradan şunu çıkarıyoruz: Atatürk bir vizyon sahibiydi, dış politikada dışa
açılmayı, komşu ülkelerle paktlar kurmayı amaçladığını çok net anlıyoruz. Fakat
bu paktlar maalesef o günün şartlarında yürümemiş ve kısa zamanda son ermiştir.
Orta
Doğu’yla, Arap ülkeleriyle böyle bir pakt kurulamaz mıydı o zaman? Baktığımız
zaman, o günün şartlarının buna müsait olmadığını görüyoruz ve o gün maalesef
Atatürk sağlığında böyle bir pakt kurmayı başaramamıştır veya teşebbüs
etmemiştir şartlar gereği. Esasen Atatürk’ün yurtta sulh cihanda sulh ilkesi
vardır. Bizim burada en çok eleştirilen bir ilkemiz var, “sıfır sorun
politikası”
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Nerede kaldı sıfır sorun politikası? Şu anda sıfır sorunda
mıyız? Sıfırın anlamını biliyor musunuz?
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Aslında sıfır sorun politikası Atatürk’ün “Yurtta sulh
cihanda sulh.” deyişinin bugünkü farklı bir ifadesidir.
YILDIRAY
SAPAN (Antalya) – Sen nerede siyaset yapıyorsun?
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Bu doğrultuda biz komşularımızla sıfır sorun politikasını
hassasiyetle yürütüyoruz.
YILDIRAY
SAPAN (Antalya) – Sıfır sorun politikası duvara tosladı.
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – İktidara geldiğimiz 2002 yılında Türkiye, bütün komşularıyla
kavgalı ama biz iktidara geldikten sonra hızlı...
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) - Ermenistan’la barıştınız, Suriye’yle barıştınız.
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – ...bir şekilde bütün ülkelerle sorunlarımızı çözdük. Bizim
dış politikamız arkadaşlar... Eğer müsaade ederseniz... Bizim dış politikamızda
çifte standart yoktur. Bizim ilkelerimiz vardır, doğrularımız vardır. Biz
ilkelerimizden taviz vermeyiz, doğrularımızı da herkese söyleriz. Biz, Arap
ülkeleriyle, İslam ülkeleriyle nasıl konuşuyorsak aynı şekilde Amerika’yla da
konuşuyoruz, Batı ülkeleriyle de konuşuyoruz, kimseye çifte standart
uygulamıyoruz.
Zaman
zaman bakın, burada laf atılıyor, deniyor ki: “Sıfır sorun politikası duvara
tosladı veya sırf sorun” diye bazı ifadeler kullanıldı dün üzülerek bunu
müşahede ettik.
Bakın,
arkadaşlar, şu an bizim geçmişte iyi ilişki kurup da şu an sorumlu olduğumuz
tek bir ülke vardır o da Suriye’dir, o da bizden kaynaklanmamıştır. Suriye’de geçici bir
olağanüstü bir durum var. Şu an halkını öldüren, halkına kan kusturan bir rejim
var. O rejimle biz bir arada kol kola olamayız.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Bir sene önce öldürülmüyor muydu halkı?
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Şimdi, bakın...
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Ya bırak bu edebiyatı! Halk kaça bölünmüş? Hangisiyle
oldunuz?
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Sayın Milletvekilim, bakın, biz rejimlerin dostu değiliz.
Bizim müttefikimiz halklardır. Biz komşu halklarıyla ilelebet müttefik
kalacağız, mevcut rejimlerle de bulunduğu ortamda ilişki kurmak zorundayız. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Kaç tane halk var orada grup grup?
Hangi grubun yanındasınız? Böyle edebiyatı bırak.
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar...
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Böyle edebiyatı bırakın.
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Arkadaşlar, biraz sabredeceksiniz. Bakın, biz her zaman sizi
dinliyoruz, sataşmalarınız oluyor. Biraz da biz konuşacağız.
Bakın,
ben beş sene....
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) - Esat yanlısı da var,
Esat’a karşılar da var.
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Müsaade ederseniz...
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen dinleyiniz. Dinleyiniz sayın milletvekilleri,
lütfen...
Devam
ediniz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, farkı görüyorsunuz değil mi farkı?
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Sayın Başkan...
BAŞKAN
– Lütfen devam ediniz.
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Bakın, beş sene aktif dış politikanın içerisinde en üst
seviyede bulunan bir arkadaşınız olarak konuşuyorum.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Halkın yanındaymış, halkın hangi bölümünden
bahsediyorsunuz? Ayıp ya!
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Üst düzeyde bu dış politikanın nasıl yürüdüğünü de çok iyi
biliyorum ve bakın biz şu anda… Ben iki gün önce Romanya’dan geldim, orada Türk
İşadamları Derneğinde beraber olduk iş adamlarıyla.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Suriye’ye gel!
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Bize ne dediler biliyor musunuz? Dedikleri şu: “Artık,
gururla pasaportumuzu taşıyabiliyoruz, pasaportumuzu herkese gösterebiliyoruz.”
dediler. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Romanya’ya vize var mı, yok mu? Onu söyle.
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Bakın, ayrıca, aynı şekilde Macaristan komşu ülke, dediler
ki: “Eskiden Macarlar ‘Biz Türk soyluyuz’ diyemezlerdi. Niye? Türkiye güçsüz
bir ülke olduğu için güçsüzün yanında olmaktan çekinirlerdi. Ama şimdi onlar da
göğüslerini gererek ‘Biz de Türk soyluyuz, Türk ırkından geliyoruz.’ ifadesini
kullanıyorlar.” Bunu bizim iş adamlarımız ifade ettiler. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) – 2001’de dediler onu, 2001’de!
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Siz hâlâ “Türk’üz” diyemiyorsunuz, “Türkiyeliyiz”
diyorsunuz. Macarlar kadar olamadınız.
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Değerli dostlar, bakın, şimdi, bakın, biz dedim ki,
ilkelerimiz var, doğrularımız var dedim. Bakın, Libya’da bir kriz çıktı, biz
ilkeli davrandık, orada bizim 25 bin insanımız vardı, öncelikle onları tahliye
ettik, orada Libya’daki rejim sıkıntıya girdiği zaman da geçmişte onlarla ilişki
kurmuş bir ülke olarak ne yaptık? Onlara tavsiyelerde bulunduk. “Bakın,
sıkıntıyla karşı karşıyasınız, şunları, şunları yaparsanız sizin ve halkınızın
menfaatine olur.” dedik.
YILDIRAY
SAPAN (Antalya) – Tavsiye değil...
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Ama maalesef, maalesef bunu dinlemediler, üç ay sonra bizim
dediklerimizi Kaddafi’nin oğlu Seyfülislam kendisi
basın toplantısında “Biz bunlara hazırız.” dedi ama iş işten geçmişti.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Başbakan ödül alırken niye söylemiyor bunu?
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Aynı şekilde Suriye’de, bakın, kriz çıkmadan önce biz bir
dost olarak, bir komşu olarak, bir müttefik olarak onları kibarca, bir dost
diliyle uyardık ama maalesef dinletemedik.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Yahu adamı öldürttünüz, ne uyarması?
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Şimdi bakın, bir de arkadaşlar, burada şu ifade kullanılıyor,
ben bundan çok yaralanıyorum: Ben hiçbir Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini, bakın,
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini başka yerlerden emir almakla suçlayamam. Bu bana
yakışmaz. Bir Türk insanına, bir Türk parlamenterine bu yakışmaz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Varsa suçla!
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Ama zaman zaman burada bakın, özellikle bir Grup Başkan
Vekili her zaman diyor ki: “Amerika’dan talimat aldınız.” diyor.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Allah’a şükürler olsun ki Kaddafi’yle, Berlusconi gitti.
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Beyler, şunu çok iyi bilin ki: Biz kimseden talimat
almıyoruz, kimseye de talimat verme teşebbüsünde bulunmuyoruz. Ama bizim
doğrularımız var, bu doğruları herkese söylüyoruz, tavsiyelerde bulunuyoruz.
Şundan da emin olabilirsiniz ki -işin içinden gelen tecrübeli bir arkadaşınız
olarak söylüyorum- bizim tavsiyelerimiz bugün pek çok ülke tarafından emir
telakki ediliyor, bunu da iyi bilesiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Seni destekleyen bir komşu söyle.
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Ben yapılan anlaşmanın iki ülkeye hayırlar getirmesini
temenni ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın İşler.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Ben Sayın Çiçek’in Başbakan Yardımcısıyken Plan Bütçedeki
konuşmasında Cumhurbaşkanlığı ve Meclisle ilgili düzenleme yapılmayacağını, söz
verdiğini söylemiştim. Sayın Elitaş da kanun hükmünde
kararnamelerde Meclisle ve Cumhurbaşkanlığıyla ilgili düzeleme olmadığını
söyledi. Sayın Elitaş’a 666 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’nin 4 ve 5’inci cetvellerindeki Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği
ile Meclis Genel Sekreterliğinin ek göstergesinin nasıl artırıldığını, orayı
okumasını tavsiye ediyorum kendisine.
BAŞKAN
– Tutanaklara geçmiştir Sayın İnce.
Soru-cevap
bölümüne geçiyorum.
Sayın
Uzunırmak, buyurunuz efendim.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Başka soru olmadığı için
biraz geniş bir vakit verirseniz çok teşekkür borçlu olurum.
Sayın
Bakanım, bir Hükûmet üyesi olarak burada yüce Meclisin kanun hükmünde
kararnamelerle ilgili ne kadar uzun tartışmalar yaşadığına şahit oluyorsunuz.
Kanun hükmünde kararnamelerdeki genel itiraz da şurada birleşiyor: Kanun
hükmünde kararnameler -bir- istisna olarak kullanıldığında elbette ki bütün hükûmetlerin ihtiyacıdır ve
cumhuriyet hükûmetleri hep kullanmıştır ama kanun hükmünde kararnameyi eğer
Hükûmet bir istisna olmaktan çıkartıp bir esas hâline getirirse, o zaman,
Meclisi baypas ederek bunu bir esas hâline getirdiğinde burada tartışmalar
olmaktadır ve bu demokrasimiz için de iyi değildir, halk iradesi açısından da
iyi değildir.
İkinci
olarak, kanun hükmünde kararnameler sayıyla ölçülmemelidir, kanun hükmünde
kararnameler içerik olarak daha nitelikli bir şekilde değerlendirilmelidir.
Eğer kanun hükmünde kararnameler Meclis iradesini baypas ederek devletin
yapısını değiştiren, kurumsal hiyerarşiyi değiştiren bir yapı niteliğindeyse,
böyle kanun hükmünde kararname içerikli hükümler mutlaka Meclise getirilmelidir
ve tartışmalar da bu nitelikte aslında burada cereyan etmektedir.
Bu
açıdan, bir Hükûmet üyesi olarak sizlerden istirhamım, buradaki bu psikolojinin
Bakanlar Kuruluna yansıması ve kanun hükmünde kararnamelerin içerik olarak,
nitelik olarak -sayı olarak değerlendirilmesi yerine, hangi hükûmette ne kadar
kullanılmış- bunun içerik olarak mutlaka değerlendirilmesi gerektiği ve
demokrasimiz açısından faydalı olacağı, bir istisna olarak kullanılmasının
elbette hakkınız olduğu, ama bunun bir esas durumuna getirilmesinin demokrasiyi
yaraladığını iletmenizi rica ediyorum.
Çok
teşekkür ediyorum. Bunu düşünürseniz memnun oluruz.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Uzunırmak.
Sayın
Akar…
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Evet, şimdi biraz evvel AKP Grubu adına konuşan arkadaşım,
Türkiye'nin dış politikasında çok başarılı olduğunu ifade etti. Ben de sormak
istiyorum, dünya ülkelerinden hangi ülkeler vizeleri kaldırdılar? Bunlar bizim
daha önce koymuş olduğumuz ülkeler midir acaba? Yoksa Amerika’yla,
İngiltere’yle, Fransa’yla, Almanya’yla ya da Avrupa’da en ufak bir, bizim kent
yüzölçümü kadar olan bir ülkeyle vize kalkmış mıdır?
Yine,
13 tane komşusu olan Türkiye'de hangi ülkelerle iyi geçindiğimizi ben
anlayamadım. Suriye’yle mi, İran’la mı, yine Kıbrıs’la mı, Ermenistan’la mı,
Bulgaristan’la mı, Yunanistan’la mı, hangi ülkeyle iyi geçindiğimizi ben pek
çözemedim burada. Bunları da açıklarlarsa çok da mutlu olurum. Yani öyle bir
dış politika izliyoruz ki sıfır sorunla başladı, sıfır ilişkiye dönüştü.
Dünyanın hiçbir kuruluşunda Türkiye desteklenmiyor, Türkiye'nin getirmiş olduğu
bir önerge veya Türkiye'nin getirmiş olduğu bir teklif bir başka ülke
tarafından desteklenmiyor. Yanında bir başka ülke yok Türkiye'nin…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Akar.
Sayın
Külünk…
METİN
KÜLÜNK (İstanbul) – Sayın Bakanım, son on yıllık dönem içerisinde ülkemizde
sivil havacılık önemli ilerleme sağlamıştır. Sadece Türk Hava Yolları değil,
birçok özel hava yolu şirketi kurularak, hem ulusal sınırlar hem de
uluslararası alanda hava köprüleriyle dünyayı sardılar.
Sivil
havacılığımız “2023 lider ülke Türkiye” hedefinin önemli bileşenlerinden biri
olma yolunda hızla ilerlemektedir. Bu çerçevede hedeflenen ve hâlihazırdaki
yatırımlarımız nelerdir?
Saygılarımla.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Külünk.
Sayın
Erdemir…
AYKAN
ERDEMİR (Bursa) – Sayın Bakan, dış politikayla ilgili öğrenmek istediğimiz bir
husus var. Hâlihazırda Türkiye Cumhuriyeti toprakları içinde komşu ülkelere
yönelik silahlı eylem hazırlığında olan paramiliter
kuvvetler bulunmakta mıdır? Eğer bulunuyorlarsa bu kuvvetler Hükûmetinizin
bilgisi dâhilinde mi bulunmaktadır? Eğer Hükûmetinizin bilgisi dâhilinde
bulunuyorsa Hükûmetiniz komşu ülkelere karşı silahlı eylem yapan gruplara
destek oluyor mudur?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Erdemir.
Buyurunuz
Sayın Bakan.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, çok teşekkür
ediyorum.
Özellikle
bu dört sorunun üçü direkt Yeni Zelanda’ya ilgili olduğu için üzerinde uzunca
durmak durumundayım.
Efendim,
kanun hükmünde kararname ve alınan yetki o yetki çerçevesinde kullanılmışsa
burada söylenecek bir şeyin olduğu inancı içerisinde değilim. Nitekim…
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Meselenin hukuki yönünde değiliz Sayın Bakan, siyasi yönden.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Nitekim, nitelik olarak da
ağırlıklı olarak idari yapılanmalarla ilgilidir. Hükûmet olarak…
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Devam edin Sayın Bakan. Devam edin, Türkiye’ye çok faydalı
olacak.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Devam edemeyiz çünkü 3
kasımda sona erdi, yetki sona erdi.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Yok, yok, devam edin.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Biz hukuka bağlıyız.(AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – O zaman, faşizmin ne olduğunu iyi tanımlayacaksınız.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Ama şimdi cümlenizi güzel
bir…
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Faşizmin ne olduğunu iyi tanımlayacaksınız Sayın Bakan.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın milletvekilleri, bir daha yetki verirseniz Hükûmet
devam eder.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Ben sizi dinledim.
BAŞKAN
– Lütfen Sayın Uzunırmak. Lütfen…
Buyurunuz
Sayın Bakan, devam ediniz.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Ben sizi sükunetle
dinledim. Bize tavsiye çerçevesinde önerilerde bulundunuz, teşekkür ediyoruz,
bunları aldık. Yalnız, burada bu yetkiyi nasıl kullandığına bakmak gerekiyor.
Eğer tüm kanun hükmünde kararnameleri iyi incelerseniz son derece rasyonel ve
verimli kullandığını göreceksiniz.
Bakınız,
benim Bakanlığımdan bir örnek vermek istiyorum: 22 bölge çalışma müdürlüğü
vardı. Bunları kapattık. Doğru bir iş yaptığımız inancındayım çünkü Edirne’deki
vatandaşımız çalışma hayatıyla ilgili bir sorun yaşadığında İstanbul’a gelmek
durumundaydı, Çanakkale’de sorun yaşayan bir vatandaşımız, bir işverenimiz
Bursa’ya gelmek zorundaydı. Ağrı’da sorun yaşayan bir vatandaşımız da Erzurum’a
gitmek zorundaydı. 22 ile taşınıyor idi sorun yaşayan çalışma hayatındaki
vatandaşlarımız, işverenlerimiz. Bunu kapattık. Ne yaptık? Çalışma ve İŞKUR İl
Müdürlüğü dedik ve herkesin ayağına hizmeti götürdük. Herhâlde yanlış bir şey
değil.
HASAN
ÖREN (Manisa) – Kanun Hükmünde Kararname ile ilgisi ne?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - İnanıyorum ki, size de
böyle bir iktidar nasip olsa, siz de böyle akılcı, rasyonel bir düzenlemeyi
yaparsınız. Genelde bu şekilde değerlendirmenizin doğru olacağı inancı
içerisindeyim.
Mesela,
bir örnek daha vermek istiyorum: Sosyal Güvenlik Kurumu, bildiğiniz gibi önemli
bir kurum. Ciddi bir reformu Parlamentoda daha önce bu sıralarda bulunan
arkadaşlarla birlikte gerçekleştirdik. Burada Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü
gibi hem çalışanlara, aktif ve pasiflere hitap eden, bu kadar geniş kitleye
hitap eden bir Genel Müdürlük vardı. Aktiflere ayrı bir Genel Müdürlük ihdas,
pasiflere de mevcut Genel Müdürlüğün devamı şeklinde bir değişiklik yaptık.
Yani bunu herkes, bütün kurumla ilgili olan milyonlarca insan takdir etti.
Hizmetlerin
daha sağlıklı bir şekilde verilmesi, daha hızlı bir şekilde sunulması açısından
bu değişiklikler yapılmıştır ve yetki çerçevesinde yapılmıştır. Bunlar, tümü
için geçerlidir. Niteliği konusunda bir sıkıntı söz konusu, yetki konusunda bir
sıkıntının söz konusu olmadığını sizler de biliyorsunuz ama Sayın
Milletvekilimizin bu görüşüne saygı duyuyoruz, onu da saygıyla karşıladığımızı
ifade etmek istiyorum.
Dış
politikada, eğer dikkat ederseniz tüm meselelerde ve ilişkilerde ülkemizin
haklılığı veya haksızlığı çerçevesinde olaya bakmak doğru olur. Türkiye-Suriye
ilişkilerinde, Türkiye-İsrail ilişkilerinde, Türkiye, diğer ülkelerle problem
diye takdim ettiğiniz ilişkilerde doğrudan yana mı, haktan yana mı vaziyet
almıştır; yoksa yanlıştan yana mı, geleneksel bir bakış açısı çerçevesinde mi
tavır almıştır? Bu çerçevede bakarsanız, ne kadar isabetli bir bakış
sergilediğimizi süreç her zaman göstermiştir. Önümüzdeki dönemde bunu da
göreceğiz. Türkiye, ne kadar doğru ve ilkeli bir dış politika izlediğini
önümüzdeki süreçte gösterecektir.
Sivil
havacılıkla ilgili önemli bir soru geldi. Teşekkür ediyorum Metin Bey’e. Şimdi,
bu konu çok kapsamlı. Bizim, kara ulaşımında da, hava ulaşımında da, deniz
ulaşımında da dev adımlar attığımızı, bütün Parlamentoda bulunan, muhalefetiyle
iktidarıyla bütün milletvekili arkadaşlarımız biliyorlar. “Nereden biliyorlar?”
diye soracak olursanız, yaşıyorsunuz ve sürekli de hava ulaşımını da, kara ve
deniz ulaşımını da kullanıyorsunuz ve düne göre bugün, on yıl öncesine göre
bugün nelerin fark ettiğini de en iyi, bu yolları kullananlar bildiğine göre,
bu konuda bir ihtilafın olmadığını ama ayrıntılı bilgiyi yazılı olarak
vereceğimizi ifade ediyorum.
Çok
farklı bir soru -gündemimizle de pek ilgisi yok- Türkiye’de silahlı bir eylem
gücünün, yabancı ülkelere dönük… Böyle bir şey bizim bilgimiz dâhilinde değil
ama Cumhuriyet Halk Partisine mensup milletvekili arkadaşımız özel bir bilgiye
sahipse, devletimizin ilgili kurumlarıyla görüşmesi gerekiyor ama bizim, böyle
bir ne bilgiye ne de bu ve benzer ilişkiler içerisinde olan bir siyasi parti,
bir Hükûmet anlayışı içerisinde olmadığımızı da belirtmek istiyorum.
Tüm
soru soran arkadaşlara çok teşekkür ediyorum.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, süre kaldığı için sorulara devam edebiliriz.
BAŞKAN
– Sayın Sakık, buyurun.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakanımız önemli, güzel açıklamalar yaptı. Evet, yani ulaşımda, Allah için, iyi
şeyler yapıldı, inkâr etmeyiz. Peki, bu ülkeyi özgürleştirme konusunda projeniz
nedir? Yani, sürekli tutuklamalar, hani bu, dersiniz ya “Görüşmeler,
müzakereler…” Bu müzakereler terörle mücadelede mi olacak yoksa özel yetkili
savcılarla mı olacak? Zaten, eğer bu noktadaysa, biz yıllardır bunu yaşıyoruz.
Onun için, bu hizmetin yanında, ülkeyi özgürleştirmek, iç barışı sağlamak için
projeniz nedir? Bu konuda da bize bilgi sunarsanız seviniriz.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Sakık.
Sayın
Akar…
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakanım, hazır sizi yakalamışken bari size de bir iki
soru sorayım. Kocaeli bölgesi biliyorsunuz sanayi bölgesi ve organize sanayi
bölgeleriyle ünlü bir bölge. Her ne kadar AKP’li arkadaşlarım, biraz evvel
konuşmalar yaptılar bu verilen Meclis araştırma önergesi hakkında ama bu
arkadaşlarım yaz tatillerini kendi memleketlerinde geçirdikleri için Kocaeli’yi fazla bilmezler; onu da buradan belirtmekte
fayda görüyorum.
Şimdi
size sormak istediğim şu: Kocaeli’de bunca sanayi
tesisi varken, son yıllarda kurulan Ford fabrikası ve Hyundai fabrikasında
işçiler 600 lira ve 800 lira arasına çalışırken ve sendikasız çalışırken,
özellikle Hyundai’de, -isimleri de veriyorum- Ford’da var sendikalar ama 600
TL’yle 800 TL arasında çalışırken Başbakanın önerdiği “3 çocuk yapın…” Bu
çocuklar, bu gencecik endüstri meslek lisesi mezunu arkadaşlar ve meslek
yüksekokulu mezunu arkadaşlar evlenecekler, çocuk yapacaklar, 3 tane çocuk
yapacaklar, eğitecekler, bunları nasıl becerecekler? Bunu bir izah etmenizi
istiyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Akar.
Sayın
Şandır…
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim.
Sayın
Bakanım, gerçekten öğrenmek için soruyorum, televizyon da yok, kendi aramızda
kalacak. Suriye’yle ilişkilerde ortaya koyduğunuz gerekçeyi hiç sorgulamıyoruz.
İnsani birtakım hassasiyetlerle mevcut rejime karşı çıkıyorsunuz, bunu
Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz saygıyla karşılıyoruz, ancak
muhatabınızın ne yapacağı belli olmayınca, olmadığına göre siz bu tavrınızı
nereye kadar devam ettireceksiniz? Bunun sonucunun Suriye ile bir savaş
ihtimalî taşıyıp taşımadığını öngörebiliyor musunuz?
Bir
şey daha söyleyeyim. Türkiye Cumhuriyeti devleti doksan yıldan bu yana
savaşmayarak bu noktaya geldi. Şimdi, takip ettiğiniz politikalarla Türkiye'nin
böyle savaşma ihtimaliyle karşı karşıya kaldığını kabul ediyor musunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Şandır.
Bir
soru daha alacağım, gerisine Sayın Bakan cevap verecek, süremiz yetmiyor.
Sayın
İnce, buyurun.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, çok net benim sorum. İntibak yasası 2013’e neden kaldı, paranız mı yok?
Soru
iki: KPSS’yle SGK’ya memur
almıştınız, bunların ataması neden gecikti? Seçimden önce yapmıştınız bunu. Bu
neden gecikti? İntibak yasası neden 2013’e kaldı? Gerçekten devletin kasasında
para mı yok?
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın İnce.
Sayın
Kaplan, son olarak size söz veriyorum.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan, Suriye’deki demokratik muhalefeti Türkiye’de
topluyorsunuz, daha önce de Hükûmet Antalya’da topladı. Fakat bu demokratik
muhalefetin içinde sayıları 3 milyona yakın olan ve on dört, on altı arası bir
Kürt demokratik muhalefet grubu var; her nedense hiçbirisini çağırmıyorsunuz.
Ne Antalya’da ne son olarak İstanbul’da yapılan toplantının içinde yoktu. Siz
İhvan-i Müsliminci misiniz? Yani Kürtlere karşı
mısınız her tarafta? İhvan-i Müsliminle organik
bağınız mı var? Çünkü bu hep İhvan-i Müslimin,
Müslüman Kardeşlerden örgütleri çağırıyorsunuz. Yani bir organik bağınız var mı
partinizin onlarla? Kürt düşmanlığı niye? Suriye’deki Kürtlerden on altı tane
farklı grup, parti var; hiç mi bir tanesi size yakın durmuyor, yani
görüşeceğiniz bir teki yok mu? Bu Suriye’de yaptığınız anti Kürtçülük
Türkiye’den mi kaynaklanıyor acaba, Türkiye'nin havası oraya da mı vuruyor?
Onu
öğrenmek istedim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Kaplan.
Buyurunuz
Sayın Bakan.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Efendim, teşekkür ediyorum.
Şimdi,
öncelikle Bakanlığımla ilgili konuya cevap vereyim. İntibak yasasının 2013’e
kalmasının parayla pulla bir ilgisi yok. Çok şükür bizim kasalarımızda, Merkez
Bankamızda ve tüm ekonomik faaliyetlerimizde bir nakit sorunu yaşamadık. Nakit
sorunu yaşandığı dönemlerden devraldık. Bugün öyle bir problem yok.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Partinizin kasasını değil, devletin kasasını soruyorum.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Şimdi, bildiğiniz gibi
intibakla ilgili çalışmalarımızın boyutlarını açıkladık, ne çerçevede bir
intibak yapıyoruz bunu kamuoyuyla paylaştık. Bu, dosya bazlı bir çalışma olduğu
için 2012 yılının belki ilk yarısında bu dosya bazlı çalışmayı tamamlama
imkânımız olacak. Yani, bir zamana ihtiyacımız var, süreye ihtiyacımız var. Tek
tek dosya ele alınacak. Yaklaşık 2,5 milyon emeklimizi ilgilendiren bir
sorundan bahsediyoruz. O anlamda bir süreye ihtiyaç var, ama 2012 bütçesine de
bunun için ödenek ayrılmış durumda, fasılda gerekli kaynak ayrılmış durumda.
Yani, 2012 veya 2013, Hükûmet Programında, biz bunu kademeli bir şekilde bu
dönem içerisinde ödeyeceğimizi, bu sorunu sorun olmaktan çıkaracağımızı ifade
etmiştik. Onun için, bunun bir para sorunu değil, hizmetin gerekliliği ve
önümüzdeki prosedürlerin bunu gerekli kıldığını belirtmek için bunu ifade
ediyorum.
Efendim,
Suriye ile ilişkilerimiz savaş… Yani, biz burada ilkeli bir politika izliyoruz.
Suriye ile ilgili söylenmesi gerekenleri çağdaş dünya da söyledi, biz de
söyledik. Oradaki halka davranışların, halka yönelişlerin ne şekilde olduğunu
hepimiz görüyoruz. Dolayısıyla, Türkiye bir savaş yanlısı ülke hiçbir zaman
olmamıştır, barış yanlısı olmuştur. Barışın iki ülke arasında devamı konusunda
da, tabii ki Suriye uluslararası hukuka ve insan haklarına saygılı bir devlet
olmak durumundadır. Bu yönüyle Türkiye sesini yükseltmektedir, çünkü kardeş
Suriye halkı ve tüm kardeş halklar, tüm insanlık bizim için son derece
önemlidir.
Diğer
açıdan bakacak olursak, bu Kürt-Türk ayrımlarını artık dillendirmenin de çok
anlamlı almadığı inancı içerisindeyim.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Bu kavga niye?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Kürt dediğiniz, eğer
sınırlarımızın dışındaysa bizim akrabalarımızdır, komşularımızdır.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Onları dışlıyorsunuz!
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – İkincisi, ülkemiz içinde
zaten vatandaşlarımızdır.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Ama niye dışlıyorsunuz?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Bu yönüyle bir problem söz
konusu değil.
Suriye’ye
karşı buradaki demokratik muhalefetin, böyle bir kısa süre içerisinde kısa
cümlelerle değerlendirilmesini de ben haksızlık olarak değerlendiririm. Bunu
belirtmek istiyorum.
İki
soru daha vardı ama…
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan, cevap alamadık.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – KPSS’yle giren memurların ataması…
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Yani cevap neyi alamadınız?
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Kürtleri niye muhalefet toplantılarına çağırmıyorsunuz?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Yani ben muhalefet
toplantısı filan yapmıyorum ama Suriye’deki olup bitenlere karşı demokratik bir
yapılanma içerisinde olanlara Türkiye'nin sahipliğini dünya biliyor. Yani
demokratik bir yaklaşımdan, Suriye’deki antidemokratik gelişmelere karşı
demokratik bir yaklaşımdan yana olduğumuzu ifade ediyoruz. Buraya kimlerin
katıldığını, biz, kimlikleri doğrusu kontrol etmiş değiliz, onu da ifade
edeyim.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Suudi Arabistan’ın demokrasi yaşamına sizin de çok büyük
katkılarınız var, evet.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Şimdi, Sırrı Bey’in sorusu:
“Kalkınma çok iyi.” diye ifade ettiniz. Kalkınma, doğru, Türkiye’de yol,
altyapı, her alanda ciddi şekilde kalkınmanın olduğunu siz de kabul ediyorsunuz
ama kalkınmanın olabilmesi özgür ortamlarda ancak gerçekleşebilir. Türkiye’de
kalkınmayı kabul ediyorsanız aynı zamanda Türkiye'nin de özgürleştiğini ve
özgürleşme alanında da ciddi mesafe kat ettiğine inanıyorsunuz demektir. Onun
için sorunuzda ben bir çelişki gördüm. Kalkınmaya evet diyorsanız bu kalkınma
ancak özgür ortamda olabilir.
SIRRI
SAKIK (Muş) – 20 bin insan gözaltına alınmış, 4 bin insan tutuklanmış.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Türkiye özgürleşmeyi de,
özgür bir ülke olmayı ve demokratikleşme konusundaki adımlarını da atmıştır ve
kalkınma konusunda da adımlarını hızlı bir şekilde atmaktadır. Bunları paralel
bir şekilde sürdüreceğimizi belirtmek istiyorum.
Efendim,
Kocaeli’ni ben çok yakinen bilirim. Kocaeli’nde vatandaşlarımız çalışıyorlar,
azami ücretle çalışan var, asgari ücretle çalışan var. Çok şükür ki ana
muhalefet partisi “Çalışmıyorlar.” demedi de “Ücretleri düşük.” diye ifade
etti.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Kocaeli’nde işsizlik yüzde 14.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Ben gelişen Türkiye'nin,
çalışan bu Türkiye'nin, çalışan nesillerimizin, gençlerimizin önümüzdeki süreç
içerisinde daha yüksek ücretleri hak edeceklerine ben inanıyorum.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Ama sendika yok.
BAŞKAN
– Sayın Bakan, süreniz doldu.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Yeter ki herkes çalışsın. O
ortamı da Hükûmetimiz sağladığı için ben de bir Hükûmet üyesi olarak iftihar ediyorum.
Çok
teşekkür ediyoruz arkadaşlar. Sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
Tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
III.- YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, yoklama istiyoruz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar[!], CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Evet, sırayla yazınız.
AHMET
YENİ (Samsun) – Kalkın bakalım! Şöyle bir spor yapın!
SÜLEYMAN
ÇELEBİ (İstanbul) – Biz de sizi alkışlıyoruz!
HASAN
ÖREN (Manisa) – Rahat olun arkadaşlar! Televizyon falan yok, rahat olun
hepiniz! Kanalı kapattınız, rahat olun!
BAŞKAN
– Sayın İnce, lütfen arkadaşlarımız isimlerini söylerlerse daha kolaylık
olacak. Böylece tutanaklara geçecek.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın İnce, Sayın Ören, Sayın Çelebi… (CHP sıralarından ayağa
kalkan bir grup milletvekilinin Kâtip Üye tarafından tespiti yapıldı)
AHMET
YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, siz aramak zorunda değilsiniz!
BAŞKAN
– Kâtip üyelerle sayıyorum efendim 20 kişi var mı yok mu diye.
AHMET
YENİ (Samsun) – Yani… Oturuyorlar. Neyi sayıyorsunuz Sayın Başkan?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, ayağa kalkmaları gerekir ama sayın
milletvekillerimizin. “Otur” demeden oturuyorlar. Hepsi birden ayağa kalksın
tekrar görün efendim.
BAŞKAN
– Sayın İnce, Sayın Çelebi, Sayın Canalioğlu, Sayın Yüceer, Sayın Bayraktutan…
Evet,
sayın milletvekilleri…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Okuduklarınız ayağa kalksın efendim.
BAŞKAN
– Demin ayağa kalktılar efendim, isimlerini söylüyorum şimdi.
NİHAT
ZEYBEKCİ (Denizli) – Ama olur mu? Ayağa kalkmaları lazım.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Kalkacaksınız bir daha.
HASAN
ÖREN (Manisa) – Sizi mutlu edecekse kalkarız.
BAŞKAN
– Sayın Ören, Sayın Akar…
Sayın
milletvekilleri, demin sayın milletvekilleri isimlerini kendileri söylediler,
tutanaklara geçti. Kendilerinden isimlerini söylemelerini rica ettim, kendileri
ayaktayken isimlerini söylediler.
Üç
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Toplantı
yeter sayısı da vardır.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Yeni Zelanda Hükümeti Arasında Hava Hizmetlerine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/423) (S.
Sayısı: 21) (Devam)
BAŞKAN
- Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
1’inci
maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE YENİ ZELANDA HÜKÜMETİ ARASINDA HAVA HİZMETLERİNE DAİR
ANLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE
1- (1) 4 Mart 2010 tarihinde Ankara’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Yeni Zelanda Hükümeti Arasında Hava Hizmetlerine Dair Anlaşma”nın
onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN
– Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Levent Gök.
Buyurunuz
Sayın Gök. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye Cumhuriyeti ile Yeni Zelanda Hükümeti Arasında Hava Hizmetlerine Dair
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci
maddesi üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; söz konusu anlaşma, Yeni Zelanda ile aramızda
4 Mart 2010 tarihinde imzalanmıştır. Geçen dönemde Meclisimizin gündemine
gelmiştir ancak dönemin sona ermesi nedeniyle hükümsüz kalmıştır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu görüştüğümüz tasarı, önümüze gelen
anlaşmalardan belki en yeni tarihli olanıdır. Görüştüğümüz ve görüşeceğimiz pek
çok anlaşmanın dört beş yıllık bir öncesi bulunmaktadır. Bu niçin böyle
olmaktadır? Bizler, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti olarak imzaladığımız
anlaşmaları imzalandıktan birkaç yıl sonra Meclisimize onaylatmaya getiriyoruz.
Bunun kabul edilebilir bir mantığı olduğunu düşünmüyorum. Hem anlaşmaları geç
onaylamaya getiriyoruz Meclisimize hem de onaylamış olduğumuz anlaşmaların kimi
maddelerini ne yazık ki uygulamıyoruz.
NİHAT
ZEYBEKCİ (Denizli) – Bir anlaşma iki gün sürerse bu böyle olur.
LEVENT
GÖK (Devamla) – Bakın, değerli arkadaşlarım, suçluların iadesine dair bir
Avrupa Sözleşmemiz var. Şimdi, birazcık vicdanlarınıza seslenmek istiyorum. AKP
Grubundan da tanıdığım pek çok arkadaşımızın vicdan sahibi olduğuna inanıyorum
ama anlatacaklarımdan sanırım sizler de rahatsız olacaksınız.
Değerli
arkadaşlarım, 2 Temmuz 1993 günü biliyorsunuz Sivas’ta Madımak Oteli’nin
yakılması sonucu, şenlikler nedeniyle otelde bulunan, aralarında 2 çocuk, genç
ve aydınlarımızın da bulunduğu 33 konukla 2 otel görevlisi yanarak ve dumandan
boğularak yaşamlarını yitirmişlerdi. Polis kayıtlarına göre 15 bin kişi olarak
geçen bu örgütlü, gerici kalkışmanın ve katliamın eylemcilerinden bugüne dek
ancak 128 kişi yargı önüne getirilebilmiştir.
Vahit
Kaynar da bunlardan bir tanesiydi. Vahit Kaynar, yapılan yargılama sonunda
cumhuriyet rejimine kalkışma suçundan idam cezasına çarptırılmış, bu karar da Yargıtayca onanarak kesinleşmiştir. İdam cezasının
kaldırılmış olması nedeniyle cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına
dönüşmüş bulunmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Vahit Kaynar’ın
bir müddet önce Polonya’da yakalandığına dair haberlerin duyulması üzerine
kendisinin bir an önce Türkiye'ye iade edilmesi ve cezasını çekmesi yönünde
kamuoyu ve Sivas olaylarında yakınlarını kaybedenler büyük bir beklenti
içerisine girmişlerdir.
Vahit
Kaynar’ın gerekçeli kararında aynen şu ifadeler yer almaktadır: “Kendisinin,
devlet ve Hükûmet temsilcisi olan valiye ‘Şerefsiz vali!’, ‘Vali istifa!’,
cumhuriyetçilik ve laiklik ilkelerine aykırı biçimde ‘Şeriat gelecek, zulüm
bitecek!’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak!’, ‘Yaşasın şeriat,
kahrolsun cumhuriyet, kahrolsun laiklik!’, ‘Şeriat isteriz!’ sloganlarını
attığı; cebir kullanmak suretiyle Madımak Oteli’ne girdiği; koltuk, masa, perde
gibi eşyaları dışarıya atıp yangına sebebiyet verdiği ve 35 kişinin ölümüne
sebebiyet verdiği dosyadan anlaşılmıştır.”
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; herkesin beklentisi Polonya’da yakalandığı
bildirilen Vahit Kaynar’ın bir an önce Türkiye’ye getirilmesi iken, ne yazık
ki, Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi’nin 16’ncı maddesine göre,
gözaltında tutulma süresinin kırk gün olduğu gerçeğini dikkate almayan Adalet
Bakanlığı, adı geçen şahısla ilgili evrakları Polonya makamlarına süresi
içerisinde teslim etmeyerek, sonuçta Vahit Kaynar’ın Polonya’da serbest
kalmasına neden olmuştur.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; çağımızın iletişim çağı, teknoloji çağı ve
ulaşım çağı olduğu tartışmasızdır. Şimdi hangi sayın, değerli milletvekili bana
şunu ifade edebilir ve “Vicdanım rahat” diyebilir? Hakkında kesinleşmiş bir
mahkûmiyet kararı bulunmasına ve yakalanmasına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti kırk
günlük süre içerisinde, kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunan bir hükümlüyü
Polonya’dan alıp Türkiye’ye getiremiyor. Getiremediği gibi, bu işlemleri kırk
gün içerisinde yapmadığı için bu kişi serbest kalabiliyor. Şimdi burada
vicdanlarımızın rahat olduğundan söz edebilir miyiz? Eminim hepiniz rahatsızlık
duyuyorsunuz bu konudan. Değerli arkadaşlarım, bu nasıl iştir? Alt tarafı,
Interpol tarafından arandığı bilinen bir kişidir Vahit Kaynar, bütün
evraklarının zaten hazır olması gerekmektedir. Kırk günlük süre ise bu
çağımızda çok uzun bir süredir. Hangi irade bu kişinin Polonya’dan buraya
getirilmesini engellemiştir? Bunun bir açıklanması gerekmez mi? Bunun bize
mantıklı bir şekilde izahı gerekmez mi değerli arkadaşlarım?
Ben
sizlerin vicdanlarınıza sesleniyorum: Şimdi Sivas’ta yakınlarını kaybedenler,
saz çalan çocuklarını, semah dönen çocuklarını kaybedenler bugün bir kez daha
yıkılmadılar mı? Devletimiz bu kadar aciz midir? Elbette değildir ama Vahit
Kaynar Türkiye’ye getirilmek istenmemiştir, tıpkı Cafer Erçakmak’ın
yakalanmayışı gibi. Biliyorsunuz, Sivas olaylarının bir numaralı sanıklarından
Cafer Erçakmak’ın da Türkiye’de yaşadığı ve
geçtiğimiz birkaç ay önce Sivas’ta öldüğü ancak mezarlık kayıtlarından
anlaşılmıştır. Türk güvenlik güçleri Cafer Erçakmak’ı
sağlığında yakalayamamıştır, ancak öldüğünde hepimiz mezarlıklardan gidip
arşivlerden çıkarttığımız zaman haberini almışızdır Cafer Erçakmak’ın
Türkiye’de olduğuna dair.
Şimdi
değerli milletvekilleri, görüldüğü gibi anlaşmaları yapmak yetmiyor, bunları gerçek anlamıyla uygulamamız da
gerekiyor. Ben eminim bu anlattığımdan hepiniz de rahatsız oldunuz. Şimdi
hepimizin vicdanlarını rahatlatmak için benim size naçiz bir önerim olacak.
Yukarıda Plan ve Bütçe Komisyonunda Adalet Bakanlığı bütçesini görüşüyoruz ve
Adalet Bakanımız da orada. Ben şimdi çıkıp buradan oraya gideceğim ve bu soruları Adalet Bakanına bizzat soracağım ama
istiyorum ki vicdanı rahatsız olan arkadaşlarımız da benimle beraber gelsinler
ve bu soruyu hep birlikte Adalet Bakanımıza soralım ve gerçeği bizler
kendisinden öğrenelim. Bu konu kanayan bir yaradır. Mahkûm olmuş, kesinleşmiş
bir mahkûmiyet kararıyla yurt dışında yakalandığı bilinen bir mahkûmu
Türkiye’ye getiremeyen bir zihniyetin ne yazık ki vicdanlarımıza bunu çok
tatminkâr bir şekilde açıklaması gerekmektedir. Benim vicdanım bu konuda
kanamaktadır, Sivas’ta yakınlarını kaybedenlerin vicdanları bu konuda
kanamaktadır. Büyük üzüntü içerisindedirler. Gelin bu yarayı hep birlikte
giderelim ve Adalet Bakanımıza bu soruyu hep birlikte yukarıda soralım. Ben
AKP’li milletvekili arkadaşlarımızın bu konuda vicdanlı olduğunu düşünüyorum. O
yüzden giderken sizlerle beraber gitmek istiyorum. Gidelim ki hep beraber
gerçeği tartışalım ve Adalet Bakanından hepimizi tatmin edici bir yanıt alalım.
Bu
vesileyle hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum, hepinize iyi akşamlar
diliyorum.
Teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Gök.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Mehmet Şandır.
Buyurunuz
Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle
saygılar sunuyorum.
Biz
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, perşembe günü, dünden, evvelki günden
devam eden tartışmanın ve gerginliğin bitmesine katkı vereceğimiz umuduyla bu
iki uluslararası sözleşmede konuşmama kararı almıştık ve konuşmayarak acaba
Meclis Genel Kurulumuzda yeniden bir uzlaşma havası oluşturabilir miyiz
ümidindeydik ama mümkün olmuyor. Ben yine de bu ve bundan sonraki 2 tane
uluslararası sözleşmede Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak konuşmama
kararımızı devam ettireceğiz. Ümit ederim ki Meclis Genel Kurulunda bu
konularda gruplar arasında bir uzlaşma temin edilir ve çok rutin olan bu
uluslararası sözleşmelerin onaylanması, geçmişte örneklerini yaşadığımız bir
süratle, bir uzlaşmayla hızla gerçekleşir diye ümit ediyorum. Ama bir muhalefet
partisi olarak, muhalefette geri kalmamak gibi bir mecburiyetimizin olduğunu da
sizin kabul etmenizi düşünüyorum. Ümit ediyorum ki bu noktada bize de hak
verirsiniz.
Şimdi
söz almamın sebebi, bir önceki oturumda, bir önceki tümü üzerindeki
konuşmalarda Sayın Bakana sorduğum bir sorunun açıklığa kavuşması, verilen
cevabın da açıklığa kavuşması, konu Suriye.
Değerli
milletvekilleri, tabii televizyonlar vermiyor, Genel Kurulda da ilgili olan,
konuyla ilgili olan sayın üyelerin dikkatine sunmak üzere, bir bilgi vermek
üzere söz aldım. Suriye ile ilgili konuşmak konusunda benim özel sebebim
olduğunu Genel Kurulda birçok arkadaşımız bilmektedir çünkü ben henüz yenisi
kurulmayan Türkiye-Suriye Parlamentolararası Dostluk
Grubunun geçen dönemdeki Başkanıyım ve 2000 yılında ilk defa kurulan bu dostluk
grubunun ilk kurucu Başkanıyım. Ayrıca, ben Suriye doğumluyum, ailemin büyük
kısmı da Suriye’de yaşamaktadır. Dolayısıyla, Suriye ile Türkiye
ilişkilerindeki gelişmeler beni çok doğrudan ilgilendirmektedir ve ben de
meseleyle çok doğrudan ilgiliyim, endişelerimi paylaşıyorum sizinle. Birtakım
bilgilerim var, bu bilgileri devletimizin ilgili birimlerine, Hükûmetimizin
sayın bakanlarına özel arz ettim. Burada onları arz etmeyeceğim ama
endişelerimin kaynağı olan bilgileri burada… Deminki sorduğum sorunun cevabı
tabii ki öyle olmak durumunda, Sayın Bakan ne diyecek! Ama açıklığa kavuşturmak
açısından soruyu ve cevabı besleyen bilgileri sizinle de paylaşmak istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, devletlerle, devletleri yöneten siyasi iktidarlarla, yönetimlerle
ilişkiler bozulabilir. Ticareten bozulabilir,
siyaseten veya dünya konjonktürü bozabilir bunu, şartlar öyle gerektirebilir
ama halklarla halkların düşmanlığı çok tehlikeli bir hadise. Hele ki bu 800
kilometreye ulaşan bir sınırla komşu olduğumuz, yaklaşık bin yıllık da bir
birlikteliğimiz, birçok anlamda birlikteliğimiz olan Suriye olursa gerçekten bu
konudaki tehlikeyi çok önemsemek lazım. Devletler arasındaki ilişkiler iyi olur
kötü olur, bugün böyledir, yarın şartlar değişir iyi olur ama eğer halklar
arasında düşmanlık kökleşirse inanınız ki belli bir müddet sonra o genetikleşiyor, artık bir genetik yapıya dönüşüyor, dost
olamıyorsunuz.
Şimdi,
kendimizi kandırmayalım, Hükûmetin Suriye halkının haklarını savunmak adına,
Sayın Bakanın ifadesiyle veya Sayın Başbakanın ifadesiyle veya deminki iktidar
partisi grubunun Sayın Sözcüsünün ifadesiyle “Bir ilke doğrultusunda biz Suriye
yönetimine karşı çıkıyoruz.” deniyor ama ben size bir bilgi vereyim, Suriye
yönetimine Türkiye'nin karşı çıkışı ve bunu Türkiye televizyonlarının abartarak
göstermesi her akşam, Suriye halkında Türkiye’ye karşı çok ciddi bir öfke
birikimi oluşturdu.
Benim
ailem, kardeşlerim Lazkiye’de yaşıyor ve Suriye’yle çok yakın ilişkilerimiz,
parlamenterler düzeyinde, iş adamları düzeyinde, devlet yöneticileri düzeyinde
ilişkilerimiz var. Dostluk Grubu Başkanlığı yaptım, onların da bana ilettikleri
konu bu.
Yani
Türkiye’ye karşı Suriye halkında oluşan tepkiyi Türkiye’yi yönetenlerin dikkate
alması gerekir. Suriye devletini yönetenlerle biz kavga içerisinde olabiliriz
ama bu kavganın Suriye halkının mağdur edildiği, aşağılandığı duygusunu
yerleştirmesi hâlinde Suriye halkıyla dostluğumuz hızla bozulacaktır ve bu
bozulmanın sonucu, bugün Suriye’de yaşayan yaklaşık 3 milyon kendisine
“Türkmen’im” diyen, kendisine “Kafkasyalıyım” diyen, “Çerkez’im, Dağıstanlıyım”
diyen ama Türklüğe, Müslümanlılığa, Osmanlılığa
mensubiyet duyan insanların cezalandırılması gibi bir sonucu önümüze
getirebilir. Buna karşı Türkiye'nin çok bir tedbiri yok.
Bu
noktada şunu da söylemek lazım, benim esas endişelendiğim konu şu: Türkiye’yi
yönetenlerin gelecek öngörüsü konusunda endişem var. Muhataplarımızın
beklediğimiz noktaya gelmesini temin etmek gibi bir imkânımız yok. Yani Sayın Suriye
Devlet Başkanını korkutarak, ikna ederek, falan ederek, işte insan haklarından,
demokrasiden yana bir tavır içerisine girmesini temin etmek gibi bir imkânımız
yok. Zaten böyle bir süreç de aşıldı.
Hatırlayacaktır
Sayın Elitaş, 6 Nisan 2011 tarihinde, geçen dönem
Meclis daha tatil olmadan ben, yine, bu kürsüde Hükûmeti uyardım, bakın on beş
gün olmuştu Suriye’de olaylar başlayalı, dedim ki: Hızla Sayın Cumhurbaşkanı,
Sayın Başbakan Suriye’ye gitmeli; Suriye’yi yönetenleri ikna etmeli, onları
teşvik etmeli, cesaretlendirmeli ve bu reformları yapmalı çünkü Suriye’nin
şartları çok ağır. Suriye’de dönüşümü, değişimi isteyen bir devlet başkanı var
ama geçmiş dönemden kalan öyle bir yapı var ki adamın gücü yok. Eğer Türkiye
desteklemezse yeniden yana, demokrasiden yana hiçbir adım atabilme şansı yok. O
zaman Hükûmeti uyarmıştım, dedim ki: Hızlı gidelim şu olaylar bu noktaya
gelmeden ama o zaman öngörülemedi, maalesef öngörülemedi. Buradan nutuk attık,
telkinde bulunduk, tembihte bulunduk, tavsiyelerde bulunduk. Bunların yeterli
olmayacağını öngörmemiz lazım. Şimdi gene endişedeyim. Yani Suriye yönetimini
bizim ikna etme imkânımız, ihtimalimiz
yoksa ve bugün başlattığınız bu tavrın devamı olarak nereye kadar götüreceksiniz
bunu? Başka bazı yazarların söylediği gibi Amerika’nın taşeronu diye
nitelendirilen politikalarınızı nereye kadar götüreceksiniz? Yani Suriye
yönetimi bu tavrını devam ettirirse, Suriye halkının savunucusu olarak Türkiye
Cumhuriyeti devleti bugün attığı adımı devam mı ettirecek, geri mi çekecek?
Sayın Büyükelçi orada oturuyor, dış politikada blöf olmaz. Ne yapacaksınız
yani? İsrail’le olan ilişkilerimizde, bakın, çok kötü duruma düştük. Hani
gemilerin yanında donanmamızı da gönderecektik, gönderemedik. Gazze’ye giden
iki tane gemiyi alıp götürdüler, bir şey de yapamadık. Ne yapacağız yani?
Türkiye Cumhuriyeti devleti bir söz söyledi mi ondan geri adım atmamalı. Ne
yapacağız şimdi? Tekrar ediyorum: Yani, Suriye yönetimi bu tavrına devam
ederse, Türkiye de, işte, tüpten çıkmış macun gibi söylediği sözün devamını
getirmek mecburiyetinde kalırsa Suriye’ye savaş mı ilan edeceğiz değerli
Hükûmet, değerli İktidar Partisi Grubu?
Değerli
milletvekilleri, sözün sonundayım. Türkiye Cumhuriyeti devleti doksan yıldan bu
yana savaşmayarak, savaşlara katılmayarak, bölgesel ve dünya sorunlarında
yumuşak güç olarak müdahale etmeden, müdahalenin içerisine girmeden, kendi
“Yurtta sulh, cihanda sulh.” ilkeleri doğrultusunda bugünkü gelişmesini
sağladı. Biz ne dünyanın sorunlarına, ne bölgenin sorunlarına karışarak ne
Türkiye’yi koruyabiliriz ne geleceği emniyete alabiliriz. Dolayısıyla, Suriye
konusunda sıfır sorun politikası, bilmem ne falan, bunları polemik yapmıyorum.
Ama gelinen nokta çok tehlike. İsrail’le problem, İran’la problem kapıda, Güney
Kıbrıs Rum yönetimiyle problem kapıda, Bulgaristan’la bir başka problem kapıda,
Ermenistan’la bir başka problem kapıda, yani Türkiye'nin önünde, endişe ederim
ki, korkarım ki, sebebi, sorumlusu, suçlusu biz olmadığımız bir tartışma, bir
çatışma süreci geliyor. Şimdi, bunu öngöremezseniz, bu ihtimali öngöremezseniz…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Lütfen sözlerinizi tamamlayınız, buyurunuz.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Teşekkür ederim efendim.
Değerli
milletvekilleri, geleceği tanzim etmekle sorumlu olan bu Parlamento ve her
biriniz temsil ettiğiniz millet adına bir sorumluluk taşıyorsunuz. Sizin
aranızdan çıkan siyasi iktidar, siyasi iktidarın verdiği kararlarla Türkiye'nin
geleceğinin tehlikeye atılmasına seyirci kalamazsınız. Endişemiz bu.
Milliyetçi
Hareket Partisi olarak biz ısrarla söylüyoruz, Suriye Orta Doğu’nun kilit
taşıdır, Suriye istikrarsızlaştırılırsa Orta Doğu’nun tamamı kaosa düşer, o
kaosu biz düzeltemeyiz, gücümüz yetmez. Onun için Suriye’ye bir dış müdahale,
özellikle de Türkiye üzerinden bir dış müdahale Orta Doğu’da çok kötü sonuçlara
ulaşır, bunun en büyük zararını da Türkiye görür.
Bu
politikaların yeniden gözden geçirilmesi konusunda dikkatinizi çekmek üzere o
soruyu sormuştum, cevabı öyle olacaktır ama düşünülmesini talep ediyor,
hepinize saygılar sunuyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Şandır.
Şahıs
adına söz yok.
Soru-cevap
bölümüne geçiyoruz.
Sayın
Yılmaz…
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, şahsım adına söz istiyorum.
BAŞKAN
– Soru-cevap işlemine geçtim.
Buyurunuz
Sayın Yılmaz…
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Şu feneri de buraya bırakayım.
BAŞKAN
– Sayın Genç, ben sizi kürsüye çağırmadım.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Söz vermediniz mi?
BAŞKAN
– Hayır vermedim efendim, soru-cevap işlemine geçtim, siz sonra talep ettiniz.
Onun için süresi geçti. Kusura bakmayın.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Hayır efendim, ben dedim ki: “Şahsım adına söz istiyorum.”
Şimdi, Sayın Başkan, siz özellikle beni konuşturmamak için devamlı bir tavır
içindesiniz. Ben kişisel söz istedim.
BAŞKAN
– Nereden çıkarıyorsunuz Sayın Genç öyle bir şeyi?
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Ama öyle bir tavır içindesiniz.
BAŞKAN
– Hayır, ben soru-cevap işlemine geçtim dedim, soru-cevap işlemine başladık
Sayın Genç, lütfen, çok rica ederim.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Ya, böyle bir şey olur mu?
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın Yılmaz…
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, aleyhte oyumun rengini belirtmek üzere söz
istiyorum. Aleyhte!
BAŞKAN
– Tamam.
Buyurunuz
Sayın Yılmaz.
SEYFETTİN
YILMAZ (Adana) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Sayın Bakana bir sorum
olacak.
Biliyorsunuz
Adana Şakirpaşa Havaalanı’nın 18 kilometre mesafesine
Yenice’ye yeni bir havaalanı yapılıyor. Şimdi Mersin’e havaalanı yapılması
hepimizin isteği, fakat bu havaalanı Silifke- Mersin arasına yapılsa daha uygun
olur. Biz bunu dile getirdiğimizde bize iletilen şuydu: Adana’daki pistin büyük
uçakların inmesine müsait olmadığı belirtildi, fakat Adalet ve Kalkınma Partili
Seyhan Belediyesinin verdiği yanlış ruhsatlar neticesinde binaların Adana’da
uçakların inmesine engel olduğu belirtildi ve Adana’dan birtakım sivil toplum
örgütleri ve Sayın Valinin Bakanımızı ziyaretiyle beraber, Sayın Bakanın
talimatıyla Adana pistinin 1 kilometre uzatılması talimatı verildi.
Şimdi,
Adana’ya 18 kilometre mesafede yapılan Yenice Havaalanı’nın yaklaşık
maliyetinin 4 milyar dolar olduğu söyleniyor. Bu pist uzatılacak mı? Bu bir
bakanın iki dudağı arasında mıdır?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Yılmaz.
Sayın
Işık…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, bilindiği gibi son dönemde “Komşularla Sıfır Sorun” ismiyle başlatılan
politika, maalesef bugün sorunsuz sıfır komşuya dönüşmüştür.
Bu
kapsamda Arap baharı rüzgârından etkilenen Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Suriye
gibi ülkelerde kaç şirketimiz Türk vatandaşlarına ait? Gerçek ve tüzel kişiliğe
sahip şirketlerimiz zarar gördü, bunların ekonomik zararlarının telafisi
konusunda Hükûmetinizce nasıl bir tedbir alınmış ya da alınmaktadır? Açıklama
yapabilirseniz sevinirim.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Işık.
Sayın
Erdemir…
AYKAN
ERDEMİR (Bursa) – Sayın Bakan, “Yurtta sulh, cihanda sulh.” bu Mecliste görev
yapan tüm milletvekillerinin ortak arzusudur diye inanıyorum.
Az
önceki açıklamalarınızda, Türkiye'de komşu ülkelere yönelik silahlı eylem
planlayan paramiliter kuvvetler bulunduğuna dair
bilginiz olmadığından söz etmiştiniz. İngiltere’nin saygın gazetelerinde ve
televizyon kurumlarında, Türkiye'de konuşlandırılmış silahlı kuvvetlere mensup
komutanlarla röportajlar yayımlandı. Hükûmetinizin bu yayınlardan haberi var mı
diye merak ediyorum. Eğer Hükûmetinizin bu yayınlardan haberi varsa bu haberde
geçen ayrıntılar araştırıldı mı? Ülkemizde bu tip, bu tarz paramiliter
kuvvetler bulunmakta mıdır? Sizin Hükûmet olarak araştırmalarınızın sonucunda
bu yayınların tümünün mesnetsiz olduğu kanaatine mi vardınız? Yoksa yayınlardan
habersiz misiniz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Erdemir.
Sayın
Akar…
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, Anayasa referandumunda, biliyorsunuz, 26 madde
vardı ama birçok arkadaşım 2 madde dışındaki diğer 24 maddeyi bilmezler.
Bunlardan bir tanesi de iki sendikaya üye olma hakkıydı. Türkiye’de bu uygulama
var mıdır? Nerede iki sendika var, aynı kişi iki sendikaya üye olmuştur? Bir
örneği var mı şu anda? Yine de Türkiye’deki 6 milyon işçinin, bildiğim
kadarıyla, 550 bini sendikalı işçi, bu işçilerin sendikalılaşmadan
dolayı iş akitlerinin feshedilmesi konusunda ne diyorsunuz? Nasıl bir önlem
alıyorsunuz?
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Akar.
Sayın
Yılmaz…
DİLEK
AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Sayın Bakan, Uşak’ta iki tane hastanemiz var. Birincisi,
SSK Hastanesi -şu anda kadın doğum olarak geçiyor- ikincisi de Uşak Devlet
Hastanesi. Bu iki hastanemizin TOKİ’ye devredilerek bunun yerine -650 yataktı
bu iki hastanemizin kapasitesi- 400 yataklı bir hastane yapılması söz konusu
şeker fabrikasının orada. Bu iki hastanemizin yeri çok değerli ve merkezdeki
iki hastanemiz TOKİ’ye devredilerek yerinin alışveriş merkezi ve konut hâline
dönüştürüleceğini öğrenmiş bulunuyoruz. Bu konuda TOKİ ile Sağlık Bakanlığı
arasında bir protokol yapılmıştır. Bu konuda, bu protokolün iptali söz konusu
mudur? Hastanelerimiz hâlen devam edecek midir, bundan sonra da devam edecek
midir? Yoksa, merkezdeki bu hastanelerimizi yıkıp oraya alışveriş merkezi mi
yapılacak? Birilerine rant sağlamaya devam mı edilecektir?
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Yılmaz.
Buyurunuz
Sayın Bakan.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
TOKİ
bizim önemli kurumlarımızdan bir tanesi. TOKİ’ye kaynak temini anlamında
çeşitli kamu arazilerinin tahsisi son derece isabetli bir karardır, son derece
doğru bir karardır. Bu sağlıklı kararlar uygulandığı için TOKİ 500 bin konutu
gerçekleştirmiştir. Eğer Uşak ilimizde… SSK hastanesi diye bir şey kalmadı AK
PARTİ İktidarında biliyorsunuz, hastanelerin hepsi birleştirildi. Artık öyle
bir tanımlama için söylediniz herhâlde.
DİLEK
AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Kadın doğum için dedim zaten.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - İki hastanenin yeri
devredilebilir. 400 yataklı bir hastaneye ihtiyaç var ise çok rasyonel, çok
sağlıklı bir yaklaşım diye ben düşünüyorum.
DİLEK
AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – 650’den 400’e indi.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Müsaade eder misiniz…
Bakınız, siz Uşak’ın milletvekilisiniz. Dolayısıyla yerel olarak bunları
ayrıntılı bir şekilde bilebilirsiniz ama ben geneli itibarıyla bir şey
söylüyorum.
Bu
arazilerin devredildiği yerler bir rant meselesi değildir. Bu araziler kamuya,
TOKİ’ye devrediliyor. Bu yönüyle ihtiyaç duyulan yeni bir hastane söz konusu
ise 400 yataklı bir hastane yapılması da -sizin ifadeniz doğrultusunda
söylüyorum- son derece sağlıklı bir yaklaşım. Sağlık Bakanlığından sağlıklı
yaklaşım beklenir zaten.
DİLEK
AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – 650’den 400’e indirilmesi doğru mudur Sayın Bakan?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – İhtiyaçsa… Bakın, ihtiyaç 650 ise …
DİLEK
AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – 1.500, 1. 500
yatak ihtiyacı.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Efendim, ihtiyacı 1.500 ise
biz iktidar olarak şehir hastanelerini de yapıyoruz. Uşak’a da 1.500 yataklı
bir hastane yaparız. Ama Sağlık Bakanlığı 400 yataklı bir hastaneyi uygun
bulmuş ise bir hesaplamanın neticesidir bu. Bunu söylemeye çalışıyorum ama
ayrıntıyı yazılı olarak sizlere takdim edelim.
Efendim,
iki sendikaya üye olmak için yasal düzenlemeyi yaptık. Sendikalara üye olma
imkânını getirdik her ne kadar Cumhuriyet Halk Partisi bu konuda destek
vermediyse de…
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Yapmayın!.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Biz bu düzenlemeyi
gerçekleştirdik.
SÜLEYMAN
ÇELEBİ (İstanbul) – Bu kadar yapmayın yani! Hayretsiniz ya vallahi!
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – İki sendikaya üye,
biliyorsunuz, bir kişinin farklı işyerlerinde çalışması neticesinde
oluşabilecek olan bir durum. İnanıyorum ki, sendikal mevzuat…
SÜLEYMAN
ÇELEBİ (İstanbul) – Hayır Sayın Bakan, ama doğru söyleyin. Yok böyle bir şey;
yani yok. Yok olanı niye böyle söylüyorsunuz?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Önümüzdeki süreç çok yakın
zamanda Anayasa’ya uyum çerçevesinde…
SÜLEYMAN
ÇELEBİ (İstanbul) – Hayır bir tane örnek verir misiniz? Tek bir tane tek!
Yapmayın ya!..
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Bakınız, müsaade eder
misiniz Süleyman Bey.
SÜLEYMAN
ÇELEBİ (İstanbul) – Hayır, sen Bakansın. Ama doğruyu söyleyin, Türkiye
Cumhuriyeti’nin Bakanısınız.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Anayasa’ya uyum yasaları
geliyor. Bu yasalar buradan geçecek.
SÜLEYMAN
ÇELEBİ (İstanbul) – O ayrı bir şey.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sendikal mevzuat geçecek. Yine, 12 Eylül’ün
bir ürünü olan 2821 ve 22’yi burada görüşeceğiz. Uyum yasalarından sonra,
inanıyorum ki Türkiye’deki sendikal faaliyet o prangadan kurtulduktan sonra çok
daha aktif hâle gelecektir.
SÜLEYMAN
ÇELEBİ (İstanbul) – O ayrı bir şey ama şu anda kimsenin iki tane sendikaya üye
olma hakkı yok.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Diğer konuya gelince,
efendim, yine ülkemizde, yabancı ülkeye dönük, yabancıların oluşturduğu bir
silahlı… Ben, yabancı gazeteleri okuyarak bir milletvekilinin Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetine inanmıyor olması ve yabancı gazeteyi kaynak göstermesini
de doğru bulmuyorum. Hükûmet bir açıklama yapıyor, bu konuda, gerek Dışişleri
Bakanlığımız gerekse ben ifade ediyorum “Böyle bir şey söz konusu değildir…”
AYKAN
ERDEMİR (Bursa) – Tekzip ettiniz mi efendim?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Ama siz, kendi
kaynaklarınızı değil, yabancı kaynakları dikkate alacaksınız takdir sizindir.
Efendim,
komşularla sıfır sorun, kaç şirketiniz… Bu, yazılı olarak cevap vermemiz
gereken bir konu Alim Bey. İnşallah, bunu ayrıntılı bir şekilde, yazılı olarak
takdim ederiz.
Silifke
Havaalanı ve/veya Adana Havaalanı pistinin genişlemesiyle ilgili soru var.
Tabii ki bakanın iki dudağı arasında. Bakan, icracı bir bakan. İcracı noktada
olan bir bakanın söylediği şeyler, yatırımla ilgili söylediği şeyler rastgele
şeyler değildir yani afaki bir şekilde, bir icracı bakan bir şey söylemez,
mutlaka bunun fizibilitesi vardır, çalışmaları vardır, bir planın, bir projenin
ürünü olarak, bakan…
SEYFETTİN
YILMAZ (Adana) – Altı ay boyunca gerekçe oydu. 18 kilometre havaalanı yapılır
mı?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Ulaştırma Bakanımız
açıklama yapar. Kaldı ki bütçe görüşmeleri gelecek. Burada çok renkli, bunlar
tartışılacak. Burada ilgili Bakan arkadaşımıza bunu sorabilirsiniz.
Efendim,
komşularla sorunla ilgili…
BAŞKAN
– Son dakikanız efendim, son dakika…
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkanım, müsaade bir
dakika içinde…
Şimdi,
Suriye bizim komşu ülkemiz, akrabalardan oluşan bir ülkemiz. Ticaret yolu
üzerinde, bizim için -ifade ettiğiniz gibi- ticaret yolu üzerinde olan bir
ülke. Bizim bugün endişe duyacağımız, Suriye’nin bu gelişmeler çerçevesinde
yönetiminin terörle irtibatlanması konusu Türkiye için hassasiyet arz eden bir
konudur. Suriye’deki gelişmelerin bir iç savaşa dönüşmemesi konusu Türkiye için
önem arz etmektedir. Böyle bir tablo karşısında bir mülteci akını gündeme
gelebilir ki nispeten geldi. Bunlar Türkiye'nin önüne koyup düşündüğü
hadiselerdir. Şimdi, tercihini demokrasiden yana yapmayan, insan haklarından
yana yapmayan Suriye yönetiminden yana olamayız. Tabii ki Suriye halkından yana
olacağız, bunun başka bir yolu da yok yani. Türkiye bu konuda bir şey yaptı mı?
Yaptı. En üst düzeyde, Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Başbakanımız, Dışişleri
Bakanımız yani tüm teknokratlarımız defalarca Suriye’ye bu konuyla ilgili bu
gidişatın gidişat olmadığı, doğru olmadığı ve bu işin çözümü konusunda Türkiye
elindeki…
BAŞKAN
– Süre doldu Sayın Bakan.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Son cümlem efendim.
…
bütün birikimlerini kullanacağını çok net bir şekilde Suriye yönetimine taahhüt
etmesine rağmen, eğer insan hakları ve demokrasi konusunda bir adım
atılamamışsa tabii ki halktan yana olmaktan başka bir çıkış yolunun olmadığını
ifade etmek istiyorum.
Son
olarak da tabii ki bu konularla ilgili Arap Birliği Parlamentosu önümüzdeki
günlerde İstanbul’a geliyor, burada yine bölge ülkeleriyle, bölge halklarıyla
ilgili çok geniş değerlendirmeleri Türkiye ev sahipliği yaparak
gerçekleştirecek. Bölgedeki tüm dinamiklerle Türkiye temas hâlinde. Biz komşu
ülkenin bir kaosa sürüklenmesinden memnuniyet duymayız, çünkü oradaki kaosun
Türkiye’ye ciddi yansımaları olacağının bilincindeyiz. Ama bir yönetim ısrarla
tüm dünyanın, tüm çağdaş dünyanın telkinlerine ve tavsiyelerine rağmen, bir
komşu ülke olarak “kardeş” dediğimiz, liderlerin birbirine “kardeş” dediği ve
bu samimiyet içerisinde bütün katkılarımızı, yardımlarımızı esirgemeyeceğimizi
söylememize rağmen hâlen orada baskı ve şiddet devam ediyor ise burada bir
tavır alacaksınız.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Ne yapacaksınız?
BAŞKAN
– Sayın Çelik… Sayın Çelik, süreniz doldu.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Bakınız, aldığınız tavır
haktan yana mı, doğrudan yana mı, o önemlidir.
YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) – Girecek miyiz?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Doğrudan ve halktan ve
haktan yana ise… “Sonu ne olacak?” diyorsunuz. Sonu, doğru olacaktır, halk
kazanacaktır. Ben o inançtayım.
Çok
teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakan, bir adım sonrası ne?
YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) – Girecek misiniz?
BAŞKAN
– 1’inci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
III.- YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan yoklama istiyoruz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar [!]; CHP sıralarından alkışlar [!])
BAŞKAN
– 1’inci maddeyi oylamadan önce yoklama talebi gelmiştir.
Yoklama
talebinde bulunan ve isimlerini okuttuğum sayın milletvekilleri yerlerine
otursunlar.
KÂTİP
ÜYE MUHAMMET BİLAL MACİT (İstanbul) – Sayın İnce, Sayın Ören, Sayın Çelebi,
Sayın Bayraktutan, Sayın Demirçalı,
Sayın Dinçer, Sayın Serindağ, Sayın Yılmaz, Sayın
Yüceer, Sayın Aydemir…
AYKAN
ERDEMİR (Bursa) – Erdemir.
BAŞKAN
– Erdemir.
KÂTİP
ÜYE MUHAMMET BİLAL MACİT (İstanbul) – Sayın İnce yanlış yazmış sanırım.
Sayın
Erdemir, Sayın Özgümüş…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – O kürsüde oturacaksan onları ezbere sayacaksın.
KÂTİP
ÜYE MUHAMMET BİLAL MACİT (İstanbul) – Sayın Akar, Sayın Düzgün…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – O kürsü mikrofonunu verdiler diye sana… O lafı yediririm sana!
KÂTİP
ÜYE MUHAMMET BİLAL MACİT (İstanbul) – Sayın Kaplan, Sayın Bulut, Sayın Özpolat,
Sayın Kaleli, Sayın Dibek, Sayın Özel…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sana nasıl yedireceğim o lafı, gör bak! (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
AHMET
YENİ (Samsun) – Mikrofonu yedirecek adama bak be!
KÂTİP
ÜYE MUHAMMET BİLAL MACİT (İstanbul) – Sayın Erdoğdu.
BAŞKAN
– Sayın Akar da burada.
Yoklama
için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklamaya başlandı)
AHMET
YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, böyle bir ifade olur mu? “Yediririm” diyor. Neyi
yediriyorsun?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Ben yanlış yazsam bile senin öyle söylememen lazım.
AHMET
YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, neyi yediriyor? Böyle bir şey olabilir mi?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Öğretirim sana onu!
AHMET
YENİ (Samsun) – Mikrofonu yedirecek, böyle bir şey var mı?
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen…
Sayın
İnce lütfen… (AK PARTİ ve CHP sıralarında gürültüler)
AHMET
YENİ (Samsun) – Kâtiplerinize bile sahip çıkamıyorsunuz.
Mikrofonu
yedirecekmiş, böyle bir şey var mı?
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Özür dilesin efendim, özür dilesin Divan
Üyesinden.
BAŞKAN
– Sayın İnce, lütfen sakin olunuz.
AHMET
YENİ (Samsun) – Kâtiplerinize sahip çıkmıyorsunuz.
BAŞKAN
– Sayın İnce…
AHMET
YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, Kâtibinize hakaret ediyorlar.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Kâtibin yaptığı hata.
BAŞKAN
– Sayın İnce, lütfen düzgün davranınız.
AHMET
YENİ (Samsun) – Kâtibinize hakaret ediyor, bir şey demiyorsunuz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Öyle bir şey yapamaz!
AHMET
YENİ (Samsun) – Mikrofonu yedirecekmiş!
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Yanlış yazılmış diyor, orada aklı sıra bana politika yapıyor.
BAŞKAN
– Sayın İnce…
AHMET
YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, Kâtibinize niye sahip çıkmıyorsunuz?
BAŞKAN
– Sahip çıkıyoruz efendim merak etmeyin.
AHMET
YENİ (Samsun) – Mikrofonu yediriyor ona.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Başkanlık Divanında bir arkadaşa nasıl ben “Mikrofonu
yediririm” derim; o dediğin lafı yediririm dedim.
AHMET
YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, mikrofonu yedirecekmiş!
MUHARREM
İNCE (Yalova) – O dediğin lafı yediririm dedim.
BAŞKAN
– Sayın İnce, beni duyuyor musunuz? (AK PARTİ ve CHP sıraları arasında
karşılıklı laf atmalar)
AHMET
YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, özür dilemesi lazım Kâtipten.
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen sakin olur musunuz.
Sayın
İnce, beni duyuyor musunuz?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Duyuyorum efendim.
BAŞKAN
– Lütfen, demin sarf ettiğiniz söz için bir özür bekliyoruz Divan olarak.
AHMET
YENİ (Samsun) – Özür dilemesi lazım.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, ölürüm o özrü dilemem hiç boşuna uğraşmayın, öyle
bir şey yapmam.
AHMET
YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, özür dilemesi lazım.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – O benden özür dilesin önce, Sayın Kâtip üye benden özür
dilesin.
AHMET
YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, yanınızdaki vekile sahip çıkmıyorsunuz.
Sayın
Başkan, Kâtibe sahip çıkmıyorsunuz.
BAŞKAN
– Sayın milletvekilimiz, lütfen durmadan bağırmayınız, niçin bağırıyorsunuz
anlamıyorum.
AHMET
YENİ (Samsun) – O bağırırken bir şey demediniz ama!
BAŞKAN
– Niçin bağırıyorsunuz? Bağırmayınız lütfen, anlayamıyorum. (Gürültüler) Lütfen
sakin olunuz.
Sayın
İnce, lütfen, kastınızı aşmış bir söz için…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Kâtip Üye milletvekillerini tanımaya mecburdur,
ben kâğıdı yazmaya mecbur değilim. (AK PARTİ sıralarında gürültüler)
GÜLAY
DALYAN (İstanbul) – Allah Allah!
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Evet, mecburdur. Önce öğren bir işini, işini yapmayı öğren.
Kâtip Üye milletvekilini…
NİHAT
ZEYBEKCİ (Denizli) – Otur yerine, biz oturuyoruz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Bak, ayağa kalkınca korkacak hâlim falan yok! (AK PARTİ ve CHP sıralarından karşılıklı laf
atmalar, gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, ne yapıyorsunuz, lütfen sakin olunuz.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, Meclisi bu şekilde idare edemezsiniz. Bir
grup başkan vekili Meclis Başkanlık Divanına hakarette bulunuyor, bütün
milletvekillerine hakarette bulunuyor. Böyle şey olur mu?
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri…
AHMET
AYDIN (Adıyaman) - Burası Meclis, tehdit yeri değil.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Kâtip Üye milletvekillerini tanımaya mecburdur,
milletvekillerini tanımak onun görevidir.
AHMET
YENİ (Samsun) – Kâtibe hakaret etmeye hakkı yok Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Milletvekilimiz, lütfen bağırmayınız, nasıl yöneteceğimizi biliyoruz herhâlde.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Ben size bir yazılı kâğıt vermeye mecbur değilim, ayağa
kalktığımız anda oradan isimler söylenir, buradaki arkadaşımız da… Ben size
kolaylık olsun diye kâğıda yazıp vermişim. Diyelim ki “Erdemir” yerine
“Aydemir” yazdım, diyelim ki böyle yazdım, nezaket şunu gerektirir: “Pardon,
yanlış olmuş.” denir ancak arkadaşımız gençliğinin etkisiyle “Pardon, Sayın
İnce yanlış yazmış.” diyor.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Ne var bunda?
AHMET
YENİ (Samsun) – Ne var bunda?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Diyemez bunu, o derse, söylerse de yediririm… Diyemez. (AK
PARTİ ve CHP sıralarından karşılıklı laf atmalar, gürültüler)
(Uşak
Milletvekili Mehmet Altay’ın CHP sıralarına yürümesi; CHP sıralarından “Gel,
gel” sesleri, gürültüler)
BAŞKAN
– Toplantı yeter sayısı yoktur.
Sayın
milletvekilleri, on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 22.04
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 22.20
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Fatih ŞAHİN
(Ankara)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 20’nci Birleşiminin
Dördüncü Oturumunu açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN
- 21 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesinin oylanmasından önce
yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi yeniden elektronik
cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama
için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklamaya başlandı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Sayın Kâtip Üyemiz Sayın İnce’yi incitmek maksadıyla o
sözü söylememiştir, bir şeyi düzeltmek üzere öyle bir beyanda bulunmuştur. Onun
için, böyle bir maksadı yoktur.
Sayın
İnce, sizi incitmek ya da sizi kırmak amacıyla böyle bir beyanda bulunmamıştır.
Sizden de bir şey rica edelim, mikrofonunuzu açalım, siz de sözünüzü
düzeltirseniz…
Buyurunuz
Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim.
Bunu
neden Sayın Muhammet Bilal Macit söylemiyor Sayın Başkanım?
BAŞKAN
– Biliyorsunuz efendim, kuralımız gereği kâtip üyeler böyle şey söylemez,
buradan açıklama yapamazlar. Biliyorsunuz, Divanda onlar adına ben açıklamada
bulunuyorum ve onların şeyini söylüyorum.
Buyurunuz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Kâtip Üyenin size böyle bir beyanı oldu mu?
BAŞKAN
– Oldu efendim.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Peki.
Kâtip
Üyenin size böyle bir beyanı olduysa zaten sorun ortadan kalkmıştır. O zaman,
benim söylediğim cümleler de anlamını aşmış olur. Sayın…. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın İnce, devam ediniz lütfen. Evet, sözlerinizi alayım.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Kâtip Üye size böyle bir beyanda bulunduysa, siz onun
adına Meclis Başkan Vekilimiz olarak bu açıklamayı yaptığınıza göre, o zaman
benim yaptığım açıklama da anlamını aşmış olur, anlamını taşırmış olurum,
maksadını aşmış olur. Ben de o zaman, söylediğim sözü geri almak durumunda
kalırım zaten. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın İnce.
(Elektronik
cihazla yoklamaya devam edildi)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, yapılan ikinci yoklamada da toplantı yeter sayısı
bulunamadığından, sözlü soru önergeleri ile alınan karar gereğince “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşleri” sırasıyla görüşmek
için 22 Kasım 2011 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum.