TÜRKÝYE BÜYÜK MÝLLET MECLÝSÝ
YASAMA DÖNEMİ CİLT YASAMA YILI
24 4 2
TUTANAK
DERGİSİ
19’uncu
BİRLEŞİM
16 Kasım 2011 Çarşamba
DÖNEM:
24 CİLT:
4 YASAMA
YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
19’uncu Birleşim
16 Kasım 2011 Çarşamba
(TBMM Tutanak Müdürlüğü
tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler
tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMALAR
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- Ankara Milletvekili
Özcan Yeniçeri’nin, kanun hükmünde kararname yetkisinin Hükûmetçe kullanılış
biçimine ilişkin gündem dışı konuşması ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın
cevabı
2.- Malatya Milletvekili
Öznur Çalık’ın, on yıldır informal bir grup olarak görev yapan Türkiye Büyük
Millet Meclisi Nüfus Kalkınma Grubu’nun faaliyetlerine ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Tunceli Milletvekili
Hüseyin Aygün’ün, tutuklu bulunan öğrencilerin durumlarına ve adil yargılanma
yapılabilmesi için alınması gereken tedbirlere ilişkin gündem dışı konuşması ve
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Tunceli Milletvekili
Hüseyin Aygün’ün, gündem dışı konuşmasına Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın
vermiş olduğu cevapta ifadelerini yanlış aksettirdiğine ilişkin açıklaması
2.- İstanbul Milletvekili
İhsan Özkes’in, Suudi yetkililerince Kabei Muazzama’daki Osmanlı’nın yaptırdığı
revakların yıkılmak istendiğine ilişkin açıklaması
3.- Trabzon Milletvekili
Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, yeni atanan bakan yardımcılarının yetki, görev ve
sorumluluklarının belirlenmesine ilişkin açıklaması
4.- Niğde Milletvekili
Doğan Şafak’ın, Niğde ilinin merkez köyleri ve Çiftlik ilçesinde meydana gelen
don olayı nedeniyle patates üreticilerinin mağduriyetinin giderilmesine ilişkin
açıklaması
5.- İstanbul Milletvekili
Abdullah Levent Tüzel’in, Barış ve Demokrasi Partisine ayrımcılık yapıldığına
ilişkin açıklaması
6.- Ankara Milletvekili
Levent Gök’ün, Van ilinde meydana gelen depremde yıkılan konutların bir an önce
yapılarak teslim edilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
7.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal’ın, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda Deniz Feneri davasının
avukatlığını yapan üyenin olup olmadığına, var ise davanın avukatlığından ne
zaman istifa ettiğine ilişkin açıklaması
8.- Tokat Milletvekili
Reşat Doğru’nun, Hükûmetin kanun hükmünde kararname yetkisini kullanırken
ortaya çıkan sorunlara ilişkin açıklaması
9.- Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın,
Hükûmetin kanun hükmünde kararname yetkisini kullanırken ortaya çıkan sorunlara
ilişkin açıklaması
10.- Ankara Milletvekili
Özcan Yeniçeri’nin, Hükûmetin kanun hükmünde kararname yetkisini kullanırken
ortaya çıkan sorunlara ilişkin açıklaması
11.- Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcı’nın, Hükûmetin sağlık hizmetlerine önem vermesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
12.- Muş Milletvekili Sırrı
Sakık’ın, Kıbrıs’ta üniversitelerde okuyan Kürt çocuklarının sorunlarına
ilişkin açıklaması
13.- Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in,
CHP’li bir vekilin, cemaat mensuplarının herhangi bir göreve gelmemeleri
gerektiği görüşünün özgürlük anlayışına ters olduğuna ilişkin açıklaması
14.- Manisa Milletvekili
Özgür Özel’in, kanun hükmünde kararnamelerin kuvvetler ayrılığı ilkesini ihlal
ettiğine ilişkin açıklaması
15.- Hatay Milletvekili
Refik Eryılmaz’ın, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Yargıtay üyeleriyle
ilgili iddialara ve Van depreminde mağdur olan depremzedelere yeterli
yardımların yapılmadığına ilişkin açıklaması
16.- İstanbul Milletvekili
Metin Külünk’ün, Süveyş Kanalı’nın açılış yıl dönümüne ilişkin açıklaması
17.- Antalya Milletvekili
Yusuf Ziya İrbeç’in, hakkındaki disiplin takibatının sürdüğüne ve hâlen
Milliyetçi Hareket Partisinin üyesi olduğuna bu nedenle AB Uyum Komisyonu
üyeliğinin devam ettiğine ve bu komisyona seçim yapılamayacağına ilişkin
açıklaması
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Avrupa Parlamentosu
(AP) Başkanı Jerzy Buzek’in beraberinde bir Parlamento heyetiyle birlikte
ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/631)
B) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili
Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 20 milletvekilinin, orman yangınlarının nedenlerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/53)
2.- Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt ve 21 milletvekilinin, küresel ısınmanın ülkemize etkilerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/54)
3.- İstanbul Milletvekili
Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 23 milletvekilinin, mevsimlik tarım işçilerinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/55)
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- İstanbul Milletvekili
Sebahat Tuncel ve arkadaşları tarafından (124 sıra no.lu) Türkiye’de medyanın
ayrımcı, ötekileştiren ve cinsiyetçi yaklaşımı hakkında alınacak önlemlerin
belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel
Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak,
16/11/2011 Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı
birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
2.- "AKP İktidarı
döneminde Afet ve Acil Müdahale Mevzuatında yapılan değişiklikler ve getirilen
yeni yapılanma sonuçlarının Van depremindeki etkilerinin araştırılması,
sonuçlarının tespiti ve alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi
amacıyla" verilen Meclis araştırması önergesinin 16/11/2011 Çarşamba günkü
birleşimde okunarak görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına ilişkin MHP
Grubu önerisi
3.- (10/20) esas numaralı,
Kazdağlarında yaşanan çevresel sorunlar hakkındaki Meclis Araştırması
Önergesi’nin ön görüşmesinin, Genel Kurulun 16/11/2011 Çarşamba günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili
Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
2.- Iğdır Milletvekili
Pervin Buldan’ın, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
3.- Batman Milletvekili
Ayla Akat Ata’nın, Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
4.- Muş Milletvekili Sırrı
Sakık’ın, Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar’ın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
5.- Bursa Milletvekili
Necati Özensoy’un, Çanakkale Milletvekili Mehmet Daniş’in, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
6.- Çanakkale Milletvekili
Mehmet Daniş’in, Çanakkale Milletvekili Mustafa Serdar Soydan’ın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
7.- Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin, İstanbul Milletvekili Volkan Bozkır’ın, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
8.- Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
9.- Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, grubuna sataşması
nedeniyle konuşması
10.- Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
IX.- SEÇİMLER
A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere
Seçim
1.- Millî Savunma ve AB Uyum Komisyonlarında açık bulunan
üyeliklere seçim
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/330) (S.
Sayısı: 41)
XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, Kütahya-Tavşanlı’daki siyanür tehlikesiyle ilgili bazı iddialara
ilişkin Orman ve Su İşleri Bakanından sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/382)
2.- Bolu Milletvekili Tanju
Özcan’ın, Suriye’ye yapılan ihracata ilişkin Başbakandan sorusu ve Ekonomi
Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/531)
3.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, 632 sayılı KHK sonrası alınan sözleşmeli personelin
kadroya alınmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/565)
4.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, 4-C’li çalışanların aile yardımı almalarına ve kadroya
geçirilip geçirilmeyeceklerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/566)
5.- Kocaeli Milletvekili
Mehmet Hilal Kaplan’ın, motorin yerine kullanılan 10 numara yağın çevresel
etkilerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın
cevabı (7/580)
6.- Hatay Milletvekili
Adnan Şefik Çirkin’in, İskenderun Körfezinde batan bir yük gemisine ilişkin
sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/581)
7.- İstanbul Milletvekili
Haluk Eyidoğan’ın, 17 Ağustos 1999 Kocaeli depremindeki hasarlı binalara
ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı
(7/582)
8.- Balıkesir Milletvekili
Ayşe Nedret Akova’nın, Ayvalık’ta bir köydeki demir cevheri zenginleştirme
tesisinin bölgeye zarar verdiği iddialarına ilişkin sorusu ve Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/583)
9.- Tekirdağ Milletvekili
Candan Yüceer’in, Tekirdağ’daki tarihî ve kültürel varlıkların korunmasına ve
tanıtılmasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
cevabı (7/658)
10.- Tekirdağ Milletvekili
Bülent Belen’in, bir şirkete yönelik vergi incelemesi yapılmasına ilişkin
sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/674)
11.- Manisa Milletvekili
Erkan Akçay’ın, Antalya-Serik’in bir köyündeki sel felaketi ve Manisa-Gördes’in
bir beldesindeki hortum felaketine ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik
Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/699)
12.- Manisa Milletvekili
Özgür Özel’in, Manisa ve Balıkesir’in bazı ilçelerinde faaliyete geçmesi
planlanan nikel rafinerisine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/713)
13.- Bursa Milletvekili
İlhan Demiröz’ün, Karacabey’de yapılması planlanan KOBİ Sanayicileri Toplu
İşyerleri Yapı Kooperatifine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/714)
14.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, yabancı basında yer alan AB ile müzakerelerin felç olduğu
iddiasına ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış’ın cevabı
(7/757)
15.- İstanbul Milletvekili
Umut Oran’ın, AB İlerleme Raporu’na ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı
Egemen Bağış’ın cevabı (7/925)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak altı oturum yaptı.
Görüşmeleri izlemek üzere Genel Kurulu teşrif eden Macaristan
Cumhurbaşkanı Pal Schmitt ve beraberindeki heyete “Hoş geldiniz” denildi.
Iğdır Milletvekili Sinan Oğan, Iğdır ilinin düşman işgalinden
kurtuluş yıl dönümüne ilişkin gündem dışı bir konuşma yaptı.
Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın,
İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun,
Van ilinde meydana gelen depremlere ilişkin gündem dışı konuşmalarına
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar cevap verdi.
Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, Malatya Meteoroloji Bölge
Müdürlüğünün kapatılarak Sivas’a bağlanmak istenmesine,
Bolu Milletvekili Tanju Özcan, Başbakanın AK PARTİ Grup
toplantısında CHP Grubunu ve milletvekillerini kastederek “Genel Kurulu
terörize ediyorlar” şeklindeki ifadesinden dolayı kendisini kınadığına,
Bursa Milletvekili Aykan Erdemir, öğretmeninden dayak yiyen lise
öğrencisi Burak Kul’un öğretmeni Zeki Yılmaz’a karşı açtığı dava ile aleyhinde
bir delil bulunmamasına karşın yirmi iki aydır tutuklu bulunan Galatasaray
Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül’ün 16 Kasım’da görülecek olan
davalarına,
İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt, diş hekiminden hizmet
bekleyen yurttaşlarımızın istediği hekimi seçemediğine ve serbest çalışan diş
hekimlerinden hizmet almalarının engellendiğine,
Iğdır Milletvekili Pervin Buldan, Iğdır ilinin düşman işgalinden
kurtuluş yıl dönümüne,
Erzincan Milletvekili Muharrem Işık, Erzincan ilinde 1992 yılında
meydana gelen depremden sonra destekleme yapılan binaların tekrar elden
geçirilmesi gerektiğine; araştırma hastanesi yapıldığına ancak diğer
hastanelerin de kapanmaması gerektiğine,
Kütahya Milletvekili Alim Işık, Van ilinde meydana gelen depremin
Simav depremini unutturduğuna, Simav depreminden etkilenen ilçe ve belde
belediyelerinin çok zor durumda olması nedeniyle bu bölgeye de hizmet edilmesi
gerektiğine,
İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, Çevre ve Şehircilik Bakanının
“Van ve Erciş en güvenli bir yerdir, herkes evine girsin” açıklaması üzerine
otel ve evlere yerleşen vatandaşların ikinci depremde hayatlarını
kaybetmesinden Bakanın sorumlu olduğuna ve istifa etmesi gerektiğine,
Gaziantep Milletvekili Ali Serindağ, deprem afeti düşünülerek
tedbir alınmadığına; deprem yardımlarının koordine edilemediğine,
Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak, Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın
gündem dışı konuşmasında söz ettiği Dersim İsyanında görevde bulunan Türkiye
Cumhuriyeti yöneticilerini Hitler’le özdeşleştirmesini kendisine
yakıştıramadığına,
Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan, Fener Rum Patriği
Bartholomeos’un ekümenik patrik oluşunun 20’nci yılını 9 Kasım 2011 tarihinde
TBMM sosyal tesisi “Florya Deniz Köşkü”nde kutlanmasında TBMM Başkanının izni
olup olmadığına,
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Van ilinde meydana
gelen deprem nedeniyle yapılan hizmetlere,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu, Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın şahsına,
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar’ın Grubuna,
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Şırnak Milletvekili
Hasip Kaplan’ın şahsına,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.
İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan, Van depremi nedeniyle
bölgede yapılan hasar tespit çalışmalarının yapılamadığına ilişkin bir
açıklamada bulundu.
İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 21 milletvekilinin
süt üreticilerinin sorunlarının (10/50),
İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22
milletvekilinin, ortaöğretim sistemindeki aksaklıkların (10/51),
İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 24
milletvekilinin, mermercilik sektörünün sorunlarının (10/52),
Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhuriyet Meclisi Başkanı Dr. Hasan
Bozer'in vaki davetine icabetle, "KKTC'nin 28. Kuruluş Yıl Dönümü
Kutlamaları"na, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığını temsilen TBMM
İdari Amiri Salim Uslu'nun,
Azerbaycan Cumhuriyeti Millî Meclisinin vaki davetine icabetle
TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir parlamenter heyetin 20-22 Kasım
2011 tarihleri arasında Azerbaycan'a,
Resmî bir ziyarette bulunmalarına ilişkin Başkanlık tezkereleri
kabul edildi.
İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve arkadaşları
tarafından, 06 Ekim 2011 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
“Okullarda yaşanan şiddet olaylarının ve madde bağımlılığı gibi tehlikelerin
nedenlerinin araştırılması” hakkında verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin, (46 sıra no.lu) Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen
diğer önergelerin önüne alınarak, 15/11/2011 Salı günkü birleşimde sunuşlarda
okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP
Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner, Yalova Milletvekili Muharrem
İnce’nin şahsına,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın Grubuna,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın Meclis idare amirlerini topyekûn olarak suçladığına ilişkin bir
açıklamada bulundu.
Denizli Milletvekili Adnan Keskin, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın Grubuna,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın şahsına,
Denizli Milletvekili Nihat Zeybekci, Denizli Milletvekili Adnan
Keskin’in şahsına,
Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın şahsına,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Muş Milletvekili Sırrı Sakık, Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin hakkında vermiş olduğu gensoru önergesi
üzerindeki görüşmelerin halka yansımaması için, başka konular uzatılarak,
Meclis TV yayınlarının kesildiği saat 19.00’dan sonraya bırakılmaya çalışıldığına
ilişkin bir açıklamada bulundu.
Antalya Milletvekili Mehmet Vecdi Gönül, Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin şahsına sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.
Başkanın tutumu hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü’ne
uygun olarak davranmadığı ve çalışma usullerine uymadığı gerekçesiyle usul
görüşmesi yapıldı. Başkanlığın tutumunda bir değişiklik olmadığı açıklandı.
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in Grubuna,
İzmir Milletvekili Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın Grubuna,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, İzmir Milletvekili Oktay
Vural’ın şahsına,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu Adına Grup Başkan Vekilleri Iğdır
Milletvekili Pervin Buldan ve Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın; Bazı
Soruşturma ve Operasyonlarda Kolluk Güçlerine Hukuka Aykırı Uygulamalar
Yaptırdığı, Yargıya Müdahale Ettiği, Açıklamalarında Kullandığı Bazı İfadelerle
Devlet Adamı Ciddiyetinden Uzaklaştığı ve Yetkilerini Hukuka Aykırı Olarak
Kullandığı İddialarıyla İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin hakkında bir gensoru
açılmasına ilişkin önergesinin (11/2) gündeme alınması yapılan görüşmelerden
sonra kabul edilmedi.
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Kırıkkale Milletvekili Oğuz
Kağan Köksal’ın partisine,
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, İçişleri Bakanı İdris Naim
Şahin’in Grubuna,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın şahsına,
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in
partisine,
Ankara Milletvekili Gökhan Günaydın, İçişleri Bakanı İdris Naim
Şahin’in partisine,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Iğdır Milletvekili Pervin Buldan, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı’nın İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ile kendisine fiili
saldırıda bulunduğuna, bu fiilinden dolayı kınama cezası verilmesi gerektiğine
ve kendisini özre davet ettiğine ilişkin bir açıklamada bulundu.
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Iğdır Milletvekili
Pervin Buldan’ın şahsına,
Muş Milletvekili Sırrı Sakık, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in
partisine,
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın
şahsına,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.
16 Kasım 2011 Çarşamba günü alınan karar gereğince saat 14.00’te
toplanmak üzere birleşime 22.15’te son verildi.
Şükran Güldal MUMCU
Başkan
Vekili
Fatih ŞAHİN Muhammet
Bilal MACİT
Ankara İstanbul
Kâtip Üye Kâtip
Üye
II.-
GELEN KâĞITLAR
No: 29
16 Kasım 2011 Çarşamba
Teklifler
1.-İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam
ve 12 Milletvekilinin; 4109 Sayılı Asker Ailelerinden Muhtaç Olanlara Yardım
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/133) (Milli
Savunma ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.10.2011)
2.-İstanbul Milletvekili Umut Oran'ın;
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi (2/134) (İçişleri; Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile
Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 02.11.2011)
3.-Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı
ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural
ile 4 Milletvekilinin; 12/4/1991 Tarihli ve 3713 Sayılı Terörle Mücadele
Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/135)
(İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
02.11.2011)
4.-Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı
ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural
ile 4 Milletvekilinin; 31/5/2006 Tarihli ve 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi (2/136) (İçişleri; Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan
ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 02.11.2011)
5.-İstanbul Milletvekili Süleyman
Çelebi ve Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Yalova Milletvekili
Muharrem İnce ile 81 Milletvekilinin; Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/137) (Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 03.11.2011)
6.-Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekili Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Cumhuriyet Halk Partisi
Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, Milliyetçi Hareket
Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve Barış ve
Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın; Sporda
Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi (2/138) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Adalet
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2011)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu ve 20 Milletvekilinin orman yangınlarının nedenlerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi. (10/53) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/10/2011)
2.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve
21 Milletvekilinin, küresel ısınmanın ülkemize etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi. (10/54) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/10/2011)
3.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu ve 23 Milletvekilinin, mevsimlik tarım işçilerinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi. (10/55) (Başkanlığa geliş tarihi:
06/10/2011)
16 Kasım 2011 Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.03
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP
ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul),
Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 19’uncu Birleşimini açıyorum.
III.-YOKLAMA
BAŞKAN – Elektronik cihazla
yoklama yapacağız.
Üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter
sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç
sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz kanun
hükmünde kararnameler hakkında söz isteyen Ankara Milletvekili Özcan
Yeniçeri’ye aittir.
Buyurun Sayın Yeniçeri.
(MHP sıralarından alkışlar)
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, kanun hükmünde kararname yetkisinin
Hükûmetçe kullanılış biçimine ilişkin gündem dışı konuşması ve Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisin kürsüsünden yemin hariç ve
arızi bir durum hariç ilk kez konuşuyorum. Bu yüzden, imkân bulduğumuz süre
içerisinde hayırlara vesile olacak çalışmaları yapmayı Cenabı Allah’tan nasip
etmesini dileyerek sözlerime başlamak istiyorum.
Bilindiği gibi, 12 Mart
darbecilerinin 1960 Anayasası’na eklediği bir hükümle Hükûmete, kanun hükmünde
kararname çıkararak Parlamentoyu devre dışı bırakma yetkisi verilmiştir. 12
Eylül 1982 Anayasası da kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi veren maddeyi
aynen korumuştur. İstisnai hâllerde belli süre ve amaçlarla verilen bu yetki,
AKP İktidarı tarafından yoğun bir biçimde istismar edilmiştir.
Darbe anayasalarını
kıyasıya eleştirmek, ardından da darbe anayasalarında yer alan ve demokrasinin
mabedi olarak nitelenen Parlamentoyu bir nevi baypas eden kanun hükmündeki
kararnamelerle devleti yapılandırmak hem tutarlı hem de demokratik bir tavır
değildir.
Bir önceki Hükûmet seçim
öncesi Türkiye Büyük Millet Meclisinden kanun hükmünde kararname çıkarma
yetkisi almıştı. Bu yetkiye dayanarak, diğerleri bir yana, Türkiye Büyük Millet
Meclisi açıkken otuz dört tane kanun hükmünde kararname çıkarılmıştır. Hükûmet
çıkardığı kanun hükmündeki kararnameler ile devletin yönetim yapısını ve
bürokrasideki görevli yöneticilerin statülerini altüst eden değişiklikler
yapmıştır. Bu bağlamda, 8 Haziran 2011 tarihinde çıkarılan 636 sayılı Kanun
Hükmündeki Kararname’yle Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname’yle Çevre, Orman ve Şehircilik
Bakanlığı kurulmuştur. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı kapatılarak bu Bakanlığa
ait görevler bu yeni Bakanlığa devredilmiştir ancak 4 Temmuz 2011 tarihli Resmî
Gazete’de iki kanun hükmündeki kararname daha yayınlanarak bu Bakanlık 644
sayılı Kanun Hükmündeki Kararname’yle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 645 sayılı
Kanun Hükmündeki Kararname’yle de Orman ve Su İşleri Bakanlığı olmak üzere
ikiye ayrılmıştır. 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığına ait kanun
hükmündeki kararnamenin yayınından bir buçuk ay sonra değiştirilen ilk maddesi
yeni bir kanun hükmündeki kararnameyle tekrar değiştirilmiştir.
Bir getiren-bir kaldıran,
bir birleştiren-bir ayrıştıran uygulamalar, devlette devamlılık, devlet
geleneği ve devlet sorumluluğuyla bağdaşır bir durum değildir. Bunun adı, kanun
hükmündeki kararname müessesi değil, yap-boz, koy-kaldır, dene-yanıl
müessesesidir. Hükûmet, aslında kanun hükmündeki kararnamelerle âdeta devlete
el koymaktadır. Kanun hükmündeki kararnameler torba kanun niteliğinde
düzenlenmiştir. Bir kanun hükmündeki kararname ile onlarca kurumla ilgili yapısal
düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Birkaç gün önce Avrupa Birliği Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname ile Bazı Kanun
Hükmündeki Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmündeki
Kararname onlarca kamu kurum ve kuruluşunun düzen değişikliği yaratacak
hükümler içermektedir. Söz konusu kanun hükmündeki kararnamenin 57’nci
maddesiyle Kamu İhale Kurumundaki tüm başkan yardımcıları, baş hukuk
danışmanları, daire başkanları, unvanlı kişiler bir kalemde görevden alınmış ve
bunlar bir anda müşavir hâline getirilmiştir. Böylece, Kamu İhale Kurulundaki
başkan yardımcıları artık kurul kararıyla değil bakan tarafından atanacaktır.
İlgili bakan bağımsız ihale kurulunun karar yetkisini eline almış olmaktadır.
Kanun hükmündeki kararname
anayasal bir müessese olmasına rağmen demokratik bir müessese değildir.
Yasamanın yetkisini yasamadaki çoğunluğun arzusuyla yürütmeye devretmek
anlamına gelmektedir. Kanun hükmündeki kararname kanun hükmündedir ama kanun da
değildir. Kanun olabilmesi için Meclisten geçmesi gerekir. Anayasa’nın açık
hükmüne rağmen çıkarılan onlarca kanun hükmündeki kararnameden henüz Türkiye
Büyük Millet Meclisine gelen yoktur. Anayasa’yı yasalara, yasaları da kanun
hükmündeki kararnamelere indirgemek fena hâlde Anayasa suçu işlemek anlamına
gelmektedir. Anayasa’yla kurulmuş olan Devlet Planlama Teşkilatının bir kanun
hükmündeki kararname ile Kalkınma Bakanlığına dönüştürülmesi ilginçtir.
Anayasa’yla kurulan bir teşkilatı kanun hükmündeki kararnameyle kaldırmak
Anayasa’nın hem resmen hem de fiilen ihlalidir. Hükûmetin tasarrufu kanun
hükmündeki kararname tasarrufu değil Anayasa hükmündeki kanun tasarrufu hâline
gelmiştir.
Değerli milletvekilleri,
çıkarılan kanun hükmündeki kararnamelerle devlet bürokrasisi iktidarın rehinesi
konumuna indirilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözünüzü
tamamlayınız.
ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) –
Görevlerini vekâleten yürüten üst düzey bürokratlar bugün AKP Hükûmetine bağlı
etkisiz eleman durumundadır. Artık bürokratların kaderini yasalar değil,
bakanın iki dudağı tayin etmektedir.
Kanun hükmündeki
kararnameler bakanlıklarda teşkilat ve görevleri yeniden tanımladığı için görev
başında bulunan bürokratların mevcut statülerini kaybetmeleri sonucunu doğurmuştur.
İdarenin tek yanlı bu tasarrufuna karşı mağdur olanların yargıya gitme hakları
da yoktur. Bu durum Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olma niteliğini
tartışılır hâle getirmiştir.
Kanun hükmündeki
kararnameler devleti partileştiren, partiyi de devletleştiren bir araca
dönüşmüştür. Hükûmet kanun hükmündeki kararnamelerle devlete el koymuş,
bürokrasiyi rehin hâline getirmiştir. İktidar Anayasa’nın kanun hükmündeki
kararname çıkarması konusunda kendisine verdiği yetkiyi kötüye kullanmıştır. Anayasa’nın
91’inci maddesine göre çıkarılmış olan kanun hükmündeki kararnamelerin yine
aynı madde gereği Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmesi gerekmektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi kendisini devre dışı bırakan, demokrasiyi tehdit
eden, bürokrasiyi rehin hâle getiren, hukuku formaliteye indirgeyen kanun
hükmündeki kararname uygulamalarının mercek altına alınması varlığının
gereğidir.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Yeniçeri.
Hükûmet adına Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağ cevap verecektir.
Buyurunuz Sayın Bozdağ. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Özcan
Yeniçeri’nin kanun hükmünde kararname yetkisini Hükûmetin kullanmasına ilişkin
gündem dışı konuşmasında ifade ettiği hususları cevaplandırmak üzere
huzurunuzdayım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Bir defa, bir konuda
anlaşmamız lazım, o da şu: Kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi anayasal
bir yetki midir, değil midir? Anayasa’yı açıp bakıyoruz. Anayasa’nın 91’inci
maddesi “Kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verme” başlığını taşıyor.
Yani demek ki Hükûmetin kullandığı kanun hükmünde kararname çıkarması
Anayasa’dan kaynağını alan bir yetkidir. Anayasa’nın 6’ncı maddesinde de zaten
“Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamaz.” hükmünü amirdir. Burada, bir defa, Hükûmetin kullandığı kanun
hükmünde kararname çıkarma yetkisi Anayasa’ya dayanmaktadır.
Okuyorum, 91’inci maddede
deniliyor ki: “Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisi verebilir. Ancak sıkıyönetim ve olağanüstü haller
saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde
yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan
siyasî haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez.”
Bir defa, burada hangi
konuların kanun hükmünde kararname konusu olamayacağını da, yasak alanı da açıkça
Anayasa ortaya koymuştur.
Devam ediyor, ikinci fıkra:
“Yetki kanunu, çıkarılacak kanun hükmünde kararnamenin, amacını, kapsamını,
ilkelerini, kullanma süresini ve süresi içinde birden fazla kararname çıkarılıp
çıkarılamayacağını gösterir.”
Peki, değerli
milletvekilleri, kanunlar nereden çıkar? Türkiye Büyük Millet Meclisinden
çıkar. Bu yetki kanunu, adı üstünde, bir kanun. Nereden çıktı? Türkiye Büyük
Millet Meclisinden çıktı. Geldi hem ilgili komisyonda görüşüldü hem de Genel
Kurulda müzakere edildi ve Genel Kurulun kabulü ile 6/4/2011 tarih, 6223
sayıyla kanunlaştı burada.
Bakıyoruz, amaç ve kapsam
aynen Anayasa’da belirtildiği gibi var bunun içerisinde, süresi var, kaç defa
kanun hükmünde kararname, bu süre içerisinde birden fazla çıkarılıp çıkarılamayacağına
ilişkin usuller var, ilkeler var. Yani Anayasa’nın bir kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisi veren kanunda aranması gereken, bulunması gereken şekil
şartları neyse, esasa ilişkin şartlar neyse bunların tamamı bu kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisini veren kanunda var.
Peki, bu kanun Anayasa’ya
uygun mu? Bu konu tartışılmış. Muhalefet partileri farklı görüşler dile
getirmişler ama konu Anayasa Mahkemesine de taşındı. Anayasa Mahkemesi daha
sonra verdiği bir kararda, 27 Ekim 2011 Perşembe günü verdiği kararda bu Kanun
Hükmünde Kararname’nin yürürlüğünün durdurulması talebini reddetmiştir.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Kaça kaç?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Yani Anayasa Mahkemesinin kararında… Kısa özeti elimde…
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Haşim Kılıç reddetti.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Bir başka konu: Şimdi, bu Kanun Hükmünde Kararname’ye
baktığınızda, neyi düzenliyor diye ifade ediyoruz. Onun amaç ve kapsamını
düzenleyen 1’inci maddesine bakıyoruz: “Kamu hizmetlerinin düzenli, süratli,
etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülmesini sağlamak üzere…” diye amaç
ve kapsamın çerçevesinde belirtiyor. Hangi konularda düzenleme yapılacağını
belirtiyor, ilkelerini belirtiyor, süresini belirtiyor. Yapılan düzenlemelere
baktığınızda ise tamamen Yetki Kanunu çerçevesinde, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Hükûmete verdiği yetki sınırları içerisinde kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisi kullanılmıştır. Bugün Sağlık Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı,
diğer bakanlıklar Türkiye’de çok başarılı hizmetler ortaya koyuyorlar.
Teşkilatların çalışmasında ortaya çıkan aksamaları bizzat tecrübeyle yakından
biliyorlar. Bakanlıkların daha etkin, daha verimli çalışması için neler
yapılması gerektiğine dair onların çalışmaları, ortaya koydukları birtakım
tespitleri var ve bu tespitler çerçevesinde devletin bütün organlarının daha
etkin, verimli faaliyet gösterebilmesi ve vatandaşın ve devletin menfaatine
olacak sonuçların kısa sürede ortaya çıkarılması için atılması gereken adımlar
neyse o çerçevede düzenlemeler yapılmış ve adımlar atılmıştır.
Bugüne kadar çıkarılan
kanun hükmünde kararname sayısı, Yetki Kanunu’nu aldığımız günden bugüne kadar
çıkan kararname sayısı 35 adettir. 35 adet kanun hükmünde kararname çıkmıştır
ve bunlar da Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir ama burada bir
hususu da ifade etmem lazım. Sayın Hatip burada “Bunlar Meclis Başkanlığına
sunulmadı, keşke buraya sunulsaydı.” dedi ama zannedersem Meclisi takipte bir
eksiklik var, Anayasa’yı da okumamış belli ki Sayın Hatip, Anayasa’yı okusaydı,
91’inci maddenin son fıkrası aynen, şöyle “Kararnameler, Resmî Gazetede
yayımlandıkları gün Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur.” hükmüne amirdir.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) –
Genel Kurula getirmeniz lazım.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Yani bir kanun hükmünde kararname Resmî Gazete’de
yayımlandığı gün Meclis Başkanlığına sunulur, Başkanlığa müracaat ederseniz
Sayın Vekilim, hepsi orada. Danışmanlarınızı biraz çalıştırsaydınız bunların
bilgilerini alırdınız.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) –
Buraya getireceksiniz, buraya. Başkanlık olmaz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Efendim, “Meclis Başkanlığına sunulur” Anayasa’nın hükmü.
Siz “Sunulmadı” dediniz.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) –
Meclis Başkanlığı yazmıyor orada, “Meclise sunulur.” diyor.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Ve bütün kanun hükmünde kararnameler Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına sunulmuştur ve Başkanlıktadır.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) –
Başkanlık olmaz. Bu bir şey değiştirmez ki!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - İsterseniz şimdi
hemen gidip edinebilirsiniz veya danışmanlarınız vasıtasıyla edinebilirsiniz
ama Anayasa’yı okumadan Mecliste bu konuda ne işler yapılmış, bunu değerlendirmeden
burada itham etmek fevkalade yanlıştır.
Bir başka konu, o da şu: Bu
kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini sadece AK PARTİ Hükûmeti mi
kullanmış? Bundan önce kullananlar hiç olmamış mı? Bakıyorsunuz, bizim
hukukumuza girdikten sonraki süreçte, elimde rakamlar var: Bülent Ecevit
Hükûmeti, 1’inci Hükûmet, CHP, 26/1/1974 ila 17/11/1974 yılları arasında
sürmüş, baktığınız zaman bir yıl bile sürmemiş bu süre. Peki, Hükûmet o dönemde
kaç tane kanun hükmünde kararname çıkarmış? 3 tane çıkarmış.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – 3
tane mi!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Şimdi, gene bakıyoruz, Bülent Ecevit Hükûmeti, CHP, 3’üncü
Hükûmet. Ne zaman kurulmuş? 5/1/1978 ila 12/11/1979 tarihleri arasında bu
Hükûmet görev yapmış. Rakama baktığınızda da, işte bir yıldan biraz fazla, iki
yıla yakın. Kaç tane kanun hükmünde kararname çıkarmış? Tam 21 tane kanun
hükmünde kararname çıkartılmış. Şimdi, bakıyorsunuz, DYP-SHP Hükûmeti var,
20/11/1991 ila 25/6/1993 arasında, o zaman DYP-SHP Hükûmeti var, bu süre
arasında 14 tane kanun hükmünde kararname çıkartılmış.
Tansu Çiller Hükûmeti, gene
o da DYP-SHP Hükûmeti, daha sonra 1995’in sonuna doğru “CHP” ismini aldı,
değişti. O dönemde, Sayın Tansu Çiller’in Başbakanlık yaptığı 25/6/1993 ila
5/10/1995 tarihleri arasında tam 75 tane kanun hükmünde kararname çıkarılmış.
Peki, geliyorum Sayın
Yeniçeri’nin mensubu olduğu partinin de koalisyon ortağı olduğu döneme. Ne
zaman? 28/5/1999’da hükûmet kuruluyor, 19/11/2002 tarihine kadar görev yapıyor,
yaklaşık üç buçuk yıla tekabül ediyor. Şimdi söyleyeceğim rakama dikkat
buyurun, üç buçuk yıl içerisinde çıkarılan kanun hükmünde kararname adeti nedir
biliyor musunuz? Tam 51 adet kanun hükmünde kararname çıkarılmış, 51 adet.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Deprem kararnameleri onlar. Konularını açıkla konularını.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Bakın, biz dokuzuncu yılı dolduruyoruz, onuncu yıla
geçiyoruz, üç tane hükûmet, üçüncü hükûmet, bir de başlangıçtakini sayarsanız…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Devlet yapısını değiştiren bir şey yok, kurum yapısını değiştiren bir şey yok!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – …dördüncü hükûmet diyelim ve bakın, onuncu yıla geçiyoruz.
Biz, ilk iki hükûmet döneminde bu yetkiyi hiç kullanmadık sadece bakanlıkların
yapılandırılması ve Türkiye’deki idari yapının daha verimli, daha etkin
işletilebilmesi açısından yaşanan tecrübelerden hareketle atılması gereken
adımlar olduğu için bu yetkiyi aldık ve bizim kullandığımız kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisiyle çıkardığımız kararname sayısı, sayın vekilim,
35’tir. Ben şimdi soruyorum yüce heyete: Üç buçuk senede 51 tane kanun hükmünde
kararname çıkarmak mı Meclisi devre dışı bırakmaktır, yetki gasbı yapmaktır
-yani öyle kabul ederseniz, kaldı ki öyle değil- yoksa on yıla yakın, işte, 18
Kasımda 10’uncu yıla giriyoruz biz Hükûmet olarak, on yılda 35 tane çıkarmak mı? Hangisi daha
Meclise eğer saygı açısından bakıyorsanız…
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Devletin ana yapısını değiştirdiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Kaldı ki bunun Meclisin yetkisini gaspla da uzaktan yakından
alakası yoktur çünkü Meclis yetki ve görevlerini Anayasa’dan alır. Anayasa’nın
Meclise verdiği bir yetkiyi, Anayasa’nın Hükûmete verdiği bir yetkiyi,
Anayasa’nın Meclise veya Hükûmete verdiği bir görevi Anayasa’ya uygun şekilde
kullananları “Yetki gaspı yapıyorsunuz, Meclisin yetkisini devralıyorsunuz,
Meclisi işlevsiz kılıyorsunuz.” diye eleştiremezsiniz.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Sayın Bozdağ, 12 Eylül anayasası o! O 12 Eylül darbe anayasası, darbe!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – O zaman şunu yapacağız, o zaman diyeceğiz ki: “Bu maddeyi
değiştirelim, bu maddeyi kaldıralım.”
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Hani siz karşı çıkıyorsunuz ya, o darbe anayasası o!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Ha o zaman o konuşulabilir.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Senin söylediğin darbe anayasası, onu söylüyorsun!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Yeni anayasa sürecinde elbette bunlar müzakere edilebilir
ama bakın, biz demokratik bir hukuk devletiyiz. Parlamento yetkilerini
Anayasa’ya göre kullanıyor, İç Tüzük’e göre kullanıyor, Hükûmet de yetki ve
görevlerini Anayasa ve kanunlar çerçevesinde yapıyor.
Burada Hükûmetimiz
Anayasa’nın verdiği imkânı kullanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinde müzakere
edilip görüşülerek kanunlaşan yetki kanunu çerçevesinde çıkardığı kanun
hükmünde kararnameleri Meclisin verdiği izinle çıkarmaktadır. Eğer Meclis izin
vermeseydi, Meclis bu kanunu çıkarmasaydı Hükûmet kullanamazdı bu yetkiyi.
Dolayısıyla, bu yetki, yetki gaspı değildir, Meclisi işlevsiz kılma değildir,
aksine Meclisin verdiği izin ve yetki çerçevesinde ve Meclisin çizdiği sınırlar
içerisinde bu yetkinin kullanılmasıdır. Burada Anayasa ve yasaya aykırı bir
durum söz konusu değildir. Türkiye'nin daha iyi yönetilmesi, kurumlarımızın
daha etkili ve verimli çalışması ve bugüne kadar yaşanan aksaklıkların,
eksikliklerin ortadan kaldırılması için atılması gereken adımlardı, biz bunları
attık, ülkemiz için hayırlı ve yararlı olduğuna inanıyoruz. Bu hayırlı ve
yararlı kanunlardan herkes istifade edecektir ve Türkiye bu kanunlarla daha
güçlü hâle gelecek, daha iyi hizmetleri daha güzel bir şekilde üretme imkânı
bulacaktır.
Ben böylesi bir konuşmama
fırsat verdiği için Sayın Yeniçeri’ye teşekkür ediyor, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Bozdağ.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) –
Sayın Başkan, hem benim konuşmalarıma cevap olmadı söyledikleri hem de benim
söylediklerimi çarpıttı Sayın Bakan. Onun için, söz istiyorum.
BAŞKAN – Yani cevabı bu
kadar oldu, yapacağımız bir şey yok.
Gündem dışı ikinci söz,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Nüfus Kalkınma Grubu hakkında söz isteyen Malatya
Milletvekili Öznur Çalık’a aittir.
Buyurunuz Sayın Çalık. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
2.-
Malatya Milletvekili Öznur Çalık’ın, on yıldır informal bir grup olarak görev
yapan Türkiye Büyük Millet Meclisi Nüfus Kalkınma Grubu’nun faaliyetlerine
ilişkin gündem dışı konuşması
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün sizlere yüce Meclisimizin çatısı
altında on yıldır informal bir grup olarak görev yapan Türkiye Büyük Millet
Meclisi Nüfus Kalkınma Grubunun faaliyetleri hakkında kısaca bilgi vermek
istiyorum.
Nüfus Kalkınma Grubumuz
2001 yılında kurulmuş ve kurulduğu günden itibaren de sekreteryasını Türkiye
Aile Planlaması Derneği yapmakta ve özellikle ana çocuk sağlığı ve üreme
sağlığı konusunda yapmış olduğu çalışmalarla da son on yılda çok önemli imzalar
atmış bulunmakta.
Grubumuz, kurulduğu andan
itibaren, özellikle Avrupa Parlamenterler Forumu ile yapmış olduğu çalışmalar
ve Birleşmiş Milletlerin Türkiye’deki ofisleriyle yapmış olduğu çalışmalarla
dikkat çekmekte. Özellikle Türkiye’deki Birleşmiş Milletler ofisleri içerisinde
Nüfus Kalkınma Fonu UNFPA ile Kadın Dostu Şehirler Projesi ve anne çocuk
sağlığı konusunda projelere imza atmıştır.
Grubumuz, 2009 yılında
Addis-Ababa’da yapılan ICPD toplantısında özellikle Birleşmiş Milletler Nüfus
Fonu Doğu Avrupa ve Orta Asya Bölgesel Ofisinin İstanbul’da kurulmasıyla ilgili
çok önemli girişimlerde bulundu. Bu ofis, bizim de titizlikle takip ettiğimiz,
özellikle nüfus, yaşlanma, uluslararası göç, anne çocuk sağlığı, üreme sağlığı,
toplumsal cinsiyet eşitliği, insan ticareti gibi konularda gelişmekte olan
ülkelerin eğitilmesi ve aydınlatılmasına yönelik çalışmalar yapılmak üzere
kuruldu. Bu bölge ofisinin Doğu Avrupa ve Orta Asya’daki on dokuz ülke bize
bağlı olarak çalışacak ve ülkemizin son yıllarda uluslararası kuruluşlarda en
üst düzeyde temsil edilme yönünde izlediği aktif politika açısından bu duruma
baktığımız zaman çok ciddi stratejik öneme sahip olduğunu göreceğiz.
Birleşmiş Milletlerin
ülkemizde hâlihazırda on iki kuruluşu bulunuyor ve bunlardan sadece bölge ofisi
olan Gıda Örgütü ve Sınai Kalkınma Örgütü sadece Türkiye’deydi. İlk kez bu sene
Birleşmiş Milletler Nüfus Kalkınma Fonu’nun Doğu Avrupa ve Orta Asya bölge
ofisi Türkiye’de kuruldu ve İstanbul bu mücadeleyi verirken Viyana, Kopenhag ve
Cenevre’yle mücadele etti ve başta Sayın Başbakanım olmak üzere bu konuda bize
canıgönülden destek veren Sayın Dışişleri Bakanımıza, Kalkınma Bakanımız Sayın
Cevdet Yılmaz’a ve tüm bürokratlarımıza, müsteşarlarımıza canıgönülden teşekkür
ediyoruz ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda ilk kez Birleşmiş
Milletler Evsahibi Ülke Anlaşması kırk dokuz yıl sonra ilk kez 23’üncü Dönemde
bu Meclis tarafından imzalandı ve artık Türkiye, Birleşmiş Milletler
ofislerinin bölgesi hâline gelmek üzere çok hızlı adımlarla, stratejilerle
ilerlemeye devam ediyor.
Değerli milletvekillerim,
Sağlık Bakanlığımızın da özellikle Türkiye’de yapmış olduğu sağlıktaki
reformlarla ilgili ana-çocuk sağlığı konusunda grubumuz çok yakın takip
içerisindedir. Özellikle 2015 Milenyum Kalkınma Hedefleri çerçevesinde
anne-bebek ölümleri konusunda Türkiye'nin yapmış olduğu çalışmaların tüm dünya
tarafından takdir edildiğini bilgilerinize sunmak isterim. Özellikle anne ve
bebek ölümleri konusunda 1990’lı yıllarda yüz binde 100 olan anne ölümleri
bugün yüz binde 16 seviyesine gerilemiş, bebek ölümleri ise binde 60’lardayken
bugün binde 10’lara, binde 9’lara gerilemiş vaziyettedir. Özellikle anne ve
bebek ölümleri konusunda tüm dünya Türkiye'nin bu konudaki ilerlemesini de
takdirle izlemektedir.
Nüfus Kalkınma Grubumuzun
yoksulluğun önlenmesiyle ilgili özellikle TİKA’yla yapmış olduğu çalışma yine
bütün dünyanın severek izlediği bir pozisyon almıştır. Türkiye’nin, gittiğimiz
ülkelerde, Afrika’da bir hastanede sunulan tedavi merkezinde, Gürcistan’da bir
kanser erken teşhis merkezinde, Afganistan’da ya da Kosova’da çatışmalardan
zarar görmüş halkın sığındıkları konutlarda Türkiye’nin adı var, TİKA’nın adı
var. Bu konuda Sayın Bakanımıza, Başbakanımıza ve Hükûmet yetkililerimize de
canıgönülden teşekkürlerimizi iletiyoruz. Ve Nüfus Kalkınma Grubu, Türkiye Aile
Planlaması Derneği ve TİKA anne-çocuk sağlığı konusunda özellikle gelişmekte
olan ve az gelişmiş ülkelere anne-çocuk sağlığı eğitimi vermek üzere yeni bir
proje başlatmış bulunmakta. Grubumuzun 24’üncü Dönem toplantısını da
arkadaşlarımızla yapıp bundan sonra neler yapacağımızı da sizlerle
paylaşacağız.
Yine, Grubumuzun gündeminde
ve konusunda olan önemli konulardan bir
tanesi demografik yapılar, nüfus artış hızı.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
ÖZNUR ÇALIK (Devamla) –
Özellikle Sayın Başbakanımızın üstüne basarak Türkiye’nin gündeminde tuttuğu
“Her ailede mutlaka üç çocuk olmalı.” söylemi Türkiye’nin demografik yapısına
baktığımızda gerek ve şarttır. Dünya yaşlanıyor ve Türkiye de bununla beraber
yaşlanmaya devam ediyor. Eğer yaşlı bir nüfus istemiyorsak mutlaka her evde en
az üç tane çocuk olması gerektiği konusunda Nüfus Kalkınma Grubu olarak da
fikirlerimizi çok net beyan ediyoruz.
Sözlerime son verirken,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Nüfus Kalkınma Grubumuzun geçmiş dönemlerde
üyeliğini sürdürmüş tüm milletvekili arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunuyor, yeni
üyelerimizle birlikte yapacağımız yeni çalışmalarda, yeni projelerde sizleri de
haberdar etmeyi temenni ediyorum.
Hepinize saygılarımı
sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –Teşekkür ediyoruz
Sayın Çalık.
Gündem dışı üçüncü söz,
tutuklu öğrenciler ve adil yargılanma hakkında söz isteyen Tunceli Milletvekili
Hüseyin Aygün’e aittir.
Buyurunuz Sayın Aygün. (CHP
sıralarından alkışlar)
3.-
Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün, tutuklu bulunan öğrencilerin durumlarına
ve adil yargılanma yapılabilmesi için alınması gereken tedbirlere ilişkin
gündem dışı konuşması ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) –
Sayın Başkanım, çok teşekkürler.
Sayın Başbakan birkaç gün
evvel Suriye’deki cezaevlerinde yatan insanların gördüğü işkencelerden duyduğu
acıyı dile getirdi. Sayın Başbakana hatırlatmak isteriz. Aylardır bu ülkede
gazeteler 500’ün üzerinde öğrencinin, aralarında çocukların da olduğu ve bir
yandan da televizyonların utanmazca “Okula git.” kampanyası yürüttüğü bu ülkede
500’ün üzerinde öğrencinin olduğunu herhâlde unutmuş. Başka bir ülkeye, Suriye
üzerinden, nedense Suriye üzerinden ders verirken kendi ülkesinin gençlerinin
ne hâlde olduğunu, en azından, bizim de herhâlde görmediğimizi zannediyor.
Sayın milletvekilleri,
Malatya Hapishanesinde 2 genç, sadece duruşma sırasında, özel yetkili mahkemede
birbirine baktıkları için bir kısmı Adıyaman’a bir kısmı Elbistan Cezaevine
nakledildiler ve üç dört saatlik yoldan o mahkemeye getirilip götürülüyorlar,
elleri kelepçeli, havasız ring araçlarında. Bunun nasıl bir zulüm olduğunu
size, özellikle AKP Grubuna hatırlatmak isteriz.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; bu öğrenciler, Hopa olaylarında Başbakanı suçlayanların kırk
iki yıla varan hapis cezalarıyla cezalandırılmaya çalışıldığı bir ülkenin ne
yazık ki gençliğini oluşturuyor ve F tipi hapishanelerde tutuluyorlar,
yetişkinlerle bir aradalar. Ne yazık ki onların ne AKP Grubundan bakan ve
milletvekilleri ne de diğer partilerimizin gruplarından giden herhangi bir
ziyaretçileri yok. Öylesine ihmal edilmişler ki Avrupa Birliğinin ilerleme
raporunda bile unutuldular, tek satır olarak yer almadılar.
Suçları… On beş yıl ceza
avukatlığı yapmış bir arkadaşınız ve TBMM üyesi olarak bu dosyaları
incelediğimde dehşete kapıldım. Marks’ın kitaplarını okumak, Deniz Gezmiş’i
anmak, Mahir Çayan hakkında gösteri yapmak, İbrahim Kaypakkaya’nın posterini
yurttaki odasına asmak, 1970’li yıllarda yayınlanmış eserleri okumak, kırk iki
yıla varan cezaların istendiği bu dosyaların delilleri olarak özel yetkili
savcılarca ileri sürülebiliyor.
Şu anda Sincan F Tipi
Hapishanesinde bulunan Ali Haydar Yıldız dört silahlı örgüte birden üye olmakla
suçlanıyor ve ailesi Ankara’da avukat aramakla meşgul. Dünyanın hiçbir yerinde
herhangi bir insanın, görüşleri ayrı dört ayrı terör örgütüne üye olması mantık
kuralları açısından kabul edilemez olduğu hâlde, Türkiye’de Ankara’nın özel
yetkili savcısı bu çocuğu hem eğitim hakkından mahrum ettiği gibi hem de dört
silahlı örgütün üyesi yaparak toplum nezdinde hedef hâline getiriyor, ailesini
de telafisi imkânsız acılara sürüklüyor.
Sayın milletvekilleri, AKP
Grubu 12 Eylülle hesaplaşmayı gündemine alarak çok ciddi mesajlar verdi ve
toplumun bir bölümünde büyük beklentiler yaratıldı. Kenan Evren’in
yargılanacağı, darbecilerin hesap vereceğine dair söylemler nedense çabuk
unutuldu. Size sadece bu konuda AKP’nin tutarsızlığını, samimiyetsizliğini,
inandırıcı olmama niteliğini göstermek açısından bir tek örnek vereceğim.
Sayısız örnek verilebilir, Mustafa Balbay verilebilir, Ergenekon’dan yatanlar,
KCK tutukluları, çekilen acılar, Büşra Ersanlı’nın başına gelenler
konuşulabilir ama tek bir örnek: 1985 tarihli bir öğrenci yönetmeliği var.
Zahmet edip bakınız, bu yönetmelik okulda dernek kurmayı, okulda siyasi
faaliyet yürütmeyi, okul yöneticilerini eleştirmeyi bir veya iki dönem okuldan
uzaklaştırmayla cezalandırıyor ve biz inceledik, 1985’ten bu yana bu yönetmelikte
ciddi hiçbir değişiklik yok, yapılan üç düzenleme esasa dair değil. Şu an Hopa
olaylarından yatanlar, Malatya hapishanesinde tutulanlar, İstanbul’da
yargılananlar, şu saatlerde sadece puşi taktığı için İstanbul Özel Yetkili
Mahkemesinde hakkında verilecek kararı bekleyen kardeşimiz Cihan Kırmızıgül
gibi arkadaşlar bu yönetmeliğin de ayrı mağdurları durumundalar çünkü okul
hayatlarını da kaybediyorlar. Eminim pek çok milletvekilinin bu yönetmelikten,
bunun 12 Eylül ürünü olduğundan dahi haberi yoktur çünkü pek çok
milletvekilinin kendi mağdurlarını sadece Türkiye’de siyasi gündeminde
tuttuğunu da acı bir deneyim olarak biliyoruz.
Çok kısaca benim önerilerim
ve CHP’nin, mensubu bulunduğum partinin önerileri şu:
Özel yetkili mahkemeler
hukuk katilleridir, bunların lağvedilmesi lazım. Adalet herkese lazım olur,
geçmişte solcuları, devrimcileri, demokratları, yurtseverleri yargılayan bu
mahkeme bir gün sizleri de yargılayabilir. Türkiye her türlü değişime gebe,
garip bir ülkedir. O yüzden tutarlı olalım, hukuk devleti için adaletin, doğal
hâkim ilkesinin hayata geçmesi için bence birazcık kafa yoralım. Bu mahkemeler
bir an evvel lağvedilmeli.
Terörle Mücadele
Kanunu’ndaki “terör” tanımı değiştirilmeli. Şiddet içermeyen eylemler terör
kapsamı dışına çıkarılmalı.
TCK’nın çok tehlikeli bir
maddesi, darbeyle hesaplaşan AK PARTİ Hükûmeti döneminde çıkarılan…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
tamamlayınız.
Buyurunuz.
HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) –
Çok sağ olun, teşekkürler.
...2005’te sizin
Hükûmetinizce çıkarılan TCK’nın 220/6 ve 7’nci maddeleri çok tehlikeli,
kaldırılmaları lazım. Zira, örgüt üyesi olmadığı hâlde örgüt adına eylemlere
katılan kişiler de terör örgütü olarak altı yıl üç ay ceza alıyorlar. Bu çok
tehlikeli, sanatçılar da, şairler de, düşünürler de bu maddenin kurbanlarıdır.
Bu maddelere dikkat çekmek istiyorum.
En son özel yetkili
savcılarla, cemaat, oradan hükûmet arasındaki inanılmaz paralele dikkat çekerek sözlerimi bitireyim.
Sayın Başkanım, mesela
mezun olana da bir rektör soruşturma açmış. 4 Ağustos 2011 tarihli bir gazete
haberine göre, rektörler o kadar AKP karşıtı öğrencilere ön yargılı ki
Eskişehir Anadolu Üniversitesindeki Rıfat Çapar okulu bitirdiği hâlde rektörün
gazabına uğramış. Yine, Sayın Bülent Arınç’ın “Okuldan at!” dediği öğrenciler
okuldan atılmışlar.
Yargının, özel yetkili
mahkemelerin ve üniversitelerin siyasallaşmadığı bir demokrasi istiyoruz.
Çok sağ olun, çok
teşekkürler. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Aygün.
Hükûmet adına Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağ cevap verecektir.
Buyurunuz Sayın Bozdağ. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin başında
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Milletvekilinin dile
getirdiği hususlar üzerinde görüşlerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum. Türkiye
bir hukuk devleti. Hukuk devletinin gerekleri neyse bunun yapılması, hepimizin
üzerinde hassasiyetle durması gereken bir konu. Anayasa’mızın 2’nci maddesi ve
ilgili başkaca maddeleri ve bu konuya ilişkin yasal düzenlemelerin hepsi, hukuk
devletinin ayakta durması için birtakım kuralları barındırıyor kendisinde. Bir
defa, siyasetçilere birtakım görevler yüklüyor. Nedir? Yargıyla ilgili
konularda daha hassas davranılması ve yargının artık tekelinde olan
soruşturmasında veya kovuşturma aşamasında olan konularla ilgili konuşurken,
değerlendirme yaparken, yargı süreçlerine ilişkin değerlendirme yaparken burada
büyük bir hassasiyete ihtiyaç var ki süreçler sağlıklı işlesin.
Yargıya birtakım görevler
düşüyor. Yargı görevini yapan ister avukat olsun ister hâkim olsun ister savcı
olsun, kim görev yapıyorsa, bu görevi yapanlar dosyaya karşı bir defa bağımsız
olmalılar, tarafsız olmalılar, ön yargısız olmalılar, dosyanın taraflarına
karşı da aynı şeyi gerçekleştirmeliler, taraflara karşı da aynı şeyde
olmalılar, öte yandan kendilerine karşı da tarafsız ve bağımsız
davranabilmeliler. Her hâkimin her savcının her avukatın elbette bir siyasi
düşüncesi olabilir, elbette bir ideolojisi olabilir, elbette bir görüşe yakın,
diğer görüşe uzak olabilir ama yargılama yaparken, soruşturma yaparken bir
savcı veya hâkim kendi ideolojisine göre, kendi siyasi eğilimine göre
değerlendirme yaptığı zaman işte orada hukuk devleti çok büyük yara alıyor
demektir, yara almış demektir. O nedenle, yargıçların ve savcıların ve yargı
görevi yapan avukatlar dâhil herkesin dosyalara bakarken, olaylara bakarken
objektif bakabilmesi için taraflara karşı, kendi düşüncesine, ideolojisine
karşı, dosyaya karşı tarafsız ve bağımsız olma zorunluluğu var. Medyaya karşı
da tarafsız ve bağımsız olma zorunluluğu var. Bakıyorsunuz medyada özellikle
devam eden kimi soruşturmalarla ilgili ikiye ayrılmış kampları görüyoruz. Bazı
soruşturmalarda bazı medya veya bazı siyasiler “Bunlar kesin suçludur, bunlar
cezasını almalıdır, şöyledir, böyledir.” büyük bir kabul içerisinde. Hâlbuki
hukuk ön kabulleri kabul etmez, reddeder. Bu, yargılamanın sonucunda ortaya
çıkacak bir husustur. Diğer kesime bakıyorsunuz, onlar da bu dosyalarda
yargılananların suçsuz ama başka dosyalarda yargılananların suçlu olduğu
yönünde bir kabule sahiptir. Bu da çok tehlikeli bir durum. Bir ülkede
siyasiler, medya mensupları, insanlar davalar konusunda ikiye, üçe ayrılıyorsa,
bir davadakiler suçlu, öbür davadakiler suçsuz yaklaşımını benimsiyor, ona göre
kendi söylemlerini, eylemlerini tanzim ediyorsa, hukuk devletinin orada
işlemesi fevkalade zordur. Bugün Türkiye’de maalesef bunu yaşıyoruz. Zaman
zaman bakıyoruz, siyasi partilerin grup toplantıları âdeta mahkeme salonuna
dönüyor, hâkimler, savcılar, yargıçlar, nelerle nelerle itham ediliyor ve
suçlanıyor, yargılananlar aklanıyor. Hangisi doğru? İkisi de yanlış hem
suçlamak yanlış hem aklamak yanlış. Suçlamak da bizim işimiz değil aklamak da
bizim işimiz değil. Bu, yargı süreçleri sonucunda ortaya çıkacak bir husustur
ama maalesef Türkiye’de biz bunu aşamadık.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) –
Bunu öz eleştiri sayabilir miyiz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Ben bir hukukçu ve siyasetçi olarak bütün siyasi partilerden
ve herkesten, her kesimden özellikle istirham ediyorum. Devam eden
soruşturmalar konusunda herkesin kendisine de bir ölçü, mesafe koyması lazım.
Bir iddia varsa, bir soruşturma varsa, bir karar varsa, bir tutuklama veya
başka bir husus varsa bununla ilgili gazetelerin yazdıklarıyla konuşmak veya
birilerinin ortaya koyduklarıyla konuşmak bizi doğru sonuçlara götürmez.
Geçmişte çok tartışıldı.
İşte, imza ıslak mıydı, kuru muydu, kâğıt parçası mıydı, değil miydi ve daha
işin başında tartışıldı ama daha sonra ne oldu? Bütün bilirkişi raporlarıyla ve
kamuoyunun da kabul edeceği şekilde kâğıt parçası olmadığı, imzanın da ıslak
olduğu ve kimlere ait olduğu tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ortaya çıktı.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
Mahkeme sonuçlanmadı, bak sen de konuşuyorsun öyle Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Şimdi, “İnternet
andıcı” konuşuldu, tartışıldı, dendi ki şöyledir, böyledir, başka şeyler
çıktı.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Bu
mahkeme de sonuçlanmadı, konuştuğun mahkeme.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Ben onun için diyorum ki bunlarla ilgili konuşmanın yeri ne
buradır, ne de gruplardır ne de siyasilerin ağzıdır veya yaptığı
toplantılardır.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Şu anda ne yapıyorsunuz siz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Biz bunları konuştuğumuzda iki gün sonra ortaya çıkacak bir
mahkeme kararı, bir bilirkişi raporu veya ortaya çıkacak yeni bir delil bizi
fevkalade zor durumda bırakabilir ve bırakıyor da.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
Devam eden mahkemeyle ilgili konuşuyorsun Sayın Bakan. Kendi yanlışını kendin
yapıyorsun ya.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Bir başka konu, o da şu: Bakın, Türkiye’de yargı
bağımsızlığını ve tarafsızlığını etkileyen, ortadan kaldıran bana göre en
önemli şey, Yargıtaya itaat etmek zorunda olan bir yargı sisteminin olmasıdır.
Bugün Türkiye’de adli yargının Yargıtaya, idari yargının Danıştaya itaat
etmeden yani onun kararlarına uymadan karar verdiği zaman terfi sistemi,
fevkalade onun önünü kapayacak bir şekilde. Hâkimler kararlarında
direnemiyorlar. Neden? Çok yanlış bir not sistemi var, çok yanlış bir terfi
sistemi var, herkes bakıyor. Acaba Yargıtay daha önce bu konuda ne demiş,
Yargıtay nasıl karar vermiş, ben karar verirken Yargıtayın kararına uyarsam ne
olur, uymazsam ne olur, herkes onun derdine düşmüş. Hâlbuki Yargıtayın ne
dediği elbette önemli yol göstericilik açısından, ama mahkemelerin tamamen
Yargıtayın kararlarına itaat ederek, Yargıtay ne diyorsa o yolda adım atarak
mesafe alması da fevkalade yanlıştır ve yargı bağımsızlığı açısından da çok
büyük bir tehlikedir, maalesef, bu tehlikeyi Türkiye bugün yaşıyor.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
Bütün bunları biz düzeltiriz, merak etme! Siz on yıldır düzeltemediniz!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Ben avukatlığım döneminde de, siyaset yaptığım dönemde de bu konuyu
hep eleştirdim, yine de eleştirmeye devam edeceğim, çünkü bunun düzelmesi
lazım, yargıçların Yargıtaya karşı bağımsız hâle gelmesi lazım, idari yargıda
görev yapanların Danıştaya karşı tam bağımsız hâle gelmesi lazım. Onun için şu
kadar iş yükü çıkacak, şu kadar, efendim, şu notla geçecek, geçmezse senin
akıbetin şöyle olacak şeklindeki ilkel sistemin kaldırılması lazım…
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Ama Hükûmete karşı bağımlı olması lazım!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – …bununla ilgili de Adalet Bakanlığının bir çalışması
olduğunun müjdesini, ben, buradan yüce heyetle paylaşmak istiyorum.
Bir başka konu, Türkiye'nin
hukuk devleti olması yolunda hepimizin kararlı çalışması lazım. Siyasetçilerin,
medyanın, bilim dünyasının, ama en önemli çalışmayı da yargının yapması lazım.
Bugün devam eden ve
eleştirilen konulara baktığınızda, Türk Ceza Kanunu ve ceza mevzuatımıza
baktığınızda ve bunun içerisindeki düzenlemelere baktığınızda, hâkimlerin,
savcıların, yargı görevi yapanların temel hak ve hürriyetlerden yana,
özgürlüklerden yana, insandan yana, hukuktan yana yorum yapmasına engel olan
bir düzenleme yok, esasında teşvik eden düzenlemeler var.
Örneğin bu ülkede yıllar
yılı baş örtüsü zulmü yaşandı.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Ya bırak baş örtüsünü Bekir Bey Allah aşkına ya! Sen içerdeki adamlara bak ya!
Masal okuyorsun orada ya!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Neyle yaşandı? Mahkeme kararıyla yaşandı.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Senin özgürlük anlayışın bu kadar! Baş örtüsü!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Şimdi, bakın, bir mahkeme, bir öğrenciyi başını örtüyor diye
eğitim hakkını elinden alan karara imza atarsa, orada hukuk devletinden bahsedemezsiniz.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Baş örtüsü! Senin özgürlük anlayışın baş örtüsü!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Anayasa Mahkemesi…
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Dayak yiyen çocuklar ne olacak, dayak yiyen çocuklar?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Anayasa Mahkemesi, eğitim hakkını bir kişinin elinden alan…
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Sayın Bakan, dayak yiyen çocuklardan bahset.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - … şu kıyafeti tercih ediyorsun diye, onun altına imza atarsa
orada hukuk devletinin adı anayasada yazar ama uygulamada ararsınız,
bulamazsınız.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Tabii… Hukuk devletinde insanlar içeri girer!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Onun için, biz diyoruz ki: Bakın, Amerika’sını da…
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
İktidarlara bağlı olur hâkimler, hâkimler yargıya bağlı olmaz sana bağlı olur.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Bugün, ileri demokrasi dediğimiz ülkelerde hukuk devletinin
inşasında en önemli gücü yargıçlar ortaya koymuşlardır. Demokratikleşmeyi de
insan hakları alanında önemli adımlar atılmasını da….
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Onun için, insan hakları ihlalinde birinci sıradasınız dünyada.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - …hukukun evrensel ilkelerinin siyaset kurumu tarafından
hayata geçirilmesini de mahkemeler zorlamıştır…
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Tabii, tabii… Onun için birinci sıradasınız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - …parlamentoları zorlamışlar, hükûmetleri zorlamışlar…
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
İnsan hakları konusunda dünyada birinci sıradasınız. Gözünüzü açın Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - … siyasi partileri zorlamışlar, verdikleri kararlarla insan
haklarının, hukuk devletinin yolunu açmışlar.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
İnsan haklarıymış! Hapishanede adamlar ölüyor, nasıl öldüğü belli değil. Bunun
sorumlusu sizsiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Ama Türkiye’de bakın, tam tersi, yargı verdiği kararlarla
Meclisin attığı adımların önünü kapattı. İşte Anayasa’nın 10 ve 42’nci
maddesini hep beraber 411 oyla değiştirdik. Anayasa ayaklar altına alındı.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
İşine gelince 12 Eylül Anayasası, işine gelince Anayasa…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Böyle bir karar çıkar mı? Çıkmaz. Hâlbuki, mahkemelerin
Parlamentoyu haklar, hürriyetler, hukuk devleti konusunda şöyle yanlış kanunlar
var, maddeler var, hükümler var, bunları düzeltin diye verdikleri iptal
kararlarıyla zorlamaları lazım ama öyle olmadı.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Sayın Bakan, 12 Eylül Anayasası’na, yasalarına karşı mısınız değil misiniz? Onu
söyleyin. Bırak, masal anlatma.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Bakın, 301 tartışmalarının yapıldığı günleri ben
hatırlıyorum. O zaman, çok değerli tartışmalar yaşandı.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Masal anlatıyor. Dört senedir dinlerim seni.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Sayın Orhan Pamuk’la ilgili, savcılardan birisi takipsizlik
kararı verirken bir tanesi tuttu dava açılması yönünde ve de daha büyük
cezalarla dava açılması yönünde karar verdi.
İşte Şemdinli olayını
yaşadık. Mahkemenin bir tanesi otuz dokuz yıla varan bir kararın altına imza
atarken, bir başka mahkemeden fevkalade başka bir karar çıktı.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Kozinoğlu neden öldü hapishanede? Onu açıklasana.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Ben şimdi soruyorum, hem kendime soruyorum hem de hepimize
soruyorum…
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Kozinoğlu hapishanede neden öldü Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Bir mahkemede bir kişinin otuz dokuz yıl ceza almasına
ilişkin bir karar çıkar da bir başka mahkeme -Haydi buna yirmi yıl diyebilir,
on beş yıl diyebilir- beraatine dair bir karar tesis ederse orada hukuk nasıl
tecelli edecek?
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
Sayın Bakan, muhalefet değilsin, iktidarsın. Çözüm söyle, çözüm.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Baktığınızda, bizim sıkıntılarımız var.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
İktidar değil misiniz Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Onun için, biz diyoruz ki: Hep beraber bu sıkıntıları aşmak
zorundayız. Ama, en önemli sıkıntısı Türkiye'nin, yasalar değişse de değişmeyen
kafalardadır, yasalar değişse de değişmeyen uygulamalardadır, yasalar değişse
de değişmeyen alışkanlıklardadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz AK PARTİ
Hükûmetleri olarak, bugüne kadar bu ülkede değişmeyen alışkanlıkları
değiştirmeye, değişmeyen uygulamaları değiştirmeye, hukukla bağdaşmayan
uygulamaları hukukla bağdaşır hâle getirme noktasında son derece kararlıyız.
GÜRKUT ACAR (Antalya) –
Yargıyı kendinize bağladınız, kendinize bağladınız!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Bugüne kadar ciddi adımlar attık, atmaya da devam edeceğiz
ve biz bu noktada, herkesin ezberlerini bozduk. Daha çok bozacağımız ezber var,
onu da beraber yapmamız lazım. Böyle karşı karşıya gelerek değil, omuz omuza
vererek yapmamız lazım çünkü aşacağımız daha çok büyük engeller var. Hepimiz
bir araya geldiğimizde, ben inanıyorum ki, insan hakları ve hürriyetleri
konusunda, hukuk devleti konusunda, şu Parlamentoda bulunan grupların
anlaşamayacağı şey yoktur ama ideolojiler öne çıktığında, ön yargılar öne
çıktığında…
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Doğru söylüyorsun!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - …ön kabuller öne
çıktığında da bizim tartışmaları sağlıklı yapma imkânımız yoktur.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Hani biz seninle 12 Eylülle ilgili kanun çıkarıyorduk geçen sene, ne oldu? Hani
çıkacaktı o kanun?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Ben, umarım, bu noktada, Anayasa tartışmaları Türkiye’ye
önemli bir eşik atlatır, önemli bir noktaya getirir.
Biz hukuk devleti
konusunda, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısını değiştirirken çok
önemli bir adım attık. Ondan önce, baktığınızda, işte, Danıştaydan 2 kişi,
Yargıtaydan 3 kişi seçiliyor, onlar oraya geliyor, işte, baktığınızda farklı
bir yapı oluyor, Cumhurbaşkanı da onlardan atama yapıyor. Şimdi, onlar da
Yargıtaya, Danıştaya üye atıyor.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Şimdi, hemşehrilerini atıyor!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Kapalı devre bir kast sistemi işliyor.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Hemşehrilerini atıyor şimdi!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Şimdi, o sistemin içerisinde herkes birbirinin ağzına
bakıyor. Neden? Çünkü, bütün yükselmeler oradan geçiyor. Biz ne yaptık? Biz
dedik ki: Bu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kim hakkında karar veriyor?
Hâkim ve savcılar hakkında. Öyleyse, hâkim ve savcılar kendilerini temsil edenleri
doğrudan seçsinler. Doğrudan seçme yetkisi verdik, aracıyı taracıyı kaldırdık.
İki: Ne dedik? “Yargıtay
kendini temsil edeni doğrudan seçsin, Danıştay kendini temsil edeni doğrudan
seçsin.” dedik. Kötü mü yaptık?
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) -
Sayın Bakan, özel yetkili mahkemelere gel ya!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Ama o zamanki Yargıtay Başkanımız da, Danıştay Başkanımız da
çıktılar bunu eleştirdiler.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Gündem dışı konuşma özel yetkili mahkemeler, tutuklular.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Allah aşkına, dünyanın neresinde “Sizin adınıza sizi temsil
edecekleri siz doğrudan seçin, biz size bu yetkiyi veriyoruz.” diye bir kanuni
düzenleme olur da bu düzenleme lehine yapılanlar “Biz bunu kabul etmeyiz.” diye
ayağa kalkarlar?
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Sayın Bakan, haksız tutuklamalara gel, tutuklamalara.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Bunun hukukla alakası var mı? Bunun ideolojiyle alakası var.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Tutuklamalara gel, özel yetkili mahkemelere gel, gündem konusu oydu.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - O nedenle, biz bu alanda da önemli bir adımı attık, kast
sistemini ortadan kaldırdık.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Gündemle ilgili konuşmuyorsun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Yargıçlar ve savcılar kendileriyle ilgili karar verecekleri
bundan sonra doğrudan seçiyorlar. Bunun adı “demokrasi”dir, bu, hukukun
evrensel ilkelerinin bu alanda hayata geçirilmesidir.
Bakın bir başka konu: Biz
12 Eylül halk oylamasında kabul edilen Anayasa değişiklikleriyle Türkiye’de
önemli adımlar attık. Geçici madde 15’in kaldırılması önemli bir reform oldu,
daha önce 2001’de bunun birinci fıkrası kaldırılmıştı, ikinci fıkrası
kalkmamıştı ama biz tamamen maddeyi ortadan kaldırdık. Ne yaptık? O zaman, bu
ülkede darbe yapanların yargılanmasını engelleyen düzenlemeyi ortadan
kaldırdık. Herkes tartıştı. “Efendim, zaman aşımı dolmuştur, bu iş olmaz veya
hukuka uygunluk nedeni vardır, bu şöyle olmaz, böyle olmaz.” şeklinde pek çok
değerlendirmeler yapıldı. Biz o zaman da, bakın o zaman da Hükûmet olarak çok
net ifade ettik, “Burada zaman aşımının işlemesi söz konusu değildir, işlemeyen
bir zaman olduğu zamanda zaman aşımı söz konusu olamaz. Geçici madde 15 zaman
aşımının işlemesini durdurmuştur. O nedenle, ’zaman aşımının işlemesi’ diye bir
şey söz konusu değildir.” dedik ve bizim kararımız o, bizim düşüncemiz de o. Bu
konuda son kararı elbette yargı verecektir. Bize göre darbe yapanlarla ilgili
zaman aşımı 12 Eylül 2010 tarihinden itibaren işlemeye başlamıştır ama buna
yargı karar verecektir.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – O
size göre. Size göre o, size göre.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Farz edin bunun aksini söyleyenler olsun, “Yok, zaman aşımı
dolmuştur.” veya “Hukuka uygunluk vardır.”
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
Milleti kandırmak için yaptınız o yorumları.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Hangi görüşü benimserseniz benimseyin, ortaya çıkarsa çıksın
bu ülkede darbe yapanlarla ilgili adli soruşturmalar yapılacaktır.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
Hani yapılıyor mu?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Yapılmadan karar verilemez. Çünkü zaman aşımına ilişkin bir
karar verilecekse soruşturmanın sonucunda karar verilecektir, eğer başka bir
karar verilecekse yine soruşturmanın sonucunda verilecektir. Farz edin ki dava
açılmaması yönünde bir karar çıktı ve bu karar nereye gidecektir? İtiraz
üzerine mahkemeye taşınacaktır. Sonuçta, darbe yapanlar her hâl ve şartta
savcıların önüne çıkacak hesap verecektir, yargıya gidecek hesap verecektir.
Biz bunun adımını attık, yolunu açtık. Biliyorsunuz Kenan Evren’in de ifadesi
alındı, dosya açıldı, soruşturması devam ediyor.
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) –
Marmaris’te, Marmaris’te...
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – O gün burada bu geçici madde 15 kalkmasın diye uğraş
verenleri de Türkiye gördü, meydan meydan gezip “Darbeciler yargılanmasın.”
diyenleri de Türkiye gördü, bizi de gördü.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Çok yargıladınız Bekir Bey.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – O nedenle, biz bu noktada samimiyiz.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)
– Ceza Kanunu’ndaki zaman aşımı süresini kaldıralım dediğimizde niye ret oyu
verdiniz?
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Bekir Bey Adalet Komisyonunda 12 Eylül’le ilgili yasa bekliyor, biraz samimi
olalım.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Ve yargılama devam edecektir.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Biraz samimi olalım. O yasadan senin haberin var, Grup Başkan Vekiliydin o
zaman.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – Cihan Kırmızıgül’le ilgili ve öğrencilerle ilgili de bir
şeyi ifade etmek istiyorum. Şimdi, Sayın Vekilin ifade ettiği Cihan
Kırmızıgül’le ilgili -bugün değişik medya organlarında da vardı- baktığımız
zaman, aldığım bilgilere göre, tabii ben bilmiyorum ama öğrenci olduğu için mi
gözaltına alınmış, yoksa öğrenci olduğu için mi tutuklanmış nedir konu diye
baktığımızda …
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) –
Galatasaray Üniversitesi öğrencisi.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) – …PKK terör örgütü adına eylem yapmak amacıyla Kâğıthane
ilçesi Etibank Caddesi üzerinde toplanan grup içerisinde yer alarak, toplanan
kişilerin üzerine yüzünü kapatarak ellerindeki molotofkokteyllerini cadde
üzerinden bir marketin camlarına doğru attıkları… Uzun uzun anlatıyor. Yani bir
eylem var. Bununla ilişkin bir soruşturma devam ediyor. Şimdi, terör örgütü
adına eylem yaptığı hakkında iddia olunanlarla ilgili cumhuriyet savcıları
soruşturma açmayacaklar mı? Elbette açacaklar, yasa bu yetkiyi veriyor. Kolluk
güçleri vazifesini yapmayacak mı? Elbette yapacak. Yani burada eylem yapılıyor,
bunu yapanlar öğrenci diye geri duracak mı? Durmayacak, çünkü yasa ona o
yetkiyi veriyor. O çerçevede bir değerlendirme yapılıyor ama konuyu farklı
gösterip, öğrenciler böyle duruyor diye dendiği zaman bu da fevkalade yanlış
bir yaklaşım olur.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Sayın Bakan, Sivas sanıkları Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’ndan
yargılandı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Diğer isimlere baktığım zaman, terör örgütüne üye olmak ve
terör örgütü propagandası yapmak şeklinde birtakım eylemler nedeniyle itham
edildiklerine dair bilgiler var. Tabii, bunlar doğru mudur değil midir, iddia
bunlar, bunun doğru olup olmadığına yargı karar verecektir, bizim karar
vermemiz fevkalade yanlış olur; ama bunlarla ilgili soruşturmayı, kovuşturmayı
elbette yargı yapacaktır ve yargı sonucunu hepimiz beklemeliyiz ve yargının
vereceği karar neyse ona da hepimiz saygı duyacağız.
Ben, bu vesileyle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Bozdağ.
Sayın milletvekilleri…
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) –
Sayın Başkanım, konuşmalarım çarpıtıldı. Bizim mahkeme kurduğumuz, siyasi
partilerin yargıyı yargıladığı yönünde iddialarda bulundu.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Öyle bir şey olmadı efendim, öyle bir şey olmadı, hayır.
BAŞKAN – Anlayamadım bir
dakika.
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) –
Bizim, siyasi parti olarak mahkeme kurduğumuzu, yargı hakkında kararlar
verdiğimizi, bir mahkeme gibi davrandığımızı söyledi ve konuşmamızı çarpıttı.
Bir dakika izin istiyorum efendim.
BAŞKAN – Buyurunuz.
V.-
AÇIKLAMALAR
1.-
Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün, gündem dışı konuşmasına Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın vermiş olduğu cevapta ifadelerini yanlış
aksettirdiğine ilişkin açıklaması
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) –
Sayın Başkanım, Bekiz Bozdağ’ın avukat olduğunu da bu vesileyle öğrenmiş oldum.
On dokuz dakika sadece suya sabuna dokunmayan sözlerle hepimizi yine klasik AKP
taktiğiyle aldatmaya çalıştı. Sadece iki dakika, Cihan Kırmızıgül ve diğer
terör örgütü üyeleriyle ilgili bana göre son derece talihsiz, avukatlık
mesleğiyle de uyuşmayan sözler etti.
Şimdi birincisi şu: 12
Eylülü falan yargılamadınız, lütfen kendinizi ve bizi aldatmayın. Kenan Evren,
savcılara verdiği mülakattan sonra -ben ona mülakat diyorum- şöyle söyledi:
“Ben iki tane savcıya, Ankara’dan geldiler, mülakat verdim.” dedi. Bunun
savunma olmadığını bizzat Kenan Evren söyledi ve geçen gün Ankara özel yetkili
savcısının “Altı yüz seksen işkenceden ötürü, işkenceden ölümden ötürü elimizde
dosya var ama daha tek bir kamu davası açılmadı.” yönündeki sözlerini lütfen
unutmayınız. Kimseyi aldatmaya çalışmayınız, Meclise yanlış bilgi vermeyiniz.
12 Eylülle hesaplaşılmıyor, sadece, daha arsız, daha korkunç, daha kuralsız ve
insanların özel hayatlarını da didik didik eden vesayetin yerine, askerî
vesayetin yerine cemaatlerin de denetimini koyan yeni bir düzen inşa
ediyorsunuz, buna “demokrasi” demeyin.
Öğrencilerle ilgili de…
Cihan Kırmızıgül Galatasaray Üniversitesi öğrencisi, ben ailesini tanıma imkânı
buldum, şu an hakkında verilecek kararı biz de merakla bekliyoruz. Sayın Bakana
ve yüce Meclise hatırlatmak isteriz: Cihan Kırmızıgül’ün eylemi bir yürüyüş
eylemidir ve yüzüne poşu taktığı için yirmi iki aydır hapiste. Cihan’ın ailesi,
avukatları, dostları, sivil örgütler, CHP milletvekilleri şu an Beşiktaş’taki
mahkemede sonucu bekliyorlar. Galatasaray Üniversitesi gibi parlak bir okulun
öğrencisine yirmi iki aylık tutuklamayla korkunç bir yargı zulmünün
uygulandığını düşünüyorum. Cihan serbest bırakılıp okuluna geri dönmeli, tıpkı
o demagojik reklamdaki gibi okulunda okumalıdır; küçükler için yapılan o
reklamı çok beğendim ama bir ikiyüzlülük de görüyorum.
Diğer soruşturmalar da öyle
sevgili milletvekilleri, kesinlikle öğrencilikle ilgili olmasa da yapılan
yürüyüşler düşünce açıklaması niteliğindedir, yapılan yürüyüşler Hükûmete
eleştiri içermektedir. Sayın Başbakanı bu ülkede protesto etti diye Berna ve
Ferhat’ın on dokuz ay tutuklu kaldığını unutmayın.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Terör örgütüne üye oldukları için tutuklandılar.
HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) –
Özel yetkili savcılarınız ne yazık ki Berna ve Ferhat’ın on dokuz aylık
tutukluluğundan sonra hem tahliyelerini hem beraatlarını istiyorlar. O on dokuz
ayı kim o çocuklara geri verecek, bunu düşününüz. Özel yetkili savcılarda, özel
yetkili mahkemelerde arkalarında Hükûmet olduğu için gerçekten korkunç bir
vicdansızlık olduğunu biliyorum ama cezaevi kapılarındaki anaların ahı sizi
tutar yani o yüzden bunu unutmayın.
Saygılar. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
Sayın milletvekilleri,
şimdi isimlerini okuyacağım sayın milletvekillerine İç Tüzük’ün 60’ıncı
maddesine göre bir dakika söz vereceğim.
Sayın Özkes, Sayın
Canalioğlu, Sayın Şafak, Sayın Tüzel, Sayın Gök, Sayın Tanal, Sayın Doğru,
Sayın Erdoğan, Sayın Yeniçeri, Sayın Atıcı, Sayın Sakık, Sayın Metiner, Sayın
Özel, Sayın Eryılmaz. Bunun dışında sisteme girecek olan sayın vekillere söz
vermeyeceğim. Bu okuduklarımla sadece sınırlı olduğunu tekrar beyan edeyim, bir
dakika olduğunu tekrar hatırlatayım. Ona göre lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Sayın Özkes, buyurunuz.
2.-
İstanbul Milletvekili İhsan Özkes’in, Suudi yetkililerince Kabei Muazzama’daki
Osmanlı’nın yaptırdığı revakların yıkılmak istendiğine ilişkin açıklaması
İHSAN ÖZKES (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Suudi yetkililerinin Kabei Muazzama’da
Osmanlı’nın yaptırdığı revakları yıkacağı bilinmektedir. I. Abdülmecit’i anma
etkinlikleri düzenleyenler Kâbe’de revakların yıkılmasına seyirci kalmaktadır.
Daha önce de revakların yıkılması gündeme gelmiş ancak zamanın, Türkiye
Cumhuriyeti’nin dirayetli liderleri tarafından engellenmiştir. Maalesef imam
hatip mezunu bugünkü liderler aynı dirayeti gösteremediler. Revakların
yıkılmasını engelleme başarısı gösteremeyen iktidar, yıkılacak revakların
enkazına talip olma acziyeti içerisindedir. Mekke’nin kavurucu sıcağında
hacıların gölgelenmesi için yapılan bu revaklar Türkiye'nin istismar ikliminde
Ankara’da Hacı Bayram Camisi ile İstanbul’da Sultanahmet Camisi’ne ve Konya’ya
taşınmak isteniyor. AKP kendi acziyetini gizlemek için göz boyamak istiyor.
İktidarda mağduriyet, başarısızlıkta mağruriyet ustası oldular! Libya’da
Müslümanların birbirini öldürmesi için 400 milyon dolar veren AKP için…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.
Sayın Canalioğlu…
3.-
Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, yeni atanan bakan
yardımcılarının yetki, görev ve sorumluluklarının belirlenmesine ilişkin
açıklaması
MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU
(Trabzon) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
öncelikle sayın bakanlarımızın bakan yardımcıları atanmaya başlamış ve bu
atanan bakan yardımcıları gittikleri illerde sanıyorum yetki, görev ve sorumlulukları
belirlenmediğinden öncelikle ne yapacaklarını bilemiyor ve dahası stadyumlarda,
protokollerde valilerden, milletvekillerinden önde yer alıyor ve ona göre
davranıyorlar. Ve ayrıca gittikleri illerde millî eğitim müdürlüğüne bağlı,
Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda da sınıflara giriyorlar, okulları
denetliyorlar ve de bağlı oldukları bakanı övüyorlar. Bunların etik olmadığını
ve bir an önce bakan yardımcılarının yetki, görev ve sorumluluklarının
belirlenmesi hem illerde valilerimizi hem de kamu görevlilerini
rahatlatacaktır.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.
Sayın Şafak…
4.-
Niğde Milletvekili Doğan Şafak’ın, Niğde ilinin merkez köyleri ve Çiftlik
ilçesinde meydana gelen don olayı nedeniyle patates üreticilerinin
mağduriyetinin giderilmesine ilişkin açıklaması
DOĞAN ŞAFAK (Niğde) –
Teşekkür ederim.
Değerli milletvekilleri,
Kurban Bayramı’nın üçüncü günü Niğde’nin merkez köyleri Hasaköy, Konaklı,
Edikli, Orhanlı, Ağcaşar, Bağlama, Alay, İnli ve Çiftlik ilçesinde patates
ürünleri donmuştur. Niğde Tarım İl Müdürlüğünün ön tespitine göre 1.400 üretici
mağdur olup yaklaşık 50 bin dekarlık ekili alan donmuştur. Çiftçinin 4 ton
dekar başına ürün aldığı hesaplanırsa, 200 bin ton patates tarlada donmuştur.
Şu anda patatesin fiyatı kilo başına 300 kuruştur. Yaklaşık olarak 60 trilyon
ekonomik kayıp ve çiftçimizin zararı vardır.
2090 sayılı Yasa’ya göre,
yüzde 40 mal varlığını ve gelirini kaybeden çiftçinin mağduriyetinin
giderilmesi gerekmektedir. Hükûmeti bu konuda acilen önemle hareket etmeye
çağırıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
Sayın Tüzel…
5.-
İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’in, Barış ve Demokrasi Partisine
ayrımcılık yapıldığına ilişkin açıklaması
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizlere bağımsız vekil
olarak sesleniyorum.
Dün Genel Kurulda yapılan
gensoru görüşmeleri esnasında yaşananlar demokrasi ve özgürlükler adına kaygı
vericidir. Yapılan konuşmalar, takınılan tutum halk temsiliyetine bir
tahammülsüzlüğü göstermektedir.
Sayın Başbakan grup
konuşmasında “BDP Mecliste olsa da olur olmasa da olur.” demiştir. İçişleri
Bakanı gensoruya verdiği yanıtta BDP’yi hedef gösteren kışkırtıcı bir üslupla
konuşmuştur. Son olarak bir TV programında konuşan Gençlik ve Spor Bakanı,
gençlik politikalarıyla yapılan çalışmalarda AKP, MHP, CHP gençlik
teşkilatlarını çağıracaklarını, görüşeceklerini söylüyor. “Neden BDP yok?” diye
sormak gerekiyor. “Siyasette müzakere edeceğiz.” dediğiniz bu mudur? BDP’den
vaz mı geçtiniz? Milyonlarca yurttaşın oyunu almış ve Kürt sorununun çözümünde
çabası göz ardı edilemeyecek BDP hedefe konularak sorunlar çözülebilinir mi?
Hükûmetin demokrasi anlayışında kendinden farklı düşünenlere yaşam hakkı
tanımayacağı anlaşılmaktadır. Nedir bu ayrımcılık diye sormak…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.
Sayın Gök…
6.-
Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Van ilinde meydana gelen depremde yıkılan
konutların bir an önce yapılarak teslim edilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın
Başkan, Van’da depremde yıkılan evlerin bir an önce yapılmasını hepimiz arzu
ediyoruz. Dün de burada konuşan Çevre ve Şehircilik Bakanı, sekiz ay gibi bir
zamanda yıkılan konutların yapılacağını ifade etti. Umarım daha da kısa bir
süre içerisinde bunlar gerçekleşir ancak daha önceki uygulamalara baktığımızda
bunun pek mümkün olmadığını söylemek istiyorum. Örneğin, hemen Ankara’mızın bir
saatlik mesafesinde, Balâ ilçesinin Afşar beldesinde dört yıl önce meydana
gelen depremde yıkılan konutların yerine yenisi daha henüz yapılmamıştır ve
teslim edilmemiştir. İki yüz elli konutu yapamayan Hükûmet, acaba Van’daki
depreme nasıl merhem olmaya çalışacaktır? Bu konuda Sayın Bakandan somut bir
açıklama bekliyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.
Sayın Tanal…
7.-
İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda
Deniz Feneri davasının avukatlığını yapan üyenin olup olmadığına, var ise
davanın avukatlığından ne zaman istifa ettiğine ilişkin açıklaması
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Teşekkür ederim Başkan.
Değerli milletvekilleri,
Sayın Bakandan şunu öğrenmek isterim eğer beni dinleme lütfunda bulunur ise
Sayın Bakan.
1) HSYK’yı bu kadar
övdünüz. Övüp seçmiş olduğunuz üyelerin arasında Deniz Feneri davasının
avukatlığını yapan üye var mı? Var ise Deniz Feneri davasının avukatlığından ne
zaman istifa dilekçesini verdi? Bu bir.
2) Başbakanın yargılandığı
davada bilirkişi raporu düzenleyen üye var mı?
3) Aynı üyenin oturduğu
villanın değeri 7 milyon dolar mı? Bu HSYK üyesi, bu kadar övdüğünüz üye kimdir,
hakkında herhangi bir işlem yapacak mısınız?
Saygılar.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
Sayın Doğru…
8.-
Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Hükûmetin kanun hükmünde kararname
yetkisini kullanırken ortaya çıkan sorunlara ilişkin açıklaması
REŞAT DOĞRU (Tokat) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Hükûmetler acil hâller
dışında olağanüstü hâller içerisinde kanun hükmünde kararnameler çıkartır. Bu
birçok Hükûmet tarafından kullanılmıştır ancak 57’nci Hükûmetin çıkartmış
olduğu kanun hükmünde kararnamelerin daha çoğu depremle ilgilidir yani çok
aciliyeti olan durumlar içerisinde o kanun hükmünde kararnameler çıkartılmıştır
ancak AKP İktidarı zamanında son olarak çıkartılan otuz beş tane kanun hükmünde
kararname kısa zaman içerisinde, süratli bir şekilde çıkartılmıştır. Bunların
bazılarında aciliyet yoktur. Mesela, Millî Eğitim Bakanlığının personeliyle
ilgili çıkartılmış olanı veyahut da Sağlık Bakanlığının hem tam gün hem de
teşkilatıyla ilgili olanıdır. Mesela, Sağlık Bakanlığıyla ilgili olarak
çıkartılmış olan kanun hükmünde kararnamede tartışılması ve komisyonlarda
görüşülmesi gereken birçok konu vardır. Yabancı doktorlardan, hemşirelerden
tutun da bunun yanında hastane birliklerine kadar birçok konu ciddi manada
tartışılması ve karar verilmesi gereken konulardır ancak bunların hepsi bir
kenara bırakılmış ve kanun hükmünde kararnameyle birçok şey altüst edilmiştir.
Korkarım ki önümüzdeki zaman diliminde yeniden tekrar torba kanunla getirilip…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.
Sayın Erdoğan…
9.-
Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Hükûmetin kanun hükmünde kararname
yetkisini kullanırken ortaya çıkan sorunlara ilişkin açıklaması
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) –
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan açıklamaları
sırasında kanun hükmünde kararname çıkartma yetkisinin Anayasa’da yer aldığını
belirttiler. Anayasa’mızda yasama, yargı ve yürütme ayrı ayrı yer almaktadır.
Hükûmet kanun hükmünde kararname çıkartma yetkisini kullanarak hem Meclisi hem
de yargıyı bertaraf etmiştir. Şu anda cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar
bürokrat işsiz konuma getirilmiştir. Bu bürokratların eski görevlerine dönme
konusundaki yargıya başvurma hakları da gasbedilmiştir. Ben, özellikle bu
konunun yeniden ele alınmasının gerektiğine inanıyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.
Sayın Yeniçeri…
10.-
Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Hükûmetin kanun hükmünde kararname
yetkisini kullanırken ortaya çıkan sorunlara ilişkin açıklaması
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben biraz önceki konuşmam sırasında
kanun hükmündeki kararnamelerin Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
getirilmediğini ve burada görüşülmediğini ifade ettim. Elbette Meclis Başkanına
götürecekler, Meclis Başkanına verecekler. Meclis Başkanına götürmekle sorun
çözülmüyor ki. Önemli olan milletin Meclisine getirme, milletin vekilleriyle bu
meseleyi tartışıp kanun hâline getirmek. Kanun hâline getirilmemiştir. Adalet
ve Kalkınma Partisi döneminde çıkarılan kanun hükmündeki kararnamelerden
hiçbirisi Genel Kurula gelmemiştir, onu söyledim.
Anayasa’yı yasalara,
yasaları da kanun hükmündeki kararnamelere bağladınız. Ben kanun hükmündeki
kararnameleri çıkarmadınız demedim. Başka bir şey daha söyledim, Devlet
Planlama Teşkilatı anayasal bir kuruluştur, siz Devlet Planlama Teşkilatını
kanun hükmündeki kararname ile değiştiremezsiniz, kanun hükmündeki kararname
ile bakanlığa dönüştüremezsiniz. Bu ancak anayasal bir değişiklik sonucu olur.
Bir kanun hükmündeki kararname Anayasa hükmündeki kararname değildir, onu
söyledim. “Hukuk devleti” diyorsunuz, kanun hükmündeki kararname ile birlikte
hukukları elinden alınan …
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.
Sayın Atıcı…
11.-
Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, Hükûmetin sağlık hizmetlerine önem vermesi
gerektiğine ilişkin açıklaması
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
Teşekkürler Sayın Başkan.
Öncelikle çok merak ettiğim
bir soruyu sormak istiyorum: Van’da naylon çadırlarda çocuklar donarken Hükûmet
üyeleri ve onları alkışlayanlar gece rahat yatabiliyorlar mı acaba?
İki, Nüfus Kalkınma Grubu
üyelerine de bir hatırlatmam var: İnsanlar diyor ki: “Başbakana uyduk 3 çocuk
yaptık, şimdi perişanız.”
Üçüncü olarak da yine,
AKP’nin Sayın Milletvekili “Sağlıkta başarılı işler yapıldı.” dedi. Eğer
sağlıktaki başarı özelleştirmeyse, performans denilen kelle başı ödeme
yapmaksa, halktan katkı payı almaksa, süslü laflar söyleyip kavramların içini
boşaltmaksa Hükûmet başarılıdır denebilir. Sağlıkta puan aldığını düşünen Hükûmetin,
maskesi düşünce en ağır darbeyi de yine sağlıkta yiyeceğini hatırlatmak
isterim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.
Sayın Sakık…
12.-
Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Kıbrıs’ta üniversitelerde okuyan Kürt
çocuklarının sorunlarına ilişkin açıklaması
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Daha önce de burada dile
getirdim, Sayın Bakanımız da burada, bu Kıbrıs’la ilgili, orada okuyan Kürt
çocuklarının uğradığı bir haksızlık var. Yani “Kürt çocukları” dediğimiz zaman
da tepki alıyoruz, “Kürt coğrafyası” dediğimiz zaman da tepki alıyoruz ama bu
da hayatın bir realitesi. Sadece Kürt oldukları için, orada mahkeme kararı yok
ortada ve orada öğrenci, hepsinin, büyük bir kısmının iki dersi var, mezun
olacak ve mahkeme kararı da ortada yok ve bunlar sınır dışı edildiler.
Şimdi, bu ailelerin hepsi
perişan, bu çocuklar perişan, bu ülkenin vatandaşları. Yani bunlar orada dört
yıldır üniversitelere para veriyorlar, Kıbrıs’a para veriyorlar ve bu
insanların sorununu gidermek Hükûmetin görevidir. Sayın Bakan bu konuda acaba
ne düşünüyor, ne yapabilirler? Gerçekten aileler mağdur ve her gün bize
başvuruyorlar.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.
Sayın Metiner…
13.- Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in,
CHP’li bir vekilin, cemaat mensuplarının herhangi bir göreve gelmemeleri
gerektiği görüşünün özgürlük anlayışına ters olduğuna ilişkin açıklaması
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, biz özgürlükler söz konusu olduğunda “ama”ları olan bir anlayışın
mensupları değiliz. Eski Türkiye’ye ait ne kadar antidemokratik yasa varsa,
yasaklar varsa buyurun Mecliste hepsini birlikte düzeltelim.
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
KHK’lar var mı?
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Biz topyekûn, yeni bir Anayasa isterken bazı siyasal partilerimizin kırmızı
çizgi siyaseti izlemeleri çelişki değilse birlikte düşünelim. Bir insanın…
ENGİN ALTAY (Sinop) –
Başbakan da “Yirmi altı maddeyle oynatmam.” diyor. Niye? Onu söylesene.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
12 Eylül faşist fermanının ruhunu değiştirmeden, zihniyetini değiştirmeden
yapacağınız hiçbir düzenlemede inandırıcı olamazsınız.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) – Geçen sene yapsaydınız.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Askerî vesayet yerine cemaatlerin vesayetinden bahsetti CHP’li vekil
arkadaşımız.
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT
(İstanbul) – YÖK’ü kaldırsaydınız.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Bu ülkenin herhangi bir yurttaşı herhangi bir cemaate mensup olabilir. O vekil
arkadaşımız bu mensubiyeti herhangi bir göreve gelmemek için yeter sebep olarak
kabul ediyorsa bence özgürlük anlayışını gözden geçirmelidir. Herkes için
özgürlük isteyen bir anlayışın mensubuyuz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
Sayın Özel…
14.-
Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, kanun hükmünde kararnamelerin kuvvetler
ayrılığı ilkesini ihlal ettiğine ilişkin açıklaması
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın
Metiner’in bahsettiği, demokrasinin sıkıntıya düştüğü darbe dönemlerinin meşhur
şarkısı “Bir gece ansızın gelebilirim” tehdidini, bu Hükûmet, bu Meclise ve pek
çok alana, her gece, yetki kanununun sonu yaklaşırken yeni bir kanun hükmünde
kararname çıkararak birer sivil darbe indirmiştir. Bunlardan bir tanesi de
sağlık alanındaki Sağlık Bakanlığının Teşkilat Yasası’nın değiştirildiği Kanun
Hükmünde Kararname’dir. Kararname’nin yayımlandığı gün Türkiye Büyük Millet
Meclisi çalışmakta, hatta ilgili komisyon toplantı hâlindeydi. Komisyonun,
iktidar ve muhalefet partilerinden seçilmiş, kendi alanlarının uzmanı, sağlıkçı
tüm milletvekilleri yasama görevlerinin başındayken AKP demokrasiye yönelik bir
sivil darbe daha gerçekleştirdi.
Kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisi, Meclisin çeşitli sebeplerle kanun çıkarma konusunda elverişsiz
bir hâlde olduğu özel durumlarda devletin işleyişini acze uğratmamak için
Meclis tarafından hükûmete verebilecek ancak her ne şartta olursa olsun
demokrasi açısından tartışmalı bir yetkidir. Bu yetki AKP Hükûmeti tarafından
kuvvetler ayrılığı ilkesinin açıkça ihlal edildiği…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.
Sayın Eryılmaz…
15.-
Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz’ın, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve
Yargıtay üyeleriyle ilgili iddialara ve Van depreminde mağdur olan
depremzedelere yeterli yardımların yapılmadığına ilişkin açıklaması
REFİK ERYILMAZ (Hatay) –
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, siz daha önce
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri ile Yargıtay üyelerini dedelerden
talimat almakla suçluyordunuz. Oluşturduğunuz yeni Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu ile Yargıtay üyelerinin bu sefer tarikat şeyhlerinden talimat aldığı
yönünde iddialar yer almaktadır. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Siz bir hukukçu olarak
doğal mahkeme ilkesine açıkça aykırı olan özel yetkili mahkemeleri nasıl
savunabiliyorsunuz? Bu özel yetkili mahkemelerin kaldırılması konusunda neden
katkı sunmuyorsunuz?
Üçüncü bir soru: Somali’de
açlık çeken insanlara göstermiş olduğunuz yardımseverlik ve ilgiyi Van’da
mağdur olan depremzedelere gösterdiğinize inanıyor musunuz? Van’da mağdur olan
depremzedelere yaptığınız yardımı burada bizlerle paylaşmayı düşünüyor musunuz?
Van’a kaç defa gittiniz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.
Sayın milletvekilleri,
şimdi gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.-
Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Jerzy Buzek’in beraberinde bir Parlamento
heyetiyle birlikte ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/631)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Avrupa Parlamentosu (AP)
Başkanı Sayın Jerzy Buzek’in beraberinde
bir Parlamento heyetiyle birlikte ülkemizi ziyaret etmesi Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlık Divanı’nın 2 Kasım 2011 tarih ve 8 sayılı Kararı ile uygun
bulunmuştur.
Söz konusu heyetin ülkemizi
ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 7. Maddesi gereğince Genel Kurul’un bilgilerine
sunulur.
Cemil
Çiçek
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının tezkeresi bilgilerinize sunulmuştur.
Meclis araştırması
açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
B) Meclis Araştırması Önergeleri
1.-
İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 20 milletvekilinin, orman
yangınlarının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/53)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ormanlar; toprağın
korunması, su rejiminin düzenlenmesi, iklim, halk sağlığı yurt savunması, rekreasyon,
turizm, yaban hayatın korunması vb. gibi konularda olumlu etkileri ile sosyal
ve kültürel nitelikte hizmetleri sağlayan ülkenin ulusal değerleridir. Orman
varlıklarımızın korunması, son derece önemli ve ivedi çözüm bekleyen bir
konudur.
Bu bağlamda, orman
yangınlarının nedenlerinin, alınan önlemlerin, meydana gelen can kayıplarının
ve maddi zararların araştırılması için Anayasanın 98., İçtüzüğün 104 ve
105'inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını saygılarımla arz
ederim.
1) Ferit Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul)
2) İhsan Özkes (İstanbul)
3) Atilla Kart (Konya)
4) Kamer Genç (Tunceli)
5) Sinan Aydın Aygün (Ankara)
6) Erdal Aksünger (İzmir)
7) Candan Yüceer (Tekirdağ)
8) Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
9) Mehmet Şeker (Gaziantep)
10) Tufan Köse (Çorum)
11) Kazım Kurt (Eskişehir)
12) Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
13) Salih Fırat (Adıyaman)
14) Özgür Özel (Manisa)
15) Celal Dinçer (İstanbul)
16) Aytuğ Atıcı (Mersin)
17) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
18) Nurettin Demir (Muğla)
19) Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
20) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
21) Malik Ecder Özdemir (Sivas)
Gerekçe:
Ormanlarımızı sadece
usulüne uygun olarak yetiştirmek değil, aynı zamanda ormanların çeşitli
tehlikelere karşı korunması, bu yönde gerekli tedbirlerin zamanında alınması ve
bu tedbirlere rağmen ortaya çıkabilecek tehlikelerle mücadeleye hazır bulunması
gerekmektedir.
Orman yangınları, başta
Muğla, Antalya ve İzmir illerimiz olmak üzere ülkenin bir çok bölgesine
sıçramış, hâlâ yer yer orman yangınlarının devam ettiği görülmektedir. Orman
alanlarımızda meydana gelen bu yangınlar, sadece ormanlara değil, zeytin
ağaçlarına, hayvancılığa, arıcılığa ve diğer tarımsal alanlara da büyük
zararlar vermektedir.
2007 yılında tarihinin en
büyük orman yangınlarını yaşayan Türkiye'nin, hâlâ orman yangınlarına karşı
ulusal bir politika oluşturamadığı ve Sayıştay Başkanlığının 2004 yılında
TBMM'ye sunduğu raporda öne sürüldüğü üzere ''Hükümetin orman yangınları için
yapılan uyarıları dikkate almadığı" görülmektedir.
AKP Hükümetinin, orman
yangınlarının önlenmesi, ormanlarda açma yapılması ve ormanların işgalini
önleyecek önlem almak yerine, 2B statüsündeki orman alanlarını yerli ve yabancı
şirketlere satma ısrarı; ormanların yağmalanmasını, ormanlarda açma açılmasını,
madencilik adı altında tahrip edilerek ya da yakılarak insan eli ile yok
edilmesini adeta teşvik etmektedir.
Kamuoyunda, orman
yangınları ile ortaya çıkan alanlara "imar izni" verileceği ve bu
alanların turizm ve konut alanlarına dönüşeceği ya da satılacağı yönünde bir
kaygı yaşanmaktadır.
Ülkemizde artık sıkça
örneklerine tanık olduğumuz bir konu, ulusal basınımızda "Antalya'da
ormanı rant için yaktılar" başlığı ile yer almıştır. Söz konusu haberde,
"deniz manzaralı ormanlık bölge’de iki ay içinde dördüncü kez orman
yangını çıkması" AKP hükümetinin Orman dışına çıkartılan 2B arazilerini
satacağı yönündeki beklentilerden kaynaklandığı öne sürülmektedir. (18 Eylül
2007 Hürriyet)
Bu bağlamda, orman
yangınlarının çıkış nedenlerinin araştırılması, alınan önlemlerin yeterliliği,
bugüne kadar ki can kayıplarının sorgulanması, yönetimden kaynaklanan görev
ihmallerinin sorgulanması ve benzeri konularda ortaya çıkabilecek aşağıdaki
sorulara yanıt aranması gerekmektedir. Şöyle ki;
1- Orman yangınları ile
mücadele görevini üstlenen Bakanlık görevlileri arasında, orman yangınları
konusundaki eğitim almayan bakanlık çalışanı var mıdır?
2- Bu eğitimler ne kadar ve
hangi aralıkla yapılmaktadır?
3- Bakanlık, hava aracında
görevlendirdiği personellerden uçmaya elverişli olduğuna dair "sağlık
raporu" aramakta mıdır?
4- Orman yangınları
artışının, 2003 yılından bu yana, yönetici konumundaki görevlilerin tamamının
değiştirilerek, yerine orman yangınları konusunda deneyimli olmayan kişilerin
getirilmiş olmasından kaynaklandığı yönündeki iddialar doğru mudur?
5- Orman Koruma
faaliyetlerini yürüten teknik eleman ve Orman Muhafaza Memuru sayısının önemli
oranda düşürülmesi, orman koruma faaliyetlerinin Köy Tüzel Kişiliklerine ve
ardından özel güvenlik şirketlerine devredilmesi uygulamaları gözden
geçirilecek midir?
6- Helikopterlerde
görevlendirilen ve yangın söndürülmesini sevk ve idare edecek teknik ve
yardımcı personel özel bir eğitimden geçirilmiş midir? Bu personelin diğer
ormancı çalışanlardan farklı özlük hakları (yıpranma tazminatı, uçuş tazminatı
vb. gibi) var mıdır?
7- JAR (AB Havacılık
Kuralları) kuralları nedeniyle ülkemizin doğu bloku ülkelerinden yangınla
mücadelede araç satın alınmasının engellendiği, bu nedenle 12 ton kapasiteli
Rus yangın uçağı alımı yerine 2,5-4,5 ton su kapasiteli ABD, Kanada uçaklarının
ülkemize dayatıldığı doğru mudur?
8- Kamuoyunda oluşan genel
kanı; orman yangınları ile ortaya çıkan alanlara "imar izni"
verileceği ve bu alanların turizm ve konut alanlarına dönüşeceği ya da 2/B
kapsamına alınarak, yapılacak yasal bir düzenleme ile yerli ve yabancılara
satılacağı yönündedir. Kamuoyunun bu kaygısı doğru mudur? Değilse, bu alanlarda
AKP'nin ne gibi bir projesi bulunmaktadır?
9- 2003, 2004, 2005, 2006
ve 2007 yıllarında orman yangınları ile kaybettiğimiz alanların, iller bazında
hektar olarak büyüklüğü nedir?
10- Orman alanları dışında
meydana gelen zeytin ve arıcılık gibi, bu zararların ilere göre 2003, 2004,
2005, 2006 ve 2007 yıllarında ülkemize toplam maliyeti ne olmuştur?
11- Orman yangınlarından
zarar gören ve tek geçim kaynağı tarımcılık ve ormancılık olan köylümüzün bu
zararlarının giderilmesi için Hükümetinizce ne tür ekonomik önlemler
alınmıştır? Alınmış ise, köylümüz bu önlemden ne zaman yararlanacaktır?
2.-
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve 21 milletvekilinin, küresel ısınmanın
ülkemize etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/54)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Dünyanın yüzeyi güneş
ışınları tarafından ısıtılmaktadır. Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtır
ama bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde
oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutulur. Bu da yeryüzünün yeterince sıcak
kalmasını sağlar. Ama son dönemlerde fosil yakıtları yakılması, ormansızlaşma,
hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması gibi nedenlerle
karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazların atmosferdeki yığılması artış
göstermiştir. Bilim adamlarına göre, işte bu artış küresel ısınmaya neden
olmaktadır.
Birleşmiş Milletler ve
İngiliz Stern Komisyonu'nun hazırladığı raporlar; dünyanın felakete gittiğini
göstermiştir. Daha önce bu çağrıya burun kıvıran ülkeler şimdi küresel
ısınmayla mücadele için program açıklamaktadırlar. BM tarafından hazırlanan
iklim raporları felaketin boyutlarını gözler önüne sermiştir. Yeryüzündeki
canlı türlerinin yüzde 50'sinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olması
hükümetleri harekete geçmek zorunda bırakmıştır. İngiliz insani yardım kuruluşu
Christina Ait, yayımladığı raporda, 2050 yılına kadar en az 1 milyar insanın
küresel ısınmanın sonuçları yüzünden göç edeceği uyarısında bulunmuştur.
Avustralya, geleneksel ampulleri yasaklayarak 2010 yılından itibaren çevre
dostu ampuller kullanılması kararını aldı. Meksika hükümeti, ülke genelinde 250
milyon ağaç dikilmesi kararı aldı. Avrupa Birliği, otomobil üreticilerine
küresel ısınma standardı getirdi.
Küresel ısınmaya bağlı
olarak dünyanın bazı bölgelerinde kasırga, fırtına, sel ve taşkınlar bazı
bölgelerde uzun süreli, şiddetli kuraklık ve çölleşme yaşanacağı bilinmektedir.
Türkiye gibi kurak-yarı kurak iklim kuşağında bulunan ülkelerde ise en büyük
sorun kuraklık olacaktır. Tüm Akdeniz havzasındaki 16 ülkede yağışlar son 25
yılda yüzde 20 azalmış durumdadır. 2050 yılına geldiğimizde, deniz seviyesinin
Akdeniz'de 20-40 santimetre artması beklenmektedir. Bu durumdan en çok zarar
görecek ülkeler, Türkiye ve Cezayir ile deltalar olacaktır.
Ülkemiz, kar yağmayan,
yağış miktarı iyice düşmüş bir kış mevsiminin ardından küresel ısınmanın en
ağır etkilerini yaşamaya başlamışken, İç Anadolu'daki göller bir bir kururken,
kuraklık ve açlık kapımızdayken, sadece ülkemizi değil, bütün dünyayı tehdit
eden küresel ısınma ve tarım sektörüne olası etkileri konusunda hükümetimiz tarafından
hiçbir ciddi girişimde bulunulmamaktadır. Ülkemizin buğday ambarı diye bilinen
ve buğday üretiminin yüzde 40'ını gerçekleştiren Konya Kapalı Havzasında yüzde
80'e varan rekolte kaybı olmuştur. Akdeniz bölgesinde ise rekolte yüzde 30-50
oranında düşmüştür. DSİ yetkilileri çiftçilere "Barajlarda su yok, ikinci
ürünü ekmeyin" uyarısı yapmaktadır. Bazı bölgelerde barajlarda doluluk
oranı yüzde 25'lere kadar düşmüştür. Kuraklık afeti, hem binlerce çiftçimizin
yaşamını felakete çevirecek, hem de buğday, mısır ve diğer hububat başta olmak
üzere birçok üründe çok ciddi verim düşüşlerine, bu da çok büyük oranda
ithalata ve sonucunda enflasyon baskısına yol açacaktır.
Sağladığı bunca hayati
işleve rağmen sulak alanlarımız gün geçtikçe kurumakta ve kirlenmektedir. Sulak
alanların kaybedilmesinde en büyük etken yanlış tarımsal sulama yöntemlerinin
kullanılması, yer altı sularının kontrolsüz şekilde çekilmesi ve suyun akış
yönünün değiştirilmesidir. Sonuç olarak küresel ısınma dünyada olduğu kadar
ülkemiz için de hayati önem arz etmektedir. Bu nedenle sivil toplum kuruluşları
ve TEMA önderliğinde gerekli araştırmaların titizlikle yapılması ve bir an önce
önlem alınması gerekmektedir.
Tüm yerkürenin yakın
gelecekteki en büyük tehdidi olan küresel ısınmanın ülkemize etkilerinin
araştırılması amacıyla Anayasanın 98. TBMM İçtüzüğünün 104. ve 105. maddelerin
uyarınca Meclis Araştırma açılmasını saygılarımla arz ederim. 26.07.2011
1) Ensar Öğüt (Ardahan)
2) İhsan Özkes (İstanbul)
3) Mehmet Şeker (Gaziantep)
4) Bülent Kuşoğlu (Ankara)
5) Tufan Köse (Çorum)
6) Candan Yüceer (Tekirdağ)
7) Erdal Aksünger (İzmir)
8) Metin Lütfi Baydar (Aydın)
9) Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
10) Kazım Kurt (Eskişehir)
11) Salih Fırat (Adıyaman)
12) Aytuğ Atıcı (Mersin)
13) Özgür Özel (Manisa)
14) Nurettin Demir (Muğla)
15) Atilla Kart (Konya)
16) Sinan Aydın Aygün (Ankara)
17) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
18) Ali Özgündüz (İstanbul)
19) Rıza Mahmut Türmen (İzmir)
20) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
21) Celal Dinçer (İstanbul)
22) Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
3.-
İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 23 milletvekilinin, mevsimlik
tarım işçilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/55)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Mevsimlik tarım işçileri,
yıllardır sadece hasat zamanlarında yaşanılan trafik kazalarında hatırlanan
vatandaşlarımızdır. Bu hatırlamalarda da sorunların asıl nedenleri tespit
edilerek, çözüm yolları araştırılmamış, sadece bir trafik kazası olarak çoğu
yerde anılmıştır.
Oysa Türkiye'de mevsimlik
tarım işçileri açısından yaşam, çok zor koşullar altında devam etmektedir. Her
yıl, hasat mevsimine yakın zamanlarda, balık istifi kamyon kasalarında taşınan,
beslenme ve barınma koşulları sağlanamayan, sağlık ve emeklilik güvencesinden
yoksun, sosyal hakları olmayan bu insanlar çok düşük ücretler karşılığında uzun
saatler çalışmaktadır.
Özellikle doğu ve güneydoğu
bölgelerinden gelen mevsimlik tarım işçilerinin temeldeki sorunları yaşadıkları
bölgede geçimlerini sağlayabilecekleri, üretim yapabilecekleri bir iş
alanlarının olmamasıdır. Bu nedenle yılın belli dönemlerinde, ortalama dört ay
süre ile yaşadıkları yerden ayrılarak daha çok Ege, Çukurova ve Karadeniz
Bölgesi'nde çalışırlar. Bu süre zarfında kazandıkları para onların bir yıl
boyunca geçimlerini sağlayacakları paradır. Günlük olarak aldıkları ücretleri
10 ile 15 YTL arasında değişmektedir. Üstelik kazanılan bu paranın bir bölümü
de kendilerine bu işi sağlayan "dayıbaşı" ya da "elçi"
olarak tabir edilen aracılara verilmektedir. Yani geçinmeleri için kalan para
günlük 8 ile 13 YTL arasındadır. Barınma koşulları oldukça sağlıksızdır.
Çadırlarda ya da barınaklarda kalan bu işçiler, temiz içme ve kullanma suyuna
da sahip değildir. Bu sağlıksız ortam ve koşullar, anne ve babaları ile
birlikte gelen çocuklar için riskli bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Çadır
yerleşimleri açık alanlarda ve uygun altyapı koşulları olmayan yerlere
kurulduğu için yaygın olarak salgın hastalıklara rastlanılmaktadır. Bu
hastalıklar, beslenmeleri de yetersiz olan çocukları daha fazla etkilemektedir.
Ortaya çıkan tablo, insanların asgari gereksinimlerini karşılamaktan uzak bu
ortam, 19. yüzyıl koşullarını anımsatmaktadır. Şanlıurfa'da, Tokat'ta,
Batman'da, Sivas'ta, Niğde'de, Kırıkkale'de ve son olarak Afyonkarahisar'da
yaşanan, kazalar bize devletin mevsimlik tarım işçilerinin yaşadıklarını
görmezden geldiğini açık bir şekilde göstermiştir.
Sosyal devlet, yaşamlarını
yitiren mevsimlik tarım işçileri için "Hasat Döneminde Alınacak Trafik
Önlemleri" genelgesi yayınlamanın çok daha ilerisine gidebilen devlet
demektir.
21. yüzyılda mevsimlik tarım işçilerinin
Türkiye’de yaşamak zorunda bırakıldıkları ilkel koşulların düzeltilmesi için
acil önlemlerin alınması gerekmektedir.
Uzun vadede bulundukları
yerlerde iş ve üretim olanaklarının yaratılmasıdır. Kısa vadede ise; sosyal
güvenceleri sağlanmalı bu çerçevede, sendikalı olma, sağlık ve emeklilik gibi
özlük haklarını içeren düzenlemeler yapılmalıdır. Çalışma ve barınma koşulları
iyileştirilmelidir. Çalışma saatleri düzenlenmeli, ücretleri arttırılmalı,
çalıştıkları yerlerde barınmalarına olanak sağlayacak sosyal tesis ve yurtlar
yapılmalıdır. Beslenmeleri konusunda desteklenmeleri gerekmektedir. Temiz içme
ve kullanma suyuna rahatça ulaşabilmeleri gerekmektedir. Bu sayede salgın
hastalıkların önü alınmış olacaktır. Aileleri ile birlikte geldikleri yerlerde,
çocuklar için eğitim verilebilecek birimlerin oluşturulması gerekmektedir.
Böylelikle, mevsimlik tarım işçilerinin çocukları açısından ortaya çıkan
eğitimdeki eşitsizlik bir nebze olsun giderilmiş olacaktır.
Mevsimlik tarım işçilerinin
yaşadığı sorunların nedenleri ve bu sorunların önlenmesi için alınacak
tedbirlerin tespiti amacıyla, Anayasa'nın 98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğü‘nün 104. ve 105. maddeleri gereğince meclis araştırması açılmasını
saygılarımla arz ederim.
1) Ferit Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul)
2) Candan Yüceer (Tekirdağ)
3) Erdal Aksünger (İzmir)
4) Atilla Kart (Konya)
5) Veli Ağbaba (Malatya)
6) Kamer Genç (Tunceli)
7) İhsan Özkes (İstanbul)
8) Mehmet Şeker (Gaziantep)
9) Mevlüt Dudu (Hatay)
10) Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
11) Kazım Kurt (Eskişehir)
12) Salih Fırat (Adıyaman)
13) Özgür Özel (Manisa)
14) Aytuğ Atıcı (Mersin)
15) Nurettin Demir (Muğla)
16) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
17) Mustafa Sezgin
Tanrıkulu (İstanbul)
18) Ali Özgündüz (İstanbul)
19) Rıza Mahmut Türmen (İzmir)
20) Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul)
21) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
22) Celal Dinçer (İstanbul)
23) Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
24) Malik Ecder Özdemir (Sivas)
BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler
sırası geldiğinde yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri,
şimdi on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.36
İKİNCİ OTURUM
Açılma
Saati: 15.52
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP
ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul),
Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 19’uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır.
Okutup, işleme alacağım ve daha sonra oylarınıza sunacağım.
VII.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.-
İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve arkadaşları tarafından (124 sıra no.lu)
Türkiye’de medyanın ayrımcı, ötekileştiren ve cinsiyetçi yaklaşımı hakkında
alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin
önüne alınarak, 16/11/2011 Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
16.11.2011
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu’nun 16.11.2011 Çarşamba günü (Bugün) yaptığı
toplantısında oy birliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin,
İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul’un onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
Pervin
Buldan
Iğdır
Grup
Başkanvekili
Öneri: 14 Ekim 2011
tarihinde, İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve arkadaşları tarafından (124
sıra nolu), Türkiye’de Medyanın ayrımcı, ötekileştiren ve cinsiyetçi yaklaşımı
hakkında alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet
Meclisine verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, Genel Kurul’un bilgisine
sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 16.11.2011 Çarşamba
günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli
birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Lehinde, Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, lehinde de kura çektiniz mi? Lehinde de talep vardı.
BAŞKAN – Çekeceğiz efendim.
Şimdi çekiyoruz konuşma sırasında. İlk talep onunki.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Nasıl? Daha yeni okundu efendim, şimdi okundu.
BAŞKAN – Önerge sahibi de
olarak aynı zamanda...
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Ama önerge sahiplerini… Bu şey değil efendim. Danışma Kurulu önerilerinde grup
adına olmaz, önerge sahiplerinin konuşma hakkı yok, kurada ne çıkarsa odur.
BAŞKAN – Hayır, ben “Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata, lehinde” diye okudum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, biz de BDP grup önerisinin lehinde konuşma taleplerimizi
bildirdik. Yani grup önerisinde önerge sahibinin bu söz hakkını kullanma veya
başkasına devretme hakkı yok.
AYLA AKAT ATA (Batman) –
Yeni usul mü yaratılıyor?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Yeni usul değil, şu anda yeni usul uygulanıyor.
BAŞKAN – Sayın Elitaş, siz
de uygulamayı gayet iyi biliyorsunuz, yakından da takip ediyorsunuz hepimiz
gibi. Parti grup önerilerinin lehinde ve kendi parti grup önerileri için ilk
söz daima o kişilere ait olarak veriliyor. Hangi partiyse onun milletvekiline
veriliyor, biliyorsunuz. Bundan sonrakiler için kura çekeceğiz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkanım, İç Tüzük 19’uncu maddesine göre, Danışma Kurulu çoğunluk
sağlanamadığından veya uzlaşamadığından toplanılamadı kanaati oluşuyor.
BAŞKAN – Şimdiye kadar
bütün yaptığımız çalışmalarımızda…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkanım, grup başkan vekilleriyle yaptığımız anlaşmalar…
BAŞKAN – …lehine olarak
partinin…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkanım, müsaade eder misiniz? Grup başkan vekilleriyle yaptığımız
anlaşmada muhalefet partilerinin aleyhinde olan sözleri iktidar grubuna,
lehinde olan sözleri muhalefet kendi arasında anlaşacaktı. Diğer muhalefet
partileriyle anlaştık fakat Barış ve Demokrasi Partisi bu konuda iki konuşmaya
razı olmadığından dolayı, üç konuşma istediğinden dolayı bu…
BAŞKAN – Üç konuşma nasıl
istenir zaten?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Üç konuşma diye istedi. Bunu da kuraya girelim dedik.
BAŞKAN – Sayın grup başkan
vekilleri, anlayamıyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkanım, müsaade ederseniz ben anlatayım, sonra siz devam edin.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkanım, izin verirseniz… Yanlış bilgilendirme yapılıyor ve İç Tüzük
denen bir hüküm var.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
İç Tüzük’ü uygulamanızı istiyorum Sayın Başkanım.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Önerge sahibi her zaman kendi önergesi üzerinde konuşur.
BAŞKAN – Sayın grup başkan
vekilleri, beş dakika ara veriyorum.
Lütfen bu konuyu netliğe
kavuşturalım.
Kapanma
Saati: 15.56
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 16.12
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP
ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul),
Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 19’uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş önerisi üzerinde
konuşmalar yapılacaktı.
Öneri üzerine ilk konuşma,
lehinde olarak, Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’ya ait.
Buyurunuz Sayın Ata. (BDP
sıralarından alkışlar)
AYLA AKAT ATA (Batman) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Barış ve Demokrasi
Partisinin grup önerisinin lehine söz aldım. Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Bir grup önerimiz var.
Medyanın ayrımcı, ötekileştiren ve cinsiyetçi yaklaşımı ve dili hakkında bir
araştırma yapılması, bu yaklaşımın doğurduğu sonuçların incelenmesi ve medyada
nefret söyleminin ortadan kaldırılması için hukuki altyapının hazırlanması
vesilesiyle hazırladık bu grup önerimizi.
Sizlerin de hepinizin
tanıklık ettiği üzere, son bir ay içerisinde, Van depreminin öncesinde ve Van
depremiyle de açığa çıktığı üzere, medyanın kullanmış olduğu dilin toplumda
bazı yansımaları var. Van depremi sonrasında açığa çıkan durum gösterdi ki
toplumun tüm kesimleri esasında bu dilin yansımasından rahatsız, siyasi
partiler de rahatsız siyasi parti liderlerinin, özellikle de Milliyetçi Hareket
Partisi Sayın Genel Başkanının, Sayın Bahçeli’nin kamuoyunun vicdanını da
rahatlatan bir açıklaması oldu. Tüm siyasi parti liderleri bu konuda
kendilerini açıklama yapmak durumunda hissettiler açığa çıkan sonuçlar
itibarıyla.
Çok açık ve net ki medyanın
kullanmış olduğu dil üzerinde siyasetçilerin ciddi bir etkisi var. Evet,
Montesquieu’den beri yasama, yürütme, yargı yetkisi var ama bugün itibarıyla
medya ve sivil toplum örgütleri dördüncü, beşinci güç. Siyaseten kendinizi var
etmek istediğinizde medyayı bir araç olarak kullanabilirsiniz ama bugün gördük
ki, medyada siyasetçinin kullanmış olduğu dilin ve medyayı da kendi amaçları
uğrunda kullanmasının toplumdaki yansıması ve açığa çıkardığı sonuçlar öyle
kapanması çok da kolay yaralar açığa çıkarmıyor. Öyle yaralar çıkabilir ki
açığa, yarın öbür gün değil bizler -ki bizler her koşulda belki konuşabiliyoruz
ama- bizim çocuklarımız, gençlerimiz birbirleriyle konuşamayacak bir duruma
gelecekler. Medyanın bu yönlü bir etkisi var üzerinde. Bizler, medyanın toplum
üzerindeki etkisinin görülüp, özellikle siyasetin bu konuda bazı tedbirler
alması gerektiğini düşünüyoruz. Şimdi, bu noktada defalarca kez kaygılarımızı
dile getirdik ama ben bugün Sayın Başbakanı dinledim, Eşi Vefat Eden Kadınlar
İçin Sosyal Yardım Programı toplantısında. Sayın Başbakan, evet, Van depremi
sonrasında bir açıklama yaptı; özellikle, sosyal medyada paylaşılanlar,
kamuoyuna yansıyanlar, kutu kutu gönderilen çöplük ve taşlar, bunlar üzerine
herkesin vicdanı rahatsız oldu ve bir açıklama yaptı ama bugün Sayın Başbakan,
tekrar: “BDP’li vekiller sefahat içinde yaşıyorlar, istismar ediyorlar.” ve son
noktada da “Biz anaları ağlatmayacağız.” beyanı.
Şimdi, biraz gerçekçi olmak
lazım, biraz topluma dokunmak lazım, biraz toplumdan nemalanmak lazım, ona göre
siyaset yapmak lazım. Bizler, toplumun uzlaşma noktalarının çok da büyük
olduğunu düşünmüyoruz, “çok” diyebileceğimiz konularda uzlaşma zeminimiz yok
bizim ama kadın sorunu bunlardan biridir. Defalarca kez, bir önceki yasama
döneminde de biz çağrı yaptık, dedik ki: “Kadın sorunu, kadına yönelik şiddet
sorunu, kadının yaşadığı sorunlar partiler üstü ele alınması gereken bir
konudur. Belki birçok konuda bir araya gelemeyebiliriz ama kadın konusunda bir
araya gelebiliriz. Bizim için bir çıkış noktası olabilir. Bu konuda, bu
zemindeki buluşmamız toplumsal birçok sorunun çözümünde araç olarak
kullanılabilir.” Ama Sayın Başbakan kalkıyor, tam da 25 Kasımın arifesinde,
böyle önemli bir toplantıda tekrar, bir diğer siyasi partiyi hedef alarak ve
toplumu da bu şekilde yönlendirerek bir konuşma yapıyor. Bunun neresi
akılcıdır? Bunun neresi topluma hizmet eder?
Dün bu salonda yaşananlar
var. Herkesin duyduğu rahatsızlıkları, dün akşamdan itibaren biz dinledik ama
şunu ifade edelim: Evet, şiddet, yaşamdan bir bütün çıkartılmalıdır, adına ne
derseniz deyin. Eğer şiddete karşı mücadele ediyorsanız, eğer şiddeti
savunmuyorsanız, o zaman bir gerekçe de bulmazsınız şiddete, “Ben buna
karşıyım.” dersiniz, üzüntünüzü dile getirirsiniz ama bugün yaşadığımız bu değil.
Bakın, ben de son bir yıl
içerisinde defalarca kez devlet kaynaklı şiddete maruz kaldım ama bunun
karşısında, bu salonda oturanlar ya da Türkiye'nin bir bütünü, işte, kalkıp “Ya
kadına yönelik bir şiddet var…” Şimdi, burada bir samimiyet testi de söz konusu.
İşte, ben yıllarca kadına yönelik şiddetle ilgili çalıştım. Gidiyorduk,
katledilen kadınların, mağdurların aileleriyle de görüşüyorduk, zaman zaman
faillerle de görüşüyorduk anlayabilmek için biz. Hak etmişti çünkü namusunuzu
kirletmişti. Hak etmişti çünkü sözünüzü dinlememişti. Hak etmişti çünkü ayağını
çok uzatmıştı. Bunlar bir gerekçeydi, kadına yönelik şiddet için. Şimdi, bize
sokak ortasında uygulanan şiddet için de: Evet, bunlar hak etmişti çünkü
özgürlük, eşitlik talebi var. Çünkü bunlar hak etmişti çünkü kendilerine oy
veren seçmene sırtlarını dönmelerini istiyorsunuz, onların yanında yer aldılar;
yer almasınlar, o zaman şiddete maruz kalmazlar.
Şimdi, açık söyleyelim, hiç
kimse bir diğeriyle bunu tartışmayacaktır. Hepimizi buraya getiren toplumsal
ihtiyaçlar, talepler ve ideoloji vardır, kimse bunlara sırtını dönerek burada
siyaset yapamaz, biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. Ama dün burada ifade
edilenler için şunu söyleyeyim: Değerli milletvekilleri, sizin için söylenirse,
inandığınız uğruna, ölümü göze aldığınız birtakım değerler adına sizin için
aksi söylendiğinde ne hissediyorsanız biz de o kadarını hissediyoruz, ne eksiği
ne fazlası. Ama şu da bir gerçek: Şimdi, böyle bir şiddet var ortada, AKP de
şunu yapıyor: Siyasi iktidar şiddeti gerekçelendirmek ki olası mıdır, dün Sayın
Bahçekapılı da “Benim grup başkan vekilime yönelirseniz ben de bunun
karşılığını veririm.” dedi. Ya kadının kadınla bulaşacağı bir noktada, bu
noktada, bu noktadan hareket edersek verilene hiçbir anlam veremediğimiz açıktır,
ortadadır. Ama bunun üzerinden Barış Demokrasi Partisinin kadına yönelik şiddet
konusundaki tavrını yargılamak çok ahlaki değildi, çok da doğru değildi.
Bakın, bizler, yaşamın her
alanında, savaş ortamında büyüdük, ne yaşadığımızı biliyoruz, hangi şiddet
ortamının hangi sonuçları doğurduğunu da çok iyi biliyoruz ama buna rağmen,
şiddetin açığa çıkarmış olduğu sonuçlarla mücadele ediyoruz. Bakın, bu savaş
uzadıkça kirlenecek. (AK PARTİ sıralarından “Ne savaşı?” sesleri, gürültüler)
Arkadaşımız, “kirli savaş” diyor. Evet, bu savaş uzadıkça kirlenecek değerli
arkadaşlar.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sen hangi tarafındasın bu savaşın? Sen hangi taraftasın?
AYLA AKAT ATA (Devamla) –
Bizler, çok açık söyleyelim, bizler sorunun siyasetin çözümü tarafındayız. “Siyaseten
çözüm” diyorsanız biz buradayız, tarafımız bu ama sizin o tarafta olmanız için
daha sanırım çok mesafe geçmesi, çok yer geçmesi gerekiyor.
Bir diğer boyutu…
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) –
Savaşın neresindesiniz?
AYLA AKAT ATA (Devamla) –
Savaşın tam ortasındayız, orada çocukluğumuz oldu. Yani sıkıyönetim, olağanüstü
hâl, savaş yılları tam da ortasında büyüdük, tam da savaşın ortasında. Şimdi,
“Çocuklarımız savaş ortamında büyümesin ve savaşın ağır sonuçlarını yaşamasın.”
diye uğraşıyoruz, bunun için mücadele ediyoruz.
Diğer bir boyutu:
Arkadaşlar, şimdi, evet, bu ülkede yaşanan 12 Haziran seçimleri sonrasında
şiddet tırmandı ve bunun sonuçları açığa çıktı, sivil ölümleri yaşandı. Hepimiz
üzüntü duyduğumuzu açıkladık, bunlara karşı sessiz kalmanın vicdani bir
muhakemesinin olamayacağını kamuoyuna deklare ettik. Ama yapılmaması gereken
neydi? Bunlar üzerinden siyaset yapmaktı, sivil ölümler üzerinden siyaset
yapmaktı. Yani insanlar ölüyorsa siyaseten çözüm bu kadar kendini dayatmış…
SONER AKSOY (Kütahya) –
İnsanlar ölmüyor, PKK öldürüyor.
AYLA AKAT ATA (Devamla) –
…ama burada kapalı oturumlar yapıp senin ağzından tek kelime çıkmıyor,
siyaseten çözüm getirmiyorsan, arkasından da bırakın elinde silah olan güvenlik
güçlerini sivil insanlar yaşamını yitirdiğinde bile bunun üzerinden siyaset
yapıyorsan burada ciddi bir sorun var demektir. Bunu yapmamak lazım, bundan bir
an önce vazgeçmek lazım; aksine, ölümler dursun diye elinizi taşın altına
koymak lazım. Burada sözüm sadece siyasi iktidara değil. Bu sorun Türkiye'nin
sorunu; o yüzden MHP’nin de sorumluluğu var, CHP’nin de sorumluluğu var.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul)
– Sizin yok mu?
AYLA AKAT ATA (Devamla) – O
yüzdendir ki, biz, bu sorun bu Parlamentoda çözülür, siyaseten çözülür,
atılacak adımlarla çözülür, demokratikleşmeyle çözülür, diyoruz. Sorunu açığa
çıkaran nedenler neyse o nedenleri doğru tespit ettikten sonra çözüm için
mesafe kat edebiliriz arkadaşlar. Bizler de “Hani ne yapılıyor?” diye sorulunca
söylüyoruz arkadaşlar; biz savaş bitsin diye uğraşıyoruz, biz bu savaşta daha
fazla ölüm yaşanmasın diye uğraşıyoruz. Bundan daha fazlasını söyleyen varsa
tabii ki her platformda kendileriyle tartışmaya hazırız.
Yine, arkadaşlar şunu ifade
edelim: Şimdi içinde yaşadığımız toplum çok kimlikli, çok dinli, çok kültürlü
bir toplum. Şimdi, bu toplumda siz tek tipleştirmeye giderseniz vallahi bazı
söylemleriniz havada kalıyor, Sayın Başbakanın olduğu gibi. Mesela,
Medeniyetler İttifakında İspanya’yla birlikte bizim eş başkanlığımız var. Ya
kendi toplumumuzda bu ülkenin Zerdüşti vatandaşları var, benim ilim Batman’da
Ezidi Kürtler var, çok büyük katledilmişler,
Ezidi Kürtler bu ülkede yaşıyor ama dün bu salonda onları da hiçe
sayarak ifade edilen sözler var. Yapmayın bunu. Kültür Bakanı oradaydı,
oturuyordu. Bu ülke çok kültürlü; bunu görerek, bunu bilerek, herkese de saygı
duyarak çözüme gidebilirsiniz.
Bir diğer boyutu
arkadaşlar: Şimdi, bugün Başbakan söylemiş, çok önemli, güzel bir söz; diyor
ki: “Toplum kadınla değişir, kadınla dönüşür. Kadınların değişimi ve dönüşümü
eğer olumsuz yöndeyse biliniz ki o toplum uçuruma doğru yol almaktadır.” Tam da
bu noktadayız arkadaşlar. Dün Sayın Bahçekapılı bunun örneğini ortaya koydu.
Kadın, toplumun değişim, dönüşüm gücüdür arkadaşlar. Kadın özgürleşmeden toplum
özgürleşmez diyoruz ama kadının da özgürlük bilinciyle buluşması öyle çok kolay
değildir. Ortada beş bin yıllık bir egemenlik varsa beş bin yıllık da bir
ezilmişlik vardır. O beş bin yıllık ezilmişlik de bir feodalizm getirir,
egemenlik de.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözünüzü
bağlayınız.
AYLA AKAT ATA (Devamla) –
Kadın hem kendini değiştirip dönüştürecek, o feodalizmle mücadele edecek hem de
erkeği değiştirip dönüştürecek. Eğer şiddetin devamında fayda görenler varsa
şiddete gerekçe üretmeye devam edebilirler ama biz bunda bir fayda görmüyoruz.
Toplumdaki tüm eşitsizliklerin kaynağının kadın-erkek eşitsizliğinden
kaynaklandığını düşünüyoruz, mücadele etmek için de her türlü ortak platformda
buluşmaya hazırız. Bu platformları da içinde buluşulamaz hâle getirenlere karşı
da hiçbir noktada sessiz kalmayacağız.
Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Ata.
Aleyhine…
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Efendim.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Efendim sayın konuşmacı ismimi kullanarak, dünkü olaya da atıfta
bulunarak bazı açıklamalar yaptı. Bir sataşma vardır, söz istiyorum efendim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkanım, dün fiilî saldırıda burada, Grupta Sebahat Hanım’a… Kendi
oturduğu yerden, Grup Başkan Vekiline, Pervin Hanım’a…
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Efendim ben söz istedim, lütfen…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Yani, burada önce bir özür dilemeye davet edin, ondan sonra istediğiniz kadar
konuşsun.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Özür dilemesi gereken sensin.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Ben söz istedim efendim.
BAŞKAN – Dün davet
etmiştim, buyurunuz Sayın Bahçekapılı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
VIII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.-
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, Batman Milletvekili Ayla Akat
Ata’nın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlarım; bu konuyla ilgili olarak dün
düşüncelerimi açıklamıştım, bugün son kez açıklıyorum. Dünkü burada gelişen
olayla ilgili olarak biraz önce Sayın Grup Başkan Vekili Pervin Buldan’ın
yapmış olduğu basın açıklamasını da okuyarak ve bundan hareket ederek şunları
söylemek isterim: Dün burada bazı gergin anlar oldu, fiilî olmasa da sözlü bir
şiddet yaşadık. Sayın Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş, BDP grup sıralarına
giderek bu olayı bastırmak anlamında veya önlemek anlamında bazı müdahalelerde
bulundu fakat kendisine, bu faaliyetine karşılık olarak fiilî bir müdahaleye
hazırlık anlamında bir hücum oldu. Ben de kendilerini durdurmak için oraya
gittim ve oraya gittikten sonra -tabii ki bu anlık meseleler- bir itip kakışma
oldu, ben ayrılıp yerime geldim ama maalesef bu gizleniyor. Sayın Pervin Buldan
benim bu masamın önüne gelerek bana hakaret etti, ben de kendisine yerine
gitmesini söyledim, giderken de bana “Terbiyesiz.” dedi. Olay bundan ibarettir.
“Kadın şiddeti ilk defa oldu.” diye, “Meclisin yüzkarası.” diye bazı beyanlarda
bulundular, ben de kendilerine olayın böyle olduğunu anlatarak samimi olmaya
davet ettim.
Evet, şiddete karşıyız,
hepimiz de karşıyız, BDP’li milletvekili arkadaşlarım da kadına karşı şiddete
karşılar ama lütfen samimi olsunlar. Nedeni ne olursa olsun, haklı veya haksız,
belki nedenleri ortaya çıktığı zaman kendilerine katılabilirim de, hak da
verebilirim de ama nedenini bilmeden bir kadın milletvekilinin gencecik bir
memura -bakın, görevinde haklı olabilir, BDP’li milletvekili arkadaşım da haklı
olabilir- bir delikanlıya tokat atması, 74 milyonun önünde tokat atması kadın
şiddeti olmuyor… (AK PARTİ sıralarından alkışlar) …benim burada göreve gelip
müdahale etmem veya arkadaşımı engellemek anlamında olaya müdahale etmem kadın
şiddeti oluyor. Takdiri size bırakıyorum.
Çok teşekkür ederim. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Bahçekapılı.
Sayın milletvekilleri…
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Sayın Başkan…
AYLA AKAT ATA (Batman) –
Sayın Başkan...
BAŞKAN – Efendim Sayın
Buldan.
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Sayın Bahçekapılı benim ismimi kullanarak sataşmada bulundu, söz
istiyorum.
AYLA AKAT ATA (Batman) –
Sayın Başkan, “BDP’li kadın vekiller” diyerek sataşmada bulundu, biz de söz
istiyoruz.
BAŞKAN – Sayın Buldan,
buyurunuz.
2.-
Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce Sayın Bahçekapılı burada dün
yaşananları ifade etmeye çalıştı ama her zaman olduğu gibi yine olayları
gerçekten saptırmaya çalışarak, gerçekleri gizleyerek anlatmaya çalıştı,
isterseniz ben de biraz gördüklerimi, tanık olduklarımı ifade edeyim.
Dün, evet, burada bizim
Grubumuzun önünde istemediğimiz bir olay yaşandı. Sayın Sebahat Tuncel araya
girerek erkek vekil arkadaşlarımızın yerlerine oturması gerektiğini ve bu
yaşanan tartışmanın bitmesi gerektiğini ifade etmeye çalıştı ama bu arada Sayın
Bahçekapılı Sayın Sebahat Tuncel’i eliyle itekleyerek…
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Ben ondan daha önce geldim oraya yalnız.
PERVİN BULDAN (Devamla) –
Siz elinizle Sayın Tuncel’i iteklediniz.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Ben daha önce geldim oraya.
PERVİN BULDAN (Devamla) –
Daha önce gelmiş olabilirsiniz Sayın Bahçekapılı.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – O bizi itti.
PERVİN BULDAN (Devamla) –
Yapmış olduğunuz hareket yanlıştı. Sayın Tuncel’e karşı fiilî bir saldırı
gerçekleştirdiniz, elinizle ittiniz.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Verdiğim örneğe cevap verin.
PERVİN BULDAN (Devamla) –
Ben de sizin yanınıza geldim. Yapmış olduğunuz hareketin çirkin bir hareket
olduğunu ve bu konuda özür dilemeniz gerektiğini ifade etmeye çalışacaktım.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – “Terbiyesiz” diyerek mi?
PERVİN BULDAN (Devamla) –
Elim böyleyken siz benim elimi itelediniz ve aynı saldırıyı bana da yaptınız.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Hayır, yanlış söylüyorsunuz. Yanlış, yanlış! Yanlış ve yalan!
PERVİN BULDAN (Devamla) –
Bunun karşısında size “Terbiyesiz” dedim, doğrudur.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Bana şurada “Terbiyesiz” dediniz siz.
PERVİN BULDAN (Devamla) –
Bu konuda sizden bir özür bekliyoruz Sayın Bahçekapılı.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Bak, bana şurada “Terbiyesiz” dediniz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
“Terbiyesiz” dedin mi, demedin mi?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul)
– Sen “Terbiyesiz” dedin mi, demedin mi?
PERVİN BULDAN (Devamla) –
Bu konuda sizden bir özür bekliyoruz.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Özür dilemeyeceğim.
PERVİN BULDAN (Devamla) –
Özür dilemediğiniz sürece sizinle ilişkilerimi askıya alıyorum ve sizinle
kesinlikle görüşmüyorum Sayın Bahçekapılı.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Siz bana burada “Terbiyesiz” dediniz, burada.
PERVİN BULDAN (Devamla) –
Bu Meclise ve Türkiye’de siyaset yapan bütün kadınlara karşı bir özür borcunuz
vardır.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Yapmıyorum.
PERVİN BULDAN (Devamla) –
Bunu yapmadığınız sürece ben ilişkilerimi askıya alıyorum ve sizinle
konuşmuyorum Sayın Bahçekapılı.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – O genç arkadaştan özür dileyin, ben de o zaman dileyeceğim.
BAŞKAN – Sayın…
PERVİN BULDAN (Devamla) –
Ben de konuşmuyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri…
PERVİN BULDAN (Devamla) –
Sizin bu kadınlardan, siyaset yapan bütün kadınlardan, özellikle BDP’li kadınlardan
bir özür borcunuz vardır.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Buldan.
Sayın milletvekilleri ve
sayın grup başkan vekillerimiz; lütfen bu yaşanan… Sayın Bahçekapılı, Sayın
Buldan, tek tek hepinizi dinledik, bu yaşananlar için lütfen karşılıklı özür
dileyiniz ve bu konu kapansın ve bir daha böyle olayları yaşamayacağımızı umut
edelim. Lütfen çok rica ediyorum, ikiniz de bu konuda karşılıklı olarak özür
dileyiniz. Bir olay yaşanmıştır.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?
BAŞKAN – Sayın Grup Başkan
Vekilimiz, lütfen…
Bu Meclisteki grup başkan
vekillerinin böyle yaşanmış bir olay karşısında en azından karşılıklı olarak
birbirlerinden özür dilemelerini rica ediyorum. Lütfen…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, “Terbiyesiz” diyenden özür dilenmez, “Terbiyesiz” diyen özür
dilemeli.
BAŞKAN – Lütfen Sayın
Elitaş…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, olayın muhatabı benim.
BAŞKAN – Karşılıklı olarak,
kimin…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Fiilî saldırı iki defa olmuştur.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Fiilî saldırı diye bir şey yoktur.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Bahçekapılı’nın da özür dilemesi lazım, suçtur.
BAŞKAN – Bakın, Sayın
Kaplan… Sayın Kaplan, karşılıklı olarak özür dileyiniz ve bu konu kapansın.
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Sayın Başkan, hayır. Ben özür dileyecek bir şey yapmadım.
BAŞKAN – Çok rica ediyorum.
Lütfen, rica ediyorum çünkü bir daha bu Türkiye Büyük Millet Meclisinde böyle
bir tartışmayı yaşamış olmaktan dolayı üzüntü duyuyorum. Şiddete karşı, lütfen,
özür dilerseniz karşılıklı olarak. Çok rica edeceğim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Buldan…
Sayın Buldan, lütfen.
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Sayın Başkanım, hayır, ben özür dileyecek bir şey yapmadım.
BAŞKAN – Ama lütfen…
Lütfen…
Sayın Bahçekapılı, lütfen…
İkiniz de grup başkan
vekilisiniz, bu konuda lütfen özür dilerseniz bu konu da kapanmış olur. Çok
rica ederim.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Bana bakarak konuşmayın efendim.
BAŞKAN – Efendim?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Bana bakarak konuşmayın, sadece bana bakıyorsunuz.
BAŞKAN – Ona da bakıyorum,
size de bakıyorum. Lütfen…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Biz gözünüzü görmüyoruz, o tarafa döndüğünü görmüyoruz.
BAŞKAN – Oraya da dönüyorum
efendim, Genel Kurula genel olarak da hitap ediyorum. Bu konuyu
gerginleştirmeyelim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Hayır ama buraya “Lütfen.” diyorsunuz.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Evet… “Sayın Bahçekapılı, lütfen.” diyorsunuz.
BAŞKAN – Sayın Buldan’a da
“Lütfen.” diyorum.
Lütfen, Sayın Buldan… Sayın
Buldan… Sayın Buldan, lütfen, o sarf etmiş olduğunuz söz için özür dileyiniz,
sonra da Bahçekapılı özür dilesin.
Lütfen, buyurunuz.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Ben
özür dileyecek hiçbir şey yapmadım.
BAŞKAN – Sayın Buldan, bu
gerginliğe gerek yok. Lütfen… Lütfen…
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Fiilî saldırıyı gerçekleştirmiş olan Sayın Bahçekapılı. Bu konuda çok
kararlıyım.
BAŞKAN – Bu Meclisin Genel
Kurulunun grup başkan vekillerisiniz, her biriniz birer partinin grup başkan
vekilisiniz. Lütfen, gruplarınızın da şiddete karşı olması için, lütfen, rica
ediyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, önce Bahçekapılı özür dilesin, iki defa fiilî saldırısı vardır.
Önce o özür dilesin.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Bana “Terbiyesiz.” denildi efendim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Önce o özür dileyecek.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, ya grup başkan vekillerini arkaya çağırırsınız, görüşürsünüz ama
şu anda kamuoyunun önünde…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Televizyonlar açık, görülsün…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
…konuya hâkim olmadan bir meseleyi kalkıp da grup başkan vekilini özür dilemeye
çağırıyorsunuz.
BAŞKAN – Yeterince
açıkladılar Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Kendisi kürsüde “Terbiyesiz.” diye ifade ettiğini teyit etti, ikrar etti. Ondan
özür dilemeyi istemiyorsunuz.
BAŞKAN – Ben de onun için
karşılıklı özür dilenmesini rica ediyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, ya, arkaya çağırır grup başkan vekillerini, konuşursunuz yoksa
burada olmayan bir şeyi, “Terbiyesiz” diye itham eden birisini, ikrar eden
birisini özür dilemeye çağırmıyorsunuz.
BAŞKAN – Çağırdım efendim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Çağırın özür dilesin.
BAŞKAN – Çağırdım.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Ama “Ben özür dilemem.” diyor ama siz buraya hitap ediyorsunuz.
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Sayın Elitaş…
BAŞKAN – Sayın Buldan…
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
…lütfen, siz yerinizde oturun, bırakın Sayın Bahçekapılı konuşsun. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, ben oraya, BDP Grubundan Sayın Bakana karşı üzerine yürüme olunca
Grup Başkan Vekili olarak gittim.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, öyle anlaşılıyor ki karşılıklı özür dilemekten kaçınıyorsunuz.
Onun için, konuya devam ediyorum.
VII.-
ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.-
İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve arkadaşları tarafından (124 sıra no.lu)
Türkiye’de medyanın ayrımcı, ötekileştiren ve cinsiyetçi yaklaşımı hakkında
alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin
önüne alınarak, 16/11/2011 Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN – Şimdi, aleyhte
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner; buyurunuz efendim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; BDP’nin önergesi aleyhinde
konuşmak üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Şiddet, terör, hiç kuşkusuz
hiç kimsenin tasvip edemeyeceği bir şey ama eğer biz şiddete, teröre bir bütün
olarak, ilkeli olarak karşı çıkmazsak asla inandırıcı olamayız. Şiddet nereden
gelirse gelsin, terör nereden gelirse gelsin ve kime yapılırsa yapılsın hiçbir
şekilde kabul edilemez, caizdir diye savunulamaz arkadaşlar. Hiçbir talep
üzerinden gelişen şiddet eylemselliği asla kabul edilmemesi gereken bir
durumdur.
Sevgili arkadaşlar, burada
konuşan BDP sözcüsü birtakım iddialarda bulundular. Tabii ki medyanın kendi
diline dikkat etmesi gerekiyor. Çatışmayı derinleştiren, toplumsal barışı bozan
her türlü üsluptan herkesin kaçınması gerekiyor. Bu toplumda daha fazla
acıların yaşanmasına gerek yok, daha çok kanın dökülmesine, gözyaşının akmasına
gerek yok. Eğer ortada bir sorun varsa, birbirimizi kırmadan, dökmeden de
konuşarak, müzakereler yaparak çözebiliriz ama burada dikkat etmemiz gereken
bir konu var. Ortada çözülmeyen bir sorun var diye ki bu bir iddiadır, bunu da
enikonu tartışmamız gerekiyor. Ortada çözülmemiş bir sorunun varlığına
göndermede bulunarak terörü, şiddeti şu ve bu şekilde meşrulaştırıcı
argümanları siyasetin diline taşıyamazsınız. Şiddete, teröre hiçbir şekilde
arka çıkamazsınız. Sayın BDP sözcüsü dediler ki: “Bizden, seçmenlerimize,
tabanımıza, toplumsal tabanımıza sırt çevirmemizi istiyorlar.” Hayır, hiç
kimsenin, herhangi bir partinin seçmenine sırt çevirme çağrısı yok. Ama burada
söylenen şey şudur, açık ve net bir biçimde söylüyoruz, AK PARTİ adına
söylüyoruz: Teröre, şiddete kesinkes tavır koymak mecburiyetindeyiz. Siyaseten
çözümün önünü açmak istiyorsak “ama”ların arkasına sığınmadan, terörü
meşrulaştırma anlamına gelebilecek hiçbir argüman arkasına sığınmadan terör
eylemselliklerini mahkûm etmemiz lazım.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Birlikte görev yaptığın Fırat Anlı terörist miydi?
MEHMET METİNER (Devamla) –
Demokrasilerde sorun çözücü yöntem diyalogtur arkadaşlar. Siyasal, yasal bir
partinin herkesten daha fazla diline dikkat etmesi gerekiyor. Yasallığın,
siyasallığın zeminini tahrip etmeden topyekûn sorunu birlikte çözmek istiyorsak
o zaman seçmenlerinize karşı sırtınızı dönmenizi değil ama teröre karşı, bir
yöntem olarak teröre karşı, sorun çözücü bir yöntem olarak teröre karşı
herkesin ilkeli bir biçimde karşı durmasını talep etmek hiç de yanlış değil.
Şimdi, arkadaşlar, biz,
Türkiye’de vatandaşlarını düşman ilan eden, imha edilmesi gereken düşman ilan
eden bir anlayışı yok etmek isterken, süregiden bir trajediyi tanımlarken
“savaş” tabirini kullanmamız hiç de yakışık değil. Savaş iki düşman taraf
arasında yapılır. Eğer iki düşman taraf varsa o zaman size tarafınızı tercih
edin diye sorulur. İki düşmandan söz etmeyelim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Genelkurmay “düşük yoğunluklu çatışma” demişti, siz de bir isim bulun.
MEHMET METİNER (Devamla) –
Ortada bir çatışma vardır, ortada bir sorun vardır ve bu çözülemeyecek bir
sorun değildir arkadaşlar.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Muharebe, sizin dilinizle muharebe!
MEHMET METİNER (Devamla) –
“Kürt meselesi” diye tanımlanan mesele çözülemeyecek bir mesele değildir. Biz
AK PARTİ olarak Sayın Başbakanımızın da defalarca belirttiği gibi ret, inkâr,
asimilasyon ve imha politikalarına karşı çıkan bir partiyiz ve bu anlayışı
tarihe uğurlamış bir partiyiz. Evet, Kürt vatandaşlarımızın başkaca talepleri
varsa bunlar ülkeyi bölen talepler değildir. Yeni bir anayasa yaparak biz bu
sorunları çözebileceğimize inanıyoruz. Bunun için zamana ve sabra ihtiyacımız
var arkadaşlar. Zamanı ve sabrı tüketen anlayışlardan, yaklaşımlardan her
birimizin kaçınması gerekiyor. Özellikle bu yüce çatının altında faaliyet
gösteren partilerimizin söylemlerine dikkat etmesi gerekiyor. Gerilimi,
çatışmayı tırmandıran açıklamalardan her birimizin özenle kaçınması gerekiyor.
Şimdi, burada biz herhangi
bir siyasal, yasal partimizin terör örgütüyle organik ilişkisi üzerinden
konuşarak başka bir yanlış mecraya kendimizi kaptırmak istemiyoruz. Yargının
işi yargıya aittir ama ortada terörün tanımından kaynaklanan, yasalarımızdan
kaynaklanan yanlışlıklar varsa bu yüce Meclis terörle mücadele yasalarını
değiştirir.
Biz herkes için demokrasi
isteyen, herkes için özgürlük isteyen bir partiyiz ve Kürt meselesi de terör
meselesi de bu ülkede çözülemeyecek bir mesele değildir. Eğer sorunlardan
beslenmiyorsanız çözüm bulunabilir arkadaşlar. “Demokratik açılım” diye
tanımlanan, bir başka deyişle ”millî birlik ve kardeşlik projesi” olarak
tanımlanan anlayışımıza, projemize siyasal partilerimizin topyekûn karşı
çıkmaları elbette ki düşündürücüdür. Sorunlardan beslenenler çözüme
direniyorlar, işin gerçeği bu. Birbirinin hasmı biamanı olan partilerimizin
demokratik açılım söz konusu olduğunda bir safta yer almış olmalarını Türkiye
toplumunun sağduyusuna havale ediyoruz.
Gelin, bu sorunu birlikte
çözelim. Gelin, birbirimizi kırmadan dökmeden, birbirimizi tahrip etmeden,
birbirimizi imha edilmesi gereken düşman olarak görmeden bu sorunu çözelim. Bu
sorunu çözmenin yegâne yolu da demokratik diyaloji yöntemidir. Şiddeti hiçbir
şekilde gerekçelendiremeyiz, hele hele Kürt meselesinin çözülmemiş olduğu genel
ezberinden hareketle terörü, şiddeti meşrulaştırma yoluna gitmemeliyiz. “Kürt
meselesi” dediğimiz mesele etnik kimliğin inkârından kaynaklanan bir meseledir,
bunu herkes biliyor. Ama bugün Türkiye’de etnik kimliğin inkârı üzerinden yol
yürüyen bir iktidar yok, bir devlet anlayışı da yok. Ama Kürt kardeşlerimizin,
Kürt vatandaşlarımızın çok haklı talepleri var, demokratik, siyasal, kültürel
talepleri var.
Biz şunu açık yüreklilikle
belirtiyoruz: On sene önce TRT Şeş’in açıldığı söylenseydi, ülkenin bölünüp
parçalanacağını söyleyenler bugün yanıldıklarını artık görsünler. Birbirimizi
ikna ederek bu sorunu çözebiliriz arkadaşlar. Birbirimizin duyarlılıklarını
kaşıyarak, etnik fayları harekete geçirerek biz bu sorunu çözemeyiz.
Türkiye'nin etnik bir sorunu var, geçmişte inkâr, asimilasyon, ret
politikalarının önümüze koymuş olduğu bir sorun var ama biz bu sorunla bir ömür boyu yaşayamayız. Bugünkü
İktidarımız, AK PARTİ İktidarı bu anlayışı, devlet aklının üzerine oturduğu bu
anlayışı tarihe uğurladı. Eğer biz AK PARTİ’nin devrimsel nitelikteki bu
reformlarını görmezlikten gelirsek, AK PARTİ sanki hiçbir şey yapmamış gibi
davranırsak çok yanlış yaparız arkadaşlar.
Evet, bu sorun çözülebilir,
yeter ki sorundan beslenenler çözüme inatla direnmesinler. Bizim şiddet
dilinden duyduğumuz rahatsızlığı herkes biliyor. Siyaseten müzakereye ne kadar
açık olduğumuzu da herkes biliyor. Evet, terörle mücadeleyi biz, siyasi
mücadelenin, topyekûn demokratik mücadelenin sadece ve yalnızca bir parçası
olarak görüyoruz. Sadece ve yalnızca güvenlik algısı üzerine oturan bir
anlayışımız yok. Ama demokrasinin yaşayabilmesi için de herkes takdir buyurur
ki güvenlik ortamına ihtiyaç var.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, sorun, hangi önerge üzerinde konuşuyor, farkında mı? Önergenin
adını biliyor mu?
MEHMET METİNER (Devamla) –
Eğer bir örgüt, Kürtlerin büyük bir kısmına rağmen bile, bir coğrafya üzerinde
silahlı bir vesayet rejimi oluşturmak istiyorsa burada demokrasi olmaz
arkadaşlar. Adının önünde “Barış ve Demokrasi” olan bir partimiz herkesten daha
fazla barış ve demokrasi konusunda ilkeli bir siyaset izlemek zorundadır.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Konuştuğunuz önergenin adını biliyor musun? Hele onu bir okuyun.
MEHMET METİNER (Devamla) –
Devletten kaynaklı her türlü şiddete beraber karşı çıkalım ama örgütten
kaynaklı şiddete de. Hele hele kendinden farklı düşünen Kürt vatandaşlarına
karşı dahi tahammül edemeyen Stalinist bir örgüte karşı da onun şiddet
politikalarına karşı da anlamlı bir ses yükseltmeliyiz. Şiddete karşı
olmaklığın gereği budur arkadaşlar.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) – Siz hangi taraftasınız, devlet tarafında mı, terör tarafında mı?
Tarafınızı bilelim, tarafınızı!
MEHMET METİNER (Devamla) –
Bizim tarafımız çok net Sayın KÜRKCÜ! Siz ne zamandan beri hangi taraftasınız
bilemiyorum.
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
KÜRKCÜ değil, yanlış söylüyorsun! (BDP sıralarından gülüşmeler)
MEHMET METİNER (Devamla) –
Sayın milletvekilleri, şimdi, biz silahlı mücadeleyle…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
MEHMET METİNER (Devamla) –
…siyasal mücadelenin artık birbirinden ayırt edilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Silahlı mücadele herkese kaybettirir. Siyasi mücadele herkese kazandırır. “Kürt
sorunu yoktur, Kürt vatandaşlarımızın sorunu vardır.” şeklinde bir eleştiri
üzerinden Sayın Başbakanımıza yöneltilen bir suçlama var. Burada söylemek
istediğimiz şey şudur: Evet, ret, inkâr, asimilasyon politikalarının ürünü olan
Kürt meselesi yoktur, PKK meselesi vardır ve ne yazık ki PKK Kürt sorununun
çözümü önünde şiddet politikalarıyla bir engel oluşturmaktadır. Umarım,
partisinin adı önünde “Barış ve Demokrasi” olan bir partimiz PKK’nın bu şiddet
politikalarına, Kürt sorununun…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Çıkarırız konuştuklarını, veririz İnternete, rezil olursun sonra. Rezil
olursun, Başbakana dediklerin gibi olur!
MEHMET METİNER (Devamla) –
…çözümsüzlüğünü derinleştiren bu şiddet politikasına da karşı çıkar.
Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Metiner.
Lehinde, Mersin
Milletvekili Ertuğrul KÜRKCÜ…
AYLA AKAT ATA (Batman) –
Sayın Başkan, “sözcü” diyerek ifadelerimizden…
BAŞKAN – Pardon,
anlayamadım?
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sataşmada bulundu.
AYLA AKAT ATA (Batman) –
Benim konuşmama atıfta bulunarak, “Sayın Sözcü” diyerek…
BAŞKAN – Ne söylemişti?
AYLA AKAT ATA (Batman) –
Şiddete gerekçe ürettiğimizi, şiddeti meşru gösterdiğimizi söyleyerek…
BAŞKAN – Duyamıyorum,
lütfen yüksek sesle…
AYLA AKAT ATA (Batman) –
Sayın Başkan, kendisinin söylediklerini tekrarlamak durumunda kalmak
istemiyorum ama bizim şiddete meşruiyet kazandırdığımızı söyleyerek, defalarca
“İsminin önünde Barış ve Demokrasi olan…”
BAŞKAN – Yani ben
şahsınıza…
AYLA AKAT ATA (Batman) –
“Sayın sözcü şiddete meşruiyet zemini yarattı” ifadesini kullandı Sayın Başkan.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Sayın Başkan, şahsına herhangi bir sataşma, bir şey oldu mu ya?
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) –
Konuşurken kendilerine bakmadı diye “Sataşmada bulundu” diyorlar!
BAŞKAN – Tamam iki dakika
cevap verin ama yeni sataşmalara mahal vermeyin, konuyu netleştirin konu
bitsin.
Buyurun.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Sayın Başkan, şahsına hiç sataşma olmadı, isim söylemedi, hiçbir şey demedi,
niye üzerine alınıyor ki?
VIII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3.-
Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
AYLA AKAT ATA (Batman) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
“Sayın sözcü” dedi, burada
konuşan bendim Sayın Grup Başkan Vekili, siz de takdir edersiniz.
Şimdi, bizim bu şiddet
meselesinde söyleyecek çok sözümüz var arkadaşlar, öyle az değil yani. Şiddetin
her türlüsüne maruz kalmış olan bir coğrafyadan geliyoruz, o koşullarda
büyüdük, o yüzden şiddet konusunu geçin.
Şimdi, şöyle bir gelelim
arkadaşlar, “Ortada inkâr yok, asimilasyon yok, imha yok.” deniliyor, “Bizim
dönemimizde bu bitti.” deniliyor. Bunun yerine ne deniliyor? “Biz ne dedik?
‘Tek’ dedik.” Tek demek ne demektir arkadaşlar? İnkâr demektir, imha demektir,
asimilasyon demektir. Hatta daha fütursuz davranıp buradan çıkıp bizlere, işte,
farklı birtakım sıfatları beraberinde getiren konuşmalar yapmak demektir. Siz
“tek” dediğiniz sürece bunun içinde inkâr vardır, “tek” dediğiniz sürece imha
vardır, asimilasyon vardır.
Ne zamanki siz bu ülkenin
çoğulcu yapısına uygun bir söylem ve politika ürettiniz, o zaman bu halk da
sizin samimiyetinizi test eder, samimiyetinize güvenir ama bugün itibarıyla
sınıfta kaldınız. Geçmişte yargı statüko, ordu statüko, şimdi AKP’nin kendisi statüko.
Teşekkür ederim. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler.
REFİK ERYILMAZ (Hatay) –
Sayın Başkan… Sayın Başkan…
BAŞKAN – Lehinde, Mersin
Milletvekili Ertuğrul KÜRKCÜ.
REFİK ERYILMAZ (Hatay) –
Sayın Başkan, az önce Sayın Mehmet Metiner her türlü şiddete karşı çıkılması
gerektiği yönünde bir açıklamada bulundu. Ben AKP Grubunun bu konuda samimi
davranmadığını iddia ediyorum. Eğer bu konuda bana bir iki dakikalık izin
verirseniz… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Allah
aşkına böyle bir şey var mı ya?
BAŞKAN – İddianız
tutanaklara geçmiştir efendim.
Buyurunuz Sayın KÜRKCÜ.
REFİK ERYILMAZ (Hatay) –
Bakın efendim, Suriye’den gelen muhaliflere karşı Türkiye’de silahlı eğitim
verildiğini…
BAŞKAN – Lütfen yerinize
oturunuz, iddianız da tutanağa geçmiştir.
REFİK ERYILMAZ (Hatay) –
Eğer izin verirseniz bunu AKP Grubuna da anlatmak istiyorum.
BAŞKAN – Sayın
Milletvekili…
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) –
On bir saniye alacağım var.
BAŞKAN – Ben yeniden
sözünüzü vereceğim.
Lütfen yerinize geçiniz.
REFİK ERYILMAZ (Hatay) –
Efendim, burada Sayın Mehmet Metiner yirmi dakika boyunca şiddete karşı
çıkılması gerektiğini beyan etti, aynen katılıyoruz efendim. Bu konuda samimi
olmadıklarını…
BAŞKAN – Sayın
Milletvekili, iddianız tutanaklara geçmiştir, lütfen yerinize geçiniz.
REFİK ERYILMAZ (Hatay) –
Türkiye’nin ulusal çıkarlarını tehdit edecek tavır içinde olduğunu anlatmaya
çalışıyorum. (AK PARTİ sıralarından “Böyle bir usul yok” sesleri, gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Milletvekili, lütfen yerinize geçiniz.
REFİK ERYILMAZ (Hatay) –
Okuyun arkadaşlar, okuyun…
VII.-
ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.-
İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve arkadaşları tarafından (124 sıra no.lu)
Türkiye’de medyanın ayrımcı, ötekileştiren ve cinsiyetçi yaklaşımı hakkında
alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin
önüne alınarak, 16/11/2011 Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın
Kürkcü.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) –
Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar… (AK PARTİ ve CHP sıraları arasında karşılıklı
konuşmalar) Bu böyle devam ederken, ben konuşmuyorum…
REFİK ERYILMAZ (Hatay) –
Suriye’ye karşı mücadele eden muhalif gruplara karşı verilen silah desteğinden
haberiniz var mı? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
Milletvekili, lütfen yerinize oturunuz… Lütfen… (AK PARTİ ve CHP sıraları
arasında karşılıklı konuşmalar) Karşılıklı konuşmayınız.
Buyurunuz.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) –
Peki.
Sayın Başkan, sevgili
arkadaşlar; biliyorsunuz, ben aranızda yeniyim, eskiden beri bu Mecliste
olanlar var, fakat ben bu Meclise alışmakta gerçekten çok büyük güçlük
çekiyorum. Çünkü, benden önce konuşan konuşmacının, Mehmet Metiner’in
konuşmasını dikkatle dinledim. Şimdi, bizim üzerinde konuştuğumuz bir araştırma
önergesi var, araştırma önergesinin ne hakkında olduğunu hatırlatmak istiyorum.
Türkiye’de medyanın ayrımcı, ötekileştiren ve cinsiyetçi yaklaşımı ve dili
hakkında bir araştırma yapılması, bu yaklaşımın doğurduğu sonuçların
incelenmesi ve medyada nefret söyleminin ortadan kaldırılması için hukuki
altyapının hazırlanması amacıyla bir Meclis araştırması. Metiner, bu önergenin
aleyhinde konuştu, konuşmasının içerisinde bir tek kere “medya” sözü geçmedi.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Sizin konuşmacınız çok geçirdi çünkü.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) –
Şimdi, böyle mi tartışacağız? Ortadaki önerge hakkında hiçbir şey söylemeden
bunun reddedilmesini isteyeceğiz ve tamamen başka bir konuda nutuk atacağız ve
vakit böyle geçecek, böyle geçecek, böyle geçecek kum saati akıp dolacak, fakat
biz hiçbir şey yapmamış olacağız.
Şimdi, işin başına dönelim,
başı şudur: Biz, Türkiye’de, özellikle içinden geçtiğimiz günlerde toplumun
çeşitli kesimleri arasında artan birbirini dışlama, birbirine sırtını dönme,
birbiriyle gerilerek yaşama ritminin değişmesi için medyanın oynadığı
belirleyici rolde olumlu bir değişiklik için Meclisin harekete geçmesini talep
ediyoruz çünkü sevgili arkadaşlarım, medya, biz onu ne kadar beğenmezsek
beğenmeyelim, ne kadar eleştirirsek eleştirelim eninde sonunda toplumun
birbiriyle haberleştiği en önemli ortam ve bu ortamın nasıl kurgulandığı, bunun
dilinin nasıl kurgulandığı son derece önemli. Az çok bütün gençler, bütün
çocuklar konuşmayı, kelime haznelerini, birbirlerine hitap şekillerini medyadan
devralıyorlar, özellikle görsel ve yazılı medyadan devralıyorlar. Bu nedenle, Meclisin,
Türkiye'nin bugün geçmekte olduğu zor durumu göz önüne alarak medyayı yapıcı
bir role davet etmesi, şüphesiz ifade özgürlüğü, şüphesiz eleştiri özgürlüğü
bahsini herhangi bir biçimde denetimi altına almaya kalkışarak değil, amma
velakin yurttaşların birbirleri hakkındaki düşüncelerini nefret etmeksizin,
birbirlerini dışlamaksızın ifade edecekleri bir çalışma, düşünme, konuşma,
temas alışkanlığı kazandırması için harekete geçmesini istiyoruz.
Bu mesele sadece ve sadece
Türkiye’de şu gün en çok konuştuğumuz Kürt meselesiyle ilgili değildir; bu
mesele kadına karşı ayrımcılıkta kendini göstermektedir, bu mesele kendisini
inançlara karşı ayrımcılıkta göstermektedir, bu mesele kendisini cinsel
yönelimleri bakımından çoğunluktan ayrılan yurttaşlarımıza karşı
göstermektedir. Dolayısıyla bir bütün olarak nefret söyleminin medyadan
dışlanması için medyanın bugün nefret söylemiyle ilişkisini ve nefret söylemi
karşısındaki durumunu gözlem altına alacak ve bu bakımdan tavsiyelerde
bulunacak bir araştırma komisyonu öneriyoruz.
Her şeyden önce, nefret
söylemi dediğimiz zaman neyi kastettiğimizin bilinmesini isterim. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin tanımlarına dayanarak Avrupa Komisyonunun yaptığı bir
çalışmada şu noktalar nefret söylemi kapsamında görülmektedir: Birincisi, ırkçı
nefretin veya başka bir deyişle kişilere veya gruplara yönelik nefretin belli
bir ırka ait olmaları nedeniyle kışkırtılması. İkincisi, cinsel nedenlerle
nefretin kışkırtılması. İnananlar ile inanmayanlar arasındaki ayrıma dayalı
nefretin kışkırtılması da aynı kefeye konulabilir. Son olarak, Avrupa Konseyi
Bakanlar Komitesinin nefret söylemi üzerine tavsiye kararında kullanılan
ifadeleri kullanacak olursak saldırgan milliyetçilik ve etnik merkezcilik
şeklinde ifadesini bulan, hoşgörüsüzlüğe dayalı başka nefret türlerinin
kışkırtılması.
Bugün, Türkiye medyası, bu
nefret söyleminin bin bir varyantını başlıklarında, yorumlarında,
analizlerinde, haberlerinde, görsel malzemelerinde, karikatürlerinde
kullanagelmektedir ve bu, Türkiye’de zaten çok yaygın olmayan hoşgörü ortamının
giderek daralmasına yol açmaktadır.
Deminki tartışmada, ister
istemez bu tartışmanın bu önergenin başlığından ayrılmasına yol açan bir boyut
var, bu boyuta geri dönmek isterim ve ben, eğer medyayı eleştireceksek, kendimizi
medyadan ayırt edecek ya da medyanın olumsuz yaklaşımından ayırt edeceksek,
buradan ayırt edecek bir tavrı hep birlikte benimsememiz ve bunun tersine
davranışları da kendimizden uzaklaştırmamız gerektiğine dikkat çekmek isterim.
Örneğin, Adalet ve Kalkınma
Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son aylarda sıkça özellikle
Kürt meselesi bağlamında ortaya attığı şu tartışmayı nereye koyalım? İkide
birde, kendisi gibi düşünmeyenlere ya da karşısında yer alanlara “Zerdüşt” diye
seslenen Başbakanın aslında Zerdüşt yurttaşlarımızın da Başbakanı olduğunu
unutması düşünülebilir mi? Türkiye gibi bu kadar çok dinsel inancın, mezhebin,
ırksal köken farkının bir arada yaşadığı bir yerde velev ki yurttaşlarımız
Zerdüşt’tür, velev ki Zerdüştçe davranmaktadırlar, ne olacak? Tabii, ister
istemez Başbakanın ağzından çıkan bu söylem medyada dalga dalga yayılmakta ve
ona hak verenler bu söylemi, bu ifadeyi
olumsuz, aşağılayıcı bir ifade olarak kullanmaya devam etmektedirler.
Dünkü oturumda, buradaki
nefret söylemi bağlamında açık ve net bir nefret söylemi olarak kabul edilmesi
gereken bir ifade İçişleri Bakanımızın ağzından çıktı. İçişleri Bakanımız,
inananlarla inanmayanlar arasındaki ayrımı körükleyecek şekilde BDP
milletvekillerinden ya da Kürt militanlardan ya da kendisine muhalefet eden
Kürtlerden “dinsizler” diye söz etti. Velev ki dinsizler, dinsizlerin de
İçişleri Bakanı olmayacak mıdır İçişleri Bakanımız, dinsizlerin dinsiz olma
hakkını korumayacak mıdır? Benim bildiğime göre, Anayasa’mız bunu emreder.
Peki, ısrarla ve sistematik olarak din ayrımcılığı, inananlarla inanmayanlar
arasındaki ayrımcılığın bu kürsüden, bu koltuklardan, bu mikrofonlardan
yapılması kaçınılmaz bir biçimde medyada karşılığını ve yankısını bulmayacak
mıdır?
Etnik kimlikleri dolayısıyla
çoğunluktan ayrılan yurttaşlarımızı ya da çoğunluktan ayrılan başkalarını
sistematik olarak suçlayan, örneğin, Suriye’deki çatışma söz konusu olduğunda
Adalet ve Kalkınma Partisinin dış politikasını eleştiren milletvekillerini ya
da politik parti liderlerini “Onlar da ötekiler gibi Alevidir.” diyerek
dışlamanın medyada bir karşılığı ve yankısı olmayacak mıdır? Elbette olacaktır.
Bunların Adalet ve Kalkınma
Partisiyle başladığını ya da onun sözcüleri tarafından icat edildiğini
söylemiyorum. Bu, Türkiye’de yaygın kendiliğinden bilinçtir. Bu kendiliğinden
bilinç ne yazık ki erkektir, heteroseksüeldir, Türk’tür ve Müslüman’dır.
Dolayısıyla, bu zihniyetle yetişen çocuklar büyüdüklerinde, milletvekili
olduklarında eğer hoşgörü eğitiminden geçmemişlerse, hoşgörü ikliminde siyaset
yapma alışkanlığı edinmemişlerse kaçınılmaz olarak bu dili tekrarlamaktadırlar.
O nedenle, ben, Meclisimizin böyle bir araştırma komisyonu kurarken kendisini
de araştıracağını, kendi dilini de gözden geçireceğini ve topluma ibret olabilecek
bir dil, söylem, ilişki biçimi geliştirmek için kendini de kontrolden geçirmiş
olacağını düşünüyorum. O nedenle, bu önergenin aleyhinde, bana sorarsanız,
hiçbir milletvekilinin olmaması lazım çünkü bu, Türkiye kamuoyunu biçimlendiren
son derece eksik bir medya ahlakıyla, son derece eksik bir medya
örgütlenmesiyle, son derece eksik bir medya deontolojisiyle çalışan Türkiye
gazeteciliğine de yardımcı olmaktır. Bu medya eğer bizim hepimizin buradaki
sözlerimizin, düşüncelerimizin yayılması için ihtiyaç duyduğumuz şeyse ve
burada tıpkı bir prizmada kırıldığı gibi bütün sözlerimiz, bütün düşüncelerimiz
kırılarak, çarpılarak, ya küçültülerek ya da inanılmaz ölçüde büyütülerek,
bağlamından koparılarak yansıyorsa, yanlış bir biçimde burada görüntüleniyor isek,
bizim medya imgemiz hiçbir zaman istediğimiz gibi değilse, o zaman, bu medyanın
kendi kendine bakması, bizim de ona bakmamız için yardımcı olmamız gerekmez mi?
Niye bu önergenin aleyhinde konuşulur? Niçin bu önergenin reddedilmesi istenir?
Bence, üyelerimizin hepsinin, bu önergeyi, bu araştırmayı, kendimizi
araştırmak, toplumumuzu araştırmak, medyamızı araştırmak, medyamızın geleceğini
araştırmak ve yeni ortaya çıkan medya türlerinin olumlu ve yapıcı bir iş
görebilmesini sağlayabilmek bakımından desteklemesi gerekir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) –
O nedenle, içinde bulunduğumuz tartışmalar ne olursa olsun, tartışmanın hangi
tarafında olursak olalım, bizim hepimizin, hava gibi, su gibi, ekmek gibi,
gerçeğin aynası olan bir medyaya ihtiyacımız var. Görüş ve kanaatleri, bakış
açıları tamamen farklı olabilir ve olmalıdır. Çoğulcu bir medyaya ihtiyacımız
var ama asla ve asla, nefret söylemiyle yurttaşları birbirine karşı konumlandıran
bir medyaya ihtiyacımız yok. Bu medyaya söylemiyle, diliyle, üslubuyla,
hitabetiyle, muhataplarını karşıya alışıyla kötü örnek olan, nefret söyleminin
bizzat bu çatı altından topluma yayılmasına yol açan siyasetçilere ise hiç
ihtiyacımız yok.
Teşekkür ederim. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Kürkcü.
Aleyhinde, Gaziantep
Milletvekili Şamil Tayyar.
Buyurun Sayın Tayyar. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ŞAMİL TAYYAR (Gaziantep) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; BDP’nin medyayla ilgili verdiği
araştırma önergesinin aleyhinde konuşmak üzere söz aldım. Hepinizi sevgi ve
muhabbetle selamlıyorum.
Önergeyle ilgili konuşmadan
önce bir iki konuya açıklama getirmek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde bir
televizyon kanalında ironik bir üslup ve metaforik bir yaklaşımla yaptığım
açıklamaya ilk tepkiyi bölücü terör örgütünün kanalı Roj Televizyonu gösterdi,
dakikalarca haber yaptı ve şahsımı PKK üzerinden tehdit etti.
Asıl öfkenin…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ne
dediğinizi de söyleyin.
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) –
Asıl öfkenin…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ne
dediğinizi söyleyin Meclis duysun!
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) –
Dinleyin… Dinleyin…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ne
dediğini söyle.
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) –
Dinleyin…
Asıl öfkenin bu konuşmamdan
değil…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Mecliste, bu meydanda döversiniz, grup başkan vekilini dövüyor. Sen eşkıya
mısın?
BAŞKAN – Sayın Kaplan…
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) –
…piyasaya yeni çıkan, PKK ve Ergenekon’un kan kardeşliğini anlatan “Kürt
Ergenekonu” isimli son kitabımdan kaynaklandığının farkındayım.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Saygılı ol, ne dediğini söyle!
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) –
Hiç önemli değil...
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Cesur ol, ne dediğini söyle!
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) –
Hayatım boyunca çetelere pabuç bırakmadım, bunlara da bırakmam.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Televizyonda değil, gel burada…
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) –
Unutmayın, Allah’ın verdiği canı ancak Allah alır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Eşkıya mısın sen?
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen… Konuşmacıyı dinleyin lütfen.
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) –
Asıl üzüldüğüm nokta…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Eşkıya mısınız?
BAŞKAN – Dinleyin, dinleyin
lütfen.
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) –
Asıl üzüldüğüm nokta, bir milletvekilinin PKK’nın bu tehdidini Meclis
kürsüsünde dile getirmesidir. Kitabım için “çakma” dedi, ağır hakaretler
savurdu. Bu iddia teknik olarak mümkün değil çünkü bu kitap benim eserimdir ama
“çakma” diyen zat kimin eseridir, bunu bilmiyorum. Yıllardır beraber siyaset
yaptığı arkadaşları ağır bedeller öderken o hep ayakta kalmayı başardı, acaba
neden? Bu soruya yanıt vermesi gerekir. Misal, devletin derin dehlizlerinde
Kürt siyaseti için devşirilmiş olabilir mi, açıkçası merak ediyorum.
SIRRI SAKIK (Muş) –
Devşirme sensin.
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) – Bu
zat devam ediyor, diyor ki: “Haddini bilmeyen milletvekillerine haddini
bildiririz.”
PKK’nın gölgesinde boks
yapanlara buradan sesleniyorum: İşte buradayım, hadi gelin haddimi bildirin.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Siz
söylediklerinizi bu kürsüden tekrarlasanıza.
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) –
Sonra utanmadan, sıkılmadan “O tetikçileri biz iyi tanırız.” diyor.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Tekrarla cesaretin varsa televizyon ekranlarında konuştuklarını.
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) –
Bakın, tetikçileri iyi tanıdığınızı biliyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Eşkıya mısınız?
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) –
Ben hayatım boyunca silahlı kamp görmedim, Bekaa’ya gitmedim, buralarda eğitim
almadım, teröristlerle kol kola girip eylem yapmadım. Bu konuda hakkınızı
teslim ediyorum!
Önergeye gelince… Medyanın
ayrımcı, ötekileştiren ve cinsiyetçi yaklaşımı ve dili hakkında bir araştırma
yapılmasını istiyorsunuz. Önce “günaydın” diyorum. Biz, yıllardır medyanın
sorunlu ve arızalı yapısını dile getirdik. Yirmi altı yıllık meslek hayatım
boyunca bunun kavgasını verdim. Maalesef Türkiye’de genel olarak medya, darbeci
cuntanın kaldıracı olarak davranmış, darbe öncesi şartların olgunlaşmasını
sağlamak üzere kodlanmıştır. 27 Mayısta, 12 Martta, 12 Eylülde, 28 Şubatta
bunun acı örneklerini yaşadık. 27 Mayıs darbesinden önce üniversite
öğrencilerinin kıyma makinelerinde katledildiği yalanlarını yazanlar darbe
gününe kadar bu pervasızlıklarını sürdürdüler. Darbeci tayfa ise yayınladıkları
tebliğlerle bu medyanın işini kolaylaştırdılar.
İstanbul Sıkıyönetim
Komutanı Fahri Özdilek 1960 yılı Nisan ayında yayınladığı tebliğde medyaya
bakın nasıl talimat veriyor: “Başlıklarda yetmiş iki puntodan büyük harf
kullanmak, sürmanşet, dişi klişe, espaslı manşet, dört sütundan büyük resim
kullanmak yasaktır.” Bu orducu siyaset anlayışı bir süre sonra medyanın
ağababalarını darbe senaryosu üretimine kadar sürükledi. 9 Mart cuntasının
önemli üyeleri İlhami Soysal’dan Hasan Cemal’e kadar çok sayıda gazetecidir.
Bu örnekleri daha da
çoğaltmak mümkün. Yakın zamanda Ergenekon sürecinde kimi gazetecilerin
darbecilerle nasıl kol kola girdiklerine şahit olduk. Evet, medyamızın sorunlu
ve arızalı bir yapısı var, bunun mutlaka düzeltilmesi gerekir ancak bunun
mecrası Parlamento değildir. Parlamento aslan terbiyecisi rolüne soyunup
medyaya çekidüzen vermeye kalkışmamalıdır. Basın çağdaş demokrasilerde yasama,
yürütme ve yargı gibi bağımsız bir kuvvettir. Basının akıbetini toplumsal
dinamikler ve evrensel değerler belirlemelidir. Aksi hâlde takınacağımız tutum
sansürcü bir yaklaşım olur, “Dört sütundan büyük resim kullanmak yasaktır.”
diyen Fahrettin Özdilek Paşa’dan hiçbir farkımız kalmaz.
“Efendim, Hükûmet medyayı
baskı aracı olarak kullanarak kendi politikalarını dayatıyor.” Bu iddia
mesnetsizdir. Kaldı ki önergede imzası bulunan Sebahat Tuncel’in bu kadar
gocunmasına da gerek yok. Terörist cenazelerindeki efe görüntülerini Roj TV,
Fırat Haber Ajansı sürekli olarak veriyor. Bizlere de sürekli hakaret edip
hedef gösteriyorlar. Önergenin gerekçeleri arasında bazı gazete ve İnternet
portallarından çıkan haberlerin çıktısı var. Baktım, PKK’nın yayın organı Fırat
Haber Ajansı bunların arasında yok. Hiç kusura bakmayın. Eğer Türkiye’de
medyanın Roj gibi, Fırat gibi olmasını istiyorsanız, KCK’nın basın komitesi
gibi çalışmasını istiyorsanız Kandil’e gidin.
Basın özgürlüğüne müdahale
olarak algıladığımız ve Meclis gündemini engellemek için verildiğini
düşündüğümüzden dolayı bu önergeye ret oyu vereceğimizi bildirmek istiyorum.
Yüce heyetinizi sevgi ve
saygılarla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bu arada, belki
Beyefendi’ye de bir ufuk açar diye bunu da Sırrı Sakık’a hediye ediyorum,
buraya da bırakıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Tayyar.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın
Başkan, dün de bugün de şahsıma yönelik sataşma olmuştur, cevap vermek
istiyorum.
BAŞKAN – Yeni sataşmalara
mahal vermeyiniz Sayın Sakık.
Lütfen buyurunuz.
VIII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
4.-
Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar’ın,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın
Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Şimdi, Hatip burada
konuştu. Bizi dost da tanır düşman da tanır. Biz hiçbir yerden, derinliklerden
gelmiyoruz, çok şeffaf alanlardan geliyoruz. Orada doğduk, orada ölürüz. Biz
böyle, ülkücü alandan gelip, DSP’den çark edip sonra AKP’ye çengel atanlardan
da değiliz. Ben 5-6 kez tutuklanmışım. Sadece Allah adına, ön sayfada ismim
olduğu için gidip bir yıl yatmışım. Başım gözüm üstüne, yine gelirse yine
gideriz yine yatarız. Bu halkı özgürleştirmek bizim boynumuzun borcudur ama biz
bu alandan nemalanmadık. İlk günden beri siz çıktınız… Hiçbir tartışmamız,
konuşmamız yok sizinle. Ama siz çıktınız, ekranlardan bizi tehdit ettiniz.
Hatta dediniz ki: “Yaşlı babamı da tehdit ettiler.” Kim ki senin yaşlı babanı
tehdit ediyorsa alçaktır.
ŞAMİL TAYYAR (Gaziantep) –
Teşekkür ederim.
SIRRI SAKIK (Devamla) –
Şimdi, ama yalan, dalaverelerle de siyaset olmaz. Çıkıp bunları söylüyorsun,
Kürt ve Ergenekon. Bakın, benim ailemden, burada oturan bütün şahsiyetlerin
ailelerinden, Ergenekon’dan 10’larca insan bu ailelerden öldürülmüştür. Bizi
bunların yanına koyamazsınız.
ŞAMİL TAYYAR (Gaziantep) –
Peki, PKK’dan öldürenler yok mu? Yok mu PKK’dan öldüren? 4 bin çocuğun kanını
akıttılar.
AYLA AKAT ATA (Batman) –
Bir hakikatler komisyonu kuralım, failler de mağdurlar da konuşsun.
ŞAMİL TAYYAR (Gaziantep) –
Sadece PKK niçin… Buna da cevap ver hadi.
SIRRI SAKIK (Devamla) –
Şimdi, bakın, bakın…
AYLA AKAT ATA (Batman) –
Hepsini aydınlatalım.
ŞAMİL TAYYAR (Gaziantep) –
Efeleniyorsunuz, meydan okuyorsunuz, PKK’ya bir tek laf edebiliyor musunuz?
Size soruyorum.
SIRRI SAKIK (Devamla) –
Şimdi, bakın, gelin, hakikatleri araştırma komisyonunu birlikte kuralım. Gelin,
birlikte kuralım.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Hakikatler komisyonuna varız.
SIRRI SAKIK (Devamla) –
İşte, diyalog kuramıyoruz. Gelin, kim ki yapmazsa namerttir. Adres Kandil’e mi
gider, size mi gelir, Ulucanlar’a mı gider, bilmem Silivri’ye mi gider, nereye
giderse gitsin, gelin, bu hakikatleri araştırma komisyonunu hep birlikte
kuralım, geçmişimizle yüzleşelim, Kürt sorununu bir rant sorunundan çıkaralım.
Ne yazık ki Kürt sorunu
acımasız siyaset dünyasının kurbanıdır. Kürt sorunu olmasa siz tek kitap
yazamazsınız, bu ekranlarda her gece Kürt sorununu tartışanlar ekranlarda tek
kelime edemezler. Onun için, Kürt sorunu bir rant sorununa dönüşmüş, biz bunu
da ranta dönüştürmeyeceğimizi söylüyoruz ve ben 6-7 kez tutuklandım,
bilmiyorum, o kadar çok şey yaşadım ki ve hiç kimse de dönüp bana demedi…
Niye ayaktaysak diye
üzülüyor musunuz? O zaman gelin, şiddete başvuran sizsiniz. Burada Uslu şiddete
başvurdu, dün grup başkan vekili başvurdu, aha ben de buradayım, gelin, siz de
şiddete başvurun, çözüyorsa çözün.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) –
Bu söylediğine inanıyor musun?
SIRRI SAKIK (Devamla) –
Söylediğime inanıyorum. Ben arkasında duramayacağım hiçbir söz de söylemem.
Onun için…
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) –
Hakaret etti.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Kim
hakaret etti? Siz ön yargılısınız ya!
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
SIRRI SAKIK (Devamla) –
Yani, Sebahat Hanım’a nasıl bir ön yargılı olduğunuzu görüyoruz burada.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Sakık.
VII.-
ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.-
İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve arkadaşları tarafından (124 sıra no.lu)
Türkiye’de medyanın ayrımcı, ötekileştiren ve cinsiyetçi yaklaşımı hakkında
alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin
önüne alınarak, 16/11/2011 Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmemiştir.
Şimdi de, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve daha sonra oylarınıza sunacağım.
2.-
"AKP İktidarı döneminde Afet ve Acil Müdahale Mevzuatında yapılan değişiklikler
ve getirilen yeni yapılanma sonuçlarının Van depremindeki etkilerinin
araştırılması, sonuçlarının tespiti ve alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla" verilen Meclis araştırması önergesinin 16/11/2011
Çarşamba günkü birleşimde okunarak görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına
ilişkin MHP Grubu önerisi
16.11.2011
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu’nun 16.11.2011 Çarşamba günü (bugün) yapılan
toplantısında oy birliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün
19 uncu Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP
Grup Başkanvekili
Öneri:
14 Kasım 2011 tarih ve 732
sayı ile "AKP İktidarı döneminde Afet ve Acil Müdahale Mevzuatında yapılan
değişiklikler ve getirilen yeni yapılanma sonuçlarının Van Depremindeki
etkilerinin Araştırılması, sonuçlarının tespiti ve alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla" verdiğimiz Meclis Araştırma önergemizin 16.11.2011
Çarşamba günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü
Birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN– Önerinin lehinde
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır.
Buyurunuz Sayın Şandır.
(MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii ki bu Danışma Kurulu,
grup önerilerinin bir anlamı ve bir önemi var, bunu ifade ederek sözlerime
başlamak istiyorum. Grup önerileri, toplum kesimlerinin sorunlarını Meclis gündemine
taşıma amacıyla hazırlanıyor. Araştırma komisyonu kurulması bir talep ama
üzerinde konuşulması da bir fırsat olarak değerlendiriliyor.
Şimdi, buraya gelen konular
üzerinde kırk dakika lehte, aleyhte konuşuyoruz. Böylelikle toplum kesimlerinin
sorunlarına bir duyarlılık ortaya koyuyoruz. Bunu önemsemek lazım. Bu, Meclisi
çalıştırmamak gibi, zaman kazanmak gibi, muhalefetin bir aracı değil, gerçekten
bir demokrasi gereği, bir görev gereği, bir sorumluluk gereğidir.
Biz, bugün, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu olarak Van’da ve Erciş’te yaşanan depremden sonra bu
acıyı çok derinden yaşayan insanlarımızın sorunlarını gündemde tutmak, Genel
Kurulda tekrar tartışarak onları sahiplenmek, onların acısını paylaşmak için
bir fırsat olarak görüyoruz.
Değerli milletvekilleri,
bazı konular vardır ki bunlar hepimizin ortak paydasıdır. Bu ortak paydaların
önemini bilmek, birliğimizi geliştirmek anlamında bunları böyle bir siyasi
kavganın aracı olarak değil, gerçekten ortak aklı üretmek, acıyı paylaşmak veya
sevinci paylaşmak anlamında değerlendirmek gerekiyor. Deprem bizim ortak
paydamızdır. Ülkemiz dünyanın önemli, önde gelen deprem bölgelerinden birinde
bulunmaktadır. İlgili kurumların yaptığı araştırmalara göre Türkiye’de her yıl
6 ve yukarısı şiddette bir deprem olduğu bellidir, istatistiki birtakım
rakamlar var ve deprem bizim hayatımızın, ülkemizin bir gerçeği. Bu konuyla
ilgili alınması gereken tedbirleri -tüm iktidarları, tüm yöneticileri
kapsayacak şekilde söylemek istiyorum- yeterince alamadığımız için maalesef her
sene bu acıları yaşıyoruz. Her sene ülkemizin bir bölgesinde deprem dolayısıyla
hayatlarını kaybeden insanlarımız, evlerini, işlerini kaybeden insanlarımızın
acılarını konuşuyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk milleti bu sorunu
aşabilmek noktasında, bana göre, bize göre, yeterli iradeye ve güce sahiptir.
Bunu doğru tanzim etmek, gereğini eksiksiz ve zamanında yapmak hepimizin
sorumluluğu, özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve bu Meclisin içinden
çıkmış siyasi iktidarın sorumluluğu. Sizlere de geliyordur. Her gün masamızda
onlarca faks buluyoruz, e-mail, elektronik posta buluyoruz. Depremde
yaşananların feryatları, yani, uykularımızı kaçırıyor. Öğretmenlerimiz,
polislerimiz, lojmanlar yıkılmış, okullar yıkılmış, eşyalarını alamamışlar. Hiç
farkına vardınız mı sayın bakanlarım? Polislerin bazılarının ayağında eşofman
vardı -ben geçen gün bir televizyon programında izledim- eşyasını alamıyor,
oturacağı yer yok, karakolu yıkılmış. Öğretmenler, eğitim yapacak okulları
kalmamış. Şimdi, bu feryatları, bu sonuçları ülkenin gündeminden düşürmemek
gerekiyor.
Milliyetçi Hareket Partisi
olarak biz bu konuda bir toplumsal sorumluluk, bir duyarlılık olarak bu konuyu
tekrar gündeminize getiriyoruz hatta Sayın Başbakanın ifadesinin devamı olarak…
Sayın Başbakan ikinci depremden sonra Van’a gittiğinde gördüğü manzara
karşısında anlaşılıyor ki irkildi ve bu sonucun sorumlularından hesap soracağız
anlamında sözler söyledi, çok önemliydi. “Sorumlular üniversiteden olabilir,
bürokrasiden olabilir, nereden olursa olsun bunun arkasını arayacağız.”
demişti. Çok doğru bir yaklaşım ama meselenin bir de siyasi sorumluluğu var
sayın milletvekilleri.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Başbakan edebiyat yapıyor, edebiyat.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
İdari sorumluluğun gereğini yerine getirmek tabii ki Hükûmetin görevi ama işin
siyasi sorumluluğu da var. Bu sorumluluk eğer konuşulmazsa, sorgulanmazsa
herkes yaşadığı acıyla köşesinde kıvrana kıvrana “bu bizim kaderimiz” diye
umutsuzluğa düşer.
Bu sebeple Milliyetçi
Hareket Partisi olarak önümüzdeki hafta içerisinde de deprem ve deprem
sonrasıyla ilgili, görevli Sayın Bakan hakkında da gensoru vereceğiz. Amacımız
bu konu burada tartışılsın, sürekli gündemde tutulsun.
Bakın, bugün gündeminize
getirdiğimiz çok önemli bir konu var. Biz diyoruz ki, siz… Burada bu deprem
olunca ilk konuşmalardan birini ben yapmıştım, demiştim ki: “Türkiye
Cumhuriyeti devletinin, Türk milletinin deprem ve deprem sonrası afetle,
felaketle mücadele etmekte yeterli birikimi var, tecrübesi var. Bu tecrübeden faydalanınız.
Marmara depremi sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti devleti, Hükûmeti, bakanları,
bürokratları, teknokratları çok önemli bir sınav verdiler ve yüz akı oldular.
Dünyada Kobe depremi gibi çok önemli bir depremden çok daha başarılı bir sonuç
aldılar. Gelin, bizim deneyimlerimizden faydalanın.” İlk günler söyledik bunu.
Bugün de getirdiğimiz husus
şudur: Huzurunuzda bir soru soruyoruz sayın bakanlarım, sayın milletvekillerim.
Allah indinde, millet huzurunda sorumluluğunuzu hatırlatmak anlamında, Parlamento
olarak sorumluluğumuzu hatırlatmak anlamında bir soru soruyoruz. Bunun
araştırılması sizin görevinizin gereği değerli iktidar partisi grubu
milletvekilleri.
Diyoruz ki iktidarınız
döneminde afet ve acil müdahale mevzuatında çok önemli değişiklikler yaptınız.
Bu değişiklikler doğrultusunda, bu konudaki yapılanmayı, devlet kurumlarını
feshettiniz, yeni bir kurum kurdunuz. 2000 yılında çıkartılan yapı denetimi
uygulamasının genelleştirilmesini sekiz yıl ertelediniz, bu yılın başında
genellediniz.
Ölümleri deprem yapmıyor,
çürük binalar yapıyor. O çürük binaları denetleyecek yapıyı, mevzuatı -bilerek
dersem yanlış olabilir ama hangi amaçla onu anlamakta zorlanıyorum, çünkü sizin
bölgenizde, sizin döneminizde de 6 tane deprem yaşandı- Yapı Denetim Kanunu’nun
Türkiye genelinde uygulanmasını sürekli ertelediniz.
Şimdi diyoruz ki
Türkiye'nin afet ve afet sonrası müdahale ve mücadelesinde birikmiş hafızasını
sildiniz, mevzuatını değiştirdiniz, yeni mevzuatı da uygulamadınız ve Van
depreminde görünen bir sonuç var ki yine Başbakanın ifadesiyle “Başarısız
olduk.” diyor, “İlk yirmi dört saatteki müdahalede başarısız olduk.” Zaten
ölümler de o zaman oluyor, ölümler de o zaman oluyor. Gelin, bu konuyu
araştıralım. Yani Türkiye'nin deprem ve deprem sonrası afetle mücadelede,
müdahalede hafızası, bilgi birikimi durumuna gelmiş olan mevzuatını
değiştirmenizin ve bu konudaki kurumsal yapıyı bozup yeni bir yapı kurma
gayretlerinizin Van depremi üzerindeki etkilerini, gelin, birlikte araştıralım,
tartışalım, tespitler yapalım, sonuçlar çıkaralım ve alınması gereken
tedbirleri alalım ki her yıl bir büyük deprem yaşamak durumunda olan ülkemizde
bu acılar yaşanmasın.
Değerli milletvekilleri,
kırmızı koltuklarınızda rahat oturuyorsunuz ama inanınız ki Van’da insanlar
soğuktan tir tir titriyorlar, çocuklar, yavrular çadırlarda hayatlarını
kaybediyor. O çadırların altında, o yağmurun, karın içinde o polis memurları,
güvenlik güçleri, milletin, halkın güvenliğini emanet ettiğimiz o insanlar, evi
yıkılmış, karakolu yıkılmış, eşyası yok. Rahat olamazsınız, sorumluluktan
kaçamazsınız. Bu konu bu ülkenin gündeminde sürekli kalmalıdır. Ne yapılması
gerekiyorsa ama ne yapılması gerekiyorsa onu tamamen bir bütünlük içinde…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Tekrar ediyorum: Deprem konusunda ne yapılması gerekiyorsa onu yapmak
sorumluluğu bu Parlamentonundur, bu Parlamentodan çıkmış olan siyasi
iktidarındır. Bundan kaçamazsınız. Ağıtlar yakarak, nutuklar atarak, hem Allah
indindeki sorumluluğunuzdan hem millet nezdindeki sorumluluğunuzdan
kurtulamazsınız.
Bu sebeple diyorum, gelin
bir konuyu araştıralım. Söylediğimiz konu, değiştirdiğiniz mevzuatın ve
değiştirdiğiniz devlet yapılanmasının Van depremindeki etkilerini araştıralım,
alınması gereken tedbirleri bu dersten, bu acıdan çıkaralım diyoruz. Bu
komisyon kurulmalıdır. Bu komisyonun kurulmasına “Hayır.” demeniz hâlinde veya
şimdi aleyhte konuşacaksınız, Marmara depremini belki dile getireceksiniz ama
Marmara depreminin tecrübelerinden faydalanmak konusunda gösterdiğiniz
isteksizliği millet nezdinde şikâyet ediyorum, sizi millete havale ediyorum ama
Van’da çekilen acıların…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
…yok sayılmasını asla kabul edemeyeceğimizi ifade ediyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Şandır.
Önerinin aleyhinde, Niğde
Milletvekili Alpaslan Kavaklıoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Kavaklıoğlu.
ALPASLAN KAVAKLIOĞLU
(Niğde) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
AK PARTİ İktidarı döneminde
afet ve acil müdahale mevzuatında yapılan değişiklikler ve getirilen yeni
yapılanma sonuçlarının Van depremindeki etkilerinin araştırılması, sonuçlarının
tespiti ve alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi için Meclis araştırması
açılması önergesi aleyhinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Sözlerime başlarken Van
depreminde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum,
geride kalan yakınlarına başsağlığı, bütün Vanlı kardeşlerime ve orada görev
yapan arkadaşlarıma sabır ve kolaylıklar diliyorum.
Ayrıca, Niğde ilinde
meydana gelen don afeti neticesinde zarar gören patates üreticisi
çiftçilerimize “Geçmiş olsun.” diyorum. Konuyla ilgili, Hükûmetimiz tarafından
gerçekleştirilmekte olan çalışmaları yakından takip ettiğimizi belirtmek
istiyorum.
Sayın milletvekilleri,
Türkiye’de afet yönetim sistemiyle ilgili tartışmalar 1992 yılında başlamıştır.
Erzincan’da 13 Mart 1992’de 6,8 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmiş, 653
kişi ölmüş ve 8.057 bina yıkılmış, çökmüş, ağır hasarlı olmuştur. Erzincan’ın
hasarlarının ortadan kaldırılması ve yeniden imarı için Dünya Bankasından proje
desteği ve para desteği istenmiş, Dünya Bankası tarafından gönderilen uzmanlar
tarafından hazırlanan proje ve borçlanma hususunda anlaşma sağlanmıştır. Fakat,
Dünya Bankası uzmanları, 1992 yılında, ülkemizin afet yönetim yapısının iyi
olmadığını ve yeniden yapılanması gerektiğini beyan etmişler ve bu hususu proje
kapsamına koymayı teklif etmişler, kurumsal yapılanmayı, borçlanma projesi
içine koymak istemişler. O zamanki Hükûmet bunun için yani kurumsal
yapılanmanın yapılması için para gerekmediğini, bunu kendi kendimize yapabileceğimizi
düşünerek bunun proje dışında bırakılmasını istemiş ve Dünya Bankasından alınan
paralarla Erzincan yeniden imar edilmiş fakat kurumsal değişiklik konusunda
herhangi bir faaliyet, çalışma yapılmamıştır.
1992’den gelmişiz 1999’a,
Marmara depremine. 1999 Marmara depreminden sonra biz, Dünya Bankasından
Marmara depreminin zararlarının telafisi için proje ve para desteği istemişiz.
Yapılan görüşmeler neticesinde Marmara Depremi Yeniden Yapılandırma Projesi ve
bununla ilgili borçlanma o zamanki Koalisyon Hükûmeti tarafından imzalanmıştır.
Bu defa, Dünya Bankası kurumsal yeniden yapılandırmayı borç paranın ön şartı
yapmıştır yani “Siz afet yönetim yapınızı iyileştirmezseniz, biz size kalıcı
konutlar için para vermeyiz.” demiştir ve yapılan borç sözleşmesinde bu bir
hüküm olarak yer almıştır.
O zamanki Koalisyon
Hükûmeti, 22 Kasım 1999’a kadar İçişleri Bakanlığı bünyesindeki Sivil Savunma
Genel Müdürlüğü -ki o zamanki koalisyon döneminde Anavatan Partisindeydi
İçişleri Bakanlığı- ve MHP kontrolündeki Bayındırlık Bakanlığı bünyesindeki
Afet İşleri Genel Müdürlüğünün tek çatı altında İçişleri Bakanlığı bünyesinde
birleştirilmesi hususunda karar vermiş ve bu anlaşmayı imzalamıştır. Yani
İçişleri Bakanlığı bünyesinde Sivil Savunma Genel Müdürlüğü ve Afet İşleri Genel
Müdürlüğü birleştirilecektir. Bu birleşmeyi sağlamak için bakanlıklar arasında
müsteşarlar seviyesine kadar on bir toplantı yapılmıştır. Hiçbir parti elindeki
bir teşkilatı başka bir partinin kontrolündeki bakanlığa vermek istemediği için
herhangi bir ilerleme sağlanamamıştır. 21 Kasım gelmiş fakat birleşme
sağlanamamıştır. 21 Kasım akşamı Dünya Bankasıyla görüşmeler yapılmış,
Başbakanlık bünyesinde Acil Durum Yönetimi Başkanlığı altında yeni bir çatı
teşkilatı kurulması ve bir süreç dâhilinde diğer iki kurumun bu çatı altında
birleştirilmesi teklif edilmiş, Dünya Bankasınca ek bir mektupla uygun görülmüş
ve kalıcı konutlar için finansman sağlanmıştır. 22 Kasım 1999’da Hükûmet sahip
olduğu kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini kullanarak Başbakanlık Türkiye
Acil Durum Yönetimi Başkanlığı teşkilatını kurmuştur. İki teşkilatı tek
teşkilat hâline getirmek için yola çıkılmış fakat Koalisyon Hükûmetinin bir
marifeti olarak iki teşkilat üç teşkilat hâline gelmiştir. Daha sonra, 2000
yılında yeni bir kanun hükmünde kararname çıkartılarak burası genel müdürlük
hâline getirilmiş, kalıcı bürokratik yapılanması sağlanmış, diğer iki kurum
mevcut hâldeyken bu yeni kurulan Genel Müdürlük kalıcı hâle getirilmiştir.
Sayın milletvekilleri, 2009
yılında 5209 sayılı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun çıkartılmış, bu üç kurum böylece tek çatı altına
getirilmiştir. Yeni kurulan Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı
hızla teşkilatlanarak görev alanlarıyla ilgili çalışmalara hızlı ve etkin bir
şekilde başlamıştır ve devam etmektedir.
Ülkemizde afet yönetim
sisteminin temel kanunları soğuk savaş dönemi ve NATO konseptinin etkisi
altında çıkmıştır. Önce 1958’de Sivil Savunma Kanunu, arkasından 1959’da “Afet
Kanunu” dediğimiz Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle
Yapılacak Yardımlara Dair Kanun çıkmıştır.
Değerli milletvekilleri, bu
iki kanun hâlâ yürürlüktedir, herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Bu iki
kanunla ilgili değişiklik çalışmaları ilgili kurumlarca bitirilmiştir ve yasama
sürecine sunulmak üzeredir.
Afet ve sivil savunma
kanunları ile teşkilat kanunlarının fonksiyonlarının birbirlerine
karıştırıldığını düşünerek bu önergeye karşı oy kullanacağım. Bu sebeple oyumu
buradan beyan ediyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Kavaklıoğlu.
Önerinin lehinde İstanbul
Milletvekili Haluk Eyidoğan.
Buyurunuz Sayın Eyidoğan.
(CHP sıralarından alkışlar)
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri,
Van-Erciş depremi, sonuçları itibarıyla bir yapı denetim ve afet yönetim
faciasıdır. On yıldır birçok kurumun, üniversite mensubunun, uzmanların, meslek
odalarının ifade etmesine rağmen Yapı Denetimi Yasası kapsamı on dokuz ille
sınırlı kalmıştır. Van da bu kapsamın dışında bir ilimizdir ve yarısı birinci
derece deprem bölgesi, yarısı da ikinci derece deprem bölgesidir. Acaba gözden
mi kaçtı bilemiyorum. Ne zamana kadar? 1 Ocak 2011’e kadar on dokuz ilde
kalmıştır. Bunun tabii açıklanması gerekir. 1 Ocak 2011’den itibaren birinci ve
ikinci derece deprem tehlikeli Van, Yapı Denetimi Yasası uygulamasına
girmiştir. O zamana kadar da yapılan yapılar, eski sistem, teknik uygulama
sorumlu sistemi ve belediyedeki süreçler çerçevesinde karşımıza, depreme
dayanıksız, plansız, denetimsiz bir yapı stoku çıkarmıştır, bir intihar havuzu
çıkarmıştır.
Ne diyor Sayın Van Valisi
5,6 büyüklüğündeki depremden sonra? “Van’da kamu kurumu olarak iki tane bina
ayakta kaldı.” diyor. 26 Ekim 2011’de TV 8’de Sayın Valimiz röportaj yapıyor,
diyor ki: “Şehirde bütün oteller dolu, yer bulamıyoruz. Hiçbir endişe yok. 7-8
katlı otellerde kalıyorlar. Endişeleri varsa merkezimize gelsinler,
mühendislerimiz gelsin baksın, kullanılabilir raporu veriyorlar. Öncelikle kamu
binaları bitti, vatandaşın binasında da ön tespit yapıyorlar.” diyorlar. 26
Ekim TV 8 röportajına bakarsanız daha ayrıntılı ifadelerini görürsünüz.
15 Kasım günü Bakan şöyle
ifade ediyor: “23 Ekimde hasar 28 bindi, 5,6’dan sonra 35 bine çıktı.” Peki,
5,6 büyüklüğünde, 15 kilometre uzaktaki depremde 7 bin yapı birden daha fazla
nasıl hasar alıyor, birçoğu nasıl yıkılıyor, onlar sağlamdı da mı yıkıldı?
Şimdi, sağlam bir yapı, depreme dayanıklı raporu verilmiş bir yapı 5,6’da
yıkılır mı? Yıkılıyor. Neden? Çünkü konuşmamın başında da söylediğim gibi
Van’da yaşadığımız vaka bir yapı denetim ve sonrasındaki afet yönetimi
faciasıdır.
Sayın AKP Sözcüsü biraz
önce bize tarihsel süreci anlattı afet yasalarıyla ilgili ve AFAD’ın
kurulmasıyla ilgili. Bunları hepiniz biliyorsunuz. Şimdi, 1959 tarihli 7260
sayılı Afet Kanunu’na bakın ve ona ek olarak 1968’de bir yönetmelik var. On iki
yıldır söylüyoruz: Bu yasalar eskimiştir, bu yasaların ülkenin koşullarına
göre, yeni bilgilere göre, gelişmelere göre güncellenmesi gerekir. Bu yamalı
bohça yasa bir sürü eklentilerle doludur, her depremden sonra eklentiler
yapılmıştır. Eğer bu konuda ciddi iseniz on yıldır bunu niye değiştirmediniz?
AFAD Yasası’nın oluşumunun tarihsel sürecini anlattı Sayın Sözcü. Şimdi, bu
depremde, Van depreminde yaşadığımız olaylar… Bir dizi sorun yaşadık. Bu
sorunlara baktığımız zaman burada şu anda yara sarma mahiyetindeki AFAD Yasası
nedeniyle bir afet yönetim zafiyeti karşımıza çıkmaktadır.
Bakınız, deprem oldu, önce
6,7 diye açıklandı. AFAD, görevi olduğu hâlde açıklamadı, Kandilli açıkladı;
iki buçuk saat herkes tartıştı, sonra 7,2 diye açıklandı. 6 kat enerji farkı
bir durumu yetkililere, üst yönetime, afet ve acil durumu yapmakla görevli
kurumlara iki buçuk saat sonra açıkladınız. Yani daha küçük bir deprem olarak
açıkladınız, sonra bunu düzelttiniz. Bu deprem sorunlar, hatalar ve zafiyetler
dizisi olarak daha çok sık gündeme gelecektir.
Büyüklük, çeşitli
kurumların, bakanlıkların birbiriyle çelişkili açıklamaları, AFAD’ın sessizliği,
hasar tespitindeki sorunlar ve artçı depremlerle ilgili bazı çalışmaların
yapılamaması -vaktimiz olursa bu konuda da önemli şeyler söylemek isterim- ve
tahliye konusu.
Şimdi, bakın, AFAD’ın
sayfasına girin. Bazı yerleri tıkladığınız zaman boş çıkıyor. Bütün gün
araştırdım, bir haftadır araştırıyorum, Allah aşkına -bu depremde hasar tespiti
yapılıyor ya 23 Ekimden bu yana- ağır hasar, orta hasar ve hafif hasar sayıları
hakkında bir sayı biliyorsanız lütfen bana bu kürsüden ifade ediniz. 23 Ekimden
beri hasar tespitleri yapılıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yapıyor. O niye
yapıyor, niye AFAD yapmıyor, o da ayrıca tartışılır. Biz daha hâlâ ağır hasar,
orta hasar ve hafif hasar değerlerini, sayılarını bilmiyoruz. Ama 26 Ekimde
Vali diyor ki: “Biz bu hasar
tespitlerini yaptık. Oteller çalışıyor. Vatandaşlara da, gelenlere de
söylüyoruz.” Nasıl bir rapordur bu? Ortada rapor var mı? Sözlü olarak! Kesin
hasar tespitleri sonra yapılacakmış. Peki, kesin hasar tespitleri yapılmadan
oteli nasıl işletiyorsunuz, bazı yapıları nasıl açık bırakıyorsunuz, kullanıma
açıyorsunuz? 28 binden 35 bine nasıl çıkıyor hasar? Ne zaman saydınız? Hangi
yöntemle saydınız?
Şimdi, bunun dışında, hasar
tespitleriyle ilgili olarak ön hasar tespitleri yapılıyor ama Türkiye’de hasar
tespitleri konusunda ne bir araştırma kurumu ne bir araştırma enstitüsü var. Bu
da deprem şûrasında en az on tane resmî kurum, üniversite raporlarında bunlar
tartışıldı.
AFAD’a göre bölgeye 200
tane uzman gönderiliyor hasar tespitiyle ilgili, Bakanlığın sayfasına göre 300
tane. Hangisi doğru? Üniversitelerimiz ve ilgili meslek odalarımız diyorlar ki:
“Hasar tespiti konusunda sizlere yetkin uzman mühendis desteği verelim.” Cevap
yok. Tabii ki tespitler eksik ve yetersiz ve yavaş ve tartışmalı; ondan sonra
ortada veri yok.
İki otel çöküyor. Hasar
tespitini kim yaptı? Otel sahibi kendine göre bir şeyler söylüyor, yetkililer
değişik şeyler söylüyorlar ve ortada kalmış bir durum.
Eskiden, AFAD’tan önce,
Afet İşleri Genel Müdürlüğü zamanında hasar tespitleriyle ilgili bilimsel
araştırmalar ya da koordinasyonlar yapılıyordu. 1999 depreminden sonra -ben
hatırlıyorum- o zaman bir zafiyet ortaya çıktığında, hızla hasar tespit uzmanı
yetiştirme konusunda bir haftada çalışmalar yapıldı, yeterli değildi ama o zaman
1.200 hasar tespit uzmanı -bendeki
kaynaklara göre- sahaya çıkmış ve hasar tespitleri yapılmıştı. Dolayısıyla, bu
konuda hem Çevre ve Şehircilik Bakanlığı hem de AFAD sınıfta kalmıştır.
Sayın Bakan Bayraktar “Yine
diyorum, sağlam evlere girin hasarlı evlere girmeyin.” diyordu. Bu zaten
biliniyor. Peki, Allah aşkına nerde bu hasar raporları? Ben gitsem oraya, siz
gitseniz, elinizde bir hasar raporu olmadan nasıl gireceksiniz bir binaya? DASK
hasar raporu bekliyor ki ağır hasar ve orta hasar hak edişlerini versin. Resmî
tespit raporu olmadan DASK nasıl ödeyecek ağır hasar ve orta hasar hak
edişlerini? Bunlar cevapsız sorular.
Evet, Sayın Van Valisinin
feryatlarına kulak veriniz, “Van sıfırlandı.” diyor ve yardım bekliyor.
Somali’ye 500 milyon lira…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
HALUK EYİDOĞAN (Devamla) –
…Van’a 200 milyon lira yardım yaptık. AFAD sayfasına girin, oradan okuyun
lütfen.
Saygılar, teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Eyidoğan.
Önerinin aleyhine Sinop
Milletvekili Mehmet Ersoy.
Buyurunuz Sayın Ersoy. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET ERSOY (Sinop) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Milliyetçi Hareket Partimizin bu
önerisi aleyhinde söz aldım.
Hepinizin bildiği gibi AFAD
idaresi 2009 yılının son günlerinde faaliyete geçti. Ben de o kurumun Kurucu
Başkanı olarak 5 Ocak tarihinde kurumda Başkan olarak göreve başladım.
AFAD kurulmadan önce
Türkiye'nin, afetlerle ilgili temel görevleri ifa eden üç ayrı kurumu vardı.
Bunlardan bir tanesi Bayındırlık Bakanlığına bağlı Afet İşleri Genel Müdürlüğü,
Başbakanlığa bağlı Türkiye Acil Durum Genel Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığına
bağlı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü.
Acil Durum Genel Müdürlüğü,
adı üstünde acil durumlarda müdahale yapardı. Sivil Savunma Genel Müdürlüğü,
kamu binalarının ve halkın sivil saldırılara karşı korunmasına yönelik
tedbirleri ve buna bağlı arama kurtarma faaliyetlerini yürütürdü. Afet İşleri
Genel Müdürlüğü ise afet sonrasındaki iyileştirme faaliyetlerini yapardı.
Özellikle 1999 depreminden
sonra görülen koordinasyondaki sıkıntılar ve eksiklikler… Sayın Şandır,
gerçekten Türkiye 1999 depreminden çok ciddi dersler aldı, oradaki
eksikliklerini gördü ve bunu Türkiye'nin afet yönetimi açısından bir milat
kabul etti. Bundan alınan derslerin bir sonucu olarak da zaten bu üç kurumun
birleştirilmesi gündeme getirildi ve Afet ve Acil Durum Başkanlığı Başbakanlığa
bağlı olarak, bir çatı kuruluş olarak kuruldu.
Şimdi, Değerli Hocam Haluk
Eyidoğan’la birlikte çalıştık o süreçte, konuşmasını da dikkatlice takip ettim.
Tabii, cevapsız hiçbir soru yok. AFAD’ı siz, sahadaki uygulayıcı bir kuruluş
olarak algılarsanız o zaman bazı sorunlar çıkar ortaya.
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) –
Hayır, öyle değil.
MEHMET ERSOY (Devamla) –
AFAD her şeyden önce bir çatı kuruluştur. Afetlerle mücadele, hiçbir zaman,
ülkenin ne tek bir kurumuyla ne tek bir idaresiyle yapılabilir. Afetlerle
mücadele, bir devletin ve bir toplumun devletiyle, siviliyle, sivil toplumuyla,
bütün kurum ve kuruluşlarıyla yapılabilecek bir mücadeledir. Afet ve Acil Durum
Başkanlığı da bu koordinasyonu ve devletin elindeki kaynakları tek bir elden
kullanmayı sağlamak amacıyla kurulmuş bir kuruluştur.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Bak, hiç laf atmadım, kıyağımı bil.
MEHMET ERSOY (Devamla) –
Sayın İnce, ben daha ziyade bir bürokrat olarak konuşuyorum zaten. Bu
uygulamaları yapan bir insan olarak bilgilendirmeye çalışıyorum.
Şimdi, gerekçede özellikle
“Bu tecrübelerden faydalanılmamış, bu üç kurumdan faydalanılmamış ve üç kurumun
tecrübesi aktarılmamıştır.” ifadesine kesinlikle katılmıyorum. Sonuç
itibarıyla, bu üç kurum kapatılırken oluşturulan kuruma, Sayın Şandır,
dışarıdan yetkili olarak hiç kimse alınmamıştır. Kurumun 100’ün üzerindeki
mühendis kadrosunun hemen hemen tamamı Afet İşleri Genel Müdürlüğünün bu
tecrübeli elemanlarından oluşturulmuştur. Kurumun yaklaşık 400 civarındaki
personelinin yine hemen hemen tamamı üç genel müdürlükte çalışan personelden
oluşturulmuştur. Kuruma atanan 6 daire başkanının 6’sı da bu üç kurumda çalışan
personelden seçilmiştir. O itibarla hem hafızamız hem arşivlerimiz hem de
tecrübelerimiz orada birleştirilmiş ve hem Hükûmet açısından hem kamuoyu
açısından yeknesaklık sağlanmıştır.
Şimdi, elbette ki bugün
Van’da yapılan hasar tespitlerinin sonuçlarını AFAD sayfasında göremezsiniz
çünkü henüz bitmemiş, henüz kesinleşmemiş bilgiler, belgeler ancak ildeki kriz
merkezinde bulunur ve bütün bu çalışmaların ilin valisinin sorumluluğunda
yerinde yürütülmesini sağlar AFAD. İlin neye ihtiyacı varsa, müdahale için ne
eksikliği varsa onu temin etmek üzere Türkiye'nin bütün kaynaklarını, yetmezse
uluslararası kaynakları oraya seferber etmek için vardır.
Bunda aslında
küçümsenemeyecek, bunda aslında gerçekten önceki dönemlere göre, önceki yıllara
göre çok ciddi mesafeler aldığımızı -teşekkür ediyorum- daha önceki
konuşmanızda zaten beyan ettiniz. Türkiye özellikle müdahale konusunda bugün
bütün dünyanın gıpta ettiği, teşekkür ettiği, şükranla andığı, saygı duyduğu
bir yapıya kavuştuysa bu gerçekten bütün ülkemizin, devletimizin başarısıdır.
Bu başarıda da herkesin emeği vardır, emeği geçen herkese çok teşekkür
ediyoruz.
Evet, eğer sizin bir afette
yıkılan binanız çoksa müdahalede her zaman kaos yaşarsınız. Esas itibarıyla
afetle mücadelenin en önemli dayanağı yıkılan binanızın az olmasıdır. Bunun da
en sağlıklı yolu kentlerde kentsel dönüşüm, kırlarda kırsal dönüşümü
gerçekleştirmektir ve yapılmak istenen bütün bu çalışmalara, hiçbir siyasi
kaygı, endişe taşımadan, devletin, bütün kurumların, yerel yönetimlerin,
belediyelerin mutlaka destek vermesi gerekir. Yıkılan binanız çok olduğu sürece
müdahaleye ne kadar iyi hazırlanırsanız hazırlanın ilk günde kaos yaşamanız
kaçınılmazdır çünkü sonuç itibarıyla orada yaşayan bütün insanlar bu afetten
etkilendiyse, dışarıdan uçurmaya çalışsanız bile ancak bu kadar oluyor.
Evet, Van depremi olduğunda
depremin ilk akşamı Türkiye'nin kırk sekiz vilayetinden, otuz yedi kurumundan
arama, kurtarma ve sağlık ekipleri olay bölgesine sevk edilmiştir. Evet, Van
Havaalanı, Yeşilköy Havaalanı yoğunluğunda çalıştırılabilmiştir. Ama eksiklikler
olur mu? Evet, orada bu işi yapacak bütün görevliler de bundan etkilendiyse,
ilk günde, ilk bir iki günde bu eksikliklerin olması kaçınılmazdır. Ama sonuç
itibarıyla, çok başarılı bir müdahaleyle 250’ye yakın vatandaşımız o enkazların
altından kurtarılabilmiştir.
Yine çok kısa süre içinde,
değerli milletvekillerimiz, yetmiş bir bin beş yüz çadır ulaştırılmış, üç yüz
elli bine yakın battaniye gönderilmiş ve nihayetinde, Van depreminden hemen
sonra yüz altmış dokuz kargo uçak seferi düzenlenebilmiş, yüz yetmiş altı yolcu
seferi düzenlenebilmiş, kara yoluyla yapılan çalışmalar hariç.
Hiçbir zaman, afetlerden
sonra yapılan hasar tespitleri kesin hasar tespitleri değildir. İdareye ve hak
sahiplerine bundan sonraki hukuki süreçte kullanabilecekleri hukuki belgeleri
düzenleme amaçlı, onların haklarını koruma amaçlı düzenlenir. Bugün hasar
tespitlerinin bitmiş olması mümkün mü? 7,2’den sonra 5,6 oldu. Bu arada iki
bine yakın küçük deprem oldu. Bunların her biri hasarları artırmakta,
vatandaşlarımız sürekli müracaatlarda bulunmaktadır.
Yine Afet İşleri, Afet ve
Acil Durum Yönetimi Başkanlığı kurulduktan sonra sadece Türkiye’deki afetleri
değil, uluslararası alandaki her türlü acil müdahaleyi de ülkemiz adına
yüreklilikle, onurlu bir şekilde, hepimizin gurur duyacağı bir şekilde koordine
edebilmiştir. Haiti’den Şili’ye, Endonezya’dan Japonya’ya, Orta Asya Türki
cumhuriyetlerine, Pakistan’a ne zaman Türkiye gittiyse, bu kurumların
koordinasyonu ve iş birliği sayesinde gidebilmiştir.
Yine hepimizin gurur duyduğu,
bütün dünyanın keyifle izlediği İsrail, Tunus, Mısır ve nihayetinde Libya
operasyonunu başarabilen bir Türkiye'nin, bugünkü müdahale kabiliyetini
gerçekten hepimizin takdir etmesi gerekir. Elbette ki bütün afetlerden, elbette
ki bütün acılardan bütün toplumun alması gereken dersler vardır. Van
depreminden de idarenin alacağı dersler mutlaka olacaktır ama bugün bütün kamu
görevlileri görevlerinin başındayken, bütün devletimizin bakanları, neredeyse
Bakanlar Kurulunu haftalık olarak Van’da topluyorken böyle bir araştırma
önergesiyle konunun yeniden gündeme getirilmesi ve hukuki mevzuat boyutunun
bugün konuşulur, tartışılır hâle gelmesini zamansız bulduğumu ifade ediyorum.
Bu itibarla…
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Ne
zaman uygun olur, ne zaman?
MEHMET ERSOY (Devamla) –
Zamanı gelir Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Ben demedim ya!
MEHMET ERSOY (Devamla) –
Özür diliyorum.
Şimdi bütün görevlilerimiz,
devletimiz orada, Vanlıların acılarını dindirmeye, onların…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
MEHMET ERSOY (Devamla) –
…hayatlarını bir an evvel normale dönüştürmeye, çadır altında kalan
vatandaşlarımızı bir an evvel konteynerlere
yetiştirmeye gayret ederken Elâzığ’da yaptığı gibi, Kütahya’da yaptığı
gibi sekiz ay içinde binlerce afet konutunu oradaki afetzedelerimize sunmanın
gayreti içindeyken onları bu tür çalışmalarla mütereddit kılmanın bir gereği
yok diyorum.
Bu itibarla önergenin
aleyhinde olduğumu ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Ersoy.
Sayın Eyidoğan’ın bir kısa
düzeltmesi var.
Buyurunuz.
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) –
Teşekkür ederim.
Efendim, Afet ve Acil Durum
Yönetim Başkanlığına, Başbakanlığa bağlı olarak 2009 yılında kurulmuş olan bu
kuruma deprem öncesi, anı ve sonrası tüm görevler verilmiştir. Ben deprem
sonrası Van’da yaşanan olaylarla ilgili konulara değindim ama öncesi ve anı
için de tabii ciddi konular vardır, onlar konuşulur. Bu yasa zaten eksiktir ve
geçen sene bu yasa taslağı üzerinde üniversiteler ve uzmanlar görüş
bildirmiştir, danışma kurulları bu konuda görüş almıştır. Eğer o görüşler göz
ardı edilerek önümüze tekrar yasa gelirse ve bu yine yara sarma yasası olarak,
yara sarma içerikli bir yasa olarak icra edilecektir ve bunun değişmesi
gerektiğini, buna bağlı mevzuatın değişmesi gerektiğini söylüyorum efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Eyidoğan.
Sayın Yılmaz’ın bu konuda
kısa bir açıklaması var yanlış anlaşılmayı düzeltmek üzere.
Buyurunuz efendim.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın hatiplerden birisi,
Sayın Başbakanımızın “Van depreminde başarısız olduk.” şeklinde bir ifadesi
olduğunu söyledi. Bu, gerçeği yansıtmamaktadır. Oradaki ifade edilen söz çadırların
tesliminde bir gecikme olduğu konusudur. Bu doğrudur. Daha doğrusu halkın çadır
talebi yönetilemedi. Yoksa, bu an itibarıyla dağıtılan çadır 71 binin
üzerindedir. Buna konteynerler, Mevlânâ evleri, genel maksatlı çadırlar dâhil
değildir.
Yine bir başka hatip de
âdeta acıları yarıştırırcasına “Somali’ye bunu yaptınız da Van, Erciş’e bunu
yaptınız.” gibi bir açıklamada bulundu. Bu da doğru değildir. Acılar,
mağduriyetler yarıştırılmaz, gaye her mağdura el uzatabilmektir. Genel ilkemiz,
mağdurun kimliği de sorulmaz, ister Haiti’de olsun ister Somali’de olsun ister
ülkemizde olsun, her kimin ihtiyacı varsa bizim ona yardım etmemiz insanlık
vazifemiz. Türkiye Cumhuriyeti devletine de bu yakışır diyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Yılmaz.
Sayın milletvekilleri,
oylamaya geçiyorum…
III.-
YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup
milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Yoklama talebimiz var.
BAŞKAN – Yoklama talebi…
Sayın İnce, Sayın Gök,
Sayın Öğüt, Sayın Erdoğdu, Sayın Yalçınkaya, Sayın Ören, Sayın Özen, Sayın
Namal, Sayın Eyidoğan, Sayın Tanal, Sayın Soydan, Sayın Kesimoğlu, Sayın Dibek,
Sayın Kartal, Sayın Ekşi, Sayın Korutürk, Sayın Pavey, Sayın Aygün, Sayın
Keskin, Sayın Canalioğlu.
Üç dakika süre veriyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter
sayısı vardır.
VII.-
ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.-
"AKP İktidarı döneminde Afet ve Acil Müdahale Mevzuatında yapılan
değişiklikler ve getirilen yeni yapılanma sonuçlarının Van depremindeki
etkilerinin araştırılması, sonuçlarının tespiti ve alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla" verilen Meclis araştırması önergesinin 16/11/2011
Çarşamba günkü birleşimde okunarak görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına
ilişkin MHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket
Partisi Grubunun önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…Kabul
etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.
Şimdi, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup daha sonra, işlemleri yaptıktan sonra oylarınıza sunacağım.
3.-
(10/20) esas numaralı, Kazdağlarında yaşanan çevresel sorunlar hakkındaki
Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmesinin, Genel Kurulun 16/11/2011
Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
16.11.2011
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu; 16.11.2011 Çarşamba günü (Bugün) yapılan
toplantısında oy birliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini,
İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
Muharrem
İnce
Yalova
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler Kısmında yer alan (Kazdağlarında Yaşanan Çevresel Sorunlar
hakkında); 10/20 Esas numaralı Meclis Araştırması Önergesinin görüşmesinin,
Genel Kurul’un 16.11.2011 Çarşamba günlü (Bugün) birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Önerinin lehinde
Çanakkale Milletvekili Mustafa Serdar Soydan.
Buyurunuz Sayın Soydan.
(CHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA SERDAR SOYDAN
(Çanakkale) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Kazdağlarında yaşanan çevresel sorunların ivedilikle
çözülmesi, sağlıklı ve dengeli bir çevre için gerekli tedbirlerin alınması
amacıyla Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili arkadaşlarımla birlikte vermiş
olduğum Meclis araştırması önergem hakkında söz almış bulunmaktayım. Hepinize
saygılar sunuyorum.
Değerli milletvekilleri,
sözlerime başlarken özellikle şunu ifade etmek istiyorum: Bugün, burada
bizlerin, çocuklarımızın, torunlarımızın soluyacağı havayı, içeceği suyu,
yiyeceği besinleri konuşacağız. Bizler, her birimiz tarihe kendi yaşamını
karartan, içtiği suyu kirleten, havasını solunmaz kılan, toprağını verimsiz ve
sağlıksız hâle getiren nesiller olarak mı geçeceğiz? Bu sorumluluk ve bilinç
altında bugünü değil geleceği düşünen, geleceği yaşanabilir kılan, siyasetçiler
olarak hiçbir siyasi ayrım gözetmeksizin, hiçbir ideolojik baskı altında
kalmadan, yaşanabilir bir çevre için hep birlikte olalım.
Değerli arkadaşlar, Kaz
dağı yöresi yer üstü ve yer altı su kaynaklarını oluşturan, besleyen ve onların
sürekliliğini sağlayan, Bandırma’dan Ayvalık’a… (Gürültüler)
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan, uyarır mısınız arkadaşları.
BAŞKAN – Tamam.
Sayın milletvekilleri,
lütfen biraz sakin olalım.
Buyurunuz efendim, siz
devam ediniz.
MUSTAFA SERDAR SOYDAN
(Devamla) – ... hatta Midilli’ye, hatta Gökçeada’ya kadar yaklaşık 2,5 milyon
insanın temiz ve güvenilir su kaynağıdır. Barındırdığı bitkilerle,hayvanlarla,
temiz havasıyla ve sularıyla can verdiği tarım alanlarıyla yüzyıllardır tüm
yörenin yaşam kaynağı olmuştu ve olmaya devam etmelidir. Bölgedeki bütünlüğü
korunan önemli orman örtüsü, küresel ısınmanın nedeni olan fazla karbondioksiti
emerek küresel ısınmanın olumsuz etkilerini azaltırken fotosentez sonucu
ürettiği oksijen ile yöreyi oksijen bolluğu açısından dünyanın en zengin yerlerinden
biri yapar ve tüm yörede solunum yapan canlıların, başta insanlar olmak üzere,
sağlıklı yaşamını sağlamaktadır.
Kazdağı yöresi,
barındırdığı bitki ve hayvan topluluklarıyla Anadolu’nun en önemli
sığınaklarından birini oluşturmaktadır. Yaban hayatı için çok değerli bir yaşam
alanıdır. İçerdiği 82 nadir bitki türünden 37 tanesi sadece Kaz dağı’na
özgüdür. Bu nedenle, önemli bir gen merkezidir. Burası aynı zamanda kuşların
ikincil göç yollarındandır.
Kazdağları, zengin
biyolojik çeşitliliği nedeniyle uluslararası değerlendirme ölçütlerine göre
önemli bitki alanı ve önemli doğa alanı olarak kabul edilmiştir, 2006 Dünya
Dağlar Yılı’nda dünyanın en iyi iki dağından biri seçilmiştir.
Akdeniz ile Karadeniz
iklimleri arasında bir geçiş bölgesi özelliği taşıyan Kaz dağı yöresi, sahip
olduğu fiziki coğrafya ve buna bağlı olarak da iklim koşulları sayesinde doğal
bitki örtüsü ve tarımsal etkinlikler açısından çevreye göre daha zengindir. Bu
yüzden, tıpkı antik çağlarda olduğu gibi bugün de burada tarım oldukça önemli
bir yer tutar. Bölge nüfusunun yaklaşık yüzde 50’si tarımla geçinmektedir.
Yine Kazdağları tarihî ve
mitolojik alandır. Geçmişten devraldığımız, titizlikle koruyarak gelecek
kuşaklara devretmemiz gereken değerli tarihsel ve kültürel mirastır.
Çoğunlukla bölgenin
kuzeyinde yer alan termik santraller ve kurulması planlanan çimento
fabrikalarının bacalarından çıkacak zehirli gazlar ve etrafa yayılan küller
havayı kirletecek, oluşan asit yağmurları ise tarım alanlarını ve Kazdağlarının
bitki örtüsünü yok edecektir. Kül depolama alanlarından etrafa yayılan
radyoaktivite ölümcül hastalıklara neden olmaktadır. Dünyanın en kirli
sanayilerinin ve madenlerinin böyle dünyada eşi olmayan bir bölgede
işletilmesinin hiçbir haklı gerekçesi yoktur.
Değerli arkadaşlar, son
yıllardaki olağan dışı artış sonucu, ülkemizin yüzde 50’sinden fazlası, küresel
sermaye tarafından, maden aramaları - özellikle altın ve gümüş- gerekçe
gösterilerek, onur kırıcı ruhsat bedelleri karşılığı ipotek altına alınmıştır.
İpotek altındaki bölgelerden birisi de Kazdağlarıdır. Bölgede özellikle altın
tekelleri sondaj çalışmalarını tamamlamak üzeredirler. Bu amaçla Kazdağlarında
altı adet firmanın otuz yedi farklı yerde yüzlerce sondaj deliği açarak
çalışmaları devam etmektedir. Fırsat bulurlarsa yakında işletmeye
başlayacaklardır. Yani Kazdağlarının hemen tamamında, çapı 600 metreye,
derinliği 400 metreye varan cehennem çukurları açacaklardır. Yer altı
sularımızı, havamızı zehirleyecekler, radyoaktiviteyi artıracaklar, bölgedeki
tarımsal üretimin değerini ve miktarını düşüreceklerdir. İnsan başta olmak
üzere, tüm canlıların amansız hastalıklara yakalanmalarına sebep olacaklardır.
Başka bir deyişle, “yeryüzü cenneti” olarak adlandırılan bu bölgede doğal
yaşamı bitireceklerdir, katledeceklerdir.
Değerli arkadaşlar, doğal
yaşam için en temel ihtiyaçlardan biri olan suyun artan nüfus ve plansız
büyümeyle birlikte tükenmeye başlaması, kullanılabilir, içilebilir temiz suya
erişimde yaşanan sorunlar, su yoksunluğu ve yoksulluğu, suyun ticari bir meta
olarak görülmeye başlanmasıyla uluslararası su politikası da değişmeye
başlamıştır. Su artık yeni dünyanın en önemli yaşamsal kaynağı hâline
gelmiştir. Su yüzünden gelecekte savaşların çıkması kaçınılmazdır. Siyanürle
altın madenciliğinde 1 ton kayaç için 3 ton su kullanılmaktadır, yani başka bir
deyişle, 1 gram altın için 3 ton su siyanürle kirletilerek dönüşü olmayacak bir
şekilde yok edilecektir.
Kazdağlarında milyarlarca
ton suyun maden çıkarmada yok edileceği açıktır. Kazdağları sınırlarında
sulanabilecek alanların yüzde 60’ı sulanmakta, yüzde 40’ı su beklemektedir.
Gerçekler bu iken, çokuluslu altın tekellerine sularımızı kirletip yok etsinler
diye 1 gram su tahsis etmek gibi bir lüksümüz olamaz, olmamalıdır,
olmayacaktır.
Sayın milletvekilleri, Kaz
dağı yöresinde altın madeni işletmeciliği başlar ise 2,5 milyar ton kayaç ve
toprak işlenecek, yaklaşık 400 bin ton siyanür kullanılacak, 2 milyon 580 bin
dekar orman alanı ve başta 10 milyon adet zeytin ağacı ve kiraz, şeftali, elma
gibi dünyanın en kaliteli meyve ağaçları ile tüm bitkisel üretimimiz olumsuz
etkilenecek, yöre tarımının can damarı olan su kaynaklarının tamamı kirlenecek,
tarımla uğraşan yaklaşık 750 bin kişi etkilenecek. Altından bir defa elde
edilecek parasal değer, tarımsal üretimden kazanılan ve ülke ekonomisine giren
bir yıllık kazancı bile karşılayamayacaktır. Kaldı ki kaybedilen çevresel
değerlerin hiçbir şekilde telafisi mümkün değildir. Kaybedilen, yaşamın ta
kendisidir. Yaşamı parasal değerlerle yerine koymak mümkün mü? Mümkün olmadığını
birileri, hatta birçokları ifade etmeye başladı hem de gür sesleri ve
yürekleriyle. Kimler mi onlar? Onlar, Çanakkale Çan Söğütalan köylüleri,
Lâpseki Şahinli köylüleri, Bayramiç Kuşçayırı köylüleri, Biga Elmalı köylüleri
ve çevrede yaşayan Çanakkaleliler, Balıkesirliler. Çocuklarına, torunlarına
yaşanabilir bir çevre bırakmak isteyen duyarlı insanlardır onlar.
Çanakkale Ziraat
Mühendisleri Odası, Çanakkale Çevre Platformu, Çanakkale’de görev yapan tüm
yazılı ve görsel basın mensupları, belediye başkanlarımız; gelin bu insanlara
sizler de katılın, güç verin.
Değerli arkadaşlar,
Anayasa’nın 56’ncı maddesinde de belirtildiği gibi, herkes, sağlıklı ve dengeli
bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını
korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların görevidir.
Kazdağlarında altın işletmecilerine ruhsat vermeyelim. Kazdağlarını özgür
bırakalım, yaşama yaşam katmaya devam etsin yüzyıllardır olduğu gibi. Çanakkale
savaşlarının 100’üncü yılını kutlamaya hazırlandığımız bugünlerde Kazdağlarında
yaşanan gelişmeler, bu topraklarda verdiğimiz yüz binlerce şehidin kemiklerini
sızlatmaktadır. Çok ağır bedeller ödeyerek yurt edindiğimiz bu ülkede
toprağımız, suyumuz, havamız, ormanlarımız yasa tanımaz iş birlikçilerin rant
aracı olmamalıdır. Buna izin vermeyelim.
Değerli arkadaşlar,
sözlerimi bir hatırlatma yaparak bitirmek istiyorum. 1925 yılında yani tam
seksen altı yıl önce, Atatürk, bozkır ortasında kurulmuş bir ülkenin
başkentinde “Yeşili görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur. Burasını öyle
ağaçlandırınız ki kör bir insan dahi yeşillikler arasında olduğunu fark
edebilsin.” diyerek modern bir çiftliği yani bugünkü Atatürk Orman Çiftliği’nin
kurulmasını istemiştir. Bizler de çocuklarımız da, torunlarımız da renk zevkinden
mahrum kalmasın, kalmayalım. Hep birlikte temiz su içelim, temiz hava
soluyalım, temiz topraklarla tarım yapalım, gerçek modern insanlar gibi yaşam
kaynaklarımıza sahip çıkalım. Unutmayalım ki Kazdağlarının üstü altından daha
değerlidir.
Hepinize saygılar sunarım.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Soydan.
Önerinin aleyhine, İstanbul
Milletvekili Abdullah Levent Tüzel. (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Tüzel.
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum. Cumhuriyet Halk Partisi
tarafından Genel Kurula sunulan Kazdağlarında yaşanan çevresel sorunların
çözülmesi, sağlıklı ve dengeli bir çevre için gereken yasal tedbirlerin tespit
edilmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına dair önerge üzerinde konuşmak
üzere söz almış bulunuyorum.
Kazdağları başta olmak
üzere ülkemizde doğanın tahribatı ve tarihî, kültürel varlıkların talanı
giderek üretim ve yaşam alanlarını yok edecek boyutlara ulaşmış durumdadır.
Geçtiğimiz yıllarda yöre halkının ve ülke kamuoyunun yoğun tepkisi nedeniyle
bir süre uykuya yatırılan Kazdağlarında altın işletmeciliği yeniden gündeme
gelmiştir.
Kazdağlarında 2007 yılından
günümüze kadar yüzlerce yerde sondaj kuyusu açıldı. Bölgede toplam on altı
firma otuz dört ayrı nokta için altın arama ve işletme ruhsatı aldı.
Mitolojik efsanelere
kaynaklık eden Alp Dağlarından sonra dünya üzerinde oksijeni en bol olan yer
Bin Pınarlı İda bu sondajlar nedeniyle âdeta delik deşik edilmiş durumda.
Kazdağları, barındırdığı
bitki ve hayvan topluluklarıyla Anadolu’nun en önemli sığınaklarından biri
durumunda. Dünyada bulunan seksen iki nadir bitki türünden otuz yedi tanesi
sadece Kazdağlarında vardır Bölge, bu zengin biyolojik çeşitliliği nedeniyle
uluslararası değerlendirme ölçütlerine göre önemli bitki alanı ve önemli doğa
alanı olarak kabul edilmiştir.
Kazdağlarındaki tarımsal
üretimlerin ekonomiye katkısı 4 milyar 750 milyon dolar, hayvansal üretim
katkısı ise 2 milyar 750 milyon dolar civarındadır. Yöredeki tarımsal üretimin
parasal değeri yanında yarattığı istihdam, sosyal değerler ve kültürel yaşama
sağladığı katkıyı da göz önüne alırsak, Kaz dağlarının bölge açısından önemini
daha iyi anlayabiliriz.
Günümüzde Kazdağlarında
faaliyet göstermek için çalışmalarını sürdüren Kanadalı “Alamos Gold” adlı
şirket, raporlarında altının onsunu 314 dolara mal edeceklerini yazmaktadır.
Günümüzde 1 ons altın 1.800 doları
bulmaktadır. Bu, ülkemizin yer altı zenginliğinin yok pahasına uluslararası altın
tekellerince yağmalanması anlamına gelmektedir.
İşletilen şirketler için
çok kârlı olan altın madenciliğinin ülke ekonomisine bir katkısı da yoktur
aslında. KDV’den muaf olan bu işletmeler pek çok teşvikten yararlanmaktadır.
Bütçeye katkısı yüzde 2’lik, yüzde 1’lik devlet hakkıyla sınırlıdır. Bölgede bu
kadar büyük bir kazanç özel sektöre sunulurken, bütün toplumsal varlık ve
değerler risklerle karşı karşıya bırakılmaktadır.
Eğer yörede altın
işletmeciliğine izin verilirse neler olacağını hep birlikte görmeliyiz.
Yaklaşık 400 bin ton siyanür kullanılacak. 10 milyon adet zeytin ağacı olmak
üzere tüm bitkisel üretim olumsuz etkilenecek. Yöre tarımının can damarı olan
su kaynaklarının tamamı kirlenecek, tarımla uğraşan yaklaşık 750 bin kişi
etkilenecektir. En önemli nokta ise tarım yapılacak toprak kalmayacak, yöredeki
tüm sular içme ve kullanım suyu olarak kullanılmayacak, başta yöre halkı olmak
üzere tüm canlılar olumsuz etkilenecektir.
Sayın milletvekilleri,
ülkemizdeki yer altı zenginliklerine göz diken çok uluslu altın ve gümüş
tekelleri tam yirmi yıldır ülkemizde faaliyet hâlindedir.
Bergama köylülerinin yaşam
alanlarını korumak adına verdikleri onurlu direniş, “Almanya kışkırtıyor,
arkalarında dış güçler var.” yalanlarıyla karalayan devlet-şirket koalisyonu,
kesinleşmiş mahkeme kararlarını yok sayarak bugün ülkemizin dört bir yanında
altın işletmeciliği yapmakta ya da girişimlerde bulunmaktadır.
5 Haziran 2004, yani Dünya
Çevre Günü’nde 5177 sayılı yeni Maden Yasası ve bazı yasaları değiştiren yasa
yürürlüğe girdi. Bu yasa, madencilik lobilerinin doymak bilmez kâr hırsları
için ülkemizin çevresel felaketlere sürüklenmesine yol açacak bugüne kadar
planlanmış en büyük yıkım projesidir. Bugün fıstık çamları ve doğal bitki
örtüsüyle ünlü Bergama Kozak Yaylalarında, İzmir’in hemen yanı başında yer alan
su havzası Efemçukuru köyünde, Fırat Nehri’ne 200 metre uzaklıkta yer alan
Erzincan İliç’te, Dersim Ovacık’ta, Niğde Ulukışla’da, Eskişehir Kaymaz’da,
Gümüşhane Mastra’da ve onlarca yerde altın işletmeciliği yapılmakta ya da
hazırlıkları sürmektedir.
Altın işletmeciliğinin yol
açabileceği kazaların sonuçları en son Kütahya Eti Gümüş Tesislerinde görüldü.
2005 yılında Ovacık altın madeni civarındaki içme ve kullanma sularında Ege
Üniversitesi tarafından yapılan tahlillerde limit değerlerin yaklaşık 30 katı
arsenik tespit edildi. 2006 yılında Kışladağ altın madeninin bulunduğu Eşme ve
çevresindeki köylerde yaşayan 2 bine yakın insan siyanürden zehirlendi,
köylerde sakat ve ölü hayvan doğumları büyük artış gösterdi.
Altın işletmeciliği
dayatılan ülkelerde bu işletmeciliğin sonuçları daha çok yoksulluk ve borç
anlamına gelmektedir. Yer altı zenginlikleri olan az gelişmiş ülkeler,
emperyalist devletlerin yağması nedeniyle gittikçe daha kötü duruma
düşmektedirler. Ruanda, Irak, Afganistan, Libya gibi ülkeler örnektir.
Bu, siyanürle altın
işletmeciliğine karşı yöre halklarının yaşam alanlarını koruma mücadelesi aynı
zamanda ülkemizin doğa ve kültürünün, çocuklarımızın geleceğinin, demokrasi ve
hukuk mücadelesinin birer parçası durumundadır.
Altın madenciliği yanı
sıra, bilim insanları, Manisa'nın Turgutlu ve Gördes ilçelerinde sülfürik asit
liçi yöntemiyle yapılmak istenen nikel madenciliği hem yöredeki canlı yaşamını,
su kaynaklarını, Gediz Nehri ve yeni yapılan İzmir'in içme suyunun önemli bir
bölümünü karşılaması beklenen Gördes Barajı’nı ve toprağı kirleteceği
uyarısında bulunmaktadır.
Karadeniz Bölgesi’nde
yoğunlaşmak üzere, ülke genelinde 2 bine yakın hidroelektrik santrali projesi
vardır. Geçtiği yerlere yaşam veren, o yörenin flora ve faunasını belirleyen,
kültürüne katkı koyan derelerin akış yönlerinin değiştirilmesi, tamamen
kurutulması, tıpkı Karadeniz Otoyolu Projesi gibi büyük bir çevre katliamına
yol açacaktır. Küresel iklim değişikliğinin her geçen gün daha çok kendini
hissettirdiği zamanda ülkenin su kaynakları yönünden en zengin bölgesi olan
Karadeniz'de yapılacak böyle bir hareket, geri dönüşü olanaksız zararlara yol
açabilecektir. Ayrıca, bu HES projeleri, tüm canlılar için bir yaşam hakkı olan
suyun, ticari bir meta olarak alınıp satılmasının da yolunu açabilecektir.
Çevreye olan yıkıcı
etkileri, canlı yaşamında yol açtığı sağlık sorunları yıllardır gözlemlenen
Yatağan, Çan, Afşin, Elbistan gibi termik santrallere onlarcası eklenmek
istenmektedir. Ülkemizin en gözde tarım, turizm, balıkçılık beldelerinden
İskenderun Körfezi’nde, Amasra'da, Aliağa-Foça'da, Karabiga'da, Gerze'de
yapılmak istenmektedir bu kömüre dayalı termik santraller.
İki bin yıllık antik sağlık
yurdu Allianoi, henüz su dağıtım kanaletleri bile yapılmayan ömrü en fazla elli
yıllık olan Yortanlı Barajı'nın suları altına gömüldü. Hasankeyf’te sular
altında kalma tehlikesi sürüyor.
Bunun yanı sıra, Aliağa
yakınlarındaki Kyme antik kenti, Karabiga'daki Priapos, Biga'daki Parion antik
kentleri, Kazdağlarındaki onlarca antik kent, demir çelik, termik santral ve
maden işletmelerince yok edilme tehdidi altındadır.
Manisa Kula yakınlarında
bir yıldır faaliyet yürüten ve daha şimdiden yarattığı sorunlar nedeniyle halkı
isyan ettiren tehlikeli atık bertaraf tesisleri, Kütahya Şaphane'de kurulmak
istenen asit fabrikası, ülkenin birçok yerinde yapılmaya çalışılan çimento
fabrikaları, demir çelik fabrikaları halkın yaşam alanlarını tehdit etmektedir.
Kentsel dönüşüm, yoksulları
yerlerinden etmenin, önemli rant alanları hâline gelen mahalleleri büyük
sermaye çevrelerinin peşkeşinin adı olmuştur. Çevresel etkileri hesaplanmadan
apar topar yapımı planlanan otoyollar, köprüler, alt-üst geçitler hem kentsel
dokuları bozmakta hem yaşamları risk altında bırakmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, bütün yapılacak faaliyetler canlı yaşamı odaklı olmalıdır,
ekolojik yıkıma yol açabilecek hiçbir faaliyete izin verilmemelidir, uluslararası tekellerin
çıkarlarını ifade eden "sürdürülebilir kalkınma” değil, "yaşamın
sürdürülmesi" gözetilmelidir. Nihayetinde altın madenciliği bir ülkenin
bütçesi kadar para getirse de insan olmadıktan sonra hiçbir kıymeti
olmayacaktır.
Sizlere bir kez daha
saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Tüzel.
Önerinin lehinde Bursa
Milletvekili Necati Özensoy. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Özensoy.
MHP GRUBU ADINA NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk
Partisinin vermiş olduğu Kazdağlarıyla ilgili önerge üzerine Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, Kazdağları gerçekten
Allah’ın bu millete bahşetmiş olduğu en önemli güzelliklerden bir tanesi.
Florasıyla, yani bitki zenginliğiyle, tabii güzellikleriyle, turizm potansiyeliyle
gerçekten önemli bir bölge. Şimdi burada Kazdağlarından, tabii, bahsedeceğim
sıkıntılarından ama dün Sayın Bakanın ifade ettiği gibi, aynı şeyi söylemek
durumundayım. Orayı buradan, Çankaya’dan veya bürokratların masalarından
değerlendirmek doğru değil diye düşünüyorum. Yani, oraya gidip görmenizde, o
Kazdağlarının güzelliklerini gözüyle görmenizde çok daha fazla fayda var. O
güzelliklerin nasıl mahvedildiğini de gözlerinizle lütfen bir görün.
Şimdi, bakın bu konuda
“Uluslararası Kazdağları ve Edremit Sempozyumu” diye bir sempozyum düzenledi
Edremit Belediyesi Kültür ve Turizm Bakanlığının da katkılarıyla. Buraya yine
yirmi beş farklı ülkeden 55 yabancı, Türkiye’den de 105 bilim insanı katıldı
yani böyle önemli bir yer.
Ben oranın güzelliklerinden
bahsederken farklı bir pencereden de bakacağım. Mesela yine Edremit Belediye
Başkanı Sayın Avukat Tuncay Kılıç Bey dünyanın beş kıtasını gezdiğini
hatırlatarak “Dünyadaki tüm dağları, Fujiyama ve Alp Dağları dâhil gördüm.
Yaptığım naçizane tespit şu: Kazdağlarındaki flora zenginliği dünyanın hiçbir
dağında yok. Kaz dağlarına şimdi hep beraber çıksak benim rehberliğimde, üç yüz
altmış beş gün hiçbir gıda yardımı olmadan yaşayabiliriz. Yamaçlarındaki
zeytinler, daha yüksek rakımdaki kestaneler, vadilerindeki fındık ve pelit,
yabani otlar ve dünyadaki birçok bitki Kazdağlarında mevcut. “Dünya küresinde
Kaz dağlarını aldığınız takdirde güzellik kalmaz.” diyor Sayın Belediye
Başkanı.
Yine, Edremit Kaymakamı bu
sempozyumda Kaz dağlarının doğasıyla bölgenin gelinliği olduğu ifadesini
kullanıyor. “Bu gelinliğin tacı ise Sarıkız’dır.” diyor. “Gelinliğin içindeyse
güzel insanlarımız yer almaktadır. Kaz dağlarımız görselliğinin yanı sıra
kültürüyle dikkat çekmektedir.”
Yine, Balıkesir
Üniversitesi Rektörü Profesör Sayın Mahir Alkan “Edremit ilçesi,
Kazdağları ve Edremit Körfezi’yle
birlikte sahip olduğu doğal, arkeolojik, tarihî ve kültürel kaynak değerleriyle
yüksek potansiyele sahip bir yöremiz. Bu yörede yaşayanların refah toplumu
olabilmesi için tüm kaynaklarının verimli bir şekilde değerlendirilmesi ve
etkin bir planlama yapılması gerekmektedir.” diyor.
Şimdi, bakın, bu
sempozyumla ilgili sonuçlar da var da, oraya gelmeden önce, yine bizim
Balıkesir Milletvekilimiz bir soru önergesi vermiş Bakanlığa, diyor ki: “Kazdağlarının
kendisi altındır. Altın için oyulmasına gerek var mıdır? Bölgede açılan
tahribat konusunda ne yapılacaktır? Balıkesir ve Çanakkale’de tarımın
Kazdağlarıyla hayat bulduğu bir gerçektir. Bu doğa alanlarının korunması
doğrultusunda ne tür çalışmalar yapmaktasınız? Yerli ve yabancı firmaların
maden aramalarında Kazdağlarına açacağı tahribatların önüne geçmesi konusunda
ne tür çalışmalar yapacaksınız?” diye bir soru önergesi veriyor, ama cevap gene
sığ her zaman olduğu gibi: “Çanakkale ve Balıkesir illeri sınırları içerisinde
yer alan, Kazdağları olarak isimlendirilen alan millî park olarak ilan
edilmiştir. Kazdağları millî park içerisinde, madencilik faaliyetlerinde
bulunulması mümkün değildir. Yine “Kazdağları” olarak isimlendirilen, ancak
Kazdağları millî parkı dışında Çanakkale ve Balıkesir illeri arasında kalan
bölge için müracaat olmasına karşın verilmiş ÇED olumlu kararı
bulunmamaktadır.” diyor, ama Madencilik Kanunu’nda da, biliyorsunuz, arama için
ÇED’e de gerek yok, bu da ayrı bir problem.
Yine, maden mevzuatı
uyarınca maden ruhsatı verilmesiyle ki… “Verilen ruhsatlarla ilgili iş ve
işlemlerin yürütülmesi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bağlıdır.” diye
bir cevap.
Şimdi, bakın, “Millî Park”
diye ilan edilen Kazdağları bölgesinin alanı sadece yüzde 10’uyla sınırlı.
Dolayısıyla, yani bu Kazdağlarının biraz önce ifade ettiğimiz, yine Cumhuriyet
Halk Partisinin konuşmacısının da ifade ettiği bütün bu güzelliklerin sadece
yüzde 10’u koruma altına alınmış. Dolayısıyla, Kazdağlarıyla ilgili gerçekten
bir araştırma önergesinin gündeme alınması ve araştırma komisyonu kurulması
gerçekten zaruridir.
Bakın, işte bu sempozyumda
bir sürü görüşmeler yapılmış. Bununla ilgili sonuç bildirgesinde şu ifade
edilmiş. Diyor ki: “Yaklaşık 258 bin hektarlık bir alana yayılan, ekolojik,
kültürel, toplumsal, tarihsel ve biyoklimatik özellikleri çevresiyle birlikte
bütünlük gösteren Kazdağlarını, en başta yangınlar olmak üzere biyotik ve
abiyotik birçok tehlike beklemektedir. Bu önemli karasal ekosistem sadece Balıkesir
il sınırları içinde kalan 21.542 hektarlık kısmının millî park statüsü altında
korunmasının yanlış, riskli ve sorun yaşattığı yıllardır süregelen bilimsel
çalışmalar, deneyim, gözlemlerle anlaşılmıştır. Bu sakıncanın bir an önce
giderilmesi için, Kazdağlarının Çanakkale sınırları içinde biyolojik çeşitlilik
açısından risk altında bulunan kesimlerin ‘Korunan alanlar’ statüsüne
kavuşturulması, korumada bütünselliğin bir an önce sağlanması ivedi ve yaşamsal
önem taşımaktadır.” diyor sonuç bildirgesinde.
Bunun dışında, çeşitli
başlıklar da verilmiş. “Yöre insanlarıyla buluşacak bir doğa kültür turizmi
hedeflenmeli.” denmiş. “Gezi ve ziyaret planlanması, tüm yaban yaşamı, endemik
türleri ve çok özel bitki örtüsünü koruyacak bir biçimde yapılmalıdır. Kazdağları
yerel yönetimler birliği kurulmalıdır. Eğitim ve bilimde bütünlük
sağlanmalıdır. Kazdağlarında maden ve özellikle altın aranması
durdurulmalıdır.” diye bir sonuç çıkmış.
Yine “Bir profesörden
Kazdağları için ürküten bir rapor.” diye yine basında yayımlanan bir rapor var.
Burada, Sayın Profesör, burada kullanılan siyanürlerin doğaya etkisinden de
bahsetmiş, aynı zamanda ekonomik getirisi de ortaya koymuş yani Kazdağlarından
elde edilecek toplam 388 ton altının, rezervin ülke ekonomisine on yılda kazandıracağı
rakam 40 milyar dolar civarında ama o bölgenin insanının kazandığı, şu anda
ekonomiye katkı sağladığı rakam on yılda 75 milyar dolar.
Zaten var olan bir gelir
bu. Şimdi, bütün bunları göz önünde bulundurursak, burada bu Kazdağlarını
katletmek, bu maden aramalarına, altın aramalarına, özellikle siyanürle altın
çıkarılmasına müsaade etmek âdeta bir katliamdır.
Bakın, zaman zaman
siyanürle altın aramada bazı bilim adamları veya öyle olduğunu iddia edenler
çıkıp sıkıntı olmadığından bahsediyorlar. Dünyada birçok yerde siyanürle altın
aramada kazaların meydana geldiği vakıadır ve bunlar artık tescil edilmiştir.
Binlerce insan bu kazalardan dolayı ölümlere maruz kalmışlardır. Çok öteye
gitmeyelim, geçtiğimiz aylarda Kütahya’da Eti Gümüş tesislerinden siyanür
sızıntısı oldu hepinizin bildiği gibi. Bu Eti Gümüş sızıntılarından sonra,
bölgedeki sulara karıştı, bölgedeki insanlar rahatsızlandılar, hastanelere
gittiler. İşin çok daha vahim tarafını söyleyeyim Kütahya’yla ilgili: Burada
çalışan işçilerden 100’ün üzerindeki işçi bu siyanürlerden dolayı
rahatsızlandıklarında ve Kütahya’daki hastanelere başvurduklarında, Kütahya
hastaneleri, şu anda, bu işçileri kabul etmiyorlar, meslek hastanelerine sevk
ediyorlar. Dolayısıyla, elbette burada çalışan işçilerin, bu anlamda, bu
raporlarla ortaya çıkmaları, siyanürle aramanın, altın veya gümüş aramanın
tehlikelerinin ne boyutlarda olduğunu bir kez daha ortaya koyacaktır diye
düşünüyorum.
Gerçekten Kazdağlarını,
bütün milletvekillerinin, sadece turistik gezi için bile olsa, gidip
görmelerini ve gördüklerinde de gerçekten bu madencilikle ilgili olan
uygulamaların yanlışlığını orada bizzat göreceklerdir diye düşünüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
bitiriniz, buyurunuz.
NECATİ ÖZENSOY (Devamla) –
Toparlıyorum Sayın Başkanım.
Bakın, o bölgenin en önemli
gelir kaynaklarından bir tanesi de zeytincilik. Bakın, Zeytin Kanunu da var.
Zeytin Kanunu’nda, yine, zeytinleri kesmek de yasaklanmış bir durumda ama
maalesef Maden Kanunu’ndaki birtakım boşluklardan dolayı zeytin ağaçları da
kesiliyor.
Bu arada, diğer maden
aranan yerlerde de ormancılarla, ormancı bürokratlarla da iktidar mensubu
arkadaşların, sayın bakanların da görüşmesini ben buradan tavsiye ediyorum.
Ormancılar da, bu anlamda, madencilerden son derece şikâyetçiler.
Bir an önce, Türkiye'nin
gözbebeği olan, oksijenin en bol olduğu, hasta gidip sağlıklı dönenlerin yöresi
olan bu Kazdağlarıyla ilgili bu araştırma komisyonunun kurulmasını buradan
talep ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Özensoy.
Önerinin aleyhinde,
Çanakkale Milletvekili Mehmet Daniş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Daniş. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Kazdağlarında yaşanan
çevresel sorunların çözülmesi konulu araştırma önergesinin aleyhinde söz almış
bulunuyorum. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nda herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamak hakkına sahip
olduğunun, çevreyi geliştirmenin, çevre sağlığını korumanın ve çevre
kirliliğini önlemenin devletin ve vatandaşların vazifesi olduğunun belirtilmesi
yasal zeminlere dayanmıştır ve bununla ilgili mevzuat da gerçekten ülkemizde
hem kanunlar anlamında hem de yönetmelikler anlamında, Avrupa Birliği süreci de
dâhil olmak üzere, bazı konularda Avrupa Birliğinden de daha hassas bir şekilde
kanunlar çıkarılmıştır. En son Maden Kanunu 2010 yılında… 2004 yılında Maden
Kanunu’muzu yapmıştık, 2010 yılında da 5595 sayılı değişiklikle de bunu aslında
yeniledik ve maden aramayı da, işletme ruhsatı alabilmeyi de daha da zor ve
birçok alanda, mesela özel çevre alanlarında, millî parklarda, özel korunan
alanlarda daha da zor hâle getirdik, yaban hayatın korunduğu yerlerde de
bunları daha da zorlaştırdık ve bu, hatırlarsınız, 2010 yılında gerçekten çok
ciddi bir alt komisyon oluşturuluyor ve ben de zaman zaman yöremizdeki maden
arama ve işletmelerin yoğun olduğundan dolayı bu alt komisyon çalışmalarına
katıldım, iktidar, muhalefetle çok ciddi bir alt komisyon çalışması sonucunda
bu tasarı kanunlaşmıştır.
Bakın, tabii, “maden”
dediğimizde sadece altını, “çevre duyarlılığı” dediğimizde sadece siyanürü
anlarsak ve objektif bilginin ötesinde bazı kulaktan dolma veya moda olmuş
söylemleri dilimize dolarsak hiçbir sonuca varamayız.
Şimdi, 2003 yılında
Türkiye’ye baktığımızda, mesela 15 tane katı atık deponi alanı var düzenli
olarak, bu, 2011’e geldiğimizde sayı 59’a çıkmış. Yine deniz kirliliği ölçüm
istasyonlarına baktığımızda 26 iken, bu sayı 231’e çıkmış.
Kazdağları, tabii, söz
konusu olunca muhalefet partisine mensup arkadaşlarımın da duyarlılığı
gerçekten bizim için takdire şayandır. Hem Balıkesir milletvekillerimizin hem
yöre milletvekillerimizin hep beraber gerçekten de Kazdağlarını önemsiyor
olması önemli.
Tabii, Kazdağları
Çanakkale’nin güneyinde yer alır, Ayvacık’tan başlar; Ayvacık, Bayramiç, Çan,
Yenice istikametinde devam eder ve hemen hemen de coğrafyamızın yarısını
ilgilendiren bir alandır. Tabii ki Çanakkale’deki 3 millî parktan 1’i de
Kazdağlarında bulunmaktadır. Arkadaşlarımın da ifade ettiği gibi, bitki ve
hayvan varlığı bakımından da endemik türleri içerisinde barındırır. Bunların da
belki en önemlisi Kazdağı köknarıdır. Aynı zamanda mitolojide, Homeros’un
İlyadası’nda “İda” olarak yer aldığı gibi, dünyada var olan, var olduğu
düşünülen 7 tane Olimpos dağından da 1’i olduğu ifade edilmektedir. Gerçekten,
arkadaşım da davet etti, hepinizi Kazdağlarına davet ediyoruz, bekliyoruz.
Daha önce, yani 23’üncü
Dönemde Meclisimizde bununla ilgili bir araştırma komisyonu kuruldu aslında.
Belki arkadaşlarımız biraz daha dikkatli bir araştırma yapsalardı bunu
görürlerdi. Bizim önergemiz ile yine Milliyetçi Hareket Partisi Milletvekilimiz
Mustafa Kemal Cengiz ve 27 arkadaşının verdiği araştırma önergesi
birleştirilerek, ülkemizde yaşanan çevre sorunlarının araştırılarak
sürdürülebilir çevre politikası için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla bir araştırma komisyonu kuruldu. Bu komisyon Çanakkale’ye geldi,
Çanakkale’de kaldı, Kazdağlarına gitti ve bütün Kazdağlarındaki
araştırmalarının neticesini de Çanakkale’de değerlendirdi. Buraya da
bakarsanız, bu raporun 328’inci sayfasında Kazdağlarıyla ilgili de,
Çanakkale’yle ilgili de hem tespitleri hem de çözüm önerileri var. Bakın…
MUSTAFA SERDAR SOYDAN
(Çanakkale) – Kaç yılında?
MEHMET DANİŞ (Devamla) –
2008 yılında.
Hatırlarsanız 2007 yılında
da yine bu söylemler Çanakkale’de artmıştı. Âdeta şöyle kategorize ediliyordu,
karikatürize ediliyordu olay: “Siyanürle hepiniz öleceksiniz, titreye titreye
öleceksiniz, hayvanlarınız ölecek, elma ağaçlarınız kuruyacak.” Bunlar
anlatıldı insanlarımıza. Yine, arkadaşım hatırlar, seçim çalışmaları boyunca
bir canlı yayın programına katıldık, beraberindeki heyetten bir arkadaş bana
geldi dedi ki: “Bayramiç’te çeşmelerden siyanür akıyor, çeşmelerden çamurlu su
akıyor.” Oysa hiçbir altın arama işleminde siyanür kullanılmamaktadır. Altın
aramalarının yapıldığı yerleri gidip gördüyseniz, fotoğrafları var
gösterebilirim, 10 santimetre çapındadır, çıkmadığında veya betonlandığında da
bu 20’ye 30 veya 30’a 30 gibi betonlanarak da kapatılmaktadır.
Bakın, sadece altını
konuşmakla aslında gerçek iyi niyetimizi ortaya koyabilmiş değiliz. Yıllarca
dere yataklarından, maden, kum ocakları olarak kullanıldı ve topraklarımız
gitti. Birçok madenler var, taş ocakları var, bunlardan hiç kimse bahsetmiyor.
Türkiye’de gerçekten de bu altın konusunu, siyanür konusunu açık yüreklilikle
herkes konuşmalıdır.
2007 yılında, Çanakkale’de
Kolin Hotelde, Çanakkale Ticaret ve Sanayi Odasının organize ettiği bir
toplantıda, dönemin Enerji Bakanımız Mehmet Hilmi Güler, akademisyenler ve iş
adamları, madenciler, çevreciler, Bergama’da hani o meşhur olmuş arkadaşlarınız
da salonda olmak üzere saatlerce tartışıldı. Süre sınırı konulmadan bunların
hepsi ifade edildi.
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) –
Oradaydık, oradaydık.
MEHMET DANİŞ (Devamla) -
Arkadaşlar lütfen biraz okuyun. Ne diyoruz? Bilimin ışığında ilerleyebiliriz.
Lütfen bilime kendinizi biraz teslim edin. Siyanür nedir…
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
Mehmet Bey, ben kimya mühendisiyim siz avukatsınız.
MEHMET DANİŞ (Devamla) –
Ben avukatım.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Bu
konuyu da benim kadar bilemezsiniz.
MEHMET DANİŞ (Devamla) –
Ama siyanürü 2003 kasımından bugüne dek sürekli araştırıyorum.
Bakın, siz de ifade
ettiniz, Türkiye’de Kazdağlarında 400 bin ton siyanür kullanılacak deniyor. Ben
ifade ediyorum, resmî rakamlar, Türkiye’de bugün yılda kullanılan siyanür 300
bin tondur, sadece yüzde 1’i madencilik sektöründe kullanılmaktadır, altında da
değil. Sadece madencilik sektöründe kullanılan 3.000 ton siyanürdür. Siyanür
bir zehirdir; eyvallah. Siz tuzu da gereğinden fazla tüketirseniz, doz aşımında
bulunursanız zararını görürsünüz. (CHP sıralarından gülüşmeler)
TANJU ÖZCAN (Bolu) – Ne
alakası var!
MEHMET DANİŞ (Devamla) –
Lütfen gülmeyin, dinleyin.
Bakın, Amerika’da,
Avustralya’da, Kanada’da -yalansa yalan deyin- iki yüzün üzerinde siyanürle
altın işletmeciliği yapılan ocaklar var. Şimdi bunlar geleceklerini yok mu
ettiler?
Bir tane vakıa ifade
edebilir misiniz. Arkadaşlar, bunları biz yerel seçimlerde çok konuştuk.
Arkadaşlarımızın da başka konusu yoktu. O Kazdağlarını da karış karış hep
beraber dolaştık, Evciler’de yaptığımız toplantıyı arkadaşlarımız bilir. Bakın,
Şahinli köyü benim köyüme 10 kilometre.
Şahinli köyündeki sondajda içme suyunu kirletti madenci, arama yapan şirket.
Arkadaşlarım gitti, şeffaf bir bidona çeşmeden akan çamurlu suyu koydu, gazetelere
poz verdi, fotoğraf verdi. Ben tam bir saat dağın içinde yolculuk yaparak o
sondajın yapıldığı kuyunun başına gittim, su kaynağının başına gittim, Sayın
Valimiz de talimatlarıyla aramaları durdurdu, o şirketin aramalarını durdurdu.
Yani bakın, Çanakkale’de
Katı Atık Çöp Depolama Alanı Projesi’ni gerçekleştirdik. Çanakkale’nin çöp
depolama alanı üniversitenin bahçesindeydi, yazları geldiğinizde de yanar
dururdu. Avrupa Birliği projesi… 20 milyon dolarlık yaklaşık bir projeyi, yüzde
73’ü hibe olmak üzere, Çanakkale’ye kazandırdık. Geçen dönem Hatay Milletvekili
Mustafa Öztürk Bey o dönemde Müsteşar Yardımcımızdı Çevre Bakanlığında, bize
çok büyük destekleri oldu. Çanakkale’de eğer çevre sorunu tartışılacaksa bakın
açık yüreklilikle ifade ediyorum, Çanakkale’nin atık suyunu yıllardan beri arıtmadan
Çanakkale Boğazı’na bırakıyoruz. Çanakkale Boğazı, şimdi, bu dünyanın en güzel
yerlerinden biri değil mi? Gelecek nesillere emanet etmeyecek miyiz? Orada da
deniz canlıları yaşamıyor mu? İller Bankasında yirmi beş yıl ucuz kredi de var
bak, buyurun atık suyu hep beraber yapalım; adım atın, siz de öncülük edin, biz
de destek olalım ama tık yok. Yapabileceğiniz şeylerde adım atmıyorsunuz ama
kafaları karıştırabileceğiniz her konuda da bunu sonuna kadar kullanıyorsunuz.
Bakın, arkadaşım dedi ki:
“Kimya mühendisiyim.” Gelin, bir daha bilimsel toplantı yapalım, Çanakkale’de
yapalım, siz de buyurun, sizi de konuşmacı olarak alalım.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
Altın arama ile altın çıkarmayı birbirine karıştırmayın Mehmet Bey, biz
çıkarmaktan bahsediyoruz.
MEHMET DANİŞ (Devamla) –
Bakın, termik santrallere karşısınız, çimento fabrikalarına karşısınız, altın
madenciliğine karşısınız. Türkiye 7 milyar ile 10 milyar dolar altına para
ödüyor yılda; yılda ödüyor kardeşim. Dünyanın 2’nci altın rezervine sahibiz, Hindistan’dan
sonra en fazla altını biz ithal ediyoruz, bir buçuk milyar dolarını da bunun
işleyip atıyoruz. Lütfen…
VELİ AĞBABA (Malatya) –
İnsanlığın satılmasına karşıyız.
MEHMET DANİŞ (Devamla) –
Satmak bizim… Bunlar çok ucuz söylemler ya da beni açmıyor yani üçüncü dönem
artık Parlamentoda, bunlar bana çok bayat geliyor. Bunlar bana çok bayat
geliyor.
VELİ AĞBABA (Malatya) –
Bütün dağları delik deşik ettiniz. Dağları sattınız.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Milletvekilim, sen ciddiye alma. Millet seni ciddi bir şekilde dinliyor.
MEHMET DANİŞ (Devamla) –
Gerçekleri açık yüreklilikle tartışmak için her zaman varız.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET DANİŞ (Devamla) –
Önergenin aleyhinde olduğumu belirtiyorum, arkadaşların biraz daha özenli davranıp, daha önce yapılmış Meclis
araştırma komisyonunun raporuna bir göz atmalarını öneriyorum.
Tekrar hepinizi en içten
duygularımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Daniş.
MUSTAFA SERDAR SOYDAN (Çanakkale)
– Sayın Başkanım…
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
Sayın Başkanım, Sayın Hatip, konuşmasında benim konuşmalarıma ve konuşmalarımı
çarpıtarak yanlış bilgilendirdi demin. Cevap vermek, düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Özensoy,
buyurun.
VIII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
5.-
Bursa Milletvekili Necati Özensoy’un, Çanakkale Milletvekili Mehmet Daniş’in,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Mehmet Bey Çanakkale
Milletvekilimiz. Gerçekten bölgesine de elbette üçüncü döneminde iyi hizmetler
eden bir milletvekili ama Kazdağlarıyla ilgili bu hassasiyeti bu anlamda niye
çarpıtarak bizim söylediklerimizi çürütmeye çalışıyor, onu da anlamıyorum.
Ben Kimya Mühendisiyim.
Yani siyanürün, siyanür çözeltisinin, altının nasıl çıkarılacağını Sayın Avukat
Mehmet Bey mi daha iyi bilir, ben mi daha iyi bilirim! Yani şimdi “Okuyun”
diyorsunuz, “Araştırın” diyorsunuz…
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) –
Niye bilemeyeyim? O zaman sadece kimyayla ilgili…
NECATİ ÖZENSOY (Devamla) –
Benim ilim saham da bu. Yani şimdi ben hukuk konusunda nasıl ahkâm kesemezsem
burada, sizin de o konuda bize “Okuyun, araştırın.” demek gibi bir durum da
olmaz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Anayasa’da çok konuştun ama Anayasa’da! Anayasa’da çok konuştun sen! Anayasa’da
hiç kimyacılık şeyleri yoktu!
NECATİ ÖZENSOY (Devamla) –
Şimdi bakın, şöyle bir şey söyleyeyim: Dünyadaki siyanürle ilgili olan kazaları
burada vaktim olmadığı için tek tek anlatmadım. Siz altın aramasından
bahsediyorsunuz. Aranırken elbette bir tehlike yok. Ben altın çıkarılmasından,
altın üretilmesinden bahsediyorum. Yani Kazdağları gibi bir bölgede…
Bakın, başka bir örnek
vereyim. Sayın Bakan Faruk Çelik de yok burada ama. Keles’te yine geçtiğimiz
dönemde bir termik santral kurulması için girişimde bulunuldu. Yerli kaynaklar
lazım mı? Evet. Ama yedi tane köy boşaltılıp üzerinde 200 bin tane kiraz
ağacının kesileceği bir termik santrali orada köylüler ne yapsınlar? Bakın o
Keles’deki, o bölgedeki kirazları buradaki hiçbir milletvekili yememiştir.
Oraya gitmeden yiyemezsiniz çünkü dünyanın en iyi kirazları üretiliyor ve
direkt ihracata gidiyor.
Bakın son dört yılda
Amerika’da tam iki yüz elli tane baraj patlatıldı. Barajlar yani hidroelektrik
santralleri nedir? Yenilenebilir enerji kaynaklarıdır. Elbette doğayı
kirletmiyor ama ekolojik dengeyi bozduğu için, oradaki doğayı tahrip ettiği
için Amerika’da son dört yılda iki yüz elli tane baraj patlatıldı. Biz,
Türkiye’deki yenilenebilir enerjilerin, yerli kaynakların kullanılmasından
yanayız. Enerji sıkıntımız var ama doğayı katlederek değil yani bir
hidroelektrik santrali yapıyorsanız boru tipi değil de işte göl tipi yapın
vesaire. Bütün bunları yani ülkenin çıkarları konusunda elbette hemfikir olmak
durumundayız.
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) –
Altını nerede işlediniz? Nerede çıkardınız?
NECATİ ÖZENSOY (Devamla) –
Ama doğanın tahribatı konusunda hele hele sizin gibi Çanakkale Milletvekili…
Ben Bursa Milletvekiliyim ama o bölgeleri iyi bilirim, askerliğimi de orada
yaptım, yine sürekli gidip geldiğim yerler. Ben üzülüyorum şahsen. Dolayısıyla,
böyle bir yerin heba olmaması için biz milletvekilleri olarak, Büyük Millet
Meclisi olarak üzerimize düşeni yapmak durumundayız.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Özensoy.
MUSTAFA SERDAR SOYDAN
(Çanakkale) – Sayın Başkan, bir konuda yanıltıcı bir bilgi var onu düzeltmek
istiyorum. 69’a göre söz istiyorum.
BAŞKAN – Ne için?
MUSTAFA SERDAR SOYDAN
(Çanakkale) – Yanıltıcı bir bilgi var.
BAŞKAN – Sisteme girerseniz
lütfen. Bilgiyi düzeltmek için sisteme giriniz lütfen. 4 milletvekilimiz de
sisteme girmiş. Düzeltme için lütfen.
Sayın Sarıbaş, bir dakika
süre.
Buyurunuz.
VII.-
ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.-
(10/20) esas numaralı, Kazdağlarında yaşanan çevresel sorunlar hakkındaki
Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmesinin, Genel Kurulun 16/11/2011
Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) –
Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şunu hatırlatmak istiyorum:
Altın bir kez çıkarılır. Çanakkale’nin Çan ilçesindeki Grup suları, Çan
ilçesinin doksan tane çeşme suları, içme suları ve bölgenin, Bayramiç’in ve
diğer yöredeki insanların kullandığı içme suları Kazdağı havzasının sulama
bölgelerindedir. Burada altın genelde madencilerin de bildiği gibi sulak
araziler, suların olduğu bölgelerde çıkarılır. Bir başka deyişle bu su
havzalarıyla oynandığında bölge susuz kalacaktır. Bir başka deyişle “Altının
üstü mü değerli altı mı değerli?” lafının altında şu yatar: Oradaki tarım
ürünleri, meyve ürünleri, Kazdağı’nın endemik yapılarından bahsetmiyorum ama
oradaki kestanesi de dâhil olmak üzere yıllık geliri 8 milyar dolardır. Net
rakam, bilimsel rakam. 2 kez uluslararası konferans, 2 kez de bu konferans
içerisinde bilim adamlarının, çevre belediye başkanlarının…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
katkınız için.
Sayın Özel…
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın
Başkan, benim mesleğim eczacılık. İktidar partisinin grubundaki sayın 9
meslektaşım da eczacı olan diğer meslektaşlarım da çok iyi bilirler ki ilaçla
zehir arasındaki tek fark dozdur. Her ilacın uygun dozu tedavi edici olurken
fazla miktarı zehirdir ancak düşülmemesi gereken en büyük hata, zehirlerin
düşük dozlarının zararlı olmadığı kanısıdır yani bu önermenin karşıt tersi
doğru değildir.
Bu yüzden, zehrin az
miktarının da çok miktarının da zehirli olduğunu, Sayın Milletvekilinin
ifadesindeki dozun, örneğin tuzu düşünün, “Azı karar, çoğu zarar.” ifadesiyle
siyanürün özdeşleştirilmesinin son derece fahiş bir hata olduğunun mutlaka
tutanaklara geçmesi gerekmektedir. Siyanürün az miktarı da birikme yaparak
insan sağlığına son derece zarar veren, doğa, insan ve hayvan sağlığı açısından
son derece tehlikeli bir zehirdir.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
Sayın Ağbaba…
VELİ AĞBABA (Malatya) –
Sayın Başkan, şükürler olsun Malatya’da altın olmadığı için altınları
satamıyorlar ancak Malatya’da bir başka şeyi satıyorlar, Malatya’da ne kadar
dağ varsa dağları satıyorlar.
Malatya’nın, 600 bin
kişinin içme suyu kaynağı olan Gündüzbey’deki kaptajda bir taş ocağı açılmış.
Yine, Atalar köyünde, Kırlangıç köyünde, Kelhalil köyünde, Dedeyazı köyünde,
Beydağı beldesinde Malatya’nın bütün dağları taş ocakları için satılıyor.
Ayrıca, Ören ve yöresindeki
bütün meralar, çiftçiler, hayvancılık yok edilme pahasına satıldı. Bu son
dönemlerde satılmayan bir tek yer kalmadı. Malatya’nın dağları satıldı ve
yaranarak, peşkeş çekilerek satılmaya devam ediyor. Bunların önünde “Dur”
denilmesini istiyoruz.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.
Sayın Külünk…
V.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
16.-
İstanbul Milletvekili Metin Külünk’ün, Süveyş Kanalı’nın açılış yıl dönümüne
ilişkin açıklaması
METİN KÜLÜNK (İstanbul) –
Sayın Başkan, bugün Süveyş Kanalı’nın açılış yıl dönümü. Doğu Akdeniz son
yıllarda gündemin sıcak konularından birisi durumuna yükselmiştir. Antik
Çağ’dan bugüne dünya ticaretinin kilit su yollarından birisi olan Doğu Akdeniz,
Asya’yla Batı dünyasını birbirine bağlamasının yanı sıra enerji rezervlerinin
hemen yanı başında ve üstünde olmasıyla jeostratejik ve ekopolitik çerçevede
önemi haizdir. Osmanlı tarafından planlanan ancak tamamlanması İngilizlerce
gerçekleştirilen Süveyş Kanalı’nın 16 Kasım 1869 tarihindeki açılışı Doğu
Akdeniz’in az önce saydığımız konumunu güçlendirmiş ve elbette bu bölgedeki
küresel rekabeti sertleştirmiştir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz üstündeki hakları
saklıdır ve uluslararası hukukun kendisine sunduğu tüm hakları Doğu Akdeniz’de
sefer serbestiyetini sağlamak başta olmak üzere kullanmaya hazırdır. Çin ve
Hindistan gibi süper güçlerin hızla yükseldiği bu yüzyılda petrol, doğal gaz
gibi… (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.
Sayın Soydan, buyurun.
VII.-
ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.-
(10/20) esas numaralı, Kazdağlarında yaşanan çevresel sorunlar hakkındaki
Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmesinin, Genel Kurulun 16/11/2011 Çarşamba
günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)
MUSTAFA SERDAR SOYDAN
(Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; şimdi,
Kazdağları gündeme geldi. Önce şunu ifade etmek istiyorum: Hepimizin siyasi bir
kimliği var. Hepimiz siyasi düşüncemizden dolayı buradayız. Hepimiz siyasi
partimizden dolayı buradayız ama bazı konular vardır ki siyasetin dışındadır,
siyaseti de aşar. Bu konu insani bir konudur, bu siyasi bir konu değildir çok
değerli arkadaşlar. Bu bir ülkenin geleceğidir.
Biz, Kazdağlarını
kurtarmaya çalışıyoruz. Yapılan yanlışları söyledik, siz yanlış yapıyorsunuz
demedik. Ama ben Sevgili Mehmet Daniş’in de bu konuya sahip çıkmasını isterdim,
bunun için de çok çok üzüldüm. O araştırma raporunun arkasına sığınmayalım
çünkü 2008 yılında Kazdağları delinmemişti. Şimdi Söğütalan köyünde sular
bulanık akıyor, Gökçeada Marmaros Şelalesi bulanık akıyor Sevgili Mehmet Daniş.
Senin köyün neredeyse zehirli su içecek. Yani bunlar… Günlük müdahalelerle bu
iş düzelmez arkadaşlar. Müdahaleyle bir suyu düzelttiniz ama bayram günü
insanlar bir köyde taşıma suyla bayram geçirdi değerli arkadaşlar. Burayı,
tekrar ifade ediyorum, bu siyasi bir konu değildir, bu insani bir…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) –
Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Daniş.
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) –
Sayın Başkanım, arkadaşım, malumunuz yani konuşması içerisinde her cümlede
ismimden bahsetti. Müsaade ederseniz, iki dakikada buna cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Yerinizden sisteme
girerseniz lütfen, yanlış anlaşmayı düzeltecek bir açıklama size vereceğim.
Buyurun.
VIII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
6.-
Çanakkale Milletvekili Mehmet Daniş’in, Çanakkale Milletvekili Mustafa Serdar
Soydan’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) –
Şimdi, Başkanım, arkadaşlarım, hem Sayın Özensoy da kimya mühendisi olduğunu
ifade etti, eczacı arkadaşım da…
Bakın, “400 bin ton burada
kullanılacak.” deniyor. Ben diyorum ki Türkiye’de -şu anda 300 bin ton siyanür
giriyor- yüzde 1’inin madencilikte kullanıldığı ifade ediliyor. Buyurun, bunu
beraberce yorumlayalım.
Sayın Soydan arkadaşım da
bu konuya bizim sahip çıkmamızı ifade ederken… Bakın, o Bayramiç’teki,
Kazdağlarındaki bütün köylere, bu aramaların yapıldığı, hassasiyetin meydana
geldiği bütün köylere bizzat gitmişim. Bunun ötesinde, 2007 yılında bölgede çok
büyük bir toplantı yapmışız. Bütün tarafların katılabildiği, belediye
başkanlarının, sivil toplum örgütlerinin, Bergama’dan dahi gelen sivil toplum
örgütlerinin, akademisyenlerinin katıldığı ve altın arama ve işletmenin
tartışıldığı bir toplantı yapmışız. Biz, yine bunları yapabiliriz.
İddia ettiğim şey şudur:
Gelin, bunları akademik çevrelerle, bilim çevreleriyle konuşalım ve
insanımızın…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Daniş.
VII.-
ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.-
(10/20) esas numaralı, Kazdağlarında yaşanan çevresel sorunlar hakkındaki Meclis
Araştırması Önergesi’nin ön görüşmesinin, Genel Kurulun 16/11/2011 Çarşamba
günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN – Oylamaya
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Sayın milletvekilleri, bir
saat ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 18.54
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 20.03
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP
ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul),
Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 19’uncu Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
Şimdi gündemin “Seçim”
kısmına geçiyoruz.
IX.-
SEÇİMLER
A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim
1.-
Millî Savunma ve AB Uyum Komisyonlarında
açık bulunan üyeliklere seçim
BAŞKAN – Millî Savunma Komisyonunda
boş bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için Malatya
Milletvekili Ömer Faruk Öz aday gösterilmiştir.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi de AB Uyum
Komisyonunda boş bulunan ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna düşen 1 üyelik
için İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu aday gösterilmiştir.
YUSUF ZİYA İRBEÇ (Antalya)
– Sayın Başkan, usul tartışması istiyorum çünkü bakın, Sayın Başkanım, dünyanın
hiçbir ülkesinin hukukunda ihtiyati tedbir dolayısıyla herhangi bir dava sonucu
istenemez, karar alınamaz. Şu anda kesinleşen bir karar olmamasına rağmen
burada karar alıyorsunuz. Beni ilgilendiriyor, onun için söz istiyorum veya da
usul tartışması açarsınız.
BAŞKAN – Şimdi, usul tartışması
açmayı uygun görmüyorum böyle bir konuda. Size yerinizden açıklama yapmak üzere
söz verebilirim bu konudaki itirazınızın ne olduğunu anlamak için.
YUSUF ZİYA İRBEÇ (Antalya)
– Peki, tamam.
BAŞKAN – Buyurunuz.
V.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
17.-
Antalya Milletvekili Yusuf Ziya İrbeç’in, hakkındaki disiplin takibatının
sürdüğüne ve hâlen Milliyetçi Hareket Partisinin üyesi olduğuna bu nedenle AB
Uyum Komisyonu üyeliğinin devam ettiğine ve bu komisyona seçim yapılamayacağına
ilişkin açıklaması
YUSUF ZİYA İRBEÇ (Antalya)
– Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğü’nün 22’nci maddesine göre, bir milletvekilinin siyasi partisiyle
üyelik bağının sona ermesi hâlinde yerine başka biri seçilebilir ancak üyelik
bağının nasıl sona ereceği İç Tüzük’te yoktur. Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğü Siyasi Partiler Tüzüğü’ne yollama yapar. Milliyetçi Hareket Partisi
Siyasi Partiler Tüzüğü’nün 81’inci maddesinin birinci fıkrası ise “Bir
milletvekilinin kesin çıkarma -dikkat edin Sayın Başkan- isteği ile Disiplin
Kuruluna tedbirli sevki hâlinde partideki görevinden uzaklaştırılır.” diyor. Bu
ifade bir milletvekilinin parti içindeki görevinden uzaklaştırma şeklinde bir
nitelemedir. Uzaklaştırmanın anlamı ise süreklilik ve kesinlik değildir.
Uzaklaştırma, milletvekilinin partisiyle kesin ilişkisinin ve özlük haklarının
kesilmesi demek değildir, askıya almak demektir. Kişinin partiye bağlılığı
hukuken devam eder ama partideki genel sekreter, genel başkan yardımcısı, MYK
üyesi gibi sıfat ve yetkilerini kullanması durdurulabilir, kısıtlanabilir.
Disiplin kuruluna tedbirli sevkin anlamı bir yoruma açık da değildir. Tedbir,
doğrudan talep sonucunu getirmez, sadece mevcudun korunması ve değiştirilmemesi
anlamındadır. Bu durumda konu, parti içindeki MYK üyeliği gibi idari görevlerin
askıya alınmasından ibarettir. Milletvekilinin parti idaresindeki görev
kısıtlılığı ise Türkiye Büyük Millet Meclisindeki yasama görevini etkilemez.
Türkiye Büyük Millet Meclisindeki komisyon üyeliği de doğrudan yasama
faaliyetidir.
Şu hâlde, benim, partimle
devam eden özlük hakkım ve hukuki bağım Parti Disiplin Kuruluna tedbirli sevke
rağmen sürmektedir. Zira, parti grubu resmen üyesi olamayan bir milletvekili
hakkında disiplin soruşturması yürütemez. Ben bu partinin resmen şu anda
üyesiyim dolayısıyla disiplin takibatı devam eden bir milletvekiline, başka bir
ifadeyle siyasi partisiyle hukuken ilişkisi kesilmeyen bir milletvekiline
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 22’nci maddesinin veya 3620 sayılı Yasa’nın
3’üncü maddesinin uygulanması söz konusu olamaz. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Yasa’nın dış
görevle ilgili üyeliğin sona ermesini düzenleyen 3’üncü maddesi “…mensubu
olduğu siyasi partiyle üyelik bağı sona eren milletvekili…” tabirini
kullanmaktadır. Bir milletvekilinin partisiyle üyeliği ya kabul görmüş
istifasıyla olur -ben istifa etmedim- veya kesinleşmiş ihracıyla olur. Bunun
ikisi de mümkün değil.
Onun için, Sayın Başkan, şu
anda burada işari oylama bile olsa bu konu oylanamaz, bu konu gündeme gelemez.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın İrbeç, bu
konudaki itirazınızı dinledik.
Antalya Milletvekili Yusuf
Ziya İrbeç Milliyetçi Hareket Partisi Grubundan Avrupa Birliği Uyum Komisyonu
üyesi iken Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanlığının Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına verdiği 27/10/2011 tarihli yazısı ile ilgili Milletvekili
hakkında tedbirli olarak disiplin takibatı yürütüldüğü ve takibat sona erinceye
kadar Milliyetçi Hareket Partisi Grubuyla bir ilişkisinin kalmadığı
bildirilmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubunun ilgili yazısı üzerine, Başkanlık tarafından 2/11/2011 tarihinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna yazılan yazı ile Antalya Milletvekili Yusuf
Ziya İrbeç’in Avrupa Birliği Uyum Komisyonu üyeliğinin Grubun 27/10/2011
tarihli yazısıyla sona erdiği belirtilerek yeni bir adayın belirlenmesi
istenmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun Başkanlığa yazdığı 10/11/2011
tarihli yazısı ile Avrupa Birliği Uyum Komisyonuna Grupları adına İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun aday gösterildiği bildirilmiştir.
Bu çerçeve içinde ve bu
süreç içinde Yusuf Ziya İrbeç’in Milliyetçi Hareket Partisi Grubuyla takibat
sona erinceye kadar ilişkisinin kalmaması nedeniyle, Başkanlığımızca Avrupa
Birliği Uyum Komisyonuna üyelik için Milliyetçi Hareket Partisi Grubundan aday
istenmesi ve seçiminde İç Tüzük ve geçmiş Başkanlık uygulamaları dikkate
alındığında bir aykırılık bulunmamaktadır.
IX.-
SEÇİMLER (Devam)
A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim (Devam)
1.-
Millî Savunma ve AB Uyum Komisyonlarında
açık bulunan üyeliklere seçim (Devam)
BAŞKAN – Sayın Ahmet Kenan
Tanrıkulu’nun adaylığını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Şimdi, alınan karar
gereğince gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti İle Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz.
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/330) (S. Sayısı: 41)
(x)
BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu 41 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Aytun Çıray söz
istemiştir.
Buyurunuz Sayın Çıray. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AYTUN ÇIRAY
(İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 41 sayılı Kanun Tasarısı
hakkında konuşacağım.
Değerli milletvekilleri,
AKP’nin en çok hedef aldığı ve küçümseyerek eleştirdiği kurumlardan bir tanesi
Dışişleri Bakanlığı ve yine küçümseyerek eleştirdiği politikalardan biri
geçmişte dış politikalardır. AKP’lilere göre Türk dış politikasını tanımlayan
kavram yabancılaşmadır, “Yurtta sulh, cihanda sulh.” ibaresi ise bu
yabancılaşmanın bir ifadesidir. Yine, AKP’ye göre pasif, kişiliksiz, tarihsel
köklerinden ve derinliğinden kopuk bir dış politika anlayışı Türkiye’yi ait
olduğu tarihsel ve kültürel bağlarından koparmıştır, bu da özellikle
Türkiye'nin İslam dünyasından dışlanmasına yol açmıştır. AKP’nin çekirdek
kadrosu böyle düşünüyor.
Sonuç olarak, AKP
İktidarının, cumhuriyetin başından beri uygulanmakta olan Türk dış
politikasının genel istikametine karşı olduğu, bu politikaları kişiliksiz,
Dışişleri bürokrasisini ise insanımıza yabancılaşmış unsurlar olarak gördükleri
herkeslerin malumudur. Nitekim, Sayın Başbakanın 2009 yılında Sivas’ta yaptığı
bir konuşmada, izledikleri dış politikayı eleştiren diplomat kökenli bazı
siyasetçileri “Monşer geldiler, monşer gidiyorlar.” diye suçlaması bu
zihniyetin açık bir tezahürüdür. Hâlbuki cahilce olmasa bile ön yargılı bir
bakış açısını yansıtır bu çünkü hiçbir ülkenin dış politikası mutlak sabitlere
dayanmaz. Uluslararası gelişmeler ve dengeler geliştiği anda ülkeler de dış
politikalarını gözden geçirmek ve günün ihtiyaçlarına, gereklerine göre ve en
önemlisi kendi vatandaşlarının genel çıkarlarına göre ayarlamak zorundadır.
Dış politikada sadece güç
değişimlerinin değil, küresel iktisadi ve sosyokültürel dinamiklerdeki kalıcı
görünen değişimlerin de dikkate alınması zorunludur. Türk dış politikasını
AKP’den önce yürüten iktidarlar böyle yapmışlardır. Dünyadaki değişimleri her
zaman dikkate almışlardır. Bu dikkatin ölçüsü ise Türkiye'nin modernleşme
çizgisini belirleyen kriterlerdir. Yani daha önceki yönetimlerce dış politika
partiler üstü bir anlayışla ele alınmıştır. Ülkemizi güçlendirecek dış politika
ayarları hangi coğrafyada yaşadığımızın bilinciyle gerçekleştirilmiştir.
Burada sizlere dış politika
tarihine girecek değilim ama birtakım art niyetli cahillerin “faşist” diye
iftira atmaya çalıştıkları İsmet Paşa sayesinde Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı
cehenneminden kendini nasıl koruduğunu, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan
yeni dünyada kendine nasıl bir yer bulduğunu hatırlatmak isterim. Yine,
80’lerin sonlarından itibaren Sovyet Bloku’nun çöküşüyle ortaya çıkan politik,
ekonomik ve kültürel fırsatları değerlendirmek için merhum Erdal İnönü, Özal ve
Süleyman Demirel’in nasıl büyük bir çaba içine girdiklerini -Türk dünyasında-
yine sizlere hatırlatmak isterim. Bugün AKP’nin övündüğü dışa açılma
politikalarının asıl temelleri geçmiş dönemlerde, işte o zamanlarda atılmıştır.
Kısacası, Türk dış politikası, cumhuriyetin kuruluşundan AKP’nin iktidara
gelişine kadar, ülkemizin muasır medeniyetin itibarlı ve müreffeh bir üyesi
olma hedefine uygun olarak sürekli gözden geçirilmiş ve yenilenmiştir. Ancak
şimdi Sayın Başbakan, medyada kurduğu zorbaca hâkimiyetin etkisiyle, kendisinden
önceki Türk dış politikasının statüko bataklığına saplandığı izlenimini
yaratmaya çalışmaktadır.
(x) 41 S. Sayılı Basmayazı
tutanağa eklidir.
HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı) –
70 sente muhtaçtınız.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) – Bu,
sadece cahilliğin değil, kibirli bir zihniyetin yaygarasından ibarettir. İşin
acı yanı, tamamen ideolojik bir mahiyet taşıyan bu kibirli zihniyetin güya
yenilikçi dış politikası tam bir fiyaskoya dönüşmüştür.
Bu ülke çıkarlarını her
şeyin üzerinde tutan bir muhalefet partisi olarak, kendine stratejik bir
derinlik vizyonu vehmeden bir Dışişleri Bakanının takip ettiği politikaların
çökmesinden elbette memnuniyet duymayız çünkü Sayın Bakanın stratejik derinlik
vizyonunun aslında bir tür İslamist neoittihatçılık idealinden başka bir şey
olmadığı anlaşıldığı anda büyük bir bedeli de ödemiş olacağız. Sadece millî
muhalefet görevimizin sorumluluğuyla sizleri uyarıyoruz: Türkiye, görüşü
ideolojik saplantılarla bulanıklaşmış bir Dışişleri Bakanının aslında kof bir
retorikten başka bir şey olmayan vizyonuyla çok tehlikeli bir belirsizliğe
doğru koşar adım gidiyor.
HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı) –
IMF’ye borcumuz ne kadardı, onu söyle.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) – Ne
yazık ki Sayın Bakanın ve dolayısıyla Sayın Başbakanın stratejik vizyonu,
İsrail’le oya tahvil edilen, şova dayalı ama bedeli de İsrail’e bir türlü
ödetilemeyen efelenmelerinin sonucunda 9 vatandaşımızın hayatına mal olarak
Doğu Akdeniz’de sulara gömülmüştür. Bu yetmedi, Piri Reis güya Doğu
Akdeniz’deki petrol arama haklarımızı göstermek için Kıbrıs açıklarına
gönderildi ama her ne hikmetse gösterişle seyre çıkarılan Piri Reis Kıbrıs Rum
Yönetimi üzerinde herhangi bir caydırıcı etki yaratmadı. Bizim medyayı
etkileyen Başbakanın meydan okumaları demek ki Rumları etkilemiyor.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) –
Piri Reis’in öyle bir yeteneği de yok.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) –
İsrail deneyiminden biliyorlar ki, Batılılar, Rumlar İsrail deneyiminden
biliyorlar ki: Sayın Başbakan meydan okur, döner döner yine meydan okur. O
kadar.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) –
Siz olsanız ne yapardınız?
AYTUN ÇIRAY (Devamla)
– Biz iktidar olduğumuzda öğreteceğiz
size ne yapacağımızı. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Sonuçta Piri Reis Kıbrıs
Limanı’nda yedek parça bulamazken Başbakan meydan okurken Rumlar İsrail’le
ortak orada petrol buldular. Siz Piri
Reis’e yedek parça bulamadınız. Bu, gerçekten trajikomik ama stratejik vizyon
bu kez de Kıbrıs’ta bir meçhulün içinde kayboldu ve gitti.
Abarttığımı
düşünebilirsiniz, abartmıyoruz, az bile söylüyoruz. Hatta ülkemize ve
insanımıza duyduğumuz sorumluluktan ötürü karşı karşıya getirildiğimiz çok
keskin tehlikelere temas dahi etmiyoruz.
BÜLENT TURAN (İstanbul) –
Ankara’dan çıkmayın, Ankara’da oturun!
AYTUN ÇIRAY (Devamla) – Ama
bakın “Komşularımızla sıfır sorun.” diyen ve üstelik bunu gerçekleştirdiği
iddiasında olan bir iktidar, Türkiye’yi komşularıyla seksen sekiz yıllık
tarihinde görülmemiş bir düşmanlığın içine düşürmek üzeredir. Türkiye, dış
ilişkilerini kirli oyunlar ve tezgâhlar üzerine kuran bir ülke görünümünü almak
üzeredir. Bu, cumhuriyet tarihinde bir ilktir. Müslüman kanı dökülmesine sebep olacaksınız, sizi uyarıyorum. Bugün
gelinen noktada yüksek ahlaki ve demokratik değerler adına Suriye yönetimine
karşı Türkiye’de konuşlandırılmış silahlı muhaliflerin bir iç savaşı ateşlemek
üzere olduğu iddia ediliyor. Bunu sadece Cumhuriyet Halk Partisinin Hatay
milletvekilleri söylemiyor, uluslararası haber ajansları, Reuters bunları yazıp
çizip aktarıyor. Çok değil iki yıl önce Suriye yönetimiyle ortak Bakanlar
Kurulu toplayanlar, bugün stratejik bir bel hareketiyle Suriye yönetimiyle tüm
ilişkilerini kesiyorlar, Suriye’yi düşmanımız ilan ediyorlar. Dışişleri
Bakanına sordum, dedi ki “Suriye’de demokrasi yok.”
Şimdi, tabii ki devlet
umuru görmüş insan olarak bazı benzetmeler yapmak istemem ama Sayın Bakan eğer
daha önce Suriye’de demokrasi var zannediyorsa bunu, bu anlayışı, bu cehaleti
sizin takdirinize bırakıyorum.
Şimdi, sanki AKP’liler…
HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı) –
Bir AK PARTİ diyemedin.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) –
…Sayın Başbakan Suriye’yle el ele, diz dize otururken Suriye’de demokrasi
vardı. Aman Sayın Bakan, Allah korusun sizin getireceğiniz demokrasiden.
Mısır’a, Libya’ya, Tunus’a demokrasi getirdiniz ya, hâlleri ortada! Gelin siz
başka ülkelere demokrasi getirmeyi bırakın da Türkiye’deki otokratik,
antidemokratik tavrınızdan vazgeçin, önce Türkiye’ye demokrasi getirin. (CHP
sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı) –
Tek parti döneminde oldu o dediğiniz.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) –
Anlıyorum, anlıyorum, Sayın Bakan hizmetleri sonucunda Başbakan olmak istiyor,
Sayın Erdoğan’dan sonra Başbakan adayı, bunu anlıyorum ancak -kendisi burada
yok herhâlde- değerli milletvekilleri, dostlarına söylüyorum, kendisini uyarın,
bu yolla Başbakan filan olamaz.
HAMZA DAĞ (İzmir) – Fas’ta…
AYTUN ÇIRAY (Devamla) –
Geçmiş olsun.
HAMZA DAĞ (İzmir) – Hasta
değil, Fas’ta.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) –
Sayın milletvekilleri, Türkiye, ne yazık ki etrafında yarattığı düşmanlığın
ağır bedeliyle karşı karşıya kalmak üzere. Yarın çok daha büyük bedeller
ödemeyeceğimizi, Suriye’de yaşanacak, uyarıyorum, Suriye’de yaşanacak çok kanlı
hesaplaşmaların ve bölünmelerin Türkiye'nin yakın geleceğini çok kötü bir
şekilde etkilemeyeceğini bu Dışişleri Bakanı ve Başbakan acaba neye dayanarak garanti
edebilir bize? Neye dayanarak garanti edebilirsiniz?
BÜLENT TURAN (İstanbul) –
Ankara’dan çıkmayın, Ankara’da oturun.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Bunlar Amerikan menfaatini düşünüyor.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) –
Bakın, sayın, değerli milletvekilleri, eğer ülkenin sorunları bana laf atmakla
çözülecek olsaydı hep beraber konuşmanızdan büyük memnuniyet duyardım ama
savaştan söz eden bir siyasi iktidar var. Merhum Bülent Ecevit savaşırken bile
“Barış harekâtı” demişti. Savaş, öyle devlet adamlarının ağzından kolay kolay
çıkacak bir laf değildir. Savaş lafı mermi gibidir, çıktı mı ya yaparsınız ya
bunu söylemezsiniz. O zaman itibarınızı yok edersiniz. (CHP sıralarından
alkışlar)
Bakın değerli
milletvekilleri, AKP politikalarının bizi bekleyen çok daha kalıcı, çok daha
kötü bir yanına dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu kafayla giderseniz eğer
gelecek kuşakların alnına komplocu bir ülkenin vatandaşları lekesini
sürersiniz. Türk dış politikasında hiçbir zaman komplo olmamıştır. Karşı
karşıya bulunduğumuz asıl tehlike budur.
Libya’da yaşanan sözde
devrimin öncesini hatırlayalım. Hatırlamak ister misiniz? Bundan bir yıl önce
Sayın Başbakan, Kaddafi’den barış ve insanlık ödülü almak üzere Libya’ya gitti.
Demokrasi mi vardı Libya’da? Sonra Libya’ya karşı Haçlılar tarafından malum
operasyon başlatıldı, Putin öyle diyor, “Bu bir Haçlı operasyonudur.” diyor.
Bunun üzerine Sayın Başbakan Libya’ya yönelik muhtemel NATO operasyonu
konusunda “Böyle saçmalık olur mu, NATO’nun ne işi var Libya’da?” dedi. Dedi
mi? “Demedi” diyen yok, demiş demek ki. Bu lafı söylediğinde Sayın Başbakan
tarih 28 Şubat 2011’di ve birden değiştir şarkıyı denilen Sayın Erdoğan aynen
değiştir yarışmacısı gibi çark ediverdi. Putin’in Orta Çağdaki Haçlı
seferlerine benzettiği operasyona katılma kararı aldı. Bu defa da “NATO,
Libya’nın Libyalılara ait olduğunu göstermek için Libya’ya girmelidir.” dedi.
Bu lafı söylediği zaman tarih 21 Mart 2011’di. Arada kaç gün var? Yirmi gün. Ne
vizyon ama ne büyük vizyon, kutluyorum! (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri,
sonrasını biliyorsunuz. Her insan gibi adil yargılanma hakkına sahip olan
Kaddafi, sözde bir mahkemeye bile çıkartılmadan linç edildi. Diktatörlüğünü,
tuhaflıklarını hiçbir zaman onaylamadığım Kaddafi’ye uygulanan vahşet
karşısında vicdanım sızladı ve bu adam ölmeden önce aynı Esad gibi, Esad’ın
şimdi söylediği gibi, Sayın Erdoğan’dan duyduğu hayal kırıklığından söz etti,
son sözleri buydu.
Kaddafi’nin yaşadığı ibret
verici bu hayal kırıklığı beni bu kadar ilgilendirmiyor, beni Sayın Davut’un
stratejik masallarının bize ödeteceği bedellerin utancı ve acısı daha çok
ilgilendiriyor.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Çok ilgilendiriyor, çok!
AYTUN ÇIRAY (Devamla) –
Biz, stratejik derinlik vizyonunun aslında
bir derin stratejik aldatma olduğunu biliyoruz da endişemiz bu stratejik
vizyonun hepimizi lekeleyecek stratejik bir ahlaksızlık politikasına
dönüşmesidir. Bu ihtimal gerçekleştiği takdirde, gelecek kuşakların alnına bu
lekeyi sürenleri milletimiz asla affetmeyecektir.
Sözde, Müslüman ülkelerine
örnek olunacaktı. Buradan Müslüman ülkelerine ahkâmlar kesildi, akıllar
verildi. Şimdi Mısır’da askerî rejim, Tunus’ta bambaşka bir rejim. Libya’da da
ilan ettiler, antidemokratik, otoriter bir rejim kuruldu. Allah sizin
örneğinizden korusun demek lazım bu Müslümanları, korusun demek lazım.
BÜLENT TURAN (İstanbul) –
Sizin tek parti döneminiz gibi.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) – Bu
ihtimaller gerçekleştiği takdirde, gelecek kuşakların alnına bu lekeyi
sürenleri milletimiz asla affetmeyecektir.
Son olarak, Başbakana ve AKP
politikalarına haksızlık etmemek için başarılarınızdan da söz etmeliyim, adil
olmalıyız. Üç büyük dış politika başarısından ilki İsrail’in yıllarca
başaramadığını başarmış olmanızdır. Gazze kuşatmasının Birleşmiş Milletlerce
meşruiyetinin sağlanmasına siz yol açtınız. Savunduğunuz Gazze’yi Birleşmiş
Milletlerde bu hâle siz düşürdünüz. Bu yüzden İsrail sizden duacıdır.
İkincisi ise uyguladığınız
Kıbrıs politikaları ile Müslüman Mısır’ın da katkılarıyla, bugünkü yönetimin de
katkılarıyla, Rumların ve İsrail’in ortak olarak doğal gaz ortaklığını
sağladınız ki Rumlar da bu konuda size duacı.
Son olarak Arap dünyasına
dönük uyguladığınız politikalarla Kıvanç Tatlıtuğ’a ve oynadığı diziye iyi para
kazandırdınız.
Hepinize saygılar
sunuyorum, iyi akşamlar diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Çıray.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Isparta Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz.
Buyurunuz Sayın Korkmaz.
(MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA S. NEVZAT
KORKMAZ (Isparta) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Deniz taşımacılığının ayrı
bir öneme sahip olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Denizcilik sektöründe
gerçekleştirilecek olan tüm faaliyetlerin belirli kurallara bağlanarak düzene
sokulması ve denetim altında tutulması kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bu
kapsamda ülkeler deniz imkânlarını kullanmak ve sürdürülebilir çevreyi korumak
için Uluslararası Denizcilik Örgütünün yönlendirmesi ile birçok sözleşmeye
taraf olmuşlardır. Deniz taşımacılığı faaliyetlerini düzene sokmak, birtakım
riskleri azaltmak ve denizcilik faaliyetlerini daha kolay kılmak amacıyla
yapılmış uluslararası denizcilik konvansiyonları sayesinde çeşitli kurallar
geliştirilmiş ve hükme bağlanmıştır.
Ülkemiz limanlarında son üç
yıl içerisinde Romanya Bayraklı gemiler hiç tutulmamışken ne yazık ki aynı
hassasiyeti Romanya Denizcilik İdaresi Türk Bayraklı gemilere göstermemiştir ve
son üç yıl içerisinde çok basit nedenlerle yedi gemimizi tutarak Türk ticaret
filosunun maddi ve manevi kaybına sebep olmuşlardır. Bunun sonucu olarak Paris
Memorandum’unda Türk bayraklı gemilerin yer aldığı beyaz listedeki yerini
kaybedebileceği ihtimali ortaya çıkmıştır.
Türkiye ile Romanya
arasında imzalanan denizcilik anlaşmasındaki bahsettiğim sebepler ve anlaşma
metninde yer alan belirsizlikler nedeniyle tasarının bu hâline Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu olarak komisyondaki gibi karşı oy vereceğimizi bir kez
daha ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
1980’li yıllardan sonra uluslararası kural ve kaidelere göre yönlendirilen ve
yönetilen denizcilik sektöründe serbestleşmenin yolları aranmıştır.
Memnuniyetle belirtmeliyiz ki 2581 sayılı Kanun ile sektörel serbestleşmeyi ilk
başaran sektörlerden biri denizcilik olmuştur. Yaşanan bu süreçte mevcut
yapının eksikliklerini daha iyi tespit eden yetkililer ve sektör temsilcileri,
yaşanan değişimi planlamak, yönetmek ve çağdaş yapılanmayı sağlamak için
denizciliğin tek bir çatı altında toplanması çalışmaları yapmışlardır. Ne var
ki bakanlık kurulması talebiyle başlayan süreç, Başbakanlığa bağlı bir
müsteşarlık olarak, 1993 yılında yeni bir teşkilatlanma ile sonuçlanmıştır.1993
yılından 2011 yılına kadar her hükûmet döneminde denizcilik bakanlığı kurulması
çağrıları dillendirilmiştir.
Değerli milletvekilleri,
denizcilik, ülke yük taşımasının yaklaşık yüzde 95’inin yapıldığı ana sektördür
ve doğal otobandır, ucuz taşımacılığın da adresidir. Denizlerimiz, kara suları
ve münhasır ekonomik bölgesiyle denizin altı ve üstü dâhil petrol, doğal gaz,
madenler yönetimini de ihtiva eden faaliyet alanına sahiptir. Aynı zamanda,
kara sınırından fazladır denize olan sınırımız. Dolayısıyla, güvenlik ve seyir
güvenliği, deniz emniyeti, boğazlar ve denizdeki trafik sorunları, denizdeki
çevre kirliliğine müdahale etme gibi birçok görevleri de içinde
barındırmaktadır.
Dolayısıyla, üç tarafı
denizlerle çevrili bir ülkenin denizciliğinin büyük bir bakanlık içerisinde
genel müdürlük seviyesinde temsilinin, bu alanda yer alan sektör temsilcilerinin
de gücünü ve etkisini azaltacağı aşikârdır. Denizciliğin uluslararası özelliği
gereğince bu yapının güçlendirilerek ayrı ayrı ele alınması, ulaştırma,
iletişim başlıklarının sınırlarını aşması dolayısıyla da ayrı değerlendirilmesi
gerekmektedir. Alan olarak çok ciddi bir katma değer yaratan sektörün
yönlendiricisinin Genel Müdürlük seviyesinde olması, bu faaliyetlere bakış
açısındaki vizyon eksikliğini ortaya koymaktadır.
Yüz binlerce insanın ekmek
yediği denizcilik sektörünü güçlü bir idare yapısına kavuşturmak yerine, ulusal
ve uluslararası alanda büyük bir tecrübe sahibi olan Denizcilik Müsteşarlığını
kapatarak Genel Müdürlük düzeyine indirmek, uluslararası camiada Türkiye'nin
iddiasından vazgeçtiği ve sektörde geri çekileceği görüntüsü vermiştir. Bu
kabul edilemez bir durumdur. Denizcilik Bakanlığı, inşallah, daha önce sektöre
vaat ettiğimiz üzere, Milliyetçi Hareket Partisi iktidarında kurulacak ve dünya
denizciliğinde çıta yükseklere taşınacaktır.
Sektörde yaşanan birçok
sorun AKP hükûmetleri döneminde kangren hâline gelmiştir. Bu sorunların çözümü
gibi bir irade de gözükmemektedir. Türk deniz yolu taşımacılığının yurt içi yük
taşımacılığındaki payının yüzde 3,6 gibi çok düşük değerlere düşmesi
düşündürücüdür. Yine ulusal ve uluslararası yük taşımacılığında bazı önemli
şehir limanlarımızın demir yolu bağlantısının olmaması en önemli altyapı
eksikliklerinden bir tanesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Akdeniz
bölgesinde bulunan limanlarımız Orta Doğu ve Orta Asya ülkelerine ana denizcilik
hattından gelen yüklerin iletilmesinde aktarma-transit limanı işlevi
görebilecek konuma sahip iken bu konumunu yeterince değerlendirememektedir.
Avrupa Birliği tarafından oluşturulan Trans-Avrupa ve Pan Avrupa ulaşım
koridorlarının Türkiye bağlantısı ve bu koridorların doğuya uzatılması
açısından Marmara bölgesindeki limanların önemi büyüktür. Ancak konteyner
trafiğinde yüzde 76’lık paya sahip olan özel limanların demir yolu
bağlantılarının bulunmaması, kombine taşımacılığın maliyet avantajlarından istifade
edilememesine yol açmaktadır. Dünyada değişen ekonomik, siyasi ve teknolojik
gelişmelere paralel olarak deniz taşımacılığı dökme taşımacılıktan konteyner ve
Ro-Ro taşımacılığına doğru giderken bu yarışta Asya ile Avrupa arasında bir
köprü olan Türkiye'nin geride kalması maalesef Hükûmetin başarısızlığıdır.
Türkiye'nin uluslararası
denizcilik platformlarında hak ettiği yere gelebilmesi için dünya
standartlarını ve teknolojik gelişmeleri yakalamış limanlara sahip olması bir
zorunluluktur. Bu bağlamda deniz ticaret filosunun gençleştirilmesi, gemi inşa
ve yatçılığa hak ettiği önemin verilmesi gibi gerçeklerin bir an evvel hayata
geçirilmesi elzem olmuştur.
Belirsizliklerin yaşanmaya
devam ettiği küresel krizin hem makro hem de mikro düzeyde değişimlere, yeni
yapılanmalara ve yön değişikliğine yol açması kaçınılmazdır. Ancak istikamet
neresi olursa olsun rekabet kaldığı yerden tüm hızıyla devam edecektir. Rekabet
gücünü geliştirmeye yönelik çalışmaların gündeme alınması ve bir an önce hayata
geçirilmesi gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri,
bunların dışında bir diğer sorun da gemi inşaat sektörünün yaşadığı
sıkıntılardır. Bağlı bulunduğu Bakanlığın maalesef hak ettiği önemi vermediği
gemi inşa sektörü bu sahipsizlik ortamında 2008 küresel krizi sonrasında batma
noktasına gelmiştir ve yan sanayisiyle birlikte 100 binden fazla insanımızın
işsiz kaldığı bir çıkmaza sürüklenmiştir. Ekonomideki yapısal sorunların üstüne
bir de AKP Hükûmetinin vurdumduymazlığı ve ekonomik krizin neden olduğu
finansal darboğaz eklenince gemi inşa sektörünü içinden çıkılmaz bir duruma
getirmiştir. Bu gelişmeler gemi inşa yan sanayisini de etkilemiştir. Hem gemi
inşa sektörü hem de yan sanayisi önümüzdeki yıla önünü göremez bir hâlde
girmektedir, birçok kapanmalar yaşanmaktadır. Çünkü gemi inşa sanayisinin
çalışmadığı bir ortamda yan sanayisinin de var olması mümkün değildir. Küresel
krizden en ağır darbeyi alan gemi inşa sanayisi Türkiye’den çok dışarıya
bağımlı bir sektördür ve dolayısıyla dünyada yaşanan krizlerden en çok etkilenen
sektörlerden biri olduğu unutulmamalıdır,
tedbirler buna göre alınmalıdır.
Öte yandan denizcilik
sektörünün Avrupa Birliğine ülkesinden evvel ilk giren sektör olduğunu da
hatırımızdan çıkarmamalıyız. Gemi inşa sektörü ticari olduğu kadar stratejik önemi
haizdir, çünkü Türkiye dünyada askerî gemi yapan az sayıda ülkelerden biridir.
İnşa ettiği askerî gemiler ve deniz kuvvetlerimize verdiği diğer hizmetlerle
ülke savunmasına katkı sağlamaktadır. Bu nedenlerle gemi inşa sanayisinin
başarısı ve istikrarlı bir şekilde büyümesi, inşa, bakım, onarım ve tadilat
faaliyetlerinin kurumsal bir yapıda ulusal ve uluslararası mevzuata uygun
olarak yürütülmesi, Türkiye'nin dünyadaki prestiji açısından da son derece
önemlidir.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye gemi inşacı bir ülkedir ve bu konuda küresel bir oyuncudur, kalitesi ve
kapasitesi itibarıyla dünyaya kendini kabul ettirmiştir. Sektörü büyük bir aile
olarak kabul edersek, ülkenin stratejik bir değeri olarak görürsek çözüme daha
kolay ulaşırız.
AKP Hükûmetinin çözüme
yönelik tedbirler üretmemesi nedeniyle, küresel krizin gemi inşa sektörüne
negatif etkisinin 2012 yılı sonuna kadar süreceği tahmin edilmektedir, sektörün
kendisini toparlaması da maalesef 2015 sonlarını bulacaktır.
Ülkemize doğrudan döviz
sağlayan, Türk ekonomisinin lokomotifi ve binlerce insanımıza istihdam sağlayan
gemi inşa sektörünün sorunlarının bir an önce masaya yatırılması hayati bir
önem kazanmıştır. Her tersane yaklaşık bin kişiyle çalışmaktayken, bugün
kapasite kullanımının yüzde 5’lere kadar düştüğü günlere gelinmiştir. Sadece
Tuzla’da yaklaşık 150 bine yakın insanımız işsiz kalmıştır, çünkü tersanede
çalışan bir kişi dışarıdaki 6 insana iş vermektedir, o insanlar da işlerini
kaybetmiştir.
Değerli milletvekilleri,
yeni tersane alanları tahsisi doğru bir karardır, bu doğru bir adımdır. Bu
ülkede hakikaten 127’den daha fazla tersane olmalıdır, ancak kurulan tersaneler
asla desteksiz bırakılmamalı, “Saldım çayıra, Mevla’m kayıra.” denilmemelidir.
Bakın, bugün gelinen
noktada bütün tersaneler, bütün denizciler batma noktasına gelmişlerdir.
Buradan Sayın Bakana sormak lazım. Neden denizcileri borçlandırıp yalnız
bıraktınız? Kredi vermekle devletin görevi bitiyor mu?
Değerli milletvekilleri,
denizcilik sektörü sıkıntıya düştüğünde Kredi Garanti Fonu oluşturuldu,
yaklaşık 100 firma müracaat etti, ancak faydalanan sadece 10 tersane ve 13
armatör firma. Kimdir bu firmalar? Müracaat edip de bu fondan
faydalanamayanların eksiklikleri nedir? Sayın Bakandan açıklama bekliyor bütün
sektör.
Ben sizlere arz edeyim
değerli milletvekilleri: Bu fondan AKP nezdinde kredibilitesi olanlar istifade
etmiştir, olmayanlar faydalanamamıştır. O zaman da şu soruyu sormak lazım:
Kurduğunuz bu fon kendi yandaşlarınız için miydi?
Kıymetli arkadaşlar, Millî
Savunma Bakanlığı özel tip gemiler inşa ettiriyor. Kime? Seçilmiş 4 veya 5
tersaneye. Bir tersaneye 5 gemi yaptırmak yerine her tersaneye bir gemi
yaptırmak ve onları da ayakta tutmak daha doğru olmaz mıydı? Türkiye’deki her
tersane ve yat imalatı yapan firma tüm dünyada beğeni toplarken bu dağılımı
neden yapmıyorsunuz?
Milliyetçi Hareket Partisi
olarak denizciliği eskisi gibi daimî istihdam alanı olarak görmek istiyoruz.
İstihdam yaratacak her çalışmaya destek olacağımızı beyan ediyoruz çünkü
ülkemizin ve insanımızın buna ihtiyacı var.
Türkiye’de yüzde 90
oranında tersaneler boş iken, Türk armatörleri dünya tersanelerine sipariş
vermeye devam etmektedirler. Bu gemileri Türkiye’de yapmak mümkündür ancak
bunun altyapısını oluşturmak lazımdır ve bu sorumluluk da öncelikli olarak
Hükûmetindir yani Çin’i, Japonya’sı, 50 bin dead weight tonluk gemi yapabiliyor
da biz neden yapmayalım? Hükûmet destek ve teşvikleri oluşturduğunda, bu
gemiler ülkemizde yapılabilir. 1980’li yıllarda 450 civarındaki Türk Bayraklı
gemiyle Akdeniz âdeta bir Türk gölü gibiydi. Bugün bu koster sayısı 40 ila 50
kadardır. Bugün cezalandırdığınız armatörler bu gemilerle denizlerde Türk
Bayrağını dalgalandırmaya devam etmektedirler. Koster filosu yenilenmelidir,
yeni teşvikler mutlaka getirilmelidir.
AKP Hükûmeti ihracatımızın
arttığını söylüyor; oysaki 1 dolarlık ihracat için 82 sent ithalat
yapıyorsunuz. Bu durumda gerçek ihracatınız kıymetli arkadaşlar, 18 senttir.
Yapılan bu ihracat da yabancı bayraklı gemilerle taşınınca, bu kazanç da
yabancı armatörlere navlun olarak ödenmektedir. Peki, bu durumda kazancımız
nedir? Türk gemi taşımacılığının deniz taşımacılığındaki oranlarını mutlaka
yükseltmek mecburiyetindeyiz.
Bu söylediklerimi klasik
bir muhalefet anlayışıyla dillendirdiğimi düşünmeyin. İçinizde veya yakınınızda
denizciler vardır, onlara da sorarsanız, bu söylediklerimizden farklı bir şey
duymayacaksınız.
Bugün tersane bölgeleri ve
denizler maalesef terk edilmiş şehirler hâline gelmiştir. Bunun da vebali AKP
Hükûmetine aittir. Unutulmamalıdır ki, denize sırtını dönen ülkeler hep kan
kaybetmişlerdir, hep zayıflamışlardır. Denizin bereketini terk etmek doğru
olmamıştır.
Değerli milletvekilleri,
insanlar denizcilik bakanlığı beklerken, hiçbir sivil toplum kuruluşunun görüşü
alınmadan denizciliği genel müdürlük düzeyine indirmek yanlış olmuştur. Bu
yanlıştan mutlaka geri dönülmelidir. Ancak ne söylersek söyleyelim, üzülerek
belirtmeliyim ki, denizcilik sektörünün tüm temsilcileri Sayın Bakandan umudunu
kesmiştir.
Ülkemizin denizden temin
ettiği bereketin artması dileklerimle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Korkmaz.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan.
Buyurunuz Sayın Kaplan.
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, 41
sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, bu teknik
sözleşmelerde zaman zaman hep deriz:
“Bürokratlar bunları hazırlıyor.” ama meraklısı, şöyle bir içeriğine
baktığı zaman, içinde, teknik olarak gözden kaçan çok ciddi hatalar olduğunu da
görebiliyor.
Tabii, Romanya’nın Türkiye
açısından önemi üzerinde fazla durmak istemiyorum. Osmanlı döneminde uzun
yıllar birlikte yaşanılan bir ortak yaşamdan, 1877’lerde bağımsız bir devlete,
47’de de cumhuriyete evrilmenin ötesinde, şu an, 15 bin, Türkiye’deki şirketin
çalıştığı bir Romanya’yla karşı karşıyayız ve Karadeniz’den, Tuna deltasından
ulaşımın yapıldığı, devasa bir ulaşımın yapıldığı ve Boğazlardan geçişin, gidip
gelişin olduğu bir Romanya söz konusu.
Petrol haritalarında
Azerbaycan’dan, Azerbaycan havzasından paralel olarak Bulgaristan, Romanya’ya
kadar bir petrol havzası olayından bahsediyor haritalar. Ki bu, Osmanlı
döneminde, Sultan Abdülhamit dönemindeki haritalarda da şimdi yapılan uydu
tarama haritalarında da çok ciddi bir, doğal gaz, petrol -denizaltı ve karasal
olarak- bulunduğunun tespiti var.
Şimdi, buradan baktığımız
zaman, Tuna Nehri gibi ulaşım deltasından birçok ülkeden gelen gemilerin
Türkiye’ye giriş yaptığı görülür ve bir kanal gibidir genellikle bu gemi seyri
yapılan yer ve Türkiye’den geçişleri sağlanır.
Şimdi, burada denizcilikle
ilgili bir sözleşme yapıldığı zaman şuna bakıyoruz: Tabii ki birçok ilişkimiz
var Romanya’yla. Ticaretin geliştirilmesi, doğru. Adam, gemi adamı belgeleri,
gemi sicili konusu -o teknik bir konu- doğru. Çevrenin korunması, doğru.
Uluslararası platformlarda iş birliği, doğru. Gemi inşa, bakım, onarım ve diğer
alanlarda iş birliği sağlanması. Şimdi, burada, bunu okuduktan sonra, eğer
-bütün milletvekili arkadaşların önüne geliyor bunlar, ofislerine- şöyle bir
çevirip hemen maddelerine baksalar şöyle bir şeyle karşılaşırlar; şimdi, bu
sözleşme neyi kapsamıyor arkadaşlar, bunu size okuyayım: Savaş gemileri ve
askerî amaçlı kullanılan yardımcı gemileri, balıkçı gemilerini, hidrografik,
oşinografik ve bilimsel araştırma yapan gemileri, münhasıran idari ve devlet
hizmeti veren gemileri, tehlikeli atık taşıyan gemileri, nükleer gemileri,
ticaretle ilişkisi olmayan eğlence gemilerini, ticari amaçlar dışında
kullanılan gemileri. Peki, ne giriyor şimdi bunun kapsamına bir değerlendirme
yaparsak arkadaşlar? Mavnalarla şilepler kaldı geriye değil mi? Bu nasıl deniz
ticaret anlaşması şimdi söyler misiniz? Mavnayla şilep için bu kadar sözleşme
yapmaya gerek var mı Sayın Komisyon Başkanı? Ne kaldı geriye? Mavnaları bir
römork çekiyor, zaten gerek de yok. Tuna deltasından gelen gemiler bir kanalla,
motoru durduruyorlar akıyorlar, doğru İstanbul’a geliyorlar, o kadar rahat.
Şimdi, şilepler de geliyor. Şimdi, Romanya’dan çıktı Tuna deltasından geldi
gemi, Beğendik’te balıkçı barınağı var gemi sığmaz, İğneada Limanı’na hiç
sığmaz açıklarında durur fırtına olunca, Kıyıköy’de zaten hiç duramaz,
Karaburun’da da duramaz, boğaza geldiği zaman da Fener Limanı var, orada da
durma imkânı yok, açıklarda duruyor, kala kala Marmara’da durabileceği bir
alanı var.
Şimdi, buradaki sözleşmede,
bu sözleşmede bu kadar unsuru siz kapsam dışı bıraktığınız zaman geriye ne
kalıyor? Hakikaten kimin şilebi var -şimdi merak etmeye başladım- kimin mavnası
var? Çünkü bunca büyük gemiyi kapsamıyorsa bu sözleşme burada bir sorun var.
Şimdi, bir şey daha: “Gemi”
derken tanımlanıyor “Gemi siciline kaydedilmiş, devlet mevzuatına uygun gemi
bayrağı taşıyan…” Bu da çok enteresan bir olay; Romanya’daki sicil ile
Türkiye’deki sicilin yanında Romanya ve Türkiye gemilerinin çoğunun da başka
sicillere bağlı olduğunu biliyor muyuz? Örneğin Malta’ya bağlı olduğunu. Şimdi,
enteresan bir durumla daha karşı karşıyayız. Tamam, buradan elimizi kaldırır,
oyumuzu veririz.
Şimdi burada ilginç bir
noktaya daha değinmek istiyorum. Burada özellikle Romanya, Tuna Deltası’nın
kirlenmesini, çevre yapısını kapsam dışı bırakmış, tekeline almış. Peki,
Tuna’dan gelen gemilerin getirdikleri atıklar, kurşun, kirlilik nereye akıyor?
Karadeniz’e. Karadeniz kime komşu? Bulgaristan ve Türkiye’ye komşu. Tuna
Deltası’ndan akan bu ticari gemilerle gelen, tamam Romanya’da denetleniyor ama
hangi deltadan dışarı veriliyor? Tuna Nehri’nden veriliyor. Ee, demek burada da
Romanya’nın yetkisi ilginç bir şekilde korunuyor.
Yine buradan Türkiye'nin
çıkaracağı bir derse değinmek istiyorum. Sene 1993 Romanya’ya gitmiştim, o
zaman daha yeni Çavuşesku olayları yaşanmış, Romanya’da bir rejim dönüşümü var.
O tarihlerde gittiğim, gördüğüm Romanya ile şu an Avrupa Birliği üyesi olan
Romanya’dan bahsediyoruz. Son on beş sene… Avrupa Birliğinin ilk on beş ülkesi
Gümrük Birliğine dâhil oldukları için Türkiye ile bir problem yok, çünkü
Türkiye de o zaman 1995’te Gümrük Birliğine üye olmuştu. Ama bu son on ülke,
Avrupa Birliğine üye olduktan sonra Gümrük Birliği sürecine girdiler. Şimdi,
Türkiye ufak ufak problemler yaşıyor. Bu sözleşme bu problemleri aşıyor mu?
Aşmıyor arkadaşlar. Yani Türkiye'nin on binin üstünde şirketi Romanya’dadır.
Romanya’daki bu şirketlerimizin gemilerle diyelim ki taşımacılık yaptığını, iş
yaptığını düşünün. Avrupa Birliği üyesi bir ülke karşınızdadır, çifte vergi
vermeye başlarsınız. Buranın neresi, bu sözleşmelerin, sizin işinize yarayacak?
Bu da ciddi bir problem olarak karşınızda duruyor.
Fakat buna rağmen, benim,
Romanya’nın, bu geri kalmışlık sürecinden ve gerçekten o yoksul hâlinden Avrupa
Birliği sürecine girdikten sonra hızla yaptığı ekonomik kalkınmadan sonra
takdir ettiğim bir yanı var. Bu yazılım programları konusunda sıçrama yapan bir
ülke ve 1 milyar euronun üzerinde yazılım programlarına sahip olan bu ülkeyle
keşke yazılım alanında bir sözleşmemiz olsaydı. Biliyorsunuz, dünyada Hindistan,
sonra İrlanda yazılım programları konusunda, yazılım endüstrisi konusunda son
derece gelişmiş ülkeler. Ben mesela Romanya’nın katma değer konusunda bu kadar
başarılı olduğunu bu alanda, bu sözleşme nedeniyle araştırma yaptıktan sonra
öğrendim ve şaşırdım gerçekten, muhteşem bir şey. Yani Türkiye’de bunlar
yapılamıyor mu? Yani yapılabiliyorsa karşılıklı ticari sözleşme kapsamında gemi
ticareti için de, yani “gemiciliğin yazılımı” denen olay balıkçı gemilerinden
koruma gemilerine, her alana o yazılım endüstrisi niye bu sözleşmelerin içinde
yok? Bunu da anlamış değilim doğrusunu isterseniz.
Sayın Bakanımız Müsteşardı,
Denizcilik Müsteşarıydı öncesi, gerçi bu konuları bilir fakat Millî Savunma
Bakanlığı… Tabii bu yeni bir sözleşme imzası, yenilenmiş bir sözleşme. Burada,
Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesi durumunda 80 civarında parlamenteri
olacak, değil mi Sayın Başkanım?
VOLKAN BOZKIR (İstanbul) –
90.
HASİP KAPLAN (Devamla) – 90
mı? 90…
Arkadaşlar, 90 parlamenter
ne demek biliyor musunuz? Demin Avrupa Birliği bütçesi görüşülüyordu. Egemen
Bağış oradaydı. Gittim, biraz dinledim, biraz da takıldım Sayın Bağış’a.
“Durumlar nasıl?” “İyidir.” “Putin ‘İmza tamam, benim için problem yok.’
diyor.” dedim. Yani bu iş olsa, bir de 90 parlamenterimiz Avrupa Parlamentosunda
olsa… 90 parlamenteri Türkiye’de seçtiğimizi düşünün. Romanya’nın 30
parlamenteri var. 30 parlamenter o, 90 Türkiye’den gidecek.
Avrupa Parlamentosunun
filleri olarak tabir edilen Fransa, Almanya, birkaç ülke var ve Türkiye'nin
parlamenter sayısı onlardan fazla olacak. Türkiye'nin Kafkaslar blokundaki
ilişkilerinin iyi geliştirilmesiyle böyle bir olayı bağladığınız zaman, bir de
özellikle Ermenistan, Azerbaycan, Türki cumhuriyetlerin de bu Avrupa Birliği
sürecine üyelik için çalışmalarının devam ettiğini… Gerçi onları yakın bir
zamanda görmemekle birlikte… Yakın planda Türkiye’yle yarışan ülkeler de var.
Bunu iki noktada değerlendirmek lazım. Avrupa Birliğinin ekonomi
politikalarıyla -küresel kriz sonrası seyriyle bu sözleşmelerin hepsi ekonomik
politika- yeni süreci denk düşürmek lazım. Denk düşürmediğiniz zaman,
imzalarsınız, iş yaptım zannedersiniz, aleyhinize döner ve burada yaptığınız
sözleşmeler, sigorta alanından birçok yatırım alanına sadece üç beş kişiye veya
şirkete yarayan birer sözleşme durumuna geçer.
Doğrusu ben burada
şaşkınım. Son derece eksik bulduğum… Her tarafı -üç tarafı- denizlerle çevrili
Türkiye'nin Marmara’sı ve… Dünyada ender bir şekilde deniz sahasına sahip olan
Türkiye'nin yine bir deniz sahil şeridi olan Romanya’yla bunu imzalarken burada
sadece Romanya’nın işine yarayan nüvelerin öne çıkarılması beni düşündürüyor.
Yani ne kazanacağız buradan? Gerçekten, boğazdan geçen otuz tane Romanya
bandıralı bayrak taşıyan gemiyle ticaret yaptığınız zaman, bunca saydığımız
gemi bunun dışında kaldıktan sonra ne işe yarayacak? Koskoca balıkçı gemilerini
kapsamıyor. Balıkçılar, o devasa büyük balıkçı gemileri ticaret alanına
girmiyor mu? Nükleer araştırma yapanlar girmiyor mu? Petrol araması yapacak
sismik gemiler girmiyor mu? Türkiye Sinop’ta sismik araştırma biliyorsunuz
Brezilya’dan gelen büyük bir platformla. Yine Bulgaristan’ın Kırklareli
sınırlarında biliyorsunuz senelerdir, birkaç senedir süren petrol aramaları
var.
Peki, petrol hukukumuz
çıktığı zaman ne olacak? Yani bunu da anlamış değiliz, NABUCCO’yu da anlamış
değiliz arkadaşlar. NABUCCO enerji hatlarının geçişi hem Rusya’dan hem
Azerbaycan’dan. Yine Romanya üzeri öngörülüyor. Bu da yok bu sözleşmede. Peki,
borularla götürdük, NABUCCO Romanya üzeri Avrupa’ya gitti. Bu da yok sözleşmede.
Biz ne ticareti yapıyoruz. Şimdi, orada nükleer santralleri zenginleştirip
fazla elektrik satıyor Romanya, Türkiye de deniz altından kabloyla bu elektriği
Türkiye’ye taşıma gayreti içinde şu an. Bunun için de bu sözleşmeye gerek yok.
Yani bu kablo deniz altından döşenecek, bunun için buna bir gerek var mı? Yani
sanıyorum, burada Dışişleri Komisyonu ile asıl ekonomiyi ilgilendiren ihtisas
komisyonu arasında bir kopukluk var arkadaşlar. Niye burada enerji ihtisas
komisyonunu atlamışsınız, görüşünü almamışsınız, Plan ve Bütçe Komisyonuna
gitmemiş, onun düşüncesi alınmamış? Yani bunlar hakikaten niye atlanmış? Bunu
düşündüğümüz zaman şöyle bir durum belki zor gelebilir: Yani çabuk sözleşme,
çabuk yasa çıkarma mantığıdır, yani “Bunlara gidersek takılır.” eksiklikler…
“Yok, bunlar bürokratik iştir, arkadaşlar, teknik iştir, biliyorsunuz, yani
lüzumlu mevzuattır.” deyip geçersek vallahi doğru bir şey yapmış olmayız. Bu
“lüzumludur” dediğimiz bürokratik mevzuatların bazı vakalarda öyle önünüze
çıktığını görürsünüz Çernobil faciasından sonra başınıza iş gelince. Niye?
Şimdi, tekrar döneceğim ve sözlerimi bitireceğim.
Bu anlaşma, arkadaşlar,
tehlikeli atık taşıyan gemileri kapsamıyor. Ne diyelim? “İsteyen Karadeniz’e
atığını atabilir.” öyle mi diyelim? Bakın, ticari amaçlar dışında kullanılan
gemileri kapsamıyor. Hangi gemileri kastediyoruz? Karadeniz’de gemilerin
bazılarında balık üretimi yapılıyor, biliyoruz, devasa bilmem kaç yüz tonluk
gemiler var, farklı üretim için kullanılan var ve en önemlisi savaş gemileri,
askerî amaçla kullanılan yardımcı gemiler, devletin idari ve devlet hizmeti
gemileri ve SOS veren nükleer gemileri kapsamıyor bu sözleşme, nükleer gemileri
de kapsamıyor. Yani nükleer çalışma yapan bir gemi Köstence’den veya
deltasından Tuna’nın gelebilir, boğazdan geçebilir, gidebilir ve bu ticari bir
gemi olarak adlandırılmıyor. Artık, nükleer santralleri gemilerde taşıyabilen
ülkeler olduğunu biliyoruz.
Bu yönleriyle bu
sözleşmelerin biraz daha titizlik gerektirdiğini, daha incelenmesi gerektiğini
düşünüyoruz. Yani “Yetmez ama evet.” de diyecek hâlimiz yok. Oylarınız yetiyor,
sizler çıkarın, sorumluluğuna katlanın. Onu değiştirmek sonra o kadar kolay
olmuyor. Hakikaten bu tür uluslararası sözleşmeler onaya, kabule gidiyor, depo
ediliyor ve belli bir sıkıntısı var dış ilişkiler ve diplomasi açısından. Ama
kime yarıyor, vallahi Komisyon Başkanım biliyorsunuz. Kimlerin gemileri var,
gemicikleri var?
Allah selamet versin,
hepinize kolay gelsin.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Kaplan.
Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına İstanbul Milletvekili Volkan Bozkır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Buyurunuz Sayın Bozkır.
AK PARTİ GRUBU ADINA VOLKAN
BOZKIR (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti İle Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında AK
PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Öncelikle, Romanya’da dört
sene büyükelçilik yapmış bir kişi olarak bu anlaşmanın onaylanması aşamasında burada
konuşuyor olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum.
Dost ve müttefik ve
Karadeniz üzerinden komşumuz olan Romanya ile ilişkilerimizin ulaştığı düzeyden
gerçekten memnuniyet duymaktayız ve ülkelerimiz arasında hazırlıkları devam
etmekte olan bir stratejik ortaklık bildirisinin de imzalanmasıyla dostluğa
dayanan, son derece önemli iş ilişkileri olan, ticaretimiz olan, komşumuz olan
Romanya’yla bir başka boyuta da yakınlarda geçecek olmamızın bu anlaşmanın
burada görüşülmesiyle aynı zamana tesadüf etmesini de önemli bir gelişme olarak
nitelendiriyorum.
Romanya’yla bu anlaşmanın
hangi amaçlarla imzalandığı aslında gerekçede yer almaktadır. Deniz ticaretinin
geliştirilmesi, gemi ve gemi adamı belgelerinin karşılıklı olarak tanınması,
deniz çevresinin korunması, denizcilikle ilgili uluslararası platformlarda iş
birliği, ekonomik ve ticari faaliyetlere ivme kazandırılması, gemi inşası,
bakım, onarım ve diğer alanlarda iş birliği sağlanması, denizlerdeki yasa dışı
olaylarda iş birliğine gidilmesi, liman hizmetleri ve kolaylıklarından
karşılıklı yararlanılması, deniz taşımacılığını engelleyici tedbirlerden
kaçınılması.
2010 yılında ticaret
hacmimizde kaydedilen önemli artışla 6 milyar dolara ulaşmış bir ticaret
hacmine sahip olduğumuz bir ülkeyle Denizcilik Anlaşması’nın da, yürürlüğe
girmesiyle birlikte, hem ticaretimize hem dostluğumuza önemli katkılar
sağlayacağını düşünüyoruz. Bu anlaşmanın, onaylanması hâlinde, Türkiye’ye katkı
sağlayacağını, ilişkilerimize katkı sağlayacağını ve bölgede yeni bir ilave iş
birliği imkânı yaratacağını düşünüyoruz.
Romanya’yla
ilişkilerimizden söz ederken tabiatıyla daha önce söz almış çok değerli
konuşmacılarımızın değindiği bazı hususlarla ilgili olarak da görüşlerimi
belirtmek istiyorum.
Öncelikle, otuz sekiz yıl
beş ay yirmi gün diplomasi hayatında dirsek çürütmüş bir kişi olarak ve şu anda
Mecliste meslektaşınız olarak, diplomasiyi siyaset gibi dinamik bir süreç
olarak nitelendirmemiz lazım ve tek bir resme bakıp sürekli olarak o resim
üzerinden politika üretmenin ve diplomasi alanında stratejiler geliştirmenin
yanlış olduğunu bilmemiz lazım. Diplomasi ve siyaset son derece dinamik
unsurlardır ve bazen bir günde dahi meydana gelen değişiklikler, uygulanacak
stratejilerin, alınacak kararların değişik olmasını gerektirebilecektir. Bunun
ötesinde, aynı stratejiyi değişik ülkelere uygulamak da mümkün değildir. Her
ülkenin kendi özelliklerinden kaynaklanan, komşularıyla ilişkilerinden
kaynaklanan, ekonomik yapısından kaynaklanan, siyasi yapısından kaynaklanan
değişiklikler vardır ve bu ülkelerle ilişkilerde bunları kale almaksızın
politika uygulandığı takdirde de sonuç yanlış olabilecektir.
Dış politika ayrıca bir
devlet politikasıdır. Benim yaşadığım meslek hayatımda dış politika her zaman
Türkiye bakımından bir devlet politikası olmuştur ve muhalefetiyle iktidarıyla,
kol kırılır yen içinde kalır hesabı içinde politikaların doğruluğu yanlışlığı
tartışılmıştır ama hiçbir zaman, bu politikalarda, yurt dışında yabancı
muhataplarımızın karşısına çıkıldığında ayrı görüşler içinde olmamışızdır. Son
zamanlarda buna tam uymayan davranış biçimlerini görmekten de duyduğum
üzüntüyü daha önce de bu kürsüden
dikkatinize getirmiştim. Ancak burada çok önemli bir unsura parmak basmak
istiyorum: Türkiye, cumhuriyet tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor. Gerek
ekonomik istikrarıyla, ulaştığı ekonomik boyutlarla, siyasi istikrarıyla
bölgesinde ve dünyada oynamakta olduğu uluslararası rol ile gerçekten
cumhuriyetin hiçbir döneminde rastlamadığımız ve mukayese etme imkânı
bulunmayan bir konuma gelmiş bulunmaktadır. Türkiye bu nedenle eski
politikalarıyla bu yeni düzeni devam ettirme imkânına sahip değildir. Türkiye
büyük, güçlü bir devlet hâline gelmiştir ve büyük ve güçlü bir devletin
uyguladığı politikalarla küçük ve ezik bir devletin uyguladığı politikalar
arasında da farklı olması son derece doğaldır. Bu, Türkiye'nin bugün ulaştığı
noktaya gelmesi bir günde ve kolaylıklarla olmamıştır. Türkiye, tırnaklarıyla
kazıyarak, son derece önemli engelleri aşarak, doğru politikalar uygulayarak ve
Türkiye'nin haklarını doğru şekilde ve güçlü bir şekilde savunarak bu noktaya
gelmiştir.
Türkiye'nin bu noktaya
gelmesi aslında bir vizyondur. Gerçekten bu vizyon akla gelmeyen politikaların
son dönemde gerçekleştirilmesiyle bu noktaya gelmiş bir Türkiye’den bahsediyoruz.
Bugün Türkiye, daha önce
gerçekten “Gidelim mi gitmeyelim mi? Var olalım mı olmayalım mı?” denilen
Afrika’da en güçlü şekilde büyükelçilikler açarak, iş adamlarını yollayarak,
okullar açarak, son derece önemli bir ilişki kurarak Afrika’da mevcudiyetini
artırmaktadır. Büyükelçilik sayısı yakında otuza yükselecektir.
Latin Amerika’ya
baktığınızda Türkiye’yi Latin Amerika’da görüyorsunuz, Uzak Doğu’ya
baktığınızda Türkiye’yi Uzak Doğu’da görüyorsunuz. Dünyanın neresine baksanız
Türkiye orada güçlü bir şekilde diplomasisiyle, ekonomisiyle, iş adamıyla,
eğitim kurumlarıyla, gönderdiği bürokratlarla, siyasi alanlarda katkılarıyla
gözlemlenmektedir.
Dolayısıyla Türkiye'nin
bugün ulaştığı noktadan dolayı aslında hepimizin iftihar etmesi, bundan da bir
sıkıntı duymamamız gerektiğini düşünüyorum. Dünyada gerçekten bir siyasi
değişim süreci ve bir tarafta da çok büyük bir ekonomik kriz yaşanmaktadır.
Dünya tarihinde görülmemiş bir ekonomik kriz içinde yaşanırken ve dünyada
gerçekten otuz-kırk yıldır beklendiği hâlde bu yıla tesadüf etmiş olan çok
önemli siyasi bir değişim süreci yaşanırken Türkiye'nin bunlardan
etkilenmediğini, bilakis ekonomik krizden ve bu siyasi değişim sürecinden çok
daha güçlenerek çıktığını gördüğümüz zaman bununla aslında iftihar etmemiz gerekiyor.
Şimdi, bakınız, Birleşmiş
Milletler, İkinci Cihan Savaşı’nın sonrasında oluşmuş yanlış bir yapı nedeniyle
bugün âdeta iş göremez ve itibarını kaybetmiş bir kurum niteliğindedir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin daimî üyeleri, veto hakkına sahip
üyeleri İkinci Cihan Savaşı’nın galipleri arasından seçilmiştir ve burada
aslında bulunmayı hak eden Brezilya gibi, Hindistan gibi, Almanya gibi, Japonya
gibi ve Türkiye gibi belki ülkeler burada yer almadığı için aslında dünyanın
gerçekleriyle ve diplomasinin gerçekleriyle hiçbir şekilde bağdaşmayan bir yapı
ortaya çıkmıştır. Birleşmiş Milletler, dünyadaki hiçbir soruna artık el
uzatamaz bir konuma gelmiştir. NATO’nun keza özellikle bizim bölgemizde çok
büyük sıkıntıları vardır.
Şimdi, böyle bir örgüt,
dünya örgütü eksikliği varken bir de dünyada önemli lider eksikliği
gözükmektedir. Bakınız, Amerika Birleşik Devletleri’nde bir Başkan
Yardımcısının olduğunu geçenlerde 11 Eylülü anma töreninde Amerika Başkan
Yardımcısı Biden konuşma yaparken hatırladık hepimiz. Oysaki eski dönemlere
baktığınızda, Orta Doğu’da bir Arap baharı yaşanacak, ülkeler liderlerini
devirecek, demokratik hareketler olacak, eskiden olsa Amerika Başkanı, Amerika
Başkan Yardımcısı evine gitmez oralarda yaşar hâle gelirdi. Amerika’yı buralarda
göremiyorsunuz. Avrupalı liderler, kendi dertlerine düştüğü için bu bölgede
artık önemli görüntüler veremiyorlar. Dünyada ve Avrupa’da bugün önemli lider
diye saymaya kalksanız sayıları, renkleri ve liderlik kapasiteleri o kadar
azalmıştır ki dünyada eskiden görmeye alıştığımız dünya siyasetine damgalarını
vuran liderlerden de şu aşamada pek fazla görmüyoruz. Şimdi böyle bir ortamda
Birleşmiş Milletler sıkıntıdayken, NATO bölgemizde etkili olamazken, bu lider
eksikliği varken Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı bölgede ve dünyada ismi
hatırlanan 5-10 liderden biriyse, saygı duyulan, sevgi duyulan bir liderse, bu
Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanına gittiği her yerde büyük bir sevgi seli
gösteriliyorsa, içten sevgi duygularıyla karşılanıyorsa, nümayişler yapılıyorsa
bundan dolayı neden üzüntü duyalım da gurur duymayalım bunu anlamakta gerçekten
güçlük çekiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Dünyada Türk pasaportuyla
dolaşırken eskiden Türk pasaportunu göstermekten sıkıntı hissettiğimiz
dönemleri hatırlıyoruz. “Türk pasaportunu aman göstermeyelim.” diye pasaportun
üzerine deri kılıflar taktığımız, başka isimler yazan kılıflar kullanıp da
“Aman Türk olduğumuz belli olmasın.” dediğimiz dönemleri hep birlikte yaşadık
ama bugün böyle değil. Dünyanın neresini dolaşsak Türk pasaportunu iftiharla
çıkartıyoruz, üzerine hiçbir kap geçirmeden de ay yıldızı göstererek âdeta
gurur duyuyoruz. Şimdi diyeceksiniz ki: “Bize bu vizeyi Avrupa Birliği
vermiyor, dünyada sıkıntı çekiyoruz.” Vizenin Türkiye’ye neden konulduğunu da
iyice hatırlamamız lazım çünkü insan hafızası bazen unutkan olabilir. Vize
neden konulmuştur sayın milletvekilleri? 12 Eylül askerî darbesinden sonra
Türkiye’de baskıya tabi tutulan, işkenceye tabi tutulan Türk vatandaşlarının
yoğun bir şekilde Avrupa ülkelerine gitmesi nedeniyle bu vize Türkiye’ye
konulmuştur ve biz 1982 yılından beri bir askerî rejimin Türkiye’ye mirası olan
bir vizeyle de yaşamak zorundayız. Şimdi böyle bir durumdan çıkmak için ne
kadar uğraşsak bu sıkıntı, bu korku Avrupa ülkelerinde giderilmiş değildir ama
bunun çok fazla da önemi de yoktur. Türkiye eğer bu kadar güçlüyse, bu kadar
güçlenmeye de devam edecekse, Avrupa Birliği ülkeleri bu ekonomik sıkıntı
içinde becelleşmeye devam edeceklerse, Avrupa Birliği ülkeleri ekonomik çıkışlarını
Türk insanının oraya yatırım yapmasında, turist olarak gitmesinde, orada iş
yerleri açmasında bulacaklarına ve buldukları noktada da bu vizeyi kendilerinin
kaldırmayı talep edeceklerine ben yürekten inanıyorum. Öyle günler çok
yakındadır ki Türkiye ile Avrupa Birliği arasında vizeyi kaldırsak, Türkiye’den
Avrupa’ya giden insan sayısına bakarsanız, Avrupa’dan Türkiye’ye gelen,
çalışmak için, iş aramak için gelen insan sayısı çok daha fazla olacaktır.
Bakınız, Brüksel’de veyahut
Avrupa’da insanlar otuz beş saat çalışıyorlar haftada. Bu otuz beş saatin de
acaba kaç saatini kaytarabilirim, acaba ne kadar az çalışabilirim görüntüsü
içindeler. Yunanistan’da bir tabir var -neden ekonomik kriz içindeler ve neden
çıkamazlar sorularının cevabı da burada- Yunanistan’da çok güzel bir tabirleri
var: “Sadece saatler ve enayiler çalışır.” diyorlar Yunanistan’da. Oysa bakın,
Yunanistan bu ekonomik krizden çıkmak için çırpınırken ve şahsi kanaatime göre
de çıkma imkânını pek fazla bulamayacakken, Türkiye yaşadığı 2000 ekonomik
krizinden, bankacılık krizinden neden bir buçuk iki senede çıkabilmiştir? Çünkü
Türk insanı son derece çalışkandır, vizyon sahibidir, son derece emek
taraftarıdır ve günde on altı saat de çalışır, yirmi saat de çalışır, yirmi beş
saat olsa yirmi beş saat de çalışır. Böyle bir Türk insanıyla, böyle bir Türk
devletiyle, böyle bir Türk iş adamıyla ve böyle bir ilişkiler manzumesiyle
Türkiye’nin gelecekte bu vize sorununu da aşacağına tamamıyla inanıyorum.
Bakınız, Türkiye Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğini yıllar sonra eline geçirdi ve bunu gayet
takdir edilecek bir şekilde de yerine getirdi ve normal olarak belli sürelerin
geçmesinden sonra talip olduğunuz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
üyeliğine Türkiye yeniden talip oldu ve bu üyeliği tekrar elde etme imkânı da
son derece olağan gözüküyor. Çünkü dünyada kazandığı itibar, dünyada ülkelerin
Türkiye’ye duyduğu güven, Türkiye’ye duydukları sıkıntılı anlarındaki ihtiyaç
Türkiye’yi gerçekten hem uluslararası bir aktör hâline getirmiştir hem de bu
uluslararası aktör hâline gelen Türkiye, bugün Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi üyeliğine tekrar adaylığını koymuş ve kazanma yolunda ilerlemektedir.
Bakınız, dünyadaki çok
önemli görevlere Türkler tayin olmaktadır. Bugün İKÖ Genel Sekreteri bir Türk
vatandaşıdır. Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi Başkanı bir Türk
vatandaşıdır. Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesinin Başkanı ilk defa Sayın
Mevlüt Çavuşoğlu sayesinde Viyana’nın doğusuna gidebilmiştir, bundan iftihar
duymamız lazım. UNCTAD Başkanlığını bir Türk yapmıştır. Akdeniz İşbirliğinin
Genel Sekreterliğinde Türk vardır. Bütün önemli kuruluşlarda, bütün önemli
örgütlerde Türkiye adaylığını koysun diye gözümüzün içine bakan bir dünyayı
görüyoruz. Bunun gocunulacak ne tarafı vardır? Bundan ancak hepimizin iftihar
etmesi gerekmektedir.
Burada çok önemli bir
hususa daha değinmek istiyorum. Türkiye çok uzun zamandan beri sıfır sorun
politikasını uygulamaktadır.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Sayın Büyükelçi, sırf sorun mu, sıfır sorun mu?
VOLKAN BOZKIR (Devamla) –
Sıfır sorun politikası aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri
uyguladığı bir politikadır. Türkiye'nin komşuları on üç tanedir. Türkiye
dünyada en çok komşuya sahip dördüncü ülkedir. Bu kadar çok komşuya ve renkli
komşuya sahip bir Türkiye'nin komşularıyla sıfır sorun politikasını
uygulamasında ne yanlışlık vardır Allah aşkına?
Türkiye bu sıfır sorun
politikasını uygularken eğer bu komşularında sorunlar çıktıysa, Türkiye'nin
katkısı olmayan, elinde olmayan nedenlerle kırk yıldır mevcut olan
diktatörlükler yıkıldıysa, bu diktatörlükler yıkıldıktan sonra Türkiye bunlarla
olan ilişkilerini gözden geçirdiyse, bu ilişkileri sıfır sorun politikasının
başarısızlığıyla bağlamanın ne anlamı vardır?
Suriye’yle dostluk kurduk
diye burada tenkit edilmenin ne anlamı vardır? Suriye bizim komşumuzudur,
Suriye’yle eğer iyi ilişki kurmayan bir Türkiye düşünülebiliyorsa bu en büyük
yanlışlığın başıdır.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Şimdi niye düşmanlık yapıyorsunuz peki?
VOLKAN BOZKIR (Devamla) –
Suriye’ye biz iyi ilişki de kurarız, Suriye eğer demokrasiye uymuyorsa, halkını
öldürüyorsa o Suriye yönetimiyle biz kötü ilişki de kurmayı biliriz.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Suudi Arabistan’da var mı demokrasi? Katar’da, Birleşik Arap Emirliklerinde…
VOLKAN BOZKIR (Devamla) –
Ama, burada Türkiye tercihini Suriye devletinden, Suriye Hükûmetinden yana
değil, Suriye halkından yana kullanmıştır ve Suriye halkından yana dostluk
elini uzatmış, politikalarını buna göre düzenlemiş bir Türkiye Suriye’de
geleceğe yatırım yapmaktadır ve Türkiye’yle Suriye dost olmaya mahkûmdur,
Türkiye komşularıyla dost olmaya mahkûmdur. Dolayısıyla sıfır sorun
politikasında komşularımızla veya dünyanın bazı bölgelerinde, bazı ülkelerde
sorunlar çıktı diye...
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın
Büyükelçim, göz göre göre bizi aptal yerine koyuyorsunuz ona üzülüyorum ya!
Bizi kör, sağır, dilsiz zannediyorsunuz ya!
VOLKAN BOZKIR (Devamla) –
...efendim, bayram edip de “Türkiye’de aman sıfır sorun politikası
uygulanamadı, ne güzel oldu. Keşke bu ülkelerle kötü ilişki olsa da Türkiye
savaşa girse de, asker sevk etse de, Türkiye'nin refahı için harcayacağı
kaynakları savaş için kullansa da...” diyebilen Türkiye’de insanlar görüyorum
ve bundan üzüntü duyuyorum.
Gerçekten, Türkiye bir
barış amaçlı bir ülkedir. Türkiye dış politikası her zaman barış içinde
olmuştur ve barış amaçlı olmuştur. Eğer Türkiye sıfır sorun politikasını
uygulamaya...
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Sırf sorun politikası, düzeltin bunu.
VOLKAN BOZKIR (Devamla) –
...devam edecekse bunu desteklememiz lazım, kösteklemememiz lazım.
Burada, Sayın Başbakanımıza
atfen, daha önce söz alan bir milletvekili gerçekten Sayın Başbakanımızın hak
etmediği bazı ibarelerde bulundu. Bu arada Sayın Başbakanımıza atıfta
bulunurken de “Efendim, işte monşerler hakkında şunu dedi, bunu dedi.” dediler.
Arkadaşlar, ben Dışişleri Bakanlığında otuz sekiz yıl görev yapmış, on beş yılı
büyükelçi olarak geçirmiş bir arkadaşınızım ve bu dönemde...
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – O
zaman daha doğruları söyleyin.
VOLKAN BOZKIR (Devamla) –
Ve bir memur çocuğu olarak tırnaklarımla bugün, buraya gelecek bir sürecin
içinde yaşadım. Ben otuz sekiz yıl boyunca Dışişleri Bakanlığında, 52 şehit
vermiş bir kurumda monşer görmedim.
Sayın Başbakanımızın
kimlere “monşer” dediğini belki de burada tekrarlamakta fayda var. Eğer Sayın
Başbakanımız birilerine “monşer” dediyse benim o zaman AK PARTİ’den
milletvekili olmamam gerekirdi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Arada 1-2 monşer gerekiyor canım!
VOLKAN BOZKIR (Devamla) –
Ben neden buradayım da daha önce başka partilerimizde yer almış ve esas
Başbakanımızın “monşer” tabirini kullandığı kişiler şayet bu partilerimizde şu
anda görev yapmıyorsa o zaman “monşer” tabirinin...
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Monşerlerin de bir temsilcisi olsun Parlamentoda, yakışır!
VOLKAN BOZKIR (Devamla) –
...kimler için kullanıldığını, ne anlamda kullanıldığını da iyi hatırlamamız
lazım.
“Monşer” tabirini ben size
anlatayım. “Monşer” tabiri, hayatın nimetlerinden istifade eden ve hayatın güçlükleriyle
hiç ilgisi olmayan ve benim Dışişleri Bakanlığında görev yaptığım dönemin çok
öncesinde görev yapmış, senede iki tane telgraf çekip çektikleri telgrafları
kokteyllerle kutlayan ve çok çalışmaktan yorulan, az çalışmaktan keyif alan bir
zümre için kullanılmıştır. Bugün Dışişleri Bakanlığında ve Türkiye’de “monşer”
denilebilecek kişi yoktur, dünyanın her tarafında en zor şartlarda, savaş
şartlarında çalışan Dışişleri mensupları vardır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Sayın Başbakanımızın “monşer” olarak nitelendirdikleri de bugün ne
Meclisimizde vardır ne de Dışişleri Bakanlığında vardır.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Bana göre temsilcileri var.
VOLKAN BOZKIR (Devamla) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Bozkır.
OKTAY VURAL (İzmir) – O
zaman Başbakan doğruyu söylememiş.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan, Sayın Bozkır milletvekillerine “sayın meslektaşlarım” diye hitap
etmiştir ve bazı anlam değişmeleri yapmıştır. Bu konuda sataşma vardır, söz
istiyorum.
BAŞKAN – “Yanlış anlaşmaya
yol açacak bir şey” demek istiyorsunuz anlam değişikliğinden kastınız herhâlde.
Buyurunuz efendim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, siz yardımcı olmaya çalışıyorsunuz herhâlde.
BAŞKAN – Hayır, anlam
değişikliğinin ne demek olduğunu anlamaya çalışıyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Meramını ifade etmesine yardımcı olmaya çalışıyorsunuz herhâlde.
BAŞKAN – Hayır Sayın
Elitaş, lütfen, rica ederim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, yani Sayın Grup Başkan Vekili meramını anlatabilecek nitelikte
bir arkadaştır. Niteliksiz mi gördünüz ki yardımcı oluyorsunuz?
BAŞKAN – Ben anlamaya
çalışıyorum efendim.
Buyurunuz, iki dakika.
VIII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
7.-
Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, İstanbul Milletvekili Volkan Bozkır’ın,
partisine sataşması nedeniyle konuşması
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Öncelikle Sayın Bozkır’a
teşekkür ediyorum. Başbakanın açıkça Dışişleri personelini aşağılayıp “monşer”
denmesinden bile bir hikmet çıkarabilen bir büyükelçi, bundan bir hikmet
çıkardı.
İkincisi: AKP Hükûmetine
teşekkür ediyorum sizi milletvekili yaptığı için. Ya büyükelçi olarak
kalsaydınız, ya büyükelçi olarak kalsaydınız? (CHP sıralarından alkışlar) Yani
siz Türkiye’yi bu mantıkla mı temsil ettiniz Allah aşkına? Diyor ki: “Sayın
Başbakanın saygınlığı üst düzeyde.” Doğru, doğru, Libya’yı bombalarlarken
yardımcı olursan, Suriye’yi sıkıştırırken emperyalist güçlere yardımcı olursan,
Irak’ı bombalarken yardımcı olursan, sen bu dönemde bütün emperyalist güçlerin
her dediğini yaparsan seni saygın yaparlar, saygın gibi gösterirler, bu doğru,
bu doğru hatta heykelini bile dikerler. (CHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Heykel dikmeyi siz bilirsiniz.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Bir diğer konu: Batılılar için saygınlık söylenileni yapmaktır. Kim
söylenilenleri daha fazla yapmışsa onu daha saygın gösterirler. Biz sizin
meslektaşınız değiliz, çünkü milletvekilliği bir meslek değildir; geçici bir
süreliğine seçilmiş bir otobüs yolculuğu gibidir; bir durakta binersiniz, öbür
durakta inersiniz. Milletvekilliğinin temel kavramını bile anlayamamışsınız.
Çok teşekkür ediyorum sizlere. Yani büyükelçi kalmadığınız için Türkiye
Cumhuriyeti’nin dış politikasına önemli katkılar yapacağınızı düşünüyorum!
Saygılar sunuyorum sizlere.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın İnce.
X.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/330) (S. Sayısı: 41) (Devam)
BAŞKAN – Şahsı adına
İstanbul Milletvekili Metin Külünk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Külünk.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye konumu itibarıyla kuzey-güney,
doğu-batı ekseninde yoğun kültürel, siyasi, ekonomik ve sosyal ilişkilerin
tarihinin adıdır aslında. Kafkasya, Hazar bölgesi, Orta Doğu, Kuzey Afrika,
Balkanlar bu bölgelerin belli başlılarındandır. Dönem dönem bu bölgelerin
biriyle ilişkilerde yoğunlaşma yaşanmış, diğer bölgelerde de ilişkilerin
sürdürülmesine özen gösterilmiştir.
Balkanlar bu anlamda
Türkiye tarihi için son derece önemli bir coğrafyadır ve bu anlamda sosyal,
kültürel, siyasi ve ekonomik ilişkilerinde her zaman ön planda yer almış,
özellikle Sovyetlerin çöküşünün ardından Türkiye'nin önemli gündem
maddelerinden biri olmuştur. Bir dönem Demirperde’nin ardında kalan bu
ülkelerin 90 sonrası oluşan yeni küresel sisteme dâhil olmaları Türkiye'nin bu
ülkelerle ilişkilerini geliştirmesini de kolaylaştırmıştır.
İkili ilişkilerin son yirmi
yılda hızla geliştiği bu Balkan ülkelerinden birisi de Romanya’dır. Yüz otuz
yıllık bir geçmişe sahip olan Türkiye-Romanya ilişkileri, bu ülkenin
demokrasiye ve çağdaş ülkeler sistemine entegre olmasıyla yoğunluk kazanmıştır.
Son birkaç yıla baktığımızda, AK PARTİ hükûmetleriyle birlikte iki ülke
arasında resmî ziyaretlerin yoğunlaştığını görmekteyiz. Bu çerçevede, Romanya
Dışişleri Bakanının 2009’da Türkiye ziyareti esnasında Türk-Romen ilişkilerinin
stratejik ortaklık temelinde geliştirilmesine karar verilmiştir.
Romanya-Türkiye ilişkileri
kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda da son derece kuvvetli bir
yapıya sahiptir. Romanya, NATO, Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Güneydoğu Avrupa
İşbirliği süreci ve sair tüm uluslararası kurumlarda iş birliği içinde
çalışmaktadır. Romanya’nın AB sürecinde Türkiye'nin üyeliğine verdiği destek de
burada not edilmelidir. İki ülke arasındaki ilişkiler, sahip olduğu güçlü bağ,
bölgesel iş birliğinin sürdürülmesi, barışın korunmasında önemli bir sacayağı oluşturmuştur.
Saygıdeğer milletvekilleri,
iki ülke Romanya’da yaşayan Türk azınlık dolayısıyla da derin kültürel bağlara
sahiptir. Dünyaca ünlü tarihçimiz Kemal Karpat Hoca’mızın Dobruca doğumlu
olması iki ülke arasındaki kültürel ve tarihî bağı göstermesi açısından
önemlidir. Romanya’da resmî kaynaklara göre 29.533 Osmanlı Türkü, 24.649 Tatar
Türkü olmak üzere toplam 54.173 Türk yaşamaktadır. 1 Ağustos 2010 verilerine
göre de Türkiye’de 1.238 Romen vatandaşı ikamet etmektedir.
Romanya ekonomik anlamda da
ülkemiz için önem taşımaktadır. 90’lı yılların başında Çavuşesku Dönemi’nin
bitişiyle beraber hızlanan bavul ticareti ekonomik ilişkilerde günümüzde son
derece önemli bir yer tutmaktadır.
Romanya ülkemizin
Balkanlardaki en önemli ticari ortağıdır. Ayrıca İtalya, Almanya ve Fransa’nın
ardından Romanya ülkemizin dördüncü büyük ihracat pazarıdır. 2010 yılında 6
milyar dolar seviyesinde bir dış ticaret hacmimiz söz konusudur. Romanya’daki
Türk yatırımları 5,5 milyar dolar seviyesine ulaşmış; bu bağlamda Türkiye,
Romanya’da yabancı sermaye yatırımı yapan ülkeler arasında değer itibarıyla
9’uncu, yatırımcı sayısı itibarıyla da 3’üncü ülke konumundadır.
Ülkemizin Romanya’daki
başlıca yatırım alanları bankacılık, inşaat, gıda sanayi, ambalaj, plastik
maddeler üretimi, elektronik eşya ve tekstildir. Romanya’da 6 bin civarında
Türk firması, 15 bin kadar da Türk iş adamı faaliyet göstermektedir.
Tüm bu istatistiklerde de
görüleceği gibi Romanya ile ekonomik ilişkilerimiz son derece derin ve
stratejik bir öneme sahiptir. Bu sebeple iki ülke arasındaki ilişkilerin
derinleştirilmesi bir tercihten ziyade gerekliliktir. Çünkü Romanya,
Türkiye’nin Avrupa’ya açılan kapılarından birisidir.
Ülkemizin Romanya ile
ilişkilerini geliştirmesi hem Balkanlardaki konumumuz hem Karadeniz’deki
konumumuzun sağlamlaştırılması hem de AB üyelik sürecinde verilecek destek
açısından kıymetlidir. Türkiye’nin proaktif dış politikasında Romanya ile sahip
olduğumuz sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik ilişkiler göz ardı edilmeyecek
öneme sahiptir.
Cebelitarık’tan
Babülmendep’e kadar etkisini artıracak lider vasıflı Türkiye için Romanya gibi
dostlara, stratejik ortaklara sahip olmak vazgeçilmez bir zorunluluktur.
Bu vesileyle, iki ülke
arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde hizmeti geçen tüm siyaset ve devlet
adamlarına teşekkür etmek boynumuzun borcudur.
Tabii ki, bu vesileyle,
Cumhuriyet Halk Partisinden söz alan milletvekili arkadaşımızın burada sağlıklı
bir dış politika analizi yapmasını beklerdik. Ancak dostlarımıza tavsiyem…
Özellikle de değerli dostum Grup Başkan Vekili Muharrem İnce’yi Sayın
Başbakanımızın Mısır, Libya ve Tunus seyahatine davet edemediğimiz için çok
üzgünüm. Çünkü oradaki manzarayı birlikte yaşamayı, bir Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı olarak birlikte teneffüs etmeyi isterdim. Ben o seyahat esnasında
vardım. Mısır’daki havaalanından itibaren, Tunus’taki Tunus Meydanı’nda,
Libya’daki Şüheda Meydanı’nda, Bingazi’deki meydanda, o bölge halklarının bu
ülkenin lideri Sayın Başbakanımıza karşı ve de Türk Bayrağı’na karşı, bugüne dek
sadece Dışişlerinin misyon temsilciliğini yapan, ülkemizin temsilciliğini yapan
büyükelçiliklerimizin önündeki direklerde gördüğümüz Türk Bayrağı’nı, o
ülkelerde, bu coğrafyada, o ülke vatandaşlarının büyük bir aşk ve şevkle
taşıdıklarını, büyük bir heyecanla, Bingazi’de saat altı buçuktan gecenin on
ikisine kadar, hiç tereddütsüz, Sayın Başbakanımızı, Türkiye’yi
bekleyişlerindeki heyecanı birlikte yaşamayı isterdim.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Üç beş sene sonra söylerim bunu sana!
METİN KÜLÜNK (Devamla) –
Çünkü o havayı teneffüs etselerdi, bu coğrafyadaki yeni zamanın ruhuna uygun
olarak gerçekleşen değişimi, bu coğrafyada gerçekleşen dönüşümü daha iyi
anlamış olurlardı.
OKTAY VURAL (İzmir) – Peki,
bu coğrafyada İngiliz muhipleri olduğu zaman ne olacak?
METİN KÜLÜNK (Devamla) –
Bu, Türkiye için de bir kazanç olacaktı şüphesiz.
Tabii ki uluslararası
ilişkiler hiçbir zaman devlet meselesi olmanın önüne geçmemiştir. Uluslararası
ilişkiler, bir devlet aklı meselesidir ve bir devlet felsefesi meselesidir. Bugün
de Türkiye'nin, bu anlamda, uluslararası ilişkilerde izlediği, kendi
çevresinde, önce gücü üzerinden, soft power üzerinden süreç yönetmeyi esas
alan, bu anlamda da etrafındaki ülkelerin demokrasi, özgürlük ve zenginlik
bağlamındaki, halkların talebini destekleme noktasındaki iradesi, şüphesiz ve
koşulsuz bir şekilde, bu ülkenin gerçeğidir, hakikatidir, tarihî zorunluluğudur
çünkü tarih, önümüze yeni bir fırsat çıkarmıştır. Türkiye'nin bu fırsatı asla
kaybetme şansı yoktur. Nasıl, Lozan’da masaya oturduğumuzda, bu ülke, İstiklal
Savaşı’nın ardından tarihî bir fırsatı gerçekleştirerek, değerlendirerek, o
fırsatı Anadolu topraklarında yeniden bir devlet olmanın var olması için irade
ortaya koymuş ve Lozan’da gücünü ortaya koyup…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Lozan’da kim oturdu o masada? Lozan’da o masada oturan kimdi?
METİN KÜLÜNK (Devamla) –
…gücünü ortaya koyup bugünkü devletin ve…
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Hani her gün küfrettiğiniz birisi var ya, oydu Lozan’da oturan, her gün
küfrettiğinizdi.
METİN KÜLÜNK (Devamla)
– …bugünün temellerini attıysa, bugün de
AK PARTİ İktidarının son on yılda izlediği dış politikayla, tarihî bir fırsatı
Anadolu topraklarında bin yıldır var olan bu devletin 21’inci yüzyıla hitabı
açısından son derece gerekliliktir.
Bu vesileyle hepinizi en
kalbî duygularla selamlıyor, saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Külünk.
Şahsı adına Kars
Milletvekili Ahmet Arslan.
Buyurunuz Sayın Arslan. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AHMET ARSLAN (Kars) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerine şahsım adına söz aldım ve görüşlerimi
kendime göre bir sırayla hazırlamıştım, ancak denizcilikle ilgili söylenen
sözler birtakım açıklamaların yapılması gereğini ortaya koydu, dolayısıyla
konuşmanın bir kısmını böyle, bir kısmını belki onlara açıklık getirerek
sizlere arz edeceğim. Dolayısıyla, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Deniz taşımacılığı, diğer
taşıma türleriyle kıyaslanmayacak kadar özellikle bir seferde büyük yük
taşınması, maliyetlerin diğer taşıma türlerine göre çok daha uygun olması ve
çevre bakımından en az kirliliğe sahip olan taşıma türü olması nedeniyle
uluslararası ticarette taşımaların yaklaşık yüzde 90’ı oranında pay almaktadır.
Bu özellikleri dolayısıyla deniz taşımacılığı, ticaret, emniyet, çevre
korunması, bürokratik işlemlerin kolaylaştırılması gibi birçok alanda tüm
dünyada uluslararası kurallarla düzenlenmekte ve yürütülmektedir. Bu kapsamda,
deniz taşımacılığı münhasıran ulusal bir faaliyet olmaktan ziyade uluslararası
bir önemi haiz ve uluslararası rol almaktadır. Dolayısıyla deniz
taşımacılığının etkili ve verimli yapılabilmesi için ülkeler arasında
taşımacılık bağlarının oluşturulması ve ikili ve çok taraflı ilişkilerin
geliştirilmesi büyük önem arz etmektedir. Zira, doğu-batı arasındaki mal
hareketinin geçiş noktasında satın alma gücü paritesine göre yaklaşık 1 trilyon
doların üzerinde gayrisafi millî hasılası ile bu coğrafyadaki dünyanın 16’ncı
büyük ekonomisi olan ülkemiz, iki kıtanın kesişme noktasında olması nedeniyle
de özellikle Avrupa-Asya-Orta Doğu arasında doğal bir köprü tabii ki, Karadeniz
Ekonomik İşbirliği, Avrupa-Kafkasya-Asya Ulaştırma Koridoru yani TRACECA
koridorları; TEN-T, Avrasya Ulaştırma Bağlantıları ve Pan-Avrupa Koridoru IV’ün
ağ ve koridor güzergâhlarının geçiş noktasında bulunmaktadır. Hâl böyle olunca,
tabii ki hükümetlerimiz denizciliğe çok büyük önem vermiş ve tabii ki
hükümetlerimiz son dokuz yılda denizcilikte çok büyük değişiklikler
yapmışlardır.
İşte, bu değişikliklerden
sizlere birkaç bilgi vermek istiyorum ki bilgiler ve değerlendirmeler daha
sağlıklı yapılabilsin. Dendi ki: “Denizcilik sektörü ihmal edildi.” Bilesiniz
ki denizcilik sektörü ihmal edilmedi. Neden? Çünkü Denizcilik Müsteşarlığında
yüzde 5 olan denizci personel bugün yüzde 30’un üzerine çıkarılmıştır. Bu çok
önemli bir veridir. Böyle olmuş da ne olmuş? 2002’de kara listede olan Türk
bayraklı gemiler -ki o gün, 2002’de 146 tane gemi tutuluyordu yurt dışındaki
limanlarda- bugün beyaz listededir. Neden? Çünkü yüzde 5 olan denizci sayısı
yüzde 30’a çıkarıldı, denetimler sağlıklı ve sıhhatli yapıldı. Uluslararası bir
sektör olan denizcilik sektöründe geçen yıl 40 gemi tutuldu, bu yıl bugüne
kadar 21 gemi tutuldu. Bu, iyi bir cevaptır. 2002’de 146 gemi tutulmuş, bugün
21 gemi tutulmuş. Yine çok önemli bir ifade: Romanya’da son üç yılda
Türkiye'nin 2 gemisi tutulmuştur, doğrudur; Romanya’nın ise Türkiye’de gemisi
tutulmamıştır, bu da doğrudur. Neden? Çünkü Türk sahipli filo Türkiye'nin
yaklaşık 20 milyon grostondur, Romanya’nın ise 1 milyon grostondan daha azdır.
Siz Karadeniz’de, Akdeniz’de çok ciddi bir taşımacılık yapıyor iseniz tabii ki
gemileriniz denetlenecek, tutulabilir ancak asıl iki gemiye bakmamak lazım,
2002’de 146 gemiyken bugün 21 gemiye bakmak lazım; 2002’de siz kara listedeyken
bugün eğer bayrağınız beyaz listede prestijli bir konumda ise buna bakmanız
lazım.
Yine, sektör çok ciddi bir
şekilde desteklenmiş, ÖTV’si sıfırlanmış yakıtla yaklaşık 2,4 milyar Türk
liralık destek verilmiş, hem yük taşımacılığında hem yolcu taşımacılığında,
kabotajda çok ciddi artışlar olmuş.
Yine, limanlarımızda
elleçlenen yük miktarı 190 milyon ton iken bugün 350 milyon tona çıkmıştır.
Konteyner için bir ölçü olan TEU ölçüsü vardır, 20 feet konteyner için 2002’de
1,93 milyon konteyner elleçlenirken bugün bu sayı 6 milyona çıkmıştır.
Yine, uluslararası
bağlantılı Ro-Ro gemileri ile Karadeniz ve Akdeniz’de on beş hatta bölgeler
arası taşıma yapıyoruz ve bölgemizde lideriz.
Yine, verdiğimiz önemin bir
başka göstergesi, Ro-Ro gemileriyle taşınan araç sayısı 200 bin iken bugün 321
bine çıkmıştır.
Limanlarımızı ziyaret eden
kruvaziyer gemi sayısı 800’den 1.500’e çıkmış ancak çok daha önemlisi, 350 bin
yolcu sayısı 2 milyon yolcuya çıkmıştır.
Yine bir başka önemli
gösterge, bin groston ve üzeri gemileri kapsayan dünya filosunun yüzde 85,8’ini
kontrol eden 30 ülke arasında ülkemiz 19 milyon 660 bin dead weight ton filo kapasitesiyle
15’inci sıraya yükselmiştir. Buradaki artış oranı da yaklaşık yüzde 110’dur.
Yine, tersanecilikle ilgili
çok önemli bilgiler söylendi ama bir şey atlandı, dendi ki: “Efendim, küresel
kriz var. Denizcilik sektörü küresel çalışan bir sektördür. Dolayısıyla küresel
krizden çok etkilenmiştir ancak AK PARTİ hükûmetleri nedeniyle bu sektör ihmal
edilmiştir.” Bir defa, başlangıçta kendiniz söylüyorsunuz: Küresel kriz var.
Denizcilik sektörü küresel bir sektördür dolayısıyla bütün sektörlerden önce etkilenecek
sektör olması normaldir.
Gemi inşasına gelince:
Biliniz ki 550 bin dead weight tonluk yıllık kapasite bugün 3,6 milyon dead
weight tona çıkmışsa bu AK PARTİ hükûmetlerinin bir başarısıdır. 37 tersane 70
tersaneye çıkmış ve devam edenlerle 126 tersaneye çıkacak ise bu AK PARTİ
Hükûmetlerinin bir başarısıdır ve yine eğer denizcilik sektörünü Tuzla’ya
sıkışmış olmaktan çıkarmış, eğer bunu Yalova’ya, eğer bunu Samsun’a, Trabzon’a,
Ünye’ye, Ereğli’ye taşımışsanız bilesiniz ki bu denizcilik sektörünün bir
başarısıdır.
Zaman dar, aslında çok şey
söylenebilir ama bir iki cümleyle toparlayayım. Yine, tabii ki askerî gemi,
tabii ki nükleer gemi, tabii ki bunun gibi birçok tehlikeli madde taşıyan
gemiler özel gemilerdir ve bunların kendine has uluslararası denizcilik
sektörünün kabul görmüş ve herkesin kabul ettiği kuralları vardır. Bu
istisnaları getirip yolcu ve yük taşımacılığı anlamında bütün sektöre
indirgemek doğru değildir.
Mavna çok özel bir yapıdır.
Küçük yükleri taşırsınız. Tabii ki römorkörle taşırsınız ancak bilesiniz ki -az
önce söyledim- 20 milyon dead weight tonluk bir filonuz var ise bunu kesinlikle
getirip askerî gemilere, bunu kesinlikle getirip tehlikeli yük taşıyan gemilere
veya nükleer atık taşıyan gemilere indirgememek gerekir. Zira çok ciddi bir
sektördür.
Denizcilik sektöründe
yapılanlar bunlarla sınırlı değil, birçok şey var ama ne yazık ki zamanım çok
çok daraldı. Bilesiniz ki… Sayın Bozkır ilettiler ne işe yarayacak, dolayısıyla
ona girmeyeyim.
Bir şey daha söyleyeyim son
bir dakikada. Cumartesi günü akşam İstanbul’da bir toplantı vardı. “Denizcilik
sektörünün oscarları” denen Altın Çıpa ödülleri veriliyordu. Orada denizcilik
sektörünün duayenleri kürsüde dediler ki: “’Denizcilik Müsteşarlığı
kaldırıldı.’ denince biz ‘Eyvah’ dedik ancak sonra bir baktık ki karşımıza
Denizcilik Bakanlığı çıkmış; Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme.”
Yine bir şey daha söylendi:
“Bu sektör Bakandan umudunu kesti.” Bilesiniz ki o sektör… 21 kişilik jüriden
oluşan, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisinin aday
adaylarının ve adaylarının da içinde bulunduğu, denizcilik sektörü
duayenlerinden yılın siyasetçisi ödülünü almış bir Bakan ve çok ciddi bir
şekilde bir alkış ve Denizcilik Bakanlığının kurulmuş olmasının hazzı,
teşekkürü vardı o akşam. Dolayısıyla, sektör umudunu kesmemiştir, sektör doğru
ellerdedir, sektör doğru yoldadır.
Bu anlamda, ben hepinizi
saygılarımla selamlıyorum. Anlaşmanın ülkemize ve denizciliğimize, Romanya’ya
hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Arslan.
Sayın milletvekilleri,
şimdi soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
Soru-cevap bölümü yirmi
dakikadır.
Sayın Türkkan, Sayın Işık,
Sayın Vural, Sayın Dedeoğlu, Sayın Erdoğan ve Sayın Şeker sisteme girmişler.
Tekrar hatırlatıyorum
sorulara bir dakika süre vereceğimi.
Buyurunuz Sayın Türkkan.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Romanya’yla yapılan bu anlaşmadan yola çıkarak bir şey sormak istiyorum.
Geçtiğimiz yakın bir
dönemde Denizcilik Müsteşarlığı lağvedilerek Denizcilik Müsteşarlığı Ulaştırma
Bakanlığına bağlandı. Yalnız, sektör temsilcileriyle hiçbir şekilde
görüşülmeden, zaten krizde olan denizcilik sektörünü tekrar biraz daha
sıkıntıya koyabilecek bir kararı neden aldı? Hükûmete bunu sormak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Türkkan.
Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, hâlen
ülkemizin bu anlaşma kapsamına giren ve devletin gemi siciline kaydedilmiş kaç
gemisi bulunmaktadır? Bu gemilerin ne kadarı devlete, ne kadarı da özel sektöre
aittir?
İkinci sorum: Doğu
Akdeniz’e petrol arama ve araştırma amacıyla gönderilen “Piri Reis” isimli geminin faaliyetleri
sonucunda ne tür bulgulara varılmıştır?
Güney Kıbrıs Rum yönetimi
ve İsrail’in doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz çıkartmaya yönelik
faaliyetleri Piri Reis gemisiyle yapılan çıkartmadan ne düzeyde etkilenmiştir?
Yine aynı kapsamda ikinci
bir sismik arama gemisinin kiralandığı yönünde kamuoyunda çıkan haberler doğru
mudur? Doğruysa bu gemi hangi şartlarda ve nereden kiralanmıştır, bu amaçla ne
kadar kira bedeli ödenmiştir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Işık.
Sayın Vural…
OKTAY VURAL (İzmir) –
Teşekkür ederim.
Aracılığınızla Sayın
Bakana… Denizlerde münhasır ekonomik bölgeyle ilgili belirlediğimiz alanlar var
mıdır? Bu konuda bilgi verirseniz memnun olurum.
Bir diğer, tabii, konuyla
ilgili değil ama müsamahanızla, şehit ailelerinin bir yakınını işe almak ve-
milletvekillerimiz defalarca dile getirdi- ikinci bir yakınını da işe almak
konusunda olumlu birtakım gelişmeler var mı, somut adım atıldı mı? Aynı
zamanda, şehitlerimiz için verilen bu haktan malul gaziler için de malul
gazileri de eşitlik ilkesi çerçevesinde faydalandırmayı düşünüyor musunuz? Eğer
mümkün olursa buna da cevap verirseniz memnun olurum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Vural.
Sayın Dedeoğlu…
MESUT DEDEOĞLU
(Kahramanmaraş) – Teşekkürler Sayın Başkanım.
Romanya ile imzalanan
anlaşmanın “Tanımlar” başlıklı 2’nci maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen
“Bir akit taraf devletin ülkesi” ifadesinin tanımında, “yer altı suları” ve “iç
sular” gibi terimlere anlaşmada neden özel bir yer verildiğini…
İkinci sorum: Bu anlaşma
ile ülkemize nasıl bir katma değer sağlandığı veyahut da sağlanacağı
öngörülmektedir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Dedeoğlu.
Sayın Erdoğan…
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Muğla, kıyı şeridi en uzun
olan ilimizdir. Muğla’nın başta kruvazör turizmi olmak üzere denizcilik sektöründen
daha fazla yararlandırılması için Denizcilik Müsteşarlığının herhangi bir
çalışması var mıdır? Bunu öğrenmek istiyorum.
Gene son yıllarda, mavi
yolculuk konusunda Muğla kıyıları artan bir önem arz etmekte ve burada deniz
trafiği hızla artmaktadır. Bu deniz kirliliğinin kontrolü konusunda Muğla’ya
özel bir projeniz var mıdır? Çünkü Muğla’nın turizmden elde ettiği çok ciddi
bir gelir vardır. Eğer denizler kirlenirse uzun vadede bu manada ciddi
sıkıntılar ortaya çıkacaktır.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Erdoğan.
Sayın Şeker…
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bozkır konuşurken
vize ile ilgili şu sözleri sarf etti: “Avrupa Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı vize
uygulamadan vazgeçerse Türkiye’den kimse yurt dışına gitmez, onlardan daha çok
insan Türkiye’ye gelir.” Oysa biz o ülkelere sınırda vize uygulaması dışında
bir vize uygulamıyoruz. Kaldı ki İnternet’in “Google” sayfasına bile
girdiğinizde Türkiye’ye vize uygulayan ülkeler iki karış tutarken bizim vize
uyguladığımız ülkeler sadece sınırda kalmaktadır. Bize Türki cumhuriyetler,
hatta Müslüman ülkelerin çoğu vize uygulamaktadır. 1980 yılından beri vize
uygulayan Avrupa Birliğine karşı biz şimdiye kadar niye bir şeyler yapamamışız?
Kaldı ki bu ülkelerin içerisinde Türki cumhuriyetler ve Müslüman ülkeler var.
Bunlar bize karşı niçin vize uygulamaktadır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Şeker.
Sayın Çalık…
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) –
Efendim, ben Millî Savunma Bakanımıza özellikle bedelli askerlerimizin beklediği
haberi sormak adına söz aldım. Bedelli askerlikle ilgili süreç konusunda bilgi
verebilir misiniz Sayın Bakanım?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Çalık.
Sayın Selamoğlu…
TÜLAY SELAMOĞLU (Ankara) –
Sayın Bakanım, özellikle bedelli askerlikte yaş sınırlarıyla ilgili çok
talepler geliyor bizlere. Bu taleplerle ilgili bilgiler yani istekler size de
geliyordur. Bunun, kararların belirlenmesinin hızlı olmasını arzu ediyoruz
çünkü bu gençler arasında konunun çok genişlemesi oluyor. Onunla ilgili
çalışmalar hakkında bilgi istiyorum.
Sağ olun.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Selamoğlu.
Buyurunuz Sayın Bakan.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle, Denizcilik
Müsteşarlığının kapanması denizciliğin küçülmesi olarak yorumlanabilir mi veya
Hükûmetin önem vermediği… Bu doğru değildir. Sayın Kars Milletvekilimiz Ahmet
Arslan da bu konuda açıkladı. Artık Ulaştırma Bakanlığı Denizcilik Bakanlığı
oldu. Müsteşarı Denizcilikten gelme, Müsteşar Yardımcısı Denizcilikten gelme,
içine konulacak 4-5 tane genel müdür Denizcilikten gelme. Eğer öyle bakarsak,
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı.
Binali Bey başarılı bir
bakan, ondan hiç şüphe yok. Dokuz yıldır herkes, Sayın Devlet Bahçeli bile
“Bölünmüş yolları çok güzel yaptı, hepimiz kullanıyoruz.” dedi. Deniz Baykal da
öyle dedi. Dolayısıyla, Ulaştırma Bakanının başarılı olduğu konusunda hiç
kimsenin şüphesi yok ve kendisi de gemi inşa mühendisi. Bakın, orada İhsan
Kalkavan Bey var, çok güzel, CHP milletvekilimiz, denizciliğin ne noktaya
geldiğini bilir. Burada Ali Torlak Bey var MHP’den, o da denizciliğin ne
noktaya geldiğini bilir. Binali Bey başarılıdır. Hiçbir başarılı bakan
kendisini daha başarısız kılacak bir eyleme imza atmaz. Binali Bey’e
güveniyoruz. Kendisi denizcidir, gemi inşa mühendisidir, denizciliği de,
ulaştırmayı da alınmış olduğu noktadan çok iyi bir noktaya getirdi, bundan
sonra da daha iyi bir noktaya getirecektir, bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Yine sayın hatip söyledi,
dedi ki: “Bugün Türkiye tersanecilikte, gemi inşada küresel aktör olmuştur.”
Bunu söylediniz. Küresel aktör nasıl olacaksınız? Demek ki gemi inşada çok iyi
bir noktaya gelebilmek lazım. Gemi inşada çok iyi bir noktaya geldiğiniz için
küresel aktör oldunuz. Yine, gemi inşada, mega yat inşasında dünyada ilk beş
arasındayız.
Yine dedi ki: “Biz yurt
dışında 50 bin dead weight tona kadar gemi yaptırabiliyoruz.” İşte, Çin’dedir,
Kore’dedir, Japonya’dadır. Türkiye’de 300 bin dead weight tona kadar da gemi
yapılabilmekte. Dolayısıyla, Türkiye’nin gemi inşada katetmiş olduğu mesafe,
gerçekten, Türkiye’nin gurur duyacağı bir mesafedir.
Bir kriz yok mudur geçmişe
kıyasla? Muhakkak ki bir kriz vardır ancak bu, dünyadaki daralmayla alakalı bir
husustur. Dolayısıyla, Türk denizciliği kesinlikle 2002’deki durumdan da çok
daha iyidir, 2007’deki durumdan da çok daha iyidir, daha iyi olacaktır diye
düşünüyorum.
Yine bir başka sayın hatip
söyledi: “Denizcilik sektörü AB’ye girmiştir ülkesinden önce.” MİLGEM’i yapan
bir ülke, MİLGEM’i yapan, millî gemisini yapan… İnanın Türkiye'nin gurur
duyması gereken bir husus. Askerî gemi yapmak daha yüksek teknolojiyi
gerektirir.
Ben yurt dışında
bulunduğumda inanın ki gelen birçok savunma bakanı: “Bu gemiyi nasıl yaptınız?”
Bunu, Brezilya Savunma Bakanı dahi dile getirdi. Türkiye'nin ulaşmış olduğu
teknolojik standardı göstermesi açısından çok önemlidir. Belki dağın tepesinde olanlar dağın
yüksekliğini bilmezler, dağdan
uzaklaştıkça dağın yüksekliğini anlarsınız. Türkiye'nin gemi inşada gelmiş
durumunu belki takdir edemesek bile dışarı çıkıp bakıldığında Türkiye gemi
inşada çok iyi bir noktaya gelmiştir. MİLGEM de, millî gemi de bunlardan bir
tanesidir.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Bakan, bir şey sorabilir miyim?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Tabii.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Bakan, çok başarılı olan Ulaştırma Bakanının geçmişte Müsteşarlığını
yaptınız mı?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Yaptım, Denizcilik Müsteşarlığı yaptım.
Bundan da hiç şey etmiyorum, gururla söylüyorum çünkü denizcilik konusunu ben
iyi biliyorum.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Sayın Bakanım, Karadeniz Ereğli’deki tersanelerden kaç tanesi
açık haberiniz var mı?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Açık olan tersane var mı?
BAŞKAN – Sayın Köktürk…
Sayın Bakan, devam ediniz.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Bir başka soru Kredi Garanti Fonuyla ilgili.
Kredi Garanti Fonu’ndan… Ben ne söylersem doğruyu söylerim -ben yani öyle şey
değil- onun için söylediğim sözlere lütfen güvenin yani yanlış bilgi vermem.
“Kredi Garanti Fonu’nu 10 tane kendi adamınıza veya yandaşlarınıza vermiş.”
diye bir ithamda bulunuldu, bu da doğru
değil, yakıştıramam. Niçin? Kredi Garanti Fonu 1991 yılında kuruldu. TOBB
ortak, TESK ortak, KOSGEB ortak, Türkiye Halk Bankası ortak ve yönetimde TOBB
var. Dolayısıyla, TOBB’un da herhâlde ne kadar böyle siyasete açık olduğunu
yine sizler çok iyi takdir edersiniz. Dolayısıyla, burada kesinlik böyle bir
siyasi yönlendirme yoktur.
Bir başka husus: Şimdi
burada arkadaşlarım söylediler, Sayın Metin Külünk de söyledi; ben de
Kahire’de, Mısır’da bulundum, ben de Libya’ya gittim Sayın Başbakanla, ben de
gittim Tunus’a. Her gittiğimiz yerde Türk Bayrağı’nı gördük, gururla gördük. O
seferden döndükten sonra Filistin Büyükelçisi -herkes gidip sorabilir- beni
ziyaret etti “İsmet Bey yüz yıl önce bu coğrafyanın her tarafında Türk Bayrağı
vardı, bunu siz açmıştınız ancak şimdi her noktada Türk Bayrağı var, bunu de
biz açtık.” dedi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Her tarafta Türk Bayrağı’nı
görüp de bundan sadece Türkiye’ye düşman olanlar sırf sorun diye bakar ama
Türkiye'nin bu her tarafında bayrağının dalgalanmasından herkesin gurur duyması
lazım. Bundan rahatsızlık duyulur mu? Her tarafta inanın bayrak dalgalanıyor
mu?
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Her taraftaki Türk Bayrağı’nı da yakıyorlar işte!
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Eskiden sadece diplomatik misyonlarınızda bayrak dalgalanırdı,
şimdi sokaklarda da. Resimlerini görmediniz mi? Göndereyim. İnternet sitelerini
görmediniz mi? Göndereyim.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Sayın Bakan, Sarkozy gittiğinde Fransız bayraklarıyla aynı adamlar oradaydı.
HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) –
Yapma, yapma!
BAŞKAN – Lütfen, lütfen
sayın milletvekilleri, Sayın Bakan…
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Bak bak…
BAŞKAN – Sayın Bakan,
lütfen sorulara cevap veriniz.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Evet, sorulara cevap veriyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Türkiye’de İngiliz Bayrağı’nın dalgalanmasından memnun mu olacaksınız?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – İki: Biz, her tarafta Türk Bayrağı'nın dalgalanmasından…
OKTAY VURAL (İzmir) –
Siyaset bayrak üzerinden yapılmaz Sayın Bakan.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
Sayın Bakan, lütfen
soruları…
OKTAY VURAL (İzmir) –
Burada hiçbir milletvekilinin birbirine söyleyeceği bir şey yoktur.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Sayın Vural… Sayın Vural…
OKTAY VURAL (İzmir) – Elbette
gurur duyarız.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Ha, gurur duymak lazım. Bunu söylediğiniz an problem
bitmiştir. Amaç, bu bayrağı daha yükseğe çıkarmak. Bu 4x400 bayrak yarışı ise
biz bu bayrağı aldığımız noktadan daha iyi bir noktaya getirdik. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
OKTAY VURAL (İzmir) – Bu
konuda kiminle rekabet edebilirsiniz? Bu konuda rekabet etmek kim ya?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Yine bir başka arkadaşım söyledi, dedi ki: “Bu sözleşmede
nükleer gemi yok.” Yani konuyu bilerek söylüyorum ki tehlikeli atıkların sınır
ötesi taşınmasına ilişkin Basel Sözleşmesi’ne hem Türkiye hem Romanya taraftır.
Dolayısıyla, onların taşınması ayrı bir statüye tabidir. Bizim bir tane nükleer
gemimiz var mı? Yok. Romanya’nın bir tane nükleer gemisi var mı? Yok. Olmayan
gemiler hakkında mı sözleşme yapmamız gerekirdi? O da ayrı bir şey. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Yine bir başka husus, Sayın
Vural şehitler, gazilerle ilgili çalışma yapılıyor mu… Bugün Sayın Başbakanımız
açıkladı, daha önceden şehitlerimizin yakınlarından bir insan kamu
kuruluşlarında görevlendiriliyordu, inşallah bu sayıyı yakında ikiye
çıkaracağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bir de hem İçişleri
Bakanlığımız hem Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımız hem de Millî Savunma
Bakanlığının ortak bir çalışması var. Diyoruz ki bu şehitlerin yakınları ve
gazilerimiz bize en büyük emanettir. Onlar bu ülke için yapılabilecek
fedakârlıkların en büyüğünü yapmışlardır. Bunlara ne versek hakkıdır diyoruz,
onlara ne versek biz hakkıdır diyoruz.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Onun için mi Başbakanlığın önünde coplandılar?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Güzel kardeşim, canım kardeşim, şehit sadece bu dönem olmadı
ki 2002’den önce de şehit vardı.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Başbakanlığın önünde coplamadık mı zaten…
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Sizin döneminizdeki verilen hakları biz daha iyi duruma
getiriyoruz, daha kötü duruma getirirsek bize ne söyleseniz hakkıdır ama biz
aldığımız noktadan daha iyi bir noktaya getireceğiz, inşallah çok kısa zamanda
da onu getireceğiz.
MURARREM İNCE (Yalova) –
Başbakanlık önünde coplamadılar mı? Adamların kolu bacağı çıkmadı mı?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) - Biz ne versek… Biz daha iyi bir duruma getireceğiz. Biz sadece
bunun istismarını yapmadık, hiçbir zaman da istismarını da yapmadık…
OKTAY VURAL (İzmir) – Bu
konuyu niye vicdani retle ilgili bir dönemde getirdiniz?
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen karşılıklı konuşmayınız.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Sayın Vural, onunla
ilgili bir alakası yok. Bu, aylar önce yapılmış bir çalışmadır. Dolayısıyla
bunu Sivas’ta -eğer ki yani açın lütfen gazetelere bakın- bayramlaşmaya
gittiğimde de her yerde söylediğim ibaredir. Şehit yakınlarımız ve gazilerimiz
bize bu milletin emanetidir. Bu emanete ne talepleri varsa herkesten yazılı
talep istedik. Dolayısıyla o talepler geliyor. Ortak olarak baktık, inşallah en
kısa zamanda bir neticeye ulaştıracağız.
Bedelli askerlikle ilgili
Sayın Başbakanımız bugün açıkladı. Bu hafta sonuna kadar veya önümüzdeki hafta
sonuna kadar bu işi neticelendireceğiz. Dolayısıyla biz de onu söylüyoruz ki bu
iş af gibidir ya dile getirmemek lazım ya da dile getirdikten sonra en kısa
zamanda sonuçlandırmak lazım. Bunu da bugün Sayın Başbakanımız açıkladı ya bu
hafta ya da önümüzdeki bu neticelenecektir.
Bir diğer husus: “Libya’ya
Haçlı seferi var.” diyor. Kim söyledi? Putin. Yani Libya’ya yapılan bir seferde
Libya halkı sokaklara dökülmüş. Ya Kaddafi’nin safında olacaksınız ya Libya
halkının safında olacaksınız. Libya’daki bu harekâta katılan Türkiye, Haçlı
seferinde olabilir mi? Libya’ya katılan harekâtta Katar, Haçlı seferinin içinde
olabilir mi? Birleşik Arap Emirlikleri, bu operasyonun içerisinde Haçlı
seferinde olabilir mi? Ama hangi gözle baktığınız önemli? Putin’in gözünde
bakarsanız öyledir ama biz Libya halkının gözünde bakıyoruz ki Libya halkı ne
talep etmişse biz onu yerine getirmişizdir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Amerika’nın gözüyle bakılıyor, Libya halkının değil.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ne
zamandan beri Libya halkının gözüyle, ne zamandan beri?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Dün de Libya halkının yanındaydık bugün de Libya halkının
yanındayız, bundan sonra da Libya halkının yanında olacağız diyorum.
Bir başka husus…
OKTAY VURAL (İzmir) – ABD
söyledikten sonra. Kaddafi’den insan hakları ödülü aldığı zaman Libya halkı...
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Çelişki olmasın çelişki…
BAŞKAN – Sayın Bakan,
lütfen sorulara cevap veriniz.
Buyurunuz.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Bir başka soru: Piri
Reis’in Kıbrıs’ın güneyindeki araştırmaları tamamlanmıştır, verilerin
işlenmesine başlanmıştır. Bu verilerin iki aylık süre içerisinde neticeleri
alınacaktır ve kamuoyuna açıklanacaktır.
Bir başka, Türkiye
Petrolleri Anonim Ortaklığı ikinci sismik araştırma gemisini Norveç’ten
kiralamıştır. Yeni bir alım ve yapım çalışmaları da bu arada devam etmektedir.
Bunun da inşallah sözleşmesini isteyene iletiriz.
Türkiye’nin münhasır
ekonomik bölgesi... Biliyorsunuz, münhasır ekonomik bölge, denize kıyısı olan
iki ülkenin anlaşmalarıyla belirlenmiştir. Karadeniz’de tamamen münhasır
ekonomik bölge çizilmiş durumdadır. Gerek Bulgaristan’la gerek Romanya’yla
gerek Ukrayna’yla gerek Rusya’yla gerekse Gürcistan’da tamamıyla Karadeniz’de
münhasır ekonomik bölge taraflar arasında çizilmiş ve belirlenmiştir. Buradan
da baktığımızda, Karadeniz’in bütün diğer ülkeleri bir yanda, yaklaşık
Karadeniz’in yarısı Türkiye’de kalmıştır. Onu da çok net olarak belirtelim.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Akdeniz?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Akdeniz’de ikili görüşmeler önemli, söyledik ya. İkili
görüşmelerde ilk defa, işte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle sözleşme
imzalanmış durumda. Diğer ülkelerle de bu görüşmeler devam etmektedir.
Bir başka sonuç, yine
denildi ki: “Bu sözleşme ne getirecek?” Bu sözleşmenin ne getireceği bu
sözleşmede yazıyor. Ne diyor? Gemi inşası, gemi tamiri, gemi sökümü dâhil olmak
üzere seyirle ilgili konularda teknik iş birliği ve eğitim alanında iş birliği
yapmak.
Bir başka, Türkiye veya
Romanya bayrağını taşıyan gemilerle deniz yoluyla uluslararası taşımacılık
konusunda tek taraflı kısıtlamalardan kaçınmak.
Yine bir başka,
limanlardaki gerekli işlemleri kolaylaştırıp hızlandırmak, bürokratik işlemleri
azaltmak, liman formalitelerini basitleştirmek. Uluslararası sözleşmeleri de
göz önüne alarak tarafların birbirine kolaylık göstermesi.
Yine gemilerde gemi adamı
çalışır. Bu gemi adamları çalıştığı zaman pasaport da taşımazlar. Kendilerinin
gemi adamı cüzdanı pasaport yerine geçer. Gemiyle gelenler o gemi adamı
cüzdanıyla karaya çıkabilirler, o ili ziyaret edebilirler. İşte burada o da
yazıyor.
Millî mevzuatına göre
gemilerdeki mürettebat üyeleri yolcuların tanzim edilmiş kimlik belgelerini
tanıyacaktır ve Türkiye Cumhuriyeti için gemi adamı cüzdanı, işte Romanya için
de “Seaman’s Book” bu niteliktedir ve bunları iki taraf da kendi ülkelerinde
kabul edecektir.
Yine “Bu evraklara sahip
olanların vizesiz olarak karaya çıkmalarına ve dolaşmalarına izin
verilecektir.” denir.
Yine, eğer ki bir deniz
kazası geçirilirse o deniz kazasında yolcuların taşınması veya yükün taşınması
konusunda, başka gemilere aktarılması konusunda çok büyük bir kolaylık
getirilecektir, o da burada belirtilir.
Yine, çevre koruma
konusunda iki ülke iş birliği yapacaktır, herhangi bir deniz kazasında veya
deniz kirlenmesi konusunda o ülkenin mevzuatına tabi olacağı da belirtilmiştir
ve ortak bir denizcilik komitesi kurulması kararlaştırılmıştır ve Tuna Nehri’yle
ilgili olarak da deniz ulaştırmasından en kolay şekilde faydalanılabilmesi için
ikili görüşmelerde birbirine destek olacaktır.
Tuna’yla ilgili
seyrüseferler ayrı bir sözleşme konusudur. 1948 tarihinde, 18 Ağustos 1948
tarihinde Belgrat’ta, Tuna’da Seyrüsefer Rejimi Sözleşmesi imzalanmıştır. Yine
1994 yılında Tuna Nehri’nin Korunması ve Sürdürülebilir Kullanım Sözleşmesi
vardır ve Avrupa mevzuatı da yine Tuna’yla ilgili seyrüsefer hukukunu
düzenlemektedir. Dolayısıyla, burada da, bu sözleşmede de o sözleşmelere
atıflar yapılmaktadır.
Yine, bir başka soru
soruldu, “Yer altı ve iç sular” tabirinin Romanya tarafından önerildiği,
heyetimizin bu tabirlere gerek olmadığı… Ama, ülke tanımından ne anlaşılması
gerekir? Ülkenin havası da ülkenin bir parçasıdır, ülkenin toprak parçası da
bir parçasıdır, ülkenin deniz hattı da -karasuları diyoruz- bir parçasıdır,
karasularının altındaki toprak da ülkenin bir parçasıdır. Bu kapsam şeyinde bu
cümle kullanılmıştır.
BAŞKAN – Sayın Bakan,
süremiz doldu. Yazılı olarak cevap verirseniz diğerlerine…
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Uygundur.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Kendi sorularının cevaplandırılmadığını düşünen sayın
milletvekillerimizin sorularının yazılı olarak cevaplandırılacağının
bilinmesini isterim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Sayın Vural…
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Bakan “Ben ne dersem doğrudur.” dedi, hatta “Denizcilikteki gelişmeleri Milletvekilimiz
Ali Torlak Bey’e sorarsanız ne kadar memnun olduğunu kendisi de ifade edecek.”
dedi.
Biraz önce telefonla
konuştum “Ya, beni güldürmesinler!” dedi. Yani, gerçekten Sayın Bakanın
doğruları bu kadarsa… Biraz önce telefonla konuştum, Sayın Milletvekilinin
denizcilik sektörünün sorunlarıyla ilgili verdiği araştırma önergeleri, soru
önergeleri vardır. 1.100 çalışanından 65’e düşürdüğüne göre gerçekten
birilerinin işi iyi olabilir ama bazılarının işi iyi değil.
BAŞKAN – Sayın Vural,
teşekkür ederiz.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Evet, yeni tersane yapanların işi iyi.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sizin
siyasal tercihlerinizin ve yandaş arayışınızın belli yörelerde nasıl
yapıldığını da biliyoruz. Yakında o konudaki sizin de dahlinizi açıklayacağız.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Vural.
AHMET İHSAN KALKAVAN
(Samsun) – Sayın Başkan, Sayın Bakan ismimi zikrederek...
OKTAY VURAL (İzmir) – Demek
ne derseniz doğru değil.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Benim her söylediğim doğrudur.
AHMET İHSAN KALKAVAN (Samsun)
– İsmimi zikretmiştir Sayın Bakan. Sataşma yok, bir açıklama getirecektim
efendim.
BAŞKAN – Sayın Kalkavan,
yerinizden, buyurunuz.
AHMET İHSAN KALKAVAN
(Samsun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, bizim Deniz
Ticaret Odalarının kuruluşundan bu yana rahmetli kurucular, birisi bugün sağdır
ve bugün yönetimde olanların tek isteği denizcilik bakanlığıydı ama bizim
denizcilik bakanlığı görüşümüz bütün denizcilikle ilgili birimlerin bir çatı
altında toplanıp -sizler de iyi biliyorsunuz- bir bakanlık oluşturulmasıydı ama
bugün bakıyoruz ki limanlar, bazı şeyler Ulaştırma Bakanlığına bağlı, yatçılık
Turizm Bakanlığına bağlı, balıkçılık sektörü Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına
bağlı. Bunlar, tabii, bakanlıkların birtakım düşünceleri yüzünden hiçbir şekilde
bir araya getirilip kurulamadı.
Şimdi, kurulacak bir
denizcilikle ilgili bakanlığın bu turizmi, balıkçılığı, Limanları ve
Müsteşarlığın şu ana kadar yapmış olduğu bütün görevleri bir araya toplayıp
kurulacak bir bakanlık olacaksa biz öyle bir denizcilik bakanlığının hem Deniz
Ticaret Odaları olarak hem Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak doğru olduğuna
inanıyoruz. Böyle bir konuyla, yani...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Kalkavan.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine...
III.-
YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup
milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan yoklama talebimiz vardır.
BAŞKAN – Yoklama talebi
vardır.
Oylamayı yoklama talebinden
sonra yerine getireceğim.
Sayın Erdoğdu, Sayın
Tezcan, Sayın Köktürk, Sayın İnce, Sayın Öner, Sayın Kalkavan, Sayın Soydan,
Sayın Tanal, Sayın Öğüt, Sayın Özdemir, Sayın Dinçer, Sayın Ekinci, Sayın
Bulut, Sayın Havutça, Sayın Demir, Sayın Şeker, Sayın Atıcı, Sayın
Değirmendereli, Sayın Özcan, Sayın Serindağ.
BAŞKAN – Üç dakika süre
veriyorum sayın milletvekilleri.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter
sayısı vardır.
X.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/330) (S. Sayısı: 41) (Devam)
BAŞKAN – Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
1’inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE ROMANYA HÜKÜMETİ ARASINDA DENİZCİLİK ANLAŞMASININ
ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) 3 Mart 2008
tarihinde Bükreş’te imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya
Hükümeti Arasında Denizcilik Anlaşması”nın onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN – 1’inci madde
üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Ali
Serindağ. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Serindağ.
CHP GRUBU ADINA ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri,
denizcilik sektörü ülkelerin dünyaya açılımını ve entegrasyonunu sağlayan en
önemli sektörlerden biridir. Bu açılım ve entegrasyon ne derecede güçlü olursa
ülkelerin ekonomik gücü de o derece yüksek olmaktadır. Türkiye, denizcilik
sektörü açısından jeopolitik ve jeostratejik bir öneme sahiptir. Dünyada değişen
ekonomik şartlar, siyasi olaylar ve teknolojik gelişmelere paralel olarak deniz
taşımacılığı dökme taşımacılıktan konteyner ve Ro-Ro taşımacılığına doğru
kaymıştır. Ancak bu gelişmelerde, coğrafi konumu Asya ile Avrupa arasında bir
köprü durumunda olmasına rağmen, Türkiye oldukça geride kalmıştır. Türk deniz
ticaret filomuz taşıma taleplerini karşılayabilecek seviyede değildir.
Denizcilik faaliyetlerinin önemli bir bölümünü teşkil eden Türk gemi ve inşa
sanayisi uzun vadeli ve istikrarlı, bağımsız bir gelişme politikasına sahip
değildir ve yeterince teşvik görmemektedir.
Ülkemizin uluslararası
deniz ulaşım yollarının kavşağında bulunduğunu hepimiz biliyoruz ancak bu
jeostratejik ve coğrafi konumuna rağmen, 8.333 kilometre kıyısı bulunmasına
rağmen, dünya ticaretinde hak ettiği yeri ülkemiz maalesef alamamıştır. Bu
nedenle, Türkiye’yi doğu-batı, kuzey-güney ulaşım koridorunda transit uğrağı
konumuna getirmek için Türk deniz ticaret filosunun nicel ve nitel olarak
taşıma talepleriyle uyumlu, dünya standartlarına ve teknolojik gelişmelere
uygun bir yapıya kavuşturulması önem arz etmektedir.
Sayın milletvekilleri,
ülkeler arasında yapılan anlaşmaların hangi alanla ilgili olursa olsun diğer
alanlarda da o ülkelerin ilişkilerini olumlu yönde geliştirdiği bilinmektedir.
O nedenle biz, Romanya ile Deniz Ticaret Anlaşması yapılmış olmasını bir bölge
ülkesi olarak önemli görüyoruz.
Biliyorsunuz, AKP iktidara
geldiği vakit, bölge ülkeleriyle ve komşu ülkelerle ilişkilere önem verdiğini
belirtmiş ve bu konuda sıfır sorun politikası izleyeceğini deklare etmiştir.
Ancak hepimiz biliyoruz ki ve son gelişmeler de gösteriyor ki, bu sıfır sorun
politikası sorunlar yumağı hâline gelmiştir. Nasıl? İsterseniz sayın
milletvekilleri, kısaca bir iki örnek vermek istiyorum.
Biraz evvel konuşan
arkadaşlarımız, sayın milletvekilleri, grup sözcülerinin bir bölümü Libya’dan
bahsettiler. Biliyorsunuz Libya, Türkiye ile ilişkileri fazla olan bir ülkeydi.
Öyle fazlaydı ki, Kaddafi, Sayın Başbakanımıza İnsan Hakları Ödülü verdi,
ilişkilerimiz o kadar ileriydi. Sonra, Libya’daki olaylar üzerine NATO’nun
müdahalesi gündeme geldiği vakit Sayın Başbakanımız “NATO’nun orada ne işi
var?” diye yüksek sesle görüşünü dile getirmişti. Ama sonra ne oldu? Hepimiz
biliyoruz ki, denizden ablukaya bizim gemilerimiz iştirak etti ve sayın
milletvekilleri, dünya literatürüne girmiş olan Türk usulü para
taşımacılığıyla, biz, bir gruba 300 milyon dolar gönderdik ve bunun adı “Türk
taşımacılığı” oldu.
Sonra ne oldu? Kaddafi
hepinizin gördüğü şekilde ve zannediyorum gayriinsani bir şekilde hayatını
kaybetti.
Biz Kaddafi’yi savunuyoruz değiliz,
kesinlikle. Biz, diktatörleri savunmayız ama ülkelerin diğer ülkelerle
ilişkilerinde millî çıkarlarını göz önünde bulundurması gerektiğine inanırız.
(CHP sıralarından alkışlar)
Daha sonra ne oldu?
Suriye’yle ilişkilere bakalım: Suriye’yle ilişkilerimiz o kadar ileri dereceye
vardırıldı ki ortak Bakanlar Kurulu toplantısı yaptık. Başka ne yaptık? Beraber
tatil yörelerine gittiler. Başka ne oldu? “Schengen yerine biz Şamgen’i
kuruyoruz.” dedi Sayın Başbakanımız ve kısa bir süre sonra, sanki o Suriye o
Suriye değilmiş gibi, o Beşar Esad başka Beşar Esad’mış gibi, ilişkilerimiz
bugünkü noktaya geldi. Savaş durumuna geldik. Ticaretimiz olumsuz etkilendi. O
kadar olumsuz etkilendi ki komşu illerin esnafı feveran eder hâle geldi. İşte,
Gaziantep’te, esnafın basına yansıyan görüşleri. Evet sayın milletvekilleri,
şöyle diyor basın: “Gaziantep’in Laleli’si konumunda olan İnönü Caddesi’ndeki
İran Pazarı’nda esnaf Suriye’nin ithalatı durdurma kararı ile yıkıldı. 6 aydan
beri yaşanan sıkıntının son kararla doruğa çıktığını belirten esnaf, ‘Bu karar
bizim kepenkleri kapatmamız anlamına geliyor.’ şeklinde konuştular.”
İşte, komşu ülkelerle
yaratılan sorunların neticeleri bunlar ve şu soruyu hepimizin sorması lazım,
aslında sayın milletvekilleri, bana göre, sizin de sormanız lazım: Beş altı ay
içerisinde ne oldu? Suriye mi değişti, biz mi değiştik, Beşar Esad mı değişti?
Beşar Esad önce çok demokrattı da sonra mı diktatör oldu? Bu soruyu niye
kendimize sormuyoruz?
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Beşar Esad da mı gömlek değiştirdi acaba?
ALİ SERİNDAĞ (Devamla) –
Şimdi, Suriye, bölgemizin önemli ülkelerinden birisi, gerek Orta Doğu
politikasında ülkemizin komşusu olması nedeniyle gerekse bölgede önemli bir
konuma sahip. Suriye egemen bir ülke, biz Suriye’nin egemenliğine, toprak
bütünlüğüne ve bağımsızlığına önem veriyoruz. “Suriye’de sorun yoktur.”
demiyoruz ancak Suriye’de var olan sorunların Suriyeliler tarafından, Suriye
halkı tarafından çözümlenmesi gerektiğine inanıyoruz. Biz, başka ülkelerin iç
işlerine karışmak gibi bir politikayı benimsemiyoruz. Sayın Başbakan,
Suriye’deki sorunları bizim iç işlerimiz olarak görüyor. Bizim zaten kendimize
yetecek kadar iç sorunumuz var, neden Suriye sorununu, Suriye meselesini iç
politika meselesi hâline getirelim?
İngiltere’den gelen biri
anlatıyordu, diyor ki: “Bir arabanın arkasında şu söz var: ‘Amerika’yı
kızdırma, yoksa ülkenize demokrasi getirir.’” Değerli arkadaşlarım, işte bizim
Suriye’yle ilgili geldiğimiz nokta burada.
Devam edelim, İsrail’le
ilişkilerimize bakalım. İsrail’le görünürde çok… İsrail’e karşı sert
politikalar izliyoruz ama bir yandan da füze kalkanını getiriyoruz, İsrail’i
koruyacak şekilde Malatya’ya monte ediyoruz. Mavi Marmara gemisinde 9
yurttaşımız hunharca katledildi. Ne yaptık? Hani özür dileyeceklerdi, hani
tazminat ödeyeceklerdi? Sesimiz çıkmadı.
Şimdi, Sayın Davutoğlu
şöyle diyor: “Türkiye, Doğu Akdeniz’de seyrüsefer güvenliğini sağlamak için
önlem alacaktır, gerekirse donanmasını gönderecek, uçaklarını kaldıracaktır.”
Peki, ne oldu? İşte hepiniz de biliyorsunuz ki İsrail dünyanın gözü önünde iki
gemiyi durdurdu ve limanlarına çekti. Ne oldu arkadaşlar?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen,
sözlerinizi tamamlayınız.
ALİ SERİNDAĞ (Devamla) –
Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başbakanımız Gazze’ye
gidecekti. Neden gitmedi, ne oldu?
Değerli arkadaşlarım, işte
bu soruları sizin sormanız gerekmektedir. Komşularımızla ilişkilerimiz,
sözlerimin başında da söylediğim gibi, sıfır sorun noktasından sorunlar
yumağına gelmiştir. İran’la ilişkilerimiz bozulmuştur. Azerbaycan’la
ilişkilerimiz bozulmuştur, iki devlet tek millet olan Azerbaycan’la
ilişkilerimiz bozulmuştur. Ve komşu ülkeler üzerindeki güvenimizi, maalesef,
muhafaza edemedik. Türkiye çok önemli bir ülke, ben Sayın Bozkır’ın o konudaki
görüşlerine katılıyorum, çok önemli ama AKP, maalesef, bu büyüklüğe uygun bir
politika izleyememiştir. Sayın Bozkır’ın söyledikleri Türkiye güçlü…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Serindağ.
ALİ SERİNDAĞ (Devamla) –
Evet, güçlüdür; ama AKP döneminde askerlerimizin başına çuval geçirilmiştir,
Gazze’ye müdahale meşru hâle getirilmiştir.
BAŞKAN – Sayın Serindağ,
teşekkür ediyoruz.
ALİ SERİNDAĞ (Devamla) –
Hepinize saygılar sunuyorum, sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu.
Buyurunuz Sayın Halaçoğlu.
MHP GRUBU ADINA YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepimizin bildiği gibi, tabii bu yıllardır söylenir,
Türkiye'nin üç tarafı denizlerle kaplıdır ve Türkiye denizcilikte yeterince
ilerleyememiştir. Hâlbuki, Yunanistan’a baktığınız zaman, Yunanistan’da ciddi
bir deniz ticaret hacmi vardır. Türkiye’de de aynı hacme ulaşılması şarttır.
Tabii ki dediğim gibi, üç tarafı denizle kaplı bir ülkenin muhakkak ki bir
denizcilik bakanlığına ihtiyacı vardır.
Tarihin hemen her döneminde
deniz ve deniz ticareti devletler için büyük önem taşımıştır. Her ne kadar
Metin Kardeşimiz Türkiye ile Romanya arasındaki ilişkilerin yüz otuz seneyi
bulduğunu söylemişse de -Metin Bey Kardeşimiz duymuyor galiba ama- yüz otuz
sene değil biliyorsunuz, Türkiye'nin kuruluşu 1923 olduğu için doksan senedir
ama Türk-Romen ilişkilerini ele alırsanız beş yüz elli senedir. Beş yüz elli
senelik bir süreç vardır, bir de Sarı Saltuk’u eklersek o altı yüz seneyi de
geçer biliyorsunuz ama tabii, tarihçi olduğum için yutmadım ne yapayım, bu da
benim şeyim.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
değerli milletvekilleri; Osmanlı Döneminde de yine Osmanlı Devleti’nin gücü iki
kuvvete dayanmıştır. Birisi kara kuvvetleridir silahlı güç olarak, diğeri de
deniz ticareti ve denizcilik yönündedir. Bunun için tersaneler kurulmuştur,
İstanbul’da tersaneler kurulmuştur, Karadeniz’de kurulmuştur, Süveyş’te
kurulmuştur ve Basra Körfezi’nde tersaneler oluşturulmuştur ancak Osmanlı
Devleti’nin gücünü kaybetmesi deniz ticareti ile de bağlantılı olarak
kapitülasyonlar sebebiyledir. Kapitülasyonlar aslında karşılıklı ticaret
anlaşmasını gerektiriyor fakat Osmanlı ticaret filoları zayıf olduğu için
kapitülasyonlar Osmanlı Devleti’nin aleyhine işlemiştir. Dolayısıyla bugün biz
Karadeniz’de kıyısı bulunan ülkelerle -tabii ki Romanya bunun içerisinde yer
almaktadır- en iyi şekilde ticari ilişkiler kurmak zorundayız. Hele hele bunu
Osmanlı Devleti’nin genel coğrafi alanı olarak da gördüğünüzde bunların
kaçınılmaz olduğunu değerlendirebiliriz.
Hepimizin bildiği gibi, 20
Temmuz 1936’da Montrö Anlaşması’yla boğazlardan geçiş meselesi yeniden
düzenlenmiştir. Bu düzenleme aslında Türkiye'nin 24 Temmuz 1923’teki Lozan
Anlaşması’ndaki birtakım açıkları kapatma anlaşmasıdır. Fakat bununla beraber
günümüzde Sayın Başbakanın bir proje olarak ortaya attığı, Karadeniz’den
Marmara Denizi’ne bir kanal projesi vardır. Bu proje Osmanlı Devleti tarafından
çok önceden farklı bir coğrafyada düşünülmüştür. Gerçekten, Boğaz trafiğini
hafifletmek gerekir. Osmanlı Devleti’nin proje olarak ortaya koyduğu bu yol,
Sakarya Nehri’nden Adapazarı’na kadar gelen ve oradan Sapanca Gölü’ne bağlanan,
Sapanca Gölü’nden de İznik Körfezi’ne ulaşan bir yoldur. Çok daha ucuz, çok
daha avantajlı bir yol olarak Osmanlı Devleti bunu planlamıştır.
Romanya’yla yapılan bu ticaret
anlaşmasında benim gördüğüm bir önemli nokta bulunmaktadır. Karadeniz bir iç
denizdir. Bu iç denizin her geçen gün kirlenmiş olduğunu görüyoruz ve
kirlendiğini görüyoruz. Bunun en başında Tuna Nehri’nde kıyısı bulunan
ülkelerin atıklarının Tuna Nehri aracılığıyla Karadeniz’e dökülmesinden
kaynaklanmaktadır. Bu ticaret anlaşması yapılırken Romanya’yla, Karadeniz’in
kirliliğinin önlenmesi konusunda da buraya bir madde konabilirdi diye
düşünüyorum.
Bizim, hepimizin
değerlendirmeleri içerisinde yer alması gereken en önemli hususlardan bir
tanesi de deniz ticaretinde sadece Romanya değil Balkan devletlerinin tümü ve
Karadeniz’e kıyısı bulunan diğer ülkelerle de ticaretimizin, deniz
ticaretimizin geliştirilmesini sağlamamız gerekir. Osmanlı Devleti aslında hem
Karadeniz’in her iki kıyısında hem de Akdeniz’de önemli bir filo oluşturmuştur
ve iskeleler kurmuştur. Tabii ki bunu şunun için söylüyorum: Osmanlı Devleti
gerek Cenevizlilerle gerekse Galata tüccarıyla birlikte -Marsilya da dâhil-
doğu-batı ticareti arasında önemli bir rol oynamıştır. Bu rol Osmanlı
Devleti’nin bir dünya devleti hâline gelmesinde çok önemli bir yere sahiptir.
Bugün Türkiye de üç tarafı denizlerle çevrilmiş bir ülke olarak, doğu-batı
ticaretinde bu rolü üstlenebilir ancak şurasını belirteyim, Türkiye bazı
konularda, ciddi birtakım konularda değerlendirmeler yapmak zorundadır. Avrupa
Birliği, hepimizin bildiği gibi, büyük bir çöküntü içerisine girmiştir. Yakın
bir zaman içerisinde de Avrupa’nın bu fonksiyonu bütünüyle ortadan kalkacaktır.
Bu ortadan kalkmaya bağlı olarak, Türkiye Orta Doğu’da göstermiş olduğu
faaliyetlerin daha fazlasını Türk cumhuriyetlerinde göstermek zorundadır.
Devlet yönetiminde
bayrakları görmeniz o devletin size dost olduğunu göstermez. Yani bugün gurur
duyabilirsiniz Mısır’da, Libya’da Türk bayraklarıyla karşılanmaktan ama
karşılayanların sayısı bin kişidir, daha fazla değildir. Bırakın onu, geçen
yıl, bu olaylar çıkmadan önce Suriye’ye gittim. Suriye’de Hama’yı, Humus’u,
Halep’i, Şam’ı, Rakka’yı, Deyrizor’u dolaştım araba kiraladım ve kendiliğimden,
kendim kullanarak ama bir Allah’ın kulu beni durdurup “Nereye gidiyorsun?” diye
sormadı. Bu kadar iyi bir ilişki vardı ve ayrıca Şam’da Kapalıçarşı’da Sayın
Başbakan ile Sayın Cumhurbaşkanının isimleri bez afişlere yazılmış ve asılmıştı
ve övgüyle bahsediliyordu. Bakın, Şam bu övgüyü gösterirken aradan geçen birkaç
ay sonrasında Türk Bayrağı yakılıyor ve Başbakanın posterleri yakılıyor,
Büyükelçiliğimize, konsolosluklarımıza saldırılar yapılıyor.
Değerli arkadaşlar, değerli
milletvekilleri, devletler arasındaki ilişkiler bu şekilde iyi niyete veya
dostluklar üzerine oturtulamaz. Devletler arasındaki ilişkiler veya devletlerle
olan bağlantılar karşılıklı çıkarlar üzerine oturmak zorundadır. Bugün dost
olduğunuz yarın düşmanınız, bugün düşman olduğunuz yarın dostunuz hâline
gelebilir. Mısır’da veya Libya’da olan olayları yarın, inşallah aksi olur ama…
Geçen gün, Mısır Büyükelçimizle uçakta birlikte seyahat ederken oradaki iş
adamlarımızın ve iş durumumuzun çok büyük sıkıntıya girdiğini ifade etti,
yanımda da Ömer Çelik Bey vardı. Dolayısıyla, bu gibi görüntülere aldanmayalım.
Bu aldanma Türkiye'nin gelecekte büyük badirelerle karşı karşıya gelmesine yol
açacaktır. Irak’ta da, bakın, Amerikan bayraklarıyla Amerika’yı karşıladılar,
daha sonra da Amerika’ya karşı mücadeleye başladılar. Libya’da daha önce ne
oldu? İtalyan bayraklarıyla İtalya’yı karşılamışlardı, Tunus’ta da Fransız
bayraklarıyla karşılamışlardı, Suriye’de Fransız bayraklarıyla karşılamışlardı,
daha sonra, bu devletleri ülkelerinden attılar. Dolayısıyla, komşularımızla
olan ilişkilerimizi karşılıklılık prensibine ve dostluk üzerine değil, çıkar
ilişkileri üzerine oturtmak zorundayız. Ne yaparsanız yapın, yarın Suriye ile
iyi ilişkiler kurmak zorunda kalacaksınız.
Bugün dünya genelinde
düşünecek olursanız Orta Doğu politikasının temelinde Çin’in yükselen
ekonomisinin yattığını hepimiz biliriz, görürüz. Bu politika çerçevesinde
Amerika’nın, Çin’in en çok ihtiyaç duyduğu petrol bölgelerini ele geçirmesi
yatmaktadır ve Orta Doğu projesinin temelinde de bu vardır. Yarın bu durum
tersine dönecektir çünkü Çin büyük petrol yatakları bulmuştur hem de Suudi
Arabistan’ın petrol rezervinin yüzde 80’i oranında. Yarın ne olacaktır?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) –
Teşekkür ederim Başkan.
Çin petrolü kullanmaya
başladığı andan itibaren Orta Doğu’da her şey altüst olacaktır. Dolayısıyla,
Türkiye'nin başka bir ülkenin iç işlerine karışmaktan vazgeçmesi… Tabii ki
Esad’ın diktatörlüğünü desteklememiz mümkün değil ama oradaki Türkleri de
düşünmesi gerekir. O gün gittiğimde Türkler artık rahatça Türkçe konuşuyorlar,
istedikleri gibi rahat hareket ediyorlardı, bugün baskı altındalar.
Diğer önemli bir konuya da
dikkatinizi çekmek istiyorum. Suriye’nin bu şekilde Türkiye’ye düşman olması
sebebiyle, orada yaşayan Ermenilerin yarın Suriye Parlamentosuna soykırım
meselesini getirdiklerinde Suriye tarafından da soykırımın kabul edildiğini
göreceksiniz.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Halaçoğlu.
Şahsı adına ilk söz…
METİN KÜLÜNK (İstanbul) –
Bir düzeltme yapmak istiyorum. Hocam konuşması esnasında…
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Kanaldan sorumlu AKP milletvekili!
OKTAY VURAL (İzmir) –
Neyini düzelteceksin?
BAŞKAN – Sayın Külünk,
zaten sizin söz sıranız var.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
O başka, bu başka.
BAŞKAN – Buyurun,
yerinizden, açarsanız sistemi size söz vereyim efendim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Ama Sayın Başkan, kürsüden…
OKTAY VURAL (İzmir) –
Hayır, ne oldu efendi?
METİN KÜLÜNK (İstanbul) –
Ben kürsüden rica ediyorum.
BAŞKAN – Neyle ilgili?
METİN KÜLÜNK (İstanbul) –
Hocam ismimi anarak…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Biraz önce Sayın İnce’ye verdiğiniz sözü istiyor Sayın Başkan. 69’a göre Sayın
İnce’ye verdiğiniz sözü istiyor.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Senin söylemediğin bir şeyi söylemedi ki, “’Yüz otuz sekiz yıl’ diyor, öyle
değil.” dedi.
BAŞKAN – Sayın Elitaş,
Sayın Milletvekili talebini iletebilir herhâlde, anlamak istiyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Anlamanıza yardımcı olmaya çalışıyorum.
BAŞKAN – Sayın Külünk, ne
için istediğinizi anlamak istiyorum.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) –
Sayın Halaçoğlu’nun, konuşmam esnasında vermiş olduğum tarihle ilgili olarak,
kendisinin tarihçiliği üzerinden cümlelerime ait bir yorumu oldu. O yoruma
kürsüden…
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) –
Düzeltmem oldu, yorumum değil.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Düzeltme yapacak.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) –
Düzeltme yapacağım.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) –
Ben düzelttim zaten.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) –
Düzeltmeyi düzelteceğim ben.
BAŞKAN – Buyurun,
düzeltmenin düzeltmesini yapmak istiyorsunuz, buyurun efendim.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Sataşma değil ki efendim, bu ne ya!
BAŞKAN – Tarihler nasıl
değişecek bilmiyorum.
Buyurun Sayın Külünk.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) –
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, tabii
ki bu kürsü milletin kürsüsü. Bu kürsüde mesleğinin erbabı, işinde ustalardan
gerektiğinde öğrenmek bizim için bir hoşluktur, güzelliktir. Biz, bize bir
harfi öğretenin kölesi olmayı bilen bir medeniyetin mensuplarıyız. Bu anlamda
hiç de Hocamın düzeltmesinde gocunacak bir tarafımız yok çok şükür. Hocamla da
şahsen de özel bir hukukumuz vardır. Ancak benim Romanya’yla ilgili tarihteki
esas aldığım an, Berlin Kongresi sonrasındaki Romanya Krallığı’ndan
itibarendir. Dolayısıyla, bu coğrafyada Babülmendeb’den Cebelitarık’a,
Baltık’tan Ümit Burnu’na kadar olan bu koca coğrafyada bizim, her milletle, bin
yıla varan, daha öncesine varan hukukumuz vardır. Dolayısıyla, bu noktada
tarihî kayıt düşmeye kalktığımızda, bin yıl öncesine, bin beş yüz yıl öncesine
gitmek zorundayız. Bunun farkındayım ancak konuşma esnasında esas aldığım
tarih, Berlin Kongresi’nin ardındaki tarihtir. Yoksa, Romanya’yla bu
coğrafyadaki ilişkilerimizin geçmişini biliyorum.
Saygılar sunuyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Külünk.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) –
Sayın Başkanım, bir konuyu dile getirmek istiyorum.
Berlin Kongresi’ni esas
aldığını söylüyor.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) –
Berlin Kongresi’nin ardından.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) –
Berlin Kongresi’ni esas aldığınızı söylüyorsunuz, “onun ardından” diye
söylüyorsunuz ama o zaman Türkiye Cumhuriyeti yoktu. “Türkiye ile Romanya
arasındaki” dedi. Hâlbuki, Osmanlı Devleti vardı. 1923’ten sonra Türkiye
Cumhuriyeti vardır ve hâliyle, doksan senelik bir geçmişi vardır.
BAŞKAN – Tutanaklara
geçmiştir efendim, teşekkür ediyoruz.
OKTAY VURAL (İzmir) – Bunun
için de bir düzeltme yapabilir Sayın Milletvekili. Bir düzeltme de bunun için
yapsın.
BAŞKAN – Şahsı adına
Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Yok Sayın Başkan.
BAŞKAN – Peki.
Şahsı adına İstanbul
Milletvekili Metin Külünk.
Buyurunuz Sayın Külünk. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Türkiye kimin devamı? Osmanlı’nın devamı.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Türkiye değil, Türkiye Cumhuriyeti devleti.
METİN KÜLÜNK (Devamla) –
Osmanlı kimin devamı? Anadolu Selçuklusunun devamı. Bu topraklarda kim, ne
kurulmuşsa, bir öncekinin üzerine kurulmuştur. Osman Gazi’nin, 1299’daki,
Devleti Âliyeyi Osmaniye’nin, Söğüt’te, Domaniç’te attığı temel neyse…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Metin, o tarih de 1299 değil, o da
tartışmalı.
METİN KÜLÜNK (Devamla) –
…1923’te, 23 Nisan 1920’de Ankara’da Birinci Mecliste Türkiye Cumhuriyeti
devletinin temelinin atılışı arasında bağ vardır, birbirinin devamıdır. Bunu
Hocam da iyi bilir ki birbirini nesh etmez, birbirini tamamlar. Dolayısıyla
benim buradaki “Türkiye” tanımını Osmanlı ile neshetmeye çabalamak -kusura
bakmayın- ancak bir sürçülisandır. Türkiye Cumhuriyeti devleti, bu
topraklardaki bin yıldır var olan bu milletin devlet kurma geleneğinin
Osmanlı’dan sonraki bir parçasıdır, bir devamıdır.
Hepinize saygılar sunarım.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Külünk.
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Kocaeli) – Bin yıldır Türkler var,
Türkiye Cumhuriyeti yok, bin yıldır Türkler var.
OKTAY VURAL (İzmir) – Yine
bir düzeltme yapmamız gerekiyor. Burada bir düzeltmeye ihtiyaç var.
BAŞKAN – Bir tarih düzeltmesine dönüştü bu iş.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Bunu ben düzeltebilir miyim efendim müsaade ederseniz?
BAŞKAN – Bir dakika efendim… Şimdi, bir dakika…
Şimdi, devamlı düzeltmenin
düzeltmesi oluyor Sayın Halaçoğlu. Lütfen düzeltmenizi yapın, tutanaklara
geçsin, bu konuyu kapatalım.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) –
Herkes duyar mı sesimi bilmiyorum?
BAŞKAN – Duyar efendim, duyar.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) –
Peki efendim, düzelteyim o zaman.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Tutanakların duyması önemli.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) –
Şimdi, birbirinin devamı olabilir devletler, nitekim Mustafa Kemal Atatürk de
şöyle söylüyor Türk tarih tezini ortaya koyarken: “Türklerin tarihi sadece
Osmanlı ve Selçuklulardan ibaret değildir, ondan önce de Türkler büyük
devletler ve imparatorluklar kurmuştur. Ne zaman tarihte bir Türk devleti
yıkılmışsa geriye yeni bir Türk tarihi kurulmuştur, Türk devleti kurmuşlardır.”
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
– Hocam, dersini iyi almışsın buradan.
Metin’den ders iyi almışsın, bak Metin düzeltti seni.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Anlamazsın sen Elitaş bu tip entelektüel…
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) –
“Şimdi de Osmanlı Devleti çökmüştür ama tarihî zincir kopmayacaktır.” diyor.
(MHP sıralarından alkışlar) Bir dakika efendim, lütfen dinleyin.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) –
Hayır bitmedi, son bir cümlem: Dolayısıyla, Türklerin Anadolu’daki varlığıyla
Türk devletlerini karıştırmayın. Türkiye Cumhuriyeti adını taşıyan devlet
1923’ten sonra vardır. Osmanlı Devleti yani Türklerin yönettiği devlet ise
1299’da ama Selçukluyu derseniz 1056’dan itibaren. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler) Ama Türklerin varlığı 5 bin yıl önceye dayanır. Eğer bunu söyleyecekseniz
düzelteyim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Halaçoğlu, bu konu da
düzelmiştir, tutanaklara geçti.
Şahsı adına Yalova
Milletvekilleri Muharrem İnce…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
– Sayın Başkan, Ramazan Can burada
efendim, Ramazan Can geldi.
BAŞKAN – Ramazan Bey
çağırdığımızda yoktu efendim.
Buyurunuz Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii denizcilikten bir
tarih tartışmasına geldik. Çok doğal, çok doğal…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
– Her şey karman çorman.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Maalesef her şeyi karman çorman ettiniz bu ülkede.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
– Siz yapıyorsunuz!
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Çok doğal, Denizcilik Bakanlığı, Türkiye’de yalnızca denizcilik sektörüyle
ilgilenmez, Anayasa Mahkemesiyle de ilgilenir. Hatırlayın, bir aylık bir süre
için atanıp sonra Anayasa Mahkemesine nasıl üye yapıldığını en iyi Denizcilik
Bakanlığı bilir.
Şimdi gelelim, mademki bir
tarih tartışması yaptınız Metin Bey’le Sayın Halaçoğlu... Ben, Sayın
Halaçoğlu’yla bir tarih tartışmasına girecek kadar kendimi yetkin bulmam. (CHP
ve MHP sıralarından alkışlar) Ama şunu da söylemek lazım: Bence bu ülkede
tarihini en iyi bilmesi gerekenler bu Mecliste olanlardır. Neden biliyor
musunuz?
Bakınız, Gazi Mustafa Kemal
Atatürk, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, bunlar bizim
kumandanlarımızdır, bunlar bizim Kurtuluş Savaşı’mızın kahramanlarıdır. Savaş
bittikten sonra, siyaset araya girince araları bozulmuş olabilir, aralarında
problem çıkmış olabilir, zaman zaman ters düşmüş olabilirler. Peki… Cumhuriyet
Halk Partisinden ayrılmış da olabilirler.
Size bir soru soracağım:
Siz, hiçbir Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanından -buna Bülent Ecevit,
Deniz Baykal, Kemal Kılıçdaroğlu, Altan Öymen, hepsi dâhil- ya da Cumhuriyet
Halk Partisinin herhangi bir milletvekilinden ya da Cumhuriyet Halk Partisinin
bir il başkanından, Fevzi Çakmak’a, Kazım Karabekir’e ait bir tek kötü söz
duydunuz mu? Duymamışsınızdır. (CHP sıralarından alkışlar)
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) –
Hüseyin Aygün’den duyduk!
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Bizim devlet terbiyemiz, bizim siyaset ahlakımız, bizim Türkiye Cumhuriyeti’ne
bakışımız budur.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) –
Hüseyin Aygün’den duyduk!
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul)
– Muharrem İnce, bak bak, ne diyorlar?
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Bizim partimizle o dönemlerde sorun yaşamış olsalar bile, partiden ayrılmış
olsalar bile hiçbir Cumhuriyet Halk Partili, Kurtuluş Savaşı’nın
kahramanlarına, Fevzi Çakmak’a, Kazım Karabekir’e tek kelime kötü söz söylemez
ama siz çok partili yaşama geçmesine rağmen, o seçimi kaybedeceğini bile bile
Türkiye’yi demokrasiyle tanıştıran, Türkiye’yi çok partili rejime taşıyan ve
seçimi kaybettikten sonra da çantasını, şapkasını, pardösüsünü alıp Çankaya’dan aşağıya sessizce inen ve bir
muzaffer kumandan gibi inen, bunu bir başarı olarak gören birisine, Türkiye
Cumhuriyeti’nin İkinci Cumhurbaşkanına, Kurtuluş Savaşı kahramanımıza, Lozan
fatihine bu kürsüden ya da milletin başka kürsülerinden defalarca hakaret
ettiniz. Bu, tarihe ihanet ettiğinizin, tarihi bilmediğinizin kişisel küçük
siyasi hesapların, yetmiş yıl, seksen yıl öncesini günümüze taşıyarak hakaret
ettiniz, yanlışlık ettiniz. Bu kürsüye çıkan insanlar bunu yapmamalıdır. Biz bunu
yapmadık hiçbir zaman, Kurtuluş Savaşı kahramanlarımıza hiçbir zaman hakaret
etmedik, siz etmiş olsanız bile biz etmeyeceğiz, işte aramızdaki fark da budur
diyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın İnce.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın
Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Grup Başkan Vekili konuşmasında bize bir soru sordu.
İkincisi, sorusunu
açıklarken de ihanetle suçladı.
Sorusunda şunu ifade
ediyordu: “Hiçbir milletvekilinden tarihî kahramanlarla ilgili bir söz
dinlediniz mi?” diye ifade etti. İzin verirseniz o konuya açıklık getirmek
istiyorum.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın
Elitaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
VIII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
8.-
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin,
partisine sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuştuğumuz konu
Romanya’yla Türkiye Cumhuriyeti devleti arasındaki denizcilik anlaşması, bu
sektörün geliştirilmesi. O konuyla ilgili bir milletvekili arkadaşımız,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına çıkan milletvekili arkadaşımız konuştu,
konuştu, ne olduğunun hiç farkına varamadım. Türkiye’nin dış politikasıyla
ilgili meseleleri gündeme getirmeye çalıştı ama yani arapsaçına döndürdü.
Romanya ile ilgili “r” harfi dahi geçmeyen bir konuşma yaptı. Kişinin ne
olduğuna baktım, zamanında müsteşarlık yapmış, Sağlık Bakanlığı müsteşarlığı yapmış.
Koskoca Cumhuriyet Halk Partisi içerisinde bu konuyu konuşabilecek, sağlık
meselesinden hariç dış politikayla ilgili meseleyi bilen bir arkadaşımız yok
muydu? Orada denizcilikle ilgili milletvekili arkadaşınız var ama o
milletvekili arkadaşı konuşturmuyorsunuz, sağlıkla ilgili sağlıksız bir konuşma
yapmasına burada müsaade ediyorsunuz. (CHP sıralarından gürültüler)
Şimdi, bakınız değerli
milletvekilleri, Sayın Grup Başkan Vekili bir soru sordu: 10 Kasım 2011 tarihli
gazete. Kim? Hüseyin Aygün. Ne diyor? “CHP Tunceli Milletvekili Aygün, Dersim
olayları konusunda çarpıcı açıklamalar yaptı. Olayların sorumlusunun devlet ve
o dönemde iktidar olan Cumhuriyet Halk Partisi olduğunu kaydederek, CHP,
Kılıçdaroğlu döneminde bu konuda tarihiyle yüzleşiyor.” Arkasından diyor ki:
“1937 ve 1938’de jenosite (soykırım) varan bir operasyonla Dersim meselesi
tarihe havale edilmiş oluyor.”
Bakın, değerli
milletvekilleri, burada konuşmacınızı seçerken yanlış yapıyorsunuz. “Somali’ye,
aç kalmış insanlara gönderiyorum.” dersen Genel Başkanınızı, yanlış yere
gönderiyorsunuz, Kenya sınırları içine gidiyorsunuz. Suriye’ye gidiyorsunuz,
siz oradaki, Suriye’deki faşist bir iktidara, milletine eziyet çektiren,
zulmeden iktidara Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini şikâyet ediyorsunuz. Başından
sonuna yanlış…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Elitaş.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkanım, hangi milletvekilini nerede konuşturacağımıza biz karar
veririz, grubumuza hakaret etmiştir.
Ayrıca, bir
milletvekilimizin basına yansıyan haberlerini çarpıtarak anlatmıştır. Söz
verirseniz…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Milletvekilin düzeltmesini yapsın, Milletvekili düzeltme yapsın.
BAŞKAN - Tekrar sataşmaya
mahal vermeyiniz lütfen, bu konuyu bitirelim.
Buyurunuz.
9.-
Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın,
grubuna sataşması nedeniyle konuşması
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Elitaş, önce şunu
anlatayım: Bir: Arkadaşımız söz konusu gazeteye bir tekzip metni gönderdi, o
metAin aynısını Grup Başkan Vekilliğine gönderdi. Orada ağzından böyle sözler
çıkmadığını söylüyor. Gazete bu tekzip metnini yazmayınca bugün MYK’mız yine
arkadaşımızın savunmasını istedi.
Zaman zaman hepimiz medyada
bu tür, söylemediğimiz sözlerle karşılaşmış olabiliriz; siz de karşılaştınız,
ben de karşılaştım, bunları yaşadık.
Sonra, milletvekillerinden
kim konuşacak? Sağlık kökenli bir arkadaşımız, hekim bir arkadaşımız konuştu
ama bence size bir dış politika dersi verdi Sayın Elitaş. (CHP sıralarından
alkışlar) O zaman sizin de bir ticaret erbabı olarak burada büyük devlet
işlerinden hiç konuşmamanız lazım; sadece çek, senet, aldı-verdi, bunları
konuşmanız lazım. Bu olmaz.
Bir diğeri, Sayın
Kılıçdaroğlu’nun Somali’ye giderken yanlış yere gittiğini, başka ülkeye
gittiğini söylediniz. Bakın, bu doğru değil. O ülkenin sınırında bir kampa
gitti.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Kenya gözetimi altındaki kampa gitti.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Şimdi, bakın Sayın Elitaş, zaman zaman da kendini süvari zannediyor insanlar,
ata biniyor, düşüveriyor. Bunları karıştırma.
Mesela, zaman zaman grupta
Genel Başkan, Başbakan bir harita gösteriyor, yanlış bir haritayı bütün
milletvekilleri alkışlıyor. Hatırlarsınız değil mi? Yanlış haritayı nasıl
alkışladığınızı hatırlarsınız değil mi?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Yanlış yolda da gitmiyor!
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Ben size şunu soracağım şunu: Siz Libya’daki muhaliflere 300 milyon dolar para
gönderdiniz de Van’daki kardeşlerimize niye 217 milyon gönderdiniz? Van’daki
depremzedelere 217 trilyon para gönderip, Libya’daki muhaliflere neden 300
milyon dolar gönderdiniz Sayın Elitaş? Bunun hesabını verin.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Eğer sağlıkçılar sağlık konuşacaksa ticaret erbabı da yalnızca ticaret
konuşsun.
BAŞKAN – Sayın İnce… Sayın
İnce, teşekkür ediyoruz.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkanım, tamamen yanlış bilgi veriyor. Bakın, Milletvekiliyle ilgili…
Bugün Sayın Milletvekili gazetede sözlerinin arkasında olduğunu ifade ediyor.
İki: Libya’ya gönderilen parayla
ilgili tamamen yanlış bilgi… Kulaktan dolma bilgiler desem, o da yanlış olur.
Müsaadenizle düzeltiyorum.
BAŞKAN – Sayın Elitaş, yani
tutanaklara geçti, arzu ederseniz…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, ama benim konuştuklarım da tutanaklara geçmişti, yerinden de
verebilirdiniz.
BAŞKAN – Buyurun. Peki,
buyurun.
Lütfen, tekrar rica edeyim,
yeni sataşmalara mahal vermeden.
10.-
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Milletvekili, Sayın Grup Başkan Vekili diyor ki: “Arkadaşımız tekzip
gönderdi ama o gazete yayınlamadı. Gazete yayınlamadıktan sonra biz bugün
MYK’da gündeme getirdik, o konuyu düzeltmesini söyledik. Savunmasını istedik.”
Arkadaşımız ya tekzip göndermedi ya siz doğru bilgi vermiyorsunuz.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Tekzip elimde.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Niye savunmasını istiyorsunuz? Savunmasını istemek yerine, gazeteye dava açmayı
önerebilirdiniz. Ama bugünkü basında diyor ki: “Ben sözlerimin arkasındayım.”
Şimdi, o milletvekilinin söylediği kendi görüşüdür ama siz burada iddialı bir
söylemde bulunuyorsunuz. “Hiçbir milletvekili arkadaşım şu konuda böyle
söyledi.” diye ifade ederken bakın iddianızın arkasında durmanız gerekir.
İki: Biz tarihe mal olmuş,
tarihî kişiliklerimizle ilgili, kahramanlıklarla ilgili bir konu gündeme
getirmiyoruz. Ne zamanki çok partili siyasi hayata geçilmiştir, ne zamanki 11
Kasım 1938 tarihinden itibaren başka bir dönem başlamıştır, 1946 yılından itibaren
çok partili siyasi hayat başlamıştır, o zaman kim olursa olsun, eğer muhalefet
ve iktidar varsa eleştirme hakkına herkes sahiptir. “Onlar tarihî kişiliktir.”
diye siyasi partilerin yaptığı işlemler doğrultusunda “Bununla ilgili eleştiri
yapamazsınız.” dediğiniz takdirde tabulaştırma noktasına gidersiniz ki herhâlde
siz de hiç kimseyi tabulaştırmak istemezsiniz.
Doğruları söylemek
bazılarını incitebilir ama bunu “hakaret” diye algılamak incindiğiniz anlamına
gelmez. İncindiğinizi hakaret olarak anlamazsınız ama şimdi siz burada kalkıp
da Sayın Başbakanla ilgili konuları farklı farklı bir noktaya getirip ailesini
gündeme getirdiğinizde hakaret olmuyor ama biz o dönemdeki yapılan yanlışları,
millete yapılan zulmü dile getirdiğimiz zaman hakaret oluyor. Eleştiriyle
ilgili...
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Ailesine bir şey mi söyledim? Sayın Elitaş, ailesine ne dedim, bir şey mi
dedim, bir şey dedim mi ailesine?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Cumhuriyet Halk Partisinden o konuşan milletvekili arkadaşımız burada neler
söyledi, tutanaklara bakın. Tutanaklara bakın, “Şahsiyetsiz, kişiliksiz dış
politika.” diye ifade etmeye çalıştı. Bunları... Sayın İnce, konuşan arkadaşın
ne konuştuğuna dikkat edin. Onu dinlemiyorsunuz, burada eleştiri noktasına
gidiyorsunuz.
Teşekkür ederim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Elitaş.
Sayın milletvekilleri...
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan, Sayın Elitaş, bir kere, benden özür dilemeli. Benimle ilgili
konuşmasını açıklarken başka bir milletvekiliyle ilgili konuşmaya geçti.
Ben Sayın Başbakanın
ailesine yönelik tek bir söz söylemedim, öyle bir şey etmedim, hiçbir dönemde
de etmedim, sadece bugün değil, bundan önce de söylemedim.
Bir ikincisi, MYK’mızın ne
karar vereceğini, önümüzdeki MYK toplantısına Sayın Elitaş’ı çağıracağım…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Beni ilgilendirmez MYK.
MUHARREM İNCE (Yalova) – O
da bize talimat versin. Kendisi başka partilerde de görev almaya alışkındır,
herhâlde bizim MYK davetimizi de kırmayacaktır diyorum.
Sen mi karar vereceksin
bizim MYK’nın ne yapacağına?
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın İnce.
Sayın milletvekilleri,
çalışma süremizin sonuna geldiğimiz için, kanun tasarı ve teklifleri ile
komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 17 Kasım 2011
Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 22.58