DÖNEM: 24 CİLT
: 1 YASAMA
YILI: 1
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
7’nci Birleşim
11 Temmuz 2011 Pazartesi
(TBMM Tutanak Müdürlüğü
tarafından hazırlanan, bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler
tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Adıyaman
Milletvekili Muhammed Murtaza Yetiş’in Srebrenica katliamının yıl dönümüne ilişkin gündem dışı
konuşması ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı
III.-
ANT İÇME
1.-
Milletvekillerinin ant içmesi
IV.-
USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- İzmir
Milletvekili Mustafa Ali Balbay’ın seçim çevresi ve soyadına göre alfabetik
sırası geldiği hâlde isminin okutulmaması nedeniyle Başkanın tutumu hakkında
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Başbakanlık
ve bakanlıklarla ilgilendirilmesi uygun görülen bağlı, ilgili ve ilişkili kurum
ve kuruluşlara ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/9)
VI.-
HÜKÛMET PROGRAMI
1.- Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı’nın
görüşülmesi
VII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
2.- Millî Eğitim
Bakanı Ömer Dinçer’in, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
3.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Adana Milletvekili
Ömer Çelik’in grubuna sataşması nedeniyle konuşması
4.- Adana
Milletvekili Ömer Çelik’in, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
5.- Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
8 Temmuz 2011 Cuma
TBMM Genel Kurulu saat 15.03’te açıldı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından Bakanlar Kurulu Programı
okundu.
Başkanlık Divanı üyelikleri için yapılan seçim sonucunda:
Başkan Vekilliklerine;
MHP Grubundan,
İstanbul Milletvekili Meral Akşener’in,
AK Parti Grubundan,
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Sağlam’ın,
Kayseri Milletvekili Sadık Yakut’un,
Kâtip Üyeliklere;
AK Parti Grubundan,
Ankara Milletvekili Fatih Şahin’in,
Burdur Milletvekili Bayram Özçelik’in,
Diyarbakır Milletvekili Mine Lök Beyaz’ın,
İstanbul Milletvekili Muhammet Bilal Macit’in,
Ordu Milletvekili Mustafa Hamarat’ın,
Tekirdağ Milletvekili Özlem Yemişçi’nin,
İdare Amirliklerine;
MHP Grubundan,
Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın,
AK Parti Grubundan,
Çorum Milletvekili Salim Uslu’nun,
Konya Milletvekili Mustafa Kabakcı’nın,
Seçildikleri açıklandı.
Gündemde görüşülecek başka bir konu bulunmadığından, Bakanlar
Kurulu Programı’nı görüşmek için, alınan karar gereğince 11 Temmuz 2011
Pazartesi günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşime 17.02’de son verildi.
Cemil ÇİÇEK |
Başkan |
|
Muhammet Bilal MACİT Hamza
DAĞ |
İstanbul İzmir |
Geçici Kâtip Üye Geçici
Kâtip Üye |
11 Temmuz 2011 Pazartesi
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.08
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK
(Burdur), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
7’nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce Adıyaman Milletvekili Muhammed Murtaza Yetiş’e Srebrenica katliamının
yıl dönümü münasebetiyle gündem dışı söz vereceğim.
Buyurun Sayın Yetiş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
II.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Adıyaman Milletvekili Muhammed
Murtaza Yetiş’in Srebrenica
katliamının yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması ve Başbakan Yardımcısı
Bekir Bozdağ’ın cevabı
MUHAMMED MURTAZA YETİŞ (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce Meclisinizi saygılarımla selamlıyorum.
Bugün 11 Temmuz, Srebrenica katliamının
yıl dönümü. Hepimizin acıyla hatırladığı bir dönem ve bu hadiseler de uygar
ülkenin gözü önünde, Avrupa’nın tam ortasında, Bosna Hersek’te hepimizin
bildiği menfur bir olay yaşanmıştır. Bu hadisenin bizim için en temel önemi,
insanlığın medeniyetini temsil ettiğini iddia eden bir coğrafyada gerçekleşmiş
olması ve bu coğrafyada yaşanan hadiselerin 21’inci yüzyılın hemen eşiğinde
yaşanmış olmasıdır. Bu sebeple, artık yeni dünyada bu
ve benzeri hadiselerin tekrarlanmaması açısından ülkemizin Bosna-Hersek
olaylarının cereyan ettiği dönemlerde de ortaya koyduğu tavrı, güçlü bir
Türkiye’nin Balkanlarda, Orta Doğu’da, yeryüzünün bütün kriz noktalarında
ihtiyacının ne kadar önemli olduğunu gördüğümüz gibi, bundan sonrasında da
benzeri hadiselerin tekrarlanmaması noktasında yine güçlü bir Türkiye’nin
önemini de bu hadiseyle birlikte görmekteyiz.
Bu sebeple, geçtiğimiz günlerde, hemen sol yakamda gördüğünüz,
Bosna annelerinin bizlere gönderdiği umut çiçekleriyle ve Srebrenica
katliamında şu ana kadar tespit edilen 8.273 kurbanın hatırasına binaen “8.273
ayakkabı” ismiyle bir etkinlik düzenlenmiştir. Bu umut çiçeği 11 haleli bir
çiçek ve 11 Temmuzu simgelemekte; beyaz renk barışı, yeşil ise umudu
simgelemekte.
Bu menfur hadiseyi tekrar yüce Meclisimizin huzurunda bütün
insanlık ailesi namına kınıyorum ve bu hadiselerde hayatını kaybedenlere
Allah’tan rahmet diliyorum. Önümüzdeki yüzyılın, geleceğin, güçlü bir
Türkiye’yle birlikte istikrarın, medeniyetin ve gerçek anlamda insanlığın
huzurunun teminatı olması adına da hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yetiş.
Gündem dışı konuşmaya Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ cevap
vereceklerdir.
Buyurun Sayın Bozdağ. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.
24’üncü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin yeni dönemde
görevlerinde başarılar diliyorum. Bugün siyasi parti grupları arasında yapılan
müzakere sonucunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yemin etmeyen
milletvekillerinin yemin etmesi noktasında da bir mutabakat sağlanmış oldu. Ben
bu vesileyle de bu uzlaşmanın Parlamentonun bundan sonra yapacağı çalışmalara
da zemin oluşturması ve uzlaşmayla bu dönemde, başta yeni Anayasa olmak üzere
önemli çalışmaların altına 24’üncü Dönem Parlamentosunun imza atması, geçmiş
dönemlerde olduğu gibi başarılı hizmetlerin bu dönemde de sürdürülmesidir. Ben,
bu vesileyle, bu uzlaşmadan dolayı her iki grubumuzu da tebrik ediyorum. BDP
Grubunu da diliyorum ve umuyorum yakın zaman da onlar da Türkiye Büyük Millet
Meclisi çatısının altında, bu kutsal çatının altında çalışmaya gelirler. Her
tür sorunun çözüm adresinin Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu bütün siyasi
partiler vurguluyor ve herkes buna inanıyor. Bu inancın gereği Mecliste
olmaktır, Mecliste sorunların çözümüne aktif katkı sunmaktadır. Dilerim, BDP
Grubu da bu çalışmalara bundan sonraki süreçte katılırlar, sorunların çözümüne
önemli katkılar sunarlar.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşımız gündem dışı yaptığı konuşmada
önemli bir hususu gündeme getirdi. Yıl 1995, Srebrenica
katliamının, daha doğru bir ifadeyle soykırımının yapıldığı yıllar. Baktığımız
zaman o günün tarihine, bu tarihin, hem Birleşmiş Milletler açısından hem
Avrupa Birliği açısından hem insanlık açısından, insanlık sınavında
uluslararası örgütlerin, uluslararası toplumun ve devletlerin kaldığı bir
imtihan olduğunu görüyoruz. Burada, herkes ama herkes sınavda kaldı. Çünkü bu
soykırım, Ocak 1995’te başlayan süreci şöyle izlediğiniz zaman âdeta bağıra
bağıra geliyor ve orada Birleşmiş Milletlerin güvenli alan ilan ettiği
yerlerde, hem de Birleşmiş Milletlerin gözetim ve denetimi altında olan
yerlerde görevlerin yapılması konusunda inisiyatiflerin
alınmaması, zaman zaman ihmaller gösterilmesi, başka nedenlerle, âdeta buradaki
bu soykırımın yapılma süreci göre göre gelmiş ve maalesef buna, o günün dünya
devletleri ve örgütleri bu süreci kontrol noktasında gerekli sınavı başarıyla
verememişlerdir.
Bu bir soykırımdır, hem Birleşmiş Milletler hem de Lahey Adalet
Divanı tarafından soykırım olarak kabul edilmektedir. 8
binden fazla insan, hem de koruma altında olan insanlar, önce ellerinden
silahları alınmak suretiyle, sonra da Sırplara bir kısmı doğrudan teslim
edilmek suretiyle, bir kısmı da doğrudan teslim sayılmasa bile doğrudan teslim
anlamına gelecek bir usul ile yaşlılar, kadınlar, çocuklar, silahsız insanlar,
insanlık suçu işlemek üzere her türlü hazırlığı yaptığı belli olan eli kanlı
katillere maalesef emanet ediliyor ve bunların teslim edildikten sonra hemen
arkasından öldürüldükleri haberleri geldiği hâlde bakiye teslimler de devam ediyor.
Tabii büyük bir insanlık dramı, büyük bir vahşet, büyük bir cinayet,
büyük bir soykırım 21’inci yüzyılın içerisinde, hem de Avrupa’nın ortasında,
bütün dünyanın gözü önünde maalesef gerçekleştirilmiş oluyor.
Türkiye ve Türk milleti her zaman Bosna-Herseklilerin,
Boşnakların, Bosnalıların o gün de yanında oldu, ondan sonrası günlerde de
yanında oldu. O dönemdeki bu savaşın devam ettiği yıllara döndüğümüz zaman,
Türkiye'nin her bir tarafında, Türk milletinin dualarıyla, devletin başka
imkânlarıyla Bosnalıların, Bosna-Herseklilerin yanında olduğuna herkes şahit,
bütün dünya da şahit. Ondan sonraki süreçte de gerek Bosna-Hersek’in
bağımsızlığını kazanması ve ondan sonraki süreçte bu acıların yaralarının
silinmesi ve başka konularda Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti devleti her
zaman Bosnalıların yanında olmuştur. Yanında olmak gibi bir zaruretimiz de var
çünkü biz aynı kültürden, aynı ortak tarihten gelen ve aralarında akrabalık
bağları bulunan topluluklardan bir tanesiyiz. O nedenle geçmişten süzülüp gelen
ortak kaderimiz, ortak tarihimiz, ortak kültürümüz ve milletlerimizin ortak
gelecekleri Türkiye Cumhuriyeti ile Bosna-Hersek’i bir kader çizgisinde bir kez
daha buluşturmuş ve bundan sonra da bu birliktelik yine her iki ülkenin, her
iki toplumun katkılarıyla artarak devam edecektir.
Türkiye, Bosna-Hersek’in bağımsızlığını ilan etmesinden
sonraki süreçte gerek ekonomik alanda gerek eğitim alanında gerek kültürel
anlamda gerek altyapı anlamında gerek üstyapı anlamında Bosna-Hersek devletinin
hem kurumsallaşması ve hem de kendi ayakları üzerinde durabilmesi için
yapılması gerekenler konusunda azami derecede destek olmuş, gayret sarf etmiş
ve bu gayreti bütün hükûmetler devam ettirmiş, AK PARTİ hükûmetlerinin olduğu
58’inci, 59’uncu, 60 ve 61’inci hükûmetler döneminde de bu çabalar devam
ettirilmiştir. Orada yıkılan köprüler, yıkılan
camiler, medreseler, külliyeler, ne kadar tarihî değer varsa bunların ayağa
kaldırılması için gerekli çalışmalar yapılmış, önemli bir kısmı ayağa
kaldırılmış, orada yaşayan kardeşlerimizin hizmetine de sunulmuştur. Hâlen de
devam eden epeyce de orada proje vardır. Burada onları uzun uzun sayıp
vaktinizi almak istemem ama Türkiye Cumhuriyeti hem yurt dışı Türkler ve akraba
topluluklarla ilgili hem de Türk dünyasında yaşayan kardeşlerimizle ilgili
önemli adımlar atmıştır. Bir yandan TİKA marifetiyle,
dünyanın dört bir yanında Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin her
zaman ay yıldızlı al bayrağını onurla dalgalandırırken, nerede bir sıkıntı
varsa o sıkıntıyı çözen ülkelerden birisinin Türkiye olduğunu gösterirken,
darda olan, sıkıntıda olanların eğitimde, sağlıkta, pek çok alanda elinden
tutarken hem oradaki insanlara insanlık açısından bir hizmet sunuyor hem de
ülkemizin ve milletimizin büyüklüğünü oralarda şanına yaraşır, yakışır biçimde
temsil ediyor.
Hükûmetimiz döneminde bu alanda yapılması gerekenlere büyük önem
verilmesi gerektiği hususu bir kez daha ortaya çıkmış. Değişik kurumların çok
bireysel çalışmalarıyla yurt dışı Türkler ve akraba topluluklarla ilgili yürütülen
çalışmaların beklenen faydayı temin etmediği görülünce, o zaman, geçen dönemde
hatırlarsanız 5978 sayılı Yasa çıkarılmak suretiyle Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığı kurulmuş ve bu Başkanlık çerçevesinde hem yurt dışında
yaşayan Türklerle ilgili hem de akraba topluluklarla ilgili doğrudan özerk bir
yapı oluşturulmuş, özel bir bütçe konulmuş ve bu alandaki Türkiye Cumhuriyeti
devletinin bugüne kadar dağınık bir biçimde sunduğu hizmetler, kurumsal
kimlikten daha ziyade bireysel inisiyatiflerle devam
eden hususlar -Ne yapılmış?- bir kurum, doğrudan özel bütçesi olan bir kurum
marifetiyle yürütülebilir hâle getirilmiştir.
Öte yandan, Yunus Emre Vakfı diye bir vakıf kurulmak suretiyle de,
yine Balkanlarda ve başka yerlerde önemli hizmetlerin sunulmasına ve önemli
konulara el atılmasına zemin hazırlayacak bir adım daha atılmıştır. 2007
yılında çıkarılan 5653 sayılı Kanun ile bu da sağlanmış ve Yunus Emre Vakfı da
bugün çok önemli bir misyonu, çok önemli bir hizmeti
dünyanın dört bir yanında devam ettirmektedir.
Ben, 11 Temmuz, Srebrenica’da yaşanan
soykırım nedeniyle Bosna-Hersek’te hayatını kaybeden kardeşlerimizi şahsım,
Türk milleti ve Hükûmetimiz adına bir kez daha rahmet ve minnetle anıyorum.
Onlara Allah’tan rahmet diliyorum, yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Dilerim, dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir köşesinde böylesi bir
soykırım, böylesi bir acı, böylesi bir insanlık vahşeti bundan sonra yaşanmaz.
Biz Türkiye olarak böylesi olayların yaşanmaması için bugüne kadar elimizden
gelenleri yaptık, bundan sonra da yapmaya devam edeceğimizi ifade ediyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
III.- ANT İÇME
1.- Milletvekillerinin ant içmesi
BAŞKAN – Anayasa’mıza göre milletvekillerinin göreve başlamadan
önce ant içmeleri gerekmektedir.
Şimdi, daha önce ant içmemiş olan sayın milletvekillerinden bu
birleşimde ant içmek isteyenleri kürsüye davet edeceğim.
ADANA:
Ali Demirçalı
Turgay Develi
Osman Faruk Loğoğlu
Ümit Özgümüş
ADIYAMAN:
Salih Fırat
AFYONKARAHİSAR:
Ahmet Toptaş
AMASYA:
Ramis Topal
ANKARA:
Süleyman Sencer Ayata
Sinan Aydın Aygün
Ayşe Gülsün Bilgehan
İzzet Çetin
Levent Gök
Gökhan Günaydın
Mehmet Emrehan Halıcı…
Bülent Kuşoğlu
Aylin Nazlıaka
Emine Ülker Tarhan
ANTALYA:
Gürkut Acar
Deniz Baykal
Arif Bulut
Osman Kaptan
Yıldıray Sapan
ARDAHAN:
Ensar Öğüt
ARTVİN:
Uğur Bayraktutan
AYDIN:
Osman Aydın
Metin Lütfi Baydar
Bülent Tezcan
BALIKESİR:
Ayşe Nedret Akova
Haluk Ahmet Gümüş
Namık Havutça
BARTIN:
Muhammet Rıza Yalçınkaya
BOLU:
Tanju Özcan
BURDUR:
Ramazan Kerim Özkan
BURSA:
İlhan Demiröz
Kemal Ekinci
Aykan Erdemir
Sena Kaleli
Turhan Tayan
ÇANAKKALE:
Ali Sarıbaş
Mustafa Serdar Soydan…
ÇORUM:
Tufan Köse
DENİZLİ:
İlhan Cihaner
Adnan Keskin
EDİRNE:
Kemal Değirmendereli…
Recep Gürkan
ERZİNCAN:
Muharrem Işık
ESKİŞEHİR:
Bedii Süheyl Batum
Kazım Kurt
GAZİANTEP:
Ali Serindağ
Mehmet Şeker
GİRESUN:
Selahattin Karaahmetoğlu
HATAY:
Hasan Akgöl
Mevlüt Dudu
Mehmet Ali Ediboğlu
Refik Eryılmaz
ISPARTA:
Ali Haydar Öner
İSTANBUL:
Sabahat Akkiray
Ferit Mevlüt Aslanoğlu
Aydın Ağan Ayaydın
Ercan Cengiz
Süleyman Çelebi
Ayşe Eser Danışoğlu
Celal Dinçer
Aykut Erdoğdu
Haluk Eyidoğan
Mehmet Akif Hamzaçebi
Kemal Kılıçdaroğlu
Osman Taney Korutürk
Sedef Küçük
Melda Onur
Umut Oran
Kadir Gökmen Öğüt
Ali Özgündüz
İhsan Özkes
Şafak Pavey…
Müslim Sarı
Fatma Nur Serter
Bihlun Tamaylıgil
Mahmut Tanal
Mustafa Sezgin Tanrıkulu
Gürsel Tekin
Binnaz Toprak
Erdoğan Toprak
Faik Tunay…
İZMİR:
Erdal Aksünger
Musa Çam
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, lütfen alfabetik sıraya
uyunuz efendim. Kâtip üyeye hatırlatırsanız… Lütfen alfabetik sıraya uyunuz.
Takdir hakkı yoktur Sayın Kâtip Üye’nin, alfabetik
sıraya göre milletvekillerimizin adını okursunuz, burada olur ya da olmaz.
BAŞKAN – Sayın İnce, teşekkür ediyorum.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Lütfen okuyunuz.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 23.6.2011 tarih ve (2009/191) esas numaralı yazısıyla Cumhuriyet
Halk Partisi üyeleri İzmir Milletvekili Sayın Mustafa Ali Balbay ile Zonguldak
Milletvekili Sayın Mehmet Haberal’ın tutuklu olarak yargılanmalarına devam
edildiği Anayasa’nın 83’üncü maddesinin ikinci fıkrası gereği bildirilmiş ve bu
durum Genel Kurulun 7 Temmuz 2011 Perşembe günkü 5’inci Birleşiminde
bilgilerinize sunulmuştu. Bu nedenle…
GÜRKUT ACAR (Antalya) – Bugün ayın 11’i ama geçmiş olabilir.
BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…
Bu nedenle sayın milletvekilleri yemin etmek üzere kürsüye davet
edilmemişlerdir, bunun içindir.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın İnce…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Bizim milletvekili arkadaşlarımızı
alfabetik sıraya göre okumanız gerekir. (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Aradan zaman geçti, siz o arada mahkeme
yerine kendinizi koyamazsınız, Başkanlık Divanının böyle bir hakkı yoktur.
Arkadaşlarımızın adını okursunuz, burada olur ya da olmaz. Örneğin bir
arkadaşımız şu anda yurt dışında, o da bugün yemin etmedi ama onun adını
okudunuz. Dışarıda olabilir, hasta olabilir, bu takdir hakkınız yoktur, lütfen
isimleri okuyunuz.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın İnce, ben bilgilendirdim Genel
Kurulu efendim. Bunun haricinde yapabileceğimiz herhangi bir şey söz konusu
değil Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Milletvekili değil mi şu anda Sayın
Balbay?
BAŞKAN – Milletvekili.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Milletvekiliyse lütfen adını okuyunuz.
BAŞKAN – Milletvekili olduğunu da biraz önce belirttim zaten Sayın
İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Yani bu kadar…
BAŞKAN – Genel Kurulu bilgilendirdik bu konuda Sayın İnce,
bilgilendirdiğimiz tarihi de belirttim.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Hayır, Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun efendim…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Başkanlık Divanının keyfî
davranma hakkı yoktur, lütfen okuyunuz.
BAŞKAN – Hayır, keyfî davranmıyoruz Sayın İnce, keyfîlik söz konusu değil.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Yanlış yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz…
Tutumunuz hakkında söz istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun Sayın İnce, iki dakika söz veriyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, önce yemin etsin. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın İnce, bir saniye…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Önce yeminimi edeyim.
BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Önce yeminimi etmek istiyorum. Beni öne
alırsınız herhâlde değil mi arkadaşlar? (CHP sıralarından “Evet” sesleri,
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın İnce, alfabetik sıraya önce siz uymuyorsunuz.
Yemininizi edin Sayın İnce.
Buyurun.
YALOVA:
Muharrem İnce
BAŞKAN – Sayın İnce, tutumum hakkında lehte mi aleyhte mi söz
istiyorsunuz, onu belirtin.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Başkanlık Divanının tutumunun aleyhinde
söz istiyorum.
BAŞKAN – İki dakika süre veriyorum.
Buyurun.
IV.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- İzmir Milletvekili Mustafa Ali
Balbay’ın seçim çevresi ve soyadına göre alfabetik sırası geldiği hâlde isminin
okutulmaması nedeniyle Başkanın tutumu hakkında
MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Biz Büyük Millet Meclisini boykot etmedik, yaptığımız bir protesto
değildir. Bir gazi Meclisi, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı yönetmiş bir meclisi
protesto etmek, boykot etmek bizim haddimiz de değildir, hakkımız da değildir.
(CHP sıralarından alkışlar) Biz bir toplumsal duyarlılık oluşturmak istedik,
biz millet iradesine saygı istedik. Biz milletin oyunun peşine düştük, milletin
oyu burada temsil edilsin istedik. Bizim yaptığımız, sadece milletvekili
arkadaşlarımızın buraya gelmesi değildir, milletin haklarına, milletin oyuna
sahip çıktık. (CHP sıralarından alkışlar) 2002 yılında millet iradesinden söz
edenler, “Muhtar bile olamaz.” denildiği zamanda, burada Cumhuriyet Halk
Partisinin oylarıyla Anayasa değiştirildiği zaman milletvekilliği, başbakan
olma yolu açıldığı zaman bize teşekkür edenler, ne yazık ki aradan geçen dokuz
yıl içerisinde millet iradesini unuttu.
Biz arkadaşlarımıza dokunulmazlık istemiyoruz. Biz arkadaşlarımıza
ayrıcalık istemiyoruz. Biz arkadaşlarımıza af da istemiyoruz. Biz
arkadaşlarımızın adil bir şekilde yargılanması sürsün… Ama Büyük Millet
Meclisine gelip yemin etmeleri engellendiği gibi, şimdi adlarının okunması da
engelleniyor. İşte buna sessiz kalamayız. Lütfen adını okuyunuz. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Kâtip Üye, Sayın Balbay’ın, Sayın Haberal’ın, Sayın Engin Alan’ın ve diğer arkadaşlarımızın, bugün yemin etmeye
gelemeyen milletvekillerinin adlarını okumaya mecburdur. Bu bir keyfî tutum
olur, İç Tüzük ihlali olur, haksızlık olur, vicdansızlık olur, demokrasiye
karşı dik durmak olur.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın İnce.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, tutumunuzun lehinde söz
almak istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Elitaş.
GÜRKUT ACAR (Antalya) – Yemin devam ederken söz kesilmez Değerli
Başkan. Lütfen… Yani hata yapıyorsunuz, bu bir usul hatasıdır.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Elitaş.
İki dakika süre veriyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Biraz önce Grup Başkan Vekili Arkadaşımız bir konuyla ilgili
görüşlerini beyan ettiler. İç Tüzük’ün 3’üncü maddesi
açık ve net, 3’üncü madde der ki: Milletvekilleri seçildikten itibaren ilk
birleşimde yemin ederler ve ilk birleşimde yemin ederken il sırasına göre ve
soyadı sırasına göre çağrılır. İlk birleşimde bazı siyasi partilere mensup
arkadaşlarımız yemin etmediklerinden dolayı -arkasından 3’üncü maddenin son
fıkrasını okuduğunuz takdirde- milletvekilleri bulundukları süre içerisinde ilk
birleşimin başında yemin için çağrılır.
Şu anda Meclis Başkanlığının yaptığı karar,
milletvekillerini, 135 civarındaki yemin etmeyen milletvekilini burada tanıma
imkânı da bulunmadığından dolayı, milletvekili arkadaş buraya gelip: “Ben
şuranın milletvekiliyim, adım da şu.” diye yemine başlaması olmayacağından
dolayı ve belki Meclis Başkanlık Divanının da milletvekillerini tanıma imkânı
ve fırsatı bulunmadığından dolayı bu usul tercih edilmiştir.
Başkanlık Divanının yaptığı iş de, ki 7
Temmuz tarihinde bu 2 milletvekilinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde
olamayacaklarıyla ilgili beyan ifade edilmiş ve ondan dolayı da okunmamaktadır.
Şu anda yapılan işlem, milletvekili arkadaşlarımızın sırayı takip
edebilmeleri açısından ve o anlamda da baktığımızda burada herhangi bir
kargaşaya, karmaşaya meydan vermemek için il sırasına göre yapılan bir
uygulamadır.
Meclis Başkanlık Divanının yaptığı uygulamanın doğru olduğunu
ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Elitaş.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, anlaşıldı ki siz Başkanlık
Divanından arkadaşlarımızın adını okumayacaksınız. O zaman bizim en genç
üyemiz, Mustafa Balbay’ın adını anons eder misiniz?
BAŞKAN – Lütfen Sayın İnce...
Sayın milletvekilleri...
EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) – Mustafa Balbay. (CHP sıralarından
alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Sayın Mustafa Ali Balbay ile
Sayın...
HALUK KOÇ (Samsun) – Sayın Başkan, ikinci sözü istiyorum. 69
açıktır, 2 kişiye lehte, 2 kişiye aleyhte... (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Buyurun.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Sayın Başkan 2 kişi şartı yok ki orada.
BAŞKAN – Önce yemininizi eder misiniz?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, usul tartışması mı, yemin
mi efendim bu?
HALUK KOÇ (Samsun) – Usul tartışmasında 2 kişi lehte 2 kişi
aleyhte Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, yemin mi, usul
tartışması mı?
BAŞKAN – Sayın Koç, önce yemininizi eder misiniz?
HALUK KOÇ (Samsun) – Evet, yeminimi ediyorum.
III.- ANT İÇME (Devam)
1.- Milletvekillerinin ant içmesi
(Devam)
SAMSUN:
Ahmet Haluk KOÇ
BAŞKAN – Buyurun Sayın Koç.
İki dakika süre veriyorum.
IV.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
(Devam)
1.- İzmir Milletvekili Mustafa Ali
Balbay’ın seçim çevresi ve soyadına göre alfabetik sırası geldiği hâlde isminin
okutulmaması nedeniyle Başkanın tutumu hakkında (Devam)
HALUK KOÇ (Samsun) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
İç Tüzüğün…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…
HALUK KOÇ (Devamla) – Sözümü kesmezseniz Sayın Elitaş …
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?
HALUK KOÇ (Devamla) – Müsaade edin de ben söz aldım onu yerine
getireyim.
BAŞKAN – Sayın Elitaş, bir saniye…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, şu anda yemin töreninde;
başka herhangi bir şey konuşulamaz. Sayın Milletvekilinin yerine oturması
gerekir. Usul tartışması olur mu efendim yemin esnasında?
MUHARREM İNCE (Yalova) – E, sen kendin konuştun.
BAŞKAN – Süreniz başlatıldı Sayın Koç.
Sayın Elitaş, başlatıldı, lütfen oturun,
sonra değerlendiririz.
HALUK KOÇ (Devamla) – Sayın Başkan takdirini bu şekilde kullandı,
ben de İç Tüzük’ten doğan hakkımı kullanıyorum.
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
İç Tüzük 69 çok açık. Sayın Başkanın burada takdir yetkisi de
yoktur. Usul tartışması açıldığında 2 kişi lehte, 2 kişi aleyhte, en fazla on
dakika olmak üzere söz verilir.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Hayır efendim, 2 kişi şartı yok.
HALUK KOÇ (Devamla) – Ben de Başkanlık Divanı’nın tutumu aleyhinde
ikinci sözü kullanıyorum.
Sayın Başkan, yemin töreninin yapıldığı 28 Haziran Salı günü
milletvekillerinin adları okunduğunda İstanbul’dan Sayın Engin Alan, İzmir’den
Sayın Mustafa Balbay ve Zonguldak’ta da Sayın Mehmet Haberal’ın isimleri
kürsüye davet edilerek okundu. Bunu o günkü Meclis tutanaklarına bakarsanız çok
açık bir şekilde görürsünüz. 28 Haziran… Bugün 11 Temmuz. Aradan geçen süre
içerisinde Başkanlık Divanının halk oyuyla seçilmiş
milletvekillerinin isimlerini okumama gerekçesini açıklamanız pek mümkün
gözükmüyor. Yani burada isimlerin, İzmir’de Sayın Balbay’ın ve Zonguldak’ta
Sayın Haberal’ın mutlaka isminin zikredilmesi gerekiyor. Bu hatayı düzeltmeniz
gerekiyor.
Burada, Cumhuriyet Halk Partisinin tutumunu arkadaşımız, Grup
Başkan Vekilimiz açıkladı, burada çok açık bir şekilde biz de bir kere daha
tekrar ediyoruz. Burada bizim tavrımız demokratik bir tavırdır. Burada halkın
oylarının peşine düşmüş durumdayız ve Sayın Balbay’ın isminin okunmaması aynı
zamanda İzmir’de Cumhuriyet Halk Partisine ve Balbay’ın bulunduğu listeye oy
veren 500 bine yakın, 300 bine yakın insanımızı da yok saymaktır. Sayın
Haberal’ın da aynı şekilde Zonguldak’ta adının okunmaması Zonguldak’ta
Cumhuriyet Halk Partisine oy veren seçmenleri yok saymaktır. Böyle bir şeye
hakkı yok Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının. Siz seçmen iradesini
burada yok etmekle yükümlü değilsiniz, siz seçmen iradesinin demokratik bir
şekilde Mecliste yansımasına Başkanlık Divanı olarak yardımcı olmak
zorundasınız Sayın Başkan. İki günkü Başkanlık Divanı tutumunu açıklamak mümkün
değildir. Bu konunun mutlaka Başkanlığınız tarafından düzeltilmesi gerekiyor.
Saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Koç.
Siz lehte mi, aleyhte mi Sayın Aydın?
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Lehte efendim.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, “Yemin töreninde yeminden
başka bir şey görüşülemez.” Sayın Elitaş’ın
iddiasıydı bu.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Aydın.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Tabii, değerli arkadaşlar, burada iki hususu birbirinden ayırmak
lazım. Bir: Yemin töreni devam ederken yemin töreni esnasında bir usul
tartışması açılır mı, açılmaz mı hadisesi var. Bir ikincisi de: Yine, bahsi
geçen tutuklu milletvekilleriyle ilgili, isminin zikredilip edilmemesi konusu.
Şimdi, burada bir yanlış bilgi var. Az önceki konuşmacı
arkadaşımız ilk görüşmede dahi isimlerinin zikredilmediğini söyledi. Hâlbuki
ilk yemin töreninde, 28 Haziran’daki yemin töreninde CHP’lilerin de,
MHP’lilerin de bütün milletvekillerinin ismi burada zikredildi. (CHP
sıralarından gürültüler)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Hayır, hayır, hayır!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ayakta alkışladınız.
AHMET AYDIN (Devamla) – Akabinde ne oldu? Evet, ismi zikredildi,
Meclis kayıtlarından, tutanaklarından bulabilirsiniz.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Öyle bir şey demedi.
AHMET AYDIN (Devamla) – Sayın İnce, Meclis tutanaklarını açın,
bakın. Orada, Sayın Oktay Ekşi Meclis Başkanı iken, Geçici Başkan iken burada
bütün milletvekillerinin ismi zikredildi. Siz burada olduğunuz hâlde kalkıp
yemin etmediniz. Onlar burada değildi ama ismi zikredildi.
İkinci husus: Değerli arkadaşlar, bakın, az önce Sayın Başkan da
ifade etti, 7 Temmuz tarihi itibarıyla bu arkadaşların tutuklu olduğu ve
dolayısıyla buraya gelip yemin edemeyecek durumda olduğunu söyledi ve bu,
burada okundu. Okunduktan sonra fiilî bir durum, aynı zamanda
hukuki bir durum söz konusu. Yemin etmeyecekleri de bir gerçek.
Yine, değerli arkadaşlar, Anayasa’mızın 138’inci maddesi,
mahkemelerin bağımsızlığından bahsederken hâkimler görevlerinden bağımsızlardır
-çok işlendi burada- Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani
kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı
yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez,
genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. (CHP sıralarından “Ne
alakası var” sesleri, gürültüler)
Görülmekte olan bir dava hakkında yasama Meclisinde yargı
yetkisinin kullanılmasıyla ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangi bir beyanda dahi bulunulamaz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aydın.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Bir küçük düzeltme yapmam gerekiyor.
Sayın Grup Başkan Vekili, Sayın Koç’un konuşmasında 28 Haziran tarihindeki ilk
yemin töreninde de Sayın Balbay ve Sayın Haberal’ın adlarının okunmadığını
söyledi. Sayın Koç böyle bir şey söylemedi, Sayın Aydın’ın söyledikleri tamamen
gerçek dışı. Kayıtlara da böyle geçsin.
BAŞKAN – Tamam, konu anlaşılmıştır, tutanaklara da geçti.
Teşekkür ediyorum Sayın İnce.
Sayın milletvekilleri, isimleri geçen sayın milletvekillerinin ilk
gün adları okunmuştur ancak önceki birleşimde tutuklu olduğuna dair mahkeme
kararını Genel Kurulun bilgisine arz ettik. Tamamen teknik bir konudur,
tutumumuzda herhangi bir yanlışlık ve değişiklik yoktur.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, Balbay geliyor, kuliste!
BAŞKAN – Bugün yemin etmek isteyenlerin isimlerini okutmaya devam
ediyoruz.
Buyurun.
III.- ANT İÇME (Devam)
1.- Milletvekillerinin ant içmesi
(Devam)
İZMİR (Devam)
Aytun Çıray
Birgül Güler
Hülya Güven
Mustafa Moroğlu
Şükran Güldal Mumcu
Oğuz Oyan
Mehmet Ali Susam
Rahmi Aşkın Türeli
Rıza Mahmut Türmen
Alaattin Yüksel
KAHRAMANMARAŞ:
Durdu Özbolat
KAYSERİ:
Mehmet Şevki Kulkuloğlu
KIRKLARELİ:
Turgut Dibek
Mehmet Siyam Kesimoğlu…
KOCAELİ:
Haydar Akar
Hurşit Güneş
Mehmet Hilal Kaplan
KONYA:
Atilla Kart
MALATYA:
Veli Ağbaba…
MANİSA:
Hasan Ören
Sakine Öz
Özgür Özel
MERSİN:
Aytuğ Atıcı
İsa Gök…
Ali Rıza Öztürk
Vahap Seçer
MUĞLA:
Ömer Süha Aldan
Tolga Çandar
Nurettin Demir
NİĞDE:
Doğan Şafak
ORDU:
İdris Yıldız
SAKARYA:
Engin Özkoç
SAMSUN:
Ahmet İhsan Kalkavan
SİNOP:
Engin Altay
SİVAS:
Malik Ecder Özdemir
TEKİRDAĞ:
Emre Köprülü
Faik Öztrak
Candan Yüceer
TOKAT:
Orhan Düzgün
TRABZON:
Mehmet Volkan Canalioğlu
TUNCELİ:
Hüseyin Aygün…
Kamer Genç
UŞAK:
Dilek Akagün Yılmaz
ZONGULDAK:
Ali İhsan Köktürk
EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) – Mehmet Haberal. (CHP sıralarından
alkışlar; AK PARTİ sıralarından “Otur yerine, otur!” sesi)
BAŞKAN – Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır, okutuyorum:
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A)
Tezkereler
1.- Başbakanlık ve bakanlıklarla
ilgilendirilmesi uygun görülen bağlı, ilgili ve ilişkili kurum ve kuruluşlara
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/9)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başbakanlık ve bakanlıklara bağlı, ilgili ve ilişkili kurum ve
kuruluşların; ekli listede gösterildiği şekilde, karşılarında belirtilen
bakanlıklarla ilgilendirilmesi, 27/4/1984 tarihli ve
3046 sayılı Kanuna 3/6/2011 tarihli ve 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile
eklenen 19/A maddesi uyarınca, Başbakanın teklifi üzerine uygun görülmüştür.
Bilgilerinize sunarım.
Abdullah
Gül
Cumhurbaşkanı
Kurum/Kuruluş Bakanlığı
1 Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı Başbakanlık
2 Türkiye
ve Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Genel Müdürlüğü
3 Devlet Personel
Başkanlığı Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
4 Türkiye İstatistik
Kurumu Başkanlığı Kalkınma
Bakanlığı
5 GAP Bölge Kalkınma
İdaresi Başkanlığı Kalkınma
Bakanlığı
6 Türk Standartları
Enstitüsü Başkanlığı Bilim,
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
7 Küçük
ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Bilim,
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
Destekleme İdaresi
Başkanlığı
8 Milli Prodüktivite
Merkezi Başkanlığı Bilim,
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
9 Türk Patent Enstitüsü
Başkanlığı Bilim,
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
10 Türk Akreditasyon Kurumu Bilim,
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
11 Şeker Kurumu Bilim,
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
12 Devlet Meteoroloji İşleri
Genel Müdürlüğü Orman
ve Su İşleri Bakanlığı
13 Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü Orman
ve Su İşleri Bakanlığı
14 Orman Genel Müdürlüğü Orman
ve Su İşleri Bakanlığı
15 Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı
16 İller Bankası A.Ş. Genel
Müdürlüğü Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı
17 Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı
18 Et ve Balık Kurumu Genel
Müdürlüğü Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
19 Çay İşletmeleri Genel
Müdürlüğü Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
20 Tütün ve Alkol Piyasası
Düzenleme Kurumu Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
21 Yüksek
Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Gençlik
ve Spor Bakanlığı
Genel Müdürlüğü
22 Türkiye Futbol
Federasyonu Başkanlığı Gençlik
ve Spor Bakanlığı
23 Rekabet Kurumu Başkanlığı Gümrük
ve Ticaret Bakanlığı
24 Darülaceze Müessesesi
Müdürlüğü Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.52
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 18.05
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK
(Burdur), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
7’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
VI.- HÜKÛMET PROGRAMI
1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı’nın görüşülmesi
BAŞKAN – Gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında
bulunan Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu
Programı üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.
Görüşmelerde, İç Tüzük’ün 72’nci
maddesine göre, siyasi parti gruplarına, Hükûmete ve şahısları adına 2 üyeye
söz verilecektir.
Genel Kurulun 6/7/2011 tarihli 4’üncü
Birleşiminde alınan karar gereğince, Hükûmet ve siyasi parti grupları adına
yapılacak konuşmalarda süre kırk dakikadır. Bu süre birden fazla konuşmacı
tarafından kullanılabilecektir. Kişisel konuşmalarda ise süre on dakikadır.
Program üzerinde söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla
okuyorum…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, efendim, program üzerinde ilk
sözü alan benim.
Bakın, İç Tüzük’ümüzün 124’üncü
maddesine göre, burada söz isteme…
AHMET YENİ (Samsun) – Yemin etmemiştin.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani Bakanlar Kurulunun listesi Türkiye
Büyük Millet Meclisinde okunduktan sonra…
AHMET YENİ (Samsun) – Yemin etmemiştin o zaman.
KAMER GENÇ (Tunceli) – …söz hakkı o zaman doğuyor ve bakın, ben de
tutanakta Bakanlar Kurulu…
AHMET YENİ (Samsun) – Yemin etmemiştin o zaman.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yahu, bırakın, konuşmayın! Bilmediğiniz
şeylerde konuşmayın ya!
BAŞKAN – Sayın Genç, siz devam edin, dinliyorum ben sizi.
Buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet.
Şimdi, Bakanlar Kurulu listesini Başkan okuyor, (AKP sıralarından
alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, söz istiyorum.” Ondan sonra
-tabii, Sayın Başkan bizi dinlemiyor- “Sayın Başkan” diyorum ben tekrar, “Bu
tezkere hakkında söz istiyorum.” diyorum. Dolayısıyla yani İç Tüzük’ün 124’üncü maddesine göre söz hakkı benimdir. Sayın
Oktay benden sonra gitti, söz istediğini gördüm burada.
Yok yani ben kendimi
savunuyorum da, ilk söz sizinmiş.
AHMET YENİ (Samsun) – Yemin etmediğiniz için…
BAŞKAN – Tamam mı Sayın Genç?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet.
BAŞKAN – Sayın Genç, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun
6 Temmuz 2011 tarihli 4’üncü Birleşiminde Bakanlar Kurulu listesine dair
Cumhurbaşkanlığı yazısının Genel Kurulda okunmasından sonra program üzerinde
söz istediğiniz doğrudur.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet.
BAŞKAN – Ancak o tarihte henüz yemin etmemiş olmanız nedeniyle
yasama faaliyetlerine katılamayacağınızdan söz talebiniz Başkanlıkça işleme
alınamamıştır.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, bu konuda usul tartışması…
63’üncü maddeye göre tutumunuz hakkında söz istiyorum.
BAŞKAN – Hayır, Sayın Genç, neyin tartışmasını yapacağız? Anladım
da, hangi…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, yaptığınız hata. İç Tüzük’te yemin etmeyen milletvekilinin yasama faaliyetine
katılmayacağına ilişkin bir hüküm yok. İsterseniz bir usul tartışması…
BAŞKAN – Anladım da Sayın Genç, bu konu şimdiye kadar Türkiye
Büyük Millet Meclisinin…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama Sayın Başkan, rica ediyorum efendim.
Yani tabii söz hakkımı vermiyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz.
BAŞKAN – …bu açılış döneminden bugüne kadar getirildi, yeni mi açacağız
şeyi? Bu konuya karar verildi zaten.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, bakın, 63’üncü maddeye göre…
BAŞKAN – Daha önce sayın milletvekillerine, hiç kimseye yemin
etmeden söz verilmedi Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bakın, 63’üncü maddeye göre
tutumunuz hakkında söz istiyorum. Biraz önce açtınız, 63’üncü maddeye göre bu
usul tartışmasını açmak zorundasınız efendim.
BAŞKAN – Hayır, açmak zorunda değilim Sayın Genç ama bakın…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, öyle efendim. Bakın, 63’üncü madde:
“Bu yolda bir istek yapılırsa yerine getirir.” diyor. Rica ediyorum, biraz önce
de usul tartışması açtınız.
Yaptığınız hata, isterseniz bir usul tartışmasını açalım, siz
zaten çoğunluksunuz…
BAŞKAN – Sayın Genç, usul… Olmayan bir şeyi niye açalım yani?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, çok hata ediyorsunuz. Söz hakkı
benim değil mi? Yemin etmeme…
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı günden bu tarafa
yemin etmeyen sayın milletvekillerine söz verilmedi.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Kaldı ki Sayın Başkan… Sayın Başkan…
BAŞKAN – Zaten konuşacaklarınızı, söyleyeceklerinizi de
söylediniz, tutanaklara geçti.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bakın, ben bu yeminden önce 5
defa bu yemini yaptım, daha benim yemin şeyim devam ediyor. (AK PARTİ
sıralarından gülüşmeler) Yani bu kürsüde 5 defa yemin ettim, bu 6’ncı yemini
yapıyorum, dolayısıyla milletvekilliği sıfatım da devam ediyor. Usul
tartışmasını lütfen rica ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Rica ediyorum…
BAŞKAN – Açılması gereken yerde usul tartışmasını açarız…
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Başkanım, açılacak bir durum yok ki.
BAŞKAN – …ancak yemin etmediğiniz hâlde talepte bulunmuşsunuz,
bunu da Başkanlık işleme koymadı yemin etmediğiniz için.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, bir usul tartışmasını açın, bana söz
vermiyorsanız ben haklı olduğumu izah edeyim.
BAŞKAN – Hayır, lütfen Sayın Genç… Bundan sonraki konularda usul
tartışması istersiniz, yemin ettiğiniz için işleme konulur.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Hakkın suistimali
efendim, siz devam edin Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Veya işlem yapıp yapmadığı konusunda…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, rica ediyorum, bakın, usul
tartışmasını açar mısınız?
BAŞKAN – Lütfen Sayın Genç…
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, siz devam edin.
BAŞKAN – Bir sayın milletvekilinin, sadece, istemesiyle olmaz ki
İç Tüzük’e uygun olması gerekir yani bizim…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, 63’üncü madde açıktır. Bakın,
ben, söz hakkımı kullanma konusunda size gerekçesini izah edeceğim.
BAŞKAN – Sayın Genç, teşekkür ediyorum, sözleriniz zaten
tutanaklara geçti.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, bakın, burada haksızlık
yapıyorsunuz.
BAŞKAN – Lütfen… Niye haksızlık yapıyorum?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Söz hakkı benim.
BAŞKAN – Eğer ortada bir haksızlık varsa benim yaptığım değil
yani.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Çünkü benim milletvekili sıfatım sona
ermemiştir. Ayrıca da İç Tüzük’ü ben izah edeyim
size. Ya, rica ediyorum…
BAŞKAN – Sayın Genç, siz…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, usul tartışmasını açın…
BAŞKAN – Niye açacağım usul tartışmasını? Siz yemin etmeden böyle
bir hakkınız, böyle bir talep…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, verdiğiniz zaten iki
dakikalık bir süre yani usul tartışmasını açarsanız memnun olurum efendim.
BAŞKAN – Sayın Genç, usul tartışmasını bu saatten sonraki
taleplerinizle ilgili açabiliriz, yemin ettiniz çünkü bir önceki oturumda.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, benim söz hakkımı alıyorsunuz.
Tutumunuz hakkında 63’üncü maddeye göre söz istiyorum efendim.
BAŞKAN – Sayın Genç, söyledikleriniz tutanaklara geçti, konu
anlaşıldı.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, tutanaklara geçmesi önemli değil,
kafalara geçmesi önemli.
BAŞKAN – Usul tartışması açacak herhangi bir şey söz konusu değil.
Lütfen….
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani kimse okumuyor ki tutanakları.
BAŞKAN – Lütfen oturur musunuz…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani çok keyfî hareket ediyorsunuz Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan
Bakanlar Kurulunun programı üzerinde söz talepleri: Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Devlet Bahçeli, Osmaniye Milletvekili; Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul
Milletvekili; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Mahir Ünal, Kahramanmaraş
Milletvekili; Ömer Çelik, Adana Milletvekili; şahısları adına Oktay Vural,
İzmir Milletvekili ve Lutfi Elvan, Karaman Milletvekili.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Devlet Bahçeli,
Osmaniye Milletvekili.
Buyurun Sayın Bahçeli. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)
Süreniz kırk dakikadır.
MHP GRUBU ADINA DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip
Erdoğan Başkanlığında kurulan 61’inci Cumhuriyet Hükûmetinin Programı hakkında
Milliyetçi Hareket Partisinin görüş ve düşüncelerini açıklamak üzere söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle siz değerli milletvekili arkadaşlarımı en içten sevgi
ve saygılarımla selamlıyorum.
12 Haziran seçimlerinden sonra oluşan 24’üncü Dönem Türkiye Büyük
Millet Meclisinin yapacağı çalışmalarda üstün başarılar diliyorum. Bu yeni
yasama döneminin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Milletvekilliği genel seçimi sonucunda Meclisimizde temsil imkânı bulan siyasi
partileri bu vesileyle bir kez daha kutluyorum. Cenabıallah’tan
niyazım odur ki önümüzdeki sıkıntılarla dolu sürecin inşallah kazasız belasız
aşılarak milletimizin daimî huzuru ve birliği için gereken çabaların
gecikmeksizin gösterilmesidir. Bu itibarla 24’üncü Dönem Türkiye Büyük Millet
Meclisinin, demokrasinin asıl anlam ve içeriğine kavuşmasında, istikrar ve
toplumsal barışın gerçekleşmesinde önemli katkılar sağlayacağına inanıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çatısı altında bulunmaktan
iftihar ettiğimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi millet iradesinin somutlaştığı
ve temsilcileri eliyle anlam kazandığı kutlu bir mekândır. Bu tarihî ve kutsal
emanetin değerini küçültecek, itibarını düşürecek ve sahip olduğu derin manayı
incitecek her türlü tartışma ve çekişmeden uzak tutulması gerekmektedir. İtiraf
etmem lazımdır ki Türkiye Büyük Millet Meclisi düşman silahlarının tasallutu
altında dahi âciz ve yetersiz olmamıştır, her ne sebeple olursa olsun boykot ve
protesto gibi sonuçsuz eylemlere de muhatap kalmamış ve karşılaşmamıştır. Ne
var ki 12 Haziran seçimlerinin ardından gerçekleşen milletvekili yemin
merasimindeki boykot ve protesto girişimleri maalesef gazi Meclisin manevi
şahsiyetini ihlal ve rencide etmiştir. İktidar partisinin gerilimi tırmandırıcı
yaklaşımı, ana muhalefet partisinin inatçı tavrı yaklaşık iki haftalık bir
süredir ülke gündemini meşgul etmiştir. Meclisin çalışma düzenini tehdit eden
ve millet iradesinin işleyişini sakatlayan bu görüntünün çözüm kulvarına girmesi hepimiz açısından sevindiricidir.
Yemin krizine gerekçe gösterilen tutuklu milletvekillerinin
ısrarla ve herhangi bir yasal engel olmaksızın serbest bırakılmamaları,
demokrasi ahlakı gereği Mecliste bulunan hepimizin meselesi olmalıdır.
Hukuk sisteminde adalet herkesin yararına işlemeli ve toplumun
temel çıkarlarını dikkate almalıdır. Esasında millet iradesinin dört duvar
arasında bulunuyor olması, bir bakıma ileri demokrasi sözlerini nasıl okumamız
gerektiğiyle ilgili de bize önemli ipuçları vermektedir.
Türkiye’nin sorunlar ve krizler bataklığından kurtulacak azmi
göstermesinin yegâne yolu millet iradesine sahip çıkmaktan geçmektedir.
Mahkûmiyeti onaylanmamış, suçlu olup olmadıklarıyla ilgili hukuki netliğin
belli olmadığı milletvekilleri, emin olun ki en başta Türkiye Büyük Millet
Meclisinin onur konusudur.
Bu itibarla, iktidarıyla muhalefetiyle siyasi ilke ve ahlak
ölçülerinde buluşmak ve çözüm odaklı pozisyon almak Meclisimizin
güvenilirliğini muhafaza etmek açısından önemli bir adım olacaktır. İçinden
geçtiğimiz süreçte bitirilmesi amacıyla mesai ve emek sarf edilen siyaset ve
demokrasi krizinin daha büyük bir krize evrilmemesi
için özenli, hassas ve dikkatli hareket edilmelidir. Zira, millet iradesinin
tazelendiği bugünkü ortamda Meclisin kaos merkezi
olarak varlığını sürdürmesi, sosyal ve ekonomik dengesizliklerin tahkim ettiği
fay hatlarını çatlatabilecektir. Bu da tabii olarak ağır bir maliyet demektir
ve sonucuna hiçbir suçu, günahı olmayan milyonlarca vatandaşımızın katlanması
anlamına gelecektir.
Değerli milletvekilleri, 12 Haziran milletvekilliği genel
seçimlerinin sonucunda yeni bir Meclis ve iktidar yapısı ortaya çıkmıştır.
Geçerli oyların seçime katılan siyasi partilere dağılımı sonucunda Adalet ve
Kalkınma Partisi yüzde 49,83’lük oy oranıyla 327 milletvekili sayısına ulaşmış
ve üçüncü defa tek başına iktidar olma fırsatını elde etmiştir. Bizim,
milletimizin tercihine ve takdirine sonsuz hürmetimiz vardır. Adalet ve
Kalkınma Partisinin bu oy oranı siyasi mücadele içinde olan bir partinin
alabileceği çok önemli bir neticedir.
Milletimiz sosyoekonomik sorunlarına rağmen Adalet ve Kalkınma
Partisine oy vermiş ve bir dönem daha ülke yönetiminde kalmasını istemiştir.
Cepheleşmelere, kavgalara, bölünme alarmına ve bunun sonucunda yoğunlaşan
huzursuzluklara takılmadan, önümüzdeki dört yıl için AKP’ye onay vermiştir.
Bizim, parti olarak buna da saygı duymaktan başka yapacağımız bir şey yoktur.
Şüphesiz AKP büyük bir sorumluluk ve veballe karşı karşıyadır.
Artık AKP’nin önünde sorunları bitirme konusunda elini tutan, engel ve zorluk
çıkaran herhangi bir bağlayıcı faktör kalmamıştır. Bundan sonra, aldığı yüksek
millet desteğiyle önü açıktır. Sığınacağı ve saklanacağı bir mazereti
bulunmamaktadır. Maharet yüksek oy oranı almaktan daha çok, bunun gerektirdiği
siyasal sonuçları ve değerleri üretmektir. Milletimiz verdiği yetkinin nasıl ve
ne şekilde kullanıldığını mutlaka sorgulayacak ve lazım gelen notlarını günü
gününe alacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak da Adalet ve Kalkınma
Partisi İktidarının plan ve programının uygulama aşamalarını sürekli olarak
takip edeceğimizi ve milletimizin bize verdiği muhalefet görevini en iyi
şekilde yerine getireceğimizi bu vesileyle hatırlatmak isterim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sosyal, siyasal ve ekonomik
ilişkilerin temelinde güven olgusunun hayati bir niteliği vardır. Karşılıklı iş
birliğine, denge ve uzlaşmaya dayalı bir zihniyetin varlığı, yönetimlerin,
sistemlerin ve rejimlerin işleyişinde önemli rol oynamaktadır. Tutulmayan
sözlerin, çiğnenen millî prensiplerin, yerine getirilmeyen vaatlerin ve
görmezden gelinen yeminlerin neden olacağı tahribatlar da büyük olmaktadır. Hiç
şüpheniz olmasın ki kalıcı ve sürdürülebilir müzakere zeminine yaslanmış,
hoşgörüden ve iyi niyetten beslenen siyasal tutumlar, ön alan ve riskleri
bertaraf eden bir yönetim felsefesiyle birleşirse geleceğin aydınlık resmi fluluktan kurtulacaktır.
İlave olarak, tarihin ve coğrafyanın yüklediği millî sorumluluk
anlayışıyla hareket edilmesi, her güçlüğün üzerinden gelecek şuura ulaşmayı
kolaylaştıracaktır. Güven erozyonuna maruz kalmış milletlerin gelişme ve
ilerleme yolunda önemli psikolojik ve sosyolojik engellere muhatap kaldığı bir
hakikattir.
Açıktır ki yeni çağın en belirgin
dinamikleri arasında güven temelli ilişkiler ağını kurumsallaştırma hedefi
bulunmaktadır. Bunun farkına varmış milletler, kendi devlet ve toplum
hayatlarındaki gelgitlere, sarsıntılara karşı dayanıklı ve dayanışmacı bir
karakter sergilemektedir.
Günübirlik çekişmelerin içine hapsolmadan, çapsız ve vizyonsuz döngülerin çekim alanına kapılmadan yolunda
yürüyen ülkelerin en bariz özelliği, karşılarına çıkan sorunları çözme
konusunda ortaya çıkmaktadır. Demokrasi işte böylesi bir durumda istikrar ve
düzen sağlayıcı dinamiklere kapı aralamakta ve bunları da teşvik etmektedir.
Propagandanın aldatıcı yüzüne makyaj sürüp ayakta kalmaya çalışan siyasi
aktörler ise eninde sonunda gizledikleri ve üstünü örttükleri anormalliklerle
karşılaşmaktadır. Bugünü kurtarmanın sinsiliğine ve aldatmanın kolaycılığına
teslim olanlar geleceği planlamaktan bihaber şekilde uğrayacakları hezimet dolu
günlere sürekli olarak kürek çekmektedir. Vermemiz gereken karar başlangıçta
şundan ibarettir: Büyük düşünen, uzun vadeli plan yapan stratejik aklı mı
oluşturacağız, yoksa konjonktürel ve küçük hesaplar
yapan taktik manevralara teslim mi olacağız? Bunu düşünecek olan da öncelikle
siyasi sorumluluk mevkisinde bulunan Adalet ve
Kalkınma Partisinden başkası değildir. Demokratik kültürü olgunlaştırmadan ve
bunu bire bir uygulayacak niyetlere, davranışlara prim vermeden çıkılacak her
yolun mutlaka akamete uğrayacağını aklımızdan bir an olsun çıkarmamalıyız.
Türkiye’deki yaşanılan her meseleyi dile getirmeye çalıştığım bu hususlar
paralelinde ele almak ve değerlendirmek lazımdır. Yoksa dünden alınmamış
derslerin ve inkâr edilen bunalımların bedelini önümüzdeki dönemde misliyle
ödemek zorunda kalacağımızdan herkes emin olmalıdır.
Ülkemizin boğuştuğu ve altında ezildiği sorunlar düğümünün
çözülmesi yönünde vakit kaybına ve emek israfına artık milletimizin tahammülü
kalmamıştır. Bu çerçevede, Milliyetçi Hareket Partisi olarak muhalefet görevine
sahip olmamıza rağmen büyük bir sorumluluk ve duyarlılık içinde hareket ettik,
ediyoruz. Son yemin ve boykot krizinde partimizin kilit açıcı ve demokrasiyi
sahiplenici tavrı en az 367 garabetinin aşılması kadar değerli ve kıymetlidir.
Bir kere, düşünün, partimiz de cezaevinde tutulan milletvekilini bahane ederek,
göstererek yemin etmekten imtina etseydi Meclisin ve siyasetin hâli acaba nasıl
olurdu? Milliyetçi Hareket Partisinin de olmadığı bir Meclis yapısında siyaset
ve demokrasi krizinin nerelere ulaşacağıyla ilgili içinizde bir fikir
yürüteniniz var mıdır? Fırsattan istifade ederek “Muhalefet gelmese de Meclis
çalışır.” demek aslında bastırılmış Baasçı zihniyetin
yansımasından başka bir şey değildir. Bunun için önümüzdeki dönemde özellikle
iktidar partisi sahip olduğu sayısal ve siyasal çoğunluğu hiziplerin bilenmesi
ve kavgaların alevlenmesi yönünde seferber etmemeli ve aşırı kibirden
kesinlikle kaçınmalıdır. Beklentim, programını görüştüğümüz 61’inci Cumhuriyet
Hükûmetinin de bu çerçevede hareket etmesi ve bunu da hatırından hiç
çıkarmamasıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz üzere Adalet ve
Kalkınma Partisinin kurduğu 4’üncü Hükûmetin güven oylaması sürecindeyiz.
AKP’nin bundan önceki üç hükûmeti maalesef ülkeyi felaketlerin eşiğine kadar
getirmiştir. Dokuz yıla yaklaşan hükûmet yılları söylenenin aksine taviz,
teslimiyet ve talan sacayağına oturmuştur. Toplumsal kutuplaşma, ekonomik türbülans, siyasi kriz ve etnik bölücülük AKP’nin yanlış ve
kastı aşan politikalarından dolayı üremiş ve yayılmıştır. Demokrasinin içinin
boşaltılması ve güven duygusuna vurulan darbeler son vatanımızdaki varlığımızı
üst düzeyde tehlikeye atmıştır. Ekonomik gerilik, istikrarsızlık içinde
bocalayan sosyal bünye geleceğe iyimser bakmamıza ziyadesiyle manidir. AKP’nin
siyasi tercihlerinden edindiğimiz ve şahit olduğumuz tecrübeler ve gerçekler
bundan sonrası için umutlu olmamıza izin vermemektedir. Bu itibarla, 61’inci
Hükûmet Programı milletimizin asıl sorunlarını omurgasından kavrayacak ve meseleleri
çözecek siyasi ferasetten fazlasıyla uzaktır. Şu kadarını söyleyebilirim ki
program aziz milletimizin bunaldığı ve çıkış aradığı sorunların bütünüyle
bitirilmesi için farklı ve yeni bir şey getirmemiştir.
Görüldüğü kadarıyla 61’inci Cumhuriyet Hükûmeti yeni anayasa
hazırlığını gündeme bir kez daha taşımıştır. Hatırlanacağı üzere 22 Temmuz 2007
seçimlerinden sonra kurulan 60’ıncı AKP Hükûmeti de yeni anayasa yapımı
konusunda irade beyanı göstermişti. Bilim adamlarından teşkil edilmiş bir gruba
anayasa çalışması havale edilmiş, ortaya çıkan taslak Başbakan Erdoğan’a
sunulmuştu. 2007 yılından bu yana süren yeni anayasa tartışmaları 61’inci
Hükûmetin programında da kendisine yer bulmuştur, ancak yeni anayasayla amacın
ne olduğu, nasıl bir değişiklik yapılmak istendiği ve muhteviyatının,
sınırlarının ne olacağı hususları boşlukta kalmıştır. Sanki her sorunun bir tek
müsebbibi gibi takdim edilen Anayasa’nın yeniden yazılmasıyla Türkiye belini
doğrultacak ve ayağa kalkacaktır.
Bu çerçevede, Başbakan Erdoğan önümüzdeki dönemi yeni anayasa
dönemi olarak tanımlamaktadır. Bizim dikkatle izleyeceğimiz bu süreçte,
planlanan yeni anayasanın nasıl bir zihin ve yöntem benimsenerek dışlayıcı
değil kapsayıcı, ötekileştirici değil kucaklayıcı,
ayrıştırıcı değil bütünleştirici, baskıcı değil özgürleştirici olacağıdır.
Huzurlarınızda Sayın Başbakan ve Hükûmetine açıkça sormak
istiyorum: Hükûmet Programı’nda sunulduğu şekliyle toplumsal çeşitliliği de bir
zenginlik olarak kabul eden, tek sesliliği değil çoğulculuğu öne çıkaran bir
metnin içeriğinde neler olacaktır? İzah edilmesi gereken en temel husus,
toplumsal çeşitlilikten neyin anlaşılacağıdır.
Başbakanın sunuş konuşmasının satır aralarında dile getirdiği dil,
din, mezhep, etnik köken gibi konularda ortaya çıkan çok boyutlu ve kalıcı
çözüm arayışlarının bu dönemde de sürmesi yönündeki kararlılığın Anayasa’yla
bir ilgisi var mıdır? Bu kapsamda, planlanan yeni anayasada etnik kimlikler
tanımlanacak mıdır? Mahallî ölçekteki dillerin Anayasa’ya sokulması için bir
niyet ve çaba gösterilecek midir? Hatta eğitim ve öğretim dili olması yönünde
tavır alınacak mıdır?
Türk kimliğinin esnetilerek anlamsızlaştırılması ve “Türkiyelilik”
çarpıtmasıyla geriletilmesi düşünülmekte midir?
Anayasa’nın 66’ncı maddesinde anlamını bulan “Türk Devletine
vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” millî inancından ödün
verilecek midir?
“Türk Milleti” ifadesinin zedelenmesi, aşındırılması ve Türklük
vurgusunun değiştirilmesi maksadıyla bir girişimde bulunulacak mıdır?
Üniter yapının sulandırılarak
cumhuriyetin kurucu değerlerinden ve vazgeçilmez niteliklerinden taviz
verilecek midir?
Anayasa’nın “Başlangıç” kısmındaki bütünlüğün bozulması,
değiştirilmesi akıllardan geçmekte midir?
Bölücülüğün anayasal statü taleplerinin karşılanması için yeri ve
zamanı geldiğinde karşılanmak üzere bir söz verilmiş midir? Ve elbette,
Anayasa’nın ilk üç maddesi ile kilidi konumundaki 4’üncü maddesi hakkında
planlanan nedir?
Bizim yeni anayasa konusunda cevabını duymayı ve öğrenmeyi
istediğimiz sorularımız şimdilik bunlardır. Tavrımızı ve içine gireceğimiz
siyasal tutumu bu önemli sorulara verilecek karşılıklara göre oluşturacağız.
Yine Sayın Başbakan Türkiye’nin önünde engel olarak duran
sorunların çözümü konusunda attıkları büyük adımlarla neyi ima etmeye
çalışmaktadır? Eğer buradaki maksat, PKK açılımı doğrultusunda atılan adımlar
ve bunun takviye edilmesi niyeti ise ortada büyük bir mesele var demektir. Bu
kafa yapısıyla denizi geçip de derede boğulmayacaklarını düşünüyorsa
yanıldıklarını mutlaka anlayacaklardır çünkü Türk milleti ne denizden geçmiştir
ne de derenin kenarındadır, kör ve karanlık bir kuyunun etrafına mahkûm edilmiş
bir şekilde yaşamaya zorlanmaktadır, ya uçurum ya çözüm ya kuyunun dibi ya da
zillete boyun eğmesi istenmektedir. Bizim, parti olarak, dibi görünmeyen
kuyulardan su içmemiz, netleşmemiş ve şaibe yüklü emellerle aynı hizada
bulunmamız eşyanın tabiatına aykırı olacaktır.
Bununla birlikte, yeni anayasa hazırlığı süresince geniş bir
uzlaşmanın sağlanacağı sürekli olarak gündemde tutulmaktadır. Bunun ilk bakışta
cazip ve çekici bir tarafı olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Ancak en
temel konularda bile müştereklerin yakalanamadığı, keskinliklerin
törpülenemediği bir ortamda bu uzlaşma iklimi nasıl tesis edilecektir?
Demokrasiyi keyfînce eğip büken bir bakış ve değerlendirme açısıyla geniş
ölçekli bir mutabakata nasıl varılacaktır? Muhalefeti önemsemeyen, şeklî bir
unsur olarak kabul eden ve esasa müdahil olmasının önünü açmayan bir zihniyetle
karşılıklı güven nasıl kurulacaktır?
Kanlı terörün eylemlerini artırdığı, şiddetin yaygınlaştığı, suç
ve asayişsizliğin yükseldiği, şike iddialarının toplumsal yapıyı yangın yerine
çevirdiği bir ortamda geniş bir uzlaşma alanı oluşturmak çok güçtür.
Lütfen dikkat buyurunuz değerli arkadaşlarım, 12 Haziran
seçimlerinden bu tarafa şehitler birer birer vatan topraklarına emanet
edilmektedir. Hakkâri Yüksekova’da kalleşçe, hunharca ve kahpece arkadan
vurulan uzman çavuşlar Murat Özkozanoğlu’nun ve Yahya
Karakaya’nın acıları tazeliğini hâlâ korumaktadır. Biz, bütün şehitlerimize Cenabıallah’tan rahmet, yaralılarımıza şifa, milletimize
sabır ve başsağlığı dileklerimizi tekrarlıyoruz. Bu yetmiyormuş gibi daha
birkaç gün önce de 2 askerimiz eşkıyalar tarafından kaçırılmıştır. Sorarım
sizlere, bu vahşetten dolayı yüreğiniz sızlamıyor mu? Terörün azgınlaştığı ve
zıvanadan çıktığı bir ülke manzarasında “barış”, “özgürlük” ve “insan hakları”
kavramlarının eğer kandırmaca değilse ne olduğuyla ilgili aranızda net bir
görüşü olanınız var mıdır? Özellikle AKP’li arkadaşlarımdan birçoğunun vatan ve
millet konularında ne kadar hassas olduklarını iyi biliyorum, vicdanlarının
kanadığını, yüreklerinin yandığını ve ama seslerini çıkaramadıklarını
düşünüyorum.
Gencecik vatan evlatlarımız milletimizin selameti için can
verirken İmralı’yla anlaşma arayışlarının, sözde barış görüşmelerinin Türk
milletine büyük bir hakaret olduğunu inkâr edeniniz var mıdır? Geride kalan
yetimlerin, anaların, bacıların, gelinlerin gözyaşlarını nasıl telafi edeceğiz?
Bir tarafta İmralı’dan, Kandil’den kirli özgürlük ve demokrasi beyanları
gelmektedir, diğer taraftan da sevk ve idare ettikleri caniler ölüm kusmaktadır
ve ne yazık ki Başbakan sessizdir, tepkisizdir ve bir şey olmamış gibi kanlı
senaryoyu izlemektedir. Yeni yetme devletlerin bile karşı çıkacağı, tavır
koyacağı meselelerde şayet muhatap küresel güçler ise yine sessiz durulmakta,
boyun eğilerek sorunlar göz ardı edilmektedir. Süleymaniye’de askerlerimizin
başına çuval geçirildiğinde, Irak’ta 5 polisimiz şehit edildiğinde, Barzani
açık savaş ve fitne tehdidinde bulunduğunda, Ermenistan Hükûmetinin taciz ve
tehditleri söz konusu olduğunda da Hükûmetin malum silik tavrı kendini
göstermişti.
Hükûmet Programı’nda sözde millî birlik ve kardeşlik projesinin
sürdürüleceği yönündeki ifadeler, acımasız ve gaddar terörün faaliyetlerine hız
kesmeden devam edeceğine açık kanıttır. Yakın coğrafyalarımızda barış ve huzur
arayışında olduğunu dile getiren AKP Hükûmeti, ülkemizde şehidin ve
saldırıların olmadığı bir tek güne hasret kaldığımızı ne zaman anlayacaktır?
Sayın Başbakan başka milletlerin birliği ve beraberliği için yabancı
başkentlerde kapı kapı dolaşırken, kendi milletinin
birliğini sağlamaktan çok uzak bir anlayışın, ayrımcı, yıkıcı ve
farklılaştırıcı söylemlerin kabından taştığını daha hangi misallere bakarak
idrak edecektir? Yıllardır ulaşamadığı siyasi hedeflerine yeni anayasayla
ulaşma umuduna kapılan etnik terör örgütü, Hükûmetin zayıf ve yumuşak tarafını
keşfetmiştir; ne kadar kan dökerse Hükûmeti o kadar sıkıştıracağını, yapacağı
eylemlerin şiddeti kadar taviz kopartacağını anlamıştır ve hedef gözetmeksizin
eylemlerini tırmandırmaktadır.
Terör maşalarıyla kurulan müzakere masalarında belirlenen protokol
zırvaları, sözde barış ve anayasa konseyleri, milletimizle alay edercesine kamuoyuna
servis edilmektedir. Şurası bir gerçektir ki, bölücü terörle yapılan
pazarlıkların nerede duracağı ve hangi tavizlere meydan vereceği muammadır.
Verilenlerle talep edilenler arasında her zaman fark olacak, şüphe etmeyiniz ki
bölücü niyetler doymak ve tatmin olmak bilmeyecektir. PKK,
varlığını sürdürebilmek için uluslararası destekçisi hiç eksik olmayan, kimin
işine yarayacaksa ona hizmet eden ve elden ele devredilen bir örgüt olarak
ülkemizin çeyrek yüzyılına ağır darbeler vurmuştur ve elbette ki, PKK kadroları
da kendilerine göz yumulacak küresel emellerle iş birliğine girmişler, bazen
İsrail’in, bazen Suriye’nin, bazen Kıbrıs Rum yönetiminin, Yunanistan’ın,
Avrupa’nın ve Amerika’nın himayesiyle diri durmayı başarmışlardır. Bunlar
PKK hakkında bazı gerçeklerdir ve konuyla ilgili uzman olmayan kişilerin bile
bileceği güncel olaylar ve gelişmelerdir. Geldiğimiz bugünkü aşamada terörle
huzur arasında tarafsız bir alan olmadığını herkes bilmelidir. Özgürlük ve
barış kavramlarını istismar ve ters yüz ederek kanlı hesapların üzeri asla
örtülemeyecektir.
Bu gerçekler ortada dururken 61’inci Hükûmet Programı’nda terörle
mücadeleye dair en ufak bir kararlılık ya da söz olmaması kabul edilemezdir ve
Hükûmetin nasıl bir zafiyetin içine düştüğünü açıkça göstermektedir.
Zannedersiniz ki, ülkemiz günlük güneşliktir, millet olarak bölücülük diye
derdimiz ve endişemiz bulunmamaktadır, dağlarımızda silahla gezenler sanki
özgürlük savaşçısıdır ve meşru haklarını aramaktadır. Millî güvenliğimize
yönelik tehditleri hafife alan bir hükûmet etme anlayışının millet ve devlet
bekasını korumak için hiçbir fedakârlıkta bulunmayacağını görmek gerekmektedir.
Eğer İmralı’yla yapılan görüşmelerde terörle mücadele edileceğine dair bir
ifadenin Hükûmet Programı’na konulmaması söz verilmişse emin olun, bunu ne aziz
milletimiz bağışlayacaktır ne de Cenabı Allah affedecektir. (MHP sıralarından
alkışlar) Hele Milliyetçi Hareket Partisi hiçbir zaman, bu acziyeti
gösteren art niyetli muhataplarını unutmayacaktır.
Tekrar hatırlatmak isterim ki, terör ve bölücülük yıllardan
beridir, Amerika Birleşik Devletleri’yle yapılan sonuçsuz pazarlıklardan,
tezkereye rağmen yapılamayan kara harekâtından, peşmerge
reisine tam teslimiyetten, Habur’daki terörist karşılama törenlerinden,
bölünmeyi Anayasa’ya yedirme arayışından ve etnik kimlik tahrikinden dolayı
artmıştır. Şimdi de 61’inci Hükûmet Programı’nda, hiçbir şey yokmuş gibi
terörle mücadeleden zerre kadar bahsedilmemekte, Türk milletinin birliğine ve
varlığına dönük suikastlar yok kabul edilmektedir. Yalnızca bu bile bizim
61’inci Hükûmete güven duymamamız için yeterli nedendir. Milliyetçi Hareket
Partisi, bu hâliyle programının baştan mahzurlu ve sorunlu olduğunu düşünmekte,
güvensizliğin, işgüzarlığın ve kötü niyetin programının ruhuna sindiğini net
olarak görmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 61’inci Hükûmetin
programında “ileri demokrasi” vurgusuna özel bir atıf da yer almıştır. Bu
dönemde demokratikleşme hedefinin ileri demokrasi olacağı iddia edilmiştir.
Toplumsal sorunlardan daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlük ekseninde
çözüleceği programda yer bulmuştur. Bu çerçevede farklılıkları zenginlik olarak
görmenin ve çatışma konusu olmaktan çıkarmanın herkesin sorumluluğu altında
olduğu hatırlatılmış, her kimliğin kendisini rahatça ifade edebileceği ve
geliştireceği ve kimliklere saygı esasına dayanan birlikteliğin esas alındığı
ortaya konulmuştur. Üstelik Sayın Başbakan, tek kişi dahi olsa her
vatandaşımızın diline, inancına, kültürüne, değerlerine, yaşam tarzına ve tüm
farklılıklara saygı göstereceklerini söylemiştir. Anlaşıldığı kadarıyla sözde
Kürt sorunu da bu kapsamda formüle edilmektedir. Ne üzücüdür ki Türk milleti
farklılıkların yok edici ve ezici alanına sıkıştırılmıştır. Elbette herkesin
inancına ve anasının diline bizim de saygımız vardır ve başkası da zaten
düşünülemeyecektir. Ancak farklılıklara yapılan özel vurgu, etnik kimliklerin,
ayrılıkçı eğilimlerin ve otonom hareket etme taleplerinin önünü açacaktır.
Bilinmelidir ki farklılıklar özendirilerek millet yapısı güçlenmiş
olmayacaktır, bilakis var olan derin bağlar gevşeyecek, incelecek ve kırılgan
bir noktaya gerileyecektir. İşin tehlikeli tarafı ise farklılıkların okşanması
farklı olduğunu düşünenlere bir fırsat kapısı aralayacak, tanınma, teslimiyet
ve özerklik beklentilerinin azmasına neden olabilecektir. Asırların göz nuru,
alın teri ve şehit kanıyla vücut bulmuş Türk milletinin ayrılmaz ve sarsılmaz
bütünlüğü müşterekliklerin vurgulanmasıyla korunacaktır. Farklılıkları davet
ederek bağları güçlendirecekleri zehabına kapılanların ya zihinleri iflas etmiş
veya sömürgecilik tuzağının içinde bilinçlerini kaybetmişlerdir.
Bütün itirazlarımıza rağmen kurulan etnik kuluçka dönemi bugün
çatlamaya ve içinden ise korkunç sesler duyulmaya başlamıştır. Bu, dağılmanın,
ayrışmanın, bölünmenin ve bin yıllık kardeşlik hukukunun bitmesinin narasıdır.
Başbakan Erdoğan yine vahim bir yanlışın içine düşmüş ve ayrı
kültürden bahsederek gaflet yolunda inatla ilerlediğini göstermiştir.
Hatırlatmak isterim ki, Türk milletinin binlerce yılda oluşturduğu kültürü
belli ve ortadadır. Eğer vatan aynı duruyorken üzerinde birden fazla kültür
vasat bulursa emin olun parçalanma kaçınılmaz olacaktır. Ya da şu ya da bu
şekilde kültür bir aşamadan sonra bağımsız yaşama önceliğini alacak, edebiyatıyla,
sanatıyla buna canlılık katacaktır. Yine unutmayalım ki, aynı vatan üzerinde
iki ayrı kültür dairesinin varlığı farklı milletlere bir işarettir ve tarih, üniter yapı kapsamında bir vatan üzerinde iki milletin
yaşadığına henüz şahitlik etmemiştir. İşte yolun başında 61’inci Hükûmetin
kafası bu kadar karışık ve ektiği tohumlar bu kadar zehirlidir. Faciayı görmek
için ille de yaşamak gereksizdir. AKP’nin hazırlıksız, ezbere ve dar kalıplara
sindirilmiş Hükûmet Programı sorunludur, marazlıdır ve milletimiz için
sakıncalarla doludur.
Değerli milletvekilleri, programda dış politikadan ekonomiye kadar
kamuoyuyla paylaşılan konu başlıkları pembe tablolar çizmekte ve hayal
tacirliği yapmaktadır. En başta, işsizliğin aşılması için donanımlı ve iyi
tasarlanmış bir politika seti programda görülmemektedir. Genel geçer ifadelerle
durum idare edilmiş, ekonominin ayağa kalkması için yeni ufuklar
çizilememiştir. Gelir dağılımının nasıl düzeltileceğiyle ilgili takdir
edeceğimiz ve onaylayacağımız bir fikir zenginliği ve heyecanlı siyasi bir
bakış ortada yoktur.
Ekonomi politikalarında malumun ilanının yanı sıra donmuş,
kalıplaşmış bayağı öneri ve tekliflerle deyim yerindeyse ipe un serilmiştir.
Ekonomide adalet, eşitlik ve özgürlük kriterleri
görmezden gelinmiş, herkes için iyi olan bir strateji derinliğinin
oluşturulması yönünde bir şey vaat edilmemiştir.
Ekonomik eşitsizliklerin fırsat eşitliğini bozmaması için alınmış
bir tedbir ve sevineceğimiz bir öneri maalesef getirilememiştir.
61’inci Hükûmet Programı’nda “Dış politikada vizyoner
bir yaklaşım benimsendiği” ifadesi ise gerçeklerle örtüşmemektedir. “Aktif ve
ön alıcı bir dış politika sayesinde ülkemizin bölgesel ve küresel aktör
konumuna yükseldiği” görüşüne bizim tarafımızdan temkinli yaklaşılmaktadır.
Madem uluslararası ilişkilerde güçlü bir aktör hâline geldik, o zaman hangi
millî meselelerin lehimize sonuçlandığının izahını da Başbakan ve Hükûmeti
yapmalıdır. “Zafer kazandık.”, “Yumruğumuzu vurduk.” “Dik durduk.” “Tezlerimizi
kabul ettirdik.” deniliyorsa, uluslararası ilişkilerden ülke olarak neler elde
ettiğimizi bilmek bizim için en tabii hakkımız olacaktır.
Bakınız, Avrupa Birliği ilişkilerinde resmen çıkmazdadır. Geçen
altı yıl içinde müzakere edilen 35 fasıldan 13’ü açılmış ve yalnızca 1’si
kapatılabilmiştir. Aynı tarihlerde müzakere sürecine başladığımız Hırvatistan
bütün fasılları kapatmış ve 2013 yılının Temmuz ayında tam üye olmasının önü
açılmıştır.
AKP Hükûmeti fidyecilerin eline düşmüş rehine gibi Avrupa Birliği
karşısında çaresiz ve hareketsizdir. Avrupa Birliği üyeliği konusunda
kararlılık niyetleri ise temelsiz ve sırf gündemi oyalamaya dönük siyasi
fanteziden ibarettir. Artık Avrupa Birliğiyle ilişkilere farklı bir pencereden
bakmanın vakti gelmiştir.
Yakın coğrafyalarımızdaki halk hareketinin gidiş ve ilerleyiş
istikametini kestiren bir yaklaşıma da Hükûmet Programı’nda tesadüf etmek
mümkün olmamıştır. Özellikle Suriye ve Libya’yla ilişkiler tam anlamıyla
karışık ve Batı’nın hedefleri doğrultusunda ilerlemektedir. Dün dost ve kardeş
olarak ilan edilenler bugün istenmeyen kişiler olarak gösterilerek duruma göre
çark edilmektedir. Batı’nın suflörlüğüyle ilerleyen AKP zihniyetinin çalkantılı
ülkelerdeki muhaliflerle yakın temas kurması ülkemiz için sıkıntılı bir dönemi
beraberinde getirecektir. Tavsiyemiz, komşu coğrafyalardaki gelişmelere Başkent
Ankara vizyonundan bakılması ve oralardaki sorunların
ülkemize sıçrama ihtimalinin sürekli olarak hesaba katılmasıdır. Bunun için
geçici yönetimlerin tanınması konusunda aceleci olmamak, başımızı kendi
coğrafyamızda ağrıtacak emsal uygulamalara fırsat vermemek gerekmektedir.
Dikkat edilmesi gereken önemli hususlardan biri de şudur: Müslüman
ve dost ülkelerin iç işlerine karışılmamalı, dışarıdan yapılacak müdahalelere
göz yumulmamalı ve taşeronluk yapılmamalıdır. Kısa süre içinde Afganistan ve
Irak politikaları gözden geçirilmeli, Irak’ın kuzeyiyle yürütülen ve orta
vadede Türkiye için tehdit oluşturacak ilkesiz, çapsız ve tehlikeli
yakınlıklara da bir an önce son verilmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisinin 61’inci Hükûmet Programı’na dönük düşünce, kanaat ve eleştirileri
özet olarak bundan ibarettir. Biliyoruz ki…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bahçeli.
DEVLET BAHÇELİ (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum efendim. (MHP sıralarından
ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bahçeli.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu. (CHP
sıralarından ayakta alkışlar)
CHP GRUBU ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Güzel bir seçim yaptık. Millî irade tecelli etti, organları oluştu
ve 550 milletvekilimiz seçildi. Türkiye tarihinde bir ilki yaşadık, 8
parlamenter tutuklu olduğu için Parlamentoya gelemediler. Üç grubumuz var:
Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket
Partisi. 4’üncü grup yüzde 10 barajını aştıktan sonra gelen, yani yasayı
dolanan ama henüz aramızda olmayan arkadaşlarımız, BDP. Barış ve Demokrasi
Partisi, aynı yöntemle 2’nci kez Parlamentoya girme hakkını elde ettiler. Bir
gerçek ortaya çıktı ki 12 Eylül ürünü yasalarla bu ülkede sağlıklı demokrasi
olmaz. Hele hele yüzde 10 barajıyla siz kalkıp bir partinin veya partilerin
Parlamentoya gelmesinin önünü kesmeye kalkarsanız, hukuktan, farklı alanlardan
yararlanarak bunlar yine Parlamentoya girerler.
Bu yasama döneminde -söyledim- 8 milletvekili arkadaşımız tutuklu
oldukları için aramızda olmadılar ve biz, yine cumhuriyet tarihinde olmayan bir
şeyi yaptık “Arkadaşlarımızın önü açılmadıkça Parlamentoda yemin etmeyeceğiz.”
dedik. Nedeni şuydu değerli arkadaşlarım: Bu arkadaşlarımızın mahkûmiyetleri
var mıydı? Hayır, yoktu. Seçme, seçilme hakkına sahipler miydi? Evet, seçme,
seçilme hakkına sahiplerdi. Gittiler, savcılığa başvurdular sizlerin, bizlerin
başvurduğu gibi. “Milletvekili seçilmesinde engel yoktur” diye bir yazı
aldılar, seçime girdiler, mazbatalarını aldılar, Türkiye Büyük Millet Meclisine
isimleri bildirildi, burada okundu ama bunlar Parlamentoya gelip yemin
edemediler. Peki, Yüksek Seçim Kurulu mu bir engel çıkarmıştı? Hayır, Yüksek
Seçim Kurulu da hiçbir engel çıkarmadı, dedi ki: “Bunlar milletvekilidir.”
Peki, bunlar suçlular mıydı? Hayır, suçlu değillerdi.
Anayasa’mızın 38’inci maddesi var değerli arkadaşlarım. Suç ve
cezalara ilişkin esasları düzenler. Diyor ki: “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya
kadar kimse suçlu sayılmaz.” (CHP sıralarından alkışlar) Hükûmet daha iyi
duysun diye bir kez daha okumak isterim: “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar
kimse suçlu sayılmaz.” (CHP sıralarından alkışlar) Demek ki biz kimseyi suçlu
görmemeliyiz. Görmemeliyiz ki bu ülkede demokrasiyi gerçek anlamda uygulamaya
koyabilelim. Görmemeliyiz ki, şu suçludur diye önceden yafta asmamalıyız ki biz
onların seçme, seçilme haklarını ellerinden almamalıyız.
Değerli arkadaşlarım, peki, bunların yemin etmelerinin önünde
anayasal engel mi vardı? Hayır, Anayasa’da hiçbir engel yok. Bir yasal engel mi
vardı? Hayır, hiçbir yasal engel de yok. Peki, bunlara uluslararası sözleşmeler
mi engeldi? Hayır, hiçbir uluslararası sözleşmede bir engel söz konusu değildi.
Tam tersine uluslararası sözleşmeler, milletvekillerinin tutuklanmamalarını ve
onların Parlamentoda gelip yemin içmelerini, görev yapmalarını öngörür.
Birleşmiş Milletler Medeni ve Sivil Haklar Sözleşmesi de böyledir, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi de böyledir. Diyeceksiniz ki belki “Efendim, o uluslararası
sözleşmeler öyle ama Türkiye’de uygulanmıyor bunlar.” Biz, o sözleşmeler
Türkiye’de uygulansın diye Anayasa’nın 90’ıncı maddesini değiştirdik. İzin
verirseniz o maddeyi de okuyayım: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş
milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya
aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.” Sonra bir cümle daha
eklemişiz 2004 yılında: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma
hükümleri esas alınır.” Yani iç hukukumuzda bir engel var “Milletlerarası
anlaşma eğer iç hukukun üstündeyse sen o anlaşmayı esas alacaksın.” diyor,
Anayasamız bunu öngörüyor.
Değerli arkadaşlar, bugün Adalet ve Kalkınma Partisi yetkilileri
ile Cumhuriyet Halk Partisinin yetkilileri bir basın açıklaması yaptılar, ortak
imzaladılar. Bir cümlesi şöyle: “Bu çerçevede, tüm siyasi partilerin ve
milletvekillerinin milletimizin kendilerine verdiği bu onurlu görevi yerine
getirmeleri için Türkiye Büyük Millet Meclisinde olmaları gerektiğine
inanıyoruz.” Biz de yürekten inanıyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Kimse
milletin iradesinin üstüne çıkıp onları yemin etmekten alıkoymamalıdır. Biz de
isteriz ki her milletvekili gelsin, burada yeminini etsin. Böylece “demokrasi”
dediğimiz kavramı hep beraber yüceltmiş olalım.
Bir başka önemli konu değerli milletvekilleri: Hükûmet Programı
var, 13’üncü sayfasında diyor ki: “Ayrıca ‘Temel Haklar’ kısmı düzenlenirken
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
gibi ülkemizin taraf olduğu uluslararası insan hakları belgelerinin de esas
alınması gerektiği düşüncesindeyiz.” Biz de aynı düşüncedeyiz, aynen katılıyoruz,
altına imzamızı atıyoruz. Bunlar zaten var, zaten biz bu sözleşmeleri
imzalamışız, bunlar yeni değil, eski sözleşmeler. O zaman sormamız gereken soru
şu: Mademki biz bu sözleşmeleri imzaladık -bir kısmı çok daha önceleri, bir
kısmı daha sonra imzalandı- niçin biz bu sözleşmelerin gereğini yerine
getirmiyoruz? Asıl söylemek istediğimiz bu.
“Hukukun üstünlüğü” diyoruz. Eyvallah, hukukun üstünlüğü
demokrasinin olmazsa olmazlarından birisidir. O hâlde hukukun üstünlüğü varsa,
Anayasa’mız varsa, uluslararası sözleşmeler iç hukukun üstünde yer alıyorsa,
Anayasa’mızı buna göre değiştiriyorsak niçin gereğini yapmıyoruz, niçin
birileri gereğini yapmıyor? Asıl üzerinde durulması gereken konulardan birisi
de bu değerli arkadaşlarım.
Şimdi, şu çok önemli: Biz seçme seçilme hakkının bir insanlık
hakkı olduğunu kabul ediyoruz. İnsan hakları önemlidir. Hukukun üstünlüğü,
insan hakları, demokrasi, özgürlük, kadın erkek eşitliği, bunlar hepimizin, ben
eminim, şu Parlamento çatısı altında görev yapan her milletvekilinin ortak
paydasıdır. O hâlde bu ortak paydanın önündeki engelleri kaldırmak da hepimizin
temel görevidir. (CHP sıralarından alkışlar) Bu temel göreve dikkatinizi çekmek
de Ana Muhalefet Partisi Lideri olarak benim görevlerimden birisidir. Bir yerde
aksama varsa söyleyeceğim, katılırsınız veya katılmazsınız ama aksamaları dile
getirmek, bunları dile getirip söylemek, yüksek sesle dile getirmek, hatta
bırakın Türkiye’yi, dünyanın kamuoyunun dikkatini çekmek bizim görevlerimizden
birisidir. Çünkü biz ülkemizde demokrasi istiyoruz, ülkemizde özgürlük
istiyoruz, ülkemizde insan haklarının daha da gelişmesini istiyoruz. Çünkü
“İleri demokrasi” diyorsunuz, ne kadar güzel, o hâlde bunun gereklerinin
yapılması ve içinin doldurulması lazım.
Biz bir sınavdan geçtik. Kimse bize “Siz sınavdan geçmediniz.”
diyemez. Sayın Başbakanın milletvekili olma hakkı elinden alınmıştı. Sayın
Başbakan “Benim durumum onlarla aynı değil.” diyor, doğru. Sayın Başbakanın
durumuna göre mazbata da alamıyor, savcıdan kâğıt da alamıyor, seçme seçilme
hakkı elinden alınmıştı. (CHP sıralarından alkışlar) Biz şunu söyledik, bütün
içtenliğimizle söyledik: “Bu halkın yüzde 34,7’sinin oy verdiği bir partinin
Genel Başkanına kimse yasak getirmemeli, yasak olamaz.” Anayasal engel vardı,
“Kaldıralım.” dedik ve kaldırdık. Hiçbir zaman “Sayın Recep Tayyip Erdoğan
milletvekili olmasın.” demedik. Yasal engel vardı, yasal engeli de kaldırdık.
Bakınız, Sayın Başbakan hakkında mahkûmiyet kararı çıktığında
yaptığı bir açıklama vardır, önemli bir açıklamadır, diyor ki: “Aziz milletim,
hepimiz zamanın tanıklarıyız, şahitleriyiz ve biliyoruz ki zamanın sahibi var.
Bugün 20 Eylül 2002, Türk demokrasi tarihine geçecek bir gün. Bugün milletin
vicdanı ağır bir yara aldı. Tereddütsüz inanıyorum ki Türkiye’nin derin vicdanı
bu yanlış kararı tashih edecek ve düzeltecektir.” Doğru bir laf ve biz
Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu milletin derin vicdanı olduk ve önündeki
bütün engelleri kaldırdık çünkü biz demokrasiye inanıyoruz. (CHP sıralarından
alkışlar)
Anayasa değişikliğini yaptık. Aranızda, bu dönem de milletvekili
olan, o dönemin de Anayasa Komisyonu Başkanı olan Sayın Burhan Kuzu; onun bu
Mecliste yaptığı 26 Aralık 2002 tarihindeki konuşmadan bir bölümü okuyorum:
“Özellikle muhalefet partimize teşekkür ediyorum. Sağ olsunlar, sonuna kadar
hakikaten verdikleri sözün arkasında durdular, son gelişmelerden de
etkilenmediler.” Evet, verdiğimiz sözün arkasında son dakikaya kadar durduk.
Anayasa’yı da yasayı da değiştirdik. Parlamentoda, demokraside önemli adımlar
attık. Bu bizim görevimiz arkadaşlar. Bunu yaptığımız için sadece övünürüz. Biz
Sayın Başbakanı çok sevdik veya az sevdik diye değil, Türkiye’de demokrasi
olsun, demokrasi ayıbı olmasın, kimse gelip de “Siz niye seçmediniz bunu?”
demesin diye biz bunları yaptık. Demokrasiye inanıyoruz. (CHP sıralarından
alkışlar)
Biz insan haklarına inandığımız gibi, seçme ve seçilme hakkı insan
hakkının vazgeçilmez unsurlarından birisidir, seçme ve seçilme hakkına da
inanıyoruz. Herkes, yasalar engel olmadığı sürece, evrensel hukukun gereği
olarak -iç hukuku demiyorum, 12 Eylül darbesinin yarattığı hukuku demiyorum,
evrensel hukukun gereği olarak- seçme ve seçilme hakkına sahiptir. Bunun
önündeki bütün engelleri kaldırmak da hepimizin ortak görevidir. Bu ortak
görevi yapmak zorundayız, bunu yapmadığımız zaman kısır tartışmaların arasında
kaybolur gideriz. O kısır tartışmalar demokrasinin önündeki en büyük
engellerdir, onları aşmalıyız, daha tepeden bakmalıyız, daha özgür bakmalıyız,
daha güzel bakmalıyız, insanlara saygı duymalıyız. Biz size oy veren bütün
yurttaşlara saygılıyız, elbette ki sizler de muhalefete oy veren bütün
yurttaşlara saygılı olacaksınız. Demokrasinin özü budur, demokrasi bunu
gerektirir.
Az oy aldık, fazla oy aldık bunlar hiç önemli değil.
Demokrasilerde bugün siz alırsınız, yarın bir başka parti alır ama sonuçta
demokrasiyi bu ülkede yaşatmak hepimizin ortak görevidir. Evrensel hukukun
gereği neyse bunları yerine getirmek durumundayız.
Seçimden sonra şunu bekledik, samimi söylüyorum, yargıyı bekledik.
Hiçbir tereddüdümüz yoktu, dedik ki: “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
imzalamışız, Birleşmiş Milletlerin Medeni ve Sivil Haklar Sözleşmesi’ni
imzalamışız, Anayasa’nın 90’ıncı maddesi var ve çok daha önemlisi, çıkmış bir
mahkeme kararı var, herhâlde bunlar bırakılır ve gelir yemin ederler.”
Arkadaşlar, bunlar bırakılmadı. Şimdi ben merak ediyorum: Hangi gerekçeyle
bırakılmadı? Anayasal engel var mı? Hayır. Yasal engel var mı? Hayır.
Uluslararası sözleşmeler serbest bırakılmasını istiyor mu? Evet. Anayasa’nın
90’ncı maddesi, uluslararası sözleşmeler iç hukukta engel varsa onun üstünde
olur diyor mu? Evet, ama bırakılmıyor. Neden? 2 yargıcın takdiri nedeniyle.
Takdir… Altını çiziyorum. Yargıcın takdiri yasama organına müdahaleyi
gerektirmez, ikisi birbirinden çok farklıdır. Açık bir hüküm olur Anayasa’da,
bırakmaz “eyvallah” dersiniz, çıkan yasalara uymak zorundadır. Ve bütün
yargıçların dünyada unutmaması gereken temel bir kural vardır: Yargıç,
kararını, insan haklarını ve demokrasiyi geliştirmek üzerine verir. İnsan haklarını
geliştireceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Neden “pozitif hukuk” diyorlar?
Temel nedeni budur. İnsan haklarını geliştireceksiniz.
Size bir örnek vermek isterim değerli arkadaşlarım, Amerika’dan
bir örnek vermek isterim. Türkiye’den Karun hazineleri kaçırıldı, Amerika’ya
götürüldü, Metropolitan Müzesi’ne satıldı ve Türkiye
Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı bu eserlerin geri alınması için mücadele etti,
dava açtı. Amerikalı avukatlar zaman aşımı nedeniyle davanın reddini istediler
çünkü gerçekten zaman aşımı vardı, Türkiye zamanında başvurmamıştı. Ama
Amerikalı yargıçlar şu kararı verdiler: “Çalınan eserlerde, tarihî eserlerde
zaman aşımı olmaz, o eserlerin çalındıkları ülkelerde sergilenmesi gerekir
çünkü bu eserler o toprakların ürünüdür.” dedi ve o eserlerin Türkiye
Cumhuriyeti’ne iadesine karar verdi. İşte yargıç budur arkadaşlar, işte hukuk
budur, işte pozitif hukuk budur, işte olması gereken budur.
Sözleşme imzalamışsınız, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni
imzalamışsınız ama birisi çıkıyor. “Efendim ben bunları anlamam, ben bunları
dinlemem.” Eyvallah, dinlemeyebilirsin. Ben bu sorun o yargıçların sorunudur
demiyorum, altını özenle çiziyorum. Ben, sakın, şunu da söylemek istemiyorum:
“O yargıçlara müdahale edelim, telefon açalım, niye bunu yaptın?” Hayır, ne
yargı üzerinde vesayeti ne yasama organı üzerinde vesayeti kabul etmeyiz. Yargı
da bağımsız olmalı, yasama organı da hiçbir vesayetin altında kalmamalı. (CHP
sıralarından alkışlar) İkisi birbirinden çok farklıdır.
Yapılması gereken şudur: Tutuklu arkadaşlarımız nedir?
Milletvekilleri. O hâlde sorun kimin sorunudur? Parlamentonun sorunudur.
Mademki bizim çıkardığımız yasalar yargıçlar tarafından bizim öngördüğümüz
amaçların dışında yorumlanıyorsa, o zaman, düzenlediğimiz, çıkardığımız
yasalarda bir sorun var demektir. Ben Sayın Cemil Çiçek’le de konuştum, bütün
bunları anlattım. Sayın Çiçek şunu söyledi: “Uzun tutukluluk süreleriyle ilgili
olarak bizim öngördüğümüzden çok daha farklı bir kararı Yargıtay verdi, elimiz
bağlandı.” O zaman demek ki Parlamentonun iradesinin ötesinde bir karar çıkıyor
ortaya. O zaman bizim dönüp bunu düzeltmemiz gerekiyor. Demeliyiz ki bir yanlış
var, Parlamentonun iradesi bu değildir. O hâlde bu iradeyi bizim düzeltmemiz
lazım ve bizim yapmamız gereken de budur. Sorun Cumhuriyet Halk Partisinin
sorunu değildir, sorun Türkiye'nin sorunudur, Türkiye Cumhuriyeti’nin
sorunudur, çözmek istediğimiz sorun budur. Bir demokrasi eksikliği var, bir
demokrasi ayıbı var ve bizim bunu çözmemiz gerekiyor.
Şimdi, bakınız, değerli arkadaşlarım, masumiyet karinesini az önce
okudum, Anayasa’nın 38’inci maddesi “Hiç kimse yargı kararı olmaksızın
suçlanamaz.” diyor ama biz bu arkadaşların tümünü suçlu ilan ettik. Hepimizin gözünde bir anlamda suçlu. Gidin vatandaşa sorun,
hepsini suçlu görür. Bu anlayış yanlış bir anlayış. Bunu
hep beraber düzeltmek zorundayız.
Değerli arkadaşlarım, bir başka garabete daha dikkatinizi çekmek
isterim: Ortak görüşümüz var ama çözüm üretmiyoruz. Bu Parlamentoya 1 Ekim 2010
tarihinde Sayın Cumhurbaşkanı geldi ve bu kürsüden bir konuşma yaptı. Konuşma
şöyle arkadaşlar, Meclis tutanaklarından çıkardım: “Tutukluluğun fiilî bir
mahkûmiyet durumuna dönüştürülmemesi gerekir” diyor ve Sayın Cumhurbaşkanı,
uzun tutukluluk sürelerinden şikâyet ediyor, doğru söylüyor, biz de şikâyet
ediyoruz çünkü. Dönüyorum, Sayın Erdoğan, 6/6/2011
tarihinde -Anadolu Ajansı’nın haberi, kaynağı da vereyim- Sayın Mehmet Ali
Birand’ın programına çıkıyor, bir soruya yanıt verirken diyor ki: “İnanıyorum
ki tutukluluk sürelerinde süratle bir kısalma olacaktır, bu da artık Türkiye'de
ciddi manada toplumsal talep hâline gelmiştir. Bu, Cumhurbaşkanımızın da, benim
de, arkadaşlarımızın da talebidir.” Ne kadar güzel. Sayın
Cumhurbaşkanı istiyor, Sayın Başbakan istiyor, ana muhalefet partisi olarak biz
istiyoruz, Avrupa Birliği istiyor. Arkadaşlar “Bu kadar uzun tutukluluk süresi
olmaz.” diyor. Biz de diyoruz. Sekiz yüz gün! İnsafla düşünelim arkadaşlar,
sekiz yüz gün içeride! Mahkûmiyet yok, karar yok çünkü. Seçime girmiş,
kazanmış, millet oy vermiş, millî irade teessüs etmiş, tecelli etmiş, gelip
yemin edecek. Hiçbir engel yok, ama diyor ki: “Ben seni içeride tutacağım
arkadaş, kusura bakma.”
Şimdi, bakın, arkadaşlar, hepimizin şikâyet ettiği bir konuda bir
araya gelip bu sorunu çözemiyoruz. Biz dedik ki bir irade teessüs etsin, bu
sorunu çözme yönünde bir irade teessüs edelim, bir iradeyi ortaya koyalım, biz
bu sorunu çözelim. Biz demokrasi istemiyor muyuz? Onun adına “ileri demokrasi”
demiyor muyuz? Özgürlük istemiyor muyuz? Eşitlik istemiyor muyuz? İnsan hakları
demiyor muyuz? Seçme seçilme hakkı birilerinin elinden alınmasın demiyor muyuz?
O hâlde bunu çözelim. Çözelim ve bir ayıptan Türkiye'yi kurtaralım. Bunu,
bırakın bizim yurttaşlarımızı, yarın biz bunu nasıl izah edeceğiz dünyaya?
Bizim önümüzde aydınlık bir gelecek var, parlak bir gelecek var. Demokrasimizi
yüceltmek istiyoruz. Demokrasi daha yüksek çıtalara otursun diyoruz. Düşünce
özgürlüğü olsun diyoruz. İnsanların özgürce düşünebileceği bir Türkiye'yi ayağa
kaldırmak istiyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Eski alışkanlıklarımızdan,
eski değer yargılarımızdan kurtulalım diyoruz. Ama değerli arkadaşlarım,
geliyoruz, ama çözemiyoruz. Kısır tartışmaların içine giriyoruz. Bunlar
yanlıştır. Kısır tartışmalar, hep bize, hep Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar vermiştir.
İlerlememizin, bugüne kadar Avrupa Birliği ülkeleri veya bizim büyümekte olan,
gelişmekte olan ülkeler sıralamasında geriye düşmemizin temel nedeni,
Türkiye’nin bütün enerjisini bu tür kısır tartışmalara vermesidir. Yazık oluyor
bu ülkeye. Yazık oluyor… Bu ayıptan Türkiye’yi ve demokrasiyi kurtarmak
zorundayız.
Değerli milletvekilleri, yargıya müdahale etmeyeceğiz, asla.
İstemeyiz, kimsenin yargıya müdahale etmesini istemeyiz. Yargı, kendi etik
değerleri, etik kuralları içinde çalışmalıdır. Yargıda etik değerler çok
önemlidir. O kurallar içinde çalışacak ki biz, yargının verdiği kararın kamu
vicdanı kararı, kamu vicdanını seslendirdiğini bilelim. Onun için diyoruz “Bu
milletin vicdanını temsil eder yargının kararı.” Bunu yapmak zorundayız.
Şimdi değerli arkadaşlar, biz bu sorunun çözümü için elimizden
gelen her türlü katkıyı yapmaya hazır olduğumuzu ifade ettik. Bugüne kadar
yaptığım bütün konuşmalarda dediler ki “Öneriniz ne?” Bir öneri olur, iki öneri
olur ama biz ortak aklı egemen kılmalıyız bu Parlamentoda. Bir öneri dayatma
olarak anlaşılabilir ama otururuz masanın etrafına. Çözülmeyecek bir sorun mu
bu? Hayır, çözülecek bir sorun. Ortak irade beyan etmişiz “Bu sorunu çözeceğiz”
diye. Üstelik seçimlerden çok önce iradeyi beyan etmişiz. Sayın Cumhurbaşkanı
da katılmış bu ortak iradeye. O zaman, oturacağız bunu çözeceğiz. Türkiye’yi bu
ayıptan kurtaracağız. Bizim istediğimiz irade bu arkadaşlar. Biz farklı bir şey
istemiyoruz. Demokrasi olsun, bu ülkede demokrasi yücelsin, haklar, insan
hakları gelişsin, büyüsün diye.
Bakın değerli arkadaşlarım, güzel bir laf var. “Egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir.” der. Parlamentonun duvarında yazar bu. Altını çizmek
istediğim iki sözcük var: “Kayıtsız şartsız milletindir.” der. Şu anda
egemenlik kayıtlı, şartlı milletin oldu! (CHP sıralarından alkışlar) Niye
kayıtlı, şartlı oluyor? Kayıtsız, şartsız olmalı. Varsa bir hata düzeltelim.
Beraber düzeltelim. Biz egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu kabul
ederiz, bunu yüceltelim, bu kavramı da yüceltelim.
Millî iradeye pranga vurulmaz arkadaşlar. Millî iradeye pranga
vurulmuştur, bundan bizim millî iradeyi kurtarmamız gerekiyor. Sağlıklı,
tutarlı bir millî iradeyi geliştireceğiz. CHP’nin takındığı tavır bir demokrasi
tavrıdır arkadaşlar. Meclisi boykot… E geldik buraya oturduk. Niye boykot
edelim Meclisi? “Niye konuşmadınız?” diyorsunuz. “Niye yemin etmediniz?”
diyorsunuz. Değerli arkadaşlarım, bizim yeminle bir sorunumuz yok. Bizim
yeminle bir sorunumuz yok. Bizim sorunumuz demokrasi krizi. Bizimle sorununuz
yok beyefendi, benimle de sorununuz yok. Bir demokrasi krizi yaşanıyor. Sorun,
bu demokrasi krizini çözmek, irade beyan etmek, asıl mesele budur, bunu
yaptığımız zaman biz Parlamentoyu yüceltiriz. Biz hiçbir zaman şunu söylemedik:
“Bu milletvekillerine özel bir ayrıcalık sağlayalım, bunlar çıksınlar.” Hayır,
hiçbir özel ayrıcalık sağlamıyoruz. Hukukun üstünlüğü içinde zaten bunlar
gelecekler çünkü uluslararası anlaşmalar böyle öngörüyor. “Bunlar affedilsin.”
Hiçbir zaman böyle bir laf etmedik. “Efendim, bunlar yargılanmasınlar.” Hiçbir
zaman söylemedik; gider mahkemede yargılanır. Hukukun kuralı neyse giderler,
duruşmasının ifadelerini de verirler. “Efendim, bunlar dokunulmazlık zırhına
bürünsün.” Asla. Milletvekili olurken, bize başvururken dilekçeleri vardır
elimizde bunların “Biz dokunulmazlık istemiyoruz.” diye 135 arkadaşımın
135’inin de imzası vardır, hiç kimse de dokunulmazlık zırhının arkasına
saklanmak istemiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Bu olay Cumhuriyet Halk
Partisinin olayı değildir arkadaşlar. Bu olayı çözmek Parlamentonun iradesinde
olan bir olaydır. “Yargı bunu çözsün.” Yargının çözüp çözmediği çok önemli
değil, Parlamentonun iradesinin bir demokrasi ayıbını ortadan kaldırması
gerekiyor, bizim isteğimiz ve arzumuz budur. “Bu kalkarsa hiçbir sorunumuz
olmaz.” Elbette, olmayacaktır da, kimsenin sorunu da olmayacaktır. Gelecekler,
yeminlerini edecekler. Bakın, kamu görevi yapma hakkını elinden alıyorsunuz
onların. Milletvekili görevi, kamu görevidir. Kamu görevi yapacağız. Millet
seçmiş, oyunu vermiş, irade teessüs etmiş, mahkemeden mazbatasını almış “Git
kamu görevi yap Parlamentoda.” diye. Takdir yetkisini kullanarak 2 yargıcımız
diyor ki: “Senin kamu görevi yapma hakkını senin elinden alıyorum.” Bana söyler
misiniz hangi hukukta var bu? Herhangi bir hukukta söyleyin, “Ya şu hukukta
var, şu anayasada var, şu uluslararası sözleşmede var.” Biz de bunu kabul
edelim. Yok öyle bir şey.
Değerli arkadaşlar, hukuk ve özgürlük ve tutukluluğun bu aşamaya
gelmesi yeni bir olay değil aslında, yeni bir olay değil. Tipik bir örnek
vereceğim değerli arkadaşlarım. Belki milletvekilleri yüzünden biraz daha geniş
bu ülkeye bakmış oluruz ve demokrasi nereye geldi hep beraber gözden geçirmiş
oluruz. 2 üniversite öğrencisi “Parasız eğitim istiyoruz.” diye pankart
açtılar, on altı aydır içerdeler, tutuklu yargılanıyorlar; daha hâkimin
huzuruna çıkacakları, ne olacakları belli değil. Bana dünyanın herhangi bir
demokrasisinden örnek gösterin, Fransa, İngiltere, Amerika, nereyi isterseniz;
pankart açtı diye 2 üniversite öğrencisini on altı ay hapse atan bana bir
demokrasi örneğini gösterin. (CHP sıralarından alkışlar) Birisini silahla
tehdit etti mi? Hayır. Molotofkokteyli attı mı? Hayır. Camı pencereyi kırdı mı?
Hayır. Vatandaşı dövdü mü? Hayır. Ne istiyor? Parasız eğitim. Ee, bende istiyorum parasız eğitim, arkadaşlarım da istiyor
parasız eğitim, eminim sizler de istiyorsunuz parasız eğitim. İmkân olsa hiç
para almayız, bütün çocuklarımız parasız okur. Bunu istemek ne zamandan beri
demokrasilerde suç olmaya başladı arkadaşlar?
(AK PARTİ sıralarından “Öyle bir sistem yok da onun için.” sesi)
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Öyle bir sistem dünyada var
kardeşim. Evrensel hukuk onu öngörür. Öyle bir sistem olur olmaz o ayrı bir
şey, ama hak ve özgürlüklerin önünde hiçbir güç duramaz. (CHP sıralarından
alkışlar) Biz şunu söyledik: Demokrasi, özgürlük ve insan hakları bağlamında
eğer bir bedel ödemek gerekiyorsa o bedeli ödemeye hazırız. O bedeli Cumhuriyet
Halk Partisi ödemeye hazırdır, yeter ki bu ülkeye demokrasi gelsin, yeter ki bu
ülkeye özgürlükler gelsin. (CHP sıralarından alkışlar)
Hükûmet Programı’nda ileri demokrasiden, demokrasiden,
özgürlüklerden, insan haklarından uzun uzun bahsediliyor, çok sık söyleniyor
ama ben size Türkiye'nin gerçeklerinden rakamlar vereceğim arkadaşlar.
2003-2010 yılları arasında faili meçhulden ölen vatandaş sayısı
101 kişi. Tam 212 kişi gözaltında veya cezaevlerinde şüpheli şekilde
yaşamlarını yitirdiler.
2005-2009 yılları arasında tutuklu sayısı, -mahkûm değil
arkadaşlar, hükümlü değil, tutuklu sayısı- neredeyse yüzde 100 arttı. 2005’te
31 bin olan tutuklu sayısı 2009’da 60 bine çıktı.
2010 yılında cezaevlerinde 1.857 çocuk tutukluydu, 1857 çocuk! Bir
çocuğumuzu tutuklayıp hapse atmak potansiyel suçlu yaratmak demek değil midir
arkadaşlar? Biz Parlamentoda yasa yaparken çocukları derdest edin hapse atın
diye mi düşündük arkadaşlar? O çocuklar bizim çocuklarımız. O çocukları topluma
kazandırmamız lazım. Hapse attığınız zaman, tutukladığınız zaman onları topluma
kazandıramazsınız, daha toplumun dışına itersiniz ve hapishanede kaldığı zaman
daha bilinçli, daha keskin bir insan tipi yaratmış olursunuz. Yanlış yapıyoruz.
Yanlış yaptığımızı kabul edelim. O yasalar bu Parlamentodan geçti. Demek ki bir
hatamız var. Bunları düzeltmek gerekiyor.
Bakın değerli arkadaşlar, sadece ve sadece 2010 yılında 596 kişi
düşüncelerini açıkladıkları için bin iki yüz on dokuz yıl hapis cezasına
çarptırıldı arkadaşlar. Demokrasi bu! Ne diyoruz? Düşünce özgürlüğünü
getirelim, herkes düşüncelerini özgürce dile getirsin, düşünceden korkmayalım.
12 Eylül dönemini hepiniz hatırlarsınız, düşüncelerini açıklayan insanlar
işkence gördü, hapislerde kaldı, hapislerde yattı. Peki, bizim yaptığımız ne?
Demokrasi diyoruz, bu ayıptan Türkiye’yi kurtarmamız lazım.
Basın özgürlüğü... Basın özgürlüğü sıralamasında dünyadaki 196
ülke arasında 119’uncu sıradayız, Avrupa’da da sonuncu sıradayız, hangi basın
özgürlüğünden söz ediyoruz! Türkiye’de demokrasinin önündeki en ciddi
sorunlardan birisi bugün medyanın içinde bulunduğu durumdur. Bu
tablonun mutlaka değişmesi lazım. Daha özgür, özgürce düşünen bir
medyaya ihtiyacımız var. Siyasal odaklara endekslenmemiş, özgürce düşünen,
özgürce eleştiren, korkmayan, kendisine otosansür
uygulamayan bir medyaya ihtiyacımız var. Bu medya olduğu zaman demokrasiyi
yüceltiriz, demokrasiyi güçlü kılarız. Bizim temel arzularımızdan birisi de bu
değerli milletvekilleri.
Güçler ayrılığı ilkesinden söz ediyoruz, ne kadar güzel,
savunuyoruz güçler ayrılığı ilkesini. Derinleştirelim güçler ayrılığı ilkesini,
yasamayı, yargıyı, yürütmeyi; birini diğerine tahakküm eden değil, birini
diğerinin dengi olan konuma getirmemiz lazım. Eğer denkliği sağlayabilirsek
demokrasiyi güçlendirmiş oluruz, aksi hâlde demokrasiyi güçlendiremeyiz. Bu
bizim için ciddi bir sorundur.
Bakın değerli arkadaşlar, yine pek çok ülkede rastlanılmayan bir
olayı örnek vereceğim. Kişi aranıyor. Gazeteler yazıyor “Falan kişi aranıyor.”
diye. Kişi yurt dışında. “Madem ben aranıyorum, gelip
Türkiye’de teslim olayım.” diyor. Geliyor, Türkiye’de teslim oluyor ve hemen
siz onu tutukluyorsunuz! Ya, kaçma niyeti var, tutukluyorsunuz! Kaçacaksa zaten
yurt dışından niye gelsin! Niye arandığını biliyor zaten. Pek çok ülkede -ya
teminat alırsınız veya yurt dışına çıkış yasağı koyarsınız- ileri demokrasilerde
ne yapılıyorsa biz de onları yapalım. Niye illa kişiyi hapse atacağız; aylar,
yıllar boyu niye bunu tutacağız içeride; hangi gerekçeyle tutacağız? Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği onlarca karar var. Hatta Sayın Rıza Türmen Sayın Cemil Çiçek geldiği zaman “Ben Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinde görev de yaptım. Arzu ederseniz o mahkeme kararlarından
size birden fazla örnek çıkarayım, Türkçeye tercüme edeyim, size teslim
edeyim.” dedi. Sayın Çiçek dedi ki: “O kararları biz tercüme ettik, kendi Adalet
Bakanlığı dönemimde bütün yargıçlara gönderdik bu kararlara uysunlar diye.”
Niye Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde tazminatla mahkûm olsun?
Olmamalı. Madem demokrasi diyoruz, bunu engellemeliyiz.
Değerli arkadaşlar, medyayı güçlü konuma getirmek de Parlamentonun
görevleri arasındadır. Mademki demokrasiyi güçlendireceğiz, medya da
güçlenmeli. Medya patronlarının hiçbirisi ama hiçbirisi -altını çizerek
söylüyorum- ne doğrudan doğruya ne dolaylı hiçbir kamu ihalesine girmemeliler.
Besleme medya mı olur! (CHP sıralarından alkışlar) Besleme medya olursa
demokrasi olmaz arkadaşlar.
Anayasa değişikliğinden söz edildi Hükûmet Programı’nda da. Ama ne
yapılacak, tek satır yok, belli değil. Biz Anayasa değişikliğinde öngördüğümüz
hedefleri seçim sürecinde açıkladık; oturduk basın toplantısı yaptık açıkladık.
Bütün sözlerimizin de arkasındayız. Bu Anayasa 12 Eylül ürünü bir anayasa
olmakla beraber çoğu maddesi değişti, iyileştirildi. Ama bizim daha özgürlükçü
bir anayasaya ihtiyacımız var. Bunun altını her zaman çiziyoruz.
Özel yetkili mahkemeler, 12 Eylül ürünü mahkemeler Türkiye’de
demokrasinin önündeki en ciddi engellerden birisidir. (CHP sıralarından
alkışlar) Ne demek özel yetkili mahkeme, nereden çıktı o özel yetkili mahkeme?
Mahkemeler mi yok? İhtisaslaştırırsınız olur. Mahkeme düşünün, kişiyi
tutukluyor, gizlilik kararı koyuyor, sanığın avukatı dosyayı alamıyor. Çünkü
“gizli” diyor. Peki, savunmayı nasıl yapacak? “Efendim, özel yetkili
mahkemelerin kuralları bu.” deniyor. Bana söyleyin, hangi ileri demokraside
böyle bir mahkeme türü var? 12 Eylüle umut mu bağlayacağız? 12 Eylül askerî
darbesinin getirdiği o DGM’lere umut mu bağlayacağız? Bununla mı biz
demokrasiyi kuracağız? Bunun adı mı ileri demokrasi olacak? Bunları şiddetle
reddediyoruz ve kaldıralım, Parlamentonun iradesiyle demokrasiyi yüceltmek için
bunları kaldıralım.
Tutukluyla yargıç arasında kan davası olmamalı. Olmamalı… Etik
değerlerden söz ettim “Yargıda çok önemlidir.” dedim. Şimdi düşünün, ben
tazminata mahkûm oluyorum yargıç olarak ama o sanığın davasına ben bakıyorum.
Diyor ki: “Arkadaş, ben seninle zaten mahkemeliğim, senin davadan çekilmen
lazım.” “Yok.” diyor, “Ben bu davaya bakacağım. Ben sana dersini vereceğim.”
diyor, “Seni tutuklayacağım, seni hücreye atacağım, seni süründüreceğim.”
“Niçin?” “Ben özel yetkili mahkemenin yargıcıyım.” diyor. Arkadaşlar, bu
demokrasi midir? Böyle demokrasi olur mu? O yargıç oradan çekilir, başka bir
yargıç gelir. Davalar yargıca endekslenmez, yargıca göre dava olmaz. Dava
farklı bir şeydir. Hâkimin tayini çıkar, başka bir yargıç gelir, o bakar ama
“Yok, sen bu davaya bakacaksın çünkü senin görevin bunları mahkûm etmek.”
denirse, bu algı çıkarsa yargılama süreci zarar görür. Bunun önüne de hepimizin
çıkması lazım.
Üniversiteler… Anayasa değişikliğinde üniversiteleri özerk
kılmalıyız. Allah aşkına, koca koca hocalar kendilerine rektör mü seçemiyorlar
ki biz ayrıca “O olmasın da onların içinden şu olsun…” Bırakalım, kendi
rektörlerini kendileri seçsinler. Bilimsel özerkliği olsun, yönetsel özerkliği
olsun, üniversite gençleri belli bir ağırlıkta üniversite yönetiminde söz ve
karar sahibi olsun. Niye gençlerimize güvenmiyoruz? Biz bunları söylüyoruz.
(CHP sıralarından alkışlar)
Yüzde 10 seçim barajı… Bunun kalkması lazım; daha önce de
söyledik. Bize dediler ki: “Efendim, siz popülist yaklaşıyorsunuz, kanun
teklifi bile veremezsiniz.” Kanun teklifini de verdik. Buyurun, kaldıralım.
Neden korkuyoruz arkadaşlar?
“Millî irade” diyoruz. Başkasının başka bir partiye, daha doğrusu
milletin başka bir parti için kullandığı oy dolayısıyla ben niye milletvekili
çıkarayım? Bunun adı millî irade mi olur arkadaşlar? Olmamalı. Bunları
engellemeliyiz.
Değerli arkadaşlar, adli kolluğun kurulması lazım sağlıklı bir
demokrasi için, savcıların elinin güçlendirilmesi lazım sağlıklı bir demokrasi
için. Biz, hepimiz, vasiyetin ne kadar önemli olduğunu biliriz değerli
arkadaşlar. Vasiyet gerçekten önemlidir, ölüme bağlıdır. Kişi yaşamını
yitirirken geride bir vasiyette bulunur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, lütfen
sözlerinizi tamamlayınız.
Üç dakika süre veriyorum, buyurun.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Bağlıyorum Sayın Başkan.
Kişi bir vasiyette bulunur. Bu ülkenin kurtarıcısı da, Gazi
Mustafa Kemal de bir vasiyette bulundu. Kendi mal varlığı üzerindeki payı Türk
Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumuna verdi, İş Bankasının gelirlerini. Oradan elde
edilen temsil yetkisi CHP’ye aittir ama buradan Cumhuriyet Halk Partisine beş
kuruş para gelmez, o para olduğu gibi Türk Dil Kurumuna, Türk Tarih Kurumuna
gider ama 12 Eylül rejimi Türk Dil Kurumunu, Türk Tarih Kurumunu kapattı. Eğer,
biz, gerçekten “vasiyet” kavramına inanıyorsak, vasiyetin gereklerinin yerine
getirilmesine inanıyorsak bu ayıptan da Türkiye’yi kurtarmalıyız. Türk Dil
Kurumu, Türk Tarih Kurumu eski konumunda olmalı, vasiyete uygun olarak onlar
görev yapmalılar. Anayasa değişikliğinde bizim önem verdiğimiz konulardan
birisidir.
Değerli arkadaşlar, demokrasilerde en büyük tehlike, çoğunlukla
iktidara gelen partinin “Ben her şeyi yaparım” iradesine sahip olmasıdır. Bu,
demokrasinin önündeki en büyük tehlikedir. Her şeyi yaparım değil, hukukun
üstünlüğü içinde bizim çalışmamız lazım. İktidar her rejimde vardır ama
muhalefet sadece demokrasilerde vardır. Muhalefetin olmadığı bir rejim sağlıklı
bir demokrasi değildir.
Ben, bugün Parlamentoda varılan uzlaşma ile demokrasinin önündeki
ciddi ayıpların kaldırılacağına yürekten inanıyorum. O, gerek AKP Grubundan
gerek CHP Grubundan katılan, katkı veren, başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere,
Sayın Meclis Başkanı olmak üzere herkese yürekten teşekkürlerimi sunuyorum
çünkü arzumuz şu: Biz kaybetsek de demokrasi kazanmalı, siz kaybetseniz de
demokrasi kazanmalı. Demokrasi, hak ve özgürlükler bizim için artık
kaçınılmazdır. Türkiye’yi bir korku toplumundan çıkarıp herkesin düşüncelerini
özgürce dile getirdiği, sağlıklı çalışan bir demokrasiye kavuşturmaktır. O da,
başkalarının değil, bizim görevimizdir.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kılıçdaroğlu.
Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz isteyen Mahir
Ünal, Kahramanmaraş Milletvekili.
Süreniz yirmi dakikadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisinin 4’üncü ve
cumhuriyetimizin 61’inci Hükûmetinin programı hakkında grubumuzun görüşlerini
açıklamak üzere huzurlarınızdayım. Yüce heyetinizi en içten saygılarımla
selamlıyorum.
Meclisimizin 24’üncü Döneminin milletimize ve ülkemize hayırlı
olmasını Cenabı Allah’tan niyaz ediyorum. 12 Haziran seçimleriyle aziz
milletimizin iradesine mazhar olan bütün siyasi partileri ve temsil vekâletini
alan siz değerli milletvekillerini yürekten tebrik ediyorum. Bu emanetin
sorumluluğunun bilincinde olarak hep birlikte milletimize yapacağımız
hizmetlerde başarılar diliyorum.
2001 yılında AK PARTİ’nin kuruluş
programında ortaya koyduğu çözüm odaklı siyaset bugün on yaşında. On yılda üç
seçim beyannamesi, iki acil eylem planı, üç hükûmet programı ortaya koyan AK
PARTİ Türk siyasetine yeni bir bakış açısı getirdi. Gerçekçi, rasyonel,
öngörülebilir, ülkenin ve dünyanın şartlarını doğru analiz eden, milletin
beklenti ve taleplerini yönetime yansıtan bu bakış açısı, planlı, programlı bir
anlayışı ifade etmektedir. İnsan odaklı siyaset anlayışı, hizmeti, icraatı,
projeyi, vizyonu, reformu temel almaktadır.
AK PARTİ hükûmetlerinin tüm programları, ülkenin sorunlarını
çözecek, milletin sıkıntılarını giderecek, Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesinin
üzerine çıkaracak icraatları, projeleri ve reformları her zaman esas almıştır.
AK PARTİ, kurulduğu günden bugüne kadar, ne yapmak istediğini,
hedeflerini, amaçlarını ortaya koymuş, öngörülebilir, şeffaf, samimi bir
siyaset tarzı geliştirmiştir.
AK PARTİ’nin söylemine baktığımızda,
hiçbir zaman AK PARTİ’nin söyleminde muğlak, müphem
bir dil kullanmadığını görürsünüz. Hiçbir zaman karşılıksız vaatlerde
bulunmamıştır ve içi boş söylemlere prim vermemiştir. AK PARTİ her zaman
yapacaklarını söylemiş ve söylediklerini yapmıştır. Bu hâliyle AK PARTİ,
sözünün eri bir siyaset tarzına sahiptir. Bu yüzdendir ki milletimizin güvenini
kazanmış, ortaya koyduğu icraatlarla, hizmet ve
reformlarla da milletimizin takdirine mazhar olmuştur.
2001’de “Artık Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”
diyerek yola çıkan AK PARTİ “Böyle gelmiş, böyle gider” anlayışını,
çaresizliği, umutsuzluğu, güvensizliği, siyasetin ve milletimizin gündeminden
çıkarmıştır. Türkiye’de değişimin, dönüşümün lokomotifi olan AK PARTİ, Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra kesintiye uğrayan muasır medeniyet idealinin
yegâne taşıyıcısı olmuştur.
AK PARTİ Türkiye’de yaşanan demokratikleşme sürecinin başaktörü
konumundadır. AK PARTİ dokuz yıldır, her türlü engellemeye rağmen, hukuk
zemininde kalarak demokrasi mücadelesi vermektedir. AK PARTİ için hukuki
meşruiyet ile siyasi meşruiyet korunması gereken en temel zemindir.
Bu hareketin lideri yasaklandığında “Başıma gelen bu
haksızlıklardan dolayı devletime küsmem, kızmam ya da kırılmam söz konusu
değildir.” diyerek, hukuka ve demokratik sisteme meydan okumamış, aksine,
demokrasi mücadelesini hukuk zemininde sürdüreceğini ifade etmiştir. İşte bu
sağduyulu, inançlı mücadele sonucunda engeller, yasaklar, mayınlar bir bir temizlenmiş, Türkiye ileri demokrasi yolunda önemli
mesafeler katetmiştir.
Bu gelenek milletine sevdalıdır ve bu gelenek, bin yıllık birlikte
yaşama tecrübesinin var ettiği değerlere sahip çıkan bir karakter taşır. Bu
karakter millete hizmetkârlığı, yaratılana sevdayı, hakkaniyete ve adalete
sadakati ilke edinmiştir. AK PARTİ işte bu karakterin siyasetteki adıdır.
Bugün üzerinde konuştuğumuz 61’inci Hükûmet Programı, bu ilkeler
ışığında, dokuz yıllık gecesi gündüzüne katılmış özverili çalışmanın ve bin
yıllık geleneğin bir yansıması olarak hazırlanmıştır. Bu programın ruhunu,
sevdalısı olduğumuz, derdiyle dertlendiğimiz milletimize hizmet etmek
oluşturmaktadır. Bu program, milletimizin tek bir ferdini diğerinden ayırmadan,
ötekileştirmeden, dışlamadan aynı samimiyetle kucaklayan bir anlayışı
yansıtmakta, 73 milyon vatan evladına ayırımsız şekilde verilecek hizmetleri ve
yapılacak icraatları ortaya koymaktadır. Şehirlerimizin güzelleşmesinden
ekonomimizin rekorlar kırarak büyümesine, demokrasimizin derinleşmesinden
hukukun üstünlüğünün tesis edilmesine, imtiyazlılar düzeninden haksızlıkların
ve cürümlerin hesabının sorulduğu hukuk devletine kadar bütün adımlar inanç,
etnik kimlik ve düşünce ayrımı yapılmaksızın milletimizin tamamı için
milletimizle beraber atılmış adımlardır. Aynı şekilde, yaşam kalitemizin
yükselmesinden, ekonomik refahımızın artmasından, dış politikamızın etkili hâle
gelmesinden her zaman tabii ki kazanan milletimizin kendisi olmuştur.
AK PARTİ bütün bu başarıları mucizevi bir formülle
gerçekleştirmemiştir. AK PARTİ her türlü kışkırtmaya, müdahaleye ve tuzağa
rağmen şu üç temel esastan ayrılmamıştır: Milletin sesine kulak vermiş,
çözülemez denilen kronik sorunların üzerine cesaretle gitmiş ve millî iradeye
halel getirecek her türlü girişim ve vesayetin karşısında dimdik durmuştur. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) AK PARTİ bu üç temel esası siyasi idare tarzıyla
değil, milletin teveccühüyle oluşan güçlü bir siyasi irade ile
gerçekleştirmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işte bu nedenle AK PARTİ
iktidarları Türkiye siyasi tarihinde sürekli ilklerle hatırlanacaktır. Seçim
zaferlerinden ekonomik adımlara, siyasi kararlılıktan demokratikleşme
adımlarına kadar son dokuz yılımız ilklerle doludur. Geçmiş hükûmetler ancak
önceki hükûmetin ortaya çıkarttığı maliyetlerle muhatap olmuşken, AK PARTİ on
yıllarca birikmiş siyasi ve ekonomik sorunlara muhatap olmuştur. İktidara
geldiğimiz dönem, gerek 1990’ların gerekse de son altmış yılın artık
yönetilemez sorunlarının zirve yaptığı yıllardı. Neredeyse hemen her alanda
millete rağmen adımların atıldığı ve dünya standartlarından uzaklaştığımız ve
hukuksuzluğun sıradan hâle geldiği yıllardı. AK PARTİ bu büyük sorumluluğu,
milletine duyduğu güvenle büyük bir cesaretle üstlenmiş ve hamdolsun, Allah’ın
yardımıyla yüzünün akıyla çıkmıştır. Artık o kötü günleri kimse hatırlamak
istememektedir.
AK PARTİ hükûmetlerinin ilk iki dönemine baktığımızda, 1990’ların ve
son altmış yılın siyasi, sosyal ve ekonomik maliyetlerini yönetebilir bir
noktaya getirme çabası içerisinde geçtiğini görürüz. Bugün başarılı devletlerin
ve toplumların sahip oldukları yaşam standartlarının çok altına itilmiş olan
toplumsal yapımızın maalesef vasat şartların bile, vasat ekonomik refahın,
demokratik hakların bile çok görüldüğü bir hâle geldiğini hatırlayalım o
yıllarda ve AK PARTİ’nin çıraklık ve kalfalık yılları
milletimizin ve devletimizin hızla uluslararası vasata eriştirilmesi mücadelesiyle
geçmiştir. Maalesef, bu vasata erişmemizi bile milletimize ve devletimize çok
gören güçler, hız kesmeden normalleşmemizi kesintiye uğratmak için ellerinden
geleni yapmaktan geri durmamışlardır ve AK PARTİ onların her müdahalesine daha
fazla hukuk ve daha fazla demokrasiyle cevap vermiştir.
AK PARTİ hükûmetleri programları ve iktidar dönemi birçok şekilde
tarif edilebilir. Öyle ki bu başarının birçok veçhesinden bahsedebiliriz ama
özetlersek, en temel anlamda AK PARTİ hükûmetleri ve programları dönemi, eski
Türkiye defterinin kapatıldığı, cumhuriyetimizin kazanımlarına sahip çıkılarak
yeni Türkiye sayfasının açıldığı yıllardır. Hükûmetlerimiz ve Sayın
Başbakanımız hiç kimsenin hatırlamak istemediği geçmiş uygulamalara son
vererek, milletimizle beraber yeni Türkiye’yi inşa etmek için herkese kucak
açtı. 12 Eylül 2010 Anayasa halk oylamasıyla milletimiz artık bu eski
uygulamaları görmek istemediğini açık şekilde ortaya koydu. 12 Haziran
seçimleriyle de AK PARTİ Hükûmetinin Türkiye’yi yeniden inşa etme sürecine
milletimiz onay vermiştir.
Biz, tam da işte bu sebeplerden dolayı, sadece bir seçim
kazanmadığımızın, milletimizin omuzlarına yüklemiş olduğu büyük sorumluluğun
farkındayız. İlkelerimizden sapmadan, milletimizi mahcup etmemek için elimizden
gelen çabayı gösteriyoruz, göstermeye devam edeceğiz.
AK PARTİ yeni Türkiye’yi inşa etmeye devam edecektir. Türkiye,
demokratikleşmenin derinleştiği, ekonomik refahın arttığı, millî gelirimizin
daha adil bir şeklide paylaşıldığı bir hedefe ilerliyor. Sosyal devletin
vatandaşa şefkat elini uzattığı, hizmetlerin bütün ülkeyi kucakladığı, devletin
ülkemizin her yerinde aynı adalet ve hizmet çizgisinde olduğu bir Türkiye inşa
ediliyor. Artık, Türkiye, sorunların devleti esir aldığı değil, çözümlerin bir bir gerçekleştiği bir ülke hâline geliyor. Türkiye, kimlik
sorunlarının, demokratikleşme sorunlarının, şiddetin ve terörün artık geride
kalacağı günlere yürüyor.
AK PARTİ ustalık döneminde ilkelerinden vazgeçmeden, Türkiye’yi
normalleştirmeye, demokratikleştirmeye, yenileştirmeye ve tüm bu adımları
taktik bir bütünlük içinde planlamaya, sistemleştirmeye, kurumsallaştırmaya ve
kalıcı hâle getirmeye devam edecektir.
61’inci AK PARTİ Hükûmet Programı, sadece 12 Haziran seçimleri
sonrası dört yıllık iktidar dönemimiz için değil, 2023’ü hedefleyen yeni
Türkiye’yi inşa etmek için hazırlanmıştır. Ümidimiz odur ki muhalefetimiz de bu
uzun vadeli ve vizyoner hedefleri bizimle beraber
paylaşır, el birliğiyle müreffeh Türkiye’yi inşa ederiz çünkü hangi siyasi
görüşe mensup olursak olalım ortak derdimiz Türkiye’dir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 61’inci AK PARTİ Hükûmet
Programı, milletimizi ve ülkemizi 2023 vizyonu
çerçevesinde bölgesel ve küresel rekabete hazırlama amacını gütmektedir. Bugün,
nasıl bir zaman diliminde yaşadığımızı ve hepsinden önemlisi zamanın ruhunu
anlamamız gerekmektedir. Sadece ülkemiz farklı bir döneme girmemektedir,
bölgemiz ve dünyamız oldukça radikal değişimlere gebedir. Dünyamız küresel
dengesizlikler ve bölgesel karışıklıkların yoğun bir şekilde yaşandığı bir
dönemden geçmektedir. Zamanın ruhu, 1945 sonrası kurulan cari düzenin ve
bölgesel uzantılarının değişimini zorlamaktadır. Artık ne dünyamız ne de
bölgemiz küresel, ekonomik, politik düzeni kaldıracak donuklukta değildir.
Önümüzdeki yıllar büyük bir dönüşüme gebedir. Milenyuma girerken bu yüzyılın
ilk yarısına dair yapılan analizler ve beklentiler, daha ilk on yıl içerisinde
yaşanmaya başlanmıştır. Elli yıllık siyasi, bölgesel düzenler birkaç ay
içerisinde altüst olmuş durumdadır.
Ülkemiz, yaşanan büyük değişim ve dönüşümü yakalamayı başarmıştır
ve hatta birçok alanda ön almış durumdadır. Küresel ve bölgesel birçok aktör
eski düzenin girdabında kalırken Türkiye, bölgesinde bir güce, dünyada ise
belirleyici bir aktöre dönüşmüş durumdadır. Yeni Türkiye bu dönüşümün sadece
Türkiye içerisinde değil bölgemizde de siyasi ve ekonomik tahkiminin yaşandığı
bir dönem olacaktır. Bu yeni dönem iktidarların, sınırların, ekonomik ve siyasi
derinliklerin yoğun bir şekilde tartışılacağı bir dönem olacaktır. Türkiye,
bölgesel ve küresel gelişmeler karşısında mukayeseli üstünlükleri zaaflarından
çok fazla olan, yükselen bir güç konumundadır. Türkiye, sorunlarını çözemeyecek
kadar küçük bir ülke değildir, hâlihazırda yaşadığımız sorunlarımız da yeni
Türkiye’yi inşa etmemizi engelleyecek kadar büyük değildir. İktidarıyla
muhalefetiyle çözüm odaklı siyaset anlayışı içerisinde çocuklarımıza, temel
sorunlarını halletmiş, geleceğe öz güvenle yürüyen güçlü bir Türkiye bırakmak
hepimizin asli görevidir. Programımız her zaman olduğu gibi, başta ekonomik
kalkınma ve demokratikleşme olmak üzere sorunlarımızın üzerine ciddi bir
şekilde gidecek yapıya sahiptir.
Ülkemizde, bu Meclisin çatısı altında -AK PARTİ hükûmetlerine
kadar- konuşulmasından bile çekinilen, yüzleşmesi düşünülemeyen ne kadar sorun
alanı var ise Hükûmetimiz bunların üzerine gitmiştir. Dün konuşulamayanların
konuşulmasını, tartışılamayanların tartışılmasını sağlayan İktidarımız, 61’inci
AK PARTİ Hükûmeti Programı’yla dün yapılması hayal edilemeyenleri teker teker
hayata geçirecektir.
Bugün, cumhuriyet tarihimizin en istikrarlı Hükûmetinin programını
değerlendirmek üzere bir aradayız. Bu, milletimizin başarısı olduğu kadar
muhalefetimiz için de siyasetin kalitesini yükseltmek için önemli bir imkândır.
Devlet yönetmek ciddi bir iştir ve siyaset sorumluluk almaktır. Siyaset
kurumunun asli görevi ise insanın ve toplumun sorunlarını çözmektir ve
toplumlar sorunlarını çözebildikleri oranda gelişirler.
Muhalefet etmek, her şeye karşı çıkmak ve kriz üretmek değil, daha
işlevsel çözümler üretebilmek ve teklifler getirebilmektir.
Milletimiz hükûmet etme sorumluluğunu AK PARTİ’ye
vermiştir. Bu sorumlulukla hazırladığımız Hükûmet Programı’mıza muhalefetimizin
yapıcı eleştirilerini ve katkılarını bekliyoruz. Ümit ederiz ki muhalefetimizle
de milletimizin Meclisinde insicam içerisinde çalışma imkânı buluruz.
Bu düşüncelerle Hükûmet Programı’nın hayırlı olmasını diliyor,
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ünal.
Şimdi söz sırası Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz
isteyen Ömer Çelik, Adana Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Çelik.
Süreniz yirmi dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA ÖMER ÇELİK (Adana) – Sayın Başkanım, aziz
milletin değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
61’inci Hükûmet Programı’nın milletimize esenlik ve barış
getirmesini, büyük muvaffakiyetlere zemin teşkil etmesini diliyorum.
AK PARTİ hükûmet programlarının temel bir özelliği vardır. Bütün
hükûmet programları öncelikle bir siyaset felsefesi tanımıyla işin içine
girerler. Nasıl bir ülkede yaşamak istiyoruz, hangi özgürlüklere sahip çıkmak
zorundayız, insanımızın hak ettiği temel hak ve hürriyetler nelerdir ve bu
konudaki eksikliklerimizin tamamlanması hususunda yapılması gerekenler
nelerdir?
Esasında 2002’den beri Türkiye, Avrupa tarihinde ve Türk tarihinde
rastlanmayan bir şeyle karşı karşıyadır, o da şudur: İktidardaki parti
büyümektedir, muhalefetteki partiler küçülmektedir.
İktidardaki partinin büyümesinin en önemli sebebi, en temel kodu
iktidar partisinin, AK PARTİ’nin iktidardaki
muhalefet olmasıdır. İktidardaki muhalefetten kastımız şudur: AK PARTİ, iktidar
olmasına rağmen Türkiye’deki vesayet sistemine ve statükoya
muhalefet ettiği için sürekli olarak bir de iktidardaki muhalefet olarak
milletin önünü açmaktadır. Muhalefet partileri ise genelde muhalefetteki
iktidar gibi davranmaktadır. Sürekli muhalefette olmalarına rağmen vesayet
sistemine ve statükoya sahip çıktıkları için oyları ve
milleti temsilleri küçülmektedir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ’nin, AK PARTİ iktidarlarının
temel kodu, istikrar içerisinde değişimdir. Prens Said Halim Paşa’mızın çok
güzel bir sözü vardır: “Eğer toplumsal gerçeklik sürekli olarak kendini tekrar
eden bir şey olsaydı insanı açıklamak için sosyolojiye gerek kalmaz, zooloji
yeterli olurdu.” Demek ki, insan kavramıyla değişim kavramı arasında organik,
birebir ve ayrılmaz bir ilişki vardır. İşte AK PARTİ, Türkiye için bu vizyonu ortaya koymaktadır.
Devletin güvenlik kaygıları adına devletin güvenlik ihtiyaçlarını
da aşan bir şekilde milletimizin unsurlarının tehdit olarak görülmesi, iç
tehdit anlayışı çerçevesinde demokrasimizin budanması karşısında AK PARTİ
vizyonu, temel bir vizyon ortaya koyarak Türkiye’nin
özgürleşmesi, milletin özgürleşmesi için bugüne kadar mücadele etmiştir. Bütün
AK PARTİ hükûmetleri bunun altına imza atmıştır.
Hegel’in yüzyıllar evvel
sorduğu bir soru bugün Türkiye’nin aktüel meselesidir. Diyordu ki: “Kim, hangi
ya da nasıl örgütlenmiş bir otorite anayasayı yapma iktidarına sahip olabilir?”
İşte bu… Hangi otorite halkın ruhunu yansıtacaktır diyorsak, bunun cevabı da
budur. Yani hangi otoritenin halkın ruhunu yansıtacağına inanıyorsak anayasayı
yapma hakkı da ona aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) O sebeple,
iktidarın, halkın ruhunu yansıtma bakımından Türkiye Büyük Millet Meclisinin
önüne geçme hakkı yoktur. Yargının, halkın ruhunu yansıtma bakımından Türkiye
Büyük Millet Meclisinin önüne geçme hakkı yoktur. O zaman, halkın ruhunu
yansıtmaya yegâne muktedir olan Türkiye Büyük Millet Meclisi anayasayı da
yapacak yegâne iktidardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Burada çeşitli vesilelerle çeşitli tartışmalar yaşanmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi anayasayı yapma hakkına sahip midir? Türkiye Büyük
Millet Meclisinin anayasayı yapma hakkına sahip olmadığı söylenmiştir. “İhtilal
yaparsınız, kan dökersiniz; ondan sonra anayasa yaparsınız.” denilmiştir. Şu
açık bir gerçektir, AK PARTİ vizyonu bunu ortaya
koymak durumundadır: Türkiye Büyük Millet Meclisi tali bir iktidar değildir,
Türkiye Büyük Millet Meclisi asli iktidardır, kurucu iktidardır ve Anayasa’yı
yapma yetkisine sonuna kadar sahiptir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Demokratik devletlerde hukuk profesyonellerin işi değildir.
Hukukun adalet ve hakkaniyete dayanması için hukukun ham maddesinin halk olması
gerekir. Ham maddesi halk olmayan bir hukukun üstünlüğünden bahsedilemez. Ham
maddesinde halk olmayan bir hukuk, ancak iktidarın örtülü faşizmine yol açar. O
sebeple, AK PARTİ olarak ham maddesi halk olan bir anayasayı aşağıdan yukarıya
yapma konusundaki kararlılığımız devam etmektedir. Demokratik devletlerde
hukuk, toplumsal dinamiklerin adil sonuç doğuracağına ve meşru siyasal denge
yansıttığına inanır, yine bu normlar çerçevesinde hukukun oluşması gerektiğine
inanır, hukuk ancak böyle üstündür. Hukuk hamurunda halk varsa üstündür, halka
karşı olan bir hukukun kim tarafından ve ne şekilde yapılırsa yapılsın hiçbir
üstünlüğü ve kıymeti harbiyesi yoktur. O sebeple,
61’inci Hükûmet Programı’ndaki Anayasa vizyonunun temeline ham madde olarak
halkın yerleştirilmesini AK PARTİ Grubu adına sonuna kadar destekliyoruz ve
bunun gerçekçi bir vizyon olduğunu ortaya koyuyoruz.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çünkü bu inancın bittiği yerde hukukun ve
normun meşruiyeti biter. Normun meşru olması için toplumsal dinamiklere,
toplumsal adalet inancına dayanması gerekir. Halksız hukuk hiçbir şekilde üstün
olamaz, “hukukun üstünlüğü” denilen şey halksızlık
adına yürürlüğe koyulan birtakım kanunlarla kesinlikle temsil edilemez. Hukuk,
ancak ve ancak demokratik siyasetin ürünüdür. Özgürlüğü, adaleti ve demokratik
işleyişi amaçlayan bir hukuk ancak meşrudur, üstünlük iddiası da bu amacı
gerçekleştirdiği sürece geçerlidir. Toplumsal dinamiklerin ve demokratik
süreçlerin ürettiği sistem bütünü değilse hukuk hiçbir şekilde meşru kabul
edilemez. Anayasal düzenin tek parti diktatörlüğü ve bu diktatörlüğün üzerine
inşa edilen 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinin ürünü olduğunu çok açık bir
şekilde bu Mecliste defalarca tartıştık ama maalesef bu Meclisin açılışında
bile bir kere daha 27 Mayıs darbesinin övünülmesine üzüntüyle şahit olduk. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) (CHP sıralarından “Sen 12 Eylül darbesinin
ürünüsün!” sesi)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
ÖMER ÇELİK (Devamla) – 12 Eylül darbesinden 27 Mayıs darbesine…
(CHP sıralarından “12 Eylül darbesinin ürünüsün sen!” sesi)
BAŞKAN – Lütfen…
ÖMER ÇELİK (Devamla) – …Cumhuriyet Halk Partisinin postmodern darbenin yanında yer aldığı 27 Nisan muhtırasına
da AK PARTİ Grubu direnmiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
1876’daki Kanuni Esasi’den beri her anayasa çalışması, merkezî bir
zihniyetle toplumu şekillendirme şeklinde ortaya çıkan bir siyasal refleks
üretmiştir. Toplum, kendi kaderi üzerinde hiçbir zaman söz sahibi olmamıştır.
Bir Fransız siyasetçisi ve filozofu şunu söyler, der ki: “Bazı ülkeler vardır,
orduya sahiptir. Prusya ise bir ordudur, ülkeye sahiptir.” Biz AK PARTİ olarak
diyoruz ki: “Türkiye bir ülkedir, bu ülkenin sahibi millettir, onun da bir
ordusu vardır.” Ama bunun karşısındaki zihniyet “Türkiye bir ordudur, onun bir
milleti vardır, herkes onun malıdır.” zihniyetiyle Ergenekonların ve cuntaların
arkasında durmuştur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sana bunu kim öğretti?
ÖMER ÇELİK (Devamla) – İşte, yeni anayasa “Türkiye bir ordudur,
millet onun malıdır.” zihniyetine karşı “Türkiye bir millettir ve onun ordusu
vardır.” zihniyeti temelinde kurulacaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Pahalı puroları içerken yanlış okumuşsun
sen!
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Yeni anayasa ihtiyacı, bir sistem
ihtiyacıdır. Bu sistem millet egemenliğine dayalı bir sistem olacaktır. Millet
egemenliğinin dışında… Evet, burada ne yazıyor? “Egemenlik kayıtsız şartsız
milletindir.” yazıyor. Bunun hatırlanması çok güzel bir şeydir. Egemenliğin
kayıtsız şartsız olması konusunda kuşkusuz bazı hâkimlerin seçilmiş kişiler
üzerindeki vesayetini kabul etmediğimiz gibi, Ergenekonun,
darbelerin, cuntaların, postmodern darbelerin ve
birtakım postalların vesayetini de kabul etmiyoruz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Git hesap sor Ergenekondan!
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Demokrasinin temeli “Ergenekon nerededir,
gösterin de ona üye olalım.” demek değildir. Demokrasinin temeli Ergenekonla mücadele etmektir. (AK PARTİ sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Hesap sor 12 Eylülcülerden,
28 Şubatçılardan!
BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Elini tutan mı var?
BAŞKAN – Sayın İnce…
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Sayın Başkan, şuradaki korsan yayınları
durdurursanız, ben resmî frekanstan yayın yapmaya devam edeceğim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Çelik.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Burada korsan yayın olmaz.
BAŞKAN – Lütfen müdahil olmayın efendim.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Ama korsan görünümlü olabilir, Doğan
görünümlü Şahin olabilir.
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakınız, şunu açık bir şekilde ortaya
koyacağız: Bu yüce Mecliste hiç kimse, içeride hâlen tutuklu olan ve
yargılanmaları süren kişilerin suçlu olduğunu iddia edemez. AK PARTİ kesinlikle
böyle bir anlayışı kabul etmez ama aynı zamanda AK PARTİ birtakım Ergenekon
tutuklularını ya da Ergenekon yargılamasının sulandırılmasına yüce Meclisin
alet edilmesini de kabul etmez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şunu unutmayalım: Sayın Genel Başkanın dediği gibi, seçme ve
seçilme hakkı temel bir haktır. Bu Meclis bunun önündeki bütün engelleri
kaldıracaktır. Ama şunu da unutmayalım: Yüce milletin darbe korkusu olmadan
yaşama hakkı da temel bir haktır, bu millet, bu Meclis bunun da karşısında
duracaktır.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Hâlâ korkmayın, darbe olmaz artık! Olmaz
darbe, korkmayın!
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Öyleyse konuyu bir tarafından alıp da
gecikmiş bir demokrasi hafızası yenilenmesine düşmeyelim. Darbe
yargılanmalarının tutukluluk sürelerinin…
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Darbenin besledikleri sizsiniz.
BAŞKAN – Sayın Milletvekili, lütfen…
ÖMER ÇELİK (Devamla) – … birtakım kişiler
tarafından mahkûmiyete dönüştürülmesine ne kadar karşı çıkıyorsak aynı şekilde
Ergenekonlara, darbelere de o kadar karşı çıkacağız.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Ergenekon’dan beslenen sizsiniz.
BAŞKAN – Sayın Öztürk…
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Biri diğerinin alternatifi değildir.
Darbelere karşı çıktığımız gibi tutukluluk sürelerinin mahkûmiyete dönüşmesine
de karşı çıkacağız. Tutukluluk sürelerinin mahkûmiyete dönüşmesine karşı
çıkarken abrakadabra yapıp Ergenekon soruşturmasının engellenmesine yüce
Meclisi alet etmeye hiç kimse kalkmamalıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakınız, burada yine milliyetçilik adına çok vahim sözler
söylenmiştir, denilmiştir ki: “Sayın Başbakan Türkiye'nin birlik ve
bütünlüğüyle ilgili çalışmalar yapacakken etraftaki ülkelerin birlik ve
bütünlüğüyle ilgili çalışmalar yapmaktadır.” Bakın, Kanuni’nin, Fatih’in
stratejik vizyonundan yoksunluk ancak bu kadar veciz
ifade edilebilirdi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Büyük milletimiz şunu bilmektedir: Gazze’de huzursuzluk varsa
Ankara da huzursuzdur, Bosna’nın güvenliği tehlikedeyse İstanbul’un güvenliği
tehlikededir, Bakü’de huzursuzluk varsa Diyarbakır’da da huzursuzluk vardır.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bağdat, Beyrut, buraları huzur ve sükûn
içerisinde değilse Van ve İzmir de sükûn içerisinde değildir. (CHP ve MHP
sıralarından gürültüler)
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Diyarbakır’da sıkıntı var, Batman’da
sıkıntı var.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Büyük milletin büyük vizyonu
Ankara’yı, Diyarbakır’ı, Van’ı, Hakkâri’yi düşündüğü kadar Gazze’yi, Beyrut’u,
Bağdat’ı, Bakü’yü ve Bosna’yı da garanti altına alan bir zihniyete sahiptir.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Hakkâri’deki şehidin hesabını ver!
MUHARREM İNCE (Yalova) – Bakan olamayınca senin moralin bozuldu,
ne dediğini bilmiyorsun sen. Biraz daha gözüne girersen bir dahaki döneme
olursun.
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Öte yandan, dikkat edilmesi gereken bir
diğer temel husus da şudur: Hiç kimse Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi’ni
etnik radikalizmin birtakım barış konseyleri vasıtasıyla güncellenmesi şeklinde
yürürlüğe sokmamalıdır. Türkiye’de Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi devletin
ve milletin bekası açısından devletimizin en iyi planlanmış, en zamanlı şekilde
yürürlüğe konulmuş projesidir ama birileri “millî birlik ve kardeşlik” derken
demokrasiden rahatsız olurlar, birileri “demokrasi” derken millî birlik ve
kardeşlikten rahatsız olurlar. AK PARTİ ise şunu bilmektedir: Millî birlik ve
kardeşlik için daha çok demokrasi istiyoruz. Daha çok demokrasi de millî birlik
ve kardeşliğimizi güçlendirecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Yavaş konuş, anlamıyoruz ne dediğini ya!
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Müştereklerimize sahip çıkma adına
farklılıkların yok edildiği dönemlere geri dönmeyeceğiz. Devletin güvenliğini
sağlama kaygısıyla kimliklerin yok edildiği, toplumsal barışın imha edildiği,
toplumsal barışın birtakım göçlerle, birtakım kontrgerilla faaliyetleriyle, 17
bin faili meçhul cinayetle gölgelendiği dönemlere geri dönmeyeceğiz.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Çözseydin.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Dokuz yıldır niye çözemedin?
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bugün burada Türkiye'nin toplumsal
sorunlarına karşı yegâne çözüm önerileri Türkiye’de olağanüstü hâl ilan etmek
olanların, hâlâ olağanüstü hâl ilan etmekten bahsedenlerin vizyonu
bin yıl öncesinin vizyonudur, Malazgirt’ten bile geri bir vizyondur. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Kendini mi şikâyet ediyorsun halka?
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Biz, Türkiye’de demokrasiyi PKK açılımına
dönüştürmek isteyenlerin karşısında nasıl dimdik duruyorsak millî birlik ve
kardeşlik adına bu ülkeye olağanüstü hal getirmek isteyenlerin fikirlerine de o
şekilde karşı duracağız. Bunda hiçbir taviz yoktur. Mesele açıktır.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Amerika’nın karşısında dimdik durun!
Amerika’nın karşısında ne yapıyorsunuz!
BAŞKAN – Lütfen Sayın Milletvekili…
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakın, Arap baharı denilen 350 milyonluk
kitle, bu kitlenin bütün gözü Türkiye’dedir, vizyon
olarak Türkiye’yi görmektedirler.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Ya, motora binmiş gibi konuşma, kürsüden
konuşuyorsun sen! Sanki motora binmiş gibi konuşuyorsun ya!
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Türkiye, bütün bir coğrafyasına model
olmuştur. Düne kadar hasta adam denilen Türkiye bugün küresel düzenin zinde
adamı hâline gelmiştir.
Bakın, Türkiye'nin biricikliğini göstermek bakımından en önemli
meselelerden bir tanesi şudur: Demokratik standartlarını yükseltmek bakımından
Türkiye Avrupa Birliği ülkeleri tarafından “sessiz devrim” yapmakla
nitelendirilmiştir, sessiz devrim gerçekleştirmiştir.
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Millet iradesinden bahsediyordun, şimdi
polisle gezmeyi de anlat, millet duysun!
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Ama bu demokrasiye sahip Avrupa ülkeleri
bugün ekonomik krizlerle boğuşurlarken, Türkiye aynı zamanda büyümede yüzde
11’i yakalamış, OECD ülkeleri içerisinde büyümede birinci olmuştur. (CHP
sıralarından “Şov yapıyorsun şov!” sesi) Türkiye bu bakımdan, bu demokratik
ülkelere ekonomik performansı bakımından üstündür. Yani demokrasisi bakımından
benzediği Avrupa ülkelerine ekonomisi bakımından üstündür. Diğer taraftan,
Türkiye, ekonomik performansı ve ekonomik büyüklüğü bakımından BRICS ülkelerine
benzetilmektedir; Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika ülkelerine.
Ekonomik büyüklüğü tarafından benzetildiği bu ülkelere ise bir üstünlüğü
vardır: Bu ülkelerde Türkiye kadar kuvvetli bir demokrasi yoktur.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bir de Hakkâri’den bahset Ömer Bey,
Hakkâri’den!
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Şu milletin içinde bir yürüyelim şu
Adana’da, gel! Adana’da bir yürüyelim!
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Dolayısıyla, demokratik cazibe merkezi olan
Avrupa Birliği karşısında Türkiye, ekonomisiyle üstünlük üretmektedir, ekonomik
cazibe merkezi olan BRICS ülkeleri karşısında Türkiye, demokratik
performansıyla büyüklük üretmektedir. Ama Türkiye'nin geldiği bu nokta tesadüfi
bir nokta değildir.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Amerika iyi yetiştirmiş sizi, gerçekten
kutluyorum!
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Türkiye'nin geldiği bu nokta büyük bir vizyonun ürünüdür. Bu vizyonun
temelinde de şu vardır: Daha düne kadar Türkiye’de devlet-millet ayrımı,
merkez-çevre ayrımı, iktidar-hükûmet ayrımı, kalkınma-demokrasi ayrımı,
hizmet-kimlik ayrımı siyasette yürürlükteydi. Bütün bu ayrımları ortadan
kaldıran, devlet-millet ayrımını millet lehine ortadan kaldıran…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Yalan söyleme!
ÖMER ÇELİK (Devamla) – …merkez-çevre ayrımını dışlanmışlar ve
ötekileştirilmişler lehine ortadan kaldıran, iktidar-hükûmet ayrımını seçilmiş
irade lehine ortadan kaldıran AK PARTİ hükûmetleri olmuştur. Kalkınma-demokrasi
ayrımı, “Ya kalkınacaksın ya demokrasiye sahip olacaksın.” şeklindeki bir ayrım
hiçbir şekilde AK PARTİ hükûmetlerinin vizyonunda yer
almamıştır.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Siz ayrım yapa yapa Diyarbakır’da
parlamento kuruldu parlamento!
ÖMER ÇELİK (Devamla) – AK PARTİ vizyonu
hizmet-kimlik ayrımı karşısında da şu temel prensibi ortaya koymuştur:
Kimlikler üzerinden siyaset yapılması adına hizmet politikasının engellenmesi
hiçbir şekilde mümkün değildir.
Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi’nin temel esası şudur: Nitekim
61’inci Hükûmetin programında bunun temel bir yer almış olmasını AK PARTİ Grubu
olarak büyük bir sevinçle ve memnuniyetle karşılıyoruz. Millî Birlik ve
Kardeşlik Projesi, bakınız, etnik kimliklerin radikalizminden oluşan bir
koalisyona yol vermek değildir ama Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi,
Türkiye’deki her kimliğin kendisini demokrasi içerisinde meşru bir şekilde
ifade etmesinin ürünüdür. Bunun karşısında birileri Stalinist
özerklik projelerini ortaya koymaya çalışıyorsa, Millî Birlik ve Kardeşlik
Projesi’ndeki demokratik açılımı Stalinist bir
özerkliğin temeli yapmaya kalkıyorsa, olağanüstü hâl rejimine karşı olduğumuz
kadar Stalinist özerklik projesine de aynı oranda
karşı olduğumuzu yüce Meclise ifade etmek isterim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Yel değirmenleriyle dövüşme Ömer.
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakınız, bu Mecliste geçmişte Millî Birlik
ve Kardeşlik Projesi’nin eleştirilmesi adına çok enteresan analizler
yapılmıştır. Tanzimat Fermanı’ndan bahsedilirken şu söylenmiştir, Osmanlının
birlik ve bütünlüğünün tebaaya eşitlik getiren Tanzimat yüzünden bozulduğu
söylenmiştir. Hâlbuki…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Islahat Fermanı. Yanlış hatırlıyorsun.
Onu ben söyledim.
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Siz söylemediniz, efendim, Sayın Bahçeli
söyledi, kayıtlarda var.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – 1856 Islahat Fermanı. Yanlış
hatırlıyorsun Ömer Bey.
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Sizin söylediklerinizi ezbere biliyoruz
biz.
Bakınız, Tanzimat Fermanı 19’uncu yüzyıl milliyetçiliklerinin
ortaya çıktığı bir dönemde elli yıl geç kalmış bir projeydi. Eğer elli yıl önceden
bu 19’uncu yüzyıl milliyetçiliklerine karşı eşitlik, kardeşlik ve demokrasi
fikri ortaya koyulabilseydi, bu fikirler temelinde Osmanlının kendi kendisini
yeniden yapılandırması, yeni yüzyıla büyük bir kuvvet olarak girmesi mümkün
olacaktı ama o zaman geç kalınmış bu adım bir imparatorluğun yok olmasına, bir
imparatorluğun parçalanmasına yol açtı. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
Bugün yine Kürt kardeşlerimiz “Kürt sorunu” deyip de yine aynı tarihi
geciktirmeye çalışanlar bu tarihten ders çıkarmalılar. Kürt sorunu ekonomik bir
sorunken tedbir almadılar, “Bir avuç eşkıyadır.” deyip, bölgeye dönük almaları
gereken ekonomik tedbirleri almadılar. Bugün bu tedbirler AK PARTİ tarafından
alınmaktadır. Sorun siyasi olduğunda on yıl geriden gelerek sorunun ekonomik
olduğunu kabul ettiler. Sorun bir kimlik sorununa dönüştüğünde yine on yıl
geriden gelerek sorunun siyasi olduğunu kabul ettiler…
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Kaçırılan askerlerin durumu ne?
Kaçırılan askerlerden bahset.
ÖMER ÇELİK (Devamla) – …ama AK PARTİ sorunun kendisini de, sorunun
özünü de, sorunun zatını da, sorunun çözümünü de tam zamanlı ve tam bir
demokratik içerikle tespit etmiştir. Önümüzdeki on yıllar kimin Türkiye’nin,
devletin ve milletin bekası için doğru adım attığını kiminse geçmişte İttihat
Terakki’nin yaptığı yanlışları otoriter siyasetler vasıtasıyla koca bir
imparatoru parçalama refleksi ortaya koyduğunu herkese açıkça gösterecektir. AK
PARTİ açısından demokrasi bir eklenti değildir, demokrasi bir lüks değildir,
demokrasi bu milletin bekasının esasıdır. Cumhuriyet adına demokrasiyi
reddedenler ya da demokrasi adına cumhuriyeti reddedenler AK PARTİ vizyonunun dışındadır. AK PARTİ, cumhuriyetimizin
kazanımlarının demokrasi vasıtasıyla Türkiye’nin bekasına hizmet edeceğini,
demokratik reflekslerimizin cumhuriyetin kurucu felsefesini bugün açısından
daha da güçlendireceğini ortaya koyan bir vizyona
sahiptir.
O sebeple, sorunların çözümü açısından Türkiye Büyük Millet
Meclisi çözümsüz değildir, Türkiye çözümsüz değildir. Bütün mesele Türkiye’nin
kendisini, kendi siyasal sistemini “Bize özgü şartlar” denilen vesayet
kodlarından kurtulup evrensel demokrasiyi çağdaş ilkeler çerçevesinde yeniden
yapılandırmasıdır. Bu bakımdan, Türkiye’nin geleneğiyle modernliğini kavga
ettiren siyasal anlayışın da dışındayız. Türkiye Doğu’da mıdır, Batı’da mıdır?
Türkiye olarak hem Doğu’dayız hem Batı’dayız.
Türkiye’nin Doğu ve Batı arasında bir stratejik köprü olduğu anlayışını
reddediyoruz. Türkiye bir köprü değildir, Türkiye Doğu’nun ve Batı’nın
birleştiği stratejik bir kavşaktır, büyük bir bölge gücüdür.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Çelik, lütfen sözlerinizi tamamlayınız, üç dakika
süre veriyorum.
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Hep beraber göreceğiz; Türkiye, ekonomisini
büyüttükçe, Türkiye demokrasisini büyüttükçe, Türkiye sosyal sermayesini
artırdıkça, Türkiye iç barışını güçlendirdikçe 2023’e Türkiye bir süper güç
olarak girecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Burada en büyük sermaye, en
büyük dayanak noktası milletin desteğidir. Bugün, yüzde 50 almış AK PARTİ’yi bölücülüğe destek vermekle suçlayanlar, o yüzde
50’lik kesimi, milletin yüzde 50’sini bölücü olarak suçladıklarının farkında
olmayacak kadar millî bilinçten yoksundurlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ERKAN AKÇAY (Manisa) – Ne alakası var?
OKTAY VURAL (İzmir) – Hakaret etme millete.
ÖMER ÇELİK (Devamla) – O sebeple, AK PARTİ bu millî bilinç
çerçevesinde 2023’e Türkiye’yi bir süper güç olarak sokmak üzere hazırlanmış
61’inci Cumhuriyet Hükûmeti Programı’na destek verecektir.
Aziz milletimize ve yüce Meclise saygılar sunarım. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Sayın Çelik konuşmasında
laf atan arkadaşlarımıza “Korsan bildiri sunanlar.” demiştir. Dünyanın bütün
parlamentolarında sataşma vardır, laf atma vardır. Grubumuza hakaret etmiştir.
İzin verirseniz, açıklamak istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun Sayın İnce.
Yeni bir sataşmaya mahal vermeden, İç Tüzük’ün
69’uncu maddesi gereğince iki dakika süre veriyorum Sayın İnce.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- Yalova Milletvekili Muharrem
İnce’nin, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Çelik’le dokuz yıldır aynı Parlamentoda görev yapıyoruz.
Başbakandan azar işitmesini istemem. Onun için de söz aldım.
Bakın, 9 Haziran 2011 tarihinde -27 Nisan bildirisini soruyorlar-
Sayın Başbakan diyor ki: “Onu bir muhtıra olarak kabul etmiyorum. Bu, o zamanki
Genelkurmayın bir yaklaşımıdır.” diyor. Oysa, Sayın
Çelik, “27 Nisan bildirisine de, o muhtıraya da dik duran AK PARTİ.” dedi.
Sayın Başbakan muhtıra olarak kabul etmiyor, siz muhtıra olarak kabul ediyorsunuz.
Aranızdaki bu çelişkiyi düzeltin, bir. (CHP sıralarından alkışlar)
İkincisi, darbeciler, muhtıracılar hepsi orada; hesap sorun -dokuz
yıldır- faili meçhul cinayetlerin 17 bin tane olduğunu burada söylemeyin. 6 kez
araştırma önergesi verdik, hepsini reddettiniz. Gelin, bunları söyleyin.
Bir diğeri “Korsan yayın yapıyorsunuz.” Bu sözü geri alın lütfen
çünkü korsan yayını intihalciler yapar. Bizde intihalci yok. Sağınıza solunuza
bakın, intihalci görürsünüz diye düşünüyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Moraliniz bozuk olmuş olabilir o sıralara oturmadığınız için.
Lütfen, geçmişi de takip ederseniz, yani şunları görürseniz: Geçmişte faili
meçhul cinayetlerle ilgili defalarca Meclis araştırma önergelerini buraya
getirmemize rağmen hepsini reddettiniz, Taksim 77 olaylarının araştırılmasını
reddettiniz. Bütün bunları siz buraya... Tabii ki motora binmekle kürsüde
konuşmak aynı şey değil. İkisini birbirine karıştırırsanız arada çelişkiler
ortaya çıkar diye düşünüyorum.
Bizim kimseye hakaret etmek gibi bir derdimiz yok ama dokuz yıldır
bu Parlamentoda, bu kürsüde defalarca, defalarca getirmemize rağmen hepsini
reddedeceksiniz, 28 Şubatçılardan hesap sormayacaksınız, 12 Eylülcülerin
maaşına zam yapacaksınız, 27 Nisanı muhtıra olarak kabul etmeyeceksiniz, bizi de
darbeci yapacaksınız. Onun gereklerini 23’üncü Dönem Parlamentosunda yapmıştık.
Sanıyorum ki 24’üncü Dönem Parlamentosunda çok daha sert yapacağız bu
görüşmeleri diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnce.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Sayın Başkan, sataşma
oldu, cevap vermek istiyorum.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Bir saniye Sayın Aydın, önce Sayın Dinçer’in bir sözü var
galiba.
Sayın Dinçer, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Ben isim vermedim ki niye üzerine
alınıyor? Ben isim vermedim ki.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bir saniye.
Sayın Dinçer, lütfen yeni bir sataşmaya mahal vermeden, buyurun.
İç Tüzük’ün 69’uncu maddesi gereğince
iki dakika süre veriyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
2.- Millî Eğitim Bakanı Ömer
Dinçer’in, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Sayın Çelik de
değerlendirme yaparken isim vermemişti.
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; çok özetle bir şey
söylemek istiyorum. Buradan, benden biraz önce gelip konuşan arkadaş ve
etrafındakiler o kadar dürüsttürler ki kendisinden dört yıl sonra, beş yıl
sonra çıkmış kitaptan alıntı yaptığım için beni intihalle suçlarlar. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bunlar o kadar dürüstler ki kendilerince, benim kendi
kitabımdan aldığım bilgileri intihal yaptığım iddiasıyla dile getirirler.
İntihal...
MUHARREM İNCE (Yalova) – Profesörlüğünüz alınmadı mı?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Dinle ya! Bir dakika dinliyoruz.
Siz de grup başkan vekilisiniz.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (Devamla) – Benim profesörlüğüm de
alınmadı, benim öğretim üyeliğim de alınmadı. Bunun bir kurgu olduğu, bugün
kendi arkadaşlarının yaptığı bir senaryo icabıyla gerçekleştirildiği ve o
senaryo sahiplerinin de bugün hesap vermekte olduğunu unutarak gelip burada
konuşma cesareti gösterirler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Aslında
insanların önce ne söyleyeceklerini değil, önce ne duyacaklarını düşünmeleri
gerekir. Utanmadan gelip burada hâlâ, bunların hepsinin geri döndüğü hâlde
gelip bunları konuşuyor olmalarına hayret ediyorum. Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dinçer.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Siz profesör müsünüz, değil misiniz? Onu
söyler misiniz?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Çok saygısızsınız.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Bir saniye Sayın İnce. Önce Sayın Aydın’a bir söz
vereyim, sonra size.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, kendisi profesör müdür,
değil midir? Profesörlüğünü elinden ben mi aldım, bana niye kızıyor?
BAŞKAN – Bir saniye…
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, Sayın İnce az önceki konuşmasında
grubumuza ağır sözler sarf etmiştir…
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Anamın ak sütü gibi
profesörüm…(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Dinçer… Lütfen Sayın Dinçer… Sayın Dinçer…
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – …doçentim de,
doktorum da. Bunların hepsi anamın ak sütü gibi helal. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) – YÖK tanıyor mu?
GÜRKUT ACAR (Antalya) – YÖK’ün tarihinde YÖK’ün kararı ne zaman
geri alındı?
BAŞKAN – Sayın Aydın, buyurun.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, az önce Sayın İnce
konuşmasında grubumuza ağır hakaretlerde bulunmuştur, cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Ne söyledi de sataştı?
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Efendim, grubumuza korsanlıkla,
intihalden tutun da her türlü hakarette bulunmuştur. (CHP sıralarından
gürültüler)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Ben söylemedim bunları.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bir saniye… Sayın Aydın’ın
söylediği anlaşılmıyor.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Başbakanımızın bir sözünü geçirerek 27
Mayısla ilgili lafını yanlış dile getirdi. Grubumuza ağır hakaretlerde
bulunmuştur. Efendim, cevap vermek istiyorum, cevap hakkını kullanmak
istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Dinçer cevap verdi zaten Sayın Aydın. Korsanlıkla
ilgili zaten Sayın Çelik söyledi. Ona da Sayın İnce sataşma diye cevap verdi.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Efendim, söylenmesi…
BAŞKAN – Hayır, ne dedi de sataştı, onu söyleyin Sayın Aydın, söz
vereceğim.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Faili meçhullerle ilgili laflar söyledi,
27 Mayıs… Darbeleri övdüğümüzü bir şekilde ima etmeye çalıştı efendim. Ben ona
cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Çelik’in sözlerini söyledi. Bunda sataşma neresinde
Sayın Aydın? Lütfen…
AHMET AYDIN (Adıyaman) – 27 Nisan bildirisiyle ilgili yanlış bir
beyanda bulundu efendim.
BAŞKAN – Hayır, ben sataşma olarak değerlendirmiyorum Sayın Aydın,
buyurun.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Şandır, buyurun.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Efendim, Sayın Çelik konuşmasında,
milliyetçilik iddiasında olanların vizyonunun olmadığını
söyleyerek grubumuzu ihsas eden beyanda bulundu.
AHMET YENİ (Samsun) – İsim vermedi.
BAŞKAN – İki dakika süre veriyorum Sayın Şandır, buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar)
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Başkanım, haksızlık oluyor ama.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bize niye izin vermiyorsunuz?
3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim.
Bu, ilk günün güzelliği. Bu karşılıklı sataşmalar olacak, bundan hiç kimse yüksünmesin.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Çelik, her
konuşmasında… Bilemiyorum, bir başlı sonlu konuşmak imkânımız olsa da bir
sohbet etsek Sayın Çelik’le. Ne söylemek istediğini inanın ki anlayamadım ama
tutanakları alıp okuyacağım.
Şimdi, bu milliyetçilikten niye rahatsızlık duyuyorsunuz Sayın
Çelik, bunu anlamakta zorlanıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
Bakın, milliyetçilik mensubiyet, aidiyet duygusudur. Biz bu
millete mensubiyet duyuyoruz. Kim bu millet? Bu millet bu topraklarda yaşayan
halkın adı, bu devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan halkın adı bu millettir.
Bu milletin adı nedir? Bu milletin adı Türk milletidir. Önce bunu kabul
edeceksiniz. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar) “Türk milleti” deyince niye
rahatsızlık duyduğunuzu bu millete anlatmak mecburiyetindesiniz, işin özü bu.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Rahatsız olan yok! Rahatsız olan mı var!
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Rahatsız olmuyoruz!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – İkincisi, Sayın Çelik, vizyondan bahsettiniz. Gerçekten, gelin, bir vizyon tartışması yapalım. Sayın Ünal burada “Türkiye'nin
sorunlar ülkesi değil, çözümler ülkesi olacağını” söyledi. Demek ki sorun var
ki çözümler aranıyor.
Ben programı çok detaylı okudum. Burada bir faaliyet raporu var,
yaptıklarınızı anlatıyorsunuz, yapacaklarınızı -cek,
-cak’la söylüyorsunuz, bir vizyon
yok. “Siyaset felsefesi” diyor Sayın Çelik, burada bir siyaset felsefesi yok.
2023’e Türkiye’yi nasıl hazırlayacağınızın, bu toplumsal barışı nasıl
hazırlayacağınızın, kuracağınızın bir anlatımı yok. Milliyetçiliği suçlarken,
oluşturduğunuz, “millî birlik ve kardeşlik” adını verdiğiniz, bu “Kürt açılımı”
dediğiniz bu PKK açılımının ülkeyi nereye getirdiğini göreceksiniz. Gidin,
Diyarbakır meydanında, meydanda yatan 2 şehidin hesabını önce verin, ondan
sonra bir vizyon iddiasında bulunun Sayın Çelik. (MHP
sıralarından alkışlar)
Milliyetçileri suçlarken biraz dikkatli olmanızı size tavsiye
ederim. Milliyetçilikle nedir probleminiz, bunu gerçekten millete anlatmanız
lazım. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.
ÖMER ÇELİK (Adana) – Sayın Başkan, Sayın Şandır milliyetçilikle ne
problemim olduğunu soruyor. Burada sözlerimde bir çarpıtma var. Müsaade
ederseniz açıklamak istiyorum.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Efendim, ismini kullanarak sataşma
yapıldı, lütfen…
BAŞKAN – Sayın Çelik, lütfen yeni bir sataşmaya mahal vermeden,
69’uncu madde gereğince, buyurun, iki dakika söz veriyorum ama son söz lütfen…
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
4.- Adana Milletvekili Ömer Çelik’in,
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
ÖMER ÇELİK (Adana) – Arkadaşlar, AK PARTİ’lilerin
milliyetçilikle sorunu yoktur. AK PARTİ’lilerin
sorunu “milliyetçilik” adı altında milliyetçi tabanın hassasiyetlerini bir
kenara bırakarak başka oluşumların peşine giden ulusalcılıkladır, bu bir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Öyleyse niye o tabiri kullanmadın?
ÖMER ÇELİK (Devamla) – İkincisi, gerçekten ortada bir
milliyetçilik varsa… Biraz evvel burada bir şey söylendi, maalesef kayıtlara
geçti, çok vahim bir sözdür o. Bir Genel Başkan Sayın Başbakanımızın vizyonuna “örtülü Baasçılık” dedi.
Bütün Orta Doğu’da Baasçılığa karşı en dik sesi Sayın
Başbakanımız çıkarırken “Orada ne işin var?” diyenler mi Baasçıdır
yoksa Sayın Başbakan mı Baasçıdır? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
OKTAY VURAL (İzmir) – Nerede? Kaddafi’den ödül aldı. 250 bin
dolar…
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bütün Orta Doğu’da Baasçılığa
karşı en yüksek direnişi gösterirken Sayın Başbakan, Türkiye’nin içindeki bir
partinin lideri çıkıyor, Sayın Başbakanın vizyonunu
örtülü Baasçılıkla suçluyor. Kim Baasçıdır,
kim ulusalcıdır, kim milliyetçidir, yüce millet karar versin.
Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Bakan birinci köşe yazısında
intihal için özür dilemişti. Ben onu kastettim, siz kendiniz alındınız. Birden
fazla olduğu için… Yarası olan gocunur. Ama kendi köşesinde özür dileyen biri
daha var intihal için.
BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen… Sayın İnce…
Şimdi, şahsı adına söz isteyen Kamer Genç, Tunceli
Milletvekili.
Buyurun Sayın Genç.
Süreniz on dakikadır.
VI.- HÜKÛMET PROGRAMI (Devam)
1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı’nın görü-şülmesi
(Devam)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
24’üncü Dönemin ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum.
Burada bir teşekkür borcumu önce yerine getireyim. Beni 7 defa
Tunceli’den seçerek Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderen asil ve soylu
Tunceli halkına şükranlarımı ve minnetlerimi belirtiyorum. (CHP sıralarından
alkışlar) Tam 7 defa Tunceli halkı beni seçmiştir, buraya göndermiştir.
Tayyip Bey diyor ki: “Ya, ben bu Tunceli’de niye seçimi alamıyorum?”
Gelsin, ben kendisine biraz bilgi vereyim, niye almıyor. Ben ders de veririm bu
konularda. Şimdi, bir defa, ben bir iki defa bu kürsüde söyledim. Bir defa
Tunceli’ye hiç hizmet gitmiyor. Kendisi gitti 2-3 defa Elazığ’da, dedi ki: “Bu
Pertek Köprüsü’nü yapacağız.” Politikacı sözüne güvenilir kişi olması lazım
arkadaşlar. Gidiyor, diyor, diyor, hiçbir şey yapmıyor. Yani böyle bir şey olur
mu?
Bakın, 10 Mart 2010’da Elâzığ’da bir deprem oldu. Oraya Tayyip Bey
gitti, bakanları gitti. Oradaki, Elâzığ’daki vatandaşların dertleriyle
ilgilendiler, tabii ki ilgileneceklerdi. Orayı afet bölgesi ilan ettiler, evler
yaptılar ama bitişiğinde Tunceli’nin üç ilçesinde, Mazgirt’te, Nazimiye’de ve
Pertek’in köylerinde, hatta merkezlerde deprem hasar meydana getirdi. Bir
Allah’ın kulu gidip de “Yahu ey Tuncelililer, siz ne yapıyorsunuz? Sizde de
depremin etkisi var ama size bir yardım edelim.” demedi. Ben gittim orada
köyleri gezdim, o kadar büyük tahribat var ki, benim ısrarla üzerinde durmam
üzerine gittiler orada bir araştırma yaptılar, 870 tane ağır hasarlı, 1.500
tane orta hasarlı, 2 binin üzerinde de hafif hasarlı bina tespit ettiler.
Bu seçim arifesinde gezdim arkadaşlar, inanmanızı istiyorum, evler
o kadar ayrılmış ki. Köy evleri -yani bu Türkiye'nin her tarafında büyük bir
problem- yarın orada bir deprem olduğu zaman bunların hepsi ayrılacak, o
insanların üzerine yıkılacak.
Geldim, burada söyledim, diyor ki bir tanesi, aklıevvel
birisi: “Efendim, kimse ölmemiş ki biz burayı afet bölgesi ilan edelim.” Yahu,
tabii ki Elâzığ’da deprem olmuş, onun yan etkisi oraya geliyor, dolayısıyla
evler çatlamış, ayrılmış, yarın ikinci bir depremde o insanların hepsi gidiyor.
Trabzon’da bir şey dinlemiştim, Sayın Bayraktar’ın bir programı,
diyor ki: “Biz beş bin tane TOKİ’den ev yaptık Trabzon’a.” Keşke on bin tane
yapsaydınız ama ne olur ya şu Tunceli’ye de iki tane bir şey yapın. Yani,
yapılan yüz, yüz elli tane şey var ama -veya en fazla iki yüz- onlar da yarım
kalmış.
Yani, şu Hükûmete özellikle tavsiyede bulunuyorum, bu köy evlerinin
üzerinde durmamız lazım. Gidip gezdiğiniz zaman -gezmişseniz- bu köy evleri
maalesef her depremde insanların başına yıkılacak tarzda. Bunları
gidip araştırmak lazım, bir plan yapmak lazım, bu toprak evlerden bu insanları
kurtarmak lazım.
Şimdi, tabii ki burada AKP bir program getirdi, okudu. Programda
bir şey yok arkadaşlar, hep hayal mahsulü, hep işte yapacağız, edeceğiz… Tayyip
Bey burada çıkar birlikten bahseder, kardeşlikten bahseder, efendim
kucaklayıcılıktan bahseder. Yahu, Allah rızası için sen dokuz
yıldır iktidarsın, bir tane sol düşünceli vatandaşı genel müdürlüğe getirdin
mi? Bir Alevi vatandaşa bir makam verdin mi? İmtihanlar yapıyorsunuz, kaymakam,
hâkim, savcı imtihanlarında Alevi kökenli vatandaşlar, inançlı insanlar,
imtihanın baş sıralarını kazanıyorlar, sözlüde sırf bu inançlarından dolayı
bunları kazandırmadığınızı defalarca burada söyledim arkadaşlar, defalarca. (CHP
sıralarından alkışlar) Ben ayrımcı değilim. Varsa buyurun getirelim.
Arkadaşlar, bakın, şimdi, devri, AKP...
SALİM USLU (Çorum) – ÖSYM yapıyor.
BAŞKAN – Sayın Uslu, Sayın Uslu lütfen...
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, burada demokrasiden bahsediyoruz.
Yahu senin Genel Başkanın Tayyip Bey diyor ki: “Hukuk benim işime karışmasın,
mahkeme, ben onun işine karışmam.” Yahu, Anayasa’yı okuyan bir cahil bile bu
lafı eder mi arkadaşlar? Böyle bir şey olur mu? Yahu senin anayasan diyor ki:
“İdarenin her türlü eylem ve işlemleri yargı denetimine tabidir.” Peki, sen
hangi kafayla diyorsun ki: “Yargı benim işime karışmasın, ben yargının işine
karışmıyorum.” Bunu söyleyen -yani Allah rızası için- demokrat olur mu? Siz,
kendi faaliyetlerinizin, işlemlerinizin hukuk yoluyla sınırlanmasını istiyor
musunuz, istemiyor musunuz? İstemiyorsunuz.
Bugün Tayyip Erdoğan öyle bir statüye geldi ki Tayyip Erdoğan’ın
ağzından çıkan bir laf kanundur, anayasadır, mahkeme kararıdır arkadaşlar.
Bugün maalesef yargı bağımsız değil. Bu milletvekillerine “Efendim, biz
mahkemeye telefon mu edelim deniliyor? “ Peki, Tayyip Erdoğan seçim sırasında
demedi mi ki “Hele bunlar bakalım seçimi kazansınlar tahliye olacaklar mı?” Bu
nedir? Tayyip Bey’in mahkemelere yaptığı telefondur bu. Yani “Tahliye
edemezsiniz.” demektir bu. (CHP sıralarından alkışlar) Efendim, bir AKP’li
bakan demedi mi ki: “Bunlar seçimi kazansalar da tahliye edilemeyecekler.”
Arkadaşlar ben sizin lehinize söylüyorum.
Bakın, bir kömür yolsuzluğu oldu. Yani kömür nasıldır? Fakir
fukaraya verdiğiniz kömürleri ocaktan 1 lira yerine
100 liraya alıyordunuz. Nakliyeyi 10 lira yerine 100 liraya yapıyordunuz. Bir suistimal tespit edildi, getirdiniz burada bir önerge
verdiniz torba kanunda, bunu tuttunuz yani kanun dışına çıkardınız.
Şimdi, bir şeyleriniz hesabına... Mesela bu Arya diye bir şey
vardı, borç batağı içindeydi. Tayyip Bey’le Berlusconi’nin bir arkadaşlığı
yüzünden 3,6 milyar dolarını getirdiniz devletin sırtına yüklediniz.
Sizin devri iktidarınızda bakın, hangi suistimal...
Yahu, Allah rızası için dokuz senedir hiç mi bir istismar yok ya? Hiç mi bir
araştırma önergesini kabul etmek gerekmiyor?
Arkadaşlar, Deniz Feneri, bakın, Deniz Feneri... Şimdi, bu Deniz
Feneri’ni niye şimdi… Beş senedir, o Zahid Akman niye
beş senedir dışarıda geziyor?
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sen işine bak ya!
KAMER GENÇ (Devamla) – Bir gün buraya bir kanun geldi, Tayyip Bey
durup dururken efendim, RTÜK başkanlarının yargılanmasına izin verme yetkisini
Başbakana attı.
MUHARREM İNCE (Yalova) – 2004’te.
KAMER GENÇ (Devamla) – Niye? Beş sene izin vermediniz arkadaşlar,
beş sene.
Şimdi, Zekeriya Karaman -bu Deniz Feneri’ne gelen paraların bir
kısmı buraya geldi. Ben bunu söyledim- gitti, benim hakkımda 20 milyar tazminat
açtı. 6 defadır mahkemede diyorum ki: “Yahu, şu savcılıktan bu dosyayı
getirin.” Bu dosyayı incelediğiniz zaman hakikaten buna para gelmiş mi,
gelmemiş mi anlaşılacak. 6 defa savcılık dosyayı göndermedi. Geldim, kürsüde
söyledim. Ondan sonra defalarca basına söyledim. Nasıl olduysa şimdi
soruşturmayı açıkladılar ama yani yine de mahkemeye teşekkür ederim. İnşallah
hak ve hukuk teşekkül edecek ve burada kime ne para gitti, gidecek… Şimdi,
Tayyip Bey’e soruyorum: Deniz Feneri’nde Almanya’dan gelen paralar sana geldi
mi, gelmedi mi? Bu paralar nereye gitti? Arkadaşlar, bunu öğrenmek benim hakkım
değil mi?
Bakın, Zekeriya Karaman gitti, Frankfurt’taki Vakıflar Bankasından
1 milyon 700 bin euro aldı, 400 bin eurosunu Tayyip Bey’in oğlunun bacanağına gönderdi. Tayyip
Bey’in oğlu da o zaman gemicik aldı. Ama yani bir bağlantı var mıdır, yok mudur
bir araştıralım bunları, bir araştıralım arkadaşlar. Niye bu davalara yayın yasağını
koyuyorsunuz?
Beyler, bakın, yani siz bütün soygunları, bütün hırsızlıkları,
bütün yolsuzlukları burada getirdiniz kanunlarla örtbas ettiniz. Bugün
Türkiye’de denetim yok arkadaşlar. İstanbul Belediyesiyle ilgili verilmiş ihale
yolsuzlukları… Kaç senedir Danıştay İstanbul Belediye Başkanı hakkında
soruşturma açılması için karar vermiş, İstanbul Savcılığında bu soruşturma
açılmıyor. Yahu, peki, hukuk işlemiyorsa bir memlekette, eğer suistimalcilerden hesap sorulmuyorsa biz nerede arayacağız
arkadaşlar? Gelin bir araştırma açalım. Bu memlekette kim yolsuzluk yapmışsa
Allah belasını versin, üzerine gidelim. (CHP sıralarından alkışlar) Niye arka
çıkıyorsunuz? Ya arkadaşlar, biz kimseye iftira atmıyoruz. İstanbul
Belediyesinde kaç tane ihale yolsuzluğu var? Danıştay kararıyla verilmiş,
İçişleri Bakanlığı soruşturma izni vermiyor ama Danıştaya
gitmiş soruşturma evrakla, buna izin verilmesi lazım, iki senedir İstanbul
Belediyesi, bunlar hakkında soruşturmayı savcılık açmıyor arkadaşlar.
Şimdi diyor ki: “Siz kendinize göre bir Ergenekon’dan
bahsediyorsunuz.” Yahu, kimse bizim içimizde, kim suç işliyorsa, kim rejimi
yıkmaya çalışıyorsa Allah belasını versin! En başta biz hesabını soracağız, ama
siz… Tayyip Erdoğan diyor ki: “Benim önümde ayağa kalkmadı, işte, buyur,
Ergenekon’dan yargılanıyor.” “İşte, bana 1 milyar doları var dedi, şimdi
içeride.” Yahu, eğer bu memlekette insanlar hakikaten bir kişinin direktifiyle
yıllarca içerdeyse o zaman bu memlekette hak hukuk nasıl olur arkadaşlar? Böyle
bir şey olur mu?
Şimdi, bakın, geçen gün, Tunceli’de… Bakın, Beyoğlu Meşrutiyet
Caddesi’nde Eti Holding’in merkez binası Pera Tulip diye, bu 80 odalı bir yer, bu Albayraklar’a
özelleştirme yoluyla veriliyor, 750 bin liraya arkadaşlar, daha tapu geçmeden
birisine 3 milyon dolara satılıyor. Ee, gidelim,
araştıralım arkadaşlar. Yani bakın, özelleştirdiğiniz her konuda…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) – …evvela o özelleştirilen müesseseyi
devletin parasıyla sıfırlaştırıyorsunuz, bütün
işçilerin tazminatlarını ödüyorsunuz ve getiriyorsunuz çok düşük bir fiyatla da
bunları yandaşlarınıza veriyorsunuz.
Yahu, insaf arkadaşlar, bu devletin malı hepimizin. Eğer birisi
devletin malına el uzatıyorsa Allah belasını versin! Onun elini kıralım, ama
gelin bunları araştıralım arkadaşlar. Yani bugün özelleştirme yoluyla verilen o
kadar bedava mülkler var ki, Hazineden o kadar verilen bedava mülkler var ki.
Bunları, tabii, benim bu beş dakikalık zaman içinde size söylemem mümkün değil
ki.
O bakımdan, bakın, memleketimizde yoksulluk, fakirlik almış
yürümüş. Yani işte, defalarca dile getiriyoruz burada, Tunceli ilinde hâlâ
yolsuz o kadar köy var ki, içme susuz o kadar çok köy var ki. Benim kara
yollarım, ilçemin yolu ya, en azından seksen yıllık ilçe, yani iki araba yan
yana geçmiyor. Defalarca ilgili kuruma telefon ettim; ya şunu bir yapıverin
kardeşim, ne var yani? Yapmıyor. Yani, bunu… Yani, sanki Tunceli ili o Türkiye
Cumhuriyeti devleti hudutları içinde değil. Tuncelili vatandaşlar işe
alınmıyor. Ancak geldiniz seçimde bütün baskıyı kurdunuz. Aldınız mı oy?
Tunceli halkı baskıya gelmez. Gördünüz işte, siz bütün baskıları… Getirdiniz
buzdolabı dağıttınız, çamaşır makinesi dağıttınız. Tunceli halkı onurlu; yani
her halk, tabii ki, Türkiye’deki halkın hepsi onurlu, soylu bir halktır. Ben
halka büyük saygı duyuyorum ama seçimlerde tehdit ettiniz. Basın bütün
sizinleydi. CNN Türk, seçimden bir gün önce, Ahmet Hakan Melih Gökçek’i aldı üç
saat Cumhuriyet Halk Partisine en büyük iftiraları attı ve ben telefona
bağlanmak istedim bizi bağlamadılar.
Devletin bütün yayın organı… İşte, basını tehdit ediyorsunuz.
Yayınlanmamış kitaplar için basın mensuplarını alıyorsunuz, aylarca, yıllarca
içerilerde hapsediyorsunuz. Bu memlekette hak yoksa, hak arama yolu yoksa,
Tayyip Bey “Efendim, yargı ciğerimi kanatıyor.” diyorsa: Bu nasıl bir düşünce
arkadaşlar? Bir başbakanlık makamında oturan kişi “Yargı benim ciğerimi
kanatıyor” der mi? Şimdi de yargıyı kendine göre dizayn etti, efendim, en
haksız kararları “Ee, ne yapalım efendim, yargı karar
veriyor.” diyor. Yahu şimdi, yani siz bunları bilmiyor musunuz? Hakikaten
artık, şimdi içinizden bir tane vatandaş, bir tane milletvekili, bir tane bakan
Tayyip Bey’in keyfîne karşı çıkabilir mi? Altın ticaretini KDV’den istisna
ettiniz. Niye ettiniz? Çünkü Tayyip Bey’in yakınları altını ithal ediyor.
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) – Gene saçmalamaya başladınız.
KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, bir gün burada mücevherat,
pırlanta alım satımını vergiden istisna ettiniz.
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) – Seçimler yeni oldu!
KAMER GENÇ (Devamla) – Kimin reyiyle? Sizin reyinizle.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) – Kim yapıyor pırlanta alışverişini? Tayyip
Bey’in kardeşi, oğlu…
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) – Ya bir memlekette Tayyip Bey’in… Böyle bir
şey olur mu?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Otur yerine! Tamam.
BAŞKAN – Sayın Genç… Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Devamla) – Arkadaşlar, bu memlekette düzen nasıl
sağlanacak?
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Konuşmacı, hem Genel Başkanımız hem
de grubumuza ağır hakaretlerde bulunmuştur. Sataşmadan söz istiyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Canikli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Lütfen, yeni bir sataşmaya mahal vermeden iki dakika…
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
5.- Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli’nin, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in grubuna sa-taşması
nedeniyle konuşması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İlk günün bu şekilde başlamasını gerçekten istemezdik. Geçmiş
dönemlerde de benzer tablolar ortaya çıktı. Eğer bir iddianız varsa...
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Çelik’e mi söylüyorsun?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bir iddianız varsa bunu belgeleriyle
ortaya koyarsınız.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya belgeyi veriyoruz.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Canikli, belgeleri ortaya koyduk,
siz af yasasıyla affettiniz ama.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Belgeleriyle ortaya koyarsanız ve
eğer gerçekten samimi iseniz, yüreğiniz yetiyorsa ayrıca yargıya götürürsünüz,
dava açarsınız.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – İzin vermediniz, affettiniz!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bunların önemli bir bölümünün
dokunulmazlığı yok.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Üstadım, affettiniz!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bahse konu kişilerin dokunulmazlığı
yok. Samimi iseniz, eğer söyledikleriniz iftira değilse, yalan değilse yargıya
götürürsünüz, ispat edemiyorsanız, yargıya götürme cesaretiniz yoksa
söylediğiniz yalandır, yalandır, yalandır ve iftiradır! (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – İzin vermediniz, affettiniz, af yasası
çıkardınız!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Tabii, sadece yalan ve iftira yok,
cehalet de var değerli arkadaşlar, cehalet de var.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Canikli, kömür yolsuzluğunu af
yasasıyla affetmediniz mi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Eğer belediye şirketlerinin denetime
tabi olmadığını söylüyorsanız ve buradan hüküm çıkarıyorsanız en hafif ifadeyle
cehalet vardır.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Yargıya fırsat mı verdiniz?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Çünkü belediyenin şirketleri Sayıştay
tarafından enine boyuna bütün detayıyla denetlenir, öyle değil mi arkadaşlar?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Kanun çıkardık, kanun, kanun!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Eğer bu kadar bilmiyorsanız, bu
kadarını bilmiyorsanız diyecek hiçbir şeyimiz yok. Bakın, daha önce KİT Komisyonu
kapsamı dışında bırakılmıştı. Ne zaman çıktı bu kanun? Bizden çok önce. En son
çıkardığımız Sayıştay Kanunu ile hepsini denetim kapsamına aldık, bunları biz
yaptık.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Ama Sayıştayın
denetimlerini yok ettiniz, performans denetimi ortadan kaldırdınız!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Daha önceleri nerelerdeydiniz? Daha
önceleri de siz siyaset yapıyordunuz.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayıştayın
elini kolunu kırdıktan sonra yaptınız.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, gerçekleri konuşacaksınız,
iftira ile bu işler yürümez, hakaretle bu işler yürümez, yalan dolanla bu işler
yürümez. Bugüne kadar sakız olarak ağzınızda çiğnediğiniz hiçbir şeyi ispat
edemediniz, ortaya koyamadınız, belgelendiremediniz ama hâlâ akıllanmadınız,
gerçekten çok ayıptır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Canikli, ispat ettik, affettiniz,
af yasası çıkardınız!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Türkiye Büyük Millet Meclisine,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin şanına bu yakışmıyor, kınıyorum, reddediyorum,
ayıplıyorum, bütün ithamları katıyla iade ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Canikli.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Kömür yolsuzluğunu yasayla affettiniz
mi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, birleşime…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bana diyor ki: “Yalan
söylüyor.”
BAŞKAN – “Yalan söylüyor.” demedi Sayın Genç. (CHP sıralarından
gürültüler)
Bir saniye sayın milletvekilleri… Lütfen…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, sorumun muhatabı Tayyip Bey. Deniz
Feneri de bugünlerde çok rağbette. Deniz Feneri soruşturma dosyasını açalım,
okuyalım, araştıralım hakikaten Tayyip Bey’e para gitmiş mi, gitmemiş mi?
BAŞKAN – Sözleriniz tutanaklara geçti Sayın Genç, teşekkür ederim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, yargıya intikal etmiş.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Değerli Başkanım, sataşma var. “İspat”
diyorlar, ben izin verirseniz ispat etmek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Ne diye Sayın Vekilim?
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Değerli Milletvekili dedi ki: “Efendim,
bu söylediklerinizi ispatlamak için buyurun, ispatlayın.” Ben, izin verirseniz…
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bunun yeri mahkeme efendim;
yargı, yargı…
BAŞKAN – Hayır, öyle değil; kast ettiği o değil Sayın
Milletvekilim.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Şu anda Ankara 19. Asliye Ceza
Mahkemesinde yürüyen dava var, onu söyleyeyim ben. İstanbul Büyükşehir
Belediyesinin 1.220 tane soruşturma dosyası var, izin verilmedi; o var.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Başkan, yargıda yani. Karar mı
veriyoruz?
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Artı, Sayın Milletvekilinin bilmediği
bir husus daha var: İçişleri Bakanlığının tüm özel şirketlerle ilgili denetimin
yapılmayacağına ilişkin…
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum, tutanaklara geçti.
Birleşime yarım saat ara veriyorum sayın milletvekilleri.
Kapanma Saati: 20.46
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 21.17
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK
(Burdur), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
7’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
VI.- HÜKÛMET PROGRAMI (Devam)
1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı’nın görüşülmesi (Devam)
BAŞKAN – Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar
Kurulu Programı üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Şimdi, söz sırası Hükûmet adına söz talebinde bulunan Başbakan
-İstanbul Milletvekili- Recep Tayyip Erdoğan’a aittir.
Buyurun Sayın Erdoğan. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından
ayakta alkışlar)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, çok
değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi bir kez daha selamlıyorum.
61’inci Hükûmet Programı üzerinde görüş, öneri ve eleştirilerini
Genel Kurulla paylaşacaklarını zannettiğim muhalefet maalesef Hükûmet Programı
üzerinde herhâlde pek konuşma veyahut da programı okuma fırsatını bulamadılar.
Dolayısıyla Hükûmet Programı’yla ilgili de burada en ufak bir şey duymadım,
dinlemedim, zaman zaman da kendimi âdeta sanki yargı salonunda hissettim çünkü
sadece burada bu konuşuldu. Biz Hükûmet Programı’nı tartışacağımızı
zannediyorduk ve ben buna rağmen yine de konuşmacılara şahsım, grubum adına
teşekkür ediyorum.
Hükûmet Programı’yla ilgili yapılan eleştirilere veyahut da burada
yapılan konuşmalara geçmeden önce, biliyorsunuz, on altı yıl önce bugün, 11
Temmuz 1995’te Bosna-Hersek’in “Srebrenica” adlı
kasabasında bir toplu katliam gerçekleştirildi. Savaştan, çatışmalardan,
soykırımdan kaçan 10 binlerce Müslüman Boşnak Birleşmiş Milletlerin “güvenli
bölge” olarak ilan etmesi nedeniyle Srebrenica
kasabasına sığınmıştı. Radovan Karadziç
ve Ratko Mladiç
komutasındaki milisler kasabayı ele geçirdiler ve bugün dahi tam rakamı
bilinmeyen, 10 binin üzerinde olduğu tahmin edilen masum sivilleri birkaç gün
içinde toplu katliama tabi tuttular. Geç de olsa Karadziç’in
ardından “Kasap” lakabıyla tanınan Mladiç’in de
yakalanması, adalete teslim edilmesi Srebrenica
üzerindeki kurşun gibi ağır atmosferi bir nebze olsun dağıtmıştır.
Geçen yıl törenlere ben katılmıştım, bu yıl da Başbakan
Yardımcımız Bülent Bey katıldılar. Oradaki bütün şehitlere Allah’tan rahmet
diliyorum, ailelerine sabırlar temenni ediyorum. Tabii, hâlen aydınlatılması
gereken karanlık noktalar olduğunu, hâlen adalete teslim edilmeyi bekleyen
zanlılar olduğunu, nereye gömüldüğü bilinmeyen yüzlerce, belki de binlerce
kayıp olduğunu biliyoruz. İşte bu nedenle Srebrenica
katliamını unutmayacak, unutturmayacağız.
Avrupa’nın ortasında bir daha benzer katliamlar yaşanmaması için
Türkiye olarak bu meseleyi takip etmeye devam edeceğiz. Ben buradan, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurulundan bir kez daha Boşnak kardeşlerimize yürekten
dayanışma mesajlarımızı iletiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 12 Haziran seçimleri
elbette Türkiye’de her kesime çok önemli mesajlar verdi. Bu mesajları alanlara
ne mutlu. Ben burada özellikle bir hususu altını çizerek bir kez daha ifade
etmek istiyorum. 1945 yılında Türkiye çok partili döneme adım attı. 1950
yılında ilk kez millet iradesi sağlıklı bir şekilde sandığa yansıdı. 1945’ten
bugüne kadar demokrasimiz inişli çıkışlı dönemlerden geçti, çok badireler
atlattı, müdahaleler yaşadı. Yaşanan tüm sancılara, acılara, tartışmalara
rağmen demokrasimiz sürekli olgunlaştı, sürekli ilerleme kaydetti ve
standartlarını her geçen gün daha da ileri seviyelere taşıdı. Açıkçası, 12
Haziran seçimleri, Türkiye’de demokrasinin ulaştığı seviyeyi ve artık sahip
olduğu ileri standartları göstermesi bakımından özellikle önemlidir.
İster profesör olsun ister çoban, bu milletin her bir ferdi
serbestçe oyunu kullanıyor. Kendi hür iradesiyle kendi tercihini yapıyor.
Millet seçimler yoluyla her tartışmaya, her soru işaretine, her anlaşmazlığa ve
uyuşmazlığa çok net bir şekilde hakemlik yapıyor ve söylenmesi gerekeni en
güzel şekilde söylüyor ve sayın milletvekilleri, 12 Haziran akşamı sandıkların
açılması ve ortaya çıkan tablo “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”
ilkesine eğer inanıyorsak o zaman yapılması gereken, muhalefet başını iki
elinin arasına alacak “Biz nerede, ne yanlış yaptık da acaba yüzde 50 AK PARTİ’ye gitti?” diye bunu düşünmesi lazım. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bunu düşünmesi lazım. Yani yüzde 26 alacaksın asıp
keseceksin, yüzde 13 alacaksın asıp keseceksin. Yok böyle bir şey. Egemenlik
kayıtsız şartsız milletinse buna teslim olacaksın. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) 2 kişiden 1 kişi AK PARTİ’ye oy verdi.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Kimseye teslim olmayız biz.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Millet, seçimler yoluyla
her tartışmaya, her soru işaretine, her anlaşmazlığa ve uyuşmazlığa çok net bir
şekilde hakemlik yapıyor ve bu hakemliğin neticesidir 12 Haziran. Hakemliğe
kulak asmayanları hakem sahadan atar. Bağırıp çağırmayla bu iş olmaz, bunu
böyle bilin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
12 Haziran seçimlerinde gerek katılımın yüzde 87 gibi çok yüksek
bir orana ulaşmış olması gerek temsil noktasında yüzde 95’lik bir oranla
Meclisin çok kapsayıcı bir şekilde teşekkül etmesi milletimizin bu noktadaki
basiretini açık ve net olarak ortaya koymuştur. Aziz milletimizin sahip olduğu
bu demokratik olgunluğun aynı derecede Parlamentoya ve siyasete de yansıması en
büyük arzumuzdur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bugün artık, dünün söylemleriyle, dünün
kelimeleriyle, düne ait parametrelerle yolumuza devam edemeyiz. Çatışmaya,
çekişmeye, birbirinin paçasından tutarak aşağıya çekmeye, karalamaya, iftiraya
dayalı bir siyaset anlayışı Türkiye’nin hak ettiği bir siyaset anlayışı
değildir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Siyasetçiler -bunun altını
çiziyorum- millet kadar vizyon ve ufuk sahibi olmak durumundadır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Siyaset kurumu milletle aynı frekansı tutturmalı, aynı
yöne bakmalı, Türkiye’nin ulaştığı standartlara paralel bir duruş sergilemek
zorundadır.
Bakınız, ben şu hususu her fırsatta ifade ettim: Demokrasilerde muhalefet
en az iktidar kadar önemlidir ama muhalefet konumunu bilemiyorsa,
marjinalleşiyorsa, o zaman bu ülkede ileri demokrasiden bahsedemeyiz.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Sizden mi öğreneceğiz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hele hele ana muhalefet
marjinalleşirse bu çok büyük bir tehlikedir. Siz kalkar da “2 arkadaşımız
burada yemin etmedikçe biz yemin etmeyeceğiz.” derseniz, bu marjinal bir
düşüncedir ve bak, geldiniz, yemin ettiniz. Ne oldu? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Ne oldu? Bin düşüneceksin, bir konuşacaksın. Böyle olmazsa, işte
böyle olur. Bir taraftan “Millî irade, millî irade, millî irade...” diyeceksin,
ondan sonra millî iradeye “Tamam, sen 12 Haziranda konuştun, bundan sonrasına
karışma.” diyeceksin. Öyle şey olur mu yahu? Millî irade sana “Gel,
Parlamentoda konuş.” dedi, “Git, dışarıda, Atina’da Parlamentoyu şikâyet et.”
demedi. Burada konuşacaksın, burada! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ne varsa
burada konuşacaksın ve burada konuşacak sözü olmayanlar Atina’ya gider ve durum
çok daha farklı hâle gelir.
Onun için, ben, İç Tüzük’ün 2’nci
maddesini filan şöyle bir okumanızı tavsiye ederim. Bugüne kadar buradaki
durumunuz aslında çok farklıydı ama biz onu hiç gündeme getirmedik,
nezaketimizin gereğiydi ve orada da aslında sizin bu salona girmemeniz
gerekirdi, girememeniz gerekirdi ve bu İç Tüzük’te
var...
MUHARREM İNCE (Yalova) – Aslan gibi de gireriz! Senden mi izin
alacağız? Böyle bir şey olur mu yahu?
BAŞKAN – Sayın İnce... Sayın İnce...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – ...ve İç Tüzük’e göre de bir İç Tüzük ihlali yapılmıştır.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Bizi buraya millet gönderdi. İstediğimiz
zaman gireriz.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sen kim oluyorsun da böyle
konuşuyorsun!
MUHARREM İNCE (Yalova) – İstediğimiz zaman gireriz.
UMUT ORAN (İstanbul) – Size mi soracağız girip çıkmayı?
(CHP sıralarından “İstediğimiz zaman girer çıkarız” sesi)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yemini ettikten sonra
istediğin zaman girersin ama yemin etmeden durumun tribündekiler gibidir,
farklı değildir.
Bakınız, değerli arkadaşlarım...
UMUT ORAN (İstanbul) – İşine bak, işine bak!
MUHARREM İNCE (Yalova) – Bir ustaya yakışmıyor.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İktidar önüne 2023 gibi
bir vizyon koymuşken muhalefet hâlâ o tartışmaları yürütüyorsa, hâlâ bunları
sürdürüyorsa, hâlâ eskinin gündemine, eskinin meselelerine takılıp kalıyorsa
1940’ları aşıp bugünlere gelemiyorsa biz bunu ülke adına sağlıklı bir hizmet
ortamı olarak görmeyiz. Muhalefet en az iktidar kadar vizyon sahibi olmalıdır.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) 12 Haziran seçimlerinden çıkan en net mesaj
budur. Hâlâ bir şey öğrenmeyecek misiniz ya? İşte Kasım 2002, tablo ortada. Geliyoruz
22 Temmuza, tablo ortada. Geliyoruz 12 Hazirana, tablo ortada. Bir kendi
hâlinize bakın, bir de AK PARTİ’ye bakın. Her şey
ortada. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ve bu aziz millet, bu sevgili millet AK PARTİ’ye
zikzak yaptırmadı, hep tırmandırdı. Ama sizde istikrar yok ve onun için de sizi
muhalefete mahkûm etti. Burada düşüneceksiniz, nerede yanlışımız var diye
düşüneceksiniz. Biz hep bunu düşündük, hep bunu halkımızla paylaştık. En geniş
manada kamuoyu araştırmalarını yaptırdık. Acaba biz yüzde 46’dayken yüzde 54
niye? Yüzde 34’teyken hemen araştırdık, yüzde 56, yüzde 66 niye? Burayı da biz
almamız lazım, bunlar üzerinde de bizim bir tasarrufumuzun olması lazım. Hep
bunları çalıştık, devamlı ders çalıştık ve seksen bir vilayette biz varız ama
siz seksen bir vilayete daha yeni yeni gitmeye başladınız ve bundan dolayı da
biz gururluyuz, seviniyoruz. Niye? Siyaseti seksen bir vilayette yapmamız
lazım. Bunun sürekli uyarısını yapa yapa bugüne geldik, şimdi CHP ilk defa bu
seçimde bunu yaptı, dilerim ki MHP de yapar, MHP’nin de yapması lazım.
MUHARREM İNCE (Yalova) – 85 korumayla gideceğiz tabii değil mi?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hep beraber bu illerin
tamamında bulunmak gerekir.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen kendine ders ver, başkasına verme!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ben dersi aldım ve gayet
iyi de çalışıyoruz, netice de ortada. Siz ne haldesiniz, ona bak. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Biz şunu samimiyetle arzu ediyoruz: Muhalefet bizi eleştirsin,
muhalefet yapıcı eleştiriler getirsin, yapıcı öneriler getirsin. Bu şekilde hep
birlikte, şu çatının altında, ülkemiz için, milletimiz için hizmet üretelim.
Yapıcı eleştiriden asla yüksünmeyiz; istişareden, müzakereden asla kaçınmayız;
milletin istifadesine olan her işte el birliği yapmaktan, bir ve beraber
çalışmaktan asla gocunmayız. Bizi buraya millet gönderdi ve en nihayetinde
hepimiz millet için varız ve millet için çalışıyoruz.
Şimdi, bakınız değerli milletvekilleri, 12 Eylül halk oylamasının
ardından, 12 Haziran seçimlerinde millet bize şu iki mesajı gayet açık verdi:
Bir: “Yeni bir anayasa yapın.” dedi.
İki: “Millî birlik ve kardeşlik sürecini kararlı şekilde
sürdürün.”
12 Eylülde ortaya çıkan yüzde 58 “evet” oyunun da, 12 Haziranda AK
PARTİ’ye verilen yüzde 50 desteğin de verdiği en
önemli mesaj işte budur.
Ben burada bulunan her bir arkadaşımın yeni bir anayasa konusunda
istekli ve arzulu olduğunu zannediyordum ama dinlediğim konuşmalarda gördüm ki
peşinen, şimdiden “Biz yeni bir anayasa çalışmasında iktidarla yokuz.” havası
var. Doğrusu buna üzüldüm. Bakın, yine ön kabuller… Daha önce çünkü aynı
durumlardan geçtik. “Kapağını açarız, kapatırız veya bize bir çay içmeye
gelirler, o kadar…” Bize bu söylendi. Yine anayasa çalışması içindi. Mecliste o
zamanki Meclis Başkanımız Sayın Toptan davet yaptı. O davete o zaman Cumhuriyet
Halk Partisi dışında MHP ve BDP “evet” dedi ama CHP o davete “evet” demedi.
Anayasa çalışmasıydı. Niye? Hiçbir zaman yok. Yirmi altı maddelik paketle
ilgili bir çalışma, “Gelin, bunu yapalım.” dedik ve bu çalışmaya yönelik birçok
sıkıntılar orada da bu paketin içine konulabilirdi ama baktık ki karşımızda bir
üçlü blok: CHP, MHP, BDP. Burada sadece bir nakarat… Geldiler, çıktılar
kürsüye, o nakaratı okudular, gittiler, başka bir şey yok ve oylamalara da -ne
yapmadılar- katılmadılar. Ee, niye katılmıyorsunuz?
Katılın. Demokrasinin gereği bu değil mi? Parlamentoda üye olmanın görevi bu
değil mi? İşte bugün bu yaptıklarının tersini orada yaptılar. Farklı bir
şekilde yaptılar. Birinde yemin etmemişlerdi, birinde de yemin etmiş olarak
aynı şeyi yaptılar. Bunlar demokrasiye yakışmıyor, egemenlik olayına
yakışmıyor. Diyorum ki: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” anlayışı size
verilmiş bir yetki, bunun gereğini yapın. “Evet” dersiniz, “hayır” dersiniz veya
bunun üçüncü bir alternatifi vardır, çekimser kalırsınız. Bunlardan birini
yaparsınız ama gelin, bunu burada yapın. Yapmadılar. Ee,
ne oldu? Burada bir mücadele, on beş gün ve bize ne dediler? “Aceleniz niye?
Anayasa gibi önemli bir şeyi yapıyoruz, aceleniz niye?” Bundan daha acil ne
olur? On beş gün gece gündüz çalıştık ve Parlamentodan çıkardık, millete
gittik. Ne oldu? Meydanlarda muhalefet “hayır” dedi, biz de meydanlarda “evet”
için gayret ettik ve yüzde 58 bizim halkımız bize, bu Anayasa’ya “evet” dedi.
Demek ki bak, millet ibreyi düzeltiyor, işin gerçeği bu.
Şimdi de biz yeni bir anayasa için çağrımızı yapıyoruz ama bu
çağrıya, bakıyoruz, daha ilk günden “Şu var mı, bu var mı?” Ya, “Şu var mı?”yı, “Bu var mı?”yı bırakalım
lütfen. Oturalım masaya, neyin olması gerekiyor, bunu konuşalım, ortak akıl
oluşturalım, orada bunları konuşalım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Daha
masaya oturmadan, âdeta yine bir yargı mensubu gibi hesaba çekmenin anlamı yok.
Masayı kuralım. Oturalım bu masada, Anayasa’yı konuşalım. Ama sizin, Allah
aşkına, gerçekten böyle bir derdiniz yoksa, böyle bir probleminiz yoksa, kusura
bakmayın, biz mevcut yasalarla da bu ülkeyi idare ederiz.
Ha, şunu diyorlar: “Ee, şu anda 326
-Meclis Başkanımızın dışında- oya sahipler, istediğimi yaparım havasında
gidiyorlar.” Değerli arkadaşlar, bakın, biz bir defa -işin felsefesi olarak
söylüyorum- çoğunluğun azınlığa tahakkümüne karşı olan bir anlayışın
mensubuyuz. Ama bunu söylerken, kusura bakmayın, azınlığın da çoğunluğa
tahakkümüne müsaade etmeyiz, bunu da böyle bilesiniz, (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) bunu da böyle bilesiniz.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başbakan, az önce “Teslim
olacaksınız.” demediniz mi?
BAŞKAN – Sayın İnce…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve şu anda 326
milletvekilinin burada yapması gereken neyse biz bunu yapacağız, bunu
yapacağız, bunu yapmaya mecburuz çünkü milletimiz bize “Orada git, çalış” dedi,
“Yat” demedi ve çalışacağız ve buradan yasalar çerçevesi içerisinde çıkarılması
gereken neyse, bu yasaları da buradan çıkaracağız çünkü biz hizmet edeceğiz.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu aşamadan sonra bize düşen, işte bu iki meselede
samimiyetle çalışmak, verilen sözlerin arkasında durmak, Türkiye’yi artık çok
farklı bir boyuta, çok farklı standartlara hep birlikte taşımaktır.
Dikkatinizi çekiyorum değerli arkadaşlarım: Terörün bu ülkeye
maliyeti 30 bini aşkın insanımızın hayatını kaybetmesinin yanında, bir
hesaplamaya göre 300 milyar doların üzerinde bir ekonomik bedel olmuştur. Bu
300 milyar dolar ekonomiye, özellikle de istihdama harcanmış olsaydı bugün
Türkiye nerelerde olurdu, bunu ben muhayyilenize bırakıyorum.
Terörün yanında modern, demokratik, katılımcı, özgürlükçü bir
Anayasa’mızın olmaması en az terör kadar bu ülkeye bedel ödetmiştir, maliyet
yüklemiştir. Enflasyondan faizlere, yatırımlardan borçlanmaya kadar ekonomiyi,
günlük hayatı, sokağı, mutfağı ilgilendiren her gösterge geçmişte yaşanan
istikrarsızlık ve güvensizlik ortamlarından ziyadesiyle etkilenmiştir.
Son dokuz yılda kaydettiğimiz ilerleme istikrarın, güven
ortamının, demokratikleşme alanında attığımız adımların, aktif dış politikanın
bir neticesidir. Anayasa ve terör sorununu da geride bıraktığımızda, inanın
Türkiye tüm zincirlerinden kurtulmuş ve bu şekilde de geleceğe yürüyecektir,
bunu böyle bilmenizi isterim. Yeter ki safralarımızı atalım, yeter ki
yüklerimizden kurtulalım, yeter ki bize ayak bağı olan meseleleri çözelim, bizi
engelleyen, bizi yavaşlatan sorunları geride bırakalım.
Değerli arkadaşlarım, yine programla ilgili “Hep bu programda -cek, -cak var.” deniyor. Gelecek
zaman sigasıdır -cek, -cak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz 2023’ü ve onun
önünde dört yılı konuşuyoruz, tabii “-cek, -cak” diyeceğiz, şimdiki zaman sigasıyla
konuşulmaz veyahut da geçmiş zamanla konuşulmaz. Ama dokuz yılda yaptıklarımız
da var bu programın içerisinde, herhâlde bunu da okumuşsunuzdur. Okuduysanız
orada neler yaptığımızı da görüyorsunuz ve bir de ya uçaklarla uçuyorsunuz,
sağa sola gidiyorsunuz ya, şu yollardan gidip geliyorsunuz, şu barajlardan
sular içiyorsunuz ya, artık bunları görmemezlikten gelmeyin. Marifet iltifata
tabidir ya. Bunları da artık görün. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yani şu
hastanelerimizin, şu okullarımızın hâlini görün.
MUHARREM İNCE (Yalova) – İsmet Paşa’nın sayesinde çok partili
yaşam oldu.
BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Geç o işi canım.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Onun için mi dua ediyorsunuz İsmet
Paşa’ya?
BAŞKAN – Sayın İnce...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Geç o işi, geç, geç...
MUHARREM İNCE (Yalova) – Onun sayesinde Başbakan oldunuz.
BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen sabredin.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Geç o işi, geç o işi...
MUHARREM İNCE (Yalova) – Onun için mi dua ediyorsunuz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Geç o işi. Ne alakası
var, ne alakası var?
MUHARREM İNCE (Yalova) – Kim geçti çok partili yaşama?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İsmet Paşa’nın sayesinde
bu ülkenin ne bedeller ödediğini de biz biliyoruz, bunları da biliyoruz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Hadi geç, geç o işi. (CHP sıralarından sıra
kapaklarına vurmalar)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Yazıklar olsun.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Gazi Mustafa Kemal
Atatürk, Konya Alâeddin Camisi’yle alakalı İnönü’ye talimat veriyor “Burayı
restore ettir.” diye çünkü ahır olarak kullanılıyordu...
MUHARREM İNCE (Yalova) – Bunu nerede okudunuz ?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – ...ve temizletmiyor,
restorasyonunu yaptırmıyor. Ebediyete intikal ediyor Atatürk ve orayı restore
ettirmek de bize kalıyor. Bundan haberin var mı? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Bunu nereden okuduysanız...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hepsi belge, belge.
MUHARREM İNCE (Yalova) – ...cumhuriyet düşmanı bir yazardır.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Benim maâdım belgelerle konuşmaktır, havada tavada değil, bunları
öğreneceksiniz.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Yazıklar olsun.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız, faizlerin tek
haneliye döndürülmesi hayali dahi güç bir hedefti, yüzde 63’ten aldık faizi,
yüzde 63 ve bugün faizler, düşünün yüzde 8’e indi. Bunu tabii, ben, Sayın
Bahçeli’ye söylüyorum, sizin iktidarınız dönemi, üç buçuk yıl ve Merkez
Bankasının gecelik faizi -burası da çok önemli- biz geldiğimizde bir felaketti
ve bu konuda da attığımız adımlar çok çok önemli. Bakınız, şunu çok açık, net
ifade etmek durumundayım. Özellikle gecelik faizlerin yüzde 7.500’e ulaştığı
günleri yaşadık bu ülkede ve hepsinden daha da fecaati -o da tabii, bizler için
çok önemli- borç almada -11 Kasım 2002 itibarıyla söylüyorum- yüzde 57 faiz
ödedik, bugün yüzde 1,5. Bakın, nereye geldik? Bankaların gecelik faizinin
bugün geldiği nokta 6,5; 7.500’den 6,5’a. Bunu artık belgelerle konuşuyoruz,
her şey, bu kayıtlarda olan bir şey. Borçlanma vadesi 9,5 aydı, bugün yıllık
ortalama 49,6 ay. Buraya geldik. Burada son derece çarpıcı bir rakamı da
sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakınız, enflasyon 30’du ama şimdi enflasyon
6’da. Sizden böyle devraldık. Şimdi buradayız ve…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Biz neyle devraldık Sayın Başbakan, bir
de onu anlatın.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Onu sizden önceki
iktidara sorun, biz sizden böyle devraldık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ben sizden nasıl devraldığımızı soruyorum. Sizden böyle devraldık, buraya
getirdik.
Ve çok daha enteresanı, 2002 yılında Türkiye’de 92 bin adet
otomobil satılmıştı, 2010 yılında tarihî bir seviye gerçekleşti ve bir yıl
içinde tam 510 bin adet otomobil satıldı. 2010 yılının ilk altı ayında 186 bin
otomobil satılmıştı, bu yılın ilk altı ayında ise 290 bin adet otomobil
satıldı. Nereye geldiğimizi göstermesi bakımından yani böyle giderse otomobil
satışı 1 milyona inşallah yaklaşacak.
Değerli arkadaşlarım, otomotiv sanayisinde üretimimiz özellikle
karma olduğunda, 1963 yılında otomobil, kamyon, minibüs, traktör yani toplam
otomotiv sanayisi üretimimiz 11 bin adetti 63’te, 80 yılında 68 bin adet, 90
yılında 239 bin adet, 2002 yılında 357 bin adet. Şimdi 2010 yılı toplam üretimini
söylüyorum, 1 milyon 125 bin adet. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu yılın
ilk altı ayında 645 bin adet. Buradayız.
Bir başka önemli gösterge, 2002’de Türkiye'nin toplam yatırımı,
özel artı kamu, 58,6 milyar Türk lirası. 2010 yılında ne kadar biliyor musunuz?
207 milyar Türk lirası.
Krediler: Mevduat bankalarının yurt içinde verdikleri toplam kredi
miktarı neydi biliyor musunuz? 2002’de 32 milyar Türk lirası kredi verilmiş,
2010’da 421 milyar Türk lirası, bugün ulaştığımız rakam 499 milyar Türk lirası.
(MHP sıralarından “Borç ne oldu?” sesi)
Size ben bu kürsüde hesabı kitabı öğretemedim. Öğrenemeyeceksiniz
bu işi! Öğrenemeyeceksiniz bu işi! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakın, defaatle söyledim, millî gelire
oranla biz geldiğimizde yüzde 73’tü, şimdi ise bu yüzde 41’e düştü. Olay bu
kadar açık. Öğrenin bunları öğrenin! Daha öğrenemeyeceksiniz! Şu anda Türkiye
eğer büyümede dünyada yüzde 11’le birinci sıraya çıkmışsa hikmeti bu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Herkes dünyada birinci olan Türkiye'yi konuşuyor, siz ise
yetişemediğiniz üzüme “Koruk” diyorsunuz.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Cami arazisinin imarını değiştirip
rezidans yaptı mı? Kaç tane cami arazisi değişti, ticarî alana çevrildi?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yanınızdakine biraz
sahip olun, ağzından çıkanları duysun! Cami arazilerini rezidans yapmak size
yakışır, bize değil! Onları siz iyi bilirsiniz! (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başbakan, ben milletvekiliyim, ben
milletvekiliyim. Benimle konuşacaksınız!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli arkadaşlarım, 76
üniversiteye 89 üniversite ilave ettik, 89 ve bu devam edip gidecek ve şimdi
vakıf, devlet değil, bunun yanında özel sektör de üniversite kurabilecek. Eğer
“Buyurun, beraber yapalım.” derse yapacağız.
Burada Sayın Genel Başkan bir ifade kullandı, Kılıçdaroğlu;
diyor ki: “Gelin, üniversiteler kendi rektörlerini kendileri seçsin.” Bunu
şimdi söylüyorsunuz değil mi? Bunu Kemal Gürüz’ün
olduğu yerde, Teziç’in olduğu zamanlarda niye
söylemediniz? (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) O zaman CHP yok
muydu? Niye o zaman söylemediniz? Şimdi mi geldi aklınız başınıza? Ve çıktılar
“Biz YÖK’ü kaldıracağız.” Kusura bakmayın, YÖK’ü biz reforme
ederiz, varız ama YÖK’ü niye kaldıralım? Bu üniversitelerin bir denetimi, bir
düzenlemesi gerekmez mi? Ha rektörlerin ataması, vesairesi falan bunların
hepsini konuşuruz. Bunların hepsini üniversiteler kendileri yapsın. İmtihanlar
nasıl yapılacak? Bunların hepsini otururuz, konuşuruz; hepsi eyvallah. Ama bir
denetleyen, bir düzenleyen kurumun olması bu işin gereğidir ve kaldı ki YÖK’ü
kuran biz değiliz ve YÖK’ten en çok nemalanan sizsiniz, siz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Sizsiniz!
Bu üçüncü dönemimizde biz yine “güven” diyoruz, istikrar” diyoruz.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Başbakan, hani yeni
anayasa yapacaktınız?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Kardeşlik, hukuk ve
demokrasi” diyoruz.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Vesayet kurumlarıyla nasıl
anayasa yapacaksınız!
BAŞKAN – Sayın Tanrıkulu, lütfen.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu üçüncü dönemde çok
daha gayretli, çok daha hızlı, çok daha coşkulu, çok daha heyecanlı bir biçimde
reformlarımızı gerçekleştirmek, milletimizi hizmetlerle buluşturmak istiyoruz.
Bir kere bu dönemde şunu çok önemsiyoruz: Bu ülkede artık doğu,
batı, kuzey, güney kavramlarının sadece birer coğrafi kavram olarak kalmasını
istiyoruz. “Doğu” denildiğinde geri kalmış, “kuzey” denildiğinde göç eden,
“orta” denildiğinde yoksul, “batı” denildiğinde göç alan bölgeler kavramını
artık -bunu- ortadan, gündemden düşürmek istiyoruz. Bizim için Türkiye haritası
her bir zerresiyle kırmızı ve beyaza boyanmıştır, bunun dışında renk kabul
etmiyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
74 milyonu bugüne kadar nasıl gönülden kucakladıysak bundan sonra
da aynı şekilde gönülden, yürekten, samimiyetle, hasbilikle
kucaklamaya devam edeceğiz. Kaygıları, endişeleri, tereddütleri gidermek, ön
yargıları yıkmak biliyoruz ki bizim birinci vazifemiz. Tahrikleri aşarak,
kışkırtmaları geçerek 74 milyonun her bir ferdine ulaşmak bizim
sorumluluğumuzdur. Tekrar ediyorum, herkesin yaşam tarzı, inancı, dili,
kültürü, fikirleri, özgürlük talebi Hükûmet olarak bizim teminatımız
altındadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Bahçeli bir şey söylüyor, dil noktasında. Her zaman
söylüyoruz Sayın Bahçeli, bu ülkenin resmî dili Türkçedir ama herkes ana dilini
rahatlıkla kullanabilmelidir. Bunu her zaman söylüyoruz. (AK PARTİ ve MHP
sıralarından alkışlar)
CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) – Bu zamana kadar niye söylemediniz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sen duymadın ben ne
yapayım yani? Duyma özürlüysen kusura bakma. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Yürütmeyle birlikte yasama ve yargının da aynı vizyonu paylaşması
için hukuk ve demokrasi içinde mücadelemizi sürdüreceğiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu üçüncü dönemde biz AK
PARTİ olarak muhalefet partileriyle farklı bir tarzda, farklı bir formatta
çalışmak arzusundayız eğer çalışırlarsa; bakın bunu da ben buradan açık
söylüyorum. 2023 vizyonuna muhalefet partileriyle el ele, gönül birliği
içerisinde hazırlanmak isteriz ve kırıcı, yıpratıcı, tahrik edici bir dil ve
üslup yerine yapıcı, yol gösterici, uyarıcı bir eleştiri ve muhalefet
kültürünün siyasetimize egemen olmasını istiyoruz.
Perşembe günü de bu kürsüden sizlere özet olarak okuduğum Hükûmet
Programı, toplumun tüm kesimlerinde, iş dünyasında, ülkemizde olduğu kadar
bölgemizde yeni bir heyecana vesile oldu. Bu programı, toplumun tüm kesimleri
ve tüm siyasi partilerle birlikte, sivil toplum örgütleri, iş dünyası,
üniversiteler, medya, kanaat önderleriyle birlikte yürüteceğiz. 12 Haziran
seçimleriyle Türkiye’de yeni bir sayfanın açıldığına inanıyoruz. Artık hedef,
bu yeni sayfanın üzerini gayet ihtimamla doldurmaktır.
Son olarak tabii burada şunu da hatırlatmak isterim: AK PARTİ
hükûmetlerinin bu dördüncü programı diğer üçü gibi ulaşılabilir,
gerçekleşebilir, ayağı yere basan projelerden oluşmuştur. Yapamayacağımız
hiçbir şeyi söylemiyoruz, hayal ticareti, umut simsarlığı hiçbir zaman
yapmadık, yapmıyoruz. İmkânların kaynaklarını…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Din ticareti de yapmadınız!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, çok ayıp oluyor!
Değerli arkadaşlar, biz dini yaşarız, tüccarlığını siz yaparsınız.
Farkımız bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Türkiye, tarihiyle kültürüyle olduğu kadar milletiyle ve
tecrübesiyle büyük bir devlettir. Yeni bir Anayasa’yla biz bu kardeşliği
büyütelim istiyoruz.
Ve değerli arkadaşlarım, tabii burada bir iki gerçeği özellikle
vurgulamakta fayda görüyorum. Bunlara çok fazla girmeyi de istemezdim, fakat bu
İmralı’yla pazarlık meselesi doğrusu beni ciddi manada rahatsız ediyor.
Bakınız, üç buçuk yıllık iktidarınız döneminde İmralı’yla da
görüşmeler yapılmıştır Sayın Bahçeli. Bizim dönemimizde de bunun pazarlık olup
olmadığını size kim söylüyor? Kim söylüyor size?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gazeteler yazıyor Sayın Başbakan,
gazeteler yazıyor.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız, avukatı vasıtasıyla…
Avukatıyla görüşmesi yasak mıdır?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bir yalanlayın o zaman efendim.
Söyledikleri doğru mu, değil mi?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Biz bunu her zaman
yalanladık, bunun gereğini söyledik. Ama ben şimdi size şunu söyleyeceğim: İdam
kalkmamıştı, üç buçuk yıllık iktidarınızda. Niçin bunun idamını ertelediniz?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Geç o hikâyeyi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Erdoğan, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurun.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İdam kalkmamıştı, vardı,
iktidarınız dönemiydi, niçin idamını ertelediniz?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bayatladı o hikâye.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz ertelediniz.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bayatladı o hikâye.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bütün imzalarla
belgelerini size kaç kez gösterdik.
Bir diğer konu…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bayatladı o hikâye Sayın Başbakan, başka
hikâye anlat.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Size göre hikâye, bize
göre gerçek. Belgeler elimizde. Bunları hep gösterdik.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başbakan, yanlış, o bilgileriniz
yanlış.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hep gösterdik.
Bakın, ben birkaç kez, Sayın Bahçeli çok ağır ifadeler kullandı ve
ben meydanlarda, kendilerine, kusura bakmasınlar, çok ağır cevap verdim, dedim
ki: Bunu ispat edin, ispat etmezseniz dedim, söyledim…
OKTAY VURAL (İzmir) – İtiraf ettiniz, itiraf.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – İtiraf ettiniz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hayır, hiçbir yerde öyle
bir itiraf yok.
OKTAY VURAL (İzmir) – Kendi sözünüzün esiri oldunuz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O size ait, size! Öyle
bir itiraf yok. Biz bugüne kadar hiçbir terör örgütünün yöneticileriyle masaya
oturmadık. (MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O, size ait olan bir
şey. Ertelersiniz, ötelersiniz! Ama bize bu asla… Bugüne kadar bizim
kitabımızda bu olmamıştır ve bizler…
OKTAY VURAL (İzmir) – 2 Mayıs 2011’de Ali Kırca’ya itiraf ettiniz
Siyaset Meydanı’nda. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yalan söylüyorsun!.
OKTAY VURAL (İzmir) – 2 Mayıs 2011’de…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Dürüst değilsin! Doğru
konuşmuyorsun!
OKTAY VURAL (İzmir) – Size CD’sini getireyim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başbakan…
BAŞKAN – Sayın Şandır… Sayın Şandır…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Güneydoğuda, doğuda, her
yerde “tek millet” diyen biziz, “tek bayrak” diyen biziz, “tek devlet” diyen
biziz, “tek vatan” diyen biziz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – “Türkiyeli” diyen kim?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bir de “Türk milleti” de!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Türkiyeli” demekten de
rahatsız değilim. Onu da söyleyeyim size açıkça. Hiç rahatsız değilim. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Evet, ben bu vatanın, bu milletin evladıyım ve
Türkiyeliyim; bundan da rahatsız değilim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bir diğer konu, onu da söyleyeyim; “Millet” kavramını da lütfen
Atatürk’e sorun, onun millet tanımı neyse o tanımı alın, onunla beraber yola
devam edelim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Atatürk “Türk milleti” demişti Sayın
Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bir diğer konu daha var,
onu da söyleyeyim, o da şudur değerli arkadaşlarım: Bakınız, benim, değerli
arkadaşlarım, şahsımla alakalı konuda, şu andaki yargılananlarla beni aynı
kefeye koyma yanlışına, bedbahtlığına düşüyorsunuz.
Bakınız, ben neden dolayı on ay yedim? Ziya Gökalp’in şu şiiri ve
onun arkasındaki şu ifadelerimden dolayı, bunu burada tekrar okuyorum:
“Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker.” Bu şiir.
“Bir şey beni sindiremez. Gökler, yerler açılsa, üzerimize tufanlar,
yanardağlar saçılsa, biz oyuz ki imanıyla övündüğümüz ecdadımız titretici
şeylere hiçbir gün diz çökmemiş. Zaferlerin kapusu,
Anadolu’nun tapusu Malazgirt’ten ta Çanakkale’ye, imanın geçilmez kalesine
kadar ecdadımızı zaferden zafere koşturan bu birliktir, bu beraberliktir.” Ben
bu ifadelerden dolayı on ay yedim. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından
ayakta alkışlar) Fakat sizin savunduğunuz arkadaşlarınız acaba neden dolayı şu
anda sanık durumundalar? Bırakın, burada yargıya da müdahale etmeyin.
Ben son şeylerimi söylüyorum: Sayın Kılıçdaroğlu
“Haklarında yargı kararı bulunanlar suçlu muydu yemin ettirilmedi?” dedi ve
Anayasa’nın 38’inci maddesini okudu. Bir kere şunu hatırlatmak isterim: Bu
kişiler aday gösterildiklerinde haklarında dava açılmış, iddianame hazırlanmış,
tutuklu oldukları biliniyor. Buna rağmen, âdeta hukukun arkasını dolanmak,
âdeta Silivri’ye genel merkezden bir tünel kazmak amacıyla bu şahıslar aday
gösteriliyor.
12 Haziran seçimleri öncesinde bir televizyon programında Sayın Kılıçdaroğlu’na soruluyor “Seçildikleri hâlde yargı bu
isimleri bırakmazsa ne yaparsınız?” deniliyor. CHP Genel Başkanı da diyor ki:
“Yargı kararlarına saygı duyarız.” Gayet güzel. Peki, şimdi ne oldu, yargı
kararına neden saygı duyulmuyor? Seçildikten sonra tahliye talepleri
reddedilenler hakkında Hükûmet ne yapabilir? Bizden beklenen ne? Yargıya
müdahale etmemiz mi bekleniyor? Hâkimleri, mahkemeleri aramamız mı isteniyor?
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, üçer dakika süre verdiniz
sayın genel başkanlara. İç Tüzük’te “Fazla verin
başbakana.” diye bir şey var mı? Oradan kesersiniz onu.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunu siz yapabilirsiniz
ama biz yapılmasına müsaade etmeyiz.
Sayın Genel Başkan bana Anayasa’nın 38’inci maddesini
hatırlatıyor. Ben de Sayın Genel Başkana Anayasa’nın 138’inci maddesini
hatırlatıyorum: “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez;
tavsiye ve telkinde bulunamaz.”
Üçüncü fıkra: “Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde
yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangi bir beyanda bulunulamaz.”
Olay budur ve teknik bir konudur. Bırakalım, yargı ne karar
verecekse onu takip edelim.
Vaktimiz yok, bitti. Zaten Sayın İnce de bayağı rahatsız olmaya
başladı! Ben de sözlerimi bitiriyorum, teşekkür ediyorum. (Bakanlar Kurulu ve
AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Erdoğan.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başbakan konuşmasında Abdullah
Öcalan’ın idamıyla ilgili doğru olmayanları söyledi. Dolayısıyla, kendisini
millete saygılı olmaya, Milliyetçi Hareket Partisine de saygılı olmaya davet
ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.
Şimdi, şahsı adına söz isteyen Nurettin Canikli, Giresun
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Canikli, süreniz yedi dakikadır.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hükûmet Programı üzerinde şahsım
adına söz aldım.
Değerli arkadaşlar, biraz önce bu kürsüden gerçekten son derece
ağır, iftira niteliğinde, gerçeği yansıtmayan hakaretler yapıldı. Şu kısa süre
içerisinde bazılarıyla ilgili araştırma yaptım. Yaklaşımı ortaya koymak, hangi
düşüncelerle ve hangi anlayışla böyle bir tavır içerisinde olunduğunu
göstermesi açısından gerçekten çok ilginç sonuçlar ortaya çıktı değerli
arkadaşlarım. Sadece bugün değil, öteden beri, özellikle muhalefete mensup bazı
milletvekili arkadaşlar, fonların yani “Fak Fuk Fon”
olarak bilinen fakir fukaraya ayni yardım yapılan işlemlerle ilgili olarak
kokmuş makarnaların, mercimeklerin ihalelerinin, bizi kastederek -AK PARTİ
kastedilerek- yandaşlarına verildiği çok sık ifade edildi. Seçim çalışmaları
sırasında da çok sık gündeme getirildi.
O dönemde ben çok merak ettim, gerçekten bu fonlardan -tırnak
içerisinde söylüyorum- bu kurtlu makarnaların ihalesini kimler alıyor? Bu ifade
bize ait değil, tırnak içerisinde söylüyorum. Mercimek, un, her neyse. Yani
fonlar tarafından fakir fukara vatandaşa ayni yardım çerçevesinde verilen bu
yardımları kimler alıyor? Kendi seçim bölgemde bir araştırma yaptım değerli
arkadaşlar, bizim yandaşlarımıza
rastlamadım, bir tane yok -yine tırnak içerisinde söylüyorum- bizim
yandaşlarımıza hiç rastlamadım. Ama çok ilginç bir tespitimiz var. Giresun’da
Espiye ilçesi var değerli arkadaşlar, Espiye ilçesi. Espiye ilçesi fonunun,
yani Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’nun 2011 yılı ihalesini kim almış? Ne
ihalesi -yine tırnak içerisinde söylüyorum- kokmuş, kurtlu makarna ihalesini,
un ihalesini kim almış? Bizim yandaşlarımıza rastlamadım ama ilginç bir isimle
karşı karşıya kaldım. Kaymakamların başkanlığında yapılan bu ihaleyi kim alıyor
biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Sayın Mehmet Tepealan
isminde bir vatandaşımız alıyor. Peki kim bu? Bu, Sayın Mehmet Tepealan, Espiye Cumhuriyet Halk Partisi Kadın Kolları
Başkanı Sayın Nilgün Tepealan’ın eşi, kocası.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Yok mu böyle bir hakkı? Yani bu ülke
özgür bir ülke değil mi?
MUHARREM İNCE (Yalova) – Peki, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde
meclis üyesiyken ihale alıp bugün milletvekili olan var mı? Ufak işlerle
uğraşma Canikli!
NURETİN CANİKLİ (Devamla) – Ben, bakın, bir dakika, suçlamıyorum,
suçlamıyorum ki. Suçlamadım, ihaleye girmiş, almış. Niye rahatsız oldunuz? Ben
suçlamıyorum. Ben şimdi şunu merak ediyorum: Bu kurtlu makarnaları… Yandaşımız
olduğunu söylediniz aylarca, yıllarca. Bunu nasıl izah edeceksiniz, nereye
sığdıracaksınız bunu ben onu merak ediyorum. Çok merak ediyorum nasıl izah
edeceksiniz?
Değerli arkadaşlar, bakın, sadece bu değil…
MUHARREM İNCE (Yalova) – İstanbul meclis üyesiyken belediyeden
ihale alıp sonra milletvekili olan var mı?
BAŞKAN – Sayın İnce…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Rahatsız olmayın, ben kimseyi
suçlamadım. Niye üzerinize alıyorsunuz ki? Fon ihale yapmış, ihaleye girmiş
vatandaşımız almış. Ben sadece bir tespiti sizinle paylaşıyorum. Bir şey
demedim, ben suçlamadım. “Kurtlu makarna verdi” dedim mi, öyle bir şey söyledim
mi? “Bozuk makarna” dedim mi?
MUHARREM İNCE (Yalova) – Ya soru önergesiyle ortaya çıktı.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Sadece şunu söyledim: Yaptığınız
bugüne kadar ki suçlamaların gerçeği yansıtmadığını… Bizim, yandaşımıza
rastlamadım ama sizin Kadın Kolları Başkanınızın eşine rastladık. Onu
söylüyoruz değerli arkadaşlar. Niye alınıyorsunuz ki?
MUHARREM İNCE (Yalova) – Ben milletvekili var diyorum, bak,
milletvekili! İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis üyesiyken belediyeden ihale
alıp şimdi milletvekili olan var. Arkadaşlarına bak!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Sadece o kadarla deği.
Bakın, biraz önce burada bir konuşma yapıldı, bir özelleştirme işinden
bahsederek bazı rakamlar verildi. Ben de bu kısa sürede hemen araştırmamı
yaptım. Şimdi, bakın, deniliyor ki ifadede: “Beyoğlu Meşrutiyet Caddesi’nde Eti
Holdingin merkez binasındaki bir bölüm işte şu kişiye veya şu firmaya 750 bin
liraya özelleştirilmiş” Araştırdım, 3 milyon liraya özelleştirilmiş, 4 kat, 4
katlık bir yanlış var, bu bir.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Albayraklar 750 bin lira aynı gün...
BAŞKAN – Sayın Genç...
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Kesin rakam bunlar, kesin rakam. 750
bin lirayla 3 milyon lira arasında tam 4 kat fark var arkadaşlar.
Ayrıca, iki yıl sonra o kişinin, özelleştirmeden 3 milyon liraya
alan kişinin satış fiyatı da 4 milyon lira, iki. Bitmedi...
Dediğiniz kişi almamış bu ihaleyi, başka bir firma almış, hiç
alakası olmayan bir başka firma almış, üç.
Bakın, iki cümlede üç tane yanlış, üç tane yalan. Arkadaşlar,
neresini düzeltelim, hangi birini düzeltelim? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Yani sadece o kadarla değil, yine küçük bir araştırma yaptım. İşte, diyorsunuz
özelleştirmeler, yandaşlar, peşkeşler, sattınız...
Bakın, özelleştirme uygulamaları Türkiye’de 1986 yılında başlıyor,
2002 yılına kadar bizden önce de devam ediyor on altı yıl boyunca. On altı yıl
boyunca özelleştirme yoluyla satılan işletmelerin sayısı 179, adet olarak. Bu
179 işletmenin özelleştirilmesinden elde edilen gelir ne kadar biliyor musunuz?
7,7 milyar dolar. On altı yıl boyunca satılan, özelleştirilen, iktisadi
kuruluşlardan elde edilen hasılat 7,7 milyar dolar, 179 adet. Bizim dönemde,
2003-2010 yılları arasında toplam satılan 85 adet -bizden önce satılanın yarısı
kadar adet olarak- kamu iktisadi kuruluşlarından özelleştirme yoluyla elde
edilen gelir ne kadar biliyor musunuz değerli arkadaşlar? 32,5 milyar dolar.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Canikli, değerlendirme raporları
neden açıklanmıyor o zaman?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – 179 adedi on altı yılda 7,7 milyar
dolara sattınız, satıldı. Ben sizi suçlamıyorum. Yani bu on altı yılda
satanların tümü bu kapsamda, alınmayın. Ama 85 adet iktisadi işletmenin on
yılda satışından elde edilen rakam 32 milyar dolar. Eğer bir peşkeş varsa,
hangisi peşkeş? Ben sizin takdirlerinize bırakıyorum değerli arkadaşlar.
Son olarak şunu söyleyeyim: İnsanlar, değerli arkadaşlar, her
aklına geleni söylememeli, her aklına geleni konuşmamalı, ifade etmemeli;
mantığa vurmalı, akıl süzgecinden geçirmeli, mantık süzgecinden geçirmeli,
ahlak süzgecinden geçirmeli, ondan sonra konuşmalı tabii ahlak var ise, mantık
var ise, akıl var ise, eğer yoksa hiçbir sözüm yok, onlara bir sözüm yok.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Canikli.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Canikli’nin ne dediğini duydunuz.
“Tabii akıl var ise, tabii ahlak var ise” dedi.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Ben size bir şey söylemedim.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Burada muhalefeti kastediyorsa onun 100
bin katını kendisine iade ediyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Ben size bir şey söylemedim.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Onda zerresi varsa çıkar oradan özür
diler.
BAŞKAN – Tutanaklara geçmiştir Sayın İnce.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, biraz önce benim verdiğim
ifadeyi Sayın Canikli reddetti. Bakın, ben veriyorum. Beyoğlu Meşrutiyet
Caddesi, Eti Holdingin merkez binası, Pera Tulip, seksen odalı bir yer ve özelleştiriliyor.
Albayraklar alıyor, üzerine geçirmeden, aynı gün, 750 bin liraya alıyor -bunun
tapu kayıtlarını bana söylediler- ve 750 bin liraya alınan bu yer, bakın, Marmara
Holdinge 3 milyon dolara satılıyor.
BAŞKAN – Sayın Genç, Sayın Canikli sizin konuştuklarınıza cevap
verdi biraz önce.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, iddia ediyorsa buyursun,
gidelim, inceleyelim.
BAŞKAN – Lütfen… Ne demek istiyorsunuz yani!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Eğer ben yalan söylüyorsam çıkarım ben
burada yalan söylüyorum derim ama o yalan söylüyorsa ne yapacak?
BAŞKAN – Tutanaklara geçmiştir Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Burada meseleyi halledelim Sayın Başkan.
Ben mi yalan söylüyorum, o mu söylüyor?
BAŞKAN – Evet, sayın milletvekilleri, Bakanlar Kurulu Programı
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Güven oylamasının, Anayasa’nın 110’uncu,
İç Tüzük’ün 124’üncü maddeleri gereğince görüşmelerin
bitiminden bir tam gün geçtikten sonra yapılması gerekmektedir. Buna göre güven
oylaması 13 Temmuz 2011 Çarşamba günü yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri, gündemimizdeki konuları görüşmek üzere 12
Temmuz 2011 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.