Tansel DURAK Normal 25794 2 2 2011-08-26T08:26:00Z 2011-08-26T08:26:00Z 56 31579 180004 1500 422 211161 14.00 Clean Clean false 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false TR X-NONE X-NONE 0 nk 0 nk

DÖNEM: 24                             CİLT : 1                    YASAMA YILI: 1

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

7’nci Birleşim

11 Temmuz 2011 Pazartesi

 

 

 

 

 

(TBMM Tutanak Müdürlüğü tarafından hazırlanan, bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

 I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Adıyaman Milletvekili Muhammed Murtaza Yetiş’in Srebrenica katliamının yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı

 

III.- ANT İÇME

1.- Milletvekillerinin ant içmesi

 

IV.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- İzmir Milletvekili Mustafa Ali Balbay’ın seçim çevresi ve soyadına göre alfabetik sırası geldiği hâlde isminin okutulmaması nedeniyle Başkanın tutumu hakkında

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Başbakanlık ve bakanlıklarla ilgilendirilmesi uygun görülen bağlı, ilgili ve ilişkili kurum ve kuruluşlara ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/9)

 

VI.- HÜKÛMET PROGRAMI

1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı’nın görüşülmesi

 

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in grubuna sataşması nedeniyle konuşması

2.- Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in grubuna sataşması nedeniyle konuşması

4.- Adana Milletvekili Ömer Çelik’in, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

5.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in grubuna sataşması nedeniyle konuşması

 


I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

8 Temmuz 2011 Cuma

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.03’te açıldı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından Bakanlar Kurulu Programı okundu.

Başkanlık Divanı üyelikleri için yapılan seçim sonucunda:

Başkan Vekilliklerine;

MHP Grubundan,

İstanbul Milletvekili Meral Akşener’in,

AK Parti Grubundan,

Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Sağlam’ın,

Kayseri Milletvekili Sadık Yakut’un,

Kâtip Üyeliklere;

AK Parti Grubundan,

Ankara Milletvekili Fatih Şahin’in,

Burdur Milletvekili Bayram Özçelik’in,

Diyarbakır Milletvekili Mine Lök Beyaz’ın,

İstanbul Milletvekili Muhammet Bilal Macit’in,

Ordu Milletvekili Mustafa Hamarat’ın,

Tekirdağ Milletvekili Özlem Yemişçi’nin,

İdare Amirliklerine;

MHP Grubundan,

Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın,

AK Parti Grubundan,

Çorum Milletvekili Salim Uslu’nun,

Konya Milletvekili Mustafa Kabakcı’nın,

Seçildikleri açıklandı.

 

Gündemde görüşülecek başka bir konu bulunmadığından, Bakanlar Kurulu Programı’nı görüşmek için, alınan karar gereğince 11 Temmuz 2011 Pazartesi günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşime 17.02’de son verildi.

 

                                                                    Cemil ÇİÇEK

                                                                          Başkan

                                

            Muhammet Bilal MACİT                                                                  Hamza DAĞ

                         İstanbul                                                                                      İzmir

                  Geçici Kâtip Üye                                                                    Geçici Kâtip Üye

                       


11 Temmuz 2011 Pazartesi

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.08

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Fatih ŞAHİN (Ankara)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce Adıyaman Milletvekili Muhammed Murtaza Yetiş’e Srebrenica katliamının yıl dönümü münasebetiyle gündem dışı söz vereceğim.

Buyurun Sayın Yetiş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

II.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Adıyaman Milletvekili Muhammed Murtaza Yetiş’in Srebrenica katliamının yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı

MUHAMMED MURTAZA YETİŞ (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bugün 11 Temmuz, Srebrenica katliamının yıl dönümü. Hepimizin acıyla hatırladığı bir dönem ve bu hadiseler de uygar ülkenin gözü önünde, Avrupa’nın tam ortasında, Bosna Hersek’te hepimizin bildiği menfur bir olay yaşanmıştır. Bu hadisenin bizim için en temel önemi, insanlığın medeniyetini temsil ettiğini iddia eden bir coğrafyada gerçekleşmiş olması ve bu coğrafyada yaşanan hadiselerin 21’inci yüzyılın hemen eşiğinde yaşanmış olmasıdır. Bu sebeple, artık yeni dünyada bu ve benzeri hadiselerin tekrarlanmaması açısından ülkemizin Bosna-Hersek olaylarının cereyan ettiği dönemlerde de ortaya koyduğu tavrı, güçlü bir Türkiye’nin Balkanlarda, Orta Doğu’da, yeryüzünün bütün kriz noktalarında ihtiyacının ne kadar önemli olduğunu gördüğümüz gibi, bundan sonrasında da benzeri hadiselerin tekrarlanmaması noktasında yine güçlü bir Türkiye’nin önemini de bu hadiseyle birlikte görmekteyiz.

Bu sebeple, geçtiğimiz günlerde, hemen sol yakamda gördüğünüz, Bosna annelerinin bizlere gönderdiği umut çiçekleriyle ve Srebrenica katliamında şu ana kadar tespit edilen 8.273 kurbanın hatırasına binaen “8.273 ayakkabı” ismiyle bir etkinlik düzenlenmiştir. Bu umut çiçeği 11 haleli bir çiçek ve 11 Temmuzu simgelemekte; beyaz renk barışı, yeşil ise umudu simgelemekte.

Bu menfur hadiseyi tekrar yüce Meclisimizin huzurunda bütün insanlık ailesi namına kınıyorum ve bu hadiselerde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum. Önümüzdeki yüzyılın, geleceğin, güçlü bir Türkiye’yle birlikte istikrarın, medeniyetin ve gerçek anlamda insanlığın huzurunun teminatı olması adına da hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yetiş.

Gündem dışı konuşmaya Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ cevap vereceklerdir.

Buyurun Sayın Bozdağ. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.

24’üncü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin yeni dönemde görevlerinde başarılar diliyorum. Bugün siyasi parti grupları arasında yapılan müzakere sonucunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yemin etmeyen milletvekillerinin yemin etmesi noktasında da bir mutabakat sağlanmış oldu. Ben bu vesileyle de bu uzlaşmanın Parlamentonun bundan sonra yapacağı çalışmalara da zemin oluşturması ve uzlaşmayla bu dönemde, başta yeni Anayasa olmak üzere önemli çalışmaların altına 24’üncü Dönem Parlamentosunun imza atması, geçmiş dönemlerde olduğu gibi başarılı hizmetlerin bu dönemde de sürdürülmesidir. Ben, bu vesileyle, bu uzlaşmadan dolayı her iki grubumuzu da tebrik ediyorum. BDP Grubunu da diliyorum ve umuyorum yakın zaman da onlar da Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısının altında, bu kutsal çatının altında çalışmaya gelirler. Her tür sorunun çözüm adresinin Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu bütün siyasi partiler vurguluyor ve herkes buna inanıyor. Bu inancın gereği Mecliste olmaktır, Mecliste sorunların çözümüne aktif katkı sunmaktadır. Dilerim, BDP Grubu da bu çalışmalara bundan sonraki süreçte katılırlar, sorunların çözümüne önemli katkılar sunarlar.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşımız gündem dışı yaptığı konuşmada önemli bir hususu gündeme getirdi. Yıl 1995, Srebrenica katliamının, daha doğru bir ifadeyle soykırımının yapıldığı yıllar. Baktığımız zaman o günün tarihine, bu tarihin, hem Birleşmiş Milletler açısından hem Avrupa Birliği açısından hem insanlık açısından, insanlık sınavında uluslararası örgütlerin, uluslararası toplumun ve devletlerin kaldığı bir imtihan olduğunu görüyoruz. Burada, herkes ama herkes sınavda kaldı. Çünkü bu soykırım, Ocak 1995’te başlayan süreci şöyle izlediğiniz zaman âdeta bağıra bağıra geliyor ve orada Birleşmiş Milletlerin güvenli alan ilan ettiği yerlerde, hem de Birleşmiş Milletlerin gözetim ve denetimi altında olan yerlerde görevlerin yapılması konusunda inisiyatiflerin alınmaması, zaman zaman ihmaller gösterilmesi, başka nedenlerle, âdeta buradaki bu soykırımın yapılma süreci göre göre gelmiş ve maalesef buna, o günün dünya devletleri ve örgütleri bu süreci kontrol noktasında gerekli sınavı başarıyla verememişlerdir.

Bu bir soykırımdır, hem Birleşmiş Milletler hem de Lahey Adalet Divanı tarafından soykırım olarak kabul edilmektedir. 8 binden fazla insan, hem de koruma altında olan insanlar, önce ellerinden silahları alınmak suretiyle, sonra da Sırplara bir kısmı doğrudan teslim edilmek suretiyle, bir kısmı da doğrudan teslim sayılmasa bile doğrudan teslim anlamına gelecek bir usul ile yaşlılar, kadınlar, çocuklar, silahsız insanlar, insanlık suçu işlemek üzere her türlü hazırlığı yaptığı belli olan eli kanlı katillere maalesef emanet ediliyor ve bunların teslim edildikten sonra hemen arkasından öldürüldükleri haberleri geldiği hâlde bakiye teslimler de devam ediyor. Tabii büyük bir insanlık dramı, büyük bir vahşet, büyük bir cinayet, büyük bir soykırım 21’inci yüzyılın içerisinde, hem de Avrupa’nın ortasında, bütün dünyanın gözü önünde maalesef gerçekleştirilmiş oluyor.

Türkiye ve Türk milleti her zaman Bosna-Herseklilerin, Boşnakların, Bosnalıların o gün de yanında oldu, ondan sonrası günlerde de yanında oldu. O dönemdeki bu savaşın devam ettiği yıllara döndüğümüz zaman, Türkiye'nin her bir tarafında, Türk milletinin dualarıyla, devletin başka imkânlarıyla Bosnalıların, Bosna-Herseklilerin yanında olduğuna herkes şahit, bütün dünya da şahit. Ondan sonraki süreçte de gerek Bosna-Hersek’in bağımsızlığını kazanması ve ondan sonraki süreçte bu acıların yaralarının silinmesi ve başka konularda Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti devleti her zaman Bosnalıların yanında olmuştur. Yanında olmak gibi bir zaruretimiz de var çünkü biz aynı kültürden, aynı ortak tarihten gelen ve aralarında akrabalık bağları bulunan topluluklardan bir tanesiyiz. O nedenle geçmişten süzülüp gelen ortak kaderimiz, ortak tarihimiz, ortak kültürümüz ve milletlerimizin ortak gelecekleri Türkiye Cumhuriyeti ile Bosna-Hersek’i bir kader çizgisinde bir kez daha buluşturmuş ve bundan sonra da bu birliktelik yine her iki ülkenin, her iki toplumun katkılarıyla artarak devam edecektir.

Türkiye, Bosna-Hersek’in bağımsızlığını ilan etmesinden sonraki süreçte gerek ekonomik alanda gerek eğitim alanında gerek kültürel anlamda gerek altyapı anlamında gerek üstyapı anlamında Bosna-Hersek devletinin hem kurumsallaşması ve hem de kendi ayakları üzerinde durabilmesi için yapılması gerekenler konusunda azami derecede destek olmuş, gayret sarf etmiş ve bu gayreti bütün hükûmetler devam ettirmiş, AK PARTİ hükûmetlerinin olduğu 58’inci, 59’uncu, 60 ve 61’inci hükûmetler döneminde de bu çabalar devam ettirilmiştir. Orada yıkılan köprüler, yıkılan camiler, medreseler, külliyeler, ne kadar tarihî değer varsa bunların ayağa kaldırılması için gerekli çalışmalar yapılmış, önemli bir kısmı ayağa kaldırılmış, orada yaşayan kardeşlerimizin hizmetine de sunulmuştur. Hâlen de devam eden epeyce de orada proje vardır. Burada onları uzun uzun sayıp vaktinizi almak istemem ama Türkiye Cumhuriyeti hem yurt dışı Türkler ve akraba topluluklarla ilgili hem de Türk dünyasında yaşayan kardeşlerimizle ilgili önemli adımlar atmıştır. Bir yandan TİKA marifetiyle, dünyanın dört bir yanında Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin her zaman ay yıldızlı al bayrağını onurla dalgalandırırken, nerede bir sıkıntı varsa o sıkıntıyı çözen ülkelerden birisinin Türkiye olduğunu gösterirken, darda olan, sıkıntıda olanların eğitimde, sağlıkta, pek çok alanda elinden tutarken hem oradaki insanlara insanlık açısından bir hizmet sunuyor hem de ülkemizin ve milletimizin büyüklüğünü oralarda şanına yaraşır, yakışır biçimde temsil ediyor.

Hükûmetimiz döneminde bu alanda yapılması gerekenlere büyük önem verilmesi gerektiği hususu bir kez daha ortaya çıkmış. Değişik kurumların çok bireysel çalışmalarıyla yurt dışı Türkler ve akraba topluluklarla ilgili yürütülen çalışmaların beklenen faydayı temin etmediği görülünce, o zaman, geçen dönemde hatırlarsanız 5978 sayılı Yasa çıkarılmak suretiyle Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı kurulmuş ve bu Başkanlık çerçevesinde hem yurt dışında yaşayan Türklerle ilgili hem de akraba topluluklarla ilgili doğrudan özerk bir yapı oluşturulmuş, özel bir bütçe konulmuş ve bu alandaki Türkiye Cumhuriyeti devletinin bugüne kadar dağınık bir biçimde sunduğu hizmetler, kurumsal kimlikten daha ziyade bireysel inisiyatiflerle devam eden hususlar -Ne yapılmış?- bir kurum, doğrudan özel bütçesi olan bir kurum marifetiyle yürütülebilir hâle getirilmiştir.

Öte yandan, Yunus Emre Vakfı diye bir vakıf kurulmak suretiyle de, yine Balkanlarda ve başka yerlerde önemli hizmetlerin sunulmasına ve önemli konulara el atılmasına zemin hazırlayacak bir adım daha atılmıştır. 2007 yılında çıkarılan 5653 sayılı Kanun ile bu da sağlanmış ve Yunus Emre Vakfı da bugün çok önemli bir misyonu, çok önemli bir hizmeti dünyanın dört bir yanında devam ettirmektedir.

Ben, 11 Temmuz, Srebrenica’da yaşanan soykırım nedeniyle Bosna-Hersek’te hayatını kaybeden kardeşlerimizi şahsım, Türk milleti ve Hükûmetimiz adına bir kez daha rahmet ve minnetle anıyorum. Onlara Allah’tan rahmet diliyorum, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Dilerim, dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir köşesinde böylesi bir soykırım, böylesi bir acı, böylesi bir insanlık vahşeti bundan sonra yaşanmaz. Biz Türkiye olarak böylesi olayların yaşanmaması için bugüne kadar elimizden gelenleri yaptık, bundan sonra da yapmaya devam edeceğimizi ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

III.- ANT İÇME

1.- Milletvekillerinin ant içmesi

BAŞKAN – Anayasa’mıza göre milletvekillerinin göreve başlamadan önce ant içmeleri gerekmektedir.

Şimdi, daha önce ant içmemiş olan sayın milletvekillerinden bu birleşimde ant içmek isteyenleri kürsüye davet edeceğim.

ADANA:

Ali Demirçalı

Turgay Develi

Osman Faruk Loğoğlu

Ümit Özgümüş

ADIYAMAN:

Salih Fırat

AFYONKARAHİSAR:

Ahmet Toptaş

AMASYA:

Ramis Topal

ANKARA:

Süleyman Sencer Ayata

Sinan Aydın Aygün

Ayşe Gülsün Bilgehan

İzzet Çetin

Levent Gök

Gökhan Günaydın

Mehmet Emrehan Halıcı…

Bülent Kuşoğlu

Aylin Nazlıaka

Emine Ülker Tarhan

ANTALYA:

Gürkut Acar

Deniz Baykal

Arif Bulut

Osman Kaptan

Yıldıray Sapan

ARDAHAN:

Ensar Öğüt

ARTVİN:

Uğur Bayraktutan

AYDIN:

Osman Aydın

Metin Lütfi Baydar

Bülent Tezcan

BALIKESİR:

Ayşe Nedret Akova

Haluk Ahmet Gümüş

Namık Havutça

BARTIN:

Muhammet Rıza Yalçınkaya

BOLU:

Tanju Özcan

BURDUR:

Ramazan Kerim Özkan

BURSA:

İlhan Demiröz

Kemal Ekinci

Aykan Erdemir

Sena Kaleli

Turhan Tayan

ÇANAKKALE:

Ali Sarıbaş

Mustafa Serdar Soydan…

ÇORUM:

Tufan Köse

DENİZLİ:

İlhan Cihaner

Adnan Keskin

EDİRNE:

Kemal Değirmendereli…

Recep Gürkan

ERZİNCAN:

Muharrem Işık

ESKİŞEHİR:

Bedii Süheyl Batum

Kazım Kurt

GAZİANTEP:

Ali Serindağ

Mehmet Şeker

GİRESUN:

Selahattin Karaahmetoğlu

HATAY:

Hasan Akgöl

Mevlüt Dudu

Mehmet Ali Ediboğlu

Refik Eryılmaz

ISPARTA:

Ali Haydar Öner

İSTANBUL:

Sabahat Akkiray

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

Aydın Ağan Ayaydın

Ercan Cengiz

Süleyman Çelebi

Ayşe Eser Danışoğlu

Celal Dinçer

Aykut Erdoğdu

Haluk Eyidoğan

Mehmet Akif Hamzaçebi

Kemal Kılıçdaroğlu

Osman Taney Korutürk

Sedef Küçük

Melda Onur

Umut Oran

Kadir Gökmen Öğüt

Ali Özgündüz

İhsan Özkes

Şafak Pavey

Müslim Sarı

Fatma Nur Serter

Bihlun Tamaylıgil

Mahmut Tanal

Mustafa Sezgin Tanrıkulu

Gürsel Tekin

Binnaz Toprak

Erdoğan Toprak

Faik Tunay…

İZMİR:

Erdal Aksünger

Musa Çam

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, lütfen alfabetik sıraya uyunuz efendim. Kâtip üyeye hatırlatırsanız… Lütfen alfabetik sıraya uyunuz. Takdir hakkı yoktur Sayın Kâtip Üye’nin, alfabetik sıraya göre milletvekillerimizin adını okursunuz, burada olur ya da olmaz.

BAŞKAN – Sayın İnce, teşekkür ediyorum.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Lütfen okuyunuz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 23.6.2011 tarih ve (2009/191) esas numaralı yazısıyla Cumhuriyet Halk Partisi üyeleri İzmir Milletvekili Sayın Mustafa Ali Balbay ile Zonguldak Milletvekili Sayın Mehmet Haberal’ın tutuklu olarak yargılanmalarına devam edildiği Anayasa’nın 83’üncü maddesinin ikinci fıkrası gereği bildirilmiş ve bu durum Genel Kurulun 7 Temmuz 2011 Perşembe günkü 5’inci Birleşiminde bilgilerinize sunulmuştu. Bu nedenle…

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Bugün ayın 11’i ama geçmiş olabilir.

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…

Bu nedenle sayın milletvekilleri yemin etmek üzere kürsüye davet edilmemişlerdir, bunun içindir.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın İnce…

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bizim milletvekili arkadaşlarımızı alfabetik sıraya göre okumanız gerekir. (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

MUHARREM İNCE (Yalova) – Aradan zaman geçti, siz o arada mahkeme yerine kendinizi koyamazsınız, Başkanlık Divanının böyle bir hakkı yoktur. Arkadaşlarımızın adını okursunuz, burada olur ya da olmaz. Örneğin bir arkadaşımız şu anda yurt dışında, o da bugün yemin etmedi ama onun adını okudunuz. Dışarıda olabilir, hasta olabilir, bu takdir hakkınız yoktur, lütfen isimleri okuyunuz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın İnce, ben bilgilendirdim Genel Kurulu efendim. Bunun haricinde yapabileceğimiz herhangi bir şey söz konusu değil Sayın İnce.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Milletvekili değil mi şu anda Sayın Balbay?

BAŞKAN – Milletvekili.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Milletvekiliyse lütfen adını okuyunuz.

BAŞKAN – Milletvekili olduğunu da biraz önce belirttim zaten Sayın İnce.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Yani bu kadar…

BAŞKAN – Genel Kurulu bilgilendirdik bu konuda Sayın İnce, bilgilendirdiğimiz tarihi de belirttim.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Hayır, Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun efendim…

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Başkanlık Divanının keyfî davranma hakkı yoktur, lütfen okuyunuz.

BAŞKAN – Hayır, keyfî davranmıyoruz Sayın İnce, keyfîlik söz konusu değil.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Yanlış yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz… Tutumunuz hakkında söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın İnce, iki dakika söz veriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, önce yemin etsin. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın İnce, bir saniye…

MUHARREM İNCE (Yalova) – Önce yeminimi edeyim.

BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen…

MUHARREM İNCE (Yalova) – Önce yeminimi etmek istiyorum. Beni öne alırsınız herhâlde değil mi arkadaşlar? (CHP sıralarından “Evet” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Sayın İnce, alfabetik sıraya önce siz uymuyorsunuz.

Yemininizi edin Sayın İnce.

Buyurun.

YALOVA:

Muharrem İnce

BAŞKAN – Sayın İnce, tutumum hakkında lehte mi aleyhte mi söz istiyorsunuz, onu belirtin.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Başkanlık Divanının tutumunun aleyhinde söz istiyorum.

BAŞKAN – İki dakika süre veriyorum.

Buyurun.

IV.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- İzmir Milletvekili Mustafa Ali Balbay’ın seçim çevresi ve soyadına göre alfabetik sırası geldiği hâlde isminin okutulmaması nedeniyle Başkanın tutumu hakkında

MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Biz Büyük Millet Meclisini boykot etmedik, yaptığımız bir protesto değildir. Bir gazi Meclisi, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı yönetmiş bir meclisi protesto etmek, boykot etmek bizim haddimiz de değildir, hakkımız da değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Biz bir toplumsal duyarlılık oluşturmak istedik, biz millet iradesine saygı istedik. Biz milletin oyunun peşine düştük, milletin oyu burada temsil edilsin istedik. Bizim yaptığımız, sadece milletvekili arkadaşlarımızın buraya gelmesi değildir, milletin haklarına, milletin oyuna sahip çıktık. (CHP sıralarından alkışlar) 2002 yılında millet iradesinden söz edenler, “Muhtar bile olamaz.” denildiği zamanda, burada Cumhuriyet Halk Partisinin oylarıyla Anayasa değiştirildiği zaman milletvekilliği, başbakan olma yolu açıldığı zaman bize teşekkür edenler, ne yazık ki aradan geçen dokuz yıl içerisinde millet iradesini unuttu.

Biz arkadaşlarımıza dokunulmazlık istemiyoruz. Biz arkadaşlarımıza ayrıcalık istemiyoruz. Biz arkadaşlarımıza af da istemiyoruz. Biz arkadaşlarımızın adil bir şekilde yargılanması sürsün… Ama Büyük Millet Meclisine gelip yemin etmeleri engellendiği gibi, şimdi adlarının okunması da engelleniyor. İşte buna sessiz kalamayız. Lütfen adını okuyunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Kâtip Üye, Sayın Balbay’ın, Sayın Haberal’ın, Sayın Engin Alan’ın ve diğer arkadaşlarımızın, bugün yemin etmeye gelemeyen milletvekillerinin adlarını okumaya mecburdur. Bu bir keyfî tutum olur, İç Tüzük ihlali olur, haksızlık olur, vicdansızlık olur, demokrasiye karşı dik durmak olur.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın İnce.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, tutumunuzun lehinde söz almak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Elitaş.

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Yemin devam ederken söz kesilmez Değerli Başkan. Lütfen… Yani hata yapıyorsunuz, bu bir usul hatasıdır.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Elitaş.

İki dakika süre veriyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Biraz önce Grup Başkan Vekili Arkadaşımız bir konuyla ilgili görüşlerini beyan ettiler. İç Tüzük’ün 3’üncü maddesi açık ve net, 3’üncü madde der ki: Milletvekilleri seçildikten itibaren ilk birleşimde yemin ederler ve ilk birleşimde yemin ederken il sırasına göre ve soyadı sırasına göre çağrılır. İlk birleşimde bazı siyasi partilere mensup arkadaşlarımız yemin etmediklerinden dolayı       -arkasından 3’üncü maddenin son fıkrasını okuduğunuz takdirde- milletvekilleri bulundukları süre içerisinde ilk birleşimin başında yemin için çağrılır.

Şu anda Meclis Başkanlığının yaptığı karar, milletvekillerini, 135 civarındaki yemin etmeyen milletvekilini burada tanıma imkânı da bulunmadığından dolayı, milletvekili arkadaş buraya gelip: “Ben şuranın milletvekiliyim, adım da şu.” diye yemine başlaması olmayacağından dolayı ve belki Meclis Başkanlık Divanının da milletvekillerini tanıma imkânı ve fırsatı bulunmadığından dolayı bu usul tercih edilmiştir.

Başkanlık Divanının yaptığı iş de, ki 7 Temmuz tarihinde bu 2 milletvekilinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde olamayacaklarıyla ilgili beyan ifade edilmiş ve ondan dolayı da okunmamaktadır.

Şu anda yapılan işlem, milletvekili arkadaşlarımızın sırayı takip edebilmeleri açısından ve o anlamda da baktığımızda burada herhangi bir kargaşaya, karmaşaya meydan vermemek için il sırasına göre yapılan bir uygulamadır.

Meclis Başkanlık Divanının yaptığı uygulamanın doğru olduğunu ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Elitaş.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, anlaşıldı ki siz Başkanlık Divanından arkadaşlarımızın adını okumayacaksınız. O zaman bizim en genç üyemiz, Mustafa Balbay’ın adını anons eder misiniz?

BAŞKAN – Lütfen Sayın İnce...

Sayın milletvekilleri...

EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) – Mustafa Balbay. (CHP sıralarından alkışlar)

HALUK KOÇ (Samsun) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Sayın Mustafa Ali Balbay ile Sayın...

HALUK KOÇ (Samsun) – Sayın Başkan, ikinci sözü istiyorum. 69 açıktır, 2 kişiye lehte, 2 kişiye aleyhte... (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Buyurun.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Sayın Başkan 2 kişi şartı yok ki orada.

BAŞKAN – Önce yemininizi eder misiniz?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, usul tartışması mı, yemin mi efendim bu?

HALUK KOÇ (Samsun) – Usul tartışmasında 2 kişi lehte 2 kişi aleyhte Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, yemin mi, usul tartışması mı?

BAŞKAN – Sayın Koç, önce yemininizi eder misiniz?

HALUK KOÇ (Samsun) – Evet, yeminimi ediyorum.

III.- ANT İÇME (Devam)

1.- Milletvekillerinin ant içmesi (Devam)

SAMSUN:

Ahmet Haluk KOÇ

BAŞKAN – Buyurun Sayın Koç.

İki dakika süre veriyorum.

IV.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER (Devam)

1.- İzmir Milletvekili Mustafa Ali Balbay’ın seçim çevresi ve soyadına göre alfabetik sırası geldiği hâlde isminin okutulmaması nedeniyle Başkanın tutumu hakkında (Devam)

HALUK KOÇ (Samsun) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

İç Tüzüğün…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…

HALUK KOÇ (Devamla) – Sözümü kesmezseniz Sayın Elitaş

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?

HALUK KOÇ (Devamla) – Müsaade edin de ben söz aldım onu yerine getireyim.

BAŞKAN – Sayın Elitaş, bir saniye…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, şu anda yemin töreninde; başka herhangi bir şey konuşulamaz. Sayın Milletvekilinin yerine oturması gerekir. Usul tartışması olur mu efendim yemin esnasında?

MUHARREM İNCE (Yalova) – E, sen kendin konuştun.

BAŞKAN – Süreniz başlatıldı Sayın Koç.

Sayın Elitaş, başlatıldı, lütfen oturun, sonra değerlendiririz.

HALUK KOÇ (Devamla) – Sayın Başkan takdirini bu şekilde kullandı, ben de İç Tüzük’ten doğan hakkımı kullanıyorum.

Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

İç Tüzük 69 çok açık. Sayın Başkanın burada takdir yetkisi de yoktur. Usul tartışması açıldığında 2 kişi lehte, 2 kişi aleyhte, en fazla on dakika olmak üzere söz verilir.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Hayır efendim, 2 kişi şartı yok.

HALUK KOÇ (Devamla) – Ben de Başkanlık Divanı’nın tutumu aleyhinde ikinci sözü kullanıyorum.

Sayın Başkan, yemin töreninin yapıldığı 28 Haziran Salı günü milletvekillerinin adları okunduğunda İstanbul’dan Sayın Engin Alan, İzmir’den Sayın Mustafa Balbay ve Zonguldak’ta da Sayın Mehmet Haberal’ın isimleri kürsüye davet edilerek okundu. Bunu o günkü Meclis tutanaklarına bakarsanız çok açık bir şekilde görürsünüz. 28 Haziran… Bugün 11 Temmuz. Aradan geçen süre içerisinde Başkanlık Divanının halk oyuyla seçilmiş milletvekillerinin isimlerini okumama gerekçesini açıklamanız pek mümkün gözükmüyor. Yani burada isimlerin, İzmir’de Sayın Balbay’ın ve Zonguldak’ta Sayın Haberal’ın mutlaka isminin zikredilmesi gerekiyor. Bu hatayı düzeltmeniz gerekiyor.

Burada, Cumhuriyet Halk Partisinin tutumunu arkadaşımız, Grup Başkan Vekilimiz açıkladı, burada çok açık bir şekilde biz de bir kere daha tekrar ediyoruz. Burada bizim tavrımız demokratik bir tavırdır. Burada halkın oylarının peşine düşmüş durumdayız ve Sayın Balbay’ın isminin okunmaması aynı zamanda İzmir’de Cumhuriyet Halk Partisine ve Balbay’ın bulunduğu listeye oy veren 500 bine yakın, 300 bine yakın insanımızı da yok saymaktır. Sayın Haberal’ın da aynı şekilde Zonguldak’ta adının okunmaması Zonguldak’ta Cumhuriyet Halk Partisine oy veren seçmenleri yok saymaktır. Böyle bir şeye hakkı yok Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının. Siz seçmen iradesini burada yok etmekle yükümlü değilsiniz, siz seçmen iradesinin demokratik bir şekilde Mecliste yansımasına Başkanlık Divanı olarak yardımcı olmak zorundasınız Sayın Başkan. İki günkü Başkanlık Divanı tutumunu açıklamak mümkün değildir. Bu konunun mutlaka Başkanlığınız tarafından düzeltilmesi gerekiyor.

Saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Koç.

Siz lehte mi, aleyhte mi Sayın Aydın?

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Lehte efendim.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, “Yemin töreninde yeminden başka bir şey görüşülemez.” Sayın Elitaş’ın iddiasıydı bu.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Aydın.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Tabii, değerli arkadaşlar, burada iki hususu birbirinden ayırmak lazım. Bir: Yemin töreni devam ederken yemin töreni esnasında bir usul tartışması açılır mı, açılmaz mı hadisesi var. Bir ikincisi de: Yine, bahsi geçen tutuklu milletvekilleriyle ilgili, isminin zikredilip edilmemesi konusu.

Şimdi, burada bir yanlış bilgi var. Az önceki konuşmacı arkadaşımız ilk görüşmede dahi isimlerinin zikredilmediğini söyledi. Hâlbuki ilk yemin töreninde, 28 Haziran’daki yemin töreninde CHP’lilerin de, MHP’lilerin de bütün milletvekillerinin ismi burada zikredildi. (CHP sıralarından gürültüler)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Hayır, hayır, hayır!

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ayakta alkışladınız.

AHMET AYDIN (Devamla) – Akabinde ne oldu? Evet, ismi zikredildi, Meclis kayıtlarından, tutanaklarından bulabilirsiniz.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Öyle bir şey demedi.

AHMET AYDIN (Devamla) – Sayın İnce, Meclis tutanaklarını açın, bakın. Orada, Sayın Oktay Ekşi Meclis Başkanı iken, Geçici Başkan iken burada bütün milletvekillerinin ismi zikredildi. Siz burada olduğunuz hâlde kalkıp yemin etmediniz. Onlar burada değildi ama ismi zikredildi.

İkinci husus: Değerli arkadaşlar, bakın, az önce Sayın Başkan da ifade etti, 7 Temmuz tarihi itibarıyla bu arkadaşların tutuklu olduğu ve dolayısıyla buraya gelip yemin edemeyecek durumda olduğunu söyledi ve bu, burada okundu. Okunduktan sonra fiilî bir durum, aynı zamanda hukuki bir durum söz konusu. Yemin etmeyecekleri de bir gerçek.

Yine, değerli arkadaşlar, Anayasa’mızın 138’inci maddesi, mahkemelerin bağımsızlığından bahsederken hâkimler görevlerinden bağımsızlardır -çok işlendi burada- Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. (CHP sıralarından “Ne alakası var” sesleri, gürültüler)

Görülmekte olan bir dava hakkında yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılmasıyla ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda dahi bulunulamaz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aydın.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın İnce.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bir küçük düzeltme yapmam gerekiyor. Sayın Grup Başkan Vekili, Sayın Koç’un konuşmasında 28 Haziran tarihindeki ilk yemin töreninde de Sayın Balbay ve Sayın Haberal’ın adlarının okunmadığını söyledi. Sayın Koç böyle bir şey söylemedi, Sayın Aydın’ın söyledikleri tamamen gerçek dışı. Kayıtlara da böyle geçsin.

BAŞKAN – Tamam, konu anlaşılmıştır, tutanaklara da geçti.

Teşekkür ediyorum Sayın İnce.

Sayın milletvekilleri, isimleri geçen sayın milletvekillerinin ilk gün adları okunmuştur ancak önceki birleşimde tutuklu olduğuna dair mahkeme kararını Genel Kurulun bilgisine arz ettik. Tamamen teknik bir konudur, tutumumuzda herhangi bir yanlışlık ve değişiklik yoktur.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, Balbay geliyor, kuliste!

BAŞKAN – Bugün yemin etmek isteyenlerin isimlerini okutmaya devam ediyoruz.

Buyurun.

III.- ANT İÇME (Devam)

1.- Milletvekillerinin ant içmesi (Devam)

İZMİR (Devam)

Aytun Çıray

Birgül Güler

Hülya Güven

Mustafa Moroğlu

Şükran Güldal Mumcu

Oğuz Oyan

Mehmet Ali Susam

Rahmi Aşkın Türeli

Rıza Mahmut Türmen

Alaattin Yüksel

KAHRAMANMARAŞ:

Durdu Özbolat

KAYSERİ:

Mehmet Şevki Kulkuloğlu

KIRKLARELİ:

Turgut Dibek

Mehmet Siyam Kesimoğlu…

KOCAELİ:

Haydar Akar

Hurşit Güneş

Mehmet Hilal Kaplan

KONYA:

Atilla Kart

MALATYA:

Veli Ağbaba

MANİSA:

Hasan Ören

Sakine Öz

Özgür Özel

MERSİN:

Aytuğ Atıcı

İsa Gök…

Ali Rıza Öztürk

Vahap Seçer

MUĞLA:

Ömer Süha Aldan

Tolga Çandar

Nurettin Demir

NİĞDE:

Doğan Şafak

ORDU:

İdris Yıldız

SAKARYA:

Engin Özkoç

SAMSUN:

Ahmet İhsan Kalkavan

SİNOP:

Engin Altay

SİVAS:

Malik Ecder Özdemir

TEKİRDAĞ:

Emre Köprülü

Faik Öztrak

Candan Yüceer

TOKAT:

Orhan Düzgün

TRABZON:

Mehmet Volkan Canalioğlu

TUNCELİ:

Hüseyin Aygün…

Kamer Genç

UŞAK:

Dilek Akagün Yılmaz

ZONGULDAK:

Ali İhsan Köktürk

EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) – Mehmet Haberal. (CHP sıralarından alkışlar; AK PARTİ sıralarından “Otur yerine, otur!” sesi)

BAŞKAN – Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır, okutuyorum:

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Başbakanlık ve bakanlıklarla ilgilendirilmesi uygun görülen bağlı, ilgili ve ilişkili kurum ve kuruluşlara ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/9)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başbakanlık ve bakanlıklara bağlı, ilgili ve ilişkili kurum ve kuruluşların; ekli listede gösterildiği şekilde, karşılarında belirtilen bakanlıklarla ilgilendirilmesi, 27/4/1984 tarihli ve 3046 sayılı Kanuna 3/6/2011 tarihli ve 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile eklenen 19/A maddesi uyarınca, Başbakanın teklifi üzerine uygun görülmüştür.

Bilgilerinize sunarım.

                                                                                                             Abdullah Gül

                                                                                                           Cumhurbaşkanı

                               Kurum/Kuruluş                                         Bakanlığı

1    Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı                           Başbakanlık

2    Türkiye ve Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü                 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı

      Genel Müdürlüğü                                                              

3    Devlet Personel Başkanlığı                                                 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı

4    Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı                                 Kalkınma Bakanlığı

5    GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı                           Kalkınma Bakanlığı

6    Türk Standartları Enstitüsü Başkanlığı                               Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı

7    Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve                Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı

      Destekleme İdaresi Başkanlığı                                           

8    Milli Prodüktivite Merkezi Başkanlığı                                Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı

9    Türk Patent Enstitüsü Başkanlığı                                        Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı

10  Türk Akreditasyon Kurumu                                               Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı

11  Şeker Kurumu                                                                    Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı

12  Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü                       Orman ve Su İşleri Bakanlığı

13  Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü                                     Orman ve Su İşleri Bakanlığı

14  Orman Genel Müdürlüğü                                                   Orman ve Su İşleri Bakanlığı

15  Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü                                  Çevre ve Şehircilik Bakanlığı

16  İller Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü                                  Çevre ve Şehircilik Bakanlığı

17  Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı                            Çevre ve Şehircilik Bakanlığı

18  Et ve Balık Kurumu Genel Müdürlüğü                              Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı

19  Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü                                      Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı

20  Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu                    Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı

21  Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu                       Gençlik ve Spor Bakanlığı

      Genel Müdürlüğü                                                              

22  Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığı                             Gençlik ve Spor Bakanlığı

23  Rekabet Kurumu Başkanlığı                                               Gümrük ve Ticaret Bakanlığı

24  Darülaceze Müessesesi Müdürlüğü                                    Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.52

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.05

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Fatih ŞAHİN (Ankara)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

VI.- HÜKÛMET PROGRAMI

1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı’nın görüşülmesi

BAŞKAN – Gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında bulunan Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

Görüşmelerde, İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre, siyasi parti gruplarına, Hükûmete ve şahısları adına 2 üyeye söz verilecektir.

Genel Kurulun 6/7/2011 tarihli 4’üncü Birleşiminde alınan karar gereğince, Hükûmet ve siyasi parti grupları adına yapılacak konuşmalarda süre kırk dakikadır. Bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilecektir. Kişisel konuşmalarda ise süre on dakikadır.

Program üzerinde söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, efendim, program üzerinde ilk sözü alan benim.

Bakın, İç Tüzük’ümüzün 124’üncü maddesine göre, burada söz isteme…

AHMET YENİ (Samsun) – Yemin etmemiştin.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani Bakanlar Kurulunun listesi Türkiye Büyük Millet Meclisinde okunduktan sonra…

AHMET YENİ (Samsun) – Yemin etmemiştin o zaman.

KAMER GENÇ (Tunceli) – …söz hakkı o zaman doğuyor ve bakın, ben de tutanakta Bakanlar Kurulu…

AHMET YENİ (Samsun) – Yemin etmemiştin o zaman.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yahu, bırakın, konuşmayın! Bilmediğiniz şeylerde konuşmayın ya!

BAŞKAN – Sayın Genç, siz devam edin, dinliyorum ben sizi.

Buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet.

Şimdi, Bakanlar Kurulu listesini Başkan okuyor, (AKP sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, söz istiyorum.” Ondan sonra -tabii, Sayın Başkan bizi dinlemiyor- “Sayın Başkan” diyorum ben tekrar, “Bu tezkere hakkında söz istiyorum.” diyorum. Dolayısıyla yani İç Tüzük’ün 124’üncü maddesine göre söz hakkı benimdir. Sayın Oktay benden sonra gitti, söz istediğini gördüm burada.

Yok yani ben kendimi savunuyorum da, ilk söz sizinmiş.

AHMET YENİ (Samsun) – Yemin etmediğiniz için…

BAŞKAN – Tamam mı Sayın Genç?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet.

BAŞKAN – Sayın Genç, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 6 Temmuz 2011 tarihli 4’üncü Birleşiminde Bakanlar Kurulu listesine dair Cumhurbaşkanlığı yazısının Genel Kurulda okunmasından sonra program üzerinde söz istediğiniz doğrudur.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet.

BAŞKAN – Ancak o tarihte henüz yemin etmemiş olmanız nedeniyle yasama faaliyetlerine katılamayacağınızdan söz talebiniz Başkanlıkça işleme alınamamıştır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, bu konuda usul tartışması… 63’üncü maddeye göre tutumunuz hakkında söz istiyorum.

BAŞKAN – Hayır, Sayın Genç, neyin tartışmasını yapacağız? Anladım da, hangi…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, yaptığınız hata. İç Tüzük’te yemin etmeyen milletvekilinin yasama faaliyetine katılmayacağına ilişkin bir hüküm yok. İsterseniz bir usul tartışması…

BAŞKAN – Anladım da Sayın Genç, bu konu şimdiye kadar Türkiye Büyük Millet Meclisinin…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama Sayın Başkan, rica ediyorum efendim. Yani tabii söz hakkımı vermiyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz.

BAŞKAN – …bu açılış döneminden bugüne kadar getirildi, yeni mi açacağız şeyi? Bu konuya karar verildi zaten.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, bakın, 63’üncü maddeye göre…

BAŞKAN – Daha önce sayın milletvekillerine, hiç kimseye yemin etmeden söz verilmedi Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bakın, 63’üncü maddeye göre tutumunuz hakkında söz istiyorum. Biraz önce açtınız, 63’üncü maddeye göre bu usul tartışmasını açmak zorundasınız efendim.

BAŞKAN – Hayır, açmak zorunda değilim Sayın Genç ama bakın…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, öyle efendim. Bakın, 63’üncü madde: “Bu yolda bir istek yapılırsa yerine getirir.” diyor. Rica ediyorum, biraz önce de usul tartışması açtınız.

Yaptığınız hata, isterseniz bir usul tartışmasını açalım, siz zaten çoğunluksunuz…

BAŞKAN – Sayın Genç, usul… Olmayan bir şeyi niye açalım yani?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, çok hata ediyorsunuz. Söz hakkı benim değil mi? Yemin etmeme…

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı günden bu tarafa yemin etmeyen sayın milletvekillerine söz verilmedi.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Kaldı ki Sayın Başkan… Sayın Başkan…

BAŞKAN – Zaten konuşacaklarınızı, söyleyeceklerinizi de söylediniz, tutanaklara geçti.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bakın, ben bu yeminden önce 5 defa bu yemini yaptım, daha benim yemin şeyim devam ediyor. (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler) Yani bu kürsüde 5 defa yemin ettim, bu 6’ncı yemini yapıyorum, dolayısıyla milletvekilliği sıfatım da devam ediyor. Usul tartışmasını lütfen rica ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Rica ediyorum…

BAŞKAN – Açılması gereken yerde usul tartışmasını açarız…

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Başkanım, açılacak bir durum yok ki.

BAŞKAN – …ancak yemin etmediğiniz hâlde talepte bulunmuşsunuz, bunu da Başkanlık işleme koymadı yemin etmediğiniz için.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, bir usul tartışmasını açın, bana söz vermiyorsanız ben haklı olduğumu izah edeyim.

BAŞKAN – Hayır, lütfen Sayın Genç… Bundan sonraki konularda usul tartışması istersiniz, yemin ettiğiniz için işleme konulur.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Hakkın suistimali efendim, siz devam edin Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Veya işlem yapıp yapmadığı konusunda…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, rica ediyorum, bakın, usul tartışmasını açar mısınız?

BAŞKAN – Lütfen Sayın Genç…

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, siz devam edin.

BAŞKAN – Bir sayın milletvekilinin, sadece, istemesiyle olmaz ki İç Tüzük’e uygun olması gerekir yani bizim…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, 63’üncü madde açıktır. Bakın, ben, söz hakkımı kullanma konusunda size gerekçesini izah edeceğim.

BAŞKAN – Sayın Genç, teşekkür ediyorum, sözleriniz zaten tutanaklara geçti.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, bakın, burada haksızlık yapıyorsunuz.

BAŞKAN – Lütfen… Niye haksızlık yapıyorum?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Söz hakkı benim.

BAŞKAN – Eğer ortada bir haksızlık varsa benim yaptığım değil yani.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Çünkü benim milletvekili sıfatım sona ermemiştir. Ayrıca da İç Tüzük’ü ben izah edeyim size. Ya, rica ediyorum…

BAŞKAN – Sayın Genç, siz…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, usul tartışmasını açın…

BAŞKAN – Niye açacağım usul tartışmasını? Siz yemin etmeden böyle bir hakkınız, böyle bir talep…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, verdiğiniz zaten iki dakikalık bir süre yani usul tartışmasını açarsanız memnun olurum efendim.

BAŞKAN – Sayın Genç, usul tartışmasını bu saatten sonraki taleplerinizle ilgili açabiliriz, yemin ettiniz çünkü bir önceki oturumda.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, benim söz hakkımı alıyorsunuz. Tutumunuz hakkında 63’üncü maddeye göre söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Sayın Genç, söyledikleriniz tutanaklara geçti, konu anlaşıldı.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, tutanaklara geçmesi önemli değil, kafalara geçmesi önemli.

BAŞKAN – Usul tartışması açacak herhangi bir şey söz konusu değil. Lütfen….

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani kimse okumuyor ki tutanakları.

BAŞKAN – Lütfen oturur musunuz…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani çok keyfî hareket ediyorsunuz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun programı üzerinde söz talepleri: Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Devlet Bahçeli, Osmaniye Milletvekili; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul Milletvekili; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Mahir Ünal, Kahramanmaraş Milletvekili; Ömer Çelik, Adana Milletvekili; şahısları adına Oktay Vural, İzmir Milletvekili ve Lutfi Elvan, Karaman Milletvekili.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Devlet Bahçeli, Osmaniye Milletvekili.

Buyurun Sayın Bahçeli. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

Süreniz kırk dakikadır.

MHP GRUBU ADINA DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan Başkanlığında kurulan 61’inci Cumhuriyet Hükûmetinin Programı hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüş ve düşüncelerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle siz değerli milletvekili arkadaşlarımı en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

12 Haziran seçimlerinden sonra oluşan 24’üncü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin yapacağı çalışmalarda üstün başarılar diliyorum. Bu yeni yasama döneminin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum. Milletvekilliği genel seçimi sonucunda Meclisimizde temsil imkânı bulan siyasi partileri bu vesileyle bir kez daha kutluyorum. Cenabıallah’tan niyazım odur ki önümüzdeki sıkıntılarla dolu sürecin inşallah kazasız belasız aşılarak milletimizin daimî huzuru ve birliği için gereken çabaların gecikmeksizin gösterilmesidir. Bu itibarla 24’üncü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin, demokrasinin asıl anlam ve içeriğine kavuşmasında, istikrar ve toplumsal barışın gerçekleşmesinde önemli katkılar sağlayacağına inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çatısı altında bulunmaktan iftihar ettiğimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi millet iradesinin somutlaştığı ve temsilcileri eliyle anlam kazandığı kutlu bir mekândır. Bu tarihî ve kutsal emanetin değerini küçültecek, itibarını düşürecek ve sahip olduğu derin manayı incitecek her türlü tartışma ve çekişmeden uzak tutulması gerekmektedir. İtiraf etmem lazımdır ki Türkiye Büyük Millet Meclisi düşman silahlarının tasallutu altında dahi âciz ve yetersiz olmamıştır, her ne sebeple olursa olsun boykot ve protesto gibi sonuçsuz eylemlere de muhatap kalmamış ve karşılaşmamıştır. Ne var ki 12 Haziran seçimlerinin ardından gerçekleşen milletvekili yemin merasimindeki boykot ve protesto girişimleri maalesef gazi Meclisin manevi şahsiyetini ihlal ve rencide etmiştir. İktidar partisinin gerilimi tırmandırıcı yaklaşımı, ana muhalefet partisinin inatçı tavrı yaklaşık iki haftalık bir süredir ülke gündemini meşgul etmiştir. Meclisin çalışma düzenini tehdit eden ve millet iradesinin işleyişini sakatlayan bu görüntünün çözüm kulvarına girmesi hepimiz açısından sevindiricidir.

Yemin krizine gerekçe gösterilen tutuklu milletvekillerinin ısrarla ve herhangi bir yasal engel olmaksızın serbest bırakılmamaları, demokrasi ahlakı gereği Mecliste bulunan hepimizin meselesi olmalıdır.

Hukuk sisteminde adalet herkesin yararına işlemeli ve toplumun temel çıkarlarını dikkate almalıdır. Esasında millet iradesinin dört duvar arasında bulunuyor olması, bir bakıma ileri demokrasi sözlerini nasıl okumamız gerektiğiyle ilgili de bize önemli ipuçları vermektedir.

Türkiye’nin sorunlar ve krizler bataklığından kurtulacak azmi göstermesinin yegâne yolu millet iradesine sahip çıkmaktan geçmektedir. Mahkûmiyeti onaylanmamış, suçlu olup olmadıklarıyla ilgili hukuki netliğin belli olmadığı milletvekilleri, emin olun ki en başta Türkiye Büyük Millet Meclisinin onur konusudur.

Bu itibarla, iktidarıyla muhalefetiyle siyasi ilke ve ahlak ölçülerinde buluşmak ve çözüm odaklı pozisyon almak Meclisimizin güvenilirliğini muhafaza etmek açısından önemli bir adım olacaktır. İçinden geçtiğimiz süreçte bitirilmesi amacıyla mesai ve emek sarf edilen siyaset ve demokrasi krizinin daha büyük bir krize evrilmemesi için özenli, hassas ve dikkatli hareket edilmelidir. Zira, millet iradesinin tazelendiği bugünkü ortamda Meclisin kaos merkezi olarak varlığını sürdürmesi, sosyal ve ekonomik dengesizliklerin tahkim ettiği fay hatlarını çatlatabilecektir. Bu da tabii olarak ağır bir maliyet demektir ve sonucuna hiçbir suçu, günahı olmayan milyonlarca vatandaşımızın katlanması anlamına gelecektir.

Değerli milletvekilleri, 12 Haziran milletvekilliği genel seçimlerinin sonucunda yeni bir Meclis ve iktidar yapısı ortaya çıkmıştır. Geçerli oyların seçime katılan siyasi partilere dağılımı sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi yüzde 49,83’lük oy oranıyla 327 milletvekili sayısına ulaşmış ve üçüncü defa tek başına iktidar olma fırsatını elde etmiştir. Bizim, milletimizin tercihine ve takdirine sonsuz hürmetimiz vardır. Adalet ve Kalkınma Partisinin bu oy oranı siyasi mücadele içinde olan bir partinin alabileceği çok önemli bir neticedir.

Milletimiz sosyoekonomik sorunlarına rağmen Adalet ve Kalkınma Partisine oy vermiş ve bir dönem daha ülke yönetiminde kalmasını istemiştir. Cepheleşmelere, kavgalara, bölünme alarmına ve bunun sonucunda yoğunlaşan huzursuzluklara takılmadan, önümüzdeki dört yıl için AKP’ye onay vermiştir. Bizim, parti olarak buna da saygı duymaktan başka yapacağımız bir şey yoktur.

Şüphesiz AKP büyük bir sorumluluk ve veballe karşı karşıyadır. Artık AKP’nin önünde sorunları bitirme konusunda elini tutan, engel ve zorluk çıkaran herhangi bir bağlayıcı faktör kalmamıştır. Bundan sonra, aldığı yüksek millet desteğiyle önü açıktır. Sığınacağı ve saklanacağı bir mazereti bulunmamaktadır. Maharet yüksek oy oranı almaktan daha çok, bunun gerektirdiği siyasal sonuçları ve değerleri üretmektir. Milletimiz verdiği yetkinin nasıl ve ne şekilde kullanıldığını mutlaka sorgulayacak ve lazım gelen notlarını günü gününe alacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak da Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarının plan ve programının uygulama aşamalarını sürekli olarak takip edeceğimizi ve milletimizin bize verdiği muhalefet görevini en iyi şekilde yerine getireceğimizi bu vesileyle hatırlatmak isterim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sosyal, siyasal ve ekonomik ilişkilerin temelinde güven olgusunun hayati bir niteliği vardır. Karşılıklı iş birliğine, denge ve uzlaşmaya dayalı bir zihniyetin varlığı, yönetimlerin, sistemlerin ve rejimlerin işleyişinde önemli rol oynamaktadır. Tutulmayan sözlerin, çiğnenen millî prensiplerin, yerine getirilmeyen vaatlerin ve görmezden gelinen yeminlerin neden olacağı tahribatlar da büyük olmaktadır. Hiç şüpheniz olmasın ki kalıcı ve sürdürülebilir müzakere zeminine yaslanmış, hoşgörüden ve iyi niyetten beslenen siyasal tutumlar, ön alan ve riskleri bertaraf eden bir yönetim felsefesiyle birleşirse geleceğin aydınlık resmi fluluktan kurtulacaktır.

İlave olarak, tarihin ve coğrafyanın yüklediği millî sorumluluk anlayışıyla hareket edilmesi, her güçlüğün üzerinden gelecek şuura ulaşmayı kolaylaştıracaktır. Güven erozyonuna maruz kalmış milletlerin gelişme ve ilerleme yolunda önemli psikolojik ve sosyolojik engellere muhatap kaldığı bir hakikattir.

Açıktır ki yeni çağın en belirgin dinamikleri arasında güven temelli ilişkiler ağını kurumsallaştırma hedefi bulunmaktadır. Bunun farkına varmış milletler, kendi devlet ve toplum hayatlarındaki gelgitlere, sarsıntılara karşı dayanıklı ve dayanışmacı bir karakter sergilemektedir.

Günübirlik çekişmelerin içine hapsolmadan, çapsız ve vizyonsuz döngülerin çekim alanına kapılmadan yolunda yürüyen ülkelerin en bariz özelliği, karşılarına çıkan sorunları çözme konusunda ortaya çıkmaktadır. Demokrasi işte böylesi bir durumda istikrar ve düzen sağlayıcı dinamiklere kapı aralamakta ve bunları da teşvik etmektedir. Propagandanın aldatıcı yüzüne makyaj sürüp ayakta kalmaya çalışan siyasi aktörler ise eninde sonunda gizledikleri ve üstünü örttükleri anormalliklerle karşılaşmaktadır. Bugünü kurtarmanın sinsiliğine ve aldatmanın kolaycılığına teslim olanlar geleceği planlamaktan bihaber şekilde uğrayacakları hezimet dolu günlere sürekli olarak kürek çekmektedir. Vermemiz gereken karar başlangıçta şundan ibarettir: Büyük düşünen, uzun vadeli plan yapan stratejik aklı mı oluşturacağız, yoksa konjonktürel ve küçük hesaplar yapan taktik manevralara teslim mi olacağız? Bunu düşünecek olan da öncelikle siyasi sorumluluk mevkisinde bulunan Adalet ve Kalkınma Partisinden başkası değildir. Demokratik kültürü olgunlaştırmadan ve bunu bire bir uygulayacak niyetlere, davranışlara prim vermeden çıkılacak her yolun mutlaka akamete uğrayacağını aklımızdan bir an olsun çıkarmamalıyız. Türkiye’deki yaşanılan her meseleyi dile getirmeye çalıştığım bu hususlar paralelinde ele almak ve değerlendirmek lazımdır. Yoksa dünden alınmamış derslerin ve inkâr edilen bunalımların bedelini önümüzdeki dönemde misliyle ödemek zorunda kalacağımızdan herkes emin olmalıdır.

Ülkemizin boğuştuğu ve altında ezildiği sorunlar düğümünün çözülmesi yönünde vakit kaybına ve emek israfına artık milletimizin tahammülü kalmamıştır. Bu çerçevede, Milliyetçi Hareket Partisi olarak muhalefet görevine sahip olmamıza rağmen büyük bir sorumluluk ve duyarlılık içinde hareket ettik, ediyoruz. Son yemin ve boykot krizinde partimizin kilit açıcı ve demokrasiyi sahiplenici tavrı en az 367 garabetinin aşılması kadar değerli ve kıymetlidir. Bir kere, düşünün, partimiz de cezaevinde tutulan milletvekilini bahane ederek, göstererek yemin etmekten imtina etseydi Meclisin ve siyasetin hâli acaba nasıl olurdu? Milliyetçi Hareket Partisinin de olmadığı bir Meclis yapısında siyaset ve demokrasi krizinin nerelere ulaşacağıyla ilgili içinizde bir fikir yürüteniniz var mıdır? Fırsattan istifade ederek “Muhalefet gelmese de Meclis çalışır.” demek aslında bastırılmış Baasçı zihniyetin yansımasından başka bir şey değildir. Bunun için önümüzdeki dönemde özellikle iktidar partisi sahip olduğu sayısal ve siyasal çoğunluğu hiziplerin bilenmesi ve kavgaların alevlenmesi yönünde seferber etmemeli ve aşırı kibirden kesinlikle kaçınmalıdır. Beklentim, programını görüştüğümüz 61’inci Cumhuriyet Hükûmetinin de bu çerçevede hareket etmesi ve bunu da hatırından hiç çıkarmamasıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz üzere Adalet ve Kalkınma Partisinin kurduğu 4’üncü Hükûmetin güven oylaması sürecindeyiz. AKP’nin bundan önceki üç hükûmeti maalesef ülkeyi felaketlerin eşiğine kadar getirmiştir. Dokuz yıla yaklaşan hükûmet yılları söylenenin aksine taviz, teslimiyet ve talan sacayağına oturmuştur. Toplumsal kutuplaşma, ekonomik türbülans, siyasi kriz ve etnik bölücülük AKP’nin yanlış ve kastı aşan politikalarından dolayı üremiş ve yayılmıştır. Demokrasinin içinin boşaltılması ve güven duygusuna vurulan darbeler son vatanımızdaki varlığımızı üst düzeyde tehlikeye atmıştır. Ekonomik gerilik, istikrarsızlık içinde bocalayan sosyal bünye geleceğe iyimser bakmamıza ziyadesiyle manidir. AKP’nin siyasi tercihlerinden edindiğimiz ve şahit olduğumuz tecrübeler ve gerçekler bundan sonrası için umutlu olmamıza izin vermemektedir. Bu itibarla, 61’inci Hükûmet Programı milletimizin asıl sorunlarını omurgasından kavrayacak ve meseleleri çözecek siyasi ferasetten fazlasıyla uzaktır. Şu kadarını söyleyebilirim ki program aziz milletimizin bunaldığı ve çıkış aradığı sorunların bütünüyle bitirilmesi için farklı ve yeni bir şey getirmemiştir.

Görüldüğü kadarıyla 61’inci Cumhuriyet Hükûmeti yeni anayasa hazırlığını gündeme bir kez daha taşımıştır. Hatırlanacağı üzere 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra kurulan 60’ıncı AKP Hükûmeti de yeni anayasa yapımı konusunda irade beyanı göstermişti. Bilim adamlarından teşkil edilmiş bir gruba anayasa çalışması havale edilmiş, ortaya çıkan taslak Başbakan Erdoğan’a sunulmuştu. 2007 yılından bu yana süren yeni anayasa tartışmaları 61’inci Hükûmetin programında da kendisine yer bulmuştur, ancak yeni anayasayla amacın ne olduğu, nasıl bir değişiklik yapılmak istendiği ve muhteviyatının, sınırlarının ne olacağı hususları boşlukta kalmıştır. Sanki her sorunun bir tek müsebbibi gibi takdim edilen Anayasa’nın yeniden yazılmasıyla Türkiye belini doğrultacak ve ayağa kalkacaktır.

Bu çerçevede, Başbakan Erdoğan önümüzdeki dönemi yeni anayasa dönemi olarak tanımlamaktadır. Bizim dikkatle izleyeceğimiz bu süreçte, planlanan yeni anayasanın nasıl bir zihin ve yöntem benimsenerek dışlayıcı değil kapsayıcı, ötekileştirici değil kucaklayıcı, ayrıştırıcı değil bütünleştirici, baskıcı değil özgürleştirici olacağıdır.

Huzurlarınızda Sayın Başbakan ve Hükûmetine açıkça sormak istiyorum: Hükûmet Programı’nda sunulduğu şekliyle toplumsal çeşitliliği de bir zenginlik olarak kabul eden, tek sesliliği değil çoğulculuğu öne çıkaran bir metnin içeriğinde neler olacaktır? İzah edilmesi gereken en temel husus, toplumsal çeşitlilikten neyin anlaşılacağıdır.

Başbakanın sunuş konuşmasının satır aralarında dile getirdiği dil, din, mezhep, etnik köken gibi konularda ortaya çıkan çok boyutlu ve kalıcı çözüm arayışlarının bu dönemde de sürmesi yönündeki kararlılığın Anayasa’yla bir ilgisi var mıdır? Bu kapsamda, planlanan yeni anayasada etnik kimlikler tanımlanacak mıdır? Mahallî ölçekteki dillerin Anayasa’ya sokulması için bir niyet ve çaba gösterilecek midir? Hatta eğitim ve öğretim dili olması yönünde tavır alınacak mıdır?

Türk kimliğinin esnetilerek anlamsızlaştırılması ve “Türkiyelilik” çarpıtmasıyla geriletilmesi düşünülmekte midir?

Anayasa’nın 66’ncı maddesinde anlamını bulan “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” millî inancından ödün verilecek midir?

“Türk Milleti” ifadesinin zedelenmesi, aşındırılması ve Türklük vurgusunun değiştirilmesi maksadıyla bir girişimde bulunulacak mıdır?

Üniter yapının sulandırılarak cumhuriyetin kurucu değerlerinden ve vazgeçilmez niteliklerinden taviz verilecek midir?

Anayasa’nın “Başlangıç” kısmındaki bütünlüğün bozulması, değiştirilmesi akıllardan geçmekte midir?

Bölücülüğün anayasal statü taleplerinin karşılanması için yeri ve zamanı geldiğinde karşılanmak üzere bir söz verilmiş midir? Ve elbette, Anayasa’nın ilk üç maddesi ile kilidi konumundaki 4’üncü maddesi hakkında planlanan nedir?

Bizim yeni anayasa konusunda cevabını duymayı ve öğrenmeyi istediğimiz sorularımız şimdilik bunlardır. Tavrımızı ve içine gireceğimiz siyasal tutumu bu önemli sorulara verilecek karşılıklara göre oluşturacağız.

Yine Sayın Başbakan Türkiye’nin önünde engel olarak duran sorunların çözümü konusunda attıkları büyük adımlarla neyi ima etmeye çalışmaktadır? Eğer buradaki maksat, PKK açılımı doğrultusunda atılan adımlar ve bunun takviye edilmesi niyeti ise ortada büyük bir mesele var demektir. Bu kafa yapısıyla denizi geçip de derede boğulmayacaklarını düşünüyorsa yanıldıklarını mutlaka anlayacaklardır çünkü Türk milleti ne denizden geçmiştir ne de derenin kenarındadır, kör ve karanlık bir kuyunun etrafına mahkûm edilmiş bir şekilde yaşamaya zorlanmaktadır, ya uçurum ya çözüm ya kuyunun dibi ya da zillete boyun eğmesi istenmektedir. Bizim, parti olarak, dibi görünmeyen kuyulardan su içmemiz, netleşmemiş ve şaibe yüklü emellerle aynı hizada bulunmamız eşyanın tabiatına aykırı olacaktır.

Bununla birlikte, yeni anayasa hazırlığı süresince geniş bir uzlaşmanın sağlanacağı sürekli olarak gündemde tutulmaktadır. Bunun ilk bakışta cazip ve çekici bir tarafı olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Ancak en temel konularda bile müştereklerin yakalanamadığı, keskinliklerin törpülenemediği bir ortamda bu uzlaşma iklimi nasıl tesis edilecektir? Demokrasiyi keyfînce eğip büken bir bakış ve değerlendirme açısıyla geniş ölçekli bir mutabakata nasıl varılacaktır? Muhalefeti önemsemeyen, şeklî bir unsur olarak kabul eden ve esasa müdahil olmasının önünü açmayan bir zihniyetle karşılıklı güven nasıl kurulacaktır?

Kanlı terörün eylemlerini artırdığı, şiddetin yaygınlaştığı, suç ve asayişsizliğin yükseldiği, şike iddialarının toplumsal yapıyı yangın yerine çevirdiği bir ortamda geniş bir uzlaşma alanı oluşturmak çok güçtür.

Lütfen dikkat buyurunuz değerli arkadaşlarım, 12 Haziran seçimlerinden bu tarafa şehitler birer birer vatan topraklarına emanet edilmektedir. Hakkâri Yüksekova’da kalleşçe, hunharca ve kahpece arkadan vurulan uzman çavuşlar Murat Özkozanoğlu’nun ve Yahya Karakaya’nın acıları tazeliğini hâlâ korumaktadır. Biz, bütün şehitlerimize Cenabıallah’tan rahmet, yaralılarımıza şifa, milletimize sabır ve başsağlığı dileklerimizi tekrarlıyoruz. Bu yetmiyormuş gibi daha birkaç gün önce de 2 askerimiz eşkıyalar tarafından kaçırılmıştır. Sorarım sizlere, bu vahşetten dolayı yüreğiniz sızlamıyor mu? Terörün azgınlaştığı ve zıvanadan çıktığı bir ülke manzarasında “barış”, “özgürlük” ve “insan hakları” kavramlarının eğer kandırmaca değilse ne olduğuyla ilgili aranızda net bir görüşü olanınız var mıdır? Özellikle AKP’li arkadaşlarımdan birçoğunun vatan ve millet konularında ne kadar hassas olduklarını iyi biliyorum, vicdanlarının kanadığını, yüreklerinin yandığını ve ama seslerini çıkaramadıklarını düşünüyorum.

Gencecik vatan evlatlarımız milletimizin selameti için can verirken İmralı’yla anlaşma arayışlarının, sözde barış görüşmelerinin Türk milletine büyük bir hakaret olduğunu inkâr edeniniz var mıdır? Geride kalan yetimlerin, anaların, bacıların, gelinlerin gözyaşlarını nasıl telafi edeceğiz? Bir tarafta İmralı’dan, Kandil’den kirli özgürlük ve demokrasi beyanları gelmektedir, diğer taraftan da sevk ve idare ettikleri caniler ölüm kusmaktadır ve ne yazık ki Başbakan sessizdir, tepkisizdir ve bir şey olmamış gibi kanlı senaryoyu izlemektedir. Yeni yetme devletlerin bile karşı çıkacağı, tavır koyacağı meselelerde şayet muhatap küresel güçler ise yine sessiz durulmakta, boyun eğilerek sorunlar göz ardı edilmektedir. Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirildiğinde, Irak’ta 5 polisimiz şehit edildiğinde, Barzani açık savaş ve fitne tehdidinde bulunduğunda, Ermenistan Hükûmetinin taciz ve tehditleri söz konusu olduğunda da Hükûmetin malum silik tavrı kendini göstermişti.

Hükûmet Programı’nda sözde millî birlik ve kardeşlik projesinin sürdürüleceği yönündeki ifadeler, acımasız ve gaddar terörün faaliyetlerine hız kesmeden devam edeceğine açık kanıttır. Yakın coğrafyalarımızda barış ve huzur arayışında olduğunu dile getiren AKP Hükûmeti, ülkemizde şehidin ve saldırıların olmadığı bir tek güne hasret kaldığımızı ne zaman anlayacaktır? Sayın Başbakan başka milletlerin birliği ve beraberliği için yabancı başkentlerde kapı kapı dolaşırken, kendi milletinin birliğini sağlamaktan çok uzak bir anlayışın, ayrımcı, yıkıcı ve farklılaştırıcı söylemlerin kabından taştığını daha hangi misallere bakarak idrak edecektir? Yıllardır ulaşamadığı siyasi hedeflerine yeni anayasayla ulaşma umuduna kapılan etnik terör örgütü, Hükûmetin zayıf ve yumuşak tarafını keşfetmiştir; ne kadar kan dökerse Hükûmeti o kadar sıkıştıracağını, yapacağı eylemlerin şiddeti kadar taviz kopartacağını anlamıştır ve hedef gözetmeksizin eylemlerini tırmandırmaktadır.

Terör maşalarıyla kurulan müzakere masalarında belirlenen protokol zırvaları, sözde barış ve anayasa konseyleri, milletimizle alay edercesine kamuoyuna servis edilmektedir. Şurası bir gerçektir ki, bölücü terörle yapılan pazarlıkların nerede duracağı ve hangi tavizlere meydan vereceği muammadır. Verilenlerle talep edilenler arasında her zaman fark olacak, şüphe etmeyiniz ki bölücü niyetler doymak ve tatmin olmak bilmeyecektir. PKK, varlığını sürdürebilmek için uluslararası destekçisi hiç eksik olmayan, kimin işine yarayacaksa ona hizmet eden ve elden ele devredilen bir örgüt olarak ülkemizin çeyrek yüzyılına ağır darbeler vurmuştur ve elbette ki, PKK kadroları da kendilerine göz yumulacak küresel emellerle iş birliğine girmişler, bazen İsrail’in, bazen Suriye’nin, bazen Kıbrıs Rum yönetiminin, Yunanistan’ın, Avrupa’nın ve Amerika’nın himayesiyle diri durmayı başarmışlardır. Bunlar PKK hakkında bazı gerçeklerdir ve konuyla ilgili uzman olmayan kişilerin bile bileceği güncel olaylar ve gelişmelerdir. Geldiğimiz bugünkü aşamada terörle huzur arasında tarafsız bir alan olmadığını herkes bilmelidir. Özgürlük ve barış kavramlarını istismar ve ters yüz ederek kanlı hesapların üzeri asla örtülemeyecektir.

Bu gerçekler ortada dururken 61’inci Hükûmet Programı’nda terörle mücadeleye dair en ufak bir kararlılık ya da söz olmaması kabul edilemezdir ve Hükûmetin nasıl bir zafiyetin içine düştüğünü açıkça göstermektedir. Zannedersiniz ki, ülkemiz günlük güneşliktir, millet olarak bölücülük diye derdimiz ve endişemiz bulunmamaktadır, dağlarımızda silahla gezenler sanki özgürlük savaşçısıdır ve meşru haklarını aramaktadır. Millî güvenliğimize yönelik tehditleri hafife alan bir hükûmet etme anlayışının millet ve devlet bekasını korumak için hiçbir fedakârlıkta bulunmayacağını görmek gerekmektedir. Eğer İmralı’yla yapılan görüşmelerde terörle mücadele edileceğine dair bir ifadenin Hükûmet Programı’na konulmaması söz verilmişse emin olun, bunu ne aziz milletimiz bağışlayacaktır ne de Cenabı Allah affedecektir. (MHP sıralarından alkışlar) Hele Milliyetçi Hareket Partisi hiçbir zaman, bu acziyeti gösteren art niyetli muhataplarını unutmayacaktır.

Tekrar hatırlatmak isterim ki, terör ve bölücülük yıllardan beridir, Amerika Birleşik Devletleri’yle yapılan sonuçsuz pazarlıklardan, tezkereye rağmen yapılamayan kara harekâtından, peşmerge reisine tam teslimiyetten, Habur’daki terörist karşılama törenlerinden, bölünmeyi Anayasa’ya yedirme arayışından ve etnik kimlik tahrikinden dolayı artmıştır. Şimdi de 61’inci Hükûmet Programı’nda, hiçbir şey yokmuş gibi terörle mücadeleden zerre kadar bahsedilmemekte, Türk milletinin birliğine ve varlığına dönük suikastlar yok kabul edilmektedir. Yalnızca bu bile bizim 61’inci Hükûmete güven duymamamız için yeterli nedendir. Milliyetçi Hareket Partisi, bu hâliyle programının baştan mahzurlu ve sorunlu olduğunu düşünmekte, güvensizliğin, işgüzarlığın ve kötü niyetin programının ruhuna sindiğini net olarak görmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 61’inci Hükûmetin programında “ileri demokrasi” vurgusuna özel bir atıf da yer almıştır. Bu dönemde demokratikleşme hedefinin ileri demokrasi olacağı iddia edilmiştir. Toplumsal sorunlardan daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlük ekseninde çözüleceği programda yer bulmuştur. Bu çerçevede farklılıkları zenginlik olarak görmenin ve çatışma konusu olmaktan çıkarmanın herkesin sorumluluğu altında olduğu hatırlatılmış, her kimliğin kendisini rahatça ifade edebileceği ve geliştireceği ve kimliklere saygı esasına dayanan birlikteliğin esas alındığı ortaya konulmuştur. Üstelik Sayın Başbakan, tek kişi dahi olsa her vatandaşımızın diline, inancına, kültürüne, değerlerine, yaşam tarzına ve tüm farklılıklara saygı göstereceklerini söylemiştir. Anlaşıldığı kadarıyla sözde Kürt sorunu da bu kapsamda formüle edilmektedir. Ne üzücüdür ki Türk milleti farklılıkların yok edici ve ezici alanına sıkıştırılmıştır. Elbette herkesin inancına ve anasının diline bizim de saygımız vardır ve başkası da zaten düşünülemeyecektir. Ancak farklılıklara yapılan özel vurgu, etnik kimliklerin, ayrılıkçı eğilimlerin ve otonom hareket etme taleplerinin önünü açacaktır. Bilinmelidir ki farklılıklar özendirilerek millet yapısı güçlenmiş olmayacaktır, bilakis var olan derin bağlar gevşeyecek, incelecek ve kırılgan bir noktaya gerileyecektir. İşin tehlikeli tarafı ise farklılıkların okşanması farklı olduğunu düşünenlere bir fırsat kapısı aralayacak, tanınma, teslimiyet ve özerklik beklentilerinin azmasına neden olabilecektir. Asırların göz nuru, alın teri ve şehit kanıyla vücut bulmuş Türk milletinin ayrılmaz ve sarsılmaz bütünlüğü müşterekliklerin vurgulanmasıyla korunacaktır. Farklılıkları davet ederek bağları güçlendirecekleri zehabına kapılanların ya zihinleri iflas etmiş veya sömürgecilik tuzağının içinde bilinçlerini kaybetmişlerdir.

Bütün itirazlarımıza rağmen kurulan etnik kuluçka dönemi bugün çatlamaya ve içinden ise korkunç sesler duyulmaya başlamıştır. Bu, dağılmanın, ayrışmanın, bölünmenin ve bin yıllık kardeşlik hukukunun bitmesinin narasıdır.

Başbakan Erdoğan yine vahim bir yanlışın içine düşmüş ve ayrı kültürden bahsederek gaflet yolunda inatla ilerlediğini göstermiştir. Hatırlatmak isterim ki, Türk milletinin binlerce yılda oluşturduğu kültürü belli ve ortadadır. Eğer vatan aynı duruyorken üzerinde birden fazla kültür vasat bulursa emin olun parçalanma kaçınılmaz olacaktır. Ya da şu ya da bu şekilde kültür bir aşamadan sonra bağımsız yaşama önceliğini alacak, edebiyatıyla, sanatıyla buna canlılık katacaktır. Yine unutmayalım ki, aynı vatan üzerinde iki ayrı kültür dairesinin varlığı farklı milletlere bir işarettir ve tarih, üniter yapı kapsamında bir vatan üzerinde iki milletin yaşadığına henüz şahitlik etmemiştir. İşte yolun başında 61’inci Hükûmetin kafası bu kadar karışık ve ektiği tohumlar bu kadar zehirlidir. Faciayı görmek için ille de yaşamak gereksizdir. AKP’nin hazırlıksız, ezbere ve dar kalıplara sindirilmiş Hükûmet Programı sorunludur, marazlıdır ve milletimiz için sakıncalarla doludur.

Değerli milletvekilleri, programda dış politikadan ekonomiye kadar kamuoyuyla paylaşılan konu başlıkları pembe tablolar çizmekte ve hayal tacirliği yapmaktadır. En başta, işsizliğin aşılması için donanımlı ve iyi tasarlanmış bir politika seti programda görülmemektedir. Genel geçer ifadelerle durum idare edilmiş, ekonominin ayağa kalkması için yeni ufuklar çizilememiştir. Gelir dağılımının nasıl düzeltileceğiyle ilgili takdir edeceğimiz ve onaylayacağımız bir fikir zenginliği ve heyecanlı siyasi bir bakış ortada yoktur.

Ekonomi politikalarında malumun ilanının yanı sıra donmuş, kalıplaşmış bayağı öneri ve tekliflerle deyim yerindeyse ipe un serilmiştir.

Ekonomide adalet, eşitlik ve özgürlük kriterleri görmezden gelinmiş, herkes için iyi olan bir strateji derinliğinin oluşturulması yönünde bir şey vaat edilmemiştir.

Ekonomik eşitsizliklerin fırsat eşitliğini bozmaması için alınmış bir tedbir ve sevineceğimiz bir öneri maalesef getirilememiştir.

61’inci Hükûmet Programı’nda “Dış politikada vizyoner bir yaklaşım benimsendiği” ifadesi ise gerçeklerle örtüşmemektedir. “Aktif ve ön alıcı bir dış politika sayesinde ülkemizin bölgesel ve küresel aktör konumuna yükseldiği” görüşüne bizim tarafımızdan temkinli yaklaşılmaktadır. Madem uluslararası ilişkilerde güçlü bir aktör hâline geldik, o zaman hangi millî meselelerin lehimize sonuçlandığının izahını da Başbakan ve Hükûmeti yapmalıdır. “Zafer kazandık.”, “Yumruğumuzu vurduk.” “Dik durduk.” “Tezlerimizi kabul ettirdik.” deniliyorsa, uluslararası ilişkilerden ülke olarak neler elde ettiğimizi bilmek bizim için en tabii hakkımız olacaktır.

Bakınız, Avrupa Birliği ilişkilerinde resmen çıkmazdadır. Geçen altı yıl içinde müzakere edilen 35 fasıldan 13’ü açılmış ve yalnızca 1’si kapatılabilmiştir. Aynı tarihlerde müzakere sürecine başladığımız Hırvatistan bütün fasılları kapatmış ve 2013 yılının Temmuz ayında tam üye olmasının önü açılmıştır.

AKP Hükûmeti fidyecilerin eline düşmüş rehine gibi Avrupa Birliği karşısında çaresiz ve hareketsizdir. Avrupa Birliği üyeliği konusunda kararlılık niyetleri ise temelsiz ve sırf gündemi oyalamaya dönük siyasi fanteziden ibarettir. Artık Avrupa Birliğiyle ilişkilere farklı bir pencereden bakmanın vakti gelmiştir.

Yakın coğrafyalarımızdaki halk hareketinin gidiş ve ilerleyiş istikametini kestiren bir yaklaşıma da Hükûmet Programı’nda tesadüf etmek mümkün olmamıştır. Özellikle Suriye ve Libya’yla ilişkiler tam anlamıyla karışık ve Batı’nın hedefleri doğrultusunda ilerlemektedir. Dün dost ve kardeş olarak ilan edilenler bugün istenmeyen kişiler olarak gösterilerek duruma göre çark edilmektedir. Batı’nın suflörlüğüyle ilerleyen AKP zihniyetinin çalkantılı ülkelerdeki muhaliflerle yakın temas kurması ülkemiz için sıkıntılı bir dönemi beraberinde getirecektir. Tavsiyemiz, komşu coğrafyalardaki gelişmelere Başkent Ankara vizyonundan bakılması ve oralardaki sorunların ülkemize sıçrama ihtimalinin sürekli olarak hesaba katılmasıdır. Bunun için geçici yönetimlerin tanınması konusunda aceleci olmamak, başımızı kendi coğrafyamızda ağrıtacak emsal uygulamalara fırsat vermemek gerekmektedir.

Dikkat edilmesi gereken önemli hususlardan biri de şudur: Müslüman ve dost ülkelerin iç işlerine karışılmamalı, dışarıdan yapılacak müdahalelere göz yumulmamalı ve taşeronluk yapılmamalıdır. Kısa süre içinde Afganistan ve Irak politikaları gözden geçirilmeli, Irak’ın kuzeyiyle yürütülen ve orta vadede Türkiye için tehdit oluşturacak ilkesiz, çapsız ve tehlikeli yakınlıklara da bir an önce son verilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin 61’inci Hükûmet Programı’na dönük düşünce, kanaat ve eleştirileri özet olarak bundan ibarettir. Biliyoruz ki…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bahçeli.

DEVLET BAHÇELİ (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum efendim. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bahçeli.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

CHP GRUBU ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Güzel bir seçim yaptık. Millî irade tecelli etti, organları oluştu ve 550 milletvekilimiz seçildi. Türkiye tarihinde bir ilki yaşadık, 8 parlamenter tutuklu olduğu için Parlamentoya gelemediler. Üç grubumuz var: Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi. 4’üncü grup yüzde 10 barajını aştıktan sonra gelen, yani yasayı dolanan ama henüz aramızda olmayan arkadaşlarımız, BDP. Barış ve Demokrasi Partisi, aynı yöntemle 2’nci kez Parlamentoya girme hakkını elde ettiler. Bir gerçek ortaya çıktı ki 12 Eylül ürünü yasalarla bu ülkede sağlıklı demokrasi olmaz. Hele hele yüzde 10 barajıyla siz kalkıp bir partinin veya partilerin Parlamentoya gelmesinin önünü kesmeye kalkarsanız, hukuktan, farklı alanlardan yararlanarak bunlar yine Parlamentoya girerler.

Bu yasama döneminde -söyledim- 8 milletvekili arkadaşımız tutuklu oldukları için aramızda olmadılar ve biz, yine cumhuriyet tarihinde olmayan bir şeyi yaptık “Arkadaşlarımızın önü açılmadıkça Parlamentoda yemin etmeyeceğiz.” dedik. Nedeni şuydu değerli arkadaşlarım: Bu arkadaşlarımızın mahkûmiyetleri var mıydı? Hayır, yoktu. Seçme, seçilme hakkına sahipler miydi? Evet, seçme, seçilme hakkına sahiplerdi. Gittiler, savcılığa başvurdular sizlerin, bizlerin başvurduğu gibi. “Milletvekili seçilmesinde engel yoktur” diye bir yazı aldılar, seçime girdiler, mazbatalarını aldılar, Türkiye Büyük Millet Meclisine isimleri bildirildi, burada okundu ama bunlar Parlamentoya gelip yemin edemediler. Peki, Yüksek Seçim Kurulu mu bir engel çıkarmıştı? Hayır, Yüksek Seçim Kurulu da hiçbir engel çıkarmadı, dedi ki: “Bunlar milletvekilidir.” Peki, bunlar suçlular mıydı? Hayır, suçlu değillerdi.

Anayasa’mızın 38’inci maddesi var değerli arkadaşlarım. Suç ve cezalara ilişkin esasları düzenler. Diyor ki: “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılmaz.” (CHP sıralarından alkışlar) Hükûmet daha iyi duysun diye bir kez daha okumak isterim: “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılmaz.” (CHP sıralarından alkışlar) Demek ki biz kimseyi suçlu görmemeliyiz. Görmemeliyiz ki bu ülkede demokrasiyi gerçek anlamda uygulamaya koyabilelim. Görmemeliyiz ki, şu suçludur diye önceden yafta asmamalıyız ki biz onların seçme, seçilme haklarını ellerinden almamalıyız.

Değerli arkadaşlarım, peki, bunların yemin etmelerinin önünde anayasal engel mi vardı? Hayır, Anayasa’da hiçbir engel yok. Bir yasal engel mi vardı? Hayır, hiçbir yasal engel de yok. Peki, bunlara uluslararası sözleşmeler mi engeldi? Hayır, hiçbir uluslararası sözleşmede bir engel söz konusu değildi. Tam tersine uluslararası sözleşmeler, milletvekillerinin tutuklanmamalarını ve onların Parlamentoda gelip yemin içmelerini, görev yapmalarını öngörür. Birleşmiş Milletler Medeni ve Sivil Haklar Sözleşmesi de böyledir, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de böyledir. Diyeceksiniz ki belki “Efendim, o uluslararası sözleşmeler öyle ama Türkiye’de uygulanmıyor bunlar.” Biz, o sözleşmeler Türkiye’de uygulansın diye Anayasa’nın 90’ıncı maddesini değiştirdik. İzin verirseniz o maddeyi de okuyayım: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.” Sonra bir cümle daha eklemişiz 2004 yılında: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” Yani iç hukukumuzda bir engel var “Milletlerarası anlaşma eğer iç hukukun üstündeyse sen o anlaşmayı esas alacaksın.” diyor, Anayasamız bunu öngörüyor.

Değerli arkadaşlar, bugün Adalet ve Kalkınma Partisi yetkilileri ile Cumhuriyet Halk Partisinin yetkilileri bir basın açıklaması yaptılar, ortak imzaladılar. Bir cümlesi şöyle: “Bu çerçevede, tüm siyasi partilerin ve milletvekillerinin milletimizin kendilerine verdiği bu onurlu görevi yerine getirmeleri için Türkiye Büyük Millet Meclisinde olmaları gerektiğine inanıyoruz.” Biz de yürekten inanıyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Kimse milletin iradesinin üstüne çıkıp onları yemin etmekten alıkoymamalıdır. Biz de isteriz ki her milletvekili gelsin, burada yeminini etsin. Böylece “demokrasi” dediğimiz kavramı hep beraber yüceltmiş olalım.

Bir başka önemli konu değerli milletvekilleri: Hükûmet Programı var, 13’üncü sayfasında diyor ki: “Ayrıca ‘Temel Haklar’ kısmı düzenlenirken Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi ülkemizin taraf olduğu uluslararası insan hakları belgelerinin de esas alınması gerektiği düşüncesindeyiz.” Biz de aynı düşüncedeyiz, aynen katılıyoruz, altına imzamızı atıyoruz. Bunlar zaten var, zaten biz bu sözleşmeleri imzalamışız, bunlar yeni değil, eski sözleşmeler. O zaman sormamız gereken soru şu: Mademki biz bu sözleşmeleri imzaladık -bir kısmı çok daha önceleri, bir kısmı daha sonra imzalandı- niçin biz bu sözleşmelerin gereğini yerine getirmiyoruz? Asıl söylemek istediğimiz bu.

“Hukukun üstünlüğü” diyoruz. Eyvallah, hukukun üstünlüğü demokrasinin olmazsa olmazlarından birisidir. O hâlde hukukun üstünlüğü varsa, Anayasa’mız varsa, uluslararası sözleşmeler iç hukukun üstünde yer alıyorsa, Anayasa’mızı buna göre değiştiriyorsak niçin gereğini yapmıyoruz, niçin birileri gereğini yapmıyor? Asıl üzerinde durulması gereken konulardan birisi de bu değerli arkadaşlarım.

Şimdi, şu çok önemli: Biz seçme seçilme hakkının bir insanlık hakkı olduğunu kabul ediyoruz. İnsan hakları önemlidir. Hukukun üstünlüğü, insan hakları, demokrasi, özgürlük, kadın erkek eşitliği, bunlar hepimizin, ben eminim, şu Parlamento çatısı altında görev yapan her milletvekilinin ortak paydasıdır. O hâlde bu ortak paydanın önündeki engelleri kaldırmak da hepimizin temel görevidir. (CHP sıralarından alkışlar) Bu temel göreve dikkatinizi çekmek de Ana Muhalefet Partisi Lideri olarak benim görevlerimden birisidir. Bir yerde aksama varsa söyleyeceğim, katılırsınız veya katılmazsınız ama aksamaları dile getirmek, bunları dile getirip söylemek, yüksek sesle dile getirmek, hatta bırakın Türkiye’yi, dünyanın kamuoyunun dikkatini çekmek bizim görevlerimizden birisidir. Çünkü biz ülkemizde demokrasi istiyoruz, ülkemizde özgürlük istiyoruz, ülkemizde insan haklarının daha da gelişmesini istiyoruz. Çünkü “İleri demokrasi” diyorsunuz, ne kadar güzel, o hâlde bunun gereklerinin yapılması ve içinin doldurulması lazım.

Biz bir sınavdan geçtik. Kimse bize “Siz sınavdan geçmediniz.” diyemez. Sayın Başbakanın milletvekili olma hakkı elinden alınmıştı. Sayın Başbakan “Benim durumum onlarla aynı değil.” diyor, doğru. Sayın Başbakanın durumuna göre mazbata da alamıyor, savcıdan kâğıt da alamıyor, seçme seçilme hakkı elinden alınmıştı. (CHP sıralarından alkışlar) Biz şunu söyledik, bütün içtenliğimizle söyledik: “Bu halkın yüzde 34,7’sinin oy verdiği bir partinin Genel Başkanına kimse yasak getirmemeli, yasak olamaz.” Anayasal engel vardı, “Kaldıralım.” dedik ve kaldırdık. Hiçbir zaman “Sayın Recep Tayyip Erdoğan milletvekili olmasın.” demedik. Yasal engel vardı, yasal engeli de kaldırdık.

Bakınız, Sayın Başbakan hakkında mahkûmiyet kararı çıktığında yaptığı bir açıklama vardır, önemli bir açıklamadır, diyor ki: “Aziz milletim, hepimiz zamanın tanıklarıyız, şahitleriyiz ve biliyoruz ki zamanın sahibi var. Bugün 20 Eylül 2002, Türk demokrasi tarihine geçecek bir gün. Bugün milletin vicdanı ağır bir yara aldı. Tereddütsüz inanıyorum ki Türkiye’nin derin vicdanı bu yanlış kararı tashih edecek ve düzeltecektir.” Doğru bir laf ve biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu milletin derin vicdanı olduk ve önündeki bütün engelleri kaldırdık çünkü biz demokrasiye inanıyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

Anayasa değişikliğini yaptık. Aranızda, bu dönem de milletvekili olan, o dönemin de Anayasa Komisyonu Başkanı olan Sayın Burhan Kuzu; onun bu Mecliste yaptığı 26 Aralık 2002 tarihindeki konuşmadan bir bölümü okuyorum: “Özellikle muhalefet partimize teşekkür ediyorum. Sağ olsunlar, sonuna kadar hakikaten verdikleri sözün arkasında durdular, son gelişmelerden de etkilenmediler.” Evet, verdiğimiz sözün arkasında son dakikaya kadar durduk. Anayasa’yı da yasayı da değiştirdik. Parlamentoda, demokraside önemli adımlar attık. Bu bizim görevimiz arkadaşlar. Bunu yaptığımız için sadece övünürüz. Biz Sayın Başbakanı çok sevdik veya az sevdik diye değil, Türkiye’de demokrasi olsun, demokrasi ayıbı olmasın, kimse gelip de “Siz niye seçmediniz bunu?” demesin diye biz bunları yaptık. Demokrasiye inanıyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

Biz insan haklarına inandığımız gibi, seçme ve seçilme hakkı insan hakkının vazgeçilmez unsurlarından birisidir, seçme ve seçilme hakkına da inanıyoruz. Herkes, yasalar engel olmadığı sürece, evrensel hukukun gereği olarak -iç hukuku demiyorum, 12 Eylül darbesinin yarattığı hukuku demiyorum, evrensel hukukun gereği olarak- seçme ve seçilme hakkına sahiptir. Bunun önündeki bütün engelleri kaldırmak da hepimizin ortak görevidir. Bu ortak görevi yapmak zorundayız, bunu yapmadığımız zaman kısır tartışmaların arasında kaybolur gideriz. O kısır tartışmalar demokrasinin önündeki en büyük engellerdir, onları aşmalıyız, daha tepeden bakmalıyız, daha özgür bakmalıyız, daha güzel bakmalıyız, insanlara saygı duymalıyız. Biz size oy veren bütün yurttaşlara saygılıyız, elbette ki sizler de muhalefete oy veren bütün yurttaşlara saygılı olacaksınız. Demokrasinin özü budur, demokrasi bunu gerektirir.

Az oy aldık, fazla oy aldık bunlar hiç önemli değil. Demokrasilerde bugün siz alırsınız, yarın bir başka parti alır ama sonuçta demokrasiyi bu ülkede yaşatmak hepimizin ortak görevidir. Evrensel hukukun gereği neyse bunları yerine getirmek durumundayız.

Seçimden sonra şunu bekledik, samimi söylüyorum, yargıyı bekledik. Hiçbir tereddüdümüz yoktu, dedik ki: “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi imzalamışız, Birleşmiş Milletlerin Medeni ve Sivil Haklar Sözleşmesi’ni imzalamışız, Anayasa’nın 90’ıncı maddesi var ve çok daha önemlisi, çıkmış bir mahkeme kararı var, herhâlde bunlar bırakılır ve gelir yemin ederler.” Arkadaşlar, bunlar bırakılmadı. Şimdi ben merak ediyorum: Hangi gerekçeyle bırakılmadı? Anayasal engel var mı? Hayır. Yasal engel var mı? Hayır. Uluslararası sözleşmeler serbest bırakılmasını istiyor mu? Evet. Anayasa’nın 90’ncı maddesi, uluslararası sözleşmeler iç hukukta engel varsa onun üstünde olur diyor mu? Evet, ama bırakılmıyor. Neden? 2 yargıcın takdiri nedeniyle. Takdir… Altını çiziyorum. Yargıcın takdiri yasama organına müdahaleyi gerektirmez, ikisi birbirinden çok farklıdır. Açık bir hüküm olur Anayasa’da, bırakmaz “eyvallah” dersiniz, çıkan yasalara uymak zorundadır. Ve bütün yargıçların dünyada unutmaması gereken temel bir kural vardır: Yargıç, kararını, insan haklarını ve demokrasiyi geliştirmek üzerine verir. İnsan haklarını geliştireceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Neden “pozitif hukuk” diyorlar? Temel nedeni budur. İnsan haklarını geliştireceksiniz.

Size bir örnek vermek isterim değerli arkadaşlarım, Amerika’dan bir örnek vermek isterim. Türkiye’den Karun hazineleri kaçırıldı, Amerika’ya götürüldü, Metropolitan Müzesi’ne satıldı ve Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı bu eserlerin geri alınması için mücadele etti, dava açtı. Amerikalı avukatlar zaman aşımı nedeniyle davanın reddini istediler çünkü gerçekten zaman aşımı vardı, Türkiye zamanında başvurmamıştı. Ama Amerikalı yargıçlar şu kararı verdiler: “Çalınan eserlerde, tarihî eserlerde zaman aşımı olmaz, o eserlerin çalındıkları ülkelerde sergilenmesi gerekir çünkü bu eserler o toprakların ürünüdür.” dedi ve o eserlerin Türkiye Cumhuriyeti’ne iadesine karar verdi. İşte yargıç budur arkadaşlar, işte hukuk budur, işte pozitif hukuk budur, işte olması gereken budur.

Sözleşme imzalamışsınız, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalamışsınız ama birisi çıkıyor. “Efendim ben bunları anlamam, ben bunları dinlemem.” Eyvallah, dinlemeyebilirsin. Ben bu sorun o yargıçların sorunudur demiyorum, altını özenle çiziyorum. Ben, sakın, şunu da söylemek istemiyorum: “O yargıçlara müdahale edelim, telefon açalım, niye bunu yaptın?” Hayır, ne yargı üzerinde vesayeti ne yasama organı üzerinde vesayeti kabul etmeyiz. Yargı da bağımsız olmalı, yasama organı da hiçbir vesayetin altında kalmamalı. (CHP sıralarından alkışlar) İkisi birbirinden çok farklıdır.

Yapılması gereken şudur: Tutuklu arkadaşlarımız nedir? Milletvekilleri. O hâlde sorun kimin sorunudur? Parlamentonun sorunudur. Mademki bizim çıkardığımız yasalar yargıçlar tarafından bizim öngördüğümüz amaçların dışında yorumlanıyorsa, o zaman, düzenlediğimiz, çıkardığımız yasalarda bir sorun var demektir. Ben Sayın Cemil Çiçek’le de konuştum, bütün bunları anlattım. Sayın Çiçek şunu söyledi: “Uzun tutukluluk süreleriyle ilgili olarak bizim öngördüğümüzden çok daha farklı bir kararı Yargıtay verdi, elimiz bağlandı.” O zaman demek ki Parlamentonun iradesinin ötesinde bir karar çıkıyor ortaya. O zaman bizim dönüp bunu düzeltmemiz gerekiyor. Demeliyiz ki bir yanlış var, Parlamentonun iradesi bu değildir. O hâlde bu iradeyi bizim düzeltmemiz lazım ve bizim yapmamız gereken de budur. Sorun Cumhuriyet Halk Partisinin sorunu değildir, sorun Türkiye'nin sorunudur, Türkiye Cumhuriyeti’nin sorunudur, çözmek istediğimiz sorun budur. Bir demokrasi eksikliği var, bir demokrasi ayıbı var ve bizim bunu çözmemiz gerekiyor.

Şimdi, bakınız, değerli arkadaşlarım, masumiyet karinesini az önce okudum, Anayasa’nın 38’inci maddesi “Hiç kimse yargı kararı olmaksızın suçlanamaz.” diyor ama biz bu arkadaşların tümünü suçlu ilan ettik. Hepimizin gözünde bir anlamda suçlu. Gidin vatandaşa sorun, hepsini suçlu görür. Bu anlayış yanlış bir anlayış. Bunu hep beraber düzeltmek zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, bir başka garabete daha dikkatinizi çekmek isterim: Ortak görüşümüz var ama çözüm üretmiyoruz. Bu Parlamentoya 1 Ekim 2010 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanı geldi ve bu kürsüden bir konuşma yaptı. Konuşma şöyle arkadaşlar, Meclis tutanaklarından çıkardım: “Tutukluluğun fiilî bir mahkûmiyet durumuna dönüştürülmemesi gerekir” diyor ve Sayın Cumhurbaşkanı, uzun tutukluluk sürelerinden şikâyet ediyor, doğru söylüyor, biz de şikâyet ediyoruz çünkü. Dönüyorum, Sayın Erdoğan, 6/6/2011 tarihinde -Anadolu Ajansı’nın haberi, kaynağı da vereyim- Sayın Mehmet Ali Birand’ın programına çıkıyor, bir soruya yanıt verirken diyor ki: “İnanıyorum ki tutukluluk sürelerinde süratle bir kısalma olacaktır, bu da artık Türkiye'de ciddi manada toplumsal talep hâline gelmiştir. Bu, Cumhurbaşkanımızın da, benim de, arkadaşlarımızın da talebidir.” Ne kadar güzel. Sayın Cumhurbaşkanı istiyor, Sayın Başbakan istiyor, ana muhalefet partisi olarak biz istiyoruz, Avrupa Birliği istiyor. Arkadaşlar “Bu kadar uzun tutukluluk süresi olmaz.” diyor. Biz de diyoruz. Sekiz yüz gün! İnsafla düşünelim arkadaşlar, sekiz yüz gün içeride! Mahkûmiyet yok, karar yok çünkü. Seçime girmiş, kazanmış, millet oy vermiş, millî irade teessüs etmiş, tecelli etmiş, gelip yemin edecek. Hiçbir engel yok, ama diyor ki: “Ben seni içeride tutacağım arkadaş, kusura bakma.”

Şimdi, bakın, arkadaşlar, hepimizin şikâyet ettiği bir konuda bir araya gelip bu sorunu çözemiyoruz. Biz dedik ki bir irade teessüs etsin, bu sorunu çözme yönünde bir irade teessüs edelim, bir iradeyi ortaya koyalım, biz bu sorunu çözelim. Biz demokrasi istemiyor muyuz? Onun adına “ileri demokrasi” demiyor muyuz? Özgürlük istemiyor muyuz? Eşitlik istemiyor muyuz? İnsan hakları demiyor muyuz? Seçme seçilme hakkı birilerinin elinden alınmasın demiyor muyuz? O hâlde bunu çözelim. Çözelim ve bir ayıptan Türkiye'yi kurtaralım. Bunu, bırakın bizim yurttaşlarımızı, yarın biz bunu nasıl izah edeceğiz dünyaya? Bizim önümüzde aydınlık bir gelecek var, parlak bir gelecek var. Demokrasimizi yüceltmek istiyoruz. Demokrasi daha yüksek çıtalara otursun diyoruz. Düşünce özgürlüğü olsun diyoruz. İnsanların özgürce düşünebileceği bir Türkiye'yi ayağa kaldırmak istiyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Eski alışkanlıklarımızdan, eski değer yargılarımızdan kurtulalım diyoruz. Ama değerli arkadaşlarım, geliyoruz, ama çözemiyoruz. Kısır tartışmaların içine giriyoruz. Bunlar yanlıştır. Kısır tartışmalar, hep bize, hep Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar vermiştir. İlerlememizin, bugüne kadar Avrupa Birliği ülkeleri veya bizim büyümekte olan, gelişmekte olan ülkeler sıralamasında geriye düşmemizin temel nedeni, Türkiye’nin bütün enerjisini bu tür kısır tartışmalara vermesidir. Yazık oluyor bu ülkeye. Yazık oluyor… Bu ayıptan Türkiye’yi ve demokrasiyi kurtarmak zorundayız.

Değerli milletvekilleri, yargıya müdahale etmeyeceğiz, asla. İstemeyiz, kimsenin yargıya müdahale etmesini istemeyiz. Yargı, kendi etik değerleri, etik kuralları içinde çalışmalıdır. Yargıda etik değerler çok önemlidir. O kurallar içinde çalışacak ki biz, yargının verdiği kararın kamu vicdanı kararı, kamu vicdanını seslendirdiğini bilelim. Onun için diyoruz “Bu milletin vicdanını temsil eder yargının kararı.” Bunu yapmak zorundayız.

Şimdi değerli arkadaşlar, biz bu sorunun çözümü için elimizden gelen her türlü katkıyı yapmaya hazır olduğumuzu ifade ettik. Bugüne kadar yaptığım bütün konuşmalarda dediler ki “Öneriniz ne?” Bir öneri olur, iki öneri olur ama biz ortak aklı egemen kılmalıyız bu Parlamentoda. Bir öneri dayatma olarak anlaşılabilir ama otururuz masanın etrafına. Çözülmeyecek bir sorun mu bu? Hayır, çözülecek bir sorun. Ortak irade beyan etmişiz “Bu sorunu çözeceğiz” diye. Üstelik seçimlerden çok önce iradeyi beyan etmişiz. Sayın Cumhurbaşkanı da katılmış bu ortak iradeye. O zaman, oturacağız bunu çözeceğiz. Türkiye’yi bu ayıptan kurtaracağız. Bizim istediğimiz irade bu arkadaşlar. Biz farklı bir şey istemiyoruz. Demokrasi olsun, bu ülkede demokrasi yücelsin, haklar, insan hakları gelişsin, büyüsün diye.

Bakın değerli arkadaşlarım, güzel bir laf var. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” der. Parlamentonun duvarında yazar bu. Altını çizmek istediğim iki sözcük var: “Kayıtsız şartsız milletindir.” der. Şu anda egemenlik kayıtlı, şartlı milletin oldu! (CHP sıralarından alkışlar) Niye kayıtlı, şartlı oluyor? Kayıtsız, şartsız olmalı. Varsa bir hata düzeltelim. Beraber düzeltelim. Biz egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu kabul ederiz, bunu yüceltelim, bu kavramı da yüceltelim.

Millî iradeye pranga vurulmaz arkadaşlar. Millî iradeye pranga vurulmuştur, bundan bizim millî iradeyi kurtarmamız gerekiyor. Sağlıklı, tutarlı bir millî iradeyi geliştireceğiz. CHP’nin takındığı tavır bir demokrasi tavrıdır arkadaşlar. Meclisi boykot… E geldik buraya oturduk. Niye boykot edelim Meclisi? “Niye konuşmadınız?” diyorsunuz. “Niye yemin etmediniz?” diyorsunuz. Değerli arkadaşlarım, bizim yeminle bir sorunumuz yok. Bizim yeminle bir sorunumuz yok. Bizim sorunumuz demokrasi krizi. Bizimle sorununuz yok beyefendi, benimle de sorununuz yok. Bir demokrasi krizi yaşanıyor. Sorun, bu demokrasi krizini çözmek, irade beyan etmek, asıl mesele budur, bunu yaptığımız zaman biz Parlamentoyu yüceltiriz. Biz hiçbir zaman şunu söylemedik: “Bu milletvekillerine özel bir ayrıcalık sağlayalım, bunlar çıksınlar.” Hayır, hiçbir özel ayrıcalık sağlamıyoruz. Hukukun üstünlüğü içinde zaten bunlar gelecekler çünkü uluslararası anlaşmalar böyle öngörüyor. “Bunlar affedilsin.” Hiçbir zaman böyle bir laf etmedik. “Efendim, bunlar yargılanmasınlar.” Hiçbir zaman söylemedik; gider mahkemede yargılanır. Hukukun kuralı neyse giderler, duruşmasının ifadelerini de verirler. “Efendim, bunlar dokunulmazlık zırhına bürünsün.” Asla. Milletvekili olurken, bize başvururken dilekçeleri vardır elimizde bunların “Biz dokunulmazlık istemiyoruz.” diye 135 arkadaşımın 135’inin de imzası vardır, hiç kimse de dokunulmazlık zırhının arkasına saklanmak istemiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Bu olay Cumhuriyet Halk Partisinin olayı değildir arkadaşlar. Bu olayı çözmek Parlamentonun iradesinde olan bir olaydır. “Yargı bunu çözsün.” Yargının çözüp çözmediği çok önemli değil, Parlamentonun iradesinin bir demokrasi ayıbını ortadan kaldırması gerekiyor, bizim isteğimiz ve arzumuz budur. “Bu kalkarsa hiçbir sorunumuz olmaz.” Elbette, olmayacaktır da, kimsenin sorunu da olmayacaktır. Gelecekler, yeminlerini edecekler. Bakın, kamu görevi yapma hakkını elinden alıyorsunuz onların. Milletvekili görevi, kamu görevidir. Kamu görevi yapacağız. Millet seçmiş, oyunu vermiş, irade teessüs etmiş, mahkemeden mazbatasını almış “Git kamu görevi yap Parlamentoda.” diye. Takdir yetkisini kullanarak 2 yargıcımız diyor ki: “Senin kamu görevi yapma hakkını senin elinden alıyorum.” Bana söyler misiniz hangi hukukta var bu? Herhangi bir hukukta söyleyin, “Ya şu hukukta var, şu anayasada var, şu uluslararası sözleşmede var.” Biz de bunu kabul edelim. Yok öyle bir şey.

Değerli arkadaşlar, hukuk ve özgürlük ve tutukluluğun bu aşamaya gelmesi yeni bir olay değil aslında, yeni bir olay değil. Tipik bir örnek vereceğim değerli arkadaşlarım. Belki milletvekilleri yüzünden biraz daha geniş bu ülkeye bakmış oluruz ve demokrasi nereye geldi hep beraber gözden geçirmiş oluruz. 2 üniversite öğrencisi “Parasız eğitim istiyoruz.” diye pankart açtılar, on altı aydır içerdeler, tutuklu yargılanıyorlar; daha hâkimin huzuruna çıkacakları, ne olacakları belli değil. Bana dünyanın herhangi bir demokrasisinden örnek gösterin, Fransa, İngiltere, Amerika, nereyi isterseniz; pankart açtı diye 2 üniversite öğrencisini on altı ay hapse atan bana bir demokrasi örneğini gösterin. (CHP sıralarından alkışlar) Birisini silahla tehdit etti mi? Hayır. Molotofkokteyli attı mı? Hayır. Camı pencereyi kırdı mı? Hayır. Vatandaşı dövdü mü? Hayır. Ne istiyor? Parasız eğitim. Ee, bende istiyorum parasız eğitim, arkadaşlarım da istiyor parasız eğitim, eminim sizler de istiyorsunuz parasız eğitim. İmkân olsa hiç para almayız, bütün çocuklarımız parasız okur. Bunu istemek ne zamandan beri demokrasilerde suç olmaya başladı arkadaşlar?

(AK PARTİ sıralarından “Öyle bir sistem yok da onun için.” sesi)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Öyle bir sistem dünyada var kardeşim. Evrensel hukuk onu öngörür. Öyle bir sistem olur olmaz o ayrı bir şey, ama hak ve özgürlüklerin önünde hiçbir güç duramaz. (CHP sıralarından alkışlar) Biz şunu söyledik: Demokrasi, özgürlük ve insan hakları bağlamında eğer bir bedel ödemek gerekiyorsa o bedeli ödemeye hazırız. O bedeli Cumhuriyet Halk Partisi ödemeye hazırdır, yeter ki bu ülkeye demokrasi gelsin, yeter ki bu ülkeye özgürlükler gelsin. (CHP sıralarından alkışlar)

Hükûmet Programı’nda ileri demokrasiden, demokrasiden, özgürlüklerden, insan haklarından uzun uzun bahsediliyor, çok sık söyleniyor ama ben size Türkiye'nin gerçeklerinden rakamlar vereceğim arkadaşlar.

2003-2010 yılları arasında faili meçhulden ölen vatandaş sayısı 101 kişi. Tam 212 kişi gözaltında veya cezaevlerinde şüpheli şekilde yaşamlarını yitirdiler.

2005-2009 yılları arasında tutuklu sayısı, -mahkûm değil arkadaşlar, hükümlü değil, tutuklu sayısı- neredeyse yüzde 100 arttı. 2005’te 31 bin olan tutuklu sayısı 2009’da 60 bine çıktı.

2010 yılında cezaevlerinde 1.857 çocuk tutukluydu, 1857 çocuk! Bir çocuğumuzu tutuklayıp hapse atmak potansiyel suçlu yaratmak demek değil midir arkadaşlar? Biz Parlamentoda yasa yaparken çocukları derdest edin hapse atın diye mi düşündük arkadaşlar? O çocuklar bizim çocuklarımız. O çocukları topluma kazandırmamız lazım. Hapse attığınız zaman, tutukladığınız zaman onları topluma kazandıramazsınız, daha toplumun dışına itersiniz ve hapishanede kaldığı zaman daha bilinçli, daha keskin bir insan tipi yaratmış olursunuz. Yanlış yapıyoruz. Yanlış yaptığımızı kabul edelim. O yasalar bu Parlamentodan geçti. Demek ki bir hatamız var. Bunları düzeltmek gerekiyor.

Bakın değerli arkadaşlar, sadece ve sadece 2010 yılında 596 kişi düşüncelerini açıkladıkları için bin iki yüz on dokuz yıl hapis cezasına çarptırıldı arkadaşlar. Demokrasi bu! Ne diyoruz? Düşünce özgürlüğünü getirelim, herkes düşüncelerini özgürce dile getirsin, düşünceden korkmayalım. 12 Eylül dönemini hepiniz hatırlarsınız, düşüncelerini açıklayan insanlar işkence gördü, hapislerde kaldı, hapislerde yattı. Peki, bizim yaptığımız ne? Demokrasi diyoruz, bu ayıptan Türkiye’yi kurtarmamız lazım.

Basın özgürlüğü... Basın özgürlüğü sıralamasında dünyadaki 196 ülke arasında 119’uncu sıradayız, Avrupa’da da sonuncu sıradayız, hangi basın özgürlüğünden söz ediyoruz! Türkiye’de demokrasinin önündeki en ciddi sorunlardan birisi bugün medyanın içinde bulunduğu durumdur. Bu tablonun mutlaka değişmesi lazım. Daha özgür, özgürce düşünen bir medyaya ihtiyacımız var. Siyasal odaklara endekslenmemiş, özgürce düşünen, özgürce eleştiren, korkmayan, kendisine otosansür uygulamayan bir medyaya ihtiyacımız var. Bu medya olduğu zaman demokrasiyi yüceltiriz, demokrasiyi güçlü kılarız. Bizim temel arzularımızdan birisi de bu değerli milletvekilleri.

Güçler ayrılığı ilkesinden söz ediyoruz, ne kadar güzel, savunuyoruz güçler ayrılığı ilkesini. Derinleştirelim güçler ayrılığı ilkesini, yasamayı, yargıyı, yürütmeyi; birini diğerine tahakküm eden değil, birini diğerinin dengi olan konuma getirmemiz lazım. Eğer denkliği sağlayabilirsek demokrasiyi güçlendirmiş oluruz, aksi hâlde demokrasiyi güçlendiremeyiz. Bu bizim için ciddi bir sorundur.

Bakın değerli arkadaşlar, yine pek çok ülkede rastlanılmayan bir olayı örnek vereceğim. Kişi aranıyor. Gazeteler yazıyor “Falan kişi aranıyor.” diye. Kişi yurt dışında. “Madem ben aranıyorum, gelip Türkiye’de teslim olayım.” diyor. Geliyor, Türkiye’de teslim oluyor ve hemen siz onu tutukluyorsunuz! Ya, kaçma niyeti var, tutukluyorsunuz! Kaçacaksa zaten yurt dışından niye gelsin! Niye arandığını biliyor zaten. Pek çok ülkede -ya teminat alırsınız veya yurt dışına çıkış yasağı koyarsınız- ileri demokrasilerde ne yapılıyorsa biz de onları yapalım. Niye illa kişiyi hapse atacağız; aylar, yıllar boyu niye bunu tutacağız içeride; hangi gerekçeyle tutacağız? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği onlarca karar var. Hatta Sayın Rıza Türmen Sayın Cemil Çiçek geldiği zaman “Ben Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde görev de yaptım. Arzu ederseniz o mahkeme kararlarından size birden fazla örnek çıkarayım, Türkçeye tercüme edeyim, size teslim edeyim.” dedi. Sayın Çiçek dedi ki: “O kararları biz tercüme ettik, kendi Adalet Bakanlığı dönemimde bütün yargıçlara gönderdik bu kararlara uysunlar diye.” Niye Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde tazminatla mahkûm olsun? Olmamalı. Madem demokrasi diyoruz, bunu engellemeliyiz.

Değerli arkadaşlar, medyayı güçlü konuma getirmek de Parlamentonun görevleri arasındadır. Mademki demokrasiyi güçlendireceğiz, medya da güçlenmeli. Medya patronlarının hiçbirisi ama hiçbirisi -altını çizerek söylüyorum- ne doğrudan doğruya ne dolaylı hiçbir kamu ihalesine girmemeliler. Besleme medya mı olur! (CHP sıralarından alkışlar) Besleme medya olursa demokrasi olmaz arkadaşlar.

Anayasa değişikliğinden söz edildi Hükûmet Programı’nda da. Ama ne yapılacak, tek satır yok, belli değil. Biz Anayasa değişikliğinde öngördüğümüz hedefleri seçim sürecinde açıkladık; oturduk basın toplantısı yaptık açıkladık. Bütün sözlerimizin de arkasındayız. Bu Anayasa 12 Eylül ürünü bir anayasa olmakla beraber çoğu maddesi değişti, iyileştirildi. Ama bizim daha özgürlükçü bir anayasaya ihtiyacımız var. Bunun altını her zaman çiziyoruz.

Özel yetkili mahkemeler, 12 Eylül ürünü mahkemeler Türkiye’de demokrasinin önündeki en ciddi engellerden birisidir. (CHP sıralarından alkışlar) Ne demek özel yetkili mahkeme, nereden çıktı o özel yetkili mahkeme? Mahkemeler mi yok? İhtisaslaştırırsınız olur. Mahkeme düşünün, kişiyi tutukluyor, gizlilik kararı koyuyor, sanığın avukatı dosyayı alamıyor. Çünkü “gizli” diyor. Peki, savunmayı nasıl yapacak? “Efendim, özel yetkili mahkemelerin kuralları bu.” deniyor. Bana söyleyin, hangi ileri demokraside böyle bir mahkeme türü var? 12 Eylüle umut mu bağlayacağız? 12 Eylül askerî darbesinin getirdiği o DGM’lere umut mu bağlayacağız? Bununla mı biz demokrasiyi kuracağız? Bunun adı mı ileri demokrasi olacak? Bunları şiddetle reddediyoruz ve kaldıralım, Parlamentonun iradesiyle demokrasiyi yüceltmek için bunları kaldıralım.

Tutukluyla yargıç arasında kan davası olmamalı. Olmamalı… Etik değerlerden söz ettim “Yargıda çok önemlidir.” dedim. Şimdi düşünün, ben tazminata mahkûm oluyorum yargıç olarak ama o sanığın davasına ben bakıyorum. Diyor ki: “Arkadaş, ben seninle zaten mahkemeliğim, senin davadan çekilmen lazım.” “Yok.” diyor, “Ben bu davaya bakacağım. Ben sana dersini vereceğim.” diyor, “Seni tutuklayacağım, seni hücreye atacağım, seni süründüreceğim.” “Niçin?” “Ben özel yetkili mahkemenin yargıcıyım.” diyor. Arkadaşlar, bu demokrasi midir? Böyle demokrasi olur mu? O yargıç oradan çekilir, başka bir yargıç gelir. Davalar yargıca endekslenmez, yargıca göre dava olmaz. Dava farklı bir şeydir. Hâkimin tayini çıkar, başka bir yargıç gelir, o bakar ama “Yok, sen bu davaya bakacaksın çünkü senin görevin bunları mahkûm etmek.” denirse, bu algı çıkarsa yargılama süreci zarar görür. Bunun önüne de hepimizin çıkması lazım.

Üniversiteler… Anayasa değişikliğinde üniversiteleri özerk kılmalıyız. Allah aşkına, koca koca hocalar kendilerine rektör mü seçemiyorlar ki biz ayrıca “O olmasın da onların içinden şu olsun…” Bırakalım, kendi rektörlerini kendileri seçsinler. Bilimsel özerkliği olsun, yönetsel özerkliği olsun, üniversite gençleri belli bir ağırlıkta üniversite yönetiminde söz ve karar sahibi olsun. Niye gençlerimize güvenmiyoruz? Biz bunları söylüyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

Yüzde 10 seçim barajı… Bunun kalkması lazım; daha önce de söyledik. Bize dediler ki: “Efendim, siz popülist yaklaşıyorsunuz, kanun teklifi bile veremezsiniz.” Kanun teklifini de verdik. Buyurun, kaldıralım. Neden korkuyoruz arkadaşlar?

“Millî irade” diyoruz. Başkasının başka bir partiye, daha doğrusu milletin başka bir parti için kullandığı oy dolayısıyla ben niye milletvekili çıkarayım? Bunun adı millî irade mi olur arkadaşlar? Olmamalı. Bunları engellemeliyiz.

Değerli arkadaşlar, adli kolluğun kurulması lazım sağlıklı bir demokrasi için, savcıların elinin güçlendirilmesi lazım sağlıklı bir demokrasi için. Biz, hepimiz, vasiyetin ne kadar önemli olduğunu biliriz değerli arkadaşlar. Vasiyet gerçekten önemlidir, ölüme bağlıdır. Kişi yaşamını yitirirken geride bir vasiyette bulunur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Üç dakika süre veriyorum, buyurun.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Bağlıyorum Sayın Başkan.

Kişi bir vasiyette bulunur. Bu ülkenin kurtarıcısı da, Gazi Mustafa Kemal de bir vasiyette bulundu. Kendi mal varlığı üzerindeki payı Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumuna verdi, İş Bankasının gelirlerini. Oradan elde edilen temsil yetkisi CHP’ye aittir ama buradan Cumhuriyet Halk Partisine beş kuruş para gelmez, o para olduğu gibi Türk Dil Kurumuna, Türk Tarih Kurumuna gider ama 12 Eylül rejimi Türk Dil Kurumunu, Türk Tarih Kurumunu kapattı. Eğer, biz, gerçekten “vasiyet” kavramına inanıyorsak, vasiyetin gereklerinin yerine getirilmesine inanıyorsak bu ayıptan da Türkiye’yi kurtarmalıyız. Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu eski konumunda olmalı, vasiyete uygun olarak onlar görev yapmalılar. Anayasa değişikliğinde bizim önem verdiğimiz konulardan birisidir.

Değerli arkadaşlar, demokrasilerde en büyük tehlike, çoğunlukla iktidara gelen partinin “Ben her şeyi yaparım” iradesine sahip olmasıdır. Bu, demokrasinin önündeki en büyük tehlikedir. Her şeyi yaparım değil, hukukun üstünlüğü içinde bizim çalışmamız lazım. İktidar her rejimde vardır ama muhalefet sadece demokrasilerde vardır. Muhalefetin olmadığı bir rejim sağlıklı bir demokrasi değildir.

Ben, bugün Parlamentoda varılan uzlaşma ile demokrasinin önündeki ciddi ayıpların kaldırılacağına yürekten inanıyorum. O, gerek AKP Grubundan gerek CHP Grubundan katılan, katkı veren, başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere, Sayın Meclis Başkanı olmak üzere herkese yürekten teşekkürlerimi sunuyorum çünkü arzumuz şu: Biz kaybetsek de demokrasi kazanmalı, siz kaybetseniz de demokrasi kazanmalı. Demokrasi, hak ve özgürlükler bizim için artık kaçınılmazdır. Türkiye’yi bir korku toplumundan çıkarıp herkesin düşüncelerini özgürce dile getirdiği, sağlıklı çalışan bir demokrasiye kavuşturmaktır. O da, başkalarının değil, bizim görevimizdir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kılıçdaroğlu.

Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz isteyen Mahir Ünal, Kahramanmaraş Milletvekili.

Süreniz yirmi dakikadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisinin 4’üncü ve cumhuriyetimizin 61’inci Hükûmetinin programı hakkında grubumuzun görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızdayım. Yüce heyetinizi en içten saygılarımla selamlıyorum.

Meclisimizin 24’üncü Döneminin milletimize ve ülkemize hayırlı olmasını Cenabı Allah’tan niyaz ediyorum. 12 Haziran seçimleriyle aziz milletimizin iradesine mazhar olan bütün siyasi partileri ve temsil vekâletini alan siz değerli milletvekillerini yürekten tebrik ediyorum. Bu emanetin sorumluluğunun bilincinde olarak hep birlikte milletimize yapacağımız hizmetlerde başarılar diliyorum.

2001 yılında AK PARTİ’nin kuruluş programında ortaya koyduğu çözüm odaklı siyaset bugün on yaşında. On yılda üç seçim beyannamesi, iki acil eylem planı, üç hükûmet programı ortaya koyan AK PARTİ Türk siyasetine yeni bir bakış açısı getirdi. Gerçekçi, rasyonel, öngörülebilir, ülkenin ve dünyanın şartlarını doğru analiz eden, milletin beklenti ve taleplerini yönetime yansıtan bu bakış açısı, planlı, programlı bir anlayışı ifade etmektedir. İnsan odaklı siyaset anlayışı, hizmeti, icraatı, projeyi, vizyonu, reformu temel almaktadır.

AK PARTİ hükûmetlerinin tüm programları, ülkenin sorunlarını çözecek, milletin sıkıntılarını giderecek, Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkaracak icraatları, projeleri ve reformları her zaman esas almıştır.

AK PARTİ, kurulduğu günden bugüne kadar, ne yapmak istediğini, hedeflerini, amaçlarını ortaya koymuş, öngörülebilir, şeffaf, samimi bir siyaset tarzı geliştirmiştir.

AK PARTİ’nin söylemine baktığımızda, hiçbir zaman AK PARTİ’nin söyleminde muğlak, müphem bir dil kullanmadığını görürsünüz. Hiçbir zaman karşılıksız vaatlerde bulunmamıştır ve içi boş söylemlere prim vermemiştir. AK PARTİ her zaman yapacaklarını söylemiş ve söylediklerini yapmıştır. Bu hâliyle AK PARTİ, sözünün eri bir siyaset tarzına sahiptir. Bu yüzdendir ki milletimizin güvenini kazanmış, ortaya koyduğu icraatlarla, hizmet ve reformlarla da milletimizin takdirine mazhar olmuştur.

2001’de “Artık Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyerek yola çıkan AK PARTİ “Böyle gelmiş, böyle gider” anlayışını, çaresizliği, umutsuzluğu, güvensizliği, siyasetin ve milletimizin gündeminden çıkarmıştır. Türkiye’de değişimin, dönüşümün lokomotifi olan AK PARTİ, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra kesintiye uğrayan muasır medeniyet idealinin yegâne taşıyıcısı olmuştur.

AK PARTİ Türkiye’de yaşanan demokratikleşme sürecinin başaktörü konumundadır. AK PARTİ dokuz yıldır, her türlü engellemeye rağmen, hukuk zemininde kalarak demokrasi mücadelesi vermektedir. AK PARTİ için hukuki meşruiyet ile siyasi meşruiyet korunması gereken en temel zemindir.

Bu hareketin lideri yasaklandığında “Başıma gelen bu haksızlıklardan dolayı devletime küsmem, kızmam ya da kırılmam söz konusu değildir.” diyerek, hukuka ve demokratik sisteme meydan okumamış, aksine, demokrasi mücadelesini hukuk zemininde sürdüreceğini ifade etmiştir. İşte bu sağduyulu, inançlı mücadele sonucunda engeller, yasaklar, mayınlar bir bir temizlenmiş, Türkiye ileri demokrasi yolunda önemli mesafeler katetmiştir.

Bu gelenek milletine sevdalıdır ve bu gelenek, bin yıllık birlikte yaşama tecrübesinin var ettiği değerlere sahip çıkan bir karakter taşır. Bu karakter millete hizmetkârlığı, yaratılana sevdayı, hakkaniyete ve adalete sadakati ilke edinmiştir. AK PARTİ işte bu karakterin siyasetteki adıdır.

Bugün üzerinde konuştuğumuz 61’inci Hükûmet Programı, bu ilkeler ışığında, dokuz yıllık gecesi gündüzüne katılmış özverili çalışmanın ve bin yıllık geleneğin bir yansıması olarak hazırlanmıştır. Bu programın ruhunu, sevdalısı olduğumuz, derdiyle dertlendiğimiz milletimize hizmet etmek oluşturmaktadır. Bu program, milletimizin tek bir ferdini diğerinden ayırmadan, ötekileştirmeden, dışlamadan aynı samimiyetle kucaklayan bir anlayışı yansıtmakta, 73 milyon vatan evladına ayırımsız şekilde verilecek hizmetleri ve yapılacak icraatları ortaya koymaktadır. Şehirlerimizin güzelleşmesinden ekonomimizin rekorlar kırarak büyümesine, demokrasimizin derinleşmesinden hukukun üstünlüğünün tesis edilmesine, imtiyazlılar düzeninden haksızlıkların ve cürümlerin hesabının sorulduğu hukuk devletine kadar bütün adımlar inanç, etnik kimlik ve düşünce ayrımı yapılmaksızın milletimizin tamamı için milletimizle beraber atılmış adımlardır. Aynı şekilde, yaşam kalitemizin yükselmesinden, ekonomik refahımızın artmasından, dış politikamızın etkili hâle gelmesinden her zaman tabii ki kazanan milletimizin kendisi olmuştur.

AK PARTİ bütün bu başarıları mucizevi bir formülle gerçekleştirmemiştir. AK PARTİ her türlü kışkırtmaya, müdahaleye ve tuzağa rağmen şu üç temel esastan ayrılmamıştır: Milletin sesine kulak vermiş, çözülemez denilen kronik sorunların üzerine cesaretle gitmiş ve millî iradeye halel getirecek her türlü girişim ve vesayetin karşısında dimdik durmuştur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) AK PARTİ bu üç temel esası siyasi idare tarzıyla değil, milletin teveccühüyle oluşan güçlü bir siyasi irade ile gerçekleştirmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işte bu nedenle AK PARTİ iktidarları Türkiye siyasi tarihinde sürekli ilklerle hatırlanacaktır. Seçim zaferlerinden ekonomik adımlara, siyasi kararlılıktan demokratikleşme adımlarına kadar son dokuz yılımız ilklerle doludur. Geçmiş hükûmetler ancak önceki hükûmetin ortaya çıkarttığı maliyetlerle muhatap olmuşken, AK PARTİ on yıllarca birikmiş siyasi ve ekonomik sorunlara muhatap olmuştur. İktidara geldiğimiz dönem, gerek 1990’ların gerekse de son altmış yılın artık yönetilemez sorunlarının zirve yaptığı yıllardı. Neredeyse hemen her alanda millete rağmen adımların atıldığı ve dünya standartlarından uzaklaştığımız ve hukuksuzluğun sıradan hâle geldiği yıllardı. AK PARTİ bu büyük sorumluluğu, milletine duyduğu güvenle büyük bir cesaretle üstlenmiş ve hamdolsun, Allah’ın yardımıyla yüzünün akıyla çıkmıştır. Artık o kötü günleri kimse hatırlamak istememektedir.

AK PARTİ hükûmetlerinin ilk iki dönemine baktığımızda, 1990’ların ve son altmış yılın siyasi, sosyal ve ekonomik maliyetlerini yönetebilir bir noktaya getirme çabası içerisinde geçtiğini görürüz. Bugün başarılı devletlerin ve toplumların sahip oldukları yaşam standartlarının çok altına itilmiş olan toplumsal yapımızın maalesef vasat şartların bile, vasat ekonomik refahın, demokratik hakların bile çok görüldüğü bir hâle geldiğini hatırlayalım o yıllarda ve AK PARTİ’nin çıraklık ve kalfalık yılları milletimizin ve devletimizin hızla uluslararası vasata eriştirilmesi mücadelesiyle geçmiştir. Maalesef, bu vasata erişmemizi bile milletimize ve devletimize çok gören güçler, hız kesmeden normalleşmemizi kesintiye uğratmak için ellerinden geleni yapmaktan geri durmamışlardır ve AK PARTİ onların her müdahalesine daha fazla hukuk ve daha fazla demokrasiyle cevap vermiştir.

AK PARTİ hükûmetleri programları ve iktidar dönemi birçok şekilde tarif edilebilir. Öyle ki bu başarının birçok veçhesinden bahsedebiliriz ama özetlersek, en temel anlamda AK PARTİ hükûmetleri ve programları dönemi, eski Türkiye defterinin kapatıldığı, cumhuriyetimizin kazanımlarına sahip çıkılarak yeni Türkiye sayfasının açıldığı yıllardır. Hükûmetlerimiz ve Sayın Başbakanımız hiç kimsenin hatırlamak istemediği geçmiş uygulamalara son vererek, milletimizle beraber yeni Türkiye’yi inşa etmek için herkese kucak açtı. 12 Eylül 2010 Anayasa halk oylamasıyla milletimiz artık bu eski uygulamaları görmek istemediğini açık şekilde ortaya koydu. 12 Haziran seçimleriyle de AK PARTİ Hükûmetinin Türkiye’yi yeniden inşa etme sürecine milletimiz onay vermiştir.

Biz, tam da işte bu sebeplerden dolayı, sadece bir seçim kazanmadığımızın, milletimizin omuzlarına yüklemiş olduğu büyük sorumluluğun farkındayız. İlkelerimizden sapmadan, milletimizi mahcup etmemek için elimizden gelen çabayı gösteriyoruz, göstermeye devam edeceğiz.

AK PARTİ yeni Türkiye’yi inşa etmeye devam edecektir. Türkiye, demokratikleşmenin derinleştiği, ekonomik refahın arttığı, millî gelirimizin daha adil bir şeklide paylaşıldığı bir hedefe ilerliyor. Sosyal devletin vatandaşa şefkat elini uzattığı, hizmetlerin bütün ülkeyi kucakladığı, devletin ülkemizin her yerinde aynı adalet ve hizmet çizgisinde olduğu bir Türkiye inşa ediliyor. Artık, Türkiye, sorunların devleti esir aldığı değil, çözümlerin bir bir gerçekleştiği bir ülke hâline geliyor. Türkiye, kimlik sorunlarının, demokratikleşme sorunlarının, şiddetin ve terörün artık geride kalacağı günlere yürüyor.

AK PARTİ ustalık döneminde ilkelerinden vazgeçmeden, Türkiye’yi normalleştirmeye, demokratikleştirmeye, yenileştirmeye ve tüm bu adımları taktik bir bütünlük içinde planlamaya, sistemleştirmeye, kurumsallaştırmaya ve kalıcı hâle getirmeye devam edecektir.

61’inci AK PARTİ Hükûmet Programı, sadece 12 Haziran seçimleri sonrası dört yıllık iktidar dönemimiz için değil, 2023’ü hedefleyen yeni Türkiye’yi inşa etmek için hazırlanmıştır. Ümidimiz odur ki muhalefetimiz de bu uzun vadeli ve vizyoner hedefleri bizimle beraber paylaşır, el birliğiyle müreffeh Türkiye’yi inşa ederiz çünkü hangi siyasi görüşe mensup olursak olalım ortak derdimiz Türkiye’dir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 61’inci AK PARTİ Hükûmet Programı, milletimizi ve ülkemizi 2023 vizyonu çerçevesinde bölgesel ve küresel rekabete hazırlama amacını gütmektedir. Bugün, nasıl bir zaman diliminde yaşadığımızı ve hepsinden önemlisi zamanın ruhunu anlamamız gerekmektedir. Sadece ülkemiz farklı bir döneme girmemektedir, bölgemiz ve dünyamız oldukça radikal değişimlere gebedir. Dünyamız küresel dengesizlikler ve bölgesel karışıklıkların yoğun bir şekilde yaşandığı bir dönemden geçmektedir. Zamanın ruhu, 1945 sonrası kurulan cari düzenin ve bölgesel uzantılarının değişimini zorlamaktadır. Artık ne dünyamız ne de bölgemiz küresel, ekonomik, politik düzeni kaldıracak donuklukta değildir. Önümüzdeki yıllar büyük bir dönüşüme gebedir. Milenyuma girerken bu yüzyılın ilk yarısına dair yapılan analizler ve beklentiler, daha ilk on yıl içerisinde yaşanmaya başlanmıştır. Elli yıllık siyasi, bölgesel düzenler birkaç ay içerisinde altüst olmuş durumdadır.

Ülkemiz, yaşanan büyük değişim ve dönüşümü yakalamayı başarmıştır ve hatta birçok alanda ön almış durumdadır. Küresel ve bölgesel birçok aktör eski düzenin girdabında kalırken Türkiye, bölgesinde bir güce, dünyada ise belirleyici bir aktöre dönüşmüş durumdadır. Yeni Türkiye bu dönüşümün sadece Türkiye içerisinde değil bölgemizde de siyasi ve ekonomik tahkiminin yaşandığı bir dönem olacaktır. Bu yeni dönem iktidarların, sınırların, ekonomik ve siyasi derinliklerin yoğun bir şekilde tartışılacağı bir dönem olacaktır. Türkiye, bölgesel ve küresel gelişmeler karşısında mukayeseli üstünlükleri zaaflarından çok fazla olan, yükselen bir güç konumundadır. Türkiye, sorunlarını çözemeyecek kadar küçük bir ülke değildir, hâlihazırda yaşadığımız sorunlarımız da yeni Türkiye’yi inşa etmemizi engelleyecek kadar büyük değildir. İktidarıyla muhalefetiyle çözüm odaklı siyaset anlayışı içerisinde çocuklarımıza, temel sorunlarını halletmiş, geleceğe öz güvenle yürüyen güçlü bir Türkiye bırakmak hepimizin asli görevidir. Programımız her zaman olduğu gibi, başta ekonomik kalkınma ve demokratikleşme olmak üzere sorunlarımızın üzerine ciddi bir şekilde gidecek yapıya sahiptir.

Ülkemizde, bu Meclisin çatısı altında -AK PARTİ hükûmetlerine kadar- konuşulmasından bile çekinilen, yüzleşmesi düşünülemeyen ne kadar sorun alanı var ise Hükûmetimiz bunların üzerine gitmiştir. Dün konuşulamayanların konuşulmasını, tartışılamayanların tartışılmasını sağlayan İktidarımız, 61’inci AK PARTİ Hükûmeti Programı’yla dün yapılması hayal edilemeyenleri teker teker hayata geçirecektir.

Bugün, cumhuriyet tarihimizin en istikrarlı Hükûmetinin programını değerlendirmek üzere bir aradayız. Bu, milletimizin başarısı olduğu kadar muhalefetimiz için de siyasetin kalitesini yükseltmek için önemli bir imkândır. Devlet yönetmek ciddi bir iştir ve siyaset sorumluluk almaktır. Siyaset kurumunun asli görevi ise insanın ve toplumun sorunlarını çözmektir ve toplumlar sorunlarını çözebildikleri oranda gelişirler.

Muhalefet etmek, her şeye karşı çıkmak ve kriz üretmek değil, daha işlevsel çözümler üretebilmek ve teklifler getirebilmektir.

Milletimiz hükûmet etme sorumluluğunu AK PARTİ’ye vermiştir. Bu sorumlulukla hazırladığımız Hükûmet Programı’mıza muhalefetimizin yapıcı eleştirilerini ve katkılarını bekliyoruz. Ümit ederiz ki muhalefetimizle de milletimizin Meclisinde insicam içerisinde çalışma imkânı buluruz.

Bu düşüncelerle Hükûmet Programı’nın hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ünal.

Şimdi söz sırası Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz isteyen Ömer Çelik, Adana Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Çelik.

Süreniz yirmi dakikadır.

AK PARTİ GRUBU ADINA ÖMER ÇELİK (Adana) – Sayın Başkanım, aziz milletin değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

61’inci Hükûmet Programı’nın milletimize esenlik ve barış getirmesini, büyük muvaffakiyetlere zemin teşkil etmesini diliyorum.

AK PARTİ hükûmet programlarının temel bir özelliği vardır. Bütün hükûmet programları öncelikle bir siyaset felsefesi tanımıyla işin içine girerler. Nasıl bir ülkede yaşamak istiyoruz, hangi özgürlüklere sahip çıkmak zorundayız, insanımızın hak ettiği temel hak ve hürriyetler nelerdir ve bu konudaki eksikliklerimizin tamamlanması hususunda yapılması gerekenler nelerdir?

Esasında 2002’den beri Türkiye, Avrupa tarihinde ve Türk tarihinde rastlanmayan bir şeyle karşı karşıyadır, o da şudur: İktidardaki parti büyümektedir, muhalefetteki partiler küçülmektedir.

İktidardaki partinin büyümesinin en önemli sebebi, en temel kodu iktidar partisinin, AK PARTİ’nin iktidardaki muhalefet olmasıdır. İktidardaki muhalefetten kastımız şudur: AK PARTİ, iktidar olmasına rağmen Türkiye’deki vesayet sistemine ve statükoya muhalefet ettiği için sürekli olarak bir de iktidardaki muhalefet olarak milletin önünü açmaktadır. Muhalefet partileri ise genelde muhalefetteki iktidar gibi davranmaktadır. Sürekli muhalefette olmalarına rağmen vesayet sistemine ve statükoya sahip çıktıkları için oyları ve milleti temsilleri küçülmektedir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ’nin, AK PARTİ iktidarlarının temel kodu, istikrar içerisinde değişimdir. Prens Said Halim Paşa’mızın çok güzel bir sözü vardır: “Eğer toplumsal gerçeklik sürekli olarak kendini tekrar eden bir şey olsaydı insanı açıklamak için sosyolojiye gerek kalmaz, zooloji yeterli olurdu.” Demek ki, insan kavramıyla değişim kavramı arasında organik, birebir ve ayrılmaz bir ilişki vardır. İşte AK PARTİ, Türkiye için bu vizyonu ortaya koymaktadır.

Devletin güvenlik kaygıları adına devletin güvenlik ihtiyaçlarını da aşan bir şekilde milletimizin unsurlarının tehdit olarak görülmesi, iç tehdit anlayışı çerçevesinde demokrasimizin budanması karşısında AK PARTİ vizyonu, temel bir vizyon ortaya koyarak Türkiye’nin özgürleşmesi, milletin özgürleşmesi için bugüne kadar mücadele etmiştir. Bütün AK PARTİ hükûmetleri bunun altına imza atmıştır.

Hegel’in yüzyıllar evvel sorduğu bir soru bugün Türkiye’nin aktüel meselesidir. Diyordu ki: “Kim, hangi ya da nasıl örgütlenmiş bir otorite anayasayı yapma iktidarına sahip olabilir?” İşte bu… Hangi otorite halkın ruhunu yansıtacaktır diyorsak, bunun cevabı da budur. Yani hangi otoritenin halkın ruhunu yansıtacağına inanıyorsak anayasayı yapma hakkı da ona aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) O sebeple, iktidarın, halkın ruhunu yansıtma bakımından Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne geçme hakkı yoktur. Yargının, halkın ruhunu yansıtma bakımından Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne geçme hakkı yoktur. O zaman, halkın ruhunu yansıtmaya yegâne muktedir olan Türkiye Büyük Millet Meclisi anayasayı da yapacak yegâne iktidardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Burada çeşitli vesilelerle çeşitli tartışmalar yaşanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi anayasayı yapma hakkına sahip midir? Türkiye Büyük Millet Meclisinin anayasayı yapma hakkına sahip olmadığı söylenmiştir. “İhtilal yaparsınız, kan dökersiniz; ondan sonra anayasa yaparsınız.” denilmiştir. Şu açık bir gerçektir, AK PARTİ vizyonu bunu ortaya koymak durumundadır: Türkiye Büyük Millet Meclisi tali bir iktidar değildir, Türkiye Büyük Millet Meclisi asli iktidardır, kurucu iktidardır ve Anayasa’yı yapma yetkisine sonuna kadar sahiptir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Demokratik devletlerde hukuk profesyonellerin işi değildir. Hukukun adalet ve hakkaniyete dayanması için hukukun ham maddesinin halk olması gerekir. Ham maddesi halk olmayan bir hukukun üstünlüğünden bahsedilemez. Ham maddesinde halk olmayan bir hukuk, ancak iktidarın örtülü faşizmine yol açar. O sebeple, AK PARTİ olarak ham maddesi halk olan bir anayasayı aşağıdan yukarıya yapma konusundaki kararlılığımız devam etmektedir. Demokratik devletlerde hukuk, toplumsal dinamiklerin adil sonuç doğuracağına ve meşru siyasal denge yansıttığına inanır, yine bu normlar çerçevesinde hukukun oluşması gerektiğine inanır, hukuk ancak böyle üstündür. Hukuk hamurunda halk varsa üstündür, halka karşı olan bir hukukun kim tarafından ve ne şekilde yapılırsa yapılsın hiçbir üstünlüğü ve kıymeti harbiyesi yoktur. O sebeple, 61’inci Hükûmet Programı’ndaki Anayasa vizyonunun temeline ham madde olarak halkın yerleştirilmesini AK PARTİ Grubu adına sonuna kadar destekliyoruz ve bunun gerçekçi bir vizyon olduğunu ortaya koyuyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çünkü bu inancın bittiği yerde hukukun ve normun meşruiyeti biter. Normun meşru olması için toplumsal dinamiklere, toplumsal adalet inancına dayanması gerekir. Halksız hukuk hiçbir şekilde üstün olamaz, “hukukun üstünlüğü” denilen şey halksızlık adına yürürlüğe koyulan birtakım kanunlarla kesinlikle temsil edilemez. Hukuk, ancak ve ancak demokratik siyasetin ürünüdür. Özgürlüğü, adaleti ve demokratik işleyişi amaçlayan bir hukuk ancak meşrudur, üstünlük iddiası da bu amacı gerçekleştirdiği sürece geçerlidir. Toplumsal dinamiklerin ve demokratik süreçlerin ürettiği sistem bütünü değilse hukuk hiçbir şekilde meşru kabul edilemez. Anayasal düzenin tek parti diktatörlüğü ve bu diktatörlüğün üzerine inşa edilen 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinin ürünü olduğunu çok açık bir şekilde bu Mecliste defalarca tartıştık ama maalesef bu Meclisin açılışında bile bir kere daha 27 Mayıs darbesinin övünülmesine üzüntüyle şahit olduk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) (CHP sıralarından “Sen 12 Eylül darbesinin ürünüsün!” sesi)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – 12 Eylül darbesinden 27 Mayıs darbesine…

(CHP sıralarından “12 Eylül darbesinin ürünüsün sen!” sesi)

BAŞKAN – Lütfen…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – …Cumhuriyet Halk Partisinin postmodern darbenin yanında yer aldığı 27 Nisan muhtırasına da AK PARTİ Grubu direnmiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

1876’daki Kanuni Esasi’den beri her anayasa çalışması, merkezî bir zihniyetle toplumu şekillendirme şeklinde ortaya çıkan bir siyasal refleks üretmiştir. Toplum, kendi kaderi üzerinde hiçbir zaman söz sahibi olmamıştır. Bir Fransız siyasetçisi ve filozofu şunu söyler, der ki: “Bazı ülkeler vardır, orduya sahiptir. Prusya ise bir ordudur, ülkeye sahiptir.” Biz AK PARTİ olarak diyoruz ki: “Türkiye bir ülkedir, bu ülkenin sahibi millettir, onun da bir ordusu vardır.” Ama bunun karşısındaki zihniyet “Türkiye bir ordudur, onun bir milleti vardır, herkes onun malıdır.” zihniyetiyle Ergenekonların ve cuntaların arkasında durmuştur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sana bunu kim öğretti?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – İşte, yeni anayasa “Türkiye bir ordudur, millet onun malıdır.” zihniyetine karşı “Türkiye bir millettir ve onun ordusu vardır.” zihniyeti temelinde kurulacaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Pahalı puroları içerken yanlış okumuşsun sen!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Yeni anayasa ihtiyacı, bir sistem ihtiyacıdır. Bu sistem millet egemenliğine dayalı bir sistem olacaktır. Millet egemenliğinin dışında… Evet, burada ne yazıyor? “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” yazıyor. Bunun hatırlanması çok güzel bir şeydir. Egemenliğin kayıtsız şartsız olması konusunda kuşkusuz bazı hâkimlerin seçilmiş kişiler üzerindeki vesayetini kabul etmediğimiz gibi, Ergenekonun, darbelerin, cuntaların, postmodern darbelerin ve birtakım postalların vesayetini de kabul etmiyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Git hesap sor Ergenekondan!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Demokrasinin temeli “Ergenekon nerededir, gösterin de ona üye olalım.” demek değildir. Demokrasinin temeli Ergenekonla mücadele etmektir. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Hesap sor 12 Eylülcülerden, 28 Şubatçılardan!

BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen…

MUHARREM İNCE (Yalova) – Elini tutan mı var?

BAŞKAN – Sayın İnce…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Sayın Başkan, şuradaki korsan yayınları durdurursanız, ben resmî frekanstan yayın yapmaya devam edeceğim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çelik.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen…

MUHARREM İNCE (Yalova) – Burada korsan yayın olmaz.

BAŞKAN – Lütfen müdahil olmayın efendim.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Ama korsan görünümlü olabilir, Doğan görünümlü Şahin olabilir.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakınız, şunu açık bir şekilde ortaya koyacağız: Bu yüce Mecliste hiç kimse, içeride hâlen tutuklu olan ve yargılanmaları süren kişilerin suçlu olduğunu iddia edemez. AK PARTİ kesinlikle böyle bir anlayışı kabul etmez ama aynı zamanda AK PARTİ birtakım Ergenekon tutuklularını ya da Ergenekon yargılamasının sulandırılmasına yüce Meclisin alet edilmesini de kabul etmez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şunu unutmayalım: Sayın Genel Başkanın dediği gibi, seçme ve seçilme hakkı temel bir haktır. Bu Meclis bunun önündeki bütün engelleri kaldıracaktır. Ama şunu da unutmayalım: Yüce milletin darbe korkusu olmadan yaşama hakkı da temel bir haktır, bu millet, bu Meclis bunun da karşısında duracaktır.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Hâlâ korkmayın, darbe olmaz artık! Olmaz darbe, korkmayın!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Öyleyse konuyu bir tarafından alıp da gecikmiş bir demokrasi hafızası yenilenmesine düşmeyelim. Darbe yargılanmalarının tutukluluk sürelerinin…

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Darbenin besledikleri sizsiniz.

BAŞKAN – Sayın Milletvekili, lütfen…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – … birtakım kişiler tarafından mahkûmiyete dönüştürülmesine ne kadar karşı çıkıyorsak aynı şekilde Ergenekonlara, darbelere de o kadar karşı çıkacağız.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Ergenekon’dan beslenen sizsiniz.

BAŞKAN – Sayın Öztürk…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Biri diğerinin alternatifi değildir. Darbelere karşı çıktığımız gibi tutukluluk sürelerinin mahkûmiyete dönüşmesine de karşı çıkacağız. Tutukluluk sürelerinin mahkûmiyete dönüşmesine karşı çıkarken abrakadabra yapıp Ergenekon soruşturmasının engellenmesine yüce Meclisi alet etmeye hiç kimse kalkmamalıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bakınız, burada yine milliyetçilik adına çok vahim sözler söylenmiştir, denilmiştir ki: “Sayın Başbakan Türkiye'nin birlik ve bütünlüğüyle ilgili çalışmalar yapacakken etraftaki ülkelerin birlik ve bütünlüğüyle ilgili çalışmalar yapmaktadır.” Bakın, Kanuni’nin, Fatih’in stratejik vizyonundan yoksunluk ancak bu kadar veciz ifade edilebilirdi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Büyük milletimiz şunu bilmektedir: Gazze’de huzursuzluk varsa Ankara da huzursuzdur, Bosna’nın güvenliği tehlikedeyse İstanbul’un güvenliği tehlikededir, Bakü’de huzursuzluk varsa Diyarbakır’da da huzursuzluk vardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bağdat, Beyrut, buraları huzur ve sükûn içerisinde değilse Van ve İzmir de sükûn içerisinde değildir. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Diyarbakır’da sıkıntı var, Batman’da sıkıntı var.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Büyük milletin büyük vizyonu Ankara’yı, Diyarbakır’ı, Van’ı, Hakkâri’yi düşündüğü kadar Gazze’yi, Beyrut’u, Bağdat’ı, Bakü’yü ve Bosna’yı da garanti altına alan bir zihniyete sahiptir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Hakkâri’deki şehidin hesabını ver!

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bakan olamayınca senin moralin bozuldu, ne dediğini bilmiyorsun sen. Biraz daha gözüne girersen bir dahaki döneme olursun.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Öte yandan, dikkat edilmesi gereken bir diğer temel husus da şudur: Hiç kimse Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi’ni etnik radikalizmin birtakım barış konseyleri vasıtasıyla güncellenmesi şeklinde yürürlüğe sokmamalıdır. Türkiye’de Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi devletin ve milletin bekası açısından devletimizin en iyi planlanmış, en zamanlı şekilde yürürlüğe konulmuş projesidir ama birileri “millî birlik ve kardeşlik” derken demokrasiden rahatsız olurlar, birileri “demokrasi” derken millî birlik ve kardeşlikten rahatsız olurlar. AK PARTİ ise şunu bilmektedir: Millî birlik ve kardeşlik için daha çok demokrasi istiyoruz. Daha çok demokrasi de millî birlik ve kardeşliğimizi güçlendirecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Yavaş konuş, anlamıyoruz ne dediğini ya!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Müştereklerimize sahip çıkma adına farklılıkların yok edildiği dönemlere geri dönmeyeceğiz. Devletin güvenliğini sağlama kaygısıyla kimliklerin yok edildiği, toplumsal barışın imha edildiği, toplumsal barışın birtakım göçlerle, birtakım kontrgerilla faaliyetleriyle, 17 bin faili meçhul cinayetle gölgelendiği dönemlere geri dönmeyeceğiz.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Çözseydin.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Dokuz yıldır niye çözemedin?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bugün burada Türkiye'nin toplumsal sorunlarına karşı yegâne çözüm önerileri Türkiye’de olağanüstü hâl ilan etmek olanların, hâlâ olağanüstü hâl ilan etmekten bahsedenlerin vizyonu bin yıl öncesinin vizyonudur, Malazgirt’ten bile geri bir vizyondur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Kendini mi şikâyet ediyorsun halka?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Biz, Türkiye’de demokrasiyi PKK açılımına dönüştürmek isteyenlerin karşısında nasıl dimdik duruyorsak millî birlik ve kardeşlik adına bu ülkeye olağanüstü hal getirmek isteyenlerin fikirlerine de o şekilde karşı duracağız. Bunda hiçbir taviz yoktur. Mesele açıktır.

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Amerika’nın karşısında dimdik durun! Amerika’nın karşısında ne yapıyorsunuz!

BAŞKAN – Lütfen Sayın Milletvekili…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakın, Arap baharı denilen 350 milyonluk kitle, bu kitlenin bütün gözü Türkiye’dedir, vizyon olarak Türkiye’yi görmektedirler.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Ya, motora binmiş gibi konuşma, kürsüden konuşuyorsun sen! Sanki motora binmiş gibi konuşuyorsun ya!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Türkiye, bütün bir coğrafyasına model olmuştur. Düne kadar hasta adam denilen Türkiye bugün küresel düzenin zinde adamı hâline gelmiştir.

Bakın, Türkiye'nin biricikliğini göstermek bakımından en önemli meselelerden bir tanesi şudur: Demokratik standartlarını yükseltmek bakımından Türkiye Avrupa Birliği ülkeleri tarafından “sessiz devrim” yapmakla nitelendirilmiştir, sessiz devrim gerçekleştirmiştir.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Millet iradesinden bahsediyordun, şimdi polisle gezmeyi de anlat, millet duysun!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Ama bu demokrasiye sahip Avrupa ülkeleri bugün ekonomik krizlerle boğuşurlarken, Türkiye aynı zamanda büyümede yüzde 11’i yakalamış, OECD ülkeleri içerisinde büyümede birinci olmuştur. (CHP sıralarından “Şov yapıyorsun şov!” sesi) Türkiye bu bakımdan, bu demokratik ülkelere ekonomik performansı bakımından üstündür. Yani demokrasisi bakımından benzediği Avrupa ülkelerine ekonomisi bakımından üstündür. Diğer taraftan, Türkiye, ekonomik performansı ve ekonomik büyüklüğü bakımından BRICS ülkelerine benzetilmektedir; Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika ülkelerine. Ekonomik büyüklüğü tarafından benzetildiği bu ülkelere ise bir üstünlüğü vardır: Bu ülkelerde Türkiye kadar kuvvetli bir demokrasi yoktur.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bir de Hakkâri’den bahset Ömer Bey, Hakkâri’den!

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Şu milletin içinde bir yürüyelim şu Adana’da, gel! Adana’da bir yürüyelim!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Dolayısıyla, demokratik cazibe merkezi olan Avrupa Birliği karşısında Türkiye, ekonomisiyle üstünlük üretmektedir, ekonomik cazibe merkezi olan BRICS ülkeleri karşısında Türkiye, demokratik performansıyla büyüklük üretmektedir. Ama Türkiye'nin geldiği bu nokta tesadüfi bir nokta değildir.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Amerika iyi yetiştirmiş sizi, gerçekten kutluyorum!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Türkiye'nin geldiği bu nokta büyük bir vizyonun ürünüdür. Bu vizyonun temelinde de şu vardır: Daha düne kadar Türkiye’de devlet-millet ayrımı, merkez-çevre ayrımı, iktidar-hükûmet ayrımı, kalkınma-demokrasi ayrımı, hizmet-kimlik ayrımı siyasette yürürlükteydi. Bütün bu ayrımları ortadan kaldıran, devlet-millet ayrımını millet lehine ortadan kaldıran…

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Yalan söyleme!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – …merkez-çevre ayrımını dışlanmışlar ve ötekileştirilmişler lehine ortadan kaldıran, iktidar-hükûmet ayrımını seçilmiş irade lehine ortadan kaldıran AK PARTİ hükûmetleri olmuştur. Kalkınma-demokrasi ayrımı, “Ya kalkınacaksın ya demokrasiye sahip olacaksın.” şeklindeki bir ayrım hiçbir şekilde AK PARTİ hükûmetlerinin vizyonunda yer almamıştır.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Siz ayrım yapa yapa Diyarbakır’da parlamento kuruldu parlamento!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – AK PARTİ vizyonu hizmet-kimlik ayrımı karşısında da şu temel prensibi ortaya koymuştur: Kimlikler üzerinden siyaset yapılması adına hizmet politikasının engellenmesi hiçbir şekilde mümkün değildir.

Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi’nin temel esası şudur: Nitekim 61’inci Hükûmetin programında bunun temel bir yer almış olmasını AK PARTİ Grubu olarak büyük bir sevinçle ve memnuniyetle karşılıyoruz. Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi, bakınız, etnik kimliklerin radikalizminden oluşan bir koalisyona yol vermek değildir ama Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi, Türkiye’deki her kimliğin kendisini demokrasi içerisinde meşru bir şekilde ifade etmesinin ürünüdür. Bunun karşısında birileri Stalinist özerklik projelerini ortaya koymaya çalışıyorsa, Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi’ndeki demokratik açılımı Stalinist bir özerkliğin temeli yapmaya kalkıyorsa, olağanüstü hâl rejimine karşı olduğumuz kadar Stalinist özerklik projesine de aynı oranda karşı olduğumuzu yüce Meclise ifade etmek isterim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Yel değirmenleriyle dövüşme Ömer.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakınız, bu Mecliste geçmişte Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi’nin eleştirilmesi adına çok enteresan analizler yapılmıştır. Tanzimat Fermanı’ndan bahsedilirken şu söylenmiştir, Osmanlının birlik ve bütünlüğünün tebaaya eşitlik getiren Tanzimat yüzünden bozulduğu söylenmiştir. Hâlbuki…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Islahat Fermanı. Yanlış hatırlıyorsun. Onu ben söyledim.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Siz söylemediniz, efendim, Sayın Bahçeli söyledi, kayıtlarda var.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – 1856 Islahat Fermanı. Yanlış hatırlıyorsun Ömer Bey.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Sizin söylediklerinizi ezbere biliyoruz biz.

Bakınız, Tanzimat Fermanı 19’uncu yüzyıl milliyetçiliklerinin ortaya çıktığı bir dönemde elli yıl geç kalmış bir projeydi. Eğer elli yıl önceden bu 19’uncu yüzyıl milliyetçiliklerine karşı eşitlik, kardeşlik ve demokrasi fikri ortaya koyulabilseydi, bu fikirler temelinde Osmanlının kendi kendisini yeniden yapılandırması, yeni yüzyıla büyük bir kuvvet olarak girmesi mümkün olacaktı ama o zaman geç kalınmış bu adım bir imparatorluğun yok olmasına, bir imparatorluğun parçalanmasına yol açtı. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler) Bugün yine Kürt kardeşlerimiz “Kürt sorunu” deyip de yine aynı tarihi geciktirmeye çalışanlar bu tarihten ders çıkarmalılar. Kürt sorunu ekonomik bir sorunken tedbir almadılar, “Bir avuç eşkıyadır.” deyip, bölgeye dönük almaları gereken ekonomik tedbirleri almadılar. Bugün bu tedbirler AK PARTİ tarafından alınmaktadır. Sorun siyasi olduğunda on yıl geriden gelerek sorunun ekonomik olduğunu kabul ettiler. Sorun bir kimlik sorununa dönüştüğünde yine on yıl geriden gelerek sorunun siyasi olduğunu kabul ettiler…

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Kaçırılan askerlerin durumu ne? Kaçırılan askerlerden bahset.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – …ama AK PARTİ sorunun kendisini de, sorunun özünü de, sorunun zatını da, sorunun çözümünü de tam zamanlı ve tam bir demokratik içerikle tespit etmiştir. Önümüzdeki on yıllar kimin Türkiye’nin, devletin ve milletin bekası için doğru adım attığını kiminse geçmişte İttihat Terakki’nin yaptığı yanlışları otoriter siyasetler vasıtasıyla koca bir imparatoru parçalama refleksi ortaya koyduğunu herkese açıkça gösterecektir. AK PARTİ açısından demokrasi bir eklenti değildir, demokrasi bir lüks değildir, demokrasi bu milletin bekasının esasıdır. Cumhuriyet adına demokrasiyi reddedenler ya da demokrasi adına cumhuriyeti reddedenler AK PARTİ vizyonunun dışındadır. AK PARTİ, cumhuriyetimizin kazanımlarının demokrasi vasıtasıyla Türkiye’nin bekasına hizmet edeceğini, demokratik reflekslerimizin cumhuriyetin kurucu felsefesini bugün açısından daha da güçlendireceğini ortaya koyan bir vizyona sahiptir.

O sebeple, sorunların çözümü açısından Türkiye Büyük Millet Meclisi çözümsüz değildir, Türkiye çözümsüz değildir. Bütün mesele Türkiye’nin kendisini, kendi siyasal sistemini “Bize özgü şartlar” denilen vesayet kodlarından kurtulup evrensel demokrasiyi çağdaş ilkeler çerçevesinde yeniden yapılandırmasıdır. Bu bakımdan, Türkiye’nin geleneğiyle modernliğini kavga ettiren siyasal anlayışın da dışındayız. Türkiye Doğu’da mıdır, Batı’da mıdır? Türkiye olarak hem Doğu’dayız hem Batı’dayız. Türkiye’nin Doğu ve Batı arasında bir stratejik köprü olduğu anlayışını reddediyoruz. Türkiye bir köprü değildir, Türkiye Doğu’nun ve Batı’nın birleştiği stratejik bir kavşaktır, büyük bir bölge gücüdür.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çelik, lütfen sözlerinizi tamamlayınız, üç dakika süre veriyorum.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Hep beraber göreceğiz; Türkiye, ekonomisini büyüttükçe, Türkiye demokrasisini büyüttükçe, Türkiye sosyal sermayesini artırdıkça, Türkiye iç barışını güçlendirdikçe 2023’e Türkiye bir süper güç olarak girecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Burada en büyük sermaye, en büyük dayanak noktası milletin desteğidir. Bugün, yüzde 50 almış AK PARTİ’yi bölücülüğe destek vermekle suçlayanlar, o yüzde 50’lik kesimi, milletin yüzde 50’sini bölücü olarak suçladıklarının farkında olmayacak kadar millî bilinçten yoksundurlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Ne alakası var?

OKTAY VURAL (İzmir) – Hakaret etme millete.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – O sebeple, AK PARTİ bu millî bilinç çerçevesinde 2023’e Türkiye’yi bir süper güç olarak sokmak üzere hazırlanmış 61’inci Cumhuriyet Hükûmeti Programı’na destek verecektir.

Aziz milletimize ve yüce Meclise saygılar sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın İnce.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Sayın Çelik konuşmasında laf atan arkadaşlarımıza “Korsan bildiri sunanlar.” demiştir. Dünyanın bütün parlamentolarında sataşma vardır, laf atma vardır. Grubumuza hakaret etmiştir. İzin verirseniz, açıklamak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın İnce.

Yeni bir sataşmaya mahal vermeden, İç Tüzük’ün 69’uncu maddesi gereğince iki dakika süre veriyorum Sayın İnce.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in grubuna sataşması nedeniyle konuşması

MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Çelik’le dokuz yıldır aynı Parlamentoda görev yapıyoruz. Başbakandan azar işitmesini istemem. Onun için de söz aldım.

Bakın, 9 Haziran 2011 tarihinde -27 Nisan bildirisini soruyorlar- Sayın Başbakan diyor ki: “Onu bir muhtıra olarak kabul etmiyorum. Bu, o zamanki Genelkurmayın bir yaklaşımıdır.” diyor. Oysa, Sayın Çelik, “27 Nisan bildirisine de, o muhtıraya da dik duran AK PARTİ.” dedi. Sayın Başbakan muhtıra olarak kabul etmiyor, siz muhtıra olarak kabul ediyorsunuz. Aranızdaki bu çelişkiyi düzeltin, bir. (CHP sıralarından alkışlar)

İkincisi, darbeciler, muhtıracılar hepsi orada; hesap sorun -dokuz yıldır- faili meçhul cinayetlerin 17 bin tane olduğunu burada söylemeyin. 6 kez araştırma önergesi verdik, hepsini reddettiniz. Gelin, bunları söyleyin.

Bir diğeri “Korsan yayın yapıyorsunuz.” Bu sözü geri alın lütfen çünkü korsan yayını intihalciler yapar. Bizde intihalci yok. Sağınıza solunuza bakın, intihalci görürsünüz diye düşünüyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Moraliniz bozuk olmuş olabilir o sıralara oturmadığınız için. Lütfen, geçmişi de takip ederseniz, yani şunları görürseniz: Geçmişte faili meçhul cinayetlerle ilgili defalarca Meclis araştırma önergelerini buraya getirmemize rağmen hepsini reddettiniz, Taksim 77 olaylarının araştırılmasını reddettiniz. Bütün bunları siz buraya... Tabii ki motora binmekle kürsüde konuşmak aynı şey değil. İkisini birbirine karıştırırsanız arada çelişkiler ortaya çıkar diye düşünüyorum.

Bizim kimseye hakaret etmek gibi bir derdimiz yok ama dokuz yıldır bu Parlamentoda, bu kürsüde defalarca, defalarca getirmemize rağmen hepsini reddedeceksiniz, 28 Şubatçılardan hesap sormayacaksınız, 12 Eylülcülerin maaşına zam yapacaksınız, 27 Nisanı muhtıra olarak kabul etmeyeceksiniz, bizi de darbeci yapacaksınız. Onun gereklerini 23’üncü Dönem Parlamentosunda yapmıştık. Sanıyorum ki 24’üncü Dönem Parlamentosunda çok daha sert yapacağız bu görüşmeleri diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnce.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Sayın Başkan, sataşma oldu, cevap vermek istiyorum.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Aydın, önce Sayın Dinçer’in bir sözü var galiba.

Sayın Dinçer, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Ben isim vermedim ki niye üzerine alınıyor? Ben isim vermedim ki.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bir saniye.

Sayın Dinçer, lütfen yeni bir sataşmaya mahal vermeden, buyurun.

İç Tüzük’ün 69’uncu maddesi gereğince iki dakika süre veriyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

2.- Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Sayın Çelik de değerlendirme yaparken isim vermemişti.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; çok özetle bir şey söylemek istiyorum. Buradan, benden biraz önce gelip konuşan arkadaş ve etrafındakiler o kadar dürüsttürler ki kendisinden dört yıl sonra, beş yıl sonra çıkmış kitaptan alıntı yaptığım için beni intihalle suçlarlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunlar o kadar dürüstler ki kendilerince, benim kendi kitabımdan aldığım bilgileri intihal yaptığım iddiasıyla dile getirirler. İntihal...

MUHARREM İNCE (Yalova) – Profesörlüğünüz alınmadı mı?

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Dinle ya! Bir dakika dinliyoruz. Siz de grup başkan vekilisiniz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (Devamla) – Benim profesörlüğüm de alınmadı, benim öğretim üyeliğim de alınmadı. Bunun bir kurgu olduğu, bugün kendi arkadaşlarının yaptığı bir senaryo icabıyla gerçekleştirildiği ve o senaryo sahiplerinin de bugün hesap vermekte olduğunu unutarak gelip burada konuşma cesareti gösterirler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Aslında insanların önce ne söyleyeceklerini değil, önce ne duyacaklarını düşünmeleri gerekir. Utanmadan gelip burada hâlâ, bunların hepsinin geri döndüğü hâlde gelip bunları konuşuyor olmalarına hayret ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dinçer.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Siz profesör müsünüz, değil misiniz? Onu söyler misiniz?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Çok saygısızsınız.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Bir saniye Sayın İnce. Önce Sayın Aydın’a bir söz vereyim, sonra size.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, kendisi profesör müdür, değil midir? Profesörlüğünü elinden ben mi aldım, bana niye kızıyor?

BAŞKAN – Bir saniye…

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, Sayın İnce az önceki konuşmasında grubumuza ağır sözler sarf etmiştir…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Anamın ak sütü gibi profesörüm…(AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Dinçer… Lütfen Sayın Dinçer… Sayın Dinçer…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – …doçentim de, doktorum da. Bunların hepsi anamın ak sütü gibi helal. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – YÖK tanıyor mu?

GÜRKUT ACAR (Antalya) – YÖK’ün tarihinde YÖK’ün kararı ne zaman geri alındı?

BAŞKAN – Sayın Aydın, buyurun.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, az önce Sayın İnce konuşmasında grubumuza ağır hakaretlerde bulunmuştur, cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN – Ne söyledi de sataştı?

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Efendim, grubumuza korsanlıkla, intihalden tutun da her türlü hakarette bulunmuştur. (CHP sıralarından gürültüler)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Ben söylemedim bunları.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bir saniye… Sayın Aydın’ın söylediği anlaşılmıyor.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Başbakanımızın bir sözünü geçirerek 27 Mayısla ilgili lafını yanlış dile getirdi. Grubumuza ağır hakaretlerde bulunmuştur. Efendim, cevap vermek istiyorum, cevap hakkını kullanmak istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Dinçer cevap verdi zaten Sayın Aydın. Korsanlıkla ilgili zaten Sayın Çelik söyledi. Ona da Sayın İnce sataşma diye cevap verdi.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Efendim, söylenmesi…

BAŞKAN – Hayır, ne dedi de sataştı, onu söyleyin Sayın Aydın, söz vereceğim.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Faili meçhullerle ilgili laflar söyledi, 27 Mayıs… Darbeleri övdüğümüzü bir şekilde ima etmeye çalıştı efendim. Ben ona cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Çelik’in sözlerini söyledi. Bunda sataşma neresinde Sayın Aydın? Lütfen…

AHMET AYDIN (Adıyaman) – 27 Nisan bildirisiyle ilgili yanlış bir beyanda bulundu efendim.

BAŞKAN – Hayır, ben sataşma olarak değerlendirmiyorum Sayın Aydın, buyurun.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Şandır, buyurun.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Efendim, Sayın Çelik konuşmasında, milliyetçilik iddiasında olanların vizyonunun olmadığını söyleyerek grubumuzu ihsas eden beyanda bulundu.

AHMET YENİ (Samsun) – İsim vermedi.

BAŞKAN – İki dakika süre veriyorum Sayın Şandır, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Başkanım, haksızlık oluyor ama.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bize niye izin vermiyorsunuz?

3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in grubuna sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim.

Bu, ilk günün güzelliği. Bu karşılıklı sataşmalar olacak, bundan hiç kimse yüksünmesin.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Çelik, her konuşmasında… Bilemiyorum, bir başlı sonlu konuşmak imkânımız olsa da bir sohbet etsek Sayın Çelik’le. Ne söylemek istediğini inanın ki anlayamadım ama tutanakları alıp okuyacağım.

Şimdi, bu milliyetçilikten niye rahatsızlık duyuyorsunuz Sayın Çelik, bunu anlamakta zorlanıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

Bakın, milliyetçilik mensubiyet, aidiyet duygusudur. Biz bu millete mensubiyet duyuyoruz. Kim bu millet? Bu millet bu topraklarda yaşayan halkın adı, bu devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan halkın adı bu millettir. Bu milletin adı nedir? Bu milletin adı Türk milletidir. Önce bunu kabul edeceksiniz. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar) “Türk milleti” deyince niye rahatsızlık duyduğunuzu bu millete anlatmak mecburiyetindesiniz, işin özü bu.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Rahatsız olan yok! Rahatsız olan mı var!

MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Rahatsız olmuyoruz!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – İkincisi, Sayın Çelik, vizyondan bahsettiniz. Gerçekten, gelin, bir vizyon tartışması yapalım. Sayın Ünal burada “Türkiye'nin sorunlar ülkesi değil, çözümler ülkesi olacağını” söyledi. Demek ki sorun var ki çözümler aranıyor.

Ben programı çok detaylı okudum. Burada bir faaliyet raporu var, yaptıklarınızı anlatıyorsunuz, yapacaklarınızı -cek, -cak’la söylüyorsunuz, bir vizyon yok. “Siyaset felsefesi” diyor Sayın Çelik, burada bir siyaset felsefesi yok. 2023’e Türkiye’yi nasıl hazırlayacağınızın, bu toplumsal barışı nasıl hazırlayacağınızın, kuracağınızın bir anlatımı yok. Milliyetçiliği suçlarken, oluşturduğunuz, “millî birlik ve kardeşlik” adını verdiğiniz, bu “Kürt açılımı” dediğiniz bu PKK açılımının ülkeyi nereye getirdiğini göreceksiniz. Gidin, Diyarbakır meydanında, meydanda yatan 2 şehidin hesabını önce verin, ondan sonra bir vizyon iddiasında bulunun Sayın Çelik. (MHP sıralarından alkışlar)

Milliyetçileri suçlarken biraz dikkatli olmanızı size tavsiye ederim. Milliyetçilikle nedir probleminiz, bunu gerçekten millete anlatmanız lazım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.

ÖMER ÇELİK (Adana) – Sayın Başkan, Sayın Şandır milliyetçilikle ne problemim olduğunu soruyor. Burada sözlerimde bir çarpıtma var. Müsaade ederseniz açıklamak istiyorum.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Efendim, ismini kullanarak sataşma yapıldı, lütfen…

BAŞKAN – Sayın Çelik, lütfen yeni bir sataşmaya mahal vermeden, 69’uncu madde gereğince, buyurun, iki dakika söz veriyorum ama son söz lütfen… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

4.- Adana Milletvekili Ömer Çelik’in, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

ÖMER ÇELİK (Adana) – Arkadaşlar, AK PARTİ’lilerin milliyetçilikle sorunu yoktur. AK PARTİ’lilerin sorunu “milliyetçilik” adı altında milliyetçi tabanın hassasiyetlerini bir kenara bırakarak başka oluşumların peşine giden ulusalcılıkladır, bu bir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Öyleyse niye o tabiri kullanmadın?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – İkincisi, gerçekten ortada bir milliyetçilik varsa… Biraz evvel burada bir şey söylendi, maalesef kayıtlara geçti, çok vahim bir sözdür o. Bir Genel Başkan Sayın Başbakanımızın vizyonuna “örtülü Baasçılık” dedi. Bütün Orta Doğu’da Baasçılığa karşı en dik sesi Sayın Başbakanımız çıkarırken “Orada ne işin var?” diyenler mi Baasçıdır yoksa Sayın Başbakan mı Baasçıdır? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Nerede? Kaddafi’den ödül aldı. 250 bin dolar…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bütün Orta Doğu’da Baasçılığa karşı en yüksek direnişi gösterirken Sayın Başbakan, Türkiye’nin içindeki bir partinin lideri çıkıyor, Sayın Başbakanın vizyonunu örtülü Baasçılıkla suçluyor. Kim Baasçıdır, kim ulusalcıdır, kim milliyetçidir, yüce millet karar versin.

Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Bakan birinci köşe yazısında intihal için özür dilemişti. Ben onu kastettim, siz kendiniz alındınız. Birden fazla olduğu için… Yarası olan gocunur. Ama kendi köşesinde özür dileyen biri daha var intihal için.

BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen… Sayın İnce…

Şimdi, şahsı adına söz isteyen Kamer Genç, Tunceli Milletvekili.

Buyurun Sayın Genç.

Süreniz on dakikadır.

VI.- HÜKÛMET PROGRAMI (Devam)

1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı’nın görü-şülmesi (Devam)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 24’üncü Dönemin ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum.

Burada bir teşekkür borcumu önce yerine getireyim. Beni 7 defa Tunceli’den seçerek Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderen asil ve soylu Tunceli halkına şükranlarımı ve minnetlerimi belirtiyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Tam 7 defa Tunceli halkı beni seçmiştir, buraya göndermiştir.

Tayyip Bey diyor ki: “Ya, ben bu Tunceli’de niye seçimi alamıyorum?” Gelsin, ben kendisine biraz bilgi vereyim, niye almıyor. Ben ders de veririm bu konularda. Şimdi, bir defa, ben bir iki defa bu kürsüde söyledim. Bir defa Tunceli’ye hiç hizmet gitmiyor. Kendisi gitti 2-3 defa Elazığ’da, dedi ki: “Bu Pertek Köprüsü’nü yapacağız.” Politikacı sözüne güvenilir kişi olması lazım arkadaşlar. Gidiyor, diyor, diyor, hiçbir şey yapmıyor. Yani böyle bir şey olur mu?

Bakın, 10 Mart 2010’da Elâzığ’da bir deprem oldu. Oraya Tayyip Bey gitti, bakanları gitti. Oradaki, Elâzığ’daki vatandaşların dertleriyle ilgilendiler, tabii ki ilgileneceklerdi. Orayı afet bölgesi ilan ettiler, evler yaptılar ama bitişiğinde Tunceli’nin üç ilçesinde, Mazgirt’te, Nazimiye’de ve Pertek’in köylerinde, hatta merkezlerde deprem hasar meydana getirdi. Bir Allah’ın kulu gidip de “Yahu ey Tuncelililer, siz ne yapıyorsunuz? Sizde de depremin etkisi var ama size bir yardım edelim.” demedi. Ben gittim orada köyleri gezdim, o kadar büyük tahribat var ki, benim ısrarla üzerinde durmam üzerine gittiler orada bir araştırma yaptılar, 870 tane ağır hasarlı, 1.500 tane orta hasarlı, 2 binin üzerinde de hafif hasarlı bina tespit ettiler.

Bu seçim arifesinde gezdim arkadaşlar, inanmanızı istiyorum, evler o kadar ayrılmış ki. Köy evleri -yani bu Türkiye'nin her tarafında büyük bir problem- yarın orada bir deprem olduğu zaman bunların hepsi ayrılacak, o insanların üzerine yıkılacak.

Geldim, burada söyledim, diyor ki bir tanesi, aklıevvel birisi: “Efendim, kimse ölmemiş ki biz burayı afet bölgesi ilan edelim.” Yahu, tabii ki Elâzığ’da deprem olmuş, onun yan etkisi oraya geliyor, dolayısıyla evler çatlamış, ayrılmış, yarın ikinci bir depremde o insanların hepsi gidiyor.

Trabzon’da bir şey dinlemiştim, Sayın Bayraktar’ın bir programı, diyor ki: “Biz beş bin tane TOKİ’den ev yaptık Trabzon’a.” Keşke on bin tane yapsaydınız ama ne olur ya şu Tunceli’ye de iki tane bir şey yapın. Yani, yapılan yüz, yüz elli tane şey var ama -veya en fazla iki yüz- onlar da yarım kalmış.

Yani, şu Hükûmete özellikle tavsiyede bulunuyorum, bu köy evlerinin üzerinde durmamız lazım. Gidip gezdiğiniz zaman -gezmişseniz- bu köy evleri maalesef her depremde insanların başına yıkılacak tarzda. Bunları gidip araştırmak lazım, bir plan yapmak lazım, bu toprak evlerden bu insanları kurtarmak lazım.

Şimdi, tabii ki burada AKP bir program getirdi, okudu. Programda bir şey yok arkadaşlar, hep hayal mahsulü, hep işte yapacağız, edeceğiz… Tayyip Bey burada çıkar birlikten bahseder, kardeşlikten bahseder, efendim kucaklayıcılıktan bahseder. Yahu, Allah rızası için sen dokuz yıldır iktidarsın, bir tane sol düşünceli vatandaşı genel müdürlüğe getirdin mi? Bir Alevi vatandaşa bir makam verdin mi? İmtihanlar yapıyorsunuz, kaymakam, hâkim, savcı imtihanlarında Alevi kökenli vatandaşlar, inançlı insanlar, imtihanın baş sıralarını kazanıyorlar, sözlüde sırf bu inançlarından dolayı bunları kazandırmadığınızı defalarca burada söyledim arkadaşlar, defalarca. (CHP sıralarından alkışlar) Ben ayrımcı değilim. Varsa buyurun getirelim.

Arkadaşlar, bakın, şimdi, devri, AKP...

SALİM USLU (Çorum) – ÖSYM yapıyor.

BAŞKAN – Sayın Uslu, Sayın Uslu lütfen...

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, burada demokrasiden bahsediyoruz. Yahu senin Genel Başkanın Tayyip Bey diyor ki: “Hukuk benim işime karışmasın, mahkeme, ben onun işine karışmam.” Yahu, Anayasa’yı okuyan bir cahil bile bu lafı eder mi arkadaşlar? Böyle bir şey olur mu? Yahu senin anayasan diyor ki: “İdarenin her türlü eylem ve işlemleri yargı denetimine tabidir.” Peki, sen hangi kafayla diyorsun ki: “Yargı benim işime karışmasın, ben yargının işine karışmıyorum.” Bunu söyleyen -yani Allah rızası için- demokrat olur mu? Siz, kendi faaliyetlerinizin, işlemlerinizin hukuk yoluyla sınırlanmasını istiyor musunuz, istemiyor musunuz? İstemiyorsunuz.

Bugün Tayyip Erdoğan öyle bir statüye geldi ki Tayyip Erdoğan’ın ağzından çıkan bir laf kanundur, anayasadır, mahkeme kararıdır arkadaşlar. Bugün maalesef yargı bağımsız değil. Bu milletvekillerine “Efendim, biz mahkemeye telefon mu edelim deniliyor? “ Peki, Tayyip Erdoğan seçim sırasında demedi mi ki “Hele bunlar bakalım seçimi kazansınlar tahliye olacaklar mı?” Bu nedir? Tayyip Bey’in mahkemelere yaptığı telefondur bu. Yani “Tahliye edemezsiniz.” demektir bu. (CHP sıralarından alkışlar) Efendim, bir AKP’li bakan demedi mi ki: “Bunlar seçimi kazansalar da tahliye edilemeyecekler.” Arkadaşlar ben sizin lehinize söylüyorum.

Bakın, bir kömür yolsuzluğu oldu. Yani kömür nasıldır? Fakir fukaraya verdiğiniz kömürleri ocaktan 1 lira yerine 100 liraya alıyordunuz. Nakliyeyi 10 lira yerine 100 liraya yapıyordunuz. Bir suistimal tespit edildi, getirdiniz burada bir önerge verdiniz torba kanunda, bunu tuttunuz yani kanun dışına çıkardınız.

Şimdi, bir şeyleriniz hesabına... Mesela bu Arya diye bir şey vardı, borç batağı içindeydi. Tayyip Bey’le Berlusconi’nin bir arkadaşlığı yüzünden 3,6 milyar dolarını getirdiniz devletin sırtına yüklediniz.

Sizin devri iktidarınızda bakın, hangi suistimal... Yahu, Allah rızası için dokuz senedir hiç mi bir istismar yok ya? Hiç mi bir araştırma önergesini kabul etmek gerekmiyor?

Arkadaşlar, Deniz Feneri, bakın, Deniz Feneri... Şimdi, bu Deniz Feneri’ni niye şimdi… Beş senedir, o Zahid Akman niye beş senedir dışarıda geziyor?

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sen işine bak ya!

KAMER GENÇ (Devamla) – Bir gün buraya bir kanun geldi, Tayyip Bey durup dururken efendim, RTÜK başkanlarının yargılanmasına izin verme yetkisini Başbakana attı.

MUHARREM İNCE (Yalova) – 2004’te.

KAMER GENÇ (Devamla) – Niye? Beş sene izin vermediniz arkadaşlar, beş sene.

Şimdi, Zekeriya Karaman -bu Deniz Feneri’ne gelen paraların bir kısmı buraya geldi. Ben bunu söyledim- gitti, benim hakkımda 20 milyar tazminat açtı. 6 defadır mahkemede diyorum ki: “Yahu, şu savcılıktan bu dosyayı getirin.” Bu dosyayı incelediğiniz zaman hakikaten buna para gelmiş mi, gelmemiş mi anlaşılacak. 6 defa savcılık dosyayı göndermedi. Geldim, kürsüde söyledim. Ondan sonra defalarca basına söyledim. Nasıl olduysa şimdi soruşturmayı açıkladılar ama yani yine de mahkemeye teşekkür ederim. İnşallah hak ve hukuk teşekkül edecek ve burada kime ne para gitti, gidecek… Şimdi, Tayyip Bey’e soruyorum: Deniz Feneri’nde Almanya’dan gelen paralar sana geldi mi, gelmedi mi? Bu paralar nereye gitti? Arkadaşlar, bunu öğrenmek benim hakkım değil mi?

Bakın, Zekeriya Karaman gitti, Frankfurt’taki Vakıflar Bankasından 1 milyon 700 bin euro aldı, 400 bin eurosunu Tayyip Bey’in oğlunun bacanağına gönderdi. Tayyip Bey’in oğlu da o zaman gemicik aldı. Ama yani bir bağlantı var mıdır, yok mudur bir araştıralım bunları, bir araştıralım arkadaşlar. Niye bu davalara yayın yasağını koyuyorsunuz?

Beyler, bakın, yani siz bütün soygunları, bütün hırsızlıkları, bütün yolsuzlukları burada getirdiniz kanunlarla örtbas ettiniz. Bugün Türkiye’de denetim yok arkadaşlar. İstanbul Belediyesiyle ilgili verilmiş ihale yolsuzlukları… Kaç senedir Danıştay İstanbul Belediye Başkanı hakkında soruşturma açılması için karar vermiş, İstanbul Savcılığında bu soruşturma açılmıyor. Yahu, peki, hukuk işlemiyorsa bir memlekette, eğer suistimalcilerden hesap sorulmuyorsa biz nerede arayacağız arkadaşlar? Gelin bir araştırma açalım. Bu memlekette kim yolsuzluk yapmışsa Allah belasını versin, üzerine gidelim. (CHP sıralarından alkışlar) Niye arka çıkıyorsunuz? Ya arkadaşlar, biz kimseye iftira atmıyoruz. İstanbul Belediyesinde kaç tane ihale yolsuzluğu var? Danıştay kararıyla verilmiş, İçişleri Bakanlığı soruşturma izni vermiyor ama Danıştaya gitmiş soruşturma evrakla, buna izin verilmesi lazım, iki senedir İstanbul Belediyesi, bunlar hakkında soruşturmayı savcılık açmıyor arkadaşlar.

Şimdi diyor ki: “Siz kendinize göre bir Ergenekon’dan bahsediyorsunuz.” Yahu, kimse bizim içimizde, kim suç işliyorsa, kim rejimi yıkmaya çalışıyorsa Allah belasını versin! En başta biz hesabını soracağız, ama siz… Tayyip Erdoğan diyor ki: “Benim önümde ayağa kalkmadı, işte, buyur, Ergenekon’dan yargılanıyor.” “İşte, bana 1 milyar doları var dedi, şimdi içeride.” Yahu, eğer bu memlekette insanlar hakikaten bir kişinin direktifiyle yıllarca içerdeyse o zaman bu memlekette hak hukuk nasıl olur arkadaşlar? Böyle bir şey olur mu?

Şimdi, bakın, geçen gün, Tunceli’de… Bakın, Beyoğlu Meşrutiyet Caddesi’nde Eti Holding’in merkez binası Pera Tulip diye, bu 80 odalı bir yer, bu Albayraklar’a özelleştirme yoluyla veriliyor, 750 bin liraya arkadaşlar, daha tapu geçmeden birisine 3 milyon dolara satılıyor. Ee, gidelim, araştıralım arkadaşlar. Yani bakın, özelleştirdiğiniz her konuda…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) – …evvela o özelleştirilen müesseseyi devletin parasıyla sıfırlaştırıyorsunuz, bütün işçilerin tazminatlarını ödüyorsunuz ve getiriyorsunuz çok düşük bir fiyatla da bunları yandaşlarınıza veriyorsunuz.

Yahu, insaf arkadaşlar, bu devletin malı hepimizin. Eğer birisi devletin malına el uzatıyorsa Allah belasını versin! Onun elini kıralım, ama gelin bunları araştıralım arkadaşlar. Yani bugün özelleştirme yoluyla verilen o kadar bedava mülkler var ki, Hazineden o kadar verilen bedava mülkler var ki. Bunları, tabii, benim bu beş dakikalık zaman içinde size söylemem mümkün değil ki.

O bakımdan, bakın, memleketimizde yoksulluk, fakirlik almış yürümüş. Yani işte, defalarca dile getiriyoruz burada, Tunceli ilinde hâlâ yolsuz o kadar köy var ki, içme susuz o kadar çok köy var ki. Benim kara yollarım, ilçemin yolu ya, en azından seksen yıllık ilçe, yani iki araba yan yana geçmiyor. Defalarca ilgili kuruma telefon ettim; ya şunu bir yapıverin kardeşim, ne var yani? Yapmıyor. Yani, bunu… Yani, sanki Tunceli ili o Türkiye Cumhuriyeti devleti hudutları içinde değil. Tuncelili vatandaşlar işe alınmıyor. Ancak geldiniz seçimde bütün baskıyı kurdunuz. Aldınız mı oy? Tunceli halkı baskıya gelmez. Gördünüz işte, siz bütün baskıları… Getirdiniz buzdolabı dağıttınız, çamaşır makinesi dağıttınız. Tunceli halkı onurlu; yani her halk, tabii ki, Türkiye’deki halkın hepsi onurlu, soylu bir halktır. Ben halka büyük saygı duyuyorum ama seçimlerde tehdit ettiniz. Basın bütün sizinleydi. CNN Türk, seçimden bir gün önce, Ahmet Hakan Melih Gökçek’i aldı üç saat Cumhuriyet Halk Partisine en büyük iftiraları attı ve ben telefona bağlanmak istedim bizi bağlamadılar.

Devletin bütün yayın organı… İşte, basını tehdit ediyorsunuz. Yayınlanmamış kitaplar için basın mensuplarını alıyorsunuz, aylarca, yıllarca içerilerde hapsediyorsunuz. Bu memlekette hak yoksa, hak arama yolu yoksa, Tayyip Bey “Efendim, yargı ciğerimi kanatıyor.” diyorsa: Bu nasıl bir düşünce arkadaşlar? Bir başbakanlık makamında oturan kişi “Yargı benim ciğerimi kanatıyor” der mi? Şimdi de yargıyı kendine göre dizayn etti, efendim, en haksız kararları “Ee, ne yapalım efendim, yargı karar veriyor.” diyor. Yahu şimdi, yani siz bunları bilmiyor musunuz? Hakikaten artık, şimdi içinizden bir tane vatandaş, bir tane milletvekili, bir tane bakan Tayyip Bey’in keyfîne karşı çıkabilir mi? Altın ticaretini KDV’den istisna ettiniz. Niye ettiniz? Çünkü Tayyip Bey’in yakınları altını ithal ediyor.

FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) – Gene saçmalamaya başladınız.

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, bir gün burada mücevherat, pırlanta alım satımını vergiden istisna ettiniz.

FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) – Seçimler yeni oldu!

KAMER GENÇ (Devamla) – Kimin reyiyle? Sizin reyinizle.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMER GENÇ (Devamla) – Kim yapıyor pırlanta alışverişini? Tayyip Bey’in kardeşi, oğlu…

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) – Ya bir memlekette Tayyip Bey’in… Böyle bir şey olur mu?

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Otur yerine! Tamam.

BAŞKAN – Sayın Genç… Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Devamla) – Arkadaşlar, bu memlekette düzen nasıl sağlanacak?

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Konuşmacı, hem Genel Başkanımız hem de grubumuza ağır hakaretlerde bulunmuştur. Sataşmadan söz istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Canikli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Lütfen, yeni bir sataşmaya mahal vermeden iki dakika…

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

5.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in grubuna sa-taşması nedeniyle konuşması

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İlk günün bu şekilde başlamasını gerçekten istemezdik. Geçmiş dönemlerde de benzer tablolar ortaya çıktı. Eğer bir iddianız varsa...

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Çelik’e mi söylüyorsun?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bir iddianız varsa bunu belgeleriyle ortaya koyarsınız.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya belgeyi veriyoruz.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Canikli, belgeleri ortaya koyduk, siz af yasasıyla affettiniz ama.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Belgeleriyle ortaya koyarsanız ve eğer gerçekten samimi iseniz, yüreğiniz yetiyorsa ayrıca yargıya götürürsünüz, dava açarsınız.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – İzin vermediniz, affettiniz!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bunların önemli bir bölümünün dokunulmazlığı yok.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Üstadım, affettiniz!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bahse konu kişilerin dokunulmazlığı yok. Samimi iseniz, eğer söyledikleriniz iftira değilse, yalan değilse yargıya götürürsünüz, ispat edemiyorsanız, yargıya götürme cesaretiniz yoksa söylediğiniz yalandır, yalandır, yalandır ve iftiradır! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – İzin vermediniz, affettiniz, af yasası çıkardınız!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Tabii, sadece yalan ve iftira yok, cehalet de var değerli arkadaşlar, cehalet de var.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Canikli, kömür yolsuzluğunu af yasasıyla affetmediniz mi?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Eğer belediye şirketlerinin denetime tabi olmadığını söylüyorsanız ve buradan hüküm çıkarıyorsanız en hafif ifadeyle cehalet vardır.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Yargıya fırsat mı verdiniz?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Çünkü belediyenin şirketleri Sayıştay tarafından enine boyuna bütün detayıyla denetlenir, öyle değil mi arkadaşlar?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Kanun çıkardık, kanun, kanun!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Eğer bu kadar bilmiyorsanız, bu kadarını bilmiyorsanız diyecek hiçbir şeyimiz yok. Bakın, daha önce KİT Komisyonu kapsamı dışında bırakılmıştı. Ne zaman çıktı bu kanun? Bizden çok önce. En son çıkardığımız Sayıştay Kanunu ile hepsini denetim kapsamına aldık, bunları biz yaptık.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Ama Sayıştayın denetimlerini yok ettiniz, performans denetimi ortadan kaldırdınız!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Daha önceleri nerelerdeydiniz? Daha önceleri de siz siyaset yapıyordunuz.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayıştayın elini kolunu kırdıktan sonra yaptınız.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, gerçekleri konuşacaksınız, iftira ile bu işler yürümez, hakaretle bu işler yürümez, yalan dolanla bu işler yürümez. Bugüne kadar sakız olarak ağzınızda çiğnediğiniz hiçbir şeyi ispat edemediniz, ortaya koyamadınız, belgelendiremediniz ama hâlâ akıllanmadınız, gerçekten çok ayıptır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Canikli, ispat ettik, affettiniz, af yasası çıkardınız!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Türkiye Büyük Millet Meclisine, Türkiye Büyük Millet Meclisinin şanına bu yakışmıyor, kınıyorum, reddediyorum, ayıplıyorum, bütün ithamları katıyla iade ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Canikli.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Kömür yolsuzluğunu yasayla affettiniz mi?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, birleşime…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bana diyor ki: “Yalan söylüyor.”

BAŞKAN – “Yalan söylüyor.” demedi Sayın Genç. (CHP sıralarından gürültüler)

Bir saniye sayın milletvekilleri… Lütfen…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, sorumun muhatabı Tayyip Bey. Deniz Feneri de bugünlerde çok rağbette. Deniz Feneri soruşturma dosyasını açalım, okuyalım, araştıralım hakikaten Tayyip Bey’e para gitmiş mi, gitmemiş mi?

BAŞKAN – Sözleriniz tutanaklara geçti Sayın Genç, teşekkür ederim.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, yargıya intikal etmiş.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Değerli Başkanım, sataşma var. “İspat” diyorlar, ben izin verirseniz ispat etmek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Ne diye Sayın Vekilim?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Değerli Milletvekili dedi ki: “Efendim, bu söylediklerinizi ispatlamak için buyurun, ispatlayın.” Ben, izin verirseniz…

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bunun yeri mahkeme efendim; yargı, yargı…

BAŞKAN – Hayır, öyle değil; kast ettiği o değil Sayın Milletvekilim.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Şu anda Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesinde yürüyen dava var, onu söyleyeyim ben. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin 1.220 tane soruşturma dosyası var, izin verilmedi; o var.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Başkan, yargıda yani. Karar mı veriyoruz?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Artı, Sayın Milletvekilinin bilmediği bir husus daha var: İçişleri Bakanlığının tüm özel şirketlerle ilgili denetimin yapılmayacağına ilişkin…

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum, tutanaklara geçti.

Birleşime yarım saat ara veriyorum sayın milletvekilleri.

Kapanma Saati: 20.46

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 21.17

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Fatih ŞAHİN (Ankara)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

VI.- HÜKÛMET PROGRAMI (Devam)

1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı’nın görüşülmesi (Devam)

BAŞKAN – Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Şimdi, söz sırası Hükûmet adına söz talebinde bulunan Başbakan -İstanbul Milletvekili- Recep Tayyip Erdoğan’a aittir.

Buyurun Sayın Erdoğan. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi bir kez daha selamlıyorum.

61’inci Hükûmet Programı üzerinde görüş, öneri ve eleştirilerini Genel Kurulla paylaşacaklarını zannettiğim muhalefet maalesef Hükûmet Programı üzerinde herhâlde pek konuşma veyahut da programı okuma fırsatını bulamadılar. Dolayısıyla Hükûmet Programı’yla ilgili de burada en ufak bir şey duymadım, dinlemedim, zaman zaman da kendimi âdeta sanki yargı salonunda hissettim çünkü sadece burada bu konuşuldu. Biz Hükûmet Programı’nı tartışacağımızı zannediyorduk ve ben buna rağmen yine de konuşmacılara şahsım, grubum adına teşekkür ediyorum.

Hükûmet Programı’yla ilgili yapılan eleştirilere veyahut da burada yapılan konuşmalara geçmeden önce, biliyorsunuz, on altı yıl önce bugün, 11 Temmuz 1995’te Bosna-Hersek’in “Srebrenica” adlı kasabasında bir toplu katliam gerçekleştirildi. Savaştan, çatışmalardan, soykırımdan kaçan 10 binlerce Müslüman Boşnak Birleşmiş Milletlerin “güvenli bölge” olarak ilan etmesi nedeniyle Srebrenica kasabasına sığınmıştı. Radovan Karadziç ve Ratko Mladiç komutasındaki milisler kasabayı ele geçirdiler ve bugün dahi tam rakamı bilinmeyen, 10 binin üzerinde olduğu tahmin edilen masum sivilleri birkaç gün içinde toplu katliama tabi tuttular. Geç de olsa Karadziç’in ardından “Kasap” lakabıyla tanınan Mladiç’in de yakalanması, adalete teslim edilmesi Srebrenica üzerindeki kurşun gibi ağır atmosferi bir nebze olsun dağıtmıştır.

Geçen yıl törenlere ben katılmıştım, bu yıl da Başbakan Yardımcımız Bülent Bey katıldılar. Oradaki bütün şehitlere Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine sabırlar temenni ediyorum. Tabii, hâlen aydınlatılması gereken karanlık noktalar olduğunu, hâlen adalete teslim edilmeyi bekleyen zanlılar olduğunu, nereye gömüldüğü bilinmeyen yüzlerce, belki de binlerce kayıp olduğunu biliyoruz. İşte bu nedenle Srebrenica katliamını unutmayacak, unutturmayacağız.

Avrupa’nın ortasında bir daha benzer katliamlar yaşanmaması için Türkiye olarak bu meseleyi takip etmeye devam edeceğiz. Ben buradan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulundan bir kez daha Boşnak kardeşlerimize yürekten dayanışma mesajlarımızı iletiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 12 Haziran seçimleri elbette Türkiye’de her kesime çok önemli mesajlar verdi. Bu mesajları alanlara ne mutlu. Ben burada özellikle bir hususu altını çizerek bir kez daha ifade etmek istiyorum. 1945 yılında Türkiye çok partili döneme adım attı. 1950 yılında ilk kez millet iradesi sağlıklı bir şekilde sandığa yansıdı. 1945’ten bugüne kadar demokrasimiz inişli çıkışlı dönemlerden geçti, çok badireler atlattı, müdahaleler yaşadı. Yaşanan tüm sancılara, acılara, tartışmalara rağmen demokrasimiz sürekli olgunlaştı, sürekli ilerleme kaydetti ve standartlarını her geçen gün daha da ileri seviyelere taşıdı. Açıkçası, 12 Haziran seçimleri, Türkiye’de demokrasinin ulaştığı seviyeyi ve artık sahip olduğu ileri standartları göstermesi bakımından özellikle önemlidir.

İster profesör olsun ister çoban, bu milletin her bir ferdi serbestçe oyunu kullanıyor. Kendi hür iradesiyle kendi tercihini yapıyor. Millet seçimler yoluyla her tartışmaya, her soru işaretine, her anlaşmazlığa ve uyuşmazlığa çok net bir şekilde hakemlik yapıyor ve söylenmesi gerekeni en güzel şekilde söylüyor ve sayın milletvekilleri, 12 Haziran akşamı sandıkların açılması ve ortaya çıkan tablo “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” ilkesine eğer inanıyorsak o zaman yapılması gereken, muhalefet başını iki elinin arasına alacak “Biz nerede, ne yanlış yaptık da acaba yüzde 50 AK PARTİ’ye gitti?” diye bunu düşünmesi lazım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunu düşünmesi lazım. Yani yüzde 26 alacaksın asıp keseceksin, yüzde 13 alacaksın asıp keseceksin. Yok böyle bir şey. Egemenlik kayıtsız şartsız milletinse buna teslim olacaksın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 2 kişiden 1 kişi AK PARTİ’ye oy verdi.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Kimseye teslim olmayız biz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Millet, seçimler yoluyla her tartışmaya, her soru işaretine, her anlaşmazlığa ve uyuşmazlığa çok net bir şekilde hakemlik yapıyor ve bu hakemliğin neticesidir 12 Haziran. Hakemliğe kulak asmayanları hakem sahadan atar. Bağırıp çağırmayla bu iş olmaz, bunu böyle bilin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

12 Haziran seçimlerinde gerek katılımın yüzde 87 gibi çok yüksek bir orana ulaşmış olması gerek temsil noktasında yüzde 95’lik bir oranla Meclisin çok kapsayıcı bir şekilde teşekkül etmesi milletimizin bu noktadaki basiretini açık ve net olarak ortaya koymuştur. Aziz milletimizin sahip olduğu bu demokratik olgunluğun aynı derecede Parlamentoya ve siyasete de yansıması en büyük arzumuzdur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bugün artık, dünün söylemleriyle, dünün kelimeleriyle, düne ait parametrelerle yolumuza devam edemeyiz. Çatışmaya, çekişmeye, birbirinin paçasından tutarak aşağıya çekmeye, karalamaya, iftiraya dayalı bir siyaset anlayışı Türkiye’nin hak ettiği bir siyaset anlayışı değildir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Siyasetçiler -bunun altını çiziyorum- millet kadar vizyon ve ufuk sahibi olmak durumundadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Siyaset kurumu milletle aynı frekansı tutturmalı, aynı yöne bakmalı, Türkiye’nin ulaştığı standartlara paralel bir duruş sergilemek zorundadır.

Bakınız, ben şu hususu her fırsatta ifade ettim: Demokrasilerde muhalefet en az iktidar kadar önemlidir ama muhalefet konumunu bilemiyorsa, marjinalleşiyorsa, o zaman bu ülkede ileri demokrasiden bahsedemeyiz.

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Sizden mi öğreneceğiz?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hele hele ana muhalefet marjinalleşirse bu çok büyük bir tehlikedir. Siz kalkar da “2 arkadaşımız burada yemin etmedikçe biz yemin etmeyeceğiz.” derseniz, bu marjinal bir düşüncedir ve bak, geldiniz, yemin ettiniz. Ne oldu? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ne oldu? Bin düşüneceksin, bir konuşacaksın. Böyle olmazsa, işte böyle olur. Bir taraftan “Millî irade, millî irade, millî irade...” diyeceksin, ondan sonra millî iradeye “Tamam, sen 12 Haziranda konuştun, bundan sonrasına karışma.” diyeceksin. Öyle şey olur mu yahu? Millî irade sana “Gel, Parlamentoda konuş.” dedi, “Git, dışarıda, Atina’da Parlamentoyu şikâyet et.” demedi. Burada konuşacaksın, burada! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ne varsa burada konuşacaksın ve burada konuşacak sözü olmayanlar Atina’ya gider ve durum çok daha farklı hâle gelir.

Onun için, ben, İç Tüzük’ün 2’nci maddesini filan şöyle bir okumanızı tavsiye ederim. Bugüne kadar buradaki durumunuz aslında çok farklıydı ama biz onu hiç gündeme getirmedik, nezaketimizin gereğiydi ve orada da aslında sizin bu salona girmemeniz gerekirdi, girememeniz gerekirdi ve bu İç Tüzük’te var...

MUHARREM İNCE (Yalova) – Aslan gibi de gireriz! Senden mi izin alacağız? Böyle bir şey olur mu yahu?

BAŞKAN – Sayın İnce... Sayın İnce...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – ...ve İç Tüzük’e göre de bir İç Tüzük ihlali yapılmıştır.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bizi buraya millet gönderdi. İstediğimiz zaman gireriz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sen kim oluyorsun da böyle konuşuyorsun!

MUHARREM İNCE (Yalova) – İstediğimiz zaman gireriz.

UMUT ORAN (İstanbul) – Size mi soracağız girip çıkmayı?

(CHP sıralarından “İstediğimiz zaman girer çıkarız” sesi)

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yemini ettikten sonra istediğin zaman girersin ama yemin etmeden durumun tribündekiler gibidir, farklı değildir.

Bakınız, değerli arkadaşlarım...

UMUT ORAN (İstanbul) – İşine bak, işine bak!

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bir ustaya yakışmıyor.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İktidar önüne 2023 gibi bir vizyon koymuşken muhalefet hâlâ o tartışmaları yürütüyorsa, hâlâ bunları sürdürüyorsa, hâlâ eskinin gündemine, eskinin meselelerine takılıp kalıyorsa 1940’ları aşıp bugünlere gelemiyorsa biz bunu ülke adına sağlıklı bir hizmet ortamı olarak görmeyiz. Muhalefet en az iktidar kadar vizyon sahibi olmalıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 12 Haziran seçimlerinden çıkan en net mesaj budur. Hâlâ bir şey öğrenmeyecek misiniz ya? İşte Kasım 2002, tablo ortada. Geliyoruz 22 Temmuza, tablo ortada. Geliyoruz 12 Hazirana, tablo ortada. Bir kendi hâlinize bakın, bir de AK PARTİ’ye bakın. Her şey ortada. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ve bu aziz millet, bu sevgili millet AK PARTİ’ye zikzak yaptırmadı, hep tırmandırdı. Ama sizde istikrar yok ve onun için de sizi muhalefete mahkûm etti. Burada düşüneceksiniz, nerede yanlışımız var diye düşüneceksiniz. Biz hep bunu düşündük, hep bunu halkımızla paylaştık. En geniş manada kamuoyu araştırmalarını yaptırdık. Acaba biz yüzde 46’dayken yüzde 54 niye? Yüzde 34’teyken hemen araştırdık, yüzde 56, yüzde 66 niye? Burayı da biz almamız lazım, bunlar üzerinde de bizim bir tasarrufumuzun olması lazım. Hep bunları çalıştık, devamlı ders çalıştık ve seksen bir vilayette biz varız ama siz seksen bir vilayete daha yeni yeni gitmeye başladınız ve bundan dolayı da biz gururluyuz, seviniyoruz. Niye? Siyaseti seksen bir vilayette yapmamız lazım. Bunun sürekli uyarısını yapa yapa bugüne geldik, şimdi CHP ilk defa bu seçimde bunu yaptı, dilerim ki MHP de yapar, MHP’nin de yapması lazım.

MUHARREM İNCE (Yalova) – 85 korumayla gideceğiz tabii değil mi?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hep beraber bu illerin tamamında bulunmak gerekir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen kendine ders ver, başkasına verme!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ben dersi aldım ve gayet iyi de çalışıyoruz, netice de ortada. Siz ne haldesiniz, ona bak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Biz şunu samimiyetle arzu ediyoruz: Muhalefet bizi eleştirsin, muhalefet yapıcı eleştiriler getirsin, yapıcı öneriler getirsin. Bu şekilde hep birlikte, şu çatının altında, ülkemiz için, milletimiz için hizmet üretelim. Yapıcı eleştiriden asla yüksünmeyiz; istişareden, müzakereden asla kaçınmayız; milletin istifadesine olan her işte el birliği yapmaktan, bir ve beraber çalışmaktan asla gocunmayız. Bizi buraya millet gönderdi ve en nihayetinde hepimiz millet için varız ve millet için çalışıyoruz.

Şimdi, bakınız değerli milletvekilleri, 12 Eylül halk oylamasının ardından, 12 Haziran seçimlerinde millet bize şu iki mesajı gayet açık verdi:

Bir: “Yeni bir anayasa yapın.” dedi.

İki: “Millî birlik ve kardeşlik sürecini kararlı şekilde sürdürün.”

12 Eylülde ortaya çıkan yüzde 58 “evet” oyunun da, 12 Haziranda AK PARTİ’ye verilen yüzde 50 desteğin de verdiği en önemli mesaj işte budur.

Ben burada bulunan her bir arkadaşımın yeni bir anayasa konusunda istekli ve arzulu olduğunu zannediyordum ama dinlediğim konuşmalarda gördüm ki peşinen, şimdiden “Biz yeni bir anayasa çalışmasında iktidarla yokuz.” havası var. Doğrusu buna üzüldüm. Bakın, yine ön kabuller… Daha önce çünkü aynı durumlardan geçtik. “Kapağını açarız, kapatırız veya bize bir çay içmeye gelirler, o kadar…” Bize bu söylendi. Yine anayasa çalışması içindi. Mecliste o zamanki Meclis Başkanımız Sayın Toptan davet yaptı. O davete o zaman Cumhuriyet Halk Partisi dışında MHP ve BDP “evet” dedi ama CHP o davete “evet” demedi. Anayasa çalışmasıydı. Niye? Hiçbir zaman yok. Yirmi altı maddelik paketle ilgili bir çalışma, “Gelin, bunu yapalım.” dedik ve bu çalışmaya yönelik birçok sıkıntılar orada da bu paketin içine konulabilirdi ama baktık ki karşımızda bir üçlü blok: CHP, MHP, BDP. Burada sadece bir nakarat… Geldiler, çıktılar kürsüye, o nakaratı okudular, gittiler, başka bir şey yok ve oylamalara da -ne yapmadılar- katılmadılar. Ee, niye katılmıyorsunuz? Katılın. Demokrasinin gereği bu değil mi? Parlamentoda üye olmanın görevi bu değil mi? İşte bugün bu yaptıklarının tersini orada yaptılar. Farklı bir şekilde yaptılar. Birinde yemin etmemişlerdi, birinde de yemin etmiş olarak aynı şeyi yaptılar. Bunlar demokrasiye yakışmıyor, egemenlik olayına yakışmıyor. Diyorum ki: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” anlayışı size verilmiş bir yetki, bunun gereğini yapın. “Evet” dersiniz, “hayır” dersiniz veya bunun üçüncü bir alternatifi vardır, çekimser kalırsınız. Bunlardan birini yaparsınız ama gelin, bunu burada yapın. Yapmadılar. Ee, ne oldu? Burada bir mücadele, on beş gün ve bize ne dediler? “Aceleniz niye? Anayasa gibi önemli bir şeyi yapıyoruz, aceleniz niye?” Bundan daha acil ne olur? On beş gün gece gündüz çalıştık ve Parlamentodan çıkardık, millete gittik. Ne oldu? Meydanlarda muhalefet “hayır” dedi, biz de meydanlarda “evet” için gayret ettik ve yüzde 58 bizim halkımız bize, bu Anayasa’ya “evet” dedi. Demek ki bak, millet ibreyi düzeltiyor, işin gerçeği bu.

Şimdi de biz yeni bir anayasa için çağrımızı yapıyoruz ama bu çağrıya, bakıyoruz, daha ilk günden “Şu var mı, bu var mı?” Ya, “Şu var mı?”, “Bu var mı?” bırakalım lütfen. Oturalım masaya, neyin olması gerekiyor, bunu konuşalım, ortak akıl oluşturalım, orada bunları konuşalım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Daha masaya oturmadan, âdeta yine bir yargı mensubu gibi hesaba çekmenin anlamı yok. Masayı kuralım. Oturalım bu masada, Anayasa’yı konuşalım. Ama sizin, Allah aşkına, gerçekten böyle bir derdiniz yoksa, böyle bir probleminiz yoksa, kusura bakmayın, biz mevcut yasalarla da bu ülkeyi idare ederiz.

Ha, şunu diyorlar: “Ee, şu anda 326 -Meclis Başkanımızın dışında- oya sahipler, istediğimi yaparım havasında gidiyorlar.” Değerli arkadaşlar, bakın, biz bir defa -işin felsefesi olarak söylüyorum- çoğunluğun azınlığa tahakkümüne karşı olan bir anlayışın mensubuyuz. Ama bunu söylerken, kusura bakmayın, azınlığın da çoğunluğa tahakkümüne müsaade etmeyiz, bunu da böyle bilesiniz, (AK PARTİ sıralarından alkışlar) bunu da böyle bilesiniz.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başbakan, az önce “Teslim olacaksınız.” demediniz mi?

BAŞKAN – Sayın İnce…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve şu anda 326 milletvekilinin burada yapması gereken neyse biz bunu yapacağız, bunu yapacağız, bunu yapmaya mecburuz çünkü milletimiz bize “Orada git, çalış” dedi, “Yat” demedi ve çalışacağız ve buradan yasalar çerçevesi içerisinde çıkarılması gereken neyse, bu yasaları da buradan çıkaracağız çünkü biz hizmet edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, bu aşamadan sonra bize düşen, işte bu iki meselede samimiyetle çalışmak, verilen sözlerin arkasında durmak, Türkiye’yi artık çok farklı bir boyuta, çok farklı standartlara hep birlikte taşımaktır.

Dikkatinizi çekiyorum değerli arkadaşlarım: Terörün bu ülkeye maliyeti 30 bini aşkın insanımızın hayatını kaybetmesinin yanında, bir hesaplamaya göre 300 milyar doların üzerinde bir ekonomik bedel olmuştur. Bu 300 milyar dolar ekonomiye, özellikle de istihdama harcanmış olsaydı bugün Türkiye nerelerde olurdu, bunu ben muhayyilenize bırakıyorum.

Terörün yanında modern, demokratik, katılımcı, özgürlükçü bir Anayasa’mızın olmaması en az terör kadar bu ülkeye bedel ödetmiştir, maliyet yüklemiştir. Enflasyondan faizlere, yatırımlardan borçlanmaya kadar ekonomiyi, günlük hayatı, sokağı, mutfağı ilgilendiren her gösterge geçmişte yaşanan istikrarsızlık ve güvensizlik ortamlarından ziyadesiyle etkilenmiştir.

Son dokuz yılda kaydettiğimiz ilerleme istikrarın, güven ortamının, demokratikleşme alanında attığımız adımların, aktif dış politikanın bir neticesidir. Anayasa ve terör sorununu da geride bıraktığımızda, inanın Türkiye tüm zincirlerinden kurtulmuş ve bu şekilde de geleceğe yürüyecektir, bunu böyle bilmenizi isterim. Yeter ki safralarımızı atalım, yeter ki yüklerimizden kurtulalım, yeter ki bize ayak bağı olan meseleleri çözelim, bizi engelleyen, bizi yavaşlatan sorunları geride bırakalım.

Değerli arkadaşlarım, yine programla ilgili “Hep bu programda -cek, -cak var.” deniyor. Gelecek zaman sigasıdır -cek, -cak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz 2023’ü ve onun önünde dört yılı konuşuyoruz, tabii “-cek, -cak” diyeceğiz, şimdiki zaman sigasıyla konuşulmaz veyahut da geçmiş zamanla konuşulmaz. Ama dokuz yılda yaptıklarımız da var bu programın içerisinde, herhâlde bunu da okumuşsunuzdur. Okuduysanız orada neler yaptığımızı da görüyorsunuz ve bir de ya uçaklarla uçuyorsunuz, sağa sola gidiyorsunuz ya, şu yollardan gidip geliyorsunuz, şu barajlardan sular içiyorsunuz ya, artık bunları görmemezlikten gelmeyin. Marifet iltifata tabidir ya. Bunları da artık görün. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yani şu hastanelerimizin, şu okullarımızın hâlini görün.

MUHARREM İNCE (Yalova) – İsmet Paşa’nın sayesinde çok partili yaşam oldu.

BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Geç o işi canım.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Onun için mi dua ediyorsunuz İsmet Paşa’ya?

BAŞKAN – Sayın İnce...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Geç o işi, geç, geç...

MUHARREM İNCE (Yalova) – Onun sayesinde Başbakan oldunuz.

BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen sabredin.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Geç o işi, geç o işi...

MUHARREM İNCE (Yalova) – Onun için mi dua ediyorsunuz?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Geç o işi. Ne alakası var, ne alakası var?

MUHARREM İNCE (Yalova) – Kim geçti çok partili yaşama?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İsmet Paşa’nın sayesinde bu ülkenin ne bedeller ödediğini de biz biliyoruz, bunları da biliyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hadi geç, geç o işi. (CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Yazıklar olsun.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Konya Alâeddin Camisi’yle alakalı İnönü’ye talimat veriyor “Burayı restore ettir.” diye çünkü ahır olarak kullanılıyordu...

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bunu nerede okudunuz ?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – ...ve temizletmiyor, restorasyonunu yaptırmıyor. Ebediyete intikal ediyor Atatürk ve orayı restore ettirmek de bize kalıyor. Bundan haberin var mı? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bunu nereden okuduysanız...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hepsi belge, belge.

MUHARREM İNCE (Yalova) – ...cumhuriyet düşmanı bir yazardır.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Benim maâdım belgelerle konuşmaktır, havada tavada değil, bunları öğreneceksiniz.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Yazıklar olsun.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız, faizlerin tek haneliye döndürülmesi hayali dahi güç bir hedefti, yüzde 63’ten aldık faizi, yüzde 63 ve bugün faizler, düşünün yüzde 8’e indi. Bunu tabii, ben, Sayın Bahçeli’ye söylüyorum, sizin iktidarınız dönemi, üç buçuk yıl ve Merkez Bankasının gecelik faizi -burası da çok önemli- biz geldiğimizde bir felaketti ve bu konuda da attığımız adımlar çok çok önemli. Bakınız, şunu çok açık, net ifade etmek durumundayım. Özellikle gecelik faizlerin yüzde 7.500’e ulaştığı günleri yaşadık bu ülkede ve hepsinden daha da fecaati -o da tabii, bizler için çok önemli- borç almada -11 Kasım 2002 itibarıyla söylüyorum- yüzde 57 faiz ödedik, bugün yüzde 1,5. Bakın, nereye geldik? Bankaların gecelik faizinin bugün geldiği nokta 6,5; 7.500’den 6,5’a. Bunu artık belgelerle konuşuyoruz, her şey, bu kayıtlarda olan bir şey. Borçlanma vadesi 9,5 aydı, bugün yıllık ortalama 49,6 ay. Buraya geldik. Burada son derece çarpıcı bir rakamı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakınız, enflasyon 30’du ama şimdi enflasyon 6’da. Sizden böyle devraldık. Şimdi buradayız ve…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Biz neyle devraldık Sayın Başbakan, bir de onu anlatın.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Onu sizden önceki iktidara sorun, biz sizden böyle devraldık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ben sizden nasıl devraldığımızı soruyorum. Sizden böyle devraldık, buraya getirdik.

Ve çok daha enteresanı, 2002 yılında Türkiye’de 92 bin adet otomobil satılmıştı, 2010 yılında tarihî bir seviye gerçekleşti ve bir yıl içinde tam 510 bin adet otomobil satıldı. 2010 yılının ilk altı ayında 186 bin otomobil satılmıştı, bu yılın ilk altı ayında ise 290 bin adet otomobil satıldı. Nereye geldiğimizi göstermesi bakımından yani böyle giderse otomobil satışı 1 milyona inşallah yaklaşacak.

Değerli arkadaşlarım, otomotiv sanayisinde üretimimiz özellikle karma olduğunda, 1963 yılında otomobil, kamyon, minibüs, traktör yani toplam otomotiv sanayisi üretimimiz 11 bin adetti 63’te, 80 yılında 68 bin adet, 90 yılında 239 bin adet, 2002 yılında 357 bin adet. Şimdi 2010 yılı toplam üretimini söylüyorum, 1 milyon 125 bin adet. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu yılın ilk altı ayında 645 bin adet. Buradayız.

Bir başka önemli gösterge, 2002’de Türkiye'nin toplam yatırımı, özel artı kamu, 58,6 milyar Türk lirası. 2010 yılında ne kadar biliyor musunuz? 207 milyar Türk lirası.

Krediler: Mevduat bankalarının yurt içinde verdikleri toplam kredi miktarı neydi biliyor musunuz? 2002’de 32 milyar Türk lirası kredi verilmiş, 2010’da 421 milyar Türk lirası, bugün ulaştığımız rakam 499 milyar Türk lirası. (MHP sıralarından “Borç ne oldu?” sesi)

Size ben bu kürsüde hesabı kitabı öğretemedim. Öğrenemeyeceksiniz bu işi! Öğrenemeyeceksiniz bu işi! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bakın, defaatle söyledim, millî gelire oranla biz geldiğimizde yüzde 73’tü, şimdi ise bu yüzde 41’e düştü. Olay bu kadar açık. Öğrenin bunları öğrenin! Daha öğrenemeyeceksiniz! Şu anda Türkiye eğer büyümede dünyada yüzde 11’le birinci sıraya çıkmışsa hikmeti bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Herkes dünyada birinci olan Türkiye'yi konuşuyor, siz ise yetişemediğiniz üzüme “Koruk” diyorsunuz.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Cami arazisinin imarını değiştirip rezidans yaptı mı? Kaç tane cami arazisi değişti, ticarî alana çevrildi?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yanınızdakine biraz sahip olun, ağzından çıkanları duysun! Cami arazilerini rezidans yapmak size yakışır, bize değil! Onları siz iyi bilirsiniz! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başbakan, ben milletvekiliyim, ben milletvekiliyim. Benimle konuşacaksınız!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli arkadaşlarım, 76 üniversiteye 89 üniversite ilave ettik, 89 ve bu devam edip gidecek ve şimdi vakıf, devlet değil, bunun yanında özel sektör de üniversite kurabilecek. Eğer “Buyurun, beraber yapalım.” derse yapacağız.

Burada Sayın Genel Başkan bir ifade kullandı, Kılıçdaroğlu; diyor ki: “Gelin, üniversiteler kendi rektörlerini kendileri seçsin.” Bunu şimdi söylüyorsunuz değil mi? Bunu Kemal Gürüz’ün olduğu yerde, Teziç’in olduğu zamanlarda niye söylemediniz? (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) O zaman CHP yok muydu? Niye o zaman söylemediniz? Şimdi mi geldi aklınız başınıza? Ve çıktılar “Biz YÖK’ü kaldıracağız.” Kusura bakmayın, YÖK’ü biz reforme ederiz, varız ama YÖK’ü niye kaldıralım? Bu üniversitelerin bir denetimi, bir düzenlemesi gerekmez mi? Ha rektörlerin ataması, vesairesi falan bunların hepsini konuşuruz. Bunların hepsini üniversiteler kendileri yapsın. İmtihanlar nasıl yapılacak? Bunların hepsini otururuz, konuşuruz; hepsi eyvallah. Ama bir denetleyen, bir düzenleyen kurumun olması bu işin gereğidir ve kaldı ki YÖK’ü kuran biz değiliz ve YÖK’ten en çok nemalanan sizsiniz, siz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sizsiniz!

Bu üçüncü dönemimizde biz yine “güven” diyoruz, istikrar” diyoruz.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Başbakan, hani yeni anayasa yapacaktınız?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Kardeşlik, hukuk ve demokrasi” diyoruz.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Vesayet kurumlarıyla nasıl anayasa yapacaksınız!

BAŞKAN – Sayın Tanrıkulu, lütfen.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu üçüncü dönemde çok daha gayretli, çok daha hızlı, çok daha coşkulu, çok daha heyecanlı bir biçimde reformlarımızı gerçekleştirmek, milletimizi hizmetlerle buluşturmak istiyoruz.

Bir kere bu dönemde şunu çok önemsiyoruz: Bu ülkede artık doğu, batı, kuzey, güney kavramlarının sadece birer coğrafi kavram olarak kalmasını istiyoruz. “Doğu” denildiğinde geri kalmış, “kuzey” denildiğinde göç eden, “orta” denildiğinde yoksul, “batı” denildiğinde göç alan bölgeler kavramını artık -bunu- ortadan, gündemden düşürmek istiyoruz. Bizim için Türkiye haritası her bir zerresiyle kırmızı ve beyaza boyanmıştır, bunun dışında renk kabul etmiyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

74 milyonu bugüne kadar nasıl gönülden kucakladıysak bundan sonra da aynı şekilde gönülden, yürekten, samimiyetle, hasbilikle kucaklamaya devam edeceğiz. Kaygıları, endişeleri, tereddütleri gidermek, ön yargıları yıkmak biliyoruz ki bizim birinci vazifemiz. Tahrikleri aşarak, kışkırtmaları geçerek 74 milyonun her bir ferdine ulaşmak bizim sorumluluğumuzdur. Tekrar ediyorum, herkesin yaşam tarzı, inancı, dili, kültürü, fikirleri, özgürlük talebi Hükûmet olarak bizim teminatımız altındadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Bahçeli bir şey söylüyor, dil noktasında. Her zaman söylüyoruz Sayın Bahçeli, bu ülkenin resmî dili Türkçedir ama herkes ana dilini rahatlıkla kullanabilmelidir. Bunu her zaman söylüyoruz. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)

CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) – Bu zamana kadar niye söylemediniz?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sen duymadın ben ne yapayım yani? Duyma özürlüysen kusura bakma. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yürütmeyle birlikte yasama ve yargının da aynı vizyonu paylaşması için hukuk ve demokrasi içinde mücadelemizi sürdüreceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu üçüncü dönemde biz AK PARTİ olarak muhalefet partileriyle farklı bir tarzda, farklı bir formatta çalışmak arzusundayız eğer çalışırlarsa; bakın bunu da ben buradan açık söylüyorum. 2023 vizyonuna muhalefet partileriyle el ele, gönül birliği içerisinde hazırlanmak isteriz ve kırıcı, yıpratıcı, tahrik edici bir dil ve üslup yerine yapıcı, yol gösterici, uyarıcı bir eleştiri ve muhalefet kültürünün siyasetimize egemen olmasını istiyoruz.

Perşembe günü de bu kürsüden sizlere özet olarak okuduğum Hükûmet Programı, toplumun tüm kesimlerinde, iş dünyasında, ülkemizde olduğu kadar bölgemizde yeni bir heyecana vesile oldu. Bu programı, toplumun tüm kesimleri ve tüm siyasi partilerle birlikte, sivil toplum örgütleri, iş dünyası, üniversiteler, medya, kanaat önderleriyle birlikte yürüteceğiz. 12 Haziran seçimleriyle Türkiye’de yeni bir sayfanın açıldığına inanıyoruz. Artık hedef, bu yeni sayfanın üzerini gayet ihtimamla doldurmaktır.

Son olarak tabii burada şunu da hatırlatmak isterim: AK PARTİ hükûmetlerinin bu dördüncü programı diğer üçü gibi ulaşılabilir, gerçekleşebilir, ayağı yere basan projelerden oluşmuştur. Yapamayacağımız hiçbir şeyi söylemiyoruz, hayal ticareti, umut simsarlığı hiçbir zaman yapmadık, yapmıyoruz. İmkânların kaynaklarını…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Din ticareti de yapmadınız!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, çok ayıp oluyor!

Değerli arkadaşlar, biz dini yaşarız, tüccarlığını siz yaparsınız. Farkımız bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Türkiye, tarihiyle kültürüyle olduğu kadar milletiyle ve tecrübesiyle büyük bir devlettir. Yeni bir Anayasa’yla biz bu kardeşliği büyütelim istiyoruz.

Ve değerli arkadaşlarım, tabii burada bir iki gerçeği özellikle vurgulamakta fayda görüyorum. Bunlara çok fazla girmeyi de istemezdim, fakat bu İmralı’yla pazarlık meselesi doğrusu beni ciddi manada rahatsız ediyor.

Bakınız, üç buçuk yıllık iktidarınız döneminde İmralı’yla da görüşmeler yapılmıştır Sayın Bahçeli. Bizim dönemimizde de bunun pazarlık olup olmadığını size kim söylüyor? Kim söylüyor size?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gazeteler yazıyor Sayın Başbakan, gazeteler yazıyor.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız, avukatı vasıtasıyla… Avukatıyla görüşmesi yasak mıdır?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bir yalanlayın o zaman efendim. Söyledikleri doğru mu, değil mi?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Biz bunu her zaman yalanladık, bunun gereğini söyledik. Ama ben şimdi size şunu söyleyeceğim: İdam kalkmamıştı, üç buçuk yıllık iktidarınızda. Niçin bunun idamını ertelediniz?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Geç o hikâyeyi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erdoğan, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurun.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İdam kalkmamıştı, vardı, iktidarınız dönemiydi, niçin idamını ertelediniz?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bayatladı o hikâye.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz ertelediniz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bayatladı o hikâye.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bütün imzalarla belgelerini size kaç kez gösterdik.

Bir diğer konu…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bayatladı o hikâye Sayın Başbakan, başka hikâye anlat.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Size göre hikâye, bize göre gerçek. Belgeler elimizde. Bunları hep gösterdik.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başbakan, yanlış, o bilgileriniz yanlış.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hep gösterdik.

Bakın, ben birkaç kez, Sayın Bahçeli çok ağır ifadeler kullandı ve ben meydanlarda, kendilerine, kusura bakmasınlar, çok ağır cevap verdim, dedim ki: Bunu ispat edin, ispat etmezseniz dedim, söyledim…

OKTAY VURAL (İzmir) – İtiraf ettiniz, itiraf.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – İtiraf ettiniz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hayır, hiçbir yerde öyle bir itiraf yok.

OKTAY VURAL (İzmir) – Kendi sözünüzün esiri oldunuz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O size ait, size! Öyle bir itiraf yok. Biz bugüne kadar hiçbir terör örgütünün yöneticileriyle masaya oturmadık. (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O, size ait olan bir şey. Ertelersiniz, ötelersiniz! Ama bize bu asla… Bugüne kadar bizim kitabımızda bu olmamıştır ve bizler…

OKTAY VURAL (İzmir) – 2 Mayıs 2011’de Ali Kırca’ya itiraf ettiniz Siyaset Meydanı’nda. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yalan söylüyorsun!.

OKTAY VURAL (İzmir) – 2 Mayıs 2011’de…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Dürüst değilsin! Doğru konuşmuyorsun!

OKTAY VURAL (İzmir) – Size CD’sini getireyim.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başbakan…

BAŞKAN – Sayın Şandır… Sayın Şandır…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Güneydoğuda, doğuda, her yerde “tek millet” diyen biziz, “tek bayrak” diyen biziz, “tek devlet” diyen biziz, “tek vatan” diyen biziz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – “Türkiyeli” diyen kim?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bir de “Türk milleti” de!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Türkiyeli” demekten de rahatsız değilim. Onu da söyleyeyim size açıkça. Hiç rahatsız değilim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Evet, ben bu vatanın, bu milletin evladıyım ve Türkiyeliyim; bundan da rahatsız değilim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bir diğer konu, onu da söyleyeyim; “Millet” kavramını da lütfen Atatürk’e sorun, onun millet tanımı neyse o tanımı alın, onunla beraber yola devam edelim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Atatürk “Türk milleti” demişti Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bir diğer konu daha var, onu da söyleyeyim, o da şudur değerli arkadaşlarım: Bakınız, benim, değerli arkadaşlarım, şahsımla alakalı konuda, şu andaki yargılananlarla beni aynı kefeye koyma yanlışına, bedbahtlığına düşüyorsunuz.

Bakınız, ben neden dolayı on ay yedim? Ziya Gökalp’in şu şiiri ve onun arkasındaki şu ifadelerimden dolayı, bunu burada tekrar okuyorum: “Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker.” Bu şiir. “Bir şey beni sindiremez. Gökler, yerler açılsa, üzerimize tufanlar, yanardağlar saçılsa, biz oyuz ki imanıyla övündüğümüz ecdadımız titretici şeylere hiçbir gün diz çökmemiş. Zaferlerin kapusu, Anadolu’nun tapusu Malazgirt’ten ta Çanakkale’ye, imanın geçilmez kalesine kadar ecdadımızı zaferden zafere koşturan bu birliktir, bu beraberliktir.” Ben bu ifadelerden dolayı on ay yedim. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar) Fakat sizin savunduğunuz arkadaşlarınız acaba neden dolayı şu anda sanık durumundalar? Bırakın, burada yargıya da müdahale etmeyin.

Ben son şeylerimi söylüyorum: Sayın Kılıçdaroğlu “Haklarında yargı kararı bulunanlar suçlu muydu yemin ettirilmedi?” dedi ve Anayasa’nın 38’inci maddesini okudu. Bir kere şunu hatırlatmak isterim: Bu kişiler aday gösterildiklerinde haklarında dava açılmış, iddianame hazırlanmış, tutuklu oldukları biliniyor. Buna rağmen, âdeta hukukun arkasını dolanmak, âdeta Silivri’ye genel merkezden bir tünel kazmak amacıyla bu şahıslar aday gösteriliyor.

12 Haziran seçimleri öncesinde bir televizyon programında Sayın Kılıçdaroğlu’na soruluyor “Seçildikleri hâlde yargı bu isimleri bırakmazsa ne yaparsınız?” deniliyor. CHP Genel Başkanı da diyor ki: “Yargı kararlarına saygı duyarız.” Gayet güzel. Peki, şimdi ne oldu, yargı kararına neden saygı duyulmuyor? Seçildikten sonra tahliye talepleri reddedilenler hakkında Hükûmet ne yapabilir? Bizden beklenen ne? Yargıya müdahale etmemiz mi bekleniyor? Hâkimleri, mahkemeleri aramamız mı isteniyor?

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, üçer dakika süre verdiniz sayın genel başkanlara. İç Tüzük’te “Fazla verin başbakana.” diye bir şey var mı? Oradan kesersiniz onu.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunu siz yapabilirsiniz ama biz yapılmasına müsaade etmeyiz.

Sayın Genel Başkan bana Anayasa’nın 38’inci maddesini hatırlatıyor. Ben de Sayın Genel Başkana Anayasa’nın 138’inci maddesini hatırlatıyorum: “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”

Üçüncü fıkra: “Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.”

Olay budur ve teknik bir konudur. Bırakalım, yargı ne karar verecekse onu takip edelim.

Vaktimiz yok, bitti. Zaten Sayın İnce de bayağı rahatsız olmaya başladı! Ben de sözlerimi bitiriyorum, teşekkür ediyorum. (Bakanlar Kurulu ve AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Erdoğan.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başbakan konuşmasında Abdullah Öcalan’ın idamıyla ilgili doğru olmayanları söyledi. Dolayısıyla, kendisini millete saygılı olmaya, Milliyetçi Hareket Partisine de saygılı olmaya davet ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.

Şimdi, şahsı adına söz isteyen Nurettin Canikli, Giresun Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Canikli, süreniz yedi dakikadır.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hükûmet Programı üzerinde şahsım adına söz aldım.

Değerli arkadaşlar, biraz önce bu kürsüden gerçekten son derece ağır, iftira niteliğinde, gerçeği yansıtmayan hakaretler yapıldı. Şu kısa süre içerisinde bazılarıyla ilgili araştırma yaptım. Yaklaşımı ortaya koymak, hangi düşüncelerle ve hangi anlayışla böyle bir tavır içerisinde olunduğunu göstermesi açısından gerçekten çok ilginç sonuçlar ortaya çıktı değerli arkadaşlarım. Sadece bugün değil, öteden beri, özellikle muhalefete mensup bazı milletvekili arkadaşlar, fonların yani “Fak Fuk Fon” olarak bilinen fakir fukaraya ayni yardım yapılan işlemlerle ilgili olarak kokmuş makarnaların, mercimeklerin ihalelerinin, bizi kastederek -AK PARTİ kastedilerek- yandaşlarına verildiği çok sık ifade edildi. Seçim çalışmaları sırasında da çok sık gündeme getirildi.

O dönemde ben çok merak ettim, gerçekten bu fonlardan -tırnak içerisinde söylüyorum- bu kurtlu makarnaların ihalesini kimler alıyor? Bu ifade bize ait değil, tırnak içerisinde söylüyorum. Mercimek, un, her neyse. Yani fonlar tarafından fakir fukara vatandaşa ayni yardım çerçevesinde verilen bu yardımları kimler alıyor? Kendi seçim bölgemde bir araştırma yaptım değerli arkadaşlar,  bizim yandaşlarımıza rastlamadım, bir tane yok -yine tırnak içerisinde söylüyorum- bizim yandaşlarımıza hiç rastlamadım. Ama çok ilginç bir tespitimiz var. Giresun’da Espiye ilçesi var değerli arkadaşlar, Espiye ilçesi. Espiye ilçesi fonunun, yani Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’nun 2011 yılı ihalesini kim almış? Ne ihalesi -yine tırnak içerisinde söylüyorum- kokmuş, kurtlu makarna ihalesini, un ihalesini kim almış? Bizim yandaşlarımıza rastlamadım ama ilginç bir isimle karşı karşıya kaldım. Kaymakamların başkanlığında yapılan bu ihaleyi kim alıyor biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Sayın Mehmet Tepealan isminde bir vatandaşımız alıyor. Peki kim bu? Bu, Sayın Mehmet Tepealan, Espiye Cumhuriyet Halk Partisi Kadın Kolları Başkanı Sayın Nilgün Tepealan’ın eşi, kocası.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Yok mu böyle bir hakkı? Yani bu ülke özgür bir ülke değil mi?

MUHARREM İNCE (Yalova) – Peki, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde meclis üyesiyken ihale alıp bugün milletvekili olan var mı? Ufak işlerle uğraşma Canikli!

NURETİN CANİKLİ (Devamla) – Ben, bakın, bir dakika, suçlamıyorum, suçlamıyorum ki. Suçlamadım, ihaleye girmiş, almış. Niye rahatsız oldunuz? Ben suçlamıyorum. Ben şimdi şunu merak ediyorum: Bu kurtlu makarnaları… Yandaşımız olduğunu söylediniz aylarca, yıllarca. Bunu nasıl izah edeceksiniz, nereye sığdıracaksınız bunu ben onu merak ediyorum. Çok merak ediyorum nasıl izah edeceksiniz?

Değerli arkadaşlar, bakın, sadece bu değil…

MUHARREM İNCE (Yalova) – İstanbul meclis üyesiyken belediyeden ihale alıp sonra milletvekili olan var mı?

BAŞKAN – Sayın İnce…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Rahatsız olmayın, ben kimseyi suçlamadım. Niye üzerinize alıyorsunuz ki? Fon ihale yapmış, ihaleye girmiş vatandaşımız almış. Ben sadece bir tespiti sizinle paylaşıyorum. Bir şey demedim, ben suçlamadım. “Kurtlu makarna verdi” dedim mi, öyle bir şey söyledim mi? “Bozuk makarna” dedim mi?

MUHARREM İNCE (Yalova) – Ya soru önergesiyle ortaya çıktı.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Sadece şunu söyledim: Yaptığınız bugüne kadar ki suçlamaların gerçeği yansıtmadığını… Bizim, yandaşımıza rastlamadım ama sizin Kadın Kolları Başkanınızın eşine rastladık. Onu söylüyoruz değerli arkadaşlar. Niye alınıyorsunuz ki?

MUHARREM İNCE (Yalova) – Ben milletvekili var diyorum, bak, milletvekili! İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis üyesiyken belediyeden ihale alıp şimdi milletvekili olan var. Arkadaşlarına bak!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Sadece o kadarla deği. Bakın, biraz önce burada bir konuşma yapıldı, bir özelleştirme işinden bahsederek bazı rakamlar verildi. Ben de bu kısa sürede hemen araştırmamı yaptım. Şimdi, bakın, deniliyor ki ifadede: “Beyoğlu Meşrutiyet Caddesi’nde Eti Holdingin merkez binasındaki bir bölüm işte şu kişiye veya şu firmaya 750 bin liraya özelleştirilmiş” Araştırdım, 3 milyon liraya özelleştirilmiş, 4 kat, 4 katlık bir yanlış var, bu bir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Albayraklar 750 bin lira aynı gün...

BAŞKAN – Sayın Genç...

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Kesin rakam bunlar, kesin rakam. 750 bin lirayla 3 milyon lira arasında tam 4 kat fark var arkadaşlar.

Ayrıca, iki yıl sonra o kişinin, özelleştirmeden 3 milyon liraya alan kişinin satış fiyatı da 4 milyon lira, iki. Bitmedi...

Dediğiniz kişi almamış bu ihaleyi, başka bir firma almış, hiç alakası olmayan bir başka firma almış, üç.

Bakın, iki cümlede üç tane yanlış, üç tane yalan. Arkadaşlar, neresini düzeltelim, hangi birini düzeltelim? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yani sadece o kadarla değil, yine küçük bir araştırma yaptım. İşte, diyorsunuz özelleştirmeler, yandaşlar, peşkeşler, sattınız...

Bakın, özelleştirme uygulamaları Türkiye’de 1986 yılında başlıyor, 2002 yılına kadar bizden önce de devam ediyor on altı yıl boyunca. On altı yıl boyunca özelleştirme yoluyla satılan işletmelerin sayısı 179, adet olarak. Bu 179 işletmenin özelleştirilmesinden elde edilen gelir ne kadar biliyor musunuz? 7,7 milyar dolar. On altı yıl boyunca satılan, özelleştirilen, iktisadi kuruluşlardan elde edilen hasılat 7,7 milyar dolar, 179 adet. Bizim dönemde, 2003-2010 yılları arasında toplam satılan 85 adet -bizden önce satılanın yarısı kadar adet olarak- kamu iktisadi kuruluşlarından özelleştirme yoluyla elde edilen gelir ne kadar biliyor musunuz değerli arkadaşlar? 32,5 milyar dolar.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Canikli, değerlendirme raporları neden açıklanmıyor o zaman?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – 179 adedi on altı yılda 7,7 milyar dolara sattınız, satıldı. Ben sizi suçlamıyorum. Yani bu on altı yılda satanların tümü bu kapsamda, alınmayın. Ama 85 adet iktisadi işletmenin on yılda satışından elde edilen rakam 32 milyar dolar. Eğer bir peşkeş varsa, hangisi peşkeş? Ben sizin takdirlerinize bırakıyorum değerli arkadaşlar.

Son olarak şunu söyleyeyim: İnsanlar, değerli arkadaşlar, her aklına geleni söylememeli, her aklına geleni konuşmamalı, ifade etmemeli; mantığa vurmalı, akıl süzgecinden geçirmeli, mantık süzgecinden geçirmeli, ahlak süzgecinden geçirmeli, ondan sonra konuşmalı tabii ahlak var ise, mantık var ise, akıl var ise, eğer yoksa hiçbir sözüm yok, onlara bir sözüm yok.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Canikli.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın İnce.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Canikli’nin ne dediğini duydunuz. “Tabii akıl var ise, tabii ahlak var ise” dedi.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Ben size bir şey söylemedim.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Burada muhalefeti kastediyorsa onun 100 bin katını kendisine iade ediyorum.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Ben size bir şey söylemedim.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Onda zerresi varsa çıkar oradan özür diler.

BAŞKAN – Tutanaklara geçmiştir Sayın İnce.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, biraz önce benim verdiğim ifadeyi Sayın Canikli reddetti. Bakın, ben veriyorum. Beyoğlu Meşrutiyet Caddesi, Eti Holdingin merkez binası, Pera Tulip, seksen odalı bir yer ve özelleştiriliyor. Albayraklar alıyor, üzerine geçirmeden, aynı gün, 750 bin liraya alıyor -bunun tapu kayıtlarını bana söylediler- ve 750 bin liraya alınan bu yer, bakın, Marmara Holdinge 3 milyon dolara satılıyor.

BAŞKAN – Sayın Genç, Sayın Canikli sizin konuştuklarınıza cevap verdi biraz önce.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, iddia ediyorsa buyursun, gidelim, inceleyelim.

BAŞKAN – Lütfen… Ne demek istiyorsunuz yani!

KAMER GENÇ (Tunceli) – Eğer ben yalan söylüyorsam çıkarım ben burada yalan söylüyorum derim ama o yalan söylüyorsa ne yapacak?

BAŞKAN – Tutanaklara geçmiştir Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Burada meseleyi halledelim Sayın Başkan. Ben mi yalan söylüyorum, o mu söylüyor?

BAŞKAN – Evet, sayın milletvekilleri, Bakanlar Kurulu Programı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Güven oylamasının, Anayasa’nın 110’uncu, İç Tüzük’ün 124’üncü maddeleri gereğince görüşmelerin bitiminden bir tam gün geçtikten sonra yapılması gerekmektedir. Buna göre güven oylaması 13 Temmuz 2011 Çarşamba günü yapılacaktır.

Sayın milletvekilleri, gündemimizdeki konuları görüşmek üzere 12 Temmuz 2011 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 22.15