DÖNEM: 23 CİLT: 87 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
42’nci Birleşim
26 Aralık 2010 Pazar
(Bu Tutanak Dergisi’nde yer
alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar
tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına
uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı:
575)
2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi
ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576)
III. - SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Trabzon Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli’nin, Genel Başkanına sataşması
nedeniyle konuşması
2.- Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli’nin, Trabzon Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebi’nin, Hükûmete
ve Başbakana sataşması nedeniyle konuşması
IV. - TEBRİK, TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın, bütçenin kabulü nedeniyle teşekkür konuşması
V. - OYLAMALAR
1.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı’nın oylaması
2.- 2009 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın oylaması
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 10.00’da açılarak altı oturum yaptı.
TBMM Başkanı
Mehmet Ali Şahin’in, Libya Arap Halk Sosyalist Büyük Cemahiriyesi
Genel Halk Kongresi Başkanı Muhammed Ebulkasım El-Zuvey’in vaki davetine icabetle, beraberinde bir Parlamento
heyetiyle Libya’ya resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi
kabul edildi.
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/960) (S.
Sayısı: 575) ve 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna
Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun
(1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) görüşmelerine devam edilerek, maddeleri kabul
edildi.
Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Balıkesir Milletvekili
Ergün Aydoğan’ın, Hükûmete
ve grubuna,
Trabzon
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Ecevit Hükûmetine,
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin,
57’nci Hükûmete,
Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Trabzon Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Hükûmete,
Sataşmaları
nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında bulunan 537
ve 558 sıra sayılı kanun tasarılarının bu kısmın 4’üncü ve 5’inci sıralarına
alınmasına; diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine,
Genel Kurulun 24
Aralık 2010 Cuma günkü (bugün) birleşiminde 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı ve 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın
oylanmamış maddelerinin oylanmasının tamamlanmasından sonra kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşülmesine, bu birleşimde 558 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına,
İlişkin Danışma
Kurulu önerisi kabul edildi.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
3’üncü sırasında
bulunan, Kütahya Milletvekili Soner Aksoy’un; Yenilenebilir Enerji
Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun (2/340) (S. Sayısı: 395),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
4’üncü sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Arap Devletleri Ligi Arasında
Türkiye’de Bir Misyon İhdas Edilmesine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/903) (S.
Sayısı 537),
5’inci sırasına
alınan, Türk-Arap İşbirliği Forumu Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/581) (S.
Sayısı: 558),
Görüşmeleri
tamamlanarak yapılan açık oylamalardan sonra kabul edildi ve kanunlaştı.
Alınan karar
gereğince, 26 Aralık 2010 Pazar günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime
20.31’de son verildi.
Sadık YAKUT
Başkan Vekili
Fatih
METİN Yusuf
COŞKUN
Bolu Bingöl
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Bayram
ÖZÇELİK Yaşar
TÜZÜN
Burdur Bilecik
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
26 Aralık 2010 Pazar
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.05
BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Yusuf COŞKUN (Bingöl)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 42’nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır.
Gündeme geçiyoruz.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, programa göre, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
ile 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki son
görüşmelere başlıyoruz.
II.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575)
2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî
Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905,
3/1261) (S. Sayısı: 576) (x)
BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.
Hükûmet?
Yerinde.
Sayın milletvekilleri, Genel
Kurulun 8/12/2010 tarihli 28’inci Birleşiminde alınan
karar gereğince bütçe görüşmelerinin sonunda gruplara ve Hükûmete
birer saat süreyle söz verilmesi -ki bu süre birden fazla konuşmacı tarafında
kullanılabilir- İç Tüzük’ün 86’ncı maddesine göre yapılacak son konuşmalarda
lehte ve aleyhte görüş belirtecek konuşmacıların ise onar dakika süreyle
konuşmaları karar altına alınmıştı.
Şimdi, grupları ve şahısları
adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına: Trabzon Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Akif Hamzaçebi, Tekirdağ Milletvekili Sayın Faik Öztrak ve Yalova Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın
Muharrem İnce.
Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına: Giresun Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Nurettin Canikli.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına: Batman Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Bengi Yıldız ile
Siirt Milletvekili Sayın Osman Özçelik.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına: Mersin Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Şandır ile
İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Oktay Vural.
Şahısları adına: Lehinde,
Karaman Milletvekili Sayın Lutfi Elvan; aleyhinde,
Denizli Milletvekili Sayın Hasan Erçelebi.
Sayın milletvekilleri, şimdi
ilk söz, biraz önce de sizlere arz ettiğim gibi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Trabzon Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Akif Hamzaçebi’ye
aittir.
Gruplar adına konuşmalar,
biraz önce ifade ettim, altmış dakika.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, bir hususu bilgilerinize sunmak istiyorum. Genel Kurul, 20 Aralık
2010 tarihli 37’nci Birleşimde yapılan usul tartışması sonucu Genel Kurulda
alınan karar gereği ek süre verilmeyeceği şeklinde bir karar almış. Tabii,
hatiplerin sürelere riayet etmelerini ben de özenle istirham ediyorum ama bu
Genel Kurulun bir kararıdır. Biliyorsunuz benim yönettiğim oturumlarda ben
milletvekili arkadaşlarımıza ek süre veriyordum ancak Genel Kurulun bu kararı
beni de bağlıyor. O nedenle hatiplerin bu karara uygun hareket edeceklerine
inanıyorum.
Sayın Hamzaçebi,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz yirmi sekiz
dakika.
CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hükûmetin
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 yılına ilişkin Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini
açıklamak üzere söz aldım. Sözlerime başlarken sizi saygıyla selamlıyorum.
Bütçe, devletin
harcamalarıyla bu harcamaların kaynağını oluşturan gelirlerin gösterildiği bir
dokümandır, aynı zamanda hükûmet politikalarının bir
uygulama aracıdır. Hükümetler, topluma, halka vadettiklerini
ve bu vaatler uyarınca yapması gerekenleri, yapmak istediklerini bütçelerle
hayata geçirirler. Demokrasilerde devletin yapacağı harcamaların büyüklüğü ve
kapsamıyla, bu harcamaların yapılabilmesi için kaynak sağlamak amacıyla halka
getirilecek olan vergilere millet adına onun seçilmiş temsilcileri karar verir.
Temsilciler, yani Türkiye’de milletvekilleri millet adına hareket ettiğine göre
gerçekte harcamalara, vergilere, borçlanmaya milletin kendisi karar veriyor
demektir. Buna “bütçe hakkı” diyoruz. Millet bütçe hakkını bütçe kanunları
vasıtasıyla kullanır. Bütçelerle harcamaların yapılabilmesi için hükûmete yetki verilir, gelirlerin, vergilerin toplanması
için de izin verilir.
Bütçeler, ekonomide bir yılda
yaratılan gelirin, katma değerin çok önemli bir bölümünün yeniden dağıtılması
aracıdır. 2011 yılı bütçesi için konuşacak olursak, 2011 yılı bütçesi 312,5
milyar Türk liralık bir büyüklüğe sahiptir. Yani ekonomiden 2011 yılında vergi,
vergi dışı gelir ve borçlanma yoluyla 312,5 milyar Türk liralık bir gelir
toplanacak, toplanan bu gelirler bütçede öngörülen harcamalar yoluyla ekonomiye
yeniden iade edilecektir. İşte hem vergilerin ödenmesi hem de bu harcamaların
yapılması toplumu, vatandaşı yakından ilgilendirmektedir.
Vatandaş açısından “2011 yılı
bütçesi bize ne getirecek?” sorusunun cevabı son derece önemlidir. Emekliler,
çalışanlar, işsizler, esnaf, devlet memurları, sanayici, herkes bütçeye
odaklanır, “Acaba 2011 yılı bütçesiyle benim sorunlarım çözülecek mi?”
beklentisi içine girerler. Doğal olarak bütçeyi değerlendirirken toplumun bu
beklentilerinin karşılanıp karşılanmadığına bakmak gerekir.
Adalet ve Kalkınma Partisi
bugüne kadar bütün bütçe görüşmelerinde devamlı olarak 2002’yi referans
almıştır. Yani “2002 yılında biz nasıl bir tablo devraldık?” diye söze girmiş
ve geçen süre içerisinde neler yaptığını ifade etmiştir, bugün de sanıyorum
öyle yapacak. Oysa 2002’nin hesabını biz 2007’de gördük. Aslında 2007’den bu
yana konuşmak gerekir. Ama Adalet ve Kalkınma Partisi mademki 2002’yi esas
alıyor, ben de 2002 yılına ilişkin bazı verileri esas almak suretiyle bugünü
değerlendirmeye çalışacağım.
“2002 yılında Adalet ve
Kalkınma Partisi ekonomi yönetimini devraldığında ekonomide en temel sorun
neydi?” diye bir soru soracak olursak, bunun cevabı: “Ekonomi tasarruf
yapmıyordu, tasarruf yapamadığı için yatırım yapamıyordu. Kamu maliyesi
bozuktu, ekonomi cari açığa mahkûmdu yani yurt dışından gelecek sıcak parayla
ancak büyümesini sağlayabiliyordu. Sıcak paranın gelmediği yıllarda ekonomi
krize giriyordu.”
Doğal olarak, şimdi AKP’nin
dokuzuncu bütçesini konuşurken “Geride kalan sekiz yıllık süre içerisinde
ekonomide var olan riskler aşılmış mıdır, tasarruf yetersizliği sorunu çözülmüş
müdür, geleceğe umutla bakabilir miyiz bu açıdan?” diye bir değerlendirmek,
sormak gerekir.
Ben şimdi size bir tablo
göstermek istiyorum, 2002-2010 yılını gösteren bir
tablo:
Tasarruflar açısından
neredeyiz? Türkiye 2002 yılında özel ve kamu sektörü tasarrufu açısından,
toplam tasarrufların gayrisafi yurt içi hasılaya oranı
olarak yüzde 18,6’lık bir orana sahiptir. Bugün nedir? 2010 yılında bu yüzde
12’lere düşmüştür yani üçte 1 oranında tasarrufumuz azalmıştır.
Kamu sektörü tasarrufu
-aşağıda lacivert çizgiyle görülüyor- 2002 yılında kötüydü, kamu açık
veriyordu, 2005 yılından itibaren düzelmeye başladığını görüyoruz. 2006 yılında
olumlu bir çizgiye gelmişken daha sonra uygulanan seçim ekonomisi ve diğer
politikalar nedeniyle onun da azaldığını görüyoruz, bugün yüzde 0,8’lere düşmüş
durumda.
Özel sektör tasarrufu ise çok
daha vahim bir durumda -yukarıda kırmızı çizgiyle
görülüyor- özel sektör tasarrufu 2002’ye göre bugün üçte 1 oranında azalmış
durumda.
Toplam tasarruflar -özel ve
kamunun toplamı yeşil çizgiyle gözüküyor- 2002’ye göre üçte 1 oranında, 98’e
göre yarı yarıya azalmış durumda.
Bakın, IMF politikaları
Türkiye’yi tasarruf etmeyen bir ülke hâline dönüştürmüştür. Tasarruflar neden
önemli? Tasarruf yapamazsanız yatırım yapamazsınız, yatırım yapacaksanız
dışarıdan kaynağa ihtiyaç duyarsınız, borç alırsınız. İşte “cari açık”
dediğimiz olay burada devreye girmektedir.
Bu da Türkiye'nin sağladığı
büyüme ile cari açık arasındaki ilişkiyi gösteren bir tablo, lacivert çizgi
Türkiye’deki büyümeyi gösteriyor. Bakın, büyümenin olduğu yıllarda cari açık
yükseliyor, cari açığın aşağıya düşmesi cari açığın arttığı anlamında. Şu sıfır
çizgisidir, sıfır çizgisinin altında eksidir. Cari açığın sürekli arttığını
görüyoruz. Kriz yıllarında sadece Türkiye cari açığını azaltabiliyor. Bakın,
burada, 99 yılında cari açık -99 kriz yılıdır bakın- kriz yılında cari açık
azalmıştır. 2000 yılında büyüme başlamıştır, 2001 yılında kriz olmuştur, büyüme
dibe vurmuştur, ama cari açık verilmemiştir, çizginin yukarı çıkması cari
açığın düzeldiği anlamındadır. 2009 yılı: Burada, bakın, yine büyüme dibe
vurmuş, cari açık nispeten toparlanmış, ama ilginç olan, büyümenin düşmeye
başladığı yıldan itibaren -ki bu yıl 2004’ten itibarendir, 2004’te 9,4’lük
büyüme, daha sonra düşüyor- büyüme düşmesine rağmen, ekonomide cari açık
büyümeye devam ediyor. Yani Türk ekonomisi yatırım yapabilmek için yurt
dışından gelen sıcak kaynağa ihtiyaç duyuyor, sıcak para gelmediği zaman
ekonomi krize giriyor.
Şimdi, bu bütçeyi
değerlendirirken burada bir iyileşme öngörüyor mu bu bütçe, buna bakmak
gerekir. Tablo bunu göstermiyor, 2011
yılı, 2012, 2013 yılı rakamları, Orta Vadeli Program rakamları burada hiçbir
iyileşme öngörmüyor.
Sayın Maliye Bakanı ne diyor?
Sayın Maliye Bakanı bütçe konuşmasında bir cümle kullandı, aynen okumayacağım,
bütçe konuşmasının 17’nci sayfasında yazılı. Sayın Maliye Bakanı diyor ki
özetle: “Türkiye ekonomisi büyümek istiyorsa cari açık vermek zorundadır. Cari
açık vermeden büyüyemez çünkü yurt içi tasarruflar yetersizdir.” Hemen ifade
edeyim, bu bir şehir efsanesidir. Sayın Maliye Bakanının burada ekonomi bilimi
yerine şehir efsanelerine dayalı olarak konuşmasını yadırgadığımı ifade etmek
istiyorum. Gerçekleri yansıtmıyor. Sayın Bakan keşke 2000 öncesi rakamlara
zahmet edip birazcık baksaydı.
Bakın, 84-87
dönemini örnek vereceğim. Anavatan Partisinin dört yıllık
iktidar dönemi. Türkiye dört yılda ortalama yüzde 7 büyümüş, dört yılda
ortalama yıllık cari açığı yüzde 1,9. 94 kriz yılını atlıyorum, kriz yılında
cari açık sorun olmuyor biliyorsunuz. 92-97 döneminde
ortalama büyüme yüzde 7,6; ortalama cari açık yüzde 1,6. Sizin, Adalet ve
Kalkınma Partisinin çıkardığı gömleğin iktidarda olduğu 97 yılında ekonomi
yüzde 8,3 büyümüş, cari açık sadece yüzde 1,4. Bir problem var. Türkiye cari
açık vermeden büyüyebilmiş 80’lerde, 90’larda; cari açığa mahkûm değil ama IMF
politikalarını aynen uygulayan Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye ekonomisini
cari açığa mahkûm bir hâle getirmiştir.
Faiz dışı bütçe giderlerine
bir göz atmak istiyorum. Faiz dışı bütçe giderleri şu lacivert çizgi, bakın.
Faiz giderleri ile beraber toplam giderler yüzde 25’lerin üzerinde. Faiz giderlerini
göstermiyorum. Bakın, burada faiz dışı bütçe giderlerinde düşüş var, sonra bir
yükseliş var. Peki, gelirler nerede? Gelir tarafı önemli. Yüzde 22,5’luk bir
gelire sahip Türkiye, bütçe geliri olarak 2002 yılında. Bu gelirlerin
toplamının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde
22,5; vergi, vergi dışı gelirler. Şimdi neredeyiz 2010 yılında? 23’teyiz, 2013
yılı için 22,5’u öngörmüş. İşte ikinci ana problem buradadır. Türkiye aynı
gelir seviyesine mahkûm ama aynı gelir seviyesi nedeniyle harcamalarını
artıramıyor. Oysa sosyal devlet olmanın gerektirdiği harcamalar var, bunları
yapamıyor, yatırım yapamıyor, çünkü geliri sınırlı. Öte yandan, faiz dışı bütçe
giderlerinde bir artış var, gelir sabit. Bu neyi gösteriyor? Bunun gösterdiği,
Türkiye’nin bir vergi reformuna ihtiyacı olduğudur. Türkiye’de vergi oranları
yüksek olmasına rağmen toplam vergi geliri açısından Türkiye son derece
düşüktür, son derece düşük. Sayın Maliye Bakanı bunun rakamlarını verdi, tekrar
etmek ve sizleri rakamlara boğmak istemiyorum. Hem vergi oranlarını düşürmek
gibi bir iddiaya Türkiye sahip olmalıdır hem bu iddiasını ortaya koyarken
toplam hasılatını artırmak gibi bir iddiaya da sahip
olmalıdır ama Hükûmet bu iddiayı ortaya koyabilme
imkânına, perspektifine, vizyonuna sahip değil. Bu vizyona
sahip olmadığı için Türkiye, dar bir alanda mevcut gelirle çarkı döndürmeye
çalışıyor.
Peki, ekonomide durum ne,
sokakta durum ne? Yani rakam bu. Şimdi, vatandaşa ne diyeceğiz ? 2011 yılı bütçesi ne getiriyor? İşsizlikte bir
azalma var mı? Yok. 2002 yılında 2 milyon 464 bin civarında işsiz vardı, şimdi
500 bin daha fazla olmuş. İş bulma ümidi kalmadığı için veya diğer nedenlerle
iş aramayan ama yarın iş bulsa çalışacak olan vatandaş sayısı 2002’ye göre 900
bin kişi artmış. Bu rakam sizin işsiz sayınıza dâhil değil. Siz işsizliği
sadece bir istatistik olarak görüyorsunuz. Onun arkasında, aç kalan, okula
çocuğunu gönderemeyen, okula kahvaltı etmeden giden çocuklar olarak işsizlik
rakamlarını görmüyorsunuz.
Sayın Başbakan, burada, bütçe
konuşmasında bütün bu gerçeklere karşılık bize başka şeyler söyledi. Kendi
dönemlerinde çimento üretiminin ne kadar arttığını söyledi, ham çelik
üretiminin ne kadar arttığını söyledi. Sayın Başbakan diyor ki: “Bizim
dönemimizde çimento üretimi 33 milyon tondan 54 milyon tona çıktı.” Güzel, elinize sağlık. Tabii ki güzel bir şey. Şüphesiz her Hükûmet bir şeyler yapıyor bu ekonomide. Yıllık yüzde 7
artmış. Peki, 80-90
yılları arasında ne olmuş? Sanki önceki hükûmetler
bir şey yapmamış anlamında söylüyor Sayın Başbakan veya onları geçtik
anlamında. 80-90 yılları arasında çimento üretimi her
yıl yüzde 7 artışla 12 milyon tondan 24 milyon tona çıkmış. Peki, 90-2000 yılları arasında ne olmuş? 24 milyon tondan 36
milyon tona çıkmış. Yani Türkiye yerinde saymıyor hükûmetler
döneminde. Ham çelikte ne olmuş? Sayın Başbakan diyor ki: “Bizim dönemimizde 16
milyon tondan 25 milyon tona çıktı.” Elinize sağlık, teşekkür ederiz. Peki,
önceki hükûmetler ne yapmış? Yıllık artış yüzde 7 AKP
döneminde. 80-90 yılları arasında yıllık yüzde 27 artmış, 7 falan değil,
27. 2,5 milyon tondan 9,4 milyon tona
çıkmış. 90-2000 yılları arasında 24 milyon tondan 36
milyon tona çıkmış, 90-2000 yılları iyi yıllar değildir ekonomide; işte, kriz
yılları, koalisyon yılları, istikrarsızlık yılları. Ama burada çok önemli bir
gerçeği Sayın Başbakan dikkatten kaçırıyor: Türkiye imalat sanayisinde yüksek
teknolojili ürünleri üretmekten vazgeçiyor, pazarı kaybediyor. Yüksek
teknolojiye sahip ürünlerin üretimi toplam imalat sanayisi içinde 2002’de yüzde
5,1 iken, şimdi 2009’da 3,7’ye düşmüş. İhracatta aynı ürünlerin payı 2002’de
yüzde 6,2 iken, şimdi 3,5’a düşmüş. Türkiye yüksek teknolojili ürünlerden
vazgeçiyor, diğer ürünlerin üretiminde de önemli ölçüde dışa bağımlı.
Şimdi, sokakta durum nedir?
Tekrar o soruyu sorup... Rakamlar büyüyor, rakamlar şeklen büyüyor. Sayın
Maliye Bakanı asgari ücretin satın alma gücünü bize örnekleyerek verdi,
öğrencilerden rol çalarak yumurta örneğini verdi: “2002’de asgari ücret ne
kadar yumurta alıyordu, şimdi ne kadar yumurta alıyor?” Bu hafta içerisinde bir
konuşmasında da “Asgari ücretli 2002’de ne kadar benzin veya mazot alıyordu,
şimdi ne kadar benzin veya mazot alıyor?” Sayın Bakan, asgari ücretlinin
arabası yok, böyle her gün gitsin, benzin alsın, mazot alsın. Asgari ücretlinin
gıda maddelerine gelelim. Yumurta örneğiniz, rol çaldınız ama güzel. Beyaz
peyniri örnek vereyim, ben de beyaz peyniri örnek vereyim yani herkes bir ürünü
örnek verebilir. Beyaz peynir 2002 yılında asgari ücretle 50 kilo satın
alınabilirken şimdi 44 kiloya düşmüş, gerilemiş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – 34
kiloydu...
ALİ TEMÜR (Giresun) – Yanlış
rakam...
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Evet, siz bakın, “Yanlış” demeyin. Oturup, oturup siz inceleyin.
Bakın…
ALİ TEMÜR (Giresun) – Siz
peynir aldınız mı?
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Siz oturup Türkiye İstatistik Kurumunun sayfasına bakın, yanlışım
varsa çıkıp burada düzeltirsiniz.
Bakın…
ALİ TEMÜR (Giresun) – Yakında
siz peynir aldınız mı? Marketten peynir aldınız mı, marketten
?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) – Konuşmacıya laf atma da incele!
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen yerimizden müdahale etmeyelim Hatibe.
Sayın Hamzaçebi,
siz Genel Kurula hitap edin efendim.
Buyurun.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Bakın, dana eti, 2000… Bırakın, 2002’den her türlü örnek
bulunabilir. O çay, simit hesabınız da çöktü aslında. Dana etine gelelim. Dana
eti 2009 yılında 27 kilo alınıyormuş. Şimdi ne kadar alınıyor? 23 kilo, asgari
ücretle. Diyeceksiniz ki, 2009 kriz yılı yani fiyatlar düşmüş olabilir. 2008’de
de 31 kilo alınıyormuş dana eti. Ama Sayın Bakan belki şunu diyor olabilir: “Et
yemesin ot yesin vatandaş yani sebze yesin.” Sebzelerde durum
vahim. 2009’u almayacağım, kriz yılı, fiyatlar dibe vurmuş; 2008’i
alacağım:
Bakın, asgari ücretli 2008
yılında 366 kilo domates alırken şimdi 217 kilo alabiliyor. Fasulye 248 kilo
alırken şimdi 204 kilo alıyor. Ispanak 346 kilo alırken 294 kilo alıyor.
Çoğaltabilirim bunları. Bakın elimde bir liste var. Kabak, karnabahar, beyaz
lahana, marul, pırasa, salatalık… Çoğaltayım, çoğaltayım. Sebze de alabilecek
durumda değil.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Domatesi 5 liradan almayın.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Sayın Maliye Bakanı ne diyor? “Ben 2010 yılında memura yüzde 5,1
maaş artışı verdim. Efendim, enflasyon farkı olarak da toplarsak 6,3’e geldi.”
E, mutfaktaki enflasyon? Mutfaktaki enflasyon dehşet. Siz
şimdi bu fiyatları dikkate alarak memura, çalışana ve asgari ücretliye gerekli
artışı yaptığınızı söyleyemezsiniz.
Şimdi “Maliye Bakanı rol
çalıyor.” dedim. Sayın Başbakan büyüyen Türkiye’ye ilişkin çeşitli ürünlerin
üretimindeki rakamları veriyor. Evet, bir şeyler büyüyor. İşsizlik rakamı da
büyüyor. Bundan hiç kimse söz etmiyor tabii. Bütün bunlar büyürken Türkiye’de
hayaller küçülüyor, hayaller küçülüyor. İşsizlik artarken insanların hayali,
umudu küçülür, tükenir, yaşama karşı dayanaksız hâle gelirler.
Bakın, birkaç gün önce bir
gazetedeki bir köşe yazarımız bir öğretmenin mektubundan esinlenerek bir yazı
yazmıştı. Öğretmen öğrencilere görev vermiş: “Allah’a mektup yazın.” Yani
Allah’a mektup yazmak nedir? Allah’a dua etmek. Bir
öğrencinin sözleri şu: “Allah’ım, ben bir gün inşallah tost yiyebilirim.” Okul
kantininde arkadaşlarının yediği tosta imrenen ama onu yiyemediği için Allah’a
dua eden öğrenciler var bu sistemde.
OSMAN KILIÇ (Sivas) – Devlet
yardım ediyor.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Evet, devlet yardım etse yiyebilirdi herhâlde. Devlet yardım
etmiyor. Ettiği yardım yetersiz, ona ulaşmıyor. Bugün, öğrenciyi müşteri olarak
gören bir eğitim sistemi var Türkiye’de. 2002 yılında Türkiye’de 600 bin
öğrenci dershanelere giderken bugün 1 milyon 200 bin öğrenci dershanelere
mahkûm durumda. Ne diyor öğrenciler? Üniversite öğrencileri ne diyor? “Biz,
üniversitelerin şirket, öğrencinin müşteri olduğu bir üniversite istemiyoruz.
Harçlar yüksek, bunu istemiyoruz. Yarın üniversiteyi bitirirsek iş bulabilecek
miyiz? Bu endişeyle yaşıyoruz. Bunu istemiyoruz, bu endişeyle yaşamak
istemiyoruz. Özgürlük istiyoruz, eşitlik istiyoruz, iktisadi kaynaklardan
yararlanmada bir denge istiyoruz, fırsat eşitliği istiyoruz. Fırsat eşitliğinin
hayata geçebilmesi için nitelikli eğitim istiyoruz. Hepimiz bunu istiyoruz.”
diyor. Bu talebe duyarsız kalabilir misiniz? Bu talebe, bir senaryoyla
“öğrenciler taş ve molotofkokteyli atıyor” diyerek karşı çıkabilir misiniz?
Kimsenin taş ve molotofkokteyli attığı yok. Dünyanın her yerinde öğrenci
grupları polisle bir gerginlik yaşar, sorun yaşar, seslerini ancak böyle duyururlar.
Demokrasilerde polis, bunlara şiddet değil, aşırı güç değil, ölçülü güç
kullanır. Türkiye’de bu kaçırılmıştır, bu ölçü yoktur. Evet, dikkatli bir dil
kullanalım. Öğrencilerimizi birtakım eski tecrübelere döndürmeyelim, bunları
örnek vermeyelim kendilerine ama öğrencilere de kulak verelim. Sayın Başbakan
diyor ki: “Ben, polisimi öğrenciye ezdirmem.” Sayın Başbakan, polisi, önce, şu
biraz önce verdiğim gıda fiyatlarına ezdirmeyin, onların maaşlarını yükseltin
biraz. Siz bırakın onu.
Şimdi, o öğrenciden örnek
verdim. Evet, TÜİK’in fiyatlarına baktığımızda tost
makinesinin fiyatı düşmüş arkadaşlar! Tost yiyemiyor öğrencilerimiz ama tost
makinesinin fiyatı düşmüş! İşte, TÜİK’in o kalem kalem enflasyon hesabını yaptığı tabloda tost makinesinin
fiyatı düşmüş. Sosyal devletin olmadığı, yetersiz kaldığı bir ülkede teselliyi
dinde arayan, İslam’ın infakında arayan, yani “İhtiyacından fazlasını ihtiyaç
sahibi olana ver, senin ihtiyacından fazla elde ettiğinde ihtiyaç sahibinin de
bir hakkı vardır.” anlayışının da bir kenara atıldığı bir sistemde yaşıyoruz.
Bu infakın modern demokratik devletteki tercümesi sosyal devlettir, güçlü
sosyal devlettir. Güçlü soysal devlet yok. Şimdi teminatsız krediler var,
teşvikler var, iktidarın yakınları için yaratılmış inşaat projeleri var, onlar
için yaratılmış ihaleler var.
Ne diyor burada iktidar
partisinin bir sözcüsü, ilk gün bir şey söyledi: “Şimdi bana eski dosyaları
açtırmayın. 85-95 yılları arasında Türkiye’de 17
milyar dolarlık bir teşvik yağması yapıldı.” diyor. Siz niye hesap
sormuyorsunuz bu iddiayı ortaya koyacağınıza? Ama siz ne yaptınız? 13 Ekim
2010’da bir kanun çıkardınız, 6015 sayılı Kanun, devlet yardımlarının
düzenlenmesine ilişkin Kanun. Oraya bir geçici madde eklediniz, Cumhuriyet Halk
Partisinin itirazlarına rağmen, “Gelin bunu düzeltelim.” dememize rağmen. Ne
dediniz orada: “2001 yılından önce teşvik belgesi aldığı hâlde teşvik
belgesinin öngördüğü yatırımları yapmamış olan mükellefleri, yatırımcıları
affediyorum, onlardan almam gereken vergileri almıyorum, onlar hakkında hiçbir
işlem yapmayacağım.” dediniz. Şimdi, siz ya “17 milyar dolarlık teşvik
yolsuzluğu” derken millete bu kürsüden doğruyu söylemediniz ya da bu 17 milyar
dolarlık yolsuzluğa ortak oldunuz. Bunu izah etmeniz gerekir.
Sayın Başbakan 2007 yılında,
bir grup toplantısında iddialı bir yolsuzluk dosyası açıklamıştı, akaryakıt
yolsuzluğu, toplam 38 milyar dolarlık bir gelir kaybına yol açan yolsuzluk.
“Ülkelerle yazıştık. Birçok ülkeye yazdık, otuz birinden cevap geldi. Otuz bir
ülke diyor ki: ‘Bizden Türkiye 28 milyar dolarlık akaryakıt, petrol ithal
etti.’” diyor. Yine Sayın Başbakan diyor ki: “Biz gümrük kayıtlarımıza
bakıyoruz, 19 milyar dolarlık bir giriş var. Arada 9 milyar fark var, buna ÖTV,
KDV, EPDK payını da ilave ettiğimizde 38 milyar dolara çıkıyor. Daha on yedi
ülkeden de cevap gelmedi, bu rakam büyüyecek.” Şimdi soruyorum: Ne oldu bu 38
milyar dolarlık yolsuzluk? Ya bu doğru değildi, ya bu yolsuzluğa ortak oldunuz.
Nerede, kim, hani, açıklayın, kim yaptı bu 38 milyar doları, ne işlem yaptınız?
Şimdi, bunları söylemek kolay, bunları söylersiniz. Bunlar unutuluyor diye
düşünmeyin.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şimdi, bütçe ne getiriyor? Tarım sektörüne bakalım. Tarım
sektöründe Hükûmet iddialı “Çok iyi şeyler yaptık.”
diyor. Sayın Başbakan bütçe görüşmesinde burada Merhum Başbakan Adnan
Menderes’e sahip çıkan konuşmalar yaptı. Merhum Adnan Menderes Türkiye’de on
yıl başbakanlık yapmış önemli bir siyasi şahsiyettir. Bir darbe sonrasında,
yargının siyasetin emrine girdiği bir dönemde hukuksuz bir şekilde
yargılanmıştır ve idam edilmiştir. O olaylar bize bugün demokrasiye ne kadar
sahip çıkmamız, ne kadar kuvvetle sahip çıkmamız gerektiğini söyler. Evet,
merhum Menderes’i ben de rahmetle anıyorum ama Sayın Başbakan Menderes’e, o döneme
sahip çıkarken, Aydın’da referandum öncesinde miting yapıp, beyaz gömleğini
giyip Menderes’in idam gömleğini sembolize ederken biraz ötedeki Söke Ovası’na
gidip “Pamukta durum nedir?” diye sormuyor, “Adana’daki pamukta durum nedir?”
diye sormuyor. Menderes’in tarım sektörüne gösterdiği sarılmayı, tarım
sektörüne gösterdiği ilgiyi, desteği Sayın Başbakan iş bütçeye gelince
göstermiyor, böyle bir şey yok. 2002 yılında Türkiye 2,5 milyon ton kütlü pamuk
üretirken, bugün pamuk üretimi 1,7 milyon tona düşmüş durumda. Türkiye 2002
yılında ithalatta pamuğa, pamuk ipliği ve pamuklu mensucata 1,3 milyar dolar
öderken bugün yıl sonu itibarıyla 3 milyar dolarlık
bir gider söz konusu.
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, iki dakika süreniz kaldı, ek süre veremeyeceğimi
ifade etmiştim. Lütfen…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Şimdi, tarıma sahip çıkmak bu mudur? Tarıma sahip çıkmak bu mudur?
2002 yılında 1 litre mazot almak için buğday üreticisi sadece 4 kilo buğday
verirken bugün 6 kilo buğdayla 1 litre mazot alabiliyor.
Şimdi, Sayın Başbakan asgari
ücretlinin asgari ücreti ile ne kadar mazot aldığını söylüyor. Sayın Başbakan,
bırakın, şimdi buğday üreticisine gelin, pamuk üreticisine gelin, onlar ne
kadar alabiliyor ona bakalım.
Yine, 2002’de pancar
üreticisi 16 kilo pancarla 1 litre mazot alırken şimdi 25 kilo pancarla
alabiliyor. 1 kilo DAP gübresi için pancar üreticisi 2002’de 5,2 kilo pancar
verirken bugün 8 kilo veriyor. Tarım sektöründe durum bu.
Bütçede ne öngörülmüş tarım
sektörü için? 6 milyar liralık bir ödenek. Yeter mi? Yetmez. 6 milyar nedir?
Gayrisafi yurt içi hasılanın binde 48’i. 2002’de
neydi? Binde 53, onun altına düşmüşsünüz. Peki, 2008’de ne verdiniz? 5,8 milyar
TL, şimdi 6 milyar. Enflasyonu üst üste koyarsanız, büyümeyi bırakalım, 6,9
vermeniz lazım. Onu vermiyorsunuz, onun için çiftçi perişan durumda.
Fındık üreticisinin 169
milyon TL’lik alacağını da 2004’ten bu yana ödemediniz, gasbettiniz
onu. Bakın, “Gasp” ağır bir laf, özellikle söylüyorum, bir Hükûmet
yetkilisi çıksın, düzeltsin “Hayır, devlet gasbetmez,
bunu ödeyeceğiz.” diye ama sekiz yıldır ödemediniz, sekiz yıldır ödemediniz.
Sayın Maliye Bakanı “Biz 2009 bütçesine koyduk, ödemeyeceğiz.” diye bir cevap
verirse şaşırmam.
Şimdi, ne yapmak gerekir?
Değerli arkadaşlar, birkaç çözüm cümlesini söylemek istiyorum:
Birincisi, Türkiye ciddi bir
vergi reformu yapmak zorundadır. Türkiye vergi reformunu yapmadan hiçbir yere
gidemez. Türkiye…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, Genel Kurulun almış olduğu ek süre verilmemesiyle
ilgili bir karar var önümde.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Bir selamlayayım efendim.
BAŞKAN – E, açarsam ek süre
vermiş olacağım.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Sayın Başkan, bütçenin ilk günü vermiştiniz ama.
BAŞKAN – Şimdi, bu kararı da
ben biraz önce öğrendim. Pazartesi günü Genel Kurulumuz ek süre verilmemesiyle
ilgili bir karar almış.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, teşekkür için süre verelim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Verelim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Yani sizin
kararınız. Ben Meclis Başkanı olarak bu karara uymak zorundayım, değişinceye
kadar uymak zorundayım.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Verelim efendim.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın
Başkanım, tümü üzerinde…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sayın Başkan, tümü üzerinde bir istisna olarak verelim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Grup Başkan Vekili
Arkadaşım, buyurun.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın
Başkanım, tümü üzerindeki son görüşmeler olduğu için tüm gruplar toleranslı
davranılmasını uygun bulacaklardır.
BAŞKAN – Ne diyorsunuz Sayın
Şandır?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Başkan, yeni bir karar alalım.
BAŞKAN – Yani, beni “Alınan
Genel Kurul kararına aykırı hareket ediyor.” diye itham etmenizden endişe
ediyorum.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ama
gördük ki o kararın uygulamasında gerçekten hatibe son bir dakika vermek
gerekli oluyor çünkü sözünü tamamlayıp teşekkür etmesi gerekiyor.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sayın Başkan, gruplar arasında bir mutabakat da var.
BAŞKAN – Değerli
milletvekilleri, bakın, grup başkan vekili arkadaşlarımı duyamıyorum; lütfen,
bir uğultu var.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Sayın İnce, buyurun.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkanım, “ilk ve son günler hariç” demiştik efendim.
BAŞKAN – Yalnız, oylamaya
sunulan metinde böyle bir cümle yok.
Efendim, grup başkan vekili
arkadaşlarımız eğer bu konuda bir tolerans göstermem konusunda mutabıksalar ben
sizlere yardımcı olurum.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bir
mutabakat var efendim, gerekiyorsa yeni bir karar alalım.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Mutabıkız Sayın Başkan.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Tamam, tamam.
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, tekrar mikrofonunuzu açıyorum, lütfen Genel
Kurulu selamlayınız efendim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan, sözlerimi toparlıyorum.
Türkiye vergi reformu yapmak
zorundadır. Vergi reformu iki aşamalı olmalıdır. Birincisi: Mevcut vergi
oranları aşağı düşürülmeli. Özellikle istihdam üzerindeki vergi yükü Türkiye'de
aşağı inmek zorundadır. Bu çerçevede sosyal güvenlik primlerinin ağırlığı çok
fazladır, istihdamı cezalandıran bir yapı vardır. Bunu düşürürken toplam vergi hasılatını da artıracak bir programı uygulamaya koymak
gerekir, ama bugüne kadar Hükûmet bunun adını, lafını
etmesine rağmen kendisini buralara getirememiştir, bu önlemi alamamıştır.
AHMET YENİ (Samsun) – Siz bir
tanesini söyleyin, bir tanesini.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Türkiye tasarruflarını artırmak zorundadır, özel sektör
tasarruflarını artırmak zorundadır, bireysel tasarrufları teşvik eden bir model
uygulamak zorundadır. Yine, Türkiye sanayileşmede teknoloji yoğun sektörlere
ağırlık vermek zorundadır.
Devam edemeyeceğim, çünkü
sürem bitti. Sayın Başkanın toleransına da teşekkür ediyorum, hepinize saygılar
sunuyorum. 2011 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Hamzaçebi.
Sayın milletvekilleri, şimdi,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci söz, Tekirdağ Milletvekili Sayın
Faik Öztrak’a aittir.
Sayın Öztrak,
sizin de süreniz yirmi dakika; yirmi dakika içerisinde konuşmanızı tamamlamanızı
istirham ediyorum.
Buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK
(Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 yılı merkezî yönetim
bütçesinin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak
üzere ikinci konuşmacı olarak söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, AKP
İktidarının seçimlerden önce hazırladığı son bütçeyle ilgili konuşmama sekiz
yıllık iktidar döneminin bir değerlendirmesini yaparak başlamak istiyorum. Son
sekiz yıl küresel ekonomide hem oldukça uzun süren olağanüstü bir bolluk
ikliminin hem de en ciddi küresel ekonomik krizlerden birinin yaşandığı bir
dönem olmuştur. Küresel iklimin böylesine belirleyici olduğu bir dönemde,
iktidarın ekonomik performansını değerlendirirken haksızlık yapmamak için dünya
nereye gitmiş, biz nereye gelmişiz, buna bakmak lazım.
Değerli milletvekilleri, bir
ekonominin başarısı üretimiyle ve istihdamıyla ölçülür. Hükûmetin
sürekli eleştirdiği 1980-2002 döneminde Türkiye’nin
ortalama büyüme hızı 150 gelişen ekonomi içinde 49’uncu sıradaymış. Peki,
AKP’nin iktidar olduğu 2003-2009 döneminde Türkiye bu
sıralamada nerede? 88’inci sırada. Değerli milletvekilleri, Türkiye 1980-2002 döneminde, kendine benzeyen ekonomiler arasında
işsizlik oranı en yüksek 49’uncu ekonomiymiş, 2003-2009 döneminde ise 26’ncı
sıraya yükselmiş; büyümede 39 basamak düşen Türkiye, işsizlikte 23 basamak
birden tırmanmış. AKP, işsizliği çözme konusunda bize benzeyen ekonomilerin çok
gerisinde kalmış.
Dış dengeye geldiğimizde,
Türkiye, cari denge/millî gelir oranı bakımından en iyiden en kötüye doğru bir
sıralama yapıldığında, 1980-2002 döneminde 30’uncu
sıradayken 2003-2009 döneminde 71’inci sıraya düşmüş. Türkiye bu sıralamada da
41 basamaklık bir düşüş kaydetmiş.
Sayın milletvekilleri, Sayın
Başbakanın yerden yere vurduğu dönemde, büyümede ilk 50’de olan Türk ekonomisi
AKP elinde hızla irtifa kaybetmiş. İktidar, büyüme ve işsizlikte ülke
performansını düşürürken cari açık sorununu daha da ağırlaştırmış. Bir başka
ifadeyle, yurt dışından diğer ülkelere göre daha fazla borç kullanmasına
rağmen, büyümede de işsizliği çözmekte de bu ülkelerin gerisinde kalmış.
Değerli milletvekilleri,
sekiz yıllık AKP İktidarının katettiği mesafe bu.
Bizlere başarı hikâyeleri anlatıyorlar ancak uluslararası karşılaştırmalar
övünülecek bir başarının olmadığını açıkça gösteriyor. Sayın Başbakan ikide
birde muhalefeti 3 koyunu gütmemekle eleştiriyor. Bu rakamlar, ekonomiyi
yönetmekle koyun gütmek arasında hiçbir ilişki olmadığını ortaya koyuyor.
Yönetmeyi gütmek sananların, ekonomiye sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesinin
pencerelerinden bakmaya devam etmenin, anlattıkları başarı hikâyelerinin aslı
budur.
Değerli milletvekilleri, bu
aşamada iktidarın küresel krizde ekonomiyi nasıl yönettiğine de kısaca değinmek
isterim; çünkü kaptanın ustalığı deniz sakinken anlaşılmaz, ustalık dalgalı
denizlerde ortaya çıkar. Kriz yılları olan 2008-2009
döneminde, Türkiye kendine benzeyen 150 ekonomi arasında en fazla daralan 14’üncü
ülke. Yine, Türkiye kendi liginde, ülkeler arasında işsizliği en fazla artan
6’ncı ekonomi. Dünyada birçok ülkenin aksine bankacılık krizi yaşamayan bir
ekonomide böyle bir çöküşü, nasıl “Dünyada kriz oldu ama bize teğet bile
geçmedi.” diyerek geçiştirebilirsiniz? Çok daha çarpıcı bir rakam var,
dikkatinize sunmadan geçemeyeceğim: Ailelerimizin göz bebekleri, bin bir emekle
büyütüp iş güç sahibi olsunlar diye her türlü fedakârlığa katlanarak
okuttukları gençlerimiz krizde âdeta ezilmiş. Bunu biz söylemiyoruz,
Uluslararası Çalışma Örgütünün rakamları söylüyor. 2007-2009
döneminde genç işsizliği dünyada 1,1 puan, Latin Amerika’da 1,6 puan, Orta
Doğu’da 3 puan, dünyanın en fakir bölgesi Sahra Çölü’nün altındaki ekonomilerde
0,4 puan, bizim de içinde olduğumuz merkez ve güneydoğu Avrupa ülkelerinde 2,8
puan artmış. Aynı dönemde Türkiye’de genç işsizliği ne kadar artmış? 5,3 puan.
Yani dünyanın 5 katına, kendi bölgemizdeki ülkelerin 2 katına yakın. Sadece bu
karşılaştırma bile AKP’nin kriz yönetimindeki yetersizliğini anlatmak için
yeterli. Üniversitelerde yükselen tansiyonun, atılan yumurtaların nedenlerini
biraz da bu tablonun gençlerimizde yol açtığı umutsuzlukta, karamsarlıkta
aramak gerekiyor. Buna rağmen, bu kürsüye çıkan iktidar sözcüleri “Krizde vatandaşa
bedel ödetmedik.” diyebiliyorlar. İşsizlikten, ekmek kapılarının kapanmasından,
gençlerin umudunu yitirmesinden daha ağır hangi bedel olabilir ki?
Tarımı bitirdiler, bedelini
millet ödedi. Kilosu 10 liradan domates, kilosu 30 liradan kıyma yedi. Bayramda
millet ithal kurban kesti. Vatandaş, dünyanın en pahalı benzinini, mazotunu
kullanır hâle geldi. Akaryakıttan alınan vergilerde Türkiye’yi Avrupa şampiyonu
yaptılar. 2009’da benzin üzerindeki vergi yükü, komşumuz Bulgaristan’ın 2,3
katı, Yunanistan’ın 2 katı, Romanya’nın 2,6 katı. Vatandaş tüm bunlarla
mücadele edebilmek, ayakta kalabilmek için borca yüklendi. 2007-2009
döneminde ailelerin borçları yüzde 41,5 arttı, 119 milyar Türk lirasına ulaştı.
Millet kazancıyla değil, borçla yaşar hâle geldi. Vatandaşa ödetilen bu
bedelleri görmemek olsa olsa bunun siyasi hesabını
ödemekten kaçmak için kafayı kuma gömmek olur.
Sayın milletvekilleri, kriz
döneminde yaşanan bu çöküşün ve bolluk döneminde yitirilen fırsatların
arkasında yatan nedenlere bakmakta yarar var. Öncelikle, Hükûmet,
küresel krizin 2006’dan sonra giderek kırılganlaşan Türk ekonomisi üzerindeki
etkisini hafife aldı, “Teğet geçecek.” söylemiyle geçiştirmeye çalıştı.
Başbakan, kendi talep etti, muhalefet olarak tedbir önerdik; küçümsedi, hafife
aldı ama daha sonra hepsini uygulamak zorunda kaldı ancak geç de kaldı.
Kriz KOBİ’lerin, esnafın
krediye ulaşmasını engellemişti, “Derhâl Kredi Garanti Fonu’nu kullanın.” dedik
ancak geçtiğimiz yılın sonuna yetiştirebildiler. “Kriz nedeniyle çiftçi, esnaf,
iş adamı, vatandaş devlete olan borçlarını ödeyemiyor, cezai faizlerin
yüksekliği bu borçları ödenemez hâle getiriyor, bu borçları yapılandırın.”
dedik, düzenleme hâlâ komisyonda. Bir de bizim bu düzenlemeyi desteklememizi
fırsat bilip hem seçimde kullanmak hem de seçim sonrasında kendilerini korumak
amacıyla bir sürü ek düzenlemeyi arkasına taktılar, bunun ortaya çıkardığı
gecikmenin ekonomide yol açacağı tahribat ise umurlarında dahi değil. Aslında,
2007’den itibaren dünyadaki gidişin sürdürülebilir olmadığını söyledik, “Mali
disiplini güçlendirerek krizde kullanabileceğiniz oyun alanını genişletin.”
dedik, bize “Paradigmalar değişti.” dediler. 2007’den sonra mali disiplini
gevşeterek faiz dışı fazlaları hızla düşürdüler, bir de “Seçim ekonomisi
uygulamıyoruz.” dediler. Sonuçta, krizde iç talepteki düşüşü devlet
harcamalarıyla destekleyecek takatleri kalmadı. Kendi ligimizde en fazla
daralan ve işsizliği en fazla artan ekonomilerden biri olduk ancak tüm bunların
ötesinde hem krizde ödenen yüksek bedelin hem de bolluk döneminde yitirilen
fırsatların arkasındaki en önemli neden Hükûmetin
baştan itibaren izlediği yanlış büyüme stratejisidir. İktidar,
2003 yılından itibaren küresel iklimde yaşanan değişikliği görmemiştir,
büyümeyi ve istihdamı küresel sermayenin risk iştahına emanet etmiştir,
ekonominin hazmetme kapasitesinin üzerinde döviz girişine seyirci kalmıştır,
bunun başlangıçta ekonomide yarattığı coşkuyu kendi politikalarının başarısı
olarak görmüştür, çok övündüğü Türk lirasındaki değerlenmenin dış rekabete açık
sektörlerimizde yol açtığı tahribatı ise görememiştir. Bu sektörlerde
yerli girdi kullanımı azalmış, çalışanlar önce kayıt dışına, sonra da üretim
dışına itilmiş, yerli katma değer erimeye başlamıştır. İnşaat ve ticaret
büyümenin motoru olurken büyüme, bize benzeyen ekonomilerin gerisine düşmeye
başlamış, ithalata ve dış tasarruflara bağımlılık hızla artmıştır. Krizde
küresel sermayenin risk iştahının kesilmesi ekonomideki kötü yönetimle
birleşince o büyük çöküş yaşanmıştır.
Değerli milletvekilleri,
iktidar sözcüleri sık sık bu krizi 2001 yılında
yaşanan krizle karşılaştırıyorlar, o dönemde faizlerde ve kurda yaşanan
dalgalanmaları hatırlatarak bu krizin teğet geçtiğini savunuyorlar. Oysa bu
krizde dünyanın hiçbir ülkesinde faizlerde ve kurlarda 1997’de Asya’daki,
1998’de Rusya’daki ve 2001 yılında Türkiye’deki krizlerde görülen dalgalanmalar
yaşanmadı. Bu kiriz bundan öncekilerden farklıydı. Gelişmiş ekonomilerin krizi
aşmak için sisteme bıraktıkları likidite ve gelişmekte olan ülkelerin bahsettiğim
krizlerden sonra gerçekleştirdikleri rejim değişikliği ve reformlar bunda
etkili oldu. Bu kriz doğrudan büyümeyi ve istihdamı vurdu. Türkiye’de bu
göstergelere bakıldığında kendi liginde krizden en fazla etkilenen
ekonomilerden biri oldu.
Değerli milletvekilleri, tek
başına büyümeye baktığımızda bu yıl ekonomide yaşanan hızlı toparlanmayı
memnuniyetle karşılıyoruz ancak bu toparlanmanın dışarıdan yeniden akmaya
başlayan sıcak parayla desteklenen iç talepten kaynaklanması, buna bağlı olarak
artan ithalat ve cari açık bunun sürdürülebilirliği ile ilgili endişelerimizi
artırıyor. Küresel ekonomide kırılganlıklar sürüyor hatta Avrupa’da artıyor, bu
da aynı bölgede bulunduğumuz için bize bulaşma riskini yükseltiyor. Amerika
Birleşik Devletleri yüz milyarlarca dolar basarak dünyayı likiditeye boğmaya
devam ediyor. Bu dolarlar bize benzeyen ülkelere akıyor. Dolar karşısında
değerlenen yerli paralar rekabet gücümüzü hızla aşındırıyor. Bunun sonucunda,
hem gelişmiş ülkelerdeki finans kuruluşları ciddi kârlar sağlayarak krizdeki
zararlarını kapatıyor hem de bize ihracatlarını arttırarak kendi insanlarına iş
ve aş sağlıyorlar. Gelişmiş ekonomiler âdeta krizin bedelini bize ödetiyorlar.
Âdeta, gelişmiş ekonomileri bizim gibi ekonomiler kurtarmaya başlıyor. Tabii,
dünyada böyle uslu çocuk rolünü oynamaya başladığınızda da o çok övündüğünüz,
bugüne kadar kredibilitesi sıfıra inmiş, Asya krizinde
kredibilitesini yitirmiş, son dünya krizinde kredibilitesini yitirmiş
derecelendirme kuruluşları da bizim gibi uslu çocukların notunu artırıyor.
İktidar şu ana kadar bu oyuna
ve cari açığın hızla artmasına seyirci kaldı. Uluslararası Para Fonu, geçtiğimiz
hafta yayınladığı değerlendirmede, bu yıl cari açığın millî gelire oranının
yüzde 6 seviyesinde gerçekleşeceğini öngördü. Bu, 2006 yılındaki rekor açığa
eşit. Cari açığın finansman kalitesi de hızla bozuluyor. Hareket kabiliyeti
yüksek finansmanın yani sıcak paranın payı, ödemeler dengesi finansmanı içinde
hızla artıyor. Özellikle Avrupa’da kırılganlıkların arttığı bir
dönemde, ülkeye krizde en büyük bedeli ödeten politikalara yeniden geri
dönülmesi son derece riskli. Bu çerçevede, uzunca bir süredir,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, finans sisteminde makro risklerin göz ardı
edilmesi ve buna bağlı olarak sıcak paranın yol açtığı balonların ülkemize
verdiği zararları anlatmaya çalıştık, bu konuda Hükûmeti
uyarmaya çalıştık. Daha 2008 yılında yayımladığımız parti programımızda, bu
konuda alınması gereken önlemlere yer verdik.
Hükûmet, sıcak
para sorununu anlamakta ve tanımakta zorlanıyor. Bu çerçevede, Merkez
Bankasının almış olduğu son kararları ilgiyle izliyoruz. Bu yeni arayış
yerindedir ancak geç kalınmıştır. Diğer taraftan, Merkez Bankasının da tek
başına bu süreci idare etmesi mümkün değildir. Bu çerçevede hızla, Maliyet
Bakanlığı, Hazine, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası
Kurulu, Merkez Bankası ve diğer ilgili kurumlardan oluşan bir finansal istikrar
komitesi kurulmalı ve süreç bu komite eliyle yürütülmelidir. Makro risklere
odaklanacak böyle bir komite Merkez Bankasının enflasyonla mücadeledeki
güvenilirliğine halel getirmeden finansal istikrarın kollanmasına olanak
verecektir. Böyle bir yaklaşım, ekonominin küresel sermayenin kaprisleri
karşısındaki dayanıklılığını güçlendirecek, dış açıkların yönetilmesini ve
istikrarlı büyümenin sağlanmasını kolaylaştıracaktır, ancak bu da tek başına
yeterli değildir.
Değerli milletvekilleri,
bütçeyi konuşuyoruz, ancak iktidarın bütçe uygulamalarına baktığımız zaman,
bizden yetki almak için önümüze getirilen rakamlar hiçbir şey ifade etmiyor.
2010 yılı bütçesiyle Hükûmet bizden 230 milyar
liralık faiz dışı harcama yapma yetkisi almış, ancak son getirdiği harcama
tahmini 247,5 milyar Türk lirası. Ek ödenek mi alındı? Hayır. Peki, bu nasıl
yapılıyor? Yani Meclisin vermiş olduğu yetki, yeniden Meclisten yetki almadan
nasıl aşılıyor? Burada, değerli arkadaşlarım, maalesef, Maliye Bakanımız
kendisine bütçe kanunlarıyla ve Kamu Mali Yönetimi Yasası’na da aykırı olarak
verilen aktarma yapma yetkisini, otomatik ödenek sistemini istismar ederek
kullanıyor. Sene sonunda otomatik ödenek alabilen personel ödeneklerinden diğer
kalemlere -yatırım kalemlerine, diğer kalemlere- aktarma yapılıyor. Tabii, öyle
olduğu zaman da huzurumuza gelen bütçeyle ilgili olarak ne yatırımcı
bakanlıkların ne de burada bulunan Meclis grubunun sesi çıkmıyor.
Bakınız, şunu hatırlatmak
istiyorum: Geçen sene Genel Kurula mali kural gelmişti ve mali kuralla ilgili
düzenleme Hükûmetin baskısıyla gelmişti. Ancak
muhalefet partisi olarak biz bu uygulamayı destekledik ve dedik ki: “Gerçekten,
mali kuralı olan bir ekonomi ileriye doğru güvence verir. Mali kuralın
çıkarılmasında çok büyük yarar vardır.” Ne oldu? Genel Kurula indi, birdenbire
mali kuralla ilgili düzenleme geri çekildi. “Peki, sebep ne?” diye araştırırken
birdenbire yatırımcı bakanlar bağırmaya başladı “Biz bu bütçeye sığamıyoruz.”
diye. Peki, bu bütçeye sığamıyorsanız, mali kuralla öngördüğünüzden daha dar
bir bütçeyi neden buraya getirdiniz? Samimiyet bunun neresinde?
Değerli arkadaşlarım, açıkça
söyleyeyim, yapılacak olan şey şudur: Bu bütçeyi zaten AKP’nin ne kadar
uygulayacağı belli değildir. Bu nedenle de sene başında ödeneklerden yine
aktarmalar yapılacak, yine harcamalar yapılacaktır, bu çerçevede de yatırımcı
bakanların bu konuda sesi sedası çıkmayacaktır. Açık söyleyeyim, harcama
disiplini diye bir şey kalmamıştır. “Dış açığı Merkez Bankasına emanet edelim,
biz bu disiplinsizliği sürdürelim.” derseniz, cari açık sorununu çözmek,
istikrarı korumak ve vatandaşın aldığı borçları geriye ödeyebilmesini sağlamak
mümkün olamayacaktır. Her yerde “Biz gidersek aldığınız bu borçları geri
ödeyemezsiniz.” diye vatandaşa baskı yapıyorsunuz. Esas bu politikalarla
boğazına kadar borca batmış olan vatandaş bu borcunu geriye ödeyemeyecektir. Bu
kaptanın ikinci bir fırtınada artık gemiyi batıracağı çok açık seçik, net
gözükmektedir.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye artık seçim sathı mailine girmiştir. Son günlerde kamuoyuna yansımaya
başlayan Cumhuriyet Halk Partisinin projeleri AKP’yi telaşlandırmış
görünmektedir. İktidar, vatandaşları rahatlatacak bu projeler karşısında
yapabildiği en iyi şeyi yapmaktadır; yine vatandaş üzerinde geçmiş korkusu
yaratmakta, küçümsemekte, Cumhuriyet Halk Partisini ucuz halkçılık yapmakla
suçlamaktadır. Oysa hem krizden önce hem de krizde yaptığımız öngörüler ve
tavsiyelerin doğruluğu her geçen gün biraz daha anlaşılmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Cumhuriyet Halk Partisi halkın mutluluğunu, refahını her şeyin önünde görür.
Ekonomik gelişmenin vatandaşa dokunmasını, vatandaşın refahı hissetmesini,
yaratılan hızlı büyümeyle yaratılacak kaynakların da hakça paylaşılmasını
savunur. Bunu yaparken de, hiç merak etmeyin, hesabı kitabı bir kenara
bırakmaz. Cumhuriyet Halk Partisinde hesap kitap, ekonomik istikrarın sürdürülmesi
büyük önem taşımaktadır. Gerçekleştirmeyi vadettiğimiz
her projenin arkasında hem vatandaşı rahatlatmak hem de ekonomide etkinliği
artırarak kalıcı, yüksek büyümeye ulaşma hedefi vardır. Bundan, hiç kimsenin
korkusu, kuşkusu olmamalıdır.
Değerli milletvekilleri, 2011
bütçesinin, ne işsizliği ne de cari açık sorununu çözerek milletin derdine
derman olması mümkün değildir. Hedeflerine baktığımız zaman bu da açık seçik
ortadadır. Örneğin, işsizlik: Bakınız bu bütçeye temel teşkil eden Orta Vadeli
Ekonomik Program’a: İşsizlik bir türlü yüzde 11’in altına düşmüyor. İktidar
döneminizde ülkeyi yüzde 10’luk işsizliğe mahkûm ettiniz. Önümüzdeki üç yılda,
eğer gelirsek vatandaşa diyorsunuz ki: “Yüzde 11 işsizliğe hazır ol.” Bu tabii,
ülkeyi iyi yönetmek anlamına gelmiyor. Neyse ki bu, AKP İktidarının hazırlamış
olduğu son bütçe.
Sözlerimi tamamlarken âdet
olduğu üzere bütçenin hayırlı olmasını diliyor, Genel Kurula bir defa daha
saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Öztrak, teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bütçenin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına son söz, Yalova
Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Muharrem İnce’ye aittir.
Sayın İnce, buyurun efendim.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on iki dakika.
CHP GRUBU ADINA MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan önce,
Sayın Başbakanın çok sevdiği “çark etmek”, “tornistan” sözcüklerine birkaç örnek vermek istiyorum:
Bundan tam iki yüz yirmi üç
gün önce Sayın Başbakan, Zonguldak Karadon’da
madencilerimiz göçük altında kalınca: “Madencilerimiz buradan çıkarılıncaya
kadar Çalışma ve Enerji Bakanımız burayı terk etmeyecek.” dedi ama bakanlar burada.
Yine, Füze Kalkanı Projesi
gündeme geldiğinde “Düğme bizde olacak.” daha sonra “Düğme NATO’da olacak.”
denildi. Bu da tornistana herhâlde ikinci bir örnektir.
Yine, miting meydanlarında,
Kocaeli mitinginde “İşsizliği yüzde 10’un altına düşüreceğiz.” dedi Sayın
Başbakan ama 2010 bütçesinde yüzde 12 olacağı öngörülüyor.
Yine, Ofer’le
“görüştüm, görüşmedim”i, sabah yaktığınız mumun bırak
yatsıya kadar gelmesini ikindide nasıl söndürdüğünüzü hepimiz biliyoruz.
Yine Sayın Başbakanın bütçe
konuşmalarına baktım. 4 Aralık 2007 bütçe konuşmasında “IMF’ye borcumuz 23,5
milyar dolardı.” demiş, 13 Aralık 2010’da yaptığı konuşmada ise borcumuzun 26,5
milyar dolar olarak alındığını söylemiş. Kendisine haksızlık etmeyeyim, Nobel
Ekonomi Ödülü’ne aday gösterilmelidir bence. Millî gelir hesaplama yöntemlerini
bir gecede değiştirerek her Türk vatandaşına 2.354 dolar para kazandıran bir Başbakan yalnızca
bizde vardır.
Şimdi, sizlere memleketten
insan manzaraları sunmaya devam edeceğim:
Nevşehir’in Kozaklı Akpınar
köyünün sekiz aydır suyu elektrik borcu yüzünden akmıyor.
Şırnak’ta öğrenciler mum
ışığında KPSS’ye girdiler. Ardahan’da öğrenciler at
arabasıyla taşımalı eğitim görüyorlar.
Kocaeli Büyükşehir
Belediyesinde, engelli bir çocuğuna saçını süpürge eden anneyi önce “yılın
annesi” seçtiler, daha sonra sendika değiştirmediği gerekçesiyle 10 kez sürgün
ettiler.
Sayın Başbakan on altı
yaşında idam edilen Erdal Eren için gözyaşı döktü, ağladı ama AKP’li Esenyurt Belediyesi, Erdal Eren’i anma gecesi için salon
vermedi.
Meydanlarda “Kenan Evren’i
yargılayacağız.” dediniz ama maaşına zam yapmakta hiç tereddüt etmediniz.
“Özürlülere pozitif
ayrımcılık.” dediniz ama Başbakanlık müşaviri bir kişi, yanında yardımcısı
olmadığı gerekçesiyle uçağa binemedi.
Yozgat’ta otuz günden fazla
rapor aldı diye sözleşmeli öğretmen Metin Kurtçu’yu
ölüme terk ettiniz.
“Doktor sayımız yetersiz, dışardan doktor getireceğiz.” diyen bir Sağlık Bakanı.
“Hayvan sayımız yetersiz,
dışarıdan hayvan getireceğiz.” diyen bir Tarım Bakanı.
Bir buçuk yılda kırk dört
ülkeye yetmiş bir ziyaret yapmakla övünen bir Devlet Bakanı.
Eğitimin farklı iki tanımını
dahi yapamayan bir Millî Eğitim Bakanı.
Yumurta atan öğrenciden siyah
ceketinin sol omzu kirlendiği için davacı olan Vakko
bayisi Devlet Bakanı.
Bugünlerde, geçmişte
düğünlerde “amcasından bir bilezik, halasından bir tencere” diye hediyeler
dağıtılırken, artık Bursa’daki seçimlerde “Bakanımdan bir greyder”
tartışmalarına geldik.
“Sıfır sorun yapacağız.”
deyip elde var sıfır yapan bir hayalci Dışişleri Bakanı.
SONER
AKSOY (Kütahya) – İktidara gelemeyen bir CHP.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Milleti gelişmişlikte 83’üncü, kendisi 2’nci olan bir
Başbakan.
Lübnan’da
katile “katil” deyip Bağdat’ta dili tutulan bir Başbakan.
SONER AKSOY (Kütahya) – Yaşa!
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Dünyanın en pahalı benzinini tükettiren bir Başbakan.
“Sesimizi sadece millet
keser.” deyip milletin sesini polis copuyla kesen bir Başbakan.
Telekom’u
Lübnanlıya sattıktan sonra sultan gibi karşılanan bir Başbakan.
İngiliz viski şirketlerinin
500 milyon dolarlık borcunu affedip Çayyolu’nda
içkili mekân bastıran bir Başbakan.
AHMET YENİ (Samsun) – Siz
bütçeden anlamaz mısınız, bütçeden?
MUHARREM İNCE (Devamla) – Bir
yakasında Kaddafi’nin İnsan Hakları Ödülü, öbür
yakasında Yahudi Cesaret Ödülü, boynunda İslam’a Hizmet Ödülü’nü taşıyan bir
Başbakan. (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) –
Bütçeyle ilgili bir sözünüz yok mu, bütçeyle?
MUHARREM
İNCE (Devamla) – “Yargıç devletine son.” deyip kadı devletini kuran bir
Başbakan.
Taksimetrede bile gece
tarifesi yokken, sağlıkta gece tarifesi başlatan bir Başbakan.
167 ülke arasında ülkesini
demokrasi liginde 89’uncu sıraya gerileten bir Başbakan.
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Yüzde 48 oy alan AK PARTİ, onu da söyle.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Ardahan’da çiftçinin tezeğine icra gelmesini seyreden bir
Başbakan.
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Yüzde 58 “Evet.” veren bir millet, onu da söyle.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
DGM’leri kaldırıp acımasız yargılama usullerini özel yetkili mahkemeler eliyle
sürdüren bir Başbakan.
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Kırk senedir iktidara gelemeyen CHP.
MUHARREM
İNCE (Devamla) – Hak arayanların, Tekel işçilerinin, öğrencilerin,
öğretmenlerin seyahat özgürlüğünü engelleyen bir Başbakan.
Yumurtadan
Ergenekon çıkaran bir Başbakan.
Dumansız
hava sahasında bir numara, yalansız hava sahasında son numara bir Başbakan. (CHP
sıralarından alkışlar)
Kendi
yurttaşlarını ABD ilaç şirketlerine kobay olarak kullandıran bir Başbakan.
Cari açıkta, borç stokunda,
protestolu senetle karşılıksız çek sayısında, bütçe açığında rekor kıran bir
Başbakan.
Şehir merkezindeki değerli
arsaları olan okulları satmak için kanun çıkaran bir Başbakan.
“Benden taraf olmayanı
bertaraf ederim.” diyen bir Başbakan.
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Boş konuşan bir Muharrem İnce.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Polis copunu hükûmet etme biçimi hâline getiren bir
Başbakan.
İsrail ormanları için yangın
söndürme uçağı bulup Haydarpaşa Garı için bulamayan bir Başbakan.
Camdan
konuşunca kültürlü, candan konuşunca küfürlü bir Başbakan.
AHMET KOCA (Afyonkarahisar) – Kamer Genç ne söyledi? Senin partinin
milletvekili söyledi.
AHMET YENİ (Samsun) – Kamer
Genç söyledi.
MUHARREM İNCE (Devamla) -
İhale mevzuatını sekiz yılda 23 defa değiştiren bir Başbakan.
“Polis
İmdat” hattını kaldırıp “imdat polis” hattını kuran bir Başbakan.
AKP Programı’nda, asgari
ücretten kademeli olarak vergileri azaltacağınızı söylediniz. Bunu yapmadınız
ama Telekom’u sattıktan sonra kurumlar vergisini azalttınız. Zümrütte, yakutta,
elmasta vergiyi kaldırdınız. Benzin istasyonlarını vergi dairesine
dönüştürdünüz, verginin vergisini aldınız.
Devletin kodlarıyla
oynadınız. “Devlet adamlığı” kavramını yerle bir ettiniz. Valileri kamyonun
şoför mahalline oturtup kömürcü yaptınız. Görevden alınan valiler de “Her genç
kızın başına gelebilir bunlar.” dedi. Devletin geleneklerini yok ettiniz.
Devlet adamlığı ciddiyetini ortadan kaldırdınız.
Bu milletin, doksan yıl önce
birlik ve beraberliğini kuran bu milletin sekiz yılda birbirine düşmesine sebep
oldunuz.
İmralı’ya gündem belirleten, tarikatlarla koalisyon kurup Bakanlar Kurulunu
paylaştıran bir Hükûmet oldunuz.
Devletin valisine,
müsteşarına, bakanına “Benim bakanım”, Benim valim” deyip Apo’yla
görüşme konusunda “Ben görüşmedim, devlet görüştü.” dediniz ve siz, sayın
milletvekilleri, bu Bakanlar Kurulunu, Başbakanı aklayan paklayan sayın
milletvekilleri, Kâbe’de, Mekke’de tavaf ederken Mecliste oy kullanma
becerisini gösteren sayın evliyalar, siz de bunlara seyirci kaldınız. (CHP
sıralarından alkışlar)
Bu kürsüden defalarca
rahmetli Adnan Menderes’ten söz ettiniz, onun takipçisi olduğunu söylediniz ama
onun hatırasına en büyük saygısızlığı siz yaptınız. Oğluna “Ben siyasette
olduğum sürece ticaretle uğraşamazsın.” diyen rahmetli Menderes’le sizin
aranızdaki benzerliği Allah aşkına söyleyiniz!
Değerli milletvekilleri,
sekiz yıldır bu ülkenin hangi temel sorununu çözdünüz? Kıbrıs sorununu mu
çözdünüz? Terörü mü bitirdiniz? AB’ye mi girdik? İşsizliği mi çözdünüz?
Eğitimin niteliğini mi yükselttiniz? Gelir ve vergi adaletini mi çözdünüz?
Çiftçinin yüzü gülmeye mi başladı? Emekliler daha mı rahat yaşıyor? Bunların
hiç birini yapamadınız.
AHMET YENİ (Samsun) – Nerede
yaşıyorsun?
MUHARREM İNCE (Devamla) -
“Ergenekon” dediniz, her yere kondunuz; rektörlerin başına kondunuz,
yargıçların başına kondunuz, askerlerin başına kondunuz, savcıların başına
kondunuz, gazetecilerin başına kondunuz, düşünen, yazan, size muhalif herkesin
başına kondunuz, bir tek Deniz Fenerine konamadınız. (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli milletvekilleri,
devleti ele geçirebilir, yasaları değiştirebilir, hak arayanların sırtına cop
indirebilir, kendine hizmet edecek Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Anayasa
Mahkemesi kurabilirsiniz ama Türkiye'nin direnen tek kalesi Cumhuriyet Halk
Partisini susturamayacaksınız. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ (Samsun) - Millet
susturdu sizi, millet.
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) - Ders almıyorsunuz.
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Ben, bu kürsüden diyorum ki:
Ey halkım!
Hastalık yayılıyor,
Pas demiri yiyor,
Yüreklerin kulakları sağır,
Hava
kurşun gibi ağır.
Bağır bağır
bağırıyorum, sizi, hepinizi, AKP’den hesap sormaya çağırıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Son olarak FATİH Projesi’ni
başlatan Hükûmete, bir öğretmen olarak birkaç proje
öneriyorum. Eğitimde FATİH Projesi’nden sonra, ben size bir “ÖMER projesi”
öneriyorum: “Öğretmenlerin maaşlarını ele güne muhtaç etmeyecek rakama
yükseltme projesi.” Baş harflerine bakarsanız ÖMER projesidir.
Bir projem daha var size
“ORHAN projesi: Ortalık rezalet, hani adaletin nerede projesi.”
AHMET KOCA (Afyonkarahisar) - Çok mu düşündün bunları?
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Size bir projem daha var, “YAVUZ projesi: Yalanı, avantayı, vurgunu, zalimliği
yok etme projesi.”
Bakın, bir projem daha var
-bunu gerçi yakından bilirsiniz- “VAHDET projesi: Vatanı, Atatürkçülüğü,
hürriyeti derdest etme teknikleri projesi.” (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Madem bir dakikam kaldı...
Her bütçe konuşmasında Sayın Başbakan “3
koyun güdemeyenler” diye CHP’yi eleştiriyor. Şimdi, Sayın Başbakana cevap
veriyorum:
1) Koyun gütmek marifet
değildir, keçi gütmek marifettir. Koyun gütmek kolaydır, keçi gütmek zordur; bu
bir.
AHMET YENİ (Samsun) – Keçi
gütmeye devam et sen, Yalova’da keçi gütmeye devam et.
MUHARREM İNCE (Devamla) – 2) Memlekette güdülecek koyun mu kaldı? Bu memleketin
koyunları Uruguay’dan, Paraguay’dan gelir oldu. Memlekette koyunları yok
ettiniz.
Sayın Başbakana diyorum ki:
Önce şuna bir baksın yani keçi gütmek ile koyun gütmek arasındaki farkı bir
öğrensin. Sonra da, memlekette koyun kaldı mı, bu koyunlar nereye gitti, hangi
hayvancılık politikasıyla bu memleketi bu hâle getirdim? Bir de buna baksın.
Hepinize çok teşekkür
ediyorum. Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) – Hep boş
konuştun, zamanı boşa harcadın.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Bunu da size, AKP’li belediyelere kapak olsun diye gönderiyorum. Bakın, öğrenci
polisi nasıl da dövüyor görüyor musunuz? İleri demokrasi anıtı bu! (CHP
sıralarından alkışlar)
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Okulda da fıkra anlatıyordun sen okulda.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Mizah dergisi kur sen bir tane mizah dergisi Sayın İnce.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına bütçe üzerindeki görüşmeler
tamamlandı.
Şimdi, AK PARTİ Grubu adına
Giresun Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Nurettin Canikli.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Canikli,
buyurun efendim.
Süreniz altmış dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 2011 yılı
merkezî yönetim bütçesi üzerinde AK PARTİ Grubunun görüşlerini arz etmek üzere
huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bugün AK
PARTİ hükûmetlerinin dokuzuncu bütçesinin kapanış
konuşmalarını yapıyoruz. Öncelikle bütçenin hazırlanmasında emeği geçen
herkese, bürokrasiden komisyondaki çalışan arkadaşlara, grubu bulunan tüm
siyasi partilere, içeride ve dışarıda katkı sağlayan herkese şükranlarımı arz
ediyorum.
Tabii, bütçeler gerçekten
önemli metinler. Hükûmetler somut olarak bütçeleriyle
konuşur. Bir arenadır bütçe görüşmeleri. Her şey burada tartışılır, bir yılın
muhasebesi burada yapılır, geleceğe ilişkin projeksiyonlar
burada netleştirilir. Biz, bütçe görüşmelerine bu çerçevede bakıyoruz, bu
çerçevede değerlendiriliyoruz. Elbette, bütçe, aynı zamanda, ağırlıklı ekonomi
yönetimi olmak üzere, geçmiş tüm hükûmet
icraatlarının masaya yatırıldığı, irdelendiği bir ortam olması gerekir.
Bu açıdan bakıldığında belki
şu soruyla başlamak gerekir: Bir hükûmetin özellikle
ekonomi yönetiminde başarılı olup olmadığını nasıl ölçersiniz? Objektif olarak,
burada, şu anda işbaşında olan AK PARTİ hükûmetlerinin,
gerçekten, öncelikle 2010 yılında ve genelde, iktidarda kaldıkları dönem içerisinde,
ekonomide ne yaptılar ya da ekonomide yaptıklarını biz nasıl ölçeriz, başarılı
olup olmadıklarını nasıl ortaya koyarız, bu sorunun cevabının verilmesi
gerekiyor, objektif olarak verilmesi gerekiyor. Tamamen siyasi birtakım
kaygılardan, birtakım anlayışlardan ari bir yaklaşımla
bu sorunun cevaplandırılması gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, ekonomide
iki tane temel hedef vardır: Bir tanesi daha çok mal ve hizmet üreteceksiniz,
ekonomiyi büyüteceksiniz ve ikinci hedef de buna bağlı, bundan ayrılamayan bir
hedef, gelir dağılımını düzelteceksiniz. Yani millî gelir artabilir, ülkedeki,
ekonomideki mal ve hizmetler artabilir, çoğalabilir ancak bunun dağıtımın da
bütün toplum kesimi, bütün toplum katmanları arasında dengeli dağıtılması
gerekir. Dolayısıyla, ekonominin performansı, ekonomi yönetiminin performansı
ölçülürken bu iki kriterden başlamak gerekir, bu iki
kriterin hangi ölçüde yerine getirilip getirilmediğine bakılması gerekir.
İsterseniz, önce
birincisinden başlayalım. Temel hedef yani ekonominin büyütülmesi,
refah seviyesinin yükseltilmesi, daha çok mal ve hizmet üretilmesi. Aklınıza
gelen her türlü mal, yani otomobilden tutun gıdaya kadar, hububat ürünlerine
kadar ve hizmete kadar her şey bu kapsama girer. Biz bunu ekonomide millî gelir
kavramlarıyla ölçüyoruz yani bir ülkede belli bir dönemde üretilen tüm mal ve
hizmetlerin toplamını gayrisafi yurt içi hasılayla
ölçüyoruz.
En saf hâliyle, hiç çok
detaya girmeden, ayrıntıya meydan vermeden, kafa karışıklığına yol açmadan, çok
net olarak, 2002 yılında, yani bizden önce bir yılda üretilen mal ve hizmetin
toplamı -kur dalgalanmalarını da bertaraf edecek tarzda, TL olarak, nominal TL olarak konuşuyorum- bir yılda üretilen mal ve
hizmetin değeri 2002 yılında 350 milyar lira değerli arkadaşlar, 350 milyar
lira. Çok net bir kavram, hiç kimsenin de itirazı olamaz.
AKİF AKKUŞ (Mersin) – 480
milyar…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
2010 yılında, yine aynı rakamla, üretilen mal ve hizmetin toplamı 1 trilyon 100
milyar lira, 2010 yılında yani 350 milyar liradan 2010 yılında 1 trilyon 100
milyar liraya çıkmış. Yüzde olarak ifade ettiğimizde artış yüzdesi yüzde
214’tür değerli arkadaşlar. Tabii, bu tek başına bir anlam ifade etmeyebilir.
Bunun ne anlama geldiğini algılayabilmek için bir şeylerle karşılaştırmak
gerekir. İlk karşılaştırılması gereken rakam nedir? Enflasyon rakamı.
Gerçek, reel büyümeyi
kavrayabilmemiz için, yakalayabilmemiz için enflasyonla karşılaştırmamız
gerekir. Yine bu sekiz yıllık döneme baktığınız zaman kümüle
enflasyon, üst üste enflasyon fiyat artışı yüzde 107 civarında. Millî gelir
artışı ne kadar? Yüzde 214 değerli arkadaşlar yani enflasyonun çok çok üzerinde bir millî gelir artışı söz konusu, bir üretim
artışı söz konusu. Bunu ister dolar rakamlarıyla alın ister kişi başı millî
gelir rakamlarıyla alın, hangi ölçüyü kullanırsanız kullanın, hangi kriteri kullanırsanız kullanın. Dolar bazında aldığınız
zaman, 2002 yılında ülkede üretilen tüm mal ve hizmetlerin toplamı 230 milyar
dolar değerli arkadaşlar. 2010 yılı sonu itibarıyla beklenen üretim miktarı
dolar bazında 740 milyar dolar. Yani son sekiz yılda dolar bazında 2 katından
daha fazla bir artış meydana gelmiş üretilen mal ve hizmetlerde. Kişi başı
millî gelir rakamlarına baktığınız zaman da aynı sonuca ulaşırsınız. Bu
rakamlara baktığınızda, 2002 yılında 3.300 dolar civarında kişi başına düşen
millî gelir, 2010 yılında en az 10 bin dolar.
Biliyorsunuz, millî gelir
hesaplama yöntemleri değiştirildi. Bu itibarla, rakamlarda birtakım oynamalar
meydana geldi. Bu değişiklikler, önceki eski seriyi dikkate aldığınızda hiçbir
tadilata yol açmadan, yani 2002’de hangi kriterler
kullanılıyorsa aynı kriterleri kullanarak hesap ettiğinizde 2010 kişi başı
millî gelir rakamında 10 bin dolara ulaşırsınız. İster alttan alın ister yandan
alın, ister yan yana toplayın ister üst üste toplayın -ki, muhalefete mensup
arkadaşlarımız da bunu itiraf ettiler, ifade ettiler daha doğrusu, ortaya
koydular- son sekiz yılda Türkiye, gerçekten çok büyük bir oranda büyüdü. Çok
büyük oranda mal ve hizmet üretir hâle geldi. Bu kesin, buna hiç kimsenin bir
itirazı yok.
Şimdi, itiraz şu değerli
arkadaşlar: Tamam üretim artışı var, üretim artışı var.
Bir de şuna bakalım ona
geçmeden önce, yani fiktif mi, değil mi tartışmaları
var. Üretim artışı var ama fiktif, reel değil, ithalata
dayalı. Üretilen bir şey yok, dışarıdan geliyor ve ithalatın beslediği bir
üretim artışı. En çok itiraz bu, hatırlarsınız.
Gerçekten öyle mi? Buna bir
bakmamız lazım: Buna bakabilmemiz için de bazı önemli üretim kalemlerine göz
atmamız gerekiyor değerli arkadaşlar. Yani işte, beyaz eşyadan tutun da
üretilen otomobillere kadar, dairelere kadar Türkiye’deki durum nedir onları bir
değerlendirmemiz lazım, gözden geçirmemiz lazım. Rakamlara
baktığımızda üretim artışı ortada. Bunu hiç kimse inkar
edemiyor, kabul ediyor ve dünyada baktığımızda -gündeme geldi- Çin’i dışarıda
bıraktığınız zaman, Çin’i ve Hindistan’ı -ki, onların özel durumları var-
Türkiye’deki son sekiz yılda millî gelir artışı dünya ortalamasının bir hayli
üzerinde. 4,5 rakamını yani dünyadaki tüm yıllık ortalama millî gelir artışını,
Çin’i dışarıda bıraktığınız zaman, 3,5’a düşer.
Çin’de üretim artışı olması
son derece doğal çünkü Çin’de kişi başına düşen millî gelir 3 bin dolar
civarındadır değerli arkadaşlar, yani satın alma gücü paritesi
itibarıyla 3 bin dolar civarındadır, bizdeki 15 bin dolar. Marjinal tüketim
eğilimi yüksek olduğu için Çin ve Hindistan büyümek zorundadır. Ne yaparsa
yapsın, büyümek istemese bile büyümek zorundadır çünkü piyasaya aktarılan her
türlü satın alma gücü büyümeyi tahrik eder, teşvik eder ama diğer ülkeler için
geçerli değil, ayrıntıya girmeyeceğim.
Şimdi, üretim fiktif midir buna bakalım, buna bakmamız lazım. Çok
rakamlara boğmayacağım değerli arkadaşlar ama millî gelir içerisinde önemli
paya sahip bazı kalemlerde ne kadar üretim varmış, kaça çıkmış bunları görmemiz
lazım.
Bakın, 2002 yılında üretilen
buzdolabı sayısı 3,3 milyon iken 5,5 milyona çıkmış 2009 yılında.
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Geçen
sene de aynı şeyleri söyledin. Ezberlemişsin onları, ezberlemiş!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Çamaşır makinesi, 1,6 milyon iken 4,8 milyona çıkmış. Bulaşık makinesi 345 bin
adet üretilmiş 2002 yılında, 2009 yılında 2,3 milyon üretilmiş. Artış oranı
-bir yılda, hepsi bir yılda- yüzde 260. Fırın: 1,3 milyon fırın üretilmiş, 2009
yılında 2,7 milyon fırın üretilmiş.
Gıda maddelerine, gıda
ürünlerine geçelim. En çok kullanılan, süt: 2002 yılında üretilen süt miktarı
8,4 milyon litre değerli arkadaşlar, 2009 yılında 12,5 milyon litre. Peynir:
3,3 milyon tondan 5 milyon tona çıkmış.
2002 yılında alınan yapı
ruhsat sayısı sadece 43 bin adet iken bu rakam 2009 yılında 92 bin adede
çıkmış.
19,5 milyon ton buğday
üretilmiş 2002 yılında, 2009 yılında bu rakam 20 milyon 600 bin tona çıkmış.
Tahıl: Toplam tahıl olarak 30 milyon ton tahıl üretilmiş 2002 yılında, 2009
yılında üretilen tahıl toplamı 33,5 milyon. Mısır: 2 milyon 100 bin, 4 milyon
250 bin ve bu şekilde devam ediyor.
Düşen yok mu? Düşen de var.
Bakın, kırmızı ette, istisnai olarak kırmızı et üretiminde yüzde 1,9’luk bir
azalma var değerli arkadaşlar yani 2002’ye göre 2009 yılında 1,9’luk azalma
var. Onun dışındaki hemen hemen tüm ürünlerde, tarım
ürünleri dâhil olmak üzere, gıda, aklınıza hangi ürün geliyorsa, çok ciddi
anlamda reel artışlar söz konusu.
Bakın, daire üretiminde: 2002
yılında bir yılda toplam üretilen daire sayısı, konut sayısı 161 bin adet iken
2009’da 518 bin adede çıkmış değerli arkadaşlar.
6 bin kilometre yol
yapılırken 2002’ye kadar, son sekiz yılda 12 bin kilometre duble
yol yapılmıştır. Otomobil üretimi: 2002 yılında üretilen otomobil 259 binden
752 bin adede çıkmıştır.
Değerli arkadaşlar, eğer
üretim artışı fiktifse, reel değilse, bu
buzdolabındaki artışı, daire sayısındaki artışı, otomobil sayısındaki artışı
nasıl izah edeceksiniz? Bunları nereye koyacaksınız? Bunlar reel değil mi,
fiziki değil mi? Üretim artışı reeldir, üretim artışı gerçektir; daire
sayısının 100 binden 500 bine çıkması kadar gerçek ve reeldir değerli
arkadaşlar, otomobil üretiminin 259 binden 750 bine çıkması kadar reel ve
gerçek; hangi açıdan bakarsanız bakın üretim reeldir.
Tüketim rakamlarına… Şu soru
gelebilir: Türkiye üretmiş ama bunları biz mi tüketmişiz? Aynı şey tüketim
rakamları için de geçerli, zaman kazanmak amacıyla bunlara girmiyorum.
Bir başka açıdan test edelim,
gerçekten büyüme reel mi değil mi. Büyüme olabilmesi için yatırım olması gerek.
Öyle değil mi arkadaşlar? Yatırım olmadan büyüme olmaz, yatırım olmadan üretim
olmaz. Yatırım olabilmesi için de yatırıma harcama yapılması gerekir, yatırıma
kaynak ayrılması gerekir, kaynak aktarılması gerekir. Aynı
şekilde, yatırım harcama rakamlarına baktığımızda 2002 yılında, bir yılda, özel
sektör ve kamu sektörü toplamı 60 milyar lira yatırım için para ayırırken, harcama
yaparken, toplam olarak ekonomideki yatırım için, üretim için ayrılan kaynağın
toplamı 60 milyar lira, 2010 yılında bu rakam 207 milyar lira değerli
arkadaşlar yani 207 katrilyon lira; toplam artış yüzde 245. Demek ki yatırım
harcaması var, üretim var ve bu üretim gerçek, bu üretim reel; ister rakamlar
itibarıyla bakın, ister harcamalar itibarıyla bakın, ister yatırım harcamaları
itibarıyla bakın, hangi açıdan bakarsanız bakın üretim gerçek.
Son bir rakam verip bu konuyu
kapatacağım değerli arkadaşlar. Sanayi üretim endeksi: Yine, üretimin fiktif olup olmadığını gösteren en önemli rakamlardan bir
tanesi de sanayi üretim endeksi. Sanayi üretim endeksi son ekim ayında
tarihinin en yüksek seviyesine ulaştı. Bugüne kadar, cumhuriyet tarihinde
ulaşılan en yüksek seviyeye ulaştı, 128,9 seviyesiyle. Bütün bunları bir arada
değerlendirdiğinizde bir ekonomi yönetiminden beklenen birinci görev son sekiz
yılda AK PARTİ hükûmetleri ve ekonomi yönetimleri
tarafından başarıyla gerçekleştirilmiştir yani refah artışı sağlanmıştır,
üretim artışı sağlanmıştır ve millî gelir büyümüştür.
Şimdi, ikinci konuya girmemiz
gerekir. Yani millî gelir artışı var, mal ve hizmetler üretiliyor, ancak bunlar
adil dağıtılıyor mu? Çünkü en çok tartışılan konulardan bir tanesi de bu
değerli arkadaşlar. Bilerek konuşuluyor, bilerek konuşulmuyor. İktisatta
rakamlar vardır, bir de masallar vardır; ekonomide bir rakamlar vardır, bir de
masallar vardır. Eğer rakamla konuşmuyorsanız anlattıklarınız masaldır değerli
arkadaşlar. Biz rakamlarla konuşuyoruz ama bol miktarda buradan masal
dinliyorsunuz.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
üretim artışı var ama bakalım gerçekten dağılımda durum nedir? Yani ikinci
görev de bu, üretim artışının toplumun tüm katmanlarına, tüm kesimlerine adil
olarak dağıtılması gerekir. Yine burada da bunların izlendiği rakamlar var, TÜİK’in yayınladığı herkesin elinde olan rakamlar var.
2002 yılında, toplumun en
zengin yüzde 20’sinin, en çok pay alan yüzde 20’nin, en zengin yüzde 20’nin
millî gelirden aldığı pay değerli arkadaşlar, düşüyor; en fakir yüzde 20’nin
aldığı pay da artıyor. Bunlara bakalım: En zengin yüzde 20’nin millî gelirden
aldığı pay 2002 yılında yüzde 50,1 iken, yani toplumun nüfus olarak en zengin
yüzde 20’si, biraz önce bahsettiğimiz üretilen tüm o mal ve hizmetlerin yüzde
50,1’ini almış. Bir dengesizlik olduğu tartışmasız ortada. 2008
-en son rakamlar 2008 rakamları- yılına gelindiğinde bu rakam yüzde 46,7’ye
gerilemiş. Yani, zenginin, en çok zenginin, en çok yüzde 20 paya sahip olan
zenginin millî gelirden aldığı pay yüzde 50,1’den 46,7’ye iniyor. Bu
değerlendirmenin, bu rakamların anlamlı olabilmesi için en yoksul kesimin
aldığı payda da ters bir gelişme olması gerekir ki o zaman bir anlam ifade
etsin. Ona bakalım, fakirin durumu nedir; zenginin payı azalıyor, fakirin
durumu nedir. En fakir yüzde 20’nin millî gelirden, üretimden aldığı pay 2002
yılında yüzde 5,3 iken yüzde 5,8’e çıkmış 2008 yılında değerli arkadaşlar.
5,3’ten 5,8’e çıkmış.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Ne
kadar çok şey başarmışsınız, helal olsun! Korkunç bir şey yapmışsınız!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Bunlar kesin rakamlar. Bakın, bu kırsalda çok daha net. Kırsalda yaşayan en
fakir yüzde 20’nin, en fakir yüzde 20 kesimin 2002’de aldığı pay yüzde 5,2’den
2008’de yüzde 6,5’a çıkmış değerli arkadaşlar. Yani, muhalefete mensup
arkadaşlarımızın, kırsal kesimde yaşayan tarım kesimine ilişkin yaptığı
yorumların yanlışlığı çok net olarak bu rakamlarla ortaya konmuş oluyor.
Daha çarpıcı şu: 2002 yılında
en zengin ile en fakir arasındaki gelir farkı 9,5 katmış. En zengin ile en
fakir vatandaşımız arasındaki makas 9,5 kat iken bu 2008’de 8,1’e düşmüş
değerli arkadaşlar. Burada altının çizilmesi gereken nokta şu: 2003 yılına
kadar bu denge sürekli bozulmuş, hep bozularak gelmiş. Bozulan trend 2003 yılında durdurulmuş, sonra iyileşmeye başlamış.
Yine, kesintisiz bir şekilde,
hemen hemen istisnai bir yıl hariç, onun dışında
sürekli olarak bu tablo bu şekilde gidiyor. Yani zaman zaman
arızi durumlar ortaya çıkabilir, önemli olan bir trendin ortaya konulması
gerekir. Yani bu değişim, yani gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi
çizgisi, düz bir çizgi, kesintisiz bir çizgi olarak yürütülüyorsa anlamlıdır.
Zaman zaman tesadüfi olarak
ortaya çıkmış rakamlardan bahsediyorsak, o zaman bir anlam ifade etmez. Bu
açıdan bakıldığında da, kesinlikle istikrarlı bir şekilde gelir dağılımı
düzeliyor, buna hiç kimsenin bir itirazı olamaz değerli arkadaşlar. Zaten çıkıp
da söyleyemiyorlar arkadaşlar, yani “Gelir dağılımı bozuluyor, gelir dağılımı daha
da bozuk hâle geldi.” kimse diyemiyor ama biz buradan, çok net olarak ve gurur
duyarak AK PARTİ hükûmetlerinin uyguladıkları ekonomi
politikalarının sonucu olarak gururla söylüyoruz ki, adaletsiz gelir dağılımı
düzelmeye başladı ve devam ediyor değerli arkadaşlar. Ha, şunu söylemiyoruz:
Sorun çözüldü, gelir dağılımındaki adaletsizlik tamamen ortadan kaldırıldı
demiyoruz; bu, önemli bir zaman gerektirecek çok ciddi bir problemdir, ama şunu
söylüyoruz: İyiye gidiş başlamıştır, 2003 yılından itibaren kesintisiz bir
şekilde devam ediyor ve bu süreç devam edecek. O yüzden diyoruz her zaman, daha
çok yapacak işi var AK PARTİ hükûmetlerinin değerli
arkadaşlarım.
Biraz önce söylediğim gelir
dağılımına ilişkin rakamları bir iki rakamla da teyit etmek, pekiştirmek
istiyorum.
Şimdi bakın, 2002 yılında
toplam Türkiye nüfusunun yüzde 26’sı fakir kavramı içerisinde değerlendirilmiş TÜİK’in yaptığı çalışmalara göre. Yüzde
26’sı fakir. Ne zaman? 2002 yılında. 2008 yılına geldiğimizde değerli
arkadaşlarım, bu rakam yüzde 17’lere kadar gerilemiş. Yüzde 17,1’e düşmüş.
Bunun sayısal karşılığı nedir biliyor musunuz? 6 milyon kişidir. Yani son
2002’yle 2008 arasında fakirlerin sayısında 6 milyon kişi azalmıştır. Çok net, tartışmasız bir rakam. Hani hep söylüyorlar ya;
“Siz fakirlere balık tutmayı öğretmiyorsunuz, onlara sadece sosyal yardım
çerçevesinde kömür dağıtıyorsunuz, malzeme dağıtıyorsunuz.” Hayır, onu
yapacağız, yapıyoruz, onu yaparken, diğer taraftan da balık tutmasını öğretiyoruz
değerli arkadaşlar. Balık tutmasını öğretmemiş olsaydık, son altı yılda, yani 2002-2008 arasında fakirlerin sayısında 6 milyonluk bir
azalma meydana gelebilir miydi? Gelemezdi. Bunun çok somut örneğidir, çok somut
göstergesidir.
Son olarak şunu söyleyeyim bu
konuda: Yine uluslararası kullanılan bir kriter,
“Günlük elde edilen gelir 4,3 doların altındaki insan sayısı.” Bu da önemli kriterlerden bir tanesidir, hem gelir dağılımı açısından hem
de fakirlik açısından. “4,3 doların altında gelir elde eden kişi sayısı.”, bu
da önemli kriterlerden bir tanesidir. Buna
baktığınızda, 2002’de nüfusun yüzde 30’u 4,3 doların altında, bir günde, gelir
elde ederken, bu oran 2008’de yüzde 6’ya düşmüş değerli arkadaşlar yani günlük
4,3 dolar gelir elde eden kişi sayısı 2002’de 21 milyon iken, bu sayı 2008’de
4,8 milyona düşmüştür. Bu gelişmeyi görmemek mümkün mü, bu rakamları görmemek
mümkün mü değerli arkadaşlar?
Şimdi, bu noktada sorulması
gereken soru şu: Bunlar nasıl gerçekleştirildi? Tamam, rakamlarını anladık, ortaya
konuldu, millî gelir büyüyor, ekonomi büyüyor, gelir dağılımı düzeliyor,
adaletsizlik gideriliyor, zenginin aldığı pay azalırken fakirinki artıyor ama
bu nasıl oldu? Bunu ortaya koyabilmek için bütçe rakamlarına bakmamız lazım,
2002 ve 2011 rakamları. Biraz önceki konuşmalarda ifade edildi, her yıl bütçe
yoluyla millî gelirin yaklaşık yüzde 28’i toplanır, yeniden harmanlanır ve
dağıtılır hükûmetler tarafından. Dolayısıyla, bu
rakamları etkileme kabiliyetine sahiptir, yani gelir dağılımı rakamlarını ve
diğer göstergeleri bütçe yoluyla hükûmetler etkileme
imkânına sahiptir. Bunun finansmanı nasıl sağlandı ya da AK PARTİ hükûmetleri, AK PARTİ yönetimleri bunu nasıl
gerçekleştirdi? Bu, önemli bir soru. Bunu herkesin bilmesi gerekiyor. Bu
sorunun cevabını bulabilmek için 2002 ve 2011 bütçelerinde bazı ana kalemleri
karşılaştırmak gerekir, ana kalemlere bakmak gerekir. Bunlardan en önemlilerden
bir tanesi tahmin edebileceğiniz üzere faiz giderleri. 100 liralık bir bütçe
düşünün, toplam harcama 100 lira, 2002 yılına baktığınızda bunun 43 lirası faiz
ödemelerine aktarılıyor değerli arkadaşlar, 43 lirası hiç kimsenin dokunma
imkânı olmadan doğrudan faiz ödemelerine aktarılıyor. 2011 bütçesinde bu rakam
ne kadar biliyor musunuz? 15 lira, sadece 15 lira. Yani 2002 yılında faize
aktarılan 100 lira üzerinden 43 lira 2011 bütçesinde 15 lira. Eğer şöyle
olsaydı, şöyle bir varsayım yapalım: AK PARTİ hükûmetleri
bütçe içerisindeki faizin oranını iyileştirmeyip kötüleştirmeseydi, aynı
şekilde muhafaza etmiş olsaydı, aynı oran korunmuş olsaydı, şu anda 2011
bütçesinde 47,5 milyar lira olarak öngörülen faiz giderleri 120 milyar liranın
üzerine çıkacaktı. Hiçbir kötüleşme de olmamış olsaydı, iyileşme de olmamış
olsaydı, yani pay düşmemiş olsaydı, 2011 yılında ayrılan 47,5 milyar liralık
faiz 2011 yılında 134 milyar lira olacaktı, 134 milyar lira. Bunun anlamı nedir
biliyor musunuz? Sadece 2011 bütçesinde faiz giderlerinin bütçe içerisindeki
payının azaltılması yoluyla elde edilen rakam 86,5 milyar lira, 86,5 katrilyon
lira, sadece 2011 yılı için. Şimdi, kaynak konusu bugünlerde önemli, biraz
sonra ayrıntılara gireceğiz, kaynak konusu önemli. Lütfen, bu rakamlar
aklınızın bir yerinde not olarak kalsın arkadaşlar. Sadece 2011 yılında…
Geriye gittiğinizde, 2003
yılından 2010 yılına kadar bu şekilde elde edilen tasarruf ne kadar biliyor
musunuz? Yani faiz giderlerinin azaltılması yoluyla elde edilen tasarruf 291
katrilyon lira, 291 milyar lira. AK PARTİ hükûmetlerinin,
AK PARTİ yönetiminin bu şekilde elde ettiği, ortaya çıkardığı kaynak 291 milyar
lira, katrilyon lira. Nereden sağlandı bu kaynak? Faiz
giderlerinin azaltılması yoluyla. Bu nasıl gerçekleştirildi? Ekonomi yönetiminin, başarılı ekonomi yönetiminin faiz oranlarını
düşürmesi neticesinde. Faiz oranları düşünce bütçe içerisindeki faiz
ödemeleri de azaldı ve sonuç itibarıyla, 43 olan oran 15’e düştü, bir yıllık
134 milyar lira olan faiz gideri de 47,5 milyar liraya düştü. Bir yılda elde
edilen tasarruf 86,4, son yedi yılda elde edilen 291 katrilyon lira. Bu kaynak konusu önemli.
Peki, bunlar nereye
aktarıldı? Faizden bu kadar tasarruf elde edildi, faizden son 2010 yılı
itibarıyla 291 katrilyon liralık bir kaynak oluşturuldu, ilave bir kaynak
oluşturuldu. Bu nerelerde kullanıldı? Yani tabii, burada şu önemli: Faiz
gelirini kim elde eder değerli arkadaşlar? Faiz gelirini sermaye sahibi elde
eder. Parası olan faiz geliri elde eder. Yani bir bütçe düşünün, bir hükûmet düşünün, 100 liralık bütçenin 43 lirasını
zenginlere, sermaye sahiplerine aktarıyor, parası olana aktarıyor, geriye kalan
57 lirayla da 73 milyon insana hizmet etmeye çalışıyor. Yani sayıları 300-400 bin civarında olan önemli bir kesim bütçeden 100
liranın 43 lirasını alıyor, geriye kalan 73 milyon kişiye de 57 lirayla hizmet
etmeye çalışılıyor, diğer işler, diğer fonksiyonlar ifa edilmeye çalışılıyor
değerli arkadaşlarım.
Tabii, böyle bir bütçe nedir?
Böyle bir bütçe zengine hizmet eden bir bütçedir, sermayeye hizmet eden bir
bütçedir. Hani konuşmamın başında söyledim, hükûmetler
bütçeleriyle konuşur, meydanlardaki konuşmaların çok fazla bir anlamı yok, esas
olan bütçedir. Siz bütçenin yarısını zengine aktaracaksınız, sermayeye
aktaracaksınız, ondan sonra çıkıp emeklinin hakkından bahsedeceksiniz,
çiftçinin hakkından bahsedeceksiniz. Bunun bir anlamı yok, inandırıcılığı yok. Hükûmet olduğunuzda bütçeden zengine ne kadar pay
aktarıyorsunuz, fakire ne kadar aktarıyorsunuz, önemli olan budur. Bu rakamlara
bakıldığında, 2002 öncesindeki hükûmetlerin önemli
bir bölümü, değerli arkadaşlar, sınıfta kalmıştır. Biraz sonra ayrıntılı
rakamlara gireceğim.
Peki, biz bu rakamları ne
yaptık? Yani zenginden elde ettiğimiz, kestiğimiz, sermayeden elde ettiğimiz bu
rakamları ne yaptık, nereye aktardık, şimdi ona bakalım. Bütçedeki personel
giderlerinin payı yüzde 18’den 27’ye çıkmış, memura aktarmışız, memura. Sosyal
güvenlik harcamalarına aktarılan pay 2002 yılında 9 iken 20’ye çıkarmışız.
Sosyal güvenlik harcamalarından kim pay elde eder değerli arkadaşlar? Emekli,
emekli; işçi emeklisi, memur emeklisi ve diğer emekliler, BAĞ-KUR emeklisi, SSK
emeklisi. Sosyal güvenlik harcamalarından pay elde eden kesim bunlar. Ne kadar
aktarmışız? 9 iken 20’ye çıkarmışız, 2 kattan daha fazla aktarmışız.
Onlar konuşuyor, biz
yapıyoruz değerli arkadaşlar. Bu rakamlar önemli, meydanlarda istediğiniz kadar
emeklinin dostu olduğunuzu söyleyin, istediğiniz kadar boş vaatlerde bulunun,
onların bir anlamı yok, önemli olan bu rakamlar, bu ne, rakamlar ne diyor,
onlar önemli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Devam edelim, bakın, mahallî
idarelere 2002 yılında yüzde 6 aktarırken bütçenin payı 8’e çıkmış. Yatırımın
payı 6,6’dan 8’e çıkmış. Mahallî idarelerin payı 6,6’dan 8,9’a çıkmış. Tarımın
payı 1,5’tan 1,9’a çıkmış.
Bakın, tablo şu, değerli
arkadaşlar: 2002’ye göre faiz geliri elde edenlerin payı azalırken, yani zengin
kesimin, azınlıktaki sermaye sahibinin bütçeden aldığı pay inanılmaz bir
şekilde azalırken, toplumun önemli bir kesimini oluşturan memur, emekli,
çiftçinin payı artıyor, inanılmaz bir şekilde artıyor. Bütçe
bu, görüntü bu. Dolayısıyla, siz çıkıp buradan istediğiniz kadar
konuşun. AK PARTİ hükûmetleri ne yapmış? Zenginden
almış, fakire vermiş. Aynen tablo bu. Nasıl
yorumlarsanız yorumlayın. Ve bu ilk defa bu sene olmuyor. Hani bazı arkadaşlar
diyorlar ki: “Efendim, neden hep 2002’yle karşılaştırıyorsunuz?” 2003’le
karşılaştırın, 2004’le karşılaştırın, 2005’le… Zaten kendimizle yarışıyoruz,
kendimizle yarışıyoruz şu anda. Bütün bu rakamlara
baktığınızda görünen tablo bu.
Değerli arkadaşlar, şimdi
tabii, biraz önce hani gelir dağılımının düzelmesinden bahsettik. Gelir
dağılımı niye düzeliyor? Niye zenginin aldığı pay azalırken fakirin aldığı pay
artıyor? İşte bu rakamlar, biraz önce söylediğim rakamlar. Çünkü biz bütçenin yapısını
değiştirmişiz, AK PARTİ hükûmetleri bütçenin yapısını
değiştirmiş; sermaye sahibine aktarılan parayı kısmış, diğer kesime aktarmış, o
nedenle değişiyor. Yani hiçbir şey tesadüfî değil. Aslında bir tür otokontrol
için söylüyorum bu rakamları, çek etmek amacıyla. Gerçekten büyüme var, refah
artışı var, gelir dağılımında iyileşme var. Reel mi bu, gerçek mi, bu
rakamlarla ortaya koyuyoruz.
Bakın, “bütçe içerisindeki
sosyal yardımların payı” rakamlarına baktığımızda da çok net olarak aynı
tabloyu görüyoruz. 2002 yılında bütçenin sadece yüzde 12’si sosyal amaçlı
harcama kapsamında değerlendirilebilir, yüzde 12’si. 2011 bütçesinde bu oran
yüzde 28 değerli arkadaşlar, yüzde 28; 2,5 kattan daha fazla veya 2,5 kat
civarında. Bunlar önemli, çok ciddi reel artışlardır.
Şimdi, tabii son olarak bu
çerçevede gelir dağılımındaki bu düzelmenin gerçek olduğunu göstermesi
açısından toplumun yardıma muhtaç kesimleri, sosyal kesimlerine yapılan bir de
aktarmalar var, onlara bakmamız lazım. Bu rakamlar, bakın, 2002 yılında sadece
1,1 milyar lira civarında. Yani toplumdaki özürlüler dâhil fakir insanlara,
ihtiyaç sahibi insanlara, en alt gelir grubunda bulunan insanlara bir yılda
bütçeden aktarılan para 2002 yılında sadece 1,1 milyar lira iken 2011 yılında
15,4 milyar liraya yani katrilyona çıkmış değerli arkadaşlar.
Bunlar içerisinde en ilginci,
özürlü vatandaşlarımıza yapılan aktarmalar. Bakın, 2002 yılında özürlü
vatandaşlarımıza yapılan eğitim ve evde bakım desteği rakamı ne kadar biliyor
musunuz? Sıfır, hiç yok, bir kuruş para aktarılmamış. Şimdi, 2011 yılında
aktarılacak rakam -sadece bu iki kalem- 3,2 katrilyon lira değerli arkadaşlar.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
2002 yılından önce bu ülkede
özürlü vatandaşımız yok muydu? AK PARTİ hükûmetleriyle
beraber mi toplumun yüzde 9’u özürlü hâle geldi değerli arkadaşlar? Çıkıp
konuşuyorsunuz, her yerde söylüyorsunuz. Neredeydiniz? 2003’ten önce özürlü
vatandaşlarımızın eğitimi ve evde bakımıyla ilgili olarak, geçmişte hiçbir hükûmet bir kuruş para ayırmamış değerli arkadaşlar. Bu
önemli bir adımdır, bakın, bu önemli bir anlayışı gösterir, bu diğerlerinden
farkı ortaya koyar. Bunun not edilmesi gerekir, bunun hiçbir şekilde
unutulmaması gerekir değerli arkadaşlarım.
Şimdi, tabii burada şu
noktayı vurgulamak gerekiyor: Biraz önce de gündeme geldi, bütün bu artışlar,
bütçeden harcamalar var, toplumun dar gelir gruplarına aktarılıyor, işte
efendim… Peki, bunları daha somutlaştırdığımız zaman, yani memur ne kadar
almış, öğretmen ne kadar almış, 2002-2010
karşılaştırması yaptığınız da da emekliler açısından
aynı iyileştirmeleri orada görürsünüz.
Bakın, mesela en düşük memur
maaşı 2002 yılında 392 lira iken şu anda kasım itibarıyla 1.300 liraya çıkmış,
artış oranı yüzde 231. Net asgari ücret 184 liradan 594 liraya çıkmış, artış oranı
yüzde 225. En düşük SSK emeklisinin maaşı da yüzde 180 artmış. En düşük BAĞ-KUR
esnaf emeklisinin maaşı da yüzde 288 artmış; hepsi için geçerli değerli
arkadaşlar. Çok fazla zaman almamak için bu rakamları geçiyorum.
Şimdi, biraz önce ortaya
koymaya çalıştığım, ifade etmeye çalıştığım bütün bu başarılı ekonomi
yönetiminin elindeki en temel kural, anahtar nedir biliyor musunuz değerli
arkadaşlar? Mali disiplin, bütçe disiplini. Bu çok önemli. Eğer
bunu sağladığınız takdirde başarı zaten kendiliğinden gelir. Bugün dokuzuncu
bütçeyi görüşüyoruz, geçmiş sekiz bütçenin hepsinde istisnasız buradan önerilen
rakamlar tutturulmuştur yani hangi rakamlar konuşulmuşsa gerçekleşen rakamlar o
olmuştur. Bütçe açığı azaltılmış, daraltılmıştır. Mali disiplin olmamış olsaydı,
bütçede samimi uygulama olmamış olsaydı bu başarıların elde edilmesi mümkün
olmazdı.
Bakın, değerli arkadaşlar,
geçmiş yıllarda popülist yaklaşımlar çok oldu.
Hatırlayın, yani uzun yıllar önce -on yıl önce, yirmi yıl önce- birçok lider,
siyasi lider, parti başkanı insanların görüşünü etkilemek amacıyla, onların
oylarını kendi siyasi düşüncelerine kanalize etmek
amacıyla birçok vaatlerde, taahhütlerde bulunmuşlardı.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) –
Cemil Çiçek de dâhil, orada oturuyor.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Hatırlayın, neredeyse seçimden önce pazar açılırdı, piyasa açılırdı, yani ben
beş verdim, sen on verdin, ben en fazla verenden daha beş vereceğim… İki
anahtardan tutun da aklınıza gelmez, inanılmaz vaatler, popülist
yaklaşımlar olurdu değerli arkadaşlar. Son yıllarda, Türkiye siyasi yapısından popülist yaklaşımlar çıkmış gibi gözüküyordu. Hakikaten, son
yıllarda, genelde siyasi partiler bu yönteme pek başvurmuyorlardı. Bu, bütün
siyasi partiler için geçerli, bazı belki uç siyasi partiler dışarıda bırakılırsa…
Mesela, geçtiğimiz siyaset döneminde bir Genç Parti vardı, inanılmaz birtakım
taahhütler ortaya koymuştu. İnandırıcı değildi ama en azından böyle bir
yöntemle bazı insanlarımızın kafasını karıştırabilmeyi başarmıştı, onu da
söyleyeyim. Şimdi, yine, bir siyasi parti Sayın Genel Başkanı var, Sayın Haydar
Baş -siyasi partinin ismini şu anda hatırlamıyorum- o da inanılmaz birtakım
vaatlerde bulunuyor, belki bazı arkadaşlarımız okuyabilir. Bir de son günlerde
ana muhalefetin Sayın Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun
bazı açıklamaları bu yönden çok dikkat çekici değerli arkadaşlar, önemli çünkü
hakikaten baktığınızda, peş peşe, her gittiği yerde, her gittiği ortamda
birtakım vaatlerde bulunuyor. Bunların hepsinin bizde, burada örnekleri somut
olarak nerede, ne konuşma yaptığı, hepsi var.
Şimdi, biz, tam, gerçekten,
geçmişte çok büyük bedeller ödenmesine yol açan, ekonomik dengeleri allak
bullak eden bu popülist yaklaşımların, bu popülist
vaatlerin artık bir daha gündeme gelmeyeceğini düşünürken peş peşe Sayın Kılıçdaroğlu’nun yaptığı bu açıklamalar elbette dikkat
çekici ve elbette bizim de bu konu üzerinde kafa yormamıza neden oldu. Bakın,
biz de bir çalışma yaptık değerli arkadaşlar. Bu vaatler nedir, ne anlama
gelir, rakamsal olarak ne anlama gelir? Bunlarla ilgili düşüncelerimi,
kanaatlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Şimdi, Sayın Kılıçdaroğlu’nun birkaç yerde yaptığı konuşmaları ben size
söyleyeyim. Olağan Kurultayda yaptığı bir konuşma var, Genel Başkan seçildiği
Kurultayda Sayın Kılıçdaroğlu diyor ki mesela:
“Emekliler intibak yasasını çıkaracağız.” 8/6/2010
tarihli grup konuşmasında diyor ki: “Çiftçiye her yıl 10 milyar lira vereceğiz.
Mazottan ÖTV’yi kaldıracağız. Tarıma gayrisafi yurt
içi hasılanın yüzde 1’inden fazlasını vereceğiz.” 23/11/2010 tarihinde yaptığı bir konuşma var, bir grup konuşması
yine: “Öğretmenlere Öğretmenler Günü’nde 1 aylık ek maaş vereceğiz. Ortalama 2
bin liranın üzerine çıkaracağız öğretmenin maaşını. Ek ders ücretini 6,5
liradan 15 liraya çıkaracağız.” Yine, İSO Meclisinde yaptığı bir konuşma var 27/10/2010 tarihinde: “Elektrikte TRT payını kaldıracağız.
Evinde sigortalı olmayan bir kişiyi sigortalı yapacağız. Fakir ailelere asgari
1 maaş ödeme yapacağız.” En son 15’inci Olağanüstü -genel kurultay topluyor-
Kongrede, yine “Yoksul ailelerde kadınların hesabına 1 maaş aktaracağız. Bütün
atanamayan öğretmenlere ve onların ailelerine sesleniyorum: Halkın iktidarında
atanmayan öğretmen kavramı olmayacaktır.” diyor ve diyor ki yine -kendi
ifadeleriyle okuyorum- “Bütün taşeron işçilerine söz veriyoruz: Halkın
iktidarında kamuda taşeron işçiliğini tarihe gömeceğiz.” ve devam ediyor, bu
şekilde bir hayli var.
Şimdi, bakın, biz bir çalışma
yaptık, bunların rakamsal boyutu nedir diye bir çalışma yaptık. Bunların birkaç
tanesini sizlerle paylaşayım. Mesela öğretmenlerle ilgili verdiği taahhüdün
bütçeye maliyeti 12 katrilyon lira.
Bu arada öğretmenlerle ilgili
bakın biz ne yaptık. Yani ortada bir vaat var, bir de bizim yaptıklarımız var.
8’inci derecenin 1’inci kademesinde olan bir öğretmenin maaşı 2002 yılında 535
lirayken, evet sadece 535 lirayken, 2010 yılında biz bunu 1.570 liraya
çıkarmışız değerli arkadaşlar ve artış oranı yüzde 193. Enflasyonun yüzde 107
olduğunu dikkate alırsanız ne kadar ciddi bir reel artış, enflasyonun üzerinde
bir artış olduğunu görürsünüz.
Fakir ailelerle ilgili
taahhüdünün bedeli 18 katrilyon, yaklaşık 2,5 milyon fakir aile hesabıyla.
Mazotun pompa satış fiyatının 1 liraya düşürülmesinin maliyeti yaklaşık 28-30 katrilyon lira. Devam ediyor bu şekilde, ben de çok
ayrıntıya girmiyorum. İşte, öğretmenlerle ilgili maliyet var, emeklilerin
intibakının yapılmasıyla ilgili yaklaşık 20 katrilyon lira, taşeron işçilerin
maliyeti yaklaşık -ilave maliyeti, hepsi bunlar- 19 katrilyon lira. Devam ediyoruz, ve bunların toplamına böyle bir politikanın bütçe
yapısında ortaya çıkaracağı tahribatı ve değişikliği de dâhil ettiğinizde
yaklaşık 200 katrilyon liranın üzerinde bir kaynak gerekiyor değerli
arkadaşlar, 200 katrilyon. Sadece, bakın, bütün bunların dışında, sadece böyle
bir politikanın işaretlerini piyasalar aldığı anda ilk tepkisi ne olacaktır?
Faizler ciddi oranda yükselecektir, hiç tartışmasız. Faizlerin ikiye katlanması
demek, bugün 2011 bütçesinde 47,5 milyar lira olarak öngörülen faiz
giderlerinin en az ikiye katlanması daha fazla rakamlara çıkması demek, en az
100 milyar liraya çıkması demektir. Sadece buradan gelen maliyet en az 60-70 katrilyon liradır değerli arkadaşlar bütün bunların
hepsini topladığınızda.
Tabii, bazı bilinmeyenler de
var. Sayın Kılıçdaroğlu diyor ki yine: “Fabrikalar
kuracağız.” Diyarbakır’da yaptığı bir konuşmada aynen öyle söylüyor:
“Fabrikalar kuracağız.” Tabii, şu net değil: Bu fabrikalar sadece Doğu ve
Güneydoğu’ya mı kurulacak? Sadece illere mi kurulacak? Karadeniz’e kurulacak mı
örneğin, İç Anadolu’ya kurulacak mı? Onları bilmiyoruz ama biz bir varsayımdan
yola çıkarak bir rakam tahmini yaptık.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
İşsizliğin olduğu her yere kurulacak.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Evet, güzel. O zaman bu rakamı düzeltiyorum yani bu rakam 200’dü 300’ü geçer
değerli arkadaşlar. Bakın, 300 katrilyonu geçer. Neden biliyor musunuz? 1980
bütçesinin yüzde 20’si kamu iktisadi kuruluşlarının yani fabrikaların zarar
eden açıklarını kapatmak için bütçeden aktarılan pay; yüzde 20, 1980 bütçesine
baktığınızda. Bugünkü rakama dönüştürdüğünüz zaman bu 70 milyar liraya yakın
bir para demektir değerli arkadaşlar. Tabii, orada bunların kuruluş masrafları,
bunların zararları da ortaya çıkacak. Düşünün şimdi, ne olacak? Telefonla
milletvekilleri adam yerleştirecek. Öyle değil mi, bunlar geçmişte yaşandı…
KAMER GENÇ (Tunceli) – AKP
onu yapıyor.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
…çiftlik gibi kullanıldı. Niye zarar etti geçmişte KİT’ler, kamu iktisadi
kuruluşları? Bunun için. Neden bırakılmıyor, neden birileri ısrarlı bir
şekilde, aynı şekilde bunların sürdürülmesinde ısrar ediyor? Bunun için değerli
arkadaşlar, çiftlikler… Her türlü imkânları kullanılıyor, sosyal imkânları
kullanılıyor.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Petrol Ofisi zarar mı ediyordu? TÜPRAŞ zarar mı ediyordu? Tekel zarar mı
ediyordu?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Telefonla yüzlerce, binlerce işçi işe alınıyor. Bunları yaşadı Türkiye, bu ağır
bedelleri ödedi.
İşin garip olanı ne biliyor
musunuz? En çok garip olanı da şu: Bugün komünist olan eski Rusya ile komünist
olan Çin’de artık devlete ait hiçbir fabrika kalmadı hemen hemen,
hepsi özelleşti.
Diyelim ki -yani olmaz ama-
varsayalım ki Sayın Kılıçdaroğlu iktidar oldu ve
devlet fabrikalar kurdu; herhâlde dünyada tek komünist ülke biz kalırız, iktisadi
anlamda söylüyorum, tek oluruz; Rusya yok, Çin yok, hiçbirisi yok. Yani bunu da
ilginç bir not olarak burada sizlerle paylaşmak istiyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Özel
teşebbüsün kurmadığı yere kuracak.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, benim bulduğum 200 katrilyon lira... Bu, bir yıllık, her
yıl gerekiyor bu para. Her yıl bu açık olacak, 200 katrilyon... Bütçemiz ne
kadar? 312 katrilyon.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Nurettin Bey, TÜPRAŞ zarar mı ediyordu? Telekom zarar mı ediyordu? Petrol Ofisi
zarar mı ediyordu?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Bütçemiz 312 katrilyon, 200 katrilyon gerekiyor. İki yılda 400 katrilyon, üç
yılda 600, dört yılda 800... Beş yılı hesap edemedim çünkü katrilyondan sonra
ne geliyor? Kentilyon geliyor galiba. Artık rakamlarını telaffuz edemiyoruz,
rakamlarla ifade edemiyoruz değerli arkadaşlar. Öyle bir atış var ki, öyle bir
inanılmaz bir desteksiz atış var, kusura bakmasınlar. Bakın, ben rakamlarla
konuşuyorum. Böyle popülist yaklaşım olmaz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sizin
zamanınızda yapılan suistimal...
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Şimdi, bakın, ne olacak peki? Bu rakamı bütçe giderlerini azaltarak
karşılayabilir misiniz? Karşılayamazsınız. Faiz gideri zaten 43’ten 15’e inmiş,
indirmeye de devam ediyoruz. Hepsini toplasanız zaten 47,5 milyar yapıyor.
Personel harcamalarını azaltabilir misiniz? Ana kalemler bunlar,
azaltamazsınız. Yatırıma giden
kaynağı...
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) –
Parayı nereden bulacaksınız?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Hani, kaynak bulacağız ya bunlara, bulmaya çalışıyoruz, ben de yardımcı olmaya
çalışıyorum. Bakın, bütün samimiyetimle, acaba bu 200 milyar lirayı nasıl bulabiliriz?
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Çok önemli katkı sağlıyorsunuz.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Yani şimdi, bir laf konuşuldu, ortada kaldı. Kaynağının... Belki bazı
arkadaşlar bize kızacaklar kaynağı sorduğumuz zaman ama yani “İsmim Kemal, ben
bulurum.” demekle olmuyor değerli arkadaşlar, olmuyor. Binlerce yıldır
iktisatçıların en çok kafa yorduğu kaynak meselesi. Binlerce yıldır
iktisatçılar, dünyanın bütün iktisatçıları, Nobel kazanmış iktisatçılar dâhil
-Kemal Ağabey, biliyorsunuz- en çok kafa yorduğu şey kaynak meselesi.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Doğru...
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Çünkü iktisatta, ekonomide kaynaklar sınırlı, talepler sınırsız ve kaynak
konusunda birazcık öne çıkan, yeni bir öneri getiren iktisatçılar Nobel’e aday
gösterilmiş, Nobel Ekonomi Ödülü’nü almışlar değerli arkadaşlar.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ofer’e giden para...
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Hani biraz önce burada konuşmacı bir arkadaşımız Nobel Ödülü’nden bahsetti. Aslında Nobel Ödülü’nü düzenleyenlerin bunu görmesi lazım, bunu
görmesi lazım. Yani bir anda 200 katrilyon liralık bir kaynak ortaya
koyduğunu iddia eden bir Sayın Genel Başkan için herhâlde bir yıl değil her yıl
bundan sonra, kıyamet kopana kadar Nobel Ekonomi Ödülü verilmesi lazım, öyle
değil mi değerli arkadaşlar? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ya Nobel Ekonomi
Ödülü verilmesi lazım ya da “desteksiz atış ödülü” verilmesi lazım, ikisinden
birinin mutlaka verilmesi lazım değerli arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Yazık değil mi? Emeklilere
hitap ediyorsunuz, muhatap alıyorsunuz ve onlara geleceğe ümitle
bakabilecekleri bir şey söylüyorsunuz. Yani onlar da umutlanıyorlar ama gerçek
olmadığını, olmayacağını yarın diyelim ki -olmaz ama- karşı karşıya kaldığı
zaman da bu insanların yaşayacağı hayal kırıklığını tahmin edebiliyor musunuz
değerli arkadaşlar? Yazık değil mi bu insanların umutlarıyla, gelecekleriyle
oynamak, gerçekleştirilmesi mümkün olmayan sözler vermek?
Bakın, harcamaları
kısamıyorsunuz, ortada. Hani kaynak bulmaya çalışıyoruz, biz de yardımcı
olalım. Peki, gelirleri artırma yoluyla yapabilir misiniz? Yapamazsınız çünkü
geçmiş elli yıla bakın, reel olarak en fazla artış oranı yüzde 5’i, 10’u geçmez
vergiyle toplam bütçe gelirlerinde… Bu da bir realite. Harcama,
diğer harcamaları azaltarak kaynak bulamıyorsunuz. 200 katrilyon konuştuğumuz
kaynak, en az. Gelirleri artırarak yapamıyorsunuz. Peki, ne yapacaksınız? Para
bastıracaksınız. Seçeneklerden bir tanesi. Merkez
Bankası kaynaklarını kullanacaksınız.
KAMER GENÇ (Tunceli) – 80
katrilyon vergi oldu.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
İnanın var ya, bu kadar kaynak için Merkez Bankası para basmaya çalışsın kâğıt
fiyatları herhâlde ikiye katlanır, üçe katlanır. Kâğıt bulamazsınız, Türkiye
kâğıt ithal etmek zorunda kalır bu kadar para basabilmek için. Tabii, işin
esprisi belki ama…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Para
piyasaya çıkınca, paranın dönüşünden vergi alınacak. Senin
bunları bilmen lazım.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Onun onda 1’i kadar bile Merkez Bankası yani 200 katrilyonun 20 katrilyonu
kadar bile para basmaya kalkıştığınız anda son sekiz yılda gerçekten çok büyük
bedeller ödenerek, mücadele verilerek elde edilen bu olumlu sonuçların hepsi
heba edilmiş olacak, hepsi ortadan kaldırılmış olacak. Biz daha önceki eski
karanlık ve sıkıntılı günlere dönmüş olacağız değerli arkadaşlar.
Bir başka seçenek nedir? Yani
para basma, diğeri borçlanma. Para bastığınız zaman enflasyon artacak, faiz
oranları yükselecek ve yatırımlar azalacak, en çok dar gelirli zarar görecek.
Enflasyondan bugüne kadar en çok zararı kim gördü? Dar gelirli gördü.
Dolayısıyla o yaşadığımız, bildiğimiz tablolar ortaya çıkacak.
Dördüncü seçenek nedir?
Dördüncü seçenek de borçlanma. O daha da beter. O daha da beter. O daha da
beter. O kadar rakamı borçlandığınız zaman, bu kadar büyük faiz ödemesine ne
bütçe bulabilirsiniz ne de başka bir kaynak bulabilirsiniz; hiçbir şekilde
inandırıcılığınız kalmaz, hareket kabiliyetiniz kalmaz; bütçe içerisindeki
dengeler altüst olur, yine fakirin aldığı pay azalır, enflasyon inanılmaz, üç
haneli rakamları aşar gider.
Aslında beşinci bir seçenek
var: Çark etmek. Çark etmek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya sen
nasıl maliyecisin kardeşim?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Benim şahsi kanaatim de Sayın Kılıçdaroğlu, eğer
iktidara gelebilirse çark edecek. Bu konu daha önce burada konuşuldu, ben
tekrar etmeyeceğim onları çünkü hiçbirisinin, diğer dört seçeneğin uygulama
kabiliyeti yok, uygulama kabiliyeti yok, o yüzden.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
bakın, gerçekten, Türkiye, geçmişte buna benzer politikalar yüzünden çok ağır
bedeller ödedi. Ben birkaç tanesini şimdi sizlerle paylaşacağım bunların. Yani
IMF’ye muhtaç olmaktan, onun kaynaklarını alabilmek için hükûmetlerin
ne kadar taviz vermek zorunda kaldıklarından -somut, biraz sonra bilgi
vereceğim size- tutun da inanılmaz onur kırıcı davranışlara muhatap olmamıza
kadar çok ağır bedeller ödedi Türkiye.
Şimdi, bakın, popülizm, hiçbir zaman bir ülkeye katkı sağlamamıştır, fayda
getirmemiştir. Çok uzağa gitmeye gerek yok, bakın, 15/7/1999
günü, dönemin Çalışma Bakanı Sayın Yaşar Okuyan’ın
Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı bir konuşma var, aynen o bölümünü
okuyorum: “Sisteme müdahale edilmezse -emeklileri konuşuyoruz ya en çok,
SSK’dan bahsediyor- azami beş yıl sonra emeklilere maaş ödenemeyecek duruma
gelecektir.” Bunu, dönemin Sayın Bakanı söylüyor. “Emekli maaşları yüreğimizi
parçalıyor.” Yani çok az diyor. “Çerez parası” diyor. Dönemin Sayın Çalışma
Bakanı böyle tanımlıyor; o gün verilen, emekliye verilen maaş için “çerez
parası” diyor. “Emekli maaşlarınız yüreğimizi parçalıyor. Bu sistem en fazla
beş yıl sonra bu gülünç rakamları da veremez hâle gelecektir.” diyor o dönem,
1999’da söylüyor bunu. Yani rakamlar, gerçekten emekliye verilen para o kadar
gülünç ki Sayın Bakan bunu ifade ediyor ama “Böyle devam ederse beş yıl sonra
bu rakamları, bu ücretleri emeklilere veremez hâle geleceğiz. “ diyor.
Bakın, aynı Çalışma Bakanı, 27/5/2002 tarihinde Antalya’da yaptığı bir konuşmada da
şunları söylüyor: “SSK’nın iflas derecesine gelmesinde en büyük etkenin geçmiş hükûmetlerin SSK’yı babalarının çiftliği gibi görmeleridir.
Şu anda SSK emeklilerinin maaşlarını, ilaç paralarını ödeyememekteyiz.” Bunu
bir çalışma bakanı itiraf ediyor değerli arkadaşlar. “Bunları hazineden
aldığımız parayla ödeyebiliyoruz.” diyor.
Şimdi, bu konuyla ilgili son
olarak, yine Merkez Bankası eski başkan yardımcılarından Sayın Ercan Kumcu’nun Hürriyet’teki köşesinde yazdığı bir yazı var,
tarih 1 Ağustos 2002, aynen okuyorum: “Bu kuruluşlar -yani sosyal güvenlik
kuruluşları, SSK, BAĞ-KUR vesaire- yakın bir gelecekte emeklisine yardım
yapamayacak hâle gelebilecektir. Emeklilerine maaş veremeyen devlet değil,
emeklisini daha da aç bırakan bir devlet hâline dönüşeceğiz.” diyor Sayın Ercan
Kumcu. Ne zaman? 2002 yılında. Tabii, muhtemelen Sayın Kumcu AK PARTİ
yönetimlerinin işbaşına geleceğini bilmiyordu, muhtemelen o güne kadar ülkeyi
yöneten zihniyetlerin ya da siyasi partilerin ya da anlayışların devam edeceği
varsayımıyla böyle bir yorum yaptı 2002 yılında. Reformlar da yapıldıktan sonra
diyor ki: “Birkaç yıl sonra artık SSK, emeklisinin maaşını ödeyemeyecek hâle
geldi.”
Şimdi,
burada, belki biraz bunların nedenlerine girmek lazım, bu nokta önemli. Yani, niye
SSK battı? Bu popülist yaklaşımla hep onları
konuşuyoruz, onlara biraz ayrıntılı bir şekilde girmemiz lazım.
Şimdi, bakın, 1991 yılında
SSK, Sosyal Sigortalar Kurumu -eskiden, biliyorsunuz SGK’dan
önce bu vardı- 128 bin lira kâr eden bir kuruluş. En son kârı
da bu zaten. 1991 yılında SSK’nın kârı 128 bin lira. Ondan sonra zarar
etmeye başlıyor 1992’den itibaren ve devam ediyor. Neden? Tabii, SSK’nın zarar
etmesinde ya da sosyal güvenlik sisteminin çökmesinde -o zaman için söylüyorum-
hükûmetlerin aldığı siyasi kararların etkisi var,
bunu inkâr etmiyoruz ya da almadıkları kararların etkisi var, bunu yadsımak
mümkün değil. Ama sadece bu kadarla sınırlı değil. Bakın, ben birkaç tane size
örnek vereceğim şimdi değerli arkadaşlar. Aynı zamanda, yolsuzlukla mücadele
konusu konuşulur ve tartışılırken de bunların hep dikkate alınması ve
unutulmaması gerekiyor.
Bakın, SSK’da 1992 yılında
bir ihale yapılıyor, aslında ihale yapılmıyor daha doğrusu, çünkü davetiye
usulü ihale. Biliyorsunuz, eski ihale mevzuatımıza göre davetiye usulü diye bir
sistem vardı, şöyle olurdu: İdare, ihaleyi yapacak idare bu ihaleye katılacak
firmaları kendi tespit eder ve çağırırdı. Diyelim ki sen, sen, sen, geliyorsun,
ihaleye giriyorsun. Herkes giremiyor ihaleye, idarenin belirlediği firmalar
katılabiliyor, davetiye usulü bu. O sistem şu anda yok, bizim dönemde hiç
uygulanmadı çünkü bizden hemen önce ihale mevzuatı değiştirildiği için bizde
böyle bir sistem yok. Bizim dönemlerin tamamında kapalı zarf teklifi usulüyle
yapıldı bütün ihaleler. Bunu da antrparantez belirtmiş olalım.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya,
insaf be! Hep davetiye usulü ihale yapıyorsunuz!
AHMET YENİ (Samsun) – Dinle,
dinle, öğren biraz!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Bir ihale veriliyor. Bakın, ihale rakamı ne kadar biliyor musunuz? SSK’nın bir
ihalesi, İstanbul Göztepe Hastanesi onarım işi. Bir binanın onarım işi değerli
arkadaşlar. İşte bu, bir binanın onarım işi, SSK Göztepe Hastanesinin onarım
işi. Başlangıç ihale rakamı ne kadar? 21 milyar lira. Tarih 1992, 21 milyar
lira, hepsi resmî rakamlar bunlar.
AHMET YENİ (Samsun) – Genel
müdür kim, onu bilmiyoruz ki!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
İzin verin.
Bakın, 1998’e kadar inşaat
devam ediyor. Göztepe Sosyal Sigortalar Hastanesinin onarım inşaatı işi,
başlangıç rakamı 21 milyar, bitişi tahmin edin değerli arkadaşlar.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ne
kadar?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
1998 bitiş. Başlangıç rakamı 21 milyar lira, bitiş rakamını tahmin edin.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir
ihale ismini ver! Hangi ihale yapılmış?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
466 milyar lira değerli arkadaşlar. Tam 21 kat, 21 kat! (AK PARTİ sıralarından
“Vay be!” sesleri)
M. YILMAZ HELVACIOĞLU (Siirt)
– Helal olsun! (AK PARTİ sıralarından “Hırsızlar!” sesleri)
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Bitmedi. Bakın, bu şekilde aşağı yukarı tam 150 tane ihale var. İhale değil
aslında, davetiye usulü…
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Kime
vermişler?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Hepsini söyleyeceğim değerli arkadaşlar, merakınızı gidereceğim.
Bakın, bir başka ihale,
Tunceli Sağlık Meslek Lisesi inşaatı. İnşaata başlama tarihi 1993, yani ihale
tarihi. İhale değil aslında, ihale falan yok, verme var. Çağırıyorsunuz ihaleye
girecekleri, hepsi davetiye usulü. 23,6 milyar lira başlangıç ihale rakamı,
bittiği zaman toplam maliyet 195 milyar lira değerli arkadaşlar, artış oranı
yüzde 747.
Son olarak bir tane daha
söyleyeceğim. Tam 195 tane var bu şekilde, hepsi var, hepsinin rakamları var.
İstanbul Merdivenköy dispanser inşaatı, altı üstü bir
bina. 1993’te ihalesi davetiye usulüyle yapılmış, ihale bedeli 50 milyar lira,
gerçekleşme bedeli tam 348 milyar lira değerli arkadaşlar, yüzde 596.
İstanbul Göztepe Hastanesi
genel onarım inşaatının işini kim almış? O dönemde bir sayın
CHP il başkanı almış ve Tuncelili bu vatandaşımız.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Kime
verilmiş?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Biraz önce okuduğum ikinci ihaleyi de Ali Rıza Olcay diye bir vatandaşımız
almış, tesadüf o da Tuncelili.
DURDU MEHMET KASTAL
(Osmaniye) – Tesadüfe bak!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
İstanbul Merdivenköy dispanser inşaatı işini Sayın
Adil Özçırpıcı almış, o da Tuncelili. (AK PARTİ
sıralarından “Oo!” sesleri)
Daha garip olan nedir biliyor
musunuz değerli arkadaşlar, daha ilginç olan nedir: O dönemde bu ihaleleri
veren SSK’nın Genel Müdürü Sayın Kemal Kılıçdaroğlu,
o da Tuncelili. (AK PARTİ sıralarından “Bravo!” sesleri, alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) –
Tesadüfe bak ya!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Ben bütün bunların tesadüf olduğuna inanıyorum değerli arkadaşlarım, bütün
bunların tesadüf olduğuna inanıyorum.
DURDU MEHMET KASTAL
(Osmaniye) – Kamer Genç neredeymiş o zaman?
KAMER GENÇ (Tunceli) – İhale
açık ihale, herkes alır ya!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Şimdi, değerli arkadaşlar…
KAMER GENÇ (Tunceli) – İhale
açık ihale, herkes girer ya!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Açık ihale değil, bakın, tekrar tekrar söylüyorum.
Biraz daha örnek vermem
gerekiyor anladığım kadarıyla, yeteri kadar etkili olmadı değerli arkadaşlar.
Dört: Ankara Etlik dispanser
işi...
Bakın, altı yılda
bitirilemeyen, yedi yılda bitirilemeyen inşaatlar bizim dönemimizde altı ayda bitiyor
değerli arkadaşlar; üç ayda bitiriyoruz biz, üç ayda. Altı ayda bitiyor, altı
yılda bitmiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunların hiçbirinde açık ihale
yok, hiçbirinde istisnasız; bir kısmı davetiye usulü yani müteahhitler
seçilerek çağrılmış, verilmiş, bir kısmında da sadece yönetim kurulu kararı
var.
AHMET YENİ (Samsun) – Biraz
daha yavaş anlat, yavaş.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Evet, tekrar ediyorum: Bu dönemde yapılan hiçbir ihale -Sayın Kemal Kılıçdaroğlu 1992’den 1999’a kadar Genel Müdürlük yapıyor
kesintisiz bir şekilde- açık ihale değil.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Cami onarım ihalelerine bak, camilere.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Hepsi davetiye usulü verilen ihaleler yani müteahhitler
toplanıyor, çağrılıyor ve onlara veriliyor -biraz önce de ihaleleri alanların
kimliklerini söyledim- bir kısmı da sadece yönetim kurulu kararıyla veriliyor,
sadece yönetim kurulu kararı, başka bir şey yok, yarışma filan yok.
Dört: Ankara Etlik dispanser
inşaatı: Arkadaşlar, 31,7…
KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın
Başkan, gerçek dışı konuşuyor, bir genel müdürün ihale yaptığı nerede görülmüş?
NURETTİN CANKİLİ (Devamla) –
Kayıtlar devletin kayıtları bakın, gidin araştırın. Biz belgesiz konuşmayız
çünkü konuşmamın başında söyledim: Ya rakamlarla konuşursunuz ya da masal
anlatırsınız. Biz masal anlatmıyoruz, rakamlarla konuşuyoruz değerli
arkadaşlar, masal anlatanlar belli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ankara Etlik dispanser
inşaatı: 31,7 milyar liraya ihalesi yapılmış, verilmiş 1992 yılında, 253 milyar
liraya tamamlanmış; artış oranı yüzde 716. Değerli arkadaşlar, biraz önce bir
arkadaş “AK PARTİ milletvekilleri hesap sorsun.” dedi. Hem AK PARTİ
milletvekilleri hem siz hesap sorun, esas hesap sorulması gereken bunlar,
lütfen sorun.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Cami ihalelerine hâlâ bir cevap vermedin.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Bakın, deyin ki: “Yahu, Sayın Genel Başkanımız, bunları bize izah eder misiniz?
23 milyar liraya, 21 milyar liraya ihale edilen bir inşaat nasıl 466 milyar
liraya çıktı?” Lütfen bunun bir izahını alın değerli arkadaşlar.
Şimdi, diyorlar ki: “Efendim,
eliniz kolunuz bağlı mı, gidin yargıya, açın dava.” Öyle değil. Bakın, bütün
bunlardan sonra, biliyorsunuz, sanıyorum 1999 yılında -lütfen düzeltin- bir af
kanunu çıkarıldı yani kamuoyunda da “Rahşan affı” olarak bilinen bir af kanunu
çıkarıldı ve hepsinin üzerine sünger çekildi değerli arkadaşlar. Yani, o
olmasaydı gerekeni elbette yapacaktık, elbette yapılacaktı gereken, elbette
hesap sorulacaktı.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Eğer
bir suistimal varsa buyurun sorun hesabını!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Ama maalesef 2000 yılında çıkan Rahşan Affı Kanunu, Af Kanunu bütün bunların
üzerine gidilmesini hukuken engelliyor değerli arkadaşlar. Yoksa,
hesap sormanın nasıl olacağını biz, daha doğrusu sistem, hukuk sistemi
göstermiş olacaktı.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) –
Sayın Başkan, AKP’liler oy verdi mi vermedi mi? Biz o zaman yoktuk.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Şimdi, sadece -isterseniz birkaç tane daha vereyim, zaman da daraldı- kaynaklar
heba edilmiyor. Bakın, son olarak şunu söyleyeyim: Kastamonu Hastanesi dış
cephe ve çatı onarımı yani bir ayda, iki ayda yapılması gereken, mümkün olan
bir iş; öyle değil mi değerli arkadaşlar? Çatı onarımı, dış cephe onarımı; dış
cephe onarımı da muhtemelen boya badana falan gibi bir şey herhâlde. 16,9
milyar liraya ihalesi yapılıyor yine davetiye usulü.
ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Af
kanununa Cemil Çiçek de oy verdi. 45 tane milletvekiliniz oy verdi o kanuna.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Haydarpaşa Garı’nın çatısı mı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Hayır, Dunan İnşaata yapılıyor, Dunan
İnşaat, onu da söyleyeyim, Haydar Baş değil.
Ne zaman ihalesi yapılıyor?
97’de. Kaça bitiyor? 103,9 milyar liraya bitiyor değerli arkadaşlar.
SIRRI SAKIK (Muş) – Yüreğin
yetiyorsa OYAK’a verilenleri de açıkla!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Kaç kat? 6 kat, yüzde 600. Bunlar dolu, yani bir saat daha verilse, zamanım
olsa bunları saymakla bitiremeyiz değerli arkadaşlar. Zaten saymayacağım, ama
isteyen arkadaşlar olursa, bütün arkadaşlar için söylüyorum, bu bilgileri
paylaşmaktan onur duyarım, memnunluk duyarım değerli arkadaşlar.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Canikli, bir sürü rakamlar verdiniz, Dersim’den
bahsettiniz, yüreğiniz yetiyorsa OYAK’a verilenleri de açıklayın!
BAŞKAN - Sayın Sakık, arkadaşlar, böyle bir müzakere usulümüz yok, lütfen
kimse yerinden konuşmasın.
SIRRI SAKIK (Muş) – Bunları
da söylesin Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Sakık, lütfen…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Son olarak şunu söylüyorum değerli arkadaşlar: Sadece kaynaklar ihale
yöntemiyle, bu şekilde heba edilmiş değil SSK’da. Başka yöntemlerle de
kaynaklar heba edilmiş. Yine, aynı dönemde tam 9.500 tane eleman işe alınmış,
9.500 tane, evet. (AK PARTİ sıralarından “Sınavla mı almış?” sesleri)
Hayır, o zaman ÖSYM sınavı
falan yok, sınavları kurumun kendisi yapıyor, yazılıyı da kendisi yapıyor,
sözlüyü de kendisi yapıyor; hâkim de kendisi, savcı da kendisi, hepsi kendisi.
Sistem böyle, komisyonlar kuruluyor müdürlerden, amirlerden, memurlardan, onlar
tarafından alınıyor. Neyse, benim burada esas itibarıyla vurgulamak istediğim
nokta başka değerli arkadaşlar. Şimdi, bakın, bugün çok şey söyleniyor, tabii
birçok eleman alınıyor, eski hükümlü faslından da alınıyor, biliyorsunuz
mevzuatımıza göre belli bir sayıda eski hükümlü ve sakat da, özürlü
vatandaşımızın da işe alınması gerekiyor. Şimdi, burada dikkat çeken nokta şu:
Eski hükümlü faslından işe alınanların hemen hemen
tamamına yakını belirli suçlardan hüküm giymiş olanlar. “Hüküm giymiş” bakın.
Zaten, “eski hükümlü” kavramına girebilmesi için mahkûm olması gerekir, hüküm
giymiş olması gerekir. Bunlardan 100’e yakın isim var, ben birkaç tanesini
sizlerle paylaşacağım sadece: Bakın, Ali Uludağ, işe alınan bir işçi, eski
hükümlü. Suçu şu: Yasa dışı Dev-Yol örgütü adına çeşitli öldürme, bombalama,
kurşunlama suçlarından dolayı müebbet hapis almış, yatmış ve çıkmış. Hasan Ertürk, işçi, eski hükümlü. Yine, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun SSK Genel Müdürü olduğu dönemde Kurumun
doğrudan kendi yaptığı tasarrufla; o zaman sınav falan yok, ÖSYM falan yok,
bunun tekrar altını vurgulayalım.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Tayyip Erdoğan’ın aldığı işçilere bak, İstanbul Belediyesine alınanları da
söyle!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Suçu nedir? Dev-Yol isimli örgüte üye olmak ve örgüt adına eylem ve
faaliyetlerde bulunmak, anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs suçuna feran iştirak suçlarından ağır hapis cezası almış, mahkûm
olmuş, çıkmış.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
İstanbul Belediyesine alınanları da söyle.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Hüsnü Ertürk, yasa dışı Dev-Yol örgütü ve Silahlı
Devrim Birlikleri örgütü mensubu olmak, eylem ve faaliyetlerinde bulunmak,
öldürme olaylarına karışmak suçlarından ağır hapis almış.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
İstanbul Belediyesine alınanları da söyle.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Mehmet Ardıç, eski hükümlü…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ayıp
ya! Ayıp!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
…yasa dışı THKP-C adlı örgütü… Adam öldürmek, yaralamak ve patlayıcı madde
atmak suçlarından hüküm giymiş.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Büyükanıt’a çektiğiniz zırhlıyı da anlat.
BENGİ YILDIZ (Batman) –
Hırsızlık yapanları mı alsınlar? Rüşvet yiyenleri mi alsınlar?
SIRRI SAKIK (muş) – Bunlar
üzerinden siyaset yapma. Ayıp!
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Burada olmayanlar üzerinden…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Buradaki arkadaşlar da, bu bilgileri verince onlar da rahatsız olmaya
başladılar, nedendir bilemiyorum yani.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
İstanbul Belediyesini söyle.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Mehmet Tanlak, çeşitli tarihlerde Dev-Yol adına adam
öldürmek…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ayıp
yaptığınız. Burada olmayan kişileri okuyorsun, ayıp yapıyorsun.
BAŞKAN – Sayın Kaplan…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
…silahlı gasp, bomba atmak suçlarından hüküm giymiş kişi.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ama
burada olmayan kişilerle ilgili…
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen… Biraz sonra sizin grup başkan vekiliniz çıkacak, bunlara cevap verir.
Lütfen sakin olun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Erdal Camcı, ideolojik nedenle adam öldürmek suçuna iştirakten hüküm giymiş.
Habip Gürel, yasa dışı
silahlı örgüt kurup faaliyet göstermekten hüküm giymiş.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
İstanbul Belediyesine alınanları da söyle.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Devam edip gidiyor.
Değerli arkadaşlar, tamam,
eski hükümlü, bunlar da alınabilir, ona bir itirazımız yok…
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) –
Onların resimleriyle propaganda yapıyordunuz referandumda.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
İstanbul Belediyesini söyle. Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanı olarak
aldıklarını da oku. Tarikatları hep aldınız.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
…ama eski hükümlü, sadece yasa dışı Dev-Sol, Dev-Yol, illegal örgütlere üye
olmanın veya buradan mahkûm olmanın dışında hüküm giyen mahkûm yok mu bu
ülkede? Sadece onları alıyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Özetlemek gerekirse değerli
arkadaşlar, popülizm, gerçekleştirilmesi mümkün
olmayan, ülke gerçekleriyle uyumlu olmayan, bütçe imkânlarıyla, kaynaklarla
uyumlu olmayan taahhütler bu ülkeye geçmişte çok büyük zarar verdi.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – AKP
de hırsızları alıyor.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Bugünlere tekrar onların izlerini görmeye başladık ama biraz önce rakamlarla
ifade etmeye çalıştığım gibi, böyle bir kaynağın kesinlikle…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) –
Sayın Canikli, güzel bir illüzyon
yaptınız, helal olsun!
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) –
Gören de başarılı bir iktidarın grup başkan vekili sanacak.
BAŞKAN – Evet, Sayın Canikli, süreniz doldu. Size de ek süre veriyorum bir
dakika, lütfen Genel Kurulu selamlayın efendim.
Buyurun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Biz son yedi yılda 291 milyar
lira kaynak oluşturmuşuz ve ülkenin kalkınması için, yatırımlar için, emekli
için, işçi için, köylü için, memur için vermişiz, dar gelirli için vermişiz,
özürlü vatandaşımız için -rakamlarını ayrıntılı verdim- aktarmışız. Biz
sözümüzü vermişiz ve yerine getirmişiz. AK PARTİ hükûmetleri
sözünü vermiş, yerine getirmiş. Sayın Başbakanımız sözünü vermiş ve yerine
getirmiş. Sayın Başbakanımızın sözünün bir karşılığı var değerli arkadaşlar,
bir karşılığı var. Somut rakamda bu en az… Nedir karşılığı? Son yedi yılda 291
katrilyon lira, en az 291 katrilyon lira ama Sayın Kılıçdaroğlu’nun
verdiği sözlerin karşılığının bir kuruşu yok.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
Deniz Feneri, Kombassan…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Yani şöyle olmuş olsaydı, eğer rakam 15-20 bin liralık
bir rakam olsaydı veya 30 bin liralık, 50 bin liralık, yani olabilirdi,
inanabilirdik, en azından hiçbir şey bulamazsa kendi imkânlarıyla
karşılayabilirdi maaşından, ama böyle bir rakamı, bir yılda 200 katrilyon, dört
yılda 800 katrilyon liralık bir kaynağı çıkarması mümkün değil. Türkiye
bunlardan çok çekti.
O yüzden, bakın değerli
arkadaşlar, şimdi, sadece Türkiye’de değil, popülist
yaklaşımları…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Canikli, ek süreniz de doldu efendim. Lütfen…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Canikli.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Trabzon) – Sayın Başkan… Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, bir şey söyleyeceksiniz herhâlde.
Buyurun.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Trabzon) – Sayın Konuşmacı, konuşmasında…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
Biraz da Deniz Fenerinden bahsetseydin, Kombassan’dan
bahsetseydin.
BAŞKAN – Bir saniye
arkadaşlar… Lütfen…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Trabzon) – …Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu’nun
söylemediği şeyleri söylemiş gibi cümleler kullandı.
SONER AKSOY (Kütahya) –
Muharrem Bey de aynı şeyi yaptı ya!
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Trabzon) – Genel Müdürlüğü, SSK Genel Müdürlüğü döneminde, hapse mahkûm olmuş
olan kişileri kanuna aykırı bir şekilde işe aldı gibi, kanuna uygun olmayan
bir…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
“Kanuna aykırı.” demedim.
AHMET YENİ (Samsun) – Öyle
bir şey demedi, doğruları söyledi.
MEHMET OCAKDEN (Bursa) –
“Mevzuata uygun.” dedi.
BAŞKAN – Üç dakika içerisinde
özetleyin lütfen.
Buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
Lütfen yeni bir sataşmaya
mahal vermeyin.
III.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin,
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Genel
Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Trabzon) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Canikli,
konuşmasında, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun
vaatlerini irdelemeye çalışırken cümleleri sanıyorum yetersiz kaldı, Sayın Kılıçdaroğlu’nun SSK Genel Müdürlüğü dönemine gitti, “200
katrilyonluk bir kaynak gerekiyor.” dedi.
VAHİT KİRİŞCİ (Adana) – Ayinesi iştir kişinin...
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Beklerdim ki bu kaynak hangi hizmet için ne kadardır, böyle bir
rakam versin. Anlaşılan böyle bir çalışmayı yapmamış, hatta katrilyondan
YTL’ye, YTL’den TL’ye geçtiğimizi de unutmuş, abartarak bir şeyler söylüyor.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) –
Gerici, gerici!
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Şimdi, şunu söyleyeyim: Devlet memuriyetine girmenin şartları 657
sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda belirtilmiştir. Bir kişi eğer hapse mahkûm
olmuş ve mahkeme kararında kamu hizmetlerinden mahrumiyetine karar verilmiş ise
hiçbir kamu görevlisi onu işe alamaz. Hukuk, yasa böyle karar vermediği hâlde,
siz yasa dışında bir uygulama mı istiyorsunuz? Sizin sıralarınızda acaba, 2000
öncesinde, 80 öncesinde hapse girmiş, hapiste kalmış arkadaşınız yok mu?
Bakanlar Kurulu sıralarında yok mu hiç hapse girmiş arkadaşınız? Hapse girmek
suç mudur? Bu mudur?
SUAT KILIÇ (Samsun) – Hangi
suçtan hapse girdiği… Dev-Yol, Dev-Sol…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Sizin hukuk devleti anlayışınız bu mudur?
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hikmetyar’ın adamlarını aldınız, Hikmetyar’ın,
İstanbul Belediyesine!
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) –
Onların önünde ağlıyordunuz, ağlıyordunuz!
BAŞKAN – Lütfen sayın
milletvekilleri…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – “İhaleler…” diyorsunuz. Siz, şimdi, 90’lı yıllarda SSK Genel
Müdürlüğünün ihalelerinden örnek veriyorsunuz. O kadar eskiye gitmeye gerek
yok. Kuşadası Limanı özelleştirmesi: Hukuksuz bir şekilde Ofer’e
verilmiştir Özelleştirme İdaresinin yetkisi olmamasına rağmen. Sayın Başbakan “Ofer’i tanımıyorum.” demişti, öğleden sonra “Ya, galiba
görüştüm.” akşamüzeri de “Evet, görüştüm.” dedi. İhaleyi böyle yaptınız! TÜPRAŞ’ın yüzde 14,76’sının satışında 400 milyon dolarlık
hazine zararı mahkeme kararıyla tespit edilmiştir, Yargıtay kararıyla
onaylanmıştır. Nerede? Niye bunu tahsil etmiyorsunuz? Niye bunu tahsil etmek
yerine Plan ve Bütçe Komisyonundaki torba yasaya bir madde eklemeye çalışarak
affetmeye çalışıyorsunuz?
SONER AKSOY (Kütahya) – Sayın
Başkan, sataşmalara cevap verecekti…
AHMET YENİ (Samsun) –
Nurettin Bey’e cevap verecektiniz…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Yolsuzluklara ortak olan bir parti varsa bu Adalet ve Kalkınma
Partisidir.
Bakın, siz, Sayın Canikli, Giresun Milletvekilisiniz, beklerdim ki… Ben
burada bir konuşma yaptım, fındık üreticisinin 2004 yılındaki don afetinden 169
milyon liralık alacağı var, “Hükûmet bunu gasbetti.” diyorum, çıkıp “Hayır, Hükûmet,
devlet gasbetmez, biz bunu ödeyeceğiz.” deme
cesaretini gösteremiyorsunuz.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sayın Başkan, Sayın Hamzaçebi biraz önce, Sayın
Başbakanımızı ve Hükûmetimizi…
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, çok iyi niyetli olarak, açıklama yapmak üzere grup başkan
vekili arkadaşlarımıza söz veriyorum ama bu birbirini takip etmemeli.
Sayın Canikli,
buyurun efendim.
Bir saniye, bir saniye… Ne
istediğinizi bilmiyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Biraz önce Sayın Hamzaçebi konuşmasında hem Sayın
Başbakanımızı hem de Hükûmetimizi haksız bir şekilde
suçlayan bir ifade kullandı, onunla ilgili olarak sataşmadan söz istiyorum
Sayın Başkanım.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Hiç
de suçlamadı, açıklama getirdi.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Suçlama yoktu efendim.
BAŞKAN – Şimdi, bir saniye…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Efendim, Kuşadası ihalesiyle ilgili, Sayın Başkan.
BAŞKAN - Ben büyük bir
dikkatle takip ettim. Tabii, Sayın Hamzaçebi’ye, Sayın
Kılıçdaroğlu’na yönelik iddialara cevap vermesi için,
sataşma nedeniyle, Grup Başkan Vekili olduğu için söz verdim ama tabii, o da
Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Sayın Başbakanla ilgili birtakım
iddialarda bulundu. Bu nedenle, hak ve nasfet bu iddialara karşı da AK PARTİ
Grup Başkan Vekiline söz vermemi gerektiriyor. Üç dakika içinde… Ama yeni bir
sataşmaya lütfen mahal vermeyin çünkü birbirini takip etmesin. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
2.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin,
Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Hükûmete ve Başbakana sataşması nedeniyle konuşması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Esasında biraz önce Sayın
Konuşmacının suçlama yaptığı konuyla ilgili olarak müteaddit defalar bizim
konuşmacılarımız tarafından çok net cevaplar verildi, Kuşadası Limanı’yla
ilgili, değerli arkadaşlar. Bakın, o ihale yürürlükteki ihale mevzuatına göre
yapılmıştır. Biraz önce konuşmamda da müteaddit defalar belirttim, şu anda
uygulanan, yani 2003 yılından beri, AK PARTİ hükûmetleri
iktidara geldiğinden beri uygulanan ihale mevzuatına göre hiçbir şekilde bir
kişiye özel olarak davetiye usulü ya da başka özel bir yöntemle ihale verilmesi
kesinlikle söz konusu değildir.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
Balıkesir SEKA pazarlık usulüyle verildi.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
2003 yılından itibaren bu kapı kapalıdır. Ta 2001 yılında çıkmıştır bu kanun
ama ağırlıklı olarak uygulaması bizim dönemde olmuştur.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
Samsun-Ceyhan petrol boru hattı ihalesiz verildi.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Herkesin girebildiği, isteyen herkesin girebildiği açık bir ihale söz konusuysa
orada yolsuzluk olur mu değerli arkadaşlar, soruyorum. Elinizi vicdanınıza
koyun.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
Samsun-Ceyhan ihalesiz verildi.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Yani isteyen girebiliyor, şartlar eşit, özel bir ayrıcalık sağlanmıyor,
herhangi bir kişinin ya da birinin girmesi…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
Balıkesir SEKA’dan bahset, Samsun-Ceyhan’dan bahset.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
…ya da girmemesi için ihaleye, bir durum söz konusu değil, bir baskı söz konusu
değil. Böyle bir tespit var mı? Yok. O zaman böyle bir ihalenin yolsuzluğundan,
yasa dışılığından söz edilebilir mi? Edilemez.
ABDULLAH ÖZER (Bursa) –
Kişiye özel şartlar koyuyorsunuz.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Bakın, biraz önce Sayın Hamzaçebi fındık meselesinden
bahsetti değerli arkadaşlar. Biz, iki yılda, 2007 ve 2008 yıllarında alınan
fındıklar için, tarihinde hiç görülmemiş bir rakam aktarıldı oraya. Hatta, başka arkadaşlarımız, başka bölgedeki milletvekilleri
ya da sizlerden de arkadaşlarımız tarafından da zaman zaman
eleştiri konusu oldu. İki yılda aktarılan kaynak 3 katrilyon lira değerli
arkadaşlar, açın bakın. AK PARTİ Hükûmete geldiğinde,
fındığın bir kilosu 1,5 liraydı piyasada, 1,5 liraydı. Madem açtınız, onun için
söylüyorum, 1,5 liraydı. Şu anda ne kadar? 4,5-5 lira
civarında. Hiç ezdirilmedi, tarımla uğraşan hiçbir vatandaşımız,
çiftçilerimizin hiçbirisi ezdirilmedi, inanılmaz kaynaklar aktarıldı.
Yine bir rakam vereyim bakın,
masal olmasın: 2002 yılında, tarım kesimine yapılan aktarmalar, bütçe içinden,
doğrudan Tarım Bakanlığı bütçesi üzerinden ve onun dışında diğer kurumlar
üzerinden yapılan aktarmaların toplamı 2,3 milyar lira iken 2010 bütçesinde bu
rakam 8,4 milyar liradır değerli arkadaşlar. Yani, Ziraat Bankasının sıfır
faizle verdiği kredinin sübvansiyonu için ayrılan kaynak da dâhil olmak üzere,
buna benzer, Tarım Bakanlığı dışındaki kaynaklar da dâhil olmak üzere, tarihin
hiçbir döneminde, tarım kesimine bu kadar büyük kaynak aktarılmamıştır,
aktarılmaya da devam edecek.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Tarım battı ya!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Çiftçimizin bunu hak ettiğini biz biliyoruz, o nedenle tarımda üretim artıyor,
sıkıntılara rağmen üretim artıyor. Tarımda, bakın, çalışanların sayısında ciddi
oranda bir azalma var. Tarımda istihdam edilenin payı 36’dan 26’ya düşerken
üretim artıyor. Neden? İşte, aktarılan kaynaklar, orada verilmeyenin
artırılması nedeniyle. Fındık da dâhil olmak üzere, narenciye, aklınıza gelen
bütün ürünler için, buğday üreticisi için, hububat üreticisi için, hayvan üreticileri
için, inanılmaz kaynaklar aktarılmıştır, aktarılmaya da devam edecektir, bundan
yana hiçbir problem yoktur değerli arkadaşlar. Bu, fındık üreticileri için de
geçerlidir.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Trabzon) – 169 trilyonu ödeyebilecek misiniz Sayın Canikli?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Bahse konu husus, dondan afet gören hususla ilgilidir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Soruya cevap vermedi ki!
BAŞKAN – Sayın Canikli, teşekkür ediyorum.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – 169
ne olacak, 169?
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Sayın Genç, buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, biraz önce, Sayın Canikli, Sayın Genel
Başkanımızın Tuncelili olduğunu ve Tuncelililerden 3 kişiye inşaat verdiğini
söyledi. Bu konuyu, müsaade edersiniz, ben Tunceli Milletvekili olarak…
BAŞKAN – Sayın Genç, Sayın Kılıçdaroğlu’na yönelik iddialarla ilgili, Grup Başkan
Vekilinize söz verdim.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Efendim, ama Tunceli’yi kastetti bakın, Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sizin Tunceli
Milletvekili olmanız…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama, dedi ki…
BAŞKAN - …Tunceli’yle ilgili
bir söz söylendiğinde size söz verme hakkı doğurmaz. Bakın…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Nasıl
doğurmaz efendim? Tuncelililer hakkında bir söz söylerse nasıl doğurmaz?
BAŞKAN – Öyle bir şey
olabilir mi?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Tuncelililere iftira attı. Orada dedi ki: “3 tane…”
BAŞKAN – Bakın, ben…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, bir beni dinler misiniz?
BAŞKAN – Sayın Genç, ben
Sayın Canikli’nin konuşmasını büyük bir dikkatle
takip ettim.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Efendim, dedi ki…
BAŞKAN – Dinleyin bir dakika.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir
dakika Sayın Başkan… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Bir dakika…
KAMER GENÇ (Tunceli) – İş
verdiği…
BAŞKAN – Bir dakika…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakın,
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Bir dakika… Burada
sözü ben veririm.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Efendim, dedi ki…
BAŞKAN – Burada sözü ben
veririm. Ben konuşacağım, sonra size söz verirsem konuşacaksınız. Bir dakika
susun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Peki,
söyleyin.
BAŞKAN – Sayın Canikli dedi ki: “Bunun tesadüf olduğuna inanıyorum.”
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır
efendim, dedi ki: “Sayın Kemal Kılıçdaroğlu Genel
Müdürken 3 tane ihale verdi.” dedi.
BAŞKAN – Burada bir sataşma,
Tuncelilileri rencide edecek bir ifade kullanmadı.
KAMER GENÇ (Tunceli) – “3’ü
de Tuncelili.” dedi.
BAŞKAN – Efendim, olabilir.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Efendim, Ali Özcan Tuncelili değil.
BAŞKAN – Ancak bir ithamda
bulunmadı.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, bir dakika… Ama rica ediyorum…
Ayrıca da Tunceli’de bir lise
-sağlık meslek lisesi- yapıldı.
BAŞKAN – Efendim, lütfen
oturunuz. Böyle bir…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – …sizin şahsınıza
yönelik bir sataşma yok...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, taraflı hareket ediyorsun! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN –
…Kamer Genç ismine yönelik.
Lütfen oturun.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Taraflı hareket ediyorsun!
BAŞKAN – Oturun yerinize.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben
sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN – Oturun yerinize,
öyle şey olmaz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Benim
ilime iftira atıyor efendim!
BAŞKAN – Öyle bir şey olmaz.
Lütfen oturun yerinize.
KAMER GENÇ (Tunceli) – İftira
atıyor benim ilime!
BAŞKAN – Burası şov yeri
değil, lütfen otur yerine.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Beyefendi, burası bilmem neresi değil!
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, bütçenin tümü üzerindeki son konuşmalara devam ediyoruz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, ısrar ediyorum sataşmada.
BAŞKAN – Şimdi söz sırası
Barış ve Demokrasi Partisi adına…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, sataşmada ısrar ediyorum, oylatın.
BAŞKAN – Lütfen oturur
musunuz yerinize.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır
efendim. İç Tüzük’e göre, sataşmada ısrar ediyorum, oylatın.
BAŞKAN – Sizin şahsınıza
yönelik herhangi bir sataşma söz konusu değil.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Efendim, benim ilime sataşma var.
BAŞKAN – Lütfen oturun
yerinize.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakın,
AKP zamanında 1 tane Tuncelili alınmıyor işe.
BAŞKAN – Lütfen oturunuz,
öyle şey olmaz. Kaldı ki Grup Başkan Vekilinize söz verdim.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Tunceli’de deprem oldu, bir tek bakan gitmedi.
BAŞKAN – Sayın…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hâlâ
Tunceli’deki depremzedelere 1 kuruş para, doğru dürüst bir yardım gönderilmedi.
BAŞKAN – Lütfen oturur
musunuz yerinize.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen
nasıl Meclis Başkanısın!
BAŞKAN –
İdare amirleri, lütfen Sayın Milletvekilini yerine oturtur musunuz.
İşlem yaptırmayın bana,
lütfen…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sataşmada ısrar ediyorum.
BAŞKAN – Lütfen…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Israr
ediyorum efendim, oylatın.
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına 2 sayın milletvekili arkadaşımız konuşacaklar.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, ısrar ediyorum.
BAŞKAN – Otuzar dakika
süreleri var.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, duyuyor musun?
BAŞKAN – Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, sataşmada ısrar ediyorum,
oylatın o zaman.
BAŞKAN – Sayın Genç, bakın,
şu Parlamentonun en tecrübeli milletvekillerinden birisiniz.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Efendim, bakın, İç Tüzük’ü aç oku, diyor ki: ”Kendisine sataşılan kişi eğer…”
BAŞKAN – Hangi hâlde söz
verilir, hangi hâlde sataşmadan söz verilir, bunu en az bizim kadar
biliyorsunuz. Sizin şahsınıza yönelik herhangi bir sataşma söz konusu değil.
KAMER GENÇ (Tunceli) – İlime
sataşma var efendim, ilime sataştılar. O il gönderiyor beni buraya.
BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu’nun iddialarıyla ilgili sataşmadan söz verdim,
Sayın Grup Başkan Vekili konuştu. Lütfen oturun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, ben sataşmada ısrar ediyorum.
BAŞKAN – Lütfen oturunuz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – İç
Tüzük’e göre oylatın efendim.
BAŞKAN – Lütfen oturunuz
yerinize.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yalan
söylüyor! Bir defa, o işi alanlar Tuncelili değil.
II.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575) (Devam)
2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî
Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905,
3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına ilk söz Batman Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın
Bengi Yıldız’a aittir.
Sayın Yıldız, buyurun. (BDP
sıralarından alkışlar)
Süreniz otuz dakikadır
efendim.
BDP GRUBU ADINA BENGİ YILDIZ
(Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına söz aldım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Tabii, biraz önce burada
yapılan konuşmalarda… Aslında, yasalarımıza göre, hükümlü kadrolarından işe
alınmanın koşulları bellidir. “Bunlar siyasal suçlardan, başka suçlardan
alınmış.” şeklindeki bir değerlendirmenin çok doğru bir değerlendirme
olmadığını düşünüyoruz. Siz de belki takdir hakkınızı kullanarak, o hükümlü
kadroları arasında, mesela, rüşvetten, hırsızlıktan yatmış olanları alırsınız.
Bu genel bir tercih meselesidir. Dolayısıyla bu meseleleri çok da, yasalara
uygun olduğu için, dillendirmemek lazım.
Adalet ve Kalkınma Partisinin
bütçesini nitelendirmemiz gerekirse, belki “Fakirden alıp zengine verme
bütçesi.” olarak nitelenebilir çünkü çok zengin yarattınız bu dönemde. Sizin o
“görünmeyen el” teoriniz hep fakirlerin cebinden çıkarıp zenginlerin cebine
aktardı sizin iktidarınız döneminde. Belki başka bir adlandırma da yapabiliriz:
“Altın yumurtlayan tavuk.” Mesela, TÜPRAŞ’ı, Tekeli,
şeker fabrikalarının hepsini özelleştirdiniz, toprakları satıyorsunuz. Yani
altın yumurtlayan tavukları kesiyorsunuz, kısa vadede bütçenizi dolduruyorsunuz
ama sonuçta milyonlarca insan işsiz kalıyor. Sonra da tütünü gidip Amerika
Birleşik Devletleri’nden alıyorsunuz, onların sigarasını bu halka
kullandırıyorsunuz. Bu da bir tercihtir, bu da Adalet ve Kalkınma Partisinin bir
tercihi olarak nitelenebilir.
Bütçe tartışmaları birileri
için kuru, teknik ve anlaşılmaz kavramların tekrarlandığı bir münazara ortamı
olarak görülebilir ancak emekçiler, Kürtler, Aleviler, meşhur deyimle,
gayrimüslimler ve ötekileştirilen kesimler açısından geleceğimizin tartışıldığı
bir süreçtir aslında. Ekonomik kaynaklarımız, savaşa, talana, sermayeye mi
peşkeş çekilecek, yoksa daha çok iş, aş, sağlık, eğitim, adalet, yol, su, daha
demokratik bir ülke özlemimize mi harcanacak? Bu ülke, askerî ve bürokratik
vesayetten kurtulacak mı, yoksa hamasi nutuklarla ve yapay düşman söylemleriyle
geleceğimiz ipotek altına mı alınacak? Hepsinin cevabı, bu bütçedeki
kararlarımızla veriliyor. Geleceğimiz burada şekilleniyor.
Sayın Cumhurbaşkanımız,
yasama yılının başlangıcında burada önemli konuşmalar yaptı. İşte, seçimlere
gittiğimiz bir ortamdayız. O konuşmadan geriye kalan şu gök kubbede bir hoş
seda sanki. Ne demişti Sayın Cumhurbaşkanımız, bir hatırlayalım ve onun
gereğini ne kadar yaptık, tartışalım hep birlikte.
“Ülkemizin demokrasisinin ve
siyasetinin daha iyi işlemesi ve daha verimli olması için üç önemli hususa
dikkat çekmek istiyorum.
Öncelikle vurgulamak
istediğim husus: Türkiye Büyük Millet Meclisinde siyasi temsilin
derinleştirilmesinin ve çeşitlendirilmesinin sağlanmasıdır. Temsilin
derinleştirilmesi ve çeşitlendirilmesi, kendi içimizdeki tüm farklılıkları
siyasete yansıtacaktır. Ülkenin tüm önde gelen siyasi akımlarının temsil
edilmediği bir meclis, eksik bir meclis olacaktır. Bu anlamıyla siyasal
istikrar ve çoğulcu temsil birbirini dışlamaz, dışlamamalıdır.
Olgun bir demokrasi için
altını çizmek istediğim ikinci önemli husus: Katılımın daha da teşviki ve
güçlendirilmesi meselesidir. Sadece siyasi partilerin değil, sivil toplum
kuruluşları aracılığıyla toplumun tamamının siyasal sürece katılması önemlidir.
Demokrasinin olgunluğu,
ülkenin temel siyasi meselelerinde en yüksek düzeyde katılımın teşviki ve
güçlendirilmesiyle yakından ilişkilidir. Ancak, bugün geldiğimiz noktada,
demokratik sistemin kendini yenilemesi ve vizyonunu
küresel standartlara yükseltmesi için siyasetçilere düşen çok önemli görevler
vardır. Bu görev, siyaset dilinin yenilenmesi görevidir.
Siyaset dilinin mahiyetinin
sonuçları belirlediğini biliyoruz. Siyaset dili yapıcı da olabilir, yıkıcı da
ve farklı bakış açılarını ‘kutuplaşma’ olarak görmek, olgunlaşmamış bir
demokratik anlayışın tezahürüdür. Bu farklılıklar, dışlama, tahkir etme, yok
sayma, kültürel bölünme değil, tam tersine demokratik zenginliğin bir
göstergesi olarak ele alınmalıdır.” ve yargılama süreçlerine ilişkin
değerlendirmeleri oldu.
Yargılama sürecindeki
gecikmelerin, sebebi ne olursa olsun, tutukluluğu fiilî bir mahkûmiyet durumuna
dönüştürmemesi gerekir. Bu tür aksaklıkların düzeltilmesi ve geç tecelli eden
adaletin adaletsizlikten farklı olmadığı anlayışı ile gerekli yasal
düzenlemelerin en kısa zamanda hayata geçirilmesi gereğinden bahsetmiştir.
Bu yargılamaları biliyoruz,
“KCK” adı altında Kürt siyasal muhalefeti cezaevine tıkıldı, referandumda
“evet” cephesinde yer almayan Türkiye demokrasi güçleri “Devrimci Karargâh” adı
altında cezaevlerine tıkıldı ve benzeri birçok muhalefet eden kesimlerin
susturulduğu bir ortamla karşı karşıyayız.
“Açık ve net bir şekilde
ifade etmek gerekirse dünkü sorunlarımız zamanında çözülmediği için bugüne dek
büyüyerek gelmiştir. Aynı şekilde bugün çözmezsek bunlar yarına miras kalacak
ve bu çözümleri de giderek zorlaştıracaktır. Bu bağlamda, demokrasimizin
sürekli geliştirilmesi, reformların kesintisiz sürmesi elzemdir. Unutmayalım ki
bu süreç, ülkemizi her bakımdan daha güçlü hâle getirecektir. Bu sorunları
cesaretle çözmek yerine siyaseten kullanılmasının ileride bize çok büyük
maliyetler getireceğini bir kez daha hatırlatmak isterim ve sorunların çözümünü
ertelersek gelecek nesilleri çok daha çetrefilli bir sorunlar yumağıyla karşı
karşıya bırakırız. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak konuyu tüm
yönleriyle, tüm detaylarıyla, tüm arka planıyla bilerek konuşuyorum. Bu sorunu
büyük bir kararlılıkla biz çözmeliyiz. Gücümüzün, potansiyelimizin, beraberliğimizin
değerini hiçbir zaman unutmayalım ve bu işi çözmenin yegâne yeri de Türkiye
Büyük Millet Meclisidir.” diye Sayın Cumhurbaşkanımız vurgu yapmıştı. Bugüne
kadar, bu alanda Adalet ve Kalkınma Partisinin, Sayın Cumhurbaşkanının
belirttiği siyasal temsiliyetin yansımasından tutun
da adaletin tecelli etmesine kadar ve bu problemlerin bu Parlamentoda
tartışılmasına kadar hiçbir adım atmadığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz.
“Yeni, sivil bir anayasa
yapacağız.” deniliyor. “Toplumun tüm kesimleri bu anayasa sürecini
tartışmalıdır.” diyoruz. Ancak Kürtler, Aleviler, emekçiler yeni anayasa
önermelerinde bulunduklarında kıyameti koparıyorsunuz. İşte, Diyarbakır’da
Demokratik Toplum Kongresi ve Özerklik Çalıştayı bu
amaçla toplandı. Burada herkes önermelerde bulundu. Birçok aydın, yazar bu
toplantıya çağrıldı, katılanlar oldu. Gizli kapaklı değil, yasal ve meşru
zeminde yapılan bu düşünce açıklamalarını niye illegalize
ediyorsunuz? Niye düşünceyi, projeleri, taslakları “suikast” kavramıyla
açıklıyorsunuz? Ortaya bir çözüm projesi koymadığı gibi, çözüm önermelerine de
bu şekilde yaklaşan bir hükûmetle karşı karşıyayız.
Hâlbuki Sayın Başbakan 29
Haziran 2010 tarihli grup toplantısında şöyle diyordu: “Sorunu inkâr edenler,
görmezden gelenler, başını kuma gömenler çözümü de anlayamazlar,
algılayamazlar. Asırlara sari bu meseleyi birkaç paket
açıklayarak, birkaç yasal düzenleme yaparak çözemezsiniz. Milletin derdine
derman olma yolunda kimin elinde bir çözüm önerisi varsa kimin bir teklifi
varsa art niyetsiz, ön yargısız bir şekilde ona kulak veririz, dinleriz,
söylediklerini de dikkate alırız.” diyordu Sayın Başbakan.
“Türkiye bu meseleyle
geleceğe yürüyemez. Bu meseleyi çözmekten, bu meseleyi artık geri bırakmaktan
başka önümüzde hiçbir seçenek yok”. Bu sözler, altı ay önce bu Meclis
kürsüsünden dile getirildi. Başbakan, kimin ne çözümü varsa dinleyeceklerini
açıkça deklare etti. Şimdi, biz bir çözüm projesi ortaya koyduk: “Demokratik
özerklik” dedik, “iki dilli yaşam” dedik. Öneriyi ortaya koyduk, aldığımız
karşılık, Sayın Başbakandan tutun da Hükûmet
yetkililerine kadar herkesin savcıları göreve çağırdığı bir cevapla karşı
karşıya kaldık.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dünya bu sorunlarını nasıl konuşuyor, nasıl tartışıyor?
Birilerinin söylediği gibi gerçekten dünya üniter,
tekilci bir devletten yana mı tavır koymuş yoksa federasyondan tutun da
özerkliklerin yaşadığı, bölge düzeyinde oluşumların yaşandığı bir dünyayla mı
karşı karşıyayız? Dünya coğrafyasını, haritasını karşına aldığında, Amerika
Kıtası’ndan Asya Kıtası’na kadar her yerde en güçlü demokrasilerin federatif,
özerk, bölgesel düzeyde, kendi vatandaşını yaşama katan yönetimler olduğunu
görüyoruz. İşte, Kanada on eyaletten oluşan dünyanın en demokratik ülkelerinden
birisi. Hemen altında Amerika Birleşik Devletleri, hemen
altında Meksika, hemen altında Brezilya. Geçelim Avrupa’ya: İngiltere
Galler’i, İrlanda’sı, İskoçya’sı ve bölgesel yönetimleri. Belçika
hakeza, Almanya öyle, İsviçre öyle. Fransa, merkezî yetkilerinin
tamamına yakınını hemen hemen yerellere devretti,
İtalya bölgesel yönetimlere geçti. İspanya, o çokça tartıştığımız İspanya on
beş-on altı tane özerk bölgeden oluşuyor. Ve Asya’nın en güçlü demokrasisi,
işleyen demokrasisi, dünyanın en kalabalık ülkelerinden birisi Hindistan’dır.
Hindistan federal bir ülkedir. Rusya Federasyonu’na bakın, 22,5 milyon
kilometrekarelik bir coğrafya, onlarca özerk bölge var içinde.
Şimdi, bu ülkelerin hepsi
dünyanın en gelişmiş, en demokratik, en istikrarlı, en güçlü devletleri ama biz
Türkiye’de demokratik özerkliği tartıştığımızda, yerellere yetki aktarılsın
dediğimizde, çok dillilik dediğimizde... Ki İsviçre’yi unuttum, Konya gibi bir
yer, bilmem kaç tane kantonu var, beş tane de resmî dili var.
Şimdi, dünya, bu sorunlarını
böyle çözmüş. Biz, bunların hepsini öteleyerek, görmezden gelerek çok kültürlü,
çok dilli bir mirasın sahibi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan bir ülke olarak
tekleştirici, ötekileştirici, inkâr edici bir söylemle ülkemizin sorunlarını
çözemeyiz. Dolayısıyla bu ülkeler bölünmüyorsa bu tartışmalar da bu ülkeyi
bölmez, tam tersine bu tartışmalar olmadığı zaman, bastırıldığı zaman esas bu
ülke bölünme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
“Demokratik açılım” söylemi
vardı Hükûmetin bir yıl, bir buçuk yıl önce. İçine ne
koydunuz? Sayın Hükûmet yetkililerinden bazıları
bizim çok dilli ve demokratik özerklik tezimize “suikast” dediler, Sayın Meclis
Başkanımız “palavra” dedi. Bu sürece bakalım, “Kim palavra attı?” meselesini
bir ele alalım.
Şimdi,
“demokratik açılım, Kürt açılımı, millî birlik beraberlik açılımı” dediğiniz,
bu halka pazarladığınız, bir ölçüde de tek bir adım atmadan bu toplumu
kutuplaştırdığınız o projenin içerisinde, o palavranın içerisinde çıka çıka “Siz köylerinizin, ilçelerinizin isimlerini
değiştirebilirsiniz.” dediniz fakat şimdi bölgede birkaç tane tabela asıldı
diye veyahut Kurtalan Belediyesi çöp kutularının üzerine Kürtçe yazdı diye çöp
kutularını toplatıyorsunuz, o köylerin isimlerinin Türkçe yanında Kürtçe
yazılmasını da çok yadırgadığınızı söylüyorsunuz. On yıl
önce de biz -Ben Batman Belediyesinde Belediye Başkan Danışmanıydım-
mahallelerimizin, caddelerimizin, bulvarlarımızın ismini Kürtçe koyuyorduk ama
on yıl sonra siz hâlen bu tabelaları bölücülük, parçalayıcılık, suikast olarak
niteliyorsunuz. Hâlbuki bu halka pazarladığınız tek şey buydu.
Bu köylerin, kasabaların,
illerin isimlerini kim değiştirdi? Bir kanunla değiştirdi. Eğer gerçekten iade
etmek istiyorsanız siz de bir kanunla bu köylerin, kasabaların ismi 1960’larda,
1950’lerde neyse o şekilde konuşulmasını, adlandırılmasını yasal bir teminata
kavuşturursunuz. “Kim yapacak bu işi?” deniliyor. İllerde il encümenleri,
belediye meclisleri yapacak. Bu yetki zaten var orada ama bunu bile… Biz
“Pazarda, çarşıda, hayatın her alanında kendi ana dilimizi konuşacağız.”
dediğimizde kıyamet koparıyor. Zaten bunu konuşuyorduk biz. Bunu “Bir dilin,
bir kültürün yok olmaması için daha fazla kullanılması gerekir.” şeklinde Barış
ve Demokrasi Partisi söylediğinde “Siz söylemeyin, onu ancak biz söyleriz.” Ne
zaman, nerede konuşacağınızı Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti,
Sayın Başbakan kendi seçim malzemesi yapacak. Seçimden seçime gidecek, diyecek
ki: “Her şey özgür. Biz izin verdik, konuşabilirsiniz, çarşıda, pazarda,
manavda konuşabilirsiniz.”
Ve sizin 2004 yılındaki Kamu
Reformu Yasanız ortadadır, iyi ki de yapmışsınız. Öyle bir teklifte
bulunmuştunuz, her ne kadar Sayın Cumhurbaşkanımız bunu üniter
devletin yapısına aykırı bulduysa da. Sizin o zamanki önermeleriniz palavra
mıydı Kamu Reformu Yasası’nı çıkarırken? Mesela ne diyorsunuz: Millî savunma,
sosyal güvenlik, içişleri, maliye gibi konular dışında yerel yönetimlere
devredeceğiniz şeyler, il özel idarelerine devredilen bakanlık taşra örgütleri,
hangileri? Millî Eğitim, Sağlık, Sanayi, Bayındırlık, Kültür Turizm, Tarım ve
Orman Bakanlığını devrediyorsunuz. Belediyelere neyi devrediyordunuz? Çevre, gençlik spor, sosyal hizmetleri. Köy hizmetlerini
İstanbul’da İstanbul Büyükşehir Belediyesine, diğer yerlerde il özel
idarelerine devrediyordunuz, trafik hizmetlerini belediyeye devrediyordunuz.
Bu, sizin 2004 yılında bu Meclisten geçirmeye çalıştığınız, geçirdiğiniz veya
daha sonra dönen bir kanun çalışmanız, bir dünyaya bakış açınız, Türkiye kendi
sorunlarını nasıl çözer meselesi.
Şimdi, bunu daha önce
Cumhuriyet Halk Partisi de yapmış. 1999 yılındaki raporlarında, Cumhuriyet Halk
Partisi… Rapor elimde, altını çizdiklerimi… “Bu anlayışla
Kürt kökenli yurttaşlarımız da dil, kültür, folklor ve kimliklerini koruma,
geliştirme ve açıklayabilme, kendi ana dillerinde yazılı basın, radyo ve televizyon
dâhil her türlü medya aracılığıyla yayın yapabilme, özel okullarda kendi ana
dilleriyle eğitim yapabilme, Kürt dili ve kültürü üzerinde araştırma yapacak
enstitüler ve benzeri kurumların kurulabilmesi haklarına kavuşturulmalıdır.” Ve
yerel yönetimler modeli olarak katılımcı, çoğulcu yerinden yönetim modeli
olarak formüle ettikleri önermelerinde “Türkiye’de idari yapı eskimiştir.
Mevcut aşırı merkeziyetçi idari yapılanma çağımızın ve demokrasimizin
gereksinimlerini, toplumun beklentilerini ve dinamizmini karşılamamakta,
yetersiz kalmaktadır. Kapsamlı bir idari ve yerel yönetim reformu kaçınılmaz
hâle gelmiştir. Yerel yönetimlerin çoğulcu, katılımcı, şeffaf yapıda
güçlendirilmesi, başta eğitim, kültür, sağlık ve diğer bazı yerel hizmet
alanlarında olmak üzere genişletilmiş yetki ve sorumluluklara kavuşturulması,
mali kaynakların ve kaynak yaratma erkinin aktarılması, merkezi vesayetten
kurtarılması, ilçe belediye meclislerinin etkinleştirilerek çoğulcu yerinden
yönetim yapılanmasının odakları hâline getirilmesi. Ancak böylelikle
yurttaşlarımızın özellikle kendi yaşamlarıyla yakından ilgili konularda
yönetimlere doğrudan katılmaları sağlanabilir. Ülke coğrafyamızın tümünde hızla
yaşama geçirmek zorunda olduğumuz çoğulcu yerinden yönetim reformu Kürt sorununun
aşılmasında da önemli köşe taşlarındandır.” diyor Cumhuriyet Halk Partisi de
kendi raporlarında.
Daha sonra Türkiye Barolar
Birliği “Türkiye 25 tane bölgeye ayrılsın.” şeklinde Anayasa önermelerinde
bulunmuş. Bunun gibi birçok alanda ülkemizin idari bir reforma gitmesi
gerektiği noktasında kamuoyunun önemli bir kesiminde bir ortaklaşma vardır.
Şimdi, bunu ve benzeri
önermeleri biz yaptığımızda suikast oluyor, AKP yaptığında ise Türkiye'nin
sorunlarını çözen bir önerme oluyor.
Barış ve Demokrasi Partisinin
demokratik özerklik formülasyonu programının
kendisine de yansımıştır. Bu programın kendisi “Demokratik Özerklik Kitapçığı” Yargıtayın kendisine vermiş ve oradan da bugüne kadar bu
özerklik programının, tartışmalarının ülkenin tekliğine, bütünlüğüne aykırıdır
şeklinde bir değerlendirme de gelmemiş. Her ne kadar Parlamentoda biz getirip
içinde sıkça Kürtçe “Demokratik özerklik” anlatımı da var diye siz
okumadıysanız da emin olun Yargıtay cumhuriyet başsavcıları okudu bunu ve
ülkenin tekliğine, bütünlüğüne bir aykırılık görmedi. Biz bunu şimdi bölgede,
burada tartıştığımızda niye ülkeyi bölmüş, parçalamış oluyoruz değerli
arkadaşlar? O programın içindekinden başka bir şey anlatmadık biz hiçbir yerde.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dil, bir halkın onurudur. Geçmişi geleceğe taşıyan en önemli
unsurdur dil. Dilimize yasak koymakla ne yapmak istediniz? Bizi
köksüzleştirmeyi, asimile etmeyi; başaramadınız ama. 21’inci yüzyıldayız. İki
dilli yaşam söylemimiz süreci olumsuz etkiliyormuş. Kim söylüyor bunu, bu veciz
sözü? Sayın İçişleri Bakanımız Beşir Atalay. Hani geçen sene “Dünyaya örnek
olacak bir model önereceğiz.” diyordu ya Sayın Beşir Atalay, “Dünyaya örnek bir
model geliştireceğiz.” diyordu. Şimdi, iki dilli tartışmalarımızı bu sürecin
önünü kapatan, baltalayan bir açıklama olarak görüyor.
Peki, milyonlarca Kürt,
dilini nasıl koruyacak, okulda, camide, kışlada, tüm devlet kurumlarında, basın
ve yayında sadece Türkçe konuşacaklarsa? Asimilasyon, hani Almanya’da insanlık
suçu olarak ama Türkiye’de her alanda yürütülen bu asimilasyonu nasıl
önleyeceğiz? Kürt dilinin yaşaması, korunması sizin derdiniz değil biliyoruz
ama bizim varlık nedenimiz ve mücadele gerekçemizdir. Bunu bilmeniz lazım. AKP
“TRT Şeş’i açtık, daha ne istiyorsunuz?..” Sadaka
dağıtır gibi, haklar alanında da sadaka yaklaşımıyla yaklaşıyor.
Size şunu hatırlatayım: Şu
anda 20 tane Kürtçe yayın yapan Kürtlerin televizyonları var, 20 adet Kürtlerin
televizyonu. Kuzeyden, güneyden, her taraftan... Baas
rejimi 1939’da Kürtçe radyo açmıştı, 1939’da, o beğenmediğiniz… Biz Kürtçe
“…”(x) oradan dinlerdik. Ülkemiz laik ve demokratikti ama Erivan radyosunu
dinliyorduk biz. Meyrem Hanları, Karapete
Haçoları Erivan radyosundan dinliyorduk çünkü ülkemiz
üniter yapılıydı ve Kürtçe “…” (x) bu üniter yapıyı bozardı.
Devletimiz, 1961 Anayasası’na
göre insan haklarına dayalı, 1982 Anayasası’na göre de insan haklarına saygılı
bir devlettir ama kendi vatandaşı olan milyonlarca insanın ana dil gibi bir
hakkına ne saygı gösteriyordu ne de ona dayanıyordu.
Şimdi, Irak’taki Baas rejiminden, hatta İran’daki Şah ve Humeyni rejiminden…
Çünkü onlar da aynen Bağdat radyosu gibi, 1939’da Urmiye
radyosundan Kürtçe yayın yapıyorlardı. Erivan elli beş yıl önce, Bağdat ve
Tahran yetmiş yıl önce Kürtçe yayın yapıyorlardı. Siz, 2010 yılında bir Kürtçe
televizyon açıyorsunuz, bunu Kürtlere pazarlıyorsunuz. Bravo! Tebrik ediyoruz!
Laik, demokratik, insan haklarına dayalı hukuk devletimize ve onun iktidarına.
“Dil böler.” diyenlere
diyeceğimiz şey şu: Doğrudur, dil böler ama bizim dilimiz değil, sizin inkârcı
ve asimilasyoncu diliniz asıl bu ülkeyi böler. Lozan’da İsmet Paşa’nın dediği
gibi, “Türkler ve Kürtler Türkiye Cumhuriyeti’nin ana unsurlarıdırlar. Kürtler
azınlık değil, bir millettirler.” Gerçek olan, doğru olan bu.
Lozan’da 1922’de, 1923’te millet olan Kürtler, 21’inci yüzyılda herhâlde
aşiret olmadılar. Dolayısıyla, “O
cumhuriyet tarihinin, Kurtuluş Savaşı’nın felsefesine bakın.” diyenlere, bize
hatırlatma yapan Genelkurmay ve ona selam çakanlara biz de diyoruz: “Kurtuluş
Savaşı’nın felsefesine bakın.” Mustafa Kemal ne demiş? Bu Mecliste ne
tartışılmış? Kürt mebusu, Kürdistan mebusları burada ne konuşmuşlar? O tarihe
siz de bakın ve bu resmî tarihten kurtulun çünkü halkımızı bu resmî tarihle
zehirlediniz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; müthiş bir yabancılaşmayla karşı karşıyayız. Emekçi emeğine,
Türk Kürt’e, Sünni Alevi’ye yabancılaşmış, yabancılaştırılmış bu düzen
tarafından ve bu yabancılaşmanın önüne geçmek için bu eğitim sistemi, bu resmî
tarih anlayışı Kürt’ü, Alevi’yi, Laz’ı, Çerkez’i, ötekileri anlatması lazım,
öğrenmesi lazım. Kürt’ün, Türk’ün düşmanı olmadığını, Alevi’nin, Sünni’nin
zıddı bir şey olmadığını bu resmî tarih ve bu eğitim sistemi anlatmadığı sürece
biz birbirimize mesafeli duracağız ve bu ülkenin temeline… 21’inci yüzyılda,
belki 19’uncu yüzyıl, 20’nci yüzyılda Kürtler Batman’ın Sason ilçesinin
dağlarında radyodan, televizyondan, şundan bundan haberleri yoktu, dünyada ne
olup ne bitiyor bilmiyordu ama şu anda dünyayı yirmi dört saat her an izliyor,
bu Parlamentoyu takip ediyor. Dolayısıyla 19’uncu ve 20’nci yüzyılın mantığıyla
yaklaşmayın onlara. O dönem aşılmıştır, bizim de aşmamız lazım. Bu cami, kışla
kültürü bizim sorunumuzu çözemez, “Uyu uyu, yat uyu.” diyen eğitim sisteminiz
bu ülkenin sorunlarını çözemez.
Çok partili siyasal yaşam
aldatmacası var bu ülkede. Eğer aynı şeyi söylüyorsanız, resmî ideolojiyi
savunuyorsanız yüz tane parti yaşayabilir ama eğer bu resmî ideolojinin dışında
bir şeyler ifade ediyorsanız bizim siyasal geleneğimizde olduğu gibi
kapatılırsınız. Kapatılırsınız ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden de mahkûm
olursunuz. Buna rağmen ısrar edersiniz, yine savcıları göreve çağırırsınız ve
baraj ve hazine yardımıyla Parlamentonun önünü tıkıyorsunuz, temsiliyetin önünü tıkıyorsunuz. Siyasi Partiler Yasası’nı
değiştirmiyorsunuz. Siyasi Partiler Yasası’nın 81’inci maddesini bir okuyun
lütfen, bir okuyun da bu utancı şimdiye kadar nasıl taşıdığınızı…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yıldız,
süreniz doldu. Size de ek süre veriyorum.
Buyurun, bir dakika içinde
tamamlayın lütfen.
BENGİ YILDIZ (Devamla) –
Teşekkürler Sayın Başkan.
“Hiç kimse Türk dilinin,
kültürünün ve bir mezhebinin dışında dili, kültürü savunamaz, bunun korunmasını
isteyemez.” O zaman biz suç işliyoruz, “Kürtçe var, Kürtçe korunsun.” diyoruz,
“Asimilasyona uğramasın.” diyoruz. Sizin bu Siyasi Partiler Yasası’yla bizim
siyaset yapma şansımız yoktur. “Bu ülkede Aleviler vardır, Alevileri de koru.”
dediğin zaman başka bir mezhebi de korumuş oluyorsunuz. Bu Siyasi Partiler
Yasası’nın 81’inci maddesine ikide bir göndermede bulunuyorsunuz. Bu, aslında,
bu ülkede demokrasinin, siyasetin işlemediğinin açık göstergesidir.
Sürem bitiyor. Çok güzel bir
şiirimiz var:
“Ellerinize ve Yalana Dair
Bu dünya öküzün boynuzunda
değil,
Bu dünya ellerinizin üstünde
duruyor.
Ve insanlar, ah, benim
insanlarım,
Yalanla besliyorlar sizi,
Hâlbuki açsınız,
Etle, ekmekle beslenmeye
muhtaçsınız.”
Ve bunu niye yapıyor?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayın lütfen,
şiiriniz yarım kalmasın. (BDP sıralarından alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Devamla) –
Teşekkürler Sayın Başkan.
“İnsanlarım, ah benim
insanlarım,
Antenler yalan söylüyorsa,
Yalan söylüyorsa rotatifler,
Kitaplar yalan söylüyorsa,
Dua yalan söylüyorsa,
Ninni yalan söylüyorsa,
Bu ölümlü, bu yaşanası
dünyada
Bu bezirgan
saltanatı, bu zulüm devam etsin diyedir.” diyor Nazım Hikmet ve bu yalanları
söylemeye devam ediyorsunuz ne yazık ki bu halka.
Selam ve saygılarımı
sunuyorum, yüce heyeti selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, şimdi, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına ikinci söz,
Siirt Milletvekili Sayın Osman Özçelik’e ait.
Sayın Özçelik
buyurun, sizin de süreniz otuz dakika efendim. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı üzerine grubumuzun görüşlerini sunmak üzere söz aldım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle şunu ifade etmek
istiyoruz: AK PARTİ, Meclisten kanun çıkarma envanterine
bir fasıl daha ilave etmek ve bunu bir propaganda aracı olarak kullanmak üzere
Meclisi olağan dışı bir tempoyla çalıştırma sevdasından, huyundan vazgeçmiyor.
Meclisten çıkarmaya çalıştığı kanun tasarıları derde deva oluyor mu? Hayır.
Çünkü bu kanun tasarılarını bir süre sonra tekrar Meclise getirip eksiklerini,
yanlışlarını düzeltmek için bizi bir daha çalışmaya zorluyor. Apar topar,
alelacele getirilen tasarılar, muhalefetin bütün uyarılarına karşın parmak
gücüne dayanılarak kanunlaşıyor ve tekrar tekrar
Meclisin gündemine aynı kanun tasarıları geliyor.
Plan ve Bütçe Komisyonu
üyesiyim, bu komisyonda çalışan arkadaşlarımız bilir, kanun tasarıları,
bütçeler komisyona geldiğinde, biz, masamızın üstünde yüzlerce sayfayı bulan
tasarı örnekleri, ekleri, rakamlarıyla karşılaşıyoruz. Bir
kez bile okumaya fırsat kalmadan, hatta doğru dürüst incelemeye fırsat kalmadan
biz bunların görüşmelerine geçiyoruz; AK PARTİ, bir an önce bir başka kanun
tasarısı veya bir bakanlığın bütçesine geçmek üzere bir an önce oylamaya
geçmeye çalışıyor çünkü AK PARTİ, gerek komisyonlarda gerekse Meclisteki oy
sayısına, parmak sayısına dayalı bir politika güdüyor, oylamaya ve oylamaya
geçişe çok büyük önem veriyor.
AHMET YENİ (Samsun) – O
sayıyı millet verdi, millet.
OSMAN ÖZÇELİK (Devamla) –
Yangından mal kaçırma telaşı ile “ne oldum delisi” bir tutum içinde AK PARTİ.
Bu nedenle muhalefetin uyarılarını dikkate almıyor, küçümsüyor, bıyık altından
gülüyor çoğu kez çünkü az sonra yapılacak oylamanın sonucundan emin. AK PARTİ,
tek parti dönemine özlem duyuyor. Hâlen Mecliste grubu bulunan üç muhalif
siyasi parti varız. AK PARTİ bundan çok rahatsız, tek parti özlemi içinde.
Yapılan son kamuoyu
araştırmaları, partimiz Barış ve Demokrasi Partisinin yüzde 7 ile 7,5 arasında
bir oy potansiyeline sahip olduğunu gösteriyor. Türkiye genelinde konulan yüzde
10’luk yüksek baraj nedeniyle, barajın yarattığı psikolojik etkiyle… Bu barajın
kaldırılması hâlinde yüzde 10’ları çok fazla aşacağımızı biliyor AK PARTİ, biz
de bunu biliyoruz, o nedenle yüzde 10 barajında ısrar ediyor. Oylarımızın yüzde
7-7,5 olması hâlinde bile bu 3 milyon seçmene tekabül
ediyor. 3 milyon seçmen de yaklaşık 10 milyon nüfusa eş değer bir durum. AK
PARTİ, Avrupa Birliği ülkelerinde, demokrasiyle yönetilen ülkelerinin hiçbirinde
görülmeyen oranda baraj engeli koyuyor düşüncenin ve örgütlenmenin önüne yani
demokrasinin önüne baraj koyuyor. Bütün toplumsal kesimlerin aldıkları oy
oranında Mecliste temsilini engelleyici bir tutum içinde. Sivil toplum örgütlerinin,
aydınların, üniversitelerin, sendikaların, siyasi partilerin bütün uyarılarına
rağmen AK PARTİ bu barajı düşürmeme konusunda ısrar ediyor, inat ediyor. 2011
seçimleriyle 10 milyon nüfusun temsilini yapan biz Barış ve Demokrasi Partisini
yine Meclisin dışında bırakmaya çalışıyor, buna heves ediyor.
AK PARTİ’nin,
MHP’ye de tahammülü yok. Yandaş basın ve yandaş kalemleriyle “MHP’nin barajı
aşamayacağı propagandası” yapıyor, MHP’yi de Meclis dışında tutmak istiyor.
Geriye kalıyor CHP. Şimdilik
CHP’yi baraj altına düşürmeyi gözü kesmiyor. Doğrusu, CHP’nin bugüne kadarki
politikaları ile siyaset tarzından AK PARTİ’nin
hoşnut olmadığını söylemek mümkün değil, CHP’den çok rahatsız olduğunu iddia
etmek de herhâlde bize göre mümkün değil.
Bakın, Cumhuriyet Halk
Partisi yeni Genel Başkanı, Parti Meclisinde yaptığı ilk toplantıda, bizim
demokratik özerklik projemizle ilgili neler söylüyor: “Resmî dilimiz Türkçedir.
Resmî dilin yanına başka bir dil koymak doğru değildir, ülkeyi böler,
ayrıştırır.” diyor, “Aynı kökten gelen insanların farklı dili konuştukları için
bölündüklerini görüyoruz.” diyor. Aynı dili konuşmak, aynı kökenden gelmek veya
farklı dili konuşmak, farklı kökenden gelmiş olmak, bölünmenin gerçek nedeni
olamaz. Aynı dil konuşuluyor olmasına rağmen bölünme olabilir, aynı kökenden
geliniyor olmasına rağmen bölünme demek olabiliyor. Bölünmeye neden olan,
antidemokratik uygulamalardır, eşitsizliktir, özgürlükleri kısıtlamaktır. Eğer
bir bölünme söz konusu olacaksa çok kültürlü, çok dilli ve bütün bu kültür ve
dillere, bütün bu inançlara saygı gösterildiği için, onların kendilerini
özgürce ifade ettikleri, demokratik bir yaşam sağlandığı için bölünme olmuyor;
tam aksine, bunları engellediğiniz zaman, bunları yok ettiğiniz zaman, bölünme
o zaman ortaya çıkabiliyor.
Sayın Genel Başkan, Başbakana
da neden müdahale etmediğini, neden sessiz kaldığını söylüyor. Genelkurmay
Başkanına sesleneceğine bir sosyal demokrat partinin, “Senin bu konularla
ilişkin ne?” diyeceğine, “Dille, edebiyatla, kültürle ilgili senin herhangi bir
görevin yok, sen niye ültimatomlar veriyorsun, niye
bildiriler yayınlıyorsun?” diyeceği yere, Başbakana sesleniyor Sayın Kılıçdaroğu, Başbakanın harekete geçmesini istiyor. Ne
yapacak Başbakan? Partimizi mi kapatacak? Bizi Meclisten mi dışarı atacak?
Bizim konuşmamızı mı engelleyecek? Bunu mu istiyor Sayın CHP Genel Başkanı?
Sevgili arkadaşlar, AK PARTİ
bilmelidir ki tek parti hevesi hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Bu halk,
Türkiye’de yaşayan milyonlarca insan AK PARTİ’nin
sekiz yıllık uygulamalarından haberdar, uyuyor zannetmeyin, hiçbir şekilde siz
tek parti olarak bu Mecliste olmayacaksınız. Bu halkın size büyük sürprizleri
olacak, önümüzdeki seçimlerde hiç beklemediğiniz bir tabloyla karşı karşıya
kalacaksınız. Bundan emin olun, size sürprizimiz var.
Sayın milletvekilleri, AK PARTİ’nin adında “adalet” var, Adalet ve Kalkınma Partisi
ama “adalet” sadece adında, “adalet” kavramı Adalet ve Kalkınma Partisinde yok.
Eğer gerçekten adil bir tutum içinde olmuş olsaydı bakın, 12 Eylül askerî
darbesi sonrası, şu anda yürürlükte olan Anayasa’da bile “Siyasi partilere
yeteri miktarda ve adil bir şekilde devlet hazine yardımı yapar.” diyor. Peki,
AK PARTİ ne yapıyor, bu adalet partisi; Adalet ve Kalkınma Partisi ne yapıyor?
Partimiz -demin söyledim- 10 milyon nüfusun temsilcisi, 72 milyon nüfusun da
sözcüsü partimize bir kuruş hazine yardımı yapmıyor ama kendisi bu yıl bütçeden
seçimler nedeniyle yaklaşık 191 trilyon para alacak. AK PARTİ bugüne kadar
hazineden 525 trilyon para aldı ama Barış ve Demokrasi Partisine, Meclis dışında
geniş halk kitlelerini şu veya bu şekilde temsil eden partilere bir kuruş
yardım yok. Adalet bunun neresinde? Nasıl adaletten söz edebiliyorsunuz, nasıl
bunu içinize sindirebiliyorsunuz, onu anlamak mümkün değil.
Kanun teklifleri verdik,
önergeler verdik ama AK PARTİ bunların hiçbirini dikkate almadı.
Bu hazine yardımı konusunda
siz 525 trilyon para alırken 10 milyon nüfusun oyunu almış bir partinin beş
kuruş bile yardım almaması bir gasptır. Bunun adı gasptır. Yani vergisini
veren, yani vatandaşlık görevlerinin tamamını eksiksiz yerine getiren, askerlik
yapan bu vatandaşların temsilini sağlayan partiye hazine yardımı yapmıyorsunuz.
Bu, kendi cebinizden yapacağınız bir yardım değil. Bu, halkın emeğiyle, halkın
vergileriyle oluşmuş hazineden kendinize düşen payın ötesinde diğer partilerin
paylarından da hazine yardımı alıyorsunuz.
Hazine
yardımı yanında adaylarınızın seçimde yaptığı harcamalar, devletin
olanaklarıyla dağıttığınız kömür, makarna, buzdolabı, çamaşır makinesi ve diğer
yardımlar, bütün bunları üst üste koyduğunuzda, valilerin il başkanı gibi,
kaymakamların ilçe başkanları gibi seçimlerde size çalıştığı -hepsini
söylemiyorum, büyük bir bölümü için- güvenlik gerekçesiyle jandarmanın sandık
başlarında silahlarıyla durduğu seçimler sonrasında buna rağmen Barış ve
Demokrasi Partisi 3 milyon seçmenin oyunu alıyor ve AK PARTİ, Sayın Başbakan
tehditle, baskıyla oy aldığımızı iddia edebiliyor. Bu
insafsızlıktır, bu vicdansızlıktır, 3 milyon seçmenin iradesini hiçe saymaktır,
onları korkaklıkla, onları inisiyatifsizlikle
suçlamaktır. Buna rağmen eğer biz 3 milyon kişiyi baskıyla, tehditle sandığa
götürüyor kendimize oy verdiriyorsak o zaman siz devlet değilsiniz, o zaman siz
hükûmet değilsiniz. İkisinden biri yalan, ikisinden
biri yanlış.
HALUK İPEK (Ankara) – Ağrı
seçimleri, yerel seçimler sonrasında ne oldu?
OSMAN ÖZÇELİK (Devamla) -
Sayın milletvekilleri, AK PARTİ’nin tek amacı vardır:
Devletin tüm kurumlarını ele geçirmek, kadrolaşmak ve olanaklarını yandaşlarına
peşkeş çekmek, saltanat rejimi kurmaktır AK PARTİ’nin
amacı. Bu nedenle muhalefet istemiyor, siyasi partileri etkisiz kılmak,
demokratik muhalefet odaklarını, basını, sivil toplum örgütlerini, gençliği,
kadını, aydınları, üniversiteleri kendi politikalarının şakşakçısı, yardakçısı
yapmak istiyor. Buna karşı duranları susturmak, tehditlerle devre dışı bırakmak
dışında bir politikası yok.
Yasama çalışmalarında emek ve
meslek örgütlerini sürece katmıyor, devre dışı bırakıyor. Katılımcı, çoğulcu
siyasetten anladığı tek şey, kendi yandaş bürokratları ve kendi yandaşlarının
katılımını sağlamanın ötesinde katılımcı demokrasiye verdiği bir anlam yok.
AK PARTİ, kuruluşundan bugüne
kadar katıldığı tüm seçimlerde benzer vaatler verdi. “Türkiye Avrupa Birliğine
girecek.” dedi, “Özgürlük gelecek, eşitlik gelecek, kalkınma olacak Avrupa
Birliğine katılmakla.” dedi. Avrupa Birliği ilerleme raporları ne diyor? “Daha
sizin bin fırın ekmek yemeniz gerekir.” diyor. İlerleme yok.
“Kıbrıs sorununu çözeceğiz,
barış gelecek Kıbrıs’a.” dedi, arpa boyu yol alınmadı. Resmî görüşün çizgisinde
AK PARTİ politikaları sürdürüyor, resmî görüşe teslim oldu.
“Ermeni sorunu çözülecek.”
dedi, neredeyse Ermenistan’la boğaz boğaza geldi Türkiye.
Yeni bir anayasa vadediyor her seçimde, şimdi de yeni bir anayasadan söz
ediyor, hep geleceğe dair umutlar dağıtıyor. Hani başkaları için “Söylüyor.”
diyordu ya, asıl kendisi hep geleceğe dair vaatlerde bulunuyor.
12 Eylül Anayasası’nı küçük
makyajlarla cici hâle getiriyor, yargı üzerindeki hâkimiyetini geliştirici
düzenlemeler yapıyor.
Hani 12 Eylülcüleri
yargılayacaktınız? Aradan ne kadar zaman geçti, kaç kişiyi yargıladınız? Ses
yok.
“Alevi açılımı” diyorsunuz, çalıştaylar yapıyorsunuz. Bu çalıştaylarınızda,
Alevi toplumunun sorunlarına çözüm bulmak yerine, onları AK PARTİ’ye
-AKP’ye, Adalet ve Kalkınma Partisine- entegre etmeye,
onları sistemin bir parçası hâline getirme çabanızdan öte bir şey görmüyoruz.
Alevi vatandaşlarımızın, hâlâ, cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi
beklentilerine yanıt verilmiş değil, hâlâ, zorunlu din dersinin kaldırılması
taleplerine dair herhangi bir gelişme yok. Alevileri küçümseyen, aşağılayan
anlayışların önüne geçilmesi konusunda yapılan hiçbir düzenleme, bir engelleme
yok. Aleviler hâlâ aşağılanıyor, küçümseniyor. Ne yaptınız bugüne kadar Alevi
sorununu çözmek için? Hiçbir şey yok. Çalıştay üstüne
çalıştay…
Düşünce ve ifade özgürlüğü,
örgütlenme özgürlüğü ağır baskılar altında. Demokratik toplantı ve gösteriler
polis copuyla, gazla, renkli sularla karşılanıyor. Demokratik muhalefete hiçbir
tahammülünüz yok.
Bakın, kayıp anneleri
300’üncü haftadır Galatasaray’da kayıplarını arıyorlar, faili meçhul cinayetlerde
gidenlerin akıbetini soruyorlar, çocuklarını, eşlerini, babalarını geri
istiyorlar, hiç değilse faillerinin bulunmasını istiyorlar; 300 haftadır,
karda, kışta, yorulmadan, bıkmadan adalet arıyorlar. Ne yaptınız? Hiçbir bir şey.
Şimdi gelelim Kürt sorununa:
Ne yaptınız, neye çözüm buldunuz? Hapishaneleri doldurmak, BDP
milletvekillerine yüzlerce fezleke düzenletmek, DTP (Demokratik Toplum
Partisi)’yi kapatmak dışında ne yaptınız? “Günlük
yaşamınızda, evde, sokakta ana dilinizde konuşabilirsiniz.” diyor. Ana
dilimizde konuşmanın önüne başka bir engel koyamadığınız için bunu
söylüyorsunuz. 20 milyon polis olmadığı için, herkesin başına bir polis koyma
gücünüz olmadığı için ”Eh, artık konuşabilirsiniz.” diyorsunuz. Bir dilin
özgürlüğü, yaşamın bütün alanlarında, eğitimden kamu hizmetlerine kadar, eğer
bir dil kullanma alanı bulamıyorsa o dilin özgürlüğünden söz edilemez. Bir dil
sadece evde konuşmakla, onu da engelleyemediğiniz için, onun konuşmasına fırsat
vermekle dil özgürleşmez. Üstelik “Kürtçe” sözcüğünü bile telaffuz
etmiyorsunuz, “ana dil” ile geçiştirip gidiyorsunuz. TRT Şeş’i başımıza
kakıyorsunuz. TRT Şeş korsan yayın yapıyor. TRT Şeş’in yasal dayanakları yok,
korsan yayın yapıyor. TRT Şeş’i başımıza kakıyorsunuz.
Türkiye’nin demokratikleşme
projesi olarak sunduğumuz demokratik özerklik projemiz karşısında âdeta infiale
kapılıyorsunuz. Bu, Türkiye’nin demokratikleşme projesidir. Bu, üniter yapı içinde bir arada yaşamanın garantisidir. Eğer
özgürlükler yoksa, eğer inkâr, asimilasyon politikalarına
devam ediliyorsa bir arada yaşamanın koşullarını ortadan kaldırmış oluyorsunuz.
Zora dayalı, baskıya dayalı birlikteliğin hiçbir zaman gerçekleşemeyeceğini
yaşayarak bildik, gördük, öğrendik. Bu projelerimiz karşısında bizimle oturup
konuşacağınıza, bizimle de değil, kendi aranızda oturup konuşacağınıza… Bir
düşünce, bir düşünce projesi ortaya konulmuş; şiddet içermiyor, baskı
içermiyor; bir proje, bir toplumsal proje. Türkiye’nin idari mekanizmasına,
yönetim mekanizmasına yeni, gerçekçi bir biçim verme projesi konusunda bir
öneri var ortada. Bunu tartışıp olumlu yanlarını, olumsuz yanlarını kamuoyunda
tartışacağınıza, bizi polise, askere, savcıya, mahkemelere havale ediyorsunuz.
Bu mudur demokrasi anlayışınız, böyle mi gerçekleşecek demokrasi? “Kürtler
savaşmasın.” deniyor. Evet, kesinlikle savaştan yana değiliz. “Konuşulsun.”
deniyor. Konuşuyoruz. “Eh, çok konuştunuz, konuşmayın.” deniliyor. Biz
konuşmaya devam edeceğiz. Biz sorunlarımızı bu Meclis çatısı altında, barış
içinde, demokratik yollarla tartışarak, bütün ülkenin çıkarlarını bir arada
gözeterek çözmek zorundayız. Yoksa bugüne kadar uygulanan politikalarla hiçbir
yol alınmadığını, barışın gelmediğini herkesin görmesi lazım. Tekçi anlayışla,
resmî devlet ideolojisiyle, inkâr politikalarıyla bu ülke huzur bulamadı, bu
ülke barışı bulamadı, bu ülke kaynaklarını heba etti. Bakın, resmî kaynaklar,
devletin ve Hükûmetin resmî ağızları 300 milyar
dolardan söz ediyor nakit harcanan paralar için. Ülke ekonomisine getirdiği
kaybın 1 trilyon dolar olduğu söyleniyor. Oysa biz Türkiye olarak çoğu zaman 10
milyon dolara muhtaç oluyoruz.
Gelin, bu sorunlarımızı
çatışmayla değil, silahla değil, savaşla değil, demokratik yollarla,
birbirimizi anlamaya çalışarak, birbirimizin duygularını anlamaya çalışarak
birlikte çözmeye çalışalım. Bunun ötesinde başka bir yol yok. Bizim bu
taleplerimizi bastırarak bizi düşüncelerimizden vazgeçirebileceğinizi
düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bizi bu düşüncelerimizden, Türkiye’nin
geleceğini kurtarma düşüncesinden, bir arada yaşama kültürünü geliştirme
düşüncesinden, eşit koşullarda, özgürce bir arada yaşama koşullarını yaratma
konusundaki düşüncelerimizden hiç kimse vazgeçiremez, ne tehdit ne top ne tank
ne hapishane. Bunu herkesin iyi bilmesi lazım.
Artık karar vermek gerekiyor:
Türkiye polisin ve askerin vesayeti altında yönetilen bir güvenlik devleti mi
olacak, yoksa uygar dünyanın kriterlerine uygun,
demokratik, çoğulcu bir sisteme sahip demokratik bir ülke mi olacak, buna karar
vermemiz lazım. Düğüm noktası burası. Hangisini tercih
ediyorsunuz? Bizim tercihimiz çoğulcu, demokratik, bir arada yaşayabileceğimiz,
eşit koşullarda yaşayabileceğimiz, herkesin refaha ulaştığı bir toplum
yaratmadır. Bizim tercihimiz budur. Askerî vesayet bu ülkeye, demokrasinin
önüne bir engel olarak duruyor. Daha ne kadar yoksulun, emekçinin, memurun
ücretinin… Çalışanın boğazından, ekmeğinden kesip savunma gideri adı altında
savaşa yatırım yapılacak? Yetmedi mi bu kadar ölüm, bu kadar gözyaşı, bu kadar
acı? Daha ne kadar katlanmamızı bekliyorsunuz? Bize dayatılan bu acımasız
yaşama daha ne kadar katlanmamızı istiyorsunuz? Bıkacağımızı, yorulacağımızı,
vazgeçeceğimizi düşünüyorsanız yanıldığınızı göreceksiniz.
Kürtlerin demokratik hak ve
taleplerini, özgürlük ve eşitlik taleplerini bir başka bahara bıraktınız yine.
Peki, onlara insanca yaşayabilecekleri ekonomik olanaklar, insanca
yaşayabileceği, açlığın, işsizliğin, sefaletin önüne geçecek projeler,
yatırımlar yaptınız mı, ona bakalım. Bakın, Doğu ve Güneydoğu illeri Türkiye
toplam nüfusunun yüzde 16-17’sini barındırıyor. Merkezî bütçeden bölgedeki
yerel yönetimlere aktarılan pay yüzde 16-17 değil,
yüzde 8,5 yani nüfusunun yarısı kadar. Peki… Bölgenin 21 ilinde teşvik almış
yatırımların toplam içindeki payı yüzde 9,3. Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin yatırımlar
için, teşvik almış yatırımlar için oranı, yapılan teşviklerin tüm oranı yüzde
9,3. Sadece Marmara Bölgesi yüzde 39,7 yani 5 kat. Sadece Marmara Bölgesi Doğu
ve Güneydoğu Bölgesi’nin 5 katı kadar yatırım alıyor. Aradaki farkı, uçurumu
kapatacağınıza, pozitif bir destek vereceğinize aradaki mesafeyi daha da
açıyorsunuz. Güneydoğu’da teşvik almış yatırımların payı yüzde 3,2 ama sadece
Bursa’nın yüzde 4,4. Bursa’ya 4,4 olmasın demiyorum, 8,8 olsun ama bu fark da
bu kadar açık fark da, lütfen olmasın. Eşitlikçi, adil
davranmak lazım.
Türkiye genelinde işsizlik
oranını -çok inandırıcı değil bize göre ama-yüzde 12-13
olarak açıklıyorsunuz. Bu bölgede, Doğu ve Güneydoğu’da yüzde 30, yüzde 50’leri
buluyor işsizlik. Hani işsizliği giderecektiniz, hani aradaki farkları
kapatacaktınız? Türkiye’de toplam yeşil kartın yarısı, yüzde 50’sini Doğu ve
Güneydoğu’daki Kürt insanlarımız alıyor. Sefalet belgesini, yüzde 50’sini
sadece Kürtler almak zorunda kalıyor. Neden? Çünkü aç, çünkü yoksul, çünkü iş
güvencesinden yoksun, çünkü ihmal edilmiş, çünkü yalnız bırakılmış. Diyarbakır
Ticaret ve Sanayi Odası verilerine göre ilde çalışanların sayısı 28 bin, iş
arayanların sayısı 312 bin.
Yayla yasağı nedeniyle bölge
hayvancılık merkeziyken bugün hayvan ithalatı yapmak zorunda kalınıyor.
Bölge
petrol üretim merkezi. Yılda 3-3,5
milyon ton ham petrol üretiyor Batman ve çevresi. Ülke ekonomisine katkısı
yılda 2,3 milyar TL. Bölgede kişi başına düşen gelir –hani Türkiye ortalaması
10 bindi, 15 bin olacaktı ya- 2 bin ve 2 binin altında, Bangladeş’in altında,
Kongo’nun altında. Nerede eşitlik? Nasıl sağlanacak kardeşlik?
Keban Barajı yılda 450 milyon
TL enerji üretiyor, ülke ekonomisine katkıda bulunuyor. Keban Barajı’nın
etrafında insanlar hâlâ ilkel koşullarda yaşıyorlar.
Geri kalmış iller
sıralamasında 22 ilden 18’i bölgede. Neden? Neden 22 ilin 18’i bölge illeri?
Okullaşma oranında Türkiye ortalaması yüzde 70-80’ken bölgede hâlâ okullaşma
oranı yüzde 30-40.
Sağlık hizmetlerinde bölge,
yine, ülke ortalama değerlerinin üçte 1’i, dörtte 1’i. Diyarbakır’da devlet
hastanesi kapatıldı, göğüs hastanesi kapatıldı, çocuk hastanesi kapatıldı.
Devlet hastanesine iki üç yıl önce 15 milyon liralık yatırım yapıldı, şimdi
kapatılıyor. Gerekçe ne? Depreme dayanıklı değilmiş, boşaltılması lazımmış. Uydurulan bir şey bu. Boşaltılıyor ama İl Seçim Kurulu
yerleşiyor oraya. Tabip Odasının bu kadar çabalarına, bu kadar toplantılarına,
taleplerine rağmen Diyarbakır’da devlet hastanesi, çocuk hastanesi, göğüs
hastanesi kapatılıyor. Eğitim ve araştırma hastanesi yapılıyor. Bütün birimler
orada toplanmaya çalışılıyor. Bu konuyu tekrar dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Kişi
başına bölgede düşen motorlu araç sayısı Türkiye ortalamasının onda 1’i
nerdeyse. Bütün bunlar yoksulluğun, sefaletin işaretleri.
Sayın milletvekilleri, AK
PARTİ Kürtlerin acı yaşamına, acı yoksulluğuna yoksulluk ekledi. Peki, ülkenin
geri kalanına mutluluk ve refah mı getirdi, bir bakalım.
AK PARTİ yedi yılda 35 milyar
dolar özeleştirme yaptı. Seksen yıllık kamu birikimi, emekçilerin birikimi kamu
birikimini, seksen yıllık birikimini üç dört yılda sattı. Türkiye seksen yılda
148 milyar dolar borç almışken AK PARTİ yedi yılda 147 milyar dolar borç yaptı.
Her gün 120 milyon dolar faiz ödeniyor. Özel sektörün dış borcu 177 milyar
dolar. Halk borçlanıyor. Tüketim ekonomisi pompalanıyor reklamlarla. Halk 80
milyar dolar kredi kartı ve tüketim kredisi borcu ile karşı karşıya. 15 milyon
kişi yoksulluk sınırında.
Silikozis
hastaları haftalardır Ankara’da. Kot taşlamada çalışan insanlar yaşamlarını
yitiriyor. 10 binlerce insan bu hastalığa tutulmuş, binlercesi ölmüş. Hükûmette “tık” yok. Tekel işçilerinin taleplerini
karşılamıyor, onlara polis copuyla cevap veriyorsunuz.
Devlet Planlama Teşkilatı nominal ücretlerin yüzde 13’e yakın gerilediğini, yüzde 7
enflasyonla yüzde 20 oranında gelir kaybına uğradığını tespit ediyor. TÜİK
Yaşam Memnuniyeti Araştırmasına göre, halkın yüzde 60’ı artık çok daha
kalitesiz...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Özçelik, sizin de süreniz doldu, bir dakika ek süre
veriyorum, lütfen tamamlayın konuşmanızı.
OSMAN ÖZÇELİK (Devamla) –
Peki.
Göstergeler hiç iyi değil, ne
bölge için ne de Türkiye’nin geneli için. AK PARTİ’nin
rakamları yanıltıcı. AK PARTİ, devlet fabrika kurmaz diyor, devlet hastane
yapmaz diyor, özel sektöre devrediyor. Peki, özel sektörü geliştiriyor mu?
Hayır. Ama AK PARTİ çok konuşuyor. Bakın, AK PARTİ’nin
çok konuşmasını Nazım Hikmet’in şiiriyle anmak istiyorum:
“Taranta-Babu’ya Sekizinci Mektup
Mussolini çok
konuşuyor Taranta-Babu!
Tek başına
yapayalnız
karanlıklara
bırakılmış bir
çocuk gibi
bağıra bağıra
kendi sesiyle
uyanarak,
korkuyla tutuşup
korkuyla yanarak
durup
dinlenmeden konuşuyor.
Mussolini çok
konuşuyor Taranta-Babu
çok korktuğu
için
çok
konuşuyor!”
Saygılar sunuyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.31
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 16.54
BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Yusuf COŞKUN (Bingöl)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 42’nci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Bütçe görüşmelerinde bütçenin
tümü üzerindeki son konuşmalara devam edeceğiz.
Komisyon yerinde.
Hükûmet yerinde.
Şimdi de söz sırası
Milliyetçi Hareket Partisinde.
Milliyetçi Hareket Partisinde
ilk söz Mersin Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Şandır’a ait.
Sayın Şandır, buyurun
efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz otuz dakika.
Sanıyorum eşit şekilde kullanacaksınız.
MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi
şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
bütçe görüşmeleri, sizlerin de malumu, ülke gündemi üzerinde bir genel
görüşmedir. Bütçe kanununun kendisi ve bunun üzerinde yapılan tüm müzakereler
aslında geleceğimiz açısından önemli ve değerli bir siyaset belgesidir, böyle
de olmalıdır. Siyasi partiler bütçe görüşmelerinde ülke ve millet için gelecek
öngörülerini, ülke için tehdit algılamalarını, tedbir önceliklerini, yatırım
önceliklerini bu müzakerelerde ortaya koyarlar. Bu yönüyle bütçe görüşmeleri
siyasi partilerin misyon ve vizyon sahnesidir. Bu
sahnenin de sahibi ve seyircisi milletimizdir. Yani millet adına ve milletin
gözü önünde iktidarı, muhalefetiyle birlikte burada yaptığımız bir dün, bugün,
yarın müzakeresidir, tartışmasıdır. Geleceğimizi aslında birlikte
düşünmekteyiz, sesli düşünmekteyiz. Bu sebeple bütçe görüşmeleri iktidar için
icraatın hesabını vereceği bir fırsat, muhalefet için de millet adına hesap
soracağı bir imkân olarak değerlendirilmelidir.
Değerli milletvekilleri, biz
Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütçe görüşmelerini bu anlam ve kapsamda
kabul ediyoruz ve bunun gereğince davranmaya çalışıyoruz. Ancak Hükûmetten ve AKP Grubundan maalesef bugüne kadar böyle bir
yaklaşım göremedik. Muhalefet partileri olarak bütün gayretimize ve
uyarılarımıza rağmen, iktidar partisinin sözcülerini bugüne ve yarının tartışılmasına,
konuşulmasına bir türlü taşıyamadık, hâlâ 2002’nin öncesinde debelenip
duruyorlar ve yine maalesef müzakere için bir ortak payda da oluşturamadık.
Sürekli olarak “siz-biz”, “2002 ve bizim dönemimiz” diye konuşuyorsunuz,
tartışıyorsunuz. Türkiye’yi, yarını ve bugünü özne hâline getiremedik. Bütçe
görüşmeleri bir şekil şartının ötesine maalesef geçemedi. Milletin zamanını ve
umutlarını maalesef sayın iktidar partisi grubu milletvekilleri boşuna
tükettiniz.
Değerli milletvekilleri, AKP
İktidarının dokuzuncu bütçesini görüşüyoruz, her yıl aralık ayına geldiğimizde
aynı söylemleri dinliyoruz. Yine aynı nakarat, AKP sözcülerinin rakamlarla
takla attırarak övünmelerini, muhalefeti suçlamalarını, ilgisizliği,
tahammülsüzlüğü, sığ, vizyonu olmayan konuşmaları,
Başbakana yakılan methiyeleri ve geçmişi suçlamaları yaklaşık on beş gündür
birlikte izliyoruz, milletimiz de izliyor. Maalesef, bütçe görüşmelerinde
bugüne kadar ne dünü doğru konuştuk ne bugünü doğru ifade ettik ne de geleceğe
dönük bir ufuk turu yapabildik. Bu yıl da bütçe görüşmeleri sıradanlaştırıldı
ve bir anlamda ciddiyetten uzaklaştırıldı. Bunun sorumlusu Hükûmettir
ve AKP Grubudur.
Dünyanın ve Türkiye’nin
önemli bir dönemeçten geçtiği, bir çağ değişiminin yaşandığı bu zaman diliminde
dünyanın yöneldiği değişme çizgisini milletimiz ve ülkemiz açısından kavramadan
bütçe hazırlamak veya müzakere etmek günübirlik sorunlar etrafında sıkışıp
kalma ihtimalini de beraberinde getirmektedir.
Değerli milletvekilleri,
bütçe görüşmelerinin bu son gününde sizleri zaman ve mekân bütünlüğünde
birlikte düşünmeye davet ediyorum, gelin bir vicdan muhasebesi yapalım: Yeni
bir yüzyılın, hatta yeni bir bin yılın başındayız. Bugün Türkiye, 70 milyonu
geçen dinamik nüfusu, jeostratejik konumu ve her yıl
az çok büyüyen ekonomisiyle önemli bir ülkedir. Yedi bağımsız devleti, 250
milyona yaklaşan nüfusuyla Türk dünyası ve çok zengin yer altı kaynaklarıyla
Türk coğrafyası yani Avrasya coğrafyası, yeni küresel güç adayı ülkeler olan
Çin, Hindistan ve Rusya’nın ortasında bulunmaktadır. Türk milleti bana göre tüm
zamanların en şanslı dönemini yakalamış bulunmaktadır. Geçen yüzyılın ilk
çeyreğinden de, geçen bin yılın ilk çeyreğinden de daha şanslı bir noktadayız.
İfade edildiğine göre, “BRIC
ülkeler” olarak ifade edilen yeni küresel güç adayları ülkelerin ortasında çok
değerli ve stratejik konumda bir coğrafyada yaşamaktayız. Soğuk savaş dönemi
sonrasında oluşan tek kutuplu dünya ile bu yeni küresel güç adayları arasında
tarihî bir fırsat yakaladık. Bize göre bu yeni küresel güç blokuna
karşı barikat ülke olarak kendimizi konumlandırmak yerine, Türkiye, oyunu kendi
adına oynamalı, barikat olmak değil, T-BRIC konumunu yakalamalı, lider ülke
Türkiye olmalıdır.
Türkiye'nin bu potansiyelini
gören küresel güçler bugün, tarihten bildiğimiz böl-parçala-yut senaryolarını
yeniden önümüze koymaya çalışıyorlar. Bin yıldır birlikte yaşamış, kardeş olmuş
milletimizi etnik ve inanç temelinde ayrıştırmaya ve çatıştırmaya çalışıyorlar.
Bize göre Türkiye'nin en önemli sorunu, küreselleşen dünyada Türkiye'nin
ayrıştırılmaya çalışılmasıdır ve ne yazık ki ülkemizi sekiz yıldır milletimiz
adına yöneten AKP İktidarının bu projelere eş başkanlık yapması, taşeronluk
yapması, çanak tutmasıdır. Bize göre Türkiye'nin temel sorunu, AKP İktidarının
teslimiyetçi politikaları tarafından yönetiliyor olmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği merkezli bir
küresel dünya düzeninden, çok merkezli bir dünya düzenine evrilen
dünyamızda Türkiye ve Türk dünyası, yeni küresel güç adayları ile eskilerin
arasında tarihî bir fırsat yakalamış bulunmaktadır: Ya tarih yazacağız, 21’inci
yüzyıl Türk asrı olacak, küresel güç merkezi olacağız ya da Allah korusun,
küresel güçlerin ayakları altında kalacağız. Küresel
güçler bu bölgeyi kontrolleri altında tutabilmek için günümüzde âdeta savaş
düzeni aldılar ve maalesef savaş mevzilerini siyasi iktidarın zafiyetiyle
ülkemiz toprakları üzerinde kurmaya karar verdiler. Her yeni yüzyılın ilk
çeyreğinde olduğu gibi 21’inci yüzyılın bu ilk çeyreğinde de dünya düzeni
şimdiden yeniden kuruluyor. Tarihin sonunun geldiğini ve artık medeniyetler
çatışması yaşanacağını düşünen ve dünya imparatorluğu kurmak iddiasında olan
küresel güçler bölgemizde bizim üzerimizden küresel projeler uygulamaya
çalışıyorlar.
Değerli milletvekilleri, bu
bölgenin sahipleri olan Türk milleti adına karar verici siz milletvekilleri;
nasıl bir gelecek öngörüsünde bulunuyorsunuz, Türkiye'yi nereye koyuyorsunuz?
Küreselleşme olgusunu güce ve hukuka dönüştürenlere karşı yeni yüzyılda Türkiye
için öngördüğünüz bir konum var mı? Dünyanın yeniden tanzim edildiği bu
süreçte, Türkiye, paylaşılan, parçalanan bir ülke mi olacak, yoksa
paylaşılamayan, itibarlı, güçlü ve lider bir ülke mi olacak? Bu bütçe tasarısı
ve burada yapılan müzakerelerle bizler, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak
işte bu soruların cevaplarını aradık. Hükûmet
muhalefetle çekişeceğine, geçmişle, 2002 öncesiyle boğuşacağına asıl bu
sorulara cevap vermeliydi.
Sizlere soruyorum, iktidar
partisinin değerli milletvekilleri: Bu bütçeyle Türk milletinin önüne hangi
hedefleri koyuyorsunuz? Bir siyaset belgesi olarak bu bütçe tasarısının bir
siyaset felsefesi var mı? Topluma heyecan veren bir gelecek umudu, öngörüsü bulunuyor
mu? Bize göre ne yazık ki, bu bütçe tasarısında böyle bir gelecek öngörüsü yok.
Yaklaşık otuz günden bu yana bütçe tartışıyoruz, iktidarıyla muhalefetiyle
bütçe hakkını yerine getirdiğimizi maalesef söyleyemeyiz. Sorunları
derinlemesine tartışamadık, alınması gereken tedbirler için ortak akıl
geliştiremedik.
İktidarla ana muhalefet
arasında “boş-dolu bardak” tartışmasıyla horoz dövüşüne dönüşen bir bütçe
görüşmesinin daha sonuna geldik. Bardağın dolu tarafının iktidar tarafından
abartıldığı buna karşılık da muhalefet tarafından boş tarafının ifade
edilmesine iktidarın ölçüsüz tepki vermesi, toplum açısından ne anlam ve ne
değer ifade etmektedir? Millet, bu görüşmeleri bir tiyatro oyununu seyreder
gibi seyretmektedir. Trajikomik bir oyun. Bir bardak suda fırtınalar çıkarıp
birbirini boğmak isteyenleri ve bu arada suyu bulandırıp balık avlamak
fırsatçılığı yapan kurnazları milletimiz üzülerek ve ibretle seyrediyor. Biz,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak bardağın boşu-dolusu değil, bardağı denizlere
nasıl dönüştürürüz, bunun için ne yapmamız gerekir sorusunun cevabının
peşindeyiz. Bütçe görüşmelerinde lider ülke Türkiye’yi nasıl kuracağımızı
konuşmalıydık.
Değerli milletvekilleri,
başarı ve ilerleme ancak ileriye dönük bir hedeflemeyle kazanılır ama ne yazık
ki sizler hep geleceğe dönük, geriye bakarak ileriye gittiğiniz
iddiasındasınız. Bunun mümkün olmadığını sizler de görüyorsunuz. Ama maalesef
bugüne dair, geleceğe dair bir şey söyleyemeyeceğiniz için geçmişi anlatarak
kendinizi millet karşısında savunmaya çalışıyorsunuz. Aslında bunu da doğru
yapmıyorsunuz çünkü 2002 öncesindeki 57’nci cumhuriyet Hükûmeti
gerçekten, bu milletin ve ülkenin geleceği açısından çok önemli şeyler yaptı,
çok önemli kararlar aldı, çok önemli hukuki düzenlemeler yaptı, hatta o Hükûmetin hazırladığı ekonomik programı uygulamaya
çalıştınız.
Tekrar hatırlatıyorum:
İktidarınız sekiz yılını doldurdu. Bugün ülkemiz dünden farklı veya dünde
yaşanan sorunlarının hiçbirinde daha iyi durumda değil. 2002’de var olup da
bugün olmayan bir sorunumuz var mı? Türkiye’nin hangi sorununu iktidarınız
döneminde kesin çözüme kavuşturdunuz? Sekiz yılın sonunda insanımızın hayatında
ne değişti iyiden yana, güzelden yana? Birçok şey anlatıyorsunuz ama bir sonuç
olarak söylüyorum, eğer tüm bu anlattıklarınız insanımıza ekmek götürmüyorsa,
işsizliği çözmüyorsa, yoksulluğu azaltmıyorsa, yasakları ortadan kaldırmıyorsa,
bu söylediklerinizin hepsi göz boyamadır, aldatmadır ve kandırmadır.
Değerli milletvekilleri, bu
sekiz yılı harcadınız, milletimizin sekiz yılını harcadınız. Biz Milliyetçi
Hareket Partisi olarak bu ülkeye bir gram hizmeti dokunan herkese
şükranlarımızı sunuyoruz ama biz, milletimizi ve ülkemizi hizmetin en iyisine
layık görüyoruz. Bugün ülkemiz hâlâ işsizlik ve yoksulluk sorunu içerisinde
kıvranıyorsa, bunun ifadesi, AKP İktidarının başarısızlığıdır, başaramadığıdır
ve sekiz yılın boşuna harcandığıdır. Siz, yanlış, eksik yapabilirsiniz,
milletimizin birliği üzerinde, ülkemizin geleceği üzerinde ayrıca da yanlış
yaptınız; yanlışların faturasının çok ağır olacağı endişesini taşımaktayız,
çığlığımız, itirazımız bundandır.
Değerli milletvekilleri,
gerçekler acı. Türkiye maalesef kötü yönetilmektedir. Türkiye’yi kötü
yönetilmenin ötesinde çok tehlikeli bir sürece de sürüklemektesiniz. AKP İktidarı
döneminde Türkiye çok önemli riskler altına atıldı, gelecek açısından çok
stratejik yanlışlıklar yapıldı. Öncelikle, uyguladığınız ekonomik politikalarla
Türkiye’yi üretimden uzaklaştırdınız. Devri iktidarınızda, Türkiye bir açık
pazar hâline dönüştürüldü. Düşük kur değerli Türk lirası ile yabancının malını
ucuzlattınız, Türk üreticisini ölüme terk ettiniz. Tarlalar ekilmiyor,
fabrikalar kapanıyor. Yalnız benim ilimde, Tarsus ilçesinde -burada listesi
var- onlarca fabrika kapanmış, binlerce işçi sokağa atılmış. İktidarınızın
sonucu bu. Dolayısıyla bugün burada “Büyüdük, kalkındık.” diye
övünmenizin halk nezdinde hiçbir karşılığı bulunmamaktadır. Siz burada
“Büyüdük.” diye rakamlara takla attırırken millet işsizlikten kırılmakta, akşam
evine ekmek götürmenin derdiyle kıvranmaktadır.
Türkiye’yi üretimden
uzaklaştırmanın ötesinde bir başka yanlışlığı daha yaptınız. Ülkeyi, özel
sektörü, kamuyu ve vatandaşlarımızı taşıyamayacakları bir yükün altına attınız,
borçlandırdınız. Özelleştirmelerin yabancılaştırmaya döndüğünün bile farkında
değilsiniz. Ne kadar stratejik değerde kuruluşumuz, kurumumuz varsa yabancılara
sattınız. Biz bunların, bugünün dününü yaşadık. Dün yaşananların sonunda
maalesef devletimiz yıkıldı. Korkarız ki bu süreç durdurulamazsa ülkemiz hızla
Osmanlının son dönemindeki düyunu umumiyeye doğru
ilerlemektedir, bunu durdurmamız lazım.
Değerli milletvekilleri,
bakınız, her biriniz Anadolu’nun bir yerinden geldiniz. İllerinizin
milletvekili sayısının düşmesinin sebebini sorgulamıyor musunuz? Anadolu
boşalıyor. Anadolu köylerinde mezar kazmak için kırk beş yaşın altında insan
kalmadı. İnsanlar doğdukları yerde, kendi topraklarında kendi karınlarını
doyuramayınca şehirlerini terk ederek başka yerlere göçüyorlar. Bu bir sonuç
değil midir? Eğer iktidar başarılı olsaydı böyle bir sonuç yaşanır mıydı?
İkinci stratejik yanlışınız
çok daha önemli, o da Türkiye’de bir kimlik sorunu yaşatıyorsunuz, bir kimlik
sorunu oluşturdunuz. Türk milletini “Alt kimlik”, “Üst kimlik”, “Türkiyelilik”
adı altında ayrıştıran bir sürece soktunuz. Sayın Başbakanın 2005 Ağustos
Diyarbakır konuşmasında “Kürt kimliğini tanıyorum. Kürt sorununu demokrasi
içerisinde siyaset üreterek çözeceğim.” vaadi bugün Türkiye'nin handikabı olmuştur. Etnik bölücüleri tatmin etmek için
başlattığınız açılım süreci, şimdi “Demokratik özerklik” adı altında özerk
Kürdistan projeleriyle ülkemizin etnik temelde ayrışması ve bölünmesi
taleplerine dönüştü. Yanlış yaptınız, geleceği öngöremediniz Sayın Hükûmet. Buradan Sayın Başbakana soruyorum, halkım adına
soruyorum: “Kürt sorunu.” diyerek neyi kastediyorsunuz? Kürt sorunu, bir Kürt
devleti kurmak meselesi değil mi? PKK, bu amaç doğrultusunda 40 bin insanımızı
katletmedi mi? “75 adet Kürt milletvekilim var.” diyorsunuz, “Kürt
vatandaşlarım.” diyorsunuz. Ben tekrar soruyorum: Bu Anayasa’nın neresinde bu
yazıyor? Bir Başbakan olarak, siz bu milleti etnik temelde ayrıştırmak hakkına
sahip misiniz? Bunun adı bölücülük olmaz mı? Ulaşılan sonuç itibarıyla
söylüyorum, sizin başladığınız o nokta bugün nerelere vardı, bu gerçeği görmeye
davet ediyorum. Böylece, bir “Kürt kimliği” diye bir siyasi kimlik
oluşturdunuz. Türk milletini siyasi anlamda etnik bir ayrışmaya sürüklemiyor
musunuz? “Silahı bırakın, masaya gelin. Ananızın kucağına dönün.” demiştiniz.
Bölücü terörü siyasete çağırarak Türkiye'nin geleceğinde bir toplumsal
çatışmaya zemin hazırlamış olmadınız mı? Bakınız, PKK sizin davetinizi kabul
etti, dağdan indi, şehre indi, “KCK” oldu, “Demokratik Toplum Kongresi” oldu ve
siyaset yapıyor; iki dilli bir sosyal hayatı, öz savunma gücünü, yerel
parlamentoyu, yerel yargıyı, ayrı bayrağı, ayrı yönetimi öneriyor, kabul edecek
misiniz?
Değerli milletvekilleri,
tarih önünde, millet önünde, vicdanlarınıza, akıllarınıza soruyorum. Siz davet
ettiniz “Şehre inin, siyaset yapınız.” dediniz. Şimdi siyaset yapıyorlar,
ayrışmayı konuşuyorlar, ayrı kimliği konuşuyorlar, kabul edecek misiniz?
ALİ KOYUNCU (Bursa) –
Etmiyoruz.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Etmeyeceğiz.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Şimdi, sizin adınıza, devlet, İmralı canisiyle görüşüyor. İsteklerini kabul
edecek misiniz?
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Görüşmüyoruz.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Etmediğiniz takdirde ne yapacağı gazetelere yansıdı. “Cumhurbaşkanınızı
öldürürüz.” diye tehdit ediyor, farkında mısınız? “Çok kan akar, savaş çıkar,
bu savaşta kimlerin öleceği de belli değil.” diye sizi tehdit ediyor,
Türkiye’yi tehdit ediyor. Bu sürecin başlangıcı, Sayın Başbakanın 2005
Diyarbakır konuşmasıdır ve AKP İktidarının yaklaşımlarıdır, politikalarıdır.
Bana göre, bu sonuçlardan Sayın Başbakan sorumludur. Sayın Başbakan şunu
hatırlamalıdır: Bu ülkeyi millet adına siz yönetiyorsunuz, sekiz yıldır siz
yönetiyorsunuz. Türk toplumunu cam kırığı yığını hâline getirdiniz.
Değerli milletvekilleri,
farklılıklarımıza dayalı birlikte yaşamanın zorluğunu yaşamaya başladık. İşte,
anketler yapılıyor. İnsanımız en tabii sonuç olarak birbirleriyle komşu
olmamayı istiyorlar, kız alıp vermeyeceklerini söylüyorlar. Bu, dün yoktu,
bugün başladı. Ortak yönlerimizin paylaşımında birliği neden savunmuyoruz? Bunu
herkese soruyorum. Farklılıklarımızı öne çıkararak birlikte yaşamanın zorluğuna
katlanmak yerine, bin yıldır oluşan ortaklıklarımızı öne çıkartarak birlikte
yaşamanın huzurunu duymak neden düşünülmüyor, neden istenilmiyor?
Sayın Başbakana milletim
adına soruyorum: PKK’ya yataklık yapmaktan hükümlü Leyla Zana
ve arkadaşlarını Avrupa Birliğinin talep ve baskılarıyla salıverdiniz, barış
elçisi olarak da evlerinizde ağırladınız. Ne acı günlerdi o günler. Hemen
sonrasında, daha sonra Habur’da yaşadığımız
görüntüleri o gün de yaşadık ve millet neler olduğunu sorgulamaya başlayınca
başlayan telaşa karşı Milliyetçi Hareket Partisinin Sayın Genel Başkanı Devlet
Bahçeli 15 Haziran 2004 tarihinde sizlere tarihî bir görev çağrısı yaptı ve
dedi ki: “Sağduyulu ve sorumlu davranınız. Bu gidiş iyiye gidiş değil.” ama ne
duydunuz ne dinlediniz. Sonra, “alt kimlik”, “üst kimlik” diye, “Türkiyelilik
kimliği” diye Türkiye’de bir kimlik tartışması başlattınız. Bunun sonunun kötü
olacağını, “Bu millet tanımında gelin bir mutabakata varalım” diye 4 Mayıs 2005
tarihinde yeniden uyardı Sayın Genel Başkanımız “Gelin, bir millet tanımında
uzlaşalım, bu alt kimlik, üst kimlik bu milleti böler.” dedi ama gözler kör,
kulaklar sağır, ne duydunuz ne dinlediniz. Sonra, 23 Temmuz 2009’da açılım
başlattınız. Biz dedik ki canhıraş çığlıklarla “Bu açılım bu ülkede bir beka
sorunu getirir, bir yıkım projesidir. Bunun önünü alamazsınız, nokta
koyamazsınız, içini dolduramazsanız.” ve sonuçta maalesef, işte bugünlere
geldik.
Biz bunları söylerken Sayın
Başbakan, bizi hezeyan içinde olmakla suçladı, heyhat! Milletimin takdirine
sunuyorum. Şimdi, buradan soruyorum: Ne oldu Sayın Başbakan, bugün birliğimiz
dünden daha mı güçlü? Buraya kalkıp da BDP’nin
yaptıklarından, KCK’nın yaptıklarından şikâyet etmeye
hakkınız yok, bu sürecin başlangıcı sizinle başladı, bu ülkeyi sekiz yıldır siz
yönetiyorsunuz.
Sayın milletvekilleri,
siyaset ve devlet adamları, geleceği öngörmek, doğru öngörmek
mecburiyetindedir. Bir devlet adamının söylediği bir söz, gelecekte bir
müktesep oluşturuyor. 1991’de söylenen “Kürt kimliğini tanıyorum.” sözü, bir
başka devlet adamına “Avrupa Birliği yolu Diyarbakır’dan geçer.” sözünü
söyletmişti ve ne yazık ki Başbakana “Kürt sorunu benim sorunumdur.” sözünü de
söylettiler. Sonuçta, bugün gelinen noktanın karşısında “Tek millet, tek
devlet, tek vatan, tek bayrak.” demenizin çok fazla bir anlamı da kalmadı,
ağırlığı da kalmadı. Âdeta, bu kavramların pazarlığa açık olduğunu ihsas eder
bir algılama yaratıyorsunuz. Siz, malumu ilan etmek değil, gereğini yapmak
sorumlususunuz. Dolayısıyla, gelinen nokta, oturup düşünmemizi, bir vicdan
muhasebesi yapmamızı zorunlu hâle getirmektedir. Bugün, bu Mecliste, bu
kürsüde, birileri “Kürt coğrafyası” sözünü, “Kürt halkı” sözünü bir meydan
okuma üslubuyla söyleyebiliyorsa, bir başkası “Bin yıllık kardeşlik bitti
artık, yeni bir eşikteyiz.” diyebiliyorsa, özerklik kongreleri düzenleniyor,
paralel bir devlet yapısı öneriliyorsa gelinen nokta, değerli milletvekilleri,
ne yazık ki kıyametin bir adım öncesidir.
Bir devlet kurmak için bir
millete, bir millet için de bir dile ihtiyaç vardır; bu bir tarihî
gerçekliktir. Bölgede bir Kürt devleti kurulmak istendiğini siz ne zaman
göreceksiniz?
Buradan bir şey daha
söyleyeyim: Ne Kürt sorunu olarak ifade ettiğiniz husus ne Kürt devleti kurmak
meselesi benim aziz Kürt soylu vatandaşlarımın meselesi ve talebi değildir.
Onlar bin yıldır birlikte yaşamış, kız alıp vermiş, kardeş olmuş, aynı
milletin, aynı kökün dalları, huzur içerisinde beraber yaşamış, tarihte de bunu
ortaya koymuşlar, “Biz ayrı bir devlet istemiyoruz.” diye o günün Avrupa
Birliğine kafa tutabilmiş bir güzel insan topluluğudur. Ama bugün yine aynı
küresel güçler bu coğrafyanın jeopolitik değerinin artması karşısında bu ülkeyi
kendi içerisinde kavgalı tutabilmek için etnik farklılıkları özne yaparak bizi
ayrıştırmaya çalışıyorlar. Özgürlük adına, demokrasi adına, siyaset adına,
iktidar olmak adına, oy almak adına bunlara destek vermek, çanak tutmak, zemin
hazırlamak; bunun siyasetinin yapılmasına imkân vermek, buna dayalı hukuk
geliştirmek inanınız ki tarih önünde, millet önünde gelecekte sizi çok zor
durumda, hepimizi zor durumda bırakacak. Bizim görevimiz uyarmak ama yapmak
sorumlusu olan sizlerin sorumluluğu çok daha büyüktür.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye'nin sorunları vardır. Etnik bir farklılığı özne yaparak bu sorunlara
çözüm ararsanız bulacağınız sonuç ayrışmaktır çünkü farklılıklar o kadar çoktur
ki. Sayın Başbakan diyor ki: “36 tane alt kimliğimiz var.” Kürt sorununu çözdünüz
kendi üslubunuzca, sırada hangi etnik grubun sorunu var? Nasıl başa
çıkacaksınız bu hadiseyle? Çıkmaz bir sokağa girdiniz. Bu sokağın ucu, çıkmaz
ucu PKK’nın kucağıdır; geriye döndüğünüz takdirde de millet sizi bekliyor
değerli AKP’liler.
Değerli milletvekilleri,
bakın, burada bir gerçeği birlikte ifade edelim. Türkiye Cumhuriyeti devleti
bir millî mücadele sonrası kurulmuştur. Bedeli atalarımız tarafından kanla
ödenmiştir, bu toprakların bedeli ödenmiştir. Devletimizin kuruluş hukuku Lozan
Barış Anlaşması’yla önce tüm dünyaya kabul ettirilmiş, sonra 1924 Anayasası’yla
da kendi vatandaşlarıyla bir sözleşmeye dönüşmüştür. Buna göre, Türkiye
Cumhuriyeti devleti üniter bir millî devlettir, bu
devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan halkın adı “Türk milleti”dir,
dili Türkçedir, rejiminin adı cumhuriyettir, hukukun üstünlüğü esastır. Bunlar
bizim kurucu hukukumuzdur, kuruluş hukukumuzdur. Bu kurucu hukuku değiştirmeye
kimsenin hakkı yoktur, değiştirmeye kalkılması da gayrimeşru olur.
Bize göre Türkiye'nin Kürt sorunu
yoktur, Kürtçülük sorunu vardır, bölücülük sorunu vardır. Bu sorun ne
Türkiye'nin sorunudur ne de kendisini “Kürt” olarak ifade eden
vatandaşlarımızın talebidir; bu sorun, bu topraklar üzerinde kapatılmamış
hesapları olan küresel güçlerin bin yıllık sorunudur.
Değerli milletvekilleri,
birçok sorunumuz olabilir, bu sorunları aşabilmek için gücümüz de olmayabilir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, tüm sorunları aşabilmek için, öncelikle
milletimizin birliğini ve dayanışmasını güçlendirmemiz gerektiğini düşünüyoruz
ve kendimizi bu milletin birliğinin teminatı olarak görüyoruz ve buradan
herkese yüksek sesle söylüyoruz: Milliyetçi Hareket var olduğu sürece, ne bir
tek insanımızdan ne de bir tek çakıl taşımızdan vazgeçmeyiz! (MHP sıralarından
alkışlar)
Sözlerimi Sayın Genel
Başkanımız Doktor Devlet Bahçeli’nin açıklamasıyla bitirmek istiyorum:
“Milliyetçi Hareket, etnik köken, dil, din ve mezhep farklılıklarına bakmadan,
büyük Türk milletini ve bu büyük ailenin eşit ve şerefli mensuplarını bir bütün
olarak kucaklayan siyasi misyonun adıdır. Türkiye’nin
millî birliği, dirliği, kuruluş ilkeleri ve bin yıllık kardeşliği bizim için
her türlü düşünce ve hesabın önünde ve üstündedir. Türkiye’nin millî birliğinin
temel harcı ve sigortası olan Milliyetçi Hareket, Türkiye'nin etnik köken, dil,
din ve mezhep temelinde ayrıştırılmasına, çatıştırılmasına ve bölünmesine
sonuna kadar karşı çıkacaktır, direnecektir. Bu uğurda ödenecek bedel her ne
ise bunu da büyük bir gönül ve vicdan huzuru içinde ödemeye hazırdır.
Türk milleti çaresiz
değildir, Türkiye sahipsiz değildir. Türkiye'nin kuruluşundan seksen yedi yıl
sonra bölünmesi ve parçalanmasının tarihî süreçte kaçınılmaz bir sonuç olduğunu
düşünenler varsa onlara söyleyeceğimiz tek söz şudur: Tarih, henüz nihai
hükmünü vermemiştir. Büyük Türk Milleti ve bu vatanı ve milleti karşılıksız
seven Milliyetçi Hareket henüz son sözünü söylememiştir.'' (MHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bütün bu olumsuzluklara rağmen, ben ve partim Türkiye'nin ve
Türk milletinin büyük geleceğine yürekten inanıyoruz. Bize göre 21’inci asır
Türk asrı olacaktır.
Bu bütçe tasarısı AKP’nin son
bütçesidir. AKP İktidarının teslimiyetçi ve ayrıştırıcı politikalarına ve bu
politikaları destekleyen bu bütçe tasarısına Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
olarak “hayır” diyoruz.
Ülkemize ve milletimize,
huzurlu ve birlik içerisinde uzun yıllar diliyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Şandır,
teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına şimdi de, İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili
Sayın Oktay Vural hitap edecekler.
Sayın Vural, buyurun efendim.
(MHP sıralarından alkışlar)
Sizin de süreniz otuz dakika.
MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL
(İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Çok değerli milletvekilleri,
2011 bütçesi ve 2010 kesin hesabı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinize saygılarımı arz ediyorum.
Evet, bugüne kadar, çok
partili hayata geçtiğimizden bu yana cumhuriyet hükûmetlerinin
hazırladığı 63’üncü bütçe ve 46’ncı Hükûmetin
bütçesini görüşüyoruz. Bugüne kadar çok partili hayat döneminde milletimizin
varlıklarını ve kaynaklarını kullanarak ülkemize hizmet eden tüm hükûmetlere teşekkür ediyorum ve bugün de AKP’nin dokuzuncu
bütçesini görüşüyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi olarak 2007 yılında Meclise
girdiğimizden bu yana da dördüncü bütçesini görüşmüş olacağız.
Aslında, yıllık bütçe
anlayışına göre 1946’dan bu yana görüştüğümüz bütçeler içerisinde AKP’nin payı
yüzde 14’tür. Gerçekten böyle bir süreyi dikkate aldığımız zaman, bir partinin
programında yazılı hususları hayata geçirebilmesi için zannederim arayabileceği
başka bir mazeret kalmamıştır. Bu kadar sürede iktidar kalan bir parti, her
şeyden önce, programındaki hedeflere ulaşmış olmalıydı ama görüyoruz ki biraz
sonra anlatacağımız gibi maalesef AKP, programına, hedeflerine yaklaşmak bir
yana, bu programdan uzaklaşmış gözükmektedir.
Bugüne kadar bu kaynakları
kullanan AKP Hükûmetine, hayırlı hizmetler yapanlara,
herkese teşekkür ediyoruz ve ancak yaptıklarıyla yetinmemiz, kâfi görmemiz
mümkün olmadığı gibi yanlış yapılanları da elbette izah edeceğiz. İşte bugün bu
Meclis kürsüsünde her AKP’den gelen sözcü bugünkü durumu anlatabilmek için hep
referans noktası olarak kendilerinden önceki 2002’yi göstermiş ve o günün
şartlarında görev yapan Hükûmetin hangi şartlarda Hükûmet devraldığını ve ekonomi devraldığını göz ardı
ederek bir değerlendirme yapmıştır. Şüphesiz bu konuda ortaya konulan bütün
görüşlerin elbette bir cevabı olacaktır. Bu kürsü de bu cevaplara şehadet edecektir.
AKP, 2002 yılını mukayese
ederken gerçekten 2001 yılındaki bankacılık krizine atıf yapmakta, 1990’dan
önce yaşanan dönemlerin sıkıntısı ve problemleri hatırlatılarak âdeta
Milliyetçi Hareket Partisinin içinde bulunduğu 57’nci Hükûmet
dönemini topyekûn karalamak yolunu açmıştır. Bugün, aslında, 1990’lı yılların
enflasyonlu büyüme modelini, giderek artan kamu borçlarını, dirençsiz ve
denetimsiz ahlaki tehlike sınırında olan bir mali sektörü, siyasal istikrarın
var olmadığı bir Türkiye’yi MHP koalisyonunun devraldığını göz ardı etmektedir.
Hükûmette olmadan
önce toplam faiz ödemesi 1.298 kat artmıştı. 1999’da faiz yüzde 108,4 olmuştu.
On yıllık faiz ortalaması yüzde 107,4’tü. Hazinenin görev zararları, gayrisafi
millî hasılanın yüzde 17’sini teşkil etmişti.
Enflasyon 1998’de yüzde 84,6’ydı. 355 milyar dolar yatırım stokunu tamamlamak
için o günkü mevcut ödeneklerle yüz elli yıla ihtiyaç vardı. 90 ve 99 arasında,
on yıl içerisinde on bir hükûmet kurulmuştu ve bu hükûmetlerin kısa süreleri maalesef sorunların ötelenmesine
yol açmıştı.
İşte Milliyetçi Hareket
Partisi böyle bir ortamda hükûmet etme sorumluluğunu
üstlendi ve böyle bir ortamda devralınan Türkiye’yi, 2002 yılında yapısal
sorunları çözüm yoluna bırakılmış bir Türkiye’yi AKP’ye teslim etmiştir. Evet,
2002 yılı, krizi aşmış bir Türkiye’dir. Yüzde 107 olan faiz oranı yüzde 49’a,
enflasyon oranı yüzde 84’ten 29’a düşürüldü. 69 fon kapatıldı, bankacılık
reformu gerçekleştirildi. İş güvencesi getirildi, işsizlik sigortası kuruldu.
Tarıma doğrudan destek sağlandı.
Bu dönemde MHP, geçmiş
dönemin çatışmacı, uyumsuz, karalamacı yaklaşımlarına, siyasi rant kavgalarına asla karışmamış, milletin çıkarlarını parti
menfaatinin üstünde tutmuştu. Rant ekonomisi yerine üretim ekonomisi,
enflasyonlu büyüme modeli yerine gerçek kaynaklara dayalı büyüme, kavga yerine
uzlaşma, kayıt dışı bütçe yerine gerçek bütçe, siyasi rant
kavgası yerine uzlaşma tercih edildi. İşte, böyle bir ortamda, siyasi ve ahlaki
sorumluluğunun gereğini Milliyetçi Hareket Partisi yerine getirdi. İşte, bugün,
burada AKP dönemini 2002’yle mukayese ederken Milliyetçi Hareket Partisinin
koalisyon ortağı olduğu o dönemden önce 90’lı yılları unutanlar, ne yazıktır ki
bugün gelip bu kürsülerde “Bugün Türkiye’de bankacılık krizi yok.”
diyebiliyorlar. O gün tedbir alınmasaydı bugün banka mı kalırdı? Ve bugün
geldiğimiz bu noktada, gerçekten 69 tane fon kapatılmasaydı, acaba bugün burada
Maliye Bakanı gerçek bütçeden bahsedebilecek miydi, “Bütçe açıkları azalıyor.”
diyebilecek miydi? Görev zararlarını sıfırlamasaydık, nasıl kayıt dışı bütçe
açığını önleyecektiniz? Siyasi rantı biz sona
erdirdik. İşsizlik Sigortası kurmasaydık, bugün bütçe açığını kapatmak için
kullandığınız o kaynaklara nereden ulaşacaktınız? Size soruyorum. Bankalar için
kural getirmeseydik “Bankacılıkta sorun yok.” diyebilir misiniz?
O dönem içerisinde
yaptırdığımız hastaneleri, organize sanayi bölgelerini, yolları, enerji
santralini görmezden gelenler, bu kürsüden, yaptıkları bölünmüş yollardan
bahisle “Belki görürsünüz de teşekkür edersiniz ama böyle bir şeyiniz yok
tabii, bu nezaket meselesidir.” diyebilmiştir. Bugüne kadar sizden önce hizmet
edenleri unutanlar, hatta hizmet etmediğini söyleyenler hiç olmazsa devraldığı hükûmete teşekkür etse, bu hakikatten kaçmasa nezaketten
bahsetmeye o zaman ancak hakkı olabilir.
Kendinden önceki iktidar
döneminde alınmış kredileri kendine verilmiş addedenler, kendinden önce yapılmış
ihaleleri “Hayallerinde olmayan ihaleleri biz gerçekleştirdik.” diyenler,
gerçekten nezaketten bahsetmeye ne kadar hakkı vardır, takdirlerinize
bırakıyorum.
Zannedersiniz ki
konuşmacılara göre Türkiye’de AKP’den önce yol yoktu, su yoktu, elektrik yoktu,
hastane yoktu, okul yoktu. Bütçe konuşmalarında yaptıklarını anlatırken “3
tane, 5 tane koyun güdemeyenler bu ülkeyi yönetemez, anlamaz işlerden,
anlamaz.” diyerek bir de daha önce hizmet yapmış olanlara dil uzatılabilmiştir.
Bu zihniyet bana bir şarkı sözünü
hatırlatıyor:
“Peki
peki anladık
Her şeyi sen bilirsin...
Her şeyden sen anlarsın...
Sen neymişsin be abi!” diye bir şarkı var.
Gerçekten bütün bu
yapılanları cumhuriyet dönemiyle mukayese ederek, kendi dönemini ön plana
çıkartıp, geçmişte yapılan hizmetleri göz ardı edenlere diyecek tek şeyim var:
Bu ifadeler sadece ve sadece Danik Kruger yaklaşımının tezahüründen başka bir anlam taşımıyor.
Evet, koyun gütmekten
bahsedildi. “3-5 koyunu güdemezler.” dedi. Aslında
şunu ifade etmeliyim ki, biz, milletimize hizmet ederiz, onların hizmetindeyiz.
Milletimizi göbeğini kaşıyan adam olarak görenlere ve millete hizmeti koyun
gütmekle özdeşleştirenlere hak ettiği cevabı veririz.
Koyun meselesine gelince,
“Başbakan uçurumdan atlarsa biz de peşinden atlarız.” diyen zihniyet ancak
koyun gütmeyi ve güdülmeyi bilir. Biz, aklımızı kullanacak cesareti
olanlardanız. Milletimizin de aklı, sezgisi ve iradesiyle bunu kullanmaktan
çekinmeyeceğini herkes de bilmelidir.
Eğer koyun gütmek
mahdumlarını gemi sahibi kılmaksa doğrusu bunu bilmeyiz. Eğer Ofer’le görüşüp yüzde 14,75 hisseyi gece yarısı
operasyonlarla satmaksa evet, biz koyun gütmesini bilmeyiz. Telekom
özelleştirilmeden önce Hariri’yle görüşüp onu ortak yapmaksa doğrusu biz koyun
gütmesini bilmeyiz. Un akıtıp babalar gibi satmak koyun gütmekse doğrusu biz
koyun gütmeyi bilmeyiz. Biz siyaseti kendi koyunlarını gütmek için değil,
millete hizmet için yaptık ve yapıyoruz.
1990’lı yılların oluşturduğu
siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın akabinde koalisyon şartlarında ülkemize
hizmet ettik ve bu dönemde milletimiz için baldıran içtik, siz balını
yiyorsunuz, bal tutan parmağını yalar misali.
Evet, değerli
milletvekilleri, aslında dokuz yıllık bir AKP döneminde, AKP’nin nasıl bir
siyaset anlayışı içerisinde olduğunu, siyasi tercihle siyaset kurumu ve siyasi
kurumlar arasındaki ilişkilerini bir politik ekonomi çerçevesinde
değerlendirmek lazım. Sayın Başbakan daha önceki siyaset anlayışını “Siyaset
yalanla, siyaset yolsuzlukla, siyaset sözünden dönmekle, çark etmekle, U dönüşü
yapmakla, sabah söylediğini akşam yalanlamakla…” şeklinde değerlendirirken
doğrusu, bir an için günümüzdeki zihniyetle ne kadar özdeşleştiğini gördüm. Ofer’le önce görüşmedin, sonra “Görüşmüşüm.” Davos’ta önce “…”(x) yarım saat sonra özür. Önce “Kürt sorunu
yok, terör sorunu var.” sonra “Kürt sorunu var.” Önce “İmralı’yla görüşmedim.”
sonra “Devlet görüşmüş olabilir.” sonra “Devlet görüşür.” Önce “Habur’da yaşananlar umut tablosu.” sonra “yol kazası” önce
“Rasmussen’den genel sekreter olmaz.” sonra Rasmussen iftar sofralarının konuğu. Önce “Mavi Marmara
için Gazze işgalinin sona ermesi gerekir.” deyip
ondan sonra da özür ve tazminat arayışı için aracılar koymak, otel odalarında
buluşmak. Önce “Barzani aşiret reisi, postal yalayıcısı.” sonra kırmızı halı ve
“...”(x) İşte, daha nice örnekler aslında.
Evet, Sayın Başbakanın burada
yaptığı konuşmada milliyetçilikten bahsetmesini olumlu gördüğümü ifade etmek
istiyorum. Ancak tabii Sayın Başbakanın ve AKP’nin milliyetçilikle ilgili
uygulamalarını dikkate aldığımız zaman -zannederim- bu dersten sınıfta
kaldığını artık herkesin anlamış olduğunu bilmesi gerekiyor. Daha
önce de paramız değerlendiği zaman, altı sıfır atıldığı zaman altı sıfırı
atmanın milliyetçilik olduğunu, paranın değerlenmesinin milliyetçilik olduğunu
ifade etmiş, kendisine de “Suni kur politikalarıyla paranın değerlendirilmesi
aslında ithalatı teşvik ediyor, ihracatınızı cezalandırıyor.” derken bunun
milliyetçilik olmadığını ifade ettik ama anlaşılan o ki Sayın Başbakan sıfırla
ve paranın değeriyle milliyetçilik arasındaki illiyet bağını ifade etmekten
geri kalmış.
Evet, Sayın Başbakan diyor
ki: “Doğrudur, milliyetçilik millî kültürü yaşatmaktır.” Doğrudur, doğrudur ama
bugün, maalesef “Millî kültür ve onunla oluşmuş bütün millî kimlik etnik
kimlikler.” sözleriyle ayrıştırılmaktadır. Millî kültür ve millî kimlik otuz
altı etnik kimliğe bölündüğü zaman nasıl millî kültürü yaşatabileceksiniz?
10 Ocak 2004’te “Millî
kültürler küreselleşme içinde varlıklarını korumak için değişmeli.” diyen
sizsiniz. Önce, size göre millî kültür alt değerdir “Sakın ola ki üst değer
olarak sunmayın.” diyen de sizsiniz.
“Küresel kültürün
sürdürülmesi için mahallî kültür gerekir, bizde mahallî kültür İslam’dır.”
diyerek, İslamiyet’in cihanşümul anlayışını mahallileştiren de siz oldunuz.
Küresel kültürü hakim kılarsanız millî kültür nasıl yaşayacak? Millî kültürü
üst değer olarak görmezseniz, millî kültürü nasıl yaşatacaksınız?
Başbakan “Milliyetçilik bizi
biz yapan değerleri muhafaza etmektir.” diyor. Ama Sayın Başbakan, bizi biz
yapan değerleri sorgulayıp “Biz ezber bozuyoruz.” demek değildir milliyetçilik.
Cumhuriyetin başına numara
koymak milliyetçilik değildir. Milliyetçilik bin yıllık kardeşliğimizi,
tarihimizi, kimliğimizi sorgulamak değildir. Milliyetçilik Türkiyelilik
değildir. Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı sorgulamak değildir. Ecdadımızın
etnik temizlik yaptığını söylemek değildir milliyetçilik.
Bugün “Değerlerimizi muhafaza
etmek milliyetçiliktir.” diyen Başbakana, bu değerlere sahip çıkan Milliyetçi
Hareket Partisini statükoculukla suçlamış olması, fikrimizin ve düşüncemizin ne
kadar güçlü ve hakim olduğunu ve ne kadar haklı
olduğumuzu ortaya koymaktadır.
Sayın Başbakan diyor ki:
“Milliyetçilik ülkeyi büyütmektir.” Evet, doğru, ama Sayın Başbakan ülkeyi
hormonlu ithalatla büyütmek, üretimi ithalata daha fazla bağımlı kılmak
milliyetçilik değildir. Ülkeyi ithalatla büyütüp, yabancılara, Hanslara, Georgelara iş bulup,
Ahmetleri, Fatmaları, Ayşeleri işsiz bırakmak milliyetçilik değildir.
Yabancılara iş bulup benim işsizlerime “Yok öyle yağma, taşı bulup suyunu
çıkartacaksın.” demek milliyetçilik değildir. Milliyetçilik, kendi çiftçini
unutup Yunanistan’ın, Amerika Birleşik Devletleri’nin çiftçilerini düşünerek
onlardan ithalat yapmak, onları desteklemek değildir. Avrupa Birliğine “Senin
yükünü almak için gelmek istiyoruz.” deyip milletimize yük yüklemek değildir
milliyetçilik.
Sayın Başbakan
“Milliyetçilik, iç ve dış politikaya vizyon
kazandırmaktır.” diyor, doğrudur, ancak Başkent Ankara’dan ve Türkçe bakarsanız
vizyon kazandırabilirsiniz ama BOP Eşbaşkanı olarak
bakarsanız bu vizyonu kazandırmanız mümkün değildir Sayın Başbakan.
“Milliyetçilik, yol
yapmaktır.” diyor ama milliyetçilik “yolunu bulmak” değildir, yol yapıp
defalarca bu yolu yaptırıp yandaşlarına kaynak aktarmak değildir.
“Milliyetçilik, ekonomiyi
geliştirmektir.” diyor, doğrudur, milliyetçilik milletin ekonomisini geliştirmektir
yandaşların ekonomisini geliştirmek değildir. Milliyetçilik, aynı zamanda
geliştirdiğini hakça paylaştırmaktır, zengini zengin fakiri fakir yapmak
değildir.
“Milliyetçilik, okul
yaptırmaktır.” diyor, doğrudur ama milliyetçilik, okullarda Andımız’ı,
İstiklal Marşı’mızı tartışmaya açmak değildir. O
okullarda çok kültürlülüğü, çok kimlikliliği aşılamak milliyetçilik değildir
Sayın Başbakan. (MHP sıralarından alkışlar)
Üniversiteye gidemeyen
başörtülü gençlerimizin sorununu seçim yatırımı olarak 2011 yılı ötesine
erteleyip ondan siyasi rant elde etmek istemek
milliyetçilik değildir Sayın Başbakan.
Evet, Sayın Başbakan
“Milliyetçilik, vatandaşın ayağına adaleti ulaştırmaktır.” diyor, ama Sayın
Başbakan, adaleti ayaklar altına almak değildir milliyetçilik, vicdanlara
sığdırmak ve ulaştırmaktır milliyetçilik. Hak ve hakikati bulmak, adaleti
bulmaktır milliyetçilik. Davalarda hâkim ve savcı olup adaletin yerine geçmek
değildir, “Senin hâkimin, benim hâkimim.” demek değildir. Adaletten kaçmak,
dokunulmazlık zırhına bürünmek hiç milliyetçilik değildir.
Evet, Sayın Başbakan
“Milliyetçilik, Emniyeti vatandaşın ayağına ulaştırmaktır.” diyor. Evet,
milletin huzurlu olması gerekiyor ama Sayın Başbakan, milliyetçilik vatandaşa
ayakla vurmak değil, öğrencilere karşı polisi tahrik etmek, Tekel işçilerine
biber gazı sıkmak, öğrencileri yaka paça dövmek, polisi bunun için tahrik etmek
ve sevk etmek Emniyeti vatandaşın ayağına götürmek demek değildir.
Milliyetçilik, suçla mücadele
eden emniyetimizi, emniyet güçlerimizi, terörle mücadele edenleri suçlu
konumuna sokmak hiç değildir.
Evet, 7 Ekim 2009’da
Yahudiler için Yıldız Teknik Üniversitesinde “Hakikaten bakıyorsunuz, bilgide
Yahudi ve Musevilerin çok ciddi keşifleri var. Bu icatları sebebiyle
oturdukları yerde para basıyorlar. Ampulde onu görüyorsunuz.” dedi. Evet,
milliyetçilik, din ile ekonomik gelişme arasında bir illiyet bağı olduğuna dair
bir kabulle, Protestanlığın ekonomik gelişmenin ajanı, İslam’ın ise önleyicisi
olduğunu ifade eden Neo-Weberyan
görüşleri ifade etmek değildir. İnanç değerlerimizin ekonomik gelişmeye engel
olduğuna ilişkin haksız değerlendirmeler milliyetçilik değildir. Orada “Ampulü
onlar icat etti.” dediğinize göre, doğrusu bu konuda herhâlde sizin bir
bildiğiniz vardır diye bu konuyu kapatmak istiyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
Sayın milletvekilleri, Adalet
ve Kalkınma Partisinin ışığında yedi tane hüzme var.
Aslında bu yedi hüzmenin hangi anlama geldiğini
Programında ifade ediyor ama izahatlarına baktığımız zaman, bu yedi ışık sonucunda
bugüne kadar dokuz yıla varan bir siyaset anlayışı çerçevesinde bu yedi
noktanın yedi ışığı ifade ettiğini belirtmemiz mümkün.
Evet, AKP döneminde ve kendi
hazırladıkları dokümanlara göre: “Ulus devletler etkisizleştirilmelidir; ulus
devletler yetkilerini yerel, uluslararası kuruluşlara devretmelidir.”
İkincisi: “Etnik ayrımcılık,
din veya mezhep farklılığına dayalı federatif ve siyasi örgütlenmeler
yaygınlaştırılmalıdır.” Onlar diyor, kendileri söylüyorlar hedeflerini.
“Batı medeniyetinin
oluşturduğu kültür ve kimlik kabul edilmelidir. Bunun için millî kimlik ve
millî kültür tasfiye edilmelidir.”
“Millî menfaatler yerine
küresel politikalara destek veren ve bu menfaatleri koruyacak millî ordu yerine
jandarma teşkil etmektir.”
“Millî kalkınma yerine ithalata
ve borçlanmaya bağımlılık oluşturulmalı ve ülke küresel pazar olmalıdır.”
Nihayet yedincisinde de:
“Sosyal devlet ilkesinden vazgeçilmeli, devletin gelir dağılımı, işsizlik,
yoksulluk, sosyal güvenlik alanındaki faaliyetleri sınırlandırılmalı ve bunlar
piyasaya bırakılmalıdır.”
Evet, AKP’nin siyaset
anlayışının, ampulün yedi hüzmesinin amacı ve
hedefinin bu olduğu, gerek parti programında gerek “Muhafazakâr Demokrat” adlı
kitabında aynen bu şekilde ortaya konmuştur. Dolayısıyla bugüne kadar yapılanları
bu çerçevede değerlendirmek, ekonomi politikasını da, politik ekonomiyle ilgili
ilişkisini de bu çerçevede ele almak gerekmektedir.
Evet, sayın milletvekilleri,
AKP dokuzuncu yılına girerken, sekiz yıl boyunca, bu milletten 1,2 trilyon TL
vergi toplamış, 33 milyar özelleştirme yapmış, 217 trilyon merkezî yönetim borç
stokunu artırmış, 257 trilyon özel borcu artırmıştır. Kullandığı toplam kaynak
1,5 trilyon TL’dir. 1,5 trilyon TL içerisinde... Bu süreç içerisinde, AKP’nin
bulunduğu süreç içerisinde gayrisafi millî hasıla
sadece 650 milyar TL artmıştır ve AKP bu dönemde 2002 Türkiye’sinin 4,3 katını
kullanmıştır, heba etmiştir. 1999 Türkiye’sinin 2,3 katını kullanmış ve heba
etmiştir. Sonuçta ne olmuştur? Sonuçta, 2002 yılına göre istihdam 1,6 milyon
sadece artmıştır.
2002’den bu yana nüfusumuzun
5 milyon artmasına ve her yıl 600 bin kişiye iş bulmamız gerekmesine rağmen,
AKP döneminde istihdam etmemiz gereken 2,4 milyon kişi var iken işsizliği sabit
tutabilmek için maalesef sadece 1,2 milyon kişiye iş bulabilmiştir. Evet,
ekonomik tercihlerin sonucunda, ithalata bağımlı bir büyüme olmuştur.
Türkiye’de üretmek yerine dışarıdan ithal etmek ve bu politikayla dışarıdan hormonlanmış bir büyümeyi sağlamak temel hareket noktası
olmuştur. Rekabet gücümüz azalmıştır, sıcak parayla kaynaklarımız yurt dışına
gitmiştir. 2010 yılında, on ay içerisinde, dolar getiren bir kimsenin kazandığı
para yüzde 25,7 olmuştur, vicdanınıza sığdırıyor musunuz? Emeklilerimize,
memurlarımıza yüzde 2,5 verirken onun 10-15 katını
yurt dışından getirilen sıcak paraya teslim etmek, zannederim AKP Hükûmetinin politik tercihinin bir neticesidir.
Evet, geldiğimiz bu noktada
işsizlik artmıştır, yoksulluk artmıştır, vatandaş borca batırılmış, borca
batırılan vatandaş maalesef bağımlı hâle dönüştürülmüştür. O bakımdan, bu süreç
içerisinde uygulanan ekonomi politikasının amaçları AKP’nin istediği bir siyasi
ortamın gerçekleşmesine zemin hazırlamıştır.
Bu dönemde yolsuzluk…
Düşünebiliyor musunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, hakkı savunmamız
gereken, haksızlık yapanın eline vurmamız gereken bir Türkiye’de bu milletin
hakkını ve hukukunu gasbedenlerin cezaları
düşürülmüştür. Görevini kötüye kullananların azami cezalarını düşürerek
“Arkanızdayız, görevinizi kötüye kullanın, biz sizi koruyacağız.” diyen bir
zihniyetin milletten ne kadar koptuğunu, giderek yandaşlarını koruma gayreti
içerisine girdiğini görüyoruz.
Sayıştayla ilgili
performans denetimi yerine, yerindelik denetimini getirmek suretiyle bu
milletin kullandığımız kaynaklarının verimli kullanılıp kullanılmadığı… Verimli
kullanmayanları sorumlu kılabilecek bir imkândan bile mahrum bırakıldı. Yiyenin
yanına kâr kalacak, “Sen de ye.” diyecek böyle bir ekonomik düşünce gerçekten
hayretler vericidir.
Sayın Başbakan, bir sürü
yatırımdan bahsediyor ve “Yolsuzluk olsa, bu kadar yolsuzluk olsa bu kadar
yatırım olur muydu?” diyor. Birinci günde bunu söyledi. E, bu mantığına göre
yolsuzluk yatırım olmayan bir ülkede olur. Vallahi, bu mantığı ancak Aristo
çözebilir, bilemiyorum ona müracaat etmek lazım.
Sayın Başbakan burada diyor
ki: “Biz stand-by
imzalamadık.” 26 Nisan 2005’te 19’uncu Stand-by’ı imzalayarak 6,6 milyar SDR kredi talep eden kim, onun
altında kimin imzası var?
Sayın Başbakan yine bölünmüş
yollarla ilgili hesap yapıyor. Bir de bize diyor ki: “Keşke muhalefet yapsa.”
Evet, biz Marmaray’ı ihaleye çıkarken, Mekece-Bozüyük hattını ihaleye çıkarken, hızlı treni
ihalelere çıkartırken hep biz bu hesapları yaptık. Çanakkale-İzmir otoyolunu
ihaleye çıkarırken, körfez geçişini ihaleye çıkarırken, üçüncü köprünün projesi
hazırlanırken Milliyetçi Hareket Partisi hep bunları gözetti. Bu millete hizmet
etmek için bütün bu projeleri düşündük. Ama “bölünmüş yol” derken her yıl bu
yolları yapıp yapıp yeniden yapmak, herhâlde biraz
milletimize haksızlık oluyor.
Evet, “Bizim hesaplarımızı
yapsa.” diyor ama ben Sayın Başbakanın hesaplarına bazen hayret ediyorum.
Mesela, geçenlerde Çine Barajı’ndan bahsetti: “Bizden önceki ödenekler olsaydı
seksen bir yıl devam ederdi.” Hesapladık, gittik, Milliyetçi Hareket Partisinin
koalisyon ortağı olduğu dönemde eğer o ödenekler olsaydı zaten bu yatırım 2010
yılında bitmiş olacaktı. Sayın Başbakan “seksen bir yıl” diyor, o seksen bir
yılda yedi tane Çine Barajı’nı biz bitirmiş olurduk. İşte hesap böyle yapılır.
Bu hesabı kim yapmışsa doğrusu hayret ediyorum. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
Evet, hesap kitap şaşabiliyor
yani. Bunlarda bazen mizan olmuyor ama mizan olmayınca biraz da izan olması
gerekir. Bazen çay, simit hesabı yapılıyor, tutmuyor, peynire gidiliyor; sonra
süt hesabı yapılıyor, o da tutmuyor; ondan sonra elinde ne varsa bu hesaba
vurmaya çalışıyor. Ama, yani artık mızrak çuvala
sığmıyor.
Bu ekonomi ahlaki sonuçlar
meydana getirmemiştir. Ahlaki sonuçları olmayan bir ekonomik modeli… “Şu kadar
yol yaptık, bu kadar yol yaptık…” Nedir ahlaki sonuçlar? İnsan. İnsana iş
verebildiniz mi, iş bulma umudu verebildiniz mi? Yok. Bugün, maalesef, iş bulma
umudunu kesenlerin sayısı yaklaşık 70 kat artmıştır. Bugün işsizlik, maalesef,
artmış. Gençlerde işsizliğimiz: Her 4 gençten 1’i işsiz hâle düşmüştür. Bugün
geldiğimiz Türkiye’de, maalesef, bizim dönemimizde bakın 2000-2002
arasında on beş-yirmi dört yaş arasında yüzde 50,5 olan istihdam oranı yüzde
50,2’ye düşmüş. O dönem içerisinde 23,5 milyon kişi istihdam edilmişken, AKP
dönemi içerisinde bu 23,2 milyon kişiye düşmüştür. Bugün geldiğimiz bu noktada
AKP’nin uyguladığı ekonomi politikalarından dolayı genç yaşta olanların
istihdam içerisindeki payı azalmakta ve elli beş yaş ve üstü olanların da iş
bulma umudu kırılmaktadır, tablo budur. Tüm yaş gruplarında AKP döneminde MHP
koalisyon dönemine göre muazzam düşüşler olmuştur.
Kadınlarımızın istihdamı
maalesef 2002 seviyesinde kalmıştır. 2006 yılından bu yana kadınların ücretleri
erkeklerin yüzde 46’sıyken 2010’da yüzde 26’ya düşmüştür. Yarı yarıdan daha
fazla düşürdünüz bunların ücretlerini. Kadın-erkek cinsiyet ayırımında 134 ülke
içerisinde 126’ncıyız.
Evet, ahlaki sonuç dedim;
biraz önce Nurettin Bey söyledi, gelir dağılımından bahsetti. Bakın, 2002’de en
düşük yüzde 20’lik gelir diliminde çalışan sayısı yüzde 16,39; 2005’te yüzde
17; 2008’de yüzde 24,8 olmuş. İstihdam ettiğiniz insanlarımızın hepsini, asgari
ücrete, taşeron çalışmaya ve kayıt dışı ücrete mahkûm ettiniz. Böyle bir
tabloyla, maalesef bugün de… Artık, TÜİK’ten yüzde
5’lik ve yüzde 10’luk rakamları da alamıyoruz, mukayese etme imkânımız kalmıyor
ve bugün artık gençlerin ve kadınların AKP’nin istihdam politikasında yeri
olmadığı açık. Bugün asgari ücret, taşeronlaşma sonucunda, istihdam politikası
gelir dağılımını bozmaktadır.
Evet, bugün geldiğimiz bu
noktada gerçekten dünün sorunları bitmiştir, bugünün sorunları farklıdır. Dün
bankacılık kesimi sorunu vardı, bugün reel kesimin sorunu var; dün cari
işlemler açığı sorunu yoktu, bugün var; dün enflasyonist ortamda borçlarını
ödeyebilecek gelir politikası vardı, bugün borçlanmayı ödeyebilecek gelir
politikası yok ve bugün geldiğimiz bu Türkiye’de TÜİK’in
yaptığı son araştırmada…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
OKTAY VURAL (Devamla) –
Tamamlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Vural, süreniz
doldu; size de ek süre veriyorum, bir dakika içinde tamamlayabilir misiniz
lütfen.
OKTAY VURAL (Devamla) – Evet,
son paragrafımı arz ediyorum.
TÜİK’in beklenti
anketlerine göre yaptığı bir inceleme var. Aralık 2003’te “Gelecek üç ayı nasıl
görüyorsunuz?” diye sorulanlardan “Çok iyi olacak.” diyenlerin oranı yüzde 34
azalmış bugün. “Biraz daha kötü olacak.” diyenlerin oranı yüzde 284 artmış.
“Çok kötü olacak.” diyenlerin oranı yaklaşık 4 katına çıkmıştır. “Şu an ekonomi
üç ay öncesine göre daha iyi.” diyenlerin oranı yarıya inmiş, “Çok daha
kötüydü.” diyenlerin oranı 3,5 kat artmıştır.
Milliyetçi Hareket Partisi
olarak artık bu Hükûmetten beklentimiz kalmadığına
dair milletimizin kanaatini paylaşıyoruz. AKP’nin geleceğinden artık umutlar
kesilmiştir. Bize “Nasıl bilirdiniz?” diye sorulduğunda, biz bu bildiklerimizi
söyleyeceğiz yarın bunlar olmadığı zaman.
İnşallah milletimin
değerlerine, ihtiyaçlarına ve menfaatlerine aykırı uygulamalarıyla millet
iradesini milleti için değil temel tercihlerini yabancılar için yapan AKP’nin
son bütçesi olur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Vural, tekrar
açıyorum mikrofonunuzu, lütfen Genel Kurulu selamlayın.
Buyurun.
OKTAY VURAL (Devamla) –
Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu bütçeye, AKP’nin siyasi ve sosyoekonomik
politikalarına “Hayır.” vereceğimizi ifade ediyor, bu vesileyle 2011 yılının,
siz değerli milletvekillerine, milletimize, ailelerimize hayırlı olması dileğiyle
hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, böylece bütçe üzerinde gruplar adına yapılan konuşmalar
tamamlandı. Şimdi şahıslar adına yapılacak konuşmalara geçiyoruz.
Bütçenin lehinde olmak üzere,
Karaman Milletvekili Sayın Lutfi Elvan’ı davet
ediyorum.
Buyurun Sayın Elvan. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
LUTFİ ELVAN (Karaman) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
AK PARTİ olarak, iktidara
geldiğimiz günden bugüne kadar halkımızın refah düzeyinin yükseltilmesi, büyük
ve güçlü Türkiye'nin inşası için kalıcı, dengeli ve sürdürülebilir bir büyüme
politikası izledik. Türkiye, 2003-2007 döneminde
ortalama, yaklaşık yüzde 7 oranında büyümüştür. 2008-2010
döneminde süratle toparlanmıştır. Büyümenin altyapısı bu kadar sağlam olmasaydı
bu hızla toparlanmamız mümkün olmadığı gibi bu yıl da yaklaşık yüzde 8 oranında
büyümemiz mümkün olmazdı.
Geçtiğimiz dönemleri
hatırlarsanız değerli arkadaşlar, tam yirmi sekiz çeyrek büyümüşüz. Bu da
büyümenin oldukça sağlam temeller üzerine oturduğunu göstermektedir.
Tabii ki büyümenin oranı
kadar kalitesi de önemlidir. Biz, gelir dağılımını bozan, bölgeler arası
gelişmişlik farkını artıran bir yaklaşım benimsemedik. Yine biz, bazı
ülkelerdeki gibi temel insan haklarını baskı altında tutarak, emeği istismar
ederek büyümedik, biz özgürlük alanını genişleterek büyüdük. Bugün başta
gelişmiş ülkeler olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde büyüme potansiyeli
düşmüştür. Küresel krize rağmen izlemiş olduğumuz politikalar ve almış
olduğumuz önlemler sayesinde büyüme potansiyelimiz düşmemiştir değerli
arkadaşlar.
Uluslararası kuruluşlar, OECD
ülkeleri arasında en yüksek büyüme potansiyeline sahip olan ülkeler arasında
Türkiye'nin bulunduğunu ve 2013 sonrası Türkiye'nin çift haneli büyüyebilecek
ülkeler arasında yer aldığını ifade etmiştir. Eğer büyümeyi sağlam temeller
üzerine oturtmazsanız büyüme potansiyelinizi muhafaza etmeniz ve uluslararası
kuruluşların bu tür tahminlerde bulunmaları mümkün değildir. Biz, iktidara
geldiğimiz günden bugüne kadar parasal genişlemeyle şişirilmiş, enflasyonist,
yapay bir büyüme gerçekleştirmedik; kalıcı, sürekli, dengeli ve güçlü bir
büyüme performansı gerçekleştirmek üzere politikalarımızı dizayn
ettik. Bizden önceki hükûmetlerin yaptığı gibi
enflasyonist, talep yönlü bir yaklaşım benimsemedik, aksine bütçe disiplinini
sağlayarak büyüdük. Büyüme stratejimiz, finansal sektörler veya sıcak para
üzerine değil, aksine, reel sektör üretimi ve yatırımları üzerine kurulmuştur.
Bakın, 2003-2009
döneminde büyümeye en yüksek katkı özel sektör sabit sermaye yatırımları
tarafından gelmiştir. Yine, Türkiye’de büyümenin lokomotifi özel sektör
tüketimi ve yatırımları olmuştur. Biz, yatırım ortamını iyileştiren, özel
kesimin dinamizmini ortaya çıkaran, insanları tembelleştirmeyen, çalışanın
kazanacağı, çalışanla birlikte de milletin kazanacağı ekonomi politikalarını
benimsedik. Uzun vadeli bakarak kapsamlı, kaliteli bir büyüme politikası ortaya
koymaya çalıştık. Özgürlük alanını genişleten, sosyal devlet anlayışını
yerleştiren, eğitim-iş gücü ilişkisini güçlendiren ve ARGE yenilikçilik
yatırımlarına ağırlık veren politikalarımıza halkımızın güçlü bir şekilde sahip
çıkması bizim kararlılığımızı daha da artırmaktadır.
“Devletin görevi fabrika
yapıp işletmek değildir.” dedik. “Devletin görevi fabrika yapacaklara altyapı
hazırlamaktır, iş ortamını ve rekabet ortamını geliştirmektir.” dedik ve
yaptık. Ancak, ana muhalefet tarafından Güneydoğu’da devletin fabrika yapıp
işleteceği ifade ediliyor. Siz herhâlde bu alanda dünyadaki başarısız
uygulamaları görmediniz, duymadınız, okumadınız. Gidin İtalyanları bir
dinleyin. Onların da geri kalmış bölgeleri vardı, milyarlarca euroyu toprağa gömdüler, hiçbir fabrikayı devlet olarak
işletemediler. Kurulan ve atıl kalan bu tesisler literatüre
“Çöldeki katedraller” olarak geçmiştir değerli arkadaşlar.
Çağdaş bir devlet,
düzenleyicidir, denetleyicidir. Çağdaş bir devlet, özel kesim için uygun bir
yatırım iklimi oluşturur, halkın önündeki engelleri kaldırır. Çağdaş bir
devlet, eğitimden sağlığa, ulaştırmadan güvenliğe kadar her alanda altyapı
yatırımlarına yoğunlaşır. İşte, biz bunu yaptık ve yapmaya devam edeceğiz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; küresel kriz sonrası dünyada uygulanan ve alınan önlemlere
baktığımızda en başarılı ülkelerden birisi Türkiye olmuştur. Artık uluslararası
kuruluşlar, küresel yatırımcılar, sanayicilerimiz, üreticilerimiz Hükûmetimize karşı büyük bir güven duymaktadırlar.
Bakın, sadece son iki ayda
dış basında çıkan bazı haber, yorum başlıklarını sizlere okumak istiyorum. Dış basında çıkan haber ve yorum başlıkları: “Türkiye bölgesel
süper güç olma yolunda güvenle ilerliyor.”,
“Türkiye on yıl sonra Avrupa’nın en güçlüsü.”, “Türkiye küresel düzeyde
rekabetçi bir otomobil merkezine dönüşüyor.”, “Türkiye 2010 yılında Avrupa’da
en hızlı büyüyen ülke olacak.”, “Türkiye’de altın bir dönem yaşanıyor.”,
“Finansal krizin en büyük galiplerinden biri Türkiye’dir.” Bu, son iki ayda dış
basında çıkan başlıklardan bazıları.
Şimdi, 1999-2002
dönemine dönelim. Acaba o dönemdeki başlıkları okumamı ister misiniz? Sadece
birkaç örnek vermek istiyorum: “Türkiye’de kargaşa.”, “Türkiye’de krizin nedeni
bürokratlar değil, politikacılar.”, “Yıllardan beri Türkiye ancak muz
cumhuriyetlerine yakışır enflasyon oranlarıyla yaşadı.”, “Türkiye üç ay içinde
ikinci büyük krizi yaşadı.” Bunların tamamı, Türkiye’yi küçük düşürücü ve o
dönemde Türkiye'nin ne hâlde olduğunu gösteren ifadeler.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; muhalefet tarafından çok eleştirilen bütçenin şeffaflığı
konusuna gelince: Evet, bütçeler şeffaf olmalıdır, gerçekçi olmalıdır, topluma
güven vermelidir, kamu parasının yani milletin parasının nereye harcandığı
açıkça gösterilmelidir. Biz kamu bankalarını bütçenin bir yan unsuru olarak
kullanarak bankalara görev zararı gösterip sonra da faturasını millete
ödetmedik. Birçok yasal düzenleme yaparak yapılacak olan tüm harcamaları açıkça
bütçede gösterdik. Böylece hesaplanabilir ve şeffaf bir bütçe oluşturduk. Peki,
AK PARTİ İktidarı öncesi nasıldı? Bütçede çiftçiye, esnafa ödenecek para yoksa
kolayı vardır, Ziraat Bankasına talimat ver çiftçilerin ödemesini
gerçekleştirsin, Halk Bankasına talimat ver esnafa yapılacak olan ödemeleri
gerçekleştirsin. Peki, bu paralar bütçede var mıydı? Hayır, yoktu. Ya ne oldu?
Görev zararı yazıldı. Peki, sonunda ne oldu? 2001 yılında Halk Bankasının görev
zararı, o dönemdeki para ile tam 11 katrilyon liraya, Ziraat Bankasının görev
zararı 12 katrilyon liraya ulaştı. Peki, bunun faturasını kim ödedi? Değerli
arkadaşlar, milletimiz ödedi.
Bizim bütçemizin şeffaf
olmadığını söyleyenlere şu soruyu da sormak istiyorum: AK PARTİ öncesi,
yıllarca, hazinenin dış borç hesaplarına Sayıştayca
neden uygunluk verilmedi? Acaba, dış borç hesabının tutulmasında,
kullanılmasında, şeffaf olmayan hususlar mı bulunuyordu? Ama,
artık, şimdi her şey şeffaf, Hazinenin web sitesine girin, günlük, haftalık,
aylık, hatta yıllık verilere şeffaf bir şekilde ulaşabilirsiniz. Artık, AK
PARTİ İktidarı öncesi alışkanlıklar tamamıyla tarihe gömülmüştür. Artık,
ülkemizde, şeffaf, hesap verebilir ve çağdaş bir yönetim anlayışı hâkimdir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Elvan, ek süre
veriyorum, buyurun tamamlayın lütfen.
LUTFİ ELVAN (Devamla) – AK
PARTİ İktidarının atmış olduğu sağlam temeller üzerine güçlü Türkiye’nin
inşasına, halkımızın refah düzeyinin yükseltilmesine hep birlikte devam
edeceğiz. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında da ülkemizin dünyanın ilk on
ekonomisi arasına girmesini yine hep birlikte sağlayacağız.
Konuşmama son verirken
hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Elvan.
Sayın milletvekilleri, Hükûmetin söz talebi vardır. Hükûmet
adına Başbakan ve İstanbul Milletvekili Sayın Recep Tayyip Erdoğan
konuşacaklardır.
Sayın Başbakan, buyurun. (AK
PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)
Süreniz altmış dakikadır
efendim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyor, 2011 mali yılı bütçesinin ülkemiz, milletimiz, demokrasimiz için
hayırlara vesile olmasını Allah’tan temenni ediyorum.
Öncelikle AK PARTİ
İktidarının en büyük başarılarından birisi, milletimizin kendisine ve ülkesine
olan güvenini yeniden tesis etmesidir, devletimiz ile milletimiz arasına örülen
duvarları yıkması, büyük bir sosyal restorasyon
dönemini başlatmış olmasıdır.
Biz sekiz yıl önce bu toprağa
tohumlar attık. Zaman içinde bu tohumlar filizlendi ve fidana dönüştü. İstikrar
ve güven zemininde ilerlediğimiz müddetçe; o fidanları koruduğumuz,
gözettiğimiz, üzerlerine titremeye devam ettiğimiz müddetçe o fidanlar boy atacak,
kökleri toprağı çok daha güçlü kavrayacak, toprağa çok daha güçlü bir biçimde
tutunacaktır.
Şunu açık açık
söylemek durumundayım: Biz hep birlikte destansı bir kahramanlık örneği sergileyerek,
onurlu bir mücadele ortaya koyarak büyük bir cihan devletinin tecrübesi üzerine
1923 yılında bu topraklara cumhuriyet tohumunu ektik. Cumhuriyeti kuran aziz
milletimizin iradesi büyük badireler atlattı. Hep birlikte o tohumun bir
filize, bir fidana dönüşmesini sağladık. O fidan ne zaman boy atmak istediyse
boynu vurulmak istendi; o fidan ne zaman kök salmak istediyse kökü kurutulmak
istendi; o fidan ne zaman dal budak salmak istediyse dalları, kolları,
kanatları kırıldı. Ne zaman ekonomi atılıma geçtiyse krizler ülkenin önünü
kesti. Ne zaman demokrasi güçlenme iradesine kavuştuysa müdahalelerle
engellendi. İstikrar ve güven, sağlam bir zemin, sağlam bir mecra bulduğunda
her seferinde bozuldu, bozguna uğratıldı.
Şuraya da dikkatlerinizi
çekiyorum: Cumhuriyet çınarı sadece dışarıdan değil, içindeki kurtçuklar tarafından
da kemirilmek, çürütülmek, zayıflatılmak istendi. İşte sekiz yıl boyunca, Hükûmet olarak o çınarı büyütmek, o çınarı güçlendirmek,
her türlü saldırıya, her türlü tehdide, tehlikeye karşı o çınarı korumak,
kollamak için var gücümüzle çalıştık. Dışarıdan Türkiye’nin itibarını
yükseltirken, içeride de kurtçuklara karşı, çetelere, mafyaya karşı amansız bir
mücadele verdik. İstikrar ve güveni sarsacak, demokrasiyi zayıflatacak her
türlü girişimi kararlılıkla ve soğukkanlılıkla bertaraf ettik. Türkiye’yi karanlığa
çekecek her türlü senaryoyu, her türlü tuzağı cesaretle boşa çıkardık.
Türkiye’nin büyümesini, güçlenmesini, kalkınmasını engelleyecek her provokasyonu, her hukuksuzluğu etkisiz kıldık. AK PARTİ Hükûmeti sekiz yıl boyunca bu toprağa sevgi tohumları ekti,
kardeşlik tohumları ekti. Demokrasiyi güçlendirerek, hukuku yücelterek, hak ve
özgürlükleri geliştirerek, ekonomiyi büyüterek, aziz milletimizin selameti
için, Türkiye’nin bekası için ter döktü, gecesini gündüzüne kattı, büyük bir
mücadele verdi.
Şimdi, bakınız değerli
milletvekilleri, siz değerli milletvekillerimizle birlikte bugün bizi televizyon
ekranlarından izleyen aziz milletimizin de dikkatlerini buraya çekmek
istiyorum. 11 Aralıkta Mardin’e gittim. Mardin’de coşkulu bir topluluk
eşliğinde, kar, bora, fırtına, âdeta böyle bir hava,
ve Mardin’e kazandırdığımız tam 78 ayrı eserin resmî açılışını yaptık.
Eğitimden sağlığa, emniyetten ulaştırmaya, belediye hizmetlerinden KÖYDES
projelerine kadar tam 78 farklı eser. Mardin merkezde, Dargeçit’te, Derik’te,
Kızıltepe’de, Mazıdağı’nda, Midyat’ta, Nusaybin’de, Ömerli’de,
Savur’da ve Yeşilli’de anaokulundan ilköğretim
okuluna, genel liseden öğrenci yurduna, öğretmen lojmanından sağlık
merkezlerine, bölünmüş yollardan parklara kadar 78 yatırımı Mardin’le buluşturduk.
Ertesi gün Siirt’e gittik.
Siirt’te 32 farklı eser ve hizmetin toplu açılışını yaptık. Bu
açılışlardan önemli bir kısmı özel sektör yatırımları. Yüzlerce
Siirtliyi istihdam edecek, Siirt’in tarım ürünlerini, gıda ürünlerini dünyaya
ihraç edecek özel sektör yatırımlarının, o gün büyük bir gururla, büyük bir
umutla açılışlarını gerçekleştirdik.
Önceki hafta cuma günü
Konya’daydık. Konya Büyükşehir Belediyesinin yatırımlarını, TOKİ’nin
yaptırdığı okulları, Selçuk Üniversitesinin Tıp Fakültesi Hastanesini ki temeli
1992 yılında atılmış ve bizden önce 60 trilyonluk bir harcama yapılmış, biz ise
120 trilyon harcama yapmak suretiyle burayı bitirdik. Konya’ya özel sektörün
yaptırdığı bir oteli de, bu arada, açtık. Ancak aynı gün, Ankara-Konya hızlı tren
hattında başlayan test sürüşlerini inceledik. Şu anda, on saat otuz dakikada
ulaşılan Ankara-Konya etabını, inşallah, bundan sonra, bu yıl ortasında -2011’i
kastediyorum- bir saat on beş dakikada ulaşacağız. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Yol boyunca 135 menfez, 83 alt geçit, 25 üst geçit ve 7 tane köprü
inşa edildi. İnşallah, 2011 içinde bu devreye girdiğinde, âdeta Ankara-Konya
arasında Ankara’nın sanki bir ilçesine gider gibi Konya’ya gider hâle
geleceğiz.
Konya’dan Muş’a geçtik ve
Muşlu kardeşlerimin coşkulu katılımıyla tam 106 farklı eserin resmî açılışını
gerçekleştirdik.
Muş’tan Bitlis’e geçtik.
Bitlis’te 71 farklı eserin, 71 farklı hizmetin toplu açılışını yaptık.
Okulları, derslikleri, sağlık merkezlerini, yolları, konutları, belediye
hizmetlerini, Bitlisli kardeşlerimin hizmetine sunduk. Bitlis-Muş arasında inşa
ettiğimiz -hani, dağları delerek yolumuza devam ediyoruz ya- 1.900 metrelik bir
tünelin de o gün açılışını yaptık. Buralarda bu tür şeyler yok, hasretti
bunlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Zira, bu
işleri yapmak için, tabii, dertli olmak gerekiyor, âşık olmak gerekiyor,
milletine sevdalı olmak gerekiyor. Bizim için fark etmiyor, ha batı, ha doğu,
ha kuzey, ha güney. AK PARTİ İktidarı batıda nasıl varsa doğuda da aynı şekilde
var, kuzeyde nasıl varsa güneyde de aynı şekilde var. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Kültür ve turizm
merkezlerinin, onardığımız vakıf eserlerinin, tarımsal yatırımların, emniyet,
çevre yatırımlarının resmî açılışlarını yaptık. İşte, Bitlis’ten aynı gün Ahlat’a geçtik. Ahlat’ta Kültür
Merkezi’mizin açılışını yaptık. Aynı şekilde, Adilcevaz’da 400 konutu bitirdik,
onların hak sahiplerine dağıtımını yaptık ve sadece iki hafta içinde 5 farklı
ilimizde 300’e yakın eser ve hizmetin toplu açılışını böylece gerçekleştirmiş
olduk.
Değerli arkadaşlarım,
Aydın’da, İstanbul’da, Elâzığ’da, Ankara’da, Sivas’ta, Balıkesir’de,
Şanlıurfa’da ondan önce yine açılışlar gerçekleştirdik. 81 vilayetle de
kalmadık, ortak bir kültürü, ortak bir tarihi paylaştığımız Priştine’de
açılış yaptık, Prizren’de açılış yaptık, Mamuşa’da açılış yaptık, Lübnan’ın Aydamun
köyünde, Sayda şehrinde açılışlar yaptık.
İşte, en son İstanbul’da iki
uluslararası zirveye ev sahipliği yaptık. EKO Zirvesinde 7’si devlet ve hükûmet başkanı olmak üzere 12 ülke temsilcisini
İstanbul’da ağırladık. EKO Dönem Başkanlığını devraldık. Türkiye-Pakistan-Afganistan
üçlü zirvesini gerçekleştirdik. Hafta içinde Suriye Başbakanı ve 14 Suriyeli
bakanı Ankara’da ağırladık. Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyinin 2’nci
toplantısını yaptık.
Sekiz yılda Suriye, Irak,
Yunanistan ve Rusya Federasyonu ile ikili, Türkiye-Suriye- Lübnan ve Ürdün’le
dörtlü stratejik iş birliği mekanizmalarını kurduk. Kazakistan’la stratejik
ortaklık, İtalya, İspanya, İsveç’le hükûmetler arası
zirve, Pakistan, ABD, Hollanda ile benzeri mekanizmaları tesis ettik. Uzak
demeden yakın demeden dünyanın tüm ülkeleriyle, bölge ülkeleriyle,
komşularımızla, Türk dünyasıyla ilişkilerimizi geliştirdik ve geliştiriyoruz.
Geniş Türk coğrafyasıyla her
alanda ticaretimiz büyüdü, ihracatımız kat kat arttı.
1992 ile 2002 yılları arasındaki on yılda Kafkasya ve Türk cumhuriyetlerine TİKA’nın yapmış olduğu yardımların miktarı sadece 52 milyon
dolar. İktidarda olduğumuz 2003-2009 yılları
arasındaki altı yılda ise TİKA’nın yapmış olduğu
yardımlar 128 milyon dolar. Fark bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
TİKA’yı 37
ülkede faaliyet gösterebilecek bir konuma yükselttik. Türk cumhuriyetlerinde,
akraba ve soydaş toplulukların yaşadığı ülkelerde TİKA aracılığıyla yaptığımız
proje sayısı 6.714 sayısına ulaştı. Bu projeler kapsamında 112 okul inşa edildi,
105 okul onarıldı, 400’e yakın su kuyusu açıldı ve binlerce insan sağlık
taramasından geçirildi ve bunlara yönelik olan sağlık ocakları da kuruldu,
kuruluyor.
Kardeş ülkelerimizde
bağlarımızı sadece ekonomik ve ticari bir çerçevede düşünmüyoruz. Kurduğumuz
TRT Avaz kanalı ile de kültürel iş birliği ve ortak kültürel mirasımıza sahip
çıktık. Aynı şekilde, Türk Dili Konuşan Ülkeler Konseyi Toplantısının
10’uncusunu ülkemizde yaptık. Sarf ettiğimiz çabalar neticesinde İstanbul’da
bir sekreterya kuruldu. Kısa adı CICA olan Asya’da
İşbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler Konferansı Teşkilatının dönem
başkanlığını yapıyoruz.
Türk Dili Konuşan Ülkeler
Parlamenter Asamblesi çerçevesinde birçok önemli faaliyete devam ediyoruz.
Geçtiğimiz aylarda Başbakanlık bünyesinde kurmuş olduğumuz Dış Türkler ve
Akraba Topluluklar Başkanlığı ile birçok alanda iş birliğini geliştirecek yeni
kanalları oluşturmak için çaba gösteriyoruz. Ta yaylalara, mezralara kadar
okul, yol, su götürürken beş kıtada iş birliği arayışını, beş kıtada barış ve
adalet mücadelesini sürdürdük.
Değerli arkadaşlarım, tabii
bütün bunlarla beraber bir şey de bizi gerçekten üzüyor ve bakıyorsunuz,
arkadaşımız çıkıyor, diyor ki: “Önce mizan olacak, izan olacak.” Şimdi, bunu
diyen arkadaşıma ben de diyorum ki: Ama biraz da insaf olacak. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Bitmedi. Biliyorsunuz, bizde
insaf dinin yarısıdır, bu kadar bu iş önemli. Yani bir şeyi eleştirirken,
yargılarken insaf edin. Şu sekiz yıl içerisinde bu ülkede bu kadar şeyler
yapıldığı içindir ki milletimiz demokratik tasarrufunu kullanırken, yapılan
bütün seçimlerde, gerek genel gerekse yerel seçimlerde AK PARTİ’sini
sürekli olarak iktidarda tutmuştur. O zaman, siz milletimizin ferasetine
güvenmiyor musunuz? Kendinizi milletimizden çok daha akıllı mı zannediyorsunuz?
Bu gerçeği göreceksiniz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) – O
zaman barajı indirin, millete güveniyorsanız barajı indirin. Yüzde 10 barajını
indirin görelim. (AK PARTİ sıralarından “Dinle” sesleri, gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen… Lütfen…
Değerli arkadaşlar,
yerimizden laf atmayalım.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Tabii, ben burada sizlere çok çarpıcı…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Millete güvenmek o kadar kolay tabii! Yüzde 10 barajını kaldırın önümüzdeki
dönemde. O kadar kolaydı! Yüzde 10’u indirin de gidelim, görelim bakalım. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen… Değerli arkadaşlar, lütfen…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Biz bu ülkede yüzde 10 barajını koymadık, yüzde 10 barajıyla biz
iktidara geldik on altı ayda, on altı ayda. Gücünüz varsa siz de gelin. Bu
barajı biz koymadık, koyanlara sorun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kenan
Evren’in yasasına sığınmayın, yeter artık!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Seksen bir vilayetin seksen birinde, sekiz yıl boyunca, defalarca
toplu açılışlar gerçekleştirdik.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Tunceli’de yapmadınız. Seksen bir vilayete Tunceli’yi katmayın.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Seksen bir vilayetin seksen birine, 780 bin kilometrekarenin
tamamına ulaştık, tamamına hizmet götürdük.
Burada size çok çarpıcı bir
belge göstermek istiyorum, tarih 5 Eylül 1792, yani 218 yıl öncesine ait bir
belge. Dönemin padişahı, Bağdat Valisi Kadir Süleyman Paşa’ya bir talimat
gönderiyor ve Mardin Kalesi’nin tamir edilmesini emrediyor. Bunu iyi görmeniz
lazım. Tam 218 yıldır onarılmayan, tamir edilmeyen o kaleyi işte şu anda biz
tamir etmeye başladık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz buyuz, halkımız bu.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – O
kadarını takdir ederiz sekiz senede!
M. NURİ YAMAN (Muş) –
Göreviniz ne?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Şunu artık çok net görüyoruz değerli arkadaşlarım: Seksen bir
vilayet değişiyor.
Aslında, buradan şimdi laf
atıyor ya, oralardan geçerken de diyorlar ha: “Yahu, neler başarmışlar be!”
Orada da bunu diyorlar, onu da söyleyeyim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Yollar altından da olsa özgürlük olmadı mı altından kafesleri kabul etmeyiz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Geçerken öyle diyorsunuz, onu biliyorum; orada takdir ediyorsunuz,
onu biliyorum ama burada farklısınız.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Özgürlük olmadı mı altından kafesi reddederiz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – O işte özgürlüklerin neticesidir, özgürlüklerin neticesidir o.
Özgürlük mücadelesini biz verdik, veriyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
M. NURİ YAMAN (Muş) – Suyu
olmayan sanayiyi açtınız.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) - Değerli kardeşlerim, seksen bir vilayet değişiyor, köylerden
ilçelere, mezralardan şehir merkezlerine kadar bütün Türkiye değişiyor.
Yeni kurduğumuz, 80 tane ile
artık 156 rakamına ulaşan üniversiteler şehirlerimizi değiştiriyor. Sordular:
“Tunceli’ye de üniversite yapacak mısınız?” Yapacağız dedik, inanmadılar.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Tunceli’nin ne özelliği var ki…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Ee, şimdi Tunceli’de üniversite var ama
haberi yok, görmez, bilmez, anlamaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Mesele
göz meselesi, kulak meselesi, dil meselesi.
Yaptığımız okullar,
Türkiye’ye kazandırdığımız toplam 160 bin derslik şehirleri değiştiriyor.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Bakın, taşımalı eğitim, taşımalı eğitim!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Restore ettiğimiz 3.500 vakıf eseri, onardığımız tarihî eserler
şehirleri değiştiriyor. Sekiz yılda inşa ettiğimiz 13.555 kilometre
uzunluğundaki bölünmüş yollar, havaalanları, inen-kalkan uçaklar şehirleri
değiştiriyor.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başbakan, taşımalı eğitim!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – O bile bizim attığımız bir adımdır, siz onları da atamadınız, siz
onları da atamadınız.
MUHARREM İNCE (Yalova) – At
arabasıyla taşımalı eğitim! Çağdaş eğitim!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Özel sektör yatırımları, açılan fabrikalar, canlanan ekonomi
şehirleri değiştiriyor.
Türkiye’nin her şehrinden
umut fışkırıyor, heyecan fışkırıyor. 73 milyon hayata sımsıkı sarılıyor,
değişimde yerini alıyor, geleceğe bugün her zamankinden daha bir umutla
bakıyor. Türkiye’nin yıllarca hizmet almamış, yıllarca yatırım almamış, bir
çivi dahi çakılmamış illeri, ilçeleri bugün yeniden hayat buluyor, kalkınma
yarışında yeniden yerini alıyor.
Algı ile gerçek arasında çok
büyük fark var değerli arkadaşlarım. Doğu ve güneydoğunun diğer bölgelerdeki
imajıyla gerçek durumları arasında çok ciddi bir uçurum var. Oralarda kaos varmış gibi, oralarda huzursuzluk varmış gibi, oralarda
sokağa çıkılamıyormuş gibi bir görüntü oluşturulmak isteniyor. Oysa tam tersi,
Edirne, Kırklareli, Muğla, Çankırı, Giresun, Antalya nasıl gelişiyorsa oralar
da aynı şekilde gelişiyor; batıda umut ne kadar çoğalıyorsa doğuda da o kadar
çoğalıyor; kuzey ve güney nasıl kalkınıyorsa doğu ve güneydoğu da aynı şekilde
kalkınıyor. Türkiye topyekûn kalkınıyor, Türkiye topyekûn aydınlık geleceğe
koşuyor.
Bizim lügatimizde ayrımcılık
yok, imtiyaz dağıtmak yok, bölgeleri ayırmak yok, toplumu sınıflara, etnik
gruplara, mezheplere, kimliklere bölmek yok. Biz “İnsanı yaşat ki devlet
yaşasın.” anlayışıyla hareket ediyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Bakanlar Kurulunda bir tane Alevi vatandaş var mı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, insanlarımızı dinine, mezhebine göre ayırt
etmedik, etmiyoruz. Dün de değerli arkadaşlarım, etnik milliyetçiliği… Yola
çıkarken, partimizi kurduğumuzda, Afyonkarahisar’da
-oradan yola çıktık- “Bizim üç tane kırmızı çizgimiz
var. Biz etnik milliyetçilik yapmayacağız, biz bölgesel milliyetçilik
yapmayacağız, biz dinsel milliyetçilik yapmayacağız.” dedik. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
FEVZİ TOPUZ (Muğla) – Hepsini
yaptınız!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Ve biz şu ana kadar bunu yapmadığımız içindir ki sekiz yıldır bizim
milletimiz, halkımız bizi iktidarda tutuyor ve sürekli olarak oylarını
artırarak bizi iktidarda tutuyor.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, biz Afyonkarahisar’da bir şey daha söyledik.
Ne dedik? Onu da burada çok açık, net söylüyorum, orada da söyledim, 2005’te
Diyarbakır’da değil, ta orada. Dediğimiz neydi: “Tek bayrak, tek millet, tek
vatan, tek devlet” dedik. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Dil
var mı, dil?
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Resmî dil var, resmî dil, bekle.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Sabırlı ol, sabırlı, dur; dokuz ay on gün, biliyorsun, sabırlı ol.
Onlar erken doğum, sağlıksızdır.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, şunu çok dikkatle takip edelim: Etnik kökeni, inancı, dili, kültürü ne
olursa olsun 73 milyon insanımız Türkiye Cumhuriyeti üst kimliği altında
birdir, tek millettir. Evet, ben yine aynı şeyi söylüyorum: Alt kimlik, üst
kimlik. Üst kimlik, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır. Bunun altında birçok
etnik unsur vardır, hepsi bizim kardeşimizdir ve hepsini Yaradan’dan ötürü
severiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bir şeyi daha söylüyorum: Bu
ülkede ben bir Başbakan olarak Kürt sorununu savunuyorum ve savunmaya da devam
edeceğim ama Kürtçülüğün karşısındayım, aynen Türkçülüğün de karşısındayım. (AK
PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bunu da söyleyeyim. Bunu da
söyleyeyim. Çünkü bizim medeniyetimizde, bizim değerlerimizde ırkçılık yok ama
kavimlere saygı var. Biz buradan geldik, böyle de devam ediyoruz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Şunu da söyleyeceğim, o da
şudur: Değerli arkadaşlarım, benim milletimin dili tektir. (AK PARTİ
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
KÜRŞAT ATILGAN (Adana) –
Hangi millet?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu, Türk milleti. (AK PARTİ
ve MHP sıralarından alkışlar) Dili tektir, o resmî dil Türkçedir, bunu bugüne
kadar öğrenmediysen, bundan sonra da öğrenemezsin zaten. Değerli kardeşlerim, fakat, bu ülkede devletin kademeleriyle belediyeleri
birbirinden ayırt eden anlayış, devlet kurumlarını anlayamamış anlayıştır.
Belediyeler de devletin resmî kurumlarıdır, diğerleri de resmî kurumlarıdır.
Orada da Türkçe kullanılır, orada da Türkçe kullanılır. Birisinde farklı,
birisinde farklı olmaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bir diğer konu, onu da
anlatayım, o da şu: Bakın, ademimerkeziyet dediğiniz
anlayışı anlatayım. Ben belediyecilikten geldim. Ademimerkeziyetçiliği
savunan birisiyim ama ademimerkeziyetçiliğin üç tanımı vardır: Bir, siyasi
tanımıdır; iki, idari tanımıdır; üç, hizmet tanımıdır. Biz, siyasi tanımına
karşıyız, idari tanıma da karşıyız.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Neden?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Biz, hizmet içerikli olanın yanındayız. Bizim anlayışımız budur,
hizmet içerikli olan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Batman) – O, ademimerkeziyetçilik değil. Sizin demokrasiniz ayrı. Ademimerkeziyetçilik dünyada ayrı. Böyle bir ademimerkeziyetçilik yoktur dünyada, o sizin…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakınız, köy boşaltmaların, faili
meçhullerin, işkencelerin, suikastların, darbe girişimlerinin, karanlık
senaryoların sorgulandığı, karanlık noktaların aydınlığa kavuştuğu bir Türkiye
var artık. Olağanüstü hâlin kalktığı, Çekiç Güç’ün gönderildiği, anaların
hapisteki çocuklarıyla kendi ana dillerinde konuştuğu, farklı dil ve lehçelerin
öğretildiği, öğrenildiği, devlet televizyonlarından farklı dil ve lehçelerde
yayınların yapıldığı, kontrol noktalarının asgariye indiği bir Türkiye var
artık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Batman) –
Yetmiş yıl sonra Kürtçe televizyon açtınız!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Bunları görelim. Türkiye’yi bu seviyelere biz getirdik.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – 3 bin
tane de Kürt siyasetçi var içeride.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Kardeşliğimizi yüceltmek, toplumsal barışı pekiştirmek adına bu
demokratikleşme adımlarını biz attık. İşte bu, 2005’ten itibaren devam eden
süreçtir, bunun öncesi var, sonrası var. Herkes, ana dilini istediği gibi,
dilediği gibi konuşuyor. Farklı dil ve lehçelerde yayın da yapılıyor, kurs da
açılıyor, üniversitelerde enstitü kuruluyor. Ancak şunu da herkes çok iyi
bilecek: Türkiye’nin, değerli arkadaşlarım, resmî dili -tekrar ediyorum-
Türkçedir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ortak
vatanda Kürtlerin Türkler kadar eşit olma hakkı vardır.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Ortak dil Türkçedir. Bu gerçeği değiştirmeye yönelik hiçbir girişim
kabul edilemez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ortak
vatanda her Türk her Kürt kadar eşittir!
BAŞKAN – Sayın Kaplan… Sayın
Kaplan, böyle bir usulümüz yok.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Vardır, nasıl yok!
BAŞKAN – Lütfen... Lütfen…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Zira, bu mesele sosyal barış ve sosyal
bütünlük meselesidir. Bu meseleyi tartışmaya dahi açmak, bu meseleyi getirip
Türkiye'nin gündemine taşımak ne demokrasiye ne özgürlüklere ne toplumsal
barışa ne de kardeşliğe asla hizmet etmez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu
tartışmaları gündeme taşımak da, bu tartışmaları gündemde tutmak, sabah akşam
bununla ilgili yayınlar yapmak da millî birliğimize ve kardeşliğimize destek
olmaz, tam tersine köstek olur.
Millî Birlik ve Kardeşlik
Projesi, adı üstünde, bir birlik projesidir, bir kardeşlik projesidir. Millî
Birlik ve Kardeşlik Projesi, bu ülkeyi dayanışma, paylaşma zemininde büyütme,
yüceltme projesidir. Bu proje, istismarcıların elinden oyuncaklarını alıp
istismarcıları hayal kırıklığına uğratma projesidir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Bu proje, milletin her bir ferdinin kendisini birinci sınıf vatandaş
hissetmesini sağlayacak, millet-devlet kaynaşmasını sağlayacak bir projedir.
Biz demokratik bir ülkenin onurlu bir vatandaşının sahip olması gereken hak ve
özgürlükleri geliştirmenin mücadelesini verirken, birileri de gerilim üreterek,
afaki taleplerle toplumu gererek, milletimizin sinir
uçlarına dokunarak gelişme sürecini baltalamaya çalışıyorlar.
OSMAN ÖZÇELİK (Siirt) – Sinir
uçlarınızı açıkta bırakmayın.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Ucu açık olanlar sizinkiler, dikkat edin, biz sağlamdayız. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Dağlara kadar uzanıyor.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Biz iyi niyetle meselelerin üzerine giderken, sorunların çözümü
için çaba gösterirken, toplumsal mutabakatı sağlamak üzere samimiyetle
çalışırken birileri de bayat senaryoları devreye alıyor, çözüm süreçlerini
sabote edecek yaklaşımlar sergiliyor. Milletin defalarca izlediği, art arda
izlediği, temcit pilavı gibi sürekli sofraya sürülen o tezgâh yeniden ne yazık
ki kuruluyor. Türkiye seçime giderken, Türkiye istikrar ve güven zemininde
kararlı şekilde ilerlerken karanlık odaklar tarafından aynı oyun yeniden
kuruluyor, yeniden kurgulanıyor. Biraz önce ifade ettim ya, o fidan kök
salmaya, o fidan dal budak salmaya başlamışken yeniden kurutulmak, yeniden
dalları, kolları kırılmak isteniyor. Bu senaryo çok çirkin
bir senaryo. Bu tezgâh çok kirli bir tezgâh. Bu tuzak çok bildik bir
tuzak. Benim milletim bu oyunları defalarca gördü, bu senaryonun aktörlerini
çok iyi tanıdı ve kim ne yaparsa yapsın, benim milletim bu tezgâha gelmeyecek,
bu tuzağa asla ve asla düşmeyecek, ben buna inanıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Şunu da burada açık açık söylüyorum: Bu tezgâhın içinde terör örgütü var, bu
tezgâhın içinde terör örgütünün vesayeti altında hareket edenler var, bu
tezgâhın içinde can çekişen çeteler var, mafya var. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Senaryo çok ama çok açık: Seçim öncesinde su bulandırılacak, seçim öncesinde
milletin zihni karıştırılacak, seçim öncesinde kaos
oluşturulacak, seçim öncesinde farklı gündemler oluşturulacak, milletin
tercihleri böylece etki altına alınacak.
Soruyorum size: Toplumu
gerecek, milletin hissiyatını galeyana getirecek, siyaset kurumunu
etkisizleştirecek, güven ortamını sarsacak bu yaklaşım tarzı hangi amaca hizmet
ediyor? Yapılan işlerin çözüme bir faydası var mı? Sorumsuz ve afaki taleplerle hassasiyetlerin kaşınması sorunları çözüm
yoluna mı koyuyor? Yoksa daha mı derinleştiriyor? Ateşe benzin döken bu siyaset
tarzının kime, ne faydası var? Biz, sorunların konuşulmasından,
tartışılmasından, özgürce ifade edilmesinden yanayız. Hayata geçirdiğimiz
reformlarla, yıktığımız tabularla, bozduğumuz ezberlerle ülkemizi ileri
demokrasiye taşıyoruz. Hiç kimseden demokrasi dersi almaya ihtiyacımız yok. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Batman) - Var,
var, demokrasiyi bilmiyorsunuz, ihtiyacınız var Sayın Başbakan
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Bize demokrasi dersi vermek isteyenler 12 Eylülde benim
vatandaşımın oy verme hakkını nasıl tehditle gasbettiler,
önce bununla yüzleşsinler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Önce bununla
yüzleşsinler.
BENGİ YILDIZ (Batman) –
İhtiyacınız var Sayın Başbakan, sizin demokrasiye çok ihtiyacınız var.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kenan
Evren de sandığa gitmişti.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Demokrasiden bahsedenler Doğu ve Güneydoğu’da sivil toplum
örgütlerine, yazarlara yapılan baskılarla, tehditlerle yüzleşsinler. Gelişen
özgürlükleri çözüm için kullanmak yerine ajitasyon
için, provokasyon için kullanmak bu millete reva mıdır? Milletin zihnini
bulandırmanın, korkularını kaşımanın, huzurunu kaçırmanın hangi sorunun
çözümüne faydası var, soruyorum.
Bu ülke sahipsiz değildir, bu
millet çaresiz değildir. Milletim müsterih olsun, biz kimseye bu ülke üzerinde,
bu topraklar üzerinde ameliyat yaptırtmayız. (AK PARTİ sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Ameliyatı siz yapıyorsunuz zaten.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Kimseyi bu milletin hissiyatıyla oynatmayız.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Ameliyatı da siz kangren hâline getirdiniz, çözemediniz Kürt sorununu.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Çözüm için nasıl bir mücadele verdiysek çözüm süreçlerini sabote
edenlerle de aynı şekilde mücadele ederiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Terör örgütünün ve onun uzantılarının her seçim öncesinde olduğu gibi yeniden
taşeronluk üstlenerek iç politikayı dizayn etme
girişimlerini karşılıksız bırakmayız. Ne milletin duygularını sömürerek rant hesabı yapanlara eyvallah ederiz ne milletin
korkularını kaşıyarak o hesabı yapanlara eyvallah ederiz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Batman) – Onu
en çok siz yapıyorsunuz Sayın Başbakan.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Özgür
ve açık seçimlere gelin, özgür seçimlere!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Bakın, buradan, hem doğudaki…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Öyle
tehdit ederek, tehditle bir yere varamazsınız, demokrasi açıklıktır. (AK PARTİ
sıralarından “Dinle be!” sesleri)
Siz susun!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – …hem batıdaki hem kuzeydeki hem güneydeki bütün vatandaşlarıma…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Siz,
konuşmaları dinleyeceksiniz, muhalefeti öğreneceksiniz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – …73 milyona, bütün kardeşlerime sesleniyorum: Dağdaki teröristle,
geçmişte devletin koridorlarına kadar sirayet etmiş çetelerin nasıl bir iş
birliği içinde olduklarına lütfen dikkat edin. Az önce arkadaşım zaten anlattı
bunları. Her seçim öncesinde, terör örgütünün nasıl devreye girdiğini, milletin
hissiyatını etki altına almak için ne tür tezgâhlar yapıldığını çok iyi
anlayın. Artık, bu oyunu yutmazlar. Ne biz yutarız ne de milletim bu hileyi
yutar.
Şimdi, Diyarbakır’da bir
toplantı yapılıyor, bir bildiri taslağı tartışılıyor. Dikkate dahi alınmayacak,
ciddiye dahi alınmayacak bu bildiri taslağı, günlerdir, çarşaf çarşaf sayfalara, boy boy
ekranlara taşınıyor. Bu bildiri taslağı, son derece yapay bir şekilde, son
derece kasıtlı bir şekilde gündeme taşınıyor ve geliyor, gündemin tam ortasına
yerleşiyor. Her akşam saatlerce bu konuşuluyor, köşe yazarları her gün bunu
yorumluyor. Sağ olsunlar, işleri güçleri yok onların da.
HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) -
Niye tartışmadan korkuyorsunuz Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Sanırsınız ki Mecliste bir Anayasa değişikliği oldu, yarın Türkiye
farklı bir idari yapıya kavuşacak, farklı bir yönetim şekline kavuşacak.
Açık söylüyorum: Değerli
arkadaşlarım, tehlikeli bir oyun bu. Burada ortaya konan veya örtülü olarak
ifade edilen hususları, çok yanlış, son derece kabul edilemez buluyorum.
Özerklik tartışması demokratikleşmeyi, Türkiye'nin ileri demokratik
standartlara kavuşmasını hazmedemeyenlerin çirkin bir tezgâhıdır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Dinleyeceksiniz, tartışılacak. Demokrasi tartışmak demektir, demokrasi konuşmak
demektir, demokrasi Meclise gelip konuşabilmek demektir. Sustura sustura susan bir Türkiye yarattınız, suskun bir Türkiye
yarattınız. Susmayacak Türkiye, susmayacak; konuşacak! (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Bu millet, bu tür tezgâhlara evet der mi? (AK PARTİ sıralarından
“Demez.” sesleri) Bu tür taslakları alır bağrına basar mı? (AK PARTİ
sıralarından “Basmaz.” sesleri)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Cesaretiniz varsa projenizi getirin, konuşalım.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Bu projelere onay verir mi? (AK PARTİ sıralarından “Vermez.”
sesleri) Millete rağmen, milletin kurumlarına rağmen, anayasal düzene rağmen,
kim, hangi projeyi hayata geçirebilir?
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sizin
projeniz ne? Projenizi çıkarın koyun!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Demokratik sistemlerde siyasi partiler aykırı projeler, teklifler
getirme hakkına sahip olabilir ama bu hakkın kötüye kullanılması demokratik
siyaseti zayıflatır, ülkenin gündemini gerer.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Projenizi koyun, sekiz senedir Hükûmetsiniz!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Sonuçta millet destek vermez, bu partiler de marjinal
kalmaya mahkûm olurlar ama zarar gören siyaset kurumu olur, ülke olur. (BDP
sıralarından gürültüler)
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Niye
endişeleniyorsunuz? Kaldırın barajları da boy ölçüşelim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Bak, partimizi kurduk, on altı ay sonra -yüzde 10 barajıyla geldik-
yüzde 34 aldık, aynısını sen de yap. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, BDP
sıralarından gürültüler)
HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) –
Peki, yetimin hakkı…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Demokrat değil misiniz, kaldırın barajları!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Ama gelip de bir etnik unsurun partisi olma, oradan çık!
Terör örgütünün gündeme
taşıdığı konuları siyasete taşımak, bunları medya sayfalarında abartmak hangi
amaca hizmet eder?
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sizin
barajınız vız gelir bize! Biz gelmeyi öğrendik zaten!
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen… Müdahale etmeye devam ederseniz İç Tüzük’ü uygulamak zorunda kalırım,
lütfen…
Sayın Başbakan, buyurun,
devam edin siz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Soruyorum arkadaşlar: Bu, terör örgütünün propagandasını yapmak
değil midir? Bu, terörün ekmeğine yağ sürmek değil midir?
BENGİ YILDIZ (Batman) – Kürt
sorununu terör sorunu olarak tanımlıyorsunuz!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Hiçbir ciddiyeti ve derinliği
olmayan bu projeleri benim Kürt kökenli kardeşlerimin talebiymiş gibi takdim
etmek çok büyük bir haksızlıktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Batman) –
Kürtlere sor o zaman.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Bu bildirileri yayınlayanlar, bunun siyasetini yapanlar benim Kürt
kökenli vatandaşımın ne kadarını temsil ediyorlar?
BENGİ YILDIZ (Batman) – Git
sor!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Bunlar Doğu ve Güneydoğu’nun ne kadarını temsil ediyorlar?
BENGİ YILDIZ (Batman) –
Diyarbakır’a, Batman’a sor!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Ben her fırsatta, defalarca söyledim, bugün de söylüyorum: Ne terör
örgütü ne de onun uzantıları, hiçbir zaman benim Kürt kökenli kardeşlerimin
temsilcisi, sözcüsü olmamıştır... (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Batman) – Git
sor, Kürtlere sor!
HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) –
Temsil anlayışınız, parti kapatmak, yüzde 10’luk baraj!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – …bundan sonra da asla olmayacaktır.
BENGİ YILDIZ (Batman) –
Gidin, sorun! Gidin, sorun!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Demokratik hak ve özgürlüklerden bahsedenler, benim bölgedeki
vatandaşımın haklarını kullanmasını engelliyor; tehditle, baskıyla engelliyor,
sandığa göndermiyor.
BENGİ YILDIZ (Batman) – Kim
yapıyor bunu Sayın Başbakan, kim yapıyor?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 12 Eylül referandumunda, bütün tehditlere,
baskılara rağmen, sindirmelere rağmen, Doğu Anadolu Bölgesi’nde katılım oranı
yüzde 66, “Evet” oy oranı yüzde 81. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nde bütün baskılara, bütün tehditlere, engellemelere rağmen
katılım oranı yüzde 57, “Evet” oy oranı yüzde 84. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Hakkâri, Diyarbakır, Batman, Van?
BENGİ YILDIZ (Batman) –
“Baskı var.” diyorsunuz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Bak, o baskıları kıranların verdiği oy bu.
Benim Kürt kökenli
vatandaşlarımı terörle, terör örgütüyle özdeşleştirmeye hiç kimsenin hakkı yoktur
ve olamaz. Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünü zaafa uğratmaya, milletimizin
kardeşliğini zedelemeye çalışmak kimsenin haddi değildir, olamaz. Herkes
sağduyuyla, ferasetle, iyi niyetle hareket etmelidir. Özellikle siyasetçiler
daha büyük bir sorumluluğun sahibidirler. Gererek, kırarak, dökerek, kaşıyarak,
tahrik ederek hiçbir şey yapılamaz, hiçbir hedefe ulaşılamaz. Siyasi partiler,
medya, sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri, herkes ama herkes bu süreçte
sağduyuyla hareket etmeli, ideolojiler üstü, çıkarlar üstü bir tutum
sergilemelidir.
Biri çıkıp provokasyon
yapacak, bir başkası çıkıp bundan rant toplayacak. Biri dağdan cenazeler gelsin
diye elini ovuşturacak, bir diğeri çıkıp şehit cenazelerini istismar için
fırsat kollayacak. Bu, gaddarlık değil mi? Bu, istismar değil mi? Bu, vicdana
sığar mı? Bırakın vatan sevgisini,
millet sevgisini, kendisine saygısı olan, şu kadarcık
vicdanı olan biri buna göz yumabilir mi?
AKIN BİRDAL (Diyarbakır) –
Eylemsizlik kararı…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Türkiye kaybetmiş, milletimiz kaybetmiş, kardeşlik zedelenmiş,
huzur, istikrar yara almış, bunların hiç ama hiç derdi değil.
Değerli arkadaşlarım, biz bu
oyunu bozacağız. Biz, bu kirli senaryoyu bertaraf edeceğiz. Bu kirli ittifakın,
bu çirkin iş birliğinin gerçek yüzünü gösterecek, bütün o maskeleri tek tek indireceğiz.
BENGİ YILDIZ (Batman) –
Cenazelerden kim medet umuyorsa alçaktır!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Anayasa ve yasalar çerçevesinde başkasının
özgürlük alanına müdahale etmeden isteyen istediğini söyler ve konuşur. Her
mesele, hukuk çerçevesinde, demokrasi kuralları altında bu Parlamentoda çözüme
bağlanır. Hiç kimsenin kendisini, yasaların, Anayasa’nın, Parlamentonun
üzerinde görme hakkı yok, yetkilerini aşarak demokratik sürece müdahale etme
hakkı yok.
Değerli kardeşlerim, biz, ne
tahriklere geleceğiz ne de bu kirli tezgâhlara göz yumacağız. Bir kaşık suda
fırtına koparmanın, durumdan vazife çıkarmanın, Hükûmeti
topa tutmanın hiçbir siyasetçiye de faydası yoktur, olmayacaktır.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Tehdit mi ediyorsunuz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
değerli milletvekilleri; bütçe görüşmeleri bir yıllık muhasebenin yapıldığı…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Açık açık tehdit ediyor.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – O size ait bir şey. Siz o
işi iyi bilirsiniz. Siz o işi iyi bilirsiniz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Biz
emir eri değiliz, siyasetçileriz!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Bizim dünyamızda böyle bir
şey yok.
Bütçe görüşmeleri bir yıllık
muhasebenin yapıldığı…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bütün
konuşmalar bizim projelerimiz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – …gelecek vizyonunun ele alındığı, ekonomi
ile birlikte diğer bütün hususların enine boyuna tartışıldığı bir zemindir.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Tehdit ediyor açık açık.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Elbette demokratikleşme, dış politika, iç politika ve ekonomi
birbiriyle doğrudan ilişkili, doğrudan bağlantılı konulardır. Ekonomideki bir aksama,
doğrudan doğruya dış politikayı da etkiler. Demokratikleşmedeki bir sorun,
doğrudan doğruya elbette ekonomide aynı şekilde olumsuz tesirler meydana
getirir.
Değerli arkadaşlarım, sekiz
yıl boyunca bütçe disiplinini koruduk. Asla, bizler, mali disiplinden taviz
vermedik, para politikalarından taviz vermedik, enflasyonla kararlı şekilde
mücadele ettik ve tek haneli oranlara kadar düşürdük. Faizler, biliyorsunuz,
devletin borçlanma faizi yüzde 63 iken, yüzde 7’ye kadar düştü. Ekonomide
büyümeyi enflasyonun çok çok üzerinde, ücretlere
yansıttık. Eğitime, sosyal politikalara ayırdığımız bütçeyi her yıl katlayarak
artırdık.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
ana muhalefet Genel Başkanı nereye gitse, kiminle görüşse, kime hitap etse
nabza göre şerbet veriyor, Kafdağı’nın arkasındakileri de vadediyor.
Bakınız, CHP Genel Başkanının
sadece kurultayda dile getirdiği bazı vaatleri en mütevazı hesapla -az önce
Grup Başkan Vekili arkadaşım zaten rakamları açıkladı, tekrar ben bunların
üzerinde duracak değilim ama- 10 katrilyonlarca lirayı buluyor.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
100 katrilyon…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) - Bakın, ben, daha bunların üzerinde durmayacağım. Bu, şunu benim
aklıma getirdi: Değerli arkadaşlarım, umut simsarlığı kârlıdır.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) –
En iyi siz yapıyorsunuz!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Ama hayal kırıklığının faturası da o derece ağırdır. Umut
tefeciliği yapanlar, sadece kendileri kaybetmezler, millete de kaybettirirler.
Milletimiz bugüne kadar ne çektiyse hesabını kitabını bilmeyen, ne konuştuğunu
bilmeyen, umut simsarlığı yapanlardan çekti.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Korkma, korkma…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
- (Devamla) Böyle bol keseden dağıtanlar, kaşıkla verenler, çok kısa süre
zarfında kepçeyle bütün kazanımları geri alırlar. Tıpkı 1990’lı yıllarda olduğu
gibi, tıpkı 2001 krizinde olduğu gibi, enflasyon anında fırlar, yeniden yüzde
60’lar, 70’ler seviyesine çıkar; faizler anında yükselir, yüzde 7.500’lere
çıkar; Türkiye yeniden borç-faiz sarmalına girer; yatırım, üretim, ihracat
geriler; vergiler faiz giderlerini dahi karşılayamaz hâle gelir. Türkiye bunu
geçmişte maalesef çok yaşadı. Türkiye bunu CHP’nin koalisyon ortağı olduğu
dönemlerde defalarca ve en ağır şekilde ödedi.
Şimdi, CHP çok uzun süredir
iktidara gelemediği, iktidar ortağı dahi olamadığı için, CHP’li hükûmetlerin ne anlama geldiğini benim vatandaşlarım,
tabii, unutmuş vaziyette. Hele hele, özellikle kırk
yaş altı vatandaşlarım CHP’li hükûmetler dönemini
bilmiyor. Bilmiyor olmaları da gayet tabiidir. Türkiye'nin hazinesi ne zaman
belini doğrulttuysa, hemen ardından CHP’nin koalisyon ortağı olduğu
iktidarlarca boşaltılmıştır.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yahu
insaf! Tersi, tersi, tam tersi.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Merhum Adnan Menderes’in büyüttüğü ekonomi, ardından gelen CHP
tarafından küçültülmüş, kasalar boşaltılmıştır.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Menderes’i çok iyi okuyorsun…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Merhum Özal tarafından ekonomide denge tesis edilmiş…
MUHARREM İNCE (Yalova) – …ama
oğluna vasiyetini söylemiyorsun.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Senin seviyene inmem ben, dur.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Çıkamazsın ki!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – …ardından CHP’nin koalisyon olduğu dönemlerde o dengelerin tamamı
bozulmuştur. CHP’nin hükûmet ortağı olduğu her dönem,
yüksek enflasyonla, yüksek faizle, ekonomik krizle vatandaşın en büyük
bedelleri ödediği dönemdir.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hangi
seneler?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – CHP’nin hükûmet ortağı olduğu her dönem,
kuyrukların, karnelerin, kısıtlamaların, zamların rekora koştuğu dönemdir.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) –
Sekiz yıldan beri siz ne yapıyorsunuz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Geleceğim, sabırlı ol.
Hesapsız kitapsız, popülizmle, bol keseden vadederek
iktidar ortağı olan CHP, her seferinde ülkeyi uçurumun kenarına getirmiş,
telafisi zor faturaları bu millete ödetmiştir.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) –
Yoksulluktan bahset, yoksulluktan.
MUHARREM İNCE (Yalova) – CHP
olmasaydı onları bile konuşamayacaktın.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Bakın, şimdi size ben Anadolu Ajansının başlıklarıyla CHP
dönemlerinden burada sadece birkaç haberi tekrar yayınlıyorum, Anadolu
Ajansının. 24 Şubat 1974: “İstanbul’un da bulunduğu bazı illerde elektrik
kısıtlaması başladı.”
26 Şubat 1974: “Şekere yüzde
25…”
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Ortağı kimdi CHP’nin, ortağı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – “…akaryakıta yüzde 65-79, çimentoya yüzde
52, Sümerbank ürünlerine yüzde 20-70…”
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Ortak kimdi?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – “…gazete kâğıdına yüzde 36,5 zam yapıldı.”
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Ortak kimdi?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – “Türkiye’de yerli motorlu taşıt almak izne bağlandı.”
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Hocan ortağıydı, Hocan.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Hocan ortaktı, sen de ortaktın o Hükûmete.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – “İstekliler bir dilekçe ve istenen belgelerle birlikte
kaymakamlıklara başvuracak.”
MUHARREM İNCE (Yalova) – O
zaman Gençlik Kolu Başkanıydın, Erbakan Hoca da bakandı.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sen
de ortaktın o Hükûmete.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – CHP’nin koalisyon ortağı olduğu bir başka hükûmet, 42’nci Hükûmet, işte
size o günlerden birkaç haber veriyorum.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Beraber Kıbrıs’ı almadık mı o zaman? Öyle demiyor muydun?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – 5 Ocak 1978: “Hükûmet kuruldu.”
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Gençlik Kolu Başkanı değil miydin Beyoğlu’nda?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Değildim.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Hoca’nın talebesi değil miydin? Hoca Hükûmet ortağı
değil miydi?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - 6 Ocak 1978: “Akaryakıt sıkıntısı tüm Türkiye’de doruk
noktasına ulaştı.”
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Hoca’yı niye inkâr ediyorsunuz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – “Rafinerilerde iki günlük stok kaldı. Yakıt olmadığı için hastane,
otel ve iş yerleri kaloriferlerini kapatmak zorunda kaldı.”
MUHARREM İNCE (Yalova) – Hoca
üzülecek buna!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – 1 Mart 1978: “Türk parasının değeri yüzde 31’le yüzde 38 oranında
düşürüldü.”
3 Mart 78: “PETKİM ürünlerine
yüzde 60 zam yapıldı.”
11 Haziran 78: “ATAŞ
Rafinerisinde üretim tamamen durdu. Nedeni, işleyecek ham petrol kalmadığı
için.”
20 Eylül 1978: “Türk parası
tekrar devalüe edildi.”
7 Aralık 1978: “Türkiye’nin
çeşitli yerlerinde mazot sıkıntısı başladı. Fuel oil darlığı da kaloriferlerin yakılmasını önlüyor.”
MUHARREM İNCE (Yalova) – Otuz
beş sene öncesinden medet umuyorsun!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – “Bu yüzden birçok iş yerlerinde paltoyla çalışılıyor.” (CHP
sıralarından gürültüler)
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) –
Bugüne gel, bugüne! Ayıp!
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Bugüne gel, bugüne!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) - 26 Aralık 1978: “Bakanlar Kurulu sabaha kadar çalıştı, saat üç
buçuk ve bu toplantı sonunda 13 ilde olağanüstü hâl kararı alındı.”
MUHARREM İNCE (Yalova) – Otuz
beş sene olmuş.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) –
Yoksulluktan bahset, yoksulluktan!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) - CHP ülkeyi olağan şekilde yönetemediği için olağanüstü yollara
başvuruyor ve sıkıyönetim ilan ediyor.
16 Şubat 1979: “Stokta mazot
kalmadı.” (CHP sıralarından gürültüler)
MUHARREM İNCE (Yalova) – O
zamanlar “Faiz haram.” diyordun.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – “Rusya’yla yapılan görüşmelerde petrol ithali konusunda anlaşmaya
varılamadı.”
MUHARREM İNCE (Yalova) –
“Milli görüş” diyordun, “adil düzen” diyordun, “faiz haram” diyordun. Unuttun
mu o günleri?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – “Irak, borcumuzu ödemediğimiz gerekçesiyle mazot vermiyor. Döviz
yokluğundan spot alım da yapamıyoruz. PETKİM dünden itibaren ürünlerine yüzde
65 oranında zam yaptı.”
MUHARREM İNCE (Yalova) – “100
bin tank” diyordunuz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) - 12 Nisan 1979: “İstanbul’da tüp gaz sıkıntısı giderek büyüyor,
kuyruklar uzuyor. Bağlantısı yapılan tüp gazın döviz yokluğu nedeniyle yurda
getirilemediği, sıkıntının bundan kaynaklandığı bildirildi. Petrol yokluğu
nedeniyle İzmir Rafinerisinin ham petrol üretim ünitesinin faaliyeti
durduruldu.”
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir)
- AKBİL’in
hesabını ver, AKBİL’in.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Şimdi, bir başkasına geliyorum, 29 Nisan 1979: “İstanbul’da 1 Mayıs
nedeniyle sokağa çıkma yasağı ilan edildi.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) –
Sayın Başbakan, bugüne gel, bugüne.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Sizin geçmişiniz sokağa çıkma yasağı ilan ediyor, biz de 1 Mayısı
bayram ilan ediyoruz, farkımız bu. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar; CHP sıralarından gürültüler)
MUHARREM İNCE (Yalova) –
İleri demokrasi anıtı! İstanbul’da öğrenciler gidemedi, yolda önünü kestiniz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – 6 Kasım...
MUHARREM İNCE (Yalova) –
İleri demokrasi anıtı!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – O karikatürler bende de çok.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Bak,
ileri demokrasi anıtı Sayın Başbakan!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – 6 Kasım 1979: “İstanbul’da elektrik kesintisi üç saatten dört buçuk
saate çıkarıldı.”
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) –
Millî görüşten bahset, millî görüşten.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Türkiye, işte, CHP dönemlerinde 70 sente muhtaç hâle getirildi.
Bütün CHP hükûmetlerinin klasiği budur ha, klasiği
budur.
MUHARREM İNCE (Yalova) – O
zaman çocuk değil miydiniz siz, nereden biliyorsunuz Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – CHP’nin iktidar olduğu bir başka dönem 94: “Dolar 19 bin liradan 38
bin liraya çıktı. Uluslararası rezervlerimiz, 3 milyar dolara düştü.” Şimdi ne
kadar biliyor musun? 80 milyar dolar, altın hariç. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Olacak, yani otuz beş sene geçti, olacak.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Az önce bir ifade kullanıldı burada, çok sevindim, çok sevindim.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Fransa ne kadar büyüdü otuz senede?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Dendi ki: “21’inci yüzyıl Türkiye'nin yüzyılı olacak.” Evet, biz
onun temellerini atıyoruz işte, biz onun temellerini atıyoruz. (AK PARTİ
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Otuz
sene öncenin Türkiye’siyle şimdiki Türkiye kıyaslanmaz.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Çok enteresan. Aynı
dönemde yüzde 400 faizli borçlanma kâğıtları piyasaya sürüldü. Vade ne kadar
biliyor musunuz? Doksan gün. Kredibilitesi kalmadı, bu hâldeler. Doksan gün.
Nereden nereye? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Enflasyon üç haneli oranlarla
tanıştı.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Bugün on yıl vadeli borçlandırıyoruz, on yıl vadeli.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bunların hepsi CHP klasiği. Bugün bol keseden
savrulan vaatlerin Türkiye’yi nereye taşıyacağını görmek için falcı olmaya
gerek yok. Ben bunları anlatıyorum. Tabii, hep soruyorlar “Kaynak nedir?” diye.
(AK PARTİ sıralarından “Kaynak Kemal” sesleri) Şimdi ortaya yeni bir şey çıktı
“Kaynak Kemal” diye. (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)
Değerli arkadaşlarım, acaba
Sayın Genel Başkanın adı o zaman farklı mıydı veyahut da Sayın Genel Başkanın
adı o zaman Hıdır mıydı? Benim adım Hıdır, elimden
gelen budur. Böyle mi diyeceğiz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
– Siz öyle deyin.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Bunları artık ciddi olarak ele alalım.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Seviyeyi koruyalım yalnız, seviyeyi koruyalım.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Yani bir siyasi lidere, siyasi parti genel başkanına her şeyden
önce ciddiyet yakışır, laubalilik değil. (AK PARTİ sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Başbakanın seviyesinde kalsın! Önce, Başbakan seviyesinin altına inmeyelim!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – “Genel af” diyeceksin, çark edeceksin; “baş
örtüsü” diyeceksin, U dönüşü yapacaksın; “havuzlu villa” diyeceksin,
kendi havuzlu villası ortaya çıkacak…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yok
canım.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – “Çarşaf liste” diyeceksin, blok liste... “Ben genel başkan adayı
değilim.” diyeceksin, ertesi gün genel başkan adayı olacaksın.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak)
– Sana ne kardeşim!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Yani bunlar çok enteresan şeyler, doğru. Sizin adınız Kemal mi,
Hıdır mı bilemem.
Değerli arkadaşlarım, biz bu
yola çıkarken “Kaynak Türkiye’dir.” dedik, “Kaynak Tayyip Erdoğan’dır.”
demedik. Biz kerameti kendinden menkul olanlardan değiliz. Türkiye’ye
inananlardan, Türkiye'nin gücüne, potansiyeline güvenenlerden olduk.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Kaynağın toplandığı yer.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Bizim farkımız bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye güvenle, öz güvenle, istikrarla sağlam bir zeminde
yoluna devam ediyor. Türkiye için çok daha büyük hayallerimiz var: 2023
yılında, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100’üncü yıl dönümünde bugünkünden çok
farklı, çok daha kalkınmış, çok daha farklı bir Türkiye. İnşallah ona hep
birlikte ulaşacağız.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sen
yokken.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – 2023 yılında uluslararası alanda daha etkili, daha güçlü bir
Türkiye’yi, Avrupa Birliği üyesi olmuş, komşu ve çevre ülkelerle maksimum
düzeyde ilişkilerini geliştirmiş, G-20 başta olmak
üzere üyesi olduğu uluslararası oluşumlarda ve dünyada etkinliğini artırmış,
2023 yılında dünyanın en büyük on ekonomisi arasına girmiş bir Türkiye. Makro
ekonomi alanında daha istikrarlı ve daha müreffeh bir Türkiye'yi, yeniden büyük
Türkiye'yi inşa ediyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'nin dışa açık bir ekonomi olma özelliğini koruyacak, daha fazla
uluslararası yatırım çekecek, gelen sermayenin daha uzun süre kalmasını
sağlayacağız.
Mali disiplinle, ihtiyatlı
para politikalarıyla, yapısal reformlarla, serbest kur rejimi ve makro ihtiyati
tedbirlerle küresel krizin bütün etkilerini geride bırakacak, Türkiye'yi
istikrarlı bir büyüme sürecine kavuşturacağız.
Ve 2023. 82 milyonu aşan bir
nüfusla, kişi başına gelir 2023 yılında inşallah 25 bin dolara yaklaşacak. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
İhracat 500 milyar dolara,
dış ticaret hacmi ise 1 trilyon dolara ulaşmış olacak.
Bakın, ben size dört yıllık
program açıklamıyorum, cumhuriyetimizin yüzüncü yılının programını, hedeflerini
açıklıyorum, 2023’ü. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İstihdam oranını 10 puan
artırarak çalışan nüfusumuzun 30 milyona çıkmasını sağlayacağız.
Türkiye genelinde işsizlik
oranını inşallah yüzde 5’lere kadar çekeceğiz.
Tarım dışı kayıt dışılığı
yüzde 15’e kadar düşüreceğiz ve her yıl 400 bin kişiyi iş gücü yetiştirme
kurslarında eğitecek, bunların işe yerleştirme oranını uluslararası oranlara,
yüzde 40’a çıkaracağız.
Hayat boyu öğrenme oranlarını
yüzde 2’den yüzde 8’e çıkaracağız.
Sağlık sigortası sistemi
dışında hiçbir vatandaşımız kalmayacak.
Engellilerin, kadınların ve
gençlerin daha çok çalışma hayatına katıldığı bir Türkiye inşa edeceğiz.
İlköğretimde yakalamış
olduğumuz yüzde 100’e yakın okullaşma oranına, 2023 yılında okul öncesi eğitim
ve ortaöğretim kademesinde de ulaşılmış olacak. Derslik başına öğrenci sayısı
ilköğretim ve ortaöğretimde 30 öğrenciye…
Kaliteli sağlık hizmetine
herkesin eriştiği bir Türkiye olacak. Son yıllarda hızla düşen bebek ölüm
oranlarını ve anne ölüm oranlarını 2023 yılında düşük, tek haneli rakamlara
indiriyoruz. 10 bin vatandaşa düşen hekim sayısı en az 21 seviyesine ulaşacak.
11 bin kilometrelik demir
yolu ağı 2 katına çıkacak. Edirne’den Kars’a, İzmir’den Diyarbakır’a,
Trabzon’dan Adana’ya, Bursa’dan Antalya’ya yüksek hızlı tren hatları inşa
edeceğiz. Bu hatlarda yerli iş gücünün, yerli mühendislerin yaptığı trenlerin…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Başbakan,
süreniz doldu, size ek süre vereceğim.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Herhâlde
bir dakika vereceksiniz, herkese verdiğiniz gibi.
BAŞKAN - Gruplarımız ortalama
2 kişiyle hitap ettiler, birer dakika verdim. Dolayısıyla, size de iki dakika
ek süre veriyorum.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Bize biraz fazla olması gerekmez mi? Cevap veriyorum, hepsine cevap
veriyorum.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Yok
öyle bir şey!
BAŞKAN – Adil olmak
durumundayız Sayın Başbakan.
İki dakikada tamamlayın
lütfen.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Asrın projesi Marmaray’ı, İstanbul-İzmir otoyolunu,
Körfez geçişini tamamlamış olacağız.
Sekiz yılda 13.555 kilometre
bölünmüş yol inşa ettik. 2023’e kadar 15 bin kilometre daha bölünmüş yolu buna
ilave edeceğiz.
Dünyanın en büyük 10
limanından 1’i Türkiye’de olacak. Bunun da çalışmalarını yapıyoruz.
Kendi uçağımızı, kendi
uydumuzu yerli tasarımla, yerli teknolojiyle kendimiz üretiyoruz ve üretmeye
devam edeceğiz.
Kendi savaş gemimizi, kendi
tanklarımızı, kendi insansız hava uçaklarımızı üretmeye başladık, çok daha
büyük projelerin altına imza atacağız.
Kendi savunma uydumuzu Türk
mühendislerince tasarlıyor, imal ediyor, Göktürk uydumuzu uzaya gönderiyoruz.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, en az
üç nükleer enerji santralini bu arada tamamlamış olacağız. 2009 yılındaki 2.565
kilovatsaat olan kişi başına elektrik tüketimi 2023
yılında 4 bin kilovatsaat seviyesini aşacak.
GAP, DAP ve KOP gibi bölgesel
projeleri tamamlamış, dünyanın tahıl ambarına, tarım merkezine dönüşmüş bir
Türkiye inşa edeceğiz.
Demokratikleşme adımlarını
kararlılıkla sürdürecek, Türkiye’yi bölgenin en ileri demokratik standartlarına
sahip ülke hâline getireceğiz.
Özgürlükleri daha da ileri
standartlara kavuşturacağız. Yeni bir anayasayla, katılımcı, özgürlükçü bir
anayasayla, büyük Türkiye vizyonuna denk düşen güçlü
bir anayasayla geleceği kucaklıyoruz, kucaklayacağız. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Kardeşlikle, birlik ve
beraberlikle, istikrar ve güvenle, barış ve huzurla bütün hayallerimizi, tüm
hedeflerimizi gerçeğe dönüştüreceğiz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Başbakan,
selamlayabilmeniz için Genel Kurulu mikrofonu bir kez daha açıyorum. Lütfen,
Genel Kurulu selamlayın efendim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Dikkatinizi çekiyorum, dört yıl sonrasını değil, kısa vadeli değil,
uzun vadeli bir Türkiye vizyonu çizdim.
Evet, kaynak Türkiye’dir.
Türkiye, bütün hayallerini gerçeğe dönüştürecek güce, potansiyele, dinamizme
sahiptir.
2011 bütçesinin hayırlı
olmasını diliyorum. Emeği geçenlere, siyasi parti gruplarına, komisyonlara
özellikle teşekkür ediyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Başbakan,
teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
bütçenin tümü üzerinde son konuşma, aleyhte olmak üzere Denizli Milletvekili
Sayın Hasan Erçelebi’ye aittir.
Sayın Erçelebi,
buyurun efendim.
Sizin de süreniz on
dakikadır.
HASAN ERÇELEBİ (Denizli) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi Demokratik Sol Parti ve
şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 2011
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı görüşmelerinin sonuna geldik. Sayın
Başbakan ve Hükûmet sözcüleri, her bütçe
konuşmalarında, sekiz yıldır hep aynı ezberi okuyorlar. Ezberlerinin hepsinde
2002 yılına ait konuşmalar yer alıyor. “Hay sizin başınıza 2002 kadar kuş
konsun.” diyecekken Sayın Başbakan imdadımıza yetişti, Konya’da dedi ki:
“Müflis tüccar eski defterleri açar.” Teşekkür ediyoruz. Sayın Başbakan Sayın
Başbakanı yanıtlamış oldu. Bugün defterler biraz daha geriye gitti, geriye
açıldı. Herhâlde bundan sonra Sayın Başbakan, kendisinden sonra geleceklere o
meşhur üç mektubu yazacak.
Bugün yine güzel bir şey
söyledi Sayın Başbakan, dedi ki: “Bir konuyu değerlendirirken mizan, izan ve
insaf olacak.” Aynen katılıyoruz. İşte, 2002’yi de değerlendirirken mizan, izan
ve insaf gerekir diye düşünüyorum. 2002 yılında Hükûmet
AKP’ye devredildiğinde Türkiye’deki ekonomik durum neydi? Değerli
milletvekilleri, 1999 yılında, hepinizin bildiği gibi, ülkemizde arka arkaya
iki deprem yaşadık, 20 bin yurttaşımızı kaybettik. Allah, ülkemize ve
milletimize bir daha böyle bir felaket göstermesin. Bu depremler büyük sanayi
kuruluşlarımızın bulunduğu Marmara Bölgesi’nde oldu. DSP’nin başında bulunduğu
o günkü hükûmet, bir taraftan yıkılan evleri, fabrikaları
yeniden yaparken öte yandan üç yıl gelir vergisi ve kurumlar vergisi alamadı. O
gün konan iletişim vergisini hâlâ alıyorsunuz. O dönemde, “bankalar batmasın”
diye gerekli yapısal ve yasal değişiklikler yapıldı, Merkez Bankası özerkleşti,
BDDK, SPK gibi özerk kurumlar oluşturuldu ama çalışanların maaşları her ay
artırıldı, alım gücü sürekli desteklendi. O gün güçlendirilen bankaları siz
devri iktidarınızda yabancılara sata sata
bitiremediniz.
Ekonomist Yazar Sayın Güngör
Uras, 17 Kasım 2002 tarihinde yazdığı makalesinde başlık “AKP Enkaz
Devralmayacak” şeklindeydi ve şöyle diyordu: “Yeni kurulacak AKP Hükûmeti şanslı. Çünkü ekonominin temel göstergelerinin
hemen hemen tamamı iyiye gidiyor. Enflasyon aşağıya
iniyor. Faizler düşüyor. Borç ödemelerinde bir sorun yok. İhracata bağlı olarak
sanayi üretim artışı artıyor. Bütün bu gerçekleşmeler yeni kurulan bir Hükûmet için çok önemli ve olumlu göstergeler.” Siz, bu
aldığınız olumlu ekonomik yapıyı “mirasyedi” gibi Hükûmetinizin
ilk dört yılında yediniz, bitirdiniz.
2002 yılında çiftçilerimiz
4,5 kilogram buğdaya 1 litre mazot alıyordu, şimdi 6,5 kilogram buğdaya 1 litre
mazot alabiliyor. Her zaman övündüğünüz, “dünyanın 16’ncı büyük ekonomisi”
dediğiniz G-20’lere Türkiye 1999 yılında davet edildi. O zaman da Türkiye
G-20’lerde 16’ncı sıradaydı ilk girdiğimizde, şimdi siz ancak 16’ncı sıraya
gelebildiniz.
Peki, G-20
dışında durumumuza baktığımızda acaba devri iktidarınızın durumu nedir? Basın
özgürlüğünde 178 ülke içinde 138’inci sıradasınız. Size uygundur. İnsani
gelişimde 169 ülke içinde 83’üncü sıra, demokratik gelişimde ise 167 ülke
içinde 89’uncu sıradayız ve hibrit rejim olarak
değerlendiriliyoruz. Yani yarı otoriter, yarı demokratik.
Değerli milletvekilleri, AKP hükûmetleri döneminde, asgari ücretli kiraya, ete, beyaz
peynire ve domatese yenilmiştir. 2003 yılının Ocak ayında ortalama kira bedeli
asgari ücretin yüzde 74’ünü kapsarken bugün bu oran yüzde 81’dir. Yine 2003
yılında asgari ücretli gıda bütçesinin tümüyle 20 kilo beyaz peynir alırken
bugün ancak 15 kilo alabilmektedir. 2003 yılında bütün gıda bütçesiyle 198 kilo
patates alabilen asgari ücretli, bugün 20 kilo daha az patates alabilmektedir.
Asgari ücretliyle Hükûmetinizin durumu bu.
Peki, sekiz yıllık
iktidarınız döneminde Türkiye’yi ne yaptınız? Üretimden düşürdünüz. İthalata
dayalı hormonlu büyüme nedeniyle işsizliği artırdınız. Gençleri umutsuzluğa
sevk ettiniz.
Başta enerji girdileri olmak
üzere tüm üretenleri, sanayicileri, çiftçileri üretimden bezdirdiniz. Nükleer
enerji için 13,5 sentten on beş yıl alım garantisi verdiniz. Bu, açıkça,
yurttaşların zararına olarak yabancılara verilen bir kapitülasyondur.
Devri iktidarınızda, dünyanın
en zalim vergisi olan ve vatandaşın arkasına dolanarak aldığınız dolaylı
vergilerin oranı yüzde 70’tir.
Dünyanın en pahalı
akaryakıtını şu anda Türk halkı kullanmaktadır. AKP Hükûmeti,
çiftçinin traktörüne, tarlasına, nakliyecinin kamyonuna, yolcu taşıyıcısının
otobüsüne ve minibüsüne, vatandaşın arabasına ceberut ortak olmuştur.
Devri iktidarınızda, ilk defa
iş adamları intihar etti, dershane taksitlerini ödeyemeyen veliler hapse düştü,
çocukları intihar etti.
“Tarım ve hayvancılığa büyük
destek verdik.” diyorsunuz. O hâlde, neden Türkiye geçtiğimiz Kurban
Bayramı’nda kurbansız kaldı? Siz yurt dışından anguslar
getirdiniz. Sayın Başbakan zaman zaman, bazen “Bunlar
4 koyunu güdemezler.” diyor. Sayın Başbakan, ülkede koyun mu bıraktınız ki
güdelim. Ha, angusları da size bırakıyoruz, onları da
siz güdün!
2002 yılında protesto olan
çek sayısı 742 bin, 2009 yılında bunun sayısı 1 milyon 910 bin; 2002 yılında
protestolu senet sayısı 498 bin, 2009 yılında 1 milyon 599 bin. Bütün bunlar
ekonomiyi, esnafı nereye getirdiğinizi gösteriyor.
Kredi kartlarındaki durumu ne
siz sorun ne ben söyleyeyim. Şu anda 1 milyon 276 bin kişi kredi kartlarındaki
borcunu ödeyemiyor. Kredi kartlarının faizlerine baktınız mı? Tefeci faizlerinden çok daha fazla.
Maden ocaklarını işçilerimiz
için mezar ettiniz. Öğrencilere orantısız güç kullanmayı marifet saydınız.
İnsanlarımızı “Ekmek mi, özgürlük mü?” diye çağ dışı bir seçime zorladınız. Siz
çiftçinin, köylünün, işçinin, esnafın, emeklinin, gençlerin, öğrencilerin,
gazilerin, şehitlerin anasını ağlattınız. Referandumda halkımızı aldattınız.
Şimdi size soruyorum: 12 Eylül yönetiminden ne zaman hesap soracaksınız?
AHMET YENİ (Samsun) – Oy
verdin mi, oy?
HASAN ERÇELEBİ (Devamla) –
Türkiye’de çok partili rejime yirmi üç yılda geçtik ancak Türkiye’de demokratik
olmayan seçim barajlarını ve lider sultasını otuz yılda aşamadık.
Türkiye’yi soyup soğana
çeviren sıcak paradan ne zaman vergi alacaksınız? Pırlantadan ne zaman vergi
alacaksınız? 2004 yılından bu yana aldığınız ve alıştığınız hukuk dışı ve kayıt
dışı…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Erçelebi, size de ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen
konuşmanızı.
HASAN ERÇELEBİ (Devamla) -
…salma vergileri 2011 yılında da esnaftan alacak mısınız?
İşçi emeklilerinin beklediği
intibak yasasını ne zaman çıkaracaksınız?
Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; son günlerde yaşadığımız olaylarla ilgili olarak DSP Parti
Meclisi bildirisinin bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum, bunu cuma günü
yayınladık: “Ülkemiz, etnik kimlik ve cemaatlere dayalı bir ayrışmaya doğru
hızla sürüklenmek istenmektedir. Bunun ‘tek devlet’ yapımız ve demokratik laik
Cumhuriyetimiz için taşıdığı tehlikelerden derin kaygı duymaktayız.
Son günlerde gündeme
getirilen ‘demokratik özerklik’, ‘öz savunma gücü’ ve ‘iki dil’ istekleri ile
ayrı bir devletin tanımı yapılmaktadır. Bu tehlikeli girişimi de derin bir
üzüntüyle karşılıyor, iktidarın bu konudaki suskunluğunu ibretle izliyoruz.”
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Geç kaldınız, geç…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Erçelebi, ek süreniz de doldu.
HASAN ERÇELEBİ (Devamla) –
“Bu suskunluk, ulusa ait olan egemenliğin terörle paylaşılması anlamına
gelmektedir.”
BAŞKAN – Sayın Erçelebi, Genel Kurulu selamlayabilmeniz için mikrofonu
tekrar açıyorum, lütfen…
HASAN ERÇELEBİ (Devamla) –
Selam vereceğim.
“Demokratik Sol Parti, ulusal
birliğimize, ülke bütünlüğüne ve Cumhuriyetimizin temel değerlerine aykırı
düşen bütün girişimleri halkımızla birlikte önlemeye kararlıdır.
Demokratik Sol Parti,
Atatürk’ün ulusumuza bıraktığı değerleri cemaatçi ve ırkçı yaklaşımlara
çiğnetmeyecek, ulus devlet anlayışından asla ödün vermeyecektir.”
Bu düşüncelerle 2011 yılı
bütçesinin AKP’nin hazırladığı son bütçe olmasını diliyorum.
AHMET YENİ (Samsun) – Rüya
görüyorsun, rüya!
HASAN ERÇELEBİ (Devamla) -
Halkımıza refah ve mutluluk vermeyen bu bütçeye “ret” oyu vereceğim.
Saygılarımla. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Erçelebi, teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, 2011
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesinhesap Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesinhesap
Kanunu Tasarısı’nın oylamalarını yapacağız.
Tasarılar açık oylamaya
tabidir.
Açık oylamanın şekli hakkında
Genel Kurulun kararını alacağım.
Her iki kanun tasarısının
açık oylamasının elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın açık oylamasına başlıyoruz.
Oylama için üç dakika süre
vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım
istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin oy pusulalarını
oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar varsa hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun
rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine
oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın açık
oylama sonucu:
“Kullanılan oy sayısı : 450
Kabul : 332
Ret : 118 (x)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Bayram Özçelik Yusuf
Coşkun
Burdur Bingöl”
Sayın milletvekilleri, 2011
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir.
Şimdi 2009 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın açık oylamasını başlatıyorum.
Yine, oylama için üç dakika süre
vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım
istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını,
oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin adı ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın açık
oylama sonucunu açıklıyorum.
“Kullanılan oy sayısı : 441
Kabul : 333
Ret : 108 (xx)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Bayram Özçelik Yusuf
Coşkun
Burdur Bingöl”
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, böylece 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı kabul edilmiştir.
Bütçe ve Kesin Hesap Kanunu
tasarıları böylece kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Milletimiz ve memleketimiz
için hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Sayın Başbakanın bir teşekkür
konuşması talebi olmuştur. Kendilerini mikrofona davet ediyorum.
Buyurun efendim. (AK PARTİ ve
Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)
IV.- TEBRİK, TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, bütçenin kabulü nedeniyle
teşekkür konuşması
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, şu anda ekranları başında
bizleri izleyen sevgili milletim; öncelikle bütçemizin şu ana kadar
getirilmesinde emeği geçen tüm bakan arkadaşlarımı, milletvekillerimizi, teknokrat,
bürokrat bütün arkadaşlarımı kutluyorum, tebrik ediyorum.
Yoğun bir çalışma yapıldı,
komisyonlarda yoğun çalışmalar oldu ve şu ana kadar geldik ve bugün de bütçe,
oylarınızla kabul edildi. Ben de hayırlı olsun diyorum ve sizleri en kalbî
duygularla selamlıyorum.
2011 yılının ülkemiz için
yeni bir sıçramaya vesile olacağına inanıyor, hepinize saygılar sunuyorum.
Yeni yılınız şimdiden kutlu
olsun, hayırlı olsun diyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Başbakan,
teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, sözlü
soru önergeleri ile alınan karar gereğince kanun tasarı ve teklifleri ile
komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 28 Aralık 2010 Salı
günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.