Normal 45115 2 6 2011-02-10T13:38:00Z 2011-02-10T13:38:00Z 79 45999 262198 TBMM 2184 615 307582 12.00 Clean Clean false 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false TR X-NONE X-NONE 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

 

DÖNEM: 23                            CİLT: 87                    YASAMA YILI: 5

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

42’nci Birleşim

26 Aralık 2010 Pazar

 

(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

   

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575)

2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576)

III.  - SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Genel Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

2.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Hükûmete ve Başbakana sataşması nedeniyle konuşması

IV.   - TEBRİK, TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER

1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, bütçenin kabulü nedeniyle teşekkür konuşması 

V. - OYLAMALAR

1.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın oylaması

2.- 2009 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın oylaması


I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 10.00’da açılarak altı oturum yaptı.

 

TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, Libya Arap Halk Sosyalist Büyük Cemahiriyesi Genel Halk Kongresi Başkanı Muhammed Ebulkasım El-Zuvey’in vaki davetine icabetle, beraberinde bir Parlamento heyetiyle Libya’ya resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.

 

2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/960) (S. Sayısı: 575) ve 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) görüşmelerine devam edilerek, maddeleri kabul edildi.

 

Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Hükûmete ve grubuna,

Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Ecevit Hükûmetine,

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, 57’nci Hükûmete,

Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Hükûmete,

Sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında bulunan 537 ve 558 sıra sayılı kanun tasarılarının bu kısmın 4’üncü ve 5’inci sıralarına alınmasına; diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine,

Genel Kurulun 24 Aralık 2010 Cuma günkü (bugün) birleşiminde 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın oylanmamış maddelerinin oylanmasının tamamlanmasından sonra kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine, bu birleşimde 558 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına,

İlişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

3’üncü sırasında bulunan, Kütahya Milletvekili Soner Aksoy’un; Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun (2/340) (S. Sayısı: 395),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

 

4’üncü sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Arap Devletleri Ligi Arasında Türkiye’de Bir Misyon İhdas Edilmesine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/903) (S. Sayısı 537),

5’inci sırasına alınan, Türk-Arap İşbirliği Forumu Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/581) (S. Sayısı: 558),

Görüşmeleri tamamlanarak yapılan açık oylamalardan sonra kabul edildi ve kanunlaştı.

 

Alınan karar gereğince, 26 Aralık 2010 Pazar günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 20.31’de son verildi.

 

Sadık YAKUT

Başkan Vekili

                   Fatih METİN                                                                          Yusuf COŞKUN

                          Bolu                                                                                         Bingöl

                     Kâtip Üye                                                                                  Kâtip Üye

                            

              Bayram ÖZÇELİK                                                                       Yaşar TÜZÜN

                        Burdur                                                                                       Bilecik

                     Kâtip Üye                                                                                 Kâtip Üye
 

 

 

26 Aralık 2010 Pazar

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.05

BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Yusuf COŞKUN (Bingöl)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 42’nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır.

Gündeme geçiyoruz.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, programa göre, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki son görüşmelere başlıyoruz.

II.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN                           

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575)

2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulun 8/12/2010 tarihli 28’inci Birleşiminde alınan karar gereğince bütçe görüşmelerinin sonunda gruplara ve Hükûmete birer saat süreyle söz verilmesi -ki bu süre birden fazla konuşmacı tarafında kullanılabilir- İç Tüzük’ün 86’ncı maddesine göre yapılacak son konuşmalarda lehte ve aleyhte görüş belirtecek konuşmacıların ise onar dakika süreyle konuşmaları karar altına alınmıştı.

Şimdi, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına: Trabzon Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Akif Hamzaçebi, Tekirdağ Milletvekili Sayın Faik Öztrak ve Yalova Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Muharrem İnce.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına: Giresun Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Nurettin Canikli.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına: Batman Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Bengi Yıldız ile Siirt Milletvekili Sayın Osman Özçelik.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına: Mersin Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Şandır ile İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Oktay Vural.

Şahısları adına: Lehinde, Karaman Milletvekili Sayın Lutfi Elvan; aleyhinde, Denizli Milletvekili Sayın Hasan Erçelebi.

Sayın milletvekilleri, şimdi ilk söz, biraz önce de sizlere arz ettiğim gibi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Akif Hamzaçebi’ye aittir.

Gruplar adına konuşmalar, biraz önce ifade ettim, altmış dakika.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bir hususu bilgilerinize sunmak istiyorum. Genel Kurul, 20 Aralık 2010 tarihli 37’nci Birleşimde yapılan usul tartışması sonucu Genel Kurulda alınan karar gereği ek süre verilmeyeceği şeklinde bir karar almış. Tabii, hatiplerin sürelere riayet etmelerini ben de özenle istirham ediyorum ama bu Genel Kurulun bir kararıdır. Biliyorsunuz benim yönettiğim oturumlarda ben milletvekili arkadaşlarımıza ek süre veriyordum ancak Genel Kurulun bu kararı beni de bağlıyor. O nedenle hatiplerin bu karara uygun hareket edeceklerine inanıyorum.

Sayın Hamzaçebi, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz yirmi sekiz dakika.

CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hükûmetin 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 yılına ilişkin Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım. Sözlerime başlarken sizi saygıyla selamlıyorum.

Bütçe, devletin harcamalarıyla bu harcamaların kaynağını oluşturan gelirlerin gösterildiği bir dokümandır, aynı zamanda hükûmet politikalarının bir uygulama aracıdır. Hükümetler, topluma, halka vadettiklerini ve bu vaatler uyarınca yapması gerekenleri, yapmak istediklerini bütçelerle hayata geçirirler. Demokrasilerde devletin yapacağı harcamaların büyüklüğü ve kapsamıyla, bu harcamaların yapılabilmesi için kaynak sağlamak amacıyla halka getirilecek olan vergilere millet adına onun seçilmiş temsilcileri karar verir. Temsilciler, yani Türkiye’de milletvekilleri millet adına hareket ettiğine göre gerçekte harcamalara, vergilere, borçlanmaya milletin kendisi karar veriyor demektir. Buna “bütçe hakkı” diyoruz. Millet bütçe hakkını bütçe kanunları vasıtasıyla kullanır. Bütçelerle harcamaların yapılabilmesi için hükûmete yetki verilir, gelirlerin, vergilerin toplanması için de izin verilir.

Bütçeler, ekonomide bir yılda yaratılan gelirin, katma değerin çok önemli bir bölümünün yeniden dağıtılması aracıdır. 2011 yılı bütçesi için konuşacak olursak, 2011 yılı bütçesi 312,5 milyar Türk liralık bir büyüklüğe sahiptir. Yani ekonomiden 2011 yılında vergi, vergi dışı gelir ve borçlanma yoluyla 312,5 milyar Türk liralık bir gelir toplanacak, toplanan bu gelirler bütçede öngörülen harcamalar yoluyla ekonomiye yeniden iade edilecektir. İşte hem vergilerin ödenmesi hem de bu harcamaların yapılması toplumu, vatandaşı yakından ilgilendirmektedir.

Vatandaş açısından “2011 yılı bütçesi bize ne getirecek?” sorusunun cevabı son derece önemlidir. Emekliler, çalışanlar, işsizler, esnaf, devlet memurları, sanayici, herkes bütçeye odaklanır, “Acaba 2011 yılı bütçesiyle benim sorunlarım çözülecek mi?” beklentisi içine girerler. Doğal olarak bütçeyi değerlendirirken toplumun bu beklentilerinin karşılanıp karşılanmadığına bakmak gerekir.

Adalet ve Kalkınma Partisi bugüne kadar bütün bütçe görüşmelerinde devamlı olarak 2002’yi referans almıştır. Yani “2002 yılında biz nasıl bir tablo devraldık?” diye söze girmiş ve geçen süre içerisinde neler yaptığını ifade etmiştir, bugün de sanıyorum öyle yapacak. Oysa 2002’nin hesabını biz 2007’de gördük. Aslında 2007’den bu yana konuşmak gerekir. Ama Adalet ve Kalkınma Partisi mademki 2002’yi esas alıyor, ben de 2002 yılına ilişkin bazı verileri esas almak suretiyle bugünü değerlendirmeye çalışacağım.

“2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi ekonomi yönetimini devraldığında ekonomide en temel sorun neydi?” diye bir soru soracak olursak, bunun cevabı: “Ekonomi tasarruf yapmıyordu, tasarruf yapamadığı için yatırım yapamıyordu. Kamu maliyesi bozuktu, ekonomi cari açığa mahkûmdu yani yurt dışından gelecek sıcak parayla ancak büyümesini sağlayabiliyordu. Sıcak paranın gelmediği yıllarda ekonomi krize giriyordu.”

Doğal olarak, şimdi AKP’nin dokuzuncu bütçesini konuşurken “Geride kalan sekiz yıllık süre içerisinde ekonomide var olan riskler aşılmış mıdır, tasarruf yetersizliği sorunu çözülmüş müdür, geleceğe umutla bakabilir miyiz bu açıdan?” diye bir değerlendirmek, sormak gerekir.

Ben şimdi size bir tablo göstermek istiyorum, 2002-2010 yılını gösteren bir tablo:

Tasarruflar açısından neredeyiz? Türkiye 2002 yılında özel ve kamu sektörü tasarrufu açısından, toplam tasarrufların gayrisafi yurt içi hasılaya oranı olarak yüzde 18,6’lık bir orana sahiptir. Bugün nedir? 2010 yılında bu yüzde 12’lere düşmüştür yani üçte 1 oranında tasarrufumuz azalmıştır.

Kamu sektörü tasarrufu -aşağıda lacivert çizgiyle görülüyor- 2002 yılında kötüydü, kamu açık veriyordu, 2005 yılından itibaren düzelmeye başladığını görüyoruz. 2006 yılında olumlu bir çizgiye gelmişken daha sonra uygulanan seçim ekonomisi ve diğer politikalar nedeniyle onun da azaldığını görüyoruz, bugün yüzde 0,8’lere düşmüş durumda.

Özel sektör tasarrufu ise çok daha vahim bir durumda -yukarıda kırmızı çizgiyle görülüyor- özel sektör tasarrufu 2002’ye göre bugün üçte 1 oranında azalmış durumda.

Toplam tasarruflar -özel ve kamunun toplamı yeşil çizgiyle gözüküyor- 2002’ye göre üçte 1 oranında, 98’e göre yarı yarıya azalmış durumda.

Bakın, IMF politikaları Türkiye’yi tasarruf etmeyen bir ülke hâline dönüştürmüştür. Tasarruflar neden önemli? Tasarruf yapamazsanız yatırım yapamazsınız, yatırım yapacaksanız dışarıdan kaynağa ihtiyaç duyarsınız, borç alırsınız. İşte “cari açık” dediğimiz olay burada devreye girmektedir.

Bu da Türkiye'nin sağladığı büyüme ile cari açık arasındaki ilişkiyi gösteren bir tablo, lacivert çizgi Türkiye’deki büyümeyi gösteriyor. Bakın, büyümenin olduğu yıllarda cari açık yükseliyor, cari açığın aşağıya düşmesi cari açığın arttığı anlamında. Şu sıfır çizgisidir, sıfır çizgisinin altında eksidir. Cari açığın sürekli arttığını görüyoruz. Kriz yıllarında sadece Türkiye cari açığını azaltabiliyor. Bakın, burada, 99 yılında cari açık -99 kriz yılıdır bakın- kriz yılında cari açık azalmıştır. 2000 yılında büyüme başlamıştır, 2001 yılında kriz olmuştur, büyüme dibe vurmuştur, ama cari açık verilmemiştir, çizginin yukarı çıkması cari açığın düzeldiği anlamındadır. 2009 yılı: Burada, bakın, yine büyüme dibe vurmuş, cari açık nispeten toparlanmış, ama ilginç olan, büyümenin düşmeye başladığı yıldan itibaren -ki bu yıl 2004’ten itibarendir, 2004’te 9,4’lük büyüme, daha sonra düşüyor- büyüme düşmesine rağmen, ekonomide cari açık büyümeye devam ediyor. Yani Türk ekonomisi yatırım yapabilmek için yurt dışından gelen sıcak kaynağa ihtiyaç duyuyor, sıcak para gelmediği zaman ekonomi krize giriyor.

Şimdi, bu bütçeyi değerlendirirken burada bir iyileşme öngörüyor mu bu bütçe, buna bakmak gerekir.  Tablo bunu göstermiyor, 2011 yılı, 2012, 2013 yılı rakamları, Orta Vadeli Program rakamları burada hiçbir iyileşme öngörmüyor.

Sayın Maliye Bakanı ne diyor? Sayın Maliye Bakanı bütçe konuşmasında bir cümle kullandı, aynen okumayacağım, bütçe konuşmasının 17’nci sayfasında yazılı. Sayın Maliye Bakanı diyor ki özetle: “Türkiye ekonomisi büyümek istiyorsa cari açık vermek zorundadır. Cari açık vermeden büyüyemez çünkü yurt içi tasarruflar yetersizdir.” Hemen ifade edeyim, bu bir şehir efsanesidir. Sayın Maliye Bakanının burada ekonomi bilimi yerine şehir efsanelerine dayalı olarak konuşmasını yadırgadığımı ifade etmek istiyorum. Gerçekleri yansıtmıyor. Sayın Bakan keşke 2000 öncesi rakamlara zahmet edip birazcık baksaydı.

Bakın, 84-87 dönemini örnek vereceğim. Anavatan Partisinin dört yıllık iktidar dönemi. Türkiye dört yılda ortalama yüzde 7 büyümüş, dört yılda ortalama yıllık cari açığı yüzde 1,9. 94 kriz yılını atlıyorum, kriz yılında cari açık sorun olmuyor biliyorsunuz. 92-97 döneminde ortalama büyüme yüzde 7,6; ortalama cari açık yüzde 1,6. Sizin, Adalet ve Kalkınma Partisinin çıkardığı gömleğin iktidarda olduğu 97 yılında ekonomi yüzde 8,3 büyümüş, cari açık sadece yüzde 1,4. Bir problem var. Türkiye cari açık vermeden büyüyebilmiş 80’lerde, 90’larda; cari açığa mahkûm değil ama IMF politikalarını aynen uygulayan Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye ekonomisini cari açığa mahkûm bir hâle getirmiştir.

Faiz dışı bütçe giderlerine bir göz atmak istiyorum. Faiz dışı bütçe giderleri şu lacivert çizgi, bakın. Faiz giderleri ile beraber toplam giderler yüzde 25’lerin üzerinde. Faiz giderlerini göstermiyorum. Bakın, burada faiz dışı bütçe giderlerinde düşüş var, sonra bir yükseliş var. Peki, gelirler nerede? Gelir tarafı önemli. Yüzde 22,5’luk bir gelire sahip Türkiye, bütçe geliri olarak 2002 yılında. Bu gelirlerin toplamının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 22,5; vergi, vergi dışı gelirler. Şimdi neredeyiz 2010 yılında? 23’teyiz, 2013 yılı için 22,5’u öngörmüş. İşte ikinci ana problem buradadır. Türkiye aynı gelir seviyesine mahkûm ama aynı gelir seviyesi nedeniyle harcamalarını artıramıyor. Oysa sosyal devlet olmanın gerektirdiği harcamalar var, bunları yapamıyor, yatırım yapamıyor, çünkü geliri sınırlı. Öte yandan, faiz dışı bütçe giderlerinde bir artış var, gelir sabit. Bu neyi gösteriyor? Bunun gösterdiği, Türkiye’nin bir vergi reformuna ihtiyacı olduğudur. Türkiye’de vergi oranları yüksek olmasına rağmen toplam vergi geliri açısından Türkiye son derece düşüktür, son derece düşük. Sayın Maliye Bakanı bunun rakamlarını verdi, tekrar etmek ve sizleri rakamlara boğmak istemiyorum. Hem vergi oranlarını düşürmek gibi bir iddiaya Türkiye sahip olmalıdır hem bu iddiasını ortaya koyarken toplam hasılatını artırmak gibi bir iddiaya da sahip olmalıdır ama Hükûmet bu iddiayı ortaya koyabilme imkânına, perspektifine, vizyonuna sahip değil. Bu vizyona sahip olmadığı için Türkiye, dar bir alanda mevcut gelirle çarkı döndürmeye çalışıyor.

Peki, ekonomide durum ne, sokakta durum ne? Yani rakam bu. Şimdi, vatandaşa ne diyeceğiz ? 2011 yılı bütçesi ne getiriyor? İşsizlikte bir azalma var mı? Yok. 2002 yılında 2 milyon 464 bin civarında işsiz vardı, şimdi 500 bin daha fazla olmuş. İş bulma ümidi kalmadığı için veya diğer nedenlerle iş aramayan ama yarın iş bulsa çalışacak olan vatandaş sayısı 2002’ye göre 900 bin kişi artmış. Bu rakam sizin işsiz sayınıza dâhil değil. Siz işsizliği sadece bir istatistik olarak görüyorsunuz. Onun arkasında, aç kalan, okula çocuğunu gönderemeyen, okula kahvaltı etmeden giden çocuklar olarak işsizlik rakamlarını görmüyorsunuz.

Sayın Başbakan, burada, bütçe konuşmasında bütün bu gerçeklere karşılık bize başka şeyler söyledi. Kendi dönemlerinde çimento üretiminin ne kadar arttığını söyledi, ham çelik üretiminin ne kadar arttığını söyledi. Sayın Başbakan diyor ki: “Bizim dönemimizde çimento üretimi 33 milyon tondan 54 milyon tona çıktı.” Güzel, elinize sağlık. Tabii ki güzel bir şey. Şüphesiz her Hükûmet bir şeyler yapıyor bu ekonomide. Yıllık yüzde 7 artmış. Peki, 80-90  yılları arasında ne olmuş? Sanki önceki hükûmetler bir şey yapmamış anlamında söylüyor Sayın Başbakan veya onları geçtik anlamında. 80-90 yılları arasında çimento üretimi her yıl yüzde 7 artışla 12 milyon tondan 24 milyon tona çıkmış. Peki, 90-2000 yılları arasında ne olmuş? 24 milyon tondan 36 milyon tona çıkmış. Yani Türkiye yerinde saymıyor hükûmetler döneminde. Ham çelikte ne olmuş? Sayın Başbakan diyor ki: “Bizim dönemimizde 16 milyon tondan 25 milyon tona çıktı.” Elinize sağlık, teşekkür ederiz. Peki, önceki hükûmetler ne yapmış? Yıllık artış yüzde 7 AKP döneminde. 80-90 yılları arasında  yıllık yüzde 27 artmış, 7 falan değil, 27. 2,5 milyon tondan  9,4 milyon tona çıkmış. 90-2000 yılları arasında 24 milyon tondan 36 milyon tona çıkmış, 90-2000 yılları iyi yıllar değildir ekonomide; işte, kriz yılları, koalisyon yılları, istikrarsızlık yılları. Ama burada çok önemli bir gerçeği Sayın Başbakan dikkatten kaçırıyor: Türkiye imalat sanayisinde yüksek teknolojili ürünleri üretmekten vazgeçiyor, pazarı kaybediyor. Yüksek teknolojiye sahip ürünlerin üretimi toplam imalat sanayisi içinde 2002’de yüzde 5,1 iken, şimdi 2009’da 3,7’ye düşmüş. İhracatta aynı ürünlerin payı 2002’de yüzde 6,2 iken, şimdi 3,5’a düşmüş. Türkiye yüksek teknolojili ürünlerden vazgeçiyor, diğer ürünlerin üretiminde de önemli ölçüde dışa bağımlı.

Şimdi, sokakta durum nedir? Tekrar o soruyu sorup... Rakamlar büyüyor, rakamlar şeklen büyüyor. Sayın Maliye Bakanı asgari ücretin satın alma gücünü bize örnekleyerek verdi, öğrencilerden rol çalarak yumurta örneğini verdi: “2002’de asgari ücret ne kadar yumurta alıyordu, şimdi ne kadar yumurta alıyor?” Bu hafta içerisinde bir konuşmasında da “Asgari ücretli 2002’de ne kadar benzin veya mazot alıyordu, şimdi ne kadar benzin veya mazot alıyor?” Sayın Bakan, asgari ücretlinin arabası yok, böyle her gün gitsin, benzin alsın, mazot alsın. Asgari ücretlinin gıda maddelerine gelelim. Yumurta örneğiniz, rol çaldınız ama güzel. Beyaz peyniri örnek vereyim, ben de beyaz peyniri örnek vereyim yani herkes bir ürünü örnek verebilir. Beyaz peynir 2002 yılında asgari ücretle 50 kilo satın alınabilirken şimdi 44 kiloya düşmüş, gerilemiş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – 34 kiloydu...

ALİ TEMÜR (Giresun) – Yanlış rakam...

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Evet, siz bakın, “Yanlış” demeyin. Oturup, oturup siz inceleyin.

Bakın…

ALİ TEMÜR (Giresun) – Siz peynir aldınız mı?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Siz oturup Türkiye İstatistik Kurumunun sayfasına bakın, yanlışım varsa çıkıp burada düzeltirsiniz.

Bakın…

ALİ TEMÜR (Giresun) – Yakında siz peynir aldınız mı? Marketten peynir aldınız mı, marketten ?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Konuşmacıya laf atma da incele!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen yerimizden müdahale etmeyelim Hatibe.

Sayın Hamzaçebi, siz Genel Kurula hitap edin efendim.

Buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bakın, dana eti, 2000… Bırakın, 2002’den her türlü örnek bulunabilir. O çay, simit hesabınız da çöktü aslında. Dana etine gelelim. Dana eti 2009 yılında 27 kilo alınıyormuş. Şimdi ne kadar alınıyor? 23 kilo, asgari ücretle. Diyeceksiniz ki, 2009 kriz yılı yani fiyatlar düşmüş olabilir. 2008’de de 31 kilo alınıyormuş dana eti. Ama Sayın Bakan belki şunu diyor olabilir: “Et yemesin ot yesin vatandaş yani sebze yesin.” Sebzelerde durum vahim. 2009’u almayacağım, kriz yılı, fiyatlar dibe vurmuş; 2008’i alacağım:

Bakın, asgari ücretli 2008 yılında 366 kilo domates alırken şimdi 217 kilo alabiliyor. Fasulye 248 kilo alırken şimdi 204 kilo alıyor. Ispanak 346 kilo alırken 294 kilo alıyor. Çoğaltabilirim bunları. Bakın elimde bir liste var. Kabak, karnabahar, beyaz lahana, marul, pırasa, salatalık… Çoğaltayım, çoğaltayım. Sebze de alabilecek durumda değil.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Domatesi 5 liradan almayın.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sayın Maliye Bakanı ne diyor? “Ben 2010 yılında memura yüzde 5,1 maaş artışı verdim. Efendim, enflasyon farkı olarak da toplarsak 6,3’e geldi.” E, mutfaktaki enflasyon? Mutfaktaki enflasyon dehşet. Siz şimdi bu fiyatları dikkate alarak memura, çalışana ve asgari ücretliye gerekli artışı yaptığınızı söyleyemezsiniz.

Şimdi “Maliye Bakanı rol çalıyor.” dedim. Sayın Başbakan büyüyen Türkiye’ye ilişkin çeşitli ürünlerin üretimindeki rakamları veriyor. Evet, bir şeyler büyüyor. İşsizlik rakamı da büyüyor. Bundan hiç kimse söz etmiyor tabii. Bütün bunlar büyürken Türkiye’de hayaller küçülüyor, hayaller küçülüyor. İşsizlik artarken insanların hayali, umudu küçülür, tükenir, yaşama karşı dayanaksız hâle gelirler.

Bakın, birkaç gün önce bir gazetedeki bir köşe yazarımız bir öğretmenin mektubundan esinlenerek bir yazı yazmıştı. Öğretmen öğrencilere görev vermiş: “Allah’a mektup yazın.” Yani Allah’a mektup yazmak nedir? Allah’a dua etmek. Bir öğrencinin sözleri şu: “Allah’ım, ben bir gün inşallah tost yiyebilirim.” Okul kantininde arkadaşlarının yediği tosta imrenen ama onu yiyemediği için Allah’a dua eden öğrenciler var bu sistemde.

OSMAN KILIÇ (Sivas) – Devlet yardım ediyor.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Evet, devlet yardım etse yiyebilirdi herhâlde. Devlet yardım etmiyor. Ettiği yardım yetersiz, ona ulaşmıyor. Bugün, öğrenciyi müşteri olarak gören bir eğitim sistemi var Türkiye’de. 2002 yılında Türkiye’de 600 bin öğrenci dershanelere giderken bugün 1 milyon 200 bin öğrenci dershanelere mahkûm durumda. Ne diyor öğrenciler? Üniversite öğrencileri ne diyor? “Biz, üniversitelerin şirket, öğrencinin müşteri olduğu bir üniversite istemiyoruz. Harçlar yüksek, bunu istemiyoruz. Yarın üniversiteyi bitirirsek iş bulabilecek miyiz? Bu endişeyle yaşıyoruz. Bunu istemiyoruz, bu endişeyle yaşamak istemiyoruz. Özgürlük istiyoruz, eşitlik istiyoruz, iktisadi kaynaklardan yararlanmada bir denge istiyoruz, fırsat eşitliği istiyoruz. Fırsat eşitliğinin hayata geçebilmesi için nitelikli eğitim istiyoruz. Hepimiz bunu istiyoruz.” diyor. Bu talebe duyarsız kalabilir misiniz? Bu talebe, bir senaryoyla “öğrenciler taş ve molotofkokteyli atıyor” diyerek karşı çıkabilir misiniz? Kimsenin taş ve molotofkokteyli attığı yok. Dünyanın her yerinde öğrenci grupları polisle bir gerginlik yaşar, sorun yaşar, seslerini ancak böyle duyururlar. Demokrasilerde polis, bunlara şiddet değil, aşırı güç değil, ölçülü güç kullanır. Türkiye’de bu kaçırılmıştır, bu ölçü yoktur. Evet, dikkatli bir dil kullanalım. Öğrencilerimizi birtakım eski tecrübelere döndürmeyelim, bunları örnek vermeyelim kendilerine ama öğrencilere de kulak verelim. Sayın Başbakan diyor ki: “Ben, polisimi öğrenciye ezdirmem.” Sayın Başbakan, polisi, önce, şu biraz önce verdiğim gıda fiyatlarına ezdirmeyin, onların maaşlarını yükseltin biraz. Siz bırakın onu.

Şimdi, o öğrenciden örnek verdim. Evet, TÜİK’in fiyatlarına baktığımızda tost makinesinin fiyatı düşmüş arkadaşlar! Tost yiyemiyor öğrencilerimiz ama tost makinesinin fiyatı düşmüş! İşte, TÜİK’in o kalem kalem enflasyon hesabını yaptığı tabloda tost makinesinin fiyatı düşmüş. Sosyal devletin olmadığı, yetersiz kaldığı bir ülkede teselliyi dinde arayan, İslam’ın infakında arayan, yani “İhtiyacından fazlasını ihtiyaç sahibi olana ver, senin ihtiyacından fazla elde ettiğinde ihtiyaç sahibinin de bir hakkı vardır.” anlayışının da bir kenara atıldığı bir sistemde yaşıyoruz. Bu infakın modern demokratik devletteki tercümesi sosyal devlettir, güçlü sosyal devlettir. Güçlü soysal devlet yok. Şimdi teminatsız krediler var, teşvikler var, iktidarın yakınları için yaratılmış inşaat projeleri var, onlar için yaratılmış ihaleler var.

Ne diyor burada iktidar partisinin bir sözcüsü, ilk gün bir şey söyledi: “Şimdi bana eski dosyaları açtırmayın. 85-95 yılları arasında Türkiye’de 17 milyar dolarlık bir teşvik yağması yapıldı.” diyor. Siz niye hesap sormuyorsunuz bu iddiayı ortaya koyacağınıza? Ama siz ne yaptınız? 13 Ekim 2010’da bir kanun çıkardınız, 6015 sayılı Kanun, devlet yardımlarının düzenlenmesine ilişkin Kanun. Oraya bir geçici madde eklediniz, Cumhuriyet Halk Partisinin itirazlarına rağmen, “Gelin bunu düzeltelim.” dememize rağmen. Ne dediniz orada: “2001 yılından önce teşvik belgesi aldığı hâlde teşvik belgesinin öngördüğü yatırımları yapmamış olan mükellefleri, yatırımcıları affediyorum, onlardan almam gereken vergileri almıyorum, onlar hakkında hiçbir işlem yapmayacağım.” dediniz. Şimdi, siz ya “17 milyar dolarlık teşvik yolsuzluğu” derken millete bu kürsüden doğruyu söylemediniz ya da bu 17 milyar dolarlık yolsuzluğa ortak oldunuz. Bunu izah etmeniz gerekir.

Sayın Başbakan 2007 yılında, bir grup toplantısında iddialı bir yolsuzluk dosyası açıklamıştı, akaryakıt yolsuzluğu, toplam 38 milyar dolarlık bir gelir kaybına yol açan yolsuzluk. “Ülkelerle yazıştık. Birçok ülkeye yazdık, otuz birinden cevap geldi. Otuz bir ülke diyor ki: ‘Bizden Türkiye 28 milyar dolarlık akaryakıt, petrol ithal etti.’” diyor. Yine Sayın Başbakan diyor ki: “Biz gümrük kayıtlarımıza bakıyoruz, 19 milyar dolarlık bir giriş var. Arada 9 milyar fark var, buna ÖTV, KDV, EPDK payını da ilave ettiğimizde 38 milyar dolara çıkıyor. Daha on yedi ülkeden de cevap gelmedi, bu rakam büyüyecek.” Şimdi soruyorum: Ne oldu bu 38 milyar dolarlık yolsuzluk? Ya bu doğru değildi, ya bu yolsuzluğa ortak oldunuz. Nerede, kim, hani, açıklayın, kim yaptı bu 38 milyar doları, ne işlem yaptınız? Şimdi, bunları söylemek kolay, bunları söylersiniz. Bunlar unutuluyor diye düşünmeyin.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, bütçe ne getiriyor? Tarım sektörüne bakalım. Tarım sektöründe Hükûmet iddialı “Çok iyi şeyler yaptık.” diyor. Sayın Başbakan bütçe görüşmesinde burada Merhum Başbakan Adnan Menderes’e sahip çıkan konuşmalar yaptı. Merhum Adnan Menderes Türkiye’de on yıl başbakanlık yapmış önemli bir siyasi şahsiyettir. Bir darbe sonrasında, yargının siyasetin emrine girdiği bir dönemde hukuksuz bir şekilde yargılanmıştır ve idam edilmiştir. O olaylar bize bugün demokrasiye ne kadar sahip çıkmamız, ne kadar kuvvetle sahip çıkmamız gerektiğini söyler. Evet, merhum Menderes’i ben de rahmetle anıyorum ama Sayın Başbakan Menderes’e, o döneme sahip çıkarken, Aydın’da referandum öncesinde miting yapıp, beyaz gömleğini giyip Menderes’in idam gömleğini sembolize ederken biraz ötedeki Söke Ovası’na gidip “Pamukta durum nedir?” diye sormuyor, “Adana’daki pamukta durum nedir?” diye sormuyor. Menderes’in tarım sektörüne gösterdiği sarılmayı, tarım sektörüne gösterdiği ilgiyi, desteği Sayın Başbakan iş bütçeye gelince göstermiyor, böyle bir şey yok. 2002 yılında Türkiye 2,5 milyon ton kütlü pamuk üretirken, bugün pamuk üretimi 1,7 milyon tona düşmüş durumda. Türkiye 2002 yılında ithalatta pamuğa, pamuk ipliği ve pamuklu mensucata 1,3 milyar dolar öderken bugün yıl sonu itibarıyla 3 milyar dolarlık bir gider söz konusu.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, iki dakika süreniz kaldı, ek süre veremeyeceğimi ifade etmiştim. Lütfen…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Şimdi, tarıma sahip çıkmak bu mudur? Tarıma sahip çıkmak bu mudur? 2002 yılında 1 litre mazot almak için buğday üreticisi sadece 4 kilo buğday verirken bugün 6 kilo buğdayla 1 litre mazot alabiliyor.

Şimdi, Sayın Başbakan asgari ücretlinin asgari ücreti ile ne kadar mazot aldığını söylüyor. Sayın Başbakan, bırakın, şimdi buğday üreticisine gelin, pamuk üreticisine gelin, onlar ne kadar alabiliyor ona bakalım.

Yine, 2002’de pancar üreticisi 16 kilo pancarla 1 litre mazot alırken şimdi 25 kilo pancarla alabiliyor. 1 kilo DAP gübresi için pancar üreticisi 2002’de 5,2 kilo pancar verirken bugün 8 kilo veriyor. Tarım sektöründe durum bu.

Bütçede ne öngörülmüş tarım sektörü için? 6 milyar liralık bir ödenek. Yeter mi? Yetmez. 6 milyar nedir? Gayrisafi yurt içi hasılanın binde 48’i. 2002’de neydi? Binde 53, onun altına düşmüşsünüz. Peki, 2008’de ne verdiniz? 5,8 milyar TL, şimdi 6 milyar. Enflasyonu üst üste koyarsanız, büyümeyi bırakalım, 6,9 vermeniz lazım. Onu vermiyorsunuz, onun için çiftçi perişan durumda.

Fındık üreticisinin 169 milyon TL’lik alacağını da 2004’ten bu yana ödemediniz, gasbettiniz onu. Bakın, “Gasp” ağır bir laf, özellikle söylüyorum, bir Hükûmet yetkilisi çıksın, düzeltsin “Hayır, devlet gasbetmez, bunu ödeyeceğiz.” diye ama sekiz yıldır ödemediniz, sekiz yıldır ödemediniz. Sayın Maliye Bakanı “Biz 2009 bütçesine koyduk, ödemeyeceğiz.” diye bir cevap verirse şaşırmam.

Şimdi, ne yapmak gerekir? Değerli arkadaşlar, birkaç çözüm cümlesini söylemek istiyorum:

Birincisi, Türkiye ciddi bir vergi reformu yapmak zorundadır. Türkiye vergi reformunu yapmadan hiçbir yere gidemez. Türkiye…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, Genel Kurulun almış olduğu ek süre verilmemesiyle ilgili bir karar var önümde.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bir selamlayayım efendim.

BAŞKAN – E, açarsam ek süre vermiş olacağım.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sayın Başkan, bütçenin ilk günü vermiştiniz ama.

BAŞKAN – Şimdi, bu kararı da ben biraz önce öğrendim. Pazartesi günü Genel Kurulumuz ek süre verilmemesiyle ilgili bir karar almış.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, teşekkür için süre verelim.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Verelim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Yani sizin kararınız. Ben Meclis Başkanı olarak bu karara uymak zorundayım, değişinceye kadar uymak zorundayım.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Verelim efendim.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, tümü üzerinde…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, tümü üzerinde bir istisna olarak verelim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Grup Başkan Vekili Arkadaşım, buyurun.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, tümü üzerindeki son görüşmeler olduğu için tüm gruplar toleranslı davranılmasını uygun bulacaklardır.

BAŞKAN – Ne diyorsunuz Sayın Şandır?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, yeni bir karar alalım.

BAŞKAN – Yani, beni “Alınan Genel Kurul kararına aykırı hareket ediyor.” diye itham etmenizden endişe ediyorum.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ama gördük ki o kararın uygulamasında gerçekten hatibe son bir dakika vermek gerekli oluyor çünkü sözünü tamamlayıp teşekkür etmesi gerekiyor.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, gruplar arasında bir mutabakat da var.

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, bakın, grup başkan vekili arkadaşlarımı duyamıyorum; lütfen, bir uğultu var.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Sayın İnce, buyurun.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım, “ilk ve son günler hariç” demiştik efendim.

BAŞKAN – Yalnız, oylamaya sunulan metinde böyle bir cümle yok.

Efendim, grup başkan vekili arkadaşlarımız eğer bu konuda bir tolerans göstermem konusunda mutabıksalar ben sizlere yardımcı olurum.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bir mutabakat var efendim, gerekiyorsa yeni bir karar alalım.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Mutabıkız Sayın Başkan.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tamam, tamam.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, tekrar mikrofonunuzu açıyorum, lütfen Genel Kurulu selamlayınız efendim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan, sözlerimi toparlıyorum.

Türkiye vergi reformu yapmak zorundadır. Vergi reformu iki aşamalı olmalıdır. Birincisi: Mevcut vergi oranları aşağı düşürülmeli. Özellikle istihdam üzerindeki vergi yükü Türkiye'de aşağı inmek zorundadır. Bu çerçevede sosyal güvenlik primlerinin ağırlığı çok fazladır, istihdamı cezalandıran bir yapı vardır. Bunu düşürürken toplam vergi hasılatını da artıracak bir programı uygulamaya koymak gerekir, ama bugüne kadar Hükûmet bunun adını, lafını etmesine rağmen kendisini buralara getirememiştir, bu önlemi alamamıştır.

AHMET YENİ (Samsun) – Siz bir tanesini söyleyin, bir tanesini.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Türkiye tasarruflarını artırmak zorundadır, özel sektör tasarruflarını artırmak zorundadır, bireysel tasarrufları teşvik eden bir model uygulamak zorundadır. Yine, Türkiye sanayileşmede teknoloji yoğun sektörlere ağırlık vermek zorundadır.

Devam edemeyeceğim, çünkü sürem bitti. Sayın Başkanın toleransına da teşekkür ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. 2011 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Hamzaçebi.

Sayın milletvekilleri, şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci söz, Tekirdağ Milletvekili Sayın Faik Öztrak’a aittir.

Sayın Öztrak, sizin de süreniz yirmi dakika; yirmi dakika içerisinde konuşmanızı tamamlamanızı istirham ediyorum.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 yılı merkezî yönetim bütçesinin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere ikinci konuşmacı olarak söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, AKP İktidarının seçimlerden önce hazırladığı son bütçeyle ilgili konuşmama sekiz yıllık iktidar döneminin bir değerlendirmesini yaparak başlamak istiyorum. Son sekiz yıl küresel ekonomide hem oldukça uzun süren olağanüstü bir bolluk ikliminin hem de en ciddi küresel ekonomik krizlerden birinin yaşandığı bir dönem olmuştur. Küresel iklimin böylesine belirleyici olduğu bir dönemde, iktidarın ekonomik performansını değerlendirirken haksızlık yapmamak için dünya nereye gitmiş, biz nereye gelmişiz, buna bakmak lazım.

Değerli milletvekilleri, bir ekonominin başarısı üretimiyle ve istihdamıyla ölçülür. Hükûmetin sürekli eleştirdiği 1980-2002 döneminde Türkiye’nin ortalama büyüme hızı 150 gelişen ekonomi içinde 49’uncu sıradaymış. Peki, AKP’nin iktidar olduğu 2003-2009 döneminde Türkiye bu sıralamada nerede? 88’inci sırada. Değerli milletvekilleri, Türkiye 1980-2002 döneminde, kendine benzeyen ekonomiler arasında işsizlik oranı en yüksek 49’uncu ekonomiymiş, 2003-2009 döneminde ise 26’ncı sıraya yükselmiş; büyümede 39 basamak düşen Türkiye, işsizlikte 23 basamak birden tırmanmış. AKP, işsizliği çözme konusunda bize benzeyen ekonomilerin çok gerisinde kalmış.

Dış dengeye geldiğimizde, Türkiye, cari denge/millî gelir oranı bakımından en iyiden en kötüye doğru bir sıralama yapıldığında, 1980-2002 döneminde 30’uncu sıradayken 2003-2009 döneminde 71’inci sıraya düşmüş. Türkiye bu sıralamada da 41 basamaklık bir düşüş kaydetmiş.

Sayın milletvekilleri, Sayın Başbakanın yerden yere vurduğu dönemde, büyümede ilk 50’de olan Türk ekonomisi AKP elinde hızla irtifa kaybetmiş. İktidar, büyüme ve işsizlikte ülke performansını düşürürken cari açık sorununu daha da ağırlaştırmış. Bir başka ifadeyle, yurt dışından diğer ülkelere göre daha fazla borç kullanmasına rağmen, büyümede de işsizliği çözmekte de bu ülkelerin gerisinde kalmış.

Değerli milletvekilleri, sekiz yıllık AKP İktidarının katettiği mesafe bu. Bizlere başarı hikâyeleri anlatıyorlar ancak uluslararası karşılaştırmalar övünülecek bir başarının olmadığını açıkça gösteriyor. Sayın Başbakan ikide birde muhalefeti 3 koyunu gütmemekle eleştiriyor. Bu rakamlar, ekonomiyi yönetmekle koyun gütmek arasında hiçbir ilişki olmadığını ortaya koyuyor. Yönetmeyi gütmek sananların, ekonomiye sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesinin pencerelerinden bakmaya devam etmenin, anlattıkları başarı hikâyelerinin aslı budur.

Değerli milletvekilleri, bu aşamada iktidarın küresel krizde ekonomiyi nasıl yönettiğine de kısaca değinmek isterim; çünkü kaptanın ustalığı deniz sakinken anlaşılmaz, ustalık dalgalı denizlerde ortaya çıkar. Kriz yılları olan 2008-2009 döneminde, Türkiye kendine benzeyen 150 ekonomi arasında en fazla daralan 14’üncü ülke. Yine, Türkiye kendi liginde, ülkeler arasında işsizliği en fazla artan 6’ncı ekonomi. Dünyada birçok ülkenin aksine bankacılık krizi yaşamayan bir ekonomide böyle bir çöküşü, nasıl “Dünyada kriz oldu ama bize teğet bile geçmedi.” diyerek geçiştirebilirsiniz? Çok daha çarpıcı bir rakam var, dikkatinize sunmadan geçemeyeceğim: Ailelerimizin göz bebekleri, bin bir emekle büyütüp iş güç sahibi olsunlar diye her türlü fedakârlığa katlanarak okuttukları gençlerimiz krizde âdeta ezilmiş. Bunu biz söylemiyoruz, Uluslararası Çalışma Örgütünün rakamları söylüyor. 2007-2009 döneminde genç işsizliği dünyada 1,1 puan, Latin Amerika’da 1,6 puan, Orta Doğu’da 3 puan, dünyanın en fakir bölgesi Sahra Çölü’nün altındaki ekonomilerde 0,4 puan, bizim de içinde olduğumuz merkez ve güneydoğu Avrupa ülkelerinde 2,8 puan artmış. Aynı dönemde Türkiye’de genç işsizliği ne kadar artmış? 5,3 puan. Yani dünyanın 5 katına, kendi bölgemizdeki ülkelerin 2 katına yakın. Sadece bu karşılaştırma bile AKP’nin kriz yönetimindeki yetersizliğini anlatmak için yeterli. Üniversitelerde yükselen tansiyonun, atılan yumurtaların nedenlerini biraz da bu tablonun gençlerimizde yol açtığı umutsuzlukta, karamsarlıkta aramak gerekiyor. Buna rağmen, bu kürsüye çıkan iktidar sözcüleri “Krizde vatandaşa bedel ödetmedik.” diyebiliyorlar. İşsizlikten, ekmek kapılarının kapanmasından, gençlerin umudunu yitirmesinden daha ağır hangi bedel olabilir ki?

Tarımı bitirdiler, bedelini millet ödedi. Kilosu 10 liradan domates, kilosu 30 liradan kıyma yedi. Bayramda millet ithal kurban kesti. Vatandaş, dünyanın en pahalı benzinini, mazotunu kullanır hâle geldi. Akaryakıttan alınan vergilerde Türkiye’yi Avrupa şampiyonu yaptılar. 2009’da benzin üzerindeki vergi yükü, komşumuz Bulgaristan’ın 2,3 katı, Yunanistan’ın 2 katı, Romanya’nın 2,6 katı. Vatandaş tüm bunlarla mücadele edebilmek, ayakta kalabilmek için borca yüklendi. 2007-2009 döneminde ailelerin borçları yüzde 41,5 arttı, 119 milyar Türk lirasına ulaştı. Millet kazancıyla değil, borçla yaşar hâle geldi. Vatandaşa ödetilen bu bedelleri görmemek olsa olsa bunun siyasi hesabını ödemekten kaçmak için kafayı kuma gömmek olur.

Sayın milletvekilleri, kriz döneminde yaşanan bu çöküşün ve bolluk döneminde yitirilen fırsatların arkasında yatan nedenlere bakmakta yarar var. Öncelikle, Hükûmet, küresel krizin 2006’dan sonra giderek kırılganlaşan Türk ekonomisi üzerindeki etkisini hafife aldı, “Teğet geçecek.” söylemiyle geçiştirmeye çalıştı. Başbakan, kendi talep etti, muhalefet olarak tedbir önerdik; küçümsedi, hafife aldı ama daha sonra hepsini uygulamak zorunda kaldı ancak geç de kaldı.

Kriz KOBİ’lerin, esnafın krediye ulaşmasını engellemişti, “Derhâl Kredi Garanti Fonu’nu kullanın.” dedik ancak geçtiğimiz yılın sonuna yetiştirebildiler. “Kriz nedeniyle çiftçi, esnaf, iş adamı, vatandaş devlete olan borçlarını ödeyemiyor, cezai faizlerin yüksekliği bu borçları ödenemez hâle getiriyor, bu borçları yapılandırın.” dedik, düzenleme hâlâ komisyonda. Bir de bizim bu düzenlemeyi desteklememizi fırsat bilip hem seçimde kullanmak hem de seçim sonrasında kendilerini korumak amacıyla bir sürü ek düzenlemeyi arkasına taktılar, bunun ortaya çıkardığı gecikmenin ekonomide yol açacağı tahribat ise umurlarında dahi değil. Aslında, 2007’den itibaren dünyadaki gidişin sürdürülebilir olmadığını söyledik, “Mali disiplini güçlendirerek krizde kullanabileceğiniz oyun alanını genişletin.” dedik, bize “Paradigmalar değişti.” dediler. 2007’den sonra mali disiplini gevşeterek faiz dışı fazlaları hızla düşürdüler, bir de “Seçim ekonomisi uygulamıyoruz.” dediler. Sonuçta, krizde iç talepteki düşüşü devlet harcamalarıyla destekleyecek takatleri kalmadı. Kendi ligimizde en fazla daralan ve işsizliği en fazla artan ekonomilerden biri olduk ancak tüm bunların ötesinde hem krizde ödenen yüksek bedelin hem de bolluk döneminde yitirilen fırsatların arkasındaki en önemli neden Hükûmetin baştan itibaren izlediği yanlış büyüme stratejisidir. İktidar, 2003 yılından itibaren küresel iklimde yaşanan değişikliği görmemiştir, büyümeyi ve istihdamı küresel sermayenin risk iştahına emanet etmiştir, ekonominin hazmetme kapasitesinin üzerinde döviz girişine seyirci kalmıştır, bunun başlangıçta ekonomide yarattığı coşkuyu kendi politikalarının başarısı olarak görmüştür, çok övündüğü Türk lirasındaki değerlenmenin dış rekabete açık sektörlerimizde yol açtığı tahribatı ise görememiştir. Bu sektörlerde yerli girdi kullanımı azalmış, çalışanlar önce kayıt dışına, sonra da üretim dışına itilmiş, yerli katma değer erimeye başlamıştır. İnşaat ve ticaret büyümenin motoru olurken büyüme, bize benzeyen ekonomilerin gerisine düşmeye başlamış, ithalata ve dış tasarruflara bağımlılık hızla artmıştır. Krizde küresel sermayenin risk iştahının kesilmesi ekonomideki kötü yönetimle birleşince o büyük çöküş yaşanmıştır.

Değerli milletvekilleri, iktidar sözcüleri sık sık bu krizi 2001 yılında yaşanan krizle karşılaştırıyorlar, o dönemde faizlerde ve kurda yaşanan dalgalanmaları hatırlatarak bu krizin teğet geçtiğini savunuyorlar. Oysa bu krizde dünyanın hiçbir ülkesinde faizlerde ve kurlarda 1997’de Asya’daki, 1998’de Rusya’daki ve 2001 yılında Türkiye’deki krizlerde görülen dalgalanmalar yaşanmadı. Bu kiriz bundan öncekilerden farklıydı. Gelişmiş ekonomilerin krizi aşmak için sisteme bıraktıkları likidite ve gelişmekte olan ülkelerin bahsettiğim krizlerden sonra gerçekleştirdikleri rejim değişikliği ve reformlar bunda etkili oldu. Bu kriz doğrudan büyümeyi ve istihdamı vurdu. Türkiye’de bu göstergelere bakıldığında kendi liginde krizden en fazla etkilenen ekonomilerden biri oldu.

Değerli milletvekilleri, tek başına büyümeye baktığımızda bu yıl ekonomide yaşanan hızlı toparlanmayı memnuniyetle karşılıyoruz ancak bu toparlanmanın dışarıdan yeniden akmaya başlayan sıcak parayla desteklenen iç talepten kaynaklanması, buna bağlı olarak artan ithalat ve cari açık bunun sürdürülebilirliği ile ilgili endişelerimizi artırıyor. Küresel ekonomide kırılganlıklar sürüyor hatta Avrupa’da artıyor, bu da aynı bölgede bulunduğumuz için bize bulaşma riskini yükseltiyor. Amerika Birleşik Devletleri yüz milyarlarca dolar basarak dünyayı likiditeye boğmaya devam ediyor. Bu dolarlar bize benzeyen ülkelere akıyor. Dolar karşısında değerlenen yerli paralar rekabet gücümüzü hızla aşındırıyor. Bunun sonucunda, hem gelişmiş ülkelerdeki finans kuruluşları ciddi kârlar sağlayarak krizdeki zararlarını kapatıyor hem de bize ihracatlarını arttırarak kendi insanlarına iş ve aş sağlıyorlar. Gelişmiş ekonomiler âdeta krizin bedelini bize ödetiyorlar. Âdeta, gelişmiş ekonomileri bizim gibi ekonomiler kurtarmaya başlıyor. Tabii, dünyada böyle uslu çocuk rolünü oynamaya başladığınızda da o çok övündüğünüz, bugüne kadar kredibilitesi sıfıra inmiş, Asya krizinde kredibilitesini yitirmiş, son dünya krizinde kredibilitesini yitirmiş derecelendirme kuruluşları da bizim gibi uslu çocukların notunu artırıyor.

İktidar şu ana kadar bu oyuna ve cari açığın hızla artmasına seyirci kaldı. Uluslararası Para Fonu, geçtiğimiz hafta yayınladığı değerlendirmede, bu yıl cari açığın millî gelire oranının yüzde 6 seviyesinde gerçekleşeceğini öngördü. Bu, 2006 yılındaki rekor açığa eşit. Cari açığın finansman kalitesi de hızla bozuluyor. Hareket kabiliyeti yüksek finansmanın yani sıcak paranın payı, ödemeler dengesi finansmanı içinde hızla artıyor. Özellikle Avrupa’da kırılganlıkların arttığı bir dönemde, ülkeye krizde en büyük bedeli ödeten politikalara yeniden geri dönülmesi son derece riskli. Bu çerçevede, uzunca bir süredir, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, finans sisteminde makro risklerin göz ardı edilmesi ve buna bağlı olarak sıcak paranın yol açtığı balonların ülkemize verdiği zararları anlatmaya çalıştık, bu konuda Hükûmeti uyarmaya çalıştık. Daha 2008 yılında yayımladığımız parti programımızda, bu konuda alınması gereken önlemlere yer verdik.

Hükûmet, sıcak para sorununu anlamakta ve tanımakta zorlanıyor. Bu çerçevede, Merkez Bankasının almış olduğu son kararları ilgiyle izliyoruz. Bu yeni arayış yerindedir ancak geç kalınmıştır. Diğer taraftan, Merkez Bankasının da tek başına bu süreci idare etmesi mümkün değildir. Bu çerçevede hızla, Maliyet Bakanlığı, Hazine, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Merkez Bankası ve diğer ilgili kurumlardan oluşan bir finansal istikrar komitesi kurulmalı ve süreç bu komite eliyle yürütülmelidir. Makro risklere odaklanacak böyle bir komite Merkez Bankasının enflasyonla mücadeledeki güvenilirliğine halel getirmeden finansal istikrarın kollanmasına olanak verecektir. Böyle bir yaklaşım, ekonominin küresel sermayenin kaprisleri karşısındaki dayanıklılığını güçlendirecek, dış açıkların yönetilmesini ve istikrarlı büyümenin sağlanmasını kolaylaştıracaktır, ancak bu da tek başına yeterli değildir.

Değerli milletvekilleri, bütçeyi konuşuyoruz, ancak iktidarın bütçe uygulamalarına baktığımız zaman, bizden yetki almak için önümüze getirilen rakamlar hiçbir şey ifade etmiyor. 2010 yılı bütçesiyle Hükûmet bizden 230 milyar liralık faiz dışı harcama yapma yetkisi almış, ancak son getirdiği harcama tahmini 247,5 milyar Türk lirası. Ek ödenek mi alındı? Hayır. Peki, bu nasıl yapılıyor? Yani Meclisin vermiş olduğu yetki, yeniden Meclisten yetki almadan nasıl aşılıyor? Burada, değerli arkadaşlarım, maalesef, Maliye Bakanımız kendisine bütçe kanunlarıyla ve Kamu Mali Yönetimi Yasası’na da aykırı olarak verilen aktarma yapma yetkisini, otomatik ödenek sistemini istismar ederek kullanıyor. Sene sonunda otomatik ödenek alabilen personel ödeneklerinden diğer kalemlere -yatırım kalemlerine, diğer kalemlere- aktarma yapılıyor. Tabii, öyle olduğu zaman da huzurumuza gelen bütçeyle ilgili olarak ne yatırımcı bakanlıkların ne de burada bulunan Meclis grubunun sesi çıkmıyor.

Bakınız, şunu hatırlatmak istiyorum: Geçen sene Genel Kurula mali kural gelmişti ve mali kuralla ilgili düzenleme Hükûmetin baskısıyla gelmişti. Ancak muhalefet partisi olarak biz bu uygulamayı destekledik ve dedik ki: “Gerçekten, mali kuralı olan bir ekonomi ileriye doğru güvence verir. Mali kuralın çıkarılmasında çok büyük yarar vardır.” Ne oldu? Genel Kurula indi, birdenbire mali kuralla ilgili düzenleme geri çekildi. “Peki, sebep ne?” diye araştırırken birdenbire yatırımcı bakanlar bağırmaya başladı “Biz bu bütçeye sığamıyoruz.” diye. Peki, bu bütçeye sığamıyorsanız, mali kuralla öngördüğünüzden daha dar bir bütçeyi neden buraya getirdiniz? Samimiyet bunun neresinde?

Değerli arkadaşlarım, açıkça söyleyeyim, yapılacak olan şey şudur: Bu bütçeyi zaten AKP’nin ne kadar uygulayacağı belli değildir. Bu nedenle de sene başında ödeneklerden yine aktarmalar yapılacak, yine harcamalar yapılacaktır, bu çerçevede de yatırımcı bakanların bu konuda sesi sedası çıkmayacaktır. Açık söyleyeyim, harcama disiplini diye bir şey kalmamıştır. “Dış açığı Merkez Bankasına emanet edelim, biz bu disiplinsizliği sürdürelim.” derseniz, cari açık sorununu çözmek, istikrarı korumak ve vatandaşın aldığı borçları geriye ödeyebilmesini sağlamak mümkün olamayacaktır. Her yerde “Biz gidersek aldığınız bu borçları geri ödeyemezsiniz.” diye vatandaşa baskı yapıyorsunuz. Esas bu politikalarla boğazına kadar borca batmış olan vatandaş bu borcunu geriye ödeyemeyecektir. Bu kaptanın ikinci bir fırtınada artık gemiyi batıracağı çok açık seçik, net gözükmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye artık seçim sathı mailine girmiştir. Son günlerde kamuoyuna yansımaya başlayan Cumhuriyet Halk Partisinin projeleri AKP’yi telaşlandırmış görünmektedir. İktidar, vatandaşları rahatlatacak bu projeler karşısında yapabildiği en iyi şeyi yapmaktadır; yine vatandaş üzerinde geçmiş korkusu yaratmakta, küçümsemekte, Cumhuriyet Halk Partisini ucuz halkçılık yapmakla suçlamaktadır. Oysa hem krizden önce hem de krizde yaptığımız öngörüler ve tavsiyelerin doğruluğu her geçen gün biraz daha anlaşılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi halkın mutluluğunu, refahını her şeyin önünde görür. Ekonomik gelişmenin vatandaşa dokunmasını, vatandaşın refahı hissetmesini, yaratılan hızlı büyümeyle yaratılacak kaynakların da hakça paylaşılmasını savunur. Bunu yaparken de, hiç merak etmeyin, hesabı kitabı bir kenara bırakmaz. Cumhuriyet Halk Partisinde hesap kitap, ekonomik istikrarın sürdürülmesi büyük önem taşımaktadır. Gerçekleştirmeyi vadettiğimiz her projenin arkasında hem vatandaşı rahatlatmak hem de ekonomide etkinliği artırarak kalıcı, yüksek büyümeye ulaşma hedefi vardır. Bundan, hiç kimsenin korkusu, kuşkusu olmamalıdır.

Değerli milletvekilleri, 2011 bütçesinin, ne işsizliği ne de cari açık sorununu çözerek milletin derdine derman olması mümkün değildir. Hedeflerine baktığımız zaman bu da açık seçik ortadadır. Örneğin, işsizlik: Bakınız bu bütçeye temel teşkil eden Orta Vadeli Ekonomik Program’a: İşsizlik bir türlü yüzde 11’in altına düşmüyor. İktidar döneminizde ülkeyi yüzde 10’luk işsizliğe mahkûm ettiniz. Önümüzdeki üç yılda, eğer gelirsek vatandaşa diyorsunuz ki: “Yüzde 11 işsizliğe hazır ol.” Bu tabii, ülkeyi iyi yönetmek anlamına gelmiyor. Neyse ki bu, AKP İktidarının hazırlamış olduğu son bütçe.

Sözlerimi tamamlarken âdet olduğu üzere bütçenin hayırlı olmasını diliyor, Genel Kurula bir defa daha saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Öztrak, teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, bütçenin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına son söz, Yalova Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Muharrem İnce’ye aittir.

Sayın İnce, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on iki dakika.

CHP GRUBU ADINA MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, Sayın Başbakanın çok sevdiği “çark etmek”, “tornistan” sözcüklerine  birkaç örnek vermek istiyorum:

Bundan tam iki yüz yirmi üç gün önce Sayın Başbakan, Zonguldak Karadon’da madencilerimiz göçük altında kalınca: “Madencilerimiz buradan çıkarılıncaya kadar Çalışma ve Enerji Bakanımız burayı terk etmeyecek.”  dedi ama bakanlar burada.

Yine, Füze Kalkanı Projesi gündeme geldiğinde “Düğme bizde olacak.” daha sonra “Düğme NATO’da olacak.” denildi. Bu da tornistana herhâlde ikinci bir örnektir.

Yine, miting meydanlarında, Kocaeli mitinginde “İşsizliği yüzde 10’un altına düşüreceğiz.” dedi Sayın Başbakan ama 2010 bütçesinde yüzde 12 olacağı öngörülüyor.

Yine, Ofer’le “görüştüm, görüşmedim”i, sabah yaktığınız mumun bırak yatsıya kadar gelmesini ikindide nasıl söndürdüğünüzü hepimiz biliyoruz.

Yine Sayın Başbakanın bütçe konuşmalarına baktım. 4 Aralık 2007 bütçe konuşmasında “IMF’ye borcumuz 23,5 milyar dolardı.” demiş, 13 Aralık 2010’da yaptığı konuşmada ise borcumuzun 26,5 milyar dolar olarak alındığını söylemiş. Kendisine haksızlık etmeyeyim, Nobel Ekonomi Ödülü’ne aday gösterilmelidir bence. Millî gelir hesaplama yöntemlerini bir gecede değiştirerek her Türk vatandaşına 2.354 dolar para kazandıran bir Başbakan  yalnızca bizde vardır.

Şimdi, sizlere memleketten insan manzaraları sunmaya devam edeceğim:

Nevşehir’in Kozaklı Akpınar köyünün sekiz aydır suyu elektrik borcu yüzünden akmıyor.

Şırnak’ta öğrenciler mum ışığında KPSS’ye girdiler. Ardahan’da öğrenciler at arabasıyla taşımalı eğitim görüyorlar.

Kocaeli Büyükşehir Belediyesinde, engelli bir çocuğuna saçını süpürge eden anneyi önce “yılın annesi” seçtiler, daha sonra sendika değiştirmediği gerekçesiyle 10 kez sürgün ettiler.

Sayın Başbakan on altı yaşında idam edilen Erdal Eren için gözyaşı döktü, ağladı ama AKP’li Esenyurt Belediyesi, Erdal Eren’i anma gecesi için salon vermedi.

Meydanlarda “Kenan Evren’i yargılayacağız.” dediniz ama maaşına zam yapmakta hiç tereddüt etmediniz.

“Özürlülere pozitif ayrımcılık.” dediniz ama Başbakanlık müşaviri bir kişi, yanında yardımcısı olmadığı gerekçesiyle uçağa binemedi.

Yozgat’ta otuz günden fazla rapor aldı diye sözleşmeli öğretmen Metin Kurtçu’yu ölüme terk ettiniz.

“Doktor sayımız yetersiz, dışardan doktor getireceğiz.” diyen bir Sağlık Bakanı.

“Hayvan sayımız yetersiz, dışarıdan hayvan getireceğiz.” diyen bir Tarım Bakanı.

Bir buçuk yılda kırk dört ülkeye yetmiş bir ziyaret yapmakla övünen bir Devlet Bakanı.

Eğitimin farklı iki tanımını dahi yapamayan bir Millî Eğitim Bakanı.

Yumurta atan öğrenciden siyah ceketinin sol omzu kirlendiği için davacı olan Vakko bayisi Devlet Bakanı.

Bugünlerde, geçmişte düğünlerde “amcasından bir bilezik, halasından bir tencere” diye hediyeler dağıtılırken, artık Bursa’daki seçimlerde “Bakanımdan bir greyder” tartışmalarına geldik.

“Sıfır sorun yapacağız.” deyip elde var sıfır yapan bir hayalci Dışişleri Bakanı.

SONER AKSOY (Kütahya) – İktidara gelemeyen bir CHP.

MUHARREM İNCE (Devamla) – Milleti gelişmişlikte 83’üncü, kendisi 2’nci olan bir Başbakan.

Lübnan’da katile “katil” deyip Bağdat’ta dili tutulan bir Başbakan.

SONER AKSOY (Kütahya) – Yaşa!

MUHARREM İNCE (Devamla) – Dünyanın en pahalı benzinini tükettiren bir Başbakan.

“Sesimizi sadece millet keser.” deyip milletin sesini polis copuyla kesen bir Başbakan.

Telekom’u Lübnanlıya sattıktan sonra sultan gibi karşılanan bir Başbakan.

İngiliz viski şirketlerinin 500 milyon dolarlık borcunu affedip Çayyolu’nda içkili mekân bastıran bir Başbakan.

AHMET YENİ (Samsun) – Siz bütçeden anlamaz mısınız, bütçeden?

MUHARREM İNCE (Devamla) – Bir yakasında Kaddafi’nin İnsan Hakları Ödülü, öbür yakasında Yahudi Cesaret Ödülü, boynunda İslam’a Hizmet Ödülü’nü taşıyan bir Başbakan. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET YENİ (Samsun) – Bütçeyle ilgili bir sözünüz yok mu, bütçeyle?

MUHARREM İNCE (Devamla) – “Yargıç devletine son.” deyip kadı devletini kuran bir Başbakan.

Taksimetrede bile gece tarifesi yokken, sağlıkta gece tarifesi başlatan bir Başbakan.

167 ülke arasında ülkesini demokrasi liginde 89’uncu sıraya gerileten bir Başbakan.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Yüzde 48 oy alan AK PARTİ, onu da söyle.

MUHARREM İNCE (Devamla) – Ardahan’da çiftçinin tezeğine icra gelmesini seyreden bir Başbakan.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Yüzde 58 “Evet.” veren bir millet, onu da söyle.

MUHARREM İNCE (Devamla) – DGM’leri kaldırıp acımasız yargılama usullerini özel yetkili mahkemeler eliyle sürdüren bir Başbakan.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Kırk senedir iktidara gelemeyen CHP.

MUHARREM İNCE (Devamla) – Hak arayanların, Tekel işçilerinin, öğrencilerin, öğretmenlerin seyahat özgürlüğünü engelleyen bir Başbakan.

Yumurtadan Ergenekon çıkaran bir Başbakan.

Dumansız hava sahasında bir numara, yalansız hava sahasında son numara bir Başbakan. (CHP sıralarından alkışlar)

Kendi yurttaşlarını ABD ilaç şirketlerine kobay olarak kullandıran bir Başbakan.

Cari açıkta, borç stokunda, protestolu senetle karşılıksız çek sayısında, bütçe açığında rekor kıran bir Başbakan.

Şehir merkezindeki değerli arsaları olan okulları satmak için kanun çıkaran bir Başbakan.

“Benden taraf olmayanı bertaraf ederim.” diyen bir Başbakan.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Boş konuşan bir Muharrem İnce.

MUHARREM İNCE (Devamla) – Polis copunu hükûmet etme biçimi hâline getiren bir Başbakan.

İsrail ormanları için yangın söndürme uçağı bulup Haydarpaşa Garı için bulamayan bir Başbakan.

Camdan konuşunca kültürlü, candan konuşunca küfürlü bir Başbakan.

AHMET KOCA (Afyonkarahisar) – Kamer Genç ne söyledi? Senin partinin milletvekili söyledi.

AHMET YENİ (Samsun) – Kamer Genç söyledi.

MUHARREM İNCE (Devamla) - İhale mevzuatını sekiz yılda 23 defa değiştiren bir Başbakan.

“Polis İmdat” hattını kaldırıp “imdat polis” hattını kuran bir Başbakan.

AKP Programı’nda, asgari ücretten kademeli olarak vergileri azaltacağınızı söylediniz. Bunu yapmadınız ama Telekom’u sattıktan sonra kurumlar vergisini azalttınız. Zümrütte, yakutta, elmasta vergiyi kaldırdınız. Benzin istasyonlarını vergi dairesine dönüştürdünüz, verginin vergisini aldınız.

Devletin kodlarıyla oynadınız. “Devlet adamlığı” kavramını yerle bir ettiniz. Valileri kamyonun şoför mahalline oturtup kömürcü yaptınız. Görevden alınan valiler de “Her genç kızın başına gelebilir bunlar.” dedi. Devletin geleneklerini yok ettiniz. Devlet adamlığı ciddiyetini ortadan kaldırdınız.

Bu milletin, doksan yıl önce birlik ve beraberliğini kuran bu milletin sekiz yılda birbirine düşmesine sebep oldunuz.

İmralı’ya gündem belirleten, tarikatlarla koalisyon kurup Bakanlar Kurulunu paylaştıran bir Hükûmet oldunuz.

Devletin valisine, müsteşarına, bakanına “Benim bakanım”, Benim valim” deyip Apo’yla görüşme konusunda “Ben görüşmedim, devlet görüştü.” dediniz ve siz, sayın milletvekilleri, bu Bakanlar Kurulunu, Başbakanı aklayan paklayan sayın milletvekilleri, Kâbe’de, Mekke’de tavaf ederken Mecliste oy kullanma becerisini gösteren sayın evliyalar, siz de bunlara seyirci kaldınız. (CHP sıralarından alkışlar)

Bu kürsüden defalarca rahmetli Adnan Menderes’ten söz ettiniz, onun takipçisi olduğunu söylediniz ama onun hatırasına en büyük saygısızlığı siz yaptınız. Oğluna “Ben siyasette olduğum sürece ticaretle uğraşamazsın.” diyen rahmetli Menderes’le sizin aranızdaki benzerliği Allah aşkına söyleyiniz!

Değerli milletvekilleri, sekiz yıldır bu ülkenin hangi temel sorununu çözdünüz? Kıbrıs sorununu mu çözdünüz? Terörü mü bitirdiniz? AB’ye mi girdik? İşsizliği mi çözdünüz? Eğitimin niteliğini mi yükselttiniz? Gelir ve vergi adaletini mi çözdünüz? Çiftçinin yüzü gülmeye mi başladı? Emekliler daha mı rahat yaşıyor? Bunların hiç birini yapamadınız.

AHMET YENİ (Samsun) – Nerede yaşıyorsun?

MUHARREM İNCE (Devamla) - “Ergenekon” dediniz, her yere kondunuz; rektörlerin başına kondunuz, yargıçların başına kondunuz, askerlerin başına kondunuz, savcıların başına kondunuz, gazetecilerin başına kondunuz, düşünen, yazan, size muhalif herkesin başına kondunuz, bir tek Deniz Fenerine konamadınız. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, devleti ele geçirebilir, yasaları değiştirebilir, hak arayanların sırtına cop indirebilir, kendine hizmet edecek Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Anayasa Mahkemesi kurabilirsiniz ama Türkiye'nin direnen tek kalesi Cumhuriyet Halk Partisini susturamayacaksınız. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

AHMET YENİ (Samsun) - Millet susturdu sizi, millet.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) - Ders almıyorsunuz.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Ben, bu kürsüden diyorum ki:

Ey halkım!

Hastalık yayılıyor,

Pas demiri yiyor,

Yüreklerin kulakları sağır,

Hava kurşun gibi ağır.

Bağır bağır bağırıyorum, sizi, hepinizi, AKP’den hesap sormaya çağırıyorum. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Son olarak FATİH Projesi’ni başlatan Hükûmete, bir öğretmen olarak birkaç proje öneriyorum. Eğitimde FATİH Projesi’nden sonra, ben size bir “ÖMER projesi” öneriyorum: “Öğretmenlerin maaşlarını ele güne muhtaç etmeyecek rakama yükseltme projesi.” Baş harflerine bakarsanız ÖMER projesidir.

Bir projem daha var size “ORHAN projesi: Ortalık rezalet, hani adaletin nerede projesi.”

AHMET KOCA (Afyonkarahisar) - Çok mu düşündün bunları?

MUHARREM İNCE (Devamla) - Size bir projem daha var, “YAVUZ projesi: Yalanı, avantayı, vurgunu, zalimliği yok etme projesi.”

Bakın, bir projem daha var -bunu gerçi yakından bilirsiniz- “VAHDET projesi: Vatanı, Atatürkçülüğü, hürriyeti derdest etme teknikleri projesi.” (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Madem bir dakikam kaldı... Her bütçe konuşmasında Sayın Başbakan  “3 koyun güdemeyenler” diye CHP’yi eleştiriyor. Şimdi, Sayın Başbakana cevap veriyorum:

1) Koyun gütmek marifet değildir, keçi gütmek marifettir. Koyun gütmek kolaydır, keçi gütmek zordur; bu bir.

AHMET YENİ (Samsun) – Keçi gütmeye devam et sen, Yalova’da keçi gütmeye devam et.

MUHARREM İNCE (Devamla) – 2) Memlekette güdülecek koyun mu kaldı? Bu memleketin koyunları Uruguay’dan, Paraguay’dan gelir oldu. Memlekette koyunları yok ettiniz.

Sayın Başbakana diyorum ki: Önce şuna bir baksın yani keçi gütmek ile koyun gütmek arasındaki farkı bir öğrensin. Sonra da, memlekette koyun kaldı mı, bu koyunlar nereye gitti, hangi hayvancılık politikasıyla bu memleketi bu hâle getirdim? Bir de buna baksın.

Hepinize çok teşekkür ediyorum. Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET YENİ (Samsun) – Hep boş konuştun, zamanı boşa harcadın.

MUHARREM İNCE (Devamla) – Bunu da size, AKP’li belediyelere kapak olsun diye gönderiyorum. Bakın, öğrenci polisi nasıl da dövüyor görüyor musunuz? İleri demokrasi anıtı bu! (CHP sıralarından alkışlar)

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Okulda da fıkra anlatıyordun sen okulda.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Mizah dergisi kur sen bir tane mizah dergisi Sayın İnce.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına bütçe üzerindeki görüşmeler tamamlandı.

Şimdi, AK PARTİ Grubu adına Giresun Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Nurettin Canikli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Canikli, buyurun efendim.

Süreniz altmış dakikadır.

AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 2011 yılı merkezî yönetim bütçesi üzerinde AK PARTİ Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bugün AK PARTİ hükûmetlerinin dokuzuncu bütçesinin kapanış konuşmalarını yapıyoruz. Öncelikle bütçenin hazırlanmasında emeği geçen herkese, bürokrasiden komisyondaki çalışan arkadaşlara, grubu bulunan tüm siyasi partilere, içeride ve dışarıda katkı sağlayan herkese şükranlarımı arz ediyorum.

Tabii, bütçeler gerçekten önemli metinler. Hükûmetler somut olarak bütçeleriyle konuşur. Bir arenadır bütçe görüşmeleri. Her şey burada tartışılır, bir yılın muhasebesi burada yapılır, geleceğe ilişkin projeksiyonlar burada netleştirilir. Biz, bütçe görüşmelerine bu çerçevede bakıyoruz, bu çerçevede değerlendiriliyoruz. Elbette, bütçe, aynı zamanda, ağırlıklı ekonomi yönetimi olmak üzere, geçmiş tüm hükûmet icraatlarının masaya yatırıldığı, irdelendiği bir ortam olması gerekir.

Bu açıdan bakıldığında belki şu soruyla başlamak gerekir: Bir hükûmetin özellikle ekonomi yönetiminde başarılı olup olmadığını nasıl ölçersiniz? Objektif olarak, burada, şu anda işbaşında olan AK PARTİ hükûmetlerinin, gerçekten, öncelikle 2010 yılında ve genelde, iktidarda kaldıkları dönem içerisinde, ekonomide ne yaptılar ya da ekonomide yaptıklarını biz nasıl ölçeriz, başarılı olup olmadıklarını nasıl ortaya koyarız, bu sorunun cevabının verilmesi gerekiyor, objektif olarak verilmesi gerekiyor. Tamamen siyasi birtakım kaygılardan, birtakım anlayışlardan ari bir yaklaşımla bu sorunun cevaplandırılması gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, ekonomide iki tane temel hedef vardır: Bir tanesi daha çok mal ve hizmet üreteceksiniz, ekonomiyi büyüteceksiniz ve ikinci hedef de buna bağlı, bundan ayrılamayan bir hedef, gelir dağılımını düzelteceksiniz. Yani millî gelir artabilir, ülkedeki, ekonomideki mal ve hizmetler artabilir, çoğalabilir ancak bunun dağıtımın da bütün toplum kesimi, bütün toplum katmanları arasında dengeli dağıtılması gerekir. Dolayısıyla, ekonominin performansı, ekonomi yönetiminin performansı ölçülürken bu iki kriterden başlamak gerekir, bu iki kriterin hangi ölçüde yerine getirilip getirilmediğine bakılması gerekir.

İsterseniz, önce birincisinden başlayalım. Temel hedef yani ekonominin büyütülmesi, refah seviyesinin yükseltilmesi, daha çok mal ve hizmet üretilmesi. Aklınıza gelen her türlü mal, yani otomobilden tutun gıdaya kadar, hububat ürünlerine kadar ve hizmete kadar her şey bu kapsama girer. Biz bunu ekonomide millî gelir kavramlarıyla ölçüyoruz yani bir ülkede belli bir dönemde üretilen tüm mal ve hizmetlerin toplamını gayrisafi yurt içi hasılayla ölçüyoruz.

En saf hâliyle, hiç çok detaya girmeden, ayrıntıya meydan vermeden, kafa karışıklığına yol açmadan, çok net olarak, 2002 yılında, yani bizden önce bir yılda üretilen mal ve hizmetin toplamı -kur dalgalanmalarını da bertaraf edecek tarzda, TL olarak, nominal TL olarak konuşuyorum- bir yılda üretilen mal ve hizmetin değeri 2002 yılında 350 milyar lira değerli arkadaşlar, 350 milyar lira. Çok net bir kavram, hiç kimsenin de itirazı olamaz.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – 480 milyar…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – 2010 yılında, yine aynı rakamla, üretilen mal ve hizmetin toplamı 1 trilyon 100 milyar lira, 2010 yılında yani 350 milyar liradan 2010 yılında 1 trilyon 100 milyar liraya çıkmış. Yüzde olarak ifade ettiğimizde artış yüzdesi yüzde 214’tür değerli arkadaşlar. Tabii, bu tek başına bir anlam ifade etmeyebilir. Bunun ne anlama geldiğini algılayabilmek için bir şeylerle karşılaştırmak gerekir. İlk karşılaştırılması gereken rakam nedir? Enflasyon rakamı.

Gerçek, reel büyümeyi kavrayabilmemiz için, yakalayabilmemiz için enflasyonla karşılaştırmamız gerekir. Yine bu sekiz yıllık döneme baktığınız zaman kümüle enflasyon, üst üste enflasyon fiyat artışı yüzde 107 civarında. Millî gelir artışı ne kadar? Yüzde 214 değerli arkadaşlar yani enflasyonun çok çok üzerinde bir millî gelir artışı söz konusu, bir üretim artışı söz konusu. Bunu ister dolar rakamlarıyla alın ister kişi başı millî gelir rakamlarıyla alın, hangi ölçüyü kullanırsanız kullanın, hangi kriteri kullanırsanız kullanın. Dolar bazında aldığınız zaman, 2002 yılında ülkede üretilen tüm mal ve hizmetlerin toplamı 230 milyar dolar değerli arkadaşlar. 2010 yılı sonu itibarıyla beklenen üretim miktarı dolar bazında 740 milyar dolar. Yani son sekiz yılda dolar bazında 2 katından daha fazla bir artış meydana gelmiş üretilen mal ve hizmetlerde. Kişi başı millî gelir rakamlarına baktığınız zaman da aynı sonuca ulaşırsınız. Bu rakamlara baktığınızda, 2002 yılında 3.300 dolar civarında kişi başına düşen millî gelir, 2010 yılında en az 10 bin dolar.

Biliyorsunuz, millî gelir hesaplama yöntemleri değiştirildi. Bu itibarla, rakamlarda birtakım oynamalar meydana geldi. Bu değişiklikler, önceki eski seriyi dikkate aldığınızda hiçbir tadilata yol açmadan, yani 2002’de hangi kriterler kullanılıyorsa aynı kriterleri kullanarak hesap ettiğinizde 2010 kişi başı millî gelir rakamında 10 bin dolara ulaşırsınız. İster alttan alın ister yandan alın, ister yan yana toplayın ister üst üste toplayın -ki, muhalefete mensup arkadaşlarımız da bunu itiraf ettiler, ifade ettiler daha doğrusu, ortaya koydular- son sekiz yılda Türkiye, gerçekten çok büyük bir oranda büyüdü. Çok büyük oranda mal ve hizmet üretir hâle geldi. Bu kesin, buna hiç kimsenin bir itirazı yok.

Şimdi, itiraz şu değerli arkadaşlar: Tamam üretim artışı var, üretim artışı var.

Bir de şuna bakalım ona geçmeden önce, yani fiktif mi, değil mi tartışmaları var. Üretim artışı var ama fiktif, reel değil, ithalata dayalı. Üretilen bir şey yok, dışarıdan geliyor ve ithalatın beslediği bir üretim artışı. En çok itiraz bu, hatırlarsınız.

Gerçekten öyle mi? Buna bir bakmamız lazım: Buna bakabilmemiz için  de bazı önemli üretim kalemlerine göz atmamız gerekiyor değerli arkadaşlar. Yani işte, beyaz eşyadan tutun da üretilen otomobillere kadar, dairelere kadar Türkiye’deki durum nedir onları bir değerlendirmemiz lazım, gözden geçirmemiz lazım. Rakamlara baktığımızda üretim artışı ortada. Bunu hiç kimse inkar edemiyor, kabul ediyor ve dünyada baktığımızda -gündeme geldi- Çin’i dışarıda bıraktığınız zaman, Çin’i ve Hindistan’ı -ki, onların özel durumları var- Türkiye’deki son sekiz yılda millî gelir artışı dünya ortalamasının bir hayli üzerinde. 4,5 rakamını yani dünyadaki tüm yıllık ortalama millî gelir artışını, Çin’i dışarıda bıraktığınız zaman, 3,5’a düşer.

Çin’de üretim artışı olması son derece doğal çünkü Çin’de kişi başına düşen millî gelir 3 bin dolar civarındadır değerli arkadaşlar, yani satın alma gücü paritesi itibarıyla 3 bin dolar civarındadır, bizdeki 15 bin dolar. Marjinal tüketim eğilimi yüksek olduğu için Çin ve Hindistan büyümek zorundadır. Ne yaparsa yapsın, büyümek istemese bile büyümek zorundadır çünkü piyasaya aktarılan her türlü satın alma gücü büyümeyi tahrik eder, teşvik eder ama diğer ülkeler için geçerli değil, ayrıntıya girmeyeceğim.

Şimdi, üretim fiktif midir buna bakalım, buna bakmamız lazım. Çok rakamlara boğmayacağım değerli arkadaşlar ama millî gelir içerisinde önemli paya sahip bazı kalemlerde ne kadar üretim varmış, kaça çıkmış bunları görmemiz lazım.

Bakın, 2002 yılında üretilen buzdolabı sayısı 3,3 milyon iken 5,5 milyona  çıkmış 2009 yılında.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Geçen sene de aynı şeyleri söyledin. Ezberlemişsin onları, ezberlemiş!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Çamaşır makinesi, 1,6 milyon iken 4,8 milyona çıkmış. Bulaşık makinesi 345 bin adet üretilmiş 2002 yılında, 2009 yılında 2,3 milyon üretilmiş. Artış oranı -bir yılda, hepsi bir yılda- yüzde 260. Fırın: 1,3 milyon fırın üretilmiş, 2009 yılında 2,7 milyon fırın üretilmiş.

Gıda maddelerine, gıda ürünlerine geçelim. En çok kullanılan, süt: 2002 yılında üretilen süt miktarı 8,4 milyon litre değerli arkadaşlar, 2009 yılında 12,5 milyon litre. Peynir: 3,3 milyon tondan 5 milyon tona çıkmış.

2002 yılında alınan yapı ruhsat sayısı sadece 43 bin adet iken bu rakam 2009 yılında 92 bin adede çıkmış.

19,5 milyon ton buğday üretilmiş 2002 yılında, 2009 yılında bu rakam 20 milyon 600 bin tona çıkmış. Tahıl: Toplam tahıl olarak 30 milyon ton tahıl üretilmiş 2002 yılında, 2009 yılında üretilen tahıl toplamı 33,5 milyon. Mısır: 2 milyon 100 bin, 4 milyon 250 bin ve bu şekilde devam ediyor.

Düşen yok mu? Düşen de var. Bakın, kırmızı ette, istisnai olarak kırmızı et üretiminde yüzde 1,9’luk bir azalma var değerli arkadaşlar yani 2002’ye göre 2009 yılında 1,9’luk azalma var. Onun dışındaki hemen hemen tüm ürünlerde, tarım ürünleri dâhil olmak üzere, gıda, aklınıza hangi ürün geliyorsa, çok ciddi anlamda reel artışlar söz konusu.

Bakın, daire üretiminde: 2002 yılında bir yılda toplam üretilen daire sayısı, konut sayısı 161 bin adet iken 2009’da 518 bin adede çıkmış değerli arkadaşlar.

6 bin kilometre yol yapılırken 2002’ye kadar, son sekiz yılda 12 bin kilometre duble yol yapılmıştır. Otomobil üretimi: 2002 yılında üretilen otomobil 259 binden 752 bin adede çıkmıştır.

Değerli arkadaşlar, eğer üretim artışı fiktifse, reel değilse, bu buzdolabındaki artışı, daire sayısındaki artışı, otomobil sayısındaki artışı nasıl izah edeceksiniz? Bunları nereye koyacaksınız? Bunlar reel değil mi, fiziki değil mi? Üretim artışı reeldir, üretim artışı gerçektir; daire sayısının 100 binden 500 bine çıkması kadar gerçek ve reeldir değerli arkadaşlar, otomobil üretiminin 259 binden 750 bine çıkması kadar reel ve gerçek; hangi açıdan bakarsanız bakın üretim reeldir.

Tüketim rakamlarına… Şu soru gelebilir: Türkiye üretmiş ama bunları biz mi tüketmişiz? Aynı şey tüketim rakamları için de geçerli, zaman kazanmak amacıyla bunlara girmiyorum.

Bir başka açıdan test edelim, gerçekten büyüme reel mi değil mi. Büyüme olabilmesi için yatırım olması gerek. Öyle değil mi arkadaşlar? Yatırım olmadan büyüme olmaz, yatırım olmadan üretim olmaz. Yatırım olabilmesi için de yatırıma harcama yapılması gerekir, yatırıma kaynak ayrılması gerekir, kaynak aktarılması gerekir. Aynı şekilde, yatırım harcama rakamlarına baktığımızda 2002 yılında, bir yılda, özel sektör ve kamu sektörü toplamı 60 milyar lira yatırım için para ayırırken, harcama yaparken, toplam olarak ekonomideki yatırım için, üretim için ayrılan kaynağın toplamı 60 milyar lira, 2010 yılında bu rakam 207 milyar lira değerli arkadaşlar yani 207 katrilyon lira; toplam artış yüzde 245. Demek ki yatırım harcaması var, üretim var ve bu üretim gerçek, bu üretim reel; ister rakamlar itibarıyla bakın, ister harcamalar itibarıyla bakın, ister yatırım harcamaları itibarıyla bakın, hangi açıdan bakarsanız bakın üretim gerçek.

Son bir rakam verip bu konuyu kapatacağım değerli arkadaşlar. Sanayi üretim endeksi: Yine, üretimin fiktif olup olmadığını gösteren en önemli rakamlardan bir tanesi de sanayi üretim endeksi. Sanayi üretim endeksi son ekim ayında tarihinin en yüksek seviyesine ulaştı. Bugüne kadar, cumhuriyet tarihinde ulaşılan en yüksek seviyeye ulaştı, 128,9 seviyesiyle. Bütün bunları bir arada değerlendirdiğinizde bir ekonomi yönetiminden beklenen birinci görev son sekiz yılda AK PARTİ hükûmetleri ve ekonomi yönetimleri tarafından başarıyla gerçekleştirilmiştir yani refah artışı sağlanmıştır, üretim artışı sağlanmıştır ve millî gelir büyümüştür.

Şimdi, ikinci konuya girmemiz gerekir. Yani millî gelir artışı var, mal ve hizmetler üretiliyor, ancak bunlar adil dağıtılıyor mu? Çünkü en çok tartışılan konulardan bir tanesi de bu değerli arkadaşlar. Bilerek konuşuluyor, bilerek konuşulmuyor. İktisatta rakamlar vardır, bir de masallar vardır; ekonomide bir rakamlar vardır, bir de masallar vardır. Eğer rakamla konuşmuyorsanız anlattıklarınız masaldır değerli arkadaşlar. Biz rakamlarla konuşuyoruz ama bol miktarda buradan masal dinliyorsunuz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, üretim artışı var ama bakalım gerçekten dağılımda durum nedir? Yani ikinci görev de bu, üretim artışının toplumun tüm katmanlarına, tüm kesimlerine adil olarak dağıtılması gerekir. Yine burada da bunların izlendiği rakamlar var, TÜİK’in yayınladığı herkesin elinde olan rakamlar var.

2002 yılında, toplumun en zengin yüzde 20’sinin, en çok pay alan yüzde 20’nin, en zengin yüzde 20’nin millî gelirden aldığı pay değerli arkadaşlar, düşüyor; en fakir yüzde 20’nin aldığı pay da artıyor. Bunlara bakalım: En zengin yüzde 20’nin millî gelirden aldığı pay 2002 yılında yüzde 50,1 iken, yani toplumun nüfus olarak en zengin yüzde 20’si, biraz önce bahsettiğimiz üretilen tüm o mal ve hizmetlerin yüzde 50,1’ini almış. Bir dengesizlik olduğu tartışmasız ortada. 2008 -en son rakamlar 2008 rakamları- yılına gelindiğinde bu rakam yüzde 46,7’ye gerilemiş. Yani, zenginin, en çok zenginin, en çok yüzde 20 paya sahip olan zenginin millî gelirden aldığı pay yüzde 50,1’den 46,7’ye iniyor. Bu değerlendirmenin, bu rakamların anlamlı olabilmesi için en yoksul kesimin aldığı payda da ters bir gelişme olması gerekir ki o zaman bir anlam ifade etsin. Ona bakalım, fakirin durumu nedir; zenginin payı azalıyor, fakirin durumu nedir. En fakir yüzde 20’nin millî gelirden, üretimden aldığı pay 2002 yılında yüzde 5,3 iken yüzde 5,8’e çıkmış 2008 yılında değerli arkadaşlar. 5,3’ten 5,8’e çıkmış.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Ne kadar çok şey başarmışsınız, helal olsun! Korkunç bir şey yapmışsınız!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bunlar kesin rakamlar. Bakın, bu kırsalda çok daha net. Kırsalda yaşayan en fakir yüzde 20’nin, en fakir yüzde 20 kesimin 2002’de aldığı pay yüzde 5,2’den 2008’de yüzde 6,5’a çıkmış değerli arkadaşlar. Yani, muhalefete mensup arkadaşlarımızın, kırsal kesimde yaşayan tarım kesimine ilişkin yaptığı yorumların yanlışlığı çok net olarak bu rakamlarla ortaya konmuş oluyor.

Daha çarpıcı şu: 2002 yılında en zengin ile en fakir arasındaki gelir farkı 9,5 katmış. En zengin ile en fakir vatandaşımız arasındaki makas 9,5 kat iken bu 2008’de 8,1’e düşmüş değerli arkadaşlar. Burada altının çizilmesi gereken nokta şu: 2003 yılına kadar bu denge sürekli bozulmuş, hep bozularak gelmiş. Bozulan trend 2003 yılında durdurulmuş, sonra iyileşmeye başlamış.

Yine, kesintisiz bir şekilde, hemen hemen istisnai bir yıl hariç, onun dışında sürekli olarak bu tablo bu şekilde gidiyor. Yani zaman zaman arızi durumlar ortaya çıkabilir, önemli olan bir trendin ortaya konulması gerekir. Yani bu değişim, yani gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi çizgisi, düz bir çizgi, kesintisiz bir çizgi olarak yürütülüyorsa anlamlıdır. Zaman zaman tesadüfi olarak ortaya çıkmış rakamlardan bahsediyorsak, o zaman bir anlam ifade etmez. Bu açıdan bakıldığında da, kesinlikle istikrarlı bir şekilde gelir dağılımı düzeliyor, buna hiç kimsenin bir itirazı olamaz değerli arkadaşlar. Zaten çıkıp da söyleyemiyorlar arkadaşlar, yani “Gelir dağılımı bozuluyor, gelir dağılımı daha da bozuk hâle geldi.” kimse diyemiyor ama biz buradan, çok net olarak ve gurur duyarak AK PARTİ hükûmetlerinin uyguladıkları ekonomi politikalarının sonucu olarak gururla söylüyoruz ki, adaletsiz gelir dağılımı düzelmeye başladı ve devam ediyor değerli arkadaşlar. Ha, şunu söylemiyoruz: Sorun çözüldü, gelir dağılımındaki adaletsizlik tamamen ortadan kaldırıldı demiyoruz; bu, önemli bir zaman gerektirecek çok ciddi bir problemdir, ama şunu söylüyoruz: İyiye gidiş başlamıştır, 2003 yılından itibaren kesintisiz bir şekilde devam ediyor ve bu süreç devam edecek. O yüzden diyoruz her zaman, daha çok yapacak işi var AK PARTİ hükûmetlerinin değerli arkadaşlarım.

Biraz önce söylediğim gelir dağılımına ilişkin rakamları bir iki rakamla da teyit etmek, pekiştirmek istiyorum.

Şimdi bakın, 2002 yılında toplam Türkiye nüfusunun yüzde 26’sı fakir kavramı içerisinde değerlendirilmiş TÜİK’in yaptığı çalışmalara göre. Yüzde 26’sı fakir. Ne zaman? 2002 yılında. 2008 yılına geldiğimizde değerli arkadaşlarım, bu rakam yüzde 17’lere kadar gerilemiş. Yüzde 17,1’e düşmüş. Bunun sayısal karşılığı nedir biliyor musunuz? 6 milyon kişidir. Yani son 2002’yle 2008 arasında fakirlerin sayısında 6 milyon kişi azalmıştır. Çok net, tartışmasız bir rakam. Hani hep söylüyorlar ya; “Siz fakirlere balık tutmayı öğretmiyorsunuz, onlara sadece sosyal yardım çerçevesinde kömür dağıtıyorsunuz, malzeme dağıtıyorsunuz.” Hayır, onu yapacağız, yapıyoruz, onu yaparken, diğer taraftan da balık tutmasını öğretiyoruz değerli arkadaşlar. Balık tutmasını öğretmemiş olsaydık, son altı yılda, yani 2002-2008 arasında fakirlerin sayısında 6 milyonluk bir azalma meydana gelebilir miydi? Gelemezdi. Bunun çok somut örneğidir, çok somut göstergesidir.

Son olarak şunu söyleyeyim bu konuda: Yine uluslararası kullanılan bir kriter, “Günlük elde edilen gelir 4,3 doların altındaki insan sayısı.” Bu da önemli kriterlerden bir tanesidir, hem gelir dağılımı açısından hem de fakirlik açısından. “4,3 doların altında gelir elde eden kişi sayısı.”, bu da önemli kriterlerden bir tanesidir. Buna baktığınızda, 2002’de nüfusun yüzde 30’u 4,3 doların altında, bir günde, gelir elde ederken, bu oran 2008’de yüzde 6’ya düşmüş değerli arkadaşlar yani günlük 4,3 dolar gelir elde eden kişi sayısı 2002’de 21 milyon iken, bu sayı 2008’de 4,8 milyona düşmüştür. Bu gelişmeyi görmemek mümkün mü, bu rakamları görmemek mümkün mü değerli arkadaşlar?

Şimdi, bu noktada sorulması gereken soru şu: Bunlar nasıl gerçekleştirildi? Tamam, rakamlarını anladık, ortaya konuldu, millî gelir büyüyor, ekonomi büyüyor, gelir dağılımı düzeliyor, adaletsizlik gideriliyor, zenginin aldığı pay azalırken fakirinki artıyor ama bu nasıl oldu? Bunu ortaya koyabilmek için bütçe rakamlarına bakmamız lazım, 2002 ve 2011 rakamları. Biraz önceki konuşmalarda ifade edildi, her yıl bütçe yoluyla millî gelirin yaklaşık yüzde 28’i toplanır, yeniden harmanlanır ve dağıtılır hükûmetler tarafından. Dolayısıyla, bu rakamları etkileme kabiliyetine sahiptir, yani gelir dağılımı rakamlarını ve diğer göstergeleri bütçe yoluyla hükûmetler etkileme imkânına sahiptir. Bunun finansmanı nasıl sağlandı ya da AK PARTİ hükûmetleri, AK PARTİ yönetimleri bunu nasıl gerçekleştirdi? Bu, önemli bir soru. Bunu herkesin bilmesi gerekiyor. Bu sorunun cevabını bulabilmek için 2002 ve 2011 bütçelerinde bazı ana kalemleri karşılaştırmak gerekir, ana kalemlere bakmak gerekir. Bunlardan en önemlilerden bir tanesi tahmin edebileceğiniz üzere faiz giderleri. 100 liralık bir bütçe düşünün, toplam harcama 100 lira, 2002 yılına baktığınızda bunun 43 lirası faiz ödemelerine aktarılıyor değerli arkadaşlar, 43 lirası hiç kimsenin dokunma imkânı olmadan doğrudan faiz ödemelerine aktarılıyor. 2011 bütçesinde bu rakam ne kadar biliyor musunuz? 15 lira, sadece 15 lira. Yani 2002 yılında faize aktarılan 100 lira üzerinden 43 lira 2011 bütçesinde 15 lira. Eğer şöyle olsaydı, şöyle bir varsayım yapalım: AK PARTİ hükûmetleri bütçe içerisindeki faizin oranını iyileştirmeyip kötüleştirmeseydi, aynı şekilde muhafaza etmiş olsaydı, aynı oran korunmuş olsaydı, şu anda 2011 bütçesinde 47,5 milyar lira olarak öngörülen faiz giderleri 120 milyar liranın üzerine çıkacaktı. Hiçbir kötüleşme de olmamış olsaydı, iyileşme de olmamış olsaydı, yani pay düşmemiş olsaydı, 2011 yılında ayrılan 47,5 milyar liralık faiz 2011 yılında 134 milyar lira olacaktı, 134 milyar lira. Bunun anlamı nedir biliyor musunuz? Sadece 2011 bütçesinde faiz giderlerinin bütçe içerisindeki payının azaltılması yoluyla elde edilen rakam 86,5 milyar lira, 86,5 katrilyon lira, sadece 2011 yılı için. Şimdi, kaynak konusu bugünlerde önemli, biraz sonra ayrıntılara gireceğiz, kaynak konusu önemli. Lütfen, bu rakamlar aklınızın bir yerinde not olarak kalsın arkadaşlar. Sadece 2011 yılında…

Geriye gittiğinizde, 2003 yılından 2010 yılına kadar bu şekilde elde edilen tasarruf ne kadar biliyor musunuz? Yani faiz giderlerinin azaltılması yoluyla elde edilen tasarruf 291 katrilyon lira, 291 milyar lira. AK PARTİ hükûmetlerinin, AK PARTİ yönetiminin bu şekilde elde ettiği, ortaya çıkardığı kaynak 291 milyar lira, katrilyon lira. Nereden sağlandı bu kaynak? Faiz giderlerinin azaltılması yoluyla. Bu nasıl gerçekleştirildi? Ekonomi yönetiminin, başarılı ekonomi yönetiminin faiz oranlarını düşürmesi neticesinde. Faiz oranları düşünce bütçe içerisindeki faiz ödemeleri de azaldı ve sonuç itibarıyla, 43 olan oran 15’e düştü, bir yıllık 134 milyar lira olan faiz gideri de 47,5 milyar liraya düştü. Bir yılda elde edilen tasarruf 86,4, son yedi yılda elde edilen 291 katrilyon lira. Bu kaynak konusu önemli.

Peki, bunlar nereye aktarıldı? Faizden bu kadar tasarruf elde edildi, faizden son 2010 yılı itibarıyla 291 katrilyon liralık bir kaynak oluşturuldu, ilave bir kaynak oluşturuldu. Bu nerelerde kullanıldı? Yani tabii, burada şu önemli: Faiz gelirini kim elde eder değerli arkadaşlar? Faiz gelirini sermaye sahibi elde eder. Parası olan faiz geliri elde eder. Yani bir bütçe düşünün, bir hükûmet düşünün, 100 liralık bütçenin 43 lirasını zenginlere, sermaye sahiplerine aktarıyor, parası olana aktarıyor, geriye kalan 57 lirayla da 73 milyon insana hizmet etmeye çalışıyor. Yani sayıları 300-400 bin civarında olan önemli bir kesim bütçeden 100 liranın 43 lirasını alıyor, geriye kalan 73 milyon kişiye de 57 lirayla hizmet etmeye çalışılıyor, diğer işler, diğer fonksiyonlar ifa edilmeye çalışılıyor değerli arkadaşlarım.

Tabii, böyle bir bütçe nedir? Böyle bir bütçe zengine hizmet eden bir bütçedir, sermayeye hizmet eden bir bütçedir. Hani konuşmamın başında söyledim, hükûmetler bütçeleriyle konuşur, meydanlardaki konuşmaların çok fazla bir anlamı yok, esas olan bütçedir. Siz bütçenin yarısını zengine aktaracaksınız, sermayeye aktaracaksınız, ondan sonra çıkıp emeklinin hakkından bahsedeceksiniz, çiftçinin hakkından bahsedeceksiniz. Bunun bir anlamı yok, inandırıcılığı yok. Hükûmet olduğunuzda bütçeden zengine ne kadar pay aktarıyorsunuz, fakire ne kadar aktarıyorsunuz, önemli olan budur. Bu rakamlara bakıldığında, 2002 öncesindeki hükûmetlerin önemli bir bölümü, değerli arkadaşlar, sınıfta kalmıştır. Biraz sonra ayrıntılı rakamlara gireceğim.

Peki, biz bu rakamları ne yaptık? Yani zenginden elde ettiğimiz, kestiğimiz, sermayeden elde ettiğimiz bu rakamları ne yaptık, nereye aktardık, şimdi ona bakalım. Bütçedeki personel giderlerinin payı yüzde 18’den 27’ye çıkmış, memura aktarmışız, memura. Sosyal güvenlik harcamalarına aktarılan pay 2002 yılında 9 iken 20’ye çıkarmışız. Sosyal güvenlik harcamalarından kim pay elde eder değerli arkadaşlar? Emekli, emekli; işçi emeklisi, memur emeklisi ve diğer emekliler, BAĞ-KUR emeklisi, SSK emeklisi. Sosyal güvenlik harcamalarından pay elde eden kesim bunlar. Ne kadar aktarmışız? 9 iken 20’ye çıkarmışız, 2 kattan daha fazla aktarmışız.

Onlar konuşuyor, biz yapıyoruz değerli arkadaşlar. Bu rakamlar önemli, meydanlarda istediğiniz kadar emeklinin dostu olduğunuzu söyleyin, istediğiniz kadar boş vaatlerde bulunun, onların bir anlamı yok, önemli olan bu rakamlar, bu ne, rakamlar ne diyor, onlar önemli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Devam edelim, bakın, mahallî idarelere 2002 yılında yüzde 6 aktarırken bütçenin payı 8’e çıkmış. Yatırımın payı 6,6’dan 8’e çıkmış. Mahallî idarelerin payı 6,6’dan 8,9’a çıkmış. Tarımın payı 1,5’tan 1,9’a çıkmış.

Bakın, tablo şu, değerli arkadaşlar: 2002’ye göre faiz geliri elde edenlerin payı azalırken, yani zengin kesimin, azınlıktaki sermaye sahibinin bütçeden aldığı pay inanılmaz bir şekilde azalırken, toplumun önemli bir kesimini oluşturan memur, emekli, çiftçinin payı artıyor, inanılmaz bir şekilde artıyor. Bütçe bu, görüntü bu. Dolayısıyla, siz çıkıp buradan istediğiniz kadar konuşun. AK PARTİ hükûmetleri ne yapmış? Zenginden almış, fakire vermiş. Aynen tablo bu. Nasıl yorumlarsanız yorumlayın. Ve bu ilk defa bu sene olmuyor. Hani bazı arkadaşlar diyorlar ki: “Efendim, neden hep 2002’yle karşılaştırıyorsunuz?” 2003’le karşılaştırın, 2004’le karşılaştırın, 2005’le… Zaten kendimizle yarışıyoruz, kendimizle yarışıyoruz şu anda. Bütün bu rakamlara baktığınızda görünen tablo bu.

Değerli arkadaşlar, şimdi tabii, biraz önce hani gelir dağılımının düzelmesinden bahsettik. Gelir dağılımı niye düzeliyor? Niye zenginin aldığı pay azalırken fakirin aldığı pay artıyor? İşte bu rakamlar, biraz önce söylediğim rakamlar. Çünkü biz bütçenin yapısını değiştirmişiz, AK PARTİ hükûmetleri bütçenin yapısını değiştirmiş; sermaye sahibine aktarılan parayı kısmış, diğer kesime aktarmış, o nedenle değişiyor. Yani hiçbir şey tesadüfî değil. Aslında bir tür otokontrol için söylüyorum bu rakamları, çek etmek amacıyla. Gerçekten büyüme var, refah artışı var, gelir dağılımında iyileşme var. Reel mi bu, gerçek mi, bu rakamlarla ortaya koyuyoruz.

Bakın, “bütçe içerisindeki sosyal yardımların payı” rakamlarına baktığımızda da çok net olarak aynı tabloyu görüyoruz. 2002 yılında bütçenin sadece yüzde 12’si sosyal amaçlı harcama kapsamında değerlendirilebilir, yüzde 12’si. 2011 bütçesinde bu oran yüzde 28 değerli arkadaşlar, yüzde 28; 2,5 kattan daha fazla veya 2,5 kat civarında. Bunlar önemli, çok ciddi reel artışlardır.

Şimdi, tabii son olarak bu çerçevede gelir dağılımındaki bu düzelmenin gerçek olduğunu göstermesi açısından toplumun yardıma muhtaç kesimleri, sosyal kesimlerine yapılan bir de aktarmalar var, onlara bakmamız lazım. Bu rakamlar, bakın, 2002 yılında sadece 1,1 milyar lira civarında. Yani toplumdaki özürlüler dâhil fakir insanlara, ihtiyaç sahibi insanlara, en alt gelir grubunda bulunan insanlara bir yılda bütçeden aktarılan para 2002 yılında sadece 1,1 milyar lira iken 2011 yılında 15,4 milyar liraya yani katrilyona çıkmış değerli arkadaşlar.

Bunlar içerisinde en ilginci, özürlü vatandaşlarımıza yapılan aktarmalar. Bakın, 2002 yılında özürlü vatandaşlarımıza yapılan eğitim ve evde bakım desteği rakamı ne kadar biliyor musunuz? Sıfır, hiç yok, bir kuruş para aktarılmamış. Şimdi, 2011 yılında aktarılacak rakam -sadece bu iki kalem- 3,2 katrilyon lira değerli arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

2002 yılından önce bu ülkede özürlü vatandaşımız yok muydu? AK PARTİ hükûmetleriyle beraber mi toplumun yüzde 9’u özürlü hâle geldi değerli arkadaşlar? Çıkıp konuşuyorsunuz, her yerde söylüyorsunuz. Neredeydiniz? 2003’ten önce özürlü vatandaşlarımızın eğitimi ve evde bakımıyla ilgili olarak, geçmişte hiçbir hükûmet bir kuruş para ayırmamış değerli arkadaşlar. Bu önemli bir adımdır, bakın, bu önemli bir anlayışı gösterir, bu diğerlerinden farkı ortaya koyar. Bunun not edilmesi gerekir, bunun hiçbir şekilde unutulmaması gerekir değerli arkadaşlarım.

Şimdi, tabii burada şu noktayı vurgulamak gerekiyor: Biraz önce de gündeme geldi, bütün bu artışlar, bütçeden harcamalar var, toplumun dar gelir gruplarına aktarılıyor, işte efendim… Peki, bunları daha somutlaştırdığımız zaman, yani memur ne kadar almış, öğretmen ne kadar almış, 2002-2010 karşılaştırması yaptığınız da da emekliler açısından aynı iyileştirmeleri orada görürsünüz.

Bakın, mesela en düşük memur maaşı 2002 yılında 392 lira iken şu anda kasım itibarıyla 1.300 liraya çıkmış, artış oranı yüzde 231. Net asgari ücret 184 liradan 594 liraya çıkmış, artış oranı yüzde 225. En düşük SSK emeklisinin maaşı da yüzde 180 artmış. En düşük BAĞ-KUR esnaf emeklisinin maaşı da yüzde 288 artmış; hepsi için geçerli değerli arkadaşlar. Çok fazla zaman almamak için bu rakamları geçiyorum.

Şimdi, biraz önce ortaya koymaya çalıştığım, ifade etmeye çalıştığım bütün bu başarılı ekonomi yönetiminin elindeki en temel kural, anahtar nedir biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Mali disiplin, bütçe disiplini. Bu çok önemli. Eğer bunu sağladığınız takdirde başarı zaten kendiliğinden gelir. Bugün dokuzuncu bütçeyi görüşüyoruz, geçmiş sekiz bütçenin hepsinde istisnasız buradan önerilen rakamlar tutturulmuştur yani hangi rakamlar konuşulmuşsa gerçekleşen rakamlar o olmuştur. Bütçe açığı azaltılmış, daraltılmıştır. Mali disiplin olmamış olsaydı, bütçede samimi uygulama olmamış olsaydı bu başarıların elde edilmesi mümkün olmazdı.

Bakın, değerli arkadaşlar, geçmiş yıllarda popülist yaklaşımlar çok oldu. Hatırlayın, yani uzun yıllar önce -on yıl önce, yirmi yıl önce- birçok lider, siyasi lider, parti başkanı insanların görüşünü etkilemek amacıyla, onların oylarını kendi siyasi düşüncelerine kanalize etmek amacıyla birçok vaatlerde, taahhütlerde bulunmuşlardı.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Cemil Çiçek de dâhil, orada oturuyor.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Hatırlayın, neredeyse seçimden önce pazar açılırdı, piyasa açılırdı, yani ben beş verdim, sen on verdin, ben en fazla verenden daha beş vereceğim… İki anahtardan tutun da aklınıza gelmez, inanılmaz vaatler, popülist yaklaşımlar olurdu değerli arkadaşlar. Son yıllarda, Türkiye siyasi yapısından popülist yaklaşımlar çıkmış gibi gözüküyordu. Hakikaten, son yıllarda, genelde siyasi partiler bu yönteme pek başvurmuyorlardı. Bu, bütün siyasi partiler için geçerli, bazı belki uç siyasi partiler dışarıda bırakılırsa… Mesela, geçtiğimiz siyaset döneminde bir Genç Parti vardı, inanılmaz birtakım taahhütler ortaya koymuştu. İnandırıcı değildi ama en azından böyle bir yöntemle bazı insanlarımızın kafasını karıştırabilmeyi başarmıştı, onu da söyleyeyim. Şimdi, yine, bir siyasi parti Sayın Genel Başkanı var, Sayın Haydar Baş -siyasi partinin ismini şu anda hatırlamıyorum- o da inanılmaz birtakım vaatlerde bulunuyor, belki bazı arkadaşlarımız okuyabilir. Bir de son günlerde ana muhalefetin Sayın Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun bazı açıklamaları bu yönden çok dikkat çekici değerli arkadaşlar, önemli çünkü hakikaten baktığınızda, peş peşe, her gittiği yerde, her gittiği ortamda birtakım vaatlerde bulunuyor. Bunların hepsinin bizde, burada örnekleri somut olarak nerede, ne konuşma yaptığı, hepsi var.

Şimdi, biz, tam, gerçekten, geçmişte çok büyük bedeller ödenmesine yol açan, ekonomik dengeleri allak bullak eden bu popülist yaklaşımların, bu popülist vaatlerin artık bir daha gündeme gelmeyeceğini düşünürken peş peşe Sayın Kılıçdaroğlu’nun yaptığı bu açıklamalar elbette dikkat çekici ve elbette bizim de bu konu üzerinde kafa yormamıza neden oldu. Bakın, biz de bir çalışma yaptık değerli arkadaşlar. Bu vaatler nedir, ne anlama gelir, rakamsal olarak ne anlama gelir? Bunlarla ilgili düşüncelerimi, kanaatlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Şimdi, Sayın Kılıçdaroğlu’nun birkaç yerde yaptığı konuşmaları ben size söyleyeyim. Olağan Kurultayda yaptığı bir konuşma var, Genel Başkan seçildiği Kurultayda Sayın Kılıçdaroğlu diyor ki mesela: “Emekliler intibak yasasını çıkaracağız.” 8/6/2010 tarihli grup konuşmasında diyor ki: “Çiftçiye her yıl 10 milyar lira vereceğiz. Mazottan ÖTV’yi kaldıracağız. Tarıma gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 1’inden fazlasını vereceğiz.” 23/11/2010 tarihinde yaptığı bir konuşma var, bir grup konuşması yine: “Öğretmenlere Öğretmenler Günü’nde 1 aylık ek maaş vereceğiz. Ortalama 2 bin liranın üzerine çıkaracağız öğretmenin maaşını. Ek ders ücretini 6,5 liradan 15 liraya çıkaracağız.” Yine, İSO Meclisinde yaptığı bir konuşma var 27/10/2010 tarihinde: “Elektrikte TRT payını kaldıracağız. Evinde sigortalı olmayan bir kişiyi sigortalı yapacağız. Fakir ailelere asgari 1 maaş ödeme yapacağız.” En son 15’inci Olağanüstü -genel kurultay topluyor- Kongrede, yine “Yoksul ailelerde kadınların hesabına 1 maaş aktaracağız. Bütün atanamayan öğretmenlere ve onların ailelerine sesleniyorum: Halkın iktidarında atanmayan öğretmen kavramı olmayacaktır.” diyor ve diyor ki yine -kendi ifadeleriyle okuyorum- “Bütün taşeron işçilerine söz veriyoruz: Halkın iktidarında kamuda taşeron işçiliğini tarihe gömeceğiz.” ve devam ediyor, bu şekilde bir hayli var.

Şimdi, bakın, biz bir çalışma yaptık, bunların rakamsal boyutu nedir diye bir çalışma yaptık. Bunların birkaç tanesini sizlerle paylaşayım. Mesela öğretmenlerle ilgili verdiği taahhüdün bütçeye maliyeti 12 katrilyon lira.

Bu arada öğretmenlerle ilgili bakın biz ne yaptık. Yani ortada bir vaat var, bir de bizim yaptıklarımız var. 8’inci derecenin 1’inci kademesinde olan bir öğretmenin maaşı 2002 yılında 535 lirayken, evet sadece 535 lirayken, 2010 yılında biz bunu 1.570 liraya çıkarmışız değerli arkadaşlar ve artış oranı yüzde 193. Enflasyonun yüzde 107 olduğunu dikkate alırsanız ne kadar ciddi bir reel artış, enflasyonun üzerinde bir artış olduğunu görürsünüz.

Fakir ailelerle ilgili taahhüdünün bedeli 18 katrilyon, yaklaşık 2,5 milyon fakir aile hesabıyla. Mazotun pompa satış fiyatının 1 liraya düşürülmesinin maliyeti yaklaşık 28-30 katrilyon lira. Devam ediyor bu şekilde, ben de çok ayrıntıya girmiyorum. İşte, öğretmenlerle ilgili maliyet var, emeklilerin intibakının yapılmasıyla ilgili yaklaşık 20 katrilyon lira, taşeron işçilerin maliyeti yaklaşık -ilave maliyeti, hepsi bunlar- 19 katrilyon lira. Devam ediyoruz, ve bunların toplamına böyle bir politikanın bütçe yapısında ortaya çıkaracağı tahribatı ve değişikliği de dâhil ettiğinizde yaklaşık 200 katrilyon liranın üzerinde bir kaynak gerekiyor değerli arkadaşlar, 200 katrilyon. Sadece, bakın, bütün bunların dışında, sadece böyle bir politikanın işaretlerini piyasalar aldığı anda ilk tepkisi ne olacaktır? Faizler ciddi oranda yükselecektir, hiç tartışmasız. Faizlerin ikiye katlanması demek, bugün 2011 bütçesinde 47,5 milyar lira olarak öngörülen faiz giderlerinin en az ikiye katlanması daha fazla rakamlara çıkması demek, en az 100 milyar liraya çıkması demektir. Sadece buradan gelen maliyet en az 60-70 katrilyon liradır değerli arkadaşlar bütün bunların hepsini topladığınızda.

Tabii, bazı bilinmeyenler de var. Sayın Kılıçdaroğlu diyor ki yine: “Fabrikalar kuracağız.” Diyarbakır’da yaptığı bir konuşmada aynen öyle söylüyor: “Fabrikalar kuracağız.” Tabii, şu net değil: Bu fabrikalar sadece Doğu ve Güneydoğu’ya mı kurulacak? Sadece illere mi kurulacak? Karadeniz’e kurulacak mı örneğin, İç Anadolu’ya kurulacak mı? Onları bilmiyoruz ama biz bir varsayımdan yola çıkarak bir rakam tahmini yaptık.

KAMER GENÇ (Tunceli) – İşsizliğin olduğu her yere kurulacak.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Evet, güzel. O zaman bu rakamı düzeltiyorum yani bu rakam 200’dü 300’ü geçer değerli arkadaşlar. Bakın, 300 katrilyonu geçer. Neden biliyor musunuz? 1980 bütçesinin yüzde 20’si kamu iktisadi kuruluşlarının yani fabrikaların zarar eden açıklarını kapatmak için bütçeden aktarılan pay; yüzde 20, 1980 bütçesine baktığınızda. Bugünkü rakama dönüştürdüğünüz zaman bu 70 milyar liraya yakın bir para demektir değerli arkadaşlar. Tabii, orada bunların kuruluş masrafları, bunların zararları da ortaya çıkacak. Düşünün şimdi, ne olacak? Telefonla milletvekilleri adam yerleştirecek. Öyle değil mi, bunlar geçmişte yaşandı…

KAMER GENÇ (Tunceli) – AKP onu yapıyor.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - …çiftlik gibi kullanıldı. Niye zarar etti geçmişte KİT’ler, kamu iktisadi kuruluşları? Bunun için. Neden bırakılmıyor, neden birileri ısrarlı bir şekilde, aynı şekilde bunların sürdürülmesinde ısrar ediyor? Bunun için değerli arkadaşlar, çiftlikler… Her türlü imkânları kullanılıyor, sosyal imkânları kullanılıyor.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Petrol Ofisi zarar mı ediyordu? TÜPRAŞ zarar mı ediyordu? Tekel zarar mı ediyordu?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Telefonla yüzlerce, binlerce işçi işe alınıyor. Bunları yaşadı Türkiye, bu ağır bedelleri ödedi.

İşin garip olanı ne biliyor musunuz? En çok garip olanı da şu: Bugün komünist olan eski Rusya ile komünist olan Çin’de artık devlete ait hiçbir fabrika kalmadı hemen hemen, hepsi özelleşti.

Diyelim ki -yani olmaz ama- varsayalım ki Sayın Kılıçdaroğlu iktidar oldu ve devlet fabrikalar kurdu; herhâlde dünyada tek komünist ülke biz kalırız, iktisadi anlamda söylüyorum, tek oluruz; Rusya yok, Çin yok, hiçbirisi yok. Yani bunu da ilginç bir not olarak burada sizlerle paylaşmak istiyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Özel teşebbüsün kurmadığı yere kuracak.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, benim bulduğum 200 katrilyon lira... Bu, bir yıllık, her yıl gerekiyor bu para. Her yıl bu açık olacak, 200 katrilyon... Bütçemiz ne kadar? 312 katrilyon.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Nurettin Bey, TÜPRAŞ zarar mı ediyordu? Telekom zarar mı ediyordu? Petrol Ofisi zarar mı ediyordu?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bütçemiz 312 katrilyon, 200 katrilyon gerekiyor. İki yılda 400 katrilyon, üç yılda 600, dört yılda 800... Beş yılı hesap edemedim çünkü katrilyondan sonra ne geliyor? Kentilyon geliyor galiba. Artık rakamlarını telaffuz edemiyoruz, rakamlarla ifade edemiyoruz değerli arkadaşlar. Öyle bir atış var ki, öyle bir inanılmaz bir desteksiz atış var, kusura bakmasınlar. Bakın, ben rakamlarla konuşuyorum. Böyle popülist yaklaşım olmaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sizin zamanınızda yapılan suistimal...

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Şimdi, bakın, ne olacak peki? Bu rakamı bütçe giderlerini azaltarak karşılayabilir misiniz? Karşılayamazsınız. Faiz gideri zaten 43’ten 15’e inmiş, indirmeye de devam ediyoruz. Hepsini toplasanız zaten 47,5 milyar yapıyor. Personel harcamalarını azaltabilir misiniz? Ana kalemler bunlar, azaltamazsınız.  Yatırıma giden kaynağı...

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Parayı nereden bulacaksınız?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Hani, kaynak bulacağız ya bunlara, bulmaya çalışıyoruz, ben de yardımcı olmaya çalışıyorum. Bakın, bütün samimiyetimle, acaba bu 200 milyar lirayı nasıl bulabiliriz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Çok önemli katkı sağlıyorsunuz.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yani şimdi, bir laf konuşuldu, ortada kaldı. Kaynağının... Belki bazı arkadaşlar bize kızacaklar kaynağı sorduğumuz zaman ama yani “İsmim Kemal, ben bulurum.” demekle olmuyor değerli arkadaşlar, olmuyor. Binlerce yıldır iktisatçıların en çok kafa yorduğu kaynak meselesi. Binlerce yıldır iktisatçılar, dünyanın bütün iktisatçıları, Nobel kazanmış iktisatçılar dâhil -Kemal Ağabey, biliyorsunuz- en çok kafa yorduğu şey kaynak meselesi.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Doğru...

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Çünkü iktisatta, ekonomide kaynaklar  sınırlı, talepler sınırsız ve kaynak konusunda birazcık öne çıkan, yeni bir öneri getiren iktisatçılar Nobel’e aday gösterilmiş, Nobel Ekonomi Ödülü’nü almışlar değerli arkadaşlar.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ofer’e giden para...

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Hani biraz önce burada konuşmacı bir arkadaşımız Nobel Ödülü’nden bahsetti. Aslında Nobel Ödülü’nü düzenleyenlerin bunu görmesi lazım, bunu görmesi lazım. Yani bir anda 200 katrilyon liralık bir kaynak ortaya koyduğunu iddia eden bir Sayın Genel Başkan için herhâlde bir yıl değil her yıl bundan sonra, kıyamet kopana kadar Nobel Ekonomi Ödülü verilmesi lazım, öyle değil mi değerli arkadaşlar? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ya Nobel Ekonomi Ödülü verilmesi lazım ya da “desteksiz atış ödülü” verilmesi lazım, ikisinden birinin mutlaka verilmesi lazım değerli arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yazık değil mi? Emeklilere hitap ediyorsunuz, muhatap alıyorsunuz ve onlara geleceğe ümitle bakabilecekleri bir şey söylüyorsunuz. Yani onlar da umutlanıyorlar ama gerçek olmadığını, olmayacağını yarın diyelim ki -olmaz ama- karşı karşıya kaldığı zaman da bu insanların yaşayacağı hayal kırıklığını tahmin edebiliyor musunuz değerli arkadaşlar? Yazık değil mi bu insanların umutlarıyla, gelecekleriyle oynamak, gerçekleştirilmesi mümkün olmayan sözler vermek?

Bakın, harcamaları kısamıyorsunuz, ortada. Hani kaynak bulmaya çalışıyoruz, biz de yardımcı olalım. Peki, gelirleri artırma yoluyla yapabilir misiniz? Yapamazsınız çünkü geçmiş elli yıla bakın, reel olarak en fazla artış oranı yüzde 5’i, 10’u geçmez vergiyle toplam bütçe gelirlerinde… Bu da bir realite. Harcama, diğer harcamaları azaltarak kaynak bulamıyorsunuz. 200 katrilyon konuştuğumuz kaynak, en az. Gelirleri artırarak yapamıyorsunuz. Peki, ne yapacaksınız? Para bastıracaksınız. Seçeneklerden bir tanesi. Merkez Bankası kaynaklarını kullanacaksınız.

KAMER GENÇ (Tunceli) – 80 katrilyon vergi oldu.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – İnanın var ya, bu kadar kaynak için Merkez Bankası para basmaya çalışsın kâğıt fiyatları herhâlde ikiye katlanır, üçe katlanır. Kâğıt bulamazsınız, Türkiye kâğıt ithal etmek zorunda kalır bu kadar para basabilmek için. Tabii, işin esprisi belki ama…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Para piyasaya çıkınca, paranın dönüşünden vergi alınacak. Senin bunları bilmen lazım.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Onun onda 1’i kadar bile Merkez Bankası yani 200 katrilyonun 20 katrilyonu kadar bile para basmaya kalkıştığınız anda son sekiz yılda gerçekten çok büyük bedeller ödenerek, mücadele verilerek elde edilen bu olumlu sonuçların hepsi heba edilmiş olacak, hepsi ortadan kaldırılmış olacak. Biz daha önceki eski karanlık ve sıkıntılı günlere dönmüş olacağız değerli arkadaşlar.

Bir başka seçenek nedir? Yani para basma, diğeri borçlanma. Para bastığınız zaman enflasyon artacak, faiz oranları yükselecek ve yatırımlar azalacak, en çok dar gelirli zarar görecek. Enflasyondan bugüne kadar en çok zararı kim gördü? Dar gelirli gördü. Dolayısıyla o yaşadığımız, bildiğimiz tablolar ortaya çıkacak.

Dördüncü seçenek nedir? Dördüncü seçenek de borçlanma. O daha da beter. O daha da beter. O daha da beter. O kadar rakamı borçlandığınız zaman, bu kadar büyük faiz ödemesine ne bütçe bulabilirsiniz ne de başka bir kaynak bulabilirsiniz; hiçbir şekilde inandırıcılığınız kalmaz, hareket kabiliyetiniz kalmaz; bütçe içerisindeki dengeler altüst olur, yine fakirin aldığı pay azalır, enflasyon inanılmaz, üç haneli rakamları aşar gider.

Aslında beşinci bir seçenek var: Çark etmek. Çark etmek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya sen nasıl maliyecisin kardeşim?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Benim şahsi kanaatim de Sayın Kılıçdaroğlu, eğer iktidara gelebilirse çark edecek. Bu konu daha önce burada konuşuldu, ben tekrar etmeyeceğim onları çünkü hiçbirisinin, diğer dört seçeneğin uygulama kabiliyeti yok, uygulama kabiliyeti yok, o yüzden.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, gerçekten, Türkiye, geçmişte buna benzer politikalar yüzünden çok ağır bedeller ödedi. Ben birkaç tanesini şimdi sizlerle paylaşacağım bunların. Yani IMF’ye muhtaç olmaktan, onun kaynaklarını alabilmek için hükûmetlerin ne kadar taviz vermek zorunda kaldıklarından -somut, biraz sonra bilgi vereceğim size- tutun da inanılmaz onur kırıcı davranışlara muhatap olmamıza kadar çok ağır bedeller ödedi Türkiye.

Şimdi, bakın, popülizm, hiçbir zaman bir ülkeye katkı sağlamamıştır, fayda getirmemiştir. Çok uzağa gitmeye gerek yok, bakın, 15/7/1999 günü, dönemin Çalışma Bakanı Sayın Yaşar Okuyan’ın Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı bir konuşma var, aynen o bölümünü okuyorum: “Sisteme müdahale edilmezse -emeklileri konuşuyoruz ya en çok, SSK’dan bahsediyor- azami beş yıl sonra emeklilere maaş ödenemeyecek duruma gelecektir.” Bunu, dönemin Sayın Bakanı söylüyor. “Emekli maaşları yüreğimizi parçalıyor.” Yani çok az diyor. “Çerez parası” diyor. Dönemin Sayın Çalışma Bakanı böyle tanımlıyor; o gün verilen, emekliye verilen maaş için “çerez parası” diyor. “Emekli maaşlarınız yüreğimizi parçalıyor. Bu sistem en fazla beş yıl sonra bu gülünç rakamları da veremez hâle gelecektir.” diyor o dönem, 1999’da söylüyor bunu. Yani rakamlar, gerçekten emekliye verilen para o kadar gülünç ki Sayın Bakan bunu ifade ediyor ama “Böyle devam ederse beş yıl sonra bu rakamları, bu ücretleri emeklilere veremez hâle geleceğiz. “ diyor.

Bakın, aynı Çalışma Bakanı, 27/5/2002 tarihinde Antalya’da yaptığı bir konuşmada da şunları söylüyor: “SSK’nın iflas derecesine gelmesinde en büyük etkenin geçmiş hükûmetlerin SSK’yı babalarının çiftliği gibi görmeleridir. Şu anda SSK emeklilerinin maaşlarını, ilaç paralarını ödeyememekteyiz.” Bunu bir çalışma bakanı itiraf ediyor değerli arkadaşlar. “Bunları hazineden aldığımız parayla ödeyebiliyoruz.” diyor.

Şimdi, bu konuyla ilgili son olarak, yine Merkez Bankası eski başkan yardımcılarından Sayın Ercan Kumcu’nun Hürriyet’teki köşesinde yazdığı bir yazı var, tarih 1 Ağustos 2002, aynen okuyorum: “Bu kuruluşlar -yani sosyal güvenlik kuruluşları, SSK, BAĞ-KUR vesaire- yakın bir gelecekte emeklisine yardım yapamayacak hâle gelebilecektir. Emeklilerine maaş veremeyen devlet değil, emeklisini daha da aç bırakan bir devlet hâline dönüşeceğiz.” diyor Sayın Ercan Kumcu. Ne zaman? 2002 yılında. Tabii, muhtemelen Sayın Kumcu AK PARTİ yönetimlerinin işbaşına geleceğini bilmiyordu, muhtemelen o güne kadar ülkeyi yöneten zihniyetlerin ya da siyasi partilerin ya da anlayışların devam edeceği varsayımıyla böyle bir yorum yaptı 2002 yılında. Reformlar da yapıldıktan sonra diyor ki: “Birkaç yıl sonra artık SSK, emeklisinin maaşını ödeyemeyecek hâle geldi.”

Şimdi, burada, belki biraz bunların nedenlerine girmek lazım, bu nokta önemli. Yani, niye SSK battı? Bu popülist yaklaşımla hep onları konuşuyoruz, onlara biraz ayrıntılı bir şekilde girmemiz lazım.

Şimdi, bakın, 1991 yılında SSK, Sosyal Sigortalar Kurumu -eskiden, biliyorsunuz SGK’dan önce bu vardı- 128 bin lira kâr eden bir kuruluş. En son kârı da bu zaten. 1991 yılında SSK’nın kârı 128 bin lira. Ondan sonra zarar etmeye başlıyor 1992’den itibaren ve devam ediyor. Neden? Tabii, SSK’nın zarar etmesinde ya da sosyal güvenlik sisteminin çökmesinde -o zaman için söylüyorum- hükûmetlerin aldığı siyasi kararların etkisi var, bunu inkâr etmiyoruz ya da almadıkları kararların etkisi var, bunu yadsımak mümkün değil. Ama sadece bu kadarla sınırlı değil. Bakın, ben birkaç tane size örnek vereceğim şimdi değerli arkadaşlar. Aynı zamanda, yolsuzlukla mücadele konusu konuşulur ve tartışılırken de bunların hep dikkate alınması ve unutulmaması gerekiyor.

Bakın, SSK’da 1992 yılında bir ihale yapılıyor, aslında ihale yapılmıyor daha doğrusu, çünkü davetiye usulü ihale. Biliyorsunuz, eski ihale mevzuatımıza göre davetiye usulü diye bir sistem vardı, şöyle olurdu: İdare, ihaleyi yapacak idare bu ihaleye katılacak firmaları kendi tespit eder ve çağırırdı. Diyelim ki sen, sen, sen, geliyorsun, ihaleye giriyorsun. Herkes giremiyor ihaleye, idarenin belirlediği firmalar katılabiliyor, davetiye usulü bu. O sistem şu anda yok, bizim dönemde hiç uygulanmadı çünkü bizden hemen önce ihale mevzuatı değiştirildiği için bizde böyle bir sistem yok. Bizim dönemlerin tamamında kapalı zarf teklifi usulüyle yapıldı bütün ihaleler. Bunu da antrparantez belirtmiş olalım.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya, insaf be! Hep davetiye usulü ihale yapıyorsunuz!

AHMET YENİ (Samsun) – Dinle, dinle, öğren biraz!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bir ihale veriliyor. Bakın, ihale rakamı ne kadar biliyor musunuz? SSK’nın bir ihalesi, İstanbul Göztepe Hastanesi onarım işi. Bir binanın onarım işi değerli arkadaşlar. İşte bu, bir binanın onarım işi, SSK Göztepe Hastanesinin onarım işi. Başlangıç ihale rakamı ne kadar? 21 milyar lira. Tarih 1992, 21 milyar lira, hepsi resmî rakamlar bunlar.

AHMET YENİ (Samsun) – Genel müdür kim, onu bilmiyoruz ki!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – İzin verin.

Bakın, 1998’e kadar inşaat devam ediyor. Göztepe Sosyal Sigortalar Hastanesinin onarım inşaatı işi, başlangıç rakamı 21 milyar, bitişi tahmin edin değerli arkadaşlar.

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ne kadar?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – 1998 bitiş. Başlangıç rakamı 21 milyar lira, bitiş rakamını tahmin edin.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir ihale ismini ver! Hangi ihale yapılmış?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – 466 milyar lira değerli arkadaşlar. Tam 21 kat, 21 kat! (AK PARTİ sıralarından “Vay be!” sesleri)

M. YILMAZ HELVACIOĞLU (Siirt) – Helal olsun! (AK PARTİ sıralarından “Hırsızlar!” sesleri)

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bitmedi. Bakın, bu şekilde aşağı yukarı tam 150 tane ihale var. İhale değil aslında, davetiye usulü…

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Kime vermişler?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Hepsini söyleyeceğim değerli arkadaşlar, merakınızı gidereceğim.

Bakın, bir başka ihale, Tunceli Sağlık Meslek Lisesi inşaatı. İnşaata başlama tarihi 1993, yani ihale tarihi. İhale değil aslında, ihale falan yok, verme var. Çağırıyorsunuz ihaleye girecekleri, hepsi davetiye usulü. 23,6 milyar lira başlangıç ihale rakamı, bittiği zaman toplam maliyet 195 milyar lira değerli arkadaşlar, artış oranı yüzde 747.

Son olarak bir tane daha söyleyeceğim. Tam 195 tane var bu şekilde, hepsi var, hepsinin rakamları var. İstanbul Merdivenköy dispanser inşaatı, altı üstü bir bina. 1993’te ihalesi davetiye usulüyle yapılmış, ihale bedeli 50 milyar lira, gerçekleşme bedeli tam 348 milyar lira değerli arkadaşlar, yüzde 596.

İstanbul Göztepe Hastanesi genel onarım inşaatının işini kim almış? O dönemde bir sayın CHP il başkanı almış ve Tuncelili bu vatandaşımız.

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Kime verilmiş?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Biraz önce okuduğum ikinci ihaleyi de Ali Rıza Olcay diye bir vatandaşımız almış, tesadüf o da Tuncelili.

DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) – Tesadüfe bak!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – İstanbul Merdivenköy dispanser inşaatı işini Sayın Adil Özçırpıcı almış, o da Tuncelili. (AK PARTİ sıralarından “Oo!” sesleri)

Daha garip olan nedir biliyor musunuz değerli arkadaşlar, daha ilginç olan nedir: O dönemde bu ihaleleri veren SSK’nın Genel Müdürü Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, o da Tuncelili. (AK PARTİ sıralarından “Bravo!” sesleri, alkışlar)

AHMET YENİ (Samsun) – Tesadüfe bak ya!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ben bütün bunların tesadüf olduğuna inanıyorum değerli arkadaşlarım, bütün bunların tesadüf olduğuna inanıyorum.

DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) – Kamer Genç neredeymiş o zaman?

KAMER GENÇ (Tunceli) – İhale açık ihale, herkes alır ya!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar…

KAMER GENÇ (Tunceli) – İhale açık ihale, herkes girer ya!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Açık ihale değil, bakın, tekrar tekrar söylüyorum.

Biraz daha örnek vermem gerekiyor anladığım kadarıyla, yeteri kadar etkili olmadı değerli arkadaşlar.

Dört: Ankara Etlik dispanser işi...

Bakın, altı yılda bitirilemeyen, yedi yılda bitirilemeyen inşaatlar bizim dönemimizde altı ayda bitiyor değerli arkadaşlar; üç ayda bitiriyoruz biz, üç ayda. Altı ayda bitiyor, altı yılda bitmiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunların hiçbirinde açık ihale yok, hiçbirinde istisnasız; bir kısmı davetiye usulü yani müteahhitler seçilerek çağrılmış, verilmiş, bir kısmında da sadece yönetim kurulu kararı var.

AHMET YENİ (Samsun) – Biraz daha yavaş anlat, yavaş.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Evet, tekrar ediyorum: Bu dönemde yapılan hiçbir ihale -Sayın Kemal Kılıçdaroğlu 1992’den 1999’a kadar Genel Müdürlük yapıyor kesintisiz bir şekilde- açık ihale değil.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Cami onarım ihalelerine bak, camilere.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Hepsi davetiye usulü verilen ihaleler yani müteahhitler toplanıyor, çağrılıyor ve onlara veriliyor -biraz önce de ihaleleri alanların kimliklerini söyledim- bir kısmı da sadece yönetim kurulu kararıyla veriliyor, sadece yönetim kurulu kararı, başka bir şey yok, yarışma filan yok.

Dört: Ankara Etlik dispanser inşaatı: Arkadaşlar, 31,7…

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, gerçek dışı konuşuyor, bir genel müdürün ihale yaptığı nerede görülmüş?

NURETTİN CANKİLİ (Devamla) – Kayıtlar devletin kayıtları bakın, gidin araştırın. Biz belgesiz konuşmayız çünkü konuşmamın başında söyledim: Ya rakamlarla konuşursunuz ya da masal anlatırsınız. Biz masal anlatmıyoruz, rakamlarla konuşuyoruz değerli arkadaşlar, masal anlatanlar belli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ankara Etlik dispanser inşaatı: 31,7 milyar liraya ihalesi yapılmış, verilmiş 1992 yılında, 253 milyar liraya tamamlanmış; artış oranı yüzde 716. Değerli arkadaşlar, biraz önce bir arkadaş “AK PARTİ milletvekilleri hesap sorsun.” dedi. Hem AK PARTİ milletvekilleri hem siz hesap sorun, esas hesap sorulması gereken bunlar, lütfen sorun.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Cami ihalelerine hâlâ bir cevap vermedin.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, deyin ki: “Yahu, Sayın Genel Başkanımız, bunları bize izah eder misiniz? 23 milyar liraya, 21 milyar liraya ihale edilen bir inşaat nasıl 466 milyar liraya çıktı?” Lütfen bunun bir izahını alın değerli arkadaşlar.

Şimdi, diyorlar ki: “Efendim, eliniz kolunuz bağlı mı, gidin yargıya, açın dava.” Öyle değil. Bakın, bütün bunlardan sonra, biliyorsunuz, sanıyorum 1999 yılında -lütfen düzeltin- bir af kanunu çıkarıldı yani kamuoyunda da “Rahşan affı” olarak bilinen bir af kanunu çıkarıldı ve hepsinin üzerine sünger çekildi değerli arkadaşlar. Yani, o olmasaydı gerekeni elbette yapacaktık, elbette yapılacaktı gereken, elbette hesap sorulacaktı.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Eğer bir suistimal varsa buyurun sorun hesabını!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ama maalesef 2000 yılında çıkan Rahşan Affı Kanunu, Af Kanunu bütün bunların üzerine gidilmesini hukuken engelliyor değerli arkadaşlar. Yoksa, hesap sormanın nasıl olacağını biz, daha doğrusu sistem, hukuk sistemi göstermiş olacaktı.

AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Sayın Başkan, AKP’liler oy verdi mi vermedi mi? Biz o zaman yoktuk.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Şimdi, sadece -isterseniz birkaç tane daha vereyim, zaman da daraldı- kaynaklar heba edilmiyor. Bakın, son olarak şunu söyleyeyim: Kastamonu Hastanesi dış cephe ve çatı onarımı yani bir ayda, iki ayda yapılması gereken, mümkün olan bir iş; öyle değil mi değerli arkadaşlar? Çatı onarımı, dış cephe onarımı; dış cephe onarımı da muhtemelen boya badana falan gibi bir şey herhâlde. 16,9 milyar liraya ihalesi yapılıyor yine davetiye usulü.

ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Af kanununa Cemil Çiçek de oy verdi. 45 tane milletvekiliniz oy verdi o kanuna.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Haydarpaşa Garı’nın çatısı mı?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Hayır, Dunan İnşaata yapılıyor, Dunan İnşaat, onu da söyleyeyim, Haydar Baş değil.

Ne zaman ihalesi yapılıyor? 97’de. Kaça bitiyor? 103,9 milyar liraya bitiyor değerli arkadaşlar.

SIRRI SAKIK (Muş) – Yüreğin yetiyorsa OYAK’a verilenleri de açıkla!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Kaç kat? 6 kat, yüzde 600. Bunlar dolu, yani bir saat daha verilse, zamanım olsa bunları saymakla bitiremeyiz değerli arkadaşlar. Zaten saymayacağım, ama isteyen arkadaşlar olursa, bütün arkadaşlar için söylüyorum, bu bilgileri paylaşmaktan onur duyarım, memnunluk duyarım değerli arkadaşlar.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Canikli, bir sürü rakamlar verdiniz, Dersim’den bahsettiniz, yüreğiniz yetiyorsa OYAK’a verilenleri de açıklayın!

BAŞKAN - Sayın Sakık, arkadaşlar, böyle bir müzakere usulümüz yok, lütfen kimse yerinden konuşmasın.

SIRRI SAKIK (Muş) – Bunları da söylesin Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Sakık, lütfen…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Son olarak şunu söylüyorum değerli arkadaşlar: Sadece kaynaklar ihale yöntemiyle, bu şekilde heba edilmiş değil SSK’da. Başka yöntemlerle de kaynaklar heba edilmiş. Yine, aynı dönemde tam 9.500 tane eleman işe alınmış, 9.500 tane, evet. (AK PARTİ sıralarından “Sınavla mı almış?” sesleri)

Hayır, o zaman ÖSYM sınavı falan yok, sınavları kurumun kendisi yapıyor, yazılıyı da kendisi yapıyor, sözlüyü de kendisi yapıyor; hâkim de kendisi, savcı da kendisi, hepsi kendisi. Sistem böyle, komisyonlar kuruluyor müdürlerden, amirlerden, memurlardan, onlar tarafından alınıyor. Neyse, benim burada esas itibarıyla vurgulamak istediğim nokta başka değerli arkadaşlar. Şimdi, bakın, bugün çok şey söyleniyor, tabii birçok eleman alınıyor, eski hükümlü faslından da alınıyor, biliyorsunuz mevzuatımıza göre belli bir sayıda eski hükümlü ve sakat da, özürlü vatandaşımızın da işe alınması gerekiyor. Şimdi, burada dikkat çeken nokta şu: Eski hükümlü faslından işe alınanların hemen hemen tamamına yakını belirli suçlardan hüküm giymiş olanlar. “Hüküm giymiş” bakın. Zaten, “eski hükümlü” kavramına girebilmesi için mahkûm olması gerekir, hüküm giymiş olması gerekir. Bunlardan 100’e yakın isim var, ben birkaç tanesini sizlerle paylaşacağım sadece: Bakın, Ali Uludağ, işe alınan bir işçi, eski hükümlü. Suçu şu: Yasa dışı Dev-Yol örgütü adına çeşitli öldürme, bombalama, kurşunlama suçlarından dolayı müebbet hapis almış, yatmış ve çıkmış. Hasan Ertürk, işçi, eski hükümlü. Yine, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun SSK Genel Müdürü olduğu dönemde Kurumun doğrudan kendi yaptığı tasarrufla; o zaman sınav falan yok, ÖSYM falan yok, bunun tekrar altını vurgulayalım.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tayyip Erdoğan’ın aldığı işçilere bak, İstanbul Belediyesine alınanları da söyle!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Suçu nedir? Dev-Yol isimli örgüte üye olmak ve örgüt adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak, anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs suçuna feran iştirak suçlarından ağır hapis cezası almış, mahkûm olmuş, çıkmış.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – İstanbul Belediyesine alınanları da söyle.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Hüsnü Ertürk, yasa dışı Dev-Yol örgütü ve Silahlı Devrim Birlikleri örgütü mensubu olmak, eylem ve faaliyetlerinde bulunmak, öldürme olaylarına karışmak suçlarından ağır hapis almış.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – İstanbul Belediyesine alınanları da söyle.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Mehmet Ardıç, eski hükümlü…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ayıp ya! Ayıp!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – …yasa dışı THKP-C adlı örgütü… Adam öldürmek, yaralamak ve patlayıcı madde atmak suçlarından hüküm giymiş.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Büyükanıt’a çektiğiniz zırhlıyı da anlat.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Hırsızlık yapanları mı alsınlar? Rüşvet yiyenleri mi alsınlar?

SIRRI SAKIK (muş) – Bunlar üzerinden siyaset yapma. Ayıp!

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Burada olmayanlar üzerinden…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Buradaki arkadaşlar da, bu bilgileri verince onlar da rahatsız olmaya başladılar, nedendir bilemiyorum yani.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – İstanbul Belediyesini söyle.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Mehmet Tanlak, çeşitli tarihlerde Dev-Yol adına adam öldürmek…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ayıp yaptığınız. Burada olmayan kişileri okuyorsun, ayıp yapıyorsun.

BAŞKAN – Sayın Kaplan…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – …silahlı gasp, bomba atmak suçlarından hüküm giymiş kişi.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ama burada olmayan kişilerle ilgili…

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen… Biraz sonra sizin grup başkan vekiliniz çıkacak, bunlara cevap verir. Lütfen sakin olun.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Erdal Camcı, ideolojik nedenle adam öldürmek suçuna iştirakten hüküm giymiş.

Habip Gürel, yasa dışı silahlı örgüt kurup faaliyet göstermekten hüküm giymiş.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – İstanbul Belediyesine alınanları da söyle.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Devam edip gidiyor.

Değerli arkadaşlar, tamam, eski hükümlü, bunlar da alınabilir, ona bir itirazımız yok…

AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Onların resimleriyle propaganda yapıyordunuz referandumda.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – İstanbul Belediyesini söyle. Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanı olarak aldıklarını da oku. Tarikatları hep aldınız.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – …ama eski hükümlü, sadece yasa dışı Dev-Sol, Dev-Yol, illegal örgütlere üye olmanın veya buradan mahkûm olmanın dışında hüküm giyen mahkûm yok mu bu ülkede? Sadece onları alıyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Özetlemek gerekirse değerli arkadaşlar, popülizm, gerçekleştirilmesi mümkün olmayan, ülke gerçekleriyle uyumlu olmayan, bütçe imkânlarıyla, kaynaklarla uyumlu olmayan taahhütler bu ülkeye geçmişte çok büyük zarar verdi.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – AKP de hırsızları alıyor.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bugünlere tekrar onların izlerini görmeye başladık ama biraz önce rakamlarla ifade etmeye çalıştığım gibi, böyle bir kaynağın kesinlikle…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sayın Canikli, güzel bir illüzyon yaptınız, helal olsun!

AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Gören de başarılı bir iktidarın grup başkan vekili sanacak.

BAŞKAN – Evet, Sayın Canikli, süreniz doldu. Size de ek süre veriyorum bir dakika, lütfen Genel Kurulu selamlayın efendim.

Buyurun.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Biz son yedi yılda 291 milyar lira kaynak oluşturmuşuz ve ülkenin kalkınması için, yatırımlar için, emekli için, işçi için, köylü için, memur için vermişiz, dar gelirli için vermişiz, özürlü vatandaşımız için -rakamlarını ayrıntılı verdim- aktarmışız. Biz sözümüzü vermişiz ve yerine getirmişiz. AK PARTİ hükûmetleri sözünü vermiş, yerine getirmiş. Sayın Başbakanımız sözünü vermiş ve yerine getirmiş. Sayın Başbakanımızın sözünün bir karşılığı var değerli arkadaşlar, bir karşılığı var. Somut rakamda bu en az… Nedir karşılığı? Son yedi yılda 291 katrilyon lira, en az 291 katrilyon lira ama Sayın Kılıçdaroğlu’nun verdiği sözlerin karşılığının bir kuruşu yok.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Deniz Feneri, Kombassan

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Yani şöyle olmuş olsaydı, eğer rakam 15-20 bin liralık bir rakam olsaydı veya 30 bin liralık, 50 bin liralık, yani olabilirdi, inanabilirdik, en azından hiçbir şey bulamazsa kendi imkânlarıyla karşılayabilirdi maaşından, ama böyle bir rakamı, bir yılda 200 katrilyon, dört yılda 800 katrilyon liralık bir kaynağı çıkarması mümkün değil. Türkiye bunlardan çok çekti.

O yüzden, bakın değerli arkadaşlar, şimdi, sadece Türkiye’de değil, popülist yaklaşımları…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Canikli, ek süreniz de doldu efendim. Lütfen…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Canikli.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan… Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, bir şey söyleyeceksiniz herhâlde.

Buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Konuşmacı, konuşmasında…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Biraz da Deniz Fenerinden bahsetseydin, Kombassan’dan bahsetseydin.

BAŞKAN – Bir saniye arkadaşlar… Lütfen…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – …Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu’nun söylemediği şeyleri söylemiş gibi cümleler kullandı.

SONER AKSOY (Kütahya) – Muharrem Bey de aynı şeyi yaptı ya!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Genel Müdürlüğü, SSK Genel Müdürlüğü döneminde, hapse mahkûm olmuş olan kişileri kanuna aykırı bir şekilde işe aldı gibi, kanuna uygun olmayan bir…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – “Kanuna aykırı.” demedim.

AHMET YENİ (Samsun) – Öyle bir şey demedi, doğruları söyledi.

MEHMET OCAKDEN (Bursa) – “Mevzuata uygun.” dedi.

BAŞKAN – Üç dakika içerisinde özetleyin lütfen.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Lütfen yeni bir sataşmaya mahal vermeyin.

III.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Genel Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Canikli, konuşmasında, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun vaatlerini irdelemeye çalışırken cümleleri sanıyorum yetersiz kaldı, Sayın Kılıçdaroğlu’nun SSK Genel Müdürlüğü dönemine gitti, “200 katrilyonluk bir kaynak gerekiyor.” dedi.

VAHİT KİRİŞCİ (Adana) – Ayinesi iştir kişinin...

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Beklerdim ki bu kaynak hangi hizmet için ne kadardır, böyle bir rakam versin. Anlaşılan böyle bir çalışmayı yapmamış, hatta katrilyondan YTL’ye, YTL’den TL’ye geçtiğimizi de unutmuş, abartarak bir şeyler söylüyor.

AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Gerici, gerici!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Şimdi, şunu söyleyeyim: Devlet memuriyetine girmenin şartları 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda belirtilmiştir. Bir kişi eğer hapse mahkûm olmuş ve mahkeme kararında kamu hizmetlerinden mahrumiyetine karar verilmiş ise hiçbir kamu görevlisi onu işe alamaz. Hukuk, yasa böyle karar vermediği hâlde, siz yasa dışında bir uygulama mı istiyorsunuz? Sizin sıralarınızda acaba, 2000 öncesinde, 80 öncesinde hapse girmiş, hapiste kalmış arkadaşınız yok mu? Bakanlar Kurulu sıralarında yok mu hiç hapse girmiş arkadaşınız? Hapse girmek suç mudur? Bu mudur?

SUAT KILIÇ (Samsun) – Hangi suçtan hapse girdiği… Dev-Yol, Dev-Sol…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sizin hukuk devleti anlayışınız bu mudur?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hikmetyar’ın adamlarını aldınız, Hikmetyar’ın, İstanbul Belediyesine!

AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Onların önünde ağlıyordunuz, ağlıyordunuz!

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – “İhaleler…” diyorsunuz. Siz, şimdi, 90’lı yıllarda SSK Genel Müdürlüğünün ihalelerinden örnek veriyorsunuz. O kadar eskiye gitmeye gerek yok. Kuşadası Limanı özelleştirmesi: Hukuksuz bir şekilde Ofer’e verilmiştir Özelleştirme İdaresinin yetkisi olmamasına rağmen. Sayın Başbakan “Ofer’i tanımıyorum.” demişti, öğleden sonra “Ya, galiba görüştüm.” akşamüzeri de “Evet, görüştüm.” dedi. İhaleyi böyle yaptınız! TÜPRAŞ’ın yüzde 14,76’sının satışında 400 milyon dolarlık hazine zararı mahkeme kararıyla tespit edilmiştir, Yargıtay kararıyla onaylanmıştır. Nerede? Niye bunu tahsil etmiyorsunuz? Niye bunu tahsil etmek yerine Plan ve Bütçe Komisyonundaki torba yasaya bir madde eklemeye çalışarak affetmeye çalışıyorsunuz?

SONER AKSOY (Kütahya) – Sayın Başkan, sataşmalara cevap verecekti…

AHMET YENİ (Samsun) – Nurettin Bey’e cevap verecektiniz…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Yolsuzluklara ortak olan bir parti varsa bu Adalet ve Kalkınma Partisidir.

Bakın, siz, Sayın Canikli, Giresun Milletvekilisiniz, beklerdim ki… Ben burada bir konuşma yaptım, fındık üreticisinin 2004 yılındaki don afetinden 169 milyon liralık alacağı var, “Hükûmet bunu gasbetti.” diyorum, çıkıp “Hayır, Hükûmet, devlet gasbetmez, biz bunu ödeyeceğiz.” deme cesaretini gösteremiyorsunuz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, Sayın Hamzaçebi biraz önce, Sayın Başbakanımızı ve Hükûmetimizi

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, çok iyi niyetli olarak, açıklama yapmak üzere grup başkan vekili arkadaşlarımıza söz veriyorum ama bu birbirini takip etmemeli.

Sayın Canikli, buyurun efendim.

Bir saniye, bir saniye… Ne istediğinizi bilmiyorum.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Biraz önce Sayın Hamzaçebi konuşmasında hem Sayın Başbakanımızı hem de Hükûmetimizi haksız bir şekilde suçlayan bir ifade kullandı, onunla ilgili olarak sataşmadan söz istiyorum Sayın Başkanım.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Hiç de suçlamadı, açıklama getirdi.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Suçlama yoktu efendim.

BAŞKAN – Şimdi, bir saniye…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Efendim, Kuşadası ihalesiyle ilgili, Sayın Başkan.

BAŞKAN - Ben büyük bir dikkatle takip ettim. Tabii, Sayın Hamzaçebi’ye, Sayın Kılıçdaroğlu’na yönelik iddialara cevap vermesi için, sataşma nedeniyle, Grup Başkan Vekili olduğu için söz verdim ama tabii, o da Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Sayın Başbakanla ilgili birtakım iddialarda bulundu. Bu nedenle, hak ve nasfet bu iddialara karşı da AK PARTİ Grup Başkan Vekiline söz vermemi gerektiriyor. Üç dakika içinde… Ama yeni bir sataşmaya lütfen mahal vermeyin çünkü birbirini takip etmesin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

2.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Hükûmete ve Başbakana sataşması nedeniyle konuşması

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Esasında biraz önce Sayın Konuşmacının suçlama yaptığı konuyla ilgili olarak müteaddit defalar bizim konuşmacılarımız tarafından çok net cevaplar verildi, Kuşadası Limanı’yla ilgili, değerli arkadaşlar. Bakın, o ihale yürürlükteki ihale mevzuatına göre yapılmıştır. Biraz önce konuşmamda da müteaddit defalar belirttim, şu anda uygulanan, yani 2003 yılından beri, AK PARTİ hükûmetleri iktidara geldiğinden beri uygulanan ihale mevzuatına göre hiçbir şekilde bir kişiye özel olarak davetiye usulü ya da başka özel bir yöntemle ihale verilmesi kesinlikle söz konusu değildir.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Balıkesir SEKA pazarlık usulüyle verildi.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – 2003 yılından itibaren bu kapı kapalıdır. Ta 2001 yılında çıkmıştır bu kanun ama ağırlıklı olarak uygulaması bizim dönemde olmuştur.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Samsun-Ceyhan petrol boru hattı ihalesiz verildi.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Herkesin girebildiği, isteyen herkesin girebildiği açık bir ihale söz konusuysa orada yolsuzluk olur mu değerli arkadaşlar, soruyorum. Elinizi vicdanınıza koyun.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Samsun-Ceyhan ihalesiz verildi.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Yani isteyen girebiliyor, şartlar eşit, özel bir ayrıcalık sağlanmıyor, herhangi bir kişinin ya da birinin girmesi…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Balıkesir SEKA’dan bahset, Samsun-Ceyhan’dan bahset.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – …ya da girmemesi için ihaleye, bir durum söz konusu değil, bir baskı söz konusu değil. Böyle bir tespit var mı? Yok. O zaman böyle bir ihalenin yolsuzluğundan, yasa dışılığından söz edilebilir mi? Edilemez.

ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Kişiye özel şartlar koyuyorsunuz.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, biraz önce Sayın Hamzaçebi fındık meselesinden bahsetti değerli arkadaşlar. Biz, iki yılda, 2007 ve 2008 yıllarında alınan fındıklar için, tarihinde hiç görülmemiş bir rakam aktarıldı oraya. Hatta, başka arkadaşlarımız, başka bölgedeki milletvekilleri ya da sizlerden de arkadaşlarımız tarafından da zaman zaman eleştiri konusu oldu. İki yılda aktarılan kaynak 3 katrilyon lira değerli arkadaşlar, açın bakın. AK PARTİ Hükûmete geldiğinde, fındığın bir kilosu 1,5 liraydı piyasada, 1,5 liraydı. Madem açtınız, onun için söylüyorum, 1,5 liraydı. Şu anda ne kadar? 4,5-5 lira civarında. Hiç ezdirilmedi, tarımla uğraşan hiçbir vatandaşımız, çiftçilerimizin hiçbirisi ezdirilmedi, inanılmaz kaynaklar aktarıldı.

Yine bir rakam vereyim bakın, masal olmasın: 2002 yılında, tarım kesimine yapılan aktarmalar, bütçe içinden, doğrudan Tarım Bakanlığı bütçesi üzerinden ve onun dışında diğer kurumlar üzerinden yapılan aktarmaların toplamı 2,3 milyar lira iken 2010 bütçesinde bu rakam 8,4 milyar liradır değerli arkadaşlar. Yani, Ziraat Bankasının sıfır faizle verdiği kredinin sübvansiyonu için ayrılan kaynak da dâhil olmak üzere, buna benzer, Tarım Bakanlığı dışındaki kaynaklar da dâhil olmak üzere, tarihin hiçbir döneminde, tarım kesimine bu kadar büyük kaynak aktarılmamıştır, aktarılmaya da devam edecek.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tarım battı ya!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Çiftçimizin bunu hak ettiğini biz biliyoruz, o nedenle tarımda üretim artıyor, sıkıntılara rağmen üretim artıyor. Tarımda, bakın, çalışanların sayısında ciddi oranda bir azalma var. Tarımda istihdam edilenin payı 36’dan 26’ya düşerken üretim artıyor. Neden? İşte, aktarılan kaynaklar, orada verilmeyenin artırılması nedeniyle. Fındık da dâhil olmak üzere, narenciye, aklınıza gelen bütün ürünler için, buğday üreticisi için, hububat üreticisi için, hayvan üreticileri için, inanılmaz kaynaklar aktarılmıştır, aktarılmaya da devam edecektir, bundan yana hiçbir problem yoktur değerli arkadaşlar. Bu, fındık üreticileri için de geçerlidir.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – 169 trilyonu ödeyebilecek misiniz Sayın Canikli?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bahse konu husus, dondan afet gören hususla ilgilidir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Soruya cevap vermedi ki!

BAŞKAN – Sayın Canikli, teşekkür ediyorum.

AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – 169 ne olacak, 169?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Genç, buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, biraz önce, Sayın Canikli, Sayın Genel Başkanımızın Tuncelili olduğunu ve Tuncelililerden 3 kişiye inşaat verdiğini söyledi. Bu konuyu, müsaade edersiniz, ben Tunceli Milletvekili olarak…

BAŞKAN – Sayın Genç, Sayın Kılıçdaroğlu’na yönelik iddialarla ilgili, Grup Başkan Vekilinize söz verdim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, ama Tunceli’yi kastetti bakın, Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sizin Tunceli Milletvekili olmanız…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama, dedi ki…

BAŞKAN - …Tunceli’yle ilgili bir söz söylendiğinde size söz verme hakkı doğurmaz. Bakın…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Nasıl doğurmaz efendim? Tuncelililer hakkında bir söz söylerse nasıl doğurmaz?

BAŞKAN – Öyle bir şey olabilir mi?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Tuncelililere iftira attı. Orada dedi ki: “3 tane…”

BAŞKAN – Bakın, ben…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bir beni dinler misiniz?

BAŞKAN – Sayın Genç, ben Sayın Canikli’nin konuşmasını büyük bir dikkatle takip ettim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, dedi ki…

BAŞKAN – Dinleyin bir dakika.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir dakika Sayın Başkan… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Bir dakika…

KAMER GENÇ (Tunceli) – İş verdiği…

BAŞKAN – Bir dakika…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakın, Sayın Başkan…

BAŞKAN – Bir dakika… Burada sözü ben veririm.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, dedi ki…

BAŞKAN – Burada sözü ben veririm. Ben konuşacağım, sonra size söz verirsem konuşacaksınız. Bir dakika susun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Peki, söyleyin.

BAŞKAN – Sayın Canikli dedi ki: “Bunun tesadüf olduğuna inanıyorum.”

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır efendim, dedi ki: “Sayın Kemal Kılıçdaroğlu Genel Müdürken 3 tane ihale verdi.” dedi.

BAŞKAN – Burada bir sataşma, Tuncelilileri rencide edecek bir ifade kullanmadı.

KAMER GENÇ (Tunceli) – “3’ü de Tuncelili.” dedi.

BAŞKAN – Efendim, olabilir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, Ali Özcan Tuncelili değil.

BAŞKAN – Ancak bir ithamda bulunmadı.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bir dakika… Ama rica ediyorum…

Ayrıca da Tunceli’de bir lise -sağlık meslek lisesi- yapıldı.

BAŞKAN – Efendim, lütfen oturunuz. Böyle bir…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – …sizin şahsınıza yönelik bir sataşma yok...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, taraflı hareket ediyorsun! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – …Kamer Genç ismine yönelik.

Lütfen oturun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Taraflı hareket ediyorsun!

BAŞKAN – Oturun yerinize.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – Oturun yerinize, öyle şey olmaz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Benim ilime iftira atıyor efendim!

BAŞKAN – Öyle bir şey olmaz. Lütfen oturun yerinize.

KAMER GENÇ (Tunceli) – İftira atıyor benim ilime!

BAŞKAN – Burası şov yeri değil, lütfen otur yerine.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Beyefendi, burası bilmem neresi değil!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bütçenin tümü üzerindeki son konuşmalara devam ediyoruz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ısrar ediyorum sataşmada.

BAŞKAN – Şimdi söz sırası Barış ve Demokrasi Partisi adına…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, sataşmada ısrar ediyorum, oylatın.

BAŞKAN – Lütfen oturur musunuz yerinize.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır efendim. İç Tüzük’e göre, sataşmada ısrar ediyorum, oylatın.

BAŞKAN – Sizin şahsınıza yönelik herhangi bir sataşma söz konusu değil.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, benim ilime sataşma var.

BAŞKAN – Lütfen oturun yerinize.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakın, AKP zamanında 1 tane Tuncelili alınmıyor işe.

BAŞKAN – Lütfen oturunuz, öyle şey olmaz. Kaldı ki Grup Başkan Vekilinize söz verdim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Tunceli’de deprem oldu, bir tek bakan gitmedi.

BAŞKAN – Sayın…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hâlâ Tunceli’deki depremzedelere 1 kuruş para, doğru dürüst bir yardım gönderilmedi.

BAŞKAN – Lütfen oturur musunuz yerinize.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen nasıl Meclis Başkanısın!

BAŞKAN – İdare amirleri, lütfen Sayın Milletvekilini yerine oturtur musunuz.

İşlem yaptırmayın bana, lütfen…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sataşmada ısrar ediyorum.

BAŞKAN – Lütfen…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Israr ediyorum efendim, oylatın.

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına 2 sayın milletvekili arkadaşımız konuşacaklar.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ısrar ediyorum.

BAŞKAN – Otuzar dakika süreleri var.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, duyuyor musun?

BAŞKAN – Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) –  Sayın Başkan, sataşmada ısrar ediyorum, oylatın o zaman.

BAŞKAN – Sayın Genç, bakın, şu Parlamentonun en tecrübeli milletvekillerinden birisiniz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, bakın, İç Tüzük’ü aç oku, diyor ki: ”Kendisine sataşılan kişi eğer…”

BAŞKAN – Hangi hâlde söz verilir, hangi hâlde sataşmadan söz verilir, bunu en az bizim kadar biliyorsunuz. Sizin şahsınıza yönelik herhangi bir sataşma söz konusu değil.

KAMER GENÇ (Tunceli) – İlime sataşma var efendim, ilime sataştılar. O il gönderiyor beni buraya.

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu’nun iddialarıyla ilgili sataşmadan söz verdim, Sayın Grup Başkan Vekili konuştu. Lütfen oturun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ben sataşmada ısrar ediyorum.

BAŞKAN – Lütfen oturunuz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – İç Tüzük’e göre oylatın efendim.

BAŞKAN – Lütfen oturunuz yerinize.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yalan söylüyor! Bir defa, o işi alanlar Tuncelili değil.

II.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN                          

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575) (Devam)

2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına ilk söz Batman Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Bengi Yıldız’a aittir.

Sayın Yıldız, buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)

Süreniz otuz dakikadır efendim.

BDP GRUBU ADINA BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Tabii, biraz önce burada yapılan konuşmalarda… Aslında, yasalarımıza göre, hükümlü kadrolarından işe alınmanın koşulları bellidir. “Bunlar siyasal suçlardan, başka suçlardan alınmış.” şeklindeki bir değerlendirmenin çok doğru bir değerlendirme olmadığını düşünüyoruz. Siz de belki takdir hakkınızı kullanarak, o hükümlü kadroları arasında, mesela, rüşvetten, hırsızlıktan yatmış olanları alırsınız. Bu genel bir tercih meselesidir. Dolayısıyla bu meseleleri çok da, yasalara uygun olduğu için, dillendirmemek lazım.

Adalet ve Kalkınma Partisinin bütçesini nitelendirmemiz gerekirse, belki “Fakirden alıp zengine verme bütçesi.” olarak nitelenebilir çünkü çok zengin yarattınız bu dönemde. Sizin o “görünmeyen el” teoriniz hep fakirlerin cebinden çıkarıp zenginlerin cebine aktardı sizin iktidarınız döneminde. Belki başka bir adlandırma da yapabiliriz: “Altın yumurtlayan tavuk.” Mesela, TÜPRAŞ’ı, Tekeli, şeker fabrikalarının hepsini özelleştirdiniz, toprakları satıyorsunuz. Yani altın yumurtlayan tavukları kesiyorsunuz, kısa vadede bütçenizi dolduruyorsunuz ama sonuçta milyonlarca insan işsiz kalıyor. Sonra da tütünü gidip Amerika Birleşik Devletleri’nden alıyorsunuz, onların sigarasını bu halka kullandırıyorsunuz. Bu da bir tercihtir, bu da Adalet ve Kalkınma Partisinin bir tercihi olarak nitelenebilir.

Bütçe tartışmaları birileri için kuru, teknik ve anlaşılmaz kavramların tekrarlandığı bir münazara ortamı olarak görülebilir ancak emekçiler, Kürtler, Aleviler, meşhur deyimle, gayrimüslimler ve ötekileştirilen kesimler açısından geleceğimizin tartışıldığı bir süreçtir aslında. Ekonomik kaynaklarımız, savaşa, talana, sermayeye mi peşkeş çekilecek, yoksa daha çok iş, aş, sağlık, eğitim, adalet, yol, su, daha demokratik bir ülke özlemimize mi harcanacak? Bu ülke, askerî ve bürokratik vesayetten kurtulacak mı, yoksa hamasi nutuklarla ve yapay düşman söylemleriyle geleceğimiz ipotek altına mı alınacak? Hepsinin cevabı, bu bütçedeki kararlarımızla veriliyor. Geleceğimiz burada şekilleniyor.

Sayın Cumhurbaşkanımız, yasama yılının başlangıcında burada önemli konuşmalar yaptı. İşte, seçimlere gittiğimiz bir ortamdayız. O konuşmadan geriye kalan şu gök kubbede bir hoş seda sanki. Ne demişti Sayın Cumhurbaşkanımız, bir hatırlayalım ve onun gereğini ne kadar yaptık, tartışalım hep birlikte.

“Ülkemizin demokrasisinin ve siyasetinin daha iyi işlemesi ve daha verimli olması için üç önemli hususa dikkat çekmek istiyorum.

Öncelikle vurgulamak istediğim husus: Türkiye Büyük Millet Meclisinde siyasi temsilin derinleştirilmesinin ve çeşitlendirilmesinin sağlanmasıdır. Temsilin derinleştirilmesi ve çeşitlendirilmesi, kendi içimizdeki tüm farklılıkları siyasete yansıtacaktır. Ülkenin tüm önde gelen siyasi akımlarının temsil edilmediği bir meclis, eksik bir meclis olacaktır. Bu anlamıyla siyasal istikrar ve çoğulcu temsil birbirini dışlamaz, dışlamamalıdır.

Olgun bir demokrasi için altını çizmek istediğim ikinci önemli husus: Katılımın daha da teşviki ve güçlendirilmesi meselesidir. Sadece siyasi partilerin değil, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla toplumun tamamının siyasal sürece katılması önemlidir.

Demokrasinin olgunluğu, ülkenin temel siyasi meselelerinde en yüksek düzeyde katılımın teşviki ve güçlendirilmesiyle yakından ilişkilidir. Ancak, bugün geldiğimiz noktada, demokratik sistemin kendini yenilemesi ve vizyonunu küresel standartlara yükseltmesi için siyasetçilere düşen çok önemli görevler vardır. Bu görev, siyaset dilinin yenilenmesi görevidir.

Siyaset dilinin mahiyetinin sonuçları belirlediğini biliyoruz. Siyaset dili yapıcı da olabilir, yıkıcı da ve farklı bakış açılarını ‘kutuplaşma’ olarak görmek, olgunlaşmamış bir demokratik anlayışın tezahürüdür. Bu farklılıklar, dışlama, tahkir etme, yok sayma, kültürel bölünme değil, tam tersine demokratik zenginliğin bir göstergesi olarak ele alınmalıdır.” ve yargılama süreçlerine ilişkin değerlendirmeleri oldu.

Yargılama sürecindeki gecikmelerin, sebebi ne olursa olsun, tutukluluğu fiilî bir mahkûmiyet durumuna dönüştürmemesi gerekir. Bu tür aksaklıkların düzeltilmesi ve geç tecelli eden adaletin adaletsizlikten farklı olmadığı anlayışı ile gerekli yasal düzenlemelerin en kısa zamanda hayata geçirilmesi gereğinden bahsetmiştir.

Bu yargılamaları biliyoruz, “KCK” adı altında Kürt siyasal muhalefeti cezaevine tıkıldı, referandumda “evet” cephesinde yer almayan Türkiye demokrasi güçleri “Devrimci Karargâh” adı altında cezaevlerine tıkıldı ve benzeri birçok muhalefet eden kesimlerin susturulduğu bir ortamla karşı karşıyayız.

“Açık ve net bir şekilde ifade etmek gerekirse dünkü sorunlarımız zamanında çözülmediği için bugüne dek büyüyerek gelmiştir. Aynı şekilde bugün çözmezsek bunlar yarına miras kalacak ve bu çözümleri de giderek zorlaştıracaktır. Bu bağlamda, demokrasimizin sürekli geliştirilmesi, reformların kesintisiz sürmesi elzemdir. Unutmayalım ki bu süreç, ülkemizi her bakımdan daha güçlü hâle getirecektir. Bu sorunları cesaretle çözmek yerine siyaseten kullanılmasının ileride bize çok büyük maliyetler getireceğini bir kez daha hatırlatmak isterim ve sorunların çözümünü ertelersek gelecek nesilleri çok daha çetrefilli bir sorunlar yumağıyla karşı karşıya bırakırız. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak konuyu tüm yönleriyle, tüm detaylarıyla, tüm arka planıyla bilerek konuşuyorum. Bu sorunu büyük bir kararlılıkla biz çözmeliyiz. Gücümüzün, potansiyelimizin, beraberliğimizin değerini hiçbir zaman unutmayalım ve bu işi çözmenin yegâne yeri de Türkiye Büyük Millet Meclisidir.” diye Sayın Cumhurbaşkanımız vurgu yapmıştı. Bugüne kadar, bu alanda Adalet ve Kalkınma Partisinin, Sayın Cumhurbaşkanının belirttiği siyasal temsiliyetin yansımasından tutun da adaletin tecelli etmesine kadar ve bu problemlerin bu Parlamentoda tartışılmasına kadar hiçbir adım atmadığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz.

“Yeni, sivil bir anayasa yapacağız.” deniliyor. “Toplumun tüm kesimleri bu anayasa sürecini tartışmalıdır.” diyoruz. Ancak Kürtler, Aleviler, emekçiler yeni anayasa önermelerinde bulunduklarında kıyameti koparıyorsunuz. İşte, Diyarbakır’da Demokratik Toplum Kongresi ve Özerklik Çalıştayı bu amaçla toplandı. Burada herkes önermelerde bulundu. Birçok aydın, yazar bu toplantıya çağrıldı, katılanlar oldu. Gizli kapaklı değil, yasal ve meşru zeminde yapılan bu düşünce açıklamalarını niye illegalize ediyorsunuz? Niye düşünceyi, projeleri, taslakları “suikast” kavramıyla açıklıyorsunuz? Ortaya bir çözüm projesi koymadığı gibi, çözüm önermelerine de bu şekilde yaklaşan bir hükûmetle karşı karşıyayız.

Hâlbuki Sayın Başbakan 29 Haziran 2010 tarihli grup toplantısında şöyle diyordu: “Sorunu inkâr edenler, görmezden gelenler, başını kuma gömenler çözümü de anlayamazlar, algılayamazlar. Asırlara sari bu meseleyi birkaç paket açıklayarak, birkaç yasal düzenleme yaparak çözemezsiniz. Milletin derdine derman olma yolunda kimin elinde bir çözüm önerisi varsa kimin bir teklifi varsa art niyetsiz, ön yargısız bir şekilde ona kulak veririz, dinleriz, söylediklerini de dikkate alırız.” diyordu Sayın Başbakan.

“Türkiye bu meseleyle geleceğe yürüyemez. Bu meseleyi çözmekten, bu meseleyi artık geri bırakmaktan başka önümüzde hiçbir seçenek yok”. Bu sözler, altı ay önce bu Meclis kürsüsünden dile getirildi. Başbakan, kimin ne çözümü varsa dinleyeceklerini açıkça deklare etti. Şimdi, biz bir çözüm projesi ortaya koyduk: “Demokratik özerklik” dedik, “iki dilli yaşam” dedik. Öneriyi ortaya koyduk, aldığımız karşılık, Sayın Başbakandan tutun da Hükûmet yetkililerine kadar herkesin savcıları göreve çağırdığı bir cevapla karşı karşıya kaldık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünya bu sorunlarını nasıl konuşuyor, nasıl tartışıyor? Birilerinin söylediği gibi gerçekten dünya üniter, tekilci bir devletten yana mı tavır koymuş yoksa federasyondan tutun da özerkliklerin yaşadığı, bölge düzeyinde oluşumların yaşandığı bir dünyayla mı karşı karşıyayız? Dünya coğrafyasını, haritasını karşına aldığında, Amerika Kıtası’ndan Asya Kıtası’na kadar her yerde en güçlü demokrasilerin federatif, özerk, bölgesel düzeyde, kendi vatandaşını yaşama katan yönetimler olduğunu görüyoruz. İşte, Kanada on eyaletten oluşan dünyanın en demokratik ülkelerinden birisi. Hemen altında Amerika Birleşik Devletleri, hemen altında Meksika, hemen altında Brezilya. Geçelim Avrupa’ya: İngiltere Galler’i, İrlanda’sı, İskoçya’sı ve bölgesel yönetimleri. Belçika hakeza, Almanya öyle, İsviçre öyle. Fransa, merkezî yetkilerinin tamamına yakınını hemen hemen yerellere devretti, İtalya bölgesel yönetimlere geçti. İspanya, o çokça tartıştığımız İspanya on beş-on altı tane özerk bölgeden oluşuyor. Ve Asya’nın en güçlü demokrasisi, işleyen demokrasisi, dünyanın en kalabalık ülkelerinden birisi Hindistan’dır. Hindistan federal bir ülkedir. Rusya Federasyonu’na bakın, 22,5 milyon kilometrekarelik bir coğrafya, onlarca özerk bölge var içinde.

Şimdi, bu ülkelerin hepsi dünyanın en gelişmiş, en demokratik, en istikrarlı, en güçlü devletleri ama biz Türkiye’de demokratik özerkliği tartıştığımızda, yerellere yetki aktarılsın dediğimizde, çok dillilik dediğimizde... Ki İsviçre’yi unuttum, Konya gibi bir yer, bilmem kaç tane kantonu var, beş tane de resmî dili var.

Şimdi, dünya, bu sorunlarını böyle çözmüş. Biz, bunların hepsini öteleyerek, görmezden gelerek çok kültürlü, çok dilli bir mirasın sahibi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan bir ülke olarak tekleştirici, ötekileştirici, inkâr edici bir söylemle ülkemizin sorunlarını çözemeyiz. Dolayısıyla bu ülkeler bölünmüyorsa bu tartışmalar da bu ülkeyi bölmez, tam tersine bu tartışmalar olmadığı zaman, bastırıldığı zaman esas bu ülke bölünme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

“Demokratik açılım” söylemi vardı Hükûmetin bir yıl, bir buçuk yıl önce. İçine ne koydunuz? Sayın Hükûmet yetkililerinden bazıları bizim çok dilli ve demokratik özerklik tezimize “suikast” dediler, Sayın Meclis Başkanımız “palavra” dedi. Bu sürece bakalım, “Kim palavra attı?” meselesini bir ele alalım.

Şimdi, “demokratik açılım, Kürt açılımı, millî birlik beraberlik açılımı” dediğiniz, bu halka pazarladığınız, bir ölçüde de tek bir adım atmadan bu toplumu kutuplaştırdığınız o projenin içerisinde, o palavranın içerisinde çıka çıka “Siz köylerinizin, ilçelerinizin isimlerini değiştirebilirsiniz.” dediniz fakat şimdi bölgede birkaç tane tabela asıldı diye veyahut Kurtalan Belediyesi çöp kutularının üzerine Kürtçe yazdı diye çöp kutularını toplatıyorsunuz, o köylerin isimlerinin Türkçe yanında Kürtçe yazılmasını da çok yadırgadığınızı söylüyorsunuz. On yıl önce de biz -Ben Batman Belediyesinde Belediye Başkan Danışmanıydım- mahallelerimizin, caddelerimizin, bulvarlarımızın ismini Kürtçe koyuyorduk ama on yıl sonra siz hâlen bu tabelaları bölücülük, parçalayıcılık, suikast olarak niteliyorsunuz. Hâlbuki bu halka pazarladığınız tek şey buydu.

Bu köylerin, kasabaların, illerin isimlerini kim değiştirdi? Bir kanunla değiştirdi. Eğer gerçekten iade etmek istiyorsanız siz de bir kanunla bu köylerin, kasabaların ismi 1960’larda, 1950’lerde neyse o şekilde konuşulmasını, adlandırılmasını yasal bir teminata kavuşturursunuz. “Kim yapacak bu işi?” deniliyor. İllerde il encümenleri, belediye meclisleri yapacak. Bu yetki zaten var orada ama bunu bile… Biz “Pazarda, çarşıda, hayatın her alanında kendi ana dilimizi konuşacağız.” dediğimizde kıyamet koparıyor. Zaten bunu konuşuyorduk biz. Bunu “Bir dilin, bir kültürün yok olmaması için daha fazla kullanılması gerekir.” şeklinde Barış ve Demokrasi Partisi söylediğinde “Siz söylemeyin, onu ancak biz söyleriz.” Ne zaman, nerede konuşacağınızı Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti, Sayın Başbakan kendi seçim malzemesi yapacak. Seçimden seçime gidecek, diyecek ki: “Her şey özgür. Biz izin verdik, konuşabilirsiniz, çarşıda, pazarda, manavda konuşabilirsiniz.”

Ve sizin 2004 yılındaki Kamu Reformu Yasanız ortadadır, iyi ki de yapmışsınız. Öyle bir teklifte bulunmuştunuz, her ne kadar Sayın Cumhurbaşkanımız bunu üniter devletin yapısına aykırı bulduysa da. Sizin o zamanki önermeleriniz palavra mıydı Kamu Reformu Yasası’nı çıkarırken? Mesela ne diyorsunuz: Millî savunma, sosyal güvenlik, içişleri, maliye gibi konular dışında yerel yönetimlere devredeceğiniz şeyler, il özel idarelerine devredilen bakanlık taşra örgütleri, hangileri? Millî Eğitim, Sağlık, Sanayi, Bayındırlık, Kültür Turizm, Tarım ve Orman Bakanlığını devrediyorsunuz. Belediyelere neyi devrediyordunuz? Çevre, gençlik spor, sosyal hizmetleri. Köy hizmetlerini İstanbul’da İstanbul Büyükşehir Belediyesine, diğer yerlerde il özel idarelerine devrediyordunuz, trafik hizmetlerini belediyeye devrediyordunuz. Bu, sizin 2004 yılında bu Meclisten geçirmeye çalıştığınız, geçirdiğiniz veya daha sonra dönen bir kanun çalışmanız, bir dünyaya bakış açınız, Türkiye kendi sorunlarını nasıl çözer meselesi.

Şimdi, bunu daha önce Cumhuriyet Halk Partisi de yapmış. 1999 yılındaki raporlarında, Cumhuriyet Halk Partisi… Rapor elimde, altını çizdiklerimi… “Bu anlayışla Kürt kökenli yurttaşlarımız da dil, kültür, folklor ve kimliklerini koruma, geliştirme ve açıklayabilme, kendi ana dillerinde yazılı basın, radyo ve televizyon dâhil her türlü medya aracılığıyla yayın yapabilme, özel okullarda kendi ana dilleriyle eğitim yapabilme, Kürt dili ve kültürü üzerinde araştırma yapacak enstitüler ve benzeri kurumların kurulabilmesi haklarına kavuşturulmalıdır.” Ve yerel yönetimler modeli olarak katılımcı, çoğulcu yerinden yönetim modeli olarak formüle ettikleri önermelerinde “Türkiye’de idari yapı eskimiştir. Mevcut aşırı merkeziyetçi idari yapılanma çağımızın ve demokrasimizin gereksinimlerini, toplumun beklentilerini ve dinamizmini karşılamamakta, yetersiz kalmaktadır. Kapsamlı bir idari ve yerel yönetim reformu kaçınılmaz hâle gelmiştir. Yerel yönetimlerin çoğulcu, katılımcı, şeffaf yapıda güçlendirilmesi, başta eğitim, kültür, sağlık ve diğer bazı yerel hizmet alanlarında olmak üzere genişletilmiş yetki ve sorumluluklara kavuşturulması, mali kaynakların ve kaynak yaratma erkinin aktarılması, merkezi vesayetten kurtarılması, ilçe belediye meclislerinin etkinleştirilerek çoğulcu yerinden yönetim yapılanmasının odakları hâline getirilmesi. Ancak böylelikle yurttaşlarımızın özellikle kendi yaşamlarıyla yakından ilgili konularda yönetimlere doğrudan katılmaları sağlanabilir. Ülke coğrafyamızın tümünde hızla yaşama geçirmek zorunda olduğumuz çoğulcu yerinden yönetim reformu Kürt sorununun aşılmasında da önemli köşe taşlarındandır.” diyor Cumhuriyet Halk Partisi de kendi raporlarında.

Daha sonra Türkiye Barolar Birliği “Türkiye 25 tane bölgeye ayrılsın.” şeklinde Anayasa önermelerinde bulunmuş. Bunun gibi birçok alanda ülkemizin idari bir reforma gitmesi gerektiği noktasında kamuoyunun önemli bir kesiminde bir ortaklaşma vardır.

Şimdi, bunu ve benzeri önermeleri biz yaptığımızda suikast oluyor, AKP yaptığında ise Türkiye'nin sorunlarını çözen bir önerme oluyor.

Barış ve Demokrasi Partisinin demokratik özerklik formülasyonu programının kendisine de yansımıştır. Bu programın kendisi “Demokratik Özerklik Kitapçığı” Yargıtayın kendisine vermiş ve oradan da bugüne kadar bu özerklik programının, tartışmalarının ülkenin tekliğine, bütünlüğüne aykırıdır şeklinde bir değerlendirme de gelmemiş. Her ne kadar Parlamentoda biz getirip içinde sıkça Kürtçe “Demokratik özerklik” anlatımı da var diye siz okumadıysanız da emin olun Yargıtay cumhuriyet başsavcıları okudu bunu ve ülkenin tekliğine, bütünlüğüne bir aykırılık görmedi. Biz bunu şimdi bölgede, burada tartıştığımızda niye ülkeyi bölmüş, parçalamış oluyoruz değerli arkadaşlar? O programın içindekinden başka bir şey anlatmadık biz hiçbir yerde.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dil, bir halkın onurudur. Geçmişi geleceğe taşıyan en önemli unsurdur dil. Dilimize yasak koymakla ne yapmak istediniz? Bizi köksüzleştirmeyi, asimile etmeyi; başaramadınız ama. 21’inci yüzyıldayız. İki dilli yaşam söylemimiz süreci olumsuz etkiliyormuş. Kim söylüyor bunu, bu veciz sözü? Sayın İçişleri Bakanımız Beşir Atalay. Hani geçen sene “Dünyaya örnek olacak bir model önereceğiz.” diyordu ya Sayın Beşir Atalay, “Dünyaya örnek bir model geliştireceğiz.” diyordu. Şimdi, iki dilli tartışmalarımızı bu sürecin önünü kapatan, baltalayan bir açıklama olarak görüyor.

Peki, milyonlarca Kürt, dilini nasıl koruyacak, okulda, camide, kışlada, tüm devlet kurumlarında, basın ve yayında sadece Türkçe konuşacaklarsa? Asimilasyon, hani Almanya’da insanlık suçu olarak ama Türkiye’de her alanda yürütülen bu asimilasyonu nasıl önleyeceğiz? Kürt dilinin yaşaması, korunması sizin derdiniz değil biliyoruz ama bizim varlık nedenimiz ve mücadele gerekçemizdir. Bunu bilmeniz lazım. AKP “TRT Şeş’i açtık, daha ne istiyorsunuz?..” Sadaka dağıtır gibi, haklar alanında da sadaka yaklaşımıyla yaklaşıyor.

Size şunu hatırlatayım: Şu anda 20 tane Kürtçe yayın yapan Kürtlerin televizyonları var, 20 adet Kürtlerin televizyonu. Kuzeyden, güneyden, her taraftan... Baas rejimi 1939’da Kürtçe radyo açmıştı, 1939’da, o beğenmediğiniz… Biz Kürtçe “…”(x) oradan dinlerdik. Ülkemiz laik ve demokratikti ama Erivan radyosunu dinliyorduk biz. Meyrem Hanları, Karapete Haçoları Erivan radyosundan dinliyorduk çünkü ülkemiz üniter yapılıydı ve Kürtçe “…” (x) bu üniter yapıyı bozardı.

Devletimiz, 1961 Anayasası’na göre insan haklarına dayalı, 1982 Anayasası’na göre de insan haklarına saygılı bir devlettir ama kendi vatandaşı olan milyonlarca insanın ana dil gibi bir hakkına ne saygı gösteriyordu ne de ona dayanıyordu.

Şimdi, Irak’taki Baas rejiminden, hatta İran’daki Şah ve Humeyni rejiminden… Çünkü onlar da aynen Bağdat radyosu gibi, 1939’da Urmiye radyosundan Kürtçe yayın yapıyorlardı. Erivan elli beş yıl önce, Bağdat ve Tahran yetmiş yıl önce Kürtçe yayın yapıyorlardı. Siz, 2010 yılında bir Kürtçe televizyon açıyorsunuz, bunu Kürtlere pazarlıyorsunuz. Bravo! Tebrik ediyoruz! Laik, demokratik, insan haklarına dayalı hukuk devletimize ve onun iktidarına.

“Dil böler.” diyenlere diyeceğimiz şey şu: Doğrudur, dil böler ama bizim dilimiz değil, sizin inkârcı ve asimilasyoncu diliniz asıl bu ülkeyi böler. Lozan’da İsmet Paşa’nın dediği gibi, “Türkler ve Kürtler Türkiye Cumhuriyeti’nin ana unsurlarıdırlar. Kürtler azınlık değil, bir millettirler.” Gerçek olan, doğru olan bu. Lozan’da 1922’de, 1923’te millet olan Kürtler, 21’inci yüzyılda herhâlde aşiret olmadılar. Dolayısıyla,  “O cumhuriyet tarihinin, Kurtuluş Savaşı’nın felsefesine bakın.” diyenlere, bize hatırlatma yapan Genelkurmay ve ona selam çakanlara biz de diyoruz: “Kurtuluş Savaşı’nın felsefesine bakın.” Mustafa Kemal ne demiş? Bu Mecliste ne tartışılmış? Kürt mebusu, Kürdistan mebusları burada ne konuşmuşlar? O tarihe siz de bakın ve bu resmî tarihten kurtulun çünkü halkımızı bu resmî tarihle zehirlediniz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; müthiş bir yabancılaşmayla karşı karşıyayız. Emekçi emeğine, Türk Kürt’e, Sünni Alevi’ye yabancılaşmış, yabancılaştırılmış bu düzen tarafından ve bu yabancılaşmanın önüne geçmek için bu eğitim sistemi, bu resmî tarih anlayışı Kürt’ü, Alevi’yi, Laz’ı, Çerkez’i, ötekileri anlatması lazım, öğrenmesi lazım. Kürt’ün, Türk’ün düşmanı olmadığını, Alevi’nin, Sünni’nin zıddı bir şey olmadığını bu resmî tarih ve bu eğitim sistemi anlatmadığı sürece biz birbirimize mesafeli duracağız ve bu ülkenin temeline… 21’inci yüzyılda, belki 19’uncu yüzyıl, 20’nci yüzyılda Kürtler Batman’ın Sason ilçesinin dağlarında radyodan, televizyondan, şundan bundan haberleri yoktu, dünyada ne olup ne bitiyor bilmiyordu ama şu anda dünyayı yirmi dört saat her an izliyor, bu Parlamentoyu takip ediyor. Dolayısıyla 19’uncu ve 20’nci yüzyılın mantığıyla yaklaşmayın onlara. O dönem aşılmıştır, bizim de aşmamız lazım. Bu cami, kışla kültürü bizim sorunumuzu çözemez, “Uyu uyu, yat uyu.” diyen eğitim sisteminiz bu ülkenin sorunlarını çözemez.

Çok partili siyasal yaşam aldatmacası var bu ülkede. Eğer aynı şeyi söylüyorsanız, resmî ideolojiyi savunuyorsanız yüz tane parti yaşayabilir ama eğer bu resmî ideolojinin dışında bir şeyler ifade ediyorsanız bizim siyasal geleneğimizde olduğu gibi kapatılırsınız. Kapatılırsınız ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden de mahkûm olursunuz. Buna rağmen ısrar edersiniz, yine savcıları göreve çağırırsınız ve baraj ve hazine yardımıyla Parlamentonun önünü tıkıyorsunuz, temsiliyetin önünü tıkıyorsunuz. Siyasi Partiler Yasası’nı değiştirmiyorsunuz. Siyasi Partiler Yasası’nın 81’inci maddesini bir okuyun lütfen, bir okuyun da bu utancı şimdiye kadar nasıl taşıdığınızı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yıldız, süreniz doldu. Size de ek süre veriyorum.

Buyurun, bir dakika içinde tamamlayın lütfen.

BENGİ YILDIZ (Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkan.

“Hiç kimse Türk dilinin, kültürünün ve bir mezhebinin dışında dili, kültürü savunamaz, bunun korunmasını isteyemez.” O zaman biz suç işliyoruz, “Kürtçe var, Kürtçe korunsun.” diyoruz, “Asimilasyona uğramasın.” diyoruz. Sizin bu Siyasi Partiler Yasası’yla bizim siyaset yapma şansımız yoktur. “Bu ülkede Aleviler vardır, Alevileri de koru.” dediğin zaman başka bir mezhebi de korumuş oluyorsunuz. Bu Siyasi Partiler Yasası’nın 81’inci maddesine ikide bir göndermede bulunuyorsunuz. Bu, aslında, bu ülkede demokrasinin, siyasetin işlemediğinin açık göstergesidir.

Sürem bitiyor. Çok güzel bir şiirimiz var:

“Ellerinize ve Yalana Dair

Bu dünya öküzün boynuzunda değil,

Bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.

Ve insanlar, ah, benim insanlarım,

Yalanla besliyorlar sizi,

Hâlbuki açsınız,

Etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız.”

Ve bunu niye yapıyor?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın lütfen, şiiriniz yarım kalmasın. (BDP sıralarından alkışlar)

BENGİ YILDIZ (Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkan.

“İnsanlarım, ah benim insanlarım,

Antenler yalan söylüyorsa,

Yalan söylüyorsa rotatifler,

Kitaplar yalan söylüyorsa,

Dua yalan söylüyorsa,

Ninni yalan söylüyorsa,

Bu ölümlü, bu yaşanası dünyada

Bu bezirgan saltanatı, bu zulüm devam etsin diyedir.” diyor Nazım Hikmet ve bu yalanları söylemeye devam ediyorsunuz ne yazık ki bu halka.

Selam ve saygılarımı sunuyorum, yüce heyeti selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına ikinci söz, Siirt Milletvekili Sayın Osman Özçelik’e ait.

Sayın Özçelik buyurun, sizin de süreniz otuz dakika efendim. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA OSMAN ÖZÇELİK (Siirt) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı üzerine grubumuzun görüşlerini sunmak üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle şunu ifade etmek istiyoruz: AK PARTİ, Meclisten kanun çıkarma envanterine bir fasıl daha ilave etmek ve bunu bir propaganda aracı olarak kullanmak üzere Meclisi olağan dışı bir tempoyla çalıştırma sevdasından, huyundan vazgeçmiyor. Meclisten çıkarmaya çalıştığı kanun tasarıları derde deva oluyor mu? Hayır. Çünkü bu kanun tasarılarını bir süre sonra tekrar Meclise getirip eksiklerini, yanlışlarını düzeltmek için bizi bir daha çalışmaya zorluyor. Apar topar, alelacele getirilen tasarılar, muhalefetin bütün uyarılarına karşın parmak gücüne dayanılarak kanunlaşıyor ve tekrar tekrar Meclisin gündemine aynı kanun tasarıları geliyor.

Plan ve Bütçe Komisyonu üyesiyim, bu komisyonda çalışan arkadaşlarımız bilir, kanun tasarıları, bütçeler komisyona geldiğinde, biz, masamızın üstünde yüzlerce sayfayı bulan tasarı örnekleri, ekleri, rakamlarıyla karşılaşıyoruz. Bir kez bile okumaya fırsat kalmadan, hatta doğru dürüst incelemeye fırsat kalmadan biz bunların görüşmelerine geçiyoruz; AK PARTİ, bir an önce bir başka kanun tasarısı veya bir bakanlığın bütçesine geçmek üzere bir an önce oylamaya geçmeye çalışıyor çünkü AK PARTİ, gerek komisyonlarda gerekse Meclisteki oy sayısına, parmak sayısına dayalı bir politika güdüyor, oylamaya ve oylamaya geçişe çok büyük önem veriyor.

AHMET YENİ (Samsun) – O sayıyı millet verdi, millet.

OSMAN ÖZÇELİK (Devamla) – Yangından mal kaçırma telaşı ile “ne oldum delisi” bir tutum içinde AK PARTİ. Bu nedenle muhalefetin uyarılarını dikkate almıyor, küçümsüyor, bıyık altından gülüyor çoğu kez çünkü az sonra yapılacak oylamanın sonucundan emin. AK PARTİ, tek parti dönemine özlem duyuyor. Hâlen Mecliste grubu bulunan üç muhalif siyasi parti varız. AK PARTİ bundan çok rahatsız, tek parti özlemi içinde.

Yapılan son kamuoyu araştırmaları, partimiz Barış ve Demokrasi Partisinin yüzde 7 ile 7,5 arasında bir oy potansiyeline sahip olduğunu gösteriyor. Türkiye genelinde konulan yüzde 10’luk yüksek baraj nedeniyle, barajın yarattığı psikolojik etkiyle… Bu barajın kaldırılması hâlinde yüzde 10’ları çok fazla aşacağımızı biliyor AK PARTİ, biz de bunu biliyoruz, o nedenle yüzde 10 barajında ısrar ediyor. Oylarımızın yüzde 7-7,5 olması hâlinde bile bu 3 milyon seçmene tekabül ediyor. 3 milyon seçmen de yaklaşık 10 milyon nüfusa eş değer bir durum. AK PARTİ, Avrupa Birliği ülkelerinde, demokrasiyle yönetilen ülkelerinin hiçbirinde görülmeyen oranda baraj engeli koyuyor düşüncenin ve örgütlenmenin önüne yani demokrasinin önüne baraj koyuyor. Bütün toplumsal kesimlerin aldıkları oy oranında Mecliste temsilini engelleyici bir tutum içinde. Sivil toplum örgütlerinin, aydınların, üniversitelerin, sendikaların, siyasi partilerin bütün uyarılarına rağmen AK PARTİ bu barajı düşürmeme konusunda ısrar ediyor, inat ediyor. 2011 seçimleriyle 10 milyon nüfusun temsilini yapan biz Barış ve Demokrasi Partisini yine Meclisin dışında bırakmaya çalışıyor, buna heves ediyor.

AK PARTİ’nin, MHP’ye de tahammülü yok. Yandaş basın ve yandaş kalemleriyle “MHP’nin barajı aşamayacağı propagandası” yapıyor, MHP’yi de Meclis dışında tutmak istiyor.

Geriye kalıyor CHP. Şimdilik CHP’yi baraj altına düşürmeyi gözü kesmiyor. Doğrusu, CHP’nin bugüne kadarki politikaları ile siyaset tarzından AK PARTİ’nin hoşnut olmadığını söylemek mümkün değil, CHP’den çok rahatsız olduğunu iddia etmek de herhâlde bize göre mümkün değil.

Bakın, Cumhuriyet Halk Partisi yeni Genel Başkanı, Parti Meclisinde yaptığı ilk toplantıda, bizim demokratik özerklik projemizle ilgili neler söylüyor: “Resmî dilimiz Türkçedir. Resmî dilin yanına başka bir dil koymak doğru değildir, ülkeyi böler, ayrıştırır.” diyor, “Aynı kökten gelen insanların farklı dili konuştukları için bölündüklerini görüyoruz.” diyor. Aynı dili konuşmak, aynı kökenden gelmek veya farklı dili konuşmak, farklı kökenden gelmiş olmak, bölünmenin gerçek nedeni olamaz. Aynı dil konuşuluyor olmasına rağmen bölünme olabilir, aynı kökenden geliniyor olmasına rağmen bölünme demek olabiliyor. Bölünmeye neden olan, antidemokratik uygulamalardır, eşitsizliktir, özgürlükleri kısıtlamaktır. Eğer bir bölünme söz konusu olacaksa çok kültürlü, çok dilli ve bütün bu kültür ve dillere, bütün bu inançlara saygı gösterildiği için, onların kendilerini özgürce ifade ettikleri, demokratik bir yaşam sağlandığı için bölünme olmuyor; tam aksine, bunları engellediğiniz zaman, bunları yok ettiğiniz zaman, bölünme o zaman ortaya çıkabiliyor.

Sayın Genel Başkan, Başbakana da neden müdahale etmediğini, neden sessiz kaldığını söylüyor. Genelkurmay Başkanına sesleneceğine bir sosyal demokrat partinin, “Senin bu konularla ilişkin ne?” diyeceğine, “Dille, edebiyatla, kültürle ilgili senin herhangi bir görevin yok, sen niye ültimatomlar veriyorsun, niye bildiriler yayınlıyorsun?” diyeceği yere, Başbakana sesleniyor Sayın Kılıçdaroğu, Başbakanın harekete geçmesini istiyor. Ne yapacak Başbakan? Partimizi mi kapatacak? Bizi Meclisten mi dışarı atacak? Bizim konuşmamızı mı engelleyecek? Bunu mu istiyor Sayın CHP Genel Başkanı?

Sevgili arkadaşlar, AK PARTİ bilmelidir ki tek parti hevesi hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Bu halk, Türkiye’de yaşayan milyonlarca insan AK PARTİ’nin sekiz yıllık uygulamalarından haberdar, uyuyor zannetmeyin, hiçbir şekilde siz tek parti olarak bu Mecliste olmayacaksınız. Bu halkın size büyük sürprizleri olacak, önümüzdeki seçimlerde hiç beklemediğiniz bir tabloyla karşı karşıya kalacaksınız. Bundan emin olun, size sürprizimiz var.

Sayın milletvekilleri, AK PARTİ’nin adında “adalet” var, Adalet ve Kalkınma Partisi ama “adalet” sadece adında, “adalet” kavramı Adalet ve Kalkınma Partisinde yok. Eğer gerçekten adil bir tutum içinde olmuş olsaydı bakın, 12 Eylül askerî darbesi sonrası, şu anda yürürlükte olan Anayasa’da bile “Siyasi partilere yeteri miktarda ve adil bir şekilde devlet hazine yardımı yapar.” diyor. Peki, AK PARTİ ne yapıyor, bu adalet partisi; Adalet ve Kalkınma Partisi ne yapıyor? Partimiz -demin söyledim- 10 milyon nüfusun temsilcisi, 72 milyon nüfusun da sözcüsü partimize bir kuruş hazine yardımı yapmıyor ama kendisi bu yıl bütçeden seçimler nedeniyle yaklaşık 191 trilyon para alacak. AK PARTİ bugüne kadar hazineden 525 trilyon para aldı ama Barış ve Demokrasi Partisine, Meclis dışında geniş halk kitlelerini şu veya bu şekilde temsil eden partilere bir kuruş yardım yok. Adalet bunun neresinde? Nasıl adaletten söz edebiliyorsunuz, nasıl bunu içinize sindirebiliyorsunuz, onu anlamak mümkün değil.

Kanun teklifleri verdik, önergeler verdik ama AK PARTİ bunların hiçbirini dikkate almadı.

Bu hazine yardımı konusunda siz 525 trilyon para alırken 10 milyon nüfusun oyunu almış bir partinin beş kuruş bile yardım almaması bir gasptır. Bunun adı gasptır. Yani vergisini veren, yani vatandaşlık görevlerinin tamamını eksiksiz yerine getiren, askerlik yapan bu vatandaşların temsilini sağlayan partiye hazine yardımı yapmıyorsunuz. Bu, kendi cebinizden yapacağınız bir yardım değil. Bu, halkın emeğiyle, halkın vergileriyle oluşmuş hazineden kendinize düşen payın ötesinde diğer partilerin paylarından da hazine yardımı alıyorsunuz.

Hazine yardımı yanında adaylarınızın seçimde yaptığı harcamalar, devletin olanaklarıyla dağıttığınız kömür, makarna, buzdolabı, çamaşır makinesi ve diğer yardımlar, bütün bunları üst üste koyduğunuzda, valilerin il başkanı gibi, kaymakamların ilçe başkanları gibi seçimlerde size çalıştığı -hepsini söylemiyorum, büyük bir bölümü için- güvenlik gerekçesiyle jandarmanın sandık başlarında silahlarıyla durduğu seçimler sonrasında buna rağmen Barış ve Demokrasi Partisi 3 milyon seçmenin oyunu alıyor ve AK PARTİ, Sayın Başbakan tehditle, baskıyla oy aldığımızı iddia edebiliyor. Bu insafsızlıktır, bu vicdansızlıktır, 3 milyon seçmenin iradesini hiçe saymaktır, onları korkaklıkla, onları inisiyatifsizlikle suçlamaktır. Buna rağmen eğer biz 3 milyon kişiyi baskıyla, tehditle sandığa götürüyor kendimize oy verdiriyorsak o zaman siz devlet değilsiniz, o zaman siz hükûmet değilsiniz. İkisinden biri yalan, ikisinden biri yanlış.

HALUK İPEK (Ankara) – Ağrı seçimleri, yerel seçimler sonrasında ne oldu?

OSMAN ÖZÇELİK (Devamla) - Sayın milletvekilleri, AK PARTİ’nin tek amacı vardır: Devletin tüm kurumlarını ele geçirmek, kadrolaşmak ve olanaklarını yandaşlarına peşkeş çekmek, saltanat rejimi kurmaktır AK PARTİ’nin amacı. Bu nedenle muhalefet istemiyor, siyasi partileri etkisiz kılmak, demokratik muhalefet odaklarını, basını, sivil toplum örgütlerini, gençliği, kadını, aydınları, üniversiteleri kendi politikalarının şakşakçısı, yardakçısı yapmak istiyor. Buna karşı duranları susturmak, tehditlerle devre dışı bırakmak dışında bir politikası yok.

Yasama çalışmalarında emek ve meslek örgütlerini sürece katmıyor, devre dışı bırakıyor. Katılımcı, çoğulcu siyasetten anladığı tek şey, kendi yandaş bürokratları ve kendi yandaşlarının katılımını sağlamanın ötesinde katılımcı demokrasiye verdiği bir anlam yok.

AK PARTİ, kuruluşundan bugüne kadar katıldığı tüm seçimlerde benzer vaatler verdi. “Türkiye Avrupa Birliğine girecek.” dedi, “Özgürlük gelecek, eşitlik gelecek, kalkınma olacak Avrupa Birliğine katılmakla.” dedi. Avrupa Birliği ilerleme raporları ne diyor? “Daha sizin bin fırın ekmek yemeniz gerekir.” diyor. İlerleme yok.

“Kıbrıs sorununu çözeceğiz, barış gelecek Kıbrıs’a.” dedi, arpa boyu yol alınmadı. Resmî görüşün çizgisinde AK PARTİ politikaları sürdürüyor, resmî görüşe teslim oldu.

“Ermeni sorunu çözülecek.” dedi, neredeyse Ermenistan’la boğaz boğaza geldi Türkiye.

Yeni bir anayasa vadediyor her seçimde, şimdi de yeni bir anayasadan söz ediyor, hep geleceğe dair umutlar dağıtıyor. Hani başkaları için “Söylüyor.” diyordu ya, asıl kendisi hep geleceğe dair vaatlerde bulunuyor.

12 Eylül Anayasası’nı küçük makyajlarla cici hâle getiriyor, yargı üzerindeki hâkimiyetini geliştirici düzenlemeler yapıyor.

Hani 12 Eylülcüleri yargılayacaktınız? Aradan ne kadar zaman geçti, kaç kişiyi yargıladınız? Ses yok.

“Alevi açılımı” diyorsunuz, çalıştaylar yapıyorsunuz. Bu çalıştaylarınızda, Alevi toplumunun sorunlarına çözüm bulmak yerine, onları AK PARTİ’ye -AKP’ye, Adalet ve Kalkınma Partisine- entegre etmeye, onları sistemin bir parçası hâline getirme çabanızdan öte bir şey görmüyoruz. Alevi vatandaşlarımızın,  hâlâ, cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi beklentilerine yanıt verilmiş değil, hâlâ, zorunlu din dersinin kaldırılması taleplerine dair herhangi bir gelişme yok. Alevileri küçümseyen, aşağılayan anlayışların önüne geçilmesi konusunda yapılan hiçbir düzenleme, bir engelleme yok. Aleviler hâlâ aşağılanıyor, küçümseniyor. Ne yaptınız bugüne kadar Alevi sorununu çözmek için? Hiçbir şey yok. Çalıştay üstüne çalıştay

Düşünce ve ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ağır baskılar altında. Demokratik toplantı ve gösteriler polis copuyla, gazla, renkli sularla karşılanıyor. Demokratik muhalefete hiçbir tahammülünüz yok.

Bakın, kayıp anneleri 300’üncü haftadır Galatasaray’da kayıplarını arıyorlar, faili meçhul cinayetlerde gidenlerin akıbetini soruyorlar, çocuklarını, eşlerini, babalarını geri istiyorlar, hiç değilse faillerinin bulunmasını istiyorlar; 300 haftadır, karda, kışta, yorulmadan, bıkmadan adalet arıyorlar. Ne yaptınız? Hiçbir bir şey.

Şimdi gelelim Kürt sorununa: Ne yaptınız, neye çözüm buldunuz? Hapishaneleri doldurmak, BDP milletvekillerine yüzlerce fezleke düzenletmek, DTP (Demokratik Toplum Partisi)’yi kapatmak dışında ne yaptınız? “Günlük yaşamınızda, evde, sokakta ana dilinizde konuşabilirsiniz.” diyor. Ana dilimizde konuşmanın önüne başka bir engel koyamadığınız için bunu söylüyorsunuz. 20 milyon polis olmadığı için, herkesin başına bir polis koyma gücünüz olmadığı için ”Eh, artık konuşabilirsiniz.” diyorsunuz. Bir dilin özgürlüğü, yaşamın bütün alanlarında, eğitimden kamu hizmetlerine kadar, eğer bir dil kullanma alanı bulamıyorsa o dilin özgürlüğünden söz edilemez. Bir dil sadece evde konuşmakla, onu da engelleyemediğiniz için, onun konuşmasına fırsat vermekle dil özgürleşmez. Üstelik “Kürtçe” sözcüğünü bile telaffuz etmiyorsunuz, “ana dil” ile geçiştirip gidiyorsunuz. TRT Şeş’i başımıza kakıyorsunuz. TRT Şeş korsan yayın yapıyor. TRT Şeş’in yasal dayanakları yok, korsan yayın yapıyor. TRT Şeş’i başımıza kakıyorsunuz.

Türkiye’nin demokratikleşme projesi olarak sunduğumuz demokratik özerklik projemiz karşısında âdeta infiale kapılıyorsunuz. Bu, Türkiye’nin demokratikleşme projesidir. Bu, üniter yapı içinde bir arada yaşamanın garantisidir. Eğer özgürlükler yoksa, eğer inkâr, asimilasyon politikalarına devam ediliyorsa bir arada yaşamanın koşullarını ortadan kaldırmış oluyorsunuz. Zora dayalı, baskıya dayalı birlikteliğin hiçbir zaman gerçekleşemeyeceğini yaşayarak bildik, gördük, öğrendik. Bu projelerimiz karşısında bizimle oturup konuşacağınıza, bizimle de değil, kendi aranızda oturup konuşacağınıza… Bir düşünce, bir düşünce projesi ortaya konulmuş; şiddet içermiyor, baskı içermiyor; bir proje, bir toplumsal proje. Türkiye’nin idari mekanizmasına, yönetim mekanizmasına yeni, gerçekçi bir biçim verme projesi konusunda bir öneri var ortada. Bunu tartışıp olumlu yanlarını, olumsuz yanlarını kamuoyunda tartışacağınıza, bizi polise, askere, savcıya, mahkemelere havale ediyorsunuz. Bu mudur demokrasi anlayışınız, böyle mi gerçekleşecek demokrasi? “Kürtler savaşmasın.” deniyor. Evet, kesinlikle savaştan yana değiliz. “Konuşulsun.” deniyor. Konuşuyoruz. “Eh, çok konuştunuz, konuşmayın.” deniliyor. Biz konuşmaya devam edeceğiz. Biz sorunlarımızı bu Meclis çatısı altında, barış içinde, demokratik yollarla tartışarak, bütün ülkenin çıkarlarını bir arada gözeterek çözmek zorundayız. Yoksa bugüne kadar uygulanan politikalarla hiçbir yol alınmadığını, barışın gelmediğini herkesin görmesi lazım. Tekçi anlayışla, resmî devlet ideolojisiyle, inkâr politikalarıyla bu ülke huzur bulamadı, bu ülke barışı bulamadı, bu ülke kaynaklarını heba etti. Bakın, resmî kaynaklar, devletin ve Hükûmetin resmî ağızları 300 milyar dolardan söz ediyor nakit harcanan paralar için. Ülke ekonomisine getirdiği kaybın 1 trilyon dolar olduğu söyleniyor. Oysa biz Türkiye olarak çoğu zaman 10 milyon dolara muhtaç oluyoruz.

Gelin, bu sorunlarımızı çatışmayla değil, silahla değil, savaşla değil, demokratik yollarla, birbirimizi anlamaya çalışarak, birbirimizin duygularını anlamaya çalışarak birlikte çözmeye çalışalım. Bunun ötesinde başka bir yol yok. Bizim bu taleplerimizi bastırarak bizi düşüncelerimizden vazgeçirebileceğinizi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bizi bu düşüncelerimizden, Türkiye’nin geleceğini kurtarma düşüncesinden, bir arada yaşama kültürünü geliştirme düşüncesinden, eşit koşullarda, özgürce bir arada yaşama koşullarını yaratma konusundaki düşüncelerimizden hiç kimse vazgeçiremez, ne tehdit ne top ne tank ne hapishane. Bunu herkesin iyi bilmesi lazım.

Artık karar vermek gerekiyor: Türkiye polisin ve askerin vesayeti altında yönetilen bir güvenlik devleti mi olacak, yoksa uygar dünyanın kriterlerine uygun, demokratik, çoğulcu bir sisteme sahip demokratik bir ülke mi olacak, buna karar vermemiz lazım. Düğüm noktası burası. Hangisini tercih ediyorsunuz? Bizim tercihimiz çoğulcu, demokratik, bir arada yaşayabileceğimiz, eşit koşullarda yaşayabileceğimiz, herkesin refaha ulaştığı bir toplum yaratmadır. Bizim tercihimiz budur. Askerî vesayet bu ülkeye, demokrasinin önüne bir engel olarak duruyor. Daha ne kadar yoksulun, emekçinin, memurun ücretinin… Çalışanın boğazından, ekmeğinden kesip savunma gideri adı altında savaşa yatırım yapılacak? Yetmedi mi bu kadar ölüm, bu kadar gözyaşı, bu kadar acı? Daha ne kadar katlanmamızı bekliyorsunuz? Bize dayatılan bu acımasız yaşama daha ne kadar katlanmamızı istiyorsunuz? Bıkacağımızı, yorulacağımızı, vazgeçeceğimizi düşünüyorsanız yanıldığınızı göreceksiniz.

Kürtlerin demokratik hak ve taleplerini, özgürlük ve eşitlik taleplerini bir başka bahara bıraktınız yine. Peki, onlara insanca yaşayabilecekleri ekonomik olanaklar, insanca yaşayabileceği, açlığın, işsizliğin, sefaletin önüne geçecek projeler, yatırımlar yaptınız mı, ona bakalım. Bakın, Doğu ve Güneydoğu illeri Türkiye toplam nüfusunun yüzde 16-17’sini barındırıyor. Merkezî bütçeden bölgedeki yerel yönetimlere aktarılan pay yüzde 16-17 değil, yüzde 8,5 yani nüfusunun yarısı kadar. Peki… Bölgenin 21 ilinde teşvik almış yatırımların toplam içindeki payı yüzde 9,3. Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin yatırımlar için, teşvik almış yatırımlar için oranı, yapılan teşviklerin tüm oranı yüzde 9,3. Sadece Marmara Bölgesi yüzde 39,7 yani 5 kat. Sadece Marmara Bölgesi Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’nin 5 katı kadar yatırım alıyor. Aradaki farkı, uçurumu kapatacağınıza, pozitif bir destek vereceğinize aradaki mesafeyi daha da açıyorsunuz. Güneydoğu’da teşvik almış yatırımların payı yüzde 3,2 ama sadece Bursa’nın yüzde 4,4. Bursa’ya 4,4 olmasın demiyorum, 8,8 olsun ama bu fark da bu kadar açık fark da, lütfen olmasın. Eşitlikçi, adil davranmak lazım.

Türkiye genelinde işsizlik oranını -çok inandırıcı değil bize göre ama-yüzde 12-13 olarak açıklıyorsunuz. Bu bölgede, Doğu ve Güneydoğu’da yüzde 30, yüzde 50’leri buluyor işsizlik. Hani işsizliği giderecektiniz, hani aradaki farkları kapatacaktınız? Türkiye’de toplam yeşil kartın yarısı, yüzde 50’sini Doğu ve Güneydoğu’daki Kürt insanlarımız alıyor. Sefalet belgesini, yüzde 50’sini sadece Kürtler almak zorunda kalıyor. Neden? Çünkü aç, çünkü yoksul, çünkü iş güvencesinden yoksun, çünkü ihmal edilmiş, çünkü yalnız bırakılmış. Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası verilerine göre ilde çalışanların sayısı 28 bin, iş arayanların sayısı 312 bin.

Yayla yasağı nedeniyle bölge hayvancılık merkeziyken bugün hayvan ithalatı yapmak zorunda kalınıyor.

Bölge petrol üretim merkezi. Yılda 3-3,5 milyon ton ham petrol üretiyor Batman ve çevresi. Ülke ekonomisine katkısı yılda 2,3 milyar TL. Bölgede kişi başına düşen gelir –hani Türkiye ortalaması 10 bindi, 15 bin olacaktı ya- 2 bin ve 2 binin altında, Bangladeş’in altında, Kongo’nun altında. Nerede eşitlik? Nasıl sağlanacak kardeşlik?

Keban Barajı yılda 450 milyon TL enerji üretiyor, ülke ekonomisine katkıda bulunuyor. Keban Barajı’nın etrafında insanlar hâlâ ilkel koşullarda yaşıyorlar.

Geri kalmış iller sıralamasında 22 ilden 18’i bölgede. Neden? Neden 22 ilin 18’i bölge illeri? Okullaşma oranında Türkiye ortalaması yüzde 70-80’ken bölgede hâlâ okullaşma oranı yüzde 30-40.

Sağlık hizmetlerinde bölge, yine, ülke ortalama değerlerinin üçte 1’i, dörtte 1’i. Diyarbakır’da devlet hastanesi kapatıldı, göğüs hastanesi kapatıldı, çocuk hastanesi kapatıldı. Devlet hastanesine iki üç yıl önce 15 milyon liralık yatırım yapıldı, şimdi kapatılıyor. Gerekçe ne? Depreme dayanıklı değilmiş, boşaltılması lazımmış. Uydurulan bir şey bu. Boşaltılıyor ama İl Seçim Kurulu yerleşiyor oraya. Tabip Odasının bu kadar çabalarına, bu kadar toplantılarına, taleplerine rağmen Diyarbakır’da devlet hastanesi, çocuk hastanesi, göğüs hastanesi kapatılıyor. Eğitim ve araştırma hastanesi yapılıyor. Bütün birimler orada toplanmaya çalışılıyor. Bu konuyu tekrar dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Kişi başına bölgede düşen motorlu araç sayısı Türkiye ortalamasının onda 1’i nerdeyse. Bütün bunlar yoksulluğun, sefaletin işaretleri.

Sayın milletvekilleri, AK PARTİ Kürtlerin acı yaşamına, acı yoksulluğuna yoksulluk ekledi. Peki, ülkenin geri kalanına mutluluk ve refah mı getirdi, bir bakalım.

AK PARTİ yedi yılda 35 milyar dolar özeleştirme yaptı. Seksen yıllık kamu birikimi, emekçilerin birikimi kamu birikimini, seksen yıllık birikimini üç dört yılda sattı. Türkiye seksen yılda 148 milyar dolar borç almışken AK PARTİ yedi yılda 147 milyar dolar borç yaptı. Her gün 120 milyon dolar faiz ödeniyor. Özel sektörün dış borcu 177 milyar dolar. Halk borçlanıyor. Tüketim ekonomisi pompalanıyor reklamlarla. Halk 80 milyar dolar kredi kartı ve tüketim kredisi borcu ile karşı karşıya. 15 milyon kişi yoksulluk sınırında.

Silikozis hastaları haftalardır Ankara’da. Kot taşlamada çalışan insanlar yaşamlarını yitiriyor. 10 binlerce insan bu hastalığa tutulmuş, binlercesi ölmüş. Hükûmette “tık” yok. Tekel işçilerinin taleplerini karşılamıyor, onlara polis copuyla cevap veriyorsunuz.

Devlet Planlama Teşkilatı nominal ücretlerin yüzde 13’e yakın gerilediğini, yüzde 7 enflasyonla yüzde 20 oranında gelir kaybına uğradığını tespit ediyor. TÜİK Yaşam Memnuniyeti Araştırmasına göre, halkın yüzde 60’ı artık çok daha kalitesiz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Özçelik, sizin de süreniz doldu, bir dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın konuşmanızı.

OSMAN ÖZÇELİK (Devamla) – Peki.

Göstergeler hiç iyi değil, ne bölge için ne de Türkiye’nin geneli için. AK PARTİ’nin rakamları yanıltıcı. AK PARTİ, devlet fabrika kurmaz diyor, devlet hastane yapmaz diyor, özel sektöre devrediyor. Peki, özel sektörü geliştiriyor mu? Hayır. Ama AK PARTİ çok konuşuyor. Bakın, AK PARTİ’nin çok konuşmasını Nazım Hikmet’in şiiriyle anmak istiyorum:

Taranta-Babu’ya Sekizinci Mektup

Mussolini çok konuşuyor Taranta-Babu!

Tek başına

yapayalnız

karanlıklara

bırakılmış bir çocuk gibi

bağıra bağıra

kendi sesiyle uyanarak,

korkuyla tutuşup

korkuyla yanarak

durup dinlenmeden konuşuyor.

Mussolini çok konuşuyor Taranta-Babu

çok korktuğu için

çok konuşuyor!”

Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum.

                               

Kapanma Saati: 16.31
 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.54

BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Yusuf COŞKUN (Bingöl)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 42’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Bütçe görüşmelerinde bütçenin tümü üzerindeki son konuşmalara devam edeceğiz.

Komisyon yerinde.

Hükûmet yerinde.

Şimdi de söz sırası Milliyetçi Hareket Partisinde.

Milliyetçi Hareket Partisinde ilk söz Mersin Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Şandır’a ait.

Sayın Şandır, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz otuz dakika. Sanıyorum eşit şekilde kullanacaksınız.

MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, sizlerin de malumu, ülke gündemi üzerinde bir genel görüşmedir. Bütçe kanununun kendisi ve bunun üzerinde yapılan tüm müzakereler aslında geleceğimiz açısından önemli ve değerli bir siyaset belgesidir, böyle de olmalıdır. Siyasi partiler bütçe görüşmelerinde ülke ve millet için gelecek öngörülerini, ülke için tehdit algılamalarını, tedbir önceliklerini, yatırım önceliklerini bu müzakerelerde ortaya koyarlar. Bu yönüyle bütçe görüşmeleri siyasi partilerin misyon ve vizyon sahnesidir. Bu sahnenin de sahibi ve seyircisi milletimizdir. Yani millet adına ve milletin gözü önünde iktidarı, muhalefetiyle birlikte burada yaptığımız bir dün, bugün, yarın müzakeresidir, tartışmasıdır. Geleceğimizi aslında birlikte düşünmekteyiz, sesli düşünmekteyiz. Bu sebeple bütçe görüşmeleri iktidar için icraatın hesabını vereceği bir fırsat, muhalefet için de millet adına hesap soracağı bir imkân olarak değerlendirilmelidir.

Değerli milletvekilleri, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütçe görüşmelerini bu anlam ve kapsamda kabul ediyoruz ve bunun gereğince davranmaya çalışıyoruz. Ancak Hükûmetten ve AKP Grubundan maalesef bugüne kadar böyle bir yaklaşım göremedik. Muhalefet partileri olarak bütün gayretimize ve uyarılarımıza rağmen, iktidar partisinin sözcülerini bugüne ve yarının tartışılmasına, konuşulmasına bir türlü taşıyamadık, hâlâ 2002’nin öncesinde debelenip duruyorlar ve yine maalesef müzakere için bir ortak payda da oluşturamadık. Sürekli olarak “siz-biz”, “2002 ve bizim dönemimiz” diye konuşuyorsunuz, tartışıyorsunuz. Türkiye’yi, yarını ve bugünü özne hâline getiremedik. Bütçe görüşmeleri bir şekil şartının ötesine maalesef geçemedi. Milletin zamanını ve umutlarını maalesef sayın iktidar partisi grubu milletvekilleri boşuna tükettiniz.

Değerli milletvekilleri, AKP İktidarının dokuzuncu bütçesini görüşüyoruz, her yıl aralık ayına geldiğimizde aynı söylemleri dinliyoruz. Yine aynı nakarat, AKP sözcülerinin rakamlarla takla attırarak övünmelerini, muhalefeti suçlamalarını, ilgisizliği, tahammülsüzlüğü, sığ, vizyonu olmayan konuşmaları, Başbakana yakılan methiyeleri ve geçmişi suçlamaları yaklaşık on beş gündür birlikte izliyoruz, milletimiz de izliyor. Maalesef, bütçe görüşmelerinde bugüne kadar ne dünü doğru konuştuk ne bugünü doğru ifade ettik ne de geleceğe dönük bir ufuk turu yapabildik. Bu yıl da bütçe görüşmeleri sıradanlaştırıldı ve bir anlamda ciddiyetten uzaklaştırıldı. Bunun sorumlusu Hükûmettir ve AKP Grubudur.

Dünyanın ve Türkiye’nin önemli bir dönemeçten geçtiği, bir çağ değişiminin yaşandığı bu zaman diliminde dünyanın yöneldiği değişme çizgisini milletimiz ve ülkemiz açısından kavramadan bütçe hazırlamak veya müzakere etmek günübirlik sorunlar etrafında sıkışıp kalma ihtimalini de beraberinde getirmektedir.

Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmelerinin bu son gününde sizleri zaman ve mekân bütünlüğünde birlikte düşünmeye davet ediyorum, gelin bir vicdan muhasebesi yapalım: Yeni bir yüzyılın, hatta yeni bir bin yılın başındayız. Bugün Türkiye, 70 milyonu geçen dinamik nüfusu, jeostratejik konumu ve her yıl az çok büyüyen ekonomisiyle önemli bir ülkedir. Yedi bağımsız devleti, 250 milyona yaklaşan nüfusuyla Türk dünyası ve çok zengin yer altı kaynaklarıyla Türk coğrafyası yani Avrasya coğrafyası, yeni küresel güç adayı ülkeler olan Çin, Hindistan ve Rusya’nın ortasında bulunmaktadır. Türk milleti bana göre tüm zamanların en şanslı dönemini yakalamış bulunmaktadır. Geçen yüzyılın ilk çeyreğinden de, geçen bin yılın ilk çeyreğinden de daha şanslı bir noktadayız.

İfade edildiğine göre, “BRIC ülkeler” olarak ifade edilen yeni küresel güç adayları ülkelerin ortasında çok değerli ve stratejik konumda bir coğrafyada yaşamaktayız. Soğuk savaş dönemi sonrasında oluşan tek kutuplu dünya ile bu yeni küresel güç adayları arasında tarihî bir fırsat yakaladık. Bize göre bu yeni küresel güç blokuna karşı barikat ülke olarak kendimizi konumlandırmak yerine, Türkiye, oyunu kendi adına oynamalı, barikat olmak değil, T-BRIC konumunu yakalamalı, lider ülke Türkiye olmalıdır.

Türkiye'nin bu potansiyelini gören küresel güçler bugün, tarihten bildiğimiz böl-parçala-yut senaryolarını yeniden önümüze koymaya çalışıyorlar. Bin yıldır birlikte yaşamış, kardeş olmuş milletimizi etnik ve inanç temelinde ayrıştırmaya ve çatıştırmaya çalışıyorlar. Bize göre Türkiye'nin en önemli sorunu, küreselleşen dünyada Türkiye'nin ayrıştırılmaya çalışılmasıdır ve ne yazık ki ülkemizi sekiz yıldır milletimiz adına yöneten AKP İktidarının bu projelere eş başkanlık yapması, taşeronluk yapması, çanak tutmasıdır. Bize göre Türkiye'nin temel sorunu, AKP İktidarının teslimiyetçi politikaları tarafından yönetiliyor olmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği merkezli bir küresel dünya düzeninden, çok merkezli bir dünya düzenine evrilen dünyamızda Türkiye ve Türk dünyası, yeni küresel güç adayları ile eskilerin arasında tarihî bir fırsat yakalamış bulunmaktadır: Ya tarih yazacağız, 21’inci yüzyıl Türk asrı olacak, küresel güç merkezi olacağız ya da Allah korusun, küresel güçlerin ayakları altında kalacağız. Küresel güçler bu bölgeyi kontrolleri altında tutabilmek için günümüzde âdeta savaş düzeni aldılar ve maalesef savaş mevzilerini siyasi iktidarın zafiyetiyle ülkemiz toprakları üzerinde kurmaya karar verdiler. Her yeni yüzyılın ilk çeyreğinde olduğu gibi 21’inci yüzyılın bu ilk çeyreğinde de dünya düzeni şimdiden yeniden kuruluyor. Tarihin sonunun geldiğini ve artık medeniyetler çatışması yaşanacağını düşünen ve dünya imparatorluğu kurmak iddiasında olan küresel güçler bölgemizde bizim üzerimizden küresel projeler uygulamaya çalışıyorlar.

Değerli milletvekilleri, bu bölgenin sahipleri olan Türk milleti adına karar verici siz milletvekilleri; nasıl bir gelecek öngörüsünde bulunuyorsunuz, Türkiye'yi nereye koyuyorsunuz? Küreselleşme olgusunu güce ve hukuka dönüştürenlere karşı yeni yüzyılda Türkiye için öngördüğünüz bir konum var mı? Dünyanın yeniden tanzim edildiği bu süreçte, Türkiye, paylaşılan, parçalanan bir ülke mi olacak, yoksa paylaşılamayan, itibarlı, güçlü ve lider bir ülke mi olacak? Bu bütçe tasarısı ve burada yapılan müzakerelerle bizler, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak işte bu soruların cevaplarını aradık. Hükûmet muhalefetle çekişeceğine, geçmişle, 2002 öncesiyle boğuşacağına asıl bu sorulara cevap vermeliydi.

Sizlere soruyorum, iktidar partisinin değerli milletvekilleri: Bu bütçeyle Türk milletinin önüne hangi hedefleri koyuyorsunuz? Bir siyaset belgesi olarak bu bütçe tasarısının bir siyaset felsefesi var mı? Topluma heyecan veren bir gelecek umudu, öngörüsü bulunuyor mu? Bize göre ne yazık ki, bu bütçe tasarısında böyle bir gelecek öngörüsü yok. Yaklaşık otuz günden bu yana bütçe tartışıyoruz, iktidarıyla muhalefetiyle bütçe hakkını yerine getirdiğimizi maalesef söyleyemeyiz. Sorunları derinlemesine tartışamadık, alınması gereken tedbirler için ortak akıl geliştiremedik.

İktidarla ana muhalefet arasında “boş-dolu bardak” tartışmasıyla horoz dövüşüne dönüşen bir bütçe görüşmesinin daha sonuna geldik. Bardağın dolu tarafının iktidar tarafından abartıldığı buna karşılık da muhalefet tarafından boş tarafının ifade edilmesine iktidarın ölçüsüz tepki vermesi, toplum açısından ne anlam ve ne değer ifade etmektedir? Millet, bu görüşmeleri bir tiyatro oyununu seyreder gibi seyretmektedir. Trajikomik bir oyun. Bir bardak suda fırtınalar çıkarıp birbirini boğmak isteyenleri ve bu arada suyu bulandırıp balık avlamak fırsatçılığı yapan kurnazları milletimiz üzülerek ve ibretle seyrediyor. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bardağın boşu-dolusu değil, bardağı denizlere nasıl dönüştürürüz, bunun için ne yapmamız gerekir sorusunun cevabının peşindeyiz. Bütçe görüşmelerinde lider ülke Türkiye’yi nasıl kuracağımızı konuşmalıydık.

Değerli milletvekilleri, başarı ve ilerleme ancak ileriye dönük bir hedeflemeyle kazanılır ama ne yazık ki sizler hep geleceğe dönük, geriye bakarak ileriye gittiğiniz iddiasındasınız. Bunun mümkün olmadığını sizler de görüyorsunuz. Ama maalesef bugüne dair, geleceğe dair bir şey söyleyemeyeceğiniz için geçmişi anlatarak kendinizi millet karşısında savunmaya çalışıyorsunuz. Aslında bunu da doğru yapmıyorsunuz çünkü 2002 öncesindeki 57’nci cumhuriyet Hükûmeti gerçekten, bu milletin ve ülkenin geleceği açısından çok önemli şeyler yaptı, çok önemli kararlar aldı, çok önemli hukuki düzenlemeler yaptı, hatta o Hükûmetin hazırladığı ekonomik programı uygulamaya çalıştınız.

Tekrar hatırlatıyorum: İktidarınız sekiz yılını doldurdu. Bugün ülkemiz dünden farklı veya dünde yaşanan sorunlarının hiçbirinde daha iyi durumda değil. 2002’de var olup da bugün olmayan bir sorunumuz var mı? Türkiye’nin hangi sorununu iktidarınız döneminde kesin çözüme kavuşturdunuz? Sekiz yılın sonunda insanımızın hayatında ne değişti iyiden yana, güzelden yana? Birçok şey anlatıyorsunuz ama bir sonuç olarak söylüyorum, eğer tüm bu anlattıklarınız insanımıza ekmek götürmüyorsa, işsizliği çözmüyorsa, yoksulluğu azaltmıyorsa, yasakları ortadan kaldırmıyorsa, bu söylediklerinizin hepsi göz boyamadır, aldatmadır ve kandırmadır.

Değerli milletvekilleri, bu sekiz yılı harcadınız, milletimizin sekiz yılını harcadınız. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu ülkeye bir gram hizmeti dokunan herkese şükranlarımızı sunuyoruz ama biz, milletimizi ve ülkemizi hizmetin en iyisine layık görüyoruz. Bugün ülkemiz hâlâ işsizlik ve yoksulluk sorunu içerisinde kıvranıyorsa, bunun ifadesi, AKP İktidarının başarısızlığıdır, başaramadığıdır ve sekiz yılın boşuna harcandığıdır. Siz, yanlış, eksik yapabilirsiniz, milletimizin birliği üzerinde, ülkemizin geleceği üzerinde ayrıca da yanlış yaptınız; yanlışların faturasının çok ağır olacağı endişesini taşımaktayız, çığlığımız, itirazımız bundandır.

Değerli milletvekilleri, gerçekler acı. Türkiye maalesef kötü yönetilmektedir. Türkiye’yi kötü yönetilmenin ötesinde çok tehlikeli bir sürece de sürüklemektesiniz. AKP İktidarı döneminde Türkiye çok önemli riskler altına atıldı, gelecek açısından çok stratejik yanlışlıklar yapıldı. Öncelikle, uyguladığınız ekonomik politikalarla Türkiye’yi üretimden uzaklaştırdınız. Devri iktidarınızda, Türkiye bir açık pazar hâline dönüştürüldü. Düşük kur değerli Türk lirası ile yabancının malını ucuzlattınız, Türk üreticisini ölüme terk ettiniz. Tarlalar ekilmiyor, fabrikalar kapanıyor. Yalnız benim ilimde, Tarsus ilçesinde -burada listesi var- onlarca fabrika kapanmış, binlerce işçi sokağa atılmış. İktidarınızın sonucu bu. Dolayısıyla bugün burada “Büyüdük, kalkındık.” diye övünmenizin halk nezdinde hiçbir karşılığı bulunmamaktadır. Siz burada “Büyüdük.” diye rakamlara takla attırırken millet işsizlikten kırılmakta, akşam evine ekmek götürmenin derdiyle kıvranmaktadır.

Türkiye’yi üretimden uzaklaştırmanın ötesinde bir başka yanlışlığı daha yaptınız. Ülkeyi, özel sektörü, kamuyu ve vatandaşlarımızı taşıyamayacakları bir yükün altına attınız, borçlandırdınız. Özelleştirmelerin yabancılaştırmaya döndüğünün bile farkında değilsiniz. Ne kadar stratejik değerde kuruluşumuz, kurumumuz varsa yabancılara sattınız. Biz bunların, bugünün dününü yaşadık. Dün yaşananların sonunda maalesef devletimiz yıkıldı. Korkarız ki bu süreç durdurulamazsa ülkemiz hızla Osmanlının son dönemindeki düyunu umumiyeye doğru ilerlemektedir, bunu durdurmamız lazım.

Değerli milletvekilleri, bakınız, her biriniz Anadolu’nun bir yerinden geldiniz. İllerinizin milletvekili sayısının düşmesinin sebebini sorgulamıyor musunuz? Anadolu boşalıyor. Anadolu köylerinde mezar kazmak için kırk beş yaşın altında insan kalmadı. İnsanlar doğdukları yerde, kendi topraklarında kendi karınlarını doyuramayınca şehirlerini terk ederek başka yerlere göçüyorlar. Bu bir sonuç değil midir? Eğer iktidar başarılı olsaydı böyle bir sonuç yaşanır mıydı?

İkinci stratejik yanlışınız çok daha önemli, o da Türkiye’de bir kimlik sorunu yaşatıyorsunuz, bir kimlik sorunu oluşturdunuz. Türk milletini “Alt kimlik”, “Üst kimlik”, “Türkiyelilik” adı altında ayrıştıran bir sürece soktunuz. Sayın Başbakanın 2005 Ağustos Diyarbakır konuşmasında “Kürt kimliğini tanıyorum. Kürt sorununu demokrasi içerisinde siyaset üreterek çözeceğim.” vaadi bugün Türkiye'nin handikabı olmuştur. Etnik bölücüleri tatmin etmek için başlattığınız açılım süreci, şimdi “Demokratik özerklik” adı altında özerk Kürdistan projeleriyle ülkemizin etnik temelde ayrışması ve bölünmesi taleplerine dönüştü. Yanlış yaptınız, geleceği öngöremediniz Sayın Hükûmet. Buradan Sayın Başbakana soruyorum, halkım adına soruyorum: “Kürt sorunu.” diyerek neyi kastediyorsunuz? Kürt sorunu, bir Kürt devleti kurmak meselesi değil mi? PKK, bu amaç doğrultusunda 40 bin insanımızı katletmedi mi? “75 adet Kürt milletvekilim var.” diyorsunuz, “Kürt vatandaşlarım.” diyorsunuz. Ben tekrar soruyorum: Bu Anayasa’nın neresinde bu yazıyor? Bir Başbakan olarak, siz bu milleti etnik temelde ayrıştırmak hakkına sahip misiniz? Bunun adı bölücülük olmaz mı? Ulaşılan sonuç itibarıyla söylüyorum, sizin başladığınız o nokta bugün nerelere vardı, bu gerçeği görmeye davet ediyorum. Böylece, bir “Kürt kimliği” diye bir siyasi kimlik oluşturdunuz. Türk milletini siyasi anlamda etnik bir ayrışmaya sürüklemiyor musunuz? “Silahı bırakın, masaya gelin. Ananızın kucağına dönün.” demiştiniz. Bölücü terörü siyasete çağırarak Türkiye'nin geleceğinde bir toplumsal çatışmaya zemin hazırlamış olmadınız mı? Bakınız, PKK sizin davetinizi kabul etti, dağdan indi, şehre indi, “KCK” oldu, “Demokratik Toplum Kongresi” oldu ve siyaset yapıyor; iki dilli bir sosyal hayatı, öz savunma gücünü, yerel parlamentoyu, yerel yargıyı, ayrı bayrağı, ayrı yönetimi öneriyor, kabul edecek misiniz?

Değerli milletvekilleri, tarih önünde, millet önünde, vicdanlarınıza, akıllarınıza soruyorum. Siz davet ettiniz “Şehre inin, siyaset yapınız.” dediniz. Şimdi siyaset yapıyorlar, ayrışmayı konuşuyorlar, ayrı kimliği konuşuyorlar, kabul edecek misiniz?

ALİ KOYUNCU (Bursa) – Etmiyoruz.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Etmeyeceğiz.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Şimdi, sizin adınıza, devlet, İmralı canisiyle görüşüyor. İsteklerini kabul edecek misiniz?

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Görüşmüyoruz.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Etmediğiniz takdirde ne yapacağı gazetelere yansıdı. “Cumhurbaşkanınızı öldürürüz.” diye tehdit ediyor, farkında mısınız? “Çok kan akar, savaş çıkar, bu savaşta kimlerin öleceği de belli değil.” diye sizi tehdit ediyor, Türkiye’yi tehdit ediyor. Bu sürecin başlangıcı, Sayın Başbakanın 2005 Diyarbakır konuşmasıdır ve AKP İktidarının yaklaşımlarıdır, politikalarıdır. Bana göre, bu sonuçlardan Sayın Başbakan sorumludur. Sayın Başbakan şunu hatırlamalıdır: Bu ülkeyi millet adına siz yönetiyorsunuz, sekiz yıldır siz yönetiyorsunuz. Türk toplumunu cam kırığı yığını hâline getirdiniz.

Değerli milletvekilleri, farklılıklarımıza dayalı birlikte yaşamanın zorluğunu yaşamaya başladık. İşte, anketler yapılıyor. İnsanımız en tabii sonuç olarak birbirleriyle komşu olmamayı istiyorlar, kız alıp vermeyeceklerini söylüyorlar. Bu, dün yoktu, bugün başladı. Ortak yönlerimizin paylaşımında birliği neden savunmuyoruz? Bunu herkese soruyorum. Farklılıklarımızı öne çıkararak birlikte yaşamanın zorluğuna katlanmak yerine, bin yıldır oluşan ortaklıklarımızı öne çıkartarak birlikte yaşamanın huzurunu duymak neden düşünülmüyor, neden istenilmiyor?

Sayın Başbakana milletim adına soruyorum: PKK’ya yataklık yapmaktan hükümlü Leyla Zana ve arkadaşlarını Avrupa Birliğinin talep ve baskılarıyla salıverdiniz, barış elçisi olarak da evlerinizde ağırladınız. Ne acı günlerdi o günler. Hemen sonrasında, daha sonra Habur’da yaşadığımız görüntüleri o gün de yaşadık ve millet neler olduğunu sorgulamaya başlayınca başlayan telaşa karşı Milliyetçi Hareket Partisinin Sayın Genel Başkanı Devlet Bahçeli 15 Haziran 2004 tarihinde sizlere tarihî bir görev çağrısı yaptı ve dedi ki: “Sağduyulu ve sorumlu davranınız. Bu gidiş iyiye gidiş değil.” ama ne duydunuz ne dinlediniz. Sonra, “alt kimlik”, “üst kimlik” diye, “Türkiyelilik kimliği” diye Türkiye’de bir kimlik tartışması başlattınız. Bunun sonunun kötü olacağını, “Bu millet tanımında gelin bir mutabakata varalım” diye 4 Mayıs 2005 tarihinde yeniden uyardı Sayın Genel Başkanımız “Gelin, bir millet tanımında uzlaşalım, bu alt kimlik, üst kimlik bu milleti böler.” dedi ama gözler kör, kulaklar sağır, ne duydunuz ne dinlediniz. Sonra, 23 Temmuz 2009’da açılım başlattınız. Biz dedik ki canhıraş çığlıklarla “Bu açılım bu ülkede bir beka sorunu getirir, bir yıkım projesidir. Bunun önünü alamazsınız, nokta koyamazsınız, içini dolduramazsanız.” ve sonuçta maalesef, işte bugünlere geldik.

Biz bunları söylerken Sayın Başbakan, bizi hezeyan içinde olmakla suçladı, heyhat! Milletimin takdirine sunuyorum. Şimdi, buradan soruyorum: Ne oldu Sayın Başbakan, bugün birliğimiz dünden daha mı güçlü? Buraya kalkıp da BDP’nin yaptıklarından, KCK’nın yaptıklarından şikâyet etmeye hakkınız yok, bu sürecin başlangıcı sizinle başladı, bu ülkeyi sekiz yıldır siz yönetiyorsunuz.

Sayın milletvekilleri, siyaset ve devlet adamları, geleceği öngörmek, doğru öngörmek mecburiyetindedir. Bir devlet adamının söylediği bir söz, gelecekte bir müktesep oluşturuyor. 1991’de söylenen “Kürt kimliğini tanıyorum.” sözü, bir başka devlet adamına “Avrupa Birliği yolu Diyarbakır’dan geçer.” sözünü söyletmişti ve ne yazık ki Başbakana “Kürt sorunu benim sorunumdur.” sözünü de söylettiler. Sonuçta, bugün gelinen noktanın karşısında “Tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak.” demenizin çok fazla bir anlamı da kalmadı, ağırlığı da kalmadı. Âdeta, bu kavramların pazarlığa açık olduğunu ihsas eder bir algılama yaratıyorsunuz. Siz, malumu ilan etmek değil, gereğini yapmak sorumlususunuz. Dolayısıyla, gelinen nokta, oturup düşünmemizi, bir vicdan muhasebesi yapmamızı zorunlu hâle getirmektedir. Bugün, bu Mecliste, bu kürsüde, birileri “Kürt coğrafyası” sözünü, “Kürt halkı” sözünü bir meydan okuma üslubuyla söyleyebiliyorsa, bir başkası “Bin yıllık kardeşlik bitti artık, yeni bir eşikteyiz.” diyebiliyorsa, özerklik kongreleri düzenleniyor, paralel bir devlet yapısı öneriliyorsa gelinen nokta, değerli milletvekilleri, ne yazık ki kıyametin bir adım öncesidir.

Bir devlet kurmak için bir millete, bir millet için de bir dile ihtiyaç vardır; bu bir tarihî gerçekliktir. Bölgede bir Kürt devleti kurulmak istendiğini siz ne zaman göreceksiniz?

Buradan bir şey daha söyleyeyim: Ne Kürt sorunu olarak ifade ettiğiniz husus ne Kürt devleti kurmak meselesi benim aziz Kürt soylu vatandaşlarımın meselesi ve talebi değildir. Onlar bin yıldır birlikte yaşamış, kız alıp vermiş, kardeş olmuş, aynı milletin, aynı kökün dalları, huzur içerisinde beraber yaşamış, tarihte de bunu ortaya koymuşlar, “Biz ayrı bir devlet istemiyoruz.” diye o günün Avrupa Birliğine kafa tutabilmiş bir güzel insan topluluğudur. Ama bugün yine aynı küresel güçler bu coğrafyanın jeopolitik değerinin artması karşısında bu ülkeyi kendi içerisinde kavgalı tutabilmek için etnik farklılıkları özne yaparak bizi ayrıştırmaya çalışıyorlar. Özgürlük adına, demokrasi adına, siyaset adına, iktidar olmak adına, oy almak adına bunlara destek vermek, çanak tutmak, zemin hazırlamak; bunun siyasetinin yapılmasına imkân vermek, buna dayalı hukuk geliştirmek inanınız ki tarih önünde, millet önünde gelecekte sizi çok zor durumda, hepimizi zor durumda bırakacak. Bizim görevimiz uyarmak ama yapmak sorumlusu olan sizlerin sorumluluğu çok daha büyüktür.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin sorunları vardır. Etnik bir farklılığı özne yaparak bu sorunlara çözüm ararsanız bulacağınız sonuç ayrışmaktır çünkü farklılıklar o kadar çoktur ki. Sayın Başbakan diyor ki: “36 tane alt kimliğimiz var.” Kürt sorununu çözdünüz kendi üslubunuzca, sırada hangi etnik grubun sorunu var? Nasıl başa çıkacaksınız bu hadiseyle? Çıkmaz bir sokağa girdiniz. Bu sokağın ucu, çıkmaz ucu PKK’nın kucağıdır; geriye döndüğünüz takdirde de millet sizi bekliyor değerli AKP’liler.

Değerli milletvekilleri, bakın, burada bir gerçeği birlikte ifade edelim. Türkiye Cumhuriyeti devleti bir millî mücadele sonrası kurulmuştur. Bedeli atalarımız tarafından kanla ödenmiştir, bu toprakların bedeli ödenmiştir. Devletimizin kuruluş hukuku Lozan Barış Anlaşması’yla önce tüm dünyaya kabul ettirilmiş, sonra 1924 Anayasası’yla da kendi vatandaşlarıyla bir sözleşmeye dönüşmüştür. Buna göre, Türkiye Cumhuriyeti devleti üniter bir millî devlettir, bu devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan halkın adı “Türk milleti”dir, dili Türkçedir, rejiminin adı cumhuriyettir, hukukun üstünlüğü esastır. Bunlar bizim kurucu hukukumuzdur, kuruluş hukukumuzdur. Bu kurucu hukuku değiştirmeye kimsenin hakkı yoktur, değiştirmeye kalkılması da gayrimeşru olur.

Bize göre Türkiye'nin Kürt sorunu yoktur, Kürtçülük sorunu vardır, bölücülük sorunu vardır. Bu sorun ne Türkiye'nin sorunudur ne de kendisini “Kürt” olarak ifade eden vatandaşlarımızın talebidir; bu sorun, bu topraklar üzerinde kapatılmamış hesapları olan küresel güçlerin bin yıllık sorunudur.

Değerli milletvekilleri, birçok sorunumuz olabilir, bu sorunları aşabilmek için gücümüz de olmayabilir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, tüm sorunları aşabilmek için, öncelikle milletimizin birliğini ve dayanışmasını güçlendirmemiz gerektiğini düşünüyoruz ve kendimizi bu milletin birliğinin teminatı olarak görüyoruz ve buradan herkese yüksek sesle söylüyoruz: Milliyetçi Hareket var olduğu sürece, ne bir tek insanımızdan ne de bir tek çakıl taşımızdan vazgeçmeyiz! (MHP sıralarından alkışlar)

Sözlerimi Sayın Genel Başkanımız Doktor Devlet Bahçeli’nin açıklamasıyla bitirmek istiyorum: “Milliyetçi Hareket, etnik köken, dil, din ve mezhep farklılıklarına bakmadan, büyük Türk milletini ve bu büyük ailenin eşit ve şerefli mensuplarını bir bütün olarak kucaklayan siyasi misyonun adıdır. Türkiye’nin millî birliği, dirliği, kuruluş ilkeleri ve bin yıllık kardeşliği bizim için her türlü düşünce ve hesabın önünde ve üstündedir. Türkiye’nin millî birliğinin temel harcı ve sigortası olan Milliyetçi Hareket, Türkiye'nin etnik köken, dil, din ve mezhep temelinde ayrıştırılmasına, çatıştırılmasına ve bölünmesine sonuna kadar karşı çıkacaktır, direnecektir. Bu uğurda ödenecek bedel her ne ise bunu da büyük bir gönül ve vicdan huzuru içinde ödemeye hazırdır.

Türk milleti çaresiz değildir, Türkiye sahipsiz değildir. Türkiye'nin kuruluşundan seksen yedi yıl sonra bölünmesi ve parçalanmasının tarihî süreçte kaçınılmaz bir sonuç olduğunu düşünenler varsa onlara söyleyeceğimiz tek söz şudur: Tarih, henüz nihai hükmünü vermemiştir. Büyük Türk Milleti ve bu vatanı ve milleti karşılıksız seven Milliyetçi Hareket henüz son sözünü söylememiştir.'' (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu olumsuzluklara rağmen, ben ve partim Türkiye'nin ve Türk milletinin büyük geleceğine yürekten inanıyoruz. Bize göre 21’inci asır Türk asrı olacaktır.

Bu bütçe tasarısı AKP’nin son bütçesidir. AKP İktidarının teslimiyetçi ve ayrıştırıcı politikalarına ve bu politikaları destekleyen bu bütçe tasarısına Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak “hayır” diyoruz.

Ülkemize ve milletimize, huzurlu ve birlik içerisinde uzun yıllar diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Şandır, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına şimdi de, İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Oktay Vural hitap edecekler.

Sayın Vural, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Sizin de süreniz otuz dakika.

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Çok değerli milletvekilleri, 2011 bütçesi ve 2010 kesin hesabı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinize saygılarımı arz ediyorum.

Evet, bugüne kadar, çok partili hayata geçtiğimizden bu yana cumhuriyet hükûmetlerinin hazırladığı 63’üncü bütçe ve 46’ncı Hükûmetin bütçesini görüşüyoruz. Bugüne kadar çok partili hayat döneminde milletimizin varlıklarını ve kaynaklarını kullanarak ülkemize hizmet eden tüm hükûmetlere teşekkür ediyorum ve bugün de AKP’nin dokuzuncu bütçesini görüşüyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi olarak 2007 yılında Meclise girdiğimizden bu yana da dördüncü bütçesini görüşmüş olacağız.

Aslında, yıllık bütçe anlayışına göre 1946’dan bu yana görüştüğümüz bütçeler içerisinde AKP’nin payı yüzde 14’tür. Gerçekten böyle bir süreyi dikkate aldığımız zaman, bir partinin programında yazılı hususları hayata geçirebilmesi için zannederim arayabileceği başka bir mazeret kalmamıştır. Bu kadar sürede iktidar kalan bir parti, her şeyden önce, programındaki hedeflere ulaşmış olmalıydı ama görüyoruz ki biraz sonra anlatacağımız gibi maalesef AKP, programına, hedeflerine yaklaşmak bir yana, bu programdan uzaklaşmış gözükmektedir.

Bugüne kadar bu kaynakları kullanan AKP Hükûmetine, hayırlı hizmetler yapanlara, herkese teşekkür ediyoruz ve ancak yaptıklarıyla yetinmemiz, kâfi görmemiz mümkün olmadığı gibi yanlış yapılanları da elbette izah edeceğiz. İşte bugün bu Meclis kürsüsünde her AKP’den gelen sözcü bugünkü durumu anlatabilmek için hep referans noktası olarak kendilerinden önceki 2002’yi göstermiş ve o günün şartlarında görev yapan Hükûmetin hangi şartlarda Hükûmet devraldığını ve ekonomi devraldığını göz ardı ederek bir değerlendirme yapmıştır. Şüphesiz bu konuda ortaya konulan bütün görüşlerin elbette bir cevabı olacaktır. Bu kürsü de bu cevaplara şehadet edecektir.

AKP, 2002 yılını mukayese ederken gerçekten 2001 yılındaki bankacılık krizine atıf yapmakta, 1990’dan önce yaşanan dönemlerin sıkıntısı ve problemleri hatırlatılarak âdeta Milliyetçi Hareket Partisinin içinde bulunduğu 57’nci Hükûmet dönemini topyekûn karalamak yolunu açmıştır. Bugün, aslında, 1990’lı yılların enflasyonlu büyüme modelini, giderek artan kamu borçlarını, dirençsiz ve denetimsiz ahlaki tehlike sınırında olan bir mali sektörü, siyasal istikrarın var olmadığı bir Türkiye’yi MHP koalisyonunun devraldığını göz ardı etmektedir.

Hükûmette olmadan önce toplam faiz ödemesi 1.298 kat artmıştı. 1999’da faiz yüzde 108,4 olmuştu. On yıllık faiz ortalaması yüzde 107,4’tü. Hazinenin görev zararları, gayrisafi millî hasılanın yüzde 17’sini teşkil etmişti. Enflasyon 1998’de yüzde 84,6’ydı. 355 milyar dolar yatırım stokunu tamamlamak için o günkü mevcut ödeneklerle yüz elli yıla ihtiyaç vardı. 90 ve 99 arasında, on yıl içerisinde on bir hükûmet kurulmuştu ve bu hükûmetlerin kısa süreleri maalesef sorunların ötelenmesine yol açmıştı.

İşte Milliyetçi Hareket Partisi böyle bir ortamda hükûmet etme sorumluluğunu üstlendi ve böyle bir ortamda devralınan Türkiye’yi, 2002 yılında yapısal sorunları çözüm yoluna bırakılmış bir Türkiye’yi AKP’ye teslim etmiştir. Evet, 2002 yılı, krizi aşmış bir Türkiye’dir. Yüzde 107 olan faiz oranı yüzde 49’a, enflasyon oranı yüzde 84’ten 29’a düşürüldü. 69 fon kapatıldı, bankacılık reformu gerçekleştirildi. İş güvencesi getirildi, işsizlik sigortası kuruldu. Tarıma doğrudan destek sağlandı.

Bu dönemde MHP, geçmiş dönemin çatışmacı, uyumsuz, karalamacı yaklaşımlarına, siyasi rant kavgalarına asla karışmamış, milletin çıkarlarını parti menfaatinin üstünde tutmuştu. Rant ekonomisi yerine üretim ekonomisi, enflasyonlu büyüme modeli yerine gerçek kaynaklara dayalı büyüme, kavga yerine uzlaşma, kayıt dışı bütçe yerine gerçek bütçe, siyasi rant kavgası yerine uzlaşma tercih edildi. İşte, böyle bir ortamda, siyasi ve ahlaki sorumluluğunun gereğini Milliyetçi Hareket Partisi yerine getirdi. İşte, bugün, burada AKP dönemini 2002’yle mukayese ederken Milliyetçi Hareket Partisinin koalisyon ortağı olduğu o dönemden önce 90’lı yılları unutanlar, ne yazıktır ki bugün gelip bu kürsülerde “Bugün Türkiye’de bankacılık krizi yok.” diyebiliyorlar. O gün tedbir alınmasaydı bugün banka mı kalırdı? Ve bugün geldiğimiz bu noktada, gerçekten 69 tane fon kapatılmasaydı, acaba bugün burada Maliye Bakanı gerçek bütçeden bahsedebilecek miydi, “Bütçe açıkları azalıyor.” diyebilecek miydi? Görev zararlarını sıfırlamasaydık, nasıl kayıt dışı bütçe açığını önleyecektiniz? Siyasi rantı biz sona erdirdik. İşsizlik Sigortası kurmasaydık, bugün bütçe açığını kapatmak için kullandığınız o kaynaklara nereden ulaşacaktınız? Size soruyorum. Bankalar için kural getirmeseydik “Bankacılıkta sorun yok.” diyebilir misiniz?

O dönem içerisinde yaptırdığımız hastaneleri, organize sanayi bölgelerini, yolları, enerji santralini görmezden gelenler, bu kürsüden, yaptıkları bölünmüş yollardan bahisle “Belki görürsünüz de teşekkür edersiniz ama böyle bir şeyiniz yok tabii, bu nezaket meselesidir.” diyebilmiştir. Bugüne kadar sizden önce hizmet edenleri unutanlar, hatta hizmet etmediğini söyleyenler hiç olmazsa devraldığı hükûmete teşekkür etse, bu hakikatten kaçmasa nezaketten bahsetmeye o zaman ancak hakkı olabilir.

Kendinden önceki iktidar döneminde alınmış kredileri kendine verilmiş addedenler, kendinden önce yapılmış ihaleleri “Hayallerinde olmayan ihaleleri biz gerçekleştirdik.” diyenler, gerçekten nezaketten bahsetmeye ne kadar hakkı vardır, takdirlerinize bırakıyorum.

Zannedersiniz ki konuşmacılara göre Türkiye’de AKP’den önce yol yoktu, su yoktu, elektrik yoktu, hastane yoktu, okul yoktu. Bütçe konuşmalarında yaptıklarını anlatırken “3 tane, 5 tane koyun güdemeyenler bu ülkeyi yönetemez, anlamaz işlerden, anlamaz.” diyerek bir de daha önce hizmet yapmış olanlara dil uzatılabilmiştir.

Bu zihniyet bana bir şarkı sözünü hatırlatıyor:

Peki peki anladık

Her şeyi sen bilirsin...

Her şeyden sen anlarsın...

Sen neymişsin be abi!” diye bir şarkı var.

Gerçekten bütün bu yapılanları cumhuriyet dönemiyle mukayese ederek, kendi dönemini ön plana çıkartıp, geçmişte yapılan hizmetleri göz ardı edenlere diyecek tek şeyim var: Bu ifadeler sadece ve sadece Danik Kruger yaklaşımının tezahüründen başka bir anlam taşımıyor.

Evet, koyun gütmekten bahsedildi. “3-5 koyunu güdemezler.” dedi. Aslında şunu ifade etmeliyim ki, biz, milletimize hizmet ederiz, onların hizmetindeyiz. Milletimizi göbeğini kaşıyan adam olarak görenlere ve millete hizmeti koyun gütmekle özdeşleştirenlere hak ettiği cevabı veririz.

Koyun meselesine gelince, “Başbakan uçurumdan atlarsa biz de peşinden atlarız.” diyen zihniyet ancak koyun gütmeyi ve güdülmeyi bilir. Biz, aklımızı kullanacak cesareti olanlardanız. Milletimizin de aklı, sezgisi ve iradesiyle bunu kullanmaktan çekinmeyeceğini herkes de bilmelidir.

Eğer koyun gütmek mahdumlarını gemi sahibi kılmaksa doğrusu bunu bilmeyiz. Eğer Ofer’le görüşüp yüzde 14,75 hisseyi gece yarısı operasyonlarla satmaksa evet, biz koyun gütmesini bilmeyiz. Telekom özelleştirilmeden önce Hariri’yle görüşüp onu ortak yapmaksa doğrusu biz koyun gütmesini bilmeyiz. Un akıtıp babalar gibi satmak koyun gütmekse doğrusu biz koyun gütmeyi bilmeyiz. Biz siyaseti kendi koyunlarını gütmek için değil, millete hizmet için yaptık ve yapıyoruz.

1990’lı yılların oluşturduğu siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın akabinde koalisyon şartlarında ülkemize hizmet ettik ve bu dönemde milletimiz için baldıran içtik, siz balını yiyorsunuz, bal tutan parmağını yalar misali.

Evet, değerli milletvekilleri, aslında dokuz yıllık bir AKP döneminde, AKP’nin nasıl bir siyaset anlayışı içerisinde olduğunu, siyasi tercihle siyaset kurumu ve siyasi kurumlar arasındaki ilişkilerini bir politik ekonomi çerçevesinde değerlendirmek lazım. Sayın Başbakan daha önceki siyaset anlayışını “Siyaset yalanla, siyaset yolsuzlukla, siyaset sözünden dönmekle, çark etmekle, U dönüşü yapmakla, sabah söylediğini akşam yalanlamakla…” şeklinde değerlendirirken doğrusu, bir an için günümüzdeki zihniyetle ne kadar özdeşleştiğini gördüm. Ofer’le önce görüşmedin, sonra “Görüşmüşüm.” Davos’ta önce “…”(x) yarım saat sonra özür. Önce “Kürt sorunu yok, terör sorunu var.” sonra “Kürt sorunu var.” Önce “İmralı’yla görüşmedim.” sonra “Devlet görüşmüş olabilir.” sonra “Devlet görüşür.” Önce “Habur’da yaşananlar umut tablosu.” sonra “yol kazası” önce “Rasmussen’den genel sekreter olmaz.” sonra Rasmussen iftar sofralarının konuğu. Önce “Mavi Marmara için Gazze işgalinin sona ermesi gerekir.” deyip ondan sonra da özür ve tazminat arayışı için aracılar koymak, otel odalarında buluşmak. Önce “Barzani aşiret reisi, postal yalayıcısı.” sonra kırmızı halı ve “...”(x) İşte, daha nice örnekler aslında.

Evet, Sayın Başbakanın burada yaptığı konuşmada milliyetçilikten bahsetmesini olumlu gördüğümü ifade etmek istiyorum. Ancak tabii Sayın Başbakanın ve AKP’nin milliyetçilikle ilgili uygulamalarını dikkate aldığımız zaman -zannederim- bu dersten sınıfta kaldığını artık herkesin anlamış olduğunu bilmesi gerekiyor. Daha önce de paramız değerlendiği zaman, altı sıfır atıldığı zaman altı sıfırı atmanın milliyetçilik olduğunu, paranın değerlenmesinin milliyetçilik olduğunu ifade etmiş, kendisine de “Suni kur politikalarıyla paranın değerlendirilmesi aslında ithalatı teşvik ediyor, ihracatınızı cezalandırıyor.” derken bunun milliyetçilik olmadığını ifade ettik ama anlaşılan o ki Sayın Başbakan sıfırla ve paranın değeriyle milliyetçilik arasındaki illiyet bağını ifade etmekten geri kalmış.

Evet, Sayın Başbakan diyor ki: “Doğrudur, milliyetçilik millî kültürü yaşatmaktır.” Doğrudur, doğrudur ama bugün, maalesef “Millî kültür ve onunla oluşmuş bütün millî kimlik etnik kimlikler.” sözleriyle ayrıştırılmaktadır. Millî kültür ve millî kimlik otuz altı etnik kimliğe bölündüğü zaman nasıl millî kültürü yaşatabileceksiniz?

10 Ocak 2004’te “Millî kültürler küreselleşme içinde varlıklarını korumak için değişmeli.” diyen sizsiniz. Önce, size göre millî kültür alt değerdir “Sakın ola ki üst değer olarak sunmayın.” diyen de sizsiniz.

“Küresel kültürün sürdürülmesi için mahallî kültür gerekir, bizde mahallî kültür İslam’dır.” diyerek, İslamiyet’in cihanşümul anlayışını mahallileştiren de siz oldunuz.

Küresel kültürü hakim kılarsanız millî kültür nasıl yaşayacak? Millî kültürü üst değer olarak görmezseniz, millî kültürü nasıl yaşatacaksınız?

Başbakan “Milliyetçilik bizi biz yapan değerleri muhafaza etmektir.” diyor. Ama Sayın Başbakan, bizi biz yapan değerleri sorgulayıp “Biz ezber bozuyoruz.” demek değildir milliyetçilik.

Cumhuriyetin başına numara koymak milliyetçilik değildir. Milliyetçilik bin yıllık kardeşliğimizi, tarihimizi, kimliğimizi sorgulamak değildir. Milliyetçilik Türkiyelilik değildir. Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı sorgulamak değildir. Ecdadımızın etnik temizlik yaptığını söylemek değildir milliyetçilik.

Bugün “Değerlerimizi muhafaza etmek milliyetçiliktir.” diyen Başbakana, bu değerlere sahip çıkan Milliyetçi Hareket Partisini statükoculukla suçlamış olması, fikrimizin ve düşüncemizin ne kadar güçlü ve hakim olduğunu ve ne kadar haklı olduğumuzu ortaya koymaktadır.

Sayın Başbakan diyor ki: “Milliyetçilik ülkeyi büyütmektir.” Evet, doğru, ama Sayın Başbakan ülkeyi hormonlu ithalatla büyütmek, üretimi ithalata daha fazla bağımlı kılmak milliyetçilik değildir. Ülkeyi ithalatla büyütüp, yabancılara, Hanslara, Georgelara iş bulup, Ahmetleri, Fatmaları, Ayşeleri işsiz bırakmak milliyetçilik değildir. Yabancılara iş bulup benim işsizlerime “Yok öyle yağma, taşı bulup suyunu çıkartacaksın.” demek milliyetçilik değildir. Milliyetçilik, kendi çiftçini unutup Yunanistan’ın, Amerika Birleşik Devletleri’nin çiftçilerini düşünerek onlardan ithalat yapmak, onları desteklemek değildir. Avrupa Birliğine “Senin yükünü almak için gelmek istiyoruz.” deyip milletimize yük yüklemek değildir milliyetçilik.

Sayın Başbakan “Milliyetçilik, iç ve dış politikaya vizyon kazandırmaktır.” diyor, doğrudur, ancak Başkent Ankara’dan ve Türkçe bakarsanız vizyon kazandırabilirsiniz ama BOP Eşbaşkanı olarak bakarsanız bu vizyonu kazandırmanız mümkün değildir Sayın Başbakan.

“Milliyetçilik, yol yapmaktır.” diyor ama milliyetçilik “yolunu bulmak” değildir, yol yapıp defalarca bu yolu yaptırıp yandaşlarına kaynak aktarmak değildir.

“Milliyetçilik, ekonomiyi geliştirmektir.” diyor, doğrudur, milliyetçilik milletin ekonomisini geliştirmektir yandaşların ekonomisini geliştirmek değildir. Milliyetçilik, aynı zamanda geliştirdiğini hakça paylaştırmaktır, zengini zengin fakiri fakir yapmak değildir.

“Milliyetçilik, okul yaptırmaktır.” diyor, doğrudur ama milliyetçilik, okullarda Andımız’ı, İstiklal Marşı’mızı tartışmaya açmak değildir. O okullarda çok kültürlülüğü, çok kimlikliliği aşılamak milliyetçilik değildir Sayın Başbakan. (MHP sıralarından alkışlar)

Üniversiteye gidemeyen başörtülü gençlerimizin sorununu seçim yatırımı olarak 2011 yılı ötesine erteleyip ondan siyasi rant elde etmek istemek milliyetçilik değildir Sayın Başbakan.

Evet, Sayın Başbakan “Milliyetçilik, vatandaşın ayağına adaleti ulaştırmaktır.” diyor, ama Sayın Başbakan, adaleti ayaklar altına almak değildir milliyetçilik, vicdanlara sığdırmak ve ulaştırmaktır milliyetçilik. Hak ve hakikati bulmak, adaleti bulmaktır milliyetçilik. Davalarda hâkim ve savcı olup adaletin yerine geçmek değildir, “Senin hâkimin, benim hâkimim.” demek değildir. Adaletten kaçmak, dokunulmazlık zırhına bürünmek hiç milliyetçilik değildir.

Evet, Sayın Başbakan “Milliyetçilik, Emniyeti vatandaşın ayağına ulaştırmaktır.” diyor. Evet, milletin huzurlu olması gerekiyor ama Sayın Başbakan, milliyetçilik vatandaşa ayakla vurmak değil, öğrencilere karşı polisi tahrik etmek, Tekel işçilerine biber gazı sıkmak, öğrencileri yaka paça dövmek, polisi bunun için tahrik etmek ve sevk etmek Emniyeti vatandaşın ayağına götürmek demek değildir.

Milliyetçilik, suçla mücadele eden emniyetimizi, emniyet güçlerimizi, terörle mücadele edenleri suçlu konumuna sokmak hiç değildir.

Evet, 7 Ekim 2009’da Yahudiler için Yıldız Teknik Üniversitesinde “Hakikaten bakıyorsunuz, bilgide Yahudi ve Musevilerin çok ciddi keşifleri var. Bu icatları sebebiyle oturdukları yerde para basıyorlar. Ampulde onu görüyorsunuz.” dedi. Evet, milliyetçilik, din ile ekonomik gelişme arasında bir illiyet bağı olduğuna dair bir kabulle, Protestanlığın ekonomik gelişmenin ajanı, İslam’ın ise önleyicisi olduğunu ifade eden Neo-Weberyan görüşleri ifade etmek değildir. İnanç değerlerimizin ekonomik gelişmeye engel olduğuna ilişkin haksız değerlendirmeler milliyetçilik değildir. Orada “Ampulü onlar icat etti.” dediğinize göre, doğrusu bu konuda herhâlde sizin bir bildiğiniz vardır diye bu konuyu kapatmak istiyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisinin ışığında yedi tane hüzme var. Aslında bu yedi hüzmenin hangi anlama geldiğini Programında ifade ediyor ama izahatlarına baktığımız zaman, bu yedi ışık sonucunda bugüne kadar dokuz yıla varan bir siyaset anlayışı çerçevesinde bu yedi noktanın yedi ışığı ifade ettiğini belirtmemiz mümkün.

Evet, AKP döneminde ve kendi hazırladıkları dokümanlara göre: “Ulus devletler etkisizleştirilmelidir; ulus devletler yetkilerini yerel, uluslararası kuruluşlara devretmelidir.”

İkincisi: “Etnik ayrımcılık, din veya mezhep farklılığına dayalı federatif ve siyasi örgütlenmeler yaygınlaştırılmalıdır.” Onlar diyor, kendileri söylüyorlar hedeflerini.

“Batı medeniyetinin oluşturduğu kültür ve kimlik kabul edilmelidir. Bunun için millî kimlik ve millî kültür tasfiye edilmelidir.”

“Millî menfaatler yerine küresel politikalara destek veren ve bu menfaatleri koruyacak millî ordu yerine jandarma teşkil etmektir.”

“Millî kalkınma yerine ithalata ve borçlanmaya bağımlılık oluşturulmalı ve ülke küresel pazar olmalıdır.”

Nihayet yedincisinde de: “Sosyal devlet ilkesinden vazgeçilmeli, devletin gelir dağılımı, işsizlik, yoksulluk, sosyal güvenlik alanındaki faaliyetleri sınırlandırılmalı ve bunlar piyasaya bırakılmalıdır.”

Evet, AKP’nin siyaset anlayışının, ampulün yedi hüzmesinin amacı ve hedefinin bu olduğu, gerek parti programında gerek “Muhafazakâr Demokrat” adlı kitabında aynen bu şekilde ortaya konmuştur. Dolayısıyla bugüne kadar yapılanları bu çerçevede değerlendirmek, ekonomi politikasını da, politik ekonomiyle ilgili ilişkisini de bu çerçevede ele almak gerekmektedir.

Evet, sayın milletvekilleri, AKP dokuzuncu yılına girerken, sekiz yıl boyunca, bu milletten 1,2 trilyon TL vergi toplamış, 33 milyar özelleştirme yapmış, 217 trilyon merkezî yönetim borç stokunu artırmış, 257 trilyon özel borcu artırmıştır. Kullandığı toplam kaynak 1,5 trilyon TL’dir. 1,5 trilyon TL içerisinde... Bu süreç içerisinde, AKP’nin bulunduğu süreç içerisinde gayrisafi millî hasıla sadece 650 milyar TL artmıştır ve AKP bu dönemde 2002 Türkiye’sinin 4,3 katını kullanmıştır, heba etmiştir. 1999 Türkiye’sinin 2,3 katını kullanmış ve heba etmiştir. Sonuçta ne olmuştur? Sonuçta, 2002 yılına göre istihdam 1,6 milyon sadece artmıştır.

2002’den bu yana nüfusumuzun 5 milyon artmasına ve her yıl 600 bin kişiye iş bulmamız gerekmesine rağmen, AKP döneminde istihdam etmemiz gereken 2,4 milyon kişi var iken işsizliği sabit tutabilmek için maalesef sadece 1,2 milyon kişiye iş bulabilmiştir. Evet, ekonomik tercihlerin sonucunda, ithalata bağımlı bir büyüme olmuştur. Türkiye’de üretmek yerine dışarıdan ithal etmek ve bu politikayla dışarıdan hormonlanmış bir büyümeyi sağlamak temel hareket noktası olmuştur. Rekabet gücümüz azalmıştır, sıcak parayla kaynaklarımız yurt dışına gitmiştir. 2010 yılında, on ay içerisinde, dolar getiren bir kimsenin kazandığı para yüzde 25,7 olmuştur, vicdanınıza sığdırıyor musunuz? Emeklilerimize, memurlarımıza yüzde 2,5 verirken onun 10-15 katını yurt dışından getirilen sıcak paraya teslim etmek, zannederim AKP Hükûmetinin politik tercihinin bir neticesidir.

Evet, geldiğimiz bu noktada işsizlik artmıştır, yoksulluk artmıştır, vatandaş borca batırılmış, borca batırılan vatandaş maalesef bağımlı hâle dönüştürülmüştür. O bakımdan, bu süreç içerisinde uygulanan ekonomi politikasının amaçları AKP’nin istediği bir siyasi ortamın gerçekleşmesine zemin hazırlamıştır.

Bu dönemde yolsuzluk… Düşünebiliyor musunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, hakkı savunmamız gereken, haksızlık yapanın eline vurmamız gereken bir Türkiye’de bu milletin hakkını ve hukukunu gasbedenlerin cezaları düşürülmüştür. Görevini kötüye kullananların azami cezalarını düşürerek “Arkanızdayız, görevinizi kötüye kullanın, biz sizi koruyacağız.” diyen bir zihniyetin milletten ne kadar koptuğunu, giderek yandaşlarını koruma gayreti içerisine girdiğini görüyoruz.

Sayıştayla ilgili performans denetimi yerine, yerindelik denetimini getirmek suretiyle bu milletin kullandığımız kaynaklarının verimli kullanılıp kullanılmadığı… Verimli kullanmayanları sorumlu kılabilecek bir imkândan bile mahrum bırakıldı. Yiyenin yanına kâr kalacak, “Sen de ye.” diyecek böyle bir ekonomik düşünce gerçekten hayretler vericidir.

Sayın Başbakan, bir sürü yatırımdan bahsediyor ve “Yolsuzluk olsa, bu kadar yolsuzluk olsa bu kadar yatırım olur muydu?” diyor. Birinci günde bunu söyledi. E, bu mantığına göre yolsuzluk yatırım olmayan bir ülkede olur. Vallahi, bu mantığı ancak Aristo çözebilir, bilemiyorum ona müracaat etmek lazım.

Sayın Başbakan burada diyor ki: “Biz stand-by imzalamadık.” 26 Nisan 2005’te 19’uncu Stand-by’ı imzalayarak 6,6 milyar SDR kredi talep eden kim, onun altında kimin imzası var?

Sayın Başbakan yine bölünmüş yollarla ilgili hesap yapıyor. Bir de bize diyor ki: “Keşke muhalefet yapsa.” Evet, biz Marmaray’ı ihaleye çıkarken, Mekece-Bozüyük hattını ihaleye çıkarken, hızlı treni ihalelere çıkartırken hep biz bu hesapları yaptık. Çanakkale-İzmir otoyolunu ihaleye çıkarırken, körfez geçişini ihaleye çıkarırken, üçüncü köprünün projesi hazırlanırken Milliyetçi Hareket Partisi hep bunları gözetti. Bu millete hizmet etmek için bütün bu projeleri düşündük. Ama “bölünmüş yol” derken her yıl bu yolları yapıp yapıp yeniden yapmak, herhâlde biraz milletimize haksızlık oluyor.

Evet, “Bizim hesaplarımızı yapsa.” diyor ama ben Sayın Başbakanın hesaplarına bazen hayret ediyorum. Mesela, geçenlerde Çine Barajı’ndan bahsetti: “Bizden önceki ödenekler olsaydı seksen bir yıl devam ederdi.” Hesapladık, gittik, Milliyetçi Hareket Partisinin koalisyon ortağı olduğu dönemde eğer o ödenekler olsaydı zaten bu yatırım 2010 yılında bitmiş olacaktı. Sayın Başbakan “seksen bir yıl” diyor, o seksen bir yılda yedi tane Çine Barajı’nı biz bitirmiş olurduk. İşte hesap böyle yapılır. Bu hesabı kim yapmışsa doğrusu hayret ediyorum. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Evet, hesap kitap şaşabiliyor yani. Bunlarda bazen mizan olmuyor ama mizan olmayınca biraz da izan olması gerekir. Bazen çay, simit hesabı yapılıyor, tutmuyor, peynire gidiliyor; sonra süt hesabı yapılıyor, o da tutmuyor; ondan sonra elinde ne varsa bu hesaba vurmaya çalışıyor. Ama, yani artık mızrak çuvala sığmıyor.

Bu ekonomi ahlaki sonuçlar meydana getirmemiştir. Ahlaki sonuçları olmayan bir ekonomik modeli… “Şu kadar yol yaptık, bu kadar yol yaptık…” Nedir ahlaki sonuçlar? İnsan. İnsana iş verebildiniz mi, iş bulma umudu verebildiniz mi? Yok. Bugün, maalesef, iş bulma umudunu kesenlerin sayısı yaklaşık 70 kat artmıştır. Bugün işsizlik, maalesef, artmış. Gençlerde işsizliğimiz: Her 4 gençten 1’i işsiz hâle düşmüştür. Bugün geldiğimiz Türkiye’de, maalesef, bizim dönemimizde bakın 2000-2002 arasında on beş-yirmi dört yaş arasında yüzde 50,5 olan istihdam oranı yüzde 50,2’ye düşmüş. O dönem içerisinde 23,5 milyon kişi istihdam edilmişken, AKP dönemi içerisinde bu 23,2 milyon kişiye düşmüştür. Bugün geldiğimiz bu noktada AKP’nin uyguladığı ekonomi politikalarından dolayı genç yaşta olanların istihdam içerisindeki payı azalmakta ve elli beş yaş ve üstü olanların da iş bulma umudu kırılmaktadır, tablo budur. Tüm yaş gruplarında AKP döneminde MHP koalisyon dönemine göre muazzam düşüşler olmuştur.

Kadınlarımızın istihdamı maalesef 2002 seviyesinde kalmıştır. 2006 yılından bu yana kadınların ücretleri erkeklerin yüzde 46’sıyken 2010’da yüzde 26’ya düşmüştür. Yarı yarıdan daha fazla düşürdünüz bunların ücretlerini. Kadın-erkek cinsiyet ayırımında 134 ülke içerisinde 126’ncıyız.

Evet, ahlaki sonuç dedim; biraz önce Nurettin Bey söyledi, gelir dağılımından bahsetti. Bakın, 2002’de en düşük yüzde 20’lik gelir diliminde çalışan sayısı yüzde 16,39; 2005’te yüzde 17; 2008’de yüzde 24,8 olmuş. İstihdam ettiğiniz insanlarımızın hepsini, asgari ücrete, taşeron çalışmaya ve kayıt dışı ücrete mahkûm ettiniz. Böyle bir tabloyla, maalesef bugün de… Artık, TÜİK’ten yüzde 5’lik ve yüzde 10’luk rakamları da alamıyoruz, mukayese etme imkânımız kalmıyor ve bugün artık gençlerin ve kadınların AKP’nin istihdam politikasında yeri olmadığı açık. Bugün asgari ücret, taşeronlaşma sonucunda, istihdam politikası gelir dağılımını bozmaktadır.

Evet, bugün geldiğimiz bu noktada gerçekten dünün sorunları bitmiştir, bugünün sorunları farklıdır. Dün bankacılık kesimi sorunu vardı, bugün reel kesimin sorunu var; dün cari işlemler açığı sorunu yoktu, bugün var; dün enflasyonist ortamda borçlarını ödeyebilecek gelir politikası vardı, bugün borçlanmayı ödeyebilecek gelir politikası yok ve bugün geldiğimiz bu Türkiye’de TÜİK’in yaptığı son araştırmada…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OKTAY VURAL (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Vural, süreniz doldu; size de ek süre veriyorum, bir dakika içinde tamamlayabilir misiniz lütfen.

OKTAY VURAL (Devamla) – Evet, son paragrafımı arz ediyorum.

TÜİK’in beklenti anketlerine göre yaptığı bir inceleme var. Aralık 2003’te “Gelecek üç ayı nasıl görüyorsunuz?” diye sorulanlardan “Çok iyi olacak.” diyenlerin oranı yüzde 34 azalmış bugün. “Biraz daha kötü olacak.” diyenlerin oranı yüzde 284 artmış. “Çok kötü olacak.” diyenlerin oranı yaklaşık 4 katına çıkmıştır. “Şu an ekonomi üç ay öncesine göre daha iyi.” diyenlerin oranı yarıya inmiş, “Çok daha kötüydü.” diyenlerin oranı 3,5 kat artmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak artık bu Hükûmetten beklentimiz kalmadığına dair milletimizin kanaatini paylaşıyoruz. AKP’nin geleceğinden artık umutlar kesilmiştir. Bize “Nasıl bilirdiniz?” diye sorulduğunda, biz bu bildiklerimizi söyleyeceğiz yarın bunlar olmadığı zaman.

İnşallah milletimin değerlerine, ihtiyaçlarına ve menfaatlerine aykırı uygulamalarıyla millet iradesini milleti için değil temel tercihlerini yabancılar için yapan AKP’nin son bütçesi olur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Vural, tekrar açıyorum mikrofonunuzu, lütfen Genel Kurulu selamlayın.

Buyurun.

OKTAY VURAL (Devamla) – Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu bütçeye, AKP’nin siyasi ve sosyoekonomik politikalarına “Hayır.” vereceğimizi ifade ediyor, bu vesileyle 2011 yılının, siz değerli milletvekillerine, milletimize, ailelerimize hayırlı olması dileğiyle hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, böylece bütçe üzerinde gruplar adına yapılan konuşmalar tamamlandı. Şimdi şahıslar adına yapılacak konuşmalara geçiyoruz.

Bütçenin lehinde olmak üzere, Karaman Milletvekili Sayın Lutfi Elvan’ı davet ediyorum.

Buyurun Sayın Elvan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

LUTFİ ELVAN (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

AK PARTİ olarak, iktidara geldiğimiz günden bugüne kadar halkımızın refah düzeyinin yükseltilmesi, büyük ve güçlü Türkiye'nin inşası için kalıcı, dengeli ve sürdürülebilir bir büyüme politikası izledik. Türkiye, 2003-2007 döneminde ortalama, yaklaşık yüzde 7 oranında büyümüştür. 2008-2010 döneminde süratle toparlanmıştır. Büyümenin altyapısı bu kadar sağlam olmasaydı bu hızla toparlanmamız mümkün olmadığı gibi bu yıl da yaklaşık yüzde 8 oranında büyümemiz mümkün olmazdı.

Geçtiğimiz dönemleri hatırlarsanız değerli arkadaşlar, tam yirmi sekiz çeyrek büyümüşüz. Bu da büyümenin oldukça sağlam temeller üzerine oturduğunu göstermektedir.

Tabii ki büyümenin oranı kadar kalitesi de önemlidir. Biz, gelir dağılımını bozan, bölgeler arası gelişmişlik farkını artıran bir yaklaşım benimsemedik. Yine biz, bazı ülkelerdeki gibi temel insan haklarını baskı altında tutarak, emeği istismar ederek büyümedik, biz özgürlük alanını genişleterek büyüdük. Bugün başta gelişmiş ülkeler olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde büyüme potansiyeli düşmüştür. Küresel krize rağmen izlemiş olduğumuz politikalar ve almış olduğumuz önlemler sayesinde büyüme potansiyelimiz düşmemiştir değerli arkadaşlar.

Uluslararası kuruluşlar, OECD ülkeleri arasında en yüksek büyüme potansiyeline sahip olan ülkeler arasında Türkiye'nin bulunduğunu ve 2013 sonrası Türkiye'nin çift haneli büyüyebilecek ülkeler arasında yer aldığını ifade etmiştir. Eğer büyümeyi sağlam temeller üzerine oturtmazsanız büyüme potansiyelinizi muhafaza etmeniz ve uluslararası kuruluşların bu tür tahminlerde bulunmaları mümkün değildir. Biz, iktidara geldiğimiz günden bugüne kadar parasal genişlemeyle şişirilmiş, enflasyonist, yapay bir büyüme gerçekleştirmedik; kalıcı, sürekli, dengeli ve güçlü bir büyüme performansı gerçekleştirmek üzere politikalarımızı dizayn ettik. Bizden önceki hükûmetlerin yaptığı gibi enflasyonist, talep yönlü bir yaklaşım benimsemedik, aksine bütçe disiplinini sağlayarak büyüdük. Büyüme stratejimiz, finansal sektörler veya sıcak para üzerine değil, aksine, reel sektör üretimi ve yatırımları üzerine kurulmuştur.

Bakın, 2003-2009 döneminde büyümeye en yüksek katkı özel sektör sabit sermaye yatırımları tarafından gelmiştir. Yine, Türkiye’de büyümenin lokomotifi özel sektör tüketimi ve yatırımları olmuştur. Biz, yatırım ortamını iyileştiren, özel kesimin dinamizmini ortaya çıkaran, insanları tembelleştirmeyen, çalışanın kazanacağı, çalışanla birlikte de milletin kazanacağı ekonomi politikalarını benimsedik. Uzun vadeli bakarak kapsamlı, kaliteli bir büyüme politikası ortaya koymaya çalıştık. Özgürlük alanını genişleten, sosyal devlet anlayışını yerleştiren, eğitim-iş gücü ilişkisini güçlendiren ve ARGE yenilikçilik yatırımlarına ağırlık veren politikalarımıza halkımızın güçlü bir şekilde sahip çıkması bizim kararlılığımızı daha da artırmaktadır.

“Devletin görevi fabrika yapıp işletmek değildir.” dedik. “Devletin görevi fabrika yapacaklara altyapı hazırlamaktır, iş ortamını ve rekabet ortamını geliştirmektir.” dedik ve yaptık. Ancak, ana muhalefet tarafından Güneydoğu’da devletin fabrika yapıp işleteceği ifade ediliyor. Siz herhâlde bu alanda dünyadaki başarısız uygulamaları görmediniz, duymadınız, okumadınız. Gidin İtalyanları bir dinleyin. Onların da geri kalmış bölgeleri vardı, milyarlarca euroyu toprağa gömdüler, hiçbir fabrikayı devlet olarak işletemediler. Kurulan ve atıl kalan bu tesisler literatüre “Çöldeki katedraller” olarak geçmiştir değerli arkadaşlar.

Çağdaş bir devlet, düzenleyicidir, denetleyicidir. Çağdaş bir devlet, özel kesim için uygun bir yatırım iklimi oluşturur, halkın önündeki engelleri kaldırır. Çağdaş bir devlet, eğitimden sağlığa, ulaştırmadan güvenliğe kadar her alanda altyapı yatırımlarına yoğunlaşır. İşte, biz bunu yaptık ve yapmaya devam edeceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel kriz sonrası dünyada uygulanan ve alınan önlemlere baktığımızda en başarılı ülkelerden birisi Türkiye olmuştur. Artık uluslararası kuruluşlar, küresel yatırımcılar, sanayicilerimiz, üreticilerimiz Hükûmetimize karşı büyük bir güven duymaktadırlar.

Bakın, sadece son iki ayda dış basında çıkan bazı haber, yorum başlıklarını sizlere okumak istiyorum. Dış basında çıkan haber ve yorum başlıkları: “Türkiye bölgesel süper güç olma yolunda güvenle ilerliyor.”,  “Türkiye on yıl sonra Avrupa’nın en güçlüsü.”, “Türkiye küresel düzeyde rekabetçi bir otomobil merkezine dönüşüyor.”, “Türkiye 2010 yılında Avrupa’da en hızlı büyüyen ülke olacak.”, “Türkiye’de altın bir dönem yaşanıyor.”, “Finansal krizin en büyük galiplerinden biri Türkiye’dir.” Bu, son iki ayda dış basında çıkan başlıklardan bazıları.

Şimdi, 1999-2002 dönemine dönelim. Acaba o dönemdeki başlıkları okumamı ister misiniz? Sadece birkaç örnek vermek istiyorum: “Türkiye’de kargaşa.”, “Türkiye’de krizin nedeni bürokratlar değil, politikacılar.”, “Yıllardan beri Türkiye ancak muz cumhuriyetlerine yakışır enflasyon oranlarıyla yaşadı.”, “Türkiye üç ay içinde ikinci büyük krizi yaşadı.” Bunların tamamı, Türkiye’yi küçük düşürücü ve o dönemde Türkiye'nin ne hâlde olduğunu gösteren ifadeler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; muhalefet tarafından çok eleştirilen bütçenin şeffaflığı konusuna gelince: Evet, bütçeler şeffaf olmalıdır, gerçekçi olmalıdır, topluma güven vermelidir, kamu parasının yani milletin parasının nereye harcandığı açıkça gösterilmelidir. Biz kamu bankalarını bütçenin bir yan unsuru olarak kullanarak bankalara görev zararı gösterip sonra da faturasını millete ödetmedik. Birçok yasal düzenleme yaparak yapılacak olan tüm harcamaları açıkça bütçede gösterdik. Böylece hesaplanabilir ve şeffaf bir bütçe oluşturduk. Peki, AK PARTİ İktidarı öncesi nasıldı? Bütçede çiftçiye, esnafa ödenecek para yoksa kolayı vardır, Ziraat Bankasına talimat ver çiftçilerin ödemesini gerçekleştirsin, Halk Bankasına talimat ver esnafa yapılacak olan ödemeleri gerçekleştirsin. Peki, bu paralar bütçede var mıydı? Hayır, yoktu. Ya ne oldu? Görev zararı yazıldı. Peki, sonunda ne oldu? 2001 yılında Halk Bankasının görev zararı, o dönemdeki para ile tam 11 katrilyon liraya, Ziraat Bankasının görev zararı 12 katrilyon liraya ulaştı. Peki, bunun faturasını kim ödedi? Değerli arkadaşlar, milletimiz ödedi.

Bizim bütçemizin şeffaf olmadığını söyleyenlere şu soruyu da sormak istiyorum: AK PARTİ öncesi, yıllarca, hazinenin dış borç hesaplarına Sayıştayca neden uygunluk verilmedi? Acaba, dış borç hesabının tutulmasında, kullanılmasında, şeffaf olmayan hususlar mı bulunuyordu? Ama, artık, şimdi her şey şeffaf, Hazinenin web sitesine girin, günlük, haftalık, aylık, hatta yıllık verilere şeffaf bir şekilde ulaşabilirsiniz. Artık, AK PARTİ İktidarı öncesi alışkanlıklar tamamıyla tarihe gömülmüştür. Artık, ülkemizde, şeffaf, hesap verebilir ve çağdaş bir yönetim anlayışı hâkimdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Elvan, ek süre veriyorum, buyurun tamamlayın lütfen.

LUTFİ ELVAN (Devamla) – AK PARTİ İktidarının atmış olduğu sağlam temeller üzerine güçlü Türkiye’nin inşasına, halkımızın refah düzeyinin yükseltilmesine hep birlikte devam edeceğiz. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında da ülkemizin dünyanın ilk on ekonomisi arasına girmesini yine hep birlikte sağlayacağız.

Konuşmama son verirken hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Elvan.

Sayın milletvekilleri, Hükûmetin söz talebi vardır. Hükûmet adına Başbakan ve İstanbul Milletvekili Sayın Recep Tayyip Erdoğan konuşacaklardır.

Sayın Başbakan, buyurun. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

Süreniz altmış dakikadır efendim.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyor, 2011 mali yılı bütçesinin ülkemiz, milletimiz, demokrasimiz için hayırlara vesile olmasını Allah’tan temenni ediyorum.

Öncelikle AK PARTİ İktidarının en büyük başarılarından birisi, milletimizin kendisine ve ülkesine olan güvenini yeniden tesis etmesidir, devletimiz ile milletimiz arasına örülen duvarları yıkması, büyük bir sosyal restorasyon dönemini başlatmış olmasıdır.

Biz sekiz yıl önce bu toprağa tohumlar attık. Zaman içinde bu tohumlar filizlendi ve fidana dönüştü. İstikrar ve güven zemininde ilerlediğimiz müddetçe; o fidanları koruduğumuz, gözettiğimiz, üzerlerine titremeye devam ettiğimiz müddetçe o fidanlar boy atacak, kökleri toprağı çok daha güçlü kavrayacak, toprağa çok daha güçlü bir biçimde tutunacaktır.

Şunu açık açık söylemek durumundayım: Biz hep birlikte destansı bir kahramanlık örneği sergileyerek, onurlu bir mücadele ortaya koyarak büyük bir cihan devletinin tecrübesi üzerine 1923 yılında bu topraklara cumhuriyet tohumunu ektik. Cumhuriyeti kuran aziz milletimizin iradesi büyük badireler atlattı. Hep birlikte o tohumun bir filize, bir fidana dönüşmesini sağladık. O fidan ne zaman boy atmak istediyse boynu vurulmak istendi; o fidan ne zaman kök salmak istediyse kökü kurutulmak istendi; o fidan ne zaman dal budak salmak istediyse dalları, kolları, kanatları kırıldı. Ne zaman ekonomi atılıma geçtiyse krizler ülkenin önünü kesti. Ne zaman demokrasi güçlenme iradesine kavuştuysa müdahalelerle engellendi. İstikrar ve güven, sağlam bir zemin, sağlam bir mecra bulduğunda her seferinde bozuldu, bozguna uğratıldı.

Şuraya da dikkatlerinizi çekiyorum: Cumhuriyet çınarı sadece dışarıdan değil, içindeki kurtçuklar tarafından da kemirilmek, çürütülmek, zayıflatılmak istendi. İşte sekiz yıl boyunca, Hükûmet olarak o çınarı büyütmek, o çınarı güçlendirmek, her türlü saldırıya, her türlü tehdide, tehlikeye karşı o çınarı korumak, kollamak için var gücümüzle çalıştık. Dışarıdan Türkiye’nin itibarını yükseltirken, içeride de kurtçuklara karşı, çetelere, mafyaya karşı amansız bir mücadele verdik. İstikrar ve güveni sarsacak, demokrasiyi zayıflatacak her türlü girişimi kararlılıkla ve soğukkanlılıkla bertaraf ettik. Türkiye’yi karanlığa çekecek her türlü senaryoyu, her türlü tuzağı cesaretle boşa çıkardık. Türkiye’nin büyümesini, güçlenmesini, kalkınmasını engelleyecek her provokasyonu, her hukuksuzluğu etkisiz kıldık. AK PARTİ Hükûmeti sekiz yıl boyunca bu toprağa sevgi tohumları ekti, kardeşlik tohumları ekti. Demokrasiyi güçlendirerek, hukuku yücelterek, hak ve özgürlükleri geliştirerek, ekonomiyi büyüterek, aziz milletimizin selameti için, Türkiye’nin bekası için ter döktü, gecesini gündüzüne kattı, büyük bir mücadele verdi.

Şimdi, bakınız değerli milletvekilleri, siz değerli milletvekillerimizle birlikte bugün bizi televizyon ekranlarından izleyen aziz milletimizin de dikkatlerini buraya çekmek istiyorum. 11 Aralıkta Mardin’e gittim. Mardin’de coşkulu bir topluluk eşliğinde, kar, bora, fırtına, âdeta böyle bir hava, ve Mardin’e kazandırdığımız tam 78 ayrı eserin resmî açılışını yaptık. Eğitimden sağlığa, emniyetten ulaştırmaya, belediye hizmetlerinden KÖYDES projelerine kadar tam 78 farklı eser. Mardin merkezde, Dargeçit’te, Derik’te, Kızıltepe’de, Mazıdağı’nda, Midyat’ta, Nusaybin’de, Ömerli’de, Savur’da ve Yeşilli’de anaokulundan ilköğretim okuluna, genel liseden öğrenci yurduna, öğretmen lojmanından sağlık merkezlerine, bölünmüş yollardan parklara kadar 78 yatırımı Mardin’le buluşturduk.

Ertesi gün Siirt’e gittik. Siirt’te 32 farklı eser ve hizmetin toplu açılışını yaptık. Bu açılışlardan önemli bir kısmı özel sektör yatırımları. Yüzlerce Siirtliyi istihdam edecek, Siirt’in tarım ürünlerini, gıda ürünlerini dünyaya ihraç edecek özel sektör yatırımlarının, o gün büyük bir gururla, büyük bir umutla açılışlarını gerçekleştirdik.

Önceki hafta cuma günü Konya’daydık. Konya Büyükşehir Belediyesinin yatırımlarını, TOKİ’nin yaptırdığı okulları, Selçuk Üniversitesinin Tıp Fakültesi Hastanesini ki temeli 1992 yılında atılmış ve bizden önce 60 trilyonluk bir harcama yapılmış, biz ise 120 trilyon harcama yapmak suretiyle burayı bitirdik. Konya’ya özel sektörün yaptırdığı bir oteli de, bu arada, açtık. Ancak aynı gün, Ankara-Konya hızlı tren hattında başlayan test sürüşlerini inceledik. Şu anda, on saat otuz dakikada ulaşılan Ankara-Konya etabını, inşallah, bundan sonra, bu yıl ortasında -2011’i kastediyorum- bir saat on beş dakikada ulaşacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yol boyunca 135 menfez, 83 alt geçit, 25 üst geçit ve 7 tane köprü inşa edildi. İnşallah, 2011 içinde bu devreye girdiğinde, âdeta Ankara-Konya arasında Ankara’nın sanki bir ilçesine gider gibi Konya’ya gider hâle geleceğiz.

Konya’dan Muş’a geçtik ve Muşlu kardeşlerimin coşkulu katılımıyla tam 106 farklı eserin resmî açılışını gerçekleştirdik.

Muş’tan Bitlis’e geçtik. Bitlis’te 71 farklı eserin, 71 farklı hizmetin toplu açılışını yaptık. Okulları, derslikleri, sağlık merkezlerini, yolları, konutları, belediye hizmetlerini, Bitlisli kardeşlerimin hizmetine sunduk. Bitlis-Muş arasında inşa ettiğimiz -hani, dağları delerek yolumuza devam ediyoruz ya- 1.900 metrelik bir tünelin de o gün açılışını yaptık. Buralarda bu tür şeyler yok, hasretti bunlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Zira, bu işleri yapmak için, tabii, dertli olmak gerekiyor, âşık olmak gerekiyor, milletine sevdalı olmak gerekiyor. Bizim için fark etmiyor, ha batı, ha doğu, ha kuzey, ha güney. AK PARTİ İktidarı batıda nasıl varsa doğuda da aynı şekilde var, kuzeyde nasıl varsa güneyde de aynı şekilde var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Kültür ve turizm merkezlerinin, onardığımız vakıf eserlerinin, tarımsal yatırımların, emniyet, çevre yatırımlarının resmî açılışlarını yaptık. İşte, Bitlis’ten aynı gün Ahlat’a geçtik. Ahlat’ta Kültür Merkezi’mizin açılışını yaptık. Aynı şekilde, Adilcevaz’da 400 konutu bitirdik, onların hak sahiplerine dağıtımını yaptık ve sadece iki hafta içinde 5 farklı ilimizde 300’e yakın eser ve hizmetin toplu açılışını böylece gerçekleştirmiş olduk.

Değerli arkadaşlarım, Aydın’da, İstanbul’da, Elâzığ’da, Ankara’da, Sivas’ta, Balıkesir’de, Şanlıurfa’da ondan önce yine açılışlar gerçekleştirdik. 81 vilayetle de kalmadık, ortak bir kültürü, ortak bir tarihi paylaştığımız Priştine’de açılış yaptık, Prizren’de açılış yaptık, Mamuşa’da açılış yaptık, Lübnan’ın Aydamun köyünde, Sayda şehrinde açılışlar yaptık.

İşte, en son İstanbul’da iki uluslararası zirveye ev sahipliği yaptık. EKO Zirvesinde 7’si devlet ve hükûmet başkanı olmak üzere 12 ülke temsilcisini İstanbul’da ağırladık. EKO Dönem Başkanlığını devraldık. Türkiye-Pakistan-Afganistan üçlü zirvesini gerçekleştirdik. Hafta içinde Suriye Başbakanı ve 14 Suriyeli bakanı Ankara’da ağırladık. Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyinin 2’nci toplantısını yaptık.

Sekiz yılda Suriye, Irak, Yunanistan ve Rusya Federasyonu ile ikili, Türkiye-Suriye- Lübnan ve Ürdün’le dörtlü stratejik iş birliği mekanizmalarını kurduk. Kazakistan’la stratejik ortaklık, İtalya, İspanya, İsveç’le hükûmetler arası zirve, Pakistan, ABD, Hollanda ile benzeri mekanizmaları tesis ettik. Uzak demeden yakın demeden dünyanın tüm ülkeleriyle, bölge ülkeleriyle, komşularımızla, Türk dünyasıyla ilişkilerimizi geliştirdik ve geliştiriyoruz.

Geniş Türk coğrafyasıyla her alanda ticaretimiz büyüdü, ihracatımız kat kat arttı. 1992 ile 2002 yılları arasındaki on yılda Kafkasya ve Türk cumhuriyetlerine TİKA’nın yapmış olduğu yardımların miktarı sadece 52 milyon dolar. İktidarda olduğumuz 2003-2009 yılları arasındaki altı yılda ise TİKA’nın yapmış olduğu yardımlar 128 milyon dolar. Fark bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

TİKA’yı 37 ülkede faaliyet gösterebilecek bir konuma yükselttik. Türk cumhuriyetlerinde, akraba ve soydaş toplulukların yaşadığı ülkelerde TİKA aracılığıyla yaptığımız proje sayısı 6.714 sayısına ulaştı. Bu projeler kapsamında 112 okul inşa edildi, 105 okul onarıldı, 400’e yakın su kuyusu açıldı ve binlerce insan sağlık taramasından geçirildi ve bunlara yönelik olan sağlık ocakları da kuruldu, kuruluyor.

Kardeş ülkelerimizde bağlarımızı sadece ekonomik ve ticari bir çerçevede düşünmüyoruz. Kurduğumuz TRT Avaz kanalı ile de kültürel iş birliği ve ortak kültürel mirasımıza sahip çıktık. Aynı şekilde, Türk Dili Konuşan Ülkeler Konseyi Toplantısının 10’uncusunu ülkemizde yaptık. Sarf ettiğimiz çabalar neticesinde İstanbul’da bir sekreterya kuruldu. Kısa adı CICA olan Asya’da İşbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler Konferansı Teşkilatının dönem başkanlığını yapıyoruz.

Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi çerçevesinde birçok önemli faaliyete devam ediyoruz. Geçtiğimiz aylarda Başbakanlık bünyesinde kurmuş olduğumuz Dış Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ile birçok alanda iş birliğini geliştirecek yeni kanalları oluşturmak için çaba gösteriyoruz. Ta yaylalara, mezralara kadar okul, yol, su götürürken beş kıtada iş birliği arayışını, beş kıtada barış ve adalet mücadelesini sürdürdük.

Değerli arkadaşlarım, tabii bütün bunlarla beraber bir şey de bizi gerçekten üzüyor ve bakıyorsunuz, arkadaşımız çıkıyor, diyor ki: “Önce mizan olacak, izan olacak.” Şimdi, bunu diyen arkadaşıma ben de diyorum ki: Ama biraz da insaf olacak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bitmedi. Biliyorsunuz, bizde insaf dinin yarısıdır, bu kadar bu iş önemli. Yani bir şeyi eleştirirken, yargılarken insaf edin. Şu sekiz yıl içerisinde bu ülkede bu kadar şeyler yapıldığı içindir ki milletimiz demokratik tasarrufunu kullanırken, yapılan bütün seçimlerde, gerek genel gerekse yerel seçimlerde AK PARTİ’sini sürekli olarak iktidarda tutmuştur. O zaman, siz milletimizin ferasetine güvenmiyor musunuz? Kendinizi milletimizden çok daha akıllı mı zannediyorsunuz? Bu gerçeği göreceksiniz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – O zaman barajı indirin, millete güveniyorsanız barajı indirin. Yüzde 10 barajını indirin görelim. (AK PARTİ sıralarından “Dinle” sesleri, gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen… Lütfen…

Değerli arkadaşlar, yerimizden laf atmayalım.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Tabii, ben burada sizlere çok çarpıcı…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Millete güvenmek o kadar kolay tabii! Yüzde 10 barajını kaldırın önümüzdeki dönemde. O kadar kolaydı! Yüzde 10’u indirin de gidelim, görelim bakalım. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen… Değerli arkadaşlar, lütfen…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Biz bu ülkede yüzde 10 barajını koymadık, yüzde 10 barajıyla biz iktidara geldik on altı ayda, on altı ayda. Gücünüz varsa siz de gelin. Bu barajı biz koymadık, koyanlara sorun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kenan Evren’in yasasına sığınmayın, yeter artık!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Seksen bir vilayetin seksen birinde, sekiz yıl boyunca, defalarca toplu açılışlar gerçekleştirdik.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Tunceli’de yapmadınız. Seksen bir vilayete Tunceli’yi katmayın.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Seksen bir vilayetin seksen birine, 780 bin kilometrekarenin tamamına ulaştık, tamamına hizmet götürdük.

Burada size çok çarpıcı bir belge göstermek istiyorum, tarih 5 Eylül 1792, yani 218 yıl öncesine ait bir belge. Dönemin padişahı, Bağdat Valisi Kadir Süleyman Paşa’ya bir talimat gönderiyor ve Mardin Kalesi’nin tamir edilmesini emrediyor. Bunu iyi görmeniz lazım. Tam 218 yıldır onarılmayan, tamir edilmeyen o kaleyi işte şu anda biz tamir etmeye başladık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz buyuz, halkımız bu.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – O kadarını takdir ederiz sekiz senede!

M. NURİ YAMAN (Muş) – Göreviniz ne?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şunu artık çok net görüyoruz değerli arkadaşlarım: Seksen bir vilayet değişiyor.

Aslında, buradan şimdi laf atıyor ya, oralardan geçerken de diyorlar ha: “Yahu, neler başarmışlar be!” Orada da bunu diyorlar, onu da söyleyeyim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Yollar altından da olsa özgürlük olmadı mı altından kafesleri kabul etmeyiz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Geçerken öyle diyorsunuz, onu biliyorum; orada takdir ediyorsunuz, onu biliyorum ama burada farklısınız.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Özgürlük olmadı mı altından kafesi reddederiz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O işte özgürlüklerin neticesidir, özgürlüklerin neticesidir o. Özgürlük mücadelesini biz verdik, veriyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

M. NURİ YAMAN (Muş) – Suyu olmayan sanayiyi açtınız.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Değerli kardeşlerim, seksen bir vilayet değişiyor, köylerden ilçelere, mezralardan şehir merkezlerine kadar bütün Türkiye değişiyor.

Yeni kurduğumuz, 80 tane ile artık 156 rakamına ulaşan üniversiteler şehirlerimizi değiştiriyor. Sordular: “Tunceli’ye de üniversite yapacak mısınız?” Yapacağız dedik, inanmadılar.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Tunceli’nin ne özelliği var ki…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ee, şimdi Tunceli’de üniversite var ama haberi yok, görmez, bilmez, anlamaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Mesele göz meselesi, kulak meselesi, dil meselesi.

Yaptığımız okullar, Türkiye’ye kazandırdığımız toplam 160 bin derslik şehirleri değiştiriyor.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bakın, taşımalı eğitim, taşımalı eğitim!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Restore ettiğimiz 3.500 vakıf eseri, onardığımız tarihî eserler şehirleri değiştiriyor. Sekiz yılda inşa ettiğimiz 13.555 kilometre uzunluğundaki bölünmüş yollar, havaalanları, inen-kalkan uçaklar şehirleri değiştiriyor.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başbakan, taşımalı eğitim!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O bile bizim attığımız bir adımdır, siz onları da atamadınız, siz onları da atamadınız.

MUHARREM İNCE (Yalova) – At arabasıyla taşımalı eğitim! Çağdaş eğitim!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Özel sektör yatırımları, açılan fabrikalar, canlanan ekonomi şehirleri değiştiriyor.

Türkiye’nin her şehrinden umut fışkırıyor, heyecan fışkırıyor. 73 milyon hayata sımsıkı sarılıyor, değişimde yerini alıyor, geleceğe bugün her zamankinden daha bir umutla bakıyor. Türkiye’nin yıllarca hizmet almamış, yıllarca yatırım almamış, bir çivi dahi çakılmamış illeri, ilçeleri bugün yeniden hayat buluyor, kalkınma yarışında yeniden yerini alıyor.

Algı ile gerçek arasında çok büyük fark var değerli arkadaşlarım. Doğu ve güneydoğunun diğer bölgelerdeki imajıyla gerçek durumları arasında çok ciddi bir uçurum var. Oralarda kaos varmış gibi, oralarda huzursuzluk varmış gibi, oralarda sokağa çıkılamıyormuş gibi bir görüntü oluşturulmak isteniyor. Oysa tam tersi, Edirne, Kırklareli, Muğla, Çankırı, Giresun, Antalya nasıl gelişiyorsa oralar da aynı şekilde gelişiyor; batıda umut ne kadar çoğalıyorsa doğuda da o kadar çoğalıyor; kuzey ve güney nasıl kalkınıyorsa doğu ve güneydoğu da aynı şekilde kalkınıyor. Türkiye topyekûn kalkınıyor, Türkiye topyekûn aydınlık geleceğe koşuyor.

Bizim lügatimizde ayrımcılık yok, imtiyaz dağıtmak yok, bölgeleri ayırmak yok, toplumu sınıflara, etnik gruplara, mezheplere, kimliklere bölmek yok. Biz “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” anlayışıyla hareket ediyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakanlar Kurulunda bir tane Alevi vatandaş var mı?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, insanlarımızı dinine, mezhebine göre ayırt etmedik, etmiyoruz. Dün de değerli arkadaşlarım, etnik milliyetçiliği… Yola çıkarken, partimizi kurduğumuzda, Afyonkarahisar’da -oradan yola çıktık- “Bizim üç tane kırmızı çizgimiz var. Biz etnik milliyetçilik yapmayacağız, biz bölgesel milliyetçilik yapmayacağız, biz dinsel milliyetçilik yapmayacağız.” dedik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

FEVZİ TOPUZ (Muğla) – Hepsini yaptınız!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve biz şu ana kadar bunu yapmadığımız içindir ki sekiz yıldır bizim milletimiz, halkımız bizi iktidarda tutuyor ve sürekli olarak oylarını artırarak bizi iktidarda tutuyor.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, biz Afyonkarahisar’da bir şey daha söyledik. Ne dedik? Onu da burada çok açık, net söylüyorum, orada da söyledim, 2005’te Diyarbakır’da değil, ta orada. Dediğimiz neydi: “Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet” dedik. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Dil var mı, dil?

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Resmî dil var, resmî dil, bekle.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sabırlı ol, sabırlı, dur; dokuz ay on gün, biliyorsun, sabırlı ol. Onlar erken doğum, sağlıksızdır.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, şunu çok dikkatle takip edelim: Etnik kökeni, inancı, dili, kültürü ne olursa olsun 73 milyon insanımız Türkiye Cumhuriyeti üst kimliği altında birdir, tek millettir. Evet, ben yine aynı şeyi söylüyorum: Alt kimlik, üst kimlik. Üst kimlik, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır. Bunun altında birçok etnik unsur vardır, hepsi bizim kardeşimizdir ve hepsini Yaradan’dan ötürü severiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bir şeyi daha söylüyorum: Bu ülkede ben bir Başbakan olarak Kürt sorununu savunuyorum ve savunmaya da devam edeceğim ama Kürtçülüğün karşısındayım, aynen Türkçülüğün de karşısındayım. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bunu da söyleyeyim. Bunu da söyleyeyim. Çünkü bizim medeniyetimizde, bizim değerlerimizde ırkçılık yok ama kavimlere saygı var. Biz buradan geldik, böyle de devam ediyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şunu da söyleyeceğim, o da şudur: Değerli arkadaşlarım, benim milletimin dili tektir. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Hangi millet?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu, Türk milleti. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar) Dili tektir, o resmî dil Türkçedir, bunu bugüne kadar öğrenmediysen, bundan sonra da öğrenemezsin zaten. Değerli kardeşlerim, fakat, bu ülkede devletin kademeleriyle belediyeleri birbirinden ayırt eden anlayış, devlet kurumlarını anlayamamış anlayıştır. Belediyeler de devletin resmî kurumlarıdır, diğerleri de resmî kurumlarıdır. Orada da Türkçe kullanılır, orada da Türkçe kullanılır. Birisinde farklı, birisinde farklı olmaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bir diğer konu, onu da anlatayım, o da şu: Bakın, ademimerkeziyet dediğiniz anlayışı anlatayım. Ben belediyecilikten geldim. Ademimerkeziyetçiliği savunan birisiyim ama ademimerkeziyetçiliğin üç tanımı vardır: Bir, siyasi tanımıdır; iki, idari tanımıdır; üç, hizmet tanımıdır. Biz, siyasi tanımına karşıyız, idari tanıma da karşıyız.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Neden?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Biz, hizmet içerikli olanın yanındayız. Bizim anlayışımız budur, hizmet içerikli olan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BENGİ YILDIZ (Batman) – O, ademimerkeziyetçilik değil. Sizin demokrasiniz ayrı. Ademimerkeziyetçilik dünyada ayrı. Böyle bir ademimerkeziyetçilik yoktur dünyada, o sizin…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakınız, köy boşaltmaların, faili meçhullerin, işkencelerin, suikastların, darbe girişimlerinin, karanlık senaryoların sorgulandığı, karanlık noktaların aydınlığa kavuştuğu bir Türkiye var artık. Olağanüstü hâlin kalktığı, Çekiç Güç’ün gönderildiği, anaların hapisteki çocuklarıyla kendi ana dillerinde konuştuğu, farklı dil ve lehçelerin öğretildiği, öğrenildiği, devlet televizyonlarından farklı dil ve lehçelerde yayınların yapıldığı, kontrol noktalarının asgariye indiği bir Türkiye var artık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BENGİ YILDIZ (Batman) – Yetmiş yıl sonra Kürtçe televizyon açtınız!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunları görelim. Türkiye’yi bu seviyelere biz getirdik.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – 3 bin tane de Kürt siyasetçi var içeride.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Kardeşliğimizi yüceltmek, toplumsal barışı pekiştirmek adına bu demokratikleşme adımlarını biz attık. İşte bu, 2005’ten itibaren devam eden süreçtir, bunun öncesi var, sonrası var. Herkes, ana dilini istediği gibi, dilediği gibi konuşuyor. Farklı dil ve lehçelerde yayın da yapılıyor, kurs da açılıyor, üniversitelerde enstitü kuruluyor. Ancak şunu da herkes çok iyi bilecek: Türkiye’nin, değerli arkadaşlarım, resmî dili -tekrar ediyorum- Türkçedir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ortak vatanda Kürtlerin Türkler kadar eşit olma hakkı vardır.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ortak dil Türkçedir. Bu gerçeği değiştirmeye yönelik hiçbir girişim kabul edilemez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ortak vatanda her Türk her Kürt kadar eşittir!

BAŞKAN – Sayın Kaplan… Sayın Kaplan, böyle bir usulümüz yok.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Vardır, nasıl yok!

BAŞKAN – Lütfen... Lütfen…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Zira, bu mesele sosyal barış ve sosyal bütünlük meselesidir. Bu meseleyi tartışmaya dahi açmak, bu meseleyi getirip Türkiye'nin gündemine taşımak ne demokrasiye ne özgürlüklere ne toplumsal barışa ne de kardeşliğe asla hizmet etmez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu tartışmaları gündeme taşımak da, bu tartışmaları gündemde tutmak, sabah akşam bununla ilgili yayınlar yapmak da millî birliğimize ve kardeşliğimize destek olmaz, tam tersine köstek olur.

Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi, adı üstünde, bir birlik projesidir, bir kardeşlik projesidir. Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi, bu ülkeyi dayanışma, paylaşma zemininde büyütme, yüceltme projesidir. Bu proje, istismarcıların elinden oyuncaklarını alıp istismarcıları hayal kırıklığına uğratma projesidir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu proje, milletin her bir ferdinin kendisini birinci sınıf vatandaş hissetmesini sağlayacak, millet-devlet kaynaşmasını sağlayacak bir projedir. Biz demokratik bir ülkenin onurlu bir vatandaşının sahip olması gereken hak ve özgürlükleri geliştirmenin mücadelesini verirken, birileri de gerilim üreterek, afaki taleplerle toplumu gererek, milletimizin sinir uçlarına dokunarak gelişme sürecini baltalamaya çalışıyorlar.

OSMAN ÖZÇELİK (Siirt) – Sinir uçlarınızı açıkta bırakmayın.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ucu açık olanlar sizinkiler, dikkat edin, biz sağlamdayız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Dağlara kadar uzanıyor.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Biz iyi niyetle meselelerin üzerine giderken, sorunların çözümü için çaba gösterirken, toplumsal mutabakatı sağlamak üzere samimiyetle çalışırken birileri de bayat senaryoları devreye alıyor, çözüm süreçlerini sabote edecek yaklaşımlar sergiliyor. Milletin defalarca izlediği, art arda izlediği, temcit pilavı gibi sürekli sofraya sürülen o tezgâh yeniden ne yazık ki kuruluyor. Türkiye seçime giderken, Türkiye istikrar ve güven zemininde kararlı şekilde ilerlerken karanlık odaklar tarafından aynı oyun yeniden kuruluyor, yeniden kurgulanıyor. Biraz önce ifade ettim ya, o fidan kök salmaya, o fidan dal budak salmaya başlamışken yeniden kurutulmak, yeniden dalları, kolları kırılmak isteniyor. Bu senaryo çok çirkin bir senaryo. Bu tezgâh çok kirli bir tezgâh. Bu tuzak çok bildik bir tuzak. Benim milletim bu oyunları defalarca gördü, bu senaryonun aktörlerini çok iyi tanıdı ve kim ne yaparsa yapsın, benim milletim bu tezgâha gelmeyecek, bu tuzağa asla ve asla düşmeyecek, ben buna inanıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şunu da burada açık açık söylüyorum: Bu tezgâhın içinde terör örgütü var, bu tezgâhın içinde terör örgütünün vesayeti altında hareket edenler var, bu tezgâhın içinde can çekişen çeteler var, mafya var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Senaryo çok ama çok açık: Seçim öncesinde su bulandırılacak, seçim öncesinde milletin zihni karıştırılacak, seçim öncesinde kaos oluşturulacak, seçim öncesinde farklı gündemler oluşturulacak, milletin tercihleri böylece etki altına alınacak.

Soruyorum size: Toplumu gerecek, milletin hissiyatını galeyana getirecek, siyaset kurumunu etkisizleştirecek, güven ortamını sarsacak bu yaklaşım tarzı hangi amaca hizmet ediyor? Yapılan işlerin çözüme bir faydası var mı? Sorumsuz ve afaki taleplerle hassasiyetlerin kaşınması sorunları çözüm yoluna mı koyuyor? Yoksa daha mı derinleştiriyor? Ateşe benzin döken bu siyaset tarzının kime, ne faydası var? Biz, sorunların konuşulmasından, tartışılmasından, özgürce ifade edilmesinden yanayız. Hayata geçirdiğimiz reformlarla, yıktığımız tabularla, bozduğumuz ezberlerle ülkemizi ileri demokrasiye taşıyoruz. Hiç kimseden demokrasi dersi almaya ihtiyacımız yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BENGİ YILDIZ (Batman) - Var, var, demokrasiyi bilmiyorsunuz, ihtiyacınız var Sayın Başbakan

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bize demokrasi dersi vermek isteyenler 12 Eylülde benim vatandaşımın oy verme hakkını nasıl tehditle gasbettiler, önce bununla yüzleşsinler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Önce bununla yüzleşsinler.

BENGİ YILDIZ (Batman) – İhtiyacınız var Sayın Başbakan, sizin demokrasiye çok ihtiyacınız var.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kenan Evren de sandığa gitmişti.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Demokrasiden bahsedenler Doğu ve Güneydoğu’da sivil toplum örgütlerine, yazarlara yapılan baskılarla, tehditlerle yüzleşsinler. Gelişen özgürlükleri çözüm için kullanmak yerine ajitasyon için, provokasyon için kullanmak bu millete reva mıdır? Milletin zihnini bulandırmanın, korkularını kaşımanın, huzurunu kaçırmanın hangi sorunun çözümüne faydası var, soruyorum.

Bu ülke sahipsiz değildir, bu millet çaresiz değildir. Milletim müsterih olsun, biz kimseye bu ülke üzerinde, bu topraklar üzerinde ameliyat yaptırtmayız. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ameliyatı siz yapıyorsunuz zaten.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Kimseyi bu milletin hissiyatıyla oynatmayız.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ameliyatı da siz kangren hâline getirdiniz, çözemediniz Kürt sorununu.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Çözüm için nasıl bir mücadele verdiysek çözüm süreçlerini sabote edenlerle de aynı şekilde mücadele ederiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Terör örgütünün ve onun uzantılarının her seçim öncesinde olduğu gibi yeniden taşeronluk üstlenerek iç politikayı dizayn etme girişimlerini karşılıksız bırakmayız. Ne milletin duygularını sömürerek rant hesabı yapanlara eyvallah ederiz ne milletin korkularını kaşıyarak o hesabı yapanlara eyvallah ederiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BENGİ YILDIZ (Batman) – Onu en çok siz yapıyorsunuz Sayın Başbakan.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Özgür ve açık seçimlere gelin, özgür seçimlere!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, buradan, hem doğudaki…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Öyle tehdit ederek, tehditle bir yere varamazsınız, demokrasi açıklıktır. (AK PARTİ sıralarından “Dinle be!” sesleri)

Siz susun!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …hem batıdaki hem kuzeydeki hem güneydeki bütün vatandaşlarıma…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Siz, konuşmaları dinleyeceksiniz, muhalefeti öğreneceksiniz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …73 milyona, bütün kardeşlerime sesleniyorum: Dağdaki teröristle, geçmişte devletin koridorlarına kadar sirayet etmiş çetelerin nasıl bir iş birliği içinde olduklarına lütfen dikkat edin. Az önce arkadaşım zaten anlattı bunları. Her seçim öncesinde, terör örgütünün nasıl devreye girdiğini, milletin hissiyatını etki altına almak için ne tür tezgâhlar yapıldığını çok iyi anlayın. Artık, bu oyunu yutmazlar. Ne biz yutarız ne de milletim bu hileyi yutar.

Şimdi, Diyarbakır’da bir toplantı yapılıyor, bir bildiri taslağı tartışılıyor. Dikkate dahi alınmayacak, ciddiye dahi alınmayacak bu bildiri taslağı, günlerdir, çarşaf çarşaf sayfalara, boy boy ekranlara taşınıyor. Bu bildiri taslağı, son derece yapay bir şekilde, son derece kasıtlı bir şekilde gündeme taşınıyor ve geliyor, gündemin tam ortasına yerleşiyor. Her akşam saatlerce bu konuşuluyor, köşe yazarları her gün bunu yorumluyor. Sağ olsunlar, işleri güçleri yok onların da.

HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) - Niye tartışmadan korkuyorsunuz Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sanırsınız ki Mecliste bir Anayasa değişikliği oldu, yarın Türkiye farklı bir idari yapıya kavuşacak, farklı bir yönetim şekline kavuşacak.

Açık söylüyorum: Değerli arkadaşlarım, tehlikeli bir oyun bu. Burada ortaya konan veya örtülü olarak ifade edilen hususları, çok yanlış, son derece kabul edilemez buluyorum. Özerklik tartışması demokratikleşmeyi, Türkiye'nin ileri demokratik standartlara kavuşmasını hazmedemeyenlerin çirkin bir tezgâhıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Dinleyeceksiniz, tartışılacak. Demokrasi tartışmak demektir, demokrasi konuşmak demektir, demokrasi Meclise gelip konuşabilmek demektir. Sustura sustura susan bir Türkiye yarattınız, suskun bir Türkiye yarattınız. Susmayacak Türkiye, susmayacak; konuşacak! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu millet, bu tür tezgâhlara evet der mi? (AK PARTİ sıralarından “Demez.” sesleri) Bu tür taslakları alır bağrına basar mı? (AK PARTİ sıralarından “Basmaz.” sesleri)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Cesaretiniz varsa projenizi getirin, konuşalım.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu projelere onay verir mi? (AK PARTİ sıralarından “Vermez.” sesleri) Millete rağmen, milletin kurumlarına rağmen, anayasal düzene rağmen, kim, hangi projeyi hayata geçirebilir?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sizin projeniz ne? Projenizi çıkarın koyun!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Demokratik sistemlerde siyasi partiler aykırı projeler, teklifler getirme hakkına sahip olabilir ama bu hakkın kötüye kullanılması demokratik siyaseti zayıflatır, ülkenin gündemini gerer.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Projenizi koyun, sekiz senedir Hükûmetsiniz!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sonuçta millet destek vermez, bu partiler de marjinal kalmaya mahkûm olurlar ama zarar gören siyaset kurumu olur, ülke olur. (BDP sıralarından gürültüler)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Niye endişeleniyorsunuz? Kaldırın barajları da boy ölçüşelim.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bak, partimizi kurduk, on altı ay sonra -yüzde 10 barajıyla geldik- yüzde 34 aldık, aynısını sen de yap. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, BDP sıralarından gürültüler)

HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Peki, yetimin hakkı…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Demokrat değil misiniz, kaldırın barajları!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ama gelip de bir etnik unsurun partisi olma, oradan çık!

Terör örgütünün gündeme taşıdığı konuları siyasete taşımak, bunları medya sayfalarında abartmak hangi amaca hizmet eder?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sizin barajınız vız gelir bize! Biz gelmeyi öğrendik zaten!

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen… Müdahale etmeye devam ederseniz İç Tüzük’ü uygulamak zorunda kalırım, lütfen…

Sayın Başbakan, buyurun, devam edin siz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Soruyorum arkadaşlar: Bu, terör örgütünün propagandasını yapmak değil midir? Bu, terörün ekmeğine yağ sürmek değil midir?

BENGİ YILDIZ (Batman) – Kürt sorununu terör sorunu olarak tanımlıyorsunuz!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) –  Hiçbir ciddiyeti ve derinliği olmayan bu projeleri benim Kürt kökenli kardeşlerimin talebiymiş gibi takdim etmek çok büyük bir haksızlıktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BENGİ YILDIZ (Batman) – Kürtlere sor o zaman.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu bildirileri yayınlayanlar, bunun siyasetini yapanlar benim Kürt kökenli vatandaşımın ne kadarını temsil ediyorlar?

BENGİ YILDIZ (Batman) – Git sor!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunlar Doğu ve Güneydoğu’nun ne kadarını temsil ediyorlar?

BENGİ YILDIZ (Batman) – Diyarbakır’a, Batman’a sor!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ben her fırsatta, defalarca söyledim, bugün de söylüyorum: Ne terör örgütü ne de onun uzantıları, hiçbir zaman benim Kürt kökenli kardeşlerimin temsilcisi, sözcüsü olmamıştır... (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BENGİ YILDIZ (Batman) – Git sor, Kürtlere sor!

HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Temsil anlayışınız, parti kapatmak, yüzde 10’luk baraj!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …bundan sonra da asla olmayacaktır.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Gidin, sorun! Gidin, sorun!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Demokratik hak ve özgürlüklerden bahsedenler, benim bölgedeki vatandaşımın haklarını kullanmasını engelliyor; tehditle, baskıyla engelliyor, sandığa göndermiyor.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Kim yapıyor bunu Sayın Başbakan, kim yapıyor?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 12 Eylül referandumunda, bütün tehditlere, baskılara rağmen, sindirmelere rağmen, Doğu Anadolu Bölgesi’nde katılım oranı yüzde 66, “Evet” oy oranı yüzde 81. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bütün baskılara, bütün tehditlere, engellemelere rağmen katılım oranı yüzde 57, “Evet” oy oranı yüzde 84. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Hakkâri, Diyarbakır, Batman, Van?

BENGİ YILDIZ (Batman) – “Baskı var.” diyorsunuz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bak, o baskıları kıranların verdiği oy bu.

Benim Kürt kökenli vatandaşlarımı terörle, terör örgütüyle özdeşleştirmeye hiç kimsenin hakkı yoktur ve olamaz. Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünü zaafa uğratmaya, milletimizin kardeşliğini zedelemeye çalışmak kimsenin haddi değildir, olamaz. Herkes sağduyuyla, ferasetle, iyi niyetle hareket etmelidir. Özellikle siyasetçiler daha büyük bir sorumluluğun sahibidirler. Gererek, kırarak, dökerek, kaşıyarak, tahrik ederek hiçbir şey yapılamaz, hiçbir hedefe ulaşılamaz. Siyasi partiler, medya, sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri, herkes ama herkes bu süreçte sağduyuyla hareket etmeli, ideolojiler üstü, çıkarlar üstü bir tutum sergilemelidir.

Biri çıkıp provokasyon yapacak, bir başkası çıkıp bundan rant toplayacak. Biri dağdan cenazeler gelsin diye elini ovuşturacak, bir diğeri çıkıp şehit cenazelerini istismar için fırsat kollayacak. Bu, gaddarlık değil mi? Bu, istismar değil mi? Bu, vicdana sığar mı?  Bırakın vatan sevgisini, millet sevgisini, kendisine saygısı olan, şu kadarcık vicdanı olan biri buna göz yumabilir mi?

AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Eylemsizlik kararı…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Türkiye kaybetmiş, milletimiz kaybetmiş, kardeşlik zedelenmiş, huzur, istikrar yara almış, bunların hiç ama hiç derdi değil.

Değerli arkadaşlarım, biz bu oyunu bozacağız. Biz, bu kirli senaryoyu bertaraf edeceğiz. Bu kirli ittifakın, bu çirkin iş birliğinin gerçek yüzünü gösterecek, bütün o maskeleri tek tek indireceğiz.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Cenazelerden kim medet umuyorsa alçaktır!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Anayasa ve yasalar çerçevesinde başkasının özgürlük alanına müdahale etmeden isteyen istediğini söyler ve konuşur. Her mesele, hukuk çerçevesinde, demokrasi kuralları altında bu Parlamentoda çözüme bağlanır. Hiç kimsenin kendisini, yasaların, Anayasa’nın, Parlamentonun üzerinde görme hakkı yok, yetkilerini aşarak demokratik sürece müdahale etme hakkı yok.

Değerli kardeşlerim, biz, ne tahriklere geleceğiz ne de bu kirli tezgâhlara göz yumacağız. Bir kaşık suda fırtına koparmanın, durumdan vazife çıkarmanın, Hükûmeti topa tutmanın hiçbir siyasetçiye de faydası yoktur, olmayacaktır.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Tehdit mi ediyorsunuz?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) –  Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; bütçe görüşmeleri bir yıllık muhasebenin yapıldığı…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Açık açık tehdit ediyor.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) –  O size ait bir şey. Siz o işi iyi bilirsiniz. Siz o işi iyi bilirsiniz.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Biz emir eri değiliz, siyasetçileriz!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) –  Bizim dünyamızda böyle bir şey yok.

Bütçe görüşmeleri bir yıllık muhasebenin yapıldığı…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bütün konuşmalar bizim projelerimiz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …gelecek vizyonunun ele alındığı, ekonomi ile birlikte diğer bütün hususların enine boyuna tartışıldığı bir zemindir.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Tehdit ediyor açık açık.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Elbette demokratikleşme, dış politika, iç politika ve ekonomi birbiriyle doğrudan ilişkili, doğrudan bağlantılı konulardır. Ekonomideki bir aksama, doğrudan doğruya dış politikayı da etkiler. Demokratikleşmedeki bir sorun, doğrudan doğruya elbette ekonomide aynı şekilde olumsuz tesirler meydana getirir.

Değerli arkadaşlarım, sekiz yıl boyunca bütçe disiplinini koruduk. Asla, bizler, mali disiplinden taviz vermedik, para politikalarından taviz vermedik, enflasyonla kararlı şekilde mücadele ettik ve tek haneli oranlara kadar düşürdük. Faizler, biliyorsunuz, devletin borçlanma faizi yüzde 63 iken, yüzde 7’ye kadar düştü. Ekonomide büyümeyi enflasyonun çok çok üzerinde, ücretlere yansıttık. Eğitime, sosyal politikalara ayırdığımız bütçeyi her yıl katlayarak artırdık.

Şimdi, değerli arkadaşlar, ana muhalefet Genel Başkanı nereye gitse, kiminle görüşse, kime hitap etse nabza göre şerbet veriyor, Kafdağı’nın arkasındakileri de vadediyor. 

Bakınız, CHP Genel Başkanının sadece kurultayda dile getirdiği bazı vaatleri en mütevazı hesapla -az önce Grup Başkan Vekili arkadaşım zaten rakamları açıkladı, tekrar ben bunların üzerinde duracak değilim ama- 10 katrilyonlarca lirayı buluyor.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – 100 katrilyon…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakın, ben, daha bunların üzerinde durmayacağım. Bu, şunu benim aklıma getirdi: Değerli arkadaşlarım, umut simsarlığı kârlıdır.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – En iyi siz yapıyorsunuz!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ama hayal kırıklığının faturası da o derece ağırdır. Umut tefeciliği yapanlar, sadece kendileri kaybetmezler, millete de kaybettirirler. Milletimiz bugüne kadar ne çektiyse hesabını kitabını bilmeyen, ne konuştuğunu bilmeyen, umut simsarlığı yapanlardan çekti.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Korkma, korkma…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN - (Devamla) Böyle bol keseden dağıtanlar, kaşıkla verenler, çok kısa süre zarfında kepçeyle bütün kazanımları geri alırlar. Tıpkı 1990’lı yıllarda olduğu gibi, tıpkı 2001 krizinde olduğu gibi, enflasyon anında fırlar, yeniden yüzde 60’lar, 70’ler seviyesine çıkar; faizler anında yükselir, yüzde 7.500’lere çıkar; Türkiye yeniden borç-faiz sarmalına girer; yatırım, üretim, ihracat geriler; vergiler faiz giderlerini dahi karşılayamaz hâle gelir. Türkiye bunu geçmişte maalesef çok yaşadı. Türkiye bunu CHP’nin koalisyon ortağı olduğu dönemlerde defalarca ve en ağır şekilde ödedi.

Şimdi, CHP çok uzun süredir iktidara gelemediği, iktidar ortağı dahi olamadığı için, CHP’li hükûmetlerin ne anlama geldiğini benim vatandaşlarım, tabii, unutmuş vaziyette. Hele hele, özellikle kırk yaş altı vatandaşlarım CHP’li hükûmetler dönemini bilmiyor. Bilmiyor olmaları da gayet tabiidir. Türkiye'nin hazinesi ne zaman belini doğrulttuysa, hemen ardından CHP’nin koalisyon ortağı olduğu iktidarlarca boşaltılmıştır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yahu insaf! Tersi, tersi, tam tersi.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Merhum Adnan Menderes’in büyüttüğü ekonomi, ardından gelen CHP tarafından küçültülmüş, kasalar boşaltılmıştır.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Menderes’i çok iyi okuyorsun…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Merhum Özal tarafından ekonomide denge tesis edilmiş…

MUHARREM İNCE (Yalova) – …ama oğluna vasiyetini söylemiyorsun.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Senin seviyene inmem ben, dur.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Çıkamazsın ki!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …ardından CHP’nin koalisyon olduğu dönemlerde o dengelerin tamamı bozulmuştur. CHP’nin hükûmet ortağı olduğu her dönem, yüksek enflasyonla, yüksek faizle, ekonomik krizle vatandaşın en büyük bedelleri ödediği dönemdir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hangi seneler?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – CHP’nin hükûmet ortağı olduğu her dönem, kuyrukların, karnelerin, kısıtlamaların, zamların rekora koştuğu dönemdir.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Sekiz yıldan beri siz ne yapıyorsunuz?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Geleceğim, sabırlı ol.

Hesapsız kitapsız, popülizmle, bol keseden vadederek iktidar ortağı olan CHP, her seferinde ülkeyi uçurumun kenarına getirmiş, telafisi zor faturaları bu millete ödetmiştir.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Yoksulluktan bahset, yoksulluktan.

MUHARREM İNCE (Yalova) – CHP olmasaydı onları bile konuşamayacaktın.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, şimdi size ben Anadolu Ajansının başlıklarıyla CHP dönemlerinden burada sadece birkaç haberi tekrar yayınlıyorum, Anadolu Ajansının. 24 Şubat 1974: “İstanbul’un da bulunduğu bazı illerde elektrik kısıtlaması başladı.”

26 Şubat 1974: “Şekere yüzde 25…”

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ortağı kimdi CHP’nin, ortağı?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “…akaryakıta yüzde 65-79, çimentoya yüzde 52, Sümerbank ürünlerine yüzde 20-70…”

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ortak kimdi?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “…gazete kâğıdına yüzde 36,5 zam yapıldı.”

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ortak kimdi?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Türkiye’de yerli motorlu taşıt almak izne bağlandı.”

MUHARREM İNCE (Yalova) – Hocan ortağıydı, Hocan.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hocan ortaktı, sen de ortaktın o Hükûmete.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “İstekliler bir dilekçe ve istenen belgelerle birlikte kaymakamlıklara başvuracak.”

MUHARREM İNCE (Yalova) – O zaman Gençlik Kolu Başkanıydın, Erbakan Hoca da bakandı.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sen de ortaktın o Hükûmete.

BAŞBAKAN  RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – CHP’nin koalisyon ortağı olduğu bir başka hükûmet, 42’nci Hükûmet, işte size o günlerden birkaç haber veriyorum.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Beraber Kıbrıs’ı almadık mı o zaman? Öyle demiyor muydun?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 5 Ocak 1978: “Hükûmet kuruldu.”

MUHARREM İNCE (Yalova) – Gençlik Kolu Başkanı değil miydin Beyoğlu’nda?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değildim.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Hoca’nın talebesi değil miydin? Hoca Hükûmet ortağı değil miydi?

BAŞBAKAN  RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - 6 Ocak 1978: “Akaryakıt sıkıntısı tüm Türkiye’de doruk noktasına ulaştı.”

MUHARREM İNCE (Yalova) – Hoca’yı niye inkâr ediyorsunuz?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Rafinerilerde iki günlük stok kaldı. Yakıt olmadığı için hastane, otel ve iş yerleri kaloriferlerini kapatmak zorunda kaldı.”

MUHARREM İNCE (Yalova) – Hoca üzülecek buna!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 1 Mart 1978: “Türk parasının değeri yüzde 31’le yüzde 38 oranında düşürüldü.”

3 Mart 78: “PETKİM ürünlerine yüzde 60 zam yapıldı.”

11 Haziran 78: “ATAŞ Rafinerisinde üretim tamamen durdu. Nedeni, işleyecek ham petrol kalmadığı için.”

20 Eylül 1978: “Türk parası tekrar devalüe edildi.”

7 Aralık 1978: “Türkiye’nin çeşitli yerlerinde mazot sıkıntısı başladı. Fuel oil darlığı da kaloriferlerin yakılmasını önlüyor.”

MUHARREM İNCE (Yalova) – Otuz beş sene öncesinden medet umuyorsun!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Bu yüzden birçok iş yerlerinde paltoyla çalışılıyor.” (CHP sıralarından gürültüler)

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Bugüne gel, bugüne! Ayıp!

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bugüne gel, bugüne!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - 26 Aralık 1978: “Bakanlar Kurulu sabaha kadar çalıştı, saat üç buçuk ve bu toplantı sonunda 13 ilde olağanüstü hâl kararı alındı.”

MUHARREM İNCE (Yalova) – Otuz beş sene olmuş.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Yoksulluktan bahset, yoksulluktan!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - CHP ülkeyi olağan şekilde yönetemediği için olağanüstü yollara başvuruyor ve sıkıyönetim ilan ediyor.

16 Şubat 1979: “Stokta mazot kalmadı.” (CHP sıralarından gürültüler)

MUHARREM İNCE (Yalova) – O zamanlar “Faiz haram.” diyordun.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Rusya’yla yapılan görüşmelerde petrol ithali konusunda anlaşmaya varılamadı.”

MUHARREM İNCE (Yalova) – “Milli görüş” diyordun, “adil düzen” diyordun, “faiz haram” diyordun. Unuttun mu o günleri?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Irak, borcumuzu ödemediğimiz gerekçesiyle mazot vermiyor. Döviz yokluğundan spot alım da yapamıyoruz. PETKİM dünden itibaren ürünlerine yüzde 65 oranında zam yaptı.”

MUHARREM İNCE (Yalova) – “100 bin tank” diyordunuz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - 12 Nisan 1979: “İstanbul’da tüp gaz sıkıntısı giderek büyüyor, kuyruklar uzuyor. Bağlantısı yapılan tüp gazın döviz yokluğu nedeniyle yurda getirilemediği, sıkıntının bundan kaynaklandığı bildirildi. Petrol yokluğu nedeniyle İzmir Rafinerisinin ham petrol üretim ünitesinin faaliyeti durduruldu.”

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) -  AKBİL’in hesabını ver, AKBİL’in.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şimdi, bir başkasına geliyorum, 29 Nisan 1979: “İstanbul’da 1 Mayıs nedeniyle sokağa çıkma yasağı ilan edildi.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Sayın Başbakan, bugüne gel, bugüne.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sizin geçmişiniz sokağa çıkma yasağı ilan ediyor, biz de 1 Mayısı bayram ilan ediyoruz, farkımız bu. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; CHP sıralarından gürültüler)

MUHARREM İNCE (Yalova) – İleri demokrasi anıtı! İstanbul’da öğrenciler gidemedi, yolda önünü kestiniz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) –  6 Kasım...

MUHARREM İNCE (Yalova) – İleri demokrasi anıtı!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O karikatürler bende de çok.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bak, ileri demokrasi anıtı Sayın Başbakan!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 6 Kasım 1979: “İstanbul’da elektrik kesintisi üç saatten dört buçuk saate çıkarıldı.”

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Millî görüşten bahset, millî görüşten.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Türkiye, işte, CHP dönemlerinde 70 sente muhtaç hâle getirildi. Bütün CHP hükûmetlerinin klasiği budur ha, klasiği budur.

MUHARREM İNCE (Yalova) – O zaman çocuk değil miydiniz siz, nereden biliyorsunuz Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – CHP’nin iktidar olduğu bir başka dönem 94: “Dolar 19 bin liradan 38 bin liraya çıktı. Uluslararası rezervlerimiz, 3 milyar dolara düştü.” Şimdi ne kadar biliyor musun? 80 milyar dolar, altın hariç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Olacak, yani otuz beş sene geçti, olacak.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Az önce bir ifade kullanıldı burada, çok sevindim, çok sevindim.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Fransa ne kadar büyüdü otuz senede?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Dendi ki: “21’inci yüzyıl Türkiye'nin yüzyılı olacak.” Evet, biz onun temellerini atıyoruz işte, biz onun temellerini atıyoruz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Otuz sene öncenin Türkiye’siyle şimdiki Türkiye kıyaslanmaz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Çok enteresan. Aynı dönemde yüzde 400 faizli borçlanma kâğıtları piyasaya sürüldü. Vade ne kadar biliyor musunuz? Doksan gün. Kredibilitesi kalmadı, bu hâldeler. Doksan gün. Nereden nereye? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Enflasyon üç haneli oranlarla tanıştı.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Bugün on yıl vadeli borçlandırıyoruz, on yıl vadeli.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bunların hepsi CHP klasiği. Bugün bol keseden savrulan vaatlerin Türkiye’yi nereye taşıyacağını görmek için falcı olmaya gerek yok. Ben bunları anlatıyorum. Tabii, hep soruyorlar “Kaynak nedir?” diye. (AK PARTİ sıralarından “Kaynak Kemal” sesleri) Şimdi ortaya yeni bir şey çıktı “Kaynak Kemal” diye. (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)

Değerli arkadaşlarım, acaba Sayın Genel Başkanın adı o zaman farklı mıydı veyahut da Sayın Genel Başkanın adı o zaman Hıdır mıydı? Benim adım Hıdır, elimden gelen budur. Böyle mi diyeceğiz?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Siz öyle deyin.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunları artık ciddi olarak ele alalım.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Seviyeyi koruyalım yalnız, seviyeyi koruyalım.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yani bir siyasi lidere, siyasi parti genel başkanına her şeyden önce ciddiyet yakışır, laubalilik değil. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Başbakanın seviyesinde kalsın! Önce, Başbakan seviyesinin altına inmeyelim!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Genel af” diyeceksin, çark edeceksin; “baş örtüsü” diyeceksin, U dönüşü yapacaksın; “havuzlu villa” diyeceksin, kendi havuzlu villası ortaya çıkacak…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yok canım.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Çarşaf liste” diyeceksin, blok liste... “Ben genel başkan adayı değilim.” diyeceksin, ertesi gün genel başkan adayı olacaksın.

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Sana ne kardeşim!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yani bunlar çok enteresan şeyler, doğru. Sizin adınız Kemal mi, Hıdır mı bilemem.

Değerli arkadaşlarım, biz bu yola çıkarken “Kaynak Türkiye’dir.” dedik, “Kaynak Tayyip Erdoğan’dır.” demedik. Biz kerameti kendinden menkul olanlardan değiliz. Türkiye’ye inananlardan, Türkiye'nin gücüne, potansiyeline güvenenlerden olduk.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Kaynağın toplandığı yer.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bizim farkımız bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye güvenle, öz güvenle, istikrarla sağlam bir zeminde yoluna devam ediyor. Türkiye için çok daha büyük hayallerimiz var: 2023 yılında, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100’üncü yıl dönümünde bugünkünden çok farklı, çok daha kalkınmış, çok daha farklı bir Türkiye. İnşallah ona hep birlikte ulaşacağız.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sen yokken.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2023 yılında uluslararası alanda daha etkili, daha güçlü bir Türkiye’yi, Avrupa Birliği üyesi olmuş, komşu ve çevre ülkelerle maksimum düzeyde ilişkilerini geliştirmiş, G-20 başta olmak üzere üyesi olduğu uluslararası oluşumlarda ve dünyada etkinliğini artırmış, 2023 yılında dünyanın en büyük on ekonomisi arasına girmiş bir Türkiye. Makro ekonomi alanında daha istikrarlı ve daha müreffeh bir Türkiye'yi, yeniden büyük Türkiye'yi inşa ediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin dışa açık bir ekonomi olma özelliğini koruyacak, daha fazla uluslararası yatırım çekecek, gelen sermayenin daha uzun süre kalmasını sağlayacağız.

Mali disiplinle, ihtiyatlı para politikalarıyla, yapısal reformlarla, serbest kur rejimi ve makro ihtiyati tedbirlerle küresel krizin bütün etkilerini geride bırakacak, Türkiye'yi istikrarlı bir büyüme sürecine kavuşturacağız.

Ve 2023. 82 milyonu aşan bir nüfusla, kişi başına gelir 2023 yılında inşallah 25 bin dolara yaklaşacak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İhracat 500 milyar dolara, dış ticaret hacmi ise 1 trilyon dolara ulaşmış olacak.

Bakın, ben size dört yıllık program açıklamıyorum, cumhuriyetimizin yüzüncü yılının programını, hedeflerini açıklıyorum, 2023’ü. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İstihdam oranını 10 puan artırarak çalışan nüfusumuzun 30 milyona çıkmasını sağlayacağız.

Türkiye genelinde işsizlik oranını inşallah yüzde 5’lere kadar çekeceğiz.

Tarım dışı kayıt dışılığı yüzde 15’e kadar düşüreceğiz ve her yıl 400 bin kişiyi iş gücü yetiştirme kurslarında eğitecek, bunların işe yerleştirme oranını uluslararası oranlara, yüzde 40’a çıkaracağız.

Hayat boyu öğrenme oranlarını yüzde 2’den yüzde 8’e çıkaracağız.

Sağlık sigortası sistemi dışında hiçbir vatandaşımız kalmayacak.

Engellilerin, kadınların ve gençlerin daha çok çalışma hayatına katıldığı bir Türkiye inşa edeceğiz.

İlköğretimde yakalamış olduğumuz yüzde 100’e yakın okullaşma oranına, 2023 yılında okul öncesi eğitim ve ortaöğretim kademesinde de ulaşılmış olacak. Derslik başına öğrenci sayısı ilköğretim ve ortaöğretimde 30 öğrenciye…

Kaliteli sağlık hizmetine herkesin eriştiği bir Türkiye olacak. Son yıllarda hızla düşen bebek ölüm oranlarını ve anne ölüm oranlarını 2023 yılında düşük, tek haneli rakamlara indiriyoruz. 10 bin vatandaşa düşen hekim sayısı en az 21 seviyesine ulaşacak.

11 bin kilometrelik demir yolu ağı 2 katına çıkacak. Edirne’den Kars’a, İzmir’den Diyarbakır’a, Trabzon’dan Adana’ya, Bursa’dan Antalya’ya yüksek hızlı tren hatları inşa edeceğiz. Bu hatlarda yerli iş gücünün, yerli mühendislerin yaptığı trenlerin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Başbakan, süreniz doldu, size ek süre vereceğim.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Herhâlde bir dakika vereceksiniz, herkese verdiğiniz gibi.

BAŞKAN - Gruplarımız ortalama 2 kişiyle hitap ettiler, birer dakika verdim. Dolayısıyla, size de iki dakika ek süre veriyorum.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bize biraz fazla olması gerekmez mi? Cevap veriyorum, hepsine cevap veriyorum.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Yok öyle bir şey!

BAŞKAN – Adil olmak durumundayız Sayın Başbakan.

İki dakikada tamamlayın lütfen. 

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Asrın projesi Marmaray’ı, İstanbul-İzmir otoyolunu, Körfez geçişini tamamlamış olacağız.

Sekiz yılda 13.555 kilometre bölünmüş yol inşa ettik. 2023’e kadar 15 bin kilometre daha bölünmüş yolu buna ilave edeceğiz.

Dünyanın en büyük 10 limanından 1’i Türkiye’de olacak. Bunun da çalışmalarını yapıyoruz.

Kendi uçağımızı, kendi uydumuzu yerli tasarımla, yerli teknolojiyle kendimiz üretiyoruz ve üretmeye devam edeceğiz.

Kendi savaş gemimizi, kendi tanklarımızı, kendi insansız hava uçaklarımızı üretmeye başladık, çok daha büyük projelerin altına imza atacağız.

Kendi savunma uydumuzu Türk mühendislerince tasarlıyor, imal ediyor, Göktürk uydumuzu uzaya gönderiyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, en az üç nükleer enerji santralini bu arada tamamlamış olacağız. 2009 yılındaki 2.565 kilovatsaat olan kişi başına elektrik tüketimi 2023 yılında 4 bin kilovatsaat seviyesini aşacak.

GAP, DAP ve KOP gibi bölgesel projeleri tamamlamış, dünyanın tahıl ambarına, tarım merkezine dönüşmüş bir Türkiye inşa edeceğiz.

Demokratikleşme adımlarını kararlılıkla sürdürecek, Türkiye’yi bölgenin en ileri demokratik standartlarına sahip ülke hâline getireceğiz.

Özgürlükleri daha da ileri standartlara kavuşturacağız. Yeni bir anayasayla, katılımcı, özgürlükçü bir anayasayla, büyük Türkiye vizyonuna denk düşen güçlü bir anayasayla geleceği kucaklıyoruz, kucaklayacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Kardeşlikle, birlik ve beraberlikle, istikrar ve güvenle, barış ve huzurla bütün hayallerimizi, tüm hedeflerimizi gerçeğe dönüştüreceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Başbakan, selamlayabilmeniz için Genel Kurulu mikrofonu bir kez daha açıyorum. Lütfen, Genel Kurulu selamlayın efendim.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Dikkatinizi çekiyorum, dört yıl sonrasını değil, kısa vadeli değil, uzun vadeli bir Türkiye vizyonu çizdim.

Evet, kaynak Türkiye’dir. Türkiye, bütün hayallerini gerçeğe dönüştürecek güce, potansiyele, dinamizme sahiptir.

2011 bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum. Emeği geçenlere, siyasi parti gruplarına, komisyonlara özellikle teşekkür ediyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Başbakan, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, bütçenin tümü üzerinde son konuşma, aleyhte olmak üzere Denizli Milletvekili Sayın Hasan Erçelebi’ye aittir.

Sayın Erçelebi, buyurun efendim.

Sizin de süreniz on dakikadır.

HASAN ERÇELEBİ (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi Demokratik Sol Parti ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı görüşmelerinin sonuna geldik. Sayın Başbakan ve Hükûmet sözcüleri, her bütçe konuşmalarında, sekiz yıldır hep aynı ezberi okuyorlar. Ezberlerinin hepsinde 2002 yılına ait konuşmalar yer alıyor. “Hay sizin başınıza 2002 kadar kuş konsun.” diyecekken Sayın Başbakan imdadımıza yetişti, Konya’da dedi ki: “Müflis tüccar eski defterleri açar.” Teşekkür ediyoruz. Sayın Başbakan Sayın Başbakanı yanıtlamış oldu. Bugün defterler biraz daha geriye gitti, geriye açıldı. Herhâlde bundan sonra Sayın Başbakan, kendisinden sonra geleceklere o meşhur üç mektubu yazacak.

Bugün yine güzel bir şey söyledi Sayın Başbakan, dedi ki: “Bir konuyu değerlendirirken mizan, izan ve insaf olacak.” Aynen katılıyoruz. İşte, 2002’yi de değerlendirirken mizan, izan ve insaf gerekir diye düşünüyorum. 2002 yılında Hükûmet AKP’ye devredildiğinde Türkiye’deki ekonomik durum neydi? Değerli milletvekilleri, 1999 yılında, hepinizin bildiği gibi, ülkemizde arka arkaya iki deprem yaşadık, 20 bin yurttaşımızı kaybettik. Allah, ülkemize ve milletimize bir daha böyle bir felaket göstermesin. Bu depremler büyük sanayi kuruluşlarımızın bulunduğu Marmara Bölgesi’nde oldu. DSP’nin başında bulunduğu o günkü hükûmet, bir taraftan yıkılan evleri, fabrikaları yeniden yaparken öte yandan üç yıl gelir vergisi ve kurumlar vergisi alamadı. O gün konan iletişim vergisini hâlâ alıyorsunuz. O dönemde, “bankalar batmasın” diye gerekli yapısal ve yasal değişiklikler yapıldı, Merkez Bankası özerkleşti, BDDK, SPK gibi özerk kurumlar oluşturuldu ama çalışanların maaşları her ay artırıldı, alım gücü sürekli desteklendi. O gün güçlendirilen bankaları siz devri iktidarınızda yabancılara sata sata bitiremediniz.

Ekonomist Yazar Sayın Güngör Uras, 17 Kasım 2002 tarihinde yazdığı makalesinde başlık “AKP Enkaz Devralmayacak” şeklindeydi ve şöyle diyordu: “Yeni kurulacak AKP Hükûmeti şanslı. Çünkü ekonominin temel göstergelerinin hemen hemen tamamı iyiye gidiyor. Enflasyon aşağıya iniyor. Faizler düşüyor. Borç ödemelerinde bir sorun yok. İhracata bağlı olarak sanayi üretim artışı artıyor. Bütün bu gerçekleşmeler yeni kurulan bir Hükûmet için çok önemli ve olumlu göstergeler.” Siz, bu aldığınız olumlu ekonomik yapıyı “mirasyedi” gibi Hükûmetinizin ilk dört yılında yediniz, bitirdiniz.

2002 yılında çiftçilerimiz 4,5 kilogram buğdaya 1 litre mazot alıyordu, şimdi 6,5 kilogram buğdaya 1 litre mazot alabiliyor. Her zaman övündüğünüz, “dünyanın 16’ncı büyük ekonomisi” dediğiniz G-20’lere Türkiye 1999 yılında davet edildi. O zaman da Türkiye G-20’lerde 16’ncı sıradaydı ilk girdiğimizde, şimdi siz ancak 16’ncı sıraya gelebildiniz.

Peki, G-20 dışında durumumuza baktığımızda acaba devri iktidarınızın durumu nedir? Basın özgürlüğünde 178 ülke içinde 138’inci sıradasınız. Size uygundur. İnsani gelişimde 169 ülke içinde 83’üncü sıra, demokratik gelişimde ise 167 ülke içinde 89’uncu sıradayız ve hibrit rejim olarak değerlendiriliyoruz. Yani yarı otoriter, yarı demokratik.

Değerli milletvekilleri, AKP hükûmetleri döneminde, asgari ücretli kiraya, ete, beyaz peynire ve domatese yenilmiştir. 2003 yılının Ocak ayında ortalama kira bedeli asgari ücretin yüzde 74’ünü kapsarken bugün bu oran yüzde 81’dir. Yine 2003 yılında asgari ücretli gıda bütçesinin tümüyle 20 kilo beyaz peynir alırken bugün ancak 15 kilo alabilmektedir. 2003 yılında bütün gıda bütçesiyle 198 kilo patates alabilen asgari ücretli, bugün 20 kilo daha az patates alabilmektedir. Asgari ücretliyle Hükûmetinizin durumu bu.

Peki, sekiz yıllık iktidarınız döneminde Türkiye’yi ne yaptınız? Üretimden düşürdünüz. İthalata dayalı hormonlu büyüme nedeniyle işsizliği artırdınız. Gençleri umutsuzluğa sevk ettiniz.

Başta enerji girdileri olmak üzere tüm üretenleri, sanayicileri, çiftçileri üretimden bezdirdiniz. Nükleer enerji için 13,5 sentten on beş yıl alım garantisi verdiniz. Bu, açıkça, yurttaşların zararına olarak yabancılara verilen bir kapitülasyondur.

Devri iktidarınızda, dünyanın en zalim vergisi olan ve vatandaşın arkasına dolanarak aldığınız dolaylı vergilerin oranı yüzde 70’tir.

Dünyanın en pahalı akaryakıtını şu anda Türk halkı kullanmaktadır. AKP Hükûmeti, çiftçinin traktörüne, tarlasına, nakliyecinin kamyonuna, yolcu taşıyıcısının otobüsüne ve minibüsüne, vatandaşın arabasına ceberut ortak olmuştur.

Devri iktidarınızda, ilk defa iş adamları intihar etti, dershane taksitlerini ödeyemeyen veliler hapse düştü, çocukları intihar etti.

“Tarım ve hayvancılığa büyük destek verdik.” diyorsunuz. O hâlde, neden Türkiye geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda kurbansız kaldı? Siz yurt dışından anguslar getirdiniz. Sayın Başbakan zaman zaman, bazen “Bunlar 4 koyunu güdemezler.” diyor. Sayın Başbakan, ülkede koyun mu bıraktınız ki güdelim. Ha, angusları da size bırakıyoruz, onları da siz güdün!

2002 yılında protesto olan çek sayısı 742 bin, 2009 yılında bunun sayısı 1 milyon 910 bin; 2002 yılında protestolu senet sayısı 498 bin, 2009 yılında 1 milyon 599 bin. Bütün bunlar ekonomiyi, esnafı nereye getirdiğinizi gösteriyor.

Kredi kartlarındaki durumu ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Şu anda 1 milyon 276 bin kişi kredi kartlarındaki borcunu ödeyemiyor. Kredi kartlarının faizlerine baktınız mı? Tefeci faizlerinden çok daha fazla.

Maden ocaklarını işçilerimiz için mezar ettiniz. Öğrencilere orantısız güç kullanmayı marifet saydınız. İnsanlarımızı “Ekmek mi, özgürlük mü?” diye çağ dışı bir seçime zorladınız. Siz çiftçinin, köylünün, işçinin, esnafın, emeklinin, gençlerin, öğrencilerin, gazilerin, şehitlerin anasını ağlattınız. Referandumda halkımızı aldattınız. Şimdi size soruyorum: 12 Eylül yönetiminden ne zaman hesap soracaksınız?

AHMET YENİ (Samsun) – Oy verdin mi, oy?

HASAN ERÇELEBİ (Devamla) – Türkiye’de çok partili rejime yirmi üç yılda geçtik ancak Türkiye’de demokratik olmayan seçim barajlarını ve lider sultasını otuz yılda aşamadık.

Türkiye’yi soyup soğana çeviren sıcak paradan ne zaman vergi alacaksınız? Pırlantadan ne zaman vergi alacaksınız? 2004 yılından bu yana aldığınız ve alıştığınız hukuk dışı ve kayıt dışı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erçelebi, size de ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen konuşmanızı.

HASAN ERÇELEBİ (Devamla) - …salma vergileri 2011 yılında da esnaftan alacak mısınız?

İşçi emeklilerinin beklediği intibak yasasını ne zaman çıkaracaksınız?

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; son günlerde yaşadığımız olaylarla ilgili olarak DSP Parti Meclisi bildirisinin bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum, bunu cuma günü yayınladık: “Ülkemiz, etnik kimlik ve cemaatlere dayalı bir ayrışmaya doğru hızla sürüklenmek istenmektedir. Bunun ‘tek devlet’ yapımız ve demokratik laik Cumhuriyetimiz için taşıdığı tehlikelerden derin kaygı duymaktayız.

Son günlerde gündeme getirilen ‘demokratik özerklik’, ‘öz savunma gücü’ ve ‘iki dil’ istekleri ile ayrı bir devletin tanımı yapılmaktadır. Bu tehlikeli girişimi de derin bir üzüntüyle karşılıyor, iktidarın bu konudaki suskunluğunu ibretle izliyoruz.” (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Geç kaldınız, geç…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erçelebi, ek süreniz de doldu.

HASAN ERÇELEBİ (Devamla) – “Bu suskunluk, ulusa ait olan egemenliğin terörle paylaşılması anlamına gelmektedir.”

BAŞKAN – Sayın Erçelebi, Genel Kurulu selamlayabilmeniz için mikrofonu tekrar açıyorum, lütfen…

HASAN ERÇELEBİ (Devamla) – Selam vereceğim.

“Demokratik Sol Parti, ulusal birliğimize, ülke bütünlüğüne ve Cumhuriyetimizin temel değerlerine aykırı düşen bütün girişimleri halkımızla birlikte önlemeye kararlıdır.

Demokratik Sol Parti, Atatürk’ün ulusumuza bıraktığı değerleri cemaatçi ve ırkçı yaklaşımlara çiğnetmeyecek, ulus devlet anlayışından asla ödün vermeyecektir.”

Bu düşüncelerle 2011 yılı bütçesinin AKP’nin hazırladığı son bütçe olmasını diliyorum.

AHMET YENİ (Samsun) – Rüya görüyorsun, rüya!

HASAN ERÇELEBİ (Devamla) - Halkımıza refah ve mutluluk vermeyen bu bütçeye “ret” oyu vereceğim.

Saygılarımla. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Erçelebi, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesinhesap Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesinhesap Kanunu Tasarısı’nın oylamalarını yapacağız.

Tasarılar açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Her iki kanun tasarısının açık oylamasının elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şimdi 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın açık oylamasına başlıyoruz.

Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin oy pusulalarını oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar varsa hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın açık oylama sonucu:

“Kullanılan oy sayısı       : 450

Kabul                               : 332

Ret                                   : 118 (x)

                                      Kâtip Üye                                           Kâtip Üye

                                  Bayram Özçelik                                   Yusuf Coşkun

                                         Burdur                                                Bingöl”

Sayın milletvekilleri, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir.

Şimdi 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın açık oylamasını başlatıyorum.

Yine, oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin adı ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın açık oylama sonucunu açıklıyorum. 

“Kullanılan oy sayısı       : 441

Kabul                               : 333       

Ret                                   : 108 (xx)

                                      Kâtip Üye                                           Kâtip Üye

                                  Bayram Özçelik                                   Yusuf Coşkun

                                         Burdur                                                Bingöl”

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, böylece 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir.

Bütçe ve Kesin Hesap Kanunu tasarıları böylece kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Milletimiz ve memleketimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Sayın Başbakanın bir teşekkür konuşması talebi olmuştur. Kendilerini mikrofona davet ediyorum.

Buyurun efendim. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

IV.- TEBRİK, TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER

1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, bütçenin kabulü nedeniyle teşekkür konuşması

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, şu anda ekranları başında bizleri izleyen sevgili milletim; öncelikle bütçemizin şu ana kadar getirilmesinde emeği geçen tüm bakan arkadaşlarımı, milletvekillerimizi, teknokrat, bürokrat bütün arkadaşlarımı kutluyorum, tebrik ediyorum.

Yoğun bir çalışma yapıldı, komisyonlarda yoğun çalışmalar oldu ve şu ana kadar geldik ve bugün de bütçe, oylarınızla kabul edildi. Ben de hayırlı olsun diyorum ve sizleri en kalbî duygularla selamlıyorum.

2011 yılının ülkemiz için yeni bir sıçramaya vesile olacağına inanıyor, hepinize saygılar sunuyorum.

Yeni yılınız şimdiden kutlu olsun, hayırlı olsun diyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Başbakan, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, sözlü soru önergeleri ile alınan karar gereğince kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 28 Aralık 2010 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

                               

Kapanma Saati: 19.39