Normal 26011 2 4 2011-02-09T12:26:00Z 2011-02-09T12:26:00Z 143 87046 496166 TBMM 4134 1164 582048 12.00 Clean Clean false 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false TR X-NONE X-NONE 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23                            CİLT: 87                    YASAMA YILI: 5

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

40’ıncı Birleşim

23 Aralık 2010 Perşembe

 

(Bu Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile

konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak

yazılmıştır.)

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

   I. -  GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

III. -  BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER

1.- TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir parlamenter heyetin, Türk-Arap Parlamenter Diyaloğu 2. Toplantısı’na katılmak üzere Arap Parlamentosunun vaki davetine icabetle Kuveyt’e resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1363)

 

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

 

 

1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575)

 

2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576)

 

 

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın, Aydın Milletvekili M. Fatih Atay’ın, Grubuna ve Genel Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

2.- Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın, Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, grubuna sataşması nedeniyle konuşması

3.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

4.- Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Genel Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

 

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Adana Milletvekili Kürşat Atılgan’ın, son günlerde Türk Silahlı Kuvvetlerine ve güvenlik güçlerine küfredilip, iftiralarla saldırıldığına, bunlara, bakanların cevap vermelerinin zorunluluğuna ilişkin açıklaması

2.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, Mersin Milletvekili Kadir Ural’ın, Mersin’de bir barda işlenen cinayetle ilgili konuşmasına ilişkin açıklaması

3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, AK PARTİ ve BDP Gruplarının etnik kimlikler üzerindeki tartışmasının Anayasa’ya aykırılık teşkil edeceğine ilişkin açıklaması

4.- Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın, Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, AK PARTİ Grubunu hedef alan ve düzeltilmesi gereken cümlelerine ilişkin açıklaması

5.- İstanbul Milletvekili Ünal Kacır’ın, Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, KİT’lerde yolsuzluk yapıldığı sözlerine ilişkin açıklaması

 

VII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, ataması yapılan ve kurumdan ayrılan personele ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/16718)

2.- İzmir Milletvekili Kemal Anadol’un, TMSF yönetimindeki medya kuruluşlarına ve bir sorunun ticari sır sebebiyle cevaplandırılmamasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı (7/16875)

3.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, Niğde’ye yapılan kamu yatırımlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/16885)

4.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, bir sulama kanalının tamiri ve bir gölün temizlenmesine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/16908)

5.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, büyük şehirlerdeki hava kirliliğine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/16911)

6.- Çanakkale Milletvekili Mustafa Kemal Cengiz’in, Bingöl’deki bina ve yol yapım ihaleleri hakkındaki iddialara,

Bingöl’deki TOKİ konutları ihalesine,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/16930) (7/16931)

7.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Türk Patent Enstitüsünün personel servisi ihalesine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/17011)

8.- İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, TÜİK’in açıkladığı işsizlik rakamlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/17052)

9.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, ilkokul öğrencilerinin kendi istekleriyle başörtüsü takıp takamayacakları konusunda yaşanan tartışmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun cevabı (7/17053)

10.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, bir taş ocağı işletmesinin çevreye verdiği zararlara ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/17065)

11.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, DSİ’de görev yapan maden mühendislerinin şube müdürü kadrosuna başvuramamasına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/17066)

12.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, hizmet alımı yoluyla çalıştırılan personele ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/17117)

13.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, hizmet alımı yoluyla çalıştırılan personele ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/17120)

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 11.00’de açılarak beş oturum yaptı.

 

TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, Suudi Arabistan Şûra Meclisi Başkanı Dr. Abdullah Muhammed Al Sheıkh’in vaki davetine icabetle, beraberinde bir Parlamento heyetiyle Suudi Arabistan’a resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.

 

2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/960) (S. Sayısı: 575) ve 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi’nin (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) görüşmelerine devam edilerek;

 

Maliye Bakanlığı,

Gelir İdaresi Başkanlığı,

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı,

Kamu İhale Kurumu,

 

2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçeleri ve 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesapları;

Gelir Bütçesi üzerindeki görüşmeler tamamlanarak 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasırısı 11’inci maddesine kadar;

Kabul edildi.

 

İzmir Milletvekili Oktay Vural, İzmir’in Pınar Karşıyaka Basketbol Takımına Kıbrıs’ta bir sportif faaliyet sırasında yapılan menfur saldırıyı MHP olarak kınadıklarına,

Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, İzmir’in Pınar Karşıyaka Basketbol Takımına Kıbrıs’ta bir sportif faaliyet sırasında yapılan menfur saldırıyı kınadığına ve Fenerbahçe Acıbadem Voleybol Takımının dünya şampiyonu olmasını kutladığına,

Ordu Milletvekili Mehmet Hilmi Güler, Bitlis Milletvekili Mehmet Nezir Karabaş’ın, yanıltıcı bilgi vermesine,

Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin konuşmasına,

İlişkin birer açıklamada bulundular.

Genel Kurulun 22 Aralık 2010 Çarşamba günkü birleşiminde (bugün) 2011 Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 11’inci maddesine kadar oylanmasına; 23 Aralık 2010 Perşembe günkü birleşiminde 24’üncü maddesine kadar oylanmasına; 24 Aralık 2010 Cuma günkü birleşiminde 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın oylanmamış maddelerinin oylanması ve bu birleşimde saat 10.00’dan 12.00’ye ve 13.00’ten günlük programın tamamlanmasına kadar çalışmasına, 25 Aralık 2010 Cumartesi günü toplanmamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

 

23 Aralık 2010 Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat 11.00’de toplanmak üzere birleşime 24.00’te son verildi.

 

 

 

Nevzat PAKDİL

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

 

 

 

 

Gülşen ORHAN

 

Bayram ÖZÇELİK

 

Van

 

Burdur

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

                                                                                                                                                 No.:  48

 

II.- GELEN KÂĞITLAR

23 Aralık 2010 Perşembe

Tasarı

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kosova Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Çevre Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/977) (Çevre ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.12.2010)

Teklif

1.- Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak ve 2 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/821) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler; Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor; İçişleri; Adalet ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.12.2010)

Tezkereler

1.-  Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1361) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.12.2010)

2.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1362) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.12.2010)

Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri

1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Deniz Feneri davasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/16420)

2.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, cezaevlerindeki işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/16421)

3.- Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın’ın, referandumda oy kullanılmayan veya sadece sandık görevlilerinin oy kullandığı sandık adedine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16449)

4.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, Muğla’da bazı belde belediyelerinin birleştirileceği haberlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16667)

5.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, bir ABD firmasının Türkiye’de rüşvet dağıttığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16670) 

6.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, bir ABD firmasının Türkiye’de rüşvet dağıttığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16671) 

7.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Kartlı Geçiş Sistemi kartına asgari elli liralık yükleme yapma zorunluluğuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16672) 

8.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, bir ABD firmasının Türkiye’de rüşvet dağıttığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16674) 

9.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin, bir köyde ateş açılması sonucu ağır yaralanan bir kişiye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16675) 

10.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, yurt dışındaki Türklerin Türk kültürü ve Türkçenin öğretilmesi ve eğitim ataşeliklerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16677) 

11.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, bir ABD firmasının Türkiye’de rüşvet dağıttığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16678) 

12.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, siyasette ve bürokraside kadın oranının artırılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16679) 

13.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Hasanoğlan Köy Enstitüsü sinema salonunun restorasyonuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16682) 

14.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, bir askerin ölümüyle ilgili bazı iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16683) 

15.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, Alparslan Üniversitesi öğrencilerinin barınma sorununa ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16684) 

16.- İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, üniversitelerin bütçelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16685) 

17.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, bir havayolu şirketinin reklamına ve bir olaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16687) 

18.- Trabzon Milletvekili M. Akif Hamzaçebi’nin, Fiskobirlik’in TMO’ya ve üreticilere olan borçlarını ödemesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16690) 

19.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, kamu çalışanlarına eşit işe eşit ücret ilkesinin uygulanmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16692) 

20.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, emeklilerin durumlarının iyileştirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16693) 

21.- İstanbul Milletvekili Atila Kaya’nın, üniversite öğrencilerinin kişisel bilgilerinin korunmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16694) 

22.- Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, üniversite öğrencilerinin kullandıkları burs ve kredilere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16695) 

23.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, PKK’nın şehir yapılanması olarak adlandıran KCK’nın kamu kurumlarındaki varlığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16696) 

24.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, 2008-2010 yılları arası toplam büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısı ve et ithali ile kurban döneminde yardım toplayan vakıf ve derneklere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16699) 

25.- Batman Milletvekili Bengi Yıldız’ın, bir şantiyede çalışan bazı işçilere etnik kimliği sebebiyle baskın yapıldığı ve hakaret edildiği iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16700) 

26.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, atama kararnamelerine, atanan ve emekli olan personele ve soruşturma izni verilmesine dair taleplere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16703) 

27.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, baraj yapımı nedeniyle mağdur olan bazı köylülere kamulaştırma bedellerinin ödenip ödenmediğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16704) 

28.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, bir köyün kanalizasyon ihtiyacına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16705) 

29.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, SGK’nın bir uygulmasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/16713) 

30.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, ataması yapılan ve kurumdan ayrılan personele ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/16714) 

31.- Edirne Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, bazı ekonomik göstergelere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/16722) 

32.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, ataması yapılan ve kurumdan ayrılan personele ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/16723) 

33.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünün işleyişine ilişkin Devlet Bakanından (Hayati Yazıcı) yazılı soru önergesi (7/16726) 

34.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, Lüleburgaz Kapalı Spor Salonunda yaşanan sorunlara ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafız Özak) yazılı soru önergesi (7/16727) 

35.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’a yükseköğretim öğrenci yurdu yapılıp yapılmayacağına ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafız Özak) yazılı soru önergesi (7/16728) 

36.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, Lüleburgaz 8 Kasım Stadının bakımına ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafız Özak) yazılı soru önergesi (7/16729) 

37.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, KÖYDES Projesinin iller bazında dağılımına ve bazı hizmetlerin proje kapsamına alınmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16736) 

38.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, KÖYDES Projesi kapsamında yapılan hizmetlerin bakım ve onarımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16737) 

39.- Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, Antalya’da uyuşturucuyla mücadeleye ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16738) 

40.- Mersin Milletvekili Akif Akkuş’un, bir köy yolunun asfaltlanması ile ilgili iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16739) 

41.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, bir ABD firmasının Türkiye’de rüşvet dağıttığı iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16740) 

42.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, bir parti toplantısına ve sözde eylemsizlik kararına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16741) 

43.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, ataması yapılan ve kurumdan ayrılan personele ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16742) 

44.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, bir köyde yaşanan su sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16743) 

45.- Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, Batman yeşil kart biriminin fiziki koşullarının iyileştirilmesine ve bazı sorunlara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16744) 

46.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin, bazı köylerin yol yapım çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16745) 

47.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, bazı köylerde yaşanan elektrik borcu mağduriyetine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/16746) 

48.- Eskişehir Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, kamp ve sosyal tesislerin satışlarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/16747) 

49.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Gelir İdaresi Başkanlığının İnternet Vergi Dairesince hazırlanan e-beyanname uygulamasına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/16748) 

50.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Halk Eğitim Merkezlerine ve bu merkezlerde çalışan öğretmen ve eğiticilerin sosyal güvenlik prim ödemelerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16749) 

51.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, otistik çocuklara din dersi verilmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16750) 

52.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Kürtçe konuştuğu için darp edildiği iddia edilen bir öğrenciye ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16751) 

53.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Gaziantep’teki okul ihtiyacına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16752) 

54.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, 2005-2010 yılları arasında YÖK tarafından kılık-kıyafeti uygun olmadığı için açılan soruşturmalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16753) 

55.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerinden idari kadrolara atananlara ve adı geçen branştaki öğretmen açığına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16754) 

56.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, ÖSYM’nin sınav güvenlik tedbirlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16755) 

57.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, üniversitelerden öğrenci atılmasının kaldırılacağı haberleri ile üniversiteden atılan ve afla üniversiteye dönen öğrenci sayısına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16756) 

58.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Anadolu Liselerindeki boş kontenjanlara yapılan yerleştirmelere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16757) 

59.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, hibe ve yem bitkisi desteğine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16772) 

60.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Çukurova Tarım İşletmesi Müdürlüğüne yapılan atamalara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16773) 

61.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, Muş’taki çiftçilerin sertifikalı tohum ihtiyacına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16774) 

62.- Bursa Milletvekili Hamza Hamit Homriş’in, çiftçilerin elektrik borçlarının yeniden yapılandırılmasına ve elektrik girdi maliyetine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16775) 

63.- Edirne Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, gıda fiyatlarındaki artışa ve tarımsal üretime ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16776) 

64.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, ithal edilecek etlerin gümrüklerdeki kontrollerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16777) 

65.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, bir yolun güzergahının değiştirilmesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/16778) 

66.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, havacılık sektöründe yaşanan sorunlara ve personel politikasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/16779) 

67.- Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, Antalya-Alanya arasında yapılması planlanan Manyetik Tren Projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/16780) 

68.- İstanbul Milletvekili Durmuşali Torlak’ın, İstanbul siciline kayıtlı tekne ve yatların barınak sorununa ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/16781) 

69.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, Avrupa Parlamentosu Hukuk İşleri Komitesinin KKTC’ye yönelik aldığı bir karara ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16783) 

70.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin, şüpheli olduğu iddia edilen asker ölümlerine ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/16784) 

71.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, bazı televizyon programlarında kadının metalaştırılması ve cinsel suçlara dair haberlerin veriliş şekline ve medyanın cinsiyetçi yaklaşımının önlenmesine ilişkin Devlet Bakanından (Selma Aliye Kavaf) yazılı soru önergesi (7/16785) 

72.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, ithal edilen bazı tarımsal ürünlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16789) 

73.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, faili meçhul cinayetlerin araştırılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16792) 

74.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfının öğrencilere yaptığı yardımlarla ilgili iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16794) 

75.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kredi ve Yurtlar Kurumuna bağlı yurtlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16796) 

76.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kredi ve Yurtlar Kurumuna bağlı yurtlara öğrenci yerleştirmede yaşanan sorunlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16797) 

77.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, spor tesisi yapımı için yapılan alan tahsisinin iptaline ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16798) 

78.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Cumhurbaşkanlığı bütçesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16800) 

79.- Manisa Milletvekili Şahin Mengü’nün, bir iddiaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16803) 

80.- Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, HES projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16804) 

81.- İzmir Milletvekili Şenol Bal’ın, doğum borçlanması uygulamasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/16807) 

82.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, bir açıklamasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/16809) 

83.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, doğalgaz, elektrik ve akaryakıta yapılan zamlara ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/16812) 

84.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Formula 1 yarışlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16813) 

85.- İstanbul Milletvekili Durmuşali Torlak’ın, muhtarların sorunlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16816) 

86.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, bir köyün yol ve içme suyu sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16817) 

87.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, bir köyün yol ve kanalizasyon sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16818) 

88.- İzmir Milletvekili Şenol Bal’ın, seçmen sayısındaki artışa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16819) 

89.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya’da doğalgaz abonelerinden tahsil edildiği iddia edilen sayaç değişim bedeline ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16820) 

90.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, bir köyün köprü ihtiyacına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16821) 

91.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, Antalya’nın Kumluca İlçesi Adrasan Belediyesinin bazı uygulamaları hakkındaki iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16822) 

92.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, bir kişi ile ilgili iddialara ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/16823) 

93.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, 2003-2010 yılları arası yapılan özelleştirmelere ve bedellerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/16828) 

94.- Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, bazı köylerdeki tapu iptal davalarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/16829) 

95.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, hizmet özelleştirilmesiyle ilgili sorunlara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/16830) 

96.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, bazı vatandaşların gelir vergisi mükellefiyet durumlarının değiştirilmesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/16831) 

97.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, okullarda öğretmen olarak din adamlarının görevlendirildiği iddialarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16832) 

98.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, bir ders kitabının Talim ve Terbiye Kurulundaki inceleme sürecine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16833) 

99.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, KPSS’de dağıtılan malzemelere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16834) 

100.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, bilgi teknolojisi sınıflarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16835) 

101.- Mersin Milletvekili Akif Akkuş’un, devlet üniversiteleri ile vakıf üniversitelerinin yıllık harç bedellerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16836) 

102.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, depreme dayanıklı olmayan bir lisenin onarımına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16837) 

103.- Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, Batman İl Milli Eğitim Müdürlüğünün bir yazısına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16838) 

104.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, Avustralya’dan koyun ithal edilmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16841) 

105.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, Teftiş Kurulu Başkanının EBK’da yönetim kurulu üyesi olmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16842) 

106.- Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in, Siirt’te Organize Hayvancılık Bölgesi kurulmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16843) 

107.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, bazı köylerin iletişim sorunlarına ve bazı siyasi partilere ait gönderilerin ulaştırılmadığı iddiasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/16844) 

108.- Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, Altınova sahil şeridindeki erozyon sorununa ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/16845) 

109.- İstanbul Milletvekili Durmuşali Torlak’ın, gemi kaynaklı hava kirliliğine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/16846) 

110.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, Yunanistan’ın talebi üzerine AB’nin yasa dışı suçla mücadele adı altında Türkiye sınırına birlik konuşlandırılacağıyla ilgili basındaki haberlere ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/16848) 

 

23 Aralık 2010 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 11.04

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 40’ıncı Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir parlamenter heyetin, Türk-Arap Parlamenter Diyaloğu 2. Toplantısı’na katılmak üzere Arap Parlamentosunun vaki davetine icabetle Kuveyt’e resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1363)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir parlamenter heyetin, Türk-Arap Parlamenter Diyaloğu 2. Toplantısı’na katılmak üzere, Arap Parlamentosu’nun vaki davetine icabetle Kuveyt’e resmî ziyarette bulanması öngörülmektedir.

Söz konusu parlamenter heyetin Kuveyt’i ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 6. Maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                                                                              Mehmet Ali Şahin

                                                                                                     Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                      Başkanı

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, şimdi programa göre 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575)

2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (x)

BAŞKAN - Komisyon burada.

Hükûmet burada.

                            

(x) 575 ve 576 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri 13/12/2010 tarihli 31’inci Birleşim Tutanağı’na eklidir.

Geçen birleşimde 2011 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 10’uncu maddesi kabul edilmişti.

Şimdi 11’inci maddeyi okutuyorum:

Yükseköğretim kurumları ile ilgili işlemler

MADDE 11 – (1) Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı bütçesinin 38.01.02.00-09.9.9.00-2-05.3 (Öğretim Üyesi Yetiştirme Projesi) tertibinde yer alan ödenek, bu proje kapsamında lisansüstü eğitim veren yükseköğretim kurumlarına, mal ve hizmet alımlarında kullanılmak üzere, görevlendirilen öğrencilerin sayıları ve öğrenim alanları dikkate alınarak tahakkuk ettirilmek suretiyle ödenir. Ödenen bu tutar karşılığını bir yandan ilgili yükseköğretim kurumunun (B) işaretli cetveline öz gelir, diğer yandan (A) işaretli cetveline ödenek kaydetmeye ilgili yükseköğretim kurumu yetkilidir.

(2) 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 43 üncü maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi, 46 ncı, 58 inci, ek 25 inci, ek 26 ncı ve ek 27 nci maddeleri ile 19/11/1992 tarihli ve 3843 sayılı Kanunun 7 nci maddesi uyarınca tahsil edilen tutarlar ve diğer gelirler, yükseköğretim kurumları bütçelerine özel gelir ve özel ödenek olarak kaydedilmez. Tahsil edilen bu tutar ve gelirler, ilgili yükseköğretim kurumu bütçesine öz gelir olarak kaydedilir. Kaydedilen bu tutarlar karşılığı olarak ilgili yükseköğretim kurumu bütçesine konulan ödenekler, gelir gerçekleşmelerine göre kullandırılır. (B) işaretli cetvelde gelir kodları itibarıyla tahmin edilen gelirleri aşan öz gelir tahsilatları karşılığı kadar (A) işaretli cetveline ödenek eklemeye Maliye Bakanlığınca belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde yükseköğretim kurumları yetkilidir.

(3) Öz gelir karşılığı olarak ilgili yükseköğretim kurumu bütçesinin (A) işaretli cetvelinde fonksiyonel sınıflandırmanın dördüncü düzeyinde tertiplenen ödenekler arasında (09.6.0-Eğitime yardımcı hizmetler fonksiyonu altında öz gelir karşılığı tefrik edilen ödenekler arasında yapılacak aktarmalar hariç) aktarma yapılamaz.

(4) Yükseköğretim kurumları, bütçelerinin "Üst yönetim, akademik ve idari birimler" kurumsal kodu altında tefrik edilen ödeneklerini, ihtiyaçlarında kullanılmak üzere ilgili birimlere, Ödenek Gönderme Belgesi düzenlemek suretiyle gönderirler. Ödenek Gönderme Belgesi ile ödenek gönderilen birimler harcama birimi, kendisine ödenek gönderilen birimin en üst yöneticisi ise harcama yetkilisidir. Bütçe ödeneklerinin gönderilmesi, kullanılması ve bütçe işlemlerine ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanı yetkilidir.

(5) Yıl içinde eklenen sermaye ödenekleri, 2011 Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar esaslarına göre yılı yatırım programıyla ilişkilendirilir.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, hatibe söz vermeden evvel, çok ciddi ağırlıkta bir uğultu var, sohbetlerinizi biraz daha hafif bir sesle yapabilirseniz çok sevineceğim, sükûneti sağlarsak iyi olacak.

11’inci madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ufuk Uras. (BDP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

BDP GRUBU ADINA MEHMET UFUK URAS (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli vekiller; 12 Eylül Anayasası’yla sorunu olanların YÖK’le sorunu olmaması mantık zincirinde kopmak anlamına geliyor çünkü Yükseköğretim Kurulu, 12 Eylül 80 askerî darbesinin ardından, üniversiteler üzerinde bir baskı ve denetim aracı olarak kurulmuştur. Gençleri anarşist, terörist, üniversiteleri de terör ve şer yuvası olarak tanımlayan bir zihniyetin aldığı bir önlemdir YÖK. Nasıl 12 Eylül Anayasası’nın ruhuna dokunmadan, onun otoriter ve demokratik olmayan zihniyetiyle hesaplaşmadan demokratik ve özgürlükçü bir anayasa yapılamazsa YÖK’ün bu temel özelliği de değiştirilmeden özgür ve özerk bir üniversite eğitimi geliştirilemez çünkü bu YÖK, siyasi iktidarların üniversiteler üzerindeki denetimini yirmi dokuz yıl boyunca yeniden üreterek başlangıçtaki işlevini kesintisiz olarak sürdürmüştür, hâlen de sürdürmektedir. YÖK, siyasi iktidarın üniversiteler üzerinde hem kalemi hem de kılıcıdır. AK PARTİ Hükûmetinin YÖK’te ağırlığı elde ettikten, YÖK’ü kendi çöplüğü hâline getirdikten sonra bu kadar YÖK sever olmasının nedeni budur. Evet, YÖK savar değil, YÖK sever bir iktidar var karşımızda. Ama yine kendisi gibi düşünmeyen gençleri, üniversitelileri coplatmaya, gazlatmaya, kendisi gibi düşünmeyenleri dışlamaya ve ötekileştirmeye başlayan bir iktidar var karşımızda.

Hükûmet, tuhaf açıklamaları bıraksa aslında iyi olacak. Yok “Öğrenciler kendilerini yere atıyormuş. Rol mü yapıyor bu gençler?” diye herkes sorarken, sanki yürürken takılıp yere düşüyorlarmış. “Peki, her yere düşen gencin başına coplarıyla çullanan en az 5 memuru ne yapmak istiyor?” diye kamuoyu vicdanının sorduğunu unutmamalıyız, iyi niyetle yere düşeni kaldırma çabası gibi algılamamalıyız, böyle bir iyiliksever kamu hizmeti olduğunu varsaymamalıyız.

Hükûmet diyor ki: “YÖK’ü kaldırmayalım, yeniden düzenleyelim.” Peki, neresini ve nasıl düzenleyeceksiniz? Bugün yapılan çok açıktır: Kışla üniversitesi hiyerarşik yapılanması YÖK ile sürdürülürken piyasaya bağımlı şirket üniversitesi anlayışı da üniversitelerde hızla yayılmaktadır. Bakın üniversitelere. Sivil polis özel güvenlik birimleri, özgür düşüncenin mekânları olması gereken üniversiteleri güvenlik gerekçesiyle kuşatma altına almıştır. Üniversitelerde öğrenme ve öğretme özgürlüklerini güvenlik gerekçesiyle açık veya örtük bir biçimde baskılayan bu tür uygulamalara, işte bu YÖK göz yummakta ve desteklemektedir. Silahların gölgesinde bilim yaptıran anlayış ortadan kalkmadan sorunlar aşılamayacaktır.

Öte yandan, Eğitim-Sen’in bütün raporlarında da görüldüğü gibi, Türkiye’de bugün yapılan düzenlemeler Bologna Süreci’nin ürünüdür. Bu süreç, öğrencinin müşterileştirildiği, yükseköğrenimin kârlı bir sektöre dönüştürülmesi projesidir aynı zamanda. Bologna Süreci’nde tüm ana kararlara küresel sermaye örgütleri katılmaktadır. Sonra da ilgili ülkelerin bakanlar kurulunda bunlar uygulamaya uyumlu hâle getirilmektedir. Bu durum, köklü bir üniversite özerkliği, akademik özgürlük gibi geleneklere sahip olmayan Türkiye üniversitelerinde her türlü demokratik katılımı da ortadan kaldırmak anlamına gelmektedir. Bu Hükûmet YÖK’ü böyle mi değiştirecektir? Bugün, üniversite içinde üretilen hizmetlerin pek çoğu özelleştirilmiştir. Bologna Süreci, mütevelli heyetlerini öngörmektedir. YÖK ve rektörlerde merkezileşen yetkilerin mütevelli heyetleri üzerinden artırılarak sürdürülmesi planlanmaktadır.

Bakın, değerli vekiller, AK PARTİ Hükûmeti, bu yıl da tıpkı geçmiş yıllarda olduğu gibi, eğitim sisteminde yaşanan temel sorunlar üzerinden değil, sadece rakamlar üzerinden hesaplamalar yaparak eğitim ve yükseköğrenim bütçesini şekillendirmiştir. 2011 yılı içinde yükseköğrenime ayrılan pay, aşağı yukarı millî gelirin yüzde 0,95’ine denk gelmektedir. Bu oran, ülkemizde yükseköğrenime ne kadar önem verildiğinin görülmesi açısından önemlidir. Eğitim kademelerine göre öğrenci başına yapılan harcamalarda Türkiye, pek çok konuda olduğu gibi, OECD ülkeleri arasında en son sıralarda yer almaktadır, Türkiye OECD ortalamasının da çok altındadır. Öğrenci başına yapılan eğitim harcamaları miktarının bu kadar düşük olması, ülkemizde devletin kamu eğitimine verdiği önemi de göstermektedir. AK PARTİ Hükûmeti üniversiteleri birer ticarethane gibi işletmek istediğini, geçtiğimiz sekiz yılda atmış olduğu yasal ve fiilî adımlarla pek çok kez göstermiştir. Bu anlamda, 2011 yılı eğitim ve yükseköğrenim bütçesi de bu anlayışın açık bir devamıdır. Bugün, artık üniversitelerde araştırma faaliyetleri özel ticari proje anlayışıyla fiyatlandırılarak üretilmeye başlanmıştır çünkü üniversitelere kamu bütçesinden ayrılan fonlar yetersizdir. Bu kapsamda, üniversiteler, bir yandan ikinci bir öğretim ve yaz okulları gibi süreklilik taşıyan gelir yaratma yollarına hızla başvurmaya zorlanırken bir yandan da farklı kanallarla kaynak çeşitlemesine gitmektedir. Bu durum, bilimsel çalışmalar açısından vahim bir yöne doğru evrilme demektir. Çeşitlenen gelir kaynakları sürekli eğitim, uzaktan eğitim, yaz eğitimi, gece eğitimi, yaşam boyu eğitim merkezleri ve teknoparklar gibi piyasa benzeri yapılar yoluyla artırılmak istenmektedir. Son dönem öğretmen eğitimi paralı sertifika programlarıyla üniversite içinde pazarlanmaya başlamıştır. Ayrıca, üniversitelerde yemek, ulaşım, barınma, temizlik, spor gibi pek çok kolektif hizmet belli anlaşmalarla taşerona devredilmektedir. Böylece, üniversitelerde her şeyin değişim değeri üzerinden alınıp satılır hâle getirilmesi yönünde faaliyetler hızlanmıştır. İşte, öğrencileri isyana sürükleyen gelişme budur hem de sadece Türkiye’de değil, İngiltere’de, Fransa’da, dünyanın birçok ülkesinde sorun bu ticarileşmedir. Devlet bütçesinden yeterince kaynak ayrılmayan üniversitelerimiz, son yıllarda bilimsel üretimi tehdit eden kendi kaynağını yaratma arayışlarına itilmiştir. Peki, nereye kadar? Bu böyle giderse üniversitelerin yükseköğrenim kurumları olmaktan uzaklaşması ve piyasada faaliyet yürüten şirketlerden farkları kalmaması kaçınılmazdır. Şimdi, siz öğrenci olsanız bu durumu alkışlar mısınız? Sıkıntılarını anlatmak isteyen de hangi muameleyle karşılaşıyor bellidir, ortadadır. “Ver gazı, ver gazı”dan başka politika anlamlı değildir. Bu, coşku gazı değil, biber gazıdır.

Üniversitelerde akademik kadroların dağıtımında keyfî ve ayrımcılık içeren uygulamaların da giderek yaygınlaştığını görüyoruz. Kadroların sağlanmasında her türden ayrımcılığı engelleyen, liyakate dayalı sistemler geliştirilmemekte, farklı özellikler ve zihniyet yakınlığıyla ön plana çıkılmaktadır.

Bakın, değerli vekiller, akademik özgürlükler bakımından iş güvencesi son derece önemlidir. İş güvencesinin akademik özgürlüklerin önemli bir koşulu olduğu ve tüm statüleri kapsaması gerektiği gerçeği asla göz ardı edilmemelidir ama bu Hükûmetin de onun YÖK’ünün de artık böyle planları yoktur. Yükseköğrenim kurumlarında genel idari hizmetler, yardımcı hizmetler ve teknik hizmetler gibi kadrolarda çalışan personelin özlük hakları konusunda sorunlar yaşanmaktadır. Gerçekleştirilen uygulamalar ve önümüzdeki dönem için yapılan hazırlıklar dikkate alındığında akademik olmayan personelin daha yoğun hak kaybı yaşayacağı görülmektedir. Bunları ele almayan YÖK’ü nasıl değiştireceksiniz?

Çalışanın da öğrencinin de söz ve karar sahibi olması gerekmektedir. Üniversite idari personelinin, üniversite yönetim kurullarında temsilinin sağlanması demokratik bir üniversitenin oluşmasına katkı sağlayacaktır. YÖK tartışılırken bunları konuşmadan olmaz.

Bugün, üniversite özerkliği ve akademik özgürlükler kavramının içi iyice boşalmıştır. YÖK bunu da başarmıştır. Zaten başarsın diye kurulmuştur. Bugün üniversite özerkliğinin içeriği yönetişim anlayışıyla doldurulmuştur. Üniversitede, gerçeği arama ve ifade özgürlüğü yok edilmek istenmektedir. Üniversite yönetimleri, üniversite bileşenlerinin farklı düşüncelerine ve kendilerini ifade etme biçimlerine tahammül edememektedirler. Düşüncelerini özgürce ifade etmek, diğerlerine kendilerini anlatmak isteyen tüm üniversite bileşenleri üzerinde baskılar sürmektedir. Türkiye üniversiteleri, yaşadıkları kültür bakımından çok kültürlü ve çok dilli Anadolu coğrafyasının renklerini de yansıtmamaktadır. Temel insan haklarının biri olan ana dilde eğitim, üniversitelerde özgür bir biçimde tartışılmamaktadır. Bırakın uygulamayı, tartışılması bile baskı altına alınmaktadır.

Sorunlar saymakla bitmiyor ama şu açık ki bugün YÖK demek, otoriter, baskıcı anlayışın devamı demektir. Bir de buna üniversitelerin ticarileşmesi eklenmiştir. İşte bu nedenle, YÖK’le olmaz, YÖK kaldırılmalıdır. Üniversitelerarası Kurul tüm eş güdüm işlevini yerine getirecek yeni bir örgütlenme gerçekleştirmelidir. Tüm kurul ve organlarının, üniversite bileşenlerinin, yeni üniversitede okuyanların ve çalışanların demokratik katılımıyla oluşturulması hedeflenmelidir. Bilimsel, özgür, demokratik üniversite yaratmanın biricik yolu budur, YÖK değildir. O yüzden, Marx’ın bir ifadesi “Katı olan her şeyin buharlaştığı bir dünyadayız.” şeklindeydi. Buharlaştığını fark etmeyenlerin dikkatine sunulur.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Uras.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Münir Kutluata. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Yükseköğretim kurumlarıyla ilgili 11’inci madde vesilesiyle Milliyetçi Hareket Partisi adına söz aldım. Yükseköğretim sistemimiz hakkındaki görüşlerimi süremin elverdiği oranda sizlerle bölüşmek istiyorum.

Bir bütün olarak ele alınması gereken eğitim sisteminin her aşamasındaki aksama ve yetersizlikler, sistemin tamamının kalitesini etkilemektedir. Okul öncesinden lisanüstü eğitime kadar her kademe ayrı ayrı çok önemli olmakla birlikte, bir kademedeki eksiği bir başka basamakta kısmen telafi etmenin mümkün olduğu düşünülebilir ama eksiklikler ve aksaklıklar ileri kademelerde ise telafi şansı büyük oranda zayıflamaktadır. Bunun en bariz örneğini yükseköğretim sistemimizde görüyoruz.

Yükseköğretim sistemimiz, başta ortaöğretim olmak üzere, daha önceki eğitim aşamalarının kalitesinden etkilenmektedir. Bu normaldir, aşağıdan gelen eğitim kalitesi yükseköğretimi aynı istikamette etkileyecektir ama bizde bir de anormal etkileşim vardır değerli milletvekilleri, o da yukarıdan aşağıya etkilenmedir. Yani yükseköğretim sistemimizin nicelik ve nitelik açısından yetersizliği ortaöğretimi, hatta ilköğretimi ve okul öncesi eğitimi olumsuz yönde etkilemektedir.

Çocuğu doğduğu andan itibaren iyi bir yükseköğretim kurumuna sokabilme endişesi taşıyan veliler eğer maddi imkânları varsa okul öncesi eğitiminden itibaren bir harcama yarışına sokulmaktadırlar. Velinin imkânı yok ise kendisinin kaybettiği hayat yarışını çocuğunun da kaybedeceği duygusu ile ümitsizliğe kapılmaktadır. Bu nedenle, özel eğitim sistemi çarkı içinde velilerin yaptığı harcamalar eğitim sistemimize bir katkı olmaktan ziyade bir rant kapısı hâline dönüşmektedir.

Bu söylenenler normal eğitim basamakları içindir. Her kademedeki özel eğitim kurumları özel sektör olarak eğitimin yükünü bölüşme hizmetinin yanında üniversiteye kabulün bir yarışa dönüşmüş olmasının oluşturduğu psikolojik ortamdan da yararlanmaktadırlar ama Türk eğitim sistemine normal eğitim kademeleri arasında yeri olmayan, marjinal düzeyde ve hacimde bulunması gereken bir basamak eklenmiştir ki hem eğitim sistemimizi felç etmekte hem de özel harcamalardan beklenen katkıyı heba etmektedir. Bu da hepimizin bildiği gibi dershane sistemidir.

Değerli milletvekilleri, eğitim sistemimiz içinde asli unsur gibi her geçen gün daha da büyüyen dershane sistemi, özel eğitime harcanan kaynakları ve eğer üniversiteye giremeyecekse gençlerimizin yıllarını heba etmektedir. Genç nesilleri hayata hazırlamak bakımından hiçbir katkı vermeyen ve ortaeğitimi işlevsiz hâle getiren bu patolojik yapılanma yetersiz yükseköğretim sisteminin Türk toplumuna yüklediği bir maliyettir.

Özel dershane sayısı 2002 yılında 2.122 iken sekiz yılda yüzde 98 artış ile 2010 yılında 4.198’e ulaşmıştır. Dershaneye gitmeye mecbur öğrenci sayısı ise 606 binden 1 milyon 174 bine çıkmıştır. Bu da yüzde 94 bir artışa tekabül ediyor. Öğretmen sayısı 19.800’den 50.400’e ulaşmıştır. Bu yapılanmayı teşvik eden veya seyirci kalan bir iktidarın Türkiye'nin beşerî ve toplumsal gelişmesinin ileriye gittiğini söylemeye hakkı yoktur.

Dershane sistemi, istisnai hâllerde ihtiyaç duyanların faydalanabileceği bir düzeyde kalması gerekirken, ortaöğretimin tamamlayıcı, yükseköğretimin olmazsa olmaz şartı hâline gelmiş, bir asli unsura dönüşmüştür. Dershane sisteminin ve bu alana yapılan yatırımların ya ortaöğretimin ya da yükseköğretimin yükünü paylaşacak bir hâle getirilmesi, bu anlamda yasal düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.

Türk eğitim sisteminin en önemli sorunlarından biri de yabancı dil eğitimi sorunudur. Eğitim sistemimiz yabancı dil öğretme işini çözemediği için bu sorun yükseköğretimde karşımıza yabancı dilde öğretim sorunu olarak çıkmaktadır. Tarihinde sömürge olmamış hiçbir ülkenin benimsemediği yabancı dilde eğitim konusu Türkiye'nin gönüllü olarak rıza gösterdiği bir garabet olarak karşımızda duruyor. En zeki ve kabiliyetli gençlerimizin yabancı dil öğrenmek uğruna bir başka ülkenin dili ile eğitim almak    zorunda    kalmaları,    yeteneklerini  eğitimlerine ve hayatlarına   tam   olarak yansıtmalarına engel olmaktadır. Sınavlarla seçilerek alınan en yetenekli gençler yabancı dil öğrenmekte fakat yaratıcı zekâları körelmektedir. Türkiye derhâl bu köreltici uygulamayı terk edip bütün çocuklarımıza yabancı dil öğretecek ciddi bir sistemi devreye sokmak zorundadır.

Yükseköğretim sistemimizdeki sayısal yetersizliğin ve kalite eksikliğinin sadece yükseköğretimi değil, bütün sistemimizi,  bütün eğitim sistemimizi olumsuz etkilediğini ifade etmiştim.

Son sekiz yıla baktığımız zaman bunun ciddi örneklerini görüyoruz. Son sekiz yılda yükseköğretimdeki bu ikili sorunun sadece sayısal yönü ile ilgilenilmiş, hazırlıksız açılan üniversitelerle kalite sorunu daha da tahrip edici hâle dönüşmüştür.

Yükseköğretimde kalite, bilim adamı yetiştirmeye verilen öneme paralel olarak artabilecek bir özelliktir. Bilim adamı yetiştirmeye önem vermek sadece yükseköğretimin kalitesini artırmak için değil, bütün eğitim sisteminin, bütün toplumsal kesimlerin, bütün hizmet kesimlerinin ve üretim alanlarının kalitesini artırmak için gereklidir.

Yükseköğretim sorununa bir sayı meselesi olarak bakıp gerekli hazırlıkları yapmadan sayısal artışlara gitmek mevcut kaliteyi daha da bozmakta, bilgi ve teknoloji üretmesi beklenen bilimsel ortamı geriletmektedir. Nitekim, 2002 yılında sayıları 53 olan devlet üniversiteleri, 2010 yılında 102'ye çıkmıştır. Bu, yüzde 92,5'luk bir artış demektir. Öğretim üyesi sayısı ise aynı sürede 26.500'den 42.180’e çıkabilmiştir, artış sadece yüzde 59’dur. Bozulma, bu oranın ifade ettiğinin de ötesindedir. Çünkü öğretim üyesi yetiştirilmeden, öğretim üyesi hazırlanmadan açılan üniversiteler, sırf ders verecek eleman temin edebilmek için hızlı lisans üstü eğitime tabi tutulup, derhal öğretim üyesi sıfatı alacak elemanlara razı olmakta, dolayısıyla gerçek gerileme oransal göstergelerin üzerinde olmaktadır.

Sekiz yıllık iktidar döneminin iyi bir yüksek lisans ve doktora eğitimi için yeterli bir zaman olduğu dikkate alınırsa iktidarın üniversite sayısını artırırken iyi yetişmiş öğretim üyelerini hazırlamaya özel bir önem verip vermediğine bakmak gerekiyor. Ne yazık ki bu konuda gerekenler yapılamamıştır.

Burada söylemek istediğim, üniversite sayısındaki artışın yanlış olduğu değil, gerekli hazırlıkların yapılmaması nedeniyle kaliteli bir gelişme yerine kaliteyi düşüren bir sayısal artışın tercih edilmiş olmasıdır.

Yükseköğretim sistemimizde önemli konulardan biri de vakıf üniversiteleridir. Sorunun çözümüne katkı sağlamaları beklenen vakıf üniversitelerinin beklenen faydayı  sağlamalarına fırsat verilmemiştir. Vakıf üniversiteleri, öğretim üyesi yetiştirmeden, ciddi yatırımlar yapmadan, sadece öğrenciden aldığı paralarla varlıklarını sürdüren, sistem içerisinde varlıklarını devam ettiren kuruluşlar hâline gelmiştir. Nitekim vakıf üniversitelerinin sayısında da iktidar döneminde yüzde 100’lük bir artış meydana gelmiş, sayıları 26’dan 52’ye çıkmıştır. Birçoğu yüksekokul vasfından öteye gidemeyen bu vakıf üniversitelerinin ciddi tutum sergileyen ve eğitimi ciddiye alan diğer vakıf üniversitelerinden ayrıştırılmaları ve bu konudaki kanaatin, toplumdaki kanaatin düzeltilmesi gerekmektedir.

Bugün itibarıyla Türkiye'de toplam üniversite sayısı vakıf üniversiteleri ile birlikte 154'e çıkmıştır. Üniversitelerimizin dünya klasmanındaki karşılaştırmalarda her geçen gün daha da geriye düşüyor olması da sayısal artışın kaliteyi geriye götürdüğüne dair ciddi bir örnektir. 

Bu tespitlerimle, sizleri saygıyla selamlıyorum.

Hoşça kalın efendim. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kutluata.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Uşak Milletvekili Sayın Osman Coşkunoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

CHP GRUBU ADINA OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın yükseköğretim kurumlarıyla ilgili işlemleri içeren 11’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamak için söz almış bulunmaktayım.

Bu madde ödeneklerle ilgili, ödeneklerin kullanımıyla ilgili ve ödeneklerin transferiyle ilgili beş fıkra içeriyor. Bu beş fıkradan iki tanesi üniversiteleri gereksiz bir şekilde sınırlayıcı olduğu için, o iki fıkra için değişiklik önergemizi verdim. Sayın Bakan değerlendiriyor doğal olarak teknokratlarıyla. Umarım, rektörlerden bana gelen bu iki değişiklik önergesini olumlu değerlendirir ve burada sizlerin oylarıyla geçirir, bu maddeyi iyileştiririz.

Üniversitelerin ödenekleriyle ilgili konuşurken bu rakamlar üzerinde sık sık yapılan birkaç yanlışı burada da bir kez daha düzeltmek istiyorum. Sayın Eğitim Bakanımızın konuşmasından -aynen bu kürsüde yapmış olduğu konuşmadan- bazı rakamlar aktaracağım: Sayın Bakan 2002 yılında yükseköğrenim bütçesinin 2,5 milyar lira olduğunu, bugün 11,5 milyar liraya çıktığını söylüyor; 2011 bütçesi 11,5 milyar lira. Şimdi, bunu ben birkaç kere bu kürsüden düzelttim. Kamuoyunu yanıltmak için lütfen bunu tekrar yapmayınız.

Bu bütçe nasıl yükseldi? 2006’dan önce üniversitelerin iki tane bütçesi vardı. Bir tanesi merkezî bütçeden gelen para, ikincisi, üniversitenin zaten kendi parası olan, işte, harçlardan, işte, döner sermayeden, kiradan, oradan buradan toplanmış para, üniversitenin kendi parasıydı. Bu iki bütçe bir kanunla birleştirildi, üniversite bütçesi -üniversitelerin merkezî bütçedeki miktarı- birden ikiye katlanmış göründü. Bu, Hükûmetin sanki üniversitelerin bütçesini, yükseköğrenimin bütçesini artırdı şeklinde sunmak, elbette artıyor ama yeterince artırdı şeklinde sunmak, bu rakamlar yanıltıcı oluyor. Bunların, bu rakamların daha dürüstçe kullanılmasını dilerim bundan sonra da. Yeterli olarak artmamıştır üniversitelerin bütçesi.

Bu rakamlar üzerine bir yorumum daha var. 2002’de yine Sayın Bakanın konuşmasından okuyorum: “Üniversitelere ayrılan bütçenin 2002 yılında konsolide bütçeden aldığı pay yüzde 2,54.” 2011’de ne kadar konsolide bütçeden aldığı pay? Yüzde 3,68 yani yüzde 2,54’ten yüzde 3,68’e yükselmiş; Sayın Bakanın verdiği rakamlar, konuşmasından aynen okudum. Peki, üniversite sayısı kaça katlandı? Burada 1,5 kat, aldığı pay yüzdesi olarak 1,5 kat artış var, üniversite sayısı ise 2’ye katlandı. Üniversite sayısı, araştırmacı sayısı, öğretim üyesi sayısı, öğrenci sayısı, bütün bunlar bu kadar artarken, üstelik de -bütçede biraz önce açıkladığım gibi- iki farklı bütçe birleştirilerek artırılmış, şişirilmiş bütçede sadece bu kadar bir artış var, yetersiz.

Bütçedeki yetersizliğin daha ötesinde, daha acı bir konu var sizlerle paylaşmak istediğim. Bakınız, daha geçenlerde, Bilim Teknoloji Yüksek Kurulunda -geçen haftaydı galiba- Sayın Başbakan “Bilim için bilim olmaz, işte şunun için bilim olur.” diye… İşin kötüsü bilimi de himayesi altına almış Sayın Başbakan, işte o çok kötü.

Şimdi, bilimin nasıl değerlendirildiği… O tartışmalı tabii. Bilim için bilim olur, olmaz tartışmalı. Fakat bilimin ülke refahına, ülkemizin refahına, ülkemizin gelişmesine katkısını ölçen göstergelerden bir tanesi üniversitelerle sanayi arasındaki ilişkilerdir. Şimdi, şimdiki YÖK Başkanı 2007 Aralığında atandı. Bakın, Dünya Ekonomik Forumu’nun rakamlarını vereyim size: 2008-2009 yılında üniversite sanayi araştırma iş birliğinde 134 ülke içerisinde 57’nci sıradayız -2008-2009’da- 2009-2010 yılında 133 ülke içerisinde üniversite endüstri ilişkileri araştırma yönünde 67’nci sıraya düşüyoruz 57’nci sıradan, 2010-2011 yeni yayınlanan raporda yine üniversite-endüstri araştırma iş birliğinde 82’nci sıraya düşüyoruz 139 ülkede. Tekrar ediyorum: 2008-2009’da 57’nci sıradayız, 2009-2010’da 67’nci sıraya düşüyoruz, 2010-2011’de 82’nci sıraya düşüyoruz. Ne zamandan beri? YÖK Sayın Başbakanın himayesi altında ve Sayın Cumhurbaşkanıyla beraber 1-2 oy alan rektör adaylarını bile rektör atadığı dönemde olan bu gelişme.

Üniversitelerin sanayiyle olan ilişkilerinin bu şekilde olumsuza gitmesini nasıl açıklayabiliriz? Besbelli bu araştırmacılarınıza, üniversite hocalarınıza burada yanlışlıkla kabahat bulmak mümkün değil. Üniversite sisteminin yönetimiyle ilgili, üniversite sistemimizin ve ARGE’ye olan bütçedeki payın azlığıyla ilgili.

Burada TÜBİTAK’tan sorumlu Bakanımız da oturuyor. Defalarca bu kürsüden söylüyorum, bir kez kalkıp da cevap veremedi.

M. FATİH ATAY (Aydın) – Dinlemiyor ki... Dinlemiyor zaten Bakan.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) – Dinlemesin.

TÜBİTAK’ın misyonunun ilk cümlesinde iki kavram vardır önemli olan: Bir tanesi rekabet gücüdür, öbürü refah kavramıdır. “Biz bütçeyi bu kadar artırdık, şu kadar artırdık.” diye Sayın Bakan övünüyor. Ben bunu defalarca söyledim, bu övünme meselesi değil, bu bir itiraf oluyor. Bütçeyi o kadar artırıyorsunuz, tam zaman eş değer araştırmacıyı bu kadar artırıyorsunuz, refah düzeyinde 80’inci sıradayız dünyada, rekabet gücünde 69’uncu sıradayız, ha bire düşüyor. Yani paraları artırıyoruz ama performans düşüyor. Bununla övünmek değil, bunu “Biz ne yapıyoruz.” diye gözden geçirmesi gerekir ama Sayın Bakan bir türlü bunu umursamıyor. Dünyada –biraz önce söylediğim gibi- gerek üniversite-endüstri ilişkilerinde olsun gerek ARGE performansımız olsun bu konularda sürekli geriliyoruz.

Bunları dikkatinize getiririm. Zaten yeterli miktarda bütçe artırılmıyor, “Bütçeyi şu kadar artırdık.” diye iki bütçeyi birleştirerek oluşagelmiş bir artırmayı burada “Bütçeyi artırdık.” gibi sunmanın yanıltıcı olmasının ötesinde, yine o bütçe harcamalarının, sonuçlarının ülke refahına, ülke rekabet gücüne, üniversite-sanayi ilişkilerine yansımadığını görüyoruz. Bu, üniversitenin kötü yönetilmesidir. Üniversitelerimizin rahat bırakılmasını, araştırmalarını ve bilimini rahatça yapabilmesini tekrar bu vesileyle dikkate getirir, Hükûmetten bu talebimizi gözden geçirmesini... Yoksa ülkenin rekabet gücüne ve üniversitelerine gerçekten yazık oluyor.

Bu görüşlerimi burada bir kez daha paylaşmış oluyorum. Umarım Hükûmet de buna, bu görüşlere biraz daha dikkat gösterir. Yükseköğrenim bütçemizin bu kadar sınırlı olmasına rağmen ve kısıtlayıcı olmasına rağmen hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Coşkunoğlu.

Madde üzerinde şahıslar adına ilk söz Kars Milletvekili Sayın Zeki Karabayır’a aittir.

Buyurun Sayın Karabayır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

ZEKİ KARABAYIR (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 11’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz aldım. Sözlerimin başında yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, hükûmetlerimiz dönemlerinde her konuda olduğu gibi yükseköğretim alanında da önemli yatırımlar ve hizmetler gerçekleştirilmiştir. 2002 yılında yükseköğretim bütçesi 2,5 milyar TL iken 2011 yılında bu rakam 11,5 milyar TL olarak belirlendi. Artış oranı yüzde 361. Yine 2002 yılında üniversitelerin ARGE bütçesi 87 milyon TL iken 2011 yılında bu rakam 547 milyon TL’ye çıkarıldı. Artış oranı yüzde 531. Özellikle yeni kurulan ve gelişmekte olan üniversitelerimizin nitelikli eğitim ve araştırmalarını yerine getirebilmesi için ülke ihtiyaçları doğrultusunda gerekli nitelik ve nicelikte öğretim üyesi yetiştirmek büyük bir önem taşımaktadır. Ben önemli gördüğüm bu konuya kısaca değinmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, AK PARTİ iktidarları döneminde bir yandan her ilimize en az bir üniversite kurulurken bir yandan da Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı’yla bu üniversitelerin öğretim üyesi ihtiyaçlarını karşılamak için büyük gayretler sarf edilmiştir İktidarımız döneminde. Öğretim üyesi yetiştirme programları sayıları artan üniversitelerimizdeki öğretim üyesi ihtiyacını gidermek üzere tasarlanmış ve hayata geçirilmiştir. Bu kapsamda aynı zamanda herhangi bir alanda güçlü olan bir üniversitenin birikiminden diğer üniversitelerin yararlanması sağlanmaktadır. ÖYP aslında yurt içi ve yurt dışı lisansüstü eğitim programlarının karışımıyla elde edilmiş bir modelle öğretim üyesi yetiştirilmesini amaçlamaktadır. ÖYP programına katılan öğrenciler bir yandan uluslararası deneyim kazanırken bir yandan da ulusal bilim ve teknolojinin gelişmesine katkıda bulunmaktadırlar. Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı ilk olarak 2002 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesinde başlatılmıştır. Daha sonra Ankara, Hacettepe, Ege, Süleyman Demirel, Gazi, Boğaziçi ve İstanbul Teknik üniversitelerinde uygulanmıştır. 2010 yılı sonuna kadar bu proje için DPT tarafından aktarılan kaynak 80 milyon TL olup öğrenci başı maliyeti yaklaşık 60 bin TL olmuştur.

ÖYP’lerin sunduğu avantajları kısaca özetlemek gerekirse, alanında iyi yetişmiş, yabancı dil bilen, yurt dışı akademik deneyim kazanmış, nitelikli öğretim üyesi yetiştirilmesine katkı sağlamaktadır. Yurt dışında öğretim üyesi yetiştirmeye göre maliyeti daha uygun bir programdır. Bilim insanı yetiştirmek amacıyla yurt dışına transfer edilen ülke kaynaklarının yurt içinde kalmasını ve üniversitelerimizde kullanılmasını sağlamaktadır. Programı bitirenlerin ülke içinde görev yapma olasılıkları daha yüksektir. Yeni kurulmuş üniversitelerin faaliyetlerinin öğretim üyesi açığı nedeniyle belli alanlarda kalmasını önlemektedir. Öğrenciler programa, hem programı yürüten hem de kadroya sahip olan üniversite tarafından seçildiğinden başarısızlık ihtimali az olmaktadır. Bunun yanı sıra tez çalışmaları da ortak olarak yürütülmektedir. Yurt içindeki üniversiteler arasında iletişim ve iş birliğini geliştirmeye yönelik uygulamalar bulundurmaktadır.

Değerli arkadaşlar, mevcut uygulamanın iyileştirilerek yaygınlaştırılması amacıyla, 2011 yılından itibaren ÖYP programlarının koordinasyon görevi DPT tarafından YÖK Başkanlığına devredilmiştir. Yeni açılan üniversitelerin öğretim elemanı ihtiyaçları göz önüne alınarak, 2023 yılına kadar en az 20 bin öğretim görevlisinin bu program kapsamında yetiştirilmesi planlanmıştır.

Ben bütçemizin hayırlı olması dileğiyle yüce heyetinizi yeniden saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karabayır.

Şahıslar adına ikinci söz Antalya Milletvekili Sayın Abdurrahman Arıcı’da.

Sayın Arıcı yok mu? Peki.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Özdemir…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ederim. Sayın Başkan.

Sayın Bakana soruyorum: Gaziantep, kendilerinin de bildiği gibi tekstilde önemli bir merkezdir. Bu nedenle sadece modernizasyon değil, komple yeni yatırımlara teşvik alınması gerekmektedir. Tekstil sektörüne yönelik kısıtlamaların kaldırılması, sektörün ilerlemesi açısından önemlidir. Akıllı, çok fonksiyonlu, teknik tekstil kavramı maalesef anlaşılmamakta ve uygulanmamaktadır.

Plastik sanayisi, bölgemizde önemli bir yatırım alanıdır. Plastik sanayisinin bölgesel teşvik kapsamına alınması gerekmektedir.

Gıda sanayi alanında ise kuru yemiş, bulgur ve pirinç gibi alanlardaki kısıtlamaların kaldırılması gerekmektedir.

Büyükbaş ve küçükbaş hayvan ve et ithalatının önlenebilmesi için besicilere sayı sınırlaması kaldırılmalıdır.

Enerji yatırımları ile yap-işlet-devret yatırımları ise bölge ayrımı yapılmaksızın yapılmalıdır.

Sayın Bakan, bu konulardaki çalışmalarınız nelerdir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Enöz.

MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, ihracatımızın önemli bir kısmını krizden en fazla etkilenen Avrupa Birliği ülkelerine yapmaktayız. Bu da ülkemizin dış ticaret kanalıyla olumsuz etkilenmesine neden olacaktır.

Bu olumsuz şartların en aza indirilebilmesi için ne gibi tedbirler alıyoruz?

Cari açığın 40 milyar doları aşacağı tahmin edilmektedir. Bankalarla dün yapılan görüşmelerde birtakım finansal tedbirlerin alındığı ifade ediliyor. Bunlar nelerdir? Halka nasıl yansıyacaktır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Kaptan? Yok.

Sayın Yaman…

M. NURİ YAMAN (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un geçici 3’üncü maddesinin dördüncü fıkrasında, gelir uzmanlığı özel sınavına ilişkin usul ve esasların düzenlendiği şeyde aynen şu hüküm var: “Başka kurum ve kuruluşlarda geçici olarak görev yapan personelin sicil raporunun geçici olarak görev yapılan kurum ya da kuruluş tarafından düzenlenmesi hâlinde gelir uzmanlığı özel sınavına katılamayacaktır.” yer alıyor. Bu durum karşısında, şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisinde çalışan onlarca, yüze yakın personeliniz var. Bu personelinizin bu haklardan mahrum edilmesini düzeltmeyi ve bunların da sınava girme haklarının sağlanmasını istiyor musunuz?

BAŞKAN – Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, 2011 üniversite bütçeleri incelendiğinde bütçesi en az düzeyde artırılan birkaç üniversiteden, öğrenci başına düşen bütçeler incelendiğinde ise 94 üniversite içerisinde sondan 2’nci sırada olan Dumlupınar Üniversitesi bütçesinin bu denli azaltılmasının gerekçeleri nelerdir? Kütahya iline karşı özel bir ilginizin sonucu mudur? Bütçesi düşük oranlarda artırılan üniversitelerin rektörlerinin Sayın Cumhurbaşkanı Gül döneminde atanmamasının bir sebebi ya da ilgisi olabilir mi?

İkincisi de şimdiye kadar üniversite sayılarında ve öğrenci sayılarındaki artışa paralel olarak acaba YÖK’te çalışan idari personel sayısında ne denli bir artış olmuştur? Son dönemde YÖK’ten ayrılan ve başka kurumlara geçen personel sayısı nedir?

Teşekkür ederim.

Sayın İnan…

MÜMİN İNAN (Niğde) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, araştırma görevlisi kadrolarının daha çok yeni açılan üniversitelere verileceği bu bütçede belirtilmektedir, ancak önceden kurulmuş Niğde, Dumlupınar, Afyon Kocatepe ve diğer üniversitelerimiz birçok araştırma görevlisi eksikliğinden dolayı laboratuvar ve uygulamalar eksik kalmaktadır ve laboratuvarlar çalışamamaktadır. Dolayısıyla 2011 yılında tahsis edilen araştırma görevlisi kadrolarının ne kadarını eski üniversitelere vermeyi düşünüyorsunuz, bu sayıyı artırabilme imkânınız var mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Akcan…

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakana sormak istiyorum: Yeni açılan üniversitelerin sayısal çokluğuyla övünüyorsunuz. Üniversite açmak marifetse övünmede haklısınız, ancak buralara sağlıklı eğitim verebilmek için öğretim elemanı ihtiyacının karşılanmasında nasıl bir yol izlemeyi düşünüyorsunuz? “Yurt dışında ilk beş yüz üniversitede yetiştiriyoruz.” düşüncesiyle yola çıkarak bugüne kadar elaman yetiştirilmiştir. Ancak bugüne kadar hiçbir üniversitemizi de doğru dürüst ilk beş yüze sokamadık. Bu konuyla ilgili düşünceniz nedir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

Beş dakika süreniz var.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Son sorudan başlayacağım. Tabii ki üniversitelerin kurulması tek başına yetmiyor. Bunlar için öğretim görevlisi ve tabii ki fiziki mekânlar çok önemli, uzun vadede eğitimin kalitesi çok önemli ve sanayiyle iş birliği çok önemli. Şimdi, bu çerçevede, her şeyden önce, öğretim görevlisi olarak geçen sene 7 bin kadro verdik, bu sene 8 bine çıkardık. Yani her sene 7-8 bin kadro veriyoruz. Çok ciddi bir kadro imkânı. Dolayısıyla, o anlamda bir sıkıntı yaşanacağını sanmıyorum.

Şu anda Türkiye dışında Amerika’da, İngiltere’de, Avrupa’da master, doktora yapan binlerce vatandaşımız var ve biz onlara imkân sağlıyoruz, onlar gelecekler; birinci husus bu.

Millî Eğitim Bakanlığının birtakım programları var. Onlar yetiştiriyorlar gerek Türkiye’de gerek yurt dışında.

Dolayısıyla, öğretim elemanı konusunda arkadaşlar birtakım veriler de getirdiler, müsaade ederseniz onları da sizlerle paylaşmak istiyorum. Mesela, öğretim elemanı sayısı 2002 yılında 115.555 kişiymiş, 2010 yılında 150.202’ye ulaşmış. Üniversitelere aynı zamanda idari kadro da veriyoruz.

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Bürokratları da alıştırdınız 2002-2010 mukayesesine.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar, yani mesele 2002-2010 meselesi değil.

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Kurulan üniversite sayısını göz önüne alın Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Yani 2002’den bu yana yeni üniversiteler açılmıştır, doğrudur ama biz bu üniversitelere de kadro vermişiz.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Tabela üniversitesi; binası yok, hocası yok.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Bakın, 35 bin ekstra öğretim görevlisi kadrosu vermişiz, yaklaşık 30 bine yakın da idari kadro vermişiz. Bakın, toplamda 65 bine yakın kadro vermişiz. Evet, yeni üniversite açmışız, bunlara gereken imkânları sunuyoruz.

Şimdi, üniversitelere, bu sene için, yani 2011 yılı için toplam 8 bin adet öğretim elemanı atama izni vereceğiz. Bunların 3.500 adedi yeni kurulan üniversitelere, geri kalanı eski üniversitelere tahsis edilecek. Dolayısıyla, çok ciddi bir şekilde eski üniversitelerin, kurulu üniversitelerin ihtiyaçlarını da biz dikkate alıyoruz.

MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayı olarak ne kadar efendim?

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Şimdi, Gaziantep ili tabii ki bu yeni teşvik sistemi öncesi teşvik kapsamında değildi. Ben oranın bir milletvekili olarak her zaman şunu söyledim: “Sistemi rasyonelleştirelim ve mutlaka Gaziantep de bu teşvik sisteminin merkezinde olsun.” Şu anda Gaziantep 3’üncü bölgede. 3’üncü bölge demek, aslında birçok alanda teşviklerin yoğun bir şekilde verildiği bir bölge demek. Ben detaylara girmek istemiyorum. Sizin bahsettiğiniz birkaç husus var. Doğrudur, bir tekstil alanında çok ciddi -bazı kategorilerde- bir kapasite fazlası var. Bizim girişimcilerimiz kaynaklarını rasyonel bir şekilde tahsis ettirsinler, biz doğru yönlendirelim diye dedik ki: Bazı bölgelerde sadece akıllı tekstil olması koşuluyla biz teşvik veririz. Bu doğru bir yaklaşımdır bakın çünkü Türkiye aşırı kapasiteden çok şey çekti. Dünyadaki şartları dikkate almamız lazım. Gaziantep’teki yaklaşım da budur. Plastikte de benzer bir durum söz konusudur. 4’üncü bölgede bu alanlarda teşvik genel olarak veriliyor ama 3’üncü bölge ve diğer bölgelerde daha nitelikli yatırımlara kaydırmak için girişimciyi biz bu türden bir farklılaştırmaya gittik.

Yine, cari açıkla ilgili olarak hakikaten birkaç tedbir alındı. Tüketici kredileri üzerindeki KKDF’yi, hatırlarsanız kriz öncesinde yüzde 15’ti, kriz döneminde yüzde 10’a çekmiştik, tekrar yüzde 15’e çıkarttık. Bunu önemli bir adım olarak görüyorum.

Yine, Merkez Bankasının karşılık oranlarını artırması, bu da önemli bir adımdır. Çünkü biz bir yıl çok hızlı büyüyüp bir sonraki yıl tekrar ciddi bir yavaşlama içerisine girmeyi doğru bulmuyoruz. Yani daha makul, daha dengeli, daha istikrarlı, sürdürülebilir yüksek bir büyüme Türkiye'nin yararınadır.

Cari açık konusunda takdir edersiniz ki ben epey detaylı bir sunuş yaptım. Hakikaten çok önemli bir sorundur, Türkiye'nin yapısal boyutu olan önemli bir sorunudur. Bu konunun çözülmesi için birçok adım attık ama siz de takdir ederseniz ki bu adımların sonuç doğurması, orta-uzun vadeli bir perspektifle sonuç doğurması söz konusudur. O çerçevede bakmakta ben yarar görüyorum.

Şimdi, Gelir İdaresinde yani gelir uzmanlığı hususuna gelince…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN -  Sayın Bakan, süreniz doldu. Hatiplere bir dakika vermediğim için size de yok. Yazılı cevap verirsiniz.

Madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 575 Sıra Sayılı 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının 11 inci maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

"(1) Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı bütçesinin 38.01.02.00-09.9.9.00-2-05.3 (Öğretim Üyesi Yetiştirme Projesi) tertibinde yer alan ödenek, bu proje kapsamında lisansüstü eğitim veren yükseköğretim kurumlarına, mal ve hizmet alımlarında ve sermaye ve personel harcamalarında kullanılmak üzere, görevlendirilen öğrencilerin sayıları ve öğrenim alanları dikkate alınarak tahakkuk ettirilmek suretiyle ödenir."

"(3) Öz gelir karşılığı olarak ilgili yükseköğretim kurumu bütçesinin (A) işaretli cetvelinde fonksiyonel sınıflandırmanın dördüncü düzeyinde tertiplenen ödenekler arasında (09.6.0-Eğitime yardımcı hizmetler fonksiyonu altında öz gelir karşılığı tefrik edilen ödenekler arasında yapılacak aktarmalar hariç) aktarma Maliye Bakanlığı izniyle yapılabilir."

 

Osman Coşkunoğlu

Osman Kaptan

Harun Öztürk

 

Uşak

Antalya

İzmir

 

Fatih Atay

Enis Tütüncü

 

 

Aydın

Tekirdağ

 

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SEDAT KIZILCIKLI (Bursa) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, biz de katılamıyoruz. Sayın Coşkunoğlu’na da gerekçelerini gerçi açıkladım ama, bu kaynaklar, esası itibarıyla araştırma görevlisi yetiştirmek için tahsis edilmiş veya öğrencilerin barınma ihtiyaçları için tahsis edilmiş kaynaklardır. Bu kaynakların başka alanlarda kullanılması, bence hem öğrencilerimiz açısından hem üniversitelerimizin geleceği açısından olumlu olmayacağı gerekçesiyle biz olumsuz bakıyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Anayasa’nın bütçe görüşmelerini düzenleyen 162’nci maddesinin “…değişiklik önergeleri, üzerinde ayrıca görüşme yapılmaksızın okunur ve oylanır.” hükmü gereğince önergenin gerekçesini okutuyorum:

Gerekçe:

Bu harcama esnekliğinin sağlanması gereklidir.

Önceden belirlendiği şekilde kullanılması mümkün olamadığı hallerde, ödenek Maliye Bakanlığı izniyle üniversite tarafından uygun kalemlerde kullanılabilmeli.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler.. Önerge kabul edilmemiştir.

11’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

12’nci maddeyi okutuyorum:

Bağış, hibe ve yardımlara ilişkin işlemler

MADDE 12 – (1) Maliye Bakanı;

a) Yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan hibe olarak yıl içinde elde edilecek imkanların Türk Lirası karşılıklarını Hazine Müsteşarlığının teklifi üzerine gereğine göre bütçeye gelir veya gelir-ödenek-gider kaydetmeye,

b) Dış kaynaklardan veya uluslararası antlaşmalarla bağış ve kredi yoluyla gelecek her çeşit malzemenin navlun ve dışalımla ilgili vergi ve resimlerinin ödenmesi amacı ile bunların karşılığını, ilgili bütçelerinde mevcut veya yeni açılacak tertiplere ödenek kaydetmeye ve gereken işlemleri yapmaya,

c) 2011 yılı içinde Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı ihtiyaçları için yabancı devletlerden askeri yardım yoluyla veya diğer yollardan fiilen sağlanacak malzeme ve eşya bedellerini, bağlı (B) işaretli cetvelde açılacak tertiplere gelir ve karşılıklarını da bu bütçelerde açılacak özel tertiplere ödenek ve gider kaydetmeye, yetkilidir.

(2) Türkiye-Avrupa Birliği mali işbirliği kapsamında sağlanacak mali imkanların karşılığı olarak ilgili idare bütçelerinde (05), (06) ve (07) ekonomik kodlarını içeren tertiplerde yer alan tutarların Ulusal Fona ödenmesine ilgili bakanlar yetkilidir. Bu ödenekler başka bir hizmet veya faaliyete tahsis edilemez. Ancak, bu tutarlardan ödeme esnasında kur farkı nedeniyle oluşan fazlalıklar ve ilgili projeler için harcanamayan kısımlar ile Topluluk Programlarına ilişkin Avrupa Birliği katkı bakiyeleri Ulusal Fon hesaplarında tutulmaya devam edilir ve gerektiğinde bu Kanun kapsamındaki idarelere ait program ve projelerin finansmanı için kullanılabilir. Ulusal Fona ödeme işlemi Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakanın talebi üzerine ve projelerin finansman planlamasına uygun olarak en geç otuz gün içinde gerçekleştirilir.

(3) İkinci fıkra uyarınca Ulusal Fona ödenen bu tutarlar, 30/1/2003 tarihli ve 4802 sayılı Kanun kapsamında onaylanan Mutabakat Zabıtlarında yer alan hükümler çerçevesinde kullanılır.

(4) Türkiye-Avrupa Birliği mali işbirliği kapsamındaki program ve projelerin yürütülmesine ilişkin anlaşmalarda, öngörülen nedenlerle Avrupa Komisyonuna iadesi gereken hibe, kur farkları ve benzeri türden doğabilecek ilave ödenek ihtiyacı, Maliye Bakanlığı bütçesinde yer alan 12.01.31.00-01.1.2.00-1-09.6 tertibinden aktarma yapılmak suretiyle karşılanabilir.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Van Milletvekili Sayın Fatma Kurtulan’a aittir.

Buyurun Sayın Kurtulan. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA FATMA KURTULAN (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 12’nci maddesi hakkında görüş belirtmek üzere Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Buna geçmeden önce, 19 Aralık 1978’de başlayıp 24 Aralıkta 111 kişinin ölümüyle sonuçlanan, çocuk yüreğimle ölüm sırasını beklediğim Maraş katliamının yıl dönümü vesilesiyle, bu katliamı kınamak istediğimi sizlerle paylaşmak isterim.

Yine, 19’unda, demokratik güçlerin orada yaptıkları miting sırasında, bir kez daha, kan emicilerin kana doymadıklarının, Maraş’ta doymadıklarının tanıklığını yaptık.

Dönemin Emniyet Müdürü Abdülkadir Aksu, ne yazık ki, tüm iktidarların vazgeçilmez adamı olarak, AKP İktidarının da vazgeçilmezi olarak görevini sürdürmekte. Sanırım Abdülkadir Aksu, her dönemde olduğu gibi, bu dönem de AKP’ye deneyimlerini aktarıyor. Keşke Abdülkadir Aksu da, Ökkeş Kenger gibi, bir balkonda dursaydı, biraz anılarını tazeleseydiler. Ben bazılarının da çıkıp “Bu faşistler bizden değildir.” açıklamalarını çok inandırıcı bulmadığımı da belirtmek istiyorum. Bu kürsülerde, Kürtlerin demokratik taleplerinin bölücülük olduğunu, kabul edilemez olduğunu köpürerek haykıranların, bundan herkesin, tüm liderlerin sorumlu olduğunu belirtmek isterim.

Üzerinde söz aldığım konu bağış, hibe ve yardımlara ilişkin olmakla beraber, Millî Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığını da içerdiğinden, konuşmamı TSK içinde meydana gelen şüpheli asker ölümlerine ve bu olaylara ilişkin bir türlü işlemeyen adli sürece ayırmak istiyorum.

Ordunun siyaset üzerinde etkin bir kurum olması, onu hukuksuz oluşumlarla tartışılır hâle getirirken, AKP’nin iş birliğiyle, militarist güç, bireyin can güvenliğini ortadan kaldıran bir unsur hâline gelmiştir.

Sayısı 1 milyonu aşan ordunun büyük çoğunluğu “güvenlik önlemleri” adı altında Kürt bölgelerinde görevlendirilmiştir. Ev baskınları yapan, kontrol noktalarında vatandaşı yaylım ateşine tutan, sınırlarda infaz gerçekleştiren, döşediği mayınlarla onlarca askeri hayatından eden, kontrolden çıkmış mayınlı arazileri, atış poligonları ve mühimmatları ile her yıl onlarca çocuğun ve sivilin ölümüne ve sakat kalmasına neden olan TSK, titizlikle gözden geçirilmesi gereken sorunlu bir kurumdur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TSK’nın 21’inci yüzyılın demokrasi ve özgürlük anlayışı karşısında bir handikap olarak duran bu konumunu sorgulamanın nedenlerinden biri de bünyesinde yaşanan şüpheli asker ölümleridir. Bugüne kadar yalnızca şahsım adına hakkında soru önergesi verdiğim şüpheli asker ölümü vakaları 17’ye yakındır. Ancak, Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül hiçbirine ikna edici bir cevap vermemiş, her yıl onlarca gencin hayattan koparılmasına sıradan bir olaymış gibi yaklaşarak gayriciddi bir tutum içinde olmuştur. Kışlalardaki şüpheli asker ölümlerine her gün bir yenisi eklenirken, Sayın Bakan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin emniyet ve kaza önleme konusunda titizlik ve özveriyle çeşitli faaliyetlerde bulunduğunu, aldığı tedbirler ve yürüttüğü çalışmalar sayesinde gerçekleşen kaza ve olay sayılarında yıllara sâri olarak önemli ölçüde azalmanın gözlendiğini iddia etmiştir. Ancak, İnsan Hakları Derneğinin 2010 Haziran raporunda, 2000-2009 yılları arasında meydana gelen şüpheli asker ölümleri 401’dir. 2008 yılında 28 olan şüpheli asker ölümleri, 2009 yılında 38; 2010 yılının ilk altı ayında 23’ü bulmuştur. Sonrasında ise basından, bölgeden ve diğer illerden takip ettiğimiz kadarıyla meydana gelen 10’a yakın şüpheli ölüm vakasıyla toplamda bu sayı 2010’da 30’u aşmıştır. Tabii ki bu sayılar, yalnızca birtakım resmî açıklamalar, başvurular ve basından takip edildiği kadarıyla ulaşılan rakamdır. Gerçekte vaka sayısının bu rakamın üzerinde olduğu aşikârdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TSK içinde bugüne kadar bu olaylara ilişkin kapsamlı ne idari ne de adli bir soruşturma başlatılmamıştır. Savunma Bakanlığı ölümler hakkında ailelere bir açıklama yapma gereği bile duymamıştır. TSK’daki mevcut uygulamalar hakkında parti olarak inceleme başlatılması ve acil önlem alınması konusunda yaptığımız öneriler dikkate alınmazken, dönemin başında vermiş olduğumuz araştırma önergeleri gündeme alınmamıştır.

Yine, Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül, alınan önlemlere rağmen gerçekleşen kaza ve olaylara ilişkin ayrıntılı kaza raporları hazırlandığını, bilgilerin kayıt altına alındığını, adli soruşturma işlemlerinin eksiksiz yürütüldüğünü iddia etmekte, ancak şüpheli ölümlere ilişkin bir sayı da verememektedir. Ancak aileler, olay yeri inceleme ve otopsi raporunu alamadıklarını öne sürmektedir. Aileler, askerî yetkililer tarafından intihar olarak bildirilen bu ölümlerin cinayet olduğunu iddia etmektedirler. Bu iddialardan haberdar değil misiniz Sayın Bakan?

Yine, kışlalarda çocuklarını şüpheli bir şekilde kaybeden Adanalı dört aile, daha iki ay önce basın açıklaması yaparak intihar iddialarının doğru olmadığını ve çocuklarının öldürüldüğünü ileri sürmüşlerdir. Bu iddialar karşısında neden sessiz kalmaktasınız?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kaza kurşunu, elektrik ve yıldırım çarpması, yüksekten düşme, birlik içinde trafik kazası, eğitim sırasında mühimmat patlaması, yılan sokması, kalp krizi gibi nedenlerle hayatını kaybettiği öne sürülen askerlerin aileleri aynı şekilde gerekçeleri inandırıcı bulmamıştır. Millî Savunma Bakanı bu durum karşısında bir açıklama yapmamakta ısrar etse de aileler iddialarının arkasında durmakta ve hukuki yardım talep etmektedir.

Ağrı Patnos’ta askerlik yapan Rizeli Osman Kulaber 2 Kasım 2010 tarihinde kışlada hayatını kaybetmiştir. Askerî yetkililer ölüm nedenini önceden ranzadan düşme, sonra ise kalp krizi olarak bildirmiştir. Kendilerine çelişkili ifadelerde bulunulduğunu ileri süren anne “Çocuğum alt ranzada kalıyordu, bunu biliyorduk.” demiştir. Otopsi raporunu göremeyen aile, kalp krizi geçirdiği iddialarını da inandırıcı bulmamıştır.

Ağrı Doğubeyazıt nüfusuna kayıtlı olan Erkan Can’ın karakolun banyosunda kendi silahıyla intihar ettiği ileri sürülmüştür. Askerî yetkililer ölüm nedenini intihar olarak bildirmiş olsa da, ailesi, Erkan Can’ın 8 Aralık akşamı kendisiyle görüştüklerini, telefonda annesine “Burada bir çavuş var, beni öldürecek.” dediğini ve aynı gece öldürüldüğünü ileri sürmüştür.

Gaziantep Hayrat Jandarma Karakolunda asker olan Serhat Yıldız 19 Şubat 2010 tarihinde aynı yerde hayatını kaybetti. Askerî yetkililer ölüm nedenini intihar olarak bildirdi. Basında sırtından vurulmuş olduğuna ilişkin ciddi iddialar yer aldı, ailesi intihar olmadığını söyledi.

Kışlalarda meydana gelen şüpheli ölümlere dair diğer bir husus ise, bu askerlerin çoğunun Kürt olmasıdır. İntihar ya da başka nedenlerle hayatını kaybettiği söylenen askerlerin içinde Rizeli, Nevşehirli bulunmakla birlikte, İHD’nin raporlarında da belirtildiği üzere ezici bir çoğunluğu Kürt’tür. İki dilli yaşam talebi üzerine kıyametleri koparanların askerlerin şüpheli ölümü karşısında sessiz kalmaları kabul edilebilinir mi?

Hangi partiden olursanız olun tüm milletvekillerine sesleniyorum: Temsilcisi olduğunuz vatandaşlarınızın evlatları askerde güvende değil. Kışlalardaki şüpheli asker ölümlerini sonlandırmak için gelin hep beraber bir araştırma başlatarak önlem alalım diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kurtulan.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Niğde Milletvekili Sayın Mümin İnan. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 12’nci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Bu maddede, yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan sağlanacak imkânların Türk lirası karşılıklarının bütçeleştirilmesi, dış kaynaklardan bağış ve yardım yoluyla gelen malzemelerin tertibinde mevcut ödeneklerin yetmemesi hâlinde navlun bedelleri ve gümrük vergileri karşılığının bütçelere ödenek kaydının yapılabilmesi imkânı sağlanmaktadır.

Ayrıca, Millî Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığının ihtiyaçları için yabancı devletlerden askerî yardım yoluyla sağlanacak malzeme bedellerinin bütçeye kayıt şekliyle ilgili hükümlere yer verilmektedir.

Yine bütçe kanunu tasarısının bu maddesinde, Türkiye-Avrupa Birliği mali iş birliği kapsamında sağlanacak mali imkânların karşılığı olarak ilgili idarelerin bütçelerine konulan tutarların Ulusal Fon’a ödenmesine ve kullanılmasına ilişkin esaslar belirtilmektedir.

Bu maddeyle, Maliye Bakanına, yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan hibe ve bağış yoluyla gelecek imkânları bütçeye gelir-gider kaydetmeye yetki verilmektedir.

Maddenin diğer hükümlerinde ise Türkiye ile Avrupa Birliği mali iş birliği kapsamında sağlanacak imkânların Ulusal Fon’a aktarılmasına ilişkin düzenlemeler bulunmaktadır.

AB’ye üye ve aday olan ülkelere eğitim, sağlık, enerji, tarım, ulaştırma, çevre gibi alanlarda destek sağlamaktadır. “AB’ye uyum” adı altında ülkemizdeki bütün sistem AKP iktidarları döneminde dönüştürülmeye çalışılmış, neredeyse, “Yapısal reform” adı altında teşkilat yapısı değiştirilmeyen idare birimi kalmamıştır.

AKP hükûmetlerinin bütün bu çabalarına rağmen yılda ortalama 100 milyar euroya yakın proje fonlayan AB fonlarından, ülkemize iktidarları döneminde acaba yılda ortalama kaç euro fon girişi olmuş ve bu fonların ne kadarından kamu sektörü, ne kadarından özel sektör faydalanmıştır?

Yine, gelen bu fonların ne kadarı bağış ve ne kadarı hibe, ne kadarı da borç niteliğindedir? Bu hibe ve ayni yardımların neler olduğunun, kamuoyuna Hükûmet yetkilileri tarafından da açıklanması gerekir. Bildiğimiz kadarıyla, bu fonlardan Türkiye en az yararlanan ülke konumundadır.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; Türkiye'nin 2011 bütçe programına göre bütçenin gelirlerinin 279 milyar TL, giderlerinin ise 312,5 milyar TL olacağı tahmin edilmektedir. Yıllardır gelirinin büyük bölümü dolaylı vergilerden elde eden devlet, yeni bütçede de bu politikasından vazgeçmemiştir. Buna göre, 2011’de vergilerin yüzde 67’si -KDV, ÖTV, özel iletişim vergisi gibi- dolaylı vergi kalemlerinden toplanacaktır. Devlet bu yıl toplam 279 milyar TL gelir beklemektedir, bunun 202,2 milyar lirası vergi gelirlerinden oluşmakta. Devlet, vatandaştan 47,3 milyar lira gelir vergisi, 23,1 milyar da kurumlar vergisi olmak üzere 70,4 milyar lira, kazanandan elde edecektir. Buna da asgari ücret ve diğer ücretlerden elde edilecek vergiler dâhildir. Diğer taraftan 67,8 milyar TL KDV, 61,1 milyar ÖTV olmak üzere bu paranın 2 katı tutarını da, miktarını da, zengin ve fakir ayrımı yapmadan geniş toplum kesimlerinin yaptığı harcamalardan alınan dolaylı vergi gelirleri oluşturmaktadır. Elmas, pırlanta gibi değerli taşların KDV’sinin sıfır olduğunu düşünürseniz, bu kadar dolaylı vergiyi kimin ödeyeceğini de vatandaşımız çok kolaylıkla anlayabilir.

Vergi sistemimizdeki çarpıklığı daha net bir şekilde ortaya koyabilmek için, hâlen komisyonda görüşülen bir yasa tasarısı hakkında akademisyen bir yazarın, bir gazetede, 20 Aralık 2010 tarihli köşe yazısını sizlere iletmek istiyorum. “Kaçak Malda Bir Taşla Üç Kuş” yazısının son kısmını sizlere okuyorum değerli arkadaşlar:

“Bunların imalatı ve ticareti ile uğraşan mükellefler, -yani değerli maden ve taşlarla ilgili- işletmelerinde mevcut olduğu hâlde kayıtlarında yer almayan;

- Değerli madenleri (altın, platin ve gümüşü)

- Değerli taşları (pırlanta, elmas ve yakutu) yasanın yayımlandığı tarihi izleyen üçüncü ayın sonuna kadar, cinsi ve rayiç bedeli ile birlikte, ilgili vergi dairesine beyan edecekler.

- Bildirilen maden ve taşların değeri üzerinden, yüzde 2,5 vergi ödeyecekler.

- Bildirilen değerli maden ve taşlar için ayrıca KDV ve ÖTV ödenmeyecek.

- Bildirim konusu değerli maden ve taşların tutarı işletmeden vergisiz olarak çekilebilecek.

Torba yasa özellikle değerli taşlar için, büyük bir avantaj sağlamaktadır. Örneğin büyük bir kısmı ülkeye kaçak olarak getirilen pırlantalar için;

‘KDV zaten sıfırdı. Şimdi yüzde 20 ÖTV de ödemeden, sadece yüzde 2,5 vergi ile istediğin kadar kaçak pırlantayı beyan edebilirsin.’ denilmektedir.

Buna göre, örneğin 10 milyon TL’lik pırlanta beyan eden mükellef, bunun yüzde 2,5’unu ödeyerek, bunu yasallaştıracak.

Bu aşamada ÖTV fiilen ortadan kalkmış olacak.

Bitmedi, normalde şirketten yüzde 15 kâr dağıtımı stopajı ardından gelir vergisi ödeyerek elde edebileceği 10 milyon lirayı, on kuruş ödemeden şirketten çekebilecek.

Daha önce yazdığım gibi bundan iyisi Şam’da kayısı.

Kereste beyanı yüzde 10 iken, pırlantanın 2,5 olması ise dikkat çekici.” diye yazısını tamamlamış.

Bu konuyla uğraşan Hükûmet yetkilileri var mıdır, Hükûmete yakın yandaşlar var mıdır onu bilemiyorum ama AKP hükûmetlerinin bu pırlanta ve elmas gibi mücevher tacirlerine sürekli ekstra kolaylıklar sağlamaya çalışması gerçekten dikkat çekicidir değerli arkadaşlar. Oysa halkımızın büyük bir çoğunluğu pırlantadan ziyade “Elektrik, sulama borcum ne olacak; sosyal güvenlik primlerimi nasıl öderim, vergi yapılandırmam nasıl olacak; Ziraat Bankası, Halkbank, esnaf kefalet ve tarım kredi borçlarım nasıl yapılandırılacak, kredi kartı borçları bu yapılandırılmaya dâhil edilecek mi?” gibi sorularla kendisi bir umutla Hükûmetten müjdeler beklemektedir. Üniversite mezunları kendisine iş bulabilecek midir, özel idarede çalışan işçiler hangi kurumlara dağıtılacaktır ve iş güvenliği sağlanabilecek midir? Bunlar şu anda bütün sosyal kesimlerimizin gündemini işgal etmektedir değerli arkadaşlar.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; bütçe kanunları hükûmetlerin tercihlerini ortaya koyar. Bütçeye baktığınızda, hükûmetlerin hangi kesimlere yönelik çözümler planladığı, ülke kaynaklarını hangi kesimlere yönlendirmek istediği konusunda ipuçları elde ederiz. Önceki AKP bütçelerinde olduğu gibi bu bütçe de artan işsizliğe, üretimsizliğe, yoksulluğa, yatırım azlığına, gelir dağılımı adaletsizliğine, vergi adaletsizliğine çare arayan bir bütçe niteliğinde değildir. Ülkemizin acilen istatistik hesaplama modellerini değiştirerek, büyüdüğümüzü zannetmekten vazgeçip, üreterek büyümeye, kalkınmaya ve istihdama ihtiyacı vardır. AKP hükûmetleri sekiz yıldır maalesef Türkiye’yi boş vaatlerle, makyajla ve rakam cambazlığıyla yönetmeye çalışmıştır. Aynı şekilde de bunu devam ettirmektedirler.

Kapitalizmin ekonomik kurallarına göre bir toplumun gelişmişlik düzeyini fert başına düşen tüketim oranıyla açıklayan ve toplumu buna manipüle eden AKP hükûmetlerince hortlatılan tüketim ihtirası, insanlarımızı ürettiğinden fazlasını tüketmeye heveslendirmiş ve uluslararası küresel sermayenin atıl paraları mevcut ekonomik konjonktüre göre çok daha yüksek faizlerle vatandaşımıza kredi olarak verilmiştir. Tüzel kişiliği olduğu farz edilen devlet için de  durum aynıdır. Üretimin hızla düştüğü ve üretim ihtirasının yükseldiği toplumlar her türlü siyasal ve sosyal patlamalara gebe olur. Sürekli resmî ve özel bankaların kredi mekanizmaları kullanılarak karşılıksız olarak ürettikleri para ekonomik hayatımızı felce uğratma aşamasına gelmiştir. Nihayet, bazı Hükûmet yetkililerinin ülkemize giren sıcak para girişinin kontrol altına alınması konusunda dillerinin ucuyla birtakım şeyler söylemesiyle... Ancak bunlar da söylemde kalmaktadır. Ancak tedbir bugüne kadar alınmamıştır. Bugün geldiğimiz nokta bunu net  bir şekilde ortaya koymaktadır.

“Ülkeyi şuradan aldık, buraya uçurduk.” gibi söylemler ve medya desteğiyle vatandaşı âdeta propaganda bombardımanına tutarak düşünüp gerçekleri görmelerini engelleme çabalarınız artık ne yazık ki eskisi gibi etkili olamayacaktır çünkü artık mızrak çuvala sığmamaktadır. Ülkenin iç ve dış borç durumu ortadadır. Vatandaşlarımızın kredi kartı ve tüketici kredisi borçları artık en önemli boşanma sebeplerinden birisi hâline gelmiştir.

İktidarlarınız döneminde, hem bireyler hem de devlet olarak cumhuriyet tarihimizin en büyük borç bataklığına saplandık. Bu aşırı borç stokunun nasıl eritileceği konusunda Hükûmet yetkilileri bugüne kadar tatmin edici bir açıklama yapamamaktadırlar. PETKİM, TÜPRAŞ, Tekel, Ereğli Demir Çelik, Türk Telekom gibi kuruluşlar satıldı. Bundan sonra hangilerinin satılacağını da çok fazla bilemiyoruz.

Değerli arkadaşlar, milletimiz hiçbir dönemde millî birlik ve ekonomik olarak sıkıntılara bu dönemde maruz kaldığı kadar kalmadı. İhanet hiç bu kadar pervasız olmadı. Bu dönemde eşkıyalığın kimlik arayışı, bölücülüğün insan hakları, yıkımın açılım, devlete meydan okumanın özgürleşme olduğu anlatılmaya çalışıldı. İşçi, çiftçi, memur, emekli, esnaf ve sanatkâr, sanayici, bütün sosyal kesimlerin sıkıntıları ve dertleri hiçbir dönemde olmadığı kadar bu dönemde yükseldi.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak büyük Türk milletine…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MÜMİN İNAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnan.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Aydın Milletvekili Sayın Fatih Atay, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

CHP GRUBU ADINA M. FATİH ATAY (Aydın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 12’nci maddesi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Yüce heyeti saygıyla selamlarım.

Merkezî bütçe kanununun 12’nci maddesi bağış, hibe ve yardımlara ilişkin işlemlere yönelik konulmuş bir maddedir. Bu bağış, hibe ve yardımlar da yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan olabilmektedir. Ayrıca, uluslararası anlaşmalarla veya dış kaynaklardan sağlanabilmektedir. Bu madde, zorunluluktan kaynaklandığı için, üzerinde fazla tartışılmadan oy birliğiyle geçmiş bir maddedir.

Sayın milletvekilleri, siyasal partiler iktidara geldikleri zaman, elbette siyasal ve ekonomik kararlar alırlar. Almış oldukları bu siyasal ve ekonomik kararla da bazı siyasal ideolojilerini de ortaya koyarlar. Koymuş oldukları bu ideolojileri, yapmış oldukları işlemler, tercihleri muhalefet tarafından elbette eleştirilir. Ancak, ülkemizi sekiz yıldır yönetmekte olan siyasal iktidarla ilgili olarak muhalefetin, kamuoyunun ciddi ithamları vardır. Bu ithamlardan bir tanesi şudur ve önemlidir: İktidardaki Hükûmetin gizli bir gündemi olduğu konusunda muhalefetin iddiası vardır. Evet, şimdi gizli bir gündemi olduğu konusunda muhalefetin iktidara yönelik bu eleştirisine karşı, acaba gerçekten iktidarın böyle bir gündemi yok da haksız yere mi suçlanıyor diye bir inceleme yapmak, bir görüşlerine bakmak, bir durumu tespit etmek gerektiği inancındayım.

Değerli milletvekilleri, gerçekten Hükûmete haksızlık mı yapılıyor, gizli gündemi yok da “Gizli gündemi var.” diye bir iddiada mı bulunuluyor? Hayır. Gerçekten bu Hükûmetin gizli bir gündemi olduğu açık, bir tespit var ortada. (AK PARTİ sıralarından anlaşılamayan bir müdahale)

Anlatacağım, öğreneceksin, anlatacağım bak!

Değerli milletvekilleri, iki gündür Türkiye kamuoyunu ilgilendiren bir konu var. Türk Hava Yolları yetmiş yedi yıllık bir kuruluş. Yetmiş yedi yıldır Türk Hava Yollarında çalışan hosteslerle ilgili bir sorun yok, yetmiş yedi yıl sonra sizin iktidarınızda, devri iktidarınızda bir yönetmelik değişiyor. Bu yönetmelikte başlarının açık olmayabileceği anlamına gelen bir cümle var, o ortadan kaldırılıyor. Türbanlı hostesleri getirmeye yönelik bir oyun içindesiniz. (AK PARTİ sıralarından “Hayır” sesleri, gürültüler)

AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Yakalamışsın ha, konuş, konuş!

SUAT KILIÇ (Samsun) – Nereden yakaladın onu? Vay be!

M. FATİH ATAY (Devamla) – Bununla ilgili olarak Bakana soru soruluyor, Bakana. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Oyun içindesiniz, oyun içindesiniz, oyun!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

M. FATİH ATAY (Devamla) – Bakana soruluyor: “Sayın Bakan, bir yönetmelik değişikliği var, türbanlı hostesler gelecek, onlara çalışma olanağı doğacak, ne diyorsunuz?” deniliyor. Sayın Bakanın söylediği laf: “Öyle miymiş? Allah, Allah… Kıyafet de mi varmış o yönetmelikte?” diyerek ilkokuldaki çocukların bile kanmayacağı bir cevap vererek olayı ötelemeye çalışıyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Değerli milletvekilleri, bir başka örnek daha vereceğim, merak etmeyin, bir başka örnek daha vereceğim. Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu 1930 yılında çıktı.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Devam edin, devam! Hep aynı şeyleri söylüyorsunuz!

M. FATİH ATAY (Devamla) – 12’nci maddesiyle ilgili olarak geçen hafta Türkiye’de iki ilde bir uygulama yapıldı. 1930-2010, seksen yıldır bu Kanun’un bu maddesiyle ilgili Türkiye’de hiçbir sorun yok…

SUAT KILIÇ (Samsun) – İçişleri Bakanı idari soruşturma başlattı!

M. FATİH ATAY (Devamla) – …ama geçen hafta bir başka olay oldu, Ankara’da Çayyolu’nda restoranlara gidip polis “Bu yetkimi kullanıyorum.” diyerek çocuklara ailelerinin yanında, o aileleriyle birlikte bir korku saldı, tacizde bulundu. Daha sonra da…

KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) – Vah, vah, vah!

M. FATİH ATAY (Devamla) – “Vah!” Senin için anlamı yok, senin için anlamı yok bunun. Özgürlük senin için farklı bir şey, bizim için farklı bir şey, aramızdaki fark bu zaten.

SUAT KILIÇ (Samsun) – İdari soruşturma başlatıldı, idari soruşturma.

M. FATİH ATAY (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Aydın’da da aynı olay oldu, Aydın ilinde de, benim ilimde de polis gitti, bir restoranda aileleriyle birlikte -tutanaklar burada- tutanak tutarak insanlara gözdağı verdi. İnsanların içki içeceği yerlerle ilgili olarak tercihlerine ket vurmak, onları engellemek, korkutmak amacıyla böyle bir işlem yaptı. Bu sizin gizli gündeminiz değil de nedir?

Değerli milletvekilleri… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

SONER AKSOY (Kütahya) – Bravo! Tebrik ediyorum!

M. FATİH ATAY (Devamla) – Öğreneceksin bak daha…

YÖK diye bir kuruluş var, YÖK, Giresun Üniversitesi var. YÖK, burada, iki oy alan bir kişiyi, bir profesörü üçüncü sıradan Cumhurbaşkanına Giresun Üniversitesi rektör adayı olarak sundu. Cumhurbaşkanının bile, sizin her dediğinize “evet” demekle övünen Cumhurbaşkanının bile vicdanı el vermedi, vicdanı el vermedi, açıklama istedi.

Bu arada baktılar Cumhurbaşkanı atamayacak, ne yaptılar? Bu arkadaşı istifa ettirdiler, YÖK’ün aday belirlemesiyle ilgili “Sorun var.” dediler ve bu arkadaş, iki oy almış bu insan vekâleten Giresun Üniversitesine rektör vekili ilan edildi.

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) – İyi de niye bağırıyorsun?

M. FATİH ATAY (Devamla) – Diyanetten sorumlu… Diyanette profesör bu arkadaş. Sizin gizli gündeminiz yok da ne var?

Değerli milletvekilleri, şimdi…

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) – Bağırmadan anlat!

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yahu, siz bağırmadan konuşursa anlamazsınız.

M. FATİH ATAY (Devamla) – …size bir şey daha anlatacağım…

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) – Bağırmadan anlat, bağırmadan!

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bağırmadan konuşursa anlamıyorsunuz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

M. FATİH ATAY (Devamla) – Bu “Türk Hava Yolları.” denildiği zaman…

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) – Sende idrak var mı, sende akıl var mı, beyin var mı? Sende beyin yok, beyinsizsin!

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sensin…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

M. FATİH ATAY (Devamla) – “Türk Hava Yolları.” denildiği zaman oranın içini denetimden nasıl kaçırdığınız KİT Komisyonundaki tutanaklarda var. Yüzde 49,12’ye getirerek devlet hissesini KİT Komisyonunun denetiminden kaçırdınız.

Tabii, Telekom’da… Bakın, şu ilana bakın, bu ilan Telekom’daki taşınmazların satımı. Telekom Oger grubunun malı değildir, devletin malıdır, yirmi bir yıllığına o şirkete hisse devri yapılmıştır, işletme devridir, mülkiyet devri değildir. Bu taşınmazları satma hakkı yoktur. Bu devletindir, halkın malıdır bu. Oger grubu bunları satıyor, şimdi bunları alıyor, parasını da alacak cebine koyacak. Halkın malını satmasına göz mü yumacaksınız sayın milletvekilleri? Bu halkın malı bunlar, halkın. Yirmi bir yıl sonra Oger grubu aldığı hisseleri devretmek zorunda bütün mallarıyla birlikte. Biz gerçekten, halkın çıkarları doğrultusunda yemin etmedik mi? Milletvekili değil miyiz hepimiz arkadaşlar? Bu çıkarlar doğrultusunda tavır takınmak konusunda yemin etmiş milletvekilleri olarak Oger grubunun yaptığı bu satışların durdurulması gerekmiyor mu? Halkın malının birilerine peşkeş çekilmesini engellemek bizim sorumluluğumuzda değil mi?

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Siyasetçi halk değil mi, onların çıkarları vardır!

M. FATİH ATAY (Devamla) – Değerli milletvekilleri, “Oger grubu” deyince Lübnan geliyor aklıma. Şimdi, Başbakan bütçe görüşmelerinde “Lübnan’a gittim, büyük ilgi gördüm.” dedi. Doğru, iki gün sonra gazetelerden…

AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Kıskanmayın! Kıskanmayın!

M. FATİH ATAY (Devamla) – Kıskanmıyoruz, kıskanmıyoruz. Hiç kıskanmıyorum, anlatacağım bak.

Gazetelerden öğrendik ki Lübnan polisi mitinge katılan herkese üç günlük yevmiye vermiş arkadaşlar. Hiç kıskanmıyoruz, yevmiyeli adam. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

SUAT KILIÇ (Samsun) – Yazık! Yazık!

M. FATİH ATAY (Devamla) – Gazeteler yazdı kardeşim.

Aydın’a geldi Sayın Başbakan.

SUAT KILIÇ (Samsun) – O Başbakan senin de Başbakanın. Yazık!

M. FATİH ATAY (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Başbakan referandumla ilgili olarak…(AK PARTİ sıralarından gürültüler)

SUAT KILIÇ (Samsun) – Yazık! Utan!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

M. FATİH ATAY (Devamla) – Gazete yazdı kardeşim, niye rahatsız oluyorsun?

SUAT KILIÇ (Samsun) – Başbakan oraya Türk milletinin Başbakanı olarak gitti. Utan!

BAŞKAN – Sayın Kılıç, lütfen…

M. FATİH ATAY (Devamla) – Sayın Başkan, benim süremden çalıyorlar, uzatmıyorsunuz, lütfen…

KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) – Bu kadar mı kıskanç olur bir insan!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

M. FATİH ATAY (Devamla) – Utanması gereken sensin, ben değilim.

Değerli milletvekilleri, Aydın’a da geldi referandumda. 2 bin-2.500 kişi topladılar. Yukarıdan fotoğraf çekmek yasak, vali her yeri kapattı. Kızdı Başbakan sayı az diye. Çine Barajı’nı açmaya geldi 6-7 bin kalabalık oldu; gereken önlemleri aldılar, herkesi de getirdiler, yevmiyelerini verdiler. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Baraj yapılıyor, teşekkür etmen gerekirken ne söylüyorsun?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

M. FATİH ATAY (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Lübnanlılar da Aydınlılar da Başbakanı her hafta bekliyor, her hafta.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Memleketine baraj yapılmış…

BAŞKAN – Sayın Tunç…

M. FATİH ATAY (Devamla) – Yevmiye almak için her hafta Başbakanın Aydın’a ve Lübnan’a gelmesini bekliyorlar arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Memleketine baraj yapılmış, teşekkür et!

KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) – Vah vah!

BAŞKAN – Sayın Türkmenoğlu, lütfen…

Sayın milletvekilleri, Grup Başkan Vekiliniz cevap verebilir.

Buyurun Sayın Atay.

M. FATİH ATAY (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bu kürsüden konuşurken hepimizin üslubuna dikkat etmesi gerekir ama… (AK PARTİ sıralarından “Doğru” sesleri, gülüşmeler) Ama düşüncelerini söyleme özgürlüğü de vardır insanların. Sizin bu düşüncelerimi söyleme özgürlüğünü benden alma hakkınız yok. Ben düşüncelerimi söylerim, beğenmeyebilirsiniz ama Başbakan bu kürsüde bütçe görüşmelerinde Genel Başkanımıza bakarak defalarca “Sen” diye hitap etmiştir, Genel Başkanımız da konuşmasında bütün sorularında “Sayın Başbakana soruyorum.” diye hitap etmiştir. Değerli arkadaşlar…

BURHAN KAYATÜRK (Ankara) – “Recep Bey” diyor.

M. FATİH ATAY (Devamla) – Bütçe konuşmalarını söylüyorum.

Bununla ilgili olarak ben de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Bitti bitti. Süren bitti, hadi yürü!

M. FATİH ATAY (Devamla) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Mümkün değil Sayın Atay.

M. FATİH ATAY (Devamla) – Peki, teşekkür ederim.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN - Bir saniye, otursun Sayın Atay.

Teşekkür ederim Sayın Atay.

Buyurun Sayın Kılıç.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, kürsüdeki konuşmacı, tekrarına gerek duyulmayacak şekilde, grubumuzu, Genel Başkanımızı, Başbakanımızı doğrudan itham ve ilzam eden iftiralarda bulunmuştur. Konunun açıklığa kavuşması ve düzeltilmesi için söz hakkı talep ediyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Her konuşmada sataşma mı var ya, zaten yaptıklarınızı söylüyor.

BAŞKAN – Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Üç dakika süreniz var.

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın, Aydın Milletvekili M. Fatih Atay’ın, Grubuna ve Genel Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan, çok saygıdeğer milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bütçe görüşmeleri belli bir nezaket anlayışı içerisinde, nezih bir ortamda devam ediyor. Hakaret, iftira, yalan, aldatmaca ve karalamacalarla bütçe görüşmelerinin muhabbeti üzerine gölge düşürmeye hiçbir milletvekilinin hakkı olmadığı kanaatindeyim.

M. FATİH ATAY (Devamla) – Hakaret mi ettim? Hayır etmedim.

SUAT KILIÇ (Devamla) - Evvela şunu ifade edeyim: Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti devleti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir.

M. FATİH ATAY (Devamla) – Sayın Başkan, beğenmeyebilir düşüncemi ama hakaret etmedim, rica ediyorum.

SUAT KILIÇ (Devamla) - Bu ülkede hiçbir kamu görevlisinin asker olsun, polis olsun, bir başka bürokratik görevde bulunsun hiçbir kamu görevlisinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğu gerçeğinden ayrılması, buna aykırı eylem ve işlemler içerisinde olabilmesi mümkün değildir.

Ankara Çayyolu’nda yaşanan hadise, Türkiye’nin İçişleri Bakanı tarafından tasvip edilmiş bir hadise değildir, Emniyet Genel Müdürü, İçişleri Müsteşarı, Ankara Emniyet Müdürü tarafından tasvip edilmiş bir olay değildir, talimatlandırılmış bir konu hiç değildir ve mesele üzerinde idari soruşturma sürecinin açıldığını ve tahkikat aşamasının devam ettiğini bilmenize rağmen -bilmiyor olmadığınızı düşünmüyorum- bilmiyor olmak Türkiye’nin gerçeklerinden tamamen kopuk olmaktır. Buna rağmen, bu konuyu bir korku vesilesi gibi buraya getirmek son derece ayıp, yanlış ve çirkin bir iftiradır, bu bir.

M. FATİH ATAY (Aydın) – Sayın Başkan, benim bilmediğimle ilgili yorum yaparak yanlış bilgi veriyor.

BAŞKAN – Sayın Atay, sizi duymuyorum.

SUAT KILIÇ (Devamla) – İkincisi -az evvel de söyledim- Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Beyrut’a AK PARTİ Genel Başkanı olarak gitmemiştir, Türk milletinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olarak, hepimizi temsilen oraya gitmiştir ve Beyrut’taki Türkmen köyünde, ki orada Sayın Başbakan Türk devletinin imkânlarıyla inşa edilen bir hastanenin açılışını da gerçekleştirmiştir.

M. FATİH ATAY (Aydın) – Bir şey demiyoruz.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Hizmeti götürdüğümüz, sizin, bizim, AK PARTİ’lilerin, CHP’lilerin, MHP’lilerin ve BDP’lilerin, bu ülkenin birliğine iman etmiş herkesin selamını götürdüğü bir ortamda miting büyüklüğünde bir kalabalık oluşuyorsa bunu “para dağıtıldığı” iddiasına bağlamak büyük bir iftiradır.

M. FATİH ATAY (Aydın) – Ben demiyorum.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Bu iftirayı bu kürsüye bir Türk milletvekili taşıyamaz.

M. FATİH ATAY (Aydın) – Ben söylemiyorum.

KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) – Ayıp! Özür dilemesi lazım.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Diğer bir konu: Aydın’ın Çine ilçesinde, yüz yıllık hayal olan barajın bizim dönemimizde hızlandırılması, ödeneklendirilmesi, bitirilmesi biliyorum ki sizleri üzdü, rahatsız etti.

M. FATİH ATAY (Aydın) – Çok ayıp, çok ayıp!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Ama o baraja Aydın vilayetiyle adıyla özdeşleşen rahmetli Adnan Menderes’in adı verilmiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – “Recep Erdoğan Barajı” denseydi bari!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Adnan Menderes’in aziz hatırasına yönelik saygısızlığa geçtiğimiz günlerde burada tanıklık ettik, Sayın Hamzaçebi de o saygısızlığı düzeltti. Ama değerli arkadaşlar, şunu bilmelisiniz: Türk milletinin hiçbir ferdi yevmiye alarak açılışa da gitmez, mitinge de gitmez.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SUAT KILIÇ (Devamla) – Yapılan, Aydın halkına büyük bir hakarettir, saygısızlıktır. Bunu Aydın halkının vicdanına havale ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kılıç.

Buyurun Sayın Atay.

M. FATİH ATAY (Aydın) – Sayın Grup Başkan Vekili biraz önceki konuşmasında benim bilgisiz olmamla ilgili düşüncesini söyledi.

SUAT KILIÇ (Samsun) – “Bilmiyor olamazsınız” dedim Sayın Başkan, “bilgisiz” demedim, hakaret etmedim.

BAŞKAN – Sayın Kılıç, lütfen… Sayın Kılıç, lütfen…

M. FATİH ATAY (Aydın) – Sayın Başkan, ben bir dakika…

BAŞKAN – Bir dakika veremem Sayın Atay.

M. FATİH ATAY (Aydın) – Peki, Sayın Başkan, o zaman şunu söyleyeyim: Ben Cumhuriyet Halk Partisi Aydın İl Başkanıydım 1995 yılında. O ihalenin yapılmasında ben katkı yaptım ve o ihaleyi ben yaptım…

SUAT KILIÇ (Samsun) – Kime verdiniz ihaleyi! Sen nasıl ihale yapıyorsun! Hangi yetkiyle ihale yapıyorsun! Aydın İl Başkanı ihale yapabilir mi! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bir dakika…

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Kılıç, bir saniye…

M. FATİH ATAY (Aydın) – Ben Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Aydın İl Başkanı olarak o ihalenin yapılması için her türlü özveriyi, devletin her türlü katkısını yapmak için elimden geleni yaptım.

BAŞKAN – Tamam.

M. FATİH ATAY (Aydın) – Benim yapmak istediğim bu. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Bu barajın tamamlanmış olmasını kıskanmam falan söz konusu değil; tam tersine, bir sorumluluk duygusu içinde olunmasına katkı yapmış olduğum için gurur duyuyorum.

BAŞKAN – Tamam, kayıtlara geçti Sayın Atay… Kayıtlara geçti Sayın Atay.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Sayın Kılıç, siz de konuştunuz.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, sayın milletvekilinin de itiraz etmeyeceği bir düzeltme yapmak istiyorum. Hukuki bir hatada bulunmuştur. İfadesini düzeltmek kendisi için de isabet olacaktır.

M. FATİH ATAY (Aydın) – Hayır, ben…

SUAT KILIÇ (Samsun) – İl başkanlarının ihale yapma yetkileri yoktur. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Hayır, ben Sayın Atay’ın konuşmasından öyle anlamadım.

M. FATİH ATAY (Aydın) – Sayın Başkan, bu çok önemli bir şey…

BAŞKAN – Sayın Atay…

M. FATİH ATAY (Aydın) –  Ben “İl başkanı ihale yapmış.” demedim.

BAŞKAN – Biliyorum, ben sizi dinledim.

M. FATİH ATAY (Aydın) – Arkadaşımız herhâlde bazı şeyleri yanlış anlamakta…

BAŞKAN – Tutanaklara geçti Sayın Atay, tutanaklara geçti.

M. FATİH ATAY (Aydın) – Ben il başkanı olarak yapılmasıyla ilgili olarak her türlü özveriyi gösterdim.

BAŞKAN – Evet, yardımcı olduğunuzu söylediniz, tutanaklara geçti.

Teşekkür ederim.

Madde üzerinde şahıslar üzerine…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, biraz önceki konuşmacı beni eliyle işaret ederek “Adnan Menderes’e hakaret etti.” diyerek… (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Müsaade ederseniz, bir dakika…

BAŞKAN – Edemem Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir dakika efendim.

BAŞKAN - Sayın Genç, edemeyeceğim, kusura bakmayın.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, beni dinleyin yani.

BAŞKAN – Buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakın, o gün ben konuşurken siz benim konuşmamı tamamlamama müsaade etmeden kestiniz mikrofonu. Böyle bir yetkiniz de yok. Ama ben ne demek istediğimi açıklamadım.

BAŞKAN – Sonra tekrar açıkladınız Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır efendim. AKP’liler her yerde bu lafımı istismar ediyor. Lütfen, bana bir müsaade edin, bir dakika verin, ben konuşayım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.

Bakın…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, Adnan Menderes’e hiç hakaret kastım yok. Bunu bir açıklayayım efendim.

BAŞKAN – Şimdi, Sayın Genç, o gün…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, benim maksadım Tayyip Erdoğan’dı.

BAŞKAN – Tamam, biliyorum. Tamamdır…

KAMER GENÇ (Tunceli) - Tayyip Erdoğan, her vesileyle insanları istismar ediyor. Bir müsaade edin de… Yani ben…

BAŞKAN – Şimdi kayıtlara geçti Sayın Genç bu.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama efendim… Sayın Başkan, bakın…

BAŞKAN – Teşekkür ederim. Teşekkür ederim Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Bize karşı özel bir davranış içindesiniz.

BAŞKAN – Efendim?

KAMER GENÇ (Tunceli) - Bana karşı özel bir davranış içindesiniz.

BAŞKAN – Hayır, asla öyle bir şey içinde değilim. Sonradan…

KAMER GENÇ (Tunceli) - O gün beni çok zor durumda bıraktınız. Benim amacımı aşan bir görüntü yaratan ve AKP’liler öyle ağızlarına dolandırmışlar…

SUAT KILIÇ (Samsun) – Hayır, şahsından bahsetmedim.

BAŞKAN – Sayın Genç, ben sizin…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya ben Menderes’e niye hakaret edeyim?

BAŞKAN – Üzerine konuştunuz Sayın Genç onun…

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan…

KAMER GENÇ (Tunceli) - Ben Menderes’in partisinde siyaset yaptım

BAŞKAN – Sayın Genç… Evet, beraber siyaset yaptık.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Ama Menderes’i kendilerine lider olarak seçen insanlara, ben bazı yönlerini belirtmek istedim.

BAŞKAN – Sayın Genç… Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) - Menderes’e hakaret kastım yok efendim.

BAŞKAN – Sayın Genç, bakın… Evet, oldu…

KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) – Senin Grup Başkan Vekilin var, ne konuşuyorsun!

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan, tutanaklara geçti, o günün konusunun bugün tartışılmasının bir gereği yok.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ölen devlet büyüklerine, benim…

BAŞKAN – Sayın Genç, teşekkür ederim.

SUAT KILIÇ (Samsun) - Ben Akif Bey’i gösterdim. Akif Bey, o hatayı düzeltti ve…

BAŞKAN - Sayın Kılıç, lütfen, siz de oturursanız…

Sayın Genç ve Sayın Kılıç…

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 12.38

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 12.46

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 40’ıncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575) (Devam)

2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon burada.

Hükûmet burada.

Şimdi söz sırası şahsı adına Ankara Milletvekili Sayın Burhan Kayatürk’e aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Kayatürk.

Süreniz beş dakika.

BURHAN KAYATÜRK (Ankara) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Avrupa Birliğinin bağış, hibe ve yardımlarını kapsayan 12’nci madde üzerinde söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, cumhuriyet tarihimizin en önemli çağdaşlaşma projesi olan Avrupa Birliğinin ülkemizin kalkınmasına çok büyük katkılar sağladığını hepimiz biliyoruz. Kopenhag Kriterleri ile demokrasimize, Maastricht Kriterleriyle ekonomimize yapılabilecek bütün katkılar için elimizden geleni yapıyoruz, en üst düzeyde faydalanmaya çalışıyoruz.

Sekiz yıllık İktidarımızda, sadece demokratik ve ekonomik kriterlerinde değil, hayatımıza uygulayabileceğimiz bütün standartlarından faydalanmak için Hükûmetimiz bu sekiz yıl içerisinde canla başla uğraştı; çünkü bizim için Avrupa Birliğine girmekten çok daha önemli olan, Avrupa Birliği standartlarını insanımızın yaşamına getirmek ve insanımızın yaşam standartlarını Avrupa Birliği standartlarının üzerine çıkarmaktır. İşte bu bağlamda, Avrupa Birliği bağış, hibe ve yardımlarını da ihmal etmedik. Ülkemizin sivil toplum kuruluşları, üniversiteleri, KOBİ’leri, yerel yönetimleri, bu programlardan sonuna kadar faydalansın, en üst seviyede faydalansın diye elimizden geleni yaptık ve yapmaya devam ediyoruz.

Değerli arkadaşlar, sizi teknik ve rakamsal detaylarla yormak istemiyorum, özet olarak şu kadarını söyleyebilirim: Katılım öncesi mali yardım kapsamında, 2002-2010 yılları arasında, 40’ın üzerinde hibe programı uygulanmıştır. Bu programlara, 2.504 proje ile 325 milyon avroluk bir finansman sağlanmıştır. Ayrıca, şu anda değerlendirme aşamasında olan 12 AB hibe programı için 4.900 başvuru yapılmıştır ve burada bu başvurular değerlendirilmektedir. Bunun bütçesi de yaklaşık 59 milyon avrodur.

Proje süreci devam eden bazı önemli projeler şunlardır: Genç istihdamın güçlendirilmesi, kız çocukların okullaşma oranlarının artırılması, okul öncesi eğitimin güçlendirilmesi, Karadeniz Havzası’yla sınır ötesi iş birliği, Bulgaristan ile sınır ötesi iş birliği, mesleki yeterlilik merkezleri bu programların bazılarıdır.

Değerli arkadaşlar, yüzlerce uzman ve binlerce başvuruyla, bu programlardan en üst seviyede faydalanmak için Hükûmetimiz, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği ve Maliye Bakanlığı öncülük etmektedir. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz ki: Biz artık Avrupa Birliği hibelerini, yardımlarını Türkiye'nin ilerlemesi için kesinlikle bir şart, çok önemli bir ihtiyaç olarak kabul etmiyoruz. Türkiye artık hibe ve yardım alan bir ülkeden ziyade Afganistan’dan Pakistan’a, Özbekistan’dan Türkmenistan’a, Nijerya’dan Sudan’a kadar yıllık 1,5 milyar dolar kadar hibe ve yardım eden bir ülke konumuna geldi. E, tabii, Türkiye bu kadar büyük bir ülke olduğundan, sadece bu yardımları alınması için değil, aynı zamanda bu yardımların dışarıya gönderilmesi ve dışarıda Türkiye'nin etkinliğinin artması için büyük çabalar harcanmaktadır.

Ne diyor Amerikan diplomatı Rum diplomata? Diyor ki: “Türkiye artık süper bir güç, Türkiye’ye baskı yapma şansımız kalmadı.” Gerçekten, bizim -Avrupa Birliği Uyum Komisyonu üyeleri, Türkiye Avrupa Birliği Karma Parlamento üyeleri, Başkanıyla beraber- gittiğimiz yerde, Avrupa’da ne kadar rahat olduğumuzu, ne kadar atakta olduğumuzu, artık kesinlikle savunmada olmadığımızı sizlerin bilmesini çok istiyorum.

Bu arada, tabii, aramızda oturan Başmüzakerecimizin de Avrupa’daki basın toplantılarındaki öz güveni Türkiye'nin gelişmişliğinin en önemli örneğidir. Siz yüzde 8 büyüyen bir ülke olarak yüzde 1,5 büyüyen dünya ve Avrupa’ya hitap ettiğinizde ne kadar rahat olursanız, o da o kadar rahat oluyor.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kayatürk.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, tekrar sormak istiyorum: 1992 yılında kurulan yirmi iki üniversite arasında bütçesi en az artırılan üniversitenin Dumlupınar Üniversitesi olmasının özel bir nedeni var mıdır? Öğrenci başına düşen bütçenin Giresun Üniversitesinden sonra yine en düşük miktarda Dumlupınar Üniversitesinde gerçekleşmesinin sebebi nedir? Bunu özellikle öğrenmek istiyorum.

İkincisi: Üniversite bütçelerinin yüzde 23 oranında artırıldığı iddiası geçen yıl yüzde 6,6 oranında artırılmış bütçeye göre yüzde 23’tür. Dolayısıyla, iki yılın ortalamasına baktığımızda, genel bütçe artışının altında bir artış vardır. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Enöz

MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Rekabet gücünün artırılması, haksız rekabetin önlenmesi hususunda ekonomideki kayıt dışılığın en azından azaltılması son derece önemlidir. Zaten içinde bulunduğu şartlar ve yüklerle reel sektör zor durumdadır. Kayıt dışılığın önlenmesi için acil bir eylem planınız bulunmakta mıdır? Haksız rekabete karşı reel sektörü nasıl koruyacaksınız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, dünkü cevap alamadığım suallerime devam etmek istiyorum.

Dün sorduğum, emekli maaşlarındaki adaletsizliği giderecek olan ve seçimlerden önce de söz vermiş olduğunuz intibak yasasını çıkaracak mısınız? Çıkaracaksanız ne zaman çıkaracaksınız, çıkarmayacaksanız bu adaletsizliği ne şekilde gidermeyi düşünüyorsunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Özdemir…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.

Sayın Bakana soruyorum: Öncelikle Suriye özelinde Gaziantep’in bu ülkeyle olan ticari ilişkilerinin geliştirilmesi için şu sorunların giderilmesi gerekmektedir: Komisyon ve masrafların yüksek olması, Suriye ticaret bankalarında teminat limitlerinin düşük olması, bunlardan dolayı aracı banka kurumlarının maliyetlerinin artması, banka hizmet seviyesinin etkin olmaması ve hâlihazırda orada bir Türk bankasının olmaması. Ayrıca, özellikle müteahhitlik sektörünün serbest olmaması, Suriye ile ilişkilerde transit nakliye işlemlerinde geçiş ücretlerinin yüksek olması ve Suriye gümrüğünde Türk araçlarının konvoy oluşturmasından doğan sorunlar. Bunlarla ilgili bir çözümünüz var mıdır? Gaziantep için bu son derece önemlidir. Zatıaliniz de oranın milletvekilisiniz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Kaptan…

OSMAN KAPTAN (Antalya) –  Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın  Bakan, torba yasa tasarısından ne kadar para bekliyorsunuz? Toplanan bu paralardan, emekliye, memura, özürlüye, işçiye, çiftçiye, gazilere, dul ve yetimlere verecek misiniz? Dünyanın en pahalı benzinini kullanıyoruz Türkiye’de. Benzini, mazotu ucuzlatacak mısınız? Elektriğe yapılacak zamdan vazgeçilerek ucuzlatacak mısınız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

AKP İktidarında hastanelere tedavi olmak amacıyla giden insanların hepsinden katılım payları alınmaktadır. Ancak katılım payları öyle ki, yeşil kartlılardan bile alınıyor. Emekli, dul ve yetimler bunu ödemekte bayağı zorlanıyorlar. Hatta ödeyemedikleri için hastaneye bile gidemiyorlar. Bundan dolayı da tedavileri gecikiyor. Bununla ilgili, en azından gelir grupları düşük olan insanlardan katkı paylarının alınmamasıyla ilgili çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Yaman…

M. NURİ YAMAN (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, bir önceki maddede sorduğum sorunun yanıtını alamadım. Bunun yanında sormak istiyorum: Diğer kamu kurumlarında aynı kadro ve unvanlarda bulunan memurlara kadro derecelerine göre yeşil pasaport verildiği bilinmektedir. Maliye Bakanlığı kurumlarında çalışan birçok personeliniz lisans ve lisansüstü sahibi olmalarına rağmen kadro verilmediği için ilk üç dereceye intibakları yapılamıyor ve yeşil pasaporttan da yüzlerce kişi, binlerce kişi Bakanlığınızda yararlanamıyor. Bu konuda bir düzenleme yapmayı, bu haksızlığı gidermeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Yıldız…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, 2002 yılında kredi kartı borç tutarı 4 milyar 335 milyon, 2009 yılında 37 milyar 612 milyon. Ödenmeyen çek tutarı 2002’de 2 milyar 203 milyon, 2009’da 17 milyar 681 milyon. Ödenmeyen senet tutarı 817 milyon 2002’de, 2009’da 7 milyar 777 milyon. Bu, nasıl bir ekonomik başarıdır, anlatabilir misiniz?

BAŞKAN – Sayın Bakan…

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, tabii, her türlü istatistiği ortaya koyabilirsiniz ama ben de size Türkiye’deki taşıt sayısının 2’ye katlandığını, ne kadar konut satıldığını, ne kadar beyaz eşya satıldığını, bunların hepsinin örneklerini vererek o sizin ortaya koyduğunuz istatistiklerin de yani bir şeyi…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Hepsini krediyle…

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Dolayısıyla, tabii ki siz, Türkiye’de 2000’li yılların başında faizler yüzde 100’ler, yüzde 80’ler, yüzde 60’lar civarındayken, aylık kredi kartı faizi yüzde 5’lerde iken kredi kullanım imkânlarının sınırlı olduğunu bilirsiniz. Bugün faizler, hazinenin borçlanma faizleri yüzde 7’lere kadar düşmüş, kredi kartı faizleri veya tüketici kredileri faizleri aylık yüzde 1’in altına düşmüş, imkânlar artmış, daha çok vatandaşımız borçlanıyor. Dolayısıyla, o miktarlar anlamında artış da son derece makuldür ama Türkiye'nin bu toparlanmasıyla birlikte bir iyileşme olduğu da ortadadır.

Şimdi, birçok soru var. Suriye’yle ilgili olarak gündeme getirdiğiniz hususları aslında ben de Suriye ziyaretimde Maliye Bakanıyla konuşmuştum ve o nedenledir ki biz hem özel sektör hem de Ziraat Bankasının orada bir şube, daha doğrusu bir banka açmasına yönelik olarak yoğun bir çaba içerisindeyiz. Suriyeli yetkililer, bu konuda ciddi bir şekilde yardımcı oluyorlar. Bir sermaye konusuna takılmış. İnşallah o çözülünce bu bahsettiğiniz hususların çoğu çözülür ama gerçekten de Gaziantep, o bölgede bu komşularımızla yaptığımız açılımlardan en fazla yararlanan ilimiz olmuştur. Önümüzdeki dönemde de tabii ki bu devam edecektir.

Şu anda intibak yasasına ilişkin bir çalışmamız söz konusu değildir ancak şunu yapıyoruz: Sürekli bir şekilde en düşük maaşı alan emeklilerimize en yüksek oranda artışı vererek aslında bir anlamda adaletsizliği gidermeye yönelik bir sürecin içindeyiz.

Bakın, 2011 yılında, değerli arkadaşlar, en düşük emekli maaşı yüzde 20’nin üzerinde artacak. Enflasyonun neredeyse 4 katı bir artış bu. Tabii ki en yüksekle en düşük arasındaki farkı sürekli bir şekilde azaltmaya yönelik bir çaba.

Kayıt dışılıkla ilgili olarak aslında dün örnekler vermiştim. Bizim bir stratejimiz var. O stratejimiz çerçevesinde epey bir uygulamaya da başladık. Akaryakıt pompalarına kaydedici cihaz takmaktan tutuverin, efendim, belli tutarları aşan tahsilat ve ödemelerin bankalar aracılığıyla yapılmasından, KDV iadelerinde yeni bir sisteme geçişten, daha fazla denetim elemanı almaktan tutuverin, birçok düzenlemeyi ben sizlerle paylaşmıştım.

Kayıt dışılık hakikaten çok önemlidir. Sadece bir vergi kaybı olarak ben bakmıyorum. Gerçekten de Türkiye için kaybedilmiş bir fırsat. Neden? Çünkü kayıt dışılık ne kadar azalırsa şirketlerimiz kendilerini o kadar yenileyebilirler, o kadar verimli, o kadar yenilikçi bir şekilde çalıştırabilirler ve dünyayla rekabet gücüne kavuşurlar. Dolayısıyla, ben kayıt dışılığı aslında hakikaten Türkiye'nin en büyük yapısal problemi olarak görüyorum, sadece bir vergi kaybı meselesi değildir.

Değerli arkadaşlar, tabii ki, bu torba tasarısındaki yapılandırmadan ne kadar bekliyoruz, bu konuda bizim şu anda ortaya koyduğumuz bir tahmin yok. Nedeni şu: Birçok husus var. Bu hususlardan, mükelleflerin ne kadarı katılacak, ne kadarı… Çünkü bir kısmı da gönüllülük esasındadır. Yani biz hiç kimseye “Matrah artırın.” demeyeceğiz, hiçbir şekilde. Ben özellikle talimat verdim, hiçbir denetim elemanımız veya vergi dairesi başkanlığımız bu konularda mükelleflerimizi hiçbir şekilde zorlamayacaklar. Dolayısıyla tamamen önemli bir kısmı, gönüllü uyumla ilişkilidir. O çerçevede bizim şu anda bir tahminimiz yok ama olur da gelir gelirse, o gelirlerin bir kısmı tabii ki borç azaltmada ama bir kısmı da bu ülkenin sağlığına, eğitimine ve diğer ihtiyaçlarına ayrılacaktır ki bunun için de sizin gündeme getirdiğiniz emeklilerimize ve diğer vatandaşlarımıza daha fazla imkân olarak sunulması tabii ki mümkündür.

Şimdi, katılım payına gelince, katılım payı aslında devletin bir gelir saikiyle yaptığı bir uygulama değildir. Katılım payının amacı talep yönetimidir, kaynakların doğru kullanımıdır, hastalarımızın doğru alanlara yönlendirilmesidir. Şimdi, ciddi bir hastalığı olmayan vatandaşımızın doğrudan doğruya bir hastaneye, uzman bir hastaneye gitmesi yanlış bir kaynak kullanımıdır. O nedenle aile hekimliğine gidenlerden hiçbir şekilde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Süreniz doldu Sayın Bakan.

12’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum:  Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 13.03

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 40’ıncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.

Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Tasarının 13’üncü maddesini okutuyorum:

Muhtelif gelirlere ilişkin hususlar

MADDE 13 – (1) Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün yabancı ülkelere verdiği meteorolojik ürünlerin bedeli ve yabancı ülkelerden aldığı meteorolojik ürünlerinin diğer yabancı ülkelere veya yurt içindeki kişi ve kurumlara, yabancı ülkelerin de anılan Genel Müdürlüğün meteorolojik ürünlerinin diğer ülke ve kişilere satışından yıl içinde elde edilecek döviz cinsinden tutarlar, T.C. Merkez Bankası nezdinde açılacak özel hesaba yatırılır. Bu tutarlardan ilgili anlaşmalar gereğince yurt dışı kuruluşlara ödenmesi gereken tutarlar, bu özel hesaptan Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün talimatıyla T.C. Merkez Bankasınca transfer edilir. Geri kalan tutarlar, ilgili Genel Müdürlüğün talimatıyla T.C. Merkez Bankasınca döviz alış kuru üzerinden Türk Lirasına çevrilerek Genel Müdürlüğün ödemelerini yapan muhasebe birimi hesabına aktarılır. Muhasebe birimi hesabına aktarılan bu tutarlar, genel bütçeye gelir kaydedilir.

(2) 2006 yılından önce katma bütçeli olan idarelerden 5018 sayılı Kanunla genel bütçe kapsamına alınanların ilgili mevzuatında belirtilen kurum gelirleri, genel bütçe geliri olarak tahsil edilir.

(3) 4/12/1984 tarihli ve 3096 sayılı Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtımı ve Ticareti ile Görevlendirilmesi Hakkında Kanun kapsamındaki tabii kaynakların ve tesislerin işletme haklarının devrinden elde edilen gelirlerin tamamı genel bütçeye gelir kaydedilir.

BAŞKAN – Madde üzerinde ilk söz Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Hakkâri Milletvekili Sayın Hamit Geylani’de.

Buyurun Sayın Geylani. (BDP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

BDP GRUBU ADINA HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan, 2011 Merkezi Yönetim Bütçesi Yasa Tasarısı’nın 13’üncü maddesi üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, konuşmamın başında bugünden başlayarak meteorolojinin hava bültenlerinde barış ve demokrasi esintisiyle dolu olmasını diliyorum. Ne var ki bu dileğe karşıt 2011 yılı bütçesi, Türkiye halklarının hiçbir özlemine yanıt olmadığı gibi, Türkiye bütçesi olmanın ötesinde AKP’nin seçim bütçesi olmuştur.

Bir gerçek var ki demokrasinin, hukukun ve de en temel insan haklarının uygulanmadığı ülkelerde ekonomik kalkınma gerçekleşemez, refah ve toplumsal barış sağlanamaz, kalıcılaşamaz.

Kuşkusuz militarist yönetimlerde ülke kaynaklarının savaş bütçesine ayrılması nedeniyle bu ülke halkları bugüne kadar yoksulluk ve açlığın cenderesinde kalmışlardır.

Tarihte ve bugün, iç savaşın yaşandığı, demokrasi ve özgürlüklerin askıya alındığı ya da tümden kaldırıldığı hiçbir ülkede ekonomik kalkınma ve şeffaf bir kamu mali yapısı görülmemiştir ve de görülemez. Böylesi ülkelerde yoksul ve emekçi halkların sırtından elde edilen gelirler bir avuç savaş rantçılarına ve yolsuzluk yapan ihaleci kesimlere dağıtılmıştır. Bu ülkelerde orta sınıf yok denecek kadar azdır, nüfusun büyük çoğunluğu açlık ve yoksulluk sınırındadır, küçük bir azınlık ise ülkenin tüm kaynaklarını haramca paylaşmaktadır. Oysa özgürlüklerin hâkim olduğu, demokrasi ve hukukun işlediği, tüm aidiyetlerin kendilerini ifade ettiği ülkeler de bugün dünyanın güçlü ve ekonomik refah düzeyi en yüksek olan ülkeleridir. Bu nedenle, Türkiye'nin adil bir bütçeye sahip olabilmesinin yolu barış, eşit temelde yurttaşlık ve gerçek anlamda demokrasiden geçmektedir.

Değerli arkadaşlar, ezberler devam ediyor ve hiç de değişmiyor. Sistemin ezberleri ret, inkâr ve imhadır ama buna karşı demokrasi güçlerinin ezberleri toplumsal barış ve özgürlüklerdir. Özgürlüklerin anası da kuşkusuz ana dil hakkıdır çünkü bu hak bireyin veya toplulukların en doğal hakkı olup bir vazgeçilmezliktir. Çeyrek yüzyıldır yaşanan kaos Kürt dilinin inkâr ve reddinden kaynaklıdır. Türkiye, bir yandan uluslararası topluluğun üyesi olma çabasındadır; bu amaçla uluslararası sözleşmeleri kabul ediyor ve imzalıyor ama ne var ki kiminin yaşamsal maddelerine çekince koyuyor, kimisini de hiç kullanmıyor ve uygulamıyor.

Birkaç örnek verirsek: Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, yine Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve 2000 yılında imzalanan Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı; ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu sözleşmesi olan Lozan. Bunlar sadece birkaçı. Hâlen beğenmediğimiz ve yürürlükte olan Anayasa’nın 90’ıncı maddesinin uygulanmasıyla, sadece bunların uygulanmasıyla, başta ana dil olmak üzere ülkenin yaşamsal sorunları kendiliğinden çözülür, buna demokrasi ve toplumsal barış da dâhildir.

Değerli arkadaşlar, bütün insan hakları söylemleri ve uluslararası hukuki belgeler bir yana, bugün vicdan sahibi olan herkesin şunu söylemesi gerekmiyor mu: Ana dilde öğrenim görme talebi elbette meşru bir taleptir. Nasıl ki Türklerin çocukları kendi ana dillerinde öğrenim görüyorlarsa, aynı şekilde Kürtlerin çocukları ve diğer aidiyetler de kendi ana dillerinde eğitim ve öğrenim görmeleri gerekiyor çünkü kendi çocuklarının Türkçe öğrenim görmesini doğal görenlerin, Kürtlerin ya da başka aidiyetlerin benzer talebine karşı çıkması, en basitinden günahtır ve ayıptır.

Meclis ve mahkeme tutanaklarına eş zamanlı “bilinmeyen dil” veya “anlaşılmayan dil” yazımı, Parlamentonun kendi geçmişine olan yabancılaşmasını ve haklara olan inançsızlığını da göstermektedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluş yıllarına kısaca bir göz atarsak, o dönemde Parlamentoda Türkçe, Kürtçe, Arapça, Çerkezce ve başka dillerin de konuşulduğu hatırlatılmalı ve bunlardan sonuç çıkarılmalıdır. Ne yazık ki milletvekillerinin hak ve çıkarlarını koruma yerine savcıları göreve çağıran bir Parlamentodan demokratik adımlar beklenemez. Bu, 12 Eylül darbe Anayasası’nın çürümüş limanına sığınmak ve yargı vesayetini devreye sokmaktan başka bir şey olamaz.

Değerli arkadaşlar, ana dil üzerine yaşanan tartışmalar, gösterilen diğer tepkiler anlaşılır gibi değildir. Milliyetçi çevrelerin tepkisi asimilasyoncu devlet politikalarının devam ettirilmesi şeklinde tezahür etmektedir. Bu çevrelere şunu hatırlatmak gerekir: Türkler sadece Anadolu’da yaşamıyor, Balkanlarda, Kafkaslarda ve Orta Asya’da da yaşıyor. Türkiye’deki siyasetçiler haklı olarak Bulgaristan’da, Makedonya’da, Kosova’da Türklerin dil hakları için talep ediyorlarsa -ki, biz de bu talebi dile getiriyoruz- aynı talebi Türkiye’deki diğer aidiyetler için de istemeleri gerekmiyor mu? Orada yaşayan Türkler dil haklarını kullandıkları için o ülkeler bölünmediğine göre, neden bölünme korkusuyla bu ülkeye bir rahat verilmiyor? Tam aksine, milliyetçi çevrelerin asimilasyoncu politikaları ve bunun için gerekirse şiddet kullanılacağı mesajları Türkiye’yi böler. Asıl bundan kaçınmak gerekir. Asıl bölücülük, tek millet, tek kimlik ve tek dilde ısrar etmektir. Bu çevrelerin hak ve özgürlüklere olan bakış açılarını artık değiştirmeleri gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, ana dil bir haktır, doğal bir haktır, ilahî bir haktır, beşerî bir haktır. Ana dilin kullanılması, eğitilmesi, öğretilmesi önündeki tüm engellerin kaldırılması gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti ana dil hakkının kullanımını, eğitimini ve öğrenimini tanımalı ve gerekli anayasal ve yasal düzenlemeleri bir an önce yapmalıdır bu ülkenin toplumsal barışı, selameti ve demokratikleşmesi için. Bu, Türkiye'nin demokratikleşmesine ve toplumsal barışına hizmet edeceği gibi ayrıca, bize göre, bu bir mali yıl bütçesinden de daha önemlidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime son vermeden önce bir konuya da dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Bakınız, daha yeni Diyanette atanacak imam kadroları için Urfa ve Elâzığ’da yapılan sınavlara Hakkâri ve Van’dan gelen imam adaylarına mülakat sorularında din ve meslekle ilgili hiçbir soru sorulmamış ama bakın sorulan soruya, tam aksine: “12 Eylül referandumunda neden boykot oyu verdiniz?” gibi siyasi sorular sorulmuştur. Sonuçlarına bakıldığında ise yeterlilik ve kapasite sınavları yüksek olmalarına rağmen Hakkâri ve Van’da atanan imam sayısı parmak sayısını geçmiyordu; daha çok Kütahya, Yozgat, Ordu gibi diğer bölgelerin adaylarından atanması yapılmıştı. Buralara da atanma yapılmasın demiyoruz ama Hakkâri ve Van’da bulunan kadrolar ise bu durum karşısında boş kalmaktadır.

Şimdi, diyoruz ki AKP Hükûmeti, hiç olmazsa bu konuyu araştırmalı ve haksızlığı, mağduriyeti ortadan kaldırmalıdır.

Ayrıca, son çağrımız AKP’ye: Bari inanç konularında bu ülkenin yurttaşları arasında ayrımcılık yapmayın. Vallahi günahtır, büyük bir vebaldir!

Toplumdaki tüm ayrımcılıkların ve tekçi zihniyetlerin son bulması dileğiyle Genel Kurulu tekrar saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Geylani.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Aydın Milletvekili Sayın Ertuğrul Kumcuoğlu.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bütçe kanununun 13’üncü maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüş ve değerlendirmelerini ifade etmek üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Maddenin başlığı şu: “Muhtelif Gelirlere İlişkin Hususlar” Dolayısıyla, bu konuşmamda biraz Türkiye’deki maliye politikası çerçevesinde gelir politikaları üzerinde ve gelir idaresi üzerindeki düşüncelerimi eski, emektar bir maliyeci olarak sizlerle paylaşmak istiyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, Türkiye’de vergi gelirlerinin kompozisyonu özellikle Adalet ve Kalkınma Partisinin İktidarı döneminde çok ama çok ciddi şekilde bozulmuştur.

Bakın, ben size rakam vereyim: Bugün, 2011 bütçesi itibarıyla, artık, gelir bütçesi neredeyse tamamıyla dolaylı vergilerin üzerine abanmış durumdadır. Dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı çok ama çok düşmüştür.

Şimdi, Sayın Bakan burada yapmış olduğu konuşmada diyor ki: “Evet, bizde dolaylı vergilerin ağırlığı diğer OECD ülkelerine nazaran yüksek ama netice itibarıyla orada da  dolaylı vergilerin gayrisafi millî hasıla ve millî gelire oranı yüzde 10 civarında, bizde de yüzde 10 civarında. Bunda ‘Vergi yükü ağırdır.’ demenin ne âlemi var.” gibisine bir değerlendirme yaptı. Burada tam ifadesini okumuyorum vakitten tasarruf etmek amacıyla. Yani öyle diyor. Diyor ki: “Bunun, vergi gelirlerinin içinde dolaylı vergilerin payının yüksek olması neden olmaktadır.” Ha tam hastalığı teşhis etmiş diye bakarken arkasından devam ediyor: “Oysa…” diyor ve biraz önce verdiğim rakamları veriyor yani “Orada da yüzde 10, burada yüzde 10. Bunda şaşılacak ne var?” demeye getiriyor. Ama OECD ülkelerinin vergi yükü ortalaması yüzde 35 iken bizde yüzde 23 civarında. Dolayısıyla, mukayesenizi yaparken Türkiye'de dolaysız vergiler açısından OECD’nin çok gerisinde olduğunuz görülecektir.

Şimdi AB’ye giriş müzakereleri yapılıyor Türkiye'de. “Efendim şu başlık açıldı, bu başlık açıldı…” Son zamanlarda hiçbir başlık açtığınız yok ya, başka açılımlarla meşgul olduğunuz için, Brüksel açılımı sizi ilgilendirmiyor, bir başlık filan açtığınız yok. Ama bütün başlıkları açsanız bile bu vergi adaletsizliğiyle Avrupa Birliği yine bizi Avrupa Birliğine almaz, der ki: “Bunu düzelt de gel.” Biraz önce grup sözcünüz burada kalktı “Türkiye demokratik, sosyal bir hukuk devletidir.” Hukuk devleti olduğunu görüyoruz, her gün görüyoruz hukuk devletini; demokrasi tartışılır, böyle sosyal devlet olur mu? Çünkü bütün ekonomistler, bütün maliyeciler, bütün gelirciler bilirler ki dolaysız vergiler gayriadildir. Dolayısıyla, vergi adaletini sağlamanın yolu dolaylı vergilerden geçer.

Şimdi bakalım, dolaysız vergilerin payı azalmakla kalmıyor, Türkiye’de gelir vergisinin payı da çok gülünç seviyelere düşmüş durumda; gelir vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 5’in altında, toplam millî gelire oranı yüzde 1’in altında.

Sayın Bakanım, arkanızdaki bürokratlar çok iyi bilir, burada da maliye kariyerinden gelmiş arkadaşlarımız var, 1940’lı yıllardan beri, Maliye Bakanlığında ve Maliye Bakanlığı Gelir İdaresinde, insanların zihnî programlaması dolaysız vergiler üzerine kurulmuştur, özellikle gelir vergisi üzerine kurulmuştur. Bugün Maliye Bakanlığında, bir merkezî denetim elemanı, isterse maliye müfettişi, isterse hesap uzmanı, isterse gelirler kontrolörü olsun, iki sene üst üste katma değer vergisi incelemesi verirseniz, buna gücenir, alınır, bunu kendisine hakaret sayar. Bana niye gelir vergisi, kurumlar vergisi incelemesi verilmiyor diye yadırgar. Dolayısıyla, bu çarpıklığın biran önce mutlak şekilde değiştirilmesi lazım ve burada sizi girişimlerde bulunmaya davet ediyorum.

Şimdi başka bir konuya da temas etmek istiyorum. Siz, gelir vergisi almıyorsunuz da ne yapıyorsunuz? Dolaysız vergiler, özellikle dış ticaretten alınan vergilere yükleniyorsunuz. Burada dün polemik oldu, siz de kendinizi savundunuz; efendim işte petrolden alınan vergi şu kadar, efendim bu bu kadar diye birtakım örnekler verdiniz ve de rakamlara bakın diye de bir hayli iddialı konuştunuz. Dediniz ki: “2002 senesinde asgari ücretle şu kadar benzin alınıyordu, şimdi efendim bu kadar benzin alınıyor. Dolayısıyla, bizim dönemimizde insanların durumu daha iyi” falan dediniz fakat Sayın Bakan bir konuyu ihmal ettiniz; 2002’de bu hükûmeti biz size devrettiğimizde petrolün uluslararası piyasadaki fiyatı galon başına 150 dolardı, şimdi 90 dolar. Benzin tüketicisine nasıl kazık attığınızı şimdi görüyor musunuz? Ama, bunu görmezlikten geliyorsunuz ve hakikaten de bilmiyorsunuz ama şimdi gündeme gelmiş oldu. Dolayısıyla, 150 dolardan 90 dolara -haydi diyelim bugün 92-93 dolar- inen fiyatı bir şekilde yansıtmanız gerekirdi, yansıtmadınız.

Ne yapıyorsunuz? Dolaylı vergiler üzerinden fakir fukaraya kazık atıyorsunuz, doğru olmuyor.

Bunun ötesinde, bir de ben şu hususa temas etmek istiyorum: Devlet yönetiminin her şeysinde, ticari hayatta da bu önemlidir, yumurtalarınızın tamamını bir sepete koyamazsınız. Şimdi, siz burada dolaysız vergilere yükleniyorsunuz, dolaysız vergiler üzerinden ithalden alınan vergilere yükleniyorsunuz, ithalden alınan vergiler üzerinden petrole yükleniyorsunuz. Yarın, öbür gün, kısa bir zaman süre sonra kazara tekrar petrol fiyatları diyelim ki 150 dolara değil de 135 dolara yükseldiği takdirde siz de benzini 5 liradan satmak durumunda kalırsınız. O zaman bu ekonomi bu yükü kaldıramaz veyahut da bütçeniz bu ağırlığın altında ezilir. Dolayısıyla, vergilendirmede çeşitliliğe gitmek durumundasınız. Bunu dikkatinize getirip konuyu fazla uzatmadan başka bir konuya geçmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, biraz önce burada Çine Barajı ile ilgili bir tartışma oldu. Ben de bu konuda bazı katkılarda bulunmak istiyorum. Evet, Çine Barajı önemlidir Aydın Ovası için ve nitekim de bu sene bitirilmiştir, o veya bu şekilde, görkemli de bir tören yapılmıştır.

Şimdi, bakın, Çine Barajı öyle iki senenin içinde kotarılıp bitirilmedi. Çine Barajı’nın temeli atıldıktan sonra, biz, 57’nci Hükûmet döneminde, burada -o zaman Plan ve Bütçe Komisyonunda görev yapan Ali Uzunırmak Bey de gayet iyi hatırlar ve bilir olayı- bu baraja yüklü miktarda para aktardık bir an önce bitmesi için ama ne zaman ki siz iktidarı devraldınız, 2003, 2004, 2005, 2006, 2007 yıllarında baraja gerekli ödeneği vermediniz. Ne zaman ki 2007 seçimlerinde Aydın’da çok kötü bir sonuç aldınız, ondan sonra Başbakan arkadaşlara görev verdi “Bakın bakalım, Aydın’da durumu nasıl düzeltiriz?” diye, Çine Barajı’nın üstüne gittiniz ve güya durumu düzeltmeyi ümit ettiniz ama olmadı. Çünkü bu milleti enayi yerine koyarsanız, oy alamazsınız. Bakın, bunun altını çiziyorum, her şeyi yapabilirsiniz ama aptal yerine koyamazsınız, Aydınlı bunu çakıyor.

Şimdi, başka bir hususa temas edeceğim: “Buranın adına Adnan Menderes’in adını verdik.” Ne yapacaktınız? Recep Tayyip Erdoğan barajı mı diyecektiniz? Tabii, “Adnan Menderes Barajı” diyeceksiniz. O, sadece Aydın’ın ve Aydınlıların değil, Türkiye'nin gururu.

Ama ben, burada, size bir ayıbınızdan bahsedeceğim: Her yıl, her hafta, her gün yüzlerce açılış yapıyorsunuz, kurdele kesiyorsunuz. Sekiz yıldır iktidardasınız, daha bir ilkokula “Necmettin Erbakan” ismini veremediniz. Bu da sizin ayıbınızdır!

SUAT KILIÇ (Samsun) – Onu da size bıraktık.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - O da bu memleketin Başbakanıydı. Veremediniz. Çünkü, niye veremediniz? Ona verirseniz oy kaybedeceksiniz, Aydın’da verirseniz oy kazanacaksınız. Siz bu milleti bu kadar saf mı zannediyorsunuz?

SUAT KILIÇ (Samsun) – Ne alakası var Sayın Kumcuoğlu?

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Ne alakası var…

Hadi kalkın verin, gidin tabanınıza bunun hesabını verin. Gidin tabanınıza bunun hesabını verin.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Siz çok deneyimli bir isimsiniz, siz çok tecrübeli bir isimsiniz, ne alakası var bunların birbiriyle? Aşk olsun yani!

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Aşk olsun yani…

SUAT KILIÇ (Samsun) – Siz, devlet tecrübesi olan bir isimsiniz, aşk olsun yani! Ne alakası var?

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Efendim, devlet tecrübem olduğu için ve Sayın Erbakan’ın refakatinde devlet memurluğu yaptığım için, o da bu memlekette Başbakanlık yaptığı için…

SUAT KILIÇ (Samsun) – Ne alakası var?

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bir ayıbınızı yüzünüze söylüyorum, gidin düzeltin.

Efendim, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kumcuoğlu.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Burdur Milletvekili Sayın Ramazan Kerim Özkan. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

CHP GRUBU ADINA RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, kıymetli vatandaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına sizlerle görüşlerimi paylaşacağım.

Yaklaşık on gündür 2011 yılı merkezî yönetim bütçesini görüşüyoruz. Hükûmet yetkilileri, kürsüye çıkan milletvekilleri, bu süreçte, gerçekten, iktidara yönelik olan arkadaşlarımız, mangalda kül bırakmadılar; rakamlarla, bakanlarla pembe bir tablo çizdiler. Ben onlara şöyle söylüyorum…

BAŞKAN – Çok özür dilerim…

Sayın milletvekilleri, telefon konuşmalarınızı ya dışarıda ya da çok hafif bir sesle yapın, ben buradan ne konuştuğunuzu duyuyorum.

Buyurun Sayın Özkan.

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Onlara şu veciz sözle sesleniyorum: “Hoca Hoca, okuyuşun çok güzel ama çocuk öldü.” Çocuk öldü değerli arkadaşlarım.

Antalya’dan bir üretici kardeşim, Süleyman İlhan telefonla ulaştı, bizzat kendisiyle görüştüm. Kırtasiyeciydi, otuz yıllık, kırk yıllık birikimini geldi size güvendi hayvancılığa yatırdı. Bu hayvancılığın akabinde kredi kullanmadı, kendi olanaklarıyla otuz yıllık, kırk yıllık birikimini o mezraya, “Üretimden çıkış” dedi, “Türkiye üretimle kurtulur.” dedi üretim yaptı ama bunun karşılığında sizin yaptığınız ekonomi politikalarla hayvancılıkta ithalatı serbest bıraktınız, eli hamur, karnı aç bir vaziyette günlerini saymaya devam ediyor. Dün de bu ithalatı bir yıl uzattınız. Bunun acısını Trakya üreticileri, İç Anadolu üreticileri, Doğu Anadolu üreticileri, Burdur üreticileri, Balıkesir üreticileri, Çanakkale üreticileri, Bursa üreticileri üzülerek izliyor. Sayın Bakanım, bir an önce bu olaya el koymanız ve bu ithalatı durdurmanız gerekiyor. Bizim popülasyonumuz var, hayvan sayımız var, bir an önce bu ithalatı durdurunuz. Bu konuda taleplerimizi sizlerle paylaşmak isterim.

Değerli arkadaşlarım, bu süreçte, yine, pancar üreticileri… Bakın, süt 70, yem 70, pancar da 70. Bu iş bitmiş, tarım ve hayvancılık bitmiş değerli arkadaşlarım. Ekim zamanında 105 kuruştan pancarı alacağınızı taahhüt ettiniz, vatandaş yetiştirdi, üretti, çapaladı, gübreledi, suladı, kantara getirdi, 70 kuruşa şu anda pancar alıyorsunuz. Bu, vatandaşa bir zulümdür. Pancar üreticileri Türkiye'nin Erzurum’unda var, Kars’ında var, Burdur’unda var, Balıkesir’inde var, Trakya’sında var, coğrafyamızın tümünde pancar üreticileri var. 70 kuruştan pancar alıyorsunuz. Hafız İbrahim Acarlar Burdur’un Akçaköy’ünden feryat ediyor. Bunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Özçelik de duysun.

BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Beni her gün arıyor.

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Arıyor, beni de arıyor.

Şu gazetelere, televizyonlara bakamaz olduk. Memur perişan, öğrenci perişan, üniversiteyi bitiren gençler perişan, kamyoncularımız perişan, çobanlar perişan, köylüler perişan, Tekel işçileri, şeker işçileri perişan. İşçileri perişan ettiniz. Yani 3 Y ile mücadele edeceğiz dediniz ama 3 Y ile mücadeleniz de sınıfta kaldı, 3 Y ile mücadeleniz 3 yalana döndü. Yoksulluk bitti mi? Bitmedi. Yeşil kart sayısı her geçen gün artışa devam ediyor. Yolsuzluk bitmedi mi? Bitmedi. Yasaklar bitmedi mi? Yasaklar da bitmedi. Ormanları kapattınız; ormanları, meraları, yaylakları domuzlara bıraktınız; domuzlar cirit atıyor şu anda, hele tarlalarda fareler cirit atıyor. Bu konuda da, bunlarla mücadelede de sınıfta kaldınız. Yani yaptığınız işlerin hamamı var, kurnası yok, davulu var, zurnası yok.

Emekliyi mağdur ettiniz. Emekli önceleri şunu söylerdi: “Zeval verme elime, ayağıma, dizime; muhtaç etme oğluma, gelinime, kızıma.” Ama şimdi emekliye oğul da, gelin de, kız da, torun da muhtaç hâle geldi çünkü işsizlik arttı değerli arkadaşlarım. Buna da bir çözüm getirmeniz gerekiyor.

Ayakları baş, başları ayak yaptınız. Çiftçiyi azarladınız, Meclis Başkanını azarladınız; Tekel işçilerine, kömür işçilerine, öğretmenlere, üniversite öğrencilerine  zulüm yaptınız.

Ben Hükûmet yetkililerine sesleniyorum, bakın sizin dilinizden söylüyorum: Unutmayın, düşmez kalkmaz bir koca Allah. Şu veciz sözü de yine sizlerle paylaşmak isterim: “Zalimin zulmünü bir ah keser, mânii rızık olanın rızkını Allah keser.” Vatandaşın rızkıyla oynuyorsunuz, bu rızıkla oynamayın, buna sahip çıkın, toprağa sahip çıkın, koyuna sahip çıkın değerli arkadaşlarım.

Bakıyorum, AKP’liler olarak dünya malına çok tamah eder oldunuz. Vatandaşa din, iman, kendinize han, hamam yaptınız. Şu YİMPAŞ’ta, Kombassan’da, İhlasta, Deniz Fenerinde mağdur ettiğiniz din kardeşlerimize bile sahip çıkmadınız.

Bakın, dünya malı dünyada kalır. Bu insanlar dilini, dudağını bilmediği yaban ellerde, Almanya’da, Hollanda’da, Fransa’da temizlik yaptılar gece gündüz, gece vardiyalarına kaldılar, çalıştılar ama onların birikimlerini bu şirketler mağdur etti. Onlar şunu söylüyor, bakın yine sizin sözünüzden söylüyorum: “Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi; mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan. Elinle verdiğin, üzerine giydiğin, bir de yediğindir sana kalan. Adem Baba da girmişti bin yaşına, onun da başı kondu en sonunda musalla taşına.” Bu işçilerimiz bu feryatları yaparak geliyor değerli arkadaşlarım. Onların seslerine bir kulak verin. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Suat Kılıç, size sesleniyorum: Grup Başkan Vekili olarak o YİMPAŞ’ta, Almanya’daki işçilerimizin sesine lütfen kulak verin. Bunlar yatırımlarını… Çuval çuval para götürdüler, o zaman mark vardı, marklarını yatırdılar, on yıl geçti bu süreçte, hâlâ mağduriyetleri devam ediyor. Bunlara sahip çıkmanız gerekiyor.

Bütçe kaynakları arasında KDV var, kurumlar vergisi var, özel tüketim vergisi var, cezalar var, icralar var, MOBESE cezaları var, pul harçları var, var var, saymakla bitmiyor değerli arkadaşlarım, vatandaş veriyor. Ama bütçeye ceza gelirlerini kaynak olarak koydunuz. Kamyoncu esnafını perişan ettiniz. Kamyoncuya, vergi yetmiyormuş gibi otuz çeşit belge parası koydunuz. Bunların arasında K1 var, K2 var, L var, R var, SRC belgesi var, var da var. Bu belgelerden bir de üstelik para alıyorsunuz. Onlar ki taksitlerini ödeyemiyor. 10 numara yakıtla ömür tüketiyor, kaplama lastik kullanıyor.

Değerli arkadaşlarım, yine bu bütçede işverenlerin, çiftçilerimizin, emeklilerimizin, kamyoncularımızın, öğrencilerimizin, 73 milyon insanımızın alın teri var. Bu bütçeye katkı yapıyor bu insanlar. Ama “ithalat” adı altında yabancılara, bu toplanan paraları peşkeş çekiyorsunuz. “Bu nereden çıktı?” diyebilirsiniz. Tarım ve hayvancılık ülkesini ithal et, ithal süt, ithal süt tozu, ithal elma, ithal ayva, ithal sirke, ithal gül suyu… Bunlar neyin nesi arkadaşlar? Biz tarım ve hayvancılık ülkesiyiz, bunlar bu ülkeye yakışıyor mu? Bu yaptığınız ithalatlar Türk çiftçisine sıkılan birer kurşundur.

ALİ KOYUNCU (Bursa) – İhracatı da söyle ihracatı!

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – İhracatı söylüyorum. İhracatı…

ALİ KOYUNCU (Bursa) – İhracatı da söyle, ithalatı da söyle, madenciler…

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Çok güzel. Mermercilerimiz çalışıyor, onların getirdiği dövizleri haraç mezat bizim yapabileceğimiz işlere yatırıyorsunuz. Yazıktır, günahtır!

Ülkemizin Kara Hasan’ını, Kara Mehmet’ini, Kara Fatma’sını, Ayşe Kadın’ını unuttunuz. Bunlar ki kara kaşlı, helal aşlı insanlardı. Ama arkanıza dönüp bir bakın, devri iktidarınızda kara kaşlı, çatık kaşlı, haram aşlı insanları artırdınız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Türk toplumu alan el değil veren el olmak istiyor. Ama İktidarınızda veren elleri değil alan elleri çoğalttınız. Türk toplumu alın terini harcamakla mutlu olur ama uyguladığınız ekonomi politikalarıyla sadaka toplumu yarattınız.

Yine İktidarınızda, cinnet, cinayet, intiharlar arttı. İnsanlar gazete okumaktan, televizyon seyretmekten nefret eder oldu. İnsanların birbirine güveni kalmadı. Hoşgörü ortamı kayboldu. Eğitime, öğretime önem vermediniz. Haramı, helali, kul hakkını birbirine karıştırdınız. Allah’tan korkmadınız. Komşu komşusuna güvenemez oldu. Hani komşu komşusunun külüne muhtaçtı? Hani komşu boncuğu takılmazdı? Baba, oğluna kefil olamaz oldu.

Değerli arkadaşlarım, bu kadar milletvekilisiniz, az sayınız bu kadar, 348 milletvekili; aranızda, sıfır faizli kredi alanlara hiç kefil olan var mı? Yoktur ama bu memlekette, o sıfır faizli kredi alanlara kefil olan binlerce insan var, şu anda kara kara düşünüyorlar. Aldılar inekleri, bağladılar; fiyatlar düştü, süt fiyatları yerinde sayıyor, yem fiyatları arttı. “Bu yıl ne olacağız?” diye -her 4 kişi 1 kişiye kefil oldu- “Yarın benim hâlim ne olacak?” diye, insanlar kara kara düşünüyor, “Bu ithalatı durdurun.” diyor, feryat ediyor, “Bu sese kulak verin.” diyor.

Cumhuriyet tarihinde ilk defa “Kurbanlığını yurt dışından alan ülke” konumuna getirdiniz, âdeta Müslüman mahallesinde salyangoz sattınız. Elimizdeki dövizleri yabancılara peşkeş çektiniz.

Madem et ithalatı serbest bırakılacaktı, bu millete sıfır faizli krediyi niçin verdiniz değerli arkadaşlarım? Bu serbest bırakılacaktı, dışarıda vardı bu kaynak, bu kaynağı niçin harcadınız, bu sıfır faizli krediyi niye verdiniz? Eczacı, doktor, hâkim, hekim, iş adamı, tekstilci…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Sayın Başkanım, benim süremi kestiniz.

BAŞKAN – Yok, yok… Yani üç saniyeyi, yapmayın Allah aşkına!

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Üç dakika mı?

BAŞKAN – Üç saniyeyi, yapmayın Allah aşkına Sayın Özkan. Rahat konuşasınız diye toplam üç saniye sürmedi.

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Saygılar sunar, teşekkür ederim Sayın Başkanım. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özkan.

Şahıslar adına ilk söz Sakarya Milletvekili Sayın Recep Yıldırım’a aittir.

Buyurun Sayın Yıldırım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

RECEP YILDIRIM (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 13’üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. 20011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın “Muhtelif Gelirlere İlişkin Hususlar” başlıklı 13’üncü maddesi ve mahallî idarelere ilişkin Hükûmet politikamız hakkında sizleri bilgilendirmek istiyorum.

2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın “Muhtelif Gelirlere İlişkin Hususlar” başlıklı 13’üncü maddesinin birinci fıkrasında Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün meteorolojik ürünlerini diğer ülke ve kişilere satışından elde edilecek döviz cinsinden tutarların kullanımına, ikinci fıkrasında 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile genel bütçe kapsamına dâhil edilen ve 2006 yılından önce katma bütçeli olan idarelerin ilgili mevzuatında belirtilen kurum gelirlerinin genel bütçe geliri olarak tahsil edileceğine, üçüncü fıkrasında ise Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtımı ve Ticareti ile Görevlendirilmesi Hakkında Kanun kapsamındaki tabii kaynakların ve tesislerin işletme haklarının devrinden elde edilen gelirlerin tamamının genel bütçeye gelir kaydedileceğine ilişkin hükümler yer almaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu vesileyle, şimdi de sizlere mahallî idarelere ilişkin politikamızdan bahsetmek istiyorum.

Bizim için mahallî idarelerin mali yapılarının güçlendirilmesi büyük önem arz etmektedir. Zira, bu kapsamda mahallî idarelere genel bütçe vergilerinden ayrılan payın artırılmasına ilişkin düzenlemeyi 2008 yılında yürürlüğe koyduk. Bu düzenlemeyle mahallî idarelerimize ek olarak 2008 yılında 1,3 milyar TL, 2009 yılında 2,1 milyar TL transfer ettik. 2010 yılında bu transfer tutarının 3 milyar TL, 2011 yılında ise 3,2 milyar TL olmasını bekliyoruz. Böylece, kanuni düzenlemeyi takip eden dört yıl içerisinde mahallî idarelerimize ek olarak 9,6 milyar TL aktarmış olacağız. 2011 yılı bütçesinde ise mahallî idarelerin gelir payı yüzde 10,7 oranında artırılarak 23,7 milyar TL olarak öngörülmüştür.

Diğer taraftan, çeşitli nedenlerle içme suyu ve yol sorunu çözüme kavuşturulmamış köylerimizin sorunlarını 2005 yılından beri KÖYDES projeleriyle büyük ölçüde çözdük, çözmeye de devam ediyoruz. Bugüne kadar bu proje kapsamında 6,3 milyar TL ödenek ayrılmıştır. 2011 yılı bütçesinde ise KÖYDES projesi için 550 milyon TL ödenek öngörülmüştür.  Yine, kırsal kesimin yapısını desteklemek amacıyla BELDES projesi için 2011 yılı bütçesinden 400 milyon TL ödenek öngörülmüştür. Biz bu hizmetleri yaparken, bütçemizden bir alana kaynak tahsis ederken eşit ve adil davranıyoruz çünkü kamu kaynağını kim harcarsa harcasın hizmetten yararlanan bu ülkenin insanlarıdır. Biz insanımızı ayırmıyoruz, tüm vatandaşlarımıza eşit hizmet götürüyoruz, götürülmesinin imkânlarını araştırıp vatandaşlara hizmetin devamı için gereğini yapıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bunların yanı sıra, devredilen Köy Hizmetleri personelinin maaşları için il özel idarelerine transfer yapmaya devam edilmektedir. Sokak aydınlatma bedellerini hazineden ödemeyi sürdürmekteyiz. Belediyelerin katı atık tesislerini desteklemekteyiz. Atık su arıtma tesislerinin enerji desteğini devamlı şekilde sağlamaktayız. Bu suretle 2011 yılında mahallî idarelere toplam 27 milyar tutarında destek sağlamayı öngörmekteyiz. Diğer taraftan, şu anda Meclis gündeminde olan bir tasarıyla belediyelerin ihtiyaç fazlası sürekli işçilerini merkezî yönetim kapsamında belli bazı kamu idarelerine aktarılmasını sağlayacağız. Dolayısıyla belediyelerimizin personel giderlerindeki kaynak yükünü bir nebze olsun azaltmış olacağız.

Ben bu duygularla 2011 bütçemizin ülkemize hayırlı olmasını diler, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.

Şahıslar adına ikinci söz Antalya Milletvekili Sayın Abdurrahman Arıcı’ya ait… Yok.

İstanbul Milletvekili Sayın Ayşe Jale Ağırbaş? Yok.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ben söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç.

Süreniz beş dakika.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe tasarısının 13’üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.

Şimdi, bir bütçe gelmiş, bütçe demek için yüz tane şahit lazım. Hükûmet sırasında oturan kişiler, maalesef, milletvekillerinin sorduğu, işin özüne ilişkin soruları cevaplandıramıyor. Böyle bir kabine olur mu? Hükûmet sıraları her gün bomboş, hükûmet diye bir şey yok.

Perde arkasında birtakım karanlık oyunlar oynanıyor değerli milletvekilleri. Ülkenin Adalet Bakanı olduğunu iddia eden kişi yirmi saatliğine Amerika’ya gidiyor, kiminle görüştüğü belli değil, ne götürdüğü belli değil. Yani devletlerarası ilişkilerde aslında insanlar, yani bakanlar seviyesindeki olanlar giderken elçiliklere haber verirler, elçilikler bunların görüştükleri kişilerle ilgili zabıt tutarlar; böyle bir şey yok.

AHMET KOCA (Afyonkarahisar) – Ne biliyorsun?

KAMER GENÇ (Devamla) – Bu ancak, olsa olsa özel bir kurye. Yani Tayyip Erdoğan Hükûmetinin milletten, elçilikten, devletten sakladığı bir sırrı özel olarak Amerika’ya götürüyor ve Amerika’da verilen talimatı Türkiye’ye getiriyor. Dolayısıyla Amerika’da verilen bu özel talimatın ne olduğu belli değil. Çıksınlar, burada konuşsunlar, sizin onların adına konuşmaya hakkınız yok. Hükûmet burada; çıksın, desin ki: Ben Amerika’ya yirmi saatliğine şu nedenle gittim, orada şununla görüştüm.

KEREM ALTUN (Van) – Açıklama yaptı.

KAMER GENÇ (Devamla) – Arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin parçalanması konusunda çok hain planlar var. Bu hain planların uygulayıcıları maalesef Türkiye’de önemli mevkilere gelmişlerdir. Amerikan kontrolü altında Türkiye’de ciddi oyunlar oynanıyor. Biz burada parlamenter olarak bunları söylemek zorundayız. Artık korkunun hiç bir şeye faydası kalmamış, Türkiye her şeyi kaybetmiş. Türkiye, maalesef, işte seksen yıldır bu devlete düşman duygularını besleyen kişiler iktidarın, gelmiş, koltuğuna oturmuş, her şeyi gizlemişler, efendim, denetimi kaldırmışlar, devlete karşı, devleti ayakta tutan kurumlarını bir bir yok ediyorlar. Âdeta, şöyle bir şey derim, Türkiye Cumhuriyeti… AKP, artık, bugüne kadar bu devlete karşı verilen savaşta bindikleri araba ovaya çıkmış, düz ovada yürüyor. Bürokrasi tamamen tasfiye edilmiş, devleti koruyan hiçbir kurum yok.

Şimdi, ondan sonra birtakım Türkiye’de söylemler oluyor, ortada kimse yok, devleti şey eden kimse yok. İşin acayip tarafı, şimdi, “özerk Kürdistan projesi” diye bir proje açıklanıyor, bir arkadaş çıkıyor diyor ki: “Tam millî birlik ve beraberlik projesi.” Ne kadar güzel değil mi! Şimdi, AKP de aynı düşüncede. Türkiye’de rüşveti, talanı en büyük boyutlarda olduğu konular ortada iken bunlara karşı çıkıp da, maalesef, hep diyorlar ki: “Dürüst yönetim. Efendim, bizden daha dürüst yönetimi gördünüz mü?” Hukuk devletini ortadan kaldırıyorlar. “Efendim, hukuk devleti bizim zamanımızda işliyor.” diyorlar.

Arkadaşlar, bu kafayla… Bakın, bu memleket hepimizin. Bu memleketi çok sıkıntılı bir zemine sürüklediniz. Yani bakalım, 12 Haziran seçimlerine çıkar mı, çıkmaz mı? Bakın, bunları ben burada hissediyorum, tehlikenin farkındayım. Herkesin aklını başına toplaması lazım. Bu memleket çok ciddi sıkıntılar içinde. Bu sıkıntılara, maalesef, Türkiye’de iktidarda olan bir parti bunlara göz yumuyor. Türkiye’nin, kurumların yok olması için, devlet devlet olarak ortadan yok olması için, maalesef, hileli her türlü çabalar var, bunun karşısında direnen kimse yok.

Bir de bizim bölgede meydana gelen bir deprem nedeniyle… 8 Martta Elâzığ’da bir deprem meydana geldi, hâlâ o insanlara doğru dürüst yardım yapılmadı. Ben buradan soru soruyorum, diyorum ki: Bu 8 Mart depreminde Tunceli’de meydana gelen deprem sonucunda kaç tane ağır, kaç tane hafif, kaç tane orta hasarlı bina var? Cemil Bey burada çıkıyor, diyor ki: “Efendim, burada deprem yok ama, efendim, işte, 873 tane hasarlı bina var, 1.460 tane orta hasarlı var, 2 bin tane hafif hasarlı var.”

Şimdi, değerli arkadaşlarım, eğer burada deprem yoksa, bu insanların evlerini kim yıktı? Sonra, oradaki ağır hasar gören vatandaşlara başka yerde normal ev yapıyorsunuz, bunlara 47 metrekarelik bir prefabrik ev veriyorsunuz. Bu, insanlık duygusuyla bağdaşır mı? Böyle bir şey olur mu? Bu memlekette kanun önünde eşitlik varken, durup dururken Tuncelili vatandaşa onu veriyorsunuz ama başka yerde altında ahırı olan, insanca yaşamasını gerektiren bir konut veriyorsunuz.

Peki, teşekkür ederim efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Taner...

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakanım, 2010 yılı bütçesinde yatırımlara ayrılan pay ve gerçekleşme oranı nedir? 2011 bütçesinde yatırımlara ne kadar bir pay ayrılmıştır? Aynı oranlar 2002 yılı için kaç idi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Köse...

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, özürlülere ilişkin verilen mesleki rehabilitasyondan 2010 yılında kaç kişi yararlanmıştır? Bunlardan kaçı, özürlü kadrosunun, kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilmiştir?

İkinci sorum: Orman Kanunu gereği orman köylülerinin kalkınmalarına destek olmak amacıyla bir fon bulunmaktadır. Bu fondan yararlandırılan orman köylümüzün sayısı kaçtır? Ne kadarlık bir ödeme yapılmıştır? GAP bölgesi illeri ve Adıyaman ilimize, kaç orman köylüsüne bu fondan ne kadar ödeme yapılmıştır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Özkan...

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Önceki yıllarda şeker fabrikalarında kesintisiz altı ay çalışanlara kadrolar verildi. Şu anda yine binlerce geçici işçi şeker fabrikalarında kadro beklemektedir. Kadro bekleyen bu işçilerle ilgili bir çalışma var mıdır? Bunlar on beş yılını, yirmi yılını, yirmi beş yılını şeker fabrikalarında çalışarak geçirmişlerdir. Bu sorunlara ne zaman çözüm bulacaksınız?

Şu anda elektrik borçlarıyla ilgili tahsilatlar başlamıştır köylerde, elektrikler kesilmektedir. Bu konuda aftan dolayı vatandaş borçlarını ödememektedir. Bu konuda bir çalışmanız var mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Kaptan...

OSMAN KAPTAN (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, biraz önce bir sorum vardı torba tasarısından ne kadar para bekliyorsunuz diye, bu konuda mazot, elektrik ve benzin fiyatlarını ucuzlatacak mısınız diye. Bu soruya cevap vermediniz. Tabii ki bu paradan emekliye, işçiye para verecek misiniz diye.

Şimdi ikinci soruyu soruyorum, bu soruya cevap bekliyorum, ikinci soru da, toplumumuzda “Haberal yasası” diye tanımlanan hâkim, savcı ve diğer bürokratların işledikleri suç nedeniyle doğan tazminatları devlet ödeyecek yeni duruma göre. Suç şahsidir. Kişiler suçunun bedelini… Kişi suç işlediyse bunun bedelini niye millet, niye devlet ödeyecek? Bu, Anayasa’ya aykırı değil midir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tarım sigortası prim fiyatlarının çok yüksek olmasından dolayı çiftçilerimiz ürün sigortası yaptıramıyorlar. Bundan dolayı da çok büyük zorluk içerisinde kalınıyor. Örneğin, geçen yıllarda Tokat ilinin Kazova bölgesinde büyük oranda bir dolu afeti meydana gelmiş ve binlerce çiftçi de bundan zarar görmüştür. Buradaki ürün sigortasının oranı yüzde 3 civarındadır. Bundan dolayı da acaba önümüzdeki zaman süreci içerisinde veya siz, Bakan olarak, bazı ürünlerde ve risklerde uygulan muafiyet ve müşterek sigorta oranlarını yeniden düzenlemeyi ve bazı ürünlerde de sigortanın devletçe karşılanmasıyla ilgili bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Yaman…

M. NURİ YAMAN (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, 3’üncü kezdir aynı soruları soruyorum. Yani buna yanıt vermemenizden dolayı da üzüntülerimi belirtmek istiyorum. En azından şunu söyleyebilirsiniz, “Belki zaman yetmedi ama yazılı olarak yanıt verebilirim.” diyebilirsiniz.

Bakın, sizin kendi personelinizden yüzlerce kişi şu anda sizin ağzınızdan çıkacak olan yanıtı bekliyor. Neden bu Teşkilat Kanunu’nuzdaki gelir uzmanlığı sınavından bazı personelinizi mahrum bırakıyorsunuz? Bu bir haksızlıktır. Bu yasal düzenlemeyi yapacak mısınız?

İkincisi, kadrosuzluk nedeniyle bu kadrolara ataması yapılmayan kişiler yeşil pasaportlardan yararlanamıyorlar. Bunlarla ilgili bir düzenlemeyi yapmak sizce o kadar zor mudur? Bunlarla ilgili neler yapmayı düşünüyorsunuz? Bunlara yanıt verirseniz sevineceğim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Özdemir…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakana soruyorum: Plan-Bütçe Komisyonunda borçların yapılandırılmasına ilişkin torba yasa tasarısı görüşmeleri devam etmektedir. Vatandaşlarımız dört gözle bu yapılanmayı beklerken, vergi daireleri iki üç günlük vergi ödeme gecikmelerinde e-haciz yoluyla haciz uygulamaktadırlar. Torba yasa tasarısı yüz elli maddeyi geçmiştir. Şu anda dahi alakasız tekliflerle komisyon çalışmaları AKP Grubu tarafından geciktirilmektedir. Yasa tasarısının bir an evvel çıkarılması... Çıkıncaya kadar hacizleri durdurmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan...

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Son sorudan başlayacağım. Sayın Özdemir, tabii biz “Şu anda bir yapılandırma tasarısı getirdik diye ödemezlik içerisine mükelleflerimiz girmesin” şeklinde biz epey uyardık. Dolayısıyla hacizleri durdurmak diye bir şey söz konusu değildir, olamaz. Çünkü biz, maaşları ödemeye devam ediyoruz, eğitim hizmetlerine, altyapıya, yani vatandaşımıza hizmete devam ediyoruz. Bunu borçlanarak yapamayız. Dolayısıyla mutlaka vergileri toplamaya devam edeceğiz. Burada bir kesinti söz konusu olamaz. Ama bu tasarının bir an önce de Meclise gelmesini arzuluyoruz.

Şimdi, gelir uzmanlarına ilişkin sorunuzdan başlayayım. Tabii ki şu anda bir kanun var, o kanun çerçevesinde bu arkadaşlarımız kısmen sınava giremiyorlar. O yasayı değiştirme taraftarıyım. Arkadaşların girmesi için ne gerekiyorsa yapmamız lazım. Ne kadar çok çalışanımız sınavlara girerse ne kadar rekabet olursa o kadar da kaliteli, kamuya hizmet üretme imkânına kavuşuruz. Bu konu yönetmelikle çözülseydi yarın çözerdim. Yani birinci husus bu.

M. NURİ YAMAN (Muş) – Tamam, teşekkür ederim.

Kadro verilmesi...

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Bu kadro meselesini arkadaşlarla bir teknik düzeyde inceletmemiz lazım. Çünkü eğer kadroya bağlandıysa bunun bir mantığı vardır ama bu yeşil pasaport hususunu bir değerlendirmek lazım. Pasaport meselesi, sadece Maliye Bakanlığını ilgilendiren bir husus değildir, tabii ki İçişleri Bakanlığımızla da istişare etmemiz lazım.

M. NURİ YAMAN (Muş) – “Kadro yok” deniliyor ama ilk 3-4 dereceye gelen alabiliyor.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – İşte kadroya bağlanmasının da bir mantığı vardır muhtemelen kendisine.

M. NURİ YAMAN (Muş) – O zaman verin bu kadroları.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Tamam da işte kadrolar belli bir çerçevede veriliyor. O konuyu çalışacağız.

Şimdi, aslında ben “Torba yasasından ne bekleniyor, bu nereye harcanacak?” sorusuna cevap verdim. Siz ya burada değildiniz ya da beni dinlemediniz, tekrar ediyorum yalnız: Biz torba yasasından herhangi bir gelir beklentisi noktasında bir tahmin yapmadık. Nedeni de şu: Çünkü torba yasasındaki yapılandırma hususları aslında büyük ölçüde, mükelleflerin bu işe rağbet edip etmeyeceğiyle ilişkilidir. Dolayısıyla, biz çıkıp “Bizim şu kadar alacağımız var, biz şunun şu kadarını gerçekleştireceğiz.” desek, bu tamamen gelişigüzel ortaya konmuş bir rakam olur.

Eğer biz buradan ciddi anlamda bir gelir elde edersek bunu ne yapacağız? Öncelikli olarak, bunu Türkiye'nin borçlarının azaltılmasında kullanmayı ümit ediyoruz. İkinci olarak, Türkiye'nin altyapısına, araştırma geliştirmesine, eğitimine yani Türkiye'nin geleceğine yatırmayı ümit ediyoruz. Son olarak, tabii ki önemli ölçüde, vatandaşlarımızın refahının da artırılması için veya belli kesimlere transferler düşünülebilir. Yalnız, ben şunu düşünüyorum: Bir kerelik bir gelirin süreklilik arz eden bir harcamaya tahsis edilmesini doğru bulmuyorum. Yani emekli maaşlarımızı biz… 2011 yılında zaten en düşüğünün maaşını yüzde 21 civarında artırıyoruz. Şimdi bir daha, her yıl ödeyeceğimiz bir şeyi bir kerelik bir gelirle finanse etmek bu ülkenin yararına değildir, doğru bir yaklaşım olmaz, popülist bir yaklaşım olur.

Şimdi, bana kalırsa, hâkimlerle ilgili yapılan düzenleme doğru bir düzenlemedir, Anayasa’ya aykırı değildir, hâkimlerin güvencesi için de önemlidir ve doğrudur.

Şimdi, şeker fabrikalarında veya başka taraflarda geçici olarak, altı aydan az çalışanlarımıza yönelik şu anda bir çalışmamız söz konusu değildir. 2007 yılında 220 bin civarında bu türden çalışanımız tabii ki kamuya alındı ama şu an itibarıyla böyle bir çalışma gündemde değildir.

Yatırımlara gelince: 2002 yılında Türkiye'nin toplam yatırımları 7 milyar 880 milyon liraydı, bütçe içindeki payı yaklaşık yüzde 6,6’ydı. 2010’un gerçekleşmelerini vereyim ben size: 33,452 milyar lira, yani 7,9 milyar liradan 33,5 milyar liraya çıkmış; bütçe içerisindeki payı ikiye katlanmış, yüzde 6,6’dan yüzde 11,3’e çıkmış; gayrisafi yurt içi hasılaya oranı da 2010 yılı itibarıyla yüzde 2,2’den yüzde 3’e ulaşmış. Yani hangi parametreyi kullanırsanız kullanın, Türkiye’de yatırımlar mutlak anlamda artmış, Türkiye’de yatırımlar gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak artmış, bütçeye oran olarak da ikiye katlanmış.

BAŞKAN – Sayın Bakan, bir saniyeniz var, yazılı cevap vereceğinizi söylerseniz Genel Kurula…

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Geriye kalanlara arkadaşlarımız yazılı cevap hazırlayacak, sizlere ileteceğiz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

13’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

14’üncü maddeyi okutuyorum:

Yabancı ülkelere yapılacak hizmet karşılıkları

MADDE 14 – (1) Maliye Bakanı;

a) Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca yabancı ülkelere ve uluslararası kuruluşlara kiraya verilen veya bir hizmetin yerine getirilmesinde kullanılan kara, deniz ve hava taşıtlarından alınan kira veya ücret tutarlarını,

b) Türk Silahlı Kuvvetlerinin öğrenim ve eğitim müesseselerinde okutulan ve eğitim gören yabancı uyruklu subay, astsubay veya erlere yapılan giderler karşılığında ilgili devletlerce ödenen tutarları,

c) Emniyet Genel Müdürlüğünün öğrenim ve eğitim müesseselerinde okutulan ve eğitim gören yabancı uyruklu öğrenci ve personele yapılan giderler karşılığında ilgili devletler veya uluslararası kuruluşlar tarafından ödenen tutarları,

ç) NATO makamlarınca yapılan anlaşma gereğince yedek havaalanlarının bakım ve onarımları için ödenecek tutarları,

aynı amaçla kullanılmak üzere bir yandan genel bütçeye gelir, diğer yandan yukarıda yazılı idare bütçelerinde açılacak özel tertiplere ödenek kaydetmeye ve bu suretle ödenek kaydedilen tutarlardan yılı içinde harcanmayan kısımları ertesi yıla devretmeye yetkilidir.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Iğdır Milletvekili Sayın Pervin Buldan’a aittir.

Buyurun Sayın Buldan. (BDP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

BDP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 14’üncü maddesi hakkında Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

“Yiğitlik inkâr gelinmez

Tek'e-tek dövüşte yenilmediler

Bin yıllardan bu yan, bura uşağı

Gel haberi nerden verek

Turna sürüsü değil bu

Gökte yıldız burcu değil

Otuz üç kurşunlu yürek

Otuz üç kan pınarı

Akmaz,

Göl olmuş bu dağda...”

Böyle anlattı Ahmed Arif bundan yaklaşık altmış yıl önce Van’ın Özalp ilçesinde katledilen 33 Kürt köylüsünün can pazarını. Bu olay bir ağıt oldu o coğrafyada, lakin yalnız o 33 beden düşmedi ki toprağa, ondan önce de Zilan’da, Ağrı’da, Dersim’de dökülmüştü binlerce misli kan aynı topraklarda. Aradan altmış yıl geçti, altmış yıldır hiç aralıksız nice bedenler kurşunlara hedef oldu, daha da artarak devam etti öldürme olayları; ömrüne doymamış çocukların öldürüldüğü bir zalim coğrafyaya döndü yurdumuz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 14’üncü maddesini görüşüyoruz, millî savunmaya, Türk Silahlı Kuvvetlerine, Emniyet Genel Müdürlüğüne ayrılan bütçeyi görüşüyoruz, öldürme araçlarına ayrılan devasa bütçe oylarımıza sunuluyor. Doğal olarak bakma gereği duyuyoruz bu bütçe nereye gidiyor diye? TSK ne yapıyor, emniyet ne yapıyor, iyi savunuluyor mu ülke gerçekten bu kadar yüklü bir parayla? Yüzümüze çarpan tek gerçekle karşılaşıyoruz, yıllardır durmadan akan bir kan, savaş, hiçbir sonuca varmamış operasyonlar ve binlerce ölüm ortaya çıkan icraatlar oluyor. Şimdi, biz hangi akıl, hangi rasyonel yönetim anlayışı, hangi siyasi perspektif ve daha da önemlisi hangi vicdan ile bu bütçeyi onaylayabiliyoruz? Öldürmekle kurtarılabilseydi birtakım şeyler, Birinci ve İkinci Dünya savaşları insanlığın kıyameti olur muydu? Yahut her bombanın düştüğü yerde bir tek güzel çiçek açmaz mıydı? Bu mümkün değil çünkü insanlık tarihi bugüne kadar hiçbir savaşla inşa edilmiş güzel bir yaşama tanıklık etmemiştir. Savaşlardan sadece dersler alınarak diyaloğun önemi kavranmış ve bu nedenle de insan hakları, demokrasi gibi değerler ön plana çıkmıştır. Ülke yöneticilerinin dünyanın acılarla tecrübe ettiği bu gerçekliğin ışığı doğrultusunda hareket etmesi, bütçeyi de bu gerçeklik doğrultusunda planlaması izlenecek en doğru yol olacaktır. Ancak ne yazık ki bugün itibarıyla Hükûmetin bu düzeyde bir farkındalıkla hesap yapmadığı anlaşılmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Parlamentoya geldiğimizden bu yana sürekli olarak dile getirdiğimiz ancak Hükûmetin ısrarla karşısında üç maymunu oynadığı, gerek emniyet gerekse TSK tarafından gerçekleştirilen infazlar her geçen gün artarak devam etmektedir. Bu infazların meydana gelmesi kadar, Hükûmetin vurdumduymaz tavrı da güvenli bir ülkenin tesisi noktasında endişe yaratmaktadır. Nitekim, çocuklarını askere sağlam gönderip “İntihar etti.”, “Damdan düştü.”, “Kaza oldu.” gibi inandırıcılıktan uzak nedenler ile çocuklarının cansız bedenini teslim alan binlerce anne-babanın feryadı da duyulmamaktadır ve bu nedenle de bu şekilde gittikleri kışlalarda faili ortaya çıkarılmayan kişiler tarafından infaz edilen asker sayısı hız kesmemekte, her ay bu tür haberler bizlere ulaşmaktadır. Son yirmi yılda iki tabur asker bu şekilde, şüpheli ölümlerle yaşamlarını yitirmişlerdir. Buradaki çarpıcı nokta ise çeşitli nedenler öne sürülerek öldürülen askerlerin tamamına yakınının Kürt olmasıdır. Dünyada, şüpheli asker ölümleri sıralamasında Türkiye 1’inci ülke konumundadır ancak bu durum Hükûmeti hiç rahatsız etmemektedir. Yine, her sene onlarca Kürt çocuğu ya TSK’nın atış talimleri sırasında ya da TSK tarafından arazide bırakılan patlayıcı maddelere rastlamaları sonucunda ölmekte ya da sakat kalmaktadırlar. Milletvekili seçilmemizden hemen sonra seçim bölgem Iğdır’da TSK’ya ait patlayıcı bir maddeye rastlamaları sonucunda 2 çocuğun yaşamını yitirmesi üzerine, İçişleri Bakanına “Bu gibi olayların yaşanmaması için ne gibi tedbirler alıyorsunuz?” diye sormuştum. Sayın Bakan “Halkı patlayıcı maddeler konusunda bilgilendiriyoruz.” şeklinde yanıtladı sorularımızı ve Sayın Bakanın tedbirden saydığı bu ciddiyetsiz yaklaşım sonucunda geçen dört yıl içerisinde onlarca çocuk daha yaşamını yitirdi ve sakat kaldı.

Yine, Türkiye-İran sınırında sadece 2010 yılının başından bu yana, kaçakçılık yaptıkları gerekçesiyle onlarca insan infaz edildi. Hükûmet bu infazlarda İran devletinin de payı olduğunu açıklasa da, bugüne kadar İran askeri hakkında Hükûmet tarafından soruşturma başlatılmamıştır. Daha önce sormuştum ama yanıt alamamıştım, şimdi tekrar soruyorum: “Dönemimizde hiçbir faili meçhul cinayet işlenmemiştir.” şeklinde açıklamalarda bulunan İçişleri Bakanı ve Hükûmetin sayın sözcüleri, bu cinayetler faili meçhul değil de nedir? Ülkemiz toprakları içerisinde onlarca sivil yurttaşımız infaz edilecek ancak bu tetiği çeken tek kişi dahi yakalanmayacak! Bu durumu nasıl izah ediyorsunuz, hangi cinayet türünden sayıyorsunuz, çıkın açıklayın lütfen.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; emniyet güçleri tarafından gerçekleştirilen sivil infazların da rakamları açıklanmayacak kadar yükselmiş durumdadır. Bu infazların sık yaşandığı ülkemizde AKP Hükûmeti tarafından çıkarılan Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’ndan sonra rahat bir zemin buldu ve korkunç artışlar meydana geldi. Türkiye İnsan Hakları Vakfının verilerine göre son iki buçuk yılda tam 80 kişi polis tarafından infaz edildi. Bu konuda Bakanlığa verdiğimiz soru önergelerimiz ise yanıtsız kalmaktadır çünkü Hükûmet vahim düzeylerde gerçekleşen bu infazların sayısını açıklayamamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insanlar, ekmeğini, aşını kazandığı, kendini güvende hissettiği ve sağlıklı bir yaşam sürebildiği diyarları yurt edinirler. Aş, ekmek bulmanın zordan da beter bir hâle geldiği, güvenliğin sağlanamadığı bir yer vatan olmaktan çıkar. Nitekim, sınır boyunda ya da arazide, köyünün dağlarında gezerken bir yurttaş kendi devletinin silahlı gücünün kurşunlarına hedef oluyorsa, parkta otururken, motor sürerken ya da yolda yürürken polisin attığı bir kurşunla insanlar canlarından oluyorsa “Bu devlet niçin var?” diye sormak gerekir. Nitekim, devlet, en temelde, yurttaşlarının can güvenliğini sağlamak amacıyla vardır kendi silahlı güçlerine yurttaş öldürme hakkını vermek için değil.

Güvenliğin hiçbir şekilde tesis edilmediği ülkemizde sivil yaşamın da bizzat devletin silahlı güçlerinin tehdidi altında bulunması, bu güçlere ayrılan bütçenin ne amaçlar ile kullanıldığını göstermektedir. Millî Savunma Bakanının da ifade ettiği gibi, hayalî operasyonlar, diğer vurgunlar ise cabası. Silahlanmaya ayrılan bütçenin gereksiz büyüklüğü, bu halkın emeğinden ve geleceğinden çalmaktan başka hiçbir anlam ifade etmemektedir.

Militarist bir zihniyetle hazırlanmış bir bütçe elbette ki halkına, ihtiyaç olunan alanlarda refah sunmayacaktır. Bu nedenle bu bütçeyi onaylamadığımızı bir kez daha belirtir, Genel Kurulu saygıyla selamlarım. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Buldan.

Milliyetçi Hareket Partisi Gurubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Mithat Melen. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

MHP GRUBU ADINA MİTHAT MELEN (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına 14’üncü madde üzerinde konuşmak üzere söz aldım.

Şimdi, önce bu maddenin bir tanımını yapmakta yarar var çünkü buraya her çıkan maddeyle ilgili hiçbir şey konuşmadığı gibi, hakikaten, bütçe tekniğiyle ilgili de hiçbir şey konuşmuyor. Belki, oturup İç Tüzük’ü değiştirmemizde yarar var çünkü gerçekten teknik bazı şeyler var ki tartışılması gerekli ama hiç tartışmaya niyetimiz yok. İşin basitine inip siyaset yapmaya çalışıyoruz, onu da faydalı ve verimli bulmuyorum. Onun için, gerçekten, bu görüşme adabını veya görüşme düzenini yeniden ele almak gerekiyor.

Mesela, bu madde sanıldığından daha teknik ve önemli bir madde çünkü Türkiye'nin yurt dışına açıldığının gerçek bir kanıtı. Ayrıca da İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika Birleşik Devletleri’nin buna benzer bir maddeyle çok para kazandığı da bir gerçek. Yani hakikaten burada ilginç bir şey var: Mesela, Millî Savunma Bakanlığı, Jandarma, Sahil Güvenlik kurumları kara, hava nakil taşıtlarının kirasından para kazanıyor; ciddi bir şey bu. Ama bunlarla ilgili mevzuat daha yeterli değil, bunu artırabilmek çok önemli. Bunu teknik olarak hep birlikte bir tartışmamız lazım.

Ayrıca, yine Türk Silahlı Kuvvetleri, eğitim öğretim ile ilgili yabancı ülkeler ve uluslararası kuruluşlara eğitim vermekten dolayı yine bütçeye para geliri kaydedebiliyor ve bunu da harcamaya yetkili. İşte, burada da alanı genişletmek çok önemli. Bugün dünyada propagandanın yapıldığı yol bu. Böylece başka ordularda, başka akademik alanlarda ve kurumlarda birçok insan yetiştirip ülkenizin propagandasını yapıyorsunuz, sadece para kazanmakla kalmıyorsunuz. Onun için, yine önemli.

Üçüncüsü de, emniyet teşkilatı aynı işleri yapıyor. Hem gelir alabiliyor hem de yabancı ülkelerde hakikaten insanları yetiştiriyor.

Bir de son madde var ki burada bunları iyi bilenler farkındadır, NATO’nun yedek havalimanları var. Yedek havalimanlarının bakım ve onarım giderleri NATO tarafından karşılandığı zaman, bu, bütçeye ek gelir kaydediliyor. Şimdi, bu o kadar ciddi bir iş ki çünkü bu büyük bir para, gerçekten çok dar bir çevreye belirli imkânlar sağlayan önemli bir olanak. Bu olanağı da doğru dürüst kullanamıyoruz. Yani sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok tarafındaki NATO limanlarına, NATO havalimanlarına hizmet verip para kazanmak mümkün ve öyle dar bir alana sıkışmış birkaç tane şirketin elinde bu iş, tabii dünya şirketleri. Burada, Türkiye’deki mevzuatı biraz daha rahatlatabilirsek, bu imkânları daha açabilirsek, bu maddeleri biraz daha anlayabilirsek ve bu maddelerin faydasını idrak edebilirsek, herhâlde Türkiye’de bütçemize daha fazla gelir kaydettiğimiz gibi, ileriye dönük de bazı yatırımlar için, propaganda, tanıtım faaliyetleri için bazen milyar dolar harcamaya gerek yok, sizin yetiştirdiğiniz bir insanın dünyada belirli yerlerde görev almasını sağlamakla ilgili bir iş yapmış oluyorsunuz. Bu da ciddi bir politikadır ama “Uluslararası alana açılıyoruz, uluslararası alanda işler yapıyoruz, şunu yaptık, bunu yaptık.” demek yetmiyor, onun altyapısını tamamlamakla işe başlamak lazım, altyapısı da buralardan başlıyor ve bu maddeleri de anlamak gerekiyor, gerçekten çok teknik ama bunları burada tartışmadık.

Zaten, bütçeyle ilgili hiç teknik bir şey tartışmıyoruz. Tabii bütçenin bir genel siyaset olduğunu, ileriye dönük bir belge olduğunu hep birlikte biliyoruz ama bazı teknik konuları tartışmakta, ülkenin önünü açmakta yarar var çünkü hem Hükûmetin hem iktidar partisinin başta ekonomik konular olmak üzere, ciddi konuları Türkiye Büyük Millet Meclisine getirmeye çok niyeti yok. Hep, bunları bazen kapalı kapılar ardında, bazen de kendi içerisinde çözüp Türkiye Büyük Millet Meclisine izahat vermeden ki belki yine bir ekonomik komisyona burada gereksinim var, ihtiyaç var ekonomik komisyona ama kendi arasında, kendi içerisinde bunu kotarıp hallediyor. Mesela, yine tekrar -belki Sayın Maliye Bakanının da haberi yok- ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısının Meclise de geldiği yok zaten; o, bankacıları toplayıp önemli kararlar aldı dün veya biz basından öyle öğreniyoruz, haberimiz yok Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak ne kararlar aldığından. Niye biliyor musunuz? Bütün bu bütçedeki söylenenlerin aksine kararlar bunlar. Niye? Çünkü orada iç talebin kısılmasından söz edildi. İç talep kısılacak, bankalara bunun ciddi talimatı veriliyor. İç talep kısılacak, krediler kısılacak, hatta munzam karşılıklar artırılarak hem -döviz tevdiat hesaplarında hem mevduat hesaplarında- ne yapılacak? Talebi kısacaksınız ve para arzını kısacaksınız. Altı ay var seçime, para arzını kısmak gibi, bankaları mümkün olduğu kadar kısa vadeliden uzun vadeliye döndürmek gibi önemli bir projeyle bankaların karşısına çıkan bir başbakan yardımcısı… Mecliste bütçe konuşuluyor, Mecliste hiç bu konular konuşulmuyor, sorulmuyor bile Meclise, haberi yok Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve biz de burada sabahtan akşama kadar aynı siyaseti yaparak, aynı davulu çalarak kendi kendimizi tatmin ediyoruz. Bu bütçe o kadar gayriciddi bir hâle geldi ki hiç ciddiye alan yok bütçeyi. Hâlbuki bütçe çok önemli bir müessese, hakikaten, hele bir ülkenin… Bugün, Batılı demokrasilere bakalım bütçe nasıl teknik ve nasıl detaylı tartışılıyor. Hele böyle bir konu, Meclislere gelmeden Avrupa’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde hatta Asya’da, başta Japonya’da bu kadar basite indirgenir mi?

Dün olanlar Türkiye'nin ekonomik politikasında büyük bir sapmayı gösteriyor, talebi kısmak sapması. Bugünkü uygulanan politikanın, bugüne kadar gelen politikanın tam tersi, tamamen tersi. Nasıl ama? Hiç finansal istikrarla ilgili değil, yine parasal istikrarla, parasal politikalarla ilgili bir konu ama biz, finansal istikrarı temin etmekle görevli önce bütçeyi önümüzde çok önemli imkân olarak görüyoruz ama bütçe içerisinde bunu tartışmıyoruz, hiç haberimiz bile yok, hiç birlikte… Zaten, burada kürsüye çıkanlar da kendi görevlerini işte “Vazife yerine gelsin.” diye yapıyorlar, dinleyenler de dinliyor, dinlemiyor, idare edip gidip gidiyoruz. Bu memleketin bütçesi bu. Bu memleketin bütçesi hakkında zaten vatandaşın da en az bir fikri yok. Hâlbuki, yarın sabah, bunu çıkarmazsanız, maaşlarının ödenmeyeceğini bilen herhâlde az Türkiye’de ama bu önemi bizim artırmamız lazım. Biz çünkü hiç teknik konuşmuyoruz burada hep siyaset ve neyle ilgili konuşuyoruz? Hep “2001 yılında şu oldu, 2002 yılında bu oldu. Siz bunu yaptınız, biz bunu yaptık.” Peki, 2015 yılında ne olacak? Hiç, 2015 yılıyla ilgili bir planla, projeksiyonla ilgili, bu kürsüye çıkan birisi var mı? Yok. 2011 yılıyla, sözüm ona bütçede olması lazım o plan, projeksiyonun; hayır, bütçede burada Sayın Bakan başka şey ediyor, Başbakan Yardımcısı toplayıp bankaları başka şey ediyor. Yani, bankalar uyar, uymaz, onu bilmem ama onu anlatmıyorum, Türkiye Büyük Millet Meclisini devre dışına bırakmayı anlatmaya çalışıyorum. Nasıl Türkiye Büyük Millet Meclisini başta ekonomi gibi çok ciddi bir konuda devre dışı bırakacaksınız da o zaman demokrasiden söz edeceksiniz, o zaman parlamenter demokrasiden söz edeceksiniz? O zaman, kendi kendinize, her hükûmeti eline geçiren bildiği gibi yapar, buraya da izahat lütfunda bulunmaz, işler olur biter. Hayır, öyle olmuyor işte. Bakın, bazı şeyleri eleştirirken niye o 2001, 2002? Hep sık sık ağzında var iktidarın bu laflar. Niye o zaman o kesin hesap kanunlarına onay verdiniz? Vermemeniz lazımdı değil mi? Kesin hesap kanunu nedir? Belki dünyada tek ülkenin anayasasına koyduğu önemli bir imkân yani Millet Meclisine bahşettiği çok önemli bir imkân. Onu bile kullanmıyoruz, farkında değiliz ama geçmişe dönük eleştiri yapıyoruz.

Şimdi, 2009 yılının kesin hesap kanunu var, onunla ilgili de kimse bir şey söylemiyor, otomatik onaylanıyor. Belki dünyanın tek anayasası bizim Anayasa’mızda bu önemli madde var ki bu, Büyük Millet Meclisine bir lütuf kanun koyucu tarafından, onu bile fark etmiyoruz biz ama spekülatif anlamda bunu geçmişe dönük kullanmak kolay. 2001, 2002, hatta 2003, bütün oradaki kesin hesap kanunları onaylandı mı? Onaylandı. O zaman, o konuda konuşacak çok fazla bir şey yok. Şimdi bundan sonrakileri düşünelim, 2015 yılında ne yapacağımızı düşünelim, 2011 yılında başımıza ne gelecek onları düşünelim, ekonomideki sıkıntıları düşünelim, onlarla uğraşalım ama onlarla da uğraşmamıza gerek yok çünkü nasıl olsa bu bir rutin, bu alışılagelmiş bir şey, kendi kendimizi kandırmaktan başka bir şey yapmıyoruz.

Yüce heyeti bu duygularla saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Melen.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Şükrü Elekdağ. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Elekdağ’ın şahsı adına da bir söz hakkı mevcut, dolayısıyla, kendisine on beş dakika süre vereceğim.

Süreniz on beş dakika.

Buyurun. 

CHP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 14’üncü maddeyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini sizlerle paylaşmak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bundan önce bu kürsüde yaptığım konuşmada, Sayın İçişleri Bakanımızla Sayın Dışişleri Bakanımızın da hazır bulundukları bir oturumda, Türkiye için yaşamsal nitelikteki tehditleri ele almış ve bu konularda neler yapılması gerektiği hususunda bazı telkinlerde bulunmuştum.

Bu tehditlerden birincisi, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt devletine benzeyen bir siyasi yapılanma kurmak amacı ile başlatılan girişimdi. Açılım safsatası ile azdırılan terörist sözcüleri, artık hiç pervasız isyan bayrağını açmış ve “bağımsız özerk Kürdistan” modelini ilan etmişlerdi. Bu devletin bayrağı, öz savunma gücü, ayrı dili ve kendi meclisi olacak ve kendi kendisini yönetecekti. Bu devlet bölgenin ekonomik kaynaklarını kullanım ve tüketim hakkına sahip olacaktı. Türkiye Kürt halkıyla yeni bir sözleşme yapacak ve böylece esasta konfederal yani iki devletli bir sistem Türkiye’de uygulanacaktı.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Hoş geldin Şükrü Bey!

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Ama, bu duruma, değerli arkadaşlarım, daha da vahamet kazandıran başka bir çarpıcı gelişme daha vuku buldu. Bu da devlete muhatap mertebesine çıkarılan teröristbaşı Öcalan’ın, devleti, Hükûmeti tehdit etmesi ve sanki bir ültimatom vermesiydi. Öcalan şunları vurgulamıştı, Öcalan diyordu ki: “Önerimiz kabul edilmezse ve bu hususta bazı olumlu sinyaller bana gelmezse, o zaman ateşkese mart ayında son veririm. Türkiye’de korkunç bir çatışma başlatırız; ölen ölür, kalan kalır.” Öcalan, aynı zamanda, başlatılacak bu çatışmada kimsenin ölümden korunamayacağını, hatta bu tehdidinin Cumhurbaşkanını bile kapsadığını ima etmek cüret ve küstahlığını göstermişti. Bu arada güneydoğuda belediye başkanları Kürdistan bayrağını çektiler, yol tabelalarını Kürtçe yaptılar, iki dilli hayatı başlattılar ve böylece büyük Kürdistan’ın temellerini attılar.

Sayın İçişleri Bakanı Atalay benim açıklamalarımı dinledi fakat konuşma yapmak için bu kürsüye geldiği zaman, bu varoluşsal konuları doğrudan ele alıp bir görüş ortaya koymadı. O bir şey söylemediği gibi, Başkomutan konumundaki Sayın Cumhurbaşkanımız da bu konuda ses çıkarmadı ve böyle durumlarda yeri göğü inletmesini beklediğimiz Sayın Başbakan da bu konuda suspus oldu.

OSMAN ÖZÇELİK (Siirt) – Sen titret yeri göğü, sen!

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Bu son derece vahim, Türkiye Cumhuriyeti’nin gücünü, varlığını, itibarını hiçe sayan tehdidi Türkiye'nin başındaki kişiler duymazdan geldiler. Burada bir sakatlık yok mu değerli arkadaşlarım? Hükûmet mensupları neden sessiz ve tepkisiz? Neden dilleri tutulmuş bir hâl içindeler? Bunun nedeni, seçimlerde bazı bölgelerde oy almak için eylemlerin durması zorunluluğundan mı ileri geliyor? Bunun için de PKK’yla yapılan pazarlığa uymak mı gerekiyor?

Değerli arkadaşlarım, bu tutum vatan sevgisiyle, ahlaki ilkelerle bağdaşıyor mu? Bu tutum ülkenin bölünmesine göz yummak değil mi? Bu tutum şeytanla ittifak değil mi? Bu tutum şu kürsüden ettiğimiz yemine ihanet değil mi?

Ülkemiz geçmişte böyle bir fetret devrini yaşarken bakın ünlü şairimiz Mehmet Âkif duygularını nasıl ifade etmişti:

“Ey dipdiri meyyit! 'İki el bir baş içindir.'

Davransana... Eller de senin, baş da senindir!

His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?

Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.”

Evet değerli arkadaşlarım, hepimiz AKP’nin şu sorusunu yanıtlamamız lazım: Leş mi kesildik? Leş mi kesildik?

BENGİ YILDIZ (Batman) – Mehmet Akif’i sizin zihniyetiniz Mısır’a gönderdi. Şimdi Mehmet Akif’e sahip çıkıyorsunuz.

ŞÜKRÜ MUSTAFA  ELEKDAĞ (Devamla) – Dışişleri bütçesinin tartışılması sırasında da Sayın Dışişleri Bakanına bu kürsüden bazı sorular yönelttim fakat Sayın Bakan işine gelmediği için hiçbir sorumu yanıtlamadı. Amerika ile gayet iyi dostluk  ve ittifak ilişkilerimiz bulunduğu mealinde birkaç üstünkörü sözle konuyu geçiştirmeye çalıştı. Oysa, bu devleti yöneten herkes biliyor ki, PKK örgütünün Kuzey Irak’taki vurucu gücünün ayakta kalmasını temin eden şartları yaratan ve örgüte Barzani vasıtasıyla moral ve maddi destek sağlayan Amerika Birleşik Devletleri’dir.

Bunun sebebini anlamak için biraz geriye gitmemiz zorunlu oluyor değerli arkadaşlarım.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Yeterince geridesin zaten.

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – 2003 Martında Amerika’nın Irak’ı işgaline kadar Batı dünyasında iki ayrı Kürdistan projesi mevcuttu. Bunlardan birincisinin temellerini, Amerika, Birinci Körfez Savaşı sonrasında Saddam’a karşı Kuzey Irak’taki Kürt aşiretlerini Türkiye’de konuşlanan Çekiç Güç kuvvetiyle himaye ve denetimine alarak atmıştı. İkinci proje ise Avrupa’nın PKK’yı himaye ederek kurmayı tasarladığı Kürt devleti idi. Amerika, Irak’ı işgalinden sonra kendi projesinin gerçekleşmesi için elinden geleni yaptı. Bugün Kuzey Irak’ta tüm organlarıyla fiilen oluşmuş fakat resmen ilan edilmemiş bir Kürt devleti var.

Bu gelişme, Avrupa merkezli bir hareket olan PKK’yı etkiledi ve onlar da kendilerine destekte pasif kalan Avrupa yerine kaderlerini Amerika’ya bağlama kararını aldılar. Esasında PKK’nın silahlı gücü Kuzey Irak’ta bulunduğundan böyle bir yöneliş kaçınılmazdı. PKK yok olmamak için Amerika’ya biat etti ve onun vereceği her göreve razı oldu.

Bu şekilde, değerli arkadaşlarım, tarihte ilk defa olarak, Amerika’nın denetim ve koordinasyonuyla tüm Kürt örgüt ve faaliyetleri arasında uzlaşma sağlandı. Kısa süre önceye kadar kendi aralarında iç savaş veren Kürt örgütleri, son üç yıldır rakip değil, soydaş ve kardeş gibi hareket etmeye başladılar. Bugüne kadar büyük Kürdistan’ı kurmayı kendi görevleri bilen Kürt kuruluşlar, artık ayrı cepheler kurmaktan ve kendi aralarında dalaşmaktan vazgeçmişlerdir çünkü artık bu hedefin ancak Amerika’nın öncülüğüyle gerçekleştirilebileceğine inanmışlardır.

Bu şekilde, Barzani de, PKK da, PJAK da, Öcalan da Amerika’nın piyonları hâline dönüşmüşlerdir. Amerika’nın kendileri için çizmiş olduğu senaryonun dışına çıkamazlar. Barzani’nin de, PKK’nın da, PJAK’ın da dizginleri Amerika’nın elindedir.

Tekrar ediyorum: Tarihte ilk defa olarak Orta Doğu bölgesinde tüm Kürt örgüt ve faaliyetleri Amerika’nın denetimi ve kontrolü altındadır. Bu şekilde, Washington, icabında bölge jeopolitiğinin dizaynında kullanabileceği müthiş bir diplomatik levyeye sahip olmuştur. Washington, PKK’dan Amerika’nın Orta Doğu stratejisinde bir manipülasyon aracı olarak yararlanıyor, PKK’ın uzantısı olan PJAK’ı İran’da rejimi çökertmek için kullanıyor, PKK içindeki Suriyeli elemanları Suriye’ye karşı kullanmayı tasarlıyor. İşte bu nedenlerle, Amerika, PKK’nın tasfiyesini arzu etmiyor, onu silahlı bir örgüt olarak elinin altında tutmak istiyor.

Fakat değerli arkadaşlarım, Amerika’nın Türkiye’ye karşı Kürt kartını oynamasının bir nedeni daha var. Bu da Obama yönetiminin Amerika’nın baş düşmanı olarak gördüğü İran’a AKP İktidarının destek olduğuna inanmasıdır. Washington, Ankara’nın İran’a yönelik politikasının ulusal çıkarlarına zarar verdiği kanısındadır. Türkiye'nin tutumunu İran’a uygulanan siyasi ve ekonomik baskı ve yaptırımları zayıflattığı ve İran’ın nükleer silah üretmesine yardımcı olduğu şeklinde değerlendiriyor.

Burada önemli bir nokta daha var değerli arkadaşlarım, bu da Başkan Obama’nın kamuoyunda popülaritesini bir hayli yitirmiş olması nedeniyle İran’ı dize getirerek sağlayacağı başarının 2012’de yapılacak başkanlık seçimlerini kazanmasını garanti edeceği yolundaki görüşün Amerika’daki siyaset kulislerinde genellikle paylaşıldığıdır.

Başta Amerika olmak üzere, tüm Batı dünyası, İran’ın nükleer silah yapmak hususunda kararlı olduğu ve Orta Doğu’nun bir cehenneme dönüşmemesi için İran’ın bu ihtirasının muhakkak önlenmesinin zorunlu olduğu hususunda anlaşmışlardır. İlginç olan, değerli arkadaşlarım, Arap dünyasının da aynı görüşte olmasıdır. O kadar ki Suudi Arabistan Kralının WikiLeaks ifşaatı yoluyla öğrendiğimiz ABD yetkililerine yaptığı açıklamalar son derece çarpıcıdır. Kral, Amerika’dan -tırnak- “yılanın başının kesilmesini” -tırnağı kapat- istiyor.

M.NURİ YAMAN (Muş) – Tırnağı açık bırak, açık. Tırnak aç, tırnak kapat…

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek, Ürdün Kralı ve diğer Arap devletleri aynı şeyi söylüyorlar. Suudi Arabistan Kralının bu şedit ifadelerinden, İsrail İran’a bir hava saldırısı düzenlediği takdirde, Suudi Arabistan’ın İsrail’e hava sahasını açabileceği gibi bir sonuç çıkarmak dahi kabil görülüyor artık.

Değerli arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı İran’a karşı yapılan bu değerlendirmeleri ve Tahran’ın dünya barışı için bir tehdit oluşturduğu görüşünü benimsemeyebilir. Ancak, bu konuda Amerika’ya karşı izlediği politikanın Türkiye’ye çıkardığı ve çıkaracağı ağır faturanın hesabını gerçekçi bir şekilde yaptığı söylenebilir mi? Bu soruyu bir kere, daha önce bu kürsüden dile getirmiştim. Evet, bu konuda Hükûmetin Amerika’ya karşı izlediği politikanın Türkiye’ye çıkardığı ve çıkaracağı ağır faturanın hesabını gerçekçi bir şekilde -acaba- yaptığı söylenebilir mi?

Şunu iyi biliyoruz, o da Türk Hükûmetinin İran politikasının Obama yönetiminin tüylerini diken diken ettiğidir. Bu rahatsızlık nedeniyle şöyle bir görüş ileri sürülüyor Washington’da: “Türkler Amerika’nın baş düşmanına ve maruz kaldığı tehdide açıktan destek veriyorlarsa, biz neden onların karşılaştığı PKK tehdidine duyarlı olalım?” Evet, tepki bu Washington’da değerli arkadaşlarım. Bu tepkinin fiiliyata da nasıl intikal ettiğini biliyoruz. Washington, PKK örgütünün Kuzey Irak’taki vurucu gücünün ayakta kalmasını temin ediyor, bu şartları yaratıyor ve örgüte aynı zamanda Barzani vasıtasıyla moral ve maddi destek verilmesine de yeşil ışık yakıyor. Tabii, Amerika’nın bu tutumu, bu davranışı, ittifak ilişkilerimizle ve dostlukla bağdaşmıyor ama her hâlükârda bu durumu Amerika’yla görüşmemiz gerekiyor, dış politikamızın enine boyuna bir sorgulanmaya tabi tutulması icap ediyor.

Evet, değerli arkadaşlarım, bu söylediklerim, Türkiye ile Amerika’nın ilişkilerini ortaklaşa masaya yatırarak etraflı bir değerlendirme ve karşılıklı ayarlamalara tabi tutmalarının çok acil ve ciddi bir ihtiyaç olarak ortaya çıktığını gösteriyor. Tabiatıyla bu ortak değerlendirmenin amacı, Amerika’nın da görüş ve duyarlılıklarının özenle dikkate alınması suretiyle, ilişkilerin müttefik ilişkilerine ve iş birliğine yaraşır şekilde karşılıklı çıkar ve yarar dengesine oturtulması olacaktır.

Sayın Davutoğlu’nun, bu yolda belirttiğim fakat daha özetle belirttiğim görüşler hakkında bir yorum yapması gerekmez miydi değerli arkadaşlarım? Genellikle çok konuşkan olan ve konuşmayı seven Sayın Davutoğlu’nun bu değerlendirmelerim hakkında bir şey söyleyememesini “Sükût ikrardan gelir.” deyimiyle izah ediyorum.

Sözlerime son verirken açıklanan WikiLeaks belgeleri arasında bulunan, Almanya’daki Amerikan Büyükelçisi tarafından Washington’a gönderilen 12 Kasım 2009 tarihli gizli rapora da temas edeceğim. Bu konuyu daha önce ele almıştım fakat zaman darlığı nedeniyle bu konudaki görüşlerimi tam anlamıyla izah etmek imkânını bulamadım.

Değerli arkadaşlarım, raporda Avrupa’daki Amerikan kontrolündeki taktik nükleer silahların görüşme konusu olduğu belirtildikten sonra, Amerikan Dışişleri Bakanlığı Bakan Yardımcısı Philip Gordon’un Almanya Ulusal Güvenlik Danışmanı Christoph Heusgen’e şu ifadelerde bulunduğu yer alıyor…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Elekdağ.

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Şahıslar adına son söz Hatay Milletvekili Sayın Fevzi Şanverdi’ye aittir.

Buyurun Sayın Şanverdi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

FEVZİ ŞANVERDİ (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 14’üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi ve ekranları başında bizi izleyen aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Yabancı ülkeler ile uluslararası kuruluşlara yapılacak hizmet karşılıkları sonucu elde edilen tutarları aynı amaçla kullanılmak üzere bir yandan genel bütçeye gelir, diğer yandan da Millî Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü bütçelerine açılacak özel tertiplere ödenek kaydetmeye, bu suretle ödenek kaydedilen tutarların yıl içinde harcanmayan kısımlarını ertesi yıla devretmeye Maliye Bakanı yetkili kılınmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye AK PARTİ İktidarıyla dış politikada ezberleri bozmuş, bozmaya devam edecektir. Türkiye anlamsız küslükleri sona erdirmiş, anlamsız hasreti sona erdirmiş, bu yönde ilerlemeye devam edecektir. Kim hangi yorumu yaparsa yapsın, kim hangi yaftayı yapıştırırsa yapıştırsın, açık açık ifade ediyoruz ki bölgemize barıştan, adaletten, dayanışma ve kardeşlikten öte hiçbir amacımız, hedefimiz ve gayemiz yoktur.

Herkes haksız olana çıkıp “Bence haksızsın.” dedik ve devam edeceğiz buna. Haklıyı savunmaya, haklının yanında durmaya cesaretle devam edeceğiz. Dış politikada çıkarlarımızı gözettiğimiz kadar insanlığı, vicdanı, hakkı, hukuku gözetmeye devam edeceğiz. Bugüne kadar aziz milletimizi hayal kırıklığına uğratmadık, bundan sonra da uğratmayacağız. Siyaset arenasında var olduğumuz süre içerisinde eylemlerimizi, söylemlerimizi, doğru bildiklerimizi ve hedeflerimizi söylemeye ve gerçekleştirmeye devam edeceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizim yakın coğrafyada gördüğümüz ilgi, heyecan, coşku, aslında bölgemizde ne kadar büyük bir hasretin, ne kadar büyük bir özlemin var olduğunu gösteriyor. Sokaklara, caddelere, meydanlara taşan coşku ve heyecan, esasen halklar arasındaki, ülkeler arasındaki yüzyıllık kopukluğun, yüzyıllık uzaklığın aslında ne kadar manasız ve isabetsiz olduğunu ortaya koyuyor.

Tarihî geçmişimiz olan komşu ve dost ülkelere yönelik ilgisizliğin, kopukluğun makul bir gerekçesi olamaz. Türkiye gibi devlet, bölgesindeki gelişmelere kayıtsız kalamaz; komşularıyla, bölge ülkeleriyle ilişkilerini ihmal edemez. Bölgesiyle ilgilenmek bir ülke için eksen kaymasına işaret etmez. Bölgesine bigâne kalmak ekseni yitirmekle izah edilebilir. Büyük devlet olmak büyük düşünmekle mümkündür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Balkanlara, Orta Doğu’ya, Orta Asya’ya bigâne kalanlar Türkiye'nin uluslararası çıkarlarını, millî menfaatlerini koruyamazlar. Türkiye’yi iddialarından, çıkarlarından, tarihî rolünden uzaklaştıran bir dış politika anlayışını hâkim kılmak isteyenler sadece bu ülkeye ve bu millete değil, bölge halklarına da büyük bir haksızlık yapmış olurlar. Kimse kendi vizyonsuzluğunu, kendi yetersizliğini bölgesel ve küresel bir güç olma gayretinin önünde engel olarak koyamaz. Sanal korkularla, ideolojik takıntılarla Türkiye'nin vizyonu daraltılamaz.

Ben bu duygu ve düşüncelerle sözlerime burada son verirken yüce heyetinizi bir kez daha saygıyla selamlıyor, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şanverdi.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Gerçi Sayın Maliye Bakanı burada yok ama herhâlde Hükûmeti temsilen diğer Bakanımızın cevaplayacağını ümit ediyorum.

Sayın Maliye Bakanı Meclise dağıttığı kitapçıkta ve yaptığı konuşmada, asgari ücretle 2002’de 1.370 adet yumurta alındığını, Kasım 2010’da ise 2.699 adet yumurta alındığını ifade etmişlerdir. 2002 yılında asgari ücret Temmuz-Aralık döneminde 184 liraydı, yumurtanın tanesi de ortalama 7,5 kuruş idi, yani o zaman 2.453 adet yumurta alınabiliyordu. Şu anda asgari ücret 599 lira, yumurta ise ortalama 30 kuruş, yani bugün 1.996 adet yumurta alınabiliyor.

Şimdi, bu hesabı Sayın Maliye Bakanı nasıl yapıyor? Hükûmetin bir temsilcisi olarak siz Sayın Bakanımız, eğer bu matematik hesabını bize açıklayabilirseniz çok memnun olacağım.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Özdemir…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakana soruyorum: Sekiz yıllık iktidarınız boyunca kamu alımlarında yolsuzluk ve usulsüzlükler artmıştır. Bu durum insanların kamu ihaleleri alımında çekingen davranarak ihale sürecine katılmamaları sonucunu doğurmuştur. Dolayısıyla, şeffaflık ve saydamlık kamu ihalelerinde âdeta bir ütopya hâline gelmiştir. Bu durumu nasıl izah edeceksiniz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Köse…

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, ülkemizde tarımsal sulama amaçlı elektrik kullanan abonelerin sayısı kaçtır? Elektrik dağıtım kurumlarına olan borçları, faizleriyle beraber ne kadardır? GAP bölgesi illeri toplamında ve Adıyaman’da bu rakamlar nelerdir?

İkinci sorum: Adıyaman’da Alternatif Ürün Projesi kapsamında 2010 yılında ne kadarlık harcama yapılmıştır? Bu harcama 2011 yılında ne kadar olacaktır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, daha önce sorduğum Dumlupınar Üniversitesi bütçesiyle ilgili soruma cevabı beklediğimi ifade ederek diğer sorularımı soruyorum.

Ziraat Bankası tarafından verilmeye başlanan sıfır faizli hayvancılık kredileri için Kütahya ilinde yüzde 150 oranında ipotek istenmesinin gerekçesi nedir? Kütahya’da bu amaçla şimdiye kadar yapılan kredi başvurularının sayısı ne kadardır? Kaç kişiye bu krediden yararlanma fırsatı tanınmıştır?

İkinci sorum: TARGEL Projesi kapsamında 2011 yılında Tarım Bakanlığına alınacak ziraat mühendisi ve veteriner hekim sayısı nedir? Bunlar ne zaman alınacaktır? Ayrıca bu kapsamda daha önce işe alınmış olan sözleşmeli ziraat mühendisleri ve veteriner hekimlerin sorunlarının çözümüne yönelik bir çalışmanız var mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Yıldız…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, biraz önce kredi kartı borçları, ödenmeyen çek tutarları ve senet tutarlarıyla ilgili rakamlar vermiştim. Siz de cevap verirken çevreyi dolanmıştınız, satın alınan buzdolaplarından, araçlardan bahsetmiştiniz. Ben sizi kabinenin en nezaketli bakanlarından birisi olarak değerlendiriyordum, sorulara doğru cevap vereceğinizi düşünüyordum.

Şimdi bir sonuç daha vereceğim. 2002’de açılan iş yeri sayısı 55 bin, 2009’da açılan iş yeri sayısı 88 bin. 2002’de kapanan iş yeri sayısı 18 bin, 2009’da kapanan iş yeri sayısı 43 bin. Şimdi, burada şunu demeniz gerekmiyor mu: “Bu konuda da başarısız olduk.” demeniz gerekmiyor mu? Pozitif değerleri gördüğünüz zaman 2002’yle karşılaştırıyorsunuz, negatif değerleri gördüğünüz zaman arkayı dolanıyorsunuz.

Sayın Bakan, o zaman şunu mu söylüyorsunuz Sayın Başbakan gibi: Bu işin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, alt komisyonda bekletilen torba kanun tasarısı içinde ülkemizde sayısı 2 milyonun üzerinde olan çek mağdurlarının mağduriyetlerini giderecek bir düzenleme, durumlarını iyileştirici bir madde var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Torlak…

D. ALİ TORLAK (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, dün bir konuşmanızda istihdam artışını ifade etmek için bir sanayi bölgesinde kullanılan elektriğin yüzde 38 artmış olmasını değerlendirdiniz. Bu söylemden yola çıkarak, Türk gemi inşa sanayisinde son iki senede kullanılan elektrik yüzde 60 düşmüş, devletin vergi gelirleri de aynı oranda düşüş göstermiştir ve yaklaşık 200 bin kişi de işsiz kalmıştır. Böyle bir görünümde olan sektör için “Kriz teğet geçmiştir.” diyebilir misiniz? “Hayır” diyorsanız neden bugüne kadar bir tedbir almadınız? İstihdamın tekrar oluşturulması için başta elektrik olmak üzere üretim maliyetlerinde ve vergi gelirlerinde indirime gitmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Tabii, Türk gemi inşa sanayisi hakikaten de küresel krizden etkilenmiştir, ama Türkiye’de, Türkiye ekonomisinde, yani son altmış yılın en büyük küresel krizine rağmen kalıcı bir tahribat yaşanmamıştır. O anlamda da kriz teğet geçmiştir.

Şimdi, hiçbir tedbir alınmadığı hususu da doğru değildir. Ben kendim Türk gemi inşa sanayisi sektörü temsilcileriyle defalarca bir araya geldim. Maliye Bakanlığı ile ilgili bütün sorunlarının çözümünde önayak oldum, bir.

Yine, kredilerden, özellikle Kredi Garanti Fonu çerçevesinde kredilerden yararlanması için gereken düzenlemeyi yaptık. Hatta yanlış hatırlamıyorsam bir yasal düzenleme yaptık. Bir yasal düzenleme yaptık ve gemi inşa sanayisinin sıkıntılarının farkındayım ben. Fakat şunu da takdir etmek lazım: Krizle birlikte, bir yandan dünya ticaret hacminde çok büyük bir daralma oldu. Yanlış hatırlamıyorsam, dünya ticaret hacminde son seksen yılın en büyük daralması 2009 yılında yaşandı.

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Yüzde 12.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Evet, doğrudur ve dolayısıyla, yani tabii ki sektör etkilenmiştir, sektörün etkilenmemesi diye bir şey söz konusu olamaz.

Şimdi, torba kanunda, yasa tasarısında çeklerle ilgili bir düzenleme yok. Doğrusu, yani bu çek düzenlemede kim mağdur, o konu da tartışmalı bir konudur. Yani çeki yazıp ondan sonra da bedelini ödememek bir mağduriyet ise o konu da hakikaten tartışmaya açık bir husustur.

Şimdi, gelelim 2002 yılında açılan, kapanan şirket sayısı, 2009 yılında…

Şimdi, 2009 yılı gerçekten de son altmış yılın en büyük küresel krizinin yaşandığı bir yıldır. O yılda rakamların bu anlamda 2002’ye göre kötü olması kadar doğal bir şey yoktur.

Şimdi gelelim, yani eğer bir karşılaştırma yapacaksak, mesela sekizer yıllık bir karşılaştırma yapalım. Yani şu anda önümde yok ama çıkartıp getireyim ben size. Yani, 2003 ile 2010 yılı ki 2009 da buna dâhil olmak üzere kaç şirket açılmış, kaç şirket kapanmış; ondan önceki sekiz yılda kaç şirket açılmış, kaç şirket kapanmış: Muhtemelen bu dönemde çok çok daha fazla şirket açılmış, net bazda Türkiye’nin istihdamı, ihracatı, büyümesi artmıştır.

Şeffaflık konusuna gelince: Teşekkür ediyorum Sayın Özdemir, yani hakikaten güzel bir soru. Ben size özellikle tavsiye ediyorum, “Transparency International” diye dünya çapında, yaklaşık yüz seksen ülkenin incelemesini yapan ve o ülkelerdeki yolsuzluk algısı üzerine çok ciddi bir çalışma üreten bir think tank, uluslararası. Bu konuda da en iyisi budur hakikaten de ve gidin bakın, şu son sekiz yıl içerisinde Türkiye nereden nereye geldi. Şimdi rakamları belki tam hatırlamayabilirim çünkü bundan bir süre önce bakmıştım. Yanlış hatırlamıyorsam, Türkiye 2002 yılında 102 ülke arasında 65’inci sıradaydı. Yanlış hatırlamıyorsam. Yani, yolsuzluk veya rüşvet algısı yüksek ülkeler arasındaydı. Şimdi, o dönemde bizden önce, Etiyopya bizden daha iyi, San Salvador bizden daha iyi, yani bir sürü böyle, inanılır gibi değil yani bazı ülkeler.

Gelelim 2010 yılına. Yanlış hatırlamıyorsam, 178 ülke arasında 57’nci sıradayız. 178, yani örnek sayısı artmış. Bakın, 102 ülke arasında 65’inci sıradayken, 178 ülke arasında, biz 57’nci sıraya düşüyoruz ve rüşvet algısı, yolsuzluk algısı ciddi bir şekilde düşüyor. Hangi ülkeleri geride bıraktık? Bakın, Brezilya, Avrupa Birliği üyesi ülkelerinden Romanya, Bulgaristan, İtalya…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Onları sayma Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Öyle demeyin değerli arkadaşlar, daha önce Afrika’nın en kötü ülkeleri bizden daha iyi bir noktadayken bugün biz Avrupa Birliği ülkelerini, Meksika’yı, yine Brezilya’yı, Çin’i, Hindistan’ı geride bırakmışız. Gerçekten tavsiye ederim yani samimi bir şekilde ilgileniyorsanız o raporu alın, bakın, tavsiye ederim.

Şimdi, Kütahya’da sıfır faizli bizim vatandaşımıza sağladığımız kredilerde yüzde 150 teminat arandığı hususu konusunda bilgim yok. Takdir edersiniz ki sorduğunuz soruların çoğu Tarım Bakanlığıyla doğrudan ilişkilidir. Hele özellikle rakamsal boyutunu benim hemen size vermemin imkânı yok ama arkadaşlar çalışsınlar, yazılı olarak size cevap versinler.

Yine bu torba tasarıda tarımsal sulama amacıyla elektrik kullananlara ilişkin bildiğim kadarıyla bir düzenleme var ama abone sayısını, Adıyaman’daki abone sayısını şu anda size veremem. Yine arkadaşlar çalışsınlar, o rakamları çıkarsınlar, size yazılı olarak iletelim.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Süreniz doldu, teşekkür ederim.

14’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum…

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Sayın Başkan, kısa bir açıklama için söz istemiştim.

BAŞKAN – Bitirdikten sonra vereceğim size 60’ncı maddeye göre.

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Oylamaya geçmeden önce 60’ıncı maddeye göre söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Ama sundum.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Oylamaya geçildi, oylamadan sonra gene 60’a göre verecek Başkan.

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Hayır, acaba İç Tüzük’e aykırı mı şimdi almam?

BAŞKAN – Hayır, İç Tüzük’e aykırı değil, ben sadece…

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Ben bu aşamada söz almak istiyorum.

BAŞKAN – Ama sundum Sayın Atılgan, sundum. Devam edeceğim zaten, ara falan vermiyorum, hemen size söz vereceğim. Yani ağzımdan çıkmış bulundu, kusura bakmayın.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Buyurun Sayın Atılgan.

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Adana Milletvekili Kürşat Atılgan’ın, son günlerde Türk Silahlı Kuvvetlerine ve güvenlik güçlerine küfredilip, iftiralarla saldırıldığına, bunlara, bakanların cevap vermelerinin zorunluluğuna ilişkin açıklaması

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir kez daha gündeme getirmek istediğim bir konu var huzurlarınızda. Bu Meclisin milletvekilleri olarak, ettiğimiz yeminle de ilgili olarak bu bütçe görüşmeleri münasebetiyle her fırsatta milletin bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetlerine ve güvenlik güçlerine küfretmeyi, ona gerçeğe aykırı birtakım iftiralarla saldırmayı adet hâline getirmiş olan milletvekilleri var. Dolayısıyla bunun neden bu şekilde olduğunu dikkatinize getirmek istiyorum. Milletin bölünme noktasındaki birtakım senaryoların tartışıldığı son günlerde bunun önündeki en büyük engel olan silahlı kuvvetleri yıpratmaya dönük bu tür iftiralara karşı gerekli kişiler, gerekli cevabı vermelidir. Bu kürsüden yapılan konuşmalara Sayın Bakan cevap vermek zorundadır. Dolayısıyla yapılan konuşmalar zımnen doğru kabul edilmektedir. Orada söylenen bütün iftiralara cevap vermek zorundadır. Dolayısıyla silahlı kuvvetleri ve güvenlik güçlerini kahreden, görevlerini yapanların söyledikleri değildir, kendilerini savunmak zorunda olanların kendileriyle ilgili bu iftiralara cevap vermek zorunda olanların sessizliğidir. Sessizliğini sürdürenleri göreve davet ediyorum.

Hepinize teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – 15’inci maddeyi…

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Siz farkına varmadınız Sayın Bakanım neler söylendiğinin buradan. Şaşırırsınız! Siz değil, Savunma Bakanı bile farkına varmadı orada söylenenlerin.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Sen cevap ver o zaman.

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Sana söylediğim bir şey yok, sen görevini yapıyorsun!

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575) (Devam)

2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)

BAŞKAN – 15’inci maddeyi okutuyorum:

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Yatırım Harcamaları, Resmi Taşıtlar, Mahalli İdareler ve Fonlara İlişkin Hükümler

Yatırım harcamaları

MADDE 15 – (1) 2011 Yılı Yatırım Programına ek yatırım cetvellerinde yer alan projeler dışında herhangi bir projeye harcama yapılamaz. Bu cetvellerde yer alan projeler ile ödeneği toplu olarak verilmiş projeler kapsamındaki yıllara sari işlere (kurulu gücü 500 MW üzerinde olan baraj ve HES projeleri, Gebze-Haydarpaşa, Sirkeci-Halkalı Banliyö Hattının İyileştirilmesi ve Demiryolu Boğaz Tüp Geçişi İnşaatı Projesi, Ulaştırma Bakanlığınca gerçekleştirilecek şehiriçi raylı ulaşım sistemleri ve metro yapım projeleri ile diğer demiryolu yapım projeleri hariç) 2011 yılında başlanabilmesi için proje veya işin 2011 yılı yatırım ödeneği, proje maliyetinin yüzde 10'undan az olamaz. Bu oranın altında kalan proje ve işler için gerektiğinde projeler 2011 Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar esaslarına uyulmak ve öncelikle kurumların yatırım ödenekleri içinde kalmak suretiyle revize edilebilir.

(2) Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin (03) ekonomik kodlarını içeren tertiplerinde yer alan savunma sektörü, altyapı, inşa, iskan ve tesisleriyle NATO altyapı yatırımlarının gerektirdiği inşa ve tesisler ve bunlara ilişkin kamulaştırmalar ile stratejik hedef planı içinde yer alan alım ve hizmetler, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığının vizesine bağlı olmayıp 2011 Yılı Yatırım Programına ek yatırım cetvellerinde yer almaz.

(3) Merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin, yatırım programında ödenekleri toplu olarak verilmiş yıllık projelerinden makine-teçhizat, büyük onarım, idame-yenileme, tamamlama ile bilgisayar yazılımı ve donanımı projelerinin detay programları ile alt harcama kalemleri itibarıyla tadat edilen ve edilmeyen toplulaştırılmış projelerinin alt harcama kalemleriyle ilgili işlemlerde 2011 Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar esasları uygulanır.

(4) 2011 Yılı Yatırım Programına ek yatırım cetvellerinde yıl içinde yapılması zorunlu değişiklikler için 2011 Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Kararda yer alan usullere uyulur.

BAŞKAN – Madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sayın Nuri Yaman.

Süreniz on dakika.

BDP GRUBU ADINA M. NURİ YAMAN (Muş) –Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın yatırım harcamaları ve fonlarla ilgili bölümle ilgili Barış ve Demokrasi Partisi adına söz aldım. Hepinizi en içten duygularımla selamlarım.

Evet, gerçekten, bu yatırım harcamaları ve fonlarla mahallî idarelere yapılan yardımlar ve taşıt yasası kapsamındaki ödeneklerin kullanılması ülkemizin önemli ve üzerinde bu derecede de önemle durulması gereken bir sorun.

Bu konularla ilgili ben, hepinizin hafızalarını yenilemek bakımından, geçmiş dönemlerde, bilhassa seçim dönemlerinin yakın olduğu sürelerde, bu fonların, bu yatırımların ve bu harcamaların iktidar partisi tarafından nasıl istismar edildiğini örnekleriyle sunmak istiyorum.

Hepinizin bildiği gibi, 2009 yılı mahallî idare seçimlerinden önce, bilhassa sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına gönderilen Başbakanlık fonlarının ve yine Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfının sosyal riski azaltma ve şartlı nakit yardımlarının, bunun yanında diğer yatırım harcamalarının, bilhassa seçim dönemlerinde nasıl bir istismara yol açtığını, bunların da vatandaşa bir ipotek gibi gösterilerek oya çevrilmek istenildiğini hepimiz kendi bölgelerimizde yaşadık.

Biliyorsunuz, sosyal yardım kavramı, genelde eski deyimle, fakruzaruret içinde bulunan, Türkçe anlatımı sadeleştirilmiş hâliyle, yoksulluk içinde olup en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak durumda olan vatandaşı kapsamaktadır. İşte, bu kriterlere uygun olarak yapılması gereken bu yardımların, çok üzülerek belirtmek istiyorum ki benim de uzun süre birlikte görev yaptığım değerli mülki idare amiri arkadaşlarımın başında bulunduğu dokuz yüz yetmiş üç adet il ve ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları mütevelli heyetlerinde bire bir nasıl istismar edildiklerini gören ve yaşayan bir kişiyim. Bu konuları da bu değerli meslektaşlarımla konuştuğum, görüştüğüm zaman, tabii işin iç yüzünü bilen bir kişi olarak bana bir noktada itiraf ederek “Sevgili, Sayın Milletvekilim, ne yazık ki bu son süreçte mülki idare amirliği artık sadaka dağıtan ve devletin sanki sokağa çıktığı zaman o şefkatli eli, o kucaklayıcı ve sorunlarını çözümleyici elinden çıkıp sadece onlara ne zaman kömür verileceği, onlara ne zaman bir torba şekerin veya bir makarnanın, pirincin dağıtılacağı bir sürece girmişler. Biz de bundan rahatsızız. Bir vali olarak ben köylere gittiğim zaman, bu sadaka kültüründen gerçekten çok ıztırap duyuyorum.” diye itirafta bulunmuştur sevgili meslektaşlarım.

Bakın, bu konuyla ilgili olarak sadece kendi ilimden sizin hafızalarınızda yer etmesi için bir örnek vereceğim: Muş’un şu andaki nüfusu 404 bin. Üzülerek beyan ediyorum ki bu güncelleştirilmiş verilere göre bu 404 bin nüfusun yüzde 44,77’si bu vakıflardan ve Muş ili çevresindeki yeşil karttan yararlanmak zorunda bırakılmıştır. Bölgenin diğer insanları da bu Muş ilinin bu özelliğinden uzak değildir.

Bakın, bugün 17 Şubat 2010 tarihine göre Türkiye’de aktif yeşil kart sayısını da gözlerinizin önüne serdiğimde vatandaşın nasıl bir sadaka kültürüyle devletin o şefkatli elinden ziyade ona yalvarır bir konuma geldiğini göstermeye bir örnektir.

Doğu Anadolu nüfusunun yüzde 25,38’i yeşil karta muhtaç duruma getirilmiştir. Güneydoğu Anadolu’da bu oran yüzde 24,87’dir. Akdeniz’de bu oran düşüyor yüzde 14,53’e, İç Anadolu’da yüzde 10,17’ye, Karadeniz’de daha da iniyor, 9,76’ya, Marmara’da 8,57’ye. Ege’de ise 6,72 düzeyinde yeşil kart sahibi olan yurttaşlarımız vardır. Türkiye ortalaması yüzde 12 civarında. Şimdi sormak istiyorum size: Siz, bu politikalarla, bu yatırım harcamalarıyla, bu sosyal fonlarla bu halkı sadaka kültüründen ne zaman kurtaracaksınız?

Yine, Avrupa Birliği uyum yasaları gereğince bu halka, biliyorsunuz, başka bir yardım daha yapılmaktadır. O da sosyal riski azaltma ve şartlı nakit yardımı. Sosyal riski azaltma projeleri kapsamında da deyim yerindeyse, bu projeleri Başbakanlığa bağlı olan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünden geçirmek için ben kendim, ilimle ilgili yıllık, belki her yıl otuz kırkın üzerindeki projede, bu projelerin desteklenmesi konusunda bire bir temaslarıma rağmen bir sonuç alamadım. Bu proje gerçekten ülke halkını, ülke insanını üretken bir duruma getirecek olan, küçük bir katkıyla, küçük bir yardımla, kendi işini kurmaya yönelik vatandaşı devlete muhtaç hâlden çıkaracak olan bir yöntemdir.

Yine, UNESCO yardımıyla, Avrupa Birliği destekleme fonları yardımıyla bilhassa okuyan çocuklara ve doğum yapan anne ile çocuğun bakımına verilen bu yardımlar da gittikçe bir sadaka kültürüne çevrilmiştir.

Neden böyle yapılıyor? Çünkü Hükûmet bu bölgede o vatandaşları kendisine, midesinden bağlamak suretiyle muhtaç duruma getirmiş durumdadır. Biz, o Kürt coğrafyasında yaşayan o halkın birer temsilcileri olarak bu halkımızın buna layık olmadığını, bu halkın bu şekilde düşürülmemesi gerektiğini buradan bütün Türkiye kamuoyuna duyurmak istiyoruz.

Yine, bu vatandaşlara çocukların eğitimiyle ilgili olarak yapılan yardımlarda da maalesef mülki idare amirlerimiz bu konuda da atama yöntemlerindeki o olumsuzluklardan kaynaklanan… Yani daha önce bir ile vali olarak atanan bir kişinin liyakatine, kıdemine ve başarısına bakılırken, ne yazık ki son dönemlerde meslektaşlarımı da üzen bir yöntemle, sadece sadakatle partiye bağlı olan ve partinin düşünceleri doğrultusunda hareket eden meslektaşlarımızın atanması da bu olayı daha da vahim bir hâle getirmiştir.

Benim o değerli meslektaşlarımdan ricam şudur: Bulunduğunuz yerde bir iktidar partisinin valisi değilsiniz, siz orada devletin valisisiniz. Hakkın, hukukun, kanunların ve evrensel hukukun gerektirdiği kararları vermekle yükümlü olan kişilersiniz ama ne yazık ki son dönemlerde, benim de yakından takip ettiğim, bu mülki idare amirlerin atanmalarındaki kayırmacı, yanlı ve tamamıyla “Benden mi, değil mi?” ilkesi içinde, kıdemleri yetmediği hâlde… Liyakatleri konusunda bir şey söyleyemeyeceğim, belki değerli kaymakamlardır, belki değerli meslektaşlarımdır ama biraz daha pişmeleri, biraz daha deneyim kazanmaları bakımından en azından kıdemlerine uygun olarak atama yapılmaları gerektiğini duyuruyor, bildiriyor yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yaman.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili Sayın Emin Haluk Ayhan. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika, buyurun.

MHP GRUBU ADINA EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 15’inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bütçenin maddeleri üzerinde görüşüyoruz. Görüştüğümüz maddenin başlığı “Yatırım harcamaları.” Bu maddedeki istisnalara bu sene Ulaştırma Bakanlığınca gerçekleştirilecek şehir içi raylı ulaşım sistemleri ve metro yapım projeleri ile diğer demir yolu yapım projelerinin dâhil edildiğini görüyoruz. Bu projeler nelerdir? Ulaştırma Bakanlığı hangi belediyelerin metro yapımlarını üstleniyor? Bunları açıklayıp burada izah etmesi lazım. Bunun olmadığı görülüyor.

Şimdi, Maliye Bakanının sunuş konuşmasında 2011 yılı merkezî yönetim bütçesinin ülkenin yatırım ihtiyacını giderici olduğu ifade ediliyor. Bunu özellikle, hassaten belirttikten sonra daha sonra gelmek üzere konuşmama devam ediyorum.

Bilindiği üzere 2010 yılı sermaye giderleri bütçe ödeneği 18,9 milyar liraydı. Sayın Maliye Bakanının basın toplantısından -konuşma metninde- 2010 yılı yıl sonu harcamasının 28,7 milyar Türk lirası olacağı anlaşılıyor, aradaki fark 9,8 milyar lira. Fark nereden kaynaklanıyor? Bu kadar kaynağı nereden buldunuz? Yanılgı ise bu yanılgı nereden kaynaklandı?

Aynı şekilde, Sayın Maliye Bakanının basın toplantısı konuşma metninde 2011 yılı sermaye giderleri 21,7 milyar lira olarak belirlenmiş. Bu miktar 2010 yılı sonu harcama tahminine göre çok düşük değil midir? Bunun nedeni nedir yıl sonu harcama tahminine göre? Sayın Maliye Bakanının  basın toplantısı konuşma metninde bölgesel gelişmişlik farklarını azaltmak için GAP, DAP ve Konya Ovası Projesi başta olmak üzere ekonomik ve sosyal altyapı projelerine devam edileceğini ifade etmiştir. Yatırım ödeneklerinden 2010 yılında bu işler için harcanması düşünülen miktar ne kadardır? 2010 yılında bu amaçlara ne kadar kaynak ayrılmıştır? Bu işlerin ne kadarı işsizlik sigortası nema gelirlerinden finanse edilmektedir? Bunların kamuoyunda net bir şekilde anlaşılması gerekmektedir.

2011 yılı sermaye giderleri 21,7 milyar lira olarak öngörülüyor. Kuruluşlara 2011 yılı için ne kadar kamulaştırma ödeneği planlandı? Yatırımcı kuruluşların kamulaştırma ödenekleri sizce yeterli mi? Özellikle yol ve baraj yapmak amacıyla arazisi kamulaştırılan vatandaşlarımız bu sorunun cevabını açık bir şekilde, net bir şekilde bekliyor. Bu ödenekler yetecek mi? Ayrıca bu idarelerin mahkemece kesinleşmiş, bekleyen kamulaştırma borçları ne kadardır, bunun için gerekli ödenek bu bütçede var mıdır?

2010 yılında sabit fiyatlar ile yüzde 29,6 artacağı tahmin edilen toplam yatırımların 2011 yılı programındaki artış hedefi -toplam yatırımların üzerinde önemle durmak istiyorum- 8,7. 2010 yılında reel olarak yüzde 4,8 artması programlanmışken yüzde 18,7 artacağı tahmin edilen kamu yatırımlarının 2011 yılında yüzde 7,3 azalması hedeflenmektedir.

Konuşmamın başında özellikle ifade ettiğim, Sayın Bakanın “ülkenin yatırım ihtiyacının giderilmesi” dediği 2011 yılı bütçesinde, demek ki ülkenin yatırım ihtiyacının 2010 yılına göre azaldığı ortaya çıkmaktadır. Bunun doğruluğunu veya yanlışlığını gelir burada izah edersiniz ama burada söylenilenlerle burada yazılan, programda ifade edilen birbirinin üstüne oturmuyor, çakışmıyor.

Şimdi, 2010 yılında kamu sabit sermaye yatırımlarının yüzde 28,5 artacağı tahmin edilirken 2011 yılında yüzde 8,7 azalmasının programlandığı görülüyor. Yani toplam yatırımlardan öte, kamu sabit sermaye yatırımlarının da yüzde 8,7 azalması 2011 yılı için ne yapıyor, programlanıyor. Hükûmet kamu yatırımlarını azaltmayı düşünüyor. Azaltmayı düşünmekten öte, yüce Parlamentoya böyle bir şeyi öneriyor. Özel sektör yatırımlarının 2010 yılı gerçekleşme tahminindeki artışın reel olarak 2009 yılındaki kaybı telafi edemediği bir gerçek olarak ortaya çıkıyor. Yani 2010 yılında artışa rağmen 2009 yılındaki kaybı reel olarak telafi edemiyor.

Toplam sabit sermaye yatırımları içinde kamu sabit sermaye yatırımlarının payı azalırken 2010 yılından 2011 yılına yaklaşık yüzde olarak 3,5 puanlık bir azalışın hedeflendiği ortaya çıkıyor. 2010 yılı mahallî idarelerin sabit sermaye yatırımlarının toplam kamu sabit sermaye yatırımları içindeki payı yüzde 26 iken, 2011 yılında bu payın yüzde 34,8’e yükselmesi programlanıyor. Sabit fiyatlarla sabit sermaye yatırımlarının 2011 yılında bir önceki yıla göre merkezî yönetim bütçesinde yüzde 26,6, İller Bankasında yüzde 32,8, özelleştirme kapsamındaki kuruluşlarda yüzde 43,9 azalması hedefleniyor. Mahallî idareler sabit sermaye yatırımları hariç tutulduğunda, ulaştırma sektörü sabit sermaye yatırımlarının kamu sabit sermaye yatırımları içindeki payı 2010 yılında yüzde 44 iken bu payın 2011 yılında yüzde 28,2’ye düşmesi öngörülüyor. Bunun anlamı ulaştırma sektörü yatırımlarının yüzde 46,1 azalmasıdır. Bunun da anlamı ya Hükûmetin takati kalmamıştır ya da bu işe devam etmekten vazgeçmiştir. Takati kalmaması da kaynakla ilgilidir. 2011 yılında mahallî idareler hariç toplam kamu sabit sermaye yatırımlarının yüzde 20, kamu sabit sermaye yatırımlarının 9,5 azalması hedeflenirken mahallî idarelerin yatırımlarında yüzde 19,4 artış öngörülüyor. Bu nedir? Seçim bütçesinin delaletidir.

Bütün bunlar, yatırımlar konusunda AKP’nin öngörülerinin son derece isabetsiz olduğunu, 2010 yılında, seçim öncesi, yatırım artışını yüksek tutma telaşında olduğunu, 2011 yılında kamu yatırımlarının reel olarak azaltılacağını, 2010 yılında özel sektör yatırım artışının 2009 yılındaki kaybı karşılayamayacağını, kamu sabit sermaye yatırımları içinde mahallî idarelerin payının 2011 yılında yaklaşık yüzde olarak 9 puan artırıldığını, mahallî idareler hariç kamu sabit sermaye yatırımlarının aynı yılda yaklaşık yüzde 9,5 azalması hedeflenirken mahallî idare yatırımlarının yüzde 20 artışının seçime yönelik bir politika olduğunu, ulaştırma sektörüne verilen önemin kaybolduğunun verilen ödenekten belli olduğunu göstermektedir.

Ayrıca bu politikaların yeni istihdam yaratmaktan uzak olduğu ve işsizliğe çare olamayacağını da açık bir şekilde göstermektedir.

Sizde bir aşk vardı. Bunu kaybettirmek için Merkez Bankası birtakım tedbirler getiriyor. Buna bile doğru dürüst karşı çıkamadınız, desteklediniz. Kamu maliyesi tedbirleri almaktan kaçınıyorsunuz. Sizdeki bu aşkın adı “sıcak para aşkı” idi. Sıcak para aşkının ne kadar devam edeceği hususunda Sayın Bakan burada bizi aydınlatırsa seviniriz.

Bütçenin hayırlı olması dileğiyle yüce heyetinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.

Cumhuriyet Halk  Partisi Grubu adına Ardahan Milletvekili Sayın Ensar Öğüt.

Sayın Öğüt’ün şahıslar adına bir söz talebi de mevcut olduğu için kendisine on beş dakika süre veriyorum.

Buyurun Sayın Öğüt. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on beş dakika.

CHP GRUBU ADINA ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bütçenin yatırım harcamalarının 15’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk  Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

1923’ten bu yana yapılan ekonomi uygulamaları ne yazık ki doğu ve güneydoğuyu hep üvey evlat olarak görmüş, hiçbir şekilde yatırım harcamalarını doğu ve güneydoğuya götürmemiştir. Biraz sonra açıklayacağım ve eşitsiz yatırım harcamaları bölgeler arasında dengesizlik oluşturmuş, hızlı bir göç, hızlı bir yoksulluk insanları gecekonduda yaşamaya mahkûm etmiş, çarpık şehirleşme olmuş. Şu anda da Türkiye bu işin içinden çıkamıyor.

Değerli arkadaşlar, örnek vereceğim: 2006 yılında teşvikli yatırımlardan Marmara Bölgesi tek başına yüzde 39 alırken doğu ve güneydoğu, iki bölge, yüzde 9 almış. Bakın, doğu ve güneydoğu yüzde 9, Marmara yüzde 39... Aradaki farkı görün bakalım.

Savunma ve güvenlik harcamasıyla ilgili 2006’da Diyarbakır’a yüzde 30, Tunceli’ye yüzde 64 harcama yapılmış, savunma ve güvenlik harcaması. Yani oraya silah, bomba, top, tüfek gönderilmiş, öteki tarafa da fabrika yapılmış. Doğu, güneydoğu kalkınacak. Nasıl kalkınacak? Akıl var mantık var. Burada ben rakamlarla konuşuyorum.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Fabrikayı kim yapmış?

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Genel idare harcamalarında, 2007’de kişi başına Kocaeli’de 1.080 TL, doğu ve güneydoğuda 250 TL, Diyarbakır’da 312 TL. Şimdi, doğu ve güneydoğunun kalkınması mümkün mü arkadaşlar?

Yeşil kart… 2008 yılında batı illerinde yaşayan, yeşil kartla geçinen oran yüzde 8,5 batıda, doğu ve güneydoğuda yüzde 46, bazı illerde yüzde 56 arkadaşlar. Şimdi, nüfusun yüzde 50’ye varanı ve 50’nin üzerinde yeşil karta geçmiş, yeşil kartla geçiniyor, yoksul insanlar. Bu insanlar ne yapacak? Ya dağa çıkacak ya şehre gidecek hırsızlık yapacak. Başka yolu var mı? İşte devlet, sosyal devlet yok burada.

2009-2010 yılı kamu yatırımlarında, illere göre dağılımda, Ardahan’a 2009 yılında 20.768 lira harcama yapılmış, 2010 yılında 29.345 TL harcama yapılmış. 81 il içerisinde Ardahan sondan 2’nci, 80’inci. Birileri de çıkıp bu kürsüden veya gidiyor Ardahan’a nara atıyor, Ardahan’a biz harcamalar yaptık, her yerden daha çok harcama yaptık, Ardahan kalkındı, Ardahan şöyle oldu böyle oldu. Resmî rakamları konuşuyorum, Devlet Planlama Teşkilatının vermiş olduğu rakamları konuşuyorum arkadaşlar. 29.345 lirayla 2010 yılında Ardahan, Türkiye’de sondan 2’nci. Ondan sonra Ardahan’da siyaset yapanlar konuşuyorlar.

Yeşil kart Ardahan’da, arkadaşlar, baz alarak kendi ilimi söylüyorum, 108 bin nüfusumuz var, 34.999 kişi yeşil kartla geçiniyor. Yani nüfusun yarısı yeşil kartlı. Düşünebiliyor musunuz?

Ardahan’da bizim bir küçük sanayimiz var değerli arkadaşlar. Bu küçük sanayide 132 tane dükkân var, bunun yarısı, 50’si kapalı, 40’ı yarım çalışıyor, 42’si faal ama bu küçük sanayide yol yok, altyapı yok, yağmur yağdığı zaman -herkes biliyor, beni Ardahanlılar dinliyor şu anda- drenajlar olmadığı için göl gibi oluyor, sudan geçemiyorsunuz. Şimdi, tuvaletleri yok. Arkadaşlar, bakın, küçük sanayinin tuvaleti yok. Evet, buradan söylüyorum ben bunu. Ardahan küçük sanayinin tuvaleti yok, mikrop yuvası gibi, orada çalışan çocuklar hastalanıyor. Sayın Sanayi Bakanımız sağ olsun, temel atmaya gitti, teşekkür ederim Ardahan’a organize sanayi bölgesi için ama ben isterdim ki oranın milletvekilleri ve il başkanı, Ardahan’a küçük sanayiye de bir götürüp gösterselerdi, tuvaletleri var mı, yok mu; suyu var mı, yok mu.

Değerli arkadaşlar, yani böyle bir ilkel durum olabilir mi, böyle bir konum olabilir mi? Hani nerede yatırım harcamaları? Göle’de yirmi yıldan beri küçük sanayi projesi var, yapılmıyor. Göle bizim en büyük ilçemiz, Ardahan kadar büyük ilçemiz ama Göle’de küçük sanayi yapılmıyor, bir türlü projeler yapılmıyor. Bunun bir an evvel yapılması lazım.

Değerli arkadaşlar, “Yatırım harcamaları, yatırım yaptık, doğu kalkındı” deniyor ya şimdi ben bir örnek vereceğim. Bizim Ardahan’dan iki tane doğal gaz boru hattı geçiyor, Ardahan’ın merkezi, köylerinin tamamı tezek yakıyor, merkezinin de yüzde 60’ı tezek yakıyor. Gideceksiniz orada –biz kalak diyoruz- kalakları göreceksiniz. Yani böyle, 21’inci yüzyılda Avrupa Birliğine giren bir Türkiye’nin il merkezinde tezek yanıyor, yanından da doğal gaz geçiyor, doğal gaz verilmiyorsa, bu, siyasetçilerin ayıbıdır. Bunu kabul etmemiz mümkün değil ve en kısa zamanda biz... Madem sınırlarımızdan doğal gaz geçiyor, sıkıntıyı biz çekiyoruz -Allah göstermesin orada bir patlasa doğal gaz köyler havaya uçar- ama biz faydalanamıyoruz. Oradan doğal gaz geçiyor, beyler ısınıyor, köylüler perişan durumda. Böyle bir anlayış olabilir mi arkadaşlar, böyle bir sosyal devlet olabilir mi? Vereceksin kardeşim, yüzde 50 indirim yapacaksın, doğal gazı doğu ve güneydoğudaki illere vereceksin, kalkınmamış illere vereceksin. Sekiz ay karların altında kalan, sıkıntı çeken bir bölgede, eğer orada hâlen daha bayrağımızın altında vatandaşlık görevini insanlar yapıyorsa, aslında bu insanlara bir de maaş bağlamak gerekiyor. Evet, maaş bağlamak gerekiyor o insanların orada durabilmesi için.

Değerli arkadaşlar, zamanımız yok ama şunu söyleyeyim: Ardahan’da iki tane baraj Kura Nehri’nin üzerine yapılacak, ihalesi yapılıyor ama barajı susuz bırakmak için Göle’den çıkan yere Beşikkaya Barajı yapılarak Kura Nehri’ni Karadeniz’e akıtmaya çalışıyorlar. Kura Nehri’nin Karadeniz’e akıtılması demek, Ardahan üzerindeki barajların yapılmaması demek, Ardahan’ın yüzde 84’ü tarım ve hayvancılık olan bölgelerinin sulanmaması demek, Ardahan’ın bitmesi demektir. Lütfen, sizden rica ediyorum, tutanakları alsın DSİ okusun, Kura Nehri’nin güzergâhını bozmayın, Ardahan’ın suyunu Karadeniz’e akıtmayın. Eğer öyle bir şey olursa Ardahan’dan buraya insanlar yürüyecek, onu söyleyeyim.

Ardahan-Ardanuç yolu: “Yatırım yaptık, harcama yaptık.” diyorlar da, arkadaşlar -Sayın Bakanım, şunu not alın Allah aşkına- Ardahan-Ardanuç yolu on yedi yıldır yapılmamış. Ya, yazık, günah! Yani bizim Doğu Anadolu ile Karadeniz’i birbirine bağlamamız lazım. Doğu Anadolu’nun Karadeniz’le entegre olup kalkınabilmesi için bu yolun mutlak surette yapılması lazım. Hatta Sayın Başbakanımız Ardahan’a geldiği zaman “Bu yolun çift yol olmasını istiyorum.” dedi arkadaşlar. Talimatlar verdi Sayın Başbakan ama yerine lütfen getirin, sizden istirham ediyorum.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Programda var o yolun yapımı.

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Sınır kapımız var iki tane. Bu sınır kapılarımızda arkadaşlar, inanın, samimi söylüyorum, Posof’taki sınır kapısından bir gümrük işlemi yapacaksınız değil mi, mal ithalat ve ihracat yaptınız, diyor ki: “Tır burada duracak, evrakı götür Erzurum’a, tasdik ettir getir, ondan sonra tırın çıkışını yap.” Böyle bir anlayış olabilir mi arkadaşlar ya?

Posof Ilgar Dağı var. Ilgar Dağı’na her siyasetçi geldiği zaman “Ben Ilgar Dağı’na tünel yapacağım.” dedi. Ben görmedim kardeşim, ne tünel yaptılar ne geçit yaptılar, hâlen daha şu anda Ilgar Dağı kapalı.

Çıldır Aktaş Kapısı var, Aktaş Kapısı Gürcistan tarafı yapıldı, bitti, bizim tarafta binalar daha çürüyor. Sayın Bakanla geçen gün görüştüm “Yap-işlet-devret’le yapıp vereceğiz…” Rica ediyorum, bu hızlansın.

Bir de hayvancılıkla ilgili, gıda ile ilgili geçiş de Çıldır Aktaş Kapısı’na verilsin. Tarım Bakanı yazı yazmış “Sarp’ta olduğu için Çıldır’a ihtiyaç yoktur.” diyor. Bu da bir siyasetçi için hakikaten züldür. Ben rica ediyorum, bu düzeltilsin ve Çıldır Aktaş Kapısı bir an evvel açılsın.

Değerli arkadaşlar, Ardahan İl Genel Meclisi Başkanı ve üyeleri bir karar aldılar 2009’da ve bu kararı Maliye Bakanlığına ilettiler. Teşekkür ederim, dün de Sayın Bakanla görüştük. Bizim köylerimizin ve yaylalarımızın yolunu yapacak dozerimiz yok. İki tane dozer var, ikisi de arızalı. Kepçemiz yok, kamyonumuz doğru dürüst yok, orada mıcır üretecek bir konkasörümüz yok. Yani araç parkının alınması için Ardahan İl Genel Meclisi Başkanı ve üyeleri sağ olsunlar bir karar almışlar, 2009’da göndermişler. Şimdi Sayın Bakanım sağ olsun “Ben bununla ilgileniyorum, 2011 bütçesine koyarak oraya bir yardım yapacağım ve bunu, bu araç parkını yapacağım.” dedi. Ben teşekkür ediyorum Sayın Bakana ve -inşallah, umuyorum- mart ayını da geçmeyecek şekilde bu araç parkının gönderilmesi lazım. Çünkü, Sayın Bakanım, yazın yaylaya çıkıyor bizim insanlarımız, yayla yolları dozerle yapılıyor, başka türlü yapılmıyor.

SUAT KILIÇ (Samsun) – İller Bankasından kredi kullanabilirler, düşük faizli!

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Ardahan Devlet Hastanesinde çok kuyruk var. Sayın Bakanım burada…

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Yeni hastaneden bahsedin Sayın Vekilim.

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Yeni bir hastane yapılıyor, teşekkür ederim.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Şahane bir hastane!

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Teşekkür ederim, yeni bir hastane yapılıyor, onu da takdir etmek lazım.

CEMAL KAYA (Ağrı) – Bunların hepsini AK PARTİ yapıyor!

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi, tarım ve hayvancılık… Beni biraz önce Bahattin diye bir arkadaş aradı Göle’den, dedi ki: “Sayın Vekilim, bizim hayvancılığımız bitti, 11 liraya aldığım malı 9 liraya satamıyorum.” Şimdi, biz “Yatırım harcamalarıyla ilgili.” diyoruz ya, “Bize kredi de vermiyorlar.” dedi. Yunus Yılmaz, Göle Muhtarlar Derneği Başkanı. Elli dört tane köy derneği bana yazı yazmış, diğer, Çıldır, Hanak, Damal, Posof, Kars, Ardahan, Erzurum yani o bölgedeki bütün insanlar şunu söylüyor: “Bize bir sınırlama getirmişler, diyorlar ki: ‘55 ve üstü hayvan alana biz hibe yardımı yapacağız yüzde 40.’ ”

55 ve üstü hayvan yapmak için 450 milyar para lazım. Bankaya gidiyorsun banka kredi vermiyor. Ne yapıyor banka? Bırak 450 milyarı, 50 milyar için diyor ki: “Şehirden apartman vereceksin, daire vereceksin.” Köylü beni arıyor, diyor ki: “Kardeşim, ben şehirde olsam zaten gelip burada kredi alıp hayvancılık yapmam. Hayvanla uğraşmak kolay mı? Hayvanın yemini ver, altını temizle, suyunu bilmem ne yap, hayvanın kokusunu çek, bilmem neyini yap… Ben burada hayvancılık yapacağım, beyler et yiyecek. Ulan, ben 10 liralık, 20 liralık, 30 liralık kredi için gideceğim ona da ‘Kardeşim, şehir merkezinden daire ver, iki tane memur kefil getir veya esnaf getir.’ diyor.”

Değerli arkadaşlar, bakın, sizden rica ediyorum, mutlak surette Tarım Bakanı ve Başbakandan rica ediyorum, sesleniyorum buradan: Doğu ve güneydoğuda hayvancılık yapan 25 milyon insan var Türkiye’de. Bu 25 milyon insanın aile işletmeciliğini söndürmeyelim, öldürmeyelim.

Ne oluyor bu krediler? Yine zengin faydalanıyor. Hayvancılığı bilmeyen adam şehir merkezinden geliyor, teminatı veriyor, alıyor, yapıyor ama aile işletmeciliği ölüyor değerli arkadaşlar. Aile işletmeciliği öldüğü zaman, o zaman ne olacak peki Türkiye’nin bu hâli? Bu anlamda sizden rica ediyorum: Köylünün Ziraat Bankasına, tarım kredi kooperatifine olan borçlarını torba yasaya koyalım, faizlerini silelim, ana parayı taksite bölelim. Sayın Bakanım, sizden istirham ediyorum. “Bu var mı, yok mu?” Bir de bunu söylüyorlar.

Beni Türkiye’nin her tarafından arıyorlar. Bakın, dün beni Kırıkkale’den birisi aradı -hapis cezası çıkmış çiftçiye borcundan dolayı- “On gün gidip yatacağım. Ben borcumu ödedim ama kefilim başka bir yerde, kefil olduğum için bana hapis cezası çıktı.” diyor. E, Konya’dan öyle. Dün Konya’dan -kırmızı et- Dernek Başkanı arıyor, Nazif Karabulut, ismini de söyleyeyim. 2011 yılına kadar et ithalatını bu Hükûmet uzattı. 2011 yılının sonuna kadar ithalatı uzatan Hükûmete sesleniyoruz: Sizin gayeniz Türk köylüsünü bitirmek mi yani batırmak mı? Sizden istirham ediyorum. Tamam, ithal et, hayvan gelir, tüketici ucuz et yesin ama köylüyü kalkındırmak için köylünün kredi alacağı sistemi geliştirirseniz bir yıl içerisinde bu problemi çözer ve mutlak surette ülkemizi kalkındırırız.

Bütçenin ülkemize hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öğüt.

Şahıslar adına son söz Rize Milletvekili Sayın Bayram Ali Bayramoğlu’na aittir.

Buyurun Sayın Bayramoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Rize) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, merkezî yönetim bütçe kanununun yatırım harcamalarıyla ilgili 15’inci maddesi üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Arkadaşlar, “bütçe” dendiği zaman rakamlarla konuşmamız lazım, “bütçe” dendiği zaman bu rakamların ne anlam ifade ettiğini konuşmamız lazım. “Bütçe” dendiğinde ülkenin bundan neler istifade ettiği, hangi noktaya ülkeyi taşıdık, bunlar üzerine yoğunlaşmamız gerektiğini düşüyorum ki benim de ana konum, üzerinde duracağım konu yatırım konusu olduğu için yatırımlarla ilgili meseleleri biraz enine boyuna değerlendirip sizlerle bu bilgilerimi paylaşmakta fayda görüyorum.

Bütçenin beş tane ana kalemi var. Bu beş tane ana kalemde, ben çok eskiyle mukayese yapmayacağım ama özellikle son birkaç yıllık dönem açısından nasıl bir gelişme gösterdiğimizi görmek açısından bu rakamları sizlerle bir daha paylaşmakta fayda görüyorum. 2005-2010 değerlendirmesi yapacağım çünkü Hükûmetimiz 2005-2010 yılları arasındaki bu beş yıllık süre içerisinde nasıl bir gelişme göstermiş, bu noktada harcamalarını nasıl koordine etmiş, bu yatırımlarını veya kaynaklarını nerelerde kullanmış, bunu iyi görmemiz lazım.

Şimdi, en çok sıkıntılı olduğumuz konulardan bir tanesi personel harcamaları. 2005 yılında toplam 37,4 milyardan 2010 yılında 73,2 milyar TL’ye çıkmışız. Yani, bütçenin en önemli kalemlerinden bir tanesinde yüzde 100’den fazla, ciddi bir artış sağlamışız. 2005 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın içerisinde bütçe payı yüzde 5,8 iken 2010 yılında yüzde 6,7’ye çıkarmışız. Yani, personel harcamaları normalde diğer harcamalara göre daha fazla artmış. Bu ne demek: Personelin cebine çok daha fazla kaynak vermiş demek. İkinci rakam ise ne, burada çok önemli: Faiz rakamları, yıllardır bütçenin en büyük kara deliği dediğimiz faiz harcamaları. 2005 yılında toplam bütçe içerisindeki ödediğimiz faiz harcaması 45,7 milyar, peki 2010 yılına geldiğimizde bu rakam ne kadar: 49,5 milyar liraya çıkmış. Yani aradaki fark yaklaşık 4 milyar TL artmış, ama alınan tedbirlerle 2011 yılında bu rakamın 47,5 milyar liraya düşürülmesi planlanıyor. Peki, bunun gayrisafi yurt içi hasıla içerisindeki paylarına bir bakarsak, 2005 yılında yüzde 7; 2010 yılında yüzde 4,5; 2011 yılındaki faiz harcamalarının gayrisafi yurt içi hasıla içerisindeki payı ise yüzde 3,9’a indirilecek. Yani, personel harcamaları artırılmış, faiz harcamaları aşağıya doğru düşürülmüş. Bu şu demektir: Bütçe öyle güzel planlanıyor ve kaynaklar o kadar düzenli kullanılıyor ki, bu kullanılan kaynaklar asli harcamalara yönlenebiliyor.

İşte, bu noktada yatırımlarla ilgili rakamları da sizlerle paylaşmak istiyorum, esas ana konumuz bu: Bakın arkadaşlar, 2005 yılında toplam yatırımlara ayrılan pay 11,7 milyar TL. 2010 yılında ne kadar hedeflemişiz: Bakın 2009’da ne hedeflemişiz, 2010 için 22,4 milyar lira hedeflemişiz, ama dünyada bu kadar büyük kriz yaşanmış olmasına rağmen 2010 yılında toplam yatırım harcamamız ne kadar olmuş: 33,5 milyar TL olmuş. 11 milyar TL mevcut hedeflenen bütçeden ilave kaynak gelmiş. Nereden gelmiş bu kaynak: Toplam hasılat olarak elde edilen gelirlerde 17 milyar lira artış sağlanmış, bunun 11 milyar lirası yatırımlara yönlendirilmiş, 6 milyar TL’si ise bütçe açıklarında, 50 milyar hedefin 44 milyara indirilmesi olarak kullanılmış. İşte, yatırım planlaması bu demek.

Şimdi, bir de size bu yatırımların rakamlarını verirken sadece 33,5 milyarla sınırlı olmadığını söylüyorum. Toplam yatırım miktarı, 2011 yılı içerisinde kamu kanalıyla yapılacak yatırım miktarı her ne kadar bütçeye 26 milyar konmuşsa da toplam 47,9 milyar yani 48 milyar olacak. Bunun içerisine, mahallî idarelerin kaynaklarını hesap ederseniz 16 milyar, yatırım miktarı bu miktara, 47 milyara ulaşacak. Bununla yetiyor mu? Hayır. Esas en önemli konu, yap-işlet-devret projeleriyle yapmaya çalıştığımız HES’ler, yollar, köprüler, altyapı projelerinin yatırım bütçesi olarak bize yansıttığı, istihdama yansıttığı katma değerlerdir. Bunların hiçbir tanesini görmeyeceksiniz ve planlamada bütçenin yetersizliğini gündeme getireceksiniz demek, ya rakamları bilmemek anlamı taşır ya da yatırımları takip etmiyorsunuz anlamını taşır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – HES’ler nerede istihdam yaratıyor söyler misiniz? HES’ler Karadeniz’i darmadağın etti.

BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Devamla) – Efendim, ben teşekkür ederim.

Sözüm bitti, bunları da bir daha söz alırsam anlatırım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bayramoğlu.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Niye doğruları söylemiyorsunuz?

BAŞKAN – Sayın Ağyüz

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Paksoy

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Niye doğruları söylemiyorsun? HES’ler cep dolduruyor.

BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Rize) – Hayatımda hiç eğri konuşmadım, hep doğruları söyledim.

BAŞKAN – Sayın Bayramoğlu, Sayın Ağyüz, soru-cevap işlemi yapıyorum.

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Sayın Bakan, ülkemize ithal edilen ham petrolün rafineride işlenmesi sonucu üretilen benzinin yarısına yakınının tüketilemediği ve tüketilemeyen benzinin yurt dışına 99 kuruşa ihraç edildiği doğru mudur?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayalî ihracatı anlatın Sayın Bayramoğlu.

BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Rize) – Elinde belgeyle konuş, ezbere konuşma.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Konuşacağım.

BAŞKAN – Sayın Bayramoğlu, lütfen…

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Şayet doğruysa, yurt dışına 99 kuruştan satılan benzin yurt içinde örneğin 3 liraya satılsa benzin tüketimi artar, sonuçta motorin talebi, buna bağlı olarak da ham petrol ithalatı azalmaz mı? Cari açık ve daha pahalı olan dizel araç ve yedek parça ithalatı da gerilemez mi? Bu konuda düşüncelerinizi alabilir miyim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Yıldız…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, 2002’de çıkardığınız Acil Eylem Planı’nda Hükûmet olarak ilk üç ayda yoksulluk envanteri yapacağınızı beyan etmiştiniz, aradan sekiz yıl geçti yoksulluk envanteri yapmadınız. Yaptıysanız bizimle paylaşır mısınız? Yapmadıysanız, bunun nedeni yoksullukla mücadeleden vazgeçtiğiniz için mi, yoksa yoksullukla mücadelede pes ettiğiniz için mi?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, 2002 yılında vatandaşlarımızın toplam kredi kartı borçları 4 milyar TL civarında, kişi başı kredi kartı borç tutarı da sadece 57 lira. Şimdi, toplam kredi kartı borç tutarı 47 milyar TL, kişi başı borç da 600 TL civarında. Yani 10 kat artmış.

Yine, aynı şekilde, 2002 yılında toplam tüketici kredileri 2 milyar, kişi başı borç 28 TL iken; 2010 yılında, 10 Aralık tarihi itibarıyla, toplam 121 milyar 366 milyon TL, kişi başı borçda 1.685 TL’ye artmıştır. Yani 60 kat artmıştır.

Toplamda da kişi başı borç 85 TL’den 2.285 TL’ye çıkmıştır.

Buna rağmen, hâlâ, ekonomik olarak vatandaşın iyi durumda olduğunu söyleyebiliyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Özdemir…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Maliye Bakanına soruyorum: İş gücü maliyetleri kapsamında asgari ücret üzerinden yapılan kesinti oranının yüksekliği, firmaları kayıt dışına iten faktörlerin başında gelmektedir. Buna göre, hem kayıt dışı istihdamı azaltmak hem de ulusal ve uluslararası piyasalarda oluşan haksız rekabeti ortadan kaldırmak için vergilerin bir takvim dâhilinde aşağıya çekilmesi için bir çalışmanız var mı? Varsa bu çalışmalarınız nelerdir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Uslu…

CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, demir yolu sektöründe 2011 yılı için öngörülen yatırım tutarı nedir? Demir yolu taşımacılığında hedeflenen pazar payı yüzde 10 olarak ifade edildiğine göre ne kadarlık bir yatırıma ihtiyaç vardır?

Edirne iline 2011 yılında ne kadarlık bir yatırım harcaması düşünüyorsunuz? Bunun içerisinde Edirne-İstanbul demir yolu hattı için bir yatırım harcaması var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Sakık

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanıma soruyorum: Bu yurt dışı seyahatlerinde “harç pulu” denilen 15 TL bir ödeme yapılıyor, vatandaşlara da büyük bir eziyet. Acaba Ulaştırma Bakanlığıyla ortak bir konsensüs oluşturarak bu parayı biletlere yansıtabilir mi? Bu bir.

İkincisi: Sayın Bakan da bu yakın tarihte, Sayın Başbakanla Muş’a büyük bir sefer düzenlediler, oraya gittiler, onlarca fabrikanın açılışını yaptılar. Oysaki “Fabrika” dedikleri şey küçük atölyeler. Mesela bunlardan biri Hasköy ilçesinde ve eski lastikleri toplayan, etrafa hastalık saçan bir atölyenin açılışını topluma sanki büyük fabrikalar açılıyormuş gibi yansıtmaya ve sağlık açısından bu kadar zararlı olan atölyelerin açılışına nasıl müsaade ediyorlar? Bu konuda bizi bilgilendirirse sevinirim. Yanı başlarında bazı bürokratlar, görevi olmadan, adaylık için, onların eli ayağı arasında tepişip gidiyorlardı. Kimileri burada üst düzey bürokratlardı. Hangi hakla oraya gittiklerini bize açıklarlarsa sevinirim.

BAŞKAN – Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, kamuda çalışan sosyolog, kütüphaneci, arşivci, kitap patoloğu ve folklor araştırmacılarının genel idare hizmetleri sınıfından teknik hizmetler sınıfına geçişlerini sağlayan düzenleme gerçekleşmiş olmasına karşın, Maliye Bakanlığı tarafından özlük haklarının düzeltilmesine yönelik herhangi bir çalışmanın yapılmadığı ifade edilmektedir. Saydığım bu gruplara mensup kamu çalışanlarının özlük haklarının iyileştirilmesine yönelik bir çalışma var mı? Varsa çalışma ne durumdadır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Son sorudan başlayacağım. Sosyologların, arşivcilerin ve diğer sözünü ettiğiniz kesimlerin teknik sınıfa alınması konusunda biz yapıcı bir yaklaşım içerisindeydik ve nitekim, bizim bu yapıcı yaklaşımımızla o değişiklik oldu ancak şu an itibarıyla özlük haklarına ilişkin bir çalışma yok.

Sayın Sakık, tabii bu yurt dışı harç pulu konusunda aslında doğru bir noktaya temas ettiniz. Gerçekten, aslında buradan elde ettiğimiz gelirler TOKİ’ye gitmeseydi, yani merkezî hükûmete gelseydi ben kaldırırdım çünkü hakikaten, vatandaşa bir zahmet. Elde edilen gelir de çok boyutlarda değil ama merkezî hükûmete değil, TOKİ’ye gittiği için kaldıramıyoruz fakat biz, Türk Hava Yolları başta olmak üzere birçok hava yollarıyla konuştuk “Acaba, bunu bilet fiyatına dercedebilir miyiz?” diye, fakat bu biletler İnternet’ten, yurt dışından birçok kanalla satıldığı için bu konuya hava yolları pek olumlu bakmadılar ve bunun mümkün olmadığı yönünde bize görüş bildirdiler ve ondan dolayı da onu hayata geçiremedik.

Demir yolu yatırımına ilişkin, olmazsa o hususlara ilişkin biz yazılı cevap verelim çünkü yatırımın ne kadar olduğu, özellikle İstanbul, Edirne illerine ne kadar yatırılacağı hususlarını arkadaşlarımız hazırlasınlar, biz yazılı cevap verelim.

Tabii, özellikle asgari ücret üzerinde bu dönemde vergiler azaltıldı. Yani ben şunu söyleyeyim: Daha önce asgari ücret üzerinde ortalama yüzde 12,8 olan vergi, son dönemde yaptığımız asgari geçim indirimi ve 5 puanlık indirim gibi birtakım hususları da dikkate alırsak bir bekâr olan asgari ücretli için bile vergiler yüzde 12,8’den yüzde 5,3’e düşürüldü, yani yarıdan daha fazla azaltıldı. Şunu da ifade etmek istiyorum: 4 çocuğu olan bir asgari ücretliden, eşinin de çalışmaması koşuluyla sıfır vergi alıyoruz. Yani asgari ücretli sıfırla yüzde 5,3 arasında bir vergi veriyor. Eskiden çok daha yüksek oranda bir vergi vermek durumunaydı, yüzde 3,8’le yüzde 12,8 arasında bir vergi vermek durumundaydı. Dolayısıyla, sizin gündeme getirdiğiniz bu hususta önemli çalışmalar yaptık. Aslında, istihdamı artırmak için, kayıt dışılığı azaltmak için bütçe imkânları el verse daha fazlasını da yapmak lazım çünkü bu yapılan doğru bir reformdur, arz yönlü bir reformdur ancak şu anda imkânlar bu kadar.

Tabii, bu kredi kartı borçları hususu dün de gündeme geldi. Rakamlar doğru. Yalnız, şunu göz önüne almak lazım: Şimdi -sabah da söyledim- 2000’li yılların başında, 2001’de, 2002’de, 2000 yılında, takdir edersiniz ki kredi kartları üzerinde yıllık faiz yüzde 70’lerin üzerindeydi, aylık yüzde 5’ler civarındaydı. Vatandaşımız dolayısıyla bu kredilere fazla rağbet göstermiyordu. Şimdi, biz faizi, yüzde 60’lardan, yüzde 70’lerden yüzde 7’lere kadar düşürdük. Dolayısıyla, bir talep artışı var ve kredi hacminde bir artış var. Yalnız, şöyle bir karşılaştırma yapmakta ben fayda görüyorum: Türkiye’de toplam tüketici kredilerinin yani daha doğrusu, hane halkının toplam borcunun millî gelire oranı yüzde 15 civarı. Bunu Doğu Avrupa ülkeleriyle karşılaştırdığınız zaman, Doğu Avrupa ülkelerinde yüzde 30 civarı, Batı Avrupa’yı da dâhil ettiğiniz zaman yüzde 58 civarı, hele Amerika, İngiltere’de yüzde 90’ların üzerinde. Yani dolayısıyla, hane halkı borçluluğu anlamında uluslararası bir karşılaştırma yaptığınız zaman Türkiye, hakikaten, hane halkı borçluluğunda en düşük ülkelerden bir tanesidir.

Yoksulluk envanteri konusunda, Bakanımız Sayın Hayati Yazıcı, bildiğim kadarıyla, bir çalışmayı tamamladılar ama hani detayları konusunda ben size bir şey söyleyemem. Yalnız, yoksullukla mücadeleden vazgeçtiğimiz hususu, doğru bir husus değil. Müsaade ederseniz, uluslararası karşılaştırmalarda kullanılan bir iki rakamı hatırlatmak istiyorum. Referans noktası olarak -madem İktidarımız dönemi- 2002 yılı, kişi başına 1 doların altında alan, bin doların altında alan vatandaşımızın…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz doldu, bir dahaki soru-cevapta…

15’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

16’ncı maddeyi okutuyorum:

Resmi taşıtlar

MADDE 16 – (1) Bu Kanuna bağlı (T) işaretli cetvelde yer alan taşıtlar, ancak çok acil ve zorunlu hallere münhasır olmak kaydıyla ilgili bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile edinilebilir.

(2) Vakıf, dernek, sandık, banka, birlik, firma, şahıs ve benzeri kuruluş veya kişilere ait olup 237 sayılı Kanun kapsamında bulunan kurumlar ile özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşlarınca kullanılan taşıtların giderleri için (güvenlik hizmetlerinde kullanılan taşıtlar hariç) kurum bütçelerinden hiçbir şekilde ödeme yapılamaz.

(3) Türk Silahlı Kuvvetleri (Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı dahil), Emniyet Genel Müdürlüğü ile Gümrük Müsteşarlığı Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğüne kurum, kuruluş, dernek ve vakıflarca hibe edilecek taşıtlar, (T) işaretli cetvelde gösterilmesine gerek bulunmaksızın Bakanlar Kurulu kararı ile edinilebilir.

 (4) Emniyet Genel Müdürlüğüne ait taşıtlar, 12/4/2001 tarihli ve 4645 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde (T) işaretli cetvelde gösterilmesine gerek bulunmaksızın, cinsi ve adedi İçişleri Bakanlığının talebi ve Maliye Bakanlığının teklifi üzerine alınacak Bakanlar Kurulu kararında belirlenmek kaydıyla 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tabi olmaksızın mübadele yoluyla yenileri ile değiştirilebilir. Aradaki fiyat farkı, döner sermaye gelirleri, sosyal tesis veya kantin gelirleri ile Türk Polis Teşkilatını Güçlendirme Vakfı gelirlerinden karşılanır.

(5) Türk Silahlı Kuvvetlerine (Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı dahil) ait taşıtlar, 30/5/1985 tarihli ve 3212 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde (T) işaretli cetvelde gösterilmesine gerek bulunmaksızın, cinsi ve adedi Milli Savunma Bakanlığının (Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı için ise İçişleri Bakanlığının) talebi ve Maliye Bakanlığının teklifi üzerine alınacak Bakanlar Kurulu kararında belirlenmek kaydıyla 4734 sayılı Kanuna tabi olmaksızın mübadele yoluyla yenileriyle değiştirilebilir. Aradaki fiyat farkı, sosyal tesis gelirlerinden, kantin gelirlerinden, döner sermaye gelirlerinden veya bağış yoluyla (Jandarma Genel Komutanlığı için Jandarma Asayiş Vakfı gelirlerinden) karşılanır.

(6) Türk Silahlı Kuvvetlerine (Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı dahil) ait taşıtlardan, trafiğe tescil tarihi itibarıyla en az 10 yaşını doldurmuş olanlar, (T) işaretli cetvelde gösterilmesine gerek bulunmaksızın, cinsi ve adedi, ilgisine göre Milli Savunma Bakanlığı veya İçişleri Bakanlığının kararıyla, 4734 sayılı Kanuna tabi olmaksızın ve satılacak taşıt sayısı satın alınacak taşıt sayısından az olmamak ve satın alınacak taşıt sayısı Milli Savunma Bakanlığı için 40 adedi, Jandarma Genel Komutanlığı için 10 adedi ve Sahil Güvenlik Komutanlığı için 5 adedi geçmemek üzere mübadele yoluyla yenileriyle değiştirilebilir ve aradaki fiyat farkı, bütçeden karşılanabilir. Bu fıkrada yer almayan hususlar hakkında 3212 sayılı Kanun hükümleri uygulanır.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Sayın Akın Birdal’da.

Buyurun Sayın Birdal. (BDP sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bu konuda bastırılan Plan- Bütçe Komisyonu Raporu’nda (II) sayılı cetvelde yer alan listeyi ben size vereyim. Eğer siz bundan bir şey anlarsanız… Bu raporun müzakere edilmemesi lazım. Bakın nasıl çıkmış, vereyim ben size. Bakın, şurada hiçbir rakam okunmuyor. Bu raporun hükümsüz olması lazım.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Birdal.

Süreniz on dakika.

BDP GRUBU ADINA AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Yasa Tasarısı’nın 16’ncı maddesi üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Şimdi, iktisat konuşuluyor, ekonomi, bütçe. Bilinen ünlü bir iktisatçımız vardı, nur içinde yatsın, Profesör Sadun Aren. Bir uluslararası konferansa gidiyor ve konferans bitimi, akşam ev sahibi akademisyen meslektaşı kendisini yemeğe çağırıyor ve akşam yemekten sonra Sadun Aren Hoca’yı uğurlarken Sadun Aren’in pardösüsünü tutmak istiyor, Sadun Hoca da kabul etmiyor. Ev sahibi ısrarla pardösüsünü tutmak istiyor, Sadun Hoca da ısrarla reddediyor ve en sonunda, bu birkaç kez böyle yinelenince, “Müslüman olduğunuzdan, inançlarınızdan ötürü mü tutturmuyorsunuz pardösüyü?” diyor. Evet, Sadun Aren, tabii, sosyalistti, ideolojik olarak bu pardösüyü tutturmuyor.

Şimdi, bu bütçenin, gerçekten, hazırlanışına bakıldığı zaman, işte, İslami değerleri yüksek falan… Aslında ideolojik bir bütçe bu. Niye ideolojik olarak hazırlanmış bir bütçe? Neoliberal politikaların, uluslararası emperyal kurumların dayatmaları üzerine verilen reçete bize burada bütçe olarak getiriliyor.

Şimdi, yine Osmanlının son dönemlerinde, biliyorsunuz -hangisi anımsamıyorum ama- tabii, yine bir kriz yaşanıyor ve zam üstüne zam ve padişah yaverlerini gönderiyor, “Gidin bakalım, halkın durumu nasıl?” Gidiyorlar yaverler ve halk gayet mutlu. Onun üzerine geliyorlar, “Halkımızın bir sorunu yok, mutlu bu konulan zamlardan.” “O zaman biraz daha zam yapın.” diyorlar. Tekrar birkaç ay sonra “Gidin bakalım, halkın hâli nedir?” diye... Gidiyorlar, bakıyorlar, gerçekten halk yine mutlu, neşeli, oynuyor ve derken yine zam ve bu yineleniyor, sürekli zam zam. Çünkü halkın, zam üstüne zam, pahalılık üzerine pahalılık, ruh hâli bozuluyor ve giderek çıldırmaya başlıyor.

Şimdi galiba bu bütçede de Sayın Bakanın anlattıklarına göre vallahi bu halk gayet mutlu, güzel. Ama bunu göreceğiz. Gerçekten bu neoliberal politikaların, özelleştirmenin, taşeronlaştırmanın, sendikasızlaştırmanın, işsizliğin, yoksulluğun ve açlığın… İleride göreceğiz nasıl müreffeh bir tablo çizildiğini ve bunun sanal bir bütçe olduğunu, gerçekçi olmadığını göreceğiz.

Sayın Bakanın dün anlatmalarından da bu görünüyor. Olur mu öyle şey? Bakın, şimdi, eğitim emekçilerinin durumuna; örneğin, toplumumuzun işte geleceğini inşa eden, işte onun elinde olduğu da söylenmiştir gelecek neslin ve şimdi onların durumu: 2010 yılında yapılan bir araştırmaya göre eğitim emekçilerinin yüzde 80’inin kredi borcu var; yüzde 70’inin borcu bin ile 4 bin TL arasında; yüzde 80’inin banka kredi borcu var; yüzde 59’u kiracı; yüzde 64’ü borçlarından ötürü kaygılı ve kendilerini, kendi mesleklerine verememekte, yoğunlaşamamakta; yüzde 51’i öğretmen olduğuna pişman; yüzde 92’si Millî Eğitim Bakanlığının kendilerine gereken değeri vermediği kaygısında ve duygusunda, her geçen gün öz güvenini yitirmekte; yüzde 75’i iş güvencelerinin tehlikede olduğunu düşünmekte.

Şimdi, burada nedir aslında iyi giden? Sayın Bakanın rakamları gerçeği yansıtmıyor.

Yine, dün buradaki konuşmalarda muhtar maaşlarının kaç kat artırıldığı, dolayısıyla enflasyon oranından fazla zam yapıldığı söylendi. Muhtar maaşları 2002 yılında 98 TL iken, bugün 330 TL olmuş. Gerçekten, oran olarak yüzde 250 civarında bir artış. Ama diğer tarım girdilerinin, temel girdilerin 2002’deki fiyatı ile bugünkü fiyatına baktığınız zaman bugün muhtarın aldığı 330 TL’nin hiçbir kıymeti harbiyesinin olmadığı görülecektir. Ama ülkede 4 kişilik bir aile için açlık sınırı, kamu emekçilerinin konfederasyonlarının sürekli, her ay yaptıkları araştırmalarda 912 TL ve yoksulluk sınırı da 2.520 TL arasında.

Şimdi, bu ekonomik politikalarla emekçilerin yoksullukla terbiye edileceği düşünülmektedir ya da gerçekten açlığın, yoksulluğun insan onurunda yarattığı tahribatla, onların demokratik taleplerinden, hak arama mücadelesinden vazgeçecekleri mi sanılmaktadır?

Şimdi, 2002 yılında on altı yaşından büyükler için asgari ücret 250,8 TL idi, 2010 yılında ise 760,5 TL, artış oranı ise yüzde 200 olmuş ama hâlâ “asgari ücret” değil “sefalet ücreti” olarak adlandırılıyor. Milyonlarca işçi “asgari ücret” adı altında sefalet ücretine mahkûm olmuş durumda. Dün bunun çaresizliklerini ve getirdiği trajik sonuçları, hem slikozis hastalıklarından hem Tekel işçilerinin durumundan hem Tuzla Tersanesi’ndeki ölüm tarlalarından örnekler vermiştim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, yine burada bir dizi temel gereksinmelerimiz, günlük şeyler var. Örneğin, 200 gramlık ekmek 2002’de 25 kuruş iken şimdi 1 TL, elektrik 2002’de 12 kuruş iken 2010’da 2 TL’den fazla, cep telefonlarında vergi yükü konuşma ücretinin bilmem ne ve işte bilmem rakı şarap, üzüm ülkesi… Hoş, Sayın Başbakan “Üzüm yesinler.” diyor. Aslında, bırakın içki tüketimini, insanlar nasıl yaşamak istiyorlarsa, nasıl keyiflerince bu stresi atmak istiyorlarsa atsınlar. Aksi takdirde bu alandaki yarattığınız değer de azalacaktır.

Şimdi, gerçekten silahlanmaya ayrılan para, savunma harcamalarına… Örneğin, şimdi, Millî Savunma Bakanlığı bütçesi 10 milyar TL, Jandarma Komutanlığı bütçesi 4,5 milyar TL, Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesi 10,5 milyar TL, İçişleri Bakanlığı bütçesi 2,3 milyar TL. Sahil Güvenlik, Savunma Sanayii Müsteşarlığı, Kamu Düzeni Güvenliği Müsteşarlığı hesaba katıldığında toplam 36 milyar TL olmaktadır.

Şimdi, 244.966 kişi jandarma, 230.387 kişi polis, 410.659 kişi özel güvenlik personeli, 82 bin kişi korucu, yeni alınacaklarla beraber 1 milyonu aşkın kişiden fazla güvenlik personeli İçişleri Bakanlığına ve Hükûmete bağlı olacak. Bu neyin habercisi arkadaşlar? Giderek bu küresel ekonomik krizin ve izlenen ekonomi politikalarının sonucu işsiz, yoksul, aç kalan emekçiler isyan edecekler, itiraz edecekler ve bunu… Yalnız ekonomik, sosyal haklar daraltılmış olmuyor. Bakın, biz baştan beri söylüyoruz ekonominin demokrasiyle, ekonominin insan haklarıyla, ekonominin doğrudan barışla olan ilişkisini.

Şimdi o ekonomik taleplerin istemine yönelik yükselen başkaldırıyı bastıracaklar. Nasıl bastıracaklarını da biliyoruz. İşte bu güvenlik güçleriyle, bu silahlarla, bu postallarla ve bu biber gazıyla ve doğrusu ben merak ediyorum emekçilerin ve öğrencilerin demokratik gösterilerinde kullandıkları biber gazının İçişleri Bakanlığına yıllık maliyeti nedir diye ama şimdi, yine, işte, iki ili ilçe yapmak istiyorlar ve sorunun hâlâ güvenlikle çözüleceğine inanan bir mantalite var. İnanıyorlar mı, yoksa dayatılıyor mu, doğrusu onu da anlamakta güçlük çekiyoruz çünkü koşulları yerine getirememiş binlerce ilçe il olmayı beklerken, Millî Güvenlik Kurulunda Yüksekova ile Cizre’nin il olmasına karar veriliyor ve şimdi güvenlik sorunuyla oradaki halkın özgürlük talepleri, demokratik talepleri, ana dil hakkı ve eşit ve özgür yurttaş olma çabaları bastırılmak istenecek. Mümkün değil elbette. Bunun mümkün olmadığını da ne yazık ki bir türlü anlayamadılar.

O nedenle, kişisel ve siyasal haklar ve özgürlüklerle, ekonomik, sosyal, kültürel hakların da böyle bir iç içeliği var. Doğrusu, biz bu İktidardan, eşitlikçi, adaletli, emekçileri, üretenleri gözeten bir bütçenin oluşturulmasını zaten beklemiyoruz ama bir gün mutlaka, bir gün, üretenlerin ürettikleri üzerinde söz, karar ve yönetim hakkını edineceği demokratik, özgür, barışçıl bir Türkiye’ye ulaşılacaktır çünkü dünya dönüyor ve dönen dünyada emekçilerin emperyalist güçlere, kapitalist güçlere vura vura döndüğünü de bir kez daha hatırlatmak gerekiyor.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Birdal.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Kadir Ural. (MHP sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, baktınız mı, rapor okunuyor mu?

BAŞKAN – Şimdi, size şey gelecek ama ben yakından baktığım zaman gözlüksüz okuyabildim fakat…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama Sayın Başkan, böyle bir rapor müzakere edilir mi? Bu, Meclis Başkanlığının büyük bir hatasıdır.

BAŞKAN – Doğrudur… Doğrudur…

KAMER GENÇ (Tunceli) - Özür dilemesi lazım Genel Kuruldan Meclis Başkanlığının. Öyle bir rapor müzakereye alınamaz.

BAŞKAN – Şimdi, Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Okunmuyor. Yani hangi kuruluş ne kadar araç alacak, ne fiyatla alacak, orada sadece…

BAŞKAN – Fiyatlar zaten yok Sayın Genç, ben baktım, fiyat yok.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim yok işte… Neyi müzakere edeceğiz?

BAŞKAN – Şimdi “Yazılar küçük.” dediğinizi zannettim ben, o ayrı bir konu.

Şimdi, evet…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama Sayın Başkan, gösterin ya…

MHP GRUBU ADINA KADİR URAL (Mersin) – Sayın Başkan, ben gideyim isterseniz.

BAŞKAN – Sayın Ural, ne yapayım, Allah aşkına!

KADİR URAL (Devamla) – Susturun efendim.

BAŞKAN - Nasıl susturayım?

KADİR URAL (Devamla) – Bana siz söz verdiniz.

BAŞKAN – La havle vela kuvvete…

Sayın Ural, buyurun.

KADİR URAL (Devamla) – Konuşabilir miyim efendim.

BAŞKAN – Buyurunuz.

KADİR URAL (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Büyük Türk milletinin değerli vekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 16’ncı maddesinin “Resmî taşıtlar” başlıklı maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi ve ekranları başında bizleri izleyen, dinleyen bütün milletimizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, aslında resmî taşıtlar devletin (T) cetvelinde yer alan taşıtları göstermesine rağmen, son yıllarda bütün kurumlar bu araçları kiralama yöntemi diye bir yöntemle kiralama yoluna giderek ihtiyaçlarını karşılamaya başladılar. Fakat bu usul birçok kurumu zarar ettirmekten başka bir işe de yaramıyor, kimse de bu işe dur deme ihtiyacı hissetmiyor. Birçok yerde kira olarak ödenen paralarla bu araçların mülkünün alınabileceğini hayretle gördük, görüyoruz. Bu konuda birçok örnek vermek mümkün ama ben sadece Türkiye Büyük Millet Meclisinin kiraladığı makam araçlarını örnek vermek istiyorum. Aldığımız bilgilere göre, Meclis tarafından lüks araçlar aylığı 1.200-1.300 lira arasında kiralanıyor. Şimdi küçük bir hesap yapalım: Üç yıllığına kiralanıyor bunlar, eğer bu olay böyleyse aylık 1.200 liradan üç yıllık kira bedeli ortalama 45 bin lira, yani üç yıl boyunca ödenen kira parasıyla bu araçların mülkü alınır, kendisi satın alınabilir. Üstelik zaten yüzde 60’ı vergi olarak geriye ödeneceğinden, en az, devlet, her bir araçta 45 bin lira da kâr eder. Bu araçlardan sadece Türkiye Büyük Millet Meclisinde 56 adet olduğu düşünülürse sadece Meclis üç yılda -eski parayla- 2,5 trilyon lira zarar ettiriliyor. Kaldı ki bunu diğer bakanlıklara ve belediyelere yayarsak zararı hesaplamak mümkün bile değildir. Sebebi ise, neredeyse bakanlık memurlarının altında aileleriyle birlikte kullandıkları araçlar herkes tarafından bilinmektedir. Yönetmelikte kimlere araç tahsis edileceği belliyken bu savurganlık nedendir?

Araçların mülkünü almak yerine kiralama yoluna gidilerek fakir fukaranın, garip gurebanın, dulun, yetimin, öksüzün, vatandaşın verdiği vergilerle ayakta duran devlet hazinesi zarara uğratılmış ve bu paralar birilerine de peşkeş çekilmiştir. Rakamlar bu kadar alenen ortadayken bu savurganlığa hâlâ devam eden zihniyetten hesap sorulacağı da aşikârdır.

Kanunun 16’ncı maddesinin 3’üncü bendine baktığımız zaman hibe araçlar var. Burada belirtilen hibe araçları sadece kanun maddesinde sayılan kurumlar alabiliyor, başka kurumlar, özellikle belediyeler veya üniversiteler niçin (T) cetvelinin dışında hibe alamıyor? Dün Sayın Bakana ve bürokratlarına da sorduk ama herhangi bir cevap… Müsteşarla görüşecektik, Müsteşar Bey’le de görüşemedik bir türlü. Ama neden belediyeler veya üniversiteler (T) cetvelinin dışında hibe araç alamıyorlar, bunun mantığı yok.

Sayın Bakanım, buna bir düzenleme getirilmesi lazım, bunun mantığı yok. Bu yazılmış, çizilmiş, getirilmiş; üç senedir, beş senedir aynı şekilde çıkarılan bir 16’ncı madde. Aynı şekilde çıkarılıyor ama neden belediyelere veya diğer kurumlara bu haklar verilmiyor? 16’ncı maddedeki Türk Silahlı Kuvvetlerine veriliyor, Emniyet Genel Müdürlüğüne veriliyor, Gümrük Muhafaza Müdürlüğüne veriliyor, Sahil Korumaya veriliyor ama belediyelere veya üniversitelere bu haklar maalesef verilemiyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir de Hükûmetimizden bir konuda bilgi almak istiyorum. Geçen yıl da bütçe konuşmasında yurt dışından özel olarak yine şirketler aracılığıyla getirtilen, tanesi -eski parayla- 1 trilyon 300 milyar lira olan zırhlı araçların da olduğundan bahsetmiştim. “Bu araçlardan beş altı tane getirildiği, bu araçların bazı bakanlar tarafından makam araçları olarak kullanıldığı konuşuluyor.” demiştim. Ayrıca, bu araçların trafik tescil belgelerinin olmadığı, ruhsatları ve tabii ki plakaları olmadığı için de kiralayan şirket tarafından yıllık vergileri de ödenemiyor. Eğer böyle bir şey varsa sorumluların bir an önce ortaya çıkarılması, sonradan çıkarsa sizin için büyük bir hüsran olacağını da söylemiştim, ancak üzerinden bir yıl geçmesine rağmen ve bu konunun medyada yer almasına rağmen ne bir bakan ne de bir yetkili bu konuya herhangi bir cevap vermedi. Olay doğru mudur, yanlış mıdır? Yorumunu da Türk milletine bırakıyorum.

Maalesef sayın milletvekilleri, yüksek ihtişama, uçaklara, makam araçlarına, gemiciklere harcadığınız paralarımızı bir araya toplasak herhâlde çok daha güzel işlerde kullanabileceğimiz bir servet ortaya çıkar. Saltanat, seyahat, sefahat ve menfaat ilişkilerinin ortadan kaldırılmasını, bu şekilde de olmasını temenni ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her gün bu kürsüye çok değerli hatipler çıkıyor, konuşmalar yapıyorlar, elbette iyi niyetle, katkı sağlamak için yapılan konuşmalar ancak şunu belirtmeden de geçemeyeceğim: Özellikle Hükûmetin sözcüleri bazen ortamı geren saldırgan tavırlar içerisinde konuşmalar sergiliyorlar. Örneğin bu Mecliste bir Başbakan Meclis Başkanını azarladı, Meclis Başkanı da sustu. Her konuşmacı, 2002 ve öncesini eleştirdi, öyle konuşmalar yaptılar ki 2002’ye kadar bu ülkede hiçbir şey yapılmamış, her şeyi sekiz yılda sizler yapmışsınız. Sanki geriye dönüp bakarsak Sayın Alparslan Türkeş’in, Sayın Devlet Bahçeli’nin, Bülent Ecevit’in, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Turgut Özal ve aklımıza gelmeyen, bunlar gibi Türkiye tarihinde adı geçen bakanlar, bürokratlar ve Dışişleri temsilcileri, en önemlisi Mustafa Kemal Atatürk sanki hiçbir iş yapmamış gibi konuşmalar sergilediler ve sergiliyorlar. Madem bunlar bir iş yapmadılar şimdiye kadar, madem bunlar taş üstünde taş koymadılar fakat geçmişte görev yapan ve hâlen sizin bakan ve partinizin üst düzeylerinde görev yapan değerli arkadaşlarımız, değerli bürokratlarımız, değerli büyüklerimiz de var. Onlar madem iş yapmadılarsa bunların sizin partinizde bakan olması veya partinizin çalışmalarında bulunmasına ne diyeceksiniz? Aslında siz ne yaptınız Sayın Hükûmet? Atatürk’ün ilk temelini attığı 2002’ye kadar yapılan bütün değerleri yok ettiniz. İyi, güzel de borç 2 katına çıktı. Bunu anlamak mümkün değil.

Bakın, bütçede, bir referandum girdi araya, örtülü ödenek kalemi harcamaları kat kat arttı. Sorgusu, suali yok. Nereye gitti? Kime gitti? Günahları boynuna. Bu para ne için veriliyor Başbakana? Savunma hizmetleri, güvenlik, sosyal ve kültürel amaçlar için kullanılması gereken ve bütçeye yeterince pay ayrılırken, 2010 yılı bütçesinde 230 bin lira kaynak ayrılırken 383 milyon lira örtülü ödenekten para kullanılmış. Geriye dönüp baktığımız zaman örtülü ödeneğin harcamalarında, son sekiz yılda, yerel seçim, genel seçim ve referandum öncesinde ve sonrasında izah edilemeyecek bir artış söz konusu olmuştur. Rakamları vermek benden, yorumunu da yapmak Türk milletinden!

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son yıllarda, özellikle son günlerde ülkemiz gergin dönemlerden geçiyor. Sağ olsun Sayın Başbakanımız her mikrofonu eline aldığında ülkeyi germek için çok özenli cümleler sarf ediyor.

Sayın milletvekilleri, bir milletvekili olarak, Mersin Milletvekili olarak bölgemde bir olay yaşandı. Gazetelere yansıdığına göre Mersin’de bir eğlence mekânında Türk halk müziği sanatçısı Sarp Öztürk, Kürtçe şarkı söylemediği, söyleyemediği için kurşunlanarak katledildi, öldürüldü. Gitarist ve garson arkadaşı da yaralandı. Sarp Öztürk’e Allah’tan rahmet, acılı ailesine sabır, yaralılara da şifa diliyorum buradan. Peki, bu olay Diyarbakır’da Türkçe şarkı söylemeyen bir sanatçı kardeşimizin başına gelmiş olsaydı yandaş medyasından tutun da kendini aydın zanneden zatlara varıncaya kadar yazılır, çizilir, gündeme oturur ama benim Mersin’im sağduyulu bir şehirdir, kardeşçe, barış içerisinde yaşamayı seven insanların bulunduğu bir şehirdir. Bu kirli eller kime aitse Mersin’imizin ve ülkemizin üzerinden çeksin. Eğer hâlâ bu ellerle daha çok kirletme niyetleri varsa o el de kırılır, herkesin bilgisi olsun.

Değerli milletvekilleri, değerli hemşehrilerime buradan sesleniyorum. Mersin kardeşliğin yaşandığı en büyük yerdir. Mersin merkezinde Milliyetçi Hareket Partisinin de belediyesi vardır -merkezinde- Cumhuriyet Halk Partisinin de vardır, BDP’nin de vardır. Mersin Büyükşehir Belediyesinin mezarlığına gidin, Musevi’si, Hristiyan’ı, Müslüman’ı, Alevi’si, Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, aynı mezarlığın içerisindedir. Bu bir kardeşliktir, bu bir güzelliktir ve bu güzelliğin bütün Türkiye'de yaşanması dileklerimi iletiyorum. “Türkiye'de iyi şeyler olacak.” diyerek açılımda gelinen nokta karşımızdadır.

Biz Türk milleti olarak bu topraklarda bin yıldır kardeşçe yaşadık ve daha çok uzun bir süre yaşayacağız. Ülkemizin terör meselesi, ülkeyi yönetenlerin gafleti yüzünden zamanla Kürt meselesine dönüştü. Terör örgütüne şüphe ve tereddütle bakan kitleler sempatiyle bakmaya başladılar. Masum taleplerin yerini, Türkiye'yi bölmeyi amaçlayan hepsi bir büyük planın parçası olan talepler aldı.

Sayın milletvekilleri, bütün bunlar olurken birkaç cılız ses, birkaç mahcup eleştiriyle mesele geçiştiriliyor, ama bu ülkenin Başbakanı bütün bunlar olurken bir tek açıklama yapmıyor.

Sayın milletvekilleri, özellikle sayın AKP milletvekilleri, uyanın, kendinize gelin; koltuk uğruna kalbinizin, beyninizin hükmetmediği bu ülkenin geleceğini ilgilendiren konularda elinizi taşın altına koyun. Gerçi bu saatten sonra elinizi taşın altına koysanız da koymasanız da bir dahaki dönem birçoğunuz bu Mecliste olamayacak zannedersem, en azından bu dönemin sonuna kadar yüreğinizi ortaya koyun.

Bizler bu koltuklarda gelip geçiciyiz, ama bu ülke sonsuza kadar yaşayacaktır, bu bayrak inmeyecektir, bu ezan ve İstiklal Marşı’mız susmayacaktır.

Ülkemizin birliği, dirliği ve bölünmemesi için bir olalım, Türk milletine yakışır bir çalışma sergileyelim diyor, 2011 yılı bütçesinin Türk milletine hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ural.

Sayın Bakan, Sayın Genç’in itirazıyla ilgili, buyurun, açıklama getireceksiniz…

AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Bir saniye, benim insicamım bozuluyor Sayın Birdal. Yani sizi dinleyeceğim ama, şimdi sırayla gidelim şöyle, ne olur.

Evet, buyurun Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Genç dediler ki “Bu kurumların satın alacakları taşıtların satın alma bedellerini okuyamıyoruz.”

Sayfa 275’te, gerçekten bu rakamlar…

KAMER GENÇ (Tunceli) – 279. Benim dediğim yer 279.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Hayır, hayır, bir müsaade edin lütfen.

Şimdi, sayfa 275’te azami bedeller var. Yalnız, sizin diğer itirazınız doğru bir itiraz. Gerçekten kendim de baktım. Sayfa 279’dan itibaren olan tabloyu okumak zor. Tabii, takdir edersiniz ki, bu Meclisimizin basımevinden çıkarılan bir… Dolayısıyla, inşallah önümüzdeki dönem bunu düzeltiriz. Ama fiyat konusunda veya bu listeyi arzu ederseniz, biz bu listeyi ayrı bir şekilde size gönderelim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Tamam, istiyorum.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) - Ben öyle ümit ediyorum ki, bir gün hepimizin önünde bir ekran olur, o ekranda bütün bunlar elektronik olarak gelir, çok daha rahat bir şekilde bunlara erişme imkânımız olur ama bugün itibarıyla artık bunu tekrar basmanın bir mantığı yok. Ben size bu tabloları en detaylı bir şekilde gönderirim, ama fiyat konusuna gelince, fiyatlar çok açık bir şekilde sayfa 275’te vardır.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Bakan, tüm milletvekillerine gönderin.

BAŞKAN – Sayın Birdal, buyurun ne diyecektiniz?

AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Önce nedir? Yani soru için mi girdiniz? 

AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, bir yanlış anlaşılmayı ve yanlış bilgilendirmeyi anlatmak amacıyla…

BAŞKAN – 60’ıncı maddeye göre pek kısa söz talebiniz mi var?

AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Evet efendim.

BAŞKAN – Peki.

Buyurun.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

2.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, Mersin Milletvekili Kadir Ural’ın, Mersin’de bir barda işlenen cinayetle ilgili konuşmasına ilişkin açıklaması

AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Hatip, Mersin’de cumartesi günü bir barda işlenen cinayette Kürtçe şarkı istenilip Kürtçe şarkı söylemediği için öldürüldüğüne dair bir bilgi verdi. Ben de aynı gün Mersin’deydim. Bizim de kınadığımız ve büyük üzüntü duyduğumuz olay adli bir olaydır ve Kürtçe şarkı istenmiş de söylenmemiş sonucunda işlenmiş bir cinayet değildir. Ne yazık ki… Kaldı ki, arkadaşımız, sanatçı demokrat, her istenileni de söyleyen… Ölümünden de büyük üzüntü duyuldu. Önceki gün de sanatçı arkadaşları Mersin’de toplanıp bir basın açıklaması yaptılar ve bu cinayetin böyle bir olay üzerine olmadığına dair kamuoyunu da bilgilendirdiler çünkü bu tehlikeli bir şey. Buraları bence eksik ve yanlış bilgilendirmenin tehlikesine dikkat çekmek istedim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

KADİR URAL (Mersin) – Gazetelerin hepsinde çıktı Sayın Birdal.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575) (Devam)

2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)

BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç.

Buyurun Sayın Genç. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

CHP GRUBU ADINA KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2011 Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 16’ncı maddesi “Resmî Taşıtlar” başlıklı madde üzerinde grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bilindiği üzere sayın milletvekilleri, kamu idarelerinin ve özel bütçeli idarelerin ve denetleyici ve düzenleyici kurulların alacakları, edinebilecekleri taşıtlar 237 sayılı Taşıtlar Kanunu 1, 2, 3’üncü cetvelinde gösterilmiştir. Ancak AKP İktidarı, 2005 yılında bu Kanun’un temel maddesi olan 7’nci maddede bir değişiklik yaparak, 5335 sayılı Kanun ile “Kurumların taşıt ihtiyaçlarının hizmet alımı suretiyle karşılanması esastır…” Yani bundan sonra, 2005’ten sonra kurumlar taşıt almayacaklar. Ne yapacaklar? Kiralayacaklar.

Şimdi, niye bu Kanun’u getirdiler? Çünkü AKP’nin koruduğu çok geniş bir müteahhit kesimi var. Bu haftanın başında gazetenin birinde bir resim var. Ankara plakalı araba İzmir’de PTT hesabına çalışıyor. Araştırmışlar, niye çalışıyor? İzmir’deki PTT hizmetlerini yapmak üzere Ankara’dan bir kişinin arabaları kiralanmış, bir müteahhidin. Günde galiba 120 milyon liraya şey etmiş ve çalışan araba da 20-25 milyarlık bir araba. Yani görüyor musunuz; adam bir ay çalışacak ve işte, aşağı yukarı 3 milyar civarında para alacak ve getirecek işte devletin sayesinde böylesi olaylara karışacak.

Şimdi, sayın milletvekilleri, şimdi bu AKP’liler diyorlar ki: “Biz devleti çiftlik gibi kullanmıyoruz.”

Bakın, şimdi benim elimde Dış Ticaret Müsteşarlığı ve Orta Anadolu İhracatçı Birliğinin 20/11/2009 tarihli bir ödeme çizelgesi var. Bu ödeme çizelgesinde, bakın 2 milyar 360 milyon lira, devlet bakanının bayram tebrikini göndermesi. Yine bu bayram tebriklerinin basılması için 2 milyar 938 bin lira para harcanmış. Yine bu bakanlığın ağırlama ve şeker gibi şeyler vermek için, akşam yemekleri için 10 milyar 21 milyon lira ödenmiş. Yine bu bakanlığın taşıt giderleri, akaryakıt vesaire olarak 16 milyar lira bir aylık ödenmiş. Yine bu bakanlığın ödediği telefon paraları 35 milyar lira. Yine bu bakanlığın kullandığı taşıtların bakımı için 7 milyar lira... Bu taşıtlar kimin biliyor musunuz? Bu taşıtlar Dış Ticaret Müsteşarlığı Orta Anadolu İhracat Birliğinin taşıtları.

Şimdi, ihracat rejimine göre ihracatın binde 5’iyle binde 2’si arasında bu Dış Ticaret Müsteşarlığı ve İhracatçılar Birliğinden bir para kesiliyor, bu bir fon. Şimdi, bu fonda bizim Devlet Bakanımız Sayın Zafer Çağlayan, ayrıca Devlet Bakanlığından ayrılan Kürşad Tüzmen… Mesela Kürşad Tüzmen iki tane araba kullanıyor ve bu iki arabada devletin şoförünü kullanıyor, hâlâ kendisi milletvekili olmadığı hâlde.

İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) – Milletvekili…

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, bakan olmadığı hâlde, milletvekili herhâlde canım.

İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) – Ama siz “milletvekili olmadığı hâlde” dediniz.

KAMER GENÇ (Devamla) – Neyse, bakan olmadığı hâlde. Herhâlde anlarsın sen arifsin.

Arabanın plakası “06 TMD 34” plakalı araba, “06 AG…” plakalı araba. Mesela bir ayda Kürşad Tüzmen’in harcadığı benzin 3 milyar 958 milyon lira.

Şimdi, ayrıca, yani burada telefon paraları, bakanlıkların özel müşavirleri, bakın burada yazıyor, “Bakan özel müşavirinin telefon parası”, “Bakan özel müşavirinin araba benzin parası”,“Danışmanın özel yakıt parası.”

Şimdi, yine önüme gelen bir şey de Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarı Orta Anadolu İhracatçı Birliğinin bir ayda 2 milyar 660 milyon liralık telefon parasını devlet bakanlığı protokolünde çalışan kişi ödüyor. Yine devlet bakanlığında 23/11/2009 tarihli 4 milyar 405 bin liralık para devlet bakanlığı hesabına ödeniyor. Kim ödüyor? Dış Ticaret Müsteşarlığı Orta Anadolu İhracatçı Birliğinden bu para ödeniyor. Yine bir telefon parası 23/11/2009’da 5 milyar 399 milyon yine Devlet Bakanı Danışmanı Mehmet Sarı’nın telefonu. Yine Devlet Bakanının telefonu 4 milyar 254 bin lira…

Şimdi, değerli milletvekilleri, devlet bakanlarının işte bu İhracatçılar Birliğinde, Dış Ticaret Müsteşarlığında ödenen telefonların listesi de burada. Şimdi nasıl oluyor bu? Devletin parası. Devlet, İhracatçılar Birliğinde, yani ihracatta her sene yaptıkları ihracatın binde 5’i ile binde 0,5’i gibi bir para kesiyor. Bu parayla ihracatçıların sorunlarının çözülmesi gerekirken bizim bakanlar kendi danışmanlarının, bakanlık… Bakan tebrik gönderiyor, tebrik parası bu paradan ödeniyor; bakan tebrik bastırıyor, parası buradan ödeniyor; telefon paraları buradan ödeniyor.

Peki, soruyorum şimdi AKP’lilere: Bunun bir aylık yekûnu aşağı yukarı 74 milyar küsur. Ben, tabii soru önergesi verdim de soru önergemize de cevap verilmedi. Peki, bunlar çiftlik midir arkadaşlar? Bu devlet parasını böyle harcamak niye? Tabii, devlet parası olunca, hesabı da sorulmayınca, denetlenmeyince işte isteyen istediği gibi harcıyor.

Şimdi, yine bu taşıtların bir kısmı getiriliyor özel taşıtlarla mübadele ediliyor, diyor. Mübadele edilirken 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nu uygulamıyoruz. Yahu arkadaşlar, bu bürokrasiye bu kadar keyfîlik tanıyamazsınız. Yani, insanlar böyle… Kamu İhale Kanunu’nu niye çıkardınız? Kamu İhale Kanunu’nu çıkardınız ki devlet ihalelerinde bir ciddiyet olsun. Ee, siz bu ihaleleri yaparken hiçbir kural olmadan, daire amirinin veya politik baskıyla binlerce arabayı getireceksiniz, çok küçük fiyatlarla birilerine rant sağlayacaksınız. Bu olmaz sayın milletvekilleri! İşte, bu devletin paraları böyle talan ediliyor. E, denetim de yok.

Şimdi, yine burada bir yazı var; işte bu İhracatçılar Birliğine ait otel, lokanta işi varmış. Bakan Bey hemen çıkmış gazetelere bir beyanat vermiş: “Efendim, bunları satacağız.” Bunu satmamış, oradaki personeli dışarıya atmış, orayı kendi özel ziyafetleri için, özel ağırlama yerleri için kullanılıyor!

Yine, kendi kanunlarında hüküm olduğu hâlde, emeklilerin İhracatçılar Birliği Genel Sekreterliğinde çalıştırılmaması gerekirken orada İhracatçılar Birliği Genel Sekreteri emekliyken getirilip burada çalıştırılıyor. Yani kanunları çıkarıyorsunuz, kanunları siz uygulamıyorsunuz, keyfiliklerin âlâsı sizin zamanınızda.

Geçen gün Gelir İdaresi Başkanlığından gençler geldi bana. Şimdi, bu arkadaşlarımız, yapılan imtihanda en başta yani aldıkları puanlar itibarıyla 20’nin içindeki kişiler, sözlüye giriyorlar: “Ananın ismi ne?” “Babanın ismi ne?” “Nerelisin?“ Birisi diyor ki: “Yani benim babam Elâzığlı. Fakat nasıl olmuşsa herhâlde anamı da araştırmışlar. ‘Babam Elazığlı’ dedim. ‘Ya annen nereli?’ dediler. ‘Annem de Tuncelili’ dedim. O zaman tamam, hemen soru sormadan çıkardılar.” Yani bakın, devri iktidarınızda o kadar bölücülük yapılıyor ki, o kadar ikilik yapılıyor ki, insanların doğum yerine, ırkına -pek ırka da şey bakmıyorsunuz da- ama inancına bakarak en tabii hakkı olan kamu hizmetini almaktan mahrum ediyorsunuz. Allah’tan insanın korkması lazım. Allah bunların cezasını size sorar, soracağına da inanıyorum. Yani, her türlü işlemde maalesef böyle ayrımcılık var.

Onun için, değerli milletvekilleri, AKP İktidarı zamanında Türkiye  gerçekten çok büyük bir kaosa, büyük bir talana gitti ve bunun sonucunu Türkiye çekiyor, halk çekiyor.

Şimdi biraz önce burada Sayın Şükrü Elekdağ Cumhuriyet Halk Partisi adına bir konuşma yaptı. Yapılan konuşma çok ciddiydi. Türkiye karanlık bir rejimde devri iktidarınızda. Peki, bu İktidar sağır mı kardeşim, dili mi yok? Niye çıkıp buna cevap vermiyor? Biz bir milletvekili olarak büyük bir huzursuzluk içindeyiz, büyük bir kuşku içindeyiz. AKP’nin birtakım gizli pazarlıklar içinde olduğunu biliyoruz bunu ama bu söylenenleri… Eğer hiç olmazsa böyle değilse çıksınlar, yalan da olsa yalanlasınlar. Yalan da olsa yalanlamadıklarına göre, demek ki perde arkasında bu Türkiye Cumhuriyeti devletine kurulan, AKP tarafından kurulduğu söylenen tuzakların varlığı devam ediyor. Buna karşı susmakla bir şeye varamazsınız.

Değerli milletvekilleri, bunların bizden önce sizin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMER GENÇ (Devamla) - …üzerine gitmeniz lazım.

Teşekkür ederim Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.

Şahıslar adına ilk söz Kırıkkale Milletvekili Sayın Turan Kıratlı’ya aittir.

Buyurun Sayın Kıratlı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

TURAN KIRATLI (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi Kanunu Tasarısı’nın 16’ncı maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

16’ncı maddeyle, kamu kurum ve kuruluşlarında kullanılan resmî taşıtların bütçe üzerindeki yükünü hafifletmek ve verimli kullanımlarını artırmak amacıyla yeni düzenlemeler getirilmektedir.

Değerli milletvekilleri, AK PARTİ hükûmetleri, seksen bir vilayette sağlıkta, ulaşımda, eğitimde, sosyal konularda çok ciddi hizmetler gerçekleştirdiler. Bu bağlamda Kırıkkale ilimiz de büyük hizmetler aldı. Kırıkkale bir sağlık kenti oluyor, beş tane hastane yapılıyor. Diş hastanesi yapıldı, iki yüz yataklı tıp fakültesi hastanesinin kaba inşaatı bitti. Tugayın eski yerinde yanık hastanesi ve kanser araştırma hastanesi inşaatı devam ediyor. Yüksek İhtisasın bahçesinde üç yüz yataklı yeni hastanenin temeli atıldı.

Makina ve Kimya Kurumu AK PARTİ iktidarıyla tam bir atılım içerisindedir, bu dönem yüz beş proje üretildi. Türkiye’de ilk defa Devlet Demir Yollarıyla iş birliği içinde 300 milyon dolarlık bir yatırımla tren tekerleri fabrikası kuruluyor. Makina Kimya artık zarar etmiyor, en büyük yüz kuruluş arasına girmeyi başarmıştır. Artık işçi çıkarmıyor, işçi alıyor. Bu vesileyle, Sayın Başbakanımızdan Makina Kimya çalışanları adına bir talebim var; Makina Kimya çalışanlarını rahatlatacak Başbakanlığa gelen kanun tasarısının bir an önce yasalaştırılmasıdır.

Ulaşımda Kırıkkale altmış üç vilayetin geçiş noktası, makas bir il konumuna gelmiştir. Elmadağ yolu büyük ölçüde bitti. Karadeniz tarafından gelen trafiği Kırıkkale üzerinden Konya Kulu’ya bağlayan duble yolun inşaatı devam ediyor. Ankara trafiğini rahatlatacak, güzergâhı 110 kilometre kısaltacak ciddi bir yol projesidir. Delice-Çerikli-Keskin-Çelebi yolunun proje ihalesi yapıldı. Ankara-Kırıkkale-Kırşehir duble yolu yüzde 95 bitirildi.

Ankara-Kırıkkale-Sivas hızlı tren yol yapımı hızla devam ediyor.

Bölgemiz için bir güzel haberimiz de, Kırıkkale’yi Samsun’a, limana ulaştıracak olan tren yolunun proje ihalesi yapıldı. Ankara, Kırıkkale ve Çorum’daki yatırımcılar için iyi bir avantaj sağlayacaktır.

Keskin ilçemizin girişine köprülü kavşak ihalesi yapıldı. Kırıkkale şehir girişini düzenleyecek çok katlı kavşak yapımı için çalışmalar başlatıldı.

Kırıkkale Üniversitemize iktidarımız döneminde ciddi yatırımlar oldu. Fen fakültesi, veteriner fakültesi binaları yapıldı ve yarım kalan fakülte binaları tamamlandı.

Öğrenci sayısı ikiye katlandı. Her ilçeye bir yüksekokul çalışmaları hızla devam ediyor.

500 kişilik modern bir öğrenci yurdu hizmete girdi. 500 kişilik yeni bir yurt yatırım programına kondu. Kızılırmak kenarında uygulama oteli ve turizm meslek lisesi yatırım programına alındı.

Delice ve Sulakyurt cezaevlerinin yeni ilave binaları bitti. Keskin’e 700 kişilik kapalı ve açık cezaevi yapım çalışmaları başlatıldı.

Bin kişilik polis meslek yüksekokulu yapılıyor. Her ilçeye yeni emniyet müdürlüğü binalarının ihaleleri yapıldı.

Yeni hükûmet konağı inşaatının ihalesi yapıldı.

Keskin sulama barajının inşaatı devam ediyor, Sulakyurt barajı ihale sürecinde, Akçakavak barajının proje ihalesi yapıldı.

Bir güzel haberimiz de Kırıkkale başta olmak üzere, bölgemiz ve Ankara için Kızılırmak Yeşil Vadi Projesi başlatıldı.

Projeyi Kırıkkale Valisi iken kurgulayan Bursa Valimiz Sayın Şehabettin Harput’a ve projeyi başlatan Çevre ve Orman Bakanımız Sayın Veysel Eroğlu’na teşekkür ediyorum.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Hocam, Vali Bey burada, Vali Bey’e teşekkür et.

TURAN KIRATLI (Devamla) - İlimizde Hükûmetimizin altyapı hizmetleri özel sektörü de coşturdu. Birinci Organize Bölgemiz doldu, İkinci Organize Sanayi Bölgemize talepler her geçen gün artıyor.

Kırıkkale elektrik üretim merkezi oluyor. Beş tane holding, doğal gaz çevrim santrali kurmak için Kırıkkale’ye geldi, çalışmalarını başlattılar.

Yine bir holding Türkiye’de ilk defa maden rafinerisi kurmak üzere Kırıkkale’ye geldi, çalışmalarını sürdürüyor.

Türkiye'nin yeniden imarında emeği geçen, başta Sayın Başbakanımız olmak üzere, herkese teşekkür ediyor, 2011 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum.

M. NURİ YAMAN (Muş) – Sayın Vali burada.

TURAN KIRATLI (Devamla) – Tabii, daha önce hizmeti geçen tüm müteşebbislere teşekkür ediyoruz, biz de yenileriyle taçlandırıyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kıratlı.

Antalya Milletvekili Sayın Abdurrahman Arıcı, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

ABDURRAHMAN ARICI (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 16’ncı maddesi hakkında söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Ben, fazla konuşmayacağım, 2011 bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. Bütçede katkıda bulunan tüm milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arıcı.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Ağyüz

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, siz, Bakanlar Kurulunun kibar ve çevreye duyarlı bir Bakanısınız. Gaziantep seçim bölgemiz. Cerityeniyapan ve Acaroba bölgesinde Sof Dağı’nı tehdit eden taş ocaklarına ilgi göstermenizi ve bunun önlenmesi için çaba göstermenizi diliyorum.

Ayrıca, resmî taşıt alımlarında ve lojmanlardaki artış bu yıl çok gözüküyor, neden acaba?

Asgari Ücret Tespit Komisyonu son toplantısı 28 Aralıkta yapılacak. Asgari ücretin insanca yaşayacak, en azından açlık sınırının üzerine çıkarılması Hükûmetinizce düşünülüyor mu?

Ayrıca, HES’leri AKP İktidarı çok övüyor. Çevrecilerin kazandığı davalara karşın, neden uygulama şansını yakalamıyoruz? HES’lerde, üretimde çalışan insan sayısı 3’ü geçmezken ve enerji açığına katkısı yüzde 1’lerdeyken doğayı tahrip etmesini doğru buluyor musunuz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ağyüz, mikrofon çok yakın olduğu için sizi duyamıyorlar.

Ha, süreniz de bitmiş bu arada, pardon.

Sayın Paksoy

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, genel sağlık sigortası uygulamasının yeşil kartlılar yönünden uzatılması bir seçim yatırımı mıdır? Uzatmaya niçin ihtiyaç duyulmuştur? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamı ne zaman genel sağlık sigortasına geçecektir?

Yine, makam arabası konusunda: Arkadaşlar da bahsetti, makam arabası kullanım bakımından birinci sıradayız. Japonya’da, İngiltere’de, Fransa’da 10 binler sayısında iken bizde 115 bin olduğu doğru mudur? Fakir fukaranın parasıyla alınan bu araçlar çifte plaka taşımaktadır; biri sivil, diğeri resmî plaka. Sayın Bakan, makam arabası saltanatına ne zaman son vereceksiniz?

Üçüncü sorum: 2011 yılında işsiz ziraat mühendislerinin istihdamı konusunda bir çalışmanız var mıdır? Varsa kaç kadro vereceksiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Özdemir…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakana soruyorum: Seçim bölgem Gaziantep’in bölgesel kalkınma sürecinde, bölgemizde insan kaynaklarının güçlendirilmesi ve özellikle kendi hesabına çalışma, iş ve istihdam yaratma potansiyelinin artırılması, mevcut ve yeni kurulacak KOBİ’lerin desteklenmesi ve iş birliği ortaklık potansiyelinin yükseltilerek kolektif düzeyde rekabet etme gücünün artırılması, KOBİ odaklı projeler, hibe ve kredilerin artırılması, yeni özel sektör yatırımlarının gerçekleştirilmesi, kentsel yaşam kalitesinin yükseltilmesi açısından bu konular Gaziantep için çok önem taşımaktadır. Bu konulardaki çalışmalarınız nelerdir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Sayın Başbakanın korunması amacıyla birkaç ay önce basına da yansıyan 360 derece dönebilen, dürbünlü ve kameralı, her biri yaklaşık 1 milyon TL’lik özel koruma araçlarının alındığı haberleri doğru mudur? Doğru ise bu amaçla kaç adet araç alınmıştır? Sayın Başbakanın koruma ordusu emrinde hangi türden, toplam kaç adet araç görev yapmaktadır?

İki: Kamu kurumlarına araç satın alınması ya da kiralanması konusunda Maliye Bakanlığı olarak bir başa baş noktası analizi çalışması yapılmış mıdır? Yapıldıysa kaç kilometrelik kullanıma kadar kiralama ekonomik bulunmuştur? Buna uyan kaç kurumumuz şu anda vardır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu soruyu, Samsun Milletvekilimiz Osman Çakır adına soruyorum, o kendisi istemiştir. Bafra Ziraat Odası Başkanlığı ve 20 tane muhtarın göndermiş olduğu bir dilekçedir. Tabii, aynı konu diğer illerin hepsinde de vardır, Tokat ili dâhil olmak üzere.

Kamulaştırma, toplulaştırma ve arazi değiştirilmesi ve dağıtım işlemlerinin tamamlanması veya tapuya tescili sonuçlandırılıncaya kadar bu araziler ipotek edilemez ve satış vaadine konu olamaz. Bundan dolayı da ülkemizin değişik bölgeleri ve Bafra ilçemizin yirmi köyünde ve ayrıca Tokat ili ve ilçelerinde bu uygulama hâlen devam etmektedir. Ziraat Bankası ve özel bankalar nezdinde tapular asıl teminat olarak kabul edilmemektedir. Bundan dolayı da insanlarımız kredi alamamaktadırlar. Bununla ilgili bir çalışma yapılmakta mıdır?

Ayrıca, 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine İlişkin Kanun’da yapılması istenen değişiklikle ilgili kanun teklifi Meclisimizin gündemindedir. Bu kanun ne zaman çıkacaktır?

BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.

DEVLET BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Teşekkür ediyorum.

Evet, merkezî yönetim taşıt sayısı soruldu. 2003 yılında 86.837 adet, 2010 yılında ise 87.171 adet taşıt araçları vardır.

Ayrıca, kamu lojmanlarıyla ilgili arkadaşlarımız bir soru tevcih ettiler. Kamuda ihtiyaca binaen bir lojman artışı söz konusu olabilir ama bu konuyla ilgili yaygın bir şekilde “Lojman artışı vardır.” gibi bir ifadeyi kabullenmek mümkün değil. Aksine, bu konuda daha ciddi bir planlama ile lojman sayılarının azaltılması ve bazılarının da satışıyla ilgili Hükûmetimizin karar aldığını öyle tahmin ediyorum milletvekili arkadaşlarımız da bilmektedirler.

“Yeşil kart süresi uzatılması seçim ekonomisi mi?” Bu sekiz yıl içerisinde bir hayli seçim gerçekleşti. Hükûmet olarak bir seçim ekonomisi uyguladığımızı kimse söyleyemez, böyle bir şey söz konusu değil. Mali disiplinin, bütçe imkânlarının rasyonel kullanılması konusunun öneminin bilincinde olan bir Hükûmet olarak milletin hukukunu ekonomik alanda da sağlıklı bir şekilde koruma konusundaki genel kural ve kriterlerden sapma bugüne kadar söz konusu değildir. Onun için, yeşil kartlılarla ilgili genel sağlık sigortasına geçilmesi durumunda bir değişim söz konusu. O da, 2012’nin 1’inci ayı itibarıyla genel sağlık sigortasına geçilmesiyle birlikte yine yeşil kartlılar devam edecek ama belki isim farklılığı söz konusu olacaktır. Kesinlikle seçim ekonomisi söz konusu olmadığını tek cümleyle ifade etmek istiyorum.

TUNCA TOSKAY (Antalya) – Greyderler seçim ekonomisinden sayılmıyor mu?

DEVLET BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) - Ziraat mühendisleri, bu konudaki havuzdaki mühendis sayısı bugünün konusu değildir, yılların bir birikimi. Gelişen, kalkınan Türkiye şartlarında tabii ki istihdam alanında da dünyada olumsuz seyir olmasına rağmen Türkiye’de olumlu bir seyrin cereyan ettiğini hep beraber izliyorsunuz. İşsizlik sayısındaki düşüşler de ortadadır. Tarım alanındaki teknolojiye yapılan yatırımlar inanıyorum ki mühendis istihdamında da önümüzdeki süreçte bu alandaki sıkıntıları gidermeye neden teşkil edecektir.

Koruma araçları: Bir ülkenin başbakanının nasıl korunacağı teknik bir konudur ve gelişen şartlar, gelişen olaylar ne gibi tedbirlerin, ne gibi yöntemlerin uygulanması gerektiği konusu hepimizin saygı duyması gereken bir konudur. Bunun politize

ALİM IŞIK (Kütahya) – Ne kadar? Bir bilelim.

DEVLET BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Teknik olarak, sayısal olarak soru sorduğunuz için şu anda elimde olmadığından yazılı olarak bunların cevabını veririz.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Vermiyorsunuz Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) - Ama başbakanların, bakanların, yetkililerin… Bu, bugünkü iktidara yöneltilecek bir soru değildir. Dünkü ve gelecekteki iktidarların da bu konuda alacakları önlemler ve tedbirler mutlaka bilgiye ve belgeye, bilimselliğe dayanıyordur. Buna saygı duymamız gerekiyor.

Ben teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

17’nci maddeyi okutuyorum:

Mahalli idarelere yapılacak Hazine yardımları

MADDE 17 – (1) Maliye Bakanlığı bütçesinin;

a) 12.01.31.00-06.1.0.07-1-05.2 tertibinde yer alan ödenek, 13/1/2005 tarihli ve 5286 sayılı Kanunun geçici 7 nci maddesi çerçevesinde, il özel idarelerine veya büyükşehir belediyelerine devredilen personelin aylık ve diğer her türlü mali ve sosyal haklarına ilişkin ödemelerini karşılamak üzere 2/7/2008 tarihli ve 5779 sayılı İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanunun geçici 1 inci maddesi çerçevesinde il özel idarelerine veya büyükşehir belediyelerine,

b) 12.01.31.00-06.1.0.08-1-07.1 tertibinde yer alan ödenek, Köylerin Altyapısının Desteklenmesi Projesi (KÖYDES) kapsamında köylerin altyapı ihtiyaçları için il özel idareleri ve/veya köylere hizmet götürme birliklerine,

c) 12.01.31.00-06.1.0.9-1-07.1 tertibinde yer alan ödenek, Belediyelerin Altyapısının Desteklenmesi Projesi (BELDES) kapsamında belediyelerin içme suyu ve atıksu projelerini gerçekleştirmek üzere İller Bankası Genel Müdürlüğüne,

tahakkuk ettirilmek suretiyle kullandırılır. BELDES Projesi kapsamında ihtiyaç olması halinde genel bütçe kapsamındaki ilgili kamu idaresi bütçesine de ödenek aktarılabilir. Bu fıkra kapsamında ilgili idarelere yapılan Hazine yardımları haczedilemez ve üzerine ihtiyati tedbir konulamaz.

(2) Birinci fıkranın (b) ve (c) bentlerinde yer alan ödeneklerin, 2011 Yılı Yatırım Programında belirlenmesini müteakip, KÖYDES Projesi için iller bazında; BELDES Projesi için ise belediyeler bazında dağılımı, kullandırılması, izlenmesi ve denetimine ilişkin usul ve esaslar Yüksek Planlama Kurulu tarafından karara bağlanır.

BAŞKAN – Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.39

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.55

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 40’ıncı Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.

Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

 Tasarının 17’nci maddesi üzerinde gruplar adına ilk söz, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Siirt Milletvekili Sayın Osman Özçelik.

Buyurun.

BDP GRUBU ADINA OSMAN ÖZÇELİK (Siirt) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 17’nci maddesi üzerine Barış ve Demokrasi Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

17’nci madde yerel yönetimlere merkezî bütçeden yapılacak hazine yardımını düzenleyen bir madde.

Sayın milletvekilleri, Türkiye 780 bin kilometre kare, 73 milyon nüfus, 81 il, 2.948 belediye ve biz yerel yönetimlerin yerelin sorunlarını, en ince sorunlarını bile buradan çözmeye çalışıyoruz. İşte, tıkanma buradan başlıyor. Dünyada artık bu anlayış terk edildi. Bütün dünyada yerel sorunların yerelde çözümlenmesine dair projeler üretiyorlar ve demokratik özerklik projeleri geliştiriyorlar. Bunu yapabilen ülkeler kendi birliklerini güçlendirebiliyorlar, birliklerini koruyabiliyorlar, ekonomik refah düzeylerini yükseltebiliyorlar. Ancak, Türkiye gibi çok etnisiteli, çok kültürlü, çok inançlı, çoğulcu yapıya sahip ülkeler bu eski anlayışta devam ettikleri sürece, bu tutumlarında ısrar ettikleri sürece bu ülkelerde ekonomik, siyasal, sosyal sorunlar yaşamaya devam ediyorlar; iç çatışmalara neden oluyor, hatta ayrılma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar.

İşte, bu gerçekten hareketle, Avrupa Birliği, 1985 yılında Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı kabul etmiş, bunu öngörmüş ve üye ülkelerin de Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na uygun düzenlemeler yapmasını emredici bir hüküm olarak ortaya koymuş, üye ülkelere zorunluluk getirmiş. Türkiye, 1988 yılında, üç yıl sonra Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı kabul etmiş ama bazı maddelerine şerh koyarak kabul etmiş. Şerh koymadığı maddelerle de ilgili dikkate alınabilir bir gelişme, bir çözümleme görmüyoruz.

Türkiye’nin seksen yıldır uyguladığı devlet yönetme biçimiyle artık biz bu yüzyılda barış içinde, demokrasisi gelişmiş, yereli güçlendirilmiş bir yapı ortaya çıkarmamız mümkün değil. Değişime mutlaka ihtiyaç var. Yeni siyasal yapılanma, yeni yönetsel durum, yeni yaşam tarzının mutlaka yeni projelerle ortaya konulması lazım. Eskide ısrar çözümsüzlük getirmekte, toplumda kaos yaratmakta ve karşılıklı güven duygularının sarsılmasına neden olmaktadır. Şu anda Parlamentoda, bulunan siyasi partiler, ne yazık ki, mevcut statükonun dışında, mevcut statükonun değişmezliğine kilitlenmişler ve yeni bir proje maalesef üretilemiyor; eskide ısrar, eskiyi biraz belki revize ederek eskide ısrar ediyorlar.

Biz, demokratik özerklik projemizle yeni çağın yönetim tarzını Türkiye’ye sunuyoruz, bu bir Türkiye projesidir; Türkiye’de gönüllü birlikteliğe dayalı, eşit koşullarda, insanca yaşayabileceğimiz, demokrasimizi geliştirebileceğimiz bir proje olarak ortaya koyuyoruz. Bu yanlış anlaşılıyor, özellikle ve kasıtlı olarak sanki bölünmeye gidecek bir yolun başlangıcı gibi sunuluyor, oysa öyle değil. Birlikte, gönüllü birlikte yaşamanın güvencesi olarak görüyoruz demokratik özerklik projemizi ve sadece belli bir bölgede değil, Türkiye’nin bütün bölgelerinde, ihtiyaç duyulan bölgelerde demokratik özerklik projesinin yaşama geçirilmesi Türkiye’nin hayrına olacak bir durumdur.

Özerklik lafından insanlar korkuyorlar, Kürt sözcüğünden ürküyorlar, Kürtlerin yaşadığı topraklarının tarihsel adının Kürdistan olmasının ifade edilmesinden korkuyorlar. Bunda korkulacak bir şey yok; tarihte böyle anılmış, böyle geçmiş.

Bakın, Mustafa Kemal, Amasya Protokolü’nün 1’inci maddesinde, Osmanlı Devleti’nin düşünülen ve kabul edilen sınırları Türk ve Kürtlerin oturdukları yerleri kapsadığını ifade ediyor, Amasya Protokolü’nün 1’inci maddesinde. Yine Mustafa Kemal’in çeşitli telgraflarında, mektuplarında, gerek padişaha gerek bazı askerî birimlere yazdığı mektuplar ve telgraflarda, başlıklarını kısaca okuyorum: “Kürdistan’la ilgilenmek gerekir.” diyor Genelkurmay Başkanlığına yazdığı telgrafta. “Kürtlerle uzlaşın.” diyor Diyarbakır Valisine yazdığı telgrafta. Yine Mustafa Kemal, Edirne’deki Kolordu Komutanına yazdığı mektupta “Ezici çoğunluğu Türk ve Kürt olan bu iller” diye söz ediyor. “Türk, Kürt, Çerkez, kardeşiz.” diye bir başka yazıda, “Kürtler Türklerle birleşti” diyor çünkü Kürtlerin ayrılma talebi olan bir bölümüyle Mustafa Kemal ve arkadaşları görüşerek, uzlaşarak, birlikte yaşamanın daha uygun olacağında mutabakata varıyorlar ve “birleştik” diyor.

Kürdistan’a otonomi projesi geliştiriyor Mustafa Kemal. Türkiye Büyük Millet Meclisi –o zaman Büyük Millet Meclisi- Başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal El Cezire Komutanı Tuğgeneral Nihat Paşa’ya bir mesaj gönderiyor. Bakın, El Cezire Komutanına yazılan mesajda ne deniyor: “Aşamalı olarak bütün ülkede ve geniş ölçekte, doğrudan doğruya halk gruplarının ilgili ve etkili olduğu bir biçimde yerel yönetimlerin oluşturulması iç politikamızın gereğidir. Kürtlerle dolu bölgede ise hem iç politikamız hem de dış politikamız açısından ölçülü yerel bir yönetim kurulmasını savunmaktayız” diyor Mustafa Kemal. “Ulusların kendilerini yönetmeleri yetkisi bütün dünyada benimsenmiş bir ilkedir.” diyor aynı mesajında. Biz de bu ülkeyi benimsiyoruz. Kürtlerin bu döneme kadar yerel yönetime ilişkin örgütlerini kurmuş ve başkaları ile yetkilerini bu amaç için bizce kazanılmış olması ve oyladıklarında kendi kaderine sahip oldukları Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edileceği söyleniyor. Kürdistan’daki bütün çalışmaların bu amaca dayalı politikayla yönetilmesi El Cezire Komutanlığının görevi olarak belirleniyor. Kürdistan’da Kürtlerin Fransızlar ve özellikle Irak sınırında İngilizlere karşı savaşmalarını istiyor, birlikte otonomi kurulacağını ve Türkiye Cumhuriyeti’nde ülkenin ortak sahibi olunacağı mesajları veriliyor. Savaş işleri bakanlığına yazdığı mektupta “Ben Anafartalar’da, Kürdistan’da, Suriye’de orduya komutanlık ettim.” diyor. Yani Mustafa Kemal “Kürt” sözünü söylemekte, “Kürdistan” sözünü söylemekte hiçbir beis görmüyor, hatta birlikte yaşamanın koşulu olarak demokratik yerel özerklik projesine sahip olduğunu ifade ediyor.

Şimdi, bunları biz söylediğimizde kimi çevreler sinir uçlarına dokunduğumuzu söylüyorlar. Bu bizim sorunumuz değil, sinir uçlarını açık tutmayın. Biz düşüncelerimizi, biz projelerimizi ifade etmekten hiçbir şekilde geri durmayacağız. Değişim ve dönüşüm buna bağlıdır. Herkesin görüşlerini açıkça ifade edebileceği demokratik bir ortam yaratmanın başka da yolu yoktur. Sinir uçlarının kapalı olması, daha duyarlı, daha sağlıklı, daha sağduyulu, ortaya konan projeler ne kadar aykırı olursa olsun onun olumlu bir yanını görmek, tartışmak, konuşmak ve hep birlikte daha doğruyu bulma konusunda açık olmalıyız. Irkçı söylemlerden, ayrıştırıcı söylemlerden herkesin kaçınması lazım, biz de böyle yapmaya çalışıyoruz. Kesinlikle bu anlama gelebilecek sözlerden kaçınıyoruz.

Bakın, Birleşmiş Milletler Yerli Halklar Haklar Bildirgesi yayınladı 2007 yılında. Uluslararası sözleşmeler var, beyannameler var; Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa Birliği, üye olduğu Birleşmiş Milletlerin belgeleri var. Türkiye’nin bunlara kayıtsız kalması, özgün bir ülke, bütün bunlardan kopuk bir ülke olarak yaşaması mümkün değil. Dünyanın kabul etmiş olduğu hukuk normlarını kendi yaşamımıza uygulamak zorundayız.

Zaman yetersiz olduğu için kısa bir iki paragraf okumak istiyorum: Birleşmiş Milletler Yerli Halklar Bildirgesi: “Ulusal, ırksal, dinî, etnik ve kültürel farklılıklar temelinde bazı halkların veya bireylerin diğerlerinden üstün oldukları temeline dayalı veya böyle bir iddiada bulunan tüm doktrin, politika ve uygulamaların ırkçı, bilimsel olarak yanlış, yasal olarak geçersiz, ahlaki olarak kınanacak ve toplumsal yönden haksız olduğunu beyan eder.” diyor. Buna dikkat çekiyor.

Çok önemli maddeler var. Kırk sekiz maddeden oluşuyor bu beyanname, bu bildiri. Tamamını okumak için fırsat yok ama mesela, bakın, 20’nci madde ne diyor: “Yerli halklar kendi siyasi, ekonomik ve sosyal sistemlerine ve kurumlarına sahip olma ve bunları geliştirme, varlık ve kalkınma araçlarına güvenle sahip çıkma ve geleneksel ve diğer ekonomik faaliyetlerini özgürce sürdürme hakkına sahiptir.” diyor.

Bizim talebimiz, bütün dünyanın kabul ettiği demokratik ilkelerdir.

Saygılarımla. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özçelik.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Niğde Milletvekili Sayın Mümin İnan. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın “Mahallî idarelere yapılacak Hazine yardımları” başlıklı 17’nci maddesi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın bu maddesiyle Maliye Bakanlığı bütçesinin kanunda belirtilen tertiplerinin mahallî idarelere gerekli olan payların hangi oranlarda, ne şekilde verileceği usul ve esasları belirlenmiştir. İl özel idareleri, belediyeler ve köyler “yerel yönetimler” olarak adlandırdığımız bu üç yapı kamu yönetiminin önemli ve vazgeçilmez parçalarıdır.

Bu idareler, yerel halkın, temizlik, ulaşım, altyapı, çöp toplama, itfaiye gibi temel bazı ihtiyaçlarını karşılaması yanında imar planı, inşaat ruhsatı, kaçak inşaatlarla mücadele, kamulaştırma, toplu konut yapımı, hal, pazar yeri kurulması, sinema, tiyatro, kütüphane, spor tesisleri ve benzeri gibi sosyal ve kültürel nitelikli hizmetlerle birlikte gıda, çevre sağlığı kontrolü, fiyat kontrolü gibi denetim ve kontrol hizmetleri, yörede yaşayan insanların beşikten mezara kadar günlük hayatını kolaylaştırabilmek için her türlü hizmetle görevlendirilmiş bulunmaktadır.

Bu kurumlara kaynak aktarırken aslında kaynağın o kurumlara değil, o yörede yaşayan vatandaşlara aktarıldığı bilinciyle kaynak aktarmak gerekir. Belediyelere paylarını gönderirken bazı belediyelere haksızlık yapıldığı belediye başkanları tarafından ifade edilmekte.

Yaz ve kış mevsimlerine görü nüfus oranları büyük değişiklikler gösteren belediyelerin hizmet götürmede büyük zorluklarla karşılaştığı bilinen bir gerçektir. Bu durumun gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Ayrıca, belde belediyelerine “proje yardımları” adı altında farklı bakanlıklardan yapılan yardımların siyasi düşünceler, hatta aynı ilin iktidar partisine mensup milletvekillerinin etkisiyle iktidar belediyeleri arasında bile ayrım yapıldığı belediye başkanları arasında konuşulan çok ciddi bir konudur. Yapılan bu yardım listeleri kamuoyuyla açıkça paylaşılırsa bu ayrımcı tablo daha net ortaya çıkacaktır.

Son mahallî idareler seçimlerinde özellikle iktidar partisi adaylarının, halkın algılamasını etkileyip düşüncelerini değiştirmek için kullandıkları “iktidarla el ele” sloganları bir anlamda siyasi rüşveti çağrıştırmıştır. Hatta bunun ötesinde bazı bakanlar “AKP’ye oy verirseniz Ankara’dan muslukları açarız, yoksa siz bilirsiniz.” gibi seçmeni tehdit eden sözler de sarf etmişlerdir.

Referandum öncesinde muhalefet belediyelerinde, özellikle Milliyetçi Hareket Partili belediyelerin üzerindeki baskıyı artık herkes bilmektedir.

En son Bursa ilimizin bir beldesinde yapılan mahallî idareler seçimlerinde devlet imkânlarının nasıl kullanıldığı ortadadır. Burada bir vatandaşımızın gazetecilere söylediği “Evladım, bunların hepsi göz boyama. Seçimden sonra bir şey kalmaz.” ifadesi, bu çarpıklığın çok açık bir göstergesidir.

Sayın Başbakanın ve bakanların muhalefetin kazandığı şehirlerdeki konuşmalarında ve o yörenin belediye başkanlarını küçük düşürücü tarzda konuşmaları gerçekten çok üzücüdür. Çünkü bir başbakanın ve bakanın, belediye başkanları arasında ayrım yapması adaletsizliğin ta kendisidir. Hükûmetin hem kendi içinde hem de diğer belediyeler arasında uyguladığı çelişkili ve adaletsiz tutumundan vazgeçmesi ve adil davranmasını talep etmek, bizim de o yörede yaşayan insanların da hizmet bekleyen vatandaşlarımızın da hakkıdır.

Ayrıca, AKP Hükûmeti tarafından kapatılan ve mahkeme kararıyla tüzel kişiliğine devam eden belde belediyeleri, şu anda maddi imkânsızlıklar içinde kıvranmakta ve bu belirsizliğin ne zaman ortadan kalkacağını beklemektedirler.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; geçmişte ekmeğini yediğim Köy Hizmetleri, 2005 yılında AKP iktidarları tarafından kapatılmıştır. Bu dairenin taşınmazları, diğer kamu kurumları arasında dağıtılmış, merkez personeli Tarım ve Köyişleri Bakanlığına, taşra personeli ise İstanbul ve Kocaeli’de belediyelere, diğer illerde ise özel idarelere devredilmiştir. Kapatılmasının üzerinden yıllar geçmesine rağmen, neden kapatıldığı hususunda kapatanları haklı çıkaracak bir gerekçe ortaya çıkmamıştır. Bu birimin, köylerin ve bunlara bağlı yerleşim birimlerinin yollarını yapmak, bu yerleşim birimlerini yeterli ve sağlıklı içme suyuna kavuşturmak, toprak ve su kaynaklarını geliştirmek ve yararlı hâle getirmek gibi birçok görevi vardı. Bunun yerine ne getirdik? İl özel idareleri eliyle yürütülen KÖYDES ve Köylere Hizmet Götürme Birliği. Ne değişti? Değişen, merkezde yetişmiş, uzmanlaşmış, siyasi baskılardan kısmen uzak birçok kadro tasfiye edildi, yerine daha fazla siyasi, baskı altında kalabilen, teknik olarak daha küçük projelere mahkûm ve en önemlisi, ayrımcı, vatandaşa hizmet anlayışını oy veren-vermeyen gibi bölgelere göre hizmeti götürme, çoğunlukla yandaş müteahhitlerle yürütüldüğü için de çok yetişmiş elemanların, alanında uzman personelin atıl bırakıldığı bir yapı ortaya çıkmıştır. Bugün, KÖYDES’in yaptığı projelerin birçoğu sıkıntılı bir durumdadır ve yeniden tamiri ve tadili gerekmektedir.

Bugün geriye dönüp baktığımızda hazineden yerel yönetimlere ayrılan paylar, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün personel ve görevlerinin de birimlere devredildiği düşünülürse reel olarak hizmetler gerilemiştir. Geçmişte Köy Hizmetlerinin kapatılması yetmezmiş gibi, bugün, Sayın Maliye Bakanının bu yıl bütçe sunuş konuşmasındaki mealen  “Belediyelerin ve il özel idaresi çalışanlarının ihtiyaç fazlası sürekli işçilerini merkezî yönetim kapsamındaki belli ve bazı idarelere aktaracağız.” açıklamaları da, özellikle farklı siyasi görüşe mensup binlerce belediye işçisini ve sendikaları kaygılandırmaktadır. Bunun bir kadrolaşma hareketine veya bir personel kıyımına dönüşülmesinden tedirgin olmaktadırlar.

AKP hükûmetleri, KÖYDES ve BELDES’le ilgili ne kadar övünürse övünsün, ülkemizde birçok belediyenin kanalizasyon ve altyapı problemleri hâlâ devam etmektedir. Bunların kaç tane olduğu da şeffaf bir biçimde devlet tarafından açıklanırsa bunlar çok daha iyi görülecektir. İl özel idareleri tarafından özellikle iktidara yakın belediyelere yatırmış olduğu para miktarlarıyla karşılaştıkları hizmet ile muhalefet belediyelerine yatırdıkları para ve aldıkları hizmet arasında çok farklılıklar olduğu da apaçık bir gerçektir.

Mahallî idarelerin bir parçası olan ve hemen hemen her siyasetçinin “Demokrasimizin temel taşıdır.” diye söze başlayarak övgüler yağdırdığı köy ve mahalle muhtarlarımızın Meclisimizden, ekonomik ve sosyal durumlarının düzeltilmesiyle ilgili yasa düzenlemeleri beklediklerini de buradan hepimiz biliyoruz ve bütün milletvekillerinin ve Hükûmetin buna destek vermesi gerektiğini de bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilli arkadaşlarım; Sayın Maliye Bakanı bu yılki bütçe sunuş konuşmasında, 2010 yılı için cari açığın 40 milyar dolar civarında olmasını beklediklerini ifade ettikten sonra, 2011 yılı bütçesinin hazırlığında temel aldıkları makroekonomik büyüklükleri açıklamıştır. Bu açıklamalara göre, ihracat 127 milyar dolar, ithalat 199,5 milyar dolardır. Sayın Bakanın beklediği gibi her şey istedikleri ve planladıkları gibi gitse bile kendi öngördükleri cari açık 75 milyar dolara dayanmaktadır. 2010 yılındaki bize göre yüksek olan cari açıkla mukayese edildiğinde bile cari açıktaki artış oranı yüzde 80’in üzerindedir. Bu bile, hâlâ gerekli dersin alınmadığının ve yine AKP Hükûmetinin alıştığı şekilde, sıcak para girişiyle borçlanmaya ve dolayısıyla üretmeden ithal ederek tüketmeye dayalı bir ekonomik modelin benimsendiğinin en önemli göstergesidir. Zaten çok kırılgan olan uluslararası ekonomide en ufak bir dalgalanma bu yıl cari açığımızı 100 milyar dolar sınırına getirebilir.

Yine aynı konuşmada Sayın Bakan “Son dönemde yükselen enerji fiyatları, hızlı ekonomik büyüme ve reel döviz kurunun değerlenmesi, cari açığın artışında belirleyici olmuştur.” diye cari açıkla ilgili açıklama yapmıştır.

Evet Sayın Bakan, geçen gün basına yansıdığı gibi, geçmiş AKP hükûmetlerinin 2003 yılında çıkardığı yasaya petrol şirketlerinin çıkarları doğrultusunda istedikleri gibi ilave opsiyonel fiyatlandırma yapmalarına imkân sağlayan bu hüküm konulursa, yanlış dış politik tercihlerden dolayı bize dünya piyasalarının altında enerji satan Azerbaycan gibi kardeş ülkeler küstürülürse enerji maliyetlerimizin artacağı doğaldır.

Üretim yapan ve ihracat yapan sanayicilerimizin feryatlarına kulak tıkayıp döviz kurunu zımni baskı altında tutup üretmeden borçlanarak ithal ürünlerin tüketilmesine dayanan bir ekonomik model benimsenirse cari açık büyüyecektir.

Şimdiye kadar muhalefet partilerine mensup birçok konuşmacı bu kürsüden, konunun uzmanı birçok kişi de değişik kanallarla ve basın yoluyla bu konuyla ilgili Hükûmeti uyarmaya çalışsa da maalesef Hükûmet bu konuda herkese kulak tıkamıştır.

Yine Sayın Bakan “Bütçe reel kesimleri kucaklayan bir bütçe.” demektedir, esnafa destek verdiğini söylemektedir, köylüye, çiftçiye, sanayiciye destek verdiğini söylemektedir ama bunların hiçbirinin yeterli olmadığı da, çiftçinin, sanayicinin, üreticinin, tüketicinin borçlarının her geçen gün hızlı bir biçimde arttığı da apaçık bir gerçek olarak ortada durmaktadır değerli arkadaşlar.

AKP döneminde borçların büyüdüğünü herkes bilmektedir, sosyal hayatın fakirleştiğini ve her geçen gün insanların hayat gailesi içerisinde ve kaygısı içerisinde olduğunu bilmektedir.

2011 bütçesinin insanlarımızın geleceğe daha umutla bakabilmesi için hayırlı bir bütçe olmasını temenni ediyorum ama görünen o ki 2010’da olduğu gibi 2011 bütçesinin de beklentilere cevap vermeyeceği apaçık bir gerçektir.

Bu vesileyle hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Yine de bütçenin hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnan.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Amasya Milletvekili Sayın Hüseyin Ünsal.

Sayın Ünsal’a on beş dakika söz vereceğim çünkü şahsı adına da söz talebi var, birleştiriyorum.

Buyurun Sayın Ünsal. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz yasa tasarısının 17’nci maddesi üzerinde söz aldım. Madde, belediyelere vergi gelirleri üzerinden ve BELDES ve KÖYDES projelerine yapılan yardımlarla alakalı. Tabii buraya gelmeden evvel, başka bir konuyu sizlere okumak istiyorum. Sayın Başbakanın bütçe konuşması: “Bekâra karı boşamak kolay. İşi yap işi! Senin belediye başkanın. Yap!” Bir konuşmasında, yine devam ediyor: “İşte senin partinin belediyesi, hadi ver 600 lira.” Şimdi, bir sayın başbakan çıkıp da kamu görevi yapan belediye başkanları hakkında “senin belediye başkanın, benim belediye başkanım…” Çünkü “benim belediye başkanım” deyiminden de burada söz ediyor. “Ve yine bir dosyadan daha bahsettin önce. Hemen irtibatı kurduk ve benim belediye başkanım değerli arkadaşlar…” Şimdi, belediye başkanları arasında benim ve senin ayrımı yaparsa demin burada konuşan Suat Kılıç Arkadaşımızın sözü havada kalmış olacak. Kendisi, Başbakanın Beyrut’a gittiğinde bütün siyasi partilerin temsilcisi olarak gittiğini söyledi. Sayın Başbakan Beyrut’ta bütün siyasi partilerin Başbakanı da Türkiye'ye gelince CHP’li, MHP’li, diğer partilerin belediye başkanlarının Başbakanı değil mi? Tabii, Başbakan bunu yapınca da kamu görevlileri de başka işler yapmaya başlıyor değerli arkadaşlarım.

Bu konuyla ilgili eski bir belediye başkanı olarak araştırdım. Bu konuyla ilgili benim de soru önergelerim vardı. Manisa Milletvekili Arkadaşımız burada yok, Sayın Erkan Akçay Arkadaşımızın da soru önergesi var. Bu soru önergelerini Maliye Bakanına sorduk. Maliye Bakanı da sanırım burada yok ama bürokratları var, zaten bu soru önergelerine o bürokratlar cevap veriyor. Bu bürokratlarımızın yazdığı, Maliye Bakanımızın da verdiği cevabın sorularında şunlar vardı. “Şu ana kadar kaç belediye başvurdu? Başvuran belediyelerin siyasi partilere göre dağılımı nedir? Belediyelerin kaçına hangi gerekçeyle bu ödenekten kaynak aktarılmamıştır?” diye Maliye Bakanlığı yardımlarından hangi belediyelerin kaçar lira alacağına dair soru önergelerimiz vardı. Cevaba bakın değerli arkadaşlarım… Şimdi burada hepimiz rahatsız olacağız çünkü memleketlerimize gittiğimizde o belediye başkanlarıyla siyasi parti ayrımı gözetmeksizin bir dostluk ilişkisi içerisinde yerel bazda konuşuyoruz. “Söz konusu talepler, başka bir ayrım yapılmaksızın bütçe imkânları çerçevesinde karşılanmaya çalışılmıştır.” Bir Maliye Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı personeli bu kadar basit bir cevapla bir milletvekilini cevaplandırabilir mi? Hâl böyle olunca da bir sürü şeyler, gerekçeler ortaya çıkıyor.

Bunlardan bir tanesini daha sizlere aktarmak istiyorum, İller Bankasıyla ilgili yapılan yardımlar. İller Bankasının yıllık kârından ödenekler ayrılıyor ve bunlar belediyelere dağıtılıyor. Değerli arkadaşlarım, tablosu burada. En son 2009, 2007’yi söyleyeyim size: 2007 yıllarında BELDES projelerine yapılan yardımlar 49 belediye içinde 27 tane AKP, 2 tane CHP, 2 tane DSP, 1 tane YTP, 1 tane SHP, 1 tane Büyük Birlik Partisi, 5 tane SHP o tarihte. Şimdi bu adalet mi? 2008 yılı içinde 15 tane AKP, CHP yok, 3 tane MHP, 2 tane Demokrat Parti. 2009 yılı içerisinde 103 tane Adalet ve Kalkınma Partisine, 14 tane CHP’ye, 26 tane MHP’ye, 3 tane Demokrat Partiye. Hâliyle Adalet ve Kalkınma Partisinin belediye sayısı fazla olduğu için tabii ki, bir miktar fazla olacak, ama oranlara baktığımızda hiçbir şekilde adalet unsurunu buradan görmemekteyiz. Bunun sebebi şu: Bütçe konuşmasında bir Başbakan “senin belediye başkanın-benim belediye başkanım” demeye başlarsa o para dağıtılırken onun altındaki bakan, onun altındaki bürokratlar da hâliyle bu ayrımları yapacaklar. Dolayısıyla, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında, on sene belediye başkanlığı yaptım, bu iktidar dönemindeki belediye başkanlarına karşı yapılan bu partizanca tutum kadar hiçbir şekilde karşılaşmadım. On senelik hayatımın belki sekiz senesi muhalefet partisi olarak geçti, ama bu derece hiçbir şeyle karşılaşmadım.

Şimdi, bir örneğini daha vereceğim değerli arkadaşlar, bu örnek de şu: “Kaynakları itibarıyla vadesi geçmiş hazine alacakları” diye bir bölüm var Kamu Finansmanı Genel Müdürlüğünün kaynağı, raporu da oradan aldım. Toplam vadesi geçmiş alacak 8 milyon 192 bin 740 TL olduğu için 8 katrilyona denk geliyor. Bunun mahallî idarelerden olan alacağı 7,7 katrilyon. Bu mahallî idarelerde en çok borcu kimin var? Tabii ki Ankara Belediyesinin, 4,7 trilyon lira. Şimdi, bir hazine olduğu gibi Ankara Belediyesine çalışabilir mi? Vadesi geçmiş alacakları tahsil edemiyorsunuz; bunun üzerine, yasalar getiriyorsunuz, BOTAŞ’a borcunu ödemeye kalkıyorsunuz, faizlerini siliyorsunuz. Şimdi, belki de yeni bir uygulamayla, torba yasa içerisinde Ankara Belediyesiyle ilgili yeni bir yasa getireceksiniz. Bu Meclis, bütünüyle, Ankara Belediyesinin keyfî harcamalarını karşılamak üzere hazineye olan borçlarını silmeye mecbur mu? Böyle bir ihtiyacımız var mı bizim?

Bu Ankara Belediyesini hep beraber irdeleyelim, bir bakalım kimler ne yapmış, neler yapmış: Şimdi, baktığımızda Ankara Belediyesine, belediye hazineye borcunu ödemiyor, çok açık, BOTAŞ’a borcunu ödemiyor. Kırk ilde 180 dolara doğal gaz aboneliği yapılmış, Ankara Belediyesi 300 liradan yapmış, hiç kimsenin itirazı yok, su paraları fahiş fiyatta ve pis su akıtılıyor ve Ankara Belediyesiyle ilgili arkadaşlarımızın en ufak bir araştırması yok, bu konuda tepkisi yok. Bunları biz muhalefet olarak dile getiriyoruz ama en büyük görev de Adalet ve Kalkınma Partisi sıralarındaki değerli milletvekili arkadaşlarıma düşüyor, onlar da Ankara’nın şu anda vatandaşı.

Ne yapmış bu Ankara Belediyesi? Yaptığı çalışmalar yok değil, var ama ben bazılarını söyleyeyim:

İmar Komisyonu Başkanı var, bir zamanlar, geçmişinde terzilik yapmış -kimsenin tabii mesleğiyle ilgili bir problemimiz yok ama- o terzi arkadaşımız Ankara Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonu Başkanı; yetmemiş, bir caddeye adını vermişler, gayrimenkul zengini olmuş, 22 tane konutun ve arsanın sahibi.

İhsan Fincan, ASKİ Genel Müdürü; 60 milyon dolar servet, 38 tane müstakil konut, 20 daire, 36 arsa, 19 iş yeri.

Emlak İstimlak Daire Başkanı; görev sırasında sahte özel evrak tanzim etmekten hapis cezası yemiş ve emlak zengini.

İsmail Çalık, Mezarlık Müdürü; 7.300 tane mezarın parasını cebine atmış, mezarları mükerrer satmış, Sayın Gökçek bunu on iki yıl boyunca duymamış, duyduktan sonra da bir savcılığa suç duyurusunda bile bulunmamış. Şimdi, bizi dinleyen hem milletvekillerimize diyorum hem de bizi dinleyen savcılara suç duyurusunda bulunuyorum buradan.

Murat Taşer, BELKO’nun Genel Müdürü; hakkında, dolandırıcılık ve emniyeti suistimalden dava açılmış. O kadar çok ki bunları söyleyeceğimiz örnekler ama ben bir kısmını burada söylemeye çalıştım. Bunlarla ilgili en ufak bir çalışma yapılmamış ve bunlar Gökçek tarafından, o belediyenin en üst bürokratları olarak, imar komisyonu başkanı, meclis başkan vekili, genel müdürleri olarak çalışmış. Peki, Melih Gökçek kim? Şimdi, biraz sonra, arkadaşlarımız, bilgisayarı olan arkadaşlarımız girsinler İnternet’e, göremeyecekler. Mal varlığını açıklamayan tek Büyükşehir Belediye Başkanı. Böyle bir şey kabul edilebilir mi? Açıklamıyor ve bundan da sıkıntı duymuyor. Bundan sıkıntıyı -üzülüyorum, üzülerek de ifade ediyorum- maalesef AKP sırasındaki arkadaşlar da duymuyor.

Değerli arkadaşlarım, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunda hesapları incelerken baktığımız konulardan bir tanesi de İller Bankasından kredi alan belediyeler. İller Bankasından kredi alan belediyelere baktığımızda -yaklaşık 3 bin belediye var arkadaşlara sordum, net sayısını söyleyemiyorum ama- bunların içerisinde ilk 50 belediye toplam açılan kredilerin yüzde 53’ünü almış, yüzde 47’si de 2.950 belediyeye kalmış.

Şimdi, bu adalet midir? Bu 50 belediyeyi araştırın, arkasından, hepsinin Adalet ve Kalkınma Partili belediyelerin çıktığını görüyoruz ve bundan büyük bir üzüntü duyduğumuzu da buradan bir kez daha sizlere söylemek istiyorum.

Dolayısıyla, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarında Türk belediyeciliğine darbe atılmıştır. Kentsel Dönüşüm Yasası’yla atılmıştır, sık sık yasalar değiştirilmiştir atılmıştır, ama en büyük sıkıntı da Türk belediyeciliğine, belediyelerin seçim çevreleriyle ilgili, seçildiği siyasi partilerle ilgili yapılan ayrım belediyeciliğe yapılan en büyük darbedir. Dolayısıyla, burada bir kez daha şiddetle kınadığımızı söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, burada metro işi en son söz konusu oldu. İzmir Büyükşehir Belediyesi için de “600 lira ver.” dedi Sayın Başbakan. Şimdi, en son duyduk, öğrendik ki Ulaştırma Bakanlığına İstanbul ve Ankara’nın metroları devrediliyor, inşaatlarını onlar yapacak, işletme hakları tekrar belediyelere verilecek, belediyeler de borçlarını nasıl ödeyecekse, bugüne kadar ödemeyen Ankara Büyükşehir Belediyesi metrodan doğan borcunu ödeyecek. Ama burada bir şey ihmal edilmiş: Türkiye'nin 3’üncü büyük şehri İzmir Büyükşehir Belediyesi kendi imkânlarıyla, kendi ekonomik yatırımlarıyla yeterli çalışmaları yapmış. Şimdi Ulaştırma Bakanlığına bir başvuruda bulundu, bunu tüm İzmir milletvekili arkadaşlarımıza ve AKP’li arkadaşlara söylüyorum: İzmir bizim göz bebeğimiz, İzmir Büyükşehir Belediyesinin Ulaştırma Bakanlığına yapmış olduğu metroyla ilgili “Yapın bu metroyu, teslim edin bize.” teklifini -ki bu teklif buradadır, isteyen arkadaşlarıma veririm- Ulaştırma Bakanlığının da ciddiye almasını bekliyoruz çünkü öğrendik ki Ulaştırma Bakanlığı DLH’ya ödenekleri ayıracak, Ankara ve İstanbul’un metro sorununu çözecek. İzmir kendi olanaklarıyla yaptığı işleri yaptı, bitirdi ama bunun da devamını istiyoruz çünkü Ankara’da, Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yıllardır metronun sözü ediliyor ama en ufak bir çalışma yok ve işte, metro istasyonlarına gittiğimizde, her tarafta, o bültenlerde “Metro büyüyecek. Metro genişleyecek.” diye duyuyoruz ama hiçbir çalışmanın, hiçbir gelişmenin olmadığını da gözlerimizle görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, burada bir önemli konudan daha sizlere söz etmek istiyorum. Dün yaşanan bir yürüyüş sonrası… Asgari ücretle çalışan insanlarımız… Bugünlerde Asgari Ücret Tespit Komisyonu çalışmalarını yapıyor ve bu Komisyon sonuçlandıracak. Buradaki hep, bütün arkadaşlarımıza bir görev düşüyor, sadece bize muhalefet olarak da değil, zaten esas görev iktidar partisine düşüyor. 620 lira gibi bir ücretle yaşamak zorunda kalan asgari ücretlilerin sorunlarına mutlaka eğilmemiz lazım. Asgari Ücret Tespit Komisyonunun yapacağı tespitin çok doğru bir tespit olması için siyaseten de Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak da bizim müdahalemiz lazım, burada iktidara da ihtiyacımız var. Onların çok masum istekleri var. Yürüyüş yaptılar dün sağlıkçılar, bugün de Meclise geldiler, isteklerini dile getirdiler. 626 liranın yanında eğitim, sağlık gibi çok normal ihtiyaçlarının da parasız olarak desteklenmesiyle ilgili talepleri var, bu taleplerinin mutlaka ve mutlaka yerine getirilmesi gerekiyor. Ben, size, bu talepleriyle ilgili kısaca onların isteklerini bir söyleyeyim: “Asgari ücret, ailemizin bütün zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak, insanca yaşayacak bir ücret olmalı. Asgari ücretle çalışanlar için elektrik, su, doğal gaz kullanımı asgari ihtiyaç sınırına kadar ücretsiz olmalı. İşe gidip geldiğimiz, sabah 06.00-09.00, akşam 17.00-20.00 saatleri arasında ulaşım ücretsiz olmalı. Eğitimde hiçbir ad altında para alınmamalı, eğitimin okul dışı giderleri de devlet tarafından karşılanmalı. Sağlık tümüyle parasız olmalıdır. Asgari Ücret Tespit Komisyonunun yapısı emekçilerin ağırlığı artırılarak genişletilmeli, görüşmeler kamuoyuna açık hâle getirilmeli, anlaşmazlık durumunda işçilerin üretimden gelen gücünü kullanabileceği zeminler yaratılmalıdır. Son olarak da asgari ücret net olarak belirlenmeli, bölgesel asgari ücret uygulamasındaki yol da terk edilmelidir.” diye, arkadaşlarımızın talebi var. Bu masum bir istektir ve Türkiye’de 626 lirayla yaşamak zorunda kalan, asgari ücretle geçinen işçilerimize bizim bu konuda hassas olmamız gerekir diye düşünüyorum.

Sözlerimi tamamlarken… Biraz önce Amasya Tamimi ile ilgili bir konu söylendi. Amasya Tamimi bu ülkenin kuruluş felsefesi, kuruluş manifestosu yazılan, o felsefeyi kuran, bu cumhuriyetin temellerinin atıldığı bir felsefedir. Amasya Tamimi ayrıştırmayı değil, birleştirmeyi öneren, ülkenin bölünmez bütünlüğünü, vatanıyla, milletiyle bölünmez bütünlüğünü öneren “Milletin istiklalini milletin azim ve kararı kurtaracak.” derken bu ülkeyi, tek bir bayrak, tek bir millet altında birleştiren ama tabii ki etnik ve mezhepsel olarak yapılan alt kimliklerin de her zaman için yaşandığı bir cumhuriyet özlemiyle yapılan bir manifestodur, Türkiye'nin kuruluş felsefesidir. Yanlış anlaşılmamasını istiyorum ve bu yanlış anlaşılma konusunda değerli arkadaşlarımızın bugünlerde ortaya attığı özerklik anlayışında Amasya Tamimi’nin yeri yoktur.

Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

ŞERAFETTİN HALİS (Tunceli) – Bir daha oku.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ünsal.

İstanbul Milletvekili Sayın İdris Güllüce. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 bütçesi kanun tasarısının 17’nci maddesi hakkında söz almış bulunuyorum. Sizleri ve aziz milletimi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, KÖYDES ve BELDES projeleri, bugüne kadar yapılmış projelerin en insani olanlarından birisidir. Bu projeler, yerel yönetimleri güçlendiren projelerdir. Bu projeler, gelişmişsizlik dengesizliğini ortadan kaldıran güzel projelerdir. İçme suyu ve yolu bulunmayan veya yetersiz olan köy ve bağlılarının yeterli ve sağlıklı içme suyuna kavuşturulması ve köy yollarının standardının yükseltilmesi amacıyla 2005 yılında başlatılan projenin adı KÖYDES projesidir. KÖYDES projesinin amacı, hak ettiği hizmeti tam olarak alamayan köylerimizin mağduriyetinin giderilmesi, köylerde hayat kalitesinin artırılması, köylülerin ekonomik ve sosyal gelişmesinin sağlanmasıdır.

KÖYDES projesi dolayısıyla illere ayrılan ödeneklerin il düzeyinde dağıtımı, valinin başkanlığında, il genel meclisi başkanı, il özel idaresi genel sekreteri ve kaymakamlardan oluşan tahsisat komisyonları tarafından yapılmaktadır. Tahsisat komisyonlarının yapımından da anlaşıldığı gibi, KÖYDES çalışmalarıyla ilgili kararlar halka en yakın yerel yöneticiler tarafından verilmektedir. Bu uygulama, hem katılım açısından hem yerel demokrasinin gelişmesi ve hem de kaynakların etkili ve verimli kullanımı açısından büyük önem taşımaktadır. KÖYDES projesi kapsamında, bugüne kadar, 2010 yılı başına göre söylüyorum, 5 milyar 725 milyon TL ödenmiş bulunmaktadır. KÖYDES projesinin en önemli hedeflerinden birisi, iller ve bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını en aza indirmektir.

Bu projede yapılan rakamları da vermek istiyorum. Bunlar 2010 Ocak ayına göre verilmiş rakamlardır: Suyu bulunmayan 3.467 adet köy ve bağlısına şebekeli içme suyu tesisi yapılmış, içme suyu yetersiz 28 bin köyün içme suyu tesisleri yenilenmiş, içme suyu tesisi yapılan ve mevcut tesisleri iyileştirilen 32 bin köy ve bağlısında toplam 9 milyon vatandaşımıza hizmet verilmiştir.

BELDES projesine gelince, nüfusu 10 binin altında bulunan, içme suyu ve yol altyapısı konusundaki yapım, tesis, geliştirme, bakım, onarım gibi ihtiyaçlarının; demir, çimento, boru ve benzeri malzemelerin temini ile şebekeli içme suyu tesisi bulunmayan belediyelere İller Bankası Genel Müdürlüğünce yapılan tahsisi kapsar. 2008 yılında, 2007 yılından farklı olarak -ki bugüne kadar pek göz ardı edilmiş bir konudur bu- kanalizasyon ve atık su da bu işin içerisine katılmıştır. Bu projenin amacı, nüfusu 10 binin altında bulunan belediyelerin altyapı ihtiyaçlarının giderilmesi, mahallî müşterek nitelikli hizmetlerin kalite ve standartlarının yükseltilmesi, bu beldelerde hayat kalitesinin artırılması, ekonomik ve sosyal gelişmesini sağlamasıdır. Türkiye genelinde bu işin koordinasyonunu izleme görevi ise İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir.

Değerli milletvekilleri, KÖYDES ve BELDES projeleri ile köylünün göç vermesi önlenmiş, tarıma da zımni bir şekilde destek verilmiştir. Hizmet yapmakta zorlanan belde belediye başkanları BELDES projesiyle rahat bir nefes alabilmiştir. 2011 yılında ayrılmış olan 400 milyon TL ile belde belediyelerimiz oldukça rahatlamış olacaklardır. BELDES projesiyle, ödenek ayırdığımız belediye başkanlarının bugüne kadar yapamadığı ya da yaptığında kaliteli yapamadığı projeler, artık Türkiye’de uygulamaları uzun süreye kalan ve projeli olarak yapılmaya başlanan bir hâle gelmiştir. Türkiye’ye projeyi getirmiştir, imalatın projeli olmasını getirmiştir, kaliteyi getirmiştir. Dolayısıyla da oldukça faydalı bir proje olduğunu düşünüyorum.

2011 bütçesinin milletimize, insanlığa hayırlı olmasını diliyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Güllüce.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Varlı…

MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Maliye Bakanına soracaktım ama herhâlde Devlet Bakanımız cevap verir buna.

Şimdi, AKP üyesi milletvekilleri veya bakanlar çıktıklarında, her dönem çiftçiye mazot desteği, gübre desteği verdiklerini söylüyorlar. Gübrede KDV oranı yüzde 18, süs eşyasında ve makyaj malzemesinde KDV oranı sıfır, mazotta ÖTV belli.

Şimdi ben sormak istiyorum: Çiftçinin yaktığı mazottan aldığınız ÖTV ile vermiş olduğunuz destek miktarlarını söyler misiniz? Çiftçiden aldığınız, gübrenin KDV oranını söyler misiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Özdemir…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakana soruyorum: Seçim bölgem Gaziantep ve bütün illerimizde yatırımların desteklenmesi amacıyla düzenlenen indirimli kurumlar vergisi uygulaması, sadece yeni yatırımlarla elde edilen kurum kazançları üzerinden uygulanacağı için, devam eden işletmelere yatırım döneminde bir rahatlama getirememektedir. Oysa işletmelerin finansal desteğe en çok ihtiyaç duydukları dönem yatırım dönemidir. Buna göre, indirimli kurumlar vergisi kapsamında sağlanacak desteğin kurum kazancının tamamına uygulanabiliyor olması için bir çalışmanız var mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Yıldız…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın  Bakan, 2011 bütçesinde yatırımlara ayırdığınız bütçeyle işsizlikte dünya şampiyonluğuna koşan ülkemizde işsizlik problemine -bu yatırım ödeneğiyle- ne kadar çözüm getireceksiniz? Yaklaşık kaç işsizimize iş sağlayacağınızı öngörüyorsunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Ağyüz

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, bugün eşi çalışmayan ve 2 çocuklu bir asgari ücretli aylık 626 lirayla geçinmek zorunda bırakıldı. Şu anda Asgari Ücret Tespit Komisyonunda görüşülen bu tespitte insanca yaşam koşullarına ulaşması için Hükûmetinizin bir politikası var mı? Emekliye intibak yasasını bu bütçe döneminde de neden unuttunuz? GAP’tan sorumlu Sayın Bakan olarak… Seçim bölgem Gaziantep’te GAP sulama kanallarında neden ilerleme yok? Doğanpınar barajı niye askıya alındı? Ayrıca, doğa tahribatı sizin iktidarınız döneminde niye bu kadar artıyor? Taş ocakları Gaziantep’te alabildiğine yoğunlaştı, HES’ler büyük tahribat yaratıyor. Bunlara neden özenli davranmıyorsunuz? “Çevreciyim.” diyen Başbakan neden bu konularda duyarsız? Neden çevrecilerin sesine kulak vermiyorsunuz? Onları muhatap alıp da kazandıkları davaları neden uygulamıyorsunuz Sayın Bakan?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Paksoy

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, vaat ettiğiniz eşit işe eşit ücret politikası doğrultusunda, dört yıllık ev ekonomisi mezunları Tarım Bakanlığında teknik hizmetler kadrosundan maaş alamamaktadır. Hâlihazır iki yıllık yüksekokul muadili maaş almaktadırlar. Talepleri: Teknik hizmetler sınıfının tek çatı altında toplanarak A, B, C, D bentlerinde çalışan tüm lisans mezunlarının aynı maaşı yani aynı ek gösterge, özel hizmet tazminatı ve yan ödeme cetvellerinin düzenlenmesini  talep etmektedirler. Bu konuda bir müjde verecek misiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) -  Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan,  devamlı 2002 ile bugünü kıyaslama yapıyorsunuz. Ben de bir konuda 2002 ile kıyaslama yapmanız için çok basit bir soru soracağım: 2002 yılında mutfak tüpü kaç liraydı? 2002 yılında mutfak tüpü ne kadardı? Asgari ücretli bir vatandaşımız asgari ücretiyle kaç adet mutfak tüpü alabiliyordu? Bugün mutfak tüpünün fiyatı ne kadardır? Yine, bugün, asgari ücretle bir vatandaşımız kaç adet mutfak tüpü alabilmektedir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, biraz önce sormuştum ama cevap alamadım.

Ülkemizde 2 milyonun üzerinde çek mağduru var ve şu anda bir İnternet sitesi kurup, orada birçok siyasinin telefon numaralarını yayınlayarak Hükûmeti ve milletvekillerini uyarmaya çalışıyorlar. Bu düzenlemiş olduğunuz torba yasanın içinde çek mağduriyetlerini giderecek olan bir düzenleme var mıdır? Varsa bu konudaki çalışma ne aşamadadır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Enöz

MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Elektrik üretiminde doğal gaz ve ithal kömür kaynaklarının önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir. Dışa bağımlılığın azaltılması ve bunun yerine ikame edilecek doğa ve çevre dostu yenilenebilir enerji kaynaklarının bir an önce devreye girmesi için yeni projeleriniz var mıdır? Bu konuda bir gecikme ve ihmal görülüyor. Birtakım yasal düzenlemelerin bir an önce yapılması gerekmiyor mu?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu, çiftçiye mazot, gübre desteği konularındaki rakamları yazılı olarak verelim, şu an hatırlamıyorum ama şunu söyleyeyim: Sadece tabii çiftçi kullanmıyor bu mazotu, başkaları da kullanıyorlar. Dolayısıyla, biz, çiftçiye destek verirken mazottan KDV’yi indirerek değil de direkt çiftçiye bunun karşılığını ödeyerek bunu yapıyoruz. Böylece diğer kullanıcılardan ziyade çiftçiyi hedeflemiş oluyoruz.

“Teşvik sisteminde kurumlar vergisi indiriminiz işletmeler için niye yok?” dediniz. Yeni yatırımlar için tabii, teşvik sistemi. Yeni bir yatırım yaptığınız zaman, belli bir süre yatırımınızı belli bir oranda geri kazanıncaya kadar bu indirimi uyguluyoruz ama işletme dönemi için ayrıca tabii başka şeyler düşünmek gerekir. Bu, yatırımla ilgili tabii, yatırım miktarıyla ilişkilendirilen bir şey olduğu için işletme harcamaları açısından veremiyoruz. Ayrıca Avrupa Birliğinin rekabet kurallarına da bu aykırı maalesef. Gümrük Birliğinden kaynaklanan yükümlülüklerimiz var. İşletme dönemi anlamında böyle bir destek sağlayamıyoruz.

Sayın Yıldız’ın işsizlik ve yatırımlarla ilgili sorduğu bir soru vardı. 2010 yılında işsizlik konusunda çok muazzam bir ilerleme sağladık. 2 puan -ki çok önemlidir- yani işsizlik rakamı gibi yapısal bir rakamla ilgili 2 puan bir yılda düşüş olması son derece önemlidir. 950 binin üzerinde bir istihdam oluşturduk, geçen yıldan bu yıla 950 binin üzerinde istihdam oluştu ve bunun da büyük bir kısmı tarım dışı istihdam. Diğer ülkelerle mukayese ettiğinizde istihdamda ülkemizde çok ciddi gelişme var. Bunu kamu yatırımlarıyla sadece izah edemeyiz tabii, özel sektör artı kamu yatırımlarıyla izah edebiliriz ki özel sektör yatırımlarımızda da 2010’da güven ortamına bağlı olarak ciddi bir artış görüyoruz. Hem kamu yatırımlarında hem özel yatırımlardaki artışlar nedeniyle istihdamımızda da çok ciddi bir gelişme var. İnşallah 2011’de de bu eğilim devam eder. Özellikle de özel sektör yatırımları ağırlıklı olarak, bu eğilimin biz devam edeceğini düşünüyoruz.

Kamu yatırımlarında da ilk defa 50 katrilyonu aştık bu sene. 50 katrilyonun üzerinde kamu yatırımı gerçekleştirdik. Bunun da hem uzun vadeli büyüme performansımızı artırdığını düşünüyoruz hem de işsizliğimiz açısından önemli faydaları var ama dediğim gibi topyekûn bakmak gerekir.

Asgari ücret… Sayın Ağyüz’ün çeşitli soruları vardı. Gaziantep’i hiçbir şekilde ihmal etmiyoruz. Gerçekten çok dinamik bir ilimiz. Suriye ile ilişkilerimizden çok olumlu etkileniyor. Beşinci organize sanayi bölgesi kurulmak üzere. Sadece, bakın, güneydoğudan yaptığımız ihracat, 1980 yılında tüm Türkiye'nin yaptığı ihracattan şu anda daha fazla yani buradan, en geri kalmış yöremizden yaptığımız ihracat.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – O zaman bu ülkelerle ilişkilerimiz yoktu, olmayan bir şeyi söylüyorsunuz.

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Sulama kanallarımızı da yapıyoruz. Birtakım projelerde teknik bazı şeyler olabilir tabii, onlarla da ilgileniriz.

Bu, mutfak tüpü, asgari ücret mukayesesi… 2002 yılında asgari ücret 184 Türk lirasıymış, 2010 yılında 599 Türk lirası. Mutfak tüpü cinsinden ifade edecek olursak 2002 yılında asgari ücretli bir vatandaşımız 9 tane mutfak tüpü alabiliyormuş, 2010 yılında bu 11. (MHP sıralarından gürültüler)

YILMAZ TANKUT (Adana) – Yanlış! Yanlış bilgi veriyorsunuz.

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Arkadaşlarımızın, teknik, hazırladığı şey. Ona tekrar bakabiliriz.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Bakan, yanlış.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Bakanım, o piknik tüpüdür, piknik tüpü.

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Bu, arkadaşlarımızın, teknik, hazırladığı bilgi, ona tekrar bakarız. Fakat çok çeşitli göstergeler var, hepsinde hemen hemen reel bir artış olduğunu görüyoruz.

Bu, çek mağdurlarına dönük…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Bizi nasıl kandırırsınız? Bize nasıl yanlış şey söylersiniz?

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Yanlış değil efendim.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Teknik arkadaşlarımız var, devletimizin bürokratları var, onların hesapladığı rakamlar. Biz burada kendimiz ifade etmiyoruz.

MUHARREM VARLI (Adana) – Devlet adamı ciddiyetiyle cevap versenize!

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – “Yeniden yapılandırmada çek mağdurlarına dönük düzenleme var mı?” dediniz. Maalesef böyle bir düzenleme yok ama geçen yıl, biliyorsunuz, zaten bu konuda gerekli düzenlemeler yapılmıştı. Şu anda da oranlar itibarıyla baktığınızda da önemli bir iyileşme olduğunu da görüyoruz.

Yenilenebilir enerji için belli düzenlemelerimiz var, yeni bazı düzenlemeler de Meclisimizin gündeminde, önümüzdeki dönemlerde yapılır diye düşünüyorum.

2002-2010 döneminde de, baktığınız zaman, enerjide toplam kurulu gücümüz neredeyse yüzde 50 oranında artış göstermiş. Bu artışın üçte 1’ini de yenilenebilir enerji oluşturuyor. Önümüzdeki dönemde de hidroelektrik ve diğer alanlarda da buna devam edeceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, zaman doldu. Kalan soruları…

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Teşekkür ederim Başkanım.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, ben bunu tutanaklara geçmesi için söylüyorum.

Sayın Bakan ve sayın bakanlar sorulan sorulara doğru cevaplar vermiyorlar. Rakamlarla bunu yarın basına açıklayacağız.

Tutanaklara geçmesi için söyledim.

BAŞKAN – Peki Sayın Şandır.

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Hangi rakamlar?

MEHMET ŞANDIR (Bingöl) – Tüp hesabı doğru değil, buğday hesabı doğru değil. Yarın bunları rakamlarla açıklayacağız.

BAŞKAN – 17’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

18’inci maddeyi okutuyorum:

Fonlara ilişkin işlemler

MADDE 18 – (1) Türk Silahlı Kuvvetlerine stratejik hedef planı uyarınca temini gerekli modern silah, araç ve gereçler ile gerçekleştirilecek savunma ve NATO altyapı yatırımları için yıl içinde yapılacak harcamalar, 7/11/1985 tarihli ve 3238 sayılı Kanunla kurulan Savunma Sanayii Destekleme Fonunun kaynakları, bu amaçla bütçeye konulan ödenekler ve diğer ayni ve nakdi imkanlar birlikte değerlendirilmek suretiyle Savunma Sanayii İcra Komitesince tespit edilecek esaslar çerçevesinde karşılanır.

(2) Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına bütçe ile tahsis edilen mevcut ödeneklerden birinci fıkra hükümleri gereğince tespit edilecek tutarları; Emniyet Genel Müdürlüğüne bütçe ile tahsis edilen mevcut ödeneklerden helikopter, uçak alımları ile revizyonlarına, hava araçlarına füze önleme, tespit sistemlerinin takılmasına ve Helikopter Elektronik Harp (HEWS) projesine ilişkin tutarları; Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğüne bütçe ile tahsis edilen mevcut ödenekler ile bu Genel Müdürlük bütçesine kaydedilen ödeneklerden motorbot alımına yönelik tutarları; Orman Genel Müdürlüğüne bütçe ile tahsis edilen mevcut ödeneklerden Helikopter Alım Projesi ve Helikopter Eğitim Simülatörleri Merkezi Projesine ilişkin tutarları; Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğüne bütçe ile tahsis edilen mevcut ödeneklerden araştırma gemisi alımına yönelik tutarları; ilgili hizmetleri gerçekleştirmek üzere Savunma Sanayii Destekleme Fonuna ödemeye ilgisine göre Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Sağlık Bakanı, Çevre ve Orman Bakanı veya Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı yetkilidir.

(3) Savunma Sanayii Destekleme Fonundan Hazineye yatırılacak tutarları bir yandan genel bütçeye gelir, diğer yandan Milli Savunma Bakanlığı bütçesinin ilgili tertiplerine ödenek kaydetmeye ve geçen yıllar ödenek bakiyelerini devretmeye Maliye Bakanı yetkilidir.

(4) İlgili yıllar bütçe kanunları uyarınca, yürütülmesi öngörülen projeler için Savunma Sanayi Destekleme Fonuna aktarılan tutarlardan kullanılmayan kısımlar, Savunma Sanayii Destekleme Fonundan ilgili genel bütçeli idarenin merkez muhasebe birimi hesabına; özel bütçeli idarelerde ise muhasebe birimi hesabına yatırılır ve ilgili idarenin (B) işaretli cetveline gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen tutarlar karşılığını ilgili idare bütçesine ödenek kaydetmeye genel bütçeli idarelerde Maliye Bakanı, özel bütçeli idarelerde ise ilgili özel bütçeli idare yetkilidir. Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı dışındaki idarelerde ödenek kaydı yılı yatırım programı ile ilişkilendirilerek yapılır.

(5) İhracata yönelik devlet yardımları kapsamında Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu (DFİF) ile ilgili görev, yetki ve her türlü işlemler 2011 yılında Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından yürütülür. İhracata yönelik devlet yardımlarına ilişkin mevzuatla Hazine Müsteşarlığına yapılan atıflar DFİF bakımından Dış Ticaret Müsteşarlığına yapılmış sayılır.

BAŞKAN – Madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Tunceli Milletvekili Sayın Şerafettin Halis.

Buyurun Sayın Halis. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA ŞERAFETTİN HALİS (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de 18’inci madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.

Tabii burada bütçeyi görüşüyoruz, bütçenin ne kadar adaletli olup olmadığı esası çok önemlidir. Bugün burada, biz turuncu koltuklarımızda, bu sıcak ortamda otururken, üzerimize rehavet basmışken, hava dışarıda eksilerde seyrederken bu ülkenin çocuklarının, kimliği olmayan, anası babası olmayan, aile ortamından, aile sıcaklığından uzak kalan sokak çocuklarının sorunlarını sizinle paylaşmak istiyorum.

Tabii, “sokak çocuğu” deyince herkesin tinerci çocuklar olarak ürktüğü ya da onları patlamaya hazır serseri bir mayın gibi gördüğünü biliyoruz ama bu çocukların buraya gelmesinde suçumuzun ya da suç payımızın ne olduğu noktasında hiç kimse kendi üzerine hiçbir sorumluluk alma gereği duymuyor, duymadı bugüne kadar.

Her ne kadar 1924 yılında Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi’ne imza attıysak da daha sonrasında Çocuk Hakları Evrensel Sözleşmesi’ne imza atan bir ülke olduysak da çocukları sokaklardan kurtaramadık ve o çocukları, o vahşetten kurtaramadık. Şimdi, neden “vahşet” diyorum?

Öncelikle bu çocukları oraya iten nedenler nedir, onu sizinle paylaşmak istiyorum. Yoksulluk ve parçalanmış ailelerin çocukları yüzde 82-87’yi teşkil ediyor. Nedir bu? Eğer bir ülkede gerçekten yoksulluk varsa dolayısıyla aile düzeninin istikrarlı olması da beklenemez. Ve yetim, öksüz çocuklar oluşturuyor. Aile içi şiddet, ihmal, göç ve savaştan kaynaklı sorunlardan oluşuyor.

Şimdi, düşünün ki gecekondu yaşamı, bir ülke yaşam normunun çok altında yaşam biçimi olarak kendisini gösteriyor ve her ne kadar Türkiye’de sokakta yaşayan çocukların sayısı 26 bin olarak gösteriliyorsa da bu 26 bin sayısının reel bir sayı olmadığı, tahminî bir sayı olduğu da biliniyor. Sadece gecekondu yaşamından dolayı İstanbul’da 650 bin çocuğun sokağa atılma ya da sokağa itilme riskiyle karşı karşıya olduğu söyleniyor.

Tabii, bu çocuklar sokağa düşünce nelerle karşı karşıya kalıyorlar? Şiddet, fiziksel ve cinsel istismar, suça itilme, yanma, yaralanma, bulaşıcı hastalıklar, kaçırma ve öldürme. Tabii düşünün, bunlar sizin çocuklarınız olsaydı içiniz sızlar mıydı? Mutlaka sızlardı ama bugüne kadar içimizin sızlamadığını da söylemek durumundayız çünkü empati yapmadık. Empati yapmadıkça da vicdanımız nasır bağladı, vicdanlarımız kabuk bağladı. Tabii, biz bu çocukların neden tinerci olduğuna, neden uyuşturucu ya da uçucu madde kullandığına hiç bakmadan bunları hep öteledik. Bu çocuklar her zaman karşımıza çıktılar. Hiçbir zaman bunların neden bu noktaya geldiğini sorgulamadık. Onlar tineri ya da uçucu maddeleri niye alıyor? Şunu söyleyeyim: Her şeyden önce bu acı gerçekten, yaşamış oldukları acı gerçekten kaçıp kendilerine sanal bir dünya yaratmak için bu maddeleri alıyorlar, sokağın şiddetine karşı direnişli olmak için bu maddeleri alıyorlar, soğuğa karşı direnç göstermek için bu maddeleri alıyorlar. Her şeyden çok da yine bedensel ve ruhsal güç oluşturma için bu maddeleri alıyorlar. Tabii, “tinerci çocuklar” dedik, hep öteledik. Suçlu kim? Her şeyden önce suçlu hepimiziz ama en fazla da en çok da iktidarda olan parti.

Şimdi, bu çocukları kim koruyacak? Dediğim gibi, 1924’ten bu yana altına imza attığımız sözleşmelere rağmen bu çocukları hiç kimse koruyamadı. Bakın, Anayasa’nın beş maddesi bu çocukları koruma hükmü taşıyor ve Türkiye’de Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu içinde korunması gereken bu çocuklara Sosyal Esirgeme Kurumu nasıl bakmış, bir de ona bakalım: 2002 yılında 12 milyon TL olan bütçeden ayrılan pay, 2005’te 297 milyona çıkıyor ve 2010 yılında 2,3 milyar. Tabii ayrılan paya ihtiyacımız yok. Keşke bu pay günden güne çoğalsa da bu çocukların gerçekten sokaktan çekilip bu yurtlara getirilmesi ve bunların sıcak bir ortamda bulundurulması… Ama sırf sokaktaki çocuklar değil sosyal esirgeme kurumlarında yaşayan çocukların da durumlarının dışarıdaki çocuklardan çok farklı olmadığı biliniyor.

Bakın, Malatya’da 2005 yılında ekranlarda gördüğümüz dehşet olayları hâlâ hafızalarımızdan silinmedi ve bugün bu bütçeye rağmen, Sosyal Yardımlaşma Kurumunun nasıl bir hizmet vereceği noktasında kuşkularımız var.

İzmir Büyükşehir Belediyesi yardım kaynağı olarak ayda 50 milyon para ayırıyor bu Esirgeme Kurumuna ve ne oluyor? Örtülü ödenek olarak müdür tarafından değerlendiriliyor, bunun üzerine belediye bu desteği ve bu kaynağı geri alıyor.

Yine, İzmir İl Özel İdaresi yardım kurumuna bir araç veriyor. Neden? Oradaki yaşlıları, çocukları taşıması ve onlara hizmet etmesi için. Ama ne oluyor? Bakıyorlar ki sosyal hizmet için verilmiş bu araç, müdür tarafından makam aracı olarak kullanılıyor.

Tabii, Sosyal Esirgeme Kurumu bununla da kalmıyor, kuruma alınması gereken uzman meslekleri de yine ihale usulüyle alıyor. Hangi ihaleyle? Kuruma temizlik işçisi alma, temizlik ihaleleriyle yapıyor bunu ve boş sözleşmeler yapıyor çoğu zaman, maaş kesintisi yapıyor ki bunun çok somut bir örneği olarak, yine İstanbul İl Müdürü “Maaşınızı kestiysek, beğenmiyorsanız çeker gidersiniz.” demişti.

Yine, asli hizmet noktasında bu yıl alınan 418 kişinin 180’i asli hizmet elemanı. Yani nedir? Sosyolog, psikolog vesaire. Tabii, bununla da yetinilmiyor, dehşet verici açıklamalar geliyor bu Esirgeme Kurumu hakkında.

Biliyorsunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurmuş olduğu Kayıp Çocukları Araştırma Komisyonu var. Bu araştırma komisyonu bir duyarlılık gösterdi, çaba gösterdi ve en sonunda Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürünü konuşturma noktasına geldi. Ve bakın, çok ilginçtir, iddia edilenler bu Müdür tarafından dehşet verici bir şekilde teyit ediliyor. Bakın, ne diyor Sayın Müdür: “Kurumlarımızda dayak ve taciz olayı hatta fiilen tecavüz olayı da zaman zaman olabilmektedir -çok rahat, rahatlığın devamı var- insan fıtratı var, insanın olduğu her yerde olur bu.” Şimdi, siz tutuyorsunuz, yüzde 500’den daha fazla bir oranda bir bütçe ayırıyorsunuz, biz buna karşı değiliz ama bu bütçeye rağmen, eğer bu kurumlarınızda müdürlük yapanlar vahşet olaylarını, dehşet olaylarını çok soğukkanlılıkla olağanmış gibi gösterirlerse işte bunda şunu hatırlatmak lazım size: Bu, artık Türkiye'nin bir sosyal sorunu değil, bir vicdan sorunu, bir insanlık sorunudur. Eğer burada gerçekten insanlık ve vicdan sorunu olarak bakılırsa Sayın Başbakanın “En az 3 çocuk yapın.” önerisini de ayrı değerlendirmek gerekiyor yani siz sokakta yaşayan en az 26 bin çocuğun kurtuluşu için bir çaba sarf etmiyorsunuz, yine esirgeme kurumlarına aldığınız çocuklar üzerindeki vahşeti ve dehşeti itiraf ediyorsunuz ama kendi insanınıza, halkınıza “En az 3 çocuk yapın.” diyorsunuz. Yani böyle bir ülkede, yine 23 Nisan’ın tek çocuk bayramı olarak kutlandığı yegâne ülke olma övüncüyle, sevinciyle konuşuyorsunuz ama bu çocukların durumu bu.

Türkiye’de israf politikalarına yönelik de bir şey yok. Türkiye millî gelirinin yüzde 25’inin israf edildiğine dair ilgili kurumların açıklamaları var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) - Hiç olmazsa israf politikalarına ilişkin bir düzenleme yapılırsa çok şeyin değişeceğine inanıyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Halis.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Günal. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika, buyurun.

MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, tasarının 18’inci maddesi “Fonlara İlişkin İşlemler” başlığını taşıyor. Burada da Türk Silahlı Kuvvetlerine Stratejik Hedef Planı uyarınca temini gerekli modern silah araç ve gereçler ile gerçekleştirilecek altyapı yatırımlarına ilişkin ödenekler söz konusu ediliyor.

Açıkçası ben bu madde vesilesiyle diğer fonları da konuşup bazı ekonomik konulara değinmek istiyordum. Ancak bunun içeriği hem Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaçlarıyla ilgili olduğu için ve son günlerde hem bu Genel Kurulda hem de kamuoyunda tartışılan bazı konular gerçekten bu konu üzerine ve maddenin içeriği üzerine bazı şeyler söylememi gerektirdi.

Değerli arkadaşlarım, burada Türk Silahlı Kuvvetleri için teçhizat alımından bahsediyoruz. Öbür tarafta, bir taraftan alternatif ordu kuracak bazı girişimler AKP Hükûmeti tarafından sırayla gerçekleştiriliyor. Silah Yasası’nda Türk Silahlı Kuvvetleri dışındaki birimlere de birinci kategoride ağır silahları ithal etme yetkisi bir taraftan veriliyor. Tabii, bunun AGİT sözleşmelerine aykırı olduğunu da burada hatırlatmamız gerekiyor. Yani bir alternatif ordu kurma, bir “Hudut Güvenlik Birimi” adı altında profesyonel ordu kurma girişimleri, bir taraftan da ordu kuruluyor. Maalesef Avrupa Birliğinin bu konudaki silahlanmayla ilgili hükümleri de aslında kişisel silahlanmayla ilgili hükümlerdir. Bunun Türk Silahlı Kuvvetleri ile bir alakası yoktur.

Kısacası, burada bir taraftan Türk Silahlı Kuvvetlerinin teçhizat alımı düzenlenirken öbür taraftan alternatif bir ordu kuruluyor.

Bir taraftan TSK diyoruz  ama Türk Silahlı Kuvvetleri -hangi TSK diye ben soruyorum- gerçekten de son zamanlarda ciddi bir hakaret, aşağılama kampanyasıyla karşı karşıya. Daha önce -Genelkurmay başkanlarımızın söylediği- “asimetrik psikolojik harekât” deniyordu. Bence şimdi oraları çoktan aştı, aleni olarak bir aşağılama ve tahkir kampanyası yandaş medya tarafından ve tarafı belli olan bir kesim medya kuruluşları tarafından aleni olarak yapılıyor. Peki, o zaman kime düşüyor? Burada bulunan AKP Hükûmetinin sayın bakanlarına sorduk, özellikle Millî Savunma Bakanımıza Plan ve Bütçe Komisyonunda sorduk, maalesef henüz hâlâ o gün yanıt verilmediği gibi yazılı olarak da herhangi bir yanıt verilmedi. Alenen tahkir ediliyor. Silahlı kuvvetler, Genelkurmay Başkanlığı Millî Savunma Bakanına, o da Başbakanlığa bağlı bir kurum. Bir taraftan bakıyoruz, terörle mücadele edecek olan Türk Silahlı Kuvvetleri kimliksizleştirilmeye, aşağılanmaya çalışılıyor ama asıl mücadele edilmesi gereken PKK’yla müzakere yapılıyor. Burada sorduğumuz zaman arkadaşlarımız çıkıp kızıyorlar “Bunu söylemek şerefsizliktir.” diye ama hâlâ bu konuda tam olarak kim ne görüşüyor, ne oluyor, bir açıklık maalesef mevcut değil. Bir taraftan TSK’yla mücadele, terörle müzakere yapılırken öbür taraftan terörle mücadele eden özel kuvvetlerin karagâhına giriliyor. Ben hâlâ merak ediyorum. Sayın Arınç’a kaç defa sorduk, Adalet Bakanımıza da sorduk. Acaba -bunun üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçti, yaklaşık bir yıl bir haftalık süre oldu- herhangi bir iddianame var mı, hazırlanmış bir şey var mı? Bütün Türkiye’yi ayağa kaldıran o görüntülerden sonra ne çıktı, ne bulundu? Merak ediyorum. İddianame dahi olsa bir şey hazırlandı mı, hazırlanmadı mı? Bunu merak ediyorum. Ne oldu, yani bu zanlılar ne oldu? Takip edilen manav araçları falan ne oldu? Bunlardan bir şey çıktı mı? Hâlâ merak ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, çok ciddi anlamda bir korku imparatorluğu oluşturuluyor, bütün kesimler üzerinde bir psikolojik harekât uygulanıyor. Bir türlü, tek parti diktatörlüğüne doğru maalesef gidiyoruz.

Şimdi, son bir haftadır yaşananlara bakıyorum. Burada hiç ses çıkarılmıyor. Nereye gidiyoruz? Ne oluyor? Gerçekten vicdanımıza elimizi koyalım. Türkiye nereye gidiyor? Bir bölünme senaryosu uygulanıyor, fiilî bir bölünmeye gidiyoruz. Fiilen, resmen bölünme ve bir isyan provası var. Sadece Meclis Başkanımız çıktı söyledi, ertesi gün “Görüştük, tamam, biz uzlaştık.” Peki, birinci gün söylediğiniz ne oldu o zaman? Yani, eğer varsa yasaya aykırı, Anayasa’ya aykırı bir durum bunun gereğinin yapılması gerekiyor.

Peki, böyle bir ortamda yumurta atan öğrencilere günde 3 defa fırça atan, tersleyen “Yumurtayı yiyin atacağınıza.” diyen Sayın Başbakan, hiçbir ses vermiyor. Ben gerçekten şaşırıyorum. Çünkü bir de kendisinin sürekli olarak tepki vermesine alışkın olduğumuz için, bir şeyler söyler diye bekliyorum Allah rızası için. Öbür taraftan, yumurta atanlar terörist gibi karşılanıyor, molotofkokteyli atanlarsa taş atan çocuk muamelesi görüyor. Şimdi, nasıl bir ülkedeyiz? Ben, gerçekten bunları anlamakta zorlanıyorum. Bunu soruşturacak mevkiler niye bize bir şeyler söylemiyorlar? Alenen iki dilli, iki bayraklı, iki toplumlu bir fiilî durum bize dayatılırken hiçbirimizin sesi çıkmıyor. Yani, Sayın Genel Başkanımız önceki gün ciddi bir uyarıda bulundu ama muhatapları her şeye cevap veriyorlardı, bu konuda kimse bir şey söylemiyor. Bu fiilî durum, maalesef, resmen de bize kabul ettirilmeye çalışılıyor. Burada öyle bir şey var ki Anayasa, yasalar alenen çiğneniyor, İmralı’dan terör örgütü yönetiliyor, bir taraftan da maalesef AKP Hükûmeti yönlendiriliyor. Bu şartlar dayatılırken hep Kasımpaşalı duruşuyla övünen, “…”(x) yaklaşımı olan Sayın Başbakanımızdan biz bu konuda da bir açıklama, en azından bir tepki göstermese de bir açıklama bekliyoruz, yumuşak da olsa bir açıklama yapsın. Bu konuda ne düşünüyor acaba? Merak ediyorum. Yoksa “Seçime kadar böyle idare edelim, bırakın biz onların oyunu alalım, ondan sonra ne olursa olsun.” mu diyor?

Değerli arkadaşlarım, bakın, gerçekten sizleri bu konunun üzerinde bir daha, eve gittiğiniz zaman -burada belki parti taassubuyla bir şey diyemiyorsunuz veya söylediğiniz zaman farklı yerlere çekilebiliyor- olan bitenler üzerinde düşünmeye davet ediyorum. Ülkemizin birlik ve beraberliğe ihtiyacı var. Dışarıdan oynanan bu oyunları hep birlikte bozmaya ihtiyacı var. Ama biz bunlara bir parti taassubu içerisinde bakarsak maalesef yarın çok daha kötü şartlarda mücadele etmek zorunda kalacağız. Allah oralara bizi düşürmesin.

Birlik beraberlik deyince size Veysel’in bir iki dörtlüğüyle bazı hatırlatmalarda bulunmak istiyorum. “Senlik Benlik Nedir Bırak” diyor Veysel, iki mısrasını okuyacağım:

“Allah birdir Peygamber Hak

Rabbül âlemindir mutlak

Senlik benlik nedir bırak

Söyleyim geldi sırası.”

Birkaç mısra söyledikten sonra sonunda da

“Veysel sapma sağa sola

Sen Allah’tan birlik dile

İkilikten gelir bela

Dava insanlık davası…”

                            

(x) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan bir dille birtakım kelimeler ifade edildi.

diyor ve bizi “Birlik Kavline Girelim Kardeş” diye şöyle birliğe çağırıyor:

“İtimat edersen benim sözüme

Gel birlik kavline girelim kardeş

Birlik çok tatlıdır, benzer üzüme

İçip şerbetini kanalım kardeş.

Son verelim iftiraya bühtana

Kardeşane sevişelim can cana

Elbirlikle çalışalım vatana

Çok okul, fabrika kuralım kardeş.

 

Yürüyelim Atatürk'ün izine

Boş verelim bozguncular sözüne

Göz atalım şu dünyanın hızına

Yürüyüp hedefe varalım kardeş.

 

Veysel'in sözleri kanun dışı mı?

Mantığa uymazsa kesin başımı

Bana düşman etmiş vatandaşımı

Sebebi ne ise soralım kardeş.”

 

Değerli arkadaşlarım, gerçekten, sizleri yeniden birlik beraberliğe davet etmek için bunu söyledim. O zaman, birlik beraberliğimizi bozanlara karşı da hep beraber durmamız lazım. Biliyorum, kolay kolay bunun üstesinden gelmek kimsenin harcı değildir ama gittiğimiz yol yol değildir.

Atatürk Toroslarda bir Yörük çadırı görünce şöyle diyor, sözlerimi onunla tamamlıyorum: “Gidip Toroslara bakın, eğer orada bir tek Yörük çadırı var ve orada ateş tütüyorsa hiçbir kuvvet asla Türk’ü yenemez.” diyor.

Sizleri saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Günal.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Oğuz Oyan.

Buyurun Sayın Oyan. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; efendim bu 18’inci madde üzerinde konuşmadan önce, şimdi burada yok ama Sayın Maliye Bakanının yanıtına yanıt vererek başlayayım.

Biz burada şunu söyledik dünkü konuşmamızda: Başbakan, Aralık 2009’da IMF’den devralınan borcu 23,5 milyar lira açıklamıştı, iki hafta önce bu bütçe konuşmaları başlarken bunu 26,5 milyara çıkardı, 3 milyar zam yaptı dolar cinsinden. Bir kere Sayın Bakan buna bir açıklama getirmedi, yani o zam nasıl oldu.

Biz şunu söylemiştik: Yani, aslında hazinenin verilerine göre 13,9 milyar borçla devraldı AKP ve 2003’te bunu 16 milyar 732 milyona çıkardı, 2004’te 18 milyar 445 milyona çıkardı. Yani, indirmeden önce -bugün, daha sonra azalttı- ilk önce bir artırdı, bu borçlardan kendisi de yararlandı.

Şimdi, Maliye Bakanının kullandığı veriler ki bana da bir tablo yolladı. Bir başka şey: Maliye Bakanı burada “22 milyar dolarlık borçla devraldık” dedi. Yani, şimdi ortada dört tane rakam var. Bir, Başbakanın söylediği iki ayrı yılda 23,5 mu, 26,5 mu, Maliye Bakanı da 22 milyar dedi. Hangisi doğru, bir. Bir de Hazinenin başka verileri var, orada da 13,9.

Mesele şurada: Biz burada kamu borcundan bahsediyoruz. Kamu borcundan bahsettiğimiz zaman bu borç Merkez Bankası borcunu içermiyor, ayrı tutulan bir borçtur. Merkez Bankası borçlarından ayrı olarak bu seriyi oluşturmanızın anlamı vardır. Çünkü Merkez Bankası özerkliği olan bir mali kuruluştur, onun bilançosunun aktif ve pasifi vardır ve Merkez Bankasının kuşkusuz bir döviz rezervi olduğu kadar dış yükümlülükleri de vardır. Eğer, siz Merkez Bankası borçlarını vesaireyi de kullanıyorsanız, o zaman Merkez Bankası rezervlerini burada gelip de bununla övünürken “Ben işte 79 milyara…” O zaman bunun brüt rezervler olduğunu, Merkez Bankasının dış yükümlülüklerini değil de aslında bu kadar bir rezervin olmadığını net olarak söylemeniz de gerekir. Dolayısıyla biz Sayın Bakana buradan bu yanıtı verelim. Birazdan ben kendisine gene Hazinenin bu rakamlarını, tablosunu da ayrıca ileteceğim. Burada olmasa da mutlaka iletirim.

Şimdi, tabii, Sayın Bakan konuşmasında burada -döviz rezervleri falan bir tarafa- borç stokundaki gelişmeyi de biraz kendi partisine yontarak anlatıyor ve yetersiz biçimde yansıtıyor. Bir kere, Türkiye'nin 2002-2010 döneminde kamu borcu 20 milyar artmıştır, 64 milyar dolardan 84 milyar dolara çıktı. Bu dönemde kamu borcu azalan kuruluş Merkez Bankasıdır. Merkez Bankasının borcu 22 milyardan 11,5 milyara gerçekten düştü. Fakat asıl kaygı uyandıran gelişme özel sektör borçlarıdır. Özel sektör borçları 43 milyarken 2002’de, 170 milyardır şimdi. Aslında 2008’de 190 milyar doları da aşacak boyuta gelmiştir, kriz döneminde gerilemiştir.

Şimdi, dolayısıyla burada toplam -kamu artı özel- 2002’de 129 milyar dış borcumuz varken bu, bugün 277 milyar dolardır. Bu kaygı vericidir. Bunu kaygı verici olarak görmüyorsanız, Başbakanın burada dediği gibi “Özel sektörün dış borcu bizi ilgilendirmez.” kayıtsızlığı içine giriyorsanız, bunu gelip size hatırlatırlar. Tıpkı 2000 Aralık ayında “Türkiye’deki bankaların dış borçları da taahhüt altındadır.” diye o sırada Başbakanın eline kâğıt tutuştururlar, IMF eliyle ya da Kore’de olduğu gibi özel sektör borçlarını da kamunun üzerine yıkarlar değerli arkadaşlarım. Dolayısıyla “Özel sektörün dış borcu beni hiç ilgilendirmez, bana ne!” diyemezsiniz. Bunu burada bir kez daha belirteyim. Çok yüksek bir dış borç yapan iktidar modeliyle karşı karşıyayız, iç borçlarda da tabii çok yüksek bir artışı gerçekleştirmiştir.

Maddeye gelirsek bu fonlara ilişkin, bir kere, birincisi, bu Savunma Sanayii Destekleme Fonu. Ben buradan bir milletvekili olarak şunu istiyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu fonun ayrıntılarıyla ilgili daha fazla bilgilenmeye hakkı vardır. Yani biz bu konuda, bu fonla ilgili bir gereksinim içindeyiz, daha fazla bilgi ihtiyacındayız. Bunun yerine getirilmemesi için geçerli bir mazeret olduğunu düşünmüyorum. İkincisi, gene, bu maddede olan DFİF var, Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu. Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu, bu maddeye göre, sadece Dış Ticaret Müsteşarlığıyla ilişkilendirilen bir fon hâline geliyor gibi gözüküyor.

Ben bir şeyi hatırlatayım: DFİF, aynı zamanda, tarımsal desteklemede kullanılan bir fondur, önemi azalsa da. Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu, özellikle tarım satış kooperatifleri birliklerine ürün alımlarında destek veren bir fon olarak da çalıştı. Bu Fon’un bugün birliklerden alacağı 1 milyar liraya çıkmıştır, 1 milyar 14 milyon lira. Nereden gelerek çıktı? 2000 yılında, biliyorsunuz, borçların, geçmiş borçların tasfiyesi oldu, 2000 yılından önceki borçların, daha sonra oldu ama 2000 öncesini kapsadı. O tarihten itibaren 250 milyonluk bir ana sermayeyle, ana kaynakla girildi ama bu, faizlerle şişerek 1 milyara geldi. Yani, bu borcun dörtte 3’ü faizlerdir. Şimdi, burada yapılması gereken şey, birlikleri bu yükten kurtarmaktır. Bu yükten kurtarmalısınız çünkü birlikler, bilançolarını olumsuza çeviren bu borç yükü nedeniyle bankalardan da borç alamaz ya da iyi koşullarla borç alamaz durumdadırlar. Bu prangayı, bu mali prangayı birliklerin üzerinden mutlaka almak gerekiyor. Biz, bu sözü buradan Cumhuriyet Halk Partisi olarak veriyoruz. Tarım satış kooperatifleri birlikleri üzerindeki bu borç yükünden bizi mutlaka… Ama oraya varmayalım. Gelin, hep beraber, birlikte bu borç yükünü tasfiye edelim. Yeni bir konsolidasyon ihtiyacı, birliklerin bu borcu bakımından ortaya çıkmıştır. Bu konuda benim bekleyen tarım satış kooperatifleri birlikleriyle ilgili bir kanun teklifim vardır. Bu teklif hemen indirilebilir ve görüşülebilir.

Şimdi, bu fonlarla ilgili bir başka şeyi daha izninizle burada ifade edeyim: Bir kere, fonlar, büyük ölçüde tasfiye edildi, 2000-2002 döneminde, yani IMF programı çerçevesinde tasfiye edildi fakat yeni kaçış yolları bulunmaya her zaman çalışılıyor. Yani bu özel hesaplar -ki eskiden de vardı bunlar, bilinen yöntemlerdir ama- yönünden yeniden bir kaçış yolu bulunmaya, keşfedilmeye çalışılıyor. Bazı gelirler ve giderler özel yasalara dayanarak bütçeyle ilişkilendirilmemeye başlıyor. Bakınız, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan, bu Fon’un kendi amaçları doğrultusunda, sekiz buçuk yılda, 2002 ile 2010 arasında hak sahiplerine yapılan toplam işsizlik sigortası ödeneği 3,7 milyardan ibarettir. Oysa, son üç yılda, 2008, 2009, 2010, son üç yılda bütçeye aktarılan bu Fon’dan kaynak 9 milyar 71 milyondur, yani neredeyse 3 katıdır. Peki, bu Fon ne kadar? Burada GAP’la ilgili Bakanımız var. Bu Fon’dan ne kadar GAP’a kaynak aktarılmıştır? GAP’ın içinde nasıl harcanmıştır? Bu bilgileri bize verin. Bu bilgilere bile sahip değiliz. Bir de burada nasıl bir saydamlıktan bahsetmek yanında, “Nasıl olur da bir fon kendi amaçları doğrultusunda kullanılmaz?” sorusunun cevabını bulamıyoruz.

Tabii, bir başka kaçamak noktası daha var. Yeni fon kurmak, özel hesaplar, vesaire dışında da kaçamaklar var. Fonlara özgü bazı kolay kaynak kullanmak, kamu kaynaklarını kolayca kullanma biçimlerini geliştiriyorsunuz. Ne yapıyorsunuz, İşte dün de bahsettim, Kamu İhale Kanunu’nu değiştiriyorsunuz, Kamu İhale Kanunu’nu 18 kez değiştiriyorsunuz, yeniden değiştirmek için tasarı hazırlıyorsunuz. 45 tane yasada “Kamu İhale Kanunu’na tabi değildir.” diyorsunuz. Tıpkı fonlarda olduğu gibi, Özal fonlarında da her fonun yasasında Yüksek Denetleme Kurulu denetimine tabi değildir, Sayıştay denetimine tabi değildir, Kamu İhale Kanunu’na tabi değildir gibi dip, alt hükümler olurdu, son hükümler. Böylece, inanılmaz bir kargaşa, inanılmaz bir kayıt dışılık, inanılmaz bir denetimsizlik yaratılmıştı. Tabii, bunun altında müthiş şaibeli işler yaratılmıştı.

Bakın, size örnek vereyim: Özal döneminde başlayıp sayıları 105’e çıkan bu fonların 1992 yılı yani tepe noktasında ulaştığı boyut şudur: 1992 yılında fonların gelirlerinin bütçenin gelirlerine oranı tam tamına yüzde 57’dir değerli arkadaşlarım. Yani, fonlarla temsil edilen gelirler, bütçe gelirinin 1992’de yüzde 57’sine çıkmıştır. Millî gelire oranla yüzde 9’a çıkmıştır fonların toplam gelirleri. Bu aslında ur gibi büyümüş, âdeta bütçe içinde yeni bütçeler oluşmuştur, çok başlı harcama kalemleri oluşmuştur ve sadece Hükûmet değil, IMF de giderek Türkiye ekonomisini izleyemez hâle gelmiştir ve bunların tasfiyesi gündeme geldi. Biliyorsunuz 1992’de bir müşterek fon hesabı kurularak bu 2000’e kadar idare edildi,  2000’de de tasfiye edildi. Bu tasfiye modeli de benim 1992 yılında Başbakanlık danışmanlığı yaptığım dönemde kurduğumuz bir model üzerinden gelişti, o dönem gerçekleştiremedik ama o sırada gerçekleşti. Ne yazık ki kamu kaynaklarında denetimsiz bir biçimde kullanma alışkanlıkları fonlu ya da fonsuz devam ediyor. Ben iktidarı bu konuda bir kez daha uyarmak istiyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın  Oyan.

Şahıslar adına Erzurum Milletvekili Sayın Muzaffer Gülyurt. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUZAFFER GÜLYURT (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 18’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

18’inci madde fonlara ilişkin işlemlerden ibaret bir maddedir. Bildiğiniz üzere fonlar bir teşebbüsü finanse etmek için bulunan sermayedir. Yani bir hizmetin görülmesi, bir projenin, bir programın yürütülmesi gibi belirli bir amacı gerçekleştirmek için gerektiğinde kullanılmak üzere ayrılan mali kaynaklardır. Ülkemizde ilk defa 1941 yılında bir fon kurulmuştur, sonraki yıllarda yeni yeni fonlar kurularak sayısı yüze yaklaşmıştır. Tasarrufu Teşvik Fonu, Konut Edindirme Yardım Fonu, GAP bölge kalkınma fonu, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu gibi onlarca fon. Bu fonların uygulanmasında geçmişte zaman zaman kullanım amacının dışına çıkıldığı, temel mevzuatından uzaklaşarak uygulamada hata yapıldığı, suistimallerin olduğu da ifade edilmektedir ve geçmişteki birçok fon denetim dışı tutulmuştur. Nitekim 2000-2001 yıllarında bu fonlardan altmış dokuzu tasfiye edilerek kapatılmıştır. Ancak, bütçe dışı olarak kabul edilen fonların faaliyetlerine devam edilmiştir. Bunlardan birisi de Savunma Sanayii Destekleme Fonu’dur.

2002 yılında aziz milletimiz tarafından iktidara getirilen AK PARTİMİZ, Sayın Başbakanımızın önderliğinde, her alanda olduğu gibi, fonlar konusunda da ülkemize gurur duyduğumuz birçok ilkleri yaşatmıştır. Bunlardan birisi Savunma Sanayii Destekleme Fonu’dur. Bu Fon, savunma sistemlerinin tedarik ve modernizasyon projelerinin finansmanı ve yerli savunma sanayisinin kalkındırılması faaliyetlerinin parasal kaynağını oluşturmaktadır.

Savunma Sanayii Destekleme Fonu’yla AK PARTİ hükûmetlerimiz son sekiz yıllık dönemde onur duyduğumuz birçok ilki aziz Türk milletine yaşatmıştır. Nedir bu ilkler? İlk temel eğitim uçağı Hürkuş, ilk ana muharebe tankı Altay, ilk savaş gemisi MİLGEM, ilk insansız hava aracı Anka, ilk uydu Göktürk, ilk helikopterimiz ATAK, ilk jet motoru, ilk millî piyade tüfeği, ilk makineli tüfek, ilk radar. Bunların hepsi tamamen kendi imkânlarımızla, kendi öz kaynaklarımızla millî üretimler olarak gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, savaş uçaklarımız, helikopter ve tanklarımız da bizzat kendi yerli sanayimiz tarafından ülkemizde modernize edilmiştir. Sekiz yılda 20 milyar dolar tutarında modernizasyon projesi yürüttük ve uzun yıllar devam eden hazır alım işlemini bitirdik.

Birçok ülkenin savunma sistemlerinin modernizasyonunu da biz yapıyoruz, biz üretiyoruz. Türkiye ve Türk firmaları üretiyor. Türkiye, dünyadaki yüz büyük sanayi kuruluşu arasında yer alıyor. Ülkemiz, işte AK PARTİ’yle, AK PARTİ iktidarlarıyla her Türk ferdinin gurur duyacağı bu seviyelere gelmiş bulunmaktadır.

Bu Fon’dan sadece 2009 yılında finanse edilen projelerin toplamı 1 milyar 461 milyon dolar civarındadır. Önümüzdeki yıllarda bu daha da çok artırılacaktır. Böylece, peygamber ocağı olarak kabul ettiğimiz, göz bebeğimiz gibi önemsediğimiz silahlı kuvvetlerimiz…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Belli oluyor, çok belli oluyor, dışarıda rütbeli bırakmadınız.

MUZAFFER GÜLYURT (Devamla) - …çok iyi, modern teknolojik imkânlara sahip olacak, bize ve dostlarımıza sevgi ve güven, düşmanlarımıza da korku ve endişe verecektir.

Bu duygularla, ülkemizin daha iyi, aydınlık günlere ulaşacağına inanıyor, bütçemizin hayırlı olmasını diliyor, yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gülyurt.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Enöz

MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, bugün kırsal motorine 5-6 kuruş, normal motorine de 7-8 kuruş zam geldi. Dünyanın en pahalı yakıtını tüketiyoruz.

Sayın Bakanım, kriz öncesi petrol varil fiyatı 147 dolardı dünyada ve biz motorini bugünkü fiyatlara yani 3,2 liraya alıyorduk. Şimdi ise varili 93 dolar, yine 3,2 liraya alıyoruz.

Peki, petrolün varili yani kriz öncesine dönerse yani 140 dolarlar civarına çıkarsa mazotu 5,5 liraya mı tüketiciye sunacaksınız? Bunu bir izah eder misiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, yardımcı doçent unvanlı öğretim üyelerinin 1’inci dereceden emekli olabilmeleriyle genel sekreter yardımcıları, daire başkanları ve hukuk müşavirlerinin ek gösterge sorununun çözülmesi için önceki bütçe görüşmelerinde söz verilmesine rağmen bu sorunun üç yıldır çözülmemesinin sebebi nedir? 2011 yılında bu sorun ile ilgili bir çözümünüz olacak mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Uslu…

CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Gümrük Müsteşarlığının 2011 bütçelerinde faaliyetlerine ilişkin ceza gelirleri öngörülmüş müdür? Bu kurumların en son verilere göre yıllık ceza gelirleri ne kadar olmuştur?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Yaman…

M. NURİ YAMAN (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Yasa yürürlüğe girdi. 2008 yılı ile 2010 yılları arasında nüfusu 10 binin altında bulunan kaç belediye bundan yararlandı? Seçim bölgem olan Muş’ta yirmi iki tane belde bu kıstasın içindedir, bu yirmi iki belde… 2010 yılı içinde hangi beldelere ne kadar yardım yaptınız? Bununla ilgili eğer burada verebilirseniz burada yoksa listesini yazılı olarak rica ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Çelik…

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, bütçeye baktığımızda toplam sabit sermaye yatırımlarında azalış yüzde 9,5 olarak gözüküyor. Ancak mahallî idarelerde ciddi bir artış oranı var, yüzde 19 düzeyinde. Bunun yanında, çiftçi ilaç, gübre ve tohum bulamamakta, ürün fiyatlarına vurulan darbe çiftçiyi mahvetmiş durumda. Memura, biliyorsunuz, çok düşük bir zam öngörüldü. Dolaylı vergiler yoluyla zaten halk ciddi bir şekilde soyulmaktadır. İşsizlik Türkiye'nin en büyük sorunu olmuştur. Esnaf ezilmiş, ana sermayesini tüketmiştir. Bu durumda “sosyal yardım” adı altında sosyal yardımlaşma, dayanışma vakıfları kanalıyla “öğrencilere, çocuklara, kadınlara yardım” adı altında ve iktidar partisi örgütlerince yapılan yardımlar yoluyla ve KÖYDES’e transfer edilen ciddi bir meblağ yoluyla…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Savunma Sanayii Destekleme Fonu’nda şu ana kadar biriken toplam para miktarı nedir? Bu Fon’un kaynakları nelerdir? Buradan hangi amaçlarla şimdiye kadar ne kadar para harcanmıştır?

İkinci sorum: Bilindiği gibi 12 Eylül referandumundan önce muhalefet partilerine mensup bazı belde belediye başkanları beldelerine greyder, kepçe, kamyon ve benzeri gibi araçlar verileceği vadedilerek partilerinden istifa ettirilip AKP’ye geçirilmişlerdir. Ancak, o günden bugüne ne yazık ki bu beldelerin hiçbirine bu sözler tutulup bu araçlar verilmemiştir. Bundan sonraki kalan süreçte sözler yerine getirilebilecek midir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Akkuş…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; Savunma Sanayii İcra Kurulu tarafından tespit edilecek esaslara göre savunma ve NATO altyapı yatırımları için yıl içinde yapılacak harcamalardan bahsedilmektedir. Savunma Sanayii Destekleme Fonu’nun kaynakları nelerdir, tahmini olarak ne kadardır? Bu çalışmalarda kullanılması düşünülen ayni ve nakdî imkânlar hangileridir ve tahminî olarak ne kadar olduğunu belirtebilir misiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Motorinle ilgili bir sorusu olmuştu sayın vekilimizin. Dolar bazında fiyatlarla mukayese ederek 2002 yılında daha yüksek demişti. Şimdi iki unsuru var; bir taraftan dünya fiyatları tabii etkiliyor bizdeki fiyatları, bir taraftan da vergiler etkiliyor. Ağırlıklı olarak da bizde vergilerden oluşuyor motorin fiyatları. Dolayısıyla dünya fiyatlarındaki artış bizde böyle çok büyük bir artışa yol açmaz, belli oranda bir artışa yol açabilir o doğru ama bire bir bir yansıma olmaz çünkü vergi gelirlerimiz yüksek. Niye yüksek vergiler? Çünkü Türkiye enerjiye muhtaç bir ülke, enerjiyi ithal etmek durumunda olan bir ülke. Bunu çok verimli kullanmak durumundayız ve gerçekten tasarruflu kullanmak durumundayız. Tabii ki imkânlarımız arttıkça farklı şekillerde de yaklaşılabilir buna.

Yardımcı doçentlerle ilgili konuyu, müsaade ederseniz, arkadaşlarımız yazılı bir not hazırlasınlar size. Doğrusu ben tam durumu bilemiyorum, Maliye Bakanlığımızın sorumluluk alanında.

Yine, “Ceza gelirleri ne kadar oldu?” diye ayrıntılı bir soru soruldu çeşitli güvenlik kuruluşlarımızın. Bunlara müsaadenizle yazılı cevap verelim.

Belediyeler ve özel idareler gelirleriyle ilgili bir yorumda bulunmak istiyorum doğrusu. Geçmişe göre şu anda çok daha sistematik bir düzenimiz var. Geçmişte nüfusa bağlı bir tahsisat yapılırdı, onun dışında da çok çeşitli kanallardan tahsisatlar yapılırdı belediyelere. Şu anda nüfusa ve gelişmişlik düzeyine dayalı bir sistemimiz var. Özel idarelerde bu hizmet alanını da kriter olarak alıyoruz. Belediyelerde nüfus ve gelişmişlik düzeyi, özel idarelerde nüfus, gelişmişlik düzeyi ve hizmet alanını dikkate alan bir tahsisat söz konusu ve burada kesinlikle objektif bir tahsisat söz konusu.

Bunun dışında kalanlar…

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Eskiden de öyleydi Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Eskiden çok daha fazla kanallar vardı, şimdi son derece düşük. Yani sadece afetlerle ilgili, afet başkanlığımızın yapabileceği destekler var, bir de Maliye Bakanlığının. Mesela DPT’nin eskiden bir mekanizması vardı, şu anda o yok. Diğer birçok kurumun mekanizmaları vardı, onlar kaldırıldı. Yani çok çok ağırlıklı bir şekilde bu merkezî sistemle diyelim, gerçekleşen tahsisatlar söz konusu ve son derece de adil, objektif bir sisteme sahibiz.

Yatırımlarla ilgili, “Sabit sermaye yatırımlarımız azaldı.” diyorsunuz. Gerçekleşme bazında tabii bu azalma. Yani bu yılki gerçekleşmemiz o kadar yüksek oldu ki. Sadece, bakın, ulaştırma sektöründen örnek vereyim: Karayollarının başlangıç ödeneği 3 katrilyondu, tamamlanma ödeneği 10,5 katrilyon oldu. Yani müthiş bir ek ödenek sağlandı yıl içinde, gerçekleşme son derece yüksek oldu. Dolayısıyla, gerçekleşmeye göre yaptığımız tahsisatta bir miktar düşüş var gibi görünüyor ama yılbaşı ödenekleriyle mukayese ederseniz düşüklük değil, artış olduğunu görürsünüz. Millî gelire oran olarak baktığınızda da yine, sabit sermaye yatırımlarımızın önemli bir miktarda olduğunu görürsünüz ve buna da devam edeceğiz.

Özellikle 2011 yılında bu yeniden yapılandırma gelirlerinden veya diğer, tahmin edemediğimiz birtakım gelirler sağlarsak bunun bir kısmını da yine sabit sermaye yatırımlarımızda değerlendireceğiz.

Geçmişe dönük olarak da sabit sermaye yatırımlarımız… Aslında geçmişte enerjiye para harcardık, bugün yap-işlet ile yaptığımız birçok projeye geçmişte para harcardık veya özelleştirilmemiş kuruluşlarımız yatırım yaparlardı, onlar da hiç yok artık portföyümüzde. Buna rağmen yatırımlarımız, millî gelire oran olarak toplam kamu yatırımları yüzde 4’ün üzerinde, oldukça iyi bir oranda devam ediyor. Bu yıl yüzde 4,9, yüzde 5’lere yaklaştı, gelecek yıl yine 4,3 gibi yüksek oranda devam edecek inşallah.

“Memura düşük zam.” diyorsunuz, enflasyonun üzerinde bir zam verdik. Avrupa’ya baktığınız zaman, yani ben gerçekten Maliye Bakanımızı bütün Avrupalı maliye bakanlarının kıskandığını düşünüyorum.

Avrupa’daki hiçbir maliye bakanı böyle zamlar veremedi bu sene. Bazıları dondurdular maaşları, bazıları düşürdüler, ikramiyeleri kesenler oldu vesaire.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Ama orada millî gelir 30 bin dolar .

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) – Biz, ama, bu memurumuza enflasyonun üzerinde bir artış sağlayabildik küresel krizin olduğu bir ortamda. Bu çok büyük bir başarıdır.

“Savunma sanayisinde yine ne kadar fon birikti, nereye harcandı?” diye sordunuz. Onları arkadaşlarımız, müsaade ederseniz, hazırlasınlar.

Yalnız şunu vurgulamak istiyorum: Yüzde 25 civarındaydı 2002 yılında savunma girdi kaybı. Şu anda yüzde 50’lere ulaşmış durumda…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, zamanınız doldu.

M. NURİ YAMAN (Muş) – Diğer sorulara yazılı olarak cevap versin Sayın Bakan.

BAŞKAN - Diğer sorulara yazılı olarak cevap vereceğini söyledi. Ben de buradan ilan ediyorum: Takip edeceğim.

18’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime yarım saat ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.39

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 20.13

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Fatih METİN (Bolu)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 40’ıncı Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.

Komisyon burada.

Hükûmet burada.

Tasarının 19’uncu maddesini okutuyorum:

BEŞİNCİ BÖLÜM

Devlet Borçları ve Kamu İktisadi Teşebbüslerine İlişkin Hükümler

Hazine garantili imkan ve dış borcun ikrazı limiti ve borçlanmaya ilişkin işlemler

MADDE 19- (1) 2011 yılında, 28/3/2002 tarihli ve 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanuna göre sağlanacak;

a) Garantili imkan ve dış borcun ikrazı limiti 3 milyar ABD Dolarını,

b) Hazine Müsteşarlığınca belirlenecek koşullar çerçevesinde ve elde edilecek kaynaklar Hazineye aktarılacak şekilde kamu kurum ve kuruluşlarınca ihraç edilecek sertifika, senet ve benzeri finansman enstrümanlarına sağlanacak garanti tutarı 2 milyar ABD Dolarını,

aşamaz.

(2) Birinci fıkranın (b) bendinde yer alan tutarı bir katına kadar artırmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir.

(3) 1 inci maddenin birinci fıkrasının (a) bendi ile belirlenen başlangıç ödeneklerinin yüzde 1 'ine kadar ikrazen özel tertip Devlet iç borçlanma senedi ihraç edilebilir.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sayın Sırrı Sakık’ta.

Buyurun Sayın Sakık. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bütçe görüşmeleri epeyce yorucu geçtiği için Genel Kurulda da çok fazla arkadaşımız yok. Ama ben özellikle bugün yani Türkiye’de tartışılıp konuşulan ve AKP Genel Başkan Yardımcısının da seslendirdiği, bu demokratik özerklikle ilgili bir suikasttan bahsediyor. Aslında demokratik özerklik projesi cumhuriyetin kuruluş felsefesine ters bir proje değil ama o kadar birbirimize karşı ön yargılarımız var ki, en küçük masumane talebi bile sürekli ülke bölünüyor, sürekli birbirimizi birbirimizden ayrıştıracak noktaya getirtiyoruz. Oysaki 1920’lerde Mustafa Kemal ve arkadaşları bu demokratik özerklik projesini oturup tartışıp konuşabilmişler. Yıl 2010, Türkiye Büyük Millet Meclisi hâlen 1920’lerde tartışılıp konuşulan konuları konuşmaktan çekiniyor ve bunun adını bir suikast olarak kamuoyuna sunuyor.

Şimdi bizim sorma hakkımız yok mu: Siz 2004 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi olarak Yerel Yönetimler Yasası’nı çıkarmadınız mı? Bunu Çankaya’ya göndermediniz mi? Ne oldu? Cumhurbaşkanı geri gönderdi. Peki, o gün siz bu Yasa’yı çıkarırken acaba Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bir suikast planınız mı vardı, bir tuzak planınız mı vardı? Yani biraz insan el vicdan etmeli. Yani siz politikalar üretmezsiniz, sorunun çözümü için bir çaba sarf etmezsiniz ama sorun can yakıyorsa ve bu konuda sorumluluk duyan bir siyasi parti, bu konuda bir taslak hazırlıyor, gönderiyor ve Demokratik Toplum Kongresi de oturuyor bir çalıştay düzenliyor. Bu çalıştayda, Türkiye’nin aydınları, yazarları katılıyor, bir konuyu tartışıyorlar. Nasıl olsa 2011 yılında yeni bir seçim, yeni bir Meclis olacak, bu meclis kurucu meclis ruhuyla çalışacak, yeni bir anayasa yapacak ve bu yeni anayasada sorunlarımız çözülecek. Ve bu çalıştayda programını, taslağını kamuoyuna sunuyor. Şimdi, dönüp buna derseniz ki: “Suikast.” Bizim geleneğimizde suikast yoktur. Bizim geleneğimizde tuzak da yoktur. Bunu söyleyen arkadaş bu geleneği çok iyi tanıması lazım. Suikast ve tuzaklara maruz kalan bir siyasi hareketiz. Suikast, alçakça bir terimdir. Kim ki kime suikast düzenliyorsa, siyaseten veyahut da başka alanda, alçaklık ediyor. Biz, önünde ve arkasında duramayacağımız hiçbir şeyi söylemeyiz ve savunmayız da. Onun için...

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sırrı Bey, bu konuşma üslubu iyi bir üslup değil yalnız.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Buna ben karar vereceğim. Eğer siz en masumane talepleri bile, en masum...

SUAT KILIÇ (Samsun) – Buraya yönelik bir ithamınız varsa buna biz de karar veririz. Usulü var.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Efendim, bakın, şimdi ben diyorum ki...

SUAT KILIÇ (Samsun) – Bakın, Genel Kurulda bir saygılılık, bir saygınlık kriterinin gözetilmesi lazım.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Sayın Başkan...

SUAT KILIÇ (Samsun) – Böyle bir şey olmaz, böyle bir yöntem olmaz, böyle bir üslup da olmaz.

BAŞKAN – Sayın Kılıç... Sayın Kılıç...

Sayın Sakık, siz devam edin lütfen.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Şimdi, bakın, benim söylediğim nedir? O zaman siz anlamıyorsunuz.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Ben çok iyi anlıyorum.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Ben ne diyorum ki: Tuzak ve suikast alçakça bir şeydir. Siz buna “hayır” mı diyorsunuz?

SUAT KILIÇ (Samsun) – Söyleyenin söylediğini kastederek söylediniz. O anlamda söylüyorsunuz.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Efendim, ben diyorum ki: “Kim ki bunu söylüyorsa, kim ki bu...” Bakın, biz şunu söylüyoruz: Biz, bir taslak üzerinde tartışıyoruz. Türkiye, bunu tartışmalı ve konuşmalıdır ama masumane talepleri bile köşe laflarla söyleyip ve efendim, bir suikast gibi kamuoyuna sunmak, bu haksızlıktır diyoruz. Onun için, biz, birbirimizi biraz oturup dinleyebilmeliyiz. Eğer biz gerçekten sorunları çözmek istiyorsak birbirimize yüreğimizi açmalıyız. Yani yoksa bu klişe laflarla sorunun çözülmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Peki siz bu sorunu nasıl çözeceksiniz, Allah aşkına? Yani hiçbir şey konuşmayacak mıyız? 2011 yılı dediğinizde, o kurucu meclis ruhu ne içindir? Sorunların kökten çözülmesi içindir ve bütün sivil toplum örgütleri, mevcut siyasi partilerin büyük bir çoğunluğu bir Anayasa çalıştayı yapıyorlar çünkü 2011’de siz de yapıyorsunuz.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Hayır, kurucu meclis diye bir şey yok bir kere. Nereden çıkartıyorsunuz?

SIRRI SAKIK (Devamla) – Efendim, hep genelde böyle…

SUAT KILIÇ (Samsun) –Türkiye Büyük Millet Meclisi var.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Ya, lütfen, siz beni dinler misiniz. Ben sizinle karşılıklı konuşmuyorum. Sorunuz olursa gelir, burada tartışır, konuşursunuz. Bunu Meclis Başkanı da söylüyor, birçok siyasi aktör de söylüyor, biz de önemsiyoruz. Onun için, diyoruz ki, bakın, burada yargıçları, burada polisleri göreve çağırarak, bazı siyasi partileri hedef hâline getirerek sorunlar çözülmüyor. Yargıçlar ve savcılar eğer bu sorunu çözebilmiş olsaydılar, biz bugün burada bu sorunu konuşmamış olacaktık ama yargıçların ve savcıların bu sorunu çözmediğini…

Bu sorunun çözümü için Türkiye Büyük Millet Meclisine görevler düşüyor. Yani birlikte yaşamanın yolu birlikte var olabilmektir, birbirimizin diline, kültürüne, kimliğine saygı göstermektir. Yani Türkiye Büyük Millet Meclisi şuna karar vermelidir: Çok dillilik mi, çok kültürlülük mü, çok dinlilik mi; yoksa tek dil, tek kültür, tek halk mı?

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Tek, tek.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Şimdi, bu teklik sorunları çözmedi. Onun için, “farklılıklar zenginliğimizdir” mantığıyla hareket ederek farklılıklarımıza hayat hakkı tanımalıyız. Belki bu sorunlar sizi acıtmıyor, siz bedel ödemiyorsunuz ama biz bedel ödüyoruz, bedel ödeyen bir gelenekten geliyoruz. O vesileyle, sesimiz böyle çıkıyorsa…

Siz sorunla ilgili bir proje üretmiyorsunuz, topluma sunmuyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Evet, Türkiye’de siyaset buradan nemalanıyor. Kürt sorunu belli siyasi partiler için bir nemalanma alanı olmuş ama artık deniz bitti. Buradan nemalanmaya değil, buradan kardeşliği, buradan bütünlüğü… Bu proje Türkiye’yi bölen bir proje de değil. Devlet bu projeden farklı bir şey değil, bu projede birlik ruhunu arıyoruz.

Onun için, sevgili arkadaşlar, bu modele sağduyuyla yaklaşmalıyız. Bu modeli eğer içimize sindirebilirsek sorunlarımızı çözebiliriz.

Bakın, en çok korktuğumuz bu demokratik özerklik dünyada nasıl uygulanıyor? Yetmiş altı ülkede farklı şekilde uygulanıyor, hiçbir ülke de bölünmüyor. Eğer bölünmüş olsaydı Amerika bölünürdü, İspanya bölünürdü, Kanada bölünürdü ama bölünmüyor. Yetmiş altı ülkede uygulanıyor da bölünmüyor ama bizim ülkemizde eğer bu konuşulup tartışılıyorsa, suikastlar ve cinayetler… Evet, suikast ve cinayetler karanlıkta işlenir. Bunu söyleyen arkadaşımız da çok iyi bilir. Bunlar “Kalleştir.” diyoruz, kim ki suikast ve karanlıklarda cinayet işliyorsa. Bunların yüreği yetmez karşılıklı dövüşmeye, karşılıklı fikir alışverişine de yüreği yetmez. Bunlar başlarına kar maskeleri geçirirler, bunlar karanlığa yatarlar, bunlar devletin imkânlarını kullanarak halka karşı suikastta da bulunurlar ve faili meçhullere de imza atan onlardır. İşte bugün, bunu söyleyip de Grup Başkan Vekilinin tepki göstermesine de gerçekten bir anlam veremiyorum. Yani hele hele siyaseten bir parti, bir halk kendi düşüncelerini veyahut da bir kurum kendi düşüncelerini söylüyorsa, buna çıkıp efendim “suikast” olarak söylemek ve yargılamak çok haklı hakkaniyeti taşımadığını söylüyorum. Çünkü burada, Türkiye’de birçok kuruma özellikle önemli görevler düşerken emir kipleriyle hareket ediyorlar; efendim, bunlardan Cemil Çiçek’inden Meclis Başkanına, Cumhurbaşkanına kadar. Hayır, emir kipleri yok, oturup konuşabileceğimiz bir iklim yaratmalıyız. Bu sorunun adı varsa sorunun muhatapları da vardır. Bu sorunun adını koyarken biz birbirimize tepeden, emreden laflarla hareket etmeyeceğiz. Yok efendim, anlayana sivri sinek, bilmem, anlamayana davul zurna… Cemil Çiçek’in her zamanki klişe lafları. Siz anlamıyorsunuz. Siz anlayabilmiş olsaydınız, bugüne kadar bu sorunun çözümüyle ilgili topluma bir proje sunabilirdik. Ama ne yazık ki topluma bir proje değil, tam tersine -biraz önce de söyledim- buradan yeniden nemalanarak nasıl siyaseten var olabiliriz? Siyaseten var olabilmenin yolu siyaseten sorunları çözmektir. Eğer çözebilirseniz var olursunuz. Çözemezseniz, gidip işte seferler düzenleyerek, gidip Muş’ta bütün alanları, bütün kurumları seferber ederek, orada 10 binleri toplayarak, orada küçücük yerler açarak, onun adına “fabrikalar” diyerek, devletin olanaklarını önümüzdeki seçimlerde acımasız bir silah gibi kullanarak, bize karşı tuzaklar kurarak bu sorun çözülmüyor. Sayın Başbakanın orada söylediği gibi “… …”(x) kimse konuşmasın, herkes bir proje üretsin. Proje üretebilirseniz sorunları yürekli bir şekilde çözeriz ve hepinize diyorum ki bizim hayatımızda, dünyamızda “suikast” terimi alçakça bir terimdir, böyle bir terimi kullanmadık ve kullanmayız, kullananları da kınıyoruz. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sakık.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Hatibin konuşmasında grubumuza yönelik ithamları oldu, İç Tüzük’ün 69’uncu maddesine göre söz talep ediyorum.

BAŞKAN – Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın, Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, grubuna sataşması nedeniyle konuşması

SUAT KILIÇ (Samsun) – Çok saygıdeğer milletvekilleri, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, burası Türkiye Büyük Millet Meclisi. Hepimiz Türkiye'nin seksen bir vilayetinden milletimizin oylarını alarak, milletimizin temiz vicdanlarına sığınarak seçildik, geldik ve burada milletimizi temsil etmekle görevlendirildik. Her birimiz milletvekili olup bu kürsüye geldikten sonra milletin birliğine, dirliğine, vatana, devlete, bayrağa bağlılık noktasında namus ve şereflerimiz üzerine yemin ettik, ant içtik.

Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Arnavut’uyla, Acem’iyle, Gürcü’süyle bu millet, Sultan Alparslan’ın ordusundan Gazi Mustafa Kemal’in ordusuna kadar bin yıllık bir kader birlikteliğini ortaya koymuş olan bir millettir. Türk Bayrağı adındaki “Türk” ibaresinden rahatsızlık duymamalısınız. O bayrağı, Türk’üyle, Kürt’üyle 73 milyon insanımız birlikte özgür kıldı.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan…

SUAT KILIÇ (Devamla) – Bu vatanı, 780 bin kilometrekare vatan coğrafyasını biz, Alparslan’ın ordusundan Atatürk’ün ordusuna kadar bin yıllık tarih içerisindeki yüzlerce, binlerce şanlı zaferde, şanlı direnişte, işgallere karşı koymada birlikte temsil ettik, birlikte yaşattık, birlikte millet olduk.

Bir milletin adının “Türk milleti” olması ırka, etnisiteye dayalı bir vurgu değildir. Millet, tasada ve kıvançta birlik idealiyle bir araya gelen topluluğa verilen isimdir. Hepimiz aynı milletiz. BDP’li, MHP’li, CHP’li, AK PARTİ’li, Parlamentoda bulunan bulunmayan, hangi partilerin, hangi siyasal görüşlerin, hangi dünya anlayışlarının peşinden gidiyor olursak olalım hepimiz bir milletiz.

                          

(x) Bu bölümde, Hatip tarafından Türkçe olmayan bir dille birtakım kelimeler ifade edildi.

Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Mardin’de, Batman’da, Hakkâri’de, Samsun’la, Trabzon’la, Muğla’yla, Antalya’yla, Erzurum, Yozgat ve Sivas’la aynı birlik türküsünü söylerken, biz, burada, birbirimizi ilzam ve itham etme hakkına sahip değiliz.

Değerli arkadaşlarım, dil bir iletişim aracıdır, dil bir ayrışma aracı değildir. Hepimizin konuştuğu ortak dil Türkçedir ve hepimizin vurgu yaptığı değerler bu istikamettedir.

SIRRI SAKIK (Muş) – Bu dili siz kullanıyorsunuz, siz!

SUAT KILIÇ (Devamla) - Eğer bir girişim, bir yaklaşım, bir görüş, bir öneri, Türkiye'nin devletiyle milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef alıyorsa buna hepimiz birlikte karşı koyabilmeliyiz ama birini tuzak, birini suikast, birini pusu kurmakla ya da o kavramları kullanmakla itham ederken, askerimize, polisimize tuzak kuranları, pusu kuranları, yollarına mayın döşeyenleri de kınayabilmemiz lazım.

Biz bir milletiz, Türk'üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Arnavut’uyla hepimiz tek milletiz.

Saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Yıldız.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın Hatip, arkadaşımızın konuşmadığı bir şeyi konuşmuş gibi gösterdi. Türk Bayrağı gibi bir söylememiz olmadı, başkaca tekrarladığı şeylere ilişkin de bir söylemimiz olmadı. Dolayısıyla bu konuya açıklık getirmek için Sayın Vekilimiz söz hakkını kullanmak istiyor.

BAŞKAN – Sayın Yıldız, siz söz istiyorsunuz sandım

SUAT KILIÇ (Samsun) - Sayın Başkanım açıklık kazandırabilirim.

BAŞKAN - Bir saniye, Sayın Sakık’ı dinleyeyim.

Buyurun.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, yani hiç bahsetmediğimiz konuları kalktı hamasi nutuklarla yine “Vatan, millet” dedi. Daha iki gün önce senin Genel Başkanın  “Kürt halkı vardır.” diyordu Bitlis’te. Hey kurban olduğum, ne millettir! Ne teknikten bahsediyorsun? Hem söylemediğim lafları söylüyor…

Ben cevap vermek istiyorum. Bayraktan hiç  bahsetmedim. Kimse bayrağın tekniğine itiraz etmedi.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, açıklık getireyim Sırrı Bey’in de vicdanının tatmin olması açısından. Neticede önemsediğim bir grup ve konuşmamda da vurgu yaptım.

Kürtlerin varlığını, Kürtçenin varlığını, Türklerin varlığını, Türkçenin varlığını inkâr etmemiz hiçbir zeminde, hiçbir şekilde bugüne kadar söz konusu olmadı. İnkâra dayalı bir anlayış içerisinde kesinlikle bugüne kadar olmadık bundan sonra da olmayacağız. Tam aksine, pozitif bir cümle yapısıyla hareket ettim ve birliğe vurgu yaptım.

Sayın Başkanım, sizin yönetim usulünüzü biliyorum. Cevap hakkını verenin bile yeni bir cevap hakkına, sataşmaya imkân vermemesi ricasında her zaman bulundunuz. Ben de o şekilde ilzam etmeden, itham etmeden hepimizin ortak değerlerine vurgular yaptım. Kimseyi incitmediğim kanaatindeyim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Şimdi, bir saniye…

Sayın Kılıç’ın bu son sözlerinden sonra ısrar ediyor musunuz?

SIRRI SAKIK (Muş) – Israr ediyorum çünkü açıklık getireceğim.

BAŞKAN – Peki, buyurun çünkü yani sizin anladığınızı düzeltmeye yönelik bir konuşma yaptı onun için dedim. Yalnız yeni bir sataşmaya mahal vermeyin.

Buyurun.

3.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; gerçekten yeni bir sataşmaya neden vermemek için biraz daha birbirimizi anlayabilmeliyiz. Yani Suat Bey’in gelip burada söyledikleriyle benim söylediklerimin arasında korkunç bir şey vardı. Aslında sizin benim konuşmamı desteklemeniz gerekirdi. Ben suikast kültürünün alçak bir kültür olduğunu söylüyorum ama…

AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Kim yaparsa yapsın.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Kim yapıyorsa yapsın suikast kültürünün alçakça olduğunu söylüyorum ve bizim hayatımızda suikast kültürü olmadığını söyledik. Sizin Genel Başkan Yardımcınız bunu söylüyor ve ben bunun yanlış olduğunu… Biz, çok dillilikten bahsediyoruz. Şimdi, siz biraz önce herkesi bir tek kimliğe kilitlediniz. Zaten bu, sorunumuzu çözmüş olsaydı bugün bu kavganın nedeni olmazdı. Yani iki gün önce Sayın Başbakan Bitlis’te “Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı kurultayda “Kürt” diyemediği için ben Kürt halkı diyorum.” dedi, hatta konuşmasında 3 kez, 4 kez bu geçti. Şimdi Bitlis’te “Kürt halkı” burada gelip “Hepimiz Türk’üz.” Bu işte…

SUAT KILIÇ (Samsun) – Hepimiz Türk’üz  demedim, “Hep birlikte bir milletiz.” dedim Sırrı Bey.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Ya, biz hepimiz, hepimiz, hepimiz…

SUAT KILIÇ (Samsun) – Yani, bu, Kürt’ün varlığını inkâr mıdır Allah aşkına!

SIRRI SAKIK (Devamla) – …Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız, buna bir itirazımız yok. Farklı dillerimiz var, kültürlerimiz var; işte, bu dillere, bu kültüre hayat hakkı tanıyalım. Bizim söylemek istediğimiz bu.

Evet, hep konuştuğumuzda “Türk halkının hassasiyeti var.” Peki, kardeşim, bu ülkede yaşayan Kürtlerin hassasiyeti yok mu? Bu ülkede yaşayan Ermenilerin, Alevilerin hassasiyeti yok mu?

Hepimiz dilimize dikkat etmeliyiz. Yani siz hayatı, bütün herkesi Türkleştirip, herkesi Sünnileştirirseniz sorun çözülmüyor.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Ne alakası var!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Bakın, “Kürt dili.” diyorsunuz. Hepiniz çocuklarınıza birkaç dil öğrettiğiniz için zaman zaman övünç kaynağı, “Benim çocuklarım, işte, üç dil bilir.” Bu diller İngilizce, Fransızca, Almancaysa, yanında Türkçe varsa övünç kaynağı, ama yanı başınızda “Kardeş halk.” dediğiniz Kürt halkının dilini öğrenmek size zulüm, bu dil sizi incitiyor, sizi acıtıyor. Sizi incitse de sizi acıtsa da bu dilin özgürlüğü için, bu dilin diğer dillerle, sizin kültürünüz kadar bu kültürün, bu dilin de özgürleşmesi için hepimiz çaba sarf ediyoruz, birlikte daha demokratik bir Türkiye için çaba sarf ediyoruz.

Ben çok fazla sözü uzatmak istemiyorum, ama hiç kimse bu değerler üzerinden siyaset yaparak, yani bizim yaralarımızı lütfen kaşımasın.

Çok teşekkür ediyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sırayla dinleyeceğim, lütfen…

Buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, Sayın Konuşmacı konuşmasında, Sayın Genel Başkanımız, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’na bir sataşmada bulundu. O nedenle söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurun.

4.- Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Genel Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öyle anlaşılıyor ki Adalet ve Kalkınma Partisi ile Barış ve Demokrasi Partisi aynı şeyleri farklı cümlelerle ifade ediyorlar. Öyle anlaşıldı. Ancak Sayın Sakık, konuşmasında, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nu, kurultay konuşmasında “Kürt” kelimesini, “Kürt halkı” kavramını kullanmamış olması nedeniyle, bunu bir eksiklik olarak gördüğünü ve Sayın Başbakanın “Kürt halkı” kavramını kullanmış olması nedeniyle de bunu Sayın Başbakanın hanesine artı olarak yazdığını ifade etti. Bu, sanki Cumhuriyet Halk Partisinin Kürt vatandaşlarımıza yönelik tutumunda, politikasında bir eksiklik olarak vurgulanmaya çalışıldı. Her şeyden önce…

ZEYNEP DAĞI (Ankara) – Politika yok ki eksiklik olsun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Dinlerseniz Hanımefendi… Dinlerseniz, politikamızın birkaç cümlesini ben size ifade edeyim.

“Politika yok ki.” diyorsunuz. Adalet ve Kalkınma Partisi hangi politikayı uyguladı bugüne kadar? Türkiye’de ne kadar etnik kimlik olduğunu biz Sayın Başbakanla, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la öğrendik. O, saymakla bitiremedi Türkiye’de ne kadar etnik kimlik olduğunu, hâlâ sayıyor. Daha düne kadar, Habur’dan giren terör örgütü mensuplarının giriş töreni karşısında “Bu tablodan umutlanmamak mümkün değil mi?” diyen Sayın Başbakan değil miydi?

SUAT KILIÇ (Samsun) – Akif Bey, bana mı cevap veriyorsunuz?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Eğer konuşmamıza grubunuz izin verirse daha sakin konuşabilirim.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Suat Bey, Hanımefendi’yi susturun o zaman.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - O görüntüler karşısında “Umutlanmamak mümkün değil mi?” diyen Sayın Başbakan değil miydi?

Birkaç gündür Güneydoğu’da “demokratik özerklik” adı altında bir tartışma yürütülüyor. Hiç duydunuz mu Sayın Başbakan demokratik özerklik konusunda ne düşünüyor? Politikası nedir? Bir açıklaması yok.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Siz ne düşünüyorsunuz Sayın Hamzaçebi? Sizin görüşünüz ne?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Neden? Çünkü yaklaşan bir seçim var. Seçim nedeniyle Kürt oylarına ihtiyacı var. O nedenle, Abdullah Öcalan’ın “Marttan sonra Türkiye’de savaş çıkabilir, Cumhurbaşkanı bile ölebilir, çok kanlı çarpışmalar olabilir.” şeklindeki tehdidini Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu, Sayın Başbakan yiyip yutmuş durumda.

AHMET YENİ (Samsun) – Cesaret ediyorsan konuya gel…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Evet. Evet.

Bakın, geliyorum, konuya geliyorum. Konuya geliyorum.

“Demokratik özerklik.” diye bir tartışma var. Demokratik özerklik konusunda, isterdim ki, gruplar görüşlerini net olarak ifade etsin. Cumhuriyet Halk Partisinin gündeminde demokratik özerklik diye bir şey yoktur değerli arkadaşlar. Türkiye’de, biz, Kürt kimliğinin özgürce ifade edilebilmesinden, o kültürün özgürce yaşanmasından yanayız, programımız budur. Adalet ve Kalkınma Partisi ile Barış ve Demokrasi Partisine bu çizgiye gelmelerini, Barış ve Demokrasi Partisine terörle arasına mesafe koymasını tavsiye ediyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BENGİ YILDIZ (Batman) – Eski plakları çevirip duruyorsunuz!

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, burada İç Tüzük’ün 69’uncu maddesinin dışına taşan bir tartışma yaşandı. Bu tartışma, gerçekten milletimiz, ülkemiz açısından çok önemli bir tartışma. Bana göre Anayasa’ya aykırı bir tartışma. Bu konuda Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini ifade etmek mecburiyetindeyim.

BAŞKAN – Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

SUAT KILIÇ (Samsun) – Usul tartışması mı açtınız Mehmet Bey?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gerekiyorsa açalım.

SUAT KILIÇ (Samsun) –  69’a göre o zaman söz kullanmış olun, usul tartışması açılmamış olsun.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yani İç Tüzük’e uydurmak gerekiyorsa açalım.

SUAT KILIÇ (Samsun) - Tutanaklara ne şekilde geçeceği hususu bakımından.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) - 69’a göre versin; yani Sayın Başkanın takdiridir.

Sayın Başkanım, süremi de yeniden başlatırsanız…

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, AK PARTİ ve BDP Gruplarının etnik kimlikler üzerindeki tartışmasının Anayasa’ya aykırılık teşkil edeceğine ilişkin açıklaması

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Değerli arkadaşlar, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Barış ve Demokrasi Partisi arasındaki bu tartışmanın tarafı değiliz.

Bakın, birbirini suçlarken söyledikleri sözleri referans yaparak suçluyorlar; yani bir anlamda yol arkadaşları bugün bir karşıtlık hâline geldiler.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Mehmet Bey, hiç olmadı ya! Hiç olmadı!..

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Buyurun, gerekeni söylersiniz.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Bizim kimseyle bir tartışmamız yok. Biz grubumuz adına yapılan ithamlara cevap verdik. Benim söylediğim sözlere katılmıyorsanız o ayrı bir mesele.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Sayın Kılıç, lütfen susar mısınız! Lütfen…

AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Hangisine cevap verdiniz Mehmet Bey?

MEHMET ŞANDIR (Devamla) –  Değerli arkadaşlar...

AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Kime cevap verdiniz?

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar… Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti devleti bir millî mücadele sonrası kurulmuş ve bu mücadeleyi verenler, hem kendi aralarında hem uluslararası zeminde bir kuruluş hukukunu Lozan Barış Anlaşması’yla Medeni Kanun’la, Anayasa’yla, 1924 Anayasası ile tüm dünyaya ilan etmişlerdir.

Bu kuruluş hukukunu değiştirmeye, buradaki tanımları değiştirmeye gücümüz yetmez, yetkimiz yoktur; gayrimeşru olur. Bu devletin adı “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”dir. Bu devleti kuran halkın adı “Türk milleti”dir. Bu devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan insanların toplamının adı “Türk milleti”dir. Bu topraklarda yaşayan halkın adı “Türk milleti”dir. (MHP sıralarından alkışlar) “Kürt halkını kabul ediyorum”,“Kürt kimliğini kabul ediyorum”,“Kürt sorununu demokrasi içerisinde siyaset üreteceğim” diyerek başlarsanız, bu noktaya gelirsiniz. Kimliğini kabul ettiğiniz halkın egemenliğini vermek mecburiyetinde kalırsınız. Temel yanlışlık bu. KCK’nın kuruluş bildirisini, geçen hafta sonu itibarıyla Diyarbakır’da yapılan Demokratik Toplum Kongresi’nin karar metnini okuduğunuz takdirde Türkiye’de Türk milleti kimliği dışında bir millî kimlik oluşturmanın ve buna dayalı bir devlet oluşturmanın aşamalarının aşıldığını görürsünüz. Bunun sorumlusu siyasi iktidar olarak AKP’dir. Dolayısıyla bugün gelinen noktadan şikâyetçi olmaya hakkınız yok. Rüzgâr ektiniz, rüzgâr estirdiniz, şimdi fırtına biçiyorsunuz. Ama buna gücünüz yetmeyecek, kim olursa olsun bu ülke bu millet birliğini koruyacak, bu devlet kimliğini koruyacak. Çünkü bir millî mücadele sonrası kurulan bu devletin kuruluş hukukunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez, bu hukuki olmaz, bu meşru olmaz.

Sayın Kılıç, burada ifade ettiklerinize katılıyorum ama bu milletin adı “Türk milleti”dir, bunu söylemeniz gerekirdi.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Onu da ifade ettim Sayın Şandır, onu da ifade ettim! İyi dinleyin!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakınız, hiç kimse soyunu inkâr etmesin, ben Bayat soyundanım, arkadaşlarımız Kırmanc olabilir, Zaza olabilir ama hepimiz Türk milletiyiz, bunu yüksek sesle söylemek mecburiyetindeyiz, yoksa bu Anayasa’ya aykırı hareket ederiz, bunu ifade ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım…

BENGİ YILDIZ (Batman) - Sayın Başkanım, bütün gruplar konuştular, müsaade ederseniz biz de bununla ilgili görüşlerimizi söyleyelim.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Bengi Bey, size bir şey söyleyen olmadı, hepsini bana söyledi.

BENGİ YILDIZ (Batman) - Bize de söylendi.

BAŞKAN – Yani benim iyi niyetimi istismar etmeyiniz, bir. Hepinize söylüyorum bunu.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kılıç, dinliyorum.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, gerek Sayın Hamzaçebi gerekse Sayın Şandır, bir başka konu üzerinde esasında söz almış olmakla birlikte temsil etmekte olduğum AK PARTİ Grubunu hedef alarak tutanaklar açısından en azından, tarihe not düşmek bakımından düzeltilmesi gereken cümleler sarf ettiler.

Sayın Başkanım, yeni bir sataşmaya kesinlikle mahal vermeyeceğime dair size söz veriyorum. Kürsüden imkân verin.

BAŞKAN – Sayın Kılıç, ben, mümkün olduğunca her birinizin konuşmasını, hem milletvekili olarak hem grup başkan vekilleri olarak konuşmanızı kısıtlamayan, imkân tanıyan bir insanım. Dolayısıyla, şimdi, bugün sizden sonra diğerleri sırayla başlarsa biz bu işi bitiremeyiz.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, ona kesinlikle fırsat vermeyeceğim.

ÖZLEM PİLTANOĞLU TÜRKÖNE (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Türköne, lütfen rica ediyorum size de; şimdi Sayın Kılıç’la konuşuyoruz biz.

Ben size vermeye kalkıştığım zaman, siz tekrar diğer grupların konuşmasına neden olursanız bugün burayı ben idare edemem.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Neden olmayacağım Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Peki, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Olur, olur!

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Dayanamaz olur, olur!

SUAT KILIÇ (Samsun) – Olmayacağım.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Dediklerimi tekrarlaman lazım Sayın Kılıç.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – O zaman “Türk milleti” de biz de sizi alkışlayalım.

BAŞKAN – İki dakika veriyorum, buyurun.

4.- Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın, Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, AK PARTİ Grubunu hedef alan ve düzeltilmesi gereken cümlelerine ilişkin açıklaması

SUAT KILIÇ (Samsun) – Değerli arkadaşlar, sizin bıraktığınız yerden başlayayım. Değerli arkadaşlar… (AK PARTİ ve MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bizim muhatabımız arkadaşlar değil, bizim muhatabımız sizsiniz!

BAŞKAN – Sayın Şandır, lütfen…

Buyurun.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, “Türk milleti” deme konusunda şahsımın ve bizim herhangi bir problemimiz olmadığını sizler çok iyi biliyorsunuz. Ama, buna rağmen “Türk milleti” ibaresini kullanma hakkını sadece kendinizde görüyorsanız bu milletimize de devletimize de…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Öyle bir şey demiyoruz.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Söyle, söyle o zaman! Söyle, alkışlayacağız.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Bir saniye arkadaşlar, bir saniye… Söyleyeyim, sataşma olduğu için o noktayı söyledim sadece.

Değerli arkadaşlar, gerek Sayın Şandır gerekse Sayın Hamzaçebi, tahmin etmediğim şekilde bizi hedef alarak konuştular.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Türkiye’yi siz yönetiyorsunuz Sayın Kılıç.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Sözlerini tekzip etme gereği bile duymaksızın ifade ediyorum, değerli arkadaşlar, dünya görüşümüz ne olursa olsun, partimiz ne olursa olsun, hangi siyasi amblem altında siyaset yapıyor olursak olalım hepimiz bu ülke için çalışmaya devam ettiğimiz sürece, bu milletin kaderine ortak olma irademizi koruduğumuz sürece hepimiz iyi ve hayırlı işlerin içindeyiz demektir. Kim ki…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Bu milletin adı ne? Söyleyin bu milletin adı ne?

BAŞKAN – Sayın Özdemir, lütfen…

SUAT KILIÇ (Devamla) – Kim ki bu devletin bekası için bir kaygı taşıyor…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Bu milletin adı ne?

BAŞKAN – Sayın Özdemir, lütfen…

SUAT KILIÇ (Devamla) – …ve kim ki bu devletin meselelerini çözüme kavuşturmak için bir çaba ve irade içerisinde olabiliyorsa, kim ki aziz milletimizin ikbali için, geleceği için her kim 2023 Türkiyesi’nin cumhuriyetin yüzüncü yılına yönelik hedefleri için taş üstüne taş koyabiliyorsa Allah onlardan razı olsun deriz, hangi partisi çatısı olduğuna bakmayız. Çünkü sözlerimin içerisinde ifade ettiğim, tasada ve kıvançta birlik içinde olan bir topluluğa ancak “millet” denir. Her kim tasamıza ortak olmuyorsa, her kim kıvancımızı paylaşmıyorsa, değerli arkadaşlar, tarihe de millete de vicdanlara da hesabını onlar verecektir. Ama biz bir kaşık suda fırtına koparmamaya gayret etmeliyiz. Bu milletin, bu devletin bölünmez bütünlüğü hiç kimsenin hayallerinin peşinden sarsılacak kadar zayıf değildir.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Kılıç, bu yaşananlar ne?

BAŞKAN -  Birleşime on dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 20.46

 

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 21.02

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 40’ıncı Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575) (Devam)

2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Tasarının 19’uncu maddesi üzerinde söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Günal’a aittir.

Buyurun Sayın Günal. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, sizleri ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu madde, hazine garantileri, borçlarla ilgili. Burada başlangıçta borç konusuyla ilgili sürekli yapılan bir iki yanlışa temas etmek istiyorum. Sayın Başbakanın ekonomi konusundaki yanlışlarının bir kısmını bütçenin DPT ile ilgili, TÜİK’le ilgili kısmında sizlere arz etmiştim. Öncelikle, borçla ilgili bütün bakanlarımızın söylediği değerlendirmeler var, “Türkiye'nin borcu tehlikeli durumda değil, net borç stokumuzu gayrisafi yurt içi hasılaya oranlıyoruz, düşüyor.” diyorlar.

Değerli arkadaşlar, burada çok net bir şekilde borç stokunun mutlak miktarını önemsizleştirme söylemiyle karşı karşıyayız. Stok olarak değerlendirmek başkadır, oranına bakmak başkadır. Tabii bir de oranın içerisinde net borç stokunu hesaplarken neleri hesapladığınız önemlidir.

Dinliyorum neler konuşuyorlar diye, arkadaşlarımız bayağı önemli konular konuşuyorlar.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Benimle ilgisi yokmuş, ben devam edeyim.

Şimdi, “net dış borç stoku” diye bir tanım. Ben size soruyorum: Az önceki madde de fonlarla ilgiliydi. İşsizlik Sigortası Fonu, işsizlere işsizlik ödeneği ödemek üzere kurulmuş, onların lehine bir fon. Bunun sadece yönetimi size bırakılmış ama varlıklar işçilere ait. Şimdi, nasıl oluyor da bunun içerisinden -46 milyar, şimdi 50 milyar olacakmış, Sayın Bakanım, defalarca sordum ama cevap alamadım- düşüyorsunuz 50 milyarını, bizim borç stokumuz 50 milyar düşmüş oluyor? Hadi, Merkez Bankası rezervlerini varlık, yükümlülük düştük diyorsunuz, eyvallah, İşsizlik Sigortası Fonu nasıl olur da devletin bir varlığı olur? Öbür taraftan bakıyoruz, böyle bir ortamda bunu işsizler lehine kullanmak varken… Topu topu 2002’den bu yana 3,5-4 milyarı bulmamış -3,6 idi eylül rakamları- harcadığımız para, 9 milyar da bütçeye aktardık, geri kalanı duruyor. O zaman bunu kesmeyin. Bu bir maliyet değil midir işveren için, işçi için? Ücrette bir maliyet değil midir işsizlik sigortası kesintisi? “Efendim, işte aktarıyoruz…” Peki, nerede, aktif iş gücü politikaları nerede? Bu kadar işsizliği azaltacak, işsizleri eğitecek şekilde niye kullanmıyoruz? Ha, sadece dış borç stokumuzu, borç stokumuzu nete indirgerken bize 50 milyarlık bir avantaj sağlıyor.

Değerli arkadaşlarım, “borç” deyince, sürekli dile getirdiğim başka bir husus daha var: Hâlen daha ne İçişleri Bakanından ne Maliye Bakanından ne Sayıştay ile ilgili birimlerden bu konuda net bir cevap alabilmiş değilim. Üstüne üstlük, bir de özel sipariş üzerine, bu görevi ihmal suçundan olan bazı şeyleri de affettiniz.

Bakın, burada, hazinenin borç rakamları var, vadesi geçmiş kamu alacakları var. 8 milyarın 4,2’si Ankara Belediyesi ve yan kuruluşlarına ait. Hâlâ ben doyurucu bir cevap alamadım. Dört yıldır bu rakam devam ediyor; 4, 4,1, 4,2… Neden öyle söylüyorum? Nerede bu performans denetimi? Nerede belediyelerin denetimi? Küçücük bir şeyde hemen soruşturma açıyorsunuz.

Az önce görüştüm, belediyemizin bir tanesinin bina sorunu var, öbürüne TEDAŞ gelmiş, elektriklerini kesiyor. Dört yıl, beş yıl alınmamış AKP’li belediyeden; MHP gelmiş, kendi borcunu ödüyor, “Eskisini de taksitlendireyim.” diyor; “Hayır, onunkini de hemen öde.” diyorlar. Ya beş yıldır neredeydiniz? TEDAŞ uyuyor muydu yani? “Efendim, bizim değil.” diyecekler ama arkasından… Oraları söylemiyorum siyasi adaba sığmadığı için, o belediye başkamıza AKP’li yetkililerinin ne dediğini ben burada konuşmuyorum, onu size sonra anlatırım.

Dolayısıyla bu çıkardığımız bu kanunlara uymamız lazım. Eğer bir şey varsa soruşturulması gerekiyor. Hâlen daha vadesi geçmiş, siz gidiyorsunuz, şuradan şu kaynak yaratalım, buradan bu kaynak… 4 milyar TL… Bununla bütün belediyelerin sorunlarını çözersiniz, küçük belediyelerin, hiçbirinin de bu parasını icraya vermeye gerek kalmaz.

Değerli arkadaşlarım, diğer bir husus: Büyümeyle ilgili konularda sürekli olarak burada tartışmalar yaşanıyor. Biz de, maşallah, hemen üzerinde bir düzeltme yaptık… İlginç bir şey, Resmî Gazetenin 25 Kasım tarihli sayısında, parite hesabında bir değişiklik yapmışız ve Bakanlar Kurulu kararının ekindeki 2011 yılı programının tablosunu değiştirdik. Yani, bir anda, müthiş derecede bir zenginleşme söz konusu oldu, kişi başına 2.354 dolar artırılmış. Türk milletinin cebine bir bakalım, 2.354’ü bırakın, 2 dolarlık bir artış oldu mu? Yani, kâğıt üzerinde düzelttik, güzel. Yalnız burada daha vahim bir şey var. Suat Bey gülüyor ama ben Sayın Bakana soracağım çünkü hem Devlet Planlama Teşkilatı eski mensubu hem de ondan sorumlu, evet, tam yerine geldi, Maliye Bakanımız olsa cevaplayamayabilirdi. Düzeltme yazısı, Resmî Gazete, 25 Kasım 2010. “Yılı programı uygulanması, koordinasyonu ve izlenmesine dair Bakanlar Kurulu kararının eki.” Sonunda şöyle diyor Sayın Bakanım: “13.653 rakamı 16.126 olarak –dikkatinize sunuyorum burasını- Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığının 24/11/2010 tarihli ve 4293 sayılı yazısı üzerine düzeltilmiştir.” Şimdi, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı nasıl oluyor da Bakanlar Kurulunun aldığı kararı ve ekindeki bir şeyi yazıyla düzeltebilir? Bunun için bir Bakanlar Kurulu kararı ihdas etmek gerekmez miydi? Yani, işin içeriğinin ötesinde, bir de usulünde, yönteminde bir yanlışlık var. Aynen böyle diyor: “Müsteşarlığın şu tarihli yazısı üzerine düzeltilmiştir.” O zaman, yarın kim bilir Müsteşarlık başka bir şey gönderse onların ekinde de demek ki düzenleme yapılacak. Allah’tan Resmî Gazete’de yayımlandığı için biz de bunu görmüş oluyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu İşsizlik Sigortası Fonu’nun yanı sıra işsizlikle ilgili de yine dikkatimizi çeken bir gelişmeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Şimdi, rakamlara baktığımız zaman Türkiye bir kriz içerisinde, istihdam yaratmada sıkıntımız var ama bir de bakıyoruz küçülme yaşanırken tarımsal istihdamda anormal bir artış var. Peki diyoruz, bakalım bu artış nereden kaynaklanıyor? 500 binin üzerinde bir anda tarımda artış oluyor. Orana bakıyoruz, tarımsal büyüme, yani normal büyüme birinci çeyrekte yüzde 11, ikinci çeyrekte yüzde 10 iken tarımdaki büyümeye bakıyoruz 0,4; 1,1 yani neredeyse hiç büyümemiş. Peki, nasıl oluyor da böyle bir 0,8 ile tarım gelişmesini devam ettiriyor, bu kadar istihdam alanı açılıyor? Bu durumda… Şimdi rakamlara bakın, programı açıp Sayın Bakanım baksın, yine yıllık programa baktığımız zaman tarımdaki büyümeler on üçüncü sayfada, on altı-on yedinci sayfada da tarımın istihdam içerisindeki payı görülüyor.

Yani ben şimdi anlayamıyorum, tarımın payı gayrisafi millî hasıla içinde düşüyor arkadaşlar; bir.

İki: Büyüme yüzde 11, yüzde 7-8 olurken tarımda yüzde 0,4 yani 1’i geçmeyen bir büyüme var ama hepsinden çok daha fazla bir şekilde tarımda istihdam artıyor. Bunu bize bir şekilde izah etmeniz lazım. Aksi takdirde, TÜİK’in yaptığı bu hesaplamalarda güvenilirlik maalesef azalıyor, sorgulamaya başlıyoruz. Yani dolayısıyla bu ne oluyor? O zaman elimizdeki rakamları ona göre… “İşsizlik düşecek.” dedi Başbakan, “Düşsün.” deyip devam etmemiz gerekiyor.

Bu çerçevede, değerli arkadaşlarım, birçok tarla ipoteklenirken, alınan borçları çiftçilerimiz geriye ödemezken, ben, gerçekten tarımsal istihdamın nasıl arttığını anlayamıyorum.

Sadece, tabii, tarımla da kalmıyor değerli arkadaşlarım, birtakım yanlışları Sayın Başbakanın, son bir şeyi daha eklemek istiyorum. Artık “yanlış” diyorum, daha önce “Yanlış bilgilendiriyor, bir hata olabilir.” diyordum ama her konuşmada söylediğine göre o zaman bizi yanlış bilgilendiriyor. En önemlisi de burada, her seferinde söylediğiniz, bir defa olsun 57’nci Hükûmete teşekkür etmekten kaçınıyorsunuz. Yani her seferinde “Ekonomik istikrar sağlandı, bankacılıkta sıkıntımız yok, Allah’a şükür bundan dolayı krizden etkilenmedik…” Yahu, kimin yaptığını da bir sefer söyleyiverin. Yani bir tane de doğrumuzu söyleyin, her gün yanlış söylemeye gayret ediyorsunuz, arıyorsunuz, buluyorsunuz, söylediğiniz tutmuyor.

Değerli arkadaşlar, bankacılık sektörü reformu da, Merkez Bankasının yapısının özerkleştirilmesi de, bütün o sizin söylediğiniz, “Battı.” dediğiniz bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmesi de, onların alacaklarının, borçlarının netleştirilip tasfiyesi de, onların hepsinin sahiplerinin yakalama emri çıkarılarak teslim edilmesi, yurt dışına çıkışlarının yasaklanması da, buna ilişkin önlemler de, hepsi 57’nci Hükûmet döneminde alındı. Bunu söyleyin ama “Biz de üstüne şunu yaptık.” deyin, varsa. Olmadığı için…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET GÜNAL (Devamla) - …dönüp dönüp “Bankacılık sektörünü güçlendirdik.” diyorsunuz. Dolayısıyla, bir hakkı teslim edin, biz de size yine teşekkür edelim.

Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Günal.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Algan Hacaloğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun.

CHP GRUBU ADINA ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Bakan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; biraz evvel burada yaşadığımız tabloyu gerçekten büyük üzüntüyle izlediğimi ifade etmek istiyorum. 1989’dan beri bireysel, kültürel haklar, demokratikleşme, bölgesel kalkınma, köy boşaltmalarının ve terörle mücadele sürecinin mağduriyetlerinin giderilmesi konularında, normalleşme sürecine ilişkin olarak altı rapor hazırlamış olan ve bu raporları parti programına yansıtmış olan ve bu ülkenin kuruluşunda yer almış olan bir partinin burada, bu kürsüde temsilcisi olarak şunu çok net ifade etmek istiyorum: Burada bu konuda konuşma hakkı olmayan, herkesin konuşma hakkı vardır ama en az konuşma hakkı olan parti AKP’dir değerli arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar) Çünkü siz iktidardasınız, siz sorunları çözmekle yükümlüsünüz. Ama görüyorum ki, görüyoruz ki, ekonomide olduğu gibi bu konuda da kafanız karışık ve bütün söylemleriniz özünde, temelinde siyasi popülizm ve seçimlere dönük siyaset rantlarınızı, beklentilerinizi geliştirmek, artırmak. Ama olan gerçekten Türkiye'nin bütünlüğüne oluyor, olan Türkiye insanının kendi içindeki çatışmasının düzeyinin, şeklinin artması ve kanın akmasıyla sonuçlanıyor.

Bu sorun çözümlenmeli tabiatıyla. Ama taşları doğru yerine koymak lazım. Ben burada susuyorum. Esasında bu konuların böyle televizyon önünde bir ölçüde -herhangi biriniz için söylemiyorum- şov yapma olanaklarının da var olduğu, toplumun önünde her şeyin yanlış anlaşılabilme durumlarının da olabildiği bir yerde bu şekilde değil, belki bir gizli oturumda, bütün grup başkan vekilleri kendi aralarında anlaşaraktan, sağduyuyla, “Nerede hata yapıyoruz, nerede sorun? Türkiye'nin temel değerleri üzerinde çatırdayan bu taşlar, oynayan taşlar nereden kaynaklanıyor?” bunu hep beraber değerlendirip, yerine oturtmamız gerekir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, ben özünde, tabiatıyla, bütçenin 19’uncu maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım. Bu çerçeve içinde 19’uncu madde, dış borç ikrazlarında limitlerin artırılması ve bu konuda verilecek olan garantilerin düzeylerine ilişkin bir madde.

Değerli arkadaşlarım, tabii, Sayın Maliye Bakanı burada değil, çok değerli Planlamadan sorumlu Değerli Arkadaşımız, Sayın Bakan burada yanılmıyorsam, evet. Ama ben, Sayın Maliye Bakanının burada olmasını dilerdim.

Ülkemizde yıllardır toplam yurt içi tasarruflar gayrisafi millî hasılanın ancak yüzde 13’leri düzeyinde, toplam sabit sermaye yatırımları ise ancak yüzde 19’lar düzeyinde seyretmekte, oluşmakta, fark ise dış kaynaklarla karşılanmaktadır ancak siz, reel ekonominin önünü açacak, kaynak tahsislerinin rasyonel yapılmasını özendirecek, yurt içi tasarrufların artmasına katkı sağlayacak politikaları bir yana bıraktınız, dışa bağımlı neoliberal politikalar ile ekonomiyi yüksek reel faiz, düşük kur, vergisiz ve tam serbest spekülatif sermaye kıskacına soktunuz.

Ekonomi büyümesini borçlanmaya, sıcak para girişine ve ithalata bağımlı hâle getirdiniz.

Faiz, borsa, rant ve kâr transferi olarak dışa kanamayı rekor düzeylere tırmandırdınız.

İstihdam yaratmayan, sürekli dış açığı pompalayan çarpık büyüme modeliniz ile ulusal ekonomiyi sıcak paranın ve rantiye kesiminin insafına terk ettiniz.

Ekonomide hâkim kıldığınız bu sürekli dışa kanayan çarpık yapı sonucu son sekiz yılda tam 274 milyar dolar cari açık verilmesinin önünü açtınız.

Bu arada, sadece dış dengenin değil, dış dengenin finansman kalitesinin de hızla bozulmakta olduğunu görmezlikten geldiniz.

İktidarınızda devlet bütçesinin millî gelire göre göreli büyüklüğünü hızla küçülttünüz. Bütçenin gayrisafi millî hasılaya oranını, 2002’de yüzde 34,1 iken 2011 yılında yüzde 25’e çektiniz, gerilettiniz. Buna rağmen, 2002 yılı sonunda 130 milyar dolar olan Türkiye'nin toplam dış borcunun Haziran 2010 sonu itibarıyla 266 milyar dolara çıkararak 2’ye katlanmasına çanak tuttunuz. Keza, 2002 yılı sonunda 3.165 dolar olan kişi başına millî gelirin, kişi başına borç yükünün günümüzde 6 bin doların üzerine çıkmasına sebep oldunuz.

Gereğince ve adil ölçülerde vergi toplamak, ekonomide kayıt dışılığı makul düzeylere çekmek yerine eldeki kazları yoldunuz, benzin istasyonlarını vergi dairelerine dönüştürdünüz.

İthalatın ihracatı karşılama oranının yıllardır yüzde 60’larda sürünmesi, dış ticaret hacminin gayrisafi millî hasılanın yüzde 40’ı ile tıkanmış durumda olması, hep sizin bu reel ekonomi ve ulusal kaynakları dışlayan, dışa bağımlı ve yetersiz politikalarınız sonucudur ve bu 19’uncu maddeye de, esasında, bu uygulamakta olduğunuz politikaların yarattığı zaaflar ve eksiklikler nedeniyle ihtiyaç duymaktasınız ve bu madde çerçevesi içinde kullanacağınız yetkililerle dış borç stokundaki artış hızına yeni bir ivme kazandıracaksınız.

Sayın milletvekilleri, CHP olarak ekonomide gördüğümüz hem sağlıklı kaynaklarla beslenen yeterli büyüklükte devlet bütçesi hem mali disiplin hem de üretim ekonomisi temelinde hızla büyümedir, hedefimiz budur.

“Bu amaca dönük olarak Parti Programımızda bütçe disiplinine bağlı kalınacaktır.” CHP Parti Programı sayfa 168.

“Gerçekçi dengeli ve yeterli büyüklükte devlet bütçesi önceliğimiz olacaktır.” CHP Parti Programı sayfa 168.

“Tasarruf açığı ülkemizin yüksek ve istikrarlı büyümesi önünde bir engel olmaktan çıkartılacaktır.” CHP Programı sayfa 160.  “Ekonominin spekülatif yabancı sıcak paraya olan bağımlılığının aşılması sağlanacaktır.” CHP Programı sayfa 165 ve “Ulusal bankacılık sisteminde toplam yabancı payı orta vadede yüzde 40 ile sınırlı kılınacaktır.” Bu hedefler öngörülmüştür, iktidarımızda uygulamaya koyacağımız bu ve diğer politikalarımızla ekonomide yarattığınız dışa kanamayı, istikrarsızlığı, dengesizliği ve tahribatı gidermeye kararlıyız.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin IMF ile dış odakların dayatması veya beklentilerini karşılamaya dönük olmayan, ulusal ekonomimizin ihtiyaç, hedef ve gerçeklerimizle uyumlu bir mali kurala ihtiyaç vardır. Plan ve Bütçe Komisyonunda sunduğunuz ve tartışmaya açtığınız, sonra “Seçim geliyor, elimiz kolumuz bağlanır.” kaygısıyla rafa kaldırdığınız mali kural öneriniz Türkiye’nin ulusal ekonomisinin ihtiyaçlarını karşılamaya dönük bir düzenleme değildir. Kamu açığını yüzde 1, yıllık ortalama büyüme oranını ise yüzde 5 ile sınırlayan mali kural öngörünüz samimiyetsizdir, yetersizdir, dış mali odaklara şirin gözükme arayışının bir yansımasıdır.

Ülkemizde iç tasarruf oranı düşüktür, vergi ödeme kültürü yetersizdir, vergi kaçağı ve afları yaygındır, kayıt dışı ekonomi dal budak salmıştır; kamu harcamalarında verimsizlik, kuralsızlık ve yolsuzluklar çok yaygındır. Bu nedenlerle toplam kamu kesimi açığı için öngördüğünüz yüzde 1 oranı gerçekçi değildir, hatta büyüme dinamitlerini frenleyecek ölçülerde aşırı düşük bir düzeydir.

Bu kürsüden burada olmayan Sayın Maliye Bakanına sormak istiyorum: Yüzde 1 düzeyinde kamu açığını, yüzde 67’ler düzeyine tırmandırdığınız dolaylı vergilerin faturasını dar ve sabit gelirlilere ödetmeye devam ederek mi gerçekleştireceksiniz? Yoksa İşsizlik Sigortası Fonu’nun yüzde 90’ını amacı dışında kullanmaya devam ederek mi sağlayacaksınız? Yoksa kamu çalışanları ile emeklilerin emeklerini, sürünme ücreti ve maaşlarına yani açlık sınırında yaşamaya mahkûm etmeye devam ederek mi tutturacaksınız? Yoksa, kamu kesiminin elini kolunu bağlayıp yatırım yapmasını, halka hizmet sunmasını engellemeye devam ederek mi sağlayacaksınız? Yoksa son sekiz yılda yaptığınız 33 milyar doların üzerindeki özelleştirmeyi son hız sürdürüp, tüm kamu işletmeleri ve tesislerini eşe dosta peşkeş çekerek mi gerçekleştireceksiniz?

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Hacaloğlu.

Şahıslar adına ilk söz, Muş Milletvekili Sayın Seracettin Karayağız’da.

Buyurun Sayın Karayağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SERACETTİN KARAYAĞIZ (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 yılı merkezî yönetim bütçe kanununun 19’uncu maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Konuşmama başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bilindiği gibi, Hazine Müsteşarlığı 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetimi Düzenlemesi Hakkında Kanun kapsamındaki kurum ve kuruluşlara dış finansman kaynağından sağladıkları kredilere hazine garantisi vermekte veya dış borcun ikrazı yoluyla finansman sağlamaktadır. Petrol, doğal gaz ve değerli madenler yönünden fakir olan ülkemizin kalkınmasında en önemli sermayemiz insanımızın kas ve beyin gücüyle girişimci özelliğidir. Bu açıdan baktığımızda, hükûmetlerin yaptığı borçlanmanın yerli yerinde değerlendirilmesi, ülke açısından hayati önem arz etmektedir.

Değerli milletvekilleri, bugün bütün dünya bir küresel ekonomik krizi yaşamaktadır ve bu durum ülkemizi de etkilemektedir. Dünya ekonomisinde hiçbir olumsuzluk yaşanmadığı dönemlerde, önceki iktidarlar ülkeye kriz üstüne krizler yaşattılar. 19 Şubat 2001’de dolar bir gecede yüzde 74 arttı. Döviz borcu olan esnaf ve sanayicinin birçoğu iflasa sürüklenirken, devlet bankalarından borçla dolar alanlar ise bir gecede katrilyonlar kazandılar. İki dönemde batan yirmi dört bankanın borç yükü bu millete ödettirildi. Yıllık bileşik faizlerin yüzde 143’leri, gecelik faizlerin yüzde 7 binleri bulduğu günlere şahit olduk. AK PARTİ Hükûmetlerinden önceki iktidarlar bize tamtakır bir kasa bırakmakla kalmamış, karşılıksız para basarak enflasyonu azdırmış, bununla da yetinmeyip dişe dokunur bir yatırım yapmadıkları hâlde, kısa sürede ülkeyi borç batağının içine sokmuşlardır. Başlanıp yıllarca süren, kaderine terk edilen yatırımlarla birlikte birçok yatırım AK PARTİ iktidarları döneminde başlanıp bitirilmiştir.

1987’de başlayan Karadeniz otoyolu bizim dönemimizde bitirildi. 1990 yılında ihale edilen Bolu Dağı Tüneli bizim dönemimizde bitirildi. İzmir, Bursa ve Kayseri çevre yolunu biz bitirdik. Ankara-Samsun yolunu biz bitirdik. 13.375 kilometre bölünmüş yolu biz yaptık. İstanbul-İzmir yolunu üç buçuk saate indirecek projeyi biz başlattık. KÖYDES Projesi’yle on binlerce köyün yolunu yaptık ve suyunu getirdik. 618 baraj ve 62 gölet inşa ettik. Ankara-Eskişehir ve Ankara-Konya hızlı tren projelerini tamamladık. Ankara-Sivas, Eskişehir-İstanbul hızlı tren projeleri devam ediyor. 13,5 milyar liralık nemaları ve 4 milyar 300 milyon liralık KEY ödemelerini biz yaptık. Ata yadigârı 3.850 vakıf eserini biz onardık.  132 adet organize sanayi bölgesinin altyapısını tamamladık. 160 bin derslik 135 yeni yurt ve 80 üniversiteyi biz açtık.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Cumhuriyeti de siz kurdunuz! Ayıp ya!

SERACETTİN KARAYAĞIZ (Devamla) - 263 hastane, 1.807 sağlık tesisi ve 226 ek bina inşaatını biz yaptık. 130 adalet sarayı yaptık. 57 ilimize doğal gaz götürdük. Bakü-Tiflis-Ceyhan Hattı Projesi’ni biz bitirdik. Mavi Akım Enerjisi Projesi’ni biz bitirdik. Samsun-Ceyhan ve Şahdeniz Projesi’ni biz yapıyoruz. 470 bin toplu konutu biz inşa ettik. Türkiye ekonomisini 26’ncı sıradan 17’nci sıraya biz yükselttik. Banka hortumlarını biz kestik. IMF’ye 17,5 milyar dolar borcu biz ödedik. Eski iktidarların arpalığı hâline gelmiş KİT’leri en şeffaf biçimde biz özelleştirdik. İktidara geldiğimiz günden bu yana her yıl devlet yatırımı bütçesinin birkaç katı borç ve faiz ödemekteyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2002 yılında yüzde 73,7 iken 2008 yılında yüzde 39,5’a Hükûmetimiz tarafından indirilmiştir. 2002’de yüzde 63 olan iç borçlanma yıllık bileşik faiz oranı ise yüzde 7,9’a gerilemiştir. Türkiye ekonomisi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SERACETTİN KARAYAĞIZ (Devamla) – Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karayağız.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Köse…

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, il özel idareleri yoksullara mikro kredi verebilmektedir. 2002-2010 yılları arasında ülkemiz çapında kaç kişiye bu kredi kullandırılmıştır? Bu kredi GAP bölgesi illerinde ve Adıyaman’da kaç kişiye verilmiştir?

İkinci sorum: İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken paranın başka alanlarda kullanılabilmesinin önünü daha önce açmıştınız. 2010 yılında bu Fon’da biriken para ne kadar, hangi alanlarda kullanılmıştır? Bu alanlardan kaçı istihdama dönük alanlardır? GAP’a bu Fon’dan ödenek aktarılmış mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Özdemir…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakana soruyorum:

Kayıt dışı ekonominin vergilendirilmesi için özellikle gelir ve kurumlar vergisinin geniş halk tabanına yayılması için çalışmalarınız var mıdır?

İkinci sorum: İnşaat sektöründe 150 metrenin altındaki konutlardan alınan yüzde 1’lik vergi oranının 150 metrekareden fazla olan konutlarda kademeli bir şekilde artırılmasının bu sektörün gelişmesi açısından olumlu bir etkisi olacak mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Tokat ili gibi ülkemizin her yerinde bankalarca takibe alınan ödenmeyen bireysel kredilerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bu artışa bakılınca en büyük artışın yüzde 90 oranıyla konut kredileri olduğu görülmektedir. Kredi kartı, konut kredileri gibi bankalara borcu ödenmeyen insanlara bir kolaylık getirmeyi düşünüyor musunuz?

İkinci soru olarak: Tarım sigortası primleri çiftçi tarafından çok yüksek bulunduğundan dolayı yapılamamaktadır. Ayrıca, tapulardaki vereselerden dolayı da sigorta yaptırılamıyor. Hükûmet olarak çiftçinin desteklenmesi babından bu sigortaları Hükûmetin karşılamasını düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Akkuş...

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; 2001 yılında üniversitelerde yapılan bir düzenlemeyle öğretim üyelerine verilmesi düşünülen iyileştirme ödeneği, profesör ve doçentlere verilmiş, yardımcı doçentlere ise bir sonraki bütçeye konulacak ödenekle bu iyileştirme ödeneğinin verilmesi kararlaştırılmıştı. Ancak, iktidara gelen AKP hükûmetleri, bu kararı daima göz ardı etmiş ve bugüne kadar da yardımcı doçent ücretlerinde ve araştırma görevlisi ücretlerinde herhangi bir iyileştirme yapılmamıştır.

Verilmiş olan bu sözü yerine getirmeyi düşünüyor musunuz? Bu öğretim elemanlarının özlük haklarıyla birlikte maaşlarında da bir iyileştirme yapma çalışması yapacak mısınız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Enöz...

MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, yerli üretimin ithalata olan bağımlılığını azaltmak amacıyla yurt içi katma değer arttırıcı sektörel politikaların geliştirilmesi için ne gibi tedbirler alıyorsunuz?

İkinci sorum: Tarımsal elektrik faturalarının zamanında geriye dönüş oranı nedir? Yani ödeme oranı, tahsilatı nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Serdaroğlu...

MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkanım, Sayın Bakan; Kastamonu’nun İnebolu, Cide ve Doğanyurt ilçelerine ait ellinin üzerindeki köylerde on dört gündür elektrik yoktur, ne zaman geleceği de belli değildir. Önceki gece tüp lüks ile aydınlanan Çelenlioğlu ailesinin 5 ferdi gazdan zehirlenerek hayatlarını kaybettiler. Adli tıptan alınanların cenazeleri şu sıralarda lüks ışığında defnediliyor.

Sorum: Övündüğünüz iktidarınızın, övündüğünüz KÖYDES’in köylere on dört gündür elektrik vermemesi sonucu hayatını kaybedenlerin geri kalanlarına ve diğer mağdurlara ne diyeceksiniz, onlardan nasıl özür dileyeceksiniz?

İki: Kastamonu’nun elektriksiz köylerine ne zaman elektrik vereceksiniz?

Üç: Bu köylerimizdeki on dört günlük elektrik yokluğuna çare olamayışınıza tek kelimeyle “beceriksizlik” dersek cevabınız ne olur?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakan, su tarımın her şeyi ama maalesef sulama birliklerinin artık su ihtiyacı var. Hâlâ İçişleri Bakanlığına bağlı bir kurumun tarıma ne kadar hizmet ettiğini takdirlerinize sunuyorum. Artık, sulama birliği yasası, iki yıldır Komisyondan geçmesine rağmen, tarım perişan, sulama birliklerinin artık su ihtiyacı var. Lütfen… Bu, Devlet Su İşlerine ne zaman devredilecek? Bu yasayı iki yıldır neden Mecliste tutuyorsunuz? Bunun amacı nedir? Artık “Su, su, su, su!” diye bağırıyor insanlar.

BAŞKAN – Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, özelleştirilen TEDAŞ işletmeleri bünyesinde çalışan ve üniversite mezunu olup da kapsam dışı personel olarak bilinen personelin mağduriyeti gerçekten son derece büyümüş durumda. Acaba bu durumdaki personelin mağduriyetinin giderilmesine yönelik kanun tasarısını bir an önce kanunlaştırmayı düşünüyor musunuz?

İkincisi de, nüfusu 2 binin altında kalan belde belediyelerinin 2014 yılında yapılacak yerel seçimlere tekrar belediye başkanı olarak aday gösterebileceklerini söyleyebilir misiniz? Bu konudaki son gelinen nokta nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Çok teşekkür ediyorum.

Mikro kredi konusu, biliyorsunuz, çeşitli vakıflarla birlikte yürütülüyor. Özel idareler de bunu yapıyorlar. Özellikle güneydoğuda SODES dediğimiz Sosyal Destek Programı kapsamında biz de buna çeşitli illerimizde destek veriyoruz bu işin yaygınlaşması için. Ayrıca, sosyal yardımlaşma kanalıyla da aslında proje bazlı verdiğimiz destekler de bir anlamda bir tür mikro kredi sayılabilir. Bunları destekliyoruz ama sayılarını şu anda size verebilecek durumda değilim doğrusu.

İşsizlik sigortası -çeşitli arkadaşlarımız da dile getirdiler- çeşitli amaçlar için kullanılıyor. Özellikle işsizleri desteklemenin yanı sıra, yeni istihdam olanakları üretmek için de kullanıyoruz bu İşsizlik Sigortası Fonu’nu. Aslında bu da Kanun’un ruhuna son derece uygun ve son derece anlamlı bir kullanım. Yani “İnsanlar işsiz kalsın da onlara destek olalım” anlayışı yerine, insanlara öncelikle iş bulacak ortamı oluşturalım. Daha fazla insan iş güç sahibi olsun ki işsizlik ödeneğine muhtaç olmasın. Dolayısıyla GAP gibi, DAP (Doğu Anadolu Projesi) gibi, KOP (Konya Ovası Projesi) gibi temel altyapı konularında, özellikle de küresel krizin olduğu bir ortamda bu fonların bir kısmını, sadece nemasının bir kısmını -anaparasını değil- kullanıyoruz ve bu yolla da aslında çok sayıda insanımıza istihdam imkânı oluşturuyoruz, büyümemizi destekliyoruz. Bunda hiçbir şekilde yadırganacak bir durum görmüyorum ben.

Sayın Özdemir “Kayıt dışılığın azaltılması için bir çalışmanız var mı?” dedi. Bu kapsamda çok sayıda aslında faaliyetimiz var. Zaten bir Kayıt Dışı Ekonomiyle Mücadele Stratejisi Eylem Planı’mız var açıkladığımız. Bu kapsamda yürüttüğümüz çok sayıda çalışma var. Gelir İdaresi Başkanlığımız da bu çalışmaları koordine ediyor. Bizim temel politikalarımızdan bir tanesi bu zaten. Giderek bu kayıt dışının azalmasını arzu ediyoruz. Özellikle istihdam piyasalarında geçen yıla göre 1,5 puan bir azalış var kayıt dışılıkta. İnşallah bu trend artarak devam eder fakat tarım, turizm, inşaat gibi belli sektörlerimizde hâlen bunun bir sorun olarak devam ettiğini söyleyebiliriz. Onunla da mücadele ediyoruz, hep birlikte de mücadele etmeliyiz.

Diğer taraftan, bu kredi kartlarına kolaylık getirecek miyiz, konut, kredi kartı gibi hususlarda, bankacılıkla ilgili. Burada kanuni bir düzenlemeye ihtiyaç yok. Bankalar, özel bir ilişki bu, istedikleri kolaylığı müşterilerine tanıyabilirler. Geçen sene bir düzenleme yapmıştık yani bankaların ortak hareketini kolaylaştırmak babından bir düzenleme yapılmıştı. Ama şu anda bankaların bu konuda kendi politikalarını uygulamaları için herhangi bir kısıt söz konusu değil. Özel ilişkileri kamu olarak bizim çok fazla düzenlememiz de işin ruhuna da çok aykırı ve çok uygun olmaz diye düşünüyorum.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Babacan görüştü, söyleyiverse iyi olur, genel müdürlerle görüştü.

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Diğer taraftan, bu yardımcı doçentlerle ilgili soru defalardır geliyor. Ben arkadaşlarıma söyledim, detaylı inşallah bir not hazırlayıp versinler. Anladığım kadarıyla ilgili arkadaşlarımız da sizlere iletiyorlar böyle bir sorunu. İnşallah, bir not hazırlayıp versinler. Ben doğrusu nedir, tam anlayamadım konuyu ama Maliye Bakanlığımız bu personel konularında detaylı bilgi versin.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakan, Kastamonu’ya bir müjde verin.

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Yerli üretimin ithalata bağımlılığı konusu soruldu. Bu konuda tabii ki ülke olarak aslında enerjiye bağımlıyız. Enerjiyi düştüğünüz zaman dış ticaretimizde bizim çok büyük, daha doğrusu cari dengemizde çok kötü bir durumda değiliz enerji ithalatı, enerji hariç diye bakarsanız. Temel problemimiz aslında enerji ve bazı ara mallar. Bu ara mallarla enerji konusunda… Tabii ara mallarımız var, çalışmalarımız var ama asıl ara malları konusunda da en önemli politika yurt içinde ARGE harcamalarını geliştirmek, desteklemek. Uzun vadeli, aslında en temel politika bu. 2003 yılında binde 5’in altında olan ARGE harcamalarının millî gelire oranını 2009 itibarıyla binde 8,5’e çıkarmış durumdayız ama bunu da inşallah -yeterli bulmuyoruz- daha da artırmamız lazım. Aslında bu iş en temel...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Geri kalan sorulara yazılı cevap vereceğim.

BAŞKAN – Evet, sözü kesildiği için geri kalan sorulara yazılı cevap vereceğini söyledi Sayın Bakan.

19’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

20'nci maddeyi okutuyorum:

Görev zararları

MADDE 20 – (1) Kamu iktisadi teşebbüslerine 8/6/1984 tarihli ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 35 inci maddesi uyarınca verilen görevler neticesinde doğan ve teşebbüs kayıtlarına göre gerçekleşen görev zararları, ilgili teşebbüsçe yapılacak ödeme talebine istinaden, Hazine Müsteşarlığı bütçesinde yer alan ilgili ödeneklerden gider kaydedilerek ödenir.

(2) 12/12/2001 tarihli ve 2001/3372 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile önceki yıllar kararları kapsamında üretilen şekerin Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.'nin özelleştirme programına alındığı tarih itibarıyla sözleşmesi ve bağlantısı yapılmış olan dahilde işleme rejimi kapsamındaki satışlarıyla ihracatından doğan görev zararları Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. tarafından yapılacak ödeme talebine istinaden, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.'nin kayıtları esas alınarak, Hazine Müsteşarlığı bütçesinin 07.82.31.00-04.2.1.31-1-05.1 tertibinden gider kaydedilerek ödenir.

(3) 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi kamu iktisadi teşebbüsleri ile Hazinenin pay sahibi olduğu diğer işletme, şirket ve bankaların Hazineye tekabül eden temettü tutarları ile diğer öz kaynaklarının tamamı veya bir kısmı, ilgili teşebbüs, işletme, şirket ve bankanın ödenmemiş sermayesine ve/veya görev zararı alacaklarına mahsup edilebilir. Söz konusu mahsup işlemlerine Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan; mahsup işlemlerini Hazine Müsteşarlığının teklifi üzerine bütçenin gelir ve gider hesaplarıyla ilişkilendirilmeksizin mahiyetlerine göre ilgili Devlet hesaplarına kaydettirmeye Maliye Bakanı yetkilidir.

(4) Türkiye İhracat Kredi Bankası Anonim Şirketinin politik risk kapsamında yapacağı tahsilatın ve Bankanın faaliyet kârlarından Hazineye tekabül eden temettü tutarlarının ve olağanüstü yedek akçelerinin tamamı veya bir kısmı, Bankanın politik risk alacağına ve/veya ödenmemiş sermayesine mahsup edilebilir. Söz konusu mahsup işlemlerine Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan; mahsup işlemlerini Hazine Müsteşarlığının teklifi üzerine bütçenin gelir ve gider hesaplarıyla ilişkilendirilmeksizin mahiyetlerine göre ilgili Devlet hesaplarına kaydettirmeye Maliye Bakanı yetkilidir.

BAŞKAN – Madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sayın Nuri Yaman.

Buyurun Sayın Yaman. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA M. NURİ YAMAN (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın “Görev zararları” başlıklı 20’nci maddesi hakkında konuşma yapmak üzere söz almış bulunuyorum. Barış ve Demokrasi Partisi adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, maddede geçen “görev zararları” nedir, bunu açıklamakla sözlerime başlamak istiyorum. Basit bir tanımıyla KİT’ler tarafından üretilen mal ve hizmetlerin fiyatlarının Bakanlar Kurulu tarafından maliyetlerin altında belirlenmesi sonucu oluşan maliyet ile fiyat arasındaki fark ve kuruluşun söz konusu mal ve hizmetleri piyasa koşullarında satamamasından dolayı mahrum kaldığı kâr toplamından oluşan tutar ile KİT’lere özel görev verilmesi dolayısıyla bir zarar doğarsa bu zararın toplamı olarak tanımlamak ve anlamak gerekir.

233 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname’nin 35’inci maddesinde görev zararlarının iki şekilde ortaya çıkabileceği belirtiliyor. Birinci şekli: KİT’ler tarafından üretilen mal ve hizmetlerin fiyatlarının Bakanlar Kurulunca belirlenmesi ve belirlenen bu fiyatların maliyetin altında olması. İkincisini de KİT’lere Bakanlar Kurulu tarafından faaliyet konularıyla ilgili görev verilmesi ve bu görevden dolayı ortaya bir zarar çıkması veya kârdan mahrum kalınması olarak değerlendirmek lazım.

Görev zararı ödenmesi de iki şekilde yapılmaktadır: Bir, bütçe kanunlarında yer alan hükümler uyarınca -ki şimdi onu görüşüyoruz- KİT’lerin ödenmemiş sermayelerine veya temettü paylarına karşılık mahsup yapılarak ödeme yapılması, bir de nakden ödeme yapılması şeklindedir. Görev zararları: KİT’ler görev zararı uygulamasında tahakkuk bazında mali bir kayba uğramamakla beraber nakit bazında alacaklarını zamanında tahsil edememenin mali sıkıntılarını sürekli olarak çekip bu döneme kadar ve günümüze kadar gelmektedirler.

Yıllar itibarıyla KİT’lerin toplam görev zararları da şöyle olmuştur: 2007’de bu KİT’lerin görev zararları 699 milyon TL, 2008’de 1 milyar 245 milyon TL, 2009’da 1 milyar 914 milyon TL, 2010 yılının ilk altı ayı itibarıyla da 464 milyon 98 bin TL olmuştur.

Değerli milletvekilleri, dört yıldan bu yana KİT Komisyonunda görev yaptığım konularla ilgili sizleri bilgilendirmek istiyorum. Bu Komisyona gelen 100’ün üzerindeki KİT’lerle ilgili olarak hemen hemen zarar etmeyen KİT kuruluşu yok gibidir.

Türkiye Elektrik Kurumu Şirketi 2009 yılında 54,5 milyon TL ödemeyle zararını kapatmıştır.

Yine, Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt A.Ş. 2008 yılında 588 milyon TL faaliyet zararıyla dönemini kapatmıştır.

Türkiye Taşkömürünün durumu maalesef içler acısıdır. 2008 yılında 382 milyon TL dönem zararı, 2009 yılında da yine yüzde 1 artışla 386 milyon TL olarak gerçekleşmiştir.

Devlet Demiryolları İşletmesi…

Et ve Balık Kurumu Genel Müdürlüğü, kamuoyunun da yakından bildiği gibi, yine dönem zararıyla kapatan önemli KİT kuruluşudur.

Daha da sıralarsak, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü 2009 yılı faaliyet ve dönem zararları 66 milyon ve 88,5 milyon olmak şartıyla bu dönem zararlarıyla kapanmıştır.

Yine, sırasıyla Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğü, yine Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Türkiye Elektromekanik Sanayi Anonim Şirketi, Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi, Sümer Holding, Türkiye Denizcilik İşletmeleri, Türkiye Elektrik Dağıtım, Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri, Ankara Doğalgaz Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş, yine buna benzer diğer KİT’ler, maalesef, ülkemizde zararla, dönem zararlarıyla kendi dönemlerini kapatan KİT’lerdir.

KİT’lerle ilgili olarak Hazine Müsteşarlığı, KİT’ler ve özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşların ocak-haziran dönemine ilişkin görev zararları, stok borçları ve istihdam verilerini açıkladı.

2010 yılı ilk altı ayı görev zararlarına ilişkin bu açıklamada, KİT’lerin ocak-haziran döneminde Hazine kontrolleri ve ilgili bakanlık müfettişlerince kesinleştirilen görev zararları, cari fiyatlarla 441 milyon 678 bin TL olurken, toplam görev zararları da 464 milyon 98 bin TL olarak gerçekleşen, zarar eden KİT kuruluşlarıdır.

Bunlar, tabii, dönemsel olarak aynı şekilde yine ocak-haziran döneminde, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları, Devlet Hava Meydanları İşletmeleri, Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi görev zararları olan önemli KİT kuruluşlarıdır. Hele Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumunun her yıl zarar listesi gittikçe artmakta ve bu devirlerle bakiye 240 milyon TL ve devir bakiyesi de 138 milyon 384 bin TL’nin üzerinde gerçekleşmiş olan kurumlarımızdandır.

Bu konuyu neden -birtakım rakamları da- sizin hafızalarınızda kalması için gündeme getirdim? Evet, benimle beraber çalışan ve sanıyorum, bu Meclisin çatısı altında şu an bizimle beraber bu konuları, bu verdiğim rakamları izleyen arkadaşlarım da çok iyi bilecekler ki, bunlar KİT Komisyonuna geldiği zaman, orada muhalefet partileri olarak ve bir de bu denetim sonuçlarını… Yıllarca kamu yönetiminde bulunan bir kişi olarak nasıl içler acısı bir sonuçla bu raporların örtbas edildiğini, bunların, AKP Hükûmetinin her komisyonda olduğu gibi, KİT Komisyonundaki çoğunluğuyla nasıl gündemin dışına taşındığını beraber çok arkadaşla birlikte yaşadık.

Bakın, aslında bu zararlar tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan zararlardır ama bu tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruduğunu, bunun için mücadele ettiğini söyleyen AKP Hükûmetinin değerli KİT Komisyonu üyeleri, konu, o KİT’lerde bu zararın sonucunu doğuran, bu zarara neden olan kendi atadıkları genel müdürlerin ve diğer sorumluların soruşturulmaları ve hesap vermeleri safhasına geldiği zaman, maalesef, orada tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumayla ilgili gerekli hassasiyeti ne yazık ki gösteremiyorlar.

Bakın, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu bu KİT’lerle ilgili dönemsel, her yıl denetimlerini yapıyor ve bunlarla ilgili görev zararlarını raporlara bağlayarak, ilgili bakanlıklara gönderiyor ve ilgili bakanlıklara gönderilen bu raporların, bu raporlar sonucunda devleti zarara uğratan kamu görevlilerinin soruşturmalarının da bu bakanlık teftiş kurulu tarafından yapılmasını öneriyor.

Gelin görün ki, yıllar önce başlatılan ve KİT Komisyonu üyelerine de o soruşturma sonuçlarıyla ilgili raporları okuduğumuz zaman gerçekten kamunun diğer alanlarında bu işleri takip eden, örneğin İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulundaki müfettişlerin çalışmalarıyla buradaki yapılan denetimler ve soruşturmalar sonucunda düzenlenen bu raporların ne kadar korumacı, ne kadar aklamaya yönelik olduğunu görmenin, orada izah edilmesinin acısını çekiyorum.

Şimdi, 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nda son yapılan değişiklikte, biliyorsunuz 1982 yılındaki değişiklikte bu kamu görevlilerinin kişisel sorumluluk ve zararların tazmini vardı. Ama ne yazık ki, bu bakanlıklarla ilgili teftiş kurulları genelde ne cezai sorumluluk ne mali sorumluluk işlemlerini yapmıyorlar. Genelde yaptıkları, sadece bir disiplin soruşturmasıyla, bir uyarı veya kınama cezasının verilmesiyle, Sayın Bakanın onayını alarak maalesef bu dosyaları kapatıyorlar.

Tabii, bu konularla ilgili söylenecek çok söz var. Bu sözlerimizi biz KİT Komisyonunda söyledik, ancak burada vakit yetersizliği nedeniyle dile getiremedim.

Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yaman.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Konuşmacı konuşmasında KİT Komisyonunu ve KİT Komisyonu üyelerini suçlayıcı mahiyette cümleler kullanmıştır.

M. NURİ YAMAN (Muş) – Ben de o Komisyonun üyesiyim Sayın Başkan.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Konuya açıklık getirmek için KİT Komisyonu Başkanı olarak cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN – Ben şimdi tutanakları getirteceğim Sayın Kacır. Ben çok iyi takip edemedim Sayın Hatibi. Tutanakları getirteceğim, bakacağım ve size cevap vereceğim.

M. NURİ YAMAN (Muş) – Ben Komisyonu değil, teftiş sonucundaki  raporları eleştirdim.

BAŞKAN – Sayın Yaman, ben tam anlamıyla takip edemedim. Onun için tutanakları getirteceğim.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Tekirdağ Milletvekili Sayın Kemalettin Nalcı.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görev zararlarını düzenleyen 20’nci maddesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Günümüzde KİT’lerin en önemli temel sorunlarının birisi ve sürekli gündeme gelen ve bütçe üzerinde büyük bir yük oluşturan görev zararlarıdır. Bütçe gelirlerinin yeterli olmadığı ülkemizde kuşkusuz bu görev zararları borçlanma yoluyla finanse edilmektedir. Böylece kamu borcu ve kamu borçlanma gereği artmaktadır. Yıllar itibarıyla artış gösteren KİT görev zararları 2004 yılında 692 milyon iken Sayın Devlet Bakanı Ali Babacan 2010 yılında KİT’lere görev zararları kapsamında toplam 1 milyar 827 milyon lira ödeme yapılacağını belirtmiştir. 2010 yılı görev zararları kapsamında Toprak Mahsulleri Ofisine hububat alımları için 780 milyon lira, Türkiye Kömür İşletmeleri ve Türkiye Taşkömürü Kurumuna yoksul ailelere kömür yardımı kapsamında 683 milyon lira, Devlet Demiryollarının ekonomik olmayan hatlarının işletilmesi kapsamında 326 milyon lira ve diğer kuruluşlara 38 milyon lira olmak üzere toplam 1 milyar 827 milyon ödeme yapılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, 2008, 2009 ve 2010 yılları ocak-ekim döneminde cari transferlere bakıldığında, 2010 yılında 2009’a göre yüzde 9,9 oranında artış makul görülebilir. Ancak 2010 yılı cari harcamalarını 2008’e göre değerlendirdiğimizde yüzde 47,6’lık bir artışla karşı karşıya kalmaktayız. Bu cari transferlerde görev zararları üzerinde durmamız gerekir. Görev zararlarında 2010 yılı ilk on ayında 2009’a göre 0,70’lik bir artış gözükmektedir. Ancak 2008’e göre kıyasladığımızda artış yüzde 77’ye çıkıyor. 2008 yılına göre önemli bir artış olduğu görülmektedir. İlk on ay için yine Sosyal Güvenlik Kurumuna “görev zararı” adı altında yaptığımız transferlerin, 2009 yılına göre yüzde 4,7 arttığını görüyoruz. Ancak 2008’in ilk on ayına göre kıyasladığımızda, buradaki artış da yüzde 71,5 gözükmektedir.

Değerli milletvekilleri, kamu iktisadi teşebbüslerinde çok sayıda personel çalıştırılması ve istihdam edilen personelin aylık ortalama ücretlerinin diğer kamu kuruluşlarında istihdam edilen personelin aldıkları ücretlerden yüksek olması görev zararlarını daha da artırmaktadır. Diğer taraftan, bu işletmelerin etkin ve verimli yönetilmemesi, yönetim kurullarının siyasi müdahalelerin etkisi altında kalmaları ve bu kurulların bağımsız çalışmaması kamu iktisadi teşebbüslerinin ülke ekonomisine yapacağı katkıların istenilen düzeyde olmasını etkilemektedir. Bu itibarla, personel sayısının azaltılması ve buna paralel olarak niteliğin artırılması ve kamu iktisadi teşebbüslerinin yeniden yapılandırılması zorunludur.

Değerli milletvekilleri, kamu iktisadi teşebbüslerinden büyük ölçüde yararlanılması ve bu işletmelerin temel etkenler üzerinde etkili olması için, etkin ve bağımsız karar alabilen etkin bir yönetimin yanında, bağımsız bir denetimin de olması şarttır. Kamu iktisadi teşebbüslerinin faaliyetleri, Yüksek Denetleme Kurulu, Başbakanlık Teftiş Kurulu, Devlet Denetleme Kurulu, ilgili bakanlık gibi çok sayıda kurum tarafından teftiş ve denetime tabi tutulmaktadır. Ancak, bunun yerine bağımsız bir dış denetimin varlığı gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, sanayici, çiftçi, esnaf, işçi, memur, kısaca herkes borç altında eziliyor ve herkes kazandığının büyük bir çoğunluğunu faiz olarak ödüyor ve yeni yatırımlar yapamıyor, tasarruf da yapamıyor. Hane halkı borçlarının hane halkı geliri içindeki payı 2007’de yüzde 31 iken 2008’de bu oran yüzde 34’e, 2009’da ise bu oran yüzde 37,7’ye yükselmiştir. Yurt içi tasarruf oranları ise 1998’de yüzde 24 iken 2008’de yüzde 17’ye geriledi ve 2009’da da yüzde 15 mertebelerindedir. Dolayısıyla, üretimimiz ve satışlarımız düşmüştür. Çünkü Avrupa'nın en pahalı benzin ve motorinini tüketiyoruz. Motorin bizde 1,5 avronun üzerindeyken hiçbir Avrupa ülkesinde 1,2 avronun üzerinde değildir. Yine LPG’nin litresi bizde 1,5 avro iken hiçbir Avrupa ülkesinde 0,60 avroyu geçmemektedir. Benzin de aynıdır değerli milletvekilleri, ülkemizde benzini 2 avronun üzerinde almaktayız ama bugün Avrupa ülkelerinin tümünde 1,3 avro seviyelerindedir. Artık, çiftçi ve üretici kazancının tamamını akaryakıta yani enerjiye yatırmaya başlamıştır. Üretici kesim üretimden vazgeçmeye başlamıştır. Dolayısıyla, Türkiye tarım ürünlerini ihraç eden değil ithal eden bir ülke hâline gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, satın alma gücü paritesiyle hesaplanan millî gelir bakımdan 1999 yılında 16’ncıydı, onun için G20’ye girdi. 2009 yılında ise 16’ncı. Bu da on yılda bütün ekonomilerin büyüdüğü, özellikle bize benzeyen ekonomilerin ama sonuçta yarışta neredeyiz diye baktığımızda 1999’dan daha öteye gitmediğimizi görmekteyiz.

Diğer bir konu ise sıcak para meselesi. Şu anda sıcak para çok ciddi bir sorundur ve bu sermaye hareketlerinin sadece bizim alacağımız önlemlerle kontrol edilmesi yeterli değildir. Merkez Bankası, Maliye Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı ve BDDK bir araya gelmeli ve bu küresel sermayenin getirdiği aşırı hareketlenmeleri önlemek, kontrol etmek, sürece tesir etmek amacıyla birtakım ciddi önlemler alınmalıdır.

Değerli milletvekilleri, burada önemli olan konu şudur: Bakın, çıkarmış olduğumuz tasarıda, yani kanunun 20’nci maddesinde şöyle bir cümle geçmekte, aynen okuyorum: Türkiye Şeker Fabrikalarının özelleştirilmesinden doğacak zararları Hazine Müsteşarlığı karşılayacak.

Sayın milletvekilleri, bu ülkede en büyük zararı yapan halktır. Görev zararına, asıl burada kaybeden halktır. Bu görev zararı nedir biliyor musunuz? Size vermiş oldukları yetkiden dolayı bu halk zarar ediyor, çiftçi zarar ediyor, sanayici zarar ediyor. Sekiz senedir bana bir tane şey gösterebilir misiniz? Enerji girdileri ortada. Burada çok güzel çıkarıyoruz. Yani, bunun neresi… Siz üreticiyi, siz pancar üreticisini mağdur duruma sokacaksınız, özelleştirme yapacaksınız ve buradan doğan zararı da yine halkın sırtına… Bu görev zararı değil de nedir? Bu görev zararıdır. Sekiz senedir bu ülkede ne yazık ki AKP İktidarı görev zararıyla geldi, görev zararıyla gidecektir inşallah.

Sayın milletvekilleri, bir dönem önce de buradaki şeylere baktığımız zaman, şunları çok iyi irdelememiz lazım: Burada sadece görev zararı dediğimiz zaman KİT’lere bakmamak lazım, çiftçinin, emeklinin, memurun alım gücü nerede? Alım güçlerine baktığımız zaman bugün emekliler sizden ve bizden hesap sormak için vakit…

CEMAL KAYA (Ağrı) – Tamam, tamam, hallederiz.

KEMALETTİN NALCI (Devamla) - Sayın Vekilim, sizin tuzunuz kuru! Sizin tuzunuz kuru olduğu için bu görev zararlarını pek anlamanızı beklemek de yanlış olur. Onun içindir ki, ben, görüşülmekte olan bu tasarının ki ille de özelleştirmeden doğan zararların halkın sırtına yüklenmesine karşı olduğumuzu bildirir, hepinizi saygıyla selamlarım. Sağ olun. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Nalcı.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Tekirdağ Milletvekili Sayın Enis Tütüncü. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz.

CHP GRUBU ADINA ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

20’nci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu madde genelde KİT’lerin görev zararlarının karşılanmasıyla ilgili. Şimdi şöyle bir soru sormak istiyorum makro bir değerlendirme çerçevesinde: KİT sistemi şu anda kârda mıdır, zararda mıdır? Bu sorunun yanıtıyla başlamak lazım.

Değerli milletvekilleri, KİT sistemi 2001 yılından bu yana kâr etmektedir. Toplam KİT sisteminin kârlılığını son iki yıl itibarıyla sizinle paylaşayım: 2009 yılında 6 milyar 300 milyon liralık bir kâr edilmiş, 2010 yılında ise 5 milyar 200 milyon liralık kâr edilmesi bekleniyor. Özelleştirme kapsamındaki KİT’lerin durumuna baktığımız anda, kârlılık miktarı daha da artıyor. 2009 yılında, özelleştirme kapsamındaki KİT’lerin kâr miktarı 7 milyar 800 milyon lira olarak gerçekleşmiştir, 2010 yılında ise 9 milyarın üstünde bir kâr yapması beklenmektedir.

Bütçeden KİT’lere yapılan transferlere gelince: 2006 yılından itibaren bu transferlerde bir azalma gözleniyor. 2010 yılı sonu itibarıyla, tahminî söyleyeyim size, üç kalemde toplam 6 milyar 800 milyon liralık bir transfer beklenmekte. Bunun iki temel nedeni var, dikkatinizi çekiyorum: Birincisi, Devlet Demiryollarının yatırımları ve bu kurumun sosyal güvenlik kurumlarına borçları; ikincisi ise, Türkiye Taşkömürü ile Türkiye Kömür İşletmelerinden bedelsiz alınan kömürler, yani bedava kömür dağıtımının faturası ve Türkiye Kömür İşletmelerinin, TTK’nın sosyal güvenlik kurumlarına olan borçları. Yani, bu iki neden olmasa, KİT sistemi hazineye hiç yük olmayacak, dikkatinizi çekiyorum, hiç yük olmayacak, daha fazla kâr edecek, daha fazla yatırım yapacak -nitekim, 2010 yılında 7 milyar 200 milyon liralık yatırım programlanmıştır- ve daha fazla istihdam yaratacak.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada, tarımsal KİT’lerden ikisi hakkında kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum: Toprak Mahsulleri Ofisi, sözün ona, çiftçinin kara gün dostu. Toprak Mahsulleri Ofisinin hububat piyasasındaki düzenleyici rolü artıyor mu, azalıyor mu? Artıyor. Bunu biz söylemiyoruz, bütçenin analizinde Hükûmet söylüyor, “Artıyor” diyor, itiraf ediyor. Peki, bu gerçek ortadayken kurumun elini kolunu neden bağlıyorsunuz? Alım merkezlerinin çoğunu kapattınız, finansman olanaklarını daralttınız Toprak Mahsulleri Ofisinin. Burada, çiftçimiz adına sesleniyorum: Toprak Mahsulleri Ofisini yeni bir anlayışla ayağa kaldırınız, bir an önce gereğini yapınız.

Et ve Balık Kurumuna gelince: Bunun durumu ise daha da vahim. Türkiye, bugün, yurt dışından canlı hayvan ithal etmek zorunda. Bu duruma düşürülmesinde Türkiye'nin, Et ve Balık Kurumunun gözden çıkarılmış olmasının çok büyük bir payı vardır, bunun altını çiziyorum. Hükûmet, 2010 yılı sonuna kadar sıfır gümrük vergisiyle ya da gümrük vergisiz 60 bin ton canlı sığır ithal anlaşmaları imzaladı. Bu arada Et ve Balık Kurumu 16 bin ton canlı sığır ithalatı yaptı, 2010 yılı sonuna kadar ise 6.100 ton canlı sığır ithalatı yapmayı programladı. Yani biz yıllardır besicileri ihmal ettik, destek vermedik, yeterli desteği vermedik, şimdi yabancı ülkelerin besicilerini abat ediyoruz, dolarla abat ediyoruz, helal olsun AKP’nin politikasına.

Sonuç? Ne oldu sonuç? Et fiyatları ucuzladı mı? Hayır. Neden ucuzlamadı? Et ve Balık Kurumunu öylesine çökerttiniz ki, satış ve pazarlama ağı öylesine paramparça oldu ki, öylesine aciz bir durumdaki Et ve Balık Kurumu nasıl etkili olabilir?

Bu yaşananlar, bize göre, AKP’ye bir ders olmalıdır, bir ders olmalıdır. Neden ders olmalıdır? Kamu girişimciliğine sürekli olarak ideolojik açıdan ret anlayışıyla bakıyorsunuz. Bu doğru değildir. Bu doğru değildir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkenin yararı varsa aynı zaman kesiminde hem özelleştirilme yapılabilmelidir hem de rekabetçi, özerk, yeni bir kamu girişimciliği anlayışına yer verilmelidir yani ideolojik reddi anlayışını terk etmelisiniz. Biz konuya ideolojik bakmıyoruz. Dikkatinizi çekiyorum: 1930’lu yıllar devletçiliğini savunmak bugün kesinlikle mümkün değildir. Bu konu şu açıdan önemlidir: Türkiye dünya ekonomisinde kazanan ülkeler safına geçecek mi, geçmeyecek mi? Kim istemez ki, tabii geçsin. Peki, bunun yolu nereden geçiyor? Değerli milletvekilleri, bunun yolu, sanayi üretim yapısını, ileri teknolojili, yüksek katma değerli, rekabetçi bir yapıya dönüştürmekten geçiyor ve böyle bir yapıyı ekonominin sürükleyici gücü hâline getirmekten geçiyor.

Değerli milletvekilleri, imalat sanayisi üretiminde ileri, yüksek teknoloji endüstrilerinin payı yüzde 5’in altına inmiş durumdadır. AKP iktidara gelmeden  önce  yüzde  5’in  üzerindeydi. Türkiye  ekonomisi, Allah  aşkına, -dikkatlerinize sunuyorum- böylesine geri bir teknoloji düzeyiyle dünyada nasıl rekabet edebilir, nasıl ayakta kalabilir? Bu çarpıklığı mutlaka dengelememiz lazım. Bu yolda özel sektör, örneğin bilgi çağı teknolojilerinde, elektronik, elektromekanik, bilişim, iletişim, nükleer teknoloji, uzay teknolojisi, nanoteknoloji gibi sektörlerde yatırım yapamıyor ise çeşitli nedenlerden dolayı, yeni kamu girişimciliği modeli devreye girmesin mi ya da kamu artı özel ortaklıklar kurulmasın mı? Hatta yabancı sermaye ortaklıklarına kamu gitmesin mi? “Hayır, gitmesin.” diyorsanız, ne olacak? Değerli milletvekilleri, hepimiz biliyoruz ki Türkiye, Sanayi Devrimi’nin endüstrilerini ve teknolojilerini tam gerçekleştiremedi, büyük bölümünü ıskaladı, şimdi ise yeni teknolojik devrimin yani bilgi çağı devriminin teknolojilerinin endüstrilerini ıskalayacak.

Değerli milletvekilleri, biz, yeni kamu girişimciliği modelini Doğu ve Güneydoğu Anadolu için çok önemsiyoruz. Eğer tüm yeni teşviklere rağmen özel sektör oraya gitmiyor ise özel sektör ile kamuyu bir araya getirmek mecburiyetindeyiz. Yeni girişimcilik anlayışı, piyasa koşullarında rekabet edecek, siyasetin kesinlikle eli uzanmayacak, tam anlamıyla özerk, hatta ve hatta yabancı sermayeyi de davet ederek Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde bir an önce fabrikaların açılması gerekiyor. Yani AKP olarak orada hapishane açma düşüncesini bir an önce terk etmelisiniz değerli milletvekilleri.

Son olarak, kamu girişimciliği bağlamında Halk Bankası ile Ziraat Bankasının durumuna değinmek istiyorum. Halk Bankası, biliyorsunuz özelleştirme programına alındı 2007 Şubatında, yüzde 25’i kamuya arz edildi. Ama Halk Bankasında kamunun ağırlığını korumak mecburiyetindesiniz, bu bankayı özerk KOBİ ve esnaf bankası konumuna getirmek mecburiyetindesiniz. Ziraat Bankasını da tarım ve hayvancılığı, kooperatifçiliği finanse edecek özel bir ihtisas bankası konumunda yeniden organize etmelisiniz.

Sayın Başkan, teşekkür ederim. Bu bütçenin hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tütüncü.

Şahıslar adına ilk söz Artvin Milletvekili Sayın Ertekin Çolak’a aittir.

Buyurun Sayın Çolak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

KİT’lerin ürettiği mal ve hizmetler maliyetinin altında satıldığı zaman maliyet ile fiyat arasındaki farkın Hazine tarafından ödenmesine “görev zararları” denilmektedir. Arkadaşlar, bu görev zararlarından kurtulmanın tek yolu, en doğru yolu özelleştirmedir. Dünya bu meseleyi bu şekilde çözmüştür. Burada görev zararlarını eleştirenler aynı zamanda özelleştirmeyi de eleştirmektedirler.

Değerli arkadaşlar, yeni bütçeler aynı zamanda “yeni yıl” demektir. Yeni yıl, yeni bütçe, yeni ümitler, yeni projeler, iş, aş ve birçok hayalin gerçek olması manasına gelmektedir. AK PARTİ’mizin yapmış olduğu bütçeler geçmişten günümüze hayali kurulup da yapılamayan büyük projelerin hayata geçmesi manasına gelmektedir.

2011 bütçesinde Abdülhamit’in İstanbul Boğazı’nı geçme hayalleri, Gazi Mustafa Kemal’in muasır medeniyeti yakalama hedefi vardır. Artık kara tren dönemi bitmiştir, muasır medeniyet hızlı tren yapmaktadır, bu bütçede biz de bunları yapmaktayız.

Bu bütçede, rahmetli Menderes’in, İnönü’nün, Özal’ın, hatta rahmetli Türkeş’in hayalini kurduğu Büyük Türkiye projeleri hayata geçmektedir.

Bu bütçenin içerisinde, Artvin ilinin de elli yıldır hayalini kurduğu Artvin Cankurtaran Tüneli de hayata geçmiştir. Benim ilimde de tüneller, yollar, köprüler, viyadükler, fakülteler, yüksekokullar, hastaneler, hatta birçok barajlar 2011 bütçesinde hayata geçmektedir.

Cankurtaran Tüneli’ni bu millet tam elli yıl bekledi. Bir ay önce temelini attık, inşaatı başladı. Gidiş-geliş 11 kilometre uzunluğunda olan bu Tünel aynı zamanda Türkiye'nin en uzun tüneli olacaktır.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Bitti mi, bitti mi?

ERTEKİN ÇOLAK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu kürsüde zaman zaman bir bölgemizin adından bahsedilirken “Kürt coğrafyası” olarak söz edilmektedir. Bunun üzerine basarak sık sık söylenmesi hiçbir şekilde doğru olmayan bir yaklaşımdır. Üstelik bu konuşmayı yapanların barış dilinden, barıştan bahsederken bu coğrafya üzerinde etnik bir siyaset yapmaları doğru olmadığı gibi söyledikleriyle de çelişmektedir.

SIRRI SAKIK (Muş) – Emredersin, emredersin!

ERTEKİN ÇOLAK (Devamla) - Eğer bir coğrafyadan bahsedeceksek bu coğrafyanın birleştirici adı “Anadolu Türk coğrafyası”dır, ille de belli bir bölgeden bahsedeceksek o coğrafyanın adı da “Güneydoğu Anadolu coğrafyası”dır.

Açık ve net bir şekilde söyleyelim ki biz bin yıldır bu topraklarda hep birlikte yaşıyoruz. Türklerle Kürtler birbirlerinden kız aldı, kız verdi ve buna da devam ediyor. Türklerle Kürtler etle tırnak gibi olmuştur. Etle tırnak arasına girmek isteyenlere bu millet kesinlikle fırsat vermeyecektir.

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Bu hikâyeler bayatladı.

ERTEKİN ÇOLAK (Devamla) – Yapılacak her türlü etnik siyaset bin yıllık kardeşliğimize zarar vermektedir. Güneydoğu Anadolu’yu Kürt coğrafyası olarak nitelendirenler İstanbul’da, Ankara’da Bursa’da, Adana’da, İzmir’de yaşayan binlerce Kürt vatandaşımızın olduğu bölgeleri nasıl izah edeceklerdir?

SIRRI SAKIK (Muş) – Mustafa Kemal’i…

M. NURİ YAMAN (Muş) – Tarihi oku, tarihi.

ERTEKİN ÇOLAK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, güneydoğuda fabrikalar yapılmadığı için ya da işsizlik olduğu için dağa çıkıldığını ima ederek terörü masum göstermeye çalışanlar vardır. Şunu söyleyelim ki: Ülkemizin toprak açısından ve fabrika açısından en fakir bölgesi benim ilimdir.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çolak.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Tütüncü…

ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Konuşmamda kamu girişimciliğindeki esaslar çerçevesinde bir değerlendirme yaptım ve KİT sistemi toplamında 2010 yılında 7 milyar 200 milyonluk yatırım, 5 milyar 200 milyonluk kâr olduğunu, toplam 12,5 milyarlık bir artı, pozitif durum olduğunu söyledim. 6,8 milyar TL transfer toplamı olduğuna göre KİT’lerin makro açıdan, kamu girişimciliğinin makro açıdan ekonomideki konumunu yeniden değerlendirebilir misiniz Sayın Bakan.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Köse…

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Sayın Başbakan 2008 yılında “GAP’ı beş yıl içerisinde bitireceğiz.” dedi. Bu söz hâlâ geçerli midir? Şu anki rakamlara bakıldığında GAP’ın verdiğiniz sürede bitirilmesi için -beş yılda- üç yıla ihtiyaç vardır. Ayırdığınız  ödenek ve kaynaklarla bunun gerçekleşeceğine inanıyor musunuz?

İkinci sorum: Yasa gereği Adıyaman Belediyesi ve İl Özel İdaresine genel bütçe veya gelirlerinden verilen pay ne kadardır?

Üçüncü sorum: Tarımsal sulama amaçlı elektrik kullanımında KDV oranı oldukça yüksektir. Bunun düşürülmesi veya üreticilerimizin desteklenmesi amacıyla sübvansiyon yapılması planlanmakta mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Enöz

MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Kararnamesi’nin 35’inci maddesi uyarınca verilen görev neticesi doğan ve hazinece ödenecek görev zararları nelerdir ve ne kadardır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Sakık

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Biraz önce burada AKP Grubu adına konuşan ilimin vekili güllük gülistanlık bir Türkiye sundu ama biz Türkiye’nin en yoksul ilinin vekilleriyiz; ben de, o da. İlimiz, emin olun, açlık insanların ruhunu çürütmüş. Şimdi, bu kadar güllük gülistanlık bir ülke varken peki kendi ilimize niye Allah aşkına bir yatırımda bulunmuyoruz, bir katkıda bulunmuyoruz? Bu cumhuriyet kurulduğu günden bugüne kadar bu ülke ne zenginleşti ne özgürleşti. Bizi ne zaman bu iktidarlar özgürleştirecek ve zenginleştirecek?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakan, Tütün ve Alkol Kurulu Türkiye’de kaçak sigaraya mı özendiriyor, amacı bu mudur? Köylüye tütünü ektiriyorsunuz, “Tütün ekimi serbest.” diyorsunuz ama köylüye tütün satışını yasaklıyorsunuz, ceza koyuyorsunuz. Acaba bu Hükûmetin programında kaçak sigarayı özendirmek gibi bir program var mıdır? Köylünün istediği sarmalık tütünün satışı artık serbest olacak mı? Ekim serbestse satış da serbest olmalıdır, rekabet koşulları budur. Lütfen artık köylüyü bu işten kurtarın, köylüye yasak koymayın Sayın Bakan.

BAŞKAN – Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, görüştüğümüz 20’nci madde görev zararlarıyla ilgilidir. 2’nci fıkrası da şeker fabrikalarındaki zararları düzenlemektedir. Dolayısıyla şeker fabrikalarının özelleştirme kapsamına alınış tarihinden sonraki satış ve ihracatından doğan görev zararları hazinece ödenecektir. Bu görev zararları ne kadardır ve sizce adil bir uygulama mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Ceylan…

MEHMET CEYLAN (Karabük) – Sayın Bakanım, Hükûmetiniz döneminde eğitime özel bir önem verdiğinizi biliyoruz. Bu nedenledir ki millî eğitim harcamaları bütçede en yüksek pay almaya başladı ve 2011 bütçesinde de millî eğitim bütçesi yüzde 21 oranında artarak 34 milyar liraya çıkmaktadır.

Sayın Bakanım, yine biliyoruz ki bu dönemde, AK PARTİ hükûmetleri döneminde, sekiz yılda, ilk ve ortaöğretimde 160 bin derslik açıldı, 750 bin bilgisayar okullara gönderildi, kitaplar ücretsiz dağıtıldı ve on binlerce öğretmen ataması yapıldı. Yükseköğretimde ise 80 yeni üniversite açıldı, binlerce üniversite mezunu genç master ve doktora için yurt dışına gönderiliyor.

Sorum şudur: Millî eğitim harcamalarının son sekiz yılda gayrisafi yurt içi hasılaya oranı hangi seviyeden hangi seviyeye geldi? Yine bu sürede kaç bin öğretmen ataması yapıldı?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın İnan…

Sayın İnan yok mu?

Sayın Bakan, buyurun.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Tabii ki şu anda KİT sisteminin yaklaşık yüzde 80’i enerji KİT’lerinden oluşmaktadır. KİT’ler rasyonel bir şekilde eğer yönetilirse, ticari esaslar üzerine yönetilirse, tabii ki önemli bir fonksiyona sahiplerdir, bu fonksiyonu da yerine getirmişlerdir ama özellikle ekonomide rekabetin artırılması ve bunun sayesinde verimliliğin artırılması, yenilikçiliğin artırılması anlamında bence her zaman tercih, eğer mümkünse özel sektör dinamizmi yönünde kullanılmalıdır.

Şimdi şöyle: Maalesef, her ne kadar o rakamlar size bir artı değer gibi gösteriliyorsa da, bugün çok iyi biliyoruz ki BOTAŞ’ın şu anda devlete muazzam bir şekilde bir borcu var, vergi borcu var. Neden? Çünkü BOTAŞ gazı EÜAŞ’a satıyor –bu KİT’lerin yüzde 80’inden bahsediyorum- EÜAŞ TEDAŞ’a, TEDAŞ vatandaşa... TEDAŞ vatandaştan toplayamadığı için, geri ödemelerde aksama olduğu için, bu defa BOTAŞ da bize olan, Maliyeye olan, örneğin, vergi borcunu ödeyemiyor. Dolayısıyla, evet, yani KİT’lerde biz çok ciddi iyileştirmeler sağladık.

Bakın, bugün, hatırlarsanız, 2001 kriziyle birlikte, özellikle kamu bankalarına yaklaşık 21 milyar dolar civarında bir kaynak aktarıldı eskiden kalan görev zararları ve yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle ama onlar daha ticari bir yapıda işlemeye başlayınca çok farklı bir noktaya geldiler. Fakat kamu adına bu risklerin alınması, vergiyi ödeyenler adına bu risklerin alınması her zaman için tabii ki bir sıkıntı ortaya çıkartabilir. Dolayısıyla ilke olarak özel sektör dinamizminden yararlanabileceğimiz noktalarda tabii ki özel sektör rekabet, inovasyon yani yenilikçilik, verimlilik bence ön planda olmalıdır ama özel sektörün yapamadığı, yapmak istemediği konularda bizim mutlaka devlet olarak var olmamız lazım.

Az önce aslında, değerli bir milletvekilimiz konuşmasında şunu söylemişlerdi: “Et ve Balık Kurumu hâlâ özelleştirme kapsamında...” şeklinde bir ifadeleri oldu. Biz, aslında, Et ve Balık Kurumunu 2005 yılında program kapsamından çıkarttık ve ciddi bir şekilde, özellikle doğuda, güneydoğuda tekrar bunun canlandırılması yönünde de adım atıyoruz. Dolayısıyla o konuda da hassasız.

ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Sayın Bakan...

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Müsaade edin, bir sürü soru var.

ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Sayın Bakan, yıllardır bizim söylediğimizi söylediğiniz için teşekkür ediyoruz. Sağ olun. Bunu duymak istiyorduk Sayın Bakan. İşte bu.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) –  Estağfurullah. Biz doğruları söylüyoruz. Sizler de paylaşıyorsanız, teşekkür ediyorum.

“Tarımsal sulamada KDV oranı yüksek.” O konu incelenebilir ama şunu söyleyeyim: Tarımsal sulamada zaten, cazibeli sulamada büyük bir sübvansiyon var. Devlet bir sürü yatırım yapıyor, sonra bunları sulama birliklerine devrediyor. Orada bile birtakım sıkıntılar var. Bence bu sistemin bile bir reformdan geçirilmesi gerekiyor.

Şimdi “Görev zararları ne kadardı?” diye soruldu bana. 2010 yılı, yaklaşık olarak söylüyorum 3,4 milyar lira, 2011 yılında ödenek olarak da yaklaşık 5 milyar 45 milyon lira ayrılmış durumda.

Sayın Sakık, Türkiye gerçekten hem zenginleşiyor hem özgürleşiyor. Bakın, bundan sekiz yıl önce Güneydoğu Anadolu’da bir olağanüstü hâl vardı, kalktı. Bir devlet güvenlik mahkemeleri vardı, kalktı. Hapishanelerde vatandaşlarımız ana dilleriyle görüşemiyorlardı, görüşmeye başladılar. TRT Şeş yoktu, TRT Şeş var.

Bakın, eğer hak ve özgürlükler ön planda olsaydı bugün Türkiye’de terörün hiç olmaması lazımdı. Tabii ki ikisini ayırmak lazım. Her iki konuda da biz, eğer siz burada doğru tavır sergilerseniz problem kalmaz. Türkiye gerçekten hem özgürleşiyor…

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Doğru tavır nedir Sayın Bakan? Nasıl bir tavır?

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar, bakın, size en az üç beş noktayı saydım. Türkiye hem özgürleşiyor hem zenginleşiyor ama maalesef bu özgürleşmenin ve zenginleşmenin önündeki en büyük engel terördür. Terör bitmeden bu ülke kendi kaynaklarını kendi vatandaşlarının refahı için harcamada her zaman sıkıntı çekiyor. Özel sektörün dinamizminden Güneydoğu Anadolu eğer bugün yararlanamıyorsa bunun temelinde terör vardır, kamu hizmetlerinin eksikliği yoktur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

20’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın Kacır, ben tutanakları getirttim, okudum. Size söz hakkı vereceğim ama çok rica ediyorum yeni bir sataşmaya mahal vermeden, sadece -bilmiyorum tutanakları siz okudunuz mu- bir açıklama yapmanız için üç dakika süre veriyorum size.

Buyurun.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

5.- İstanbul Milletvekili Ünal Kacır’ın, Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, KİT’lerde yolsuzluk yapıldığı sözlerine ilişkin açıklaması

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; az önce kürsüde konuşan Sayın Muş Milletvekili Nuri Yaman’ın sözleriyle ilgili, KİT Komisyonu Başkanı olarak, KİT Komisyonu üyesi arkadaşlarım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Sayın Nuri Yaman, KİT’lerden bazılarının zararlarından bahsederek bu zararların bütün KİT’lerin zarar ettiği şeklinde algılanabilecek şekilde ifadeler kullanmış, arkasından da bu zararların nedenini KİT’lerdeki yolsuzluklara bağlamış ve bizim de KİT Komisyonu olarak, KİT Komisyonu AK PARTİ’li üyeler olarak bu yolsuzlukların üstünü örttüğümüz şeklinde ifadeler kullanmıştır. Bu konuda söz aldım.

Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Daha sonra, Sayın Yaman’dan sonra kürsüye gelen Sayın Tütüncü, CHP Sözcüsü Arkadaşımız, KİT sisteminin kâr etmekte olduğundan bahsetti, rakamları verdi. Sayın Bakanımız da bu konularda gerekli olanları söyledi. Ben o detaylara girecek değilim ancak KİT Komisyonu olarak biz, hiçbir yolsuzluğu kapatacak adım atmadık, atmayız ve arkadaşlarımızın hepsi çok iyi biliyorlar ki bu konuda...

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Biz de attırmayız Başkan.

ÜNAL KACIR (Devamla) – Evet, teşekkür ediyorum.

…bu konuda bütün komisyon üyeleri olarak titiz çalışmalar yaparız, en ince detaylarına kadar inceleriz ve yolsuzlukların üzerine gideriz, gittik, gidiyoruz. Bütün arkadaşlarımız bu konuyu bilirler.

M. NURİ YAMAN (Muş) – İbra edilmeyenler var.

ÜNAL KACIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi, tabii KİT’lerin zararlarıyla ilgili bir tek örnek vermek istiyorum. Devlet Demiryolları zarar ediyor görülüyor. Mesela 2007 rakamı 630 trilyon.

M. NURİ YAMAN (Muş) – Türkiye Taşkömürleri zarar etmiyor mu?

ÜNAL KACIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, sistem biraz farklı. Bütün yatırımları gidere yazdığınızda zarar ortaya çıkıyor. Bu muhasebe sistemine göre Demiryolları ne kadar çok yatırım yaparsa o kadar çok zarar ediyor görünüyor. Şimdi, biz bütün Devlet Demiryolları yöneticilerini yolsuzlukla suçlayabilir miyiz? Böyle bir şey olabilir mi? Bunlar, ilk önce, Sayın Üyemizin komisyondaki arkadaşlarına bir haksızlığıdır; iftira demek istemiyorum, yakışmaz, bir haksızlığıdır. Ben arkadaşlarından özür dilemesini beklerim. KİT Komisyonu olarak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da hiçbir yolsuzluğa geçit vermeyiz, vermeyeceğiz. Bütün üyeler, bütün arkadaşlarımız bunun şahididir.

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575) (Devam)

2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)

BAŞKAN – 21’inci maddeyi okutuyorum:

ALTINCI BÖLÜM

Kamu Personeline İlişkin Hükümler

Katsayılar, yurt dışı aylıkları, ücret ve sözleşme ücreti

MADDE 21 – (1) 657 sayılı Kanunun 154 üncü maddesi uyarınca, 1/1/2011-30/6/2011 döneminde aylık gösterge tablosunda yer alan rakamlar ile ek gösterge rakamlarının aylık tutarlara çevrilmesinde uygulanacak aylık katsayısı (0,061823), memuriyet taban aylığı göstergesine uygulanacak taban aylığı katsayısı (0,82483), yan ödeme katsayısı (0,019597) olarak uygulanır.

(2) 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin (c) bendi uyarınca çalıştırılan sözleşmeli personelin ücret tavanı; 1/1/2011-30/6/2011 döneminde (3.245) Türk Lirası olarak uygulanır.

(3) Türkiye İstatistik Kurumu tarafından 2010 yılı Aralık ayına ilişkin olarak açıklanan 2003=100 Temel Yıllı Tüketici Fiyatları Endeksinin 2010 yılı Haziran ayı endeksine göre değişim oranının yüzde 2,5'i aşması halinde, aşan kısmı telafi edecek şekilde birinci ve ikinci fıkralarda yer alan katsayılar ile ücret tavanını yeniden belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkilidir.

(4) İdarelerin yurt dışı kuruluşlarına dahil kadrolarında görev yapan Devlet memurlarının yurt dışı aylıkları, yeni kurlar ve yeni emsaller tespit edilinceye kadar, 29/6/2009 tarihli ve 2009/15191 sayılı Bakanlar Kurulu Kararına göre ödenir.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan’da.

Buyurun Sayın Kaplan.

Süreniz on dakika.

BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Demokrasi üçlü sacayağı olan ve üçü de vazgeçilmez olan unsurlarıyla vardır. Birisi siyasal demokrasidir, diğeri ekonomik demokrasidir, üçüncüsü de kültürel demokrasidir.

Şimdi, biz altı ay sonra seçime gidiyoruz. Milletin egemenliğine, iradesine saygılıysak, temsilin, seçimin önündeki engelleri de kaldırmak zorundayız.

24’üncü Dönem Meclisini çok önemli konular bekliyor, Anayasa değişikliğinden tutun, baş örtüsüne kadar; Siyasi Partiler, seçim, kütük yasaları; bütün bunlar bekliyor.

Yine 1983 ve sonrası yıllarda, siyasi iktidarlar, işlerine gelen seçim ve hazine barajlarını hep değiştirip yükselttiler. En son AK PARTİ’den bir grup ayrılıp grup kurduğu için grup hazine yardımını kaldırdılar ve başkaca sınırlamalar getirdiler.

Lider sultası sürüyor. Yaşlılar çok, gençler az; erkekler çok, kadınlar az Parlamentoda. Parti içi demokrasi, hukuk ise işlemiyor. Adaylar ön seçim yerine merkez yoklama ve tayin sistemiyle belirleniyor. Kongreler, toplantılar sadece genel başkanların konuştuğu mitinglere dönüşüyor; tartışmasız, katılımsız, eleştirisiz, üretimsiz geçiyor. Parti örgütleri tembelleşiyor, her şeyi merkez belirliyor. Bunun sonucu olarak merkez, statükocu, resmî söylemci, tabucu ve tembel oluyor. Projeler ortaya çıkmıyor. Değişim, dönüşümün önü kesiliyor.

Yine yasal düzenlemeler çelişkilerle dolu. Örneğin, hazineden yapılacak hakça yardım Anayasa’da yer almasına rağmen, siyasi partilerin demokrasinin vazgeçilmez unsuru olduğu yazılmasına rağmen farklı düşüncelerdeki partilere yaşam hakkı tanınmıyor, Türkiye partiler mezarlığına döndürülüyor ve hâlâ Yargıtay başsavcıları bu konuda çalışmalar yapıyor.

Şimdi, kırk yıldır liderlerin, partilerin değişmediği bir Türkiye’de, benzeşen partilerin içinde, eğer biz demokratik bir seçim istiyorsak, Kenan Evren’in, darbenin seçim barajlarına sığınmadan, Evren’in yasasına sığınmadan, halkın özgür iradesine duvarlar çekmeden seçime gitmek zorundayız. Buna Meclis karar verecek ve şunu açıklıkla söylemek istiyorum: Eğer demokrasiye inanıyorsanız, buyurun, seçimlere gidiyoruz, gelin, yüzde 10 seçim barajını yüzde 3’e çekelim, hatta yüzde 1’e çekelim ve gelin, hazineden yardımı bütün partilere eşit uygulayalım. İnsan hakları, hukuk ve demokrasi bunu gerektiriyor eğer demokrasiden söz ediyorsak.

Tarih önünde sorumluluğumuz var, halk önünde sorumluluğumuz var. Millete saygınız varsa, demokratsanız, demokrasiye inanıyorsanız, halkın özgür iradesinden korkmuyorsanız, gelin, hep birlikte Seçim Yasası’nı, barajları değiştirerek seçime gidelim. Bugün bu konuda küçük hesaplarınızı, parti, grup çıkarlarınızı bir kenara bırakıp “Milletin iradesine saygılıyız.” diyorsanız, gelin, milletin iradesinin önünü açalım. 500 bin oy alan parti de gelsin, temsilcisi olsun Mecliste, tüm partiler eşit olarak seçime girsin, tüm partiler eşit hazine yardımı alsın. Bırakalım partilerin kapatılmasına da yaşatılmasına da millet sandıkta karar versin.

Şimdi, bu siyasi kriteri Türkiye yakalamadıktan sonra kimse demokrasiden bahsedemez. Kültürel demokrasi bunu tamamlayan bir unsurdur. Çok kültürlülüğü teslim etmekten daha geri bir ortaklaşma düşünülemez. Bu nedenle Kürt sorunu da birincil ve ağırlıklı ortaklaşmayı, çözümü bekleyen bir sorundur.

Demokrasinin kültürel boyutunda, farklı kültürlerin en başta dil, gelenek farklılığını dışa vurma, koruma, geliştirme hakları genel demokrasinin olmazsa olmazlarıdır.

Türkiye, bir yol kavşağındadır, öncelikle ana dilinde eğitimin medya düzleminde özgürce kullanımı, yasaklama geleneğini terk etme kavşağındadır. Artık demagojik bahaneler ya da yersiz bölünürüz sendromundan vazgeçin.

Sizlere şunu söylemek istiyoruz: Lozan ve azınlık haklarına sığınarak, yanlış yorumlayarak, “Kürtler bu ülkenin kurucu, asli unsurudur, onlar azınlık değil.” diyerek gayrimüslim azınlıklara tanınan dil hakkı, eğitim hakkı, okul hakkını bu şekilde yok sayma anlayışı, inkârcı zihniyet, asıl suikastın ta kendisidir, yok etme alışkanlığıdır. Zaten bizim geleneğimizde düello yoktur, pusu geleneği vardır ve hep hak ve özgürlüklerde de pusu zihniyetini birileri bize hatırlatır.

Şimdi, bu dil gayrimüslim vatandaşlarımızı da rencide ediyor, bu dil İzmir’e “gâvur İzmir” diyen dildir. Nedense ki Başbakanın iki tane, soyadı Çelik yardımcısı var ama onlardan çelik gibi ses çıkmıyor, boş tenekenin tangırtısı gibi insanları aşağılayan sesler çıkıyor. İzmir’e söyledikleri yenilir, yutulur cinsten değil bir Çelik’in. “İzmir halkından özür dileyin. Güzel İzmir’e bu kadar hakaret etme hakkınız yok.” diyoruz. Bir başka Çelik çıkıyor, “Siyasal demokrasiye suikast düzenliyorsunuz.” diyor. Biz mi Kenan Evren’in yüzde 10 barajının ardına sığınıp nemalanıyoruz? Biz mi bu baraja sığınarak iktidar olmaya çalışıyoruz? Biz mi Kenan Evren’in Anayasası’na dayanarak dilleri yasaklıyoruz, kültürleri yasaklıyoruz? Biz mi eşit yurttaşlığı, özgürlüğü ülkemizdeki insanlara çok görüyoruz? Bunu kullanan diller demokrasinin “D”sini ağzına alma hak ve hukukuna sahip değil. Kimse bize burada demokrasicilik dersi de vermeye kalkmasın. Kürt coğrafyası yokmuş. Bal gibi vardır, onun adı da Kürdistan’dır isteseniz de istemeseniz de. Bu böyle biline. Selçukluların tarihini okuyun, Atatürk’ü okuyun, İnönü’yü okuyun, Meclis tutanaklarını okuyun. Kendinizle yüzleşeceksiniz, bu gerçeği kabul edeceksiniz.

Arkadaşlar, bu Şırnak Üniversitesinin broşürü. İyi bakın buraya. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmuş bir üniversitesi. Türkçe var, İngilizce var, Arapça var ama Şırnak’ın hepsi Kürt, Kürtçe yok. Siz böyle mi kardeşliği, birliği sağlayacaksınız? Var mı burada Kürtçe? Yok. Arapçanın ne işi var? İngilizcenin ne işi var? Siz İngilizceye hoşgörülü, Arapçaya hoşgörülü, Kürtçeye gelince suikastçı oluyoruz değil mi? Size bu suikast kelimesinin de Arapçadan geldiğini söyleyen oldu mu? Kalleşçe arkadan vurmanın ne demek olduğunu, demokrasi adına bu lafları kullanmanın da bedelinin ne olacağını, halkın da bunu sandıkta nasıl soracağını, hem doğudan hem batıdan bu dilin hesabını soracağını da bilmeniz lazım. İnkârın da yok saymanın da şovenizmin de diktatörlüğün de bir bedeli vardır. Diktatörler bütün ülkelerde bedel ödemiştir. Bunu savunanlar da bu bedeli öder. Yol ayrımındayız. Demokrasiye herkesi davet ediyoruz.

Saygılarımla. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaplan.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Mustafa Kalaycı. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının 21’inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızda bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

AKP hükûmetleri, çalışanları ve emeklileri insanca yaşayabileceği bir ücret düzeyine kavuşturamamıştır. AKP tarafından taahhüt edildiği hâlde, sekiz yıldır personel ve ücret rejimine yönelik reformlar gerçekleştirilmemiştir. Eşit işe eşit ücreti sağlamaya söz veren AKP bu sözünü yerine getirmemiş, iktidar döneminde başta teşkilat kanunları olmak üzere birçok kanunda yaptığı münferit düzenlemelerle kurumlar ve unvanlar arası ücret dengesini daha da bozmuş, ücret adaletsizliğini artırmıştır.

AKP hükûmetleri, memurların özel hizmet tazminatındaki adaletsizlikleri gidermemiş, ek gösterge adaletsizliğine karşı duyarsız kalmış, 4/B’li sözleşmeli personeli ekmeği ile ailesi arasında tercihe zorlamış, 4/C mağdurlarının kadro sorunlarını göz ardı etmiştir.

2011 yılında kamu görevlileri için uygulanacak maaş artışlarının görüşüldüğü 9’uncu dönem toplu görüşmelerinde, Hükûmet tarafından memurlar ile emekli, dul ve yetimlerine uygulanacak maaş teklifi üzerinde mutabakata varılamamış, taraflar Uzlaştırma Kuruluna başvurmuştur. Uzlaştırma Kurulu, 4 Eylül 2010 tarihli kararında yapılması planlanan artışlara ilave olarak memurların taban aylıklarına 2011 yılı ilk altı ayı için 16 lira, ikinci altı ayı için 22 lira artış yapılması gerektiğine oy birliğiyle karar vermiştir. Ancak Kamu İşveren Kurulu 5 Ekim 2010 tarihli toplantıda, Uzlaştırma Kurulu kararını tanımadığını açıklamıştır. Referandum süresince memur ve emekli dostu kesilen AKP, memurlara 38 lirayı çok görmüştür. Anayasa değişiklikleriyle ilgili AKP’nin propaganda kitapçığında diyor ki: “Memurlara toplu sözleşme hakkı getirilmiş, anlaşmazlık hâlinde son söz Hakem Kuruluna verilmiştir. Böylelikle, Bakanlar Kurulunun son söz söyleme yetkisi kalmamıştır. Toplu sözleşme hükümleri emeklilere de yansıtılacak.” Öyle diyordunuz. Peki, ne oldu? Öyle mi oldu? Samimi değilsiniz, dürüst değilsiniz. AKP’nin sekiz yıllık iktidarı döneminde en başarılı olduğu husus istismar politikası olmuştur, her fırsatta her şeyi istismar etmeyi icraatının esası hâline getirmiştir. Memurlar ve emekliler “Anayasa değişikliğiyle maaşlarınız artacak.” diye aldatılmıştır.

AKP yetkililerinin bir hakkını teslim etmek lazım. Yanlış bilgileri doğru gibi gösterme, yalanı da gerçek gibi anlatma konusunda üstün meziyetleri bulunmaktadır.

AKP Hükûmeti, emekliler arasındaki maaş adaletsizliğini gidereceğini vaat etmesine karşın daha da adaletsiz hâle getirmiş, emekli aylıklarının refah payını düşürmüş, intibak yasasını çıkarma sözü vermiş ancak altından kalkamadığı gerekçesiyle rafa kaldırmış, emeklilere banka promosyonu verileceğini söylemiş ancak bu konuyu da bankalara havale ederek emeklilerin umutlarını bir bir yıkmıştır. SSK ve BAĞ-KUR emeklilerine sadece 60 lira maaş artışı reva görülmüştür. Emekli maaşlarına yapılacak artışlar belirlenirken memur emeklileri ile diğer emekliler arasında ayrım yapılmıştır.

Sayın Başbakan 12 Ekim 2010 tarihli grup konuşmasında “Emekli aylıkları bizim dönemimizde enflasyonun çok çok üzerinde artışlar kaydetmiş, ücretler enflasyona ezdirilmediği gibi geçmişteki kayıplar telafi edilmiştir. 2002 yılından bugüne en düşük BAĞ-KUR emekli aylığına yüzde 493 oranında artış yaptık.” diyor. Bir defa, Sayın Başbakanın “yüzde 493 oranında artırdık” dediği en düşük BAĞ-KUR emekli aylığı şu anda kaç lira, biliyor musunuz? Sekiz senede yüzde 493 artan maaş 390 lira olmuş. Demek ki öyle çok çok çok artmamış. Bu maaşın açlık sınırının yarısının bile altında olduğunu biliyor musunuz? Emeklilerin tamamına yakını açlık sınırının altında aylık almaktadır. Sayın Başbakan,  çalışanların ve emeklilerin enflasyona ezdirilmediğini söylese de halkın gerçek enflasyonu açısından değerlendirme yapıldığında, durumun Başbakanın söylediği gibi olmadığı anlaşılacaktır.

Nitekim, 2009 yılında enflasyon yüzde 6,53 olmasına karşın gıda enflasyonu yüzde 9,26’dır. 5 Aralık 2010 tarihinde açıklanan son verilere göre yıllık bazda enflasyon yüzde 7,29 olmasına karşın gıda enflasyonu yüzde 12,39’dur. Gıda enflasyonu, mutfak enflasyonu reel geliri azalan dar ve sabit gelirlilerin daha da yoksullaştığını göstermektedir.

Değerli AKP temsilcilerine ve Hükûmet yetkililerine diyorum ki: Bırakın “Şunu yaptık, bunu yaptık.” diye aynı şeyleri söylemeyi, bırakın geçmişi, bugüne gelin. Çalışanların ve emeklilerin hâli ortada. Asgari ücret 599 lira. Altıncı basamak tarım BAĞ-KUR emeklisinin maaşı 479 lira, esnaf BAĞ-KUR’lunun maaşı 643 lira, SSK’lının maaşı 782 lira. Bu rakamlar ortalama rakamlar ve öyle hiç de övünülecek rakamlar değil.

Bu maaşları alabilseler yine iyi. Muayene ve tedavi ücretleri ve ilaçlar için alınan katılım payları, kimisinden yapılan Sosyal Güvenlik Destek Primi ve sağlık kesintileri nedeniyle emeklilerin ellerine geçen maaş kuşa dönmektedir. Gerçekleri neden görmezlikten geliyorsunuz?

Değerli milletvekilleri, bu maddeyle birlikte memur maaş katsayısı sadece memurlar ile emeklilerini değil, yaşlımızı, muhtarlarımızı, gazilerimizi, engellilerimizi ve köy korucularımızı da ilgilendirmektedir.

Bu katsayıya göre 2011 Ocak ayında altmış beş yaş aylığı alanlara 4 lira, muhtarlarımıza 14 lira, engellilere, gazilere, vatani hizmet tertibinden maaş alanlara 10 ila 15 lira düzeyinde maaş artışı öngörülmektedir. Ben bu artış rakamlarını söylerken inanın sıkılıyorum ama esas utanması gerekenler de bu paraları yaşlımıza, emeklimize, muhtarlarımıza, engelli kardeşlerimize ve gazilerimize layık görenler olmalıdır. Bu kesimlerin maaşının iyileştirilmesi gerekmektedir çünkü bu paralarla geçimlerini sağlamaları mümkün değildir. Sayın Maliye Bakanı, bu saydığım kesimlerin maaşlarının artırılmasında bu kadar cimri davranmayın, sayıları çok değil, bütçeye fazla bir yük getirmez, gelen yük de onlara feda olsun, onlar için ne yapsak azdır; bunda her şeyden evvel büyük hayır var, çok dua alırsınız. Bu, hepimizin vazifesi ve hassasiyet göstermemiz gereken konu olmalıdır.

Köy ve mahalle muhtarlarına ödenen 350 lira düzeyindeki maaş günümüz şartlarında çok yetersizdir. Muhtarlara verilen maaş sürekli muhatap oldukları resmî kurumlara gidip gelmeleri için gerekli ulaşım giderlerini ancak karşılamaktadır. Muhtarlık görevinin yürütülmesi için zorunlu olan elektrik, telefon, kırtasiye, İnternet, temsil, ağırlama ve diğer harcamalar muhtarların aile bütçelerine ilave yük getirmektedir. Sayıları 53 bini bulan muhtarların birçoğu sosyal güvenlik primini yatıramadığından sosyal güvenceden yoksun duruma düşmüşler, icralık olmuşlardır. Muhtarları bu duruma düşürmeye kimsenin hakkı yoktur. Sayın İçişleri Bakanı, Köy Kanunu’nda düzenleme yapıp muhtar maaşlarının artırılacağını uzunca bir süredir açıklamasına rağmen bugüne kadar bir düzenleme yapılmamıştır. Bu AKP Hükûmeti ya çok beceriksiz ya da muhtarlarımızı aldatmaktadır. Bu düzenleme bu kadar zor değil ki Milliyetçi Hareket Partisi olarak 12 Ocak 2010 tarihinde verdiğimiz 2/575 esas numaralı Kanun Teklifi ile muhtar maaşlarının en az brüt asgari ücret olmasını öngördük: Bugün itibarıyla 760 lira net maaş. Bu teklif komisyonlarda görüşülmeyi beklemektedir. Neden destek vermiyorsunuz? Neden muhtarlarımızı oyalıyorsunuz?

Diğer taraftan, köy ve mahalle muhtarları ile ihtiyar heyeti üyeleri kanunlarla verilen görevleri yerine getirmekte, attıkları imzalar ile sorumluluk yüklenmektedir, buna karşın ihtiyar heyeti üyelerine huzur hakkı veya benzeri bir ödeme yapılmamaktadır. Tabiri caizse hiçbir karşılık almaksızın bedava görev yürütmektedir. Bu konuda da Milliyetçi Hareket Partisi olarak verdiğimiz kanun teklifi var. 115 lira huzur hakkı verelim ihtiyar heyeti üyelerimize.

Ben teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kalaycı.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun.

 CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de kişi başına düşen gayrisafi millî hasıla 15 bin dolar değil mi? Doğru mu, doğru değil mi?

RASİM ÇAKIR (Edirne) – İktidar öyle diyor.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Şimdi bir hesap yapalım. Memurlara Hükûmetin ne kadar borçlu olduğunun da hep birlikte hesabını yapalım.

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – 4 kişilik bir aile 60 bin dolar!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Şimdi, 4 kişilik bir aile olarak alalım aileyi, 15, 30, 60; 1.500 ile çarpalım, 1.556 da 1.500 ile çarpalım, 90 bin lira. 90 bin lirayı böl on iki aya, 7.500 lira Sayın Bakanım borcun var her bir memura. 7.500 liranın altında hangi memura kaç kuruş para veriyorsan mahkeme kararıyla sizden alması lazım.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – İcrayla!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Bir kere böyle diyorsunuz. 7.500 lira haneye, 4 kişilik bir eve para girmesi lazım. Acaba Türkiye’de hangi devlet memurunun evine ayda 7.500 lira para giriyor? O zaman demek ki Sayın Bakanım borcunuz var. Türkiye’de gelin şöyle bir şey yapalım Sayın Bakanım: Siz, önceden, o 15 bin dolar var ya çil çil, çil çil dolarları evlere -bir tane dolar muadili- her eve yılbaşında 60 bin dolar gönderin. Yıl içinde o aileye ne kadar giriyorsa, ne kadar harcıyorsa, Sayın Maliye Bakanı gönderdi bu 60 bin doları, harcasınlar, güle güle harcasınlar. Onun için Sayın Bakanım, her memura, kişiye 7.500 doların altında eğer maaş veriyorsanız borçlusunuz.

TURGUT  DİBEK (Kırklareli) – Ferit Bey, bu tarafa dönün.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Şimdi, Bakanı göreyim bakayım, belki “Vereceğim.” diyor Turgut Bey, onun için… Sayın Bakan belki “Vereceğim.” diyeceği için ben de “Müjde.” diyeceğim, oraya “Müjde.” diyeceğim.

RECAİ BERBER (Manisa) – Mahkeme kararı getireceksiniz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Mahkemeye vereceğim.

Evet, şimdi değerli arkadaşlarım, bir ülke düşünün ki öz evladı, üvey evlatları var. Kamu görevlilerinin hepsi bizim öz evladımız değil mi? Kamu görevlilerinin hepsi, hangi bakanlıkta, hangi kurumda çalışırsa çalışsın hepimizin kardeşi, hepimizin evladı değil mi? Ama bir ülke düşünün, bu insanlara farklı farklı para ödüyor, aynı eğitim, aynı yıl, aynı kademe… Ben size birkaç rakam vereyim dilerseniz, birkaç rakam vereyim. Bir şube müdürü… Kurumsal ek ödeme veriyorsunuz bazı bakanlıklarda, ne özelliği varsa, aynı işi yapıyor. Örneğin avukat, avukat ya, x bakanlıkta da avukat, y bakanlıkta da avukat. Avukat kamunun hakkını koruyor, o bakanlığın ama kurumsal ek ödeme almayan bir kurumda aldığı para 1.615 lira, öbüründe 1.982 lira. Bu en düşük, en düşükten bahsediyorum. Yılda 4.400 lira fark ediyor arkadaşlar. Şimdi bakıyorum, yani bu avukat, artık avukatın burasında apoleti yok, avukat avukattır, avukat avukattır. Bakıyorum, mimar, 2.082 lira alıyor birisi, birisi 2.300 lira alıyor, yılda yapıyor 3 bin lira. Şimdi, bu mimar sizin öz evladınız, bu üvey evladınız mı? Bu nasıl anlayış?

Şimdi, intibak yasası dediniz dediniz arkadaşlar, daha intibakın i’sini ağzınıza almayın. Beceremediniz, yapamadınız. En son Plan-Bütçe Komisyonunda, dün, evvelsi gün bir uzman getirdiniz, uzmanlar dediniz, kanuna koydunuz, geri çektiniz, bir daha getirdiniz; bir daha koydular, bir önerge getirdiler, bir daha çektiler. Ya bu nasıl iş arkadaşlar ya? Eğer bir şey yapılacaksa yapılmalıdır ya! Yapmayacaksanız neden kanuna koyuyorsunuz, neden bu uzmanlar arasındaki farkı yok etmek için çaba göstermiyorsunuz? Koyduysanız niye çekiyorsunuz? Sonra önergeyle bir daha getirdiler.

Arkadaşlar, bu ülkede tüm çalışanlar bizim eşit kardeşlerimiz. Aynı işi yapan insanlar farklı eğer görülürse, işte kıyamet buradan kopar.

Değerli arkadaşlar, devlet… Biraz sonra bir önergemiz var, önergemizde konuşamıyoruz. Biliyorsunuz önergede konuşamıyoruz. Haydi gelin Sayın Bakan…

Recai Bey, Sayın Bakanı lütfen meşgul etmeyin. Lütfen meşgul etmeyin.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – İkna etmeye çalışıyorum.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Haydi gelin, mademki memur hepimizin memuru, emekli hepimizin emeklisi, önergemiz var. Sayın Harun Öztürk, Sayın Osman Kaptan, Sayın Fatih Atay, Sayın Ahmet Ersin ve benim önergem var. Gelin, hep birlikte bu önergeyi kabul edelim ve devlet memurlarımıza ve emeklilerimize yüzde 4, yüzde 4 değil de yüzde 10, yüzde 10 zam yapalım ve hem emeklimize hem de devlet memurlarımıza yılda bir ikramiye verelim. Niye bunu çok görüyorsunuz acaba? Muhtemelen kabul edeceksiniz Sayın Bakan, biliyorum da yani bu himmeti herhâlde… Çünkü, güllük gülistanlık bir Türkiye’de artık bu kadarlık gayrisafi millî hasıladan pay alamayan… Ya 15 bin dolarımızı verin Sayın Bakan, ya 15 bin dolarımızı verin kişi başı yahut da başka bir şekilde telafi edin.

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Veya yüzde 10’u kabul edin.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Ben, Türkiye’de… Recai Bey, Türkiye’de her insana 15 bin dolar kişi başı…

Sayın Berber, bir şey söylediniz. Varsanız, kişi başı 15 bin dolar verin eşit olarak, benim ne fazlam varsa vermezsem namerdim.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Ferit Bey, ben de sizin gibi milletvekiliyim, benden ne istiyorsunuz?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Namerdim!

Beyefendi, bir şey söylediniz, bir şey söylediniz. Sayın Bakan, memura da emekliye de borcunuz var. Kişi başı 15 bin dolarımızı verin Sayın Bakan.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Millî gelir paylaşımı öyle mi oluyor?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Kişi başı 15 bin dolarımızı verin kardeşim.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Sen daha fazla alıyorsun, borçlu çıkarsın.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Böyle diyorsunuz, böyle diyorsunuz. Türkiye’de gayrisafi millî hasıla kişi başı 15 bin dolar tutuyorsa herkesin hakkını verin ya! Verin herkesin hakkını! Verin!

MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) – Öyle hesap olur mu!

SUAT KILIÇ (Samsun) – Ooo! Millî gelir hesabı öyle mi?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Hayır hayır

SUAT KILIÇ (Samsun) – Banka genel müdürlüğünü öyle mi yaptınız!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Çünkü gayrisafi millî hasılayı 15 bin dolar hesaplarken o paranın ne kadarının yurt dışına gittiğini de takdirlerinize sunuyorum. Bu ülkede kalan her kuruş paraya ben saygı duyarım, bu ülkenin insanına giden her kuruş paraya Suat Bey.

Değerli arkadaşlarım… Sayın Bakan, aynı işi yapanlar, yapmayanlar arasında… Eğer bir intibak yasasını getirmezseniz, devlet memurlarının, hakikaten geleceğin Türkiye’sinde çok zor durumda kalacağının bir kez daha altını çiziyorum.

Şimdi, bir haftadır konuşuluyor, on gündür konuşuluyor, belli fiyatlarla verdiğiniz maaş artışlarının… Onu artık ben söylemek istemiyorum, sebzede, meyvede ne kadar satın alma gücünü etkilediğini siz çok iyi biliyorsunuz Sayın Bakan.

Bir başka konu var arkadaşlar, yine, bu Meclis, kanun yapan bir Meclis. Bu Meclis, adalet dağıtımına öncü olan bir kurum. Yani bu ülkede adaleti sağlamak için kanun yapan bir kurum. Kendi personeline, kendi çalıştığı personeline sahip çıkmayan, kendi personelinin arasında ayrım yapan, kendi personelinin arasında ayrı gayrı, paramparça, bir sürü personel yapısı olan başka bir Meclis var mı acaba? Aynı işi yapıyor, aynı saatte geliyor, tahsili belki daha yüksek ama biri nerede, biri nerede? On beş yıldır, yirmi yıldır Meclise emek veren insanlar var. Bazen, bazı milletvekillerimiz veya bazı bakanlarımız veya Meclis, bazı kişiler, yanında çalıştırdığı insanlar, böyle üç ayda paraşüt gibi gidiyor -paraşütle bir özel kalem vilayete gidiyor veya bir belediye özel kaleme gidiyor- pat diye paraşütle geliyor. Ne oldu? Kadroya girdi. Veya bir başka bakanlıklara, Meclis… Sayın Bakan, ben bunun cevabını istiyorum: Dokuz yıldır ben bu Meclisteyim. Bu Mecliste çalışıp… Başka kurumlara, sınavsız, bak, sınavsız, herhangi bir özel idareye, vilayete, belediyeye giden ve daha sonra da Meclise kadrolu gelen veya başka bakanlıklardan kadrolu gelen kaç kişi var Sayın Bakan? Buna bir bakın Sayın Bakan. Eğer bu Meclis adaletli bir meclisse, insanlar arasında ayrım yapmamalı Sayın Bakan. On yedi yıldır hizmet eden insanlar var. Lütfen adaleti sağlayın Sayın Bakan.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.

Şahsı adına Mardin Milletvekili Sayın Mehmet Halit Demir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET HALİT DEMİR (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 21’inci maddesi hakkında şahsım adına söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmelerimizin artık sonlarına doğru geldik ve şu ana kadar AK PARTİ İktidarına mensup çok değerli milletvekili arkadaşlarımız ve yine söz alan çok değerli bakanlarımız yaptıkları sunumlarda, konuşmalarda, ülkemizin bugüne kadar katetmiş olduğu mesafeyi, ülkemizdeki çalışmaları, ülkemizdeki üretilen eserleri burada bizlerle paylaşmaya çalıştılar.

Tabii, bütün bu eserleri üretebilmek, değerli milletvekilleri, elbette büyük kaynakları gerektiriyordu, önemli kaynakları gerektiriyordu. İşte, AK PARTİ Hükûmeti de, bu kaynakları üretebilme adına, bir taraftan dünya koşullarını, diğer taraftan bölgesel koşulları ve yine ülkenin dinamiklerini ve koşullarını en iyi şekilde değerlendirmiş, bunların birbiriyle olan ilişkilerini doğru bir orantı üzerinden sağlamış ve bu sayede oluşan enerjiyi yine doğru yere kanalize etmiş ve bu sayede bu kaynaklar böylece üretilmiş.

Tabii, bu kaynaklar, değerli milletvekilleri, tarımda, sanayide, ulaşımda, enerjide, eğitimde, sağlıkta, IMF borçlarının ödenmesinde, işçimizin, emekçimizin, memurların maaşlarının daha da iyileştirilmesinde, GAP projesinde, DAP projesinde ve yine daha da demokratikleşme sürecimize böylece bütün bu kaynaklar aktarıldı.

Değerli milletvekilleri, bütün bunları, bizler, evet, kısaca ifade ediyoruz ve bunları ifade ederken bir kibir ya da bir gurur amacıyla bunları söylemiyoruz. Buradan şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz: Meydanlarda konuşanlar, meydanlarda nutuk atanlar geçmiş dönemlerde hükûmetken neden gecikmiş olan bu çalışmaları zamanında yapamadılar, bu eserleri neden zamanında üretemediler. Çıksınlar bunun açıklamasını ortaya koysunlar, bunu kamuoyuyla paylaşsınlar, bir öz eleştiri ortaya koysunlar istiyoruz biz.

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Yarın ben sana anlatırım.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Mesela hangisini diyorsun?

ABDULMUTTALİP ÖZBEK (Hakkâri) – Hastaneler.

MEHMET HALİT DEMİR (Devamla) – Değerli milletvekilleri, ilimiz Mardin’de de bu süreç içerisinde çok önemli mesafelerin katedildiğini yine buradan sizlerle paylaşmak istiyorum. Geçen gün Sayın Başbakanımızın Mardin’i ziyaretinde 78 tane eserin açılışını bir arada yaptık, tek tek yapmadık, bir arada 78 eserin açılışı yapıldı. Buradan, yine, üzülerek aslında bunu ifade ediyorum ben, keşke bu eserler zamanında üretilseydi ve keşke bu eserlerin üretilmemesinden ötürü yanan canlar yanmasaydı, kararan hayatlar kararmasaydı, sönen hayatlar keşke sönmeseydi diyorum.

Değerli milletvekilleri, demokratik yapımızın, demokratik organlarımızın elbette daha da gelişmesi lazım. Devletimizin yapısal bileşenlerinin elbette daha da demokratikleşmesi lazım ve buna da hepimizin bu anlamda gereken desteği sonuna kadar vermemiz lazım ancak o zaman bizim bu desteği vermek durumuyla bu Parlamentodaki yapmış olduğumuz çalışmalar daha bir anlam kazanacak ve daha hızlı bir şekilde buradaki çalışmalar hayat bulacaktır ve yine kişilerin temel hak ve hürriyetleri her geçen gün bu sayede biraz daha ileri noktalara taşınacaktır.

Değerli milletvekilleri, kişilerin ya da hiçbir şahsın medeniyet değerlerinin tek başına sahibi olamayacağını burada sizlerle paylaşmak istiyorum. Medeniyet tek bir kişinin ya da bir şahsın malı olamaz ve egemen medeniyetler karşısında yine diğer medeniyetlerin kendilerini silik ve gereksiz görmeleri elbette kabul edilebilir bir düşünce değildir ve olamaz.

Değerli milletvekilleri, bugüne kadar birçok sorunu görmezlikten gelen, anlamazlıktan gelen, duymazlıktan gelen anlayışlardan ötürü bizler çok geride kaldık ve hepimiz tarihî kuralları, tarihi okuyoruz ve oradaki önemli kuralları biliyoruz. En önemli kural, yine bildiğiniz gibi, güçlüyken sorunları çözemeyenler en problemli anlarında bu sorunların bir aleti hâli gelir ve esiri olurlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET HALİT DEMİR (Devamla) - Ben bu duygularla tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demir.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Köse…

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Adıyaman ve GAP illeri ekonomisinin büyük yaralarından biri mevsimlik tarım işçilerinin durumudur. Bu konuda bir de yönetmelik çıkarıldı ama gördük ki bu yönetmelik bir işe yaramadı. Mevsimlik tarım işçilerinin sorunların düzeltilmesi için herhangi bir yeni düzenleme yapılması düşünülmekte midir?

İkinci sorum: 2022 sayılı Yasa’ya göre özürlü ve altmış beş yaş üstü yurttaşlarımızın aldıkları aylıklar ne kadardır? 2010 yılı itibarıyla 2022 sayılı Yasa’ya göre aylık alan özürlü ve altmış beş yaş üstü yurttaşlarımızın sayısı kaçtır? GAP bölgesi illerinde ve Adıyaman’da bu sayı kaçtır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Ceylan…

MEHMET CEYLAN (Karabük) – Sayın Bakanım, demin süre yetmediği için cevaplayamadınız. Hükûmetiniz döneminde millî eğitime özel bir önem verdiğinizi ifade ettim ve birkaç soru sormuştum, bu soruları tekrar sormak istiyorum. Gerçekten öğrenmek maksadıyla soruyorum bunları.

2003’ten itibaren son sekiz yılda eğitim harcamalarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı hangi seviyeye geldi? Bu sürede ne kadar öğretmen ataması yapıldı? Millî Eğitim ve YÖK tarafından ne kadar gencimiz master ve doktora için yurt dışına gönderildi? Ve 2011 yılında ne kadar öğretmen ataması yapılması planlanmaktadır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, geçtiğimiz temmuz ayında bir grup iş adamının daveti üzerine geldiğiniz Adana’da Adana’nın sorunlarıyla özel olarak ilgileneceğinizi söylemiştiniz. Bugün itibarıyla aradan geçen yaklaşık altı aylık zaman dilimi içerisinde Adana’nın hangi sorunlarıyla ilgili özel olarak ilgilendiniz, hangilerini çözüme kavuşturdunuz? Mesela ikinci devlet üniversitesiyle ilgili Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu kanun teklifiyle ilgili bir girişiminiz oldu mu?

Yine, Adana sanayicisine yıllardan beri uygulanan haksız teşvik konusunda bir çözümünüz oldu mu?

Son olarak, hızlı demir yolu projesine Adana’nın dâhil edilmemesi haksızlığını giderebildiniz mi? Bu konuda neler yapabildiniz?

Cevaplarsanız memnun olurum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Uslu…

CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, illere göre vergi geliri ve yatırım harcamalarını kıyasladığınızda yatırım harcamalarının daha fazla olduğu iller hangileridir? Merkezî bütçeden yapılan mutat ödemeleri kastetmiyorum, yatırım harcaması sadece. Edirne ilini buna örnek olarak rakamlayabilir misiniz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, hâlen KİT’lerde görev yapan ve müdür yardımcılarından ayda yaklaşık 500 TL dolayında daha düşük maaş alan şube müdürlerinin ek tazminat oranının yükseltilmesi konusunda bir çalışmanız var mıdır? Varsa çalışma, ne aşamadadır?

İkincisi: Özelleştirme kapsamında olup portföy B ve portföy C grubunda yer alan şeker fabrikalarının özelleştirilmesi bilindiği gibi Danıştayca durduruldu. Bunun gerekçeleri nelerdir? Bunların özelleştirilmesi ne aşamadadır?

Bir diğer sorum: 4/C ve 4/B statüsünde çalışanların malum sorunları üç yıldır bu Mecliste değişik vesilelerle dile getirildi ama ne yazık ki hiçbir ilerleme kaydedilemedi. Bunların kadro ve özlük sorunlarının çözümüne yönelik bir çalışmanız olacak mıdır?

Son sorum da, asgari ücreti vergiden muaf tutmaya nasıl bakıyorsunuz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Serdaroğlu

MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkanım, Sayın Bakan; bu sene ilk defa şeker fabrikalarında bir uygulama yaşandı. Bunlardan biri, ortalama şeker oranı 14’ten 16’ya yükseltildi, bunun altındaki oranlara ceza kesintisi yapıldı. Dolayısıyla, 2002’de 110 kuruş olan 1 kilogram pancar 70 ila 80 kuruşa kadar geriledi.

İkincisi ise bu sene ilk defa pancar üreticisine yüzde 55’e varan oranlarda fire kesildi.

Sorum şudur:

1) Şeker fabrikalarının zararı üreticiden mi telafi edilmeye çalışılacak?

2) Bu uygulama sizce İktidarınızın adalet anlayışıyla örtüşüyor mu?

3) Bu günah İktidarınızın mı yoksa bürokratlarınızın mı veya maksadınız, üreticiyi bıktırıp, ezip “Aman, fabrika satılsın da kurtulalım.” mı dedirtmek istiyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bu şeker fabrikalarıyla ilgili olarak sorulan soruya arkadaşlarımız yazılı bir cevap hazırlarlar çünkü o veriler elimde yok. Hiçbir şekilde bizim, üreticimizi mağdur etme, sizin ifade ettiğiniz gibi sıkıntıya sokma gibi bir amacımız olamaz ne bürokratlarımızın ne de Hükûmetimizin.

MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Ama gerçekler ortada Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sorulardan bir tanesi, muhtaç, güçsüz ve kimsesiz aylıklarıydı. Muhtaçlara 2002 yılı Aralık ayında 24 lira veriliyordu, 2010 Aralık ayında bunu 101 liraya çıkarttık yani 4 kat arttırdık. Artış yüzde 311,7. Bu dönemde enflasyon artışı sadece yüzde 108,8.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Hani fert başına millî gelir 15 bin dolardı Sayın Bakan?

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar, bir kere, lütfen şu sorulara cevap vereyim çünkü siz oradan müdahale ettiğiniz zaman diğer arkadaşların hakkına tabii ki yani en azından zaman itibarıyla…

S. NEVZAT KORMAZ (Isparta) – Ama şu andaki durum ciğerinizi yakıyor, biliyoruz.

BAŞKAN – Sayın Korkmaz, lütfen...

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar, böyle bir yöntem var mı? Sorularınızı sordunuz, bakın ben cevaplamaya çalışıyorum. Yani böyle bir yöntem var mı?

Şimdi, değerli arkadaşlar, Türkiye’de bir kere kişi başına millî gelir 15 bin dolar değildir. Nereden çıkıyor bu rakam, bilmiyorum.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Siz söylüyorsunuz.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Türkiye’de, bakın, değerli arkadaşlar, cari fiyatlarla…

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, ne olur…

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Lütfen… Ben cevap vereceğim.

...Türkiye’nin gayrisafi yurt içi hasılasını ortalama dolar kuruna böldüğünüz zaman bu sene sonu itibarıyla tahmin edilen kişi başına millî gelir yaklaşık 10 bin 400 dolar olacaktır.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – O kadar verin, fazla değil.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Yalnız şunu karıştırmayalım: Kişi başına millî gelir demek her kişiye o kadar millî gelirden pay… Zaten gelir dağılımı yüzde 100 eşit olsaydı belki o söylediğiniz şey gerçekçi olurdu. Dünyanın hiçbir ülkesinde bahsettiğiniz bir model yok.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Farkı söylemediniz Sayın Bakan, farkı, farkı.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) –  Bakın, “Gini katsayısı” diye bir katsayı var. O size bölümler hâlinde…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Dünyanın hiçbir ülkesinde o kadar uçurum var mı Sayın Bakan?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Öyle bir şey olduğunu ben de biliyorum, farkı söyledim, farkı.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar, onun için burada, tabii, popülizm yapmak kolay.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Rakamlarla konuşuyoruz Sayın Bakan, ne popülizmi?

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Biz o tuzağa düşmeyeceğiz. Türkiye’de kişi başına millî geliri 3.400-3.500 dolar civarından almışız ve son altmış yılın en büyük küresel krizine rağmen 10 bin doların üzerinde tutmuşuz. Bu, Türkiye için büyük bir başarıdır. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Para nerede Sayın Bakan? Para nerede, para, para?

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar, şimdi, asgari ücrette vergiyi sıfırlayacak mısınız…

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – 4 çocuk yapın, sıfır.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Bugün de söyledim, 4 çocuklu eşi çalışmayan asgari ücretliden sıfır vergi alıyoruz, sıfır vergi, daha önce vergi alınıyordu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yine, bir daha söylüyorum: Bekâr olan bir asgari ücretliden 2002 yılında yüzde 12,8 vergi alınıyordu. Biz bu vergiyi yüzde -yanlış hatırlamıyorsam- 5 civarına kadar düşürdük. Dolayısıyla, asgari ücretliden biz vergileri sıfıra kadar düşürdük, en yüksek aldığımız vergi yüzde 5 civarıdır.

Şimdi, 4/C: 4/C daha önce yoktu. Özelleştirme 1985’te başlıyor. Biz iktidara geldikten sonra, bizden önce işten çıkartılan özelleştirme mağdurlarının tamamını biz kamuda çalıştırdık ve bakın, ilkokul mezunu olana biz şu anda aralık ayı itibarıyla, net olarak, yaklaşık 800 lira, yani 799 lira maaş veriyoruz aylık, lise ve dengi mezunlarına 885 lira, yükseköğrenim mezunlarına 970 lira.   4/C daha önce yoktu, AK PARTİ Hükûmeti getirdi. Bizden önce, vatandaş, özelleştirildikten sonra şirketlerde çalışanlar kapı önüne bırakılıyordu. Biz bunları kamuya işe aldık, maaşlarını artırdık ve emekli olmalarına imkân sağlıyoruz.

Dolayısıyla, yine, şube müdürlerine ilişkin evet bir çalışmamız vardır. Aslında şunu da söylemek istiyorum: Değerli arkadaşlar, 2005 yılından bu yana, 2006 yılından bu yana ciddi bir şekilde kamuda ücret dengesizliklerini giderecek çok önemli düzenlemeler yapıyoruz. Bakın, basit bir örnek vereyim. Şimdi 9/1 net memur maaşına bakalım. Kurumsal ek ödemesi olanı 100 alın. Kurumsal ek ödemesi olmayanı kaçtı 2005 yılında? 67 liraydı yani arada 33 liralık bir fark vardı, yüzde 33’lük bir fark vardı. Bugün itibarıyla kurumsal ödemesi olan 100 lira alıyorsa kurumsal ödemesi olmayan ve bizim getirdiğimiz denge tazminatını alan 92 lira alıyor. Fark sadece 8’e indi. Biz bu farkı kapatacağız. Dolayısıyla şube müdürlerine ilişkin çalışmalarımız da devam ediyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bizim dönemde her zaman en düşük ücret alana en yüksek artışı verdik. Niye? Çünkü o bahsettiğiniz intibak yasası… İntibak problemini kim çıkarttı, intibak problemi nereden çıktı?

BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz doldu.

Madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 2011 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının 21 inci maddesinin (1). fıkrasında yer alan aylık katsayısının 0.0653895, taban aylığı katsayısının 0.87241 ve yanödeme katsayısının 0.0207273 olarak, (2). fıkrasında yer alan 3.245 rakamının da 3.432 şeklinde değiştirilmesini; devlet memuru ve diğer kamu görevlileri ile Sosyal Güvenlik Kurumu emeklilerine 2011 yılı içinde birer maaş ikramiye verilmesini; önergenin getireceği yükün 2011 yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin personel ve tarımsal destekler için ayrılan ödenekleri ile yedek ödenek hariç diğer ödeneklerden yapılacak % 8 kesintiden karşılanmasını arz ve teklif ederiz.

 

Harun Öztürk

Osman Kaptan

Fatih Atay

 

İzmir

Antalya

Aydın

 

Ahmet Ersin

Mevlüt Aslanoğlu

 

 

İzmir

Malatya

 

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Evet, Recai Bey, demin katılacağım dediniz.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Çoğunluğun yok Recai Bey.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Anayasa’nın bütçe görüşmelerini düzenleyen 162’nci maddesinin “…değişiklik önergeleri, üzerinde ayrıca görüşme yapılmaksızın okunur ve oya konur.” hükmü gereğince önergenin gerekçesini okutuyorum:

Gerekçe:

Krizin yol açtığı etkilerin azaltılması ve kamu çalışanları ve emeklilerinin reel maaş kayıplarının kısmen karşılanması amacıyla maaşların 2011 yılında Hükümetin önerdiği % 4+%4 yerine % 10+%10 oranında artırılması ve çalışanlarla emeklilere birer maaş tutarında ikramiye verilmesi için işbu değişiklik önergesi verilmiştir.

Önerinin yükü, 2011 yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin personel, yedek ödenek ve tarımsal destekler için ayrılan ödenekler dışında kalan ödeneklerden yapılacak %8'lik kesintiden karşılanacağından, gider artıcı niteliği bulunmamaktadır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

21’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 23.24

 

YEDİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 23.37

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 40’ıncı Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.

2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.

Komisyon burada.

Hükûmet burada.

Tasarının 22’nci maddesini okutuyorum:

Kadroların kullanımına ilişkin esaslar

MADDE 22 – (1) 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinde belirtilen kamu idare, kurum ve kuruluşları; serbest memur kadrolarına 2010 yılında emeklilik, ölüm, istifa veya nakil sonucu ayrılan memur sayısının yüzde 50'sini geçmeyecek şekilde açıktan veya diğer kamu idare, kurum ve kuruluşlarından nakil suretiyle atama yapabilir. Bu sınırlar içinde memur ihtiyacını karşılayamayacak söz konusu idare, kurum ve kuruluşlardan yükseköğretim kurumları için ilave 4.000 adet, diğerleri için ilave 21.000 adet atama izni verilebilir.

 (2) Hakimlik ve savcılık meslekleri ile bu meslekten sayılan görevlere ve Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği uyarınca asistan kadrolarına yapılacak atamalar, Maliye Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Gelir İdaresi Başkanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığında münhasıran vergi ve sosyal güvenlik alanlarında istihdam edilecek yardımcı, stajyer ve kontrol memuru kadrolarına yapılacak atamalar, 657 sayılı Kanunun 53 üncü maddesine göre yapılacak özürlü personel atamaları, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu kapsamında veya diğer ilgili mevzuata göre yapılacak askeri personel atamaları, emniyet hizmetleri sınıfında bulunan kadrolara yapılacak atamalar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun ek 1 inci maddesi ve 24/5/1983 tarihli ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun ek 1 inci maddesi uyarınca yapılacak atamalar ile 24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanunun 22 nci maddesi ve 4/2/1924 tarihli ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanununun ek 29 uncu maddesi uyarınca yapılacak personel nakilleri birinci fıkrada yer alan sınırlamalara tabi değildir.

(3) İkinci fıkrada sınırlamalara tabi olmaksızın atama yapılabileceği belirtilen kadrolardan ayrılanların sayısı birinci fıkrada öngörülen yüzde 50 sınırının hesabında dikkate alınmaz.

(4) Birinci fıkra kapsamında 657 sayılı Kanunun 59 ve 92 nci maddeleri uyarınca yapılacak açıktan atamalar için Devlet Personel Başkanlığından izin alınması zorunludur.

(5) 2/9/1983 tarihli ve 78 sayılı Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname eki cetvelde kadroları yer alan yükseköğretim kurumları; öğretim üyesi dışındaki boş öğretim elemanı kadrolarına, 2010 yılında emeklilik, ölüm, istifa, nakil, eğitimin tamamlanması veya başarısızlık sonucu kurumlarından ayrılan öğretim elemanı sayısının yüzde 50'sini (araştırma görevlisi kadroları için yüzde 100'ünü) geçmeyecek şekilde açıktan veya yükseköğretim kurumları ile diğer kamu idare, kurum ve kuruluşlarından naklen atama yapabilir. Bu sınırlar içinde öğretim elemanı ihtiyacını karşılayamayacak söz konusu yükseköğretim kurumları için ilave 8.000 adet atama izni verilebilir. İlave olarak verilen atama izninin en az 3.500 adedi, Yükseköğretim Kurulu koordinasyonunda Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı kapsamında yetiştirilmek amacıyla araştırma görevlisi kadrolarına yapılacak atamalarda kullanılır. Program kapsamında söz konusu kadrolara atanacak adayların puan türleri esas alınarak kurumlar itibarıyla merkezi olarak yerleştirilmeleri, yurt içinde ve yurt dışında yetiştirilmeleri ile yükseköğretim  kurumlarına sağlanacak diğer desteklere ilişkin usul ve esaslar Yükseköğretim Kurulunca belirlenir.

(6) Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği uyarınca araştırma görevlisi kadrolarına yapılacak atamalar ile 8/4/1929 tarihli ve 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanun uyarınca yurt dışına eğitim amacıyla gönderilenlerden öğretim elemanı kadrolarına yapılacak atamalar, beşinci fıkrada öngörülen sınırlamalara tabi değildir.

(7) Öğretim üyesi kadrolarından ayrılanların sayısı ile Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği uyarınca atanmış oldukları araştırma görevlisi kadrolarından ayrılanların sayısı beşinci fıkrada öngörülen yüzde 50 veya yüzde 100 sınırının hesabında dikkate alınmaz.

(8) 5018 sayılı Kanuna ekli cetvellerde yer alan kurumlar ile 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinde belirtilen kamu idare, kurum ve kuruluşları kadro ve pozisyonlarının dolu-boş durumu ile bunlarda meydana gelen değişikliklere ilişkin bilgileri Mart, Haziran, Eylül ve Aralık aylarının son günü itibarıyla düzenleyerek anılan ayları izleyen ayın yirmisine kadar e-bütçe sisteminde veri girişi yapmak suretiyle Maliye Bakanlığına bildirirler. Ayrıca bu bilgileri içeren cetveller, Devlet Personel Başkanlığına gönderilir.

(9) 1/1/2011 tarihi itibarıyla, 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 49 uncu maddesinde belirtilen oranları aşmış olan belediyeler ve bunların kurdukları müessese ve işletmeler ile 26/5/2005 tarihli ve 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanununun 18 inci maddesinde belirtilen oranı aşmış olan mahalli idare birliklerinin boş memur ve sürekli işçi kadrolarına yapılacak atamalar hakkında 5393 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesi hükümleri uygulanır.

BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Şinasi Öktem. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ŞİNASİ ÖKTEM (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 22’nci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Bu maddeyle kamuda kadroların kullanımına ilişkin esasları görüşeceğiz.

Değerli milletvekilleri, Anayasa’nın temel esaslarını içine sindiremeyen, dışarıdan ve içeriden yapılan her türlü telkine açık bir politik tavır sergileyen, cumhuriyetimizin kimliğine, temeline ve kuruluş ilkelerine karşıtlığını hiç bıkmadan sürdüren AKP İktidarının kadrolaşmadan ne anladığı, yıllardır sürdürdüğü uygulamalarıyla bellidir. Geçen bu yıllarda cumhuriyet tarihimizin en acımasız, en militan kadrolaşmasını gerçekleştirmiştir ve artık yolun sonuna gelinmiştir. Dilerim, önümüzdeki yeni dönemde, açılan yaraları, oluşan hasarları onarmayı başarırız.

Bugün, konuşmamda, Hükûmeti bu nitelikte bir kadro politikasına iten siyasi projenin boyutundan söz etmek, üzerinde yaşadığımız coğrafyaya dönük hayallere ve beklentilere dikkatinizi çekmek istiyorum. Çok değil, doksan iki yıl önce, 1918’in Eylülünde imzalamıştı Osmanlı Mondros’u. Ardından Sevr gelmişti, tarih 10 Ağustos 1920’ydi. Topyekûn bir direnişle karşıladık her ikisini de. Topyekûn bir savaş verdik özgürlük ve bağımsızlık uğruna. Kapitalizme ve emperyalizme karşı verdiğimiz eşi benzeri görülmeyen Kurtuluş Savaşı’yla Sevr’i reddettik. Orta Doğu’nun haritasını cetvelle, pergelle belirleyenlere karşı eğri bıçaklarımızın ucuyla çizdik millî sınırlarımızı. Mondros’a, Sevr’e karşı 24 Temmuz 1923’te Lozan’ı anıtlaştırdık. Lozan’da yedi düvele karşı Türkiye’nin özgürlüğünü ve bağımsızlığını ilan ettik. Altı yüz yirmi iki yıllık bir imparatorluğun yıkıntıları üstüne yeni ve güçlü bir devlet kurarken binlerce yurttaşımızın kanıyla resmettik ay yıldızlı bayrağımızı.

Değerli arkadaşlarım, aradan sadece seksen yedi yıl geçti. Bin bir acıyla, çileyle kurulan cumhuriyetimize bugün yapısal bir dönüşüm dayatılmakta, millet tanımı, egemenlik tanımı değiştirilmek istenmektedir. Geldiğimiz bu noktada, üyesi olduğumuz bu Meclisin kurucuları egemenliği destanlaştırırken, ulus olarak Kurtuluş Savaşı vermiş olmanın, laik, demokratik bir hukuk devleti, bir siyasi bilinç cumhuriyeti kurmuş olmanın onuru ve güveninin bir gün suçluluk kompleksine dönüşebileceğini akıllarının uçlarından bile geçirmemişlerdi. Evet, dünya değişti, koşullar değişti, konjonktür değişti ama değişmeyen bir şey var değerli arkadaşlarım, o da emperyalizmin bu coğrafyadaki egemenlik talebi. Türkiye dün olduğu gibi, bugün de satranç tahtasındadır. Oyun yeniden kurulmuş, kartlar yeniden karılmıştır. Ayrım gözetmeden neredeyse herkesi kullanan, herkesi entegre etmeye çalışan ve yerli iş birlikçilerle oynanan bu büyük oyunu bozmak, bu topraklarda yaşayan 75 milyonun yani bütün halkın sorumluluğudur. Unutulmaması gereken şeylerden biri, böyle bir oyunun sonunda, elde ancak yaktığın canla yanacak canının kalacak olmasıdır. Unutulmaması gereken diğer bir şey de el atına binenin çabuk ineceği gerçeğidir. Sömürüyü özgürleştiren, emeği örgütsüzleştiren, insanı çaresizleştiren, yalnızlaştıran bu ekonomik düzen, kapkaçını, vurgununu, yalanını, talanını, yolsuzluğunu gizlemenin en insafsız, en kurnazca yolunu izlemektedir.

Kapitalizmin kârı, emperyalizmin hegemonyası için böl, parçala, yönet yöntemi ustaca kullanılmaktadır. Toplumu dini inançları nedeniyle ayrıştır, etnik kökeniyle ayrıştır; Sünni’sin, Alevi’sin, Türk’sün, Kürt’sün diye cepheleştir. Bu tartışmalarla ülkenin enerjisini bitir, aklını karıştır. Böylece emek-sermaye çelişkisinin, yoksulluğun, yolsuzluğun üstünü kolayca ört; bu kabul edilemez. Türkiye’yle oynamak bu kadar kolay değildir. Türkiye etrafına örülmek istenen örümcek ağını parçalayıp atacak güçtedir.

Değerli arkadaşlarım, bir ülke böyle bir sürece bütün dinamikleriyle karşı durmak zorundadır. Ülkenin dinamiklerini yönlendirecek olan birincil sorumlu ülkeyi yönetenlerdir. Yönetenlerin sorumluluğu toplumu aynı potada çelikleştirip bir arada daha güçlü kılmaktır, tehlikeli boyutlarda ayrıştırmak ve cepheleştirmek değil. Bunu seçenler hafızalarını tazelemelidirler.

Ben sizlere birkaç sene öncesini hatırlatacağım: Sene 2003, AKP’nin birinci iktidar dönemi, hazırlanan yasanın adı Kamu Yönetimi Temel Kanunu, yasanın hedefi üniter yapı, ulus devlet, amacı federal yapının basamaklarını oluşturmak. Ancak derin ve karanlık bu hesap üniter ve ulus devletin kurucusu Cumhuriyet Halk Partisi tarafından püskürtülür ve tasarı geri çekilmek zorunda kalınır. Ya sonra ne olur değerli arkadaşlar? Ardından gündeme Belediyeler ve İl Özel İdareleri Yasası getirilir. Yetmez, üniter devlet yapısını ortadan kaldırmaya yönelik olarak Türkiye’yi bölgelere ayıran yeni bir düzenleme, Bölge Kalkınma Ajansları Yasası hazırlanır.

Değerli arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi bu ve bu benzer düzenlemelerin tümüne karşı durmuştur, durmaya da devam edecektir. Cumhuriyet Halk Partisinin felsefesi devletin kuruluş felsefesidir. Bundan vazgeçmeye de niyeti yoktur. Şu an içinde bulunduğumuz nokta, edilgen, uyumlu ve teslimiyetçi bir noktadır. Bunun sorumlusu da İktidardır. Herkes çok iyi bilmelidir ki, bugünlere Hükûmetin sürece yaydığı taktiklerle gelinmiştir.

AKP Hükûmeti yöntemini şu sözlerle tarif ediyor: “Sessiz ve derinden, hissettirmeden. Tepkiyle karşılaşınca geriye çekilerek, unutturarak ama hedeften hiç şaşmadan, kararlılıkla sızacaksın, kaleleri düşüreceksin, mekanizmaları kontrol edeceksin.” Böyle diyorlar ve gereğini de yapıyorlar.

Geçtiğimiz günlerde yaşadığımız Habur’da dillere destan olan açılım da bu yaklaşımı doğrular niteliktedir. Açılımın açtığı yolda şimdi neyle irkiliyor Türkiye'nin sinir uçları derseniz? Diyarbakır Demokratik Toplum Kongresi’nde tartışılan projeyle, Türkiye’ye konfederasyon elbisesinin giydirilmesiyle, gelişmiş bir medya pazarlaması ve tutarsız taktiklerle, kontrolsüz bir kavram kargaşasıyla sunulan kocaman bir palavrayla, demokratik özerklik, çift dil, çift bayrak, öz savunma gücü, yetmiyor, Türkiye'nin geri kalanı da yapılandırılıyor. Türkiye, yirmi-yirmi beş idari bölgeye ayrılacakmış. Bölge meclisleri kurulsun, her bölge meclisinde kendilerini temsil eden bir bayrak bulunsun.

Değerli arkadaşlar, sınırları cetvelle çizilen ülkelerde bile, Irak’ta bile olağan koşullarda dile getirilemeyen ancak Amerikan işgaliyle yaratılan ortamda konuşulabilenlerin benzeri önerilerdir bunlar. Herkesin ağzından çıkana dikkat etmesi gerekir. Bu yaklaşım, hiç kimseye daha özgür, daha adil, daha eşit bir gelecek vadetmez. Yaşanan bu gelişmelerle ilgili olarak Hükûmet hâlâ bir değerlendirme yapmamıştır, hâlâ beklemededir.

Elini ovuşturarak Türkiye’yi izleyenlere ve onların uzantılarına Çin Seddi’nin hikâyesini anlatarak bitirmek istiyorum konuşmamı. Oğuzname’ye göre, “Mete’yle doğrudan savaşmak istemeyen Çin İmparatoru nedenler aramaya başlar ve Mete’den atını ister. Mete bu isteği yerine getirir, ardından karısını ister. Oğuz beyleri böyle bir şey olamayacağını söyler. Mete ‘At benimdi istediğime verebilirim, karım ise özgür bir insan olarak düşünüp kararını verebilir. Eğer kendisi devlet düzeni için gitmeye razı gelirse ağzımı bile açmam. Kişisel sorundur bunlar.’ diye cevaplar. Ne var  ki Çin İmparatoru bununla yetinmez. Sınırda uyuşmazlık konusu olan bir toprak parçasını ister. Mete bunun üzerine kurultayı toplar. Kurultayın kararı açıktır: ‘Toprak kutsaldır ancak zorla alınır.’ Mete’nin akınları başlar, akınlar öyle yoğundur ki Çin İmparatoru korunmak için dünyanın yedi harikasından biri olan Çin Seddi’ni yapar.” O hikâyeyi Erol Toy Oğuzname’de böyle aktarır arkadaşlar, ben onun tekrarcısıyım. Bilinmelidir ki ve iyice anlaşılmalıdır ki o hikâyenin son sınırı Misakımillî’dir.

Değerli arkadaşlarım, bir siyaset ustasının sözleriyle sonlandırmak istiyorum. “Bu ülke hepimizindir. Türkiye’yi bugünlere hep beraber getirdik, bundan sonra da hep beraber sahip çıkacağız. Tarihiyle iftihar ettiğimiz laik, demokratik, üniter, ulus devletimiz, cumhuriyetimiz, kenarından köşesinden, açıktan gizliden, dört bir taraftan kuşatılmıştır. Bu memleketi ne yapılacağı bilinmeyen bir sürece teslim edemeyiz.”

Gene sözlerime Mustafa Kemal’in bir özdeyişiyle son vermek istiyorum. “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

Saygılarımla selamlarım hepinizi. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öktem.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın İnan…

MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, özellikle son zamanlarda Türkiye’de demokrasinin arkasına sığınılarak Türkiye'nin belli bölgelerinde özerklik talep edilme noktasına kadar gelinmiştir. Bu konuda maalesef devleti başta savunması gereken Sayın Başbakan hiçbir şekilde cevap vermemiştir. Başbakanın bu suskunluğunu neye bağlıyorsunuz? Buna siz belki cevap veremezsiniz ama Sayın Başbakana iletip kamuoyunu net bir biçimde aydınlatırsa sevinirim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, yurt dışında çalışan kamu personellerinin arasındaki ücret farklılıklarını gidermek için herhangi bir çalışmanız var mı?

İki: Yurt dışı kamu personellerinin çalıştığı kurumlar arasındaki maaş ödeme tarihlerinin keyfîliğini kaldırmak için herhangi bir çalışma yapacak mısınız ve tek tarihte toplayıp bu mağduriyeti giderecek misiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, siz ve sözcüleriniz devamlı 57’nci Hükûmetten kalan borçları ödediğinizden bahsediyorsunuz. Şimdi sormak istiyorum: Sekiz yılda 57’nci Hükûmetten sizin hükûmetlerinize devrolan borç ne kadardır? Ne kadar borç ödediniz? 57’nci Hükûmete kendisinden önceki hükûmetlerden kalan, üç buçuk yılda kendisine devrolan ne kadar borç vardır ve bu borcun ne kadarını ödemiştir? Bu konuda cevap verirseniz sevinirim.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Köse…

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Uluslararası Çalışma Örgütünün 182 sayılı Sözleşmesi ülkemiz tarafından kabul edilmiştir. Bu sözleşme gereği 2010 yılında hangi çalışmalar yapılmıştır? 2011 yılı için bu konuda ne kadarlık bir bütçe ayrılması söz konusudur? Bu konuda GAP bölgesi illerine dönük olarak özel projeler uygulanacak mıdır?

İkinci sorum: Aynı dönemde kurulmuş ve aynı bölgede yer alan bazı üniversitelerin bütçeleri geçen yıla oranla yüzde 100 dolayında artarken, Adıyaman Üniversitesi bütçesinin yüzde 33,4 oranında artırılması sizce adil midir? Bu ayrımın sebebi nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Yıldız…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, ülkemizde hipermarketler hızla artmaktadır, küçük esnaf ise kepenk kapatmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, 57’nci Hükûmet döneminde büyük mağaza yasasını kabul ettirememiştik, bu dönemde de Adalet ve Kalkınma Partisinden kanun teklifimize destek alamadık. Büyük mağazalar yasasını esnaf beklemektedir, 2011 yılının altıncı ayına kadar bu yasayı çıkaracak mısınız?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Uslu…

CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, beş dakika süre içerisinde ortalama 5 veya 6 arkadaşım soru sorabiliyor. Doğrusu, ben, bu geride kalan maddelerle ilgili olarak üç defa soru sorma imkânı buldum, ama hiçbirine cevap alamadım.

Şunu sormak istiyorum: Burada bu kadar bürokrat arkadaşımız var, dışarıda da sayısını 60 kadar tahmin ettiğim bürokratlar var. Bunlar, bu arkadaşlarımız bu soruların cevaplarını hazırlayamıyorlar mı? Sayın bakanlar bize niye cevap vermedi? Bunu sormak istiyorum.

Çok teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Maliye Bakanına üç kez sordum, cevabını alamadığım bir soruyu Sayın Bakana sormak istiyorum.

Üniversite bütçeleri içerisinde Dumlupınar Üniversitesi bütçesi, maalesef en az artış gören bütçelerden birisi. Öğrenci başına düşen bütçe dikkate alındığında, 94 üniversite arasında sondan 2’nci üniversite durumunda. Acaba İktidarınızın size en fazla desteği veren Kütahya’ya karşı özel bir ilgisi mi var? Niçin bu üniversitenin kadrosu kısıtlı tutuluyor ve bütçesi bu kadar azaltılmıştır? 2008 Mayıs ayından bu yana tıp fakültesi kadrolarına kullanma izni verilmemesinin sebebi nedir? Acaba üniversitenin başındaki rektörün Sayın Cumhurbaşkanı tarafından atanmamış olması bunda önemli bir gerekçe midir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Akcan...

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Şimşek orada otururken, bundan yaklaşık iki madde öncesinde kendisine yöneltilen bir soruyu cevaplandırırken “Biz 2005 yılında Et ve Balık kurumlarını özelleştirme programından çıkardık, şimdi aktif olarak çalışıyor.” dedi. Ancak bu, Doğu ve Güneydoğu illerinde açık. İzmir’de besicilik yapan bir vatandaş Et ve Balık Kurumuna hayvanını kestirmek istese Erzurum’a mı götürecek, Diyarbakır’a mı? Bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Bakan, beş dakika süre içinde cevap vereceksiniz.

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Öncelikle soru soran, eleştirileriyle bütçemizin geçişine katkıda bulunan bütün milletvekillerimize teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekillerimizden bir tanesi, son zamanlarda özerklik talepleriyle ilgili birtakım söylemler olduğunu ve buna Sayın Başbakanımızın cevap vermediğini iddia ettiler.

Ben kendilerini biraz arşiv karıştırmaya davet etmek istiyorum.

MÜMİN İNAN (Niğde) – Arşive gerek yok, bugün.

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Bu ülkede hiçbir siyasetçi, Sayın Recep Tayyip Erdoğan kadar  “Tek millet, tek bayrak, tek devlet.” dememiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MÜNİN İNAN (Niğde) – Arşive bakma. Bugün… Bugün…

BAŞKAN – Sayın İnan…

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – “Tek devlet, tek millet, tek bayrak.” diyen, bunu defalarca dile getiren Sayın Başbakanımızı burada böyle bir konuda sessiz kalmakla itham etmek ya bilgisizliktendir ya kasıttandır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Ağzına mı yapışacak bir kere daha tekrar etse?

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) –  Onun için, ben bu milletvekilimizi öncelikle okumaya, öğrenmeye, dinlemeye davet ediyorum.

Bunlar…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Milletvekiline hakaret etmeye hakkınız var mı Sayın Bakan?

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Burada hakaret yok. Sayın Vekilim, burada hakaret yok. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Yakışmıyor Sayın Bakan!

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) –  Başbakana hakaret etmek serbest olacak da milletvekiline “Oku, incele, idrak et.” demek mi hakaret olacak? (CHP ve MHP sıralarından gürültüler) Lütfen.. Lütfen…

RASİM ÇAKIR (Edirne) – Uykunuzu alamadınız galiba Sayın Bakan.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

Sayın Bakan, siz Genel Kurula hitap edin.

MÜMİN İNAN (Niğde) – Git arşive sen bak!

BAŞKAN - Sayın İnan, lütfen…

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Bir başka milletvekilimiz yurt dışında görev yapan kamu personelinin ücretleriyle ilgili bir soru sordu. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Milletvekiline hakaret etmeye hakkınız var mı ya!

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Sayın vekiller, bu soruların cevaplarını biliyorsanız ya sormayın, bilmiyorsanız da dinleyin, öğretelim. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Bakan…

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Yurt dışında görev yapan…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sen bu Mecliste nasıl konuşuyorsun? Ne biçim konuşuyorsun? Ayıp değil mi?

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Ne biçim soru soruyorsun? Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanını nasıl böyle bir şeyle itham edersiniz?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sen konuşma!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Ayıp be!.. Ayıp değil mi bu?

BAŞKAN – Sayın Bakan…

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, müsaade ederseniz diğer sorulara ben cevap vereyim.

BAŞKAN – Evet, Sayın Şimşek, buyurun. (MHP sıralarından gürültüler)

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Buraya kaç tane bakan geldi. Şu üslup hiç yakışıyor mu?  

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – İlk defa milletvekillerine hakaret eden bir Bakanla karşılaşıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Çelik, lütfen.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Müsaade ederseniz geri kalan sorulara ben cevap vermek istiyorum.

Değerli arkadaşlar…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Şu üslup yakışıyor mu?

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Sizin soruş üslubunuz yakışıyor mu?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Deniliyor ki “Bu gelişme var.” Sayın Başbakan da bir şey söylesin. Bu bir ihtiyaç… Kalkıp milletvekillerini, siyasi partileri suçlamaya hakkı yok.

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Bugün İktidar Partisinin Genel Başkan Yardımcısı bu konuda çok net bir açıklama yapmıştır.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Ağzına mı yapışacak bir kere daha söylese? İhtiyaç var.

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Başbakan her gün söylüyor “Tek millet, tek bayrak, tek devlet” diye.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Ne zaman söyledi?

BAŞKAN – Sayın Korkmaz, lütfen…

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Defalarca söyledi. Onu diyorum, açın arşivlere bakın. Her gün söyledi.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - Bir kere daha söylesin!

BAŞKAN – Sayın Korkmaz…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Sayın Başkan…

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Bugün de… Sayın Başkanım, burada bir algılama hatası var. Ben… (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Şandır… Sayın Korkmaz…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Özür dile Meclisten!

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Peki, Sayın Vekilim, kendimi düzeltmek için bir fırsat istiyorum.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Her defasında gelip buraya milletvekillerini suçlamaya hakkın yok. (MHP sıralarından gürültüler)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Özür dile Meclisten.

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Tamam, gerekirse dilerim. Gerekirse dilerim.

BAŞKAN – Sayın Korkmaz…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Siz bu Meclisin terbiyecisi misiniz? Siz Bakan mısınız, sokakta mı konuşuyorsunuz?

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Sayın Başkanım, bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Şimşek cevap veriyor şu anda.

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Sayın Başkanım, bir açıklama yapacağım.

BAŞKAN – Lütfen Sayın Bağış…

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Bir açıklama yapacağım.

BAŞKAN – Sonra, sonra... Zaten bitiyor.

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Arkadaşlar yanlış anladılar da onun için. İnanın bana.

Arkadaşlar, bu özerklik iddialarına, Sayın Şandır, bakın, bunlara Başbakanımız seviyesinde cevap vermek onları ciddiye almak anlamına gelir.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Başbakana hiçbir şekilde hakaret edilmiyor burada. Böyle bir şey olmaz.

DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Bunlara Genel Başkan Yardımcımız zaten cevap verdi ama Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı zaten… Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı bugüne kadar en az bin kere -en az bin kere, ben şahidim- “Tek millet, tek devlet, tek bayrak.” demiştir.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) -  Her konuya cevap veriyor da niye bu konuya cevap vermiyor. Gizli mahfillerde mi konuşuyor? Çıksın televizyonlara…

BAŞKAN – Evet, buyurun.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, görüşmeye devam edelim. Müzakereye…

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Evet, müsaade ederseniz…

Değerli arkadaşlar…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, cehaletle söyledi!

BAŞKAN –Sayın Şimşek, devam ediyor zaten. Her kafadan bir ses çıkıyor, tamam.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar, sorulardan bir tanesi bugün sık sık sorulan bir soruydu “Dumlupınar Üniversitesine neden düşük ödenek veriliyor?” diye.

Değerli arkadaşlar, Dumlupınar Üniversitesinin 2011 ödenek artışlarını ben söylüyorum: Personel giderleri yüzde 15,3, mal ve hizmet için ödenek yüzde 23 artmış, cari transferler yüzde 101, yalnız sermaye giderleri yüzde 18 azalmış. Demek ki Dumlupınar’ın 2011 için öngörülen yatırımlarında bir azalma söz konusudur. Muhtemelen o anlamda genel ödeneklere yansımıştır, yoksa Dumlupınar’a ilişkin başka türlü bir mülahaza söz konusu olamaz. Aslında…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Bakan, öğrenci başına en düşük yatırımın olduğu ikinci devlet üniversitesi!

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar, müsaade edin.

BAŞKAN – Sorularla ilgili süre doldu. Kalan soruları yazılı olarak verirsiniz.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

23’üncü maddeyi okutuyorum:

Sözleşmeli personele ilişkin esaslar

MADDE 23 – (1) 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinde belirtilen kamu idare, kurum ve kuruluşlarında, 657 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin (B) fıkrası ile 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 7 nci maddesinde belirtilen mevzuat kapsamında, 2010 yılındaki vizeli mevcut pozisyon ve tip sözleşme örnekleri yeni bir vize yapılmasına gerek kalmaksızın 2011 yılında kullanılmaya devam olunur. Bu pozisyonlarda 2010 yılında istihdam edilen personelden, 2011 yılında görevlerine devam etmeleri uygun görülenlerle, mevcut sözleşme ücretlerine 2011 yılı için mevzuat uyarınca yapılacak artışlar ilave edilmek suretiyle yeni sözleşme yapılır.

(2) Kanun, uluslararası anlaşma, Bakanlar Kurulu kararı veya yılı programıyla kurulması veya genişletilmesi öngörülen birimler ile hizmetin gerektirdiği zorunlu haller için, yılı ödeneğini aşmamak kaydıyla yapılacak yeni vizeler dışında, 2010 yılı sözleşmeli personel pozisyon sayıları hiçbir şekilde aşılamaz.

(3) Belediyeler, il özel idareleri ve mahalli idare birlikleri ile bunların müessese ve işletmelerinde, 5393 sayılı Kanunun 49 uncu maddesi çerçevesinde sözleşmeli personel istihdamı mümkün olan hizmetlerde (anılan maddenin dördüncü fıkrasında sayılan unvanların dışında olmak ve o hizmet için ihdas edilmiş kadro bulunmamak kaydıyla kısmi süreli olarak çalıştırılacak sözleşmeli personel hariç) 657 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin (B) fıkrasına göre ayrıca sözleşmeli personel istihdam edilemez.

BAŞKAN – Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Çankırı Milletvekili Sayın Ahmet Bukan.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA AHMET BUKAN (Çankırı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın sözleşmeli personele ilişkin esasları düzenleyen maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Partim ve şahsım adına yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi, 2002 yılında iktidara gelirken kamu personel reformu yapacağını, eşit işe eşit ücret ödeyeceğini, kurumlar ve kadrolar arasındaki ücret adaletsizliğine çare bulacağını vaat etmişti. Adalet ve Kalkınma Partisi sekiz yıldır iktidar olmasına rağmen hiçbir çözüm getirmemiş, bunun yanında kamu kurum ve kuruluşlarında temizlikten güvenliğe, sağlıktan eğitime, teknikerden mühendisine varıncaya kadar her konuda hizmet alımı yoluna giderek devlet memurunun ve işçisinin yapacağı işleri taşeron işçi statüsüyle çözmeye başlamış ve bu rakam 1 milyonu aşmıştır.

Değerli milletvekilleri, hâlbuki Anayasa’mızda sosyal hukuk devleti, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği, yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet demektir. Çağdaş devlet anlayışı, sosyal hukuk devletinin tüm kurumlarıyla Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun biçimde kurulmasını gerekli kılar. Hukuk devletinin amaç edindiği kişinin korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanması yoluyla gerçekleştirilebilir. Anayasa, aileyi toplumun temeli saymıştır. 657 sayılı Yasa ise önemli projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi, işletilmesi ve işlerliği için şart olan zaruri ve istisnai hâllere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren geçici işlerde sözleşmeli personel çalışmasına müsaade etmiştir. Ancak Anayasa ve 657 sayılı Yasa’ya rağmen Hükûmetiniz kamu personelini hukuk devletine yakışmayacak şekilde sözleşmeli ve kadrolu olarak ayırmakta, Yasa’da istisnai ve geçici olmak şartıyla izin verilen bu uygulamayı genelleştirerek sürekli kılmaktadır. Özellikle Millî Eğitim ve Sağlık Bakanlığının başını çektiği bu uygulama tüm kamu kurum ve kuruluşlarında hızla yayılmaktadır. Anayasa’da da belirtilen, biraz önce okuduğum sosyal hukuk devleti ilkesi bunun neresindedir?

Sözleşmeli personel istihdamına bir göz attığımızda birden fazla pozisyon görmekteyiz. Hatta Hükûmetinize sözleşmeli uygulaması da yeterli gelmemekte, ücretli öğretmen, vekil ebe, vekil hemşire, sözleşmeli ceza infaz koruma memuru istihdamı yoluna gidilmektedir. Özlük ve mali hakları birbirinden farklı çok çeşitli pozisyonlarda personel istihdamı neticede kamu yönetiminde kargaşaya sebep olmaktadır ve Anayasa’mızda belirtilen sosyal hukuk devleti tanımlamasına uymamaktadır. Bizce Hükûmet bunu yaparken tek bir şey istiyor, o da çalışanlara gözdağı vermek, kendi haklarını savunamayan bir topluluk hâline getirmek ve konuşmayan, düşünmeyen “Ben ne dersem onu yapın, başka bir şeye gerek yok.” diyerek bir köleler topluluğu oluşturmak Hükûmetin görevi.

Sayın milletvekilleri, bir defa, sözleşmeli personele tayin hakkı verilmemekte, özellikle eş durumu tayin hakkından mahrum edilen personelin aile bütünlükleri parçalanmakta, evli olup farklı illerde çalışan personel eşi veyahut işi arasında tercihe zorlanmaktadır. Bekâr personel ise bu şartlarda evlenmeye dahi cesaret edememekte. Hiçbir iş gücü kaybına ve maliyet artışına sebep olmayan becayiş hakkı dahi sözleşmeli personele tanınmamaktadır. Bunun yanı sıra, sözleşmeli personel arasında farklı ücret uygulanmaktadır. Aynı statüde aynı görevi yapan personel arasındaki ücret farklılıkları iş barışını zedelemekte ve Anayasa’mızın eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Bu personele kadro ve terfi imkânı verilmeyerek görevde yükselme hakkı gasp edilmektedir. Mesela sözleşmeli öğretmenlerin idareci veyahut müfettiş olma hakkı yok, hizmet puanları yok, eş, çocuk, doğum yardımları yok; ücretleri her ilde farklılıklar gösteriyor, sözleşmeleri yıllık olarak yenilenmek zorunda. Bu da, çalışanlarımızı, yani kamu çalışanlarını, devlet adına çalışanları mutsuz ediyor. Mutsuz, hedefsiz, gelecekten kaygılı bir toplum yaratıyorsunuz. İşçimiz mutlu değil, memurumuz mutlu değil, çiftçimiz, esnafımız, tüccarımız mutlu değil. Kısacası, sizin zengin ettiğiniz ve yandaşlarınızın dışında kimse mutlu değil.

Sözleşmeli personelin çoğu ailesinden ayrı yaşamak zorunda kalıyor. Boşanmalar var, evlenemeyenler var. Sözleşmeli personel eğitimlere devam edemiyor, iş güvencesinden yoksun, hizmet veremiyor.

Sağlık Bakanlığında çakılı sözleşmeli statüsüyle çalışan sağlık personelinin tayin hakkı olmadığı için sıkıntılı günler yaşıyor. Görev yaptıkları illerden ayrılma şansları olmayan kimi personel yuva kuramıyor, kimi eğitimden mahrum kalıyor. Sözleşmeli personel, eş durumundan tayinlerin açılmasını ve uygulamanın gözden geçirilmesini istiyor. Birçok sözleşmeli personelin aile bütünlüğü zarar görmekte, yuvaları dağılmaktadır. Askerlik dönüşü işe başlamakta sıkıntı yaşamaktadırlar. Aynı iş yerinde farklı mali ve sosyal haklara sahip personel olması çalışma barışını zedelemektedir. Bunlar gibi daha birçok sorunlarla sözleşmeli personel çalışma hayatını sürdürmeye devam etmektedir. Bu sorunlar Meclis çatısı altında çözüme ulaştırılmalı, sorun ortadan kaldırılmalıdır.

Geçen dönemlerde kadroların bin bir bahaneyle görev yerlerinde durdurulmalarının faturası sözleşmelilere kesilmiş durumdadır. Kadrolara dokunulmayıp yeterli önlem alınmadığı için yerinde sözleşmeli personel yaratma ve haklarını sınırlama yoluna gidilmiştir. Eğitim, sağlık ve eş durumu sorunları tayin haklarına sınırlama getirilmiştir. Eğitim sorunu başı çekmekte olup başka bir okul, üniversite okumak isteyen, kendini geliştirmek isteyen personel bu hakkından mahrum kalmıştır. Hayat standartları kısıtlı olduğu için kimse işini bırakıp okumaya gidememiştir.

Sağlık personelinin sınıflandırarak bölünmesiyle bir sağlık kuruluşunda “Kadrolu”, “4924’lü”,“4/B’li”, “Vekil” ve benzeri isimler altında birçok yardımcı sağlık personeli bulunmakta, aynı işleri yapmalarına rağmen maddi olarak ve de bazı haklar olarak farklılıklar içermektedir. Bu da arkadaşlar arasında bir sosyal sorun yaşanmasına yol açmaktadır. Öncelikli olarak tek sınıf sağlanması gerekmektedir.

Hak aramakta zorluklar çekilmektedir. Sorunu olup bunu aktaranlar, “Çalıştığın yerde mutlu olmaya bak.” denilmekle kalmış veya “Kimse zorla imza attırmadı.” denilerek çaresiz bırakılmıştır. 4924’e tabi personel nakil isteyememektedir. Eritilmek için bunlara dokunulmamakta, çözüm arayan personel ya istifa etmek ya da 4/B’ye geçmek zorunda kalmaktadır.

4924’e tabi personelin fazla mesai ve nöbet parası bulunmamakta, bunun yerine izin verilmektedir. Yeterli personel olmayan kurumlarda personel eksikliği ifade edilerek sözleşmeli personele izin dahi verilmemektedir.

Sözleşmeli personelin idarede müdür veya başhemşire olarak çalışmasında kolaylık sağlanması gerekmektedir.

Vergi oranlarında da adaletsizlik vardır. Sözleşmelilerden yıl sonuna kadar yüksek oranda vergi kesilerek zor durumda bırakılmaktadır. Bu vergi oranının biraz geri çekilmesi gerekmektedir.

Sözleşmeli personelin yaşam kalitesine katkıda bulunmak, özellikle yaşı ilerlemiş personelin geleceğine katkıda bulunmak gerekmektedir.

Zamdan fazla yararlanılması… 4924’ler, son olarak, denge tazminatından döner sermaye neden olarak gösterilerek zam yapılmamıştır. Vergi dilimi sebebiyle de zaten maaşlar çok belirgin olarak erimeye başlamıştır. Yani bahsedildiği gibi çok fazla, kat kat maaş alınmamaktadır.

Becayiş işlemlerinin yıl içinde istenilen her zaman yapılabilmesi gerekmektedir. Becayişin her zaman yapılması iş kaybı ve zaman kaybı bakımından sorun oluşturmamaktadır. Becayiş yapmak isteyenler de sadece bir yılın bir ayını beklemek zorunda kalmamalıdırlar.

Bizim tüm çabamız, mevcut sorunları dile getirmek, çözüm getirmek; bizim mücadelemiz, işçimizin, memurumuzun, esnafımızın, köylümüzün, emeklimizin, yetiştiricimizin refah seviyesini yükseltmektir, mutlu ve insanca yaşamalarını sağlamaktır.

Maliyeden kadro mu alıyorsunuz, personel reformu mu yapıyorsunuz, ne yaparsanız yapın, bizden de katkı ve destek isterseniz, Milliyetçi Hareket Partisi her türlü katkı ve desteğe hazırdır.

Hiçbir hukuk ve hakkaniyet ilkesiyle bağdaşmayan sözleşmeli personelin sorunları çözülmelidir. Şunu da…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET BUKAN (Devamla) - Hepinize teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bukan.

Şahsı adına Karabük Milletvekili Sayın Cumhur Ünal. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

CUMHUR ÜNAL (Karabük) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 23’üncü maddesiyle ilgili AK PARTİ milletvekili olarak şahsım adıma görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunmaktayım. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

23’üncü maddenin fıkraları, vizeli mevcut pozisyon, sözleşmeli personel ve personel pozisyon sayılarının hangi şartlarda aşılabileceği ile belediyeler, il özel idareleri ve mahallî idare birlikleri sözleşmeli personel istihdamına ilişkin hususları düzenlemektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ hükûmetlerinin bugüne kadar hazırladığı bütçelerle ve kararlılıkla sürdürülen, büyümeyi esas alan politikalar neticesinde ülkemizin nereden nereye geldiği, bu kürsüden rakamlarıyla çok güzel ifade edildi. Ben de bu rakamların ışığında, Karabük ilinde, 2002’den bu yana eğitiminden sağlığına, yoluna hangi yatırımlar yapılmış, yapılmakta ve de proje aşamasında, bu gelişmelere değinmek istiyorum.

Dün yoktu, bugün 8,5 trilyon bedelli, bin öğrenci kapasiteli Polis Mesleki Eğitim Merkezi var. Dün 2 meslek yüksekokulu ve 2 bin öğrencisi vardı; bugün tıp fakültesi dâhil, 8 fakülte, 3 yüksekokul, 3 meslek yüksekokulu, 2 enstitü, 5 uygulama ve araştırma merkezi bulunan ve 11.323 öğrencisiyle istikrarla büyüyen Karabük Üniversitesi var. Bu noktada, fakülte binalarımızın yapımına destek veren iş adamlarımıza çok teşekkür ediyorum.

Dün derslik başına düşen öğrenci sayımız 32’ydi, bugün öğrenci sayımız 3 bin artmasına ve 22 okulun tekli eğitime geçmesine rağmen bu sayı 24’tür. 45 trilyonu aşan ödenekle yapılan 60 adet okulla ilimize 640 derslik kazandırılmıştır.

Dün 9 ilde doğal gaz vardı, bugün 66 ilde ve 2009’dan itibaren Karabük’te ve Safranbolu’da doğal gaz var.

Dün Karabük’te TOKİ yatırımları yokken, bugün 1.844 konut ve 2.600 kişilik yurt yapılan TOKİ yatırımları var.

Dün su problemi vardı, bugün 21 trilyona mal olan Karasu Projesi’yle Karabük ve Safranbolu’nun kırk yıllık su sorunu çözüldü. Şimdi 15 trilyon bedelli bu suyun sertliğini giderme tesisi ihale aşamasında.

Bugün hastalar ilimizde de istediği hastaneye ve eczaneye gitmektedirler. Hastanelerimiz yirmi dört saat hizmet verirken, bugün ilimizde ağız ve diş sağlığı merkezî açılmış olup, ambulans sayısından 112 istasyon sayısına, yatak sayısına, uzman hekim sayısına kadar her şey katlarıyla artmıştır.

Dün yol ve su problemi vardı, bugün KÖYDES projesiyle ilimize son altı yılda gelen 70 trilyonu bulan ödeneklerle 270 köy ve 850 mahallesinden ulaşılamayan ve suyu olmayan birimimiz kalmamıştır. KÖYDES’ten gelen bu ödenek 2000’li yıllarla kıyasladığımızda seksen yılda gelecek bir ödenektir.

Dün ilimizde 7 kilometre bölünmüş yol vardı bugün 160 kilometreyi bulan duble yollarla Karabük komşu illere açılmakta ve bu yollar için 300 trilyonu bulan ödenekler gelmiştir.

Dün 2000 yılı krizi nedeniyle üretimde 300 bin tona ve borç batağına düşen KARDEMİR vardı, bugün Hükûmetin borç ötelemesi, faiz indirimleri ve basiretli yöneticilerle ve de istikrarın sağladığı konjonktürle borçlarından arınmış, 2 milyon tona çıkmış ray ve profil haddesi ve yüksek fırın yatırımı ile 1 milyar doları bulan yatırımlar yapabilmiş, geleceğe güvenle bakan bir KARDEMİR var.

Ovacık Sporcu Kamp Eğitim Merkezi, Yenice Hükûmet Konağı, Safranbolu ve Yenice Adliye Sarayları, Ovacık Spor Lisesi, Karabük ve Safranbolu Anadolu Öğretmen Lisesi, kapalı spor salonları, Eskipazar Yarı Açık Cezaevi, HES yatırımları, tarımdan ormanına, turizmine kadar yapılan yatırımlar ve daha birçoğu ilimize kazandırılan yatırımlar var.

Yine teşvikte, Karabük, en iyi bölge olan 3. bölgede yerini almıştır.

Diğer taraftan 25 trilyon bedelli 13 bin kapasiteli stadyum, 53 trilyon bedelli 300 yataklı Şirinevler Devlet Hastanesi, 2 trilyon bedelli Karabük Devlet Hastanesi ek binası, 21 trilyon bedelli 732 kapasiteli cezaevi, 14 trilyon bedelli olimpik yüzme havuzu, inşaatları devam eden yatırımlarımızdır.

Yine, 10 trilyon proje bedelli 154 kilovatlık Kurşunlu-Karabük enerji hattı, Eflani İlçesi Entegre Devlet Hastanesi, İl Emniyet Müdürlüğü binası, Sosyal Güvenlik Kurumu binası, kültür merkezi, katı atık bertaraf tesisi, Aktaş Barajı Projesi, 18 trilyon bedelli diğer enerji hatları projesi ilimizde proje ve ihale aşamasında olan yatırımlardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her biri onlar ve yüzler trilyonlarla ifade edilen AK PARTİ hükûmetlerinin bugüne kadar yapmış olduğu güçlü ve doğru bütçelerin, güçlü bir ekonomi yönetimi ve istikrarın bir eseri olan bu yatırımlar nedeniyle başta Sayın Başbakanımıza, Hükûmetimize, sayın bakanlarımıza, emeği geçenlere ve benimle beraber Karabük’e hizmet için mücadele veren milletvekili arkadaşlarıma Karabüklü hemşehrilerim adına çok teşekkür ediyor, 2011 bütçemizin hayırlara vesile olması temennisiyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ünal.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Karabükspor’u birinci lige çıkardınız, onu unuttunuz ya!

BAŞKAN – Soru-cevap işlemine geçtim Sayın Yıldız. Sıra sizde.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Bu arada Karabükspor’a da başarılar diliyorum.

Sayın Bakan, Gelir İdaresi Grup Başkanlığı Ankara Vergi Dairesi Başkanlığına bir yazı ile Bakanlığımız merkez teşkilatı Risk Analizi, Sistem Programlama ile Veri Ambar Yönetim Müdürlüklerinde fiilen görev yapan vergi denetmeni, devlet gelir uzmanı, devlet gelir uzman yardımcısı, gelir uzmanı ile gelir uzman yardımcılarına hâlen ödenmekte olan ek ödeneğe ilaveten 50 puan ek verilmektedir.

Sayın Bakan, bu düzenlemeyle anılan birimde görevli uzman yardımcılarının maaşı diğer birimlerde görevli uzman maaşından yüksek duruma gelmemekte midir? Aynı kurumda birimler arasında maaş farkını nasıl uygun buluyorsunuz? Bu eşitsizlik Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı değil mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, hâlen kamu kurumlarında sözleşmeli kadroda çalışan personelin kaçı mühendis unvanıyla çalışmaktadır? Sözleşmeli mühendislerin zor şartlarda oldukça düşük maaşla çalıştırılmasını içinize sindirebiliyor musunuz? Aile dramına yol açan sözleşmeli memurluğun “sözleşmeli kölelik” olarak nitelendirilmesi sizi memnun ediyor mu?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, hakaret yememek için soru sormaktan vazgeçiyorum.

BAŞKAN – Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, soruma geçmeden önce az önce sizin yerinizde bulunan Sayın Egemen Bağış’ın Genel Kurula ve milletvekillerine yapmış olduğu küçültücü ve aşağılayıcı söylemi kınıyorum ve şimdi bir türlü cevap alamadığım sorularımdan bir tanesini daha yöneltmek istiyorum. Devamlı 57’nci Hükûmetin borçlarından ve o borçları ödediğinizden bahsediyorsunuz. Şimdi sormak istiyorum: Sekiz yılda 57’nci Hükûmetten sizin hükûmetlerinize devrolan borç miktarı nedir, ne kadarını ödediniz?

Yine, 57’nci Hükûmet üç buçuk yılda kendisinden önceki hükûmetlerden devraldığı ne kadar borcu ödemiştir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, Hükûmetiniz döneminde kadrolu personel yerine sözleşmeli personel tercih ediyorsunuz. Bundaki ana gayeniz nedir?

İkinci sorum: İktidara geldiğiniz 2002’de kamuda sözleşmeli personel sayısı kaç kişi idi, şu anda kaç kişi vardır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Asil…

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, özel okullar ve vakıf üniversitelerinde öğrenim ücretlerinden katma değer vergisi alınmak suretiyle eğitim vergilendirilmektedir. Özel okulların ve vakıf üniversitelerinin kontenjanının üçte 1’i boş kalmakta, böylece hem kaynaklarımız israf edilmekte hem de devletin üzerindeki eğitim yükü artmaktadır. Eğitimden katma değer vergisini kaldırmayı düşünüyor musunuz?

2008 yılında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Üniversitesinin çalışanlarından gelir vergisinin Maliyeye yatırılmayarak bunun karşılığında eğitim yatırımı yapması yönünde yasa çıkarılmıştı. TOBB bu yasa gereği hangi yatırımları yapmıştır? Devletin vazgeçtiği gelir vergisi miktarı nedir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, tabii, yapılan işin önemine, niteliğine bağlı olarak ücretlerin cüzi de olsa farklılaştırılmasını doğru karşılamak lazım. Risk analiz sistemiyle ilişkili olarak istihdam edilen arkadaşlarımız hakikaten çok önemli, çok nitelikli bir iş yapmaktadır. Aynı bölümde çalışsalar dahi, aynı unvanı taşısalar dahi çok nitelikli bir iş yapılıyorsa onun da ödüllendirilmesi lazım.

Dolayısıyla, yani bir matematiksel adalet yaklaşımı, siz de takdir edersiniz ki performansa dayalı bir kültüre geçiş için yani en azından bu konuda çaba gösteren bir ülke için çok da yanlış bir yaklaşım değil ama yine de şunu tekrarlamak istiyorum: Gerçekten, bizim Hükûmetimiz döneminde bu ek denge tazminatı yoluyla biz, inanın, kamuda ücret farklarını büyük ölçüde azalttık. Az önce rakamlarla verdim; yüzde 33 fark vardı, şu anda yüzde 8’e kadar inmiş durumda. Onu da gidereceğiz yani biraz o konuda sabırlı olmak lazım.

“Sözleşmeli kölelik” diye bir şey olamaz. Yani bizim şu anda iş arayan 3 milyon civarında vatandaşımız varken, aslında, 4/B’yle yani sözleşmeyle 4/A kadrolu arasında çok büyük ücret farklılıkları yok değerli arkadaşlar. Ücret farklılıklarından ziyade tamamen bakanlıkların birtakım ihtiyaçları nedeniyle, daha önce de örnek verdim, Hakkâri’de bizim hemşireye ihtiyacımız varsa, biz orada istihdam etmek üzere aldıysak tabii ki 4/B müessesesi o anlamda anlamlıdır yoksa bizim niyetimiz… Yani sadece maaş farklılığı… Bunların sözleşmeleri zaten her yıl otomatik olarak yenileniyor. O anlamda bir sıkıntı yok. Hatta, işte biliyorsunuz, memurlarla son yapılan toplu sözleşmelerde birçok sıkıntıları giderildi ve bu sıkıntıların giderildiğine dair birtakım hükümleri, şu mevcut torba yasasında da göreceksiniz, yani biz o sıkıntıları gideriyoruz.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Bakan, hasta olsa mazeret izni alamıyor.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Şimdi, değerli arkadaşlar, borç konusu soruldu.

Şimdi, ben daha önce de söylemiştim, 2002 yılında Türkiye'nin toplam brüt borç stoku 256,7 milyar liraydı.

YILMAZ TANKUT (Adana) – Onu sormadık Sayın Bakan. “Ne kadar borç ödediniz?” onu soruyoruz.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Şimdi, değerli arkadaşlar, ne kadar borç ödedik, onları yıllar itibarıyla faiz ödemeleri yapıyorsunuz, ana paralar birikmeye devam ediyor.

YILMAZ TANKUT (Adana) – 57’inci Hükûmet ne kadar ödedi siz ne kadar ödediniz?

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – 57’nci Hükûmet, sadece 57’nci Hükûmet döneminde, siz de takdir edersiniz -geçen defa söyledim, bundan da alınmayın- sadece 2000’den 2002’ye Türkiye'nin kamu borç stoku üçe katlandı. 80 küsur milyar liradan…

YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Bakan, 57’nci Hükûmet döneminde ne kadardı, onu da söyleyin.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Ya, değerli arkadaşlar, bakın, “kamu borç stoku katlanmış” demek… Şimdi biz geldik bunları azalttık millî gelire oran olarak. Türkiye’de şu anda kamu borç stokunun millî gelire oranı olarak… Avrupa’nın en düşük kamu borç stoku oranına sahip ülkelerinden bir tanesi Türkiye’dir ve bunu yarı yarıya azaltmıştır. Bu, büyük bir başarıdır. Bu, hepimizin başarısıdır, sizin de bununla övünmeniz lazım, bunda bir sorun yok ki. (MHP sıralarından gürültüler)

YILMAZ TANKUT (Adana) – Bu, sualimin cevabı değil Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Daha önceki borçlardan ne kadarı ödendi? Sizin yaptığınızı sormuyoruz.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar, bu kadrolu-sözleşmeli sorusu vardı. Şimdi, değerli arkadaşım, bakın, Türkiye’de, 2002 yılında 1 milyon 855. 778 kadrolu personel vardı, sözleşmeli personel de 23. 505 idi. 2010 yılına geldik, kadrolu sayısı 1 milyon 996. 127, sözleşmeli 197. 458. Sözleşmelide bir artış var ama bu, bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.

Değerli arkadaşlar, özel…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Süre bitti.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Programa göre, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın oylanmamış maddelerinin görüşmelerini ve oylamalarını yapmak için, 24 Aralık 2010 Cuma günü saat 10.00’da toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 00.29