DÖNEM: 23 CİLT: 87 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
40’ıncı
Birleşim
23 Aralık 2010 Perşembe
(Bu Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından
okunmuş bulunan her tür belge ile
konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş
alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN
KÂĞITLAR
III. - BAŞKANLIĞIN
GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER
1.- TBMM
Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir parlamenter heyetin, Türk-Arap
Parlamenter Diyaloğu 2. Toplantısı’na katılmak üzere
Arap Parlamentosunun vaki davetine icabetle Kuveyt’e resmî ziyarette
bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1363)
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960)
(S. Sayısı: 575)
2.- 2009 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576)
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Samsun
Milletvekili Suat Kılıç’ın, Aydın Milletvekili M. Fatih Atay’ın, Grubuna ve
Genel Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
2.- Samsun
Milletvekili Suat Kılıç’ın, Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın,
grubuna sataşması nedeniyle konuşması
3.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Samsun Milletvekili Suat
Kılıç’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
4.- Trabzon
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Muş
Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Genel Başkanına
sataşması nedeniyle konuşması
VI.- AÇIKLAMALAR
1.- Adana
Milletvekili Kürşat Atılgan’ın, son günlerde Türk Silahlı Kuvvetlerine ve
güvenlik güçlerine küfredilip, iftiralarla saldırıldığına, bunlara, bakanların
cevap vermelerinin zorunluluğuna ilişkin açıklaması
2.- Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal’ın, Mersin Milletvekili
Kadir Ural’ın, Mersin’de bir barda işlenen cinayetle ilgili konuşmasına ilişkin
açıklaması
3.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, AK PARTİ ve BDP
Gruplarının etnik kimlikler üzerindeki tartışmasının Anayasa’ya aykırılık
teşkil edeceğine ilişkin açıklaması
4.- Samsun
Milletvekili Suat Kılıç’ın, Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın,
AK PARTİ Grubunu hedef alan ve düzeltilmesi gereken cümlelerine ilişkin
açıklaması
5.- İstanbul
Milletvekili Ünal Kacır’ın, Muş Milletvekili M. Nuri
Yaman’ın, KİT’lerde yolsuzluk yapıldığı sözlerine ilişkin açıklaması
VII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, ataması yapılan ve
kurumdan ayrılan personele ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/16718)
2.- İzmir
Milletvekili Kemal Anadol’un, TMSF yönetimindeki
medya kuruluşlarına ve bir sorunun ticari sır sebebiyle cevaplandırılmamasına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali
Babacan’ın cevabı (7/16875)
3.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, Niğde’ye yapılan kamu yatırımlarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/16885)
4.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, bir sulama kanalının tamiri ve bir gölün
temizlenmesine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/16908)
5.- Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir’in, büyük şehirlerdeki hava kirliliğine ilişkin
sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/16911)
6.- Çanakkale
Milletvekili Mustafa Kemal Cengiz’in, Bingöl’deki bina ve yol yapım ihaleleri
hakkındaki iddialara,
Bingöl’deki TOKİ
konutları ihalesine,
İlişkin soruları
ve Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/16930) (7/16931)
7.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Türk Patent
Enstitüsünün personel servisi ihalesine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret
Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/17011)
8.- İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, TÜİK’in açıkladığı
işsizlik rakamlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Cevdet
Yılmaz’ın cevabı (7/17052)
9.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, ilkokul öğrencilerinin kendi istekleriyle
başörtüsü takıp takamayacakları konusunda yaşanan tartışmalara ilişkin
Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun
cevabı (7/17053)
10.-
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, bir
taş ocağı işletmesinin çevreye verdiği zararlara ilişkin sorusu ve Çevre ve
Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/17065)
11.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, DSİ’de
görev yapan maden mühendislerinin şube müdürü kadrosuna başvuramamasına ilişkin
sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/17066)
12.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, hizmet alımı
yoluyla çalıştırılan personele ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz’ın
cevabı (7/17117)
13.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, hizmet alımı
yoluyla çalıştırılan personele ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Zafer
Çağlayan’ın cevabı (7/17120)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 11.00’de açılarak beş oturum yaptı.
TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, Suudi Arabistan Şûra Meclisi
Başkanı Dr. Abdullah Muhammed Al Sheıkh’in vaki
davetine icabetle, beraberinde bir Parlamento heyetiyle Suudi Arabistan’a resmî
ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/960) (S.
Sayısı: 575) ve 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna
Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi’nin (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576)
görüşmelerine devam edilerek;
Maliye Bakanlığı,
Gelir İdaresi Başkanlığı,
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı,
Kamu İhale Kurumu,
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçeleri ve 2009 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesapları;
Gelir Bütçesi üzerindeki görüşmeler tamamlanarak 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasırısı 11’inci maddesine
kadar;
Kabul edildi.
İzmir Milletvekili Oktay Vural, İzmir’in Pınar Karşıyaka Basketbol
Takımına Kıbrıs’ta bir sportif faaliyet sırasında yapılan menfur saldırıyı MHP
olarak kınadıklarına,
Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, İzmir’in Pınar Karşıyaka Basketbol Takımına
Kıbrıs’ta bir sportif faaliyet sırasında yapılan menfur saldırıyı kınadığına ve
Fenerbahçe Acıbadem Voleybol Takımının dünya şampiyonu olmasını kutladığına,
Ordu Milletvekili Mehmet Hilmi Güler, Bitlis Milletvekili Mehmet
Nezir Karabaş’ın, yanıltıcı bilgi vermesine,
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Adıyaman Milletvekili Şevket
Köse’nin konuşmasına,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
Genel Kurulun 22 Aralık 2010 Çarşamba günkü birleşiminde
(bugün) 2011 Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 11’inci maddesine kadar
oylanmasına; 23 Aralık 2010 Perşembe günkü birleşiminde 24’üncü maddesine kadar
oylanmasına; 24 Aralık 2010 Cuma günkü birleşiminde 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın
oylanmamış maddelerinin oylanması ve bu birleşimde saat 10.00’dan 12.00’ye ve
13.00’ten günlük programın tamamlanmasına kadar çalışmasına, 25 Aralık 2010
Cumartesi günü toplanmamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.
23 Aralık 2010 Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat
11.00’de toplanmak üzere birleşime 24.00’te son verildi.
|
|
Nevzat
PAKDİL |
|
|
|
Başkan Vekili |
|
|
|
|
|
|
Gülşen
ORHAN |
|
Bayram
ÖZÇELİK |
|
Van |
|
Burdur |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
No.: 48
II.- GELEN KÂĞITLAR
23 Aralık 2010 Perşembe
Tasarı
1.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kosova Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Çevre Alanında
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
(1/977) (Çevre ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.12.2010)
Teklif
1.- Kahramanmaraş
Milletvekili Veysi Kaynak ve 2 Milletvekilinin; Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/821) (Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler; Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor; İçişleri;
Adalet ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.12.2010)
Tezkereler
1.- Batman Milletvekili Ayla Akat
Ata’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/1361) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.12.2010)
2.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1362) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21.12.2010)
Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Deniz Feneri davasına
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/16420)
2.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, cezaevlerindeki
işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/16421)
3.- Ordu
Milletvekili Rıdvan Yalçın’ın, referandumda oy kullanılmayan veya sadece sandık
görevlilerinin oy kullandığı sandık adedine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/16449)
4.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, Muğla’da bazı belde belediyelerinin
birleştirileceği haberlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16667)
5.- İzmir
Milletvekili Oktay Vural’ın, bir ABD firmasının Türkiye’de rüşvet dağıttığı
iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16670)
6.- Adana Milletvekili
Yılmaz Tankut’un, bir ABD firmasının Türkiye’de
rüşvet dağıttığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/16671)
7.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Kartlı Geçiş Sistemi
kartına asgari elli liralık yükleme yapma zorunluluğuna ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/16672)
8.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, bir ABD firmasının Türkiye’de rüşvet dağıttığı
iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16674)
9.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin,
bir köyde ateş açılması sonucu ağır yaralanan bir kişiye ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/16675)
10.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, yurt dışındaki
Türklerin Türk kültürü ve Türkçenin öğretilmesi ve eğitim ataşeliklerine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16677)
11.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, bir ABD
firmasının Türkiye’de rüşvet dağıttığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/16678)
12.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, siyasette ve
bürokraside kadın oranının artırılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/16679)
13.- Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Hasanoğlan Köy Enstitüsü
sinema salonunun restorasyonuna ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/16682)
14.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, bir askerin ölümüyle ilgili bazı iddialara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16683)
15.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, Alparslan Üniversitesi öğrencilerinin barınma
sorununa ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16684)
16.- İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, üniversitelerin bütçelerine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/16685)
17.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, bir havayolu şirketinin reklamına ve bir olaya
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16687)
18.- Trabzon
Milletvekili M. Akif Hamzaçebi’nin, Fiskobirlik’in
TMO’ya ve üreticilere olan borçlarını ödemesine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/16690)
19.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, kamu çalışanlarına eşit
işe eşit ücret ilkesinin uygulanmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/16692)
20.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, emeklilerin
durumlarının iyileştirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/16693)
21.- İstanbul
Milletvekili Atila Kaya’nın, üniversite
öğrencilerinin kişisel bilgilerinin korunmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/16694)
22.- Antalya
Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, üniversite öğrencilerinin kullandıkları burs ve
kredilere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16695)
23.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, PKK’nın şehir yapılanması olarak adlandıran KCK’nın kamu kurumlarındaki varlığına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/16696)
24.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, 2008-2010 yılları
arası toplam büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısı ve et ithali ile kurban
döneminde yardım toplayan vakıf ve derneklere ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/16699)
25.- Batman
Milletvekili Bengi Yıldız’ın, bir şantiyede çalışan bazı işçilere etnik kimliği
sebebiyle baskın yapıldığı ve hakaret edildiği iddialarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/16700)
26.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, atama kararnamelerine,
atanan ve emekli olan personele ve soruşturma izni verilmesine dair taleplere
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16703)
27.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, baraj yapımı nedeniyle mağdur olan bazı
köylülere kamulaştırma bedellerinin ödenip ödenmediğine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/16704)
28.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, bir köyün kanalizasyon ihtiyacına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16705)
29.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, SGK’nın
bir uygulmasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/16713)
30.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, ataması yapılan ve
kurumdan ayrılan personele ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı
soru önergesi (7/16714)
31.- Edirne
Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, bazı ekonomik göstergelere ilişkin Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi
(7/16722)
32.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, ataması yapılan ve
kurumdan ayrılan personele ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/16723)
33.- Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir’in, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel
Müdürlüğünün işleyişine ilişkin Devlet Bakanından (Hayati Yazıcı) yazılı soru
önergesi (7/16726)
34.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış’ın, Lüleburgaz Kapalı Spor Salonunda yaşanan
sorunlara ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafız Özak) yazılı soru önergesi (7/16727)
35.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’a yükseköğretim öğrenci yurdu yapılıp
yapılmayacağına ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafız
Özak) yazılı soru önergesi (7/16728)
36.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış’ın, Lüleburgaz 8 Kasım Stadının bakımına ilişkin
Devlet Bakanından (Faruk Nafız Özak)
yazılı soru önergesi (7/16729)
37.- Gaziantep Milletvekili
Hasan Özdemir’in, KÖYDES Projesinin iller bazında dağılımına ve bazı
hizmetlerin proje kapsamına alınmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/16736)
38.- Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir’in, KÖYDES Projesi kapsamında yapılan hizmetlerin
bakım ve onarımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16737)
39.- Antalya
Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, Antalya’da uyuşturucuyla mücadeleye ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16738)
40.- Mersin Milletvekili
Akif Akkuş’un, bir köy yolunun asfaltlanması ile ilgili iddialara ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16739)
41.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, bir ABD firmasının
Türkiye’de rüşvet dağıttığı iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/16740)
42.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, bir parti toplantısına ve sözde
eylemsizlik kararına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16741)
43.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, ataması yapılan ve
kurumdan ayrılan personele ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16742)
44.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, bir köyde yaşanan su sorununa ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/16743)
45.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, Batman yeşil kart
biriminin fiziki koşullarının iyileştirilmesine ve bazı sorunlara ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16744)
46.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin,
bazı köylerin yol yapım çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/16745)
47.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, bazı köylerde yaşanan
elektrik borcu mağduriyetine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16746)
48.- Eskişehir
Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, kamp ve sosyal
tesislerin satışlarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16747)
49.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Gelir İdaresi
Başkanlığının İnternet Vergi Dairesince hazırlanan e-beyanname uygulamasına
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/16748)
50.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Halk Eğitim
Merkezlerine ve bu merkezlerde çalışan öğretmen ve eğiticilerin sosyal güvenlik
prim ödemelerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16749)
51.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, otistik çocuklara
din dersi verilmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16750)
52.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Kürtçe konuştuğu için
darp edildiği iddia edilen bir öğrenciye ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/16751)
53.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Gaziantep’teki okul
ihtiyacına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16752)
54.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, 2005-2010 yılları arasında YÖK tarafından
kılık-kıyafeti uygun olmadığı için açılan soruşturmalara ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/16753)
55.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, Din Kültürü ve Ahlak
Bilgisi öğretmenlerinden idari kadrolara atananlara ve adı geçen branştaki öğretmen açığına ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/16754)
56.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, ÖSYM’nin sınav güvenlik tedbirlerine ilişkin
Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16755)
57.-
Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın,
üniversitelerden öğrenci atılmasının kaldırılacağı haberleri ile üniversiteden
atılan ve afla üniversiteye dönen öğrenci sayısına ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/16756)
58.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Anadolu Liselerindeki
boş kontenjanlara yapılan yerleştirmelere ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/16757)
59.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, hibe ve yem bitkisi desteğine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16772)
60.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Çukurova Tarım
İşletmesi Müdürlüğüne yapılan atamalara ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/16773)
61.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, Muş’taki çiftçilerin sertifikalı tohum
ihtiyacına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/16774)
62.- Bursa
Milletvekili Hamza Hamit Homriş’in, çiftçilerin
elektrik borçlarının yeniden yapılandırılmasına ve elektrik girdi maliyetine
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/16775)
63.- Edirne
Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, gıda fiyatlarındaki artışa ve tarımsal üretime
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/16776)
64.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, ithal edilecek etlerin gümrüklerdeki
kontrollerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/16777)
65.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, bir yolun güzergahının değiştirilmesine ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/16778)
66.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, havacılık sektöründe
yaşanan sorunlara ve personel politikasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı
soru önergesi (7/16779)
67.- Antalya
Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, Antalya-Alanya arasında yapılması planlanan
Manyetik Tren Projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16780)
68.- İstanbul
Milletvekili Durmuşali Torlak’ın, İstanbul siciline
kayıtlı tekne ve yatların barınak sorununa ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı
soru önergesi (7/16781)
69.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış’ın, Avrupa Parlamentosu Hukuk İşleri Komitesinin
KKTC’ye yönelik aldığı bir karara ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/16783)
70.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin,
şüpheli olduğu iddia edilen asker ölümlerine ilişkin Milli Savunma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/16784)
71.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel’in, bazı televizyon
programlarında kadının metalaştırılması ve cinsel suçlara dair haberlerin
veriliş şekline ve medyanın cinsiyetçi yaklaşımının önlenmesine ilişkin Devlet
Bakanından (Selma Aliye Kavaf) yazılı soru önergesi (7/16785)
72.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, ithal edilen bazı tarımsal ürünlere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16789)
73.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, faili meçhul
cinayetlerin araştırılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/16792)
74.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Vakfının öğrencilere yaptığı yardımlarla ilgili iddialara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16794)
75.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Kredi ve Yurtlar Kurumuna
bağlı yurtlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16796)
76.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Kredi ve Yurtlar Kurumuna
bağlı yurtlara öğrenci yerleştirmede yaşanan sorunlara ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/16797)
77.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, spor tesisi yapımı için
yapılan alan tahsisinin iptaline ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/16798)
78.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Cumhurbaşkanlığı bütçesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16800)
79.- Manisa
Milletvekili Şahin Mengü’nün, bir iddiaya ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16803)
80.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, HES projelerine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16804)
81.- İzmir Milletvekili
Şenol Bal’ın, doğum borçlanması uygulamasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/16807)
82.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, bir açıklamasına ilişkin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/16809)
83.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, doğalgaz, elektrik
ve akaryakıta yapılan zamlara ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/16812)
84.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Formula 1 yarışlarına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16813)
85.- İstanbul
Milletvekili Durmuşali Torlak’ın, muhtarların
sorunlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16816)
86.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, bir köyün yol ve içme suyu sorununa ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16817)
87.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, bir köyün yol ve kanalizasyon sorununa ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16818)
88.- İzmir
Milletvekili Şenol Bal’ın, seçmen sayısındaki artışa ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/16819)
89.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya’da doğalgaz
abonelerinden tahsil edildiği iddia edilen sayaç değişim bedeline ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16820)
90.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, bir köyün köprü
ihtiyacına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/16821)
91.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, Antalya’nın Kumluca
İlçesi Adrasan Belediyesinin bazı uygulamaları
hakkındaki iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16822)
92.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, bir kişi ile ilgili
iddialara ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16823)
93.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, 2003-2010 yılları arası yapılan özelleştirmelere
ve bedellerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/16828)
94.- Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, bazı köylerdeki tapu iptal davalarına ilişkin
Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/16829)
95.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, hizmet
özelleştirilmesiyle ilgili sorunlara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/16830)
96.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, bazı vatandaşların gelir vergisi mükellefiyet
durumlarının değiştirilmesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16831)
97.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, okullarda öğretmen olarak din adamlarının
görevlendirildiği iddialarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/16832)
98.-
Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, bir ders
kitabının Talim ve Terbiye Kurulundaki inceleme sürecine ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/16833)
99.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, KPSS’de
dağıtılan malzemelere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16834)
100.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, bilgi teknolojisi sınıflarına ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/16835)
101.- Mersin
Milletvekili Akif Akkuş’un, devlet üniversiteleri ile vakıf üniversitelerinin
yıllık harç bedellerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16836)
102.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, depreme dayanıklı olmayan
bir lisenin onarımına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16837)
103.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, Batman İl Milli
Eğitim Müdürlüğünün bir yazısına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/16838)
104.-
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un,
Avustralya’dan koyun ithal edilmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/16841)
105.-
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un,
Teftiş Kurulu Başkanının EBK’da yönetim kurulu üyesi
olmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/16842)
106.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik’in, Siirt’te Organize
Hayvancılık Bölgesi kurulmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/16843)
107.-
Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, bazı
köylerin iletişim sorunlarına ve bazı siyasi partilere ait gönderilerin
ulaştırılmadığı iddiasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16844)
108.- Balıkesir
Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, Altınova sahil
şeridindeki erozyon sorununa ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/16845)
109.- İstanbul
Milletvekili Durmuşali Torlak’ın, gemi kaynaklı hava
kirliliğine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/16846)
110.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, Yunanistan’ın talebi üzerine AB’nin yasa
dışı suçla mücadele adı altında Türkiye sınırına birlik konuşlandırılacağıyla
ilgili basındaki haberlere ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/16848)
23 Aralık 2010 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 11.04
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 40’ıncı Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter
sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.
III.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir
parlamenter heyetin, Türk-Arap Parlamenter Diyaloğu
2. Toplantısı’na katılmak üzere Arap Parlamentosunun vaki davetine icabetle
Kuveyt’e resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1363)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna
TBMM Dışişleri
Komisyonu üyelerinden oluşan bir parlamenter heyetin, Türk-Arap Parlamenter Diyaloğu 2. Toplantısı’na katılmak üzere, Arap
Parlamentosu’nun vaki davetine icabetle Kuveyt’e resmî ziyarette bulanması
öngörülmektedir.
Söz konusu
parlamenter heyetin Kuveyt’i ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış
İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 6. Maddesi uyarınca
Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
Mehmet
Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN –
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, şimdi programa göre 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575)
2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı
Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların
Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (x)
BAŞKAN - Komisyon burada.
Hükûmet burada.
(x)
575 ve 576 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek
Cetvelleri 13/12/2010 tarihli 31’inci Birleşim
Tutanağı’na eklidir.
Geçen birleşimde
2011 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 10’uncu maddesi kabul
edilmişti.
Şimdi 11’inci
maddeyi okutuyorum:
Yükseköğretim
kurumları ile ilgili işlemler
MADDE 11 – (1)
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı bütçesinin 38.01.02.00-09.9.9.00-2-05.3 (Öğretim Üyesi Yetiştirme Projesi) tertibinde yer alan
ödenek, bu proje kapsamında lisansüstü eğitim veren yükseköğretim kurumlarına,
mal ve hizmet alımlarında kullanılmak üzere, görevlendirilen öğrencilerin
sayıları ve öğrenim alanları dikkate alınarak tahakkuk ettirilmek suretiyle
ödenir. Ödenen bu tutar karşılığını bir yandan ilgili yükseköğretim kurumunun
(B) işaretli cetveline öz gelir, diğer yandan (A) işaretli cetveline ödenek
kaydetmeye ilgili yükseköğretim kurumu yetkilidir.
(2) 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 43
üncü maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi, 46 ncı,
58 inci, ek 25 inci, ek 26 ncı ve ek 27 nci maddeleri ile 19/11/1992 tarihli ve 3843 sayılı Kanunun
7 nci maddesi uyarınca tahsil edilen tutarlar ve diğer
gelirler, yükseköğretim kurumları bütçelerine özel gelir ve özel ödenek olarak
kaydedilmez. Tahsil edilen bu tutar ve gelirler, ilgili yükseköğretim kurumu
bütçesine öz gelir olarak kaydedilir. Kaydedilen bu tutarlar karşılığı olarak
ilgili yükseköğretim kurumu bütçesine konulan ödenekler, gelir
gerçekleşmelerine göre kullandırılır. (B) işaretli cetvelde gelir kodları
itibarıyla tahmin edilen gelirleri aşan öz gelir tahsilatları
karşılığı kadar (A) işaretli cetveline ödenek eklemeye Maliye Bakanlığınca
belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde yükseköğretim kurumları yetkilidir.
(3) Öz gelir
karşılığı olarak ilgili yükseköğretim kurumu bütçesinin (A) işaretli cetvelinde
fonksiyonel sınıflandırmanın dördüncü düzeyinde tertiplenen ödenekler arasında
(09.6.0-Eğitime yardımcı hizmetler fonksiyonu altında öz gelir karşılığı tefrik
edilen ödenekler arasında yapılacak aktarmalar hariç) aktarma yapılamaz.
(4) Yükseköğretim
kurumları, bütçelerinin "Üst yönetim, akademik ve idari birimler"
kurumsal kodu altında tefrik edilen ödeneklerini, ihtiyaçlarında kullanılmak
üzere ilgili birimlere, Ödenek Gönderme Belgesi düzenlemek suretiyle
gönderirler. Ödenek Gönderme Belgesi ile ödenek gönderilen birimler harcama
birimi, kendisine ödenek gönderilen birimin en üst yöneticisi ise harcama
yetkilisidir. Bütçe ödeneklerinin gönderilmesi, kullanılması ve bütçe
işlemlerine ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanı yetkilidir.
(5) Yıl içinde
eklenen sermaye ödenekleri, 2011 Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve
İzlenmesine Dair Karar esaslarına göre yılı yatırım programıyla
ilişkilendirilir.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, hatibe söz vermeden evvel, çok ciddi ağırlıkta bir uğultu var,
sohbetlerinizi biraz daha hafif bir sesle yapabilirseniz çok sevineceğim, sükûneti
sağlarsak iyi olacak.
11’inci madde
üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın
Mehmet Ufuk Uras. (BDP sıralarından alkışlar)
Süreniz on
dakika.
BDP GRUBU ADINA
MEHMET UFUK URAS (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli vekiller; 12 Eylül
Anayasası’yla sorunu olanların YÖK’le sorunu olmaması mantık zincirinde kopmak
anlamına geliyor çünkü Yükseköğretim Kurulu, 12 Eylül 80 askerî darbesinin
ardından, üniversiteler üzerinde bir baskı ve denetim aracı olarak kurulmuştur.
Gençleri anarşist, terörist, üniversiteleri de terör ve şer yuvası olarak
tanımlayan bir zihniyetin aldığı bir önlemdir YÖK. Nasıl 12
Eylül Anayasası’nın ruhuna dokunmadan, onun otoriter ve demokratik olmayan
zihniyetiyle hesaplaşmadan demokratik ve özgürlükçü bir anayasa yapılamazsa
YÖK’ün bu temel özelliği de değiştirilmeden özgür ve özerk bir üniversite
eğitimi geliştirilemez çünkü bu YÖK, siyasi iktidarların üniversiteler
üzerindeki denetimini yirmi dokuz yıl boyunca yeniden üreterek başlangıçtaki
işlevini kesintisiz olarak sürdürmüştür, hâlen de sürdürmektedir. YÖK,
siyasi iktidarın üniversiteler üzerinde hem kalemi hem de kılıcıdır. AK PARTİ Hükûmetinin YÖK’te ağırlığı elde ettikten, YÖK’ü kendi
çöplüğü hâline getirdikten sonra bu kadar YÖK sever olmasının nedeni budur.
Evet, YÖK savar değil, YÖK sever bir iktidar var karşımızda. Ama yine kendisi
gibi düşünmeyen gençleri, üniversitelileri coplatmaya, gazlatmaya, kendisi gibi
düşünmeyenleri dışlamaya ve ötekileştirmeye başlayan bir iktidar var
karşımızda.
Hükûmet, tuhaf
açıklamaları bıraksa aslında iyi olacak. Yok
“Öğrenciler kendilerini yere atıyormuş. Rol mü yapıyor bu gençler?” diye herkes
sorarken, sanki yürürken takılıp yere düşüyorlarmış. “Peki, her yere düşen
gencin başına coplarıyla çullanan en az 5 memuru ne yapmak istiyor?” diye
kamuoyu vicdanının sorduğunu unutmamalıyız, iyi niyetle yere düşeni kaldırma
çabası gibi algılamamalıyız, böyle bir iyiliksever kamu hizmeti olduğunu varsaymamalıyız.
Hükûmet diyor ki: “YÖK’ü
kaldırmayalım, yeniden düzenleyelim.” Peki, neresini ve nasıl
düzenleyeceksiniz? Bugün yapılan çok açıktır: Kışla üniversitesi hiyerarşik
yapılanması YÖK ile sürdürülürken piyasaya bağımlı şirket üniversitesi anlayışı
da üniversitelerde hızla yayılmaktadır. Bakın üniversitelere. Sivil polis özel
güvenlik birimleri, özgür düşüncenin mekânları olması gereken üniversiteleri
güvenlik gerekçesiyle kuşatma altına almıştır. Üniversitelerde öğrenme ve
öğretme özgürlüklerini güvenlik gerekçesiyle açık veya örtük bir biçimde
baskılayan bu tür uygulamalara, işte bu YÖK göz yummakta ve desteklemektedir.
Silahların gölgesinde bilim yaptıran anlayış ortadan kalkmadan sorunlar
aşılamayacaktır.
Öte yandan,
Eğitim-Sen’in bütün raporlarında da görüldüğü gibi, Türkiye’de bugün yapılan
düzenlemeler Bologna Süreci’nin ürünüdür. Bu süreç, öğrencinin
müşterileştirildiği, yükseköğrenimin kârlı bir sektöre dönüştürülmesi
projesidir aynı zamanda. Bologna Süreci’nde tüm ana kararlara küresel sermaye
örgütleri katılmaktadır. Sonra da ilgili ülkelerin bakanlar kurulunda bunlar
uygulamaya uyumlu hâle getirilmektedir. Bu durum, köklü bir üniversite
özerkliği, akademik özgürlük gibi geleneklere sahip olmayan Türkiye
üniversitelerinde her türlü demokratik katılımı da ortadan kaldırmak anlamına
gelmektedir. Bu Hükûmet YÖK’ü böyle mi
değiştirecektir? Bugün, üniversite içinde üretilen hizmetlerin pek çoğu
özelleştirilmiştir. Bologna Süreci, mütevelli heyetlerini öngörmektedir. YÖK ve
rektörlerde merkezileşen yetkilerin mütevelli heyetleri üzerinden artırılarak
sürdürülmesi planlanmaktadır.
Bakın, değerli
vekiller, AK PARTİ Hükûmeti, bu yıl da tıpkı geçmiş
yıllarda olduğu gibi, eğitim sisteminde yaşanan temel sorunlar üzerinden değil,
sadece rakamlar üzerinden hesaplamalar yaparak eğitim ve yükseköğrenim
bütçesini şekillendirmiştir. 2011 yılı içinde yükseköğrenime ayrılan pay, aşağı
yukarı millî gelirin yüzde 0,95’ine denk gelmektedir. Bu oran, ülkemizde
yükseköğrenime ne kadar önem verildiğinin görülmesi açısından önemlidir. Eğitim
kademelerine göre öğrenci başına yapılan harcamalarda Türkiye, pek çok konuda
olduğu gibi, OECD ülkeleri arasında en son sıralarda yer almaktadır, Türkiye
OECD ortalamasının da çok altındadır. Öğrenci başına yapılan eğitim harcamaları
miktarının bu kadar düşük olması, ülkemizde devletin kamu eğitimine verdiği
önemi de göstermektedir. AK PARTİ Hükûmeti
üniversiteleri birer ticarethane gibi işletmek istediğini, geçtiğimiz sekiz
yılda atmış olduğu yasal ve fiilî adımlarla pek çok kez göstermiştir. Bu
anlamda, 2011 yılı eğitim ve yükseköğrenim bütçesi de bu anlayışın açık bir
devamıdır. Bugün, artık üniversitelerde araştırma faaliyetleri özel ticari
proje anlayışıyla fiyatlandırılarak üretilmeye başlanmıştır çünkü
üniversitelere kamu bütçesinden ayrılan fonlar yetersizdir. Bu kapsamda,
üniversiteler, bir yandan ikinci bir öğretim ve yaz okulları gibi süreklilik
taşıyan gelir yaratma yollarına hızla başvurmaya zorlanırken bir yandan da
farklı kanallarla kaynak çeşitlemesine gitmektedir. Bu durum, bilimsel
çalışmalar açısından vahim bir yöne doğru evrilme
demektir. Çeşitlenen gelir kaynakları sürekli eğitim, uzaktan eğitim, yaz
eğitimi, gece eğitimi, yaşam boyu eğitim merkezleri ve teknoparklar gibi piyasa
benzeri yapılar yoluyla artırılmak istenmektedir. Son dönem öğretmen eğitimi
paralı sertifika programlarıyla üniversite içinde pazarlanmaya başlamıştır.
Ayrıca, üniversitelerde yemek, ulaşım, barınma, temizlik, spor gibi pek çok
kolektif hizmet belli anlaşmalarla taşerona devredilmektedir. Böylece,
üniversitelerde her şeyin değişim değeri üzerinden alınıp satılır hâle
getirilmesi yönünde faaliyetler hızlanmıştır. İşte, öğrencileri isyana
sürükleyen gelişme budur hem de sadece Türkiye’de değil, İngiltere’de,
Fransa’da, dünyanın birçok ülkesinde sorun bu ticarileşmedir. Devlet
bütçesinden yeterince kaynak ayrılmayan üniversitelerimiz, son yıllarda
bilimsel üretimi tehdit eden kendi kaynağını yaratma arayışlarına itilmiştir.
Peki, nereye kadar? Bu böyle giderse üniversitelerin yükseköğrenim kurumları
olmaktan uzaklaşması ve piyasada faaliyet yürüten şirketlerden farkları
kalmaması kaçınılmazdır. Şimdi, siz öğrenci olsanız bu durumu alkışlar mısınız?
Sıkıntılarını anlatmak isteyen de hangi muameleyle karşılaşıyor bellidir,
ortadadır. “Ver gazı, ver gazı”dan başka politika
anlamlı değildir. Bu, coşku gazı değil, biber gazıdır.
Üniversitelerde
akademik kadroların dağıtımında keyfî ve ayrımcılık içeren uygulamaların da
giderek yaygınlaştığını görüyoruz. Kadroların sağlanmasında her türden
ayrımcılığı engelleyen, liyakate dayalı sistemler geliştirilmemekte, farklı
özellikler ve zihniyet yakınlığıyla ön plana çıkılmaktadır.
Bakın, değerli
vekiller, akademik özgürlükler bakımından iş güvencesi son derece önemlidir. İş
güvencesinin akademik özgürlüklerin önemli bir koşulu olduğu ve tüm statüleri
kapsaması gerektiği gerçeği asla göz ardı edilmemelidir ama bu Hükûmetin de onun YÖK’ünün de artık böyle planları yoktur.
Yükseköğrenim kurumlarında genel idari hizmetler, yardımcı hizmetler ve teknik
hizmetler gibi kadrolarda çalışan personelin özlük hakları konusunda sorunlar
yaşanmaktadır. Gerçekleştirilen uygulamalar ve önümüzdeki dönem için yapılan
hazırlıklar dikkate alındığında akademik olmayan personelin daha yoğun hak
kaybı yaşayacağı görülmektedir. Bunları ele almayan YÖK’ü nasıl
değiştireceksiniz?
Çalışanın da
öğrencinin de söz ve karar sahibi olması gerekmektedir. Üniversite idari
personelinin, üniversite yönetim kurullarında temsilinin sağlanması demokratik
bir üniversitenin oluşmasına katkı sağlayacaktır. YÖK tartışılırken bunları
konuşmadan olmaz.
Bugün, üniversite
özerkliği ve akademik özgürlükler kavramının içi iyice boşalmıştır. YÖK bunu da
başarmıştır. Zaten başarsın diye kurulmuştur. Bugün üniversite özerkliğinin
içeriği yönetişim anlayışıyla doldurulmuştur. Üniversitede, gerçeği arama ve
ifade özgürlüğü yok edilmek istenmektedir. Üniversite yönetimleri, üniversite
bileşenlerinin farklı düşüncelerine ve kendilerini ifade etme biçimlerine
tahammül edememektedirler. Düşüncelerini özgürce ifade etmek, diğerlerine
kendilerini anlatmak isteyen tüm üniversite bileşenleri üzerinde baskılar
sürmektedir. Türkiye üniversiteleri, yaşadıkları kültür bakımından çok kültürlü
ve çok dilli Anadolu coğrafyasının renklerini de yansıtmamaktadır. Temel insan
haklarının biri olan ana dilde eğitim, üniversitelerde özgür bir biçimde
tartışılmamaktadır. Bırakın uygulamayı, tartışılması bile baskı altına
alınmaktadır.
Sorunlar saymakla
bitmiyor ama şu açık ki bugün YÖK demek, otoriter, baskıcı anlayışın devamı
demektir. Bir de buna üniversitelerin ticarileşmesi eklenmiştir. İşte bu
nedenle, YÖK’le olmaz, YÖK kaldırılmalıdır. Üniversitelerarası Kurul tüm eş
güdüm işlevini yerine getirecek yeni bir örgütlenme gerçekleştirmelidir. Tüm
kurul ve organlarının, üniversite bileşenlerinin, yeni üniversitede okuyanların
ve çalışanların demokratik katılımıyla oluşturulması hedeflenmelidir. Bilimsel,
özgür, demokratik üniversite yaratmanın biricik yolu budur, YÖK değildir. O
yüzden, Marx’ın bir ifadesi “Katı olan her şeyin
buharlaştığı bir dünyadayız.” şeklindeydi. Buharlaştığını fark etmeyenlerin
dikkatine sunulur.
Teşekkür
ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Uras.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Münir Kutluata. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on
dakika.
MHP GRUBU ADINA
MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri
saygıyla selamlıyorum.
Yükseköğretim
kurumlarıyla ilgili 11’inci madde vesilesiyle Milliyetçi Hareket Partisi adına
söz aldım. Yükseköğretim sistemimiz hakkındaki görüşlerimi süremin elverdiği
oranda sizlerle bölüşmek istiyorum.
Bir bütün olarak
ele alınması gereken eğitim sisteminin her aşamasındaki aksama ve
yetersizlikler, sistemin tamamının kalitesini etkilemektedir. Okul öncesinden lisanüstü eğitime kadar her kademe ayrı ayrı
çok önemli olmakla birlikte, bir kademedeki eksiği bir başka basamakta kısmen
telafi etmenin mümkün olduğu düşünülebilir ama eksiklikler ve aksaklıklar ileri
kademelerde ise telafi şansı büyük oranda zayıflamaktadır. Bunun en bariz
örneğini yükseköğretim sistemimizde görüyoruz.
Yükseköğretim
sistemimiz, başta ortaöğretim olmak üzere, daha önceki eğitim aşamalarının
kalitesinden etkilenmektedir. Bu normaldir, aşağıdan gelen eğitim kalitesi
yükseköğretimi aynı istikamette etkileyecektir ama bizde bir de anormal
etkileşim vardır değerli milletvekilleri, o da yukarıdan aşağıya etkilenmedir.
Yani yükseköğretim sistemimizin nicelik ve nitelik açısından yetersizliği
ortaöğretimi, hatta ilköğretimi ve okul öncesi eğitimi olumsuz yönde
etkilemektedir.
Çocuğu doğduğu
andan itibaren iyi bir yükseköğretim kurumuna sokabilme endişesi taşıyan
veliler eğer maddi imkânları varsa okul öncesi eğitiminden itibaren bir harcama
yarışına sokulmaktadırlar. Velinin imkânı yok ise kendisinin kaybettiği hayat
yarışını çocuğunun da kaybedeceği duygusu ile ümitsizliğe kapılmaktadır. Bu
nedenle, özel eğitim sistemi çarkı içinde velilerin yaptığı harcamalar eğitim
sistemimize bir katkı olmaktan ziyade bir rant kapısı
hâline dönüşmektedir.
Bu söylenenler
normal eğitim basamakları içindir. Her kademedeki özel eğitim kurumları özel
sektör olarak eğitimin yükünü bölüşme hizmetinin yanında üniversiteye kabulün
bir yarışa dönüşmüş olmasının oluşturduğu psikolojik ortamdan da
yararlanmaktadırlar ama Türk eğitim sistemine normal eğitim kademeleri arasında
yeri olmayan, marjinal düzeyde ve hacimde bulunması
gereken bir basamak eklenmiştir ki hem eğitim sistemimizi felç etmekte hem de
özel harcamalardan beklenen katkıyı heba etmektedir. Bu da hepimizin bildiği
gibi dershane sistemidir.
Değerli
milletvekilleri, eğitim sistemimiz içinde asli unsur gibi her geçen gün daha da
büyüyen dershane sistemi, özel eğitime harcanan kaynakları ve eğer üniversiteye
giremeyecekse gençlerimizin yıllarını heba etmektedir. Genç nesilleri hayata
hazırlamak bakımından hiçbir katkı vermeyen ve ortaeğitimi
işlevsiz hâle getiren bu patolojik yapılanma yetersiz yükseköğretim sisteminin
Türk toplumuna yüklediği bir maliyettir.
Özel dershane
sayısı 2002 yılında 2.122 iken sekiz yılda yüzde 98 artış ile 2010 yılında 4.198’e
ulaşmıştır. Dershaneye gitmeye mecbur öğrenci sayısı ise 606 binden 1 milyon
174 bine çıkmıştır. Bu da yüzde 94 bir artışa tekabül ediyor. Öğretmen sayısı
19.800’den 50.400’e ulaşmıştır. Bu yapılanmayı teşvik eden veya seyirci kalan
bir iktidarın Türkiye'nin beşerî ve toplumsal gelişmesinin ileriye gittiğini
söylemeye hakkı yoktur.
Dershane sistemi,
istisnai hâllerde ihtiyaç duyanların faydalanabileceği bir düzeyde kalması
gerekirken, ortaöğretimin tamamlayıcı, yükseköğretimin olmazsa olmaz şartı hâline
gelmiş, bir asli unsura dönüşmüştür. Dershane sisteminin ve bu alana yapılan
yatırımların ya ortaöğretimin ya da yükseköğretimin yükünü paylaşacak bir hâle
getirilmesi, bu anlamda yasal düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
Türk eğitim
sisteminin en önemli sorunlarından biri de yabancı dil eğitimi sorunudur.
Eğitim sistemimiz yabancı dil öğretme işini çözemediği için bu sorun
yükseköğretimde karşımıza yabancı dilde öğretim sorunu olarak çıkmaktadır.
Tarihinde sömürge olmamış hiçbir ülkenin benimsemediği yabancı dilde eğitim
konusu Türkiye'nin gönüllü olarak rıza gösterdiği bir garabet olarak karşımızda
duruyor. En zeki ve kabiliyetli gençlerimizin yabancı dil öğrenmek uğruna bir
başka ülkenin dili ile eğitim almak zorunda kalmaları, yeteneklerini eğitimlerine ve hayatlarına tam
olarak yansıtmalarına engel olmaktadır. Sınavlarla seçilerek alınan en
yetenekli gençler yabancı dil öğrenmekte fakat yaratıcı zekâları körelmektedir.
Türkiye derhâl bu köreltici uygulamayı terk edip bütün çocuklarımıza yabancı
dil öğretecek ciddi bir sistemi devreye sokmak zorundadır.
Yükseköğretim
sistemimizdeki sayısal yetersizliğin ve kalite eksikliğinin sadece
yükseköğretimi değil, bütün sistemimizi,
bütün eğitim sistemimizi olumsuz etkilediğini ifade etmiştim.
Son sekiz yıla
baktığımız zaman bunun ciddi örneklerini görüyoruz. Son sekiz yılda
yükseköğretimdeki bu ikili sorunun sadece sayısal yönü ile ilgilenilmiş,
hazırlıksız açılan üniversitelerle kalite sorunu daha da tahrip edici hâle
dönüşmüştür.
Yükseköğretimde
kalite, bilim adamı yetiştirmeye verilen öneme paralel olarak artabilecek bir
özelliktir. Bilim adamı yetiştirmeye önem vermek sadece yükseköğretimin
kalitesini artırmak için değil, bütün eğitim sisteminin, bütün toplumsal
kesimlerin, bütün hizmet kesimlerinin ve üretim alanlarının kalitesini artırmak
için gereklidir.
Yükseköğretim
sorununa bir sayı meselesi olarak bakıp gerekli hazırlıkları yapmadan sayısal
artışlara gitmek mevcut kaliteyi daha da bozmakta, bilgi ve teknoloji üretmesi
beklenen bilimsel ortamı geriletmektedir. Nitekim,
2002 yılında sayıları 53 olan devlet üniversiteleri, 2010 yılında 102'ye
çıkmıştır. Bu, yüzde 92,5'luk bir artış demektir. Öğretim üyesi sayısı ise aynı
sürede 26.500'den 42.180’e çıkabilmiştir, artış sadece yüzde 59’dur. Bozulma,
bu oranın ifade ettiğinin de ötesindedir. Çünkü öğretim üyesi yetiştirilmeden,
öğretim üyesi hazırlanmadan açılan üniversiteler, sırf ders verecek eleman
temin edebilmek için hızlı lisans üstü eğitime tabi
tutulup, derhal öğretim üyesi sıfatı alacak elemanlara razı olmakta,
dolayısıyla gerçek gerileme oransal göstergelerin üzerinde olmaktadır.
Sekiz yıllık
iktidar döneminin iyi bir yüksek lisans ve doktora eğitimi için yeterli bir
zaman olduğu dikkate alınırsa iktidarın üniversite sayısını artırırken iyi
yetişmiş öğretim üyelerini hazırlamaya özel bir önem verip vermediğine bakmak
gerekiyor. Ne yazık ki bu konuda gerekenler yapılamamıştır.
Burada söylemek
istediğim, üniversite sayısındaki artışın yanlış olduğu değil, gerekli
hazırlıkların yapılmaması nedeniyle kaliteli bir gelişme yerine kaliteyi
düşüren bir sayısal artışın tercih edilmiş olmasıdır.
Yükseköğretim
sistemimizde önemli konulardan biri de vakıf üniversiteleridir. Sorunun
çözümüne katkı sağlamaları beklenen vakıf üniversitelerinin beklenen faydayı sağlamalarına
fırsat verilmemiştir. Vakıf üniversiteleri, öğretim üyesi yetiştirmeden, ciddi
yatırımlar yapmadan, sadece öğrenciden aldığı paralarla varlıklarını sürdüren,
sistem içerisinde varlıklarını devam ettiren kuruluşlar hâline gelmiştir.
Nitekim vakıf üniversitelerinin sayısında da iktidar döneminde yüzde 100’lük
bir artış meydana gelmiş, sayıları 26’dan 52’ye çıkmıştır. Birçoğu yüksekokul
vasfından öteye gidemeyen bu vakıf üniversitelerinin ciddi tutum sergileyen ve
eğitimi ciddiye alan diğer vakıf üniversitelerinden ayrıştırılmaları ve bu
konudaki kanaatin, toplumdaki kanaatin düzeltilmesi gerekmektedir.
Bugün itibarıyla
Türkiye'de toplam üniversite sayısı vakıf üniversiteleri ile birlikte 154'e
çıkmıştır. Üniversitelerimizin dünya klasmanındaki karşılaştırmalarda her geçen
gün daha da geriye düşüyor olması da sayısal artışın kaliteyi geriye
götürdüğüne dair ciddi bir örnektir.
Bu tespitlerimle,
sizleri saygıyla selamlıyorum.
Hoşça kalın
efendim. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kutluata.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Uşak Milletvekili Sayın Osman Coşkunoğlu.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on
dakika.
CHP GRUBU ADINA
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın
yükseköğretim kurumlarıyla ilgili işlemleri içeren 11’inci maddesi üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamak için söz almış bulunmaktayım.
Bu madde
ödeneklerle ilgili, ödeneklerin kullanımıyla ilgili ve ödeneklerin transferiyle
ilgili beş fıkra içeriyor. Bu beş fıkradan iki tanesi üniversiteleri gereksiz
bir şekilde sınırlayıcı olduğu için, o iki fıkra için değişiklik önergemizi
verdim. Sayın Bakan değerlendiriyor doğal olarak teknokratlarıyla. Umarım,
rektörlerden bana gelen bu iki değişiklik önergesini olumlu değerlendirir ve
burada sizlerin oylarıyla geçirir, bu maddeyi iyileştiririz.
Üniversitelerin
ödenekleriyle ilgili konuşurken bu rakamlar üzerinde sık sık
yapılan birkaç yanlışı burada da bir kez daha düzeltmek istiyorum. Sayın Eğitim
Bakanımızın konuşmasından -aynen bu kürsüde yapmış olduğu konuşmadan- bazı
rakamlar aktaracağım: Sayın Bakan 2002 yılında yükseköğrenim bütçesinin 2,5
milyar lira olduğunu, bugün 11,5 milyar liraya çıktığını söylüyor; 2011 bütçesi
11,5 milyar lira. Şimdi, bunu ben birkaç kere bu kürsüden düzelttim. Kamuoyunu
yanıltmak için lütfen bunu tekrar yapmayınız.
Bu bütçe nasıl
yükseldi? 2006’dan önce üniversitelerin iki tane bütçesi vardı. Bir tanesi
merkezî bütçeden gelen para, ikincisi, üniversitenin zaten kendi parası olan,
işte, harçlardan, işte, döner sermayeden, kiradan, oradan buradan toplanmış
para, üniversitenin kendi parasıydı. Bu iki bütçe bir kanunla birleştirildi,
üniversite bütçesi -üniversitelerin merkezî bütçedeki miktarı- birden ikiye
katlanmış göründü. Bu, Hükûmetin sanki
üniversitelerin bütçesini, yükseköğrenimin bütçesini artırdı şeklinde sunmak,
elbette artıyor ama yeterince artırdı şeklinde sunmak, bu rakamlar yanıltıcı
oluyor. Bunların, bu rakamların daha dürüstçe kullanılmasını dilerim bundan
sonra da. Yeterli olarak artmamıştır üniversitelerin bütçesi.
Bu rakamlar
üzerine bir yorumum daha var. 2002’de yine Sayın Bakanın konuşmasından
okuyorum: “Üniversitelere ayrılan bütçenin 2002 yılında konsolide
bütçeden aldığı pay yüzde 2,54.” 2011’de ne kadar konsolide bütçeden
aldığı pay? Yüzde 3,68 yani yüzde 2,54’ten yüzde 3,68’e yükselmiş; Sayın Bakanın
verdiği rakamlar, konuşmasından aynen okudum. Peki, üniversite sayısı kaça
katlandı? Burada 1,5 kat, aldığı pay yüzdesi olarak 1,5 kat artış var,
üniversite sayısı ise 2’ye katlandı. Üniversite sayısı, araştırmacı sayısı,
öğretim üyesi sayısı, öğrenci sayısı, bütün bunlar bu kadar artarken, üstelik
de -bütçede biraz önce açıkladığım gibi- iki farklı bütçe birleştirilerek
artırılmış, şişirilmiş bütçede sadece bu kadar bir artış var, yetersiz.
Bütçedeki
yetersizliğin daha ötesinde, daha acı bir konu var sizlerle paylaşmak
istediğim. Bakınız, daha geçenlerde, Bilim Teknoloji Yüksek Kurulunda -geçen
haftaydı galiba- Sayın Başbakan “Bilim için bilim olmaz, işte şunun için bilim
olur.” diye… İşin kötüsü bilimi de himayesi altına almış Sayın Başbakan, işte o
çok kötü.
Şimdi, bilimin
nasıl değerlendirildiği… O tartışmalı tabii. Bilim için bilim olur, olmaz
tartışmalı. Fakat bilimin ülke refahına, ülkemizin refahına, ülkemizin
gelişmesine katkısını ölçen göstergelerden bir tanesi üniversitelerle sanayi
arasındaki ilişkilerdir. Şimdi, şimdiki YÖK Başkanı 2007 Aralığında atandı. Bakın, Dünya Ekonomik Forumu’nun rakamlarını vereyim size:
2008-2009 yılında üniversite sanayi araştırma iş birliğinde 134 ülke içerisinde
57’nci sıradayız -2008-2009’da- 2009-2010 yılında 133 ülke içerisinde
üniversite endüstri ilişkileri araştırma yönünde 67’nci sıraya düşüyoruz 57’nci
sıradan, 2010-2011 yeni yayınlanan raporda yine üniversite-endüstri araştırma
iş birliğinde 82’nci sıraya düşüyoruz 139 ülkede. Tekrar ediyorum:
2008-2009’da 57’nci sıradayız, 2009-2010’da 67’nci sıraya düşüyoruz,
2010-2011’de 82’nci sıraya düşüyoruz. Ne zamandan beri? YÖK Sayın Başbakanın
himayesi altında ve Sayın Cumhurbaşkanıyla beraber 1-2 oy alan rektör
adaylarını bile rektör atadığı dönemde olan bu gelişme.
Üniversitelerin
sanayiyle olan ilişkilerinin bu şekilde olumsuza gitmesini nasıl
açıklayabiliriz? Besbelli bu araştırmacılarınıza, üniversite hocalarınıza
burada yanlışlıkla kabahat bulmak mümkün değil. Üniversite sisteminin
yönetimiyle ilgili, üniversite sistemimizin ve ARGE’ye
olan bütçedeki payın azlığıyla ilgili.
Burada
TÜBİTAK’tan sorumlu Bakanımız da oturuyor. Defalarca bu kürsüden söylüyorum,
bir kez kalkıp da cevap veremedi.
M. FATİH ATAY
(Aydın) – Dinlemiyor ki... Dinlemiyor zaten Bakan.
OSMAN COŞKUNOĞLU
(Devamla) – Dinlemesin.
TÜBİTAK’ın misyonunun ilk cümlesinde iki kavram vardır önemli olan: Bir
tanesi rekabet gücüdür, öbürü refah kavramıdır. “Biz bütçeyi bu kadar artırdık,
şu kadar artırdık.” diye Sayın Bakan övünüyor. Ben bunu defalarca söyledim, bu
övünme meselesi değil, bu bir itiraf oluyor. Bütçeyi o kadar artırıyorsunuz,
tam zaman eş değer araştırmacıyı bu kadar artırıyorsunuz, refah düzeyinde
80’inci sıradayız dünyada, rekabet gücünde 69’uncu sıradayız, ha bire düşüyor.
Yani paraları artırıyoruz ama performans düşüyor. Bununla övünmek değil, bunu
“Biz ne yapıyoruz.” diye gözden geçirmesi gerekir ama Sayın Bakan bir türlü
bunu umursamıyor. Dünyada –biraz önce söylediğim gibi- gerek
üniversite-endüstri ilişkilerinde olsun gerek ARGE performansımız olsun bu
konularda sürekli geriliyoruz.
Bunları
dikkatinize getiririm. Zaten yeterli miktarda bütçe artırılmıyor, “Bütçeyi şu
kadar artırdık.” diye iki bütçeyi birleştirerek oluşagelmiş
bir artırmayı burada “Bütçeyi artırdık.” gibi sunmanın yanıltıcı olmasının
ötesinde, yine o bütçe harcamalarının, sonuçlarının ülke refahına, ülke rekabet
gücüne, üniversite-sanayi ilişkilerine yansımadığını görüyoruz. Bu,
üniversitenin kötü yönetilmesidir. Üniversitelerimizin rahat bırakılmasını,
araştırmalarını ve bilimini rahatça yapabilmesini tekrar bu vesileyle dikkate
getirir, Hükûmetten bu talebimizi gözden
geçirmesini... Yoksa ülkenin rekabet gücüne ve üniversitelerine gerçekten yazık
oluyor.
Bu görüşlerimi
burada bir kez daha paylaşmış oluyorum. Umarım Hükûmet
de buna, bu görüşlere biraz daha dikkat gösterir. Yükseköğrenim bütçemizin bu
kadar sınırlı olmasına rağmen ve kısıtlayıcı olmasına rağmen hayırlı olmasını
diler, saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Coşkunoğlu.
Madde üzerinde
şahıslar adına ilk söz Kars Milletvekili Sayın Zeki Karabayır’a
aittir.
Buyurun Sayın Karabayır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş
dakika.
ZEKİ KARABAYIR
(Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 yılı Merkezî Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı’nın 11’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz aldım. Sözlerimin
başında yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, hükûmetlerimiz dönemlerinde her konuda
olduğu gibi yükseköğretim alanında da önemli yatırımlar ve hizmetler
gerçekleştirilmiştir. 2002 yılında yükseköğretim bütçesi 2,5 milyar TL iken
2011 yılında bu rakam 11,5 milyar TL olarak belirlendi. Artış oranı yüzde 361.
Yine 2002 yılında üniversitelerin ARGE bütçesi 87 milyon TL iken 2011 yılında
bu rakam 547 milyon TL’ye çıkarıldı. Artış oranı yüzde 531. Özellikle yeni
kurulan ve gelişmekte olan üniversitelerimizin nitelikli eğitim ve
araştırmalarını yerine getirebilmesi için ülke ihtiyaçları doğrultusunda
gerekli nitelik ve nicelikte öğretim üyesi yetiştirmek büyük bir önem
taşımaktadır. Ben önemli gördüğüm bu konuya kısaca değinmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, AK PARTİ iktidarları döneminde bir yandan her ilimize en az bir
üniversite kurulurken bir yandan da Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı’yla bu
üniversitelerin öğretim üyesi ihtiyaçlarını karşılamak için büyük gayretler
sarf edilmiştir İktidarımız döneminde. Öğretim üyesi yetiştirme programları
sayıları artan üniversitelerimizdeki öğretim üyesi ihtiyacını gidermek üzere
tasarlanmış ve hayata geçirilmiştir. Bu kapsamda aynı zamanda herhangi bir
alanda güçlü olan bir üniversitenin birikiminden diğer üniversitelerin
yararlanması sağlanmaktadır. ÖYP aslında yurt içi ve yurt dışı lisansüstü
eğitim programlarının karışımıyla elde edilmiş bir modelle öğretim üyesi
yetiştirilmesini amaçlamaktadır. ÖYP programına katılan öğrenciler bir yandan
uluslararası deneyim kazanırken bir yandan da ulusal bilim ve teknolojinin
gelişmesine katkıda bulunmaktadırlar. Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı ilk
olarak 2002 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesinde başlatılmıştır. Daha sonra
Ankara, Hacettepe, Ege, Süleyman Demirel, Gazi, Boğaziçi ve İstanbul Teknik
üniversitelerinde uygulanmıştır. 2010 yılı sonuna kadar bu proje için DPT
tarafından aktarılan kaynak 80 milyon TL olup öğrenci başı maliyeti yaklaşık 60
bin TL olmuştur.
ÖYP’lerin sunduğu
avantajları kısaca özetlemek gerekirse, alanında iyi yetişmiş, yabancı dil
bilen, yurt dışı akademik deneyim kazanmış, nitelikli öğretim üyesi
yetiştirilmesine katkı sağlamaktadır. Yurt dışında öğretim üyesi yetiştirmeye
göre maliyeti daha uygun bir programdır. Bilim insanı yetiştirmek amacıyla yurt
dışına transfer edilen ülke kaynaklarının yurt içinde kalmasını ve
üniversitelerimizde kullanılmasını sağlamaktadır. Programı bitirenlerin ülke
içinde görev yapma olasılıkları daha yüksektir. Yeni kurulmuş üniversitelerin
faaliyetlerinin öğretim üyesi açığı nedeniyle belli alanlarda kalmasını
önlemektedir. Öğrenciler programa, hem programı yürüten hem de kadroya sahip
olan üniversite tarafından seçildiğinden başarısızlık ihtimali az olmaktadır. Bunun
yanı sıra tez çalışmaları da ortak olarak yürütülmektedir. Yurt içindeki
üniversiteler arasında iletişim ve iş birliğini geliştirmeye yönelik
uygulamalar bulundurmaktadır.
Değerli
arkadaşlar, mevcut uygulamanın iyileştirilerek yaygınlaştırılması amacıyla,
2011 yılından itibaren ÖYP programlarının koordinasyon görevi DPT tarafından
YÖK Başkanlığına devredilmiştir. Yeni açılan üniversitelerin öğretim elemanı
ihtiyaçları göz önüne alınarak, 2023 yılına kadar en az 20 bin öğretim
görevlisinin bu program kapsamında yetiştirilmesi planlanmıştır.
Ben bütçemizin
hayırlı olması dileğiyle yüce heyetinizi yeniden saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Karabayır.
Şahıslar adına
ikinci söz Antalya Milletvekili Sayın Abdurrahman Arıcı’da.
Sayın Arıcı yok
mu? Peki.
Soru-cevap
işlemine geçiyorum.
Sayın Özdemir…
HASAN ÖZDEMİR
(Gaziantep) – Teşekkür ederim. Sayın Başkan.
Sayın Bakana
soruyorum: Gaziantep, kendilerinin de bildiği gibi tekstilde önemli bir
merkezdir. Bu nedenle sadece modernizasyon değil, komple yeni yatırımlara
teşvik alınması gerekmektedir. Tekstil sektörüne yönelik kısıtlamaların
kaldırılması, sektörün ilerlemesi açısından önemlidir. Akıllı, çok fonksiyonlu,
teknik tekstil kavramı maalesef anlaşılmamakta ve uygulanmamaktadır.
Plastik sanayisi,
bölgemizde önemli bir yatırım alanıdır. Plastik sanayisinin bölgesel teşvik
kapsamına alınması gerekmektedir.
Gıda sanayi
alanında ise kuru yemiş, bulgur ve pirinç gibi alanlardaki kısıtlamaların
kaldırılması gerekmektedir.
Büyükbaş ve
küçükbaş hayvan ve et ithalatının önlenebilmesi için besicilere sayı
sınırlaması kaldırılmalıdır.
Enerji
yatırımları ile yap-işlet-devret yatırımları ise bölge ayrımı yapılmaksızın
yapılmalıdır.
Sayın Bakan, bu
konulardaki çalışmalarınız nelerdir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Enöz.
MUSTAFA ENÖZ
(Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
ihracatımızın önemli bir kısmını krizden en fazla etkilenen Avrupa Birliği
ülkelerine yapmaktayız. Bu da ülkemizin dış ticaret kanalıyla olumsuz
etkilenmesine neden olacaktır.
Bu olumsuz
şartların en aza indirilebilmesi için ne gibi tedbirler alıyoruz?
Cari açığın 40
milyar doları aşacağı tahmin edilmektedir. Bankalarla dün yapılan görüşmelerde
birtakım finansal tedbirlerin alındığı ifade ediliyor. Bunlar nelerdir? Halka
nasıl yansıyacaktır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın
Kaptan? Yok.
Sayın Yaman…
M. NURİ YAMAN
(Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun’un geçici 3’üncü maddesinin dördüncü fıkrasında, gelir uzmanlığı
özel sınavına ilişkin usul ve esasların düzenlendiği şeyde aynen şu hüküm var:
“Başka kurum ve kuruluşlarda geçici olarak görev yapan personelin sicil
raporunun geçici olarak görev yapılan kurum ya da kuruluş tarafından
düzenlenmesi hâlinde gelir uzmanlığı özel sınavına katılamayacaktır.” yer
alıyor. Bu durum karşısında, şu anda Türkiye
Büyük Millet Meclisinde çalışan onlarca, yüze yakın personeliniz var. Bu
personelinizin bu haklardan mahrum edilmesini düzeltmeyi ve bunların da sınava
girme haklarının sağlanmasını istiyor musunuz?
BAŞKAN – Sayın
Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 2011
üniversite bütçeleri incelendiğinde bütçesi en az düzeyde artırılan birkaç
üniversiteden, öğrenci başına düşen bütçeler incelendiğinde ise 94 üniversite
içerisinde sondan 2’nci sırada olan Dumlupınar Üniversitesi bütçesinin bu denli
azaltılmasının gerekçeleri nelerdir? Kütahya iline karşı özel bir ilginizin
sonucu mudur? Bütçesi düşük oranlarda artırılan üniversitelerin rektörlerinin
Sayın Cumhurbaşkanı Gül döneminde atanmamasının bir sebebi ya da ilgisi
olabilir mi?
İkincisi de
şimdiye kadar üniversite sayılarında ve öğrenci sayılarındaki artışa paralel
olarak acaba YÖK’te çalışan idari personel sayısında ne denli bir artış
olmuştur? Son dönemde YÖK’ten ayrılan ve başka kurumlara geçen personel sayısı
nedir?
Teşekkür ederim.
Sayın İnan…
MÜMİN İNAN
(Niğde) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım,
araştırma görevlisi kadrolarının daha çok yeni açılan üniversitelere verileceği
bu bütçede belirtilmektedir, ancak önceden kurulmuş Niğde, Dumlupınar, Afyon
Kocatepe ve diğer üniversitelerimiz birçok araştırma görevlisi eksikliğinden
dolayı laboratuvar ve uygulamalar eksik kalmaktadır
ve laboratuvarlar çalışamamaktadır. Dolayısıyla 2011
yılında tahsis edilen araştırma görevlisi kadrolarının ne kadarını eski
üniversitelere vermeyi düşünüyorsunuz, bu sayıyı artırabilme imkânınız var mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın
Akcan…
ABDÜLKADİR AKCAN
(Afyonkarahisar) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakana
sormak istiyorum: Yeni açılan üniversitelerin sayısal çokluğuyla övünüyorsunuz.
Üniversite açmak marifetse övünmede haklısınız, ancak buralara sağlıklı eğitim
verebilmek için öğretim elemanı ihtiyacının karşılanmasında nasıl bir yol
izlemeyi düşünüyorsunuz? “Yurt dışında ilk beş yüz üniversitede
yetiştiriyoruz.” düşüncesiyle yola çıkarak bugüne kadar elaman
yetiştirilmiştir. Ancak bugüne kadar hiçbir üniversitemizi de doğru dürüst ilk
beş yüze sokamadık. Bu konuyla ilgili düşünceniz nedir?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Sayın
Bakan…
Beş dakika
süreniz var.
MALİYE BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Son sorudan
başlayacağım. Tabii ki üniversitelerin kurulması tek başına yetmiyor. Bunlar
için öğretim görevlisi ve tabii ki fiziki mekânlar çok önemli, uzun vadede
eğitimin kalitesi çok önemli ve sanayiyle iş birliği çok önemli. Şimdi, bu
çerçevede, her şeyden önce, öğretim görevlisi olarak geçen sene 7 bin kadro
verdik, bu sene 8 bine çıkardık. Yani her sene 7-8 bin kadro veriyoruz. Çok ciddi bir kadro imkânı. Dolayısıyla, o anlamda bir
sıkıntı yaşanacağını sanmıyorum.
Şu anda Türkiye
dışında Amerika’da, İngiltere’de, Avrupa’da master,
doktora yapan binlerce vatandaşımız var ve biz onlara imkân sağlıyoruz, onlar
gelecekler; birinci husus bu.
Millî Eğitim
Bakanlığının birtakım programları var. Onlar yetiştiriyorlar gerek Türkiye’de
gerek yurt dışında.
Dolayısıyla,
öğretim elemanı konusunda arkadaşlar birtakım veriler de getirdiler, müsaade
ederseniz onları da sizlerle paylaşmak istiyorum. Mesela, öğretim elemanı
sayısı 2002 yılında 115.555 kişiymiş, 2010 yılında 150.202’ye ulaşmış.
Üniversitelere aynı zamanda idari kadro da veriyoruz.
ABDÜLKADİR AKCAN
(Afyonkarahisar) – Bürokratları da alıştırdınız
2002-2010 mukayesesine.
MALİYE BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar, yani mesele 2002-2010 meselesi
değil.
ABDÜLKADİR AKCAN
(Afyonkarahisar) – Kurulan üniversite sayısını göz
önüne alın Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Yani 2002’den bu yana yeni üniversiteler
açılmıştır, doğrudur ama biz bu üniversitelere de kadro vermişiz.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Tabela üniversitesi; binası yok, hocası yok.
MALİYE BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Bakın, 35 bin ekstra öğretim görevlisi kadrosu
vermişiz, yaklaşık 30 bine yakın da idari kadro vermişiz. Bakın, toplamda 65
bine yakın kadro vermişiz. Evet, yeni üniversite açmışız, bunlara gereken
imkânları sunuyoruz.
Şimdi,
üniversitelere, bu sene için, yani 2011 yılı için toplam 8 bin adet öğretim
elemanı atama izni vereceğiz. Bunların 3.500 adedi yeni kurulan üniversitelere,
geri kalanı eski üniversitelere tahsis edilecek. Dolayısıyla, çok ciddi bir
şekilde eski üniversitelerin, kurulu üniversitelerin ihtiyaçlarını da biz
dikkate alıyoruz.
MÜMİN İNAN
(Niğde) – Sayı olarak ne kadar efendim?
MALİYE BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Şimdi, Gaziantep ili tabii ki bu yeni teşvik
sistemi öncesi teşvik kapsamında değildi. Ben oranın bir milletvekili olarak
her zaman şunu söyledim: “Sistemi rasyonelleştirelim ve mutlaka Gaziantep de bu
teşvik sisteminin merkezinde olsun.” Şu anda Gaziantep 3’üncü
bölgede. 3’üncü bölge demek, aslında birçok alanda teşviklerin yoğun bir şekilde
verildiği bir bölge demek. Ben detaylara girmek istemiyorum. Sizin
bahsettiğiniz birkaç husus var. Doğrudur, bir tekstil alanında çok ciddi -bazı
kategorilerde- bir kapasite fazlası var. Bizim girişimcilerimiz kaynaklarını
rasyonel bir şekilde tahsis ettirsinler, biz doğru yönlendirelim diye dedik ki:
Bazı bölgelerde sadece akıllı tekstil olması koşuluyla biz teşvik veririz. Bu
doğru bir yaklaşımdır bakın çünkü Türkiye aşırı kapasiteden çok şey çekti.
Dünyadaki şartları dikkate almamız lazım. Gaziantep’teki yaklaşım da budur.
Plastikte de benzer bir durum söz konusudur. 4’üncü bölgede bu alanlarda teşvik
genel olarak veriliyor ama 3’üncü bölge ve diğer bölgelerde daha nitelikli
yatırımlara kaydırmak için girişimciyi biz bu türden bir farklılaştırmaya gittik.
Yine, cari açıkla
ilgili olarak hakikaten birkaç tedbir alındı. Tüketici kredileri üzerindeki KKDF’yi, hatırlarsanız kriz öncesinde yüzde 15’ti, kriz
döneminde yüzde 10’a çekmiştik, tekrar yüzde 15’e çıkarttık. Bunu önemli bir
adım olarak görüyorum.
Yine, Merkez
Bankasının karşılık oranlarını artırması, bu da önemli bir adımdır. Çünkü biz
bir yıl çok hızlı büyüyüp bir sonraki yıl tekrar ciddi bir yavaşlama içerisine
girmeyi doğru bulmuyoruz. Yani daha makul, daha dengeli, daha istikrarlı,
sürdürülebilir yüksek bir büyüme Türkiye'nin yararınadır.
Cari açık
konusunda takdir edersiniz ki ben epey detaylı bir sunuş yaptım. Hakikaten çok
önemli bir sorundur, Türkiye'nin yapısal boyutu olan önemli bir sorunudur. Bu
konunun çözülmesi için birçok adım attık ama siz de takdir ederseniz ki bu
adımların sonuç doğurması, orta-uzun vadeli bir perspektifle sonuç doğurması
söz konusudur. O çerçevede bakmakta ben yarar görüyorum.
Şimdi, Gelir
İdaresinde yani gelir uzmanlığı hususuna gelince…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakan, süreniz doldu. Hatiplere bir
dakika vermediğim için size de yok. Yazılı cevap verirsiniz.
Madde üzerinde
bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
575 Sıra Sayılı 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının 11 inci
maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
"(1)
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı bütçesinin 38.01.02.00-09.9.9.00-2-05.3 (Öğretim Üyesi Yetiştirme Projesi) tertibinde yer alan
ödenek, bu proje kapsamında lisansüstü eğitim veren yükseköğretim kurumlarına,
mal ve hizmet alımlarında ve sermaye ve personel harcamalarında kullanılmak
üzere, görevlendirilen öğrencilerin sayıları ve öğrenim alanları dikkate
alınarak tahakkuk ettirilmek suretiyle ödenir."
"(3) Öz
gelir karşılığı olarak ilgili yükseköğretim kurumu bütçesinin (A) işaretli
cetvelinde fonksiyonel sınıflandırmanın dördüncü düzeyinde tertiplenen
ödenekler arasında (09.6.0-Eğitime yardımcı hizmetler fonksiyonu altında öz
gelir karşılığı tefrik edilen ödenekler arasında yapılacak aktarmalar hariç)
aktarma Maliye Bakanlığı izniyle yapılabilir."
|
Osman Coşkunoğlu |
Osman Kaptan |
Harun Öztürk |
|
Uşak |
Antalya |
İzmir |
|
Fatih Atay |
Enis Tütüncü |
|
|
Aydın |
Tekirdağ |
|
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SEDAT KIZILCIKLI (Bursa) –
Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, biz de
katılamıyoruz. Sayın Coşkunoğlu’na da gerekçelerini
gerçi açıkladım ama, bu kaynaklar, esası itibarıyla
araştırma görevlisi yetiştirmek için tahsis edilmiş veya öğrencilerin barınma
ihtiyaçları için tahsis edilmiş kaynaklardır. Bu kaynakların başka alanlarda
kullanılması, bence hem öğrencilerimiz açısından hem üniversitelerimizin
geleceği açısından olumlu olmayacağı gerekçesiyle biz olumsuz bakıyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Anayasa’nın bütçe görüşmelerini düzenleyen 162’nci
maddesinin “…değişiklik önergeleri, üzerinde ayrıca görüşme yapılmaksızın
okunur ve oylanır.” hükmü gereğince önergenin gerekçesini okutuyorum:
Gerekçe:
Bu harcama esnekliğinin sağlanması gereklidir.
Önceden belirlendiği şekilde kullanılması mümkün olamadığı
hallerde, ödenek Maliye Bakanlığı izniyle üniversite tarafından uygun
kalemlerde kullanılabilmeli.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler.. Önerge kabul edilmemiştir.
11’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
12’nci maddeyi okutuyorum:
Bağış, hibe ve yardımlara ilişkin işlemler
MADDE 12 – (1) Maliye Bakanı;
a) Yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan hibe olarak yıl içinde elde
edilecek imkanların Türk Lirası karşılıklarını Hazine
Müsteşarlığının teklifi üzerine gereğine göre bütçeye gelir veya
gelir-ödenek-gider kaydetmeye,
b) Dış kaynaklardan veya uluslararası antlaşmalarla bağış ve kredi
yoluyla gelecek her çeşit malzemenin navlun ve dışalımla ilgili vergi ve
resimlerinin ödenmesi amacı ile bunların karşılığını, ilgili bütçelerinde
mevcut veya yeni açılacak tertiplere ödenek kaydetmeye ve gereken işlemleri
yapmaya,
c) 2011 yılı içinde Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel
Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı ihtiyaçları için yabancı devletlerden
askeri yardım yoluyla veya diğer yollardan fiilen sağlanacak malzeme ve eşya
bedellerini, bağlı (B) işaretli cetvelde açılacak tertiplere gelir ve
karşılıklarını da bu bütçelerde açılacak özel tertiplere ödenek ve gider
kaydetmeye, yetkilidir.
(2) Türkiye-Avrupa Birliği mali işbirliği kapsamında sağlanacak
mali imkanların karşılığı olarak ilgili idare
bütçelerinde (05), (06) ve (07) ekonomik kodlarını içeren tertiplerde yer alan
tutarların Ulusal Fona ödenmesine ilgili bakanlar yetkilidir. Bu ödenekler
başka bir hizmet veya faaliyete tahsis edilemez. Ancak, bu tutarlardan ödeme
esnasında kur farkı nedeniyle oluşan fazlalıklar ve ilgili projeler için
harcanamayan kısımlar ile Topluluk Programlarına ilişkin Avrupa Birliği katkı
bakiyeleri Ulusal Fon hesaplarında tutulmaya devam edilir ve gerektiğinde bu
Kanun kapsamındaki idarelere ait program ve projelerin finansmanı için
kullanılabilir. Ulusal Fona ödeme işlemi Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu
Bakanın talebi üzerine ve projelerin finansman planlamasına uygun olarak en geç
otuz gün içinde gerçekleştirilir.
(3) İkinci fıkra uyarınca Ulusal Fona ödenen bu tutarlar, 30/1/2003 tarihli ve 4802 sayılı Kanun kapsamında onaylanan
Mutabakat Zabıtlarında yer alan hükümler çerçevesinde kullanılır.
(4) Türkiye-Avrupa Birliği mali işbirliği kapsamındaki program ve
projelerin yürütülmesine ilişkin anlaşmalarda, öngörülen nedenlerle Avrupa
Komisyonuna iadesi gereken hibe, kur farkları ve benzeri türden doğabilecek
ilave ödenek ihtiyacı, Maliye Bakanlığı bütçesinde yer alan
12.01.31.00-01.1.2.00-1-09.6 tertibinden aktarma
yapılmak suretiyle karşılanabilir.
BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına Van Milletvekili Sayın Fatma Kurtulan’a
aittir.
Buyurun Sayın Kurtulan. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA FATMA KURTULAN (Van) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 12’nci
maddesi hakkında görüş belirtmek üzere Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Buna geçmeden önce, 19 Aralık 1978’de başlayıp 24 Aralıkta 111
kişinin ölümüyle sonuçlanan, çocuk yüreğimle ölüm sırasını beklediğim Maraş
katliamının yıl dönümü vesilesiyle, bu katliamı kınamak istediğimi sizlerle
paylaşmak isterim.
Yine, 19’unda, demokratik güçlerin orada yaptıkları miting
sırasında, bir kez daha, kan emicilerin kana doymadıklarının, Maraş’ta doymadıklarının
tanıklığını yaptık.
Dönemin Emniyet Müdürü Abdülkadir Aksu,
ne yazık ki, tüm iktidarların vazgeçilmez adamı olarak, AKP İktidarının da
vazgeçilmezi olarak görevini sürdürmekte. Sanırım Abdülkadir
Aksu, her dönemde olduğu gibi, bu dönem de AKP’ye deneyimlerini aktarıyor.
Keşke Abdülkadir Aksu da, Ökkeş
Kenger gibi, bir balkonda dursaydı, biraz anılarını tazeleseydiler. Ben
bazılarının da çıkıp “Bu faşistler bizden değildir.” açıklamalarını çok
inandırıcı bulmadığımı da belirtmek istiyorum. Bu kürsülerde, Kürtlerin
demokratik taleplerinin bölücülük olduğunu, kabul edilemez olduğunu köpürerek
haykıranların, bundan herkesin, tüm liderlerin sorumlu olduğunu belirtmek
isterim.
Üzerinde söz aldığım konu bağış, hibe ve yardımlara ilişkin
olmakla beraber, Millî Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığını da
içerdiğinden, konuşmamı TSK içinde meydana gelen şüpheli asker ölümlerine ve bu
olaylara ilişkin bir türlü işlemeyen adli sürece ayırmak istiyorum.
Ordunun siyaset üzerinde etkin bir kurum olması, onu hukuksuz
oluşumlarla tartışılır hâle getirirken, AKP’nin iş birliğiyle, militarist güç,
bireyin can güvenliğini ortadan kaldıran bir unsur hâline gelmiştir.
Sayısı 1 milyonu aşan ordunun büyük çoğunluğu “güvenlik önlemleri”
adı altında Kürt bölgelerinde görevlendirilmiştir. Ev baskınları yapan, kontrol
noktalarında vatandaşı yaylım ateşine tutan, sınırlarda infaz gerçekleştiren,
döşediği mayınlarla onlarca askeri hayatından eden, kontrolden çıkmış mayınlı
arazileri, atış poligonları ve mühimmatları ile her yıl onlarca çocuğun ve
sivilin ölümüne ve sakat kalmasına neden olan TSK, titizlikle gözden
geçirilmesi gereken sorunlu bir kurumdur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TSK’nın
21’inci yüzyılın demokrasi ve özgürlük anlayışı karşısında bir handikap olarak duran bu konumunu sorgulamanın nedenlerinden
biri de bünyesinde yaşanan şüpheli asker ölümleridir. Bugüne kadar yalnızca
şahsım adına hakkında soru önergesi verdiğim şüpheli asker ölümü vakaları 17’ye
yakındır. Ancak, Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül hiçbirine ikna edici bir
cevap vermemiş, her yıl onlarca gencin hayattan koparılmasına sıradan bir
olaymış gibi yaklaşarak gayriciddi bir tutum içinde
olmuştur. Kışlalardaki şüpheli asker ölümlerine her gün bir yenisi eklenirken,
Sayın Bakan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin emniyet ve kaza önleme konusunda
titizlik ve özveriyle çeşitli faaliyetlerde bulunduğunu, aldığı tedbirler ve
yürüttüğü çalışmalar sayesinde gerçekleşen kaza ve olay sayılarında yıllara
sâri olarak önemli ölçüde azalmanın gözlendiğini iddia etmiştir. Ancak, İnsan
Hakları Derneğinin 2010 Haziran raporunda, 2000-2009 yılları arasında meydana
gelen şüpheli asker ölümleri 401’dir. 2008 yılında 28 olan şüpheli asker
ölümleri, 2009 yılında 38; 2010 yılının ilk altı ayında 23’ü bulmuştur.
Sonrasında ise basından, bölgeden ve diğer illerden takip ettiğimiz kadarıyla
meydana gelen 10’a yakın şüpheli ölüm vakasıyla toplamda bu sayı 2010’da 30’u
aşmıştır. Tabii ki bu sayılar, yalnızca birtakım resmî açıklamalar, başvurular
ve basından takip edildiği kadarıyla ulaşılan rakamdır. Gerçekte vaka sayısının
bu rakamın üzerinde olduğu aşikârdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TSK içinde bugüne kadar bu
olaylara ilişkin kapsamlı ne idari ne de adli bir soruşturma başlatılmamıştır.
Savunma Bakanlığı ölümler hakkında ailelere bir açıklama yapma gereği bile
duymamıştır. TSK’daki mevcut uygulamalar hakkında
parti olarak inceleme başlatılması ve acil önlem alınması konusunda yaptığımız
öneriler dikkate alınmazken, dönemin başında vermiş olduğumuz araştırma
önergeleri gündeme alınmamıştır.
Yine, Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül, alınan önlemlere rağmen
gerçekleşen kaza ve olaylara ilişkin ayrıntılı kaza raporları hazırlandığını,
bilgilerin kayıt altına alındığını, adli soruşturma işlemlerinin eksiksiz
yürütüldüğünü iddia etmekte, ancak şüpheli ölümlere ilişkin bir sayı da
verememektedir. Ancak aileler, olay yeri inceleme ve otopsi raporunu alamadıklarını
öne sürmektedir. Aileler, askerî yetkililer tarafından intihar olarak
bildirilen bu ölümlerin cinayet olduğunu iddia etmektedirler. Bu iddialardan
haberdar değil misiniz Sayın Bakan?
Yine, kışlalarda çocuklarını şüpheli bir şekilde kaybeden Adanalı
dört aile, daha iki ay önce basın açıklaması yaparak intihar iddialarının doğru
olmadığını ve çocuklarının öldürüldüğünü ileri sürmüşlerdir. Bu iddialar
karşısında neden sessiz kalmaktasınız?
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kaza kurşunu, elektrik ve
yıldırım çarpması, yüksekten düşme, birlik içinde trafik kazası, eğitim
sırasında mühimmat patlaması, yılan sokması, kalp krizi gibi nedenlerle
hayatını kaybettiği öne sürülen askerlerin aileleri aynı şekilde gerekçeleri
inandırıcı bulmamıştır. Millî Savunma Bakanı bu durum karşısında bir açıklama
yapmamakta ısrar etse de aileler iddialarının arkasında durmakta ve hukuki
yardım talep etmektedir.
Ağrı Patnos’ta askerlik yapan Rizeli Osman Kulaber
2 Kasım 2010 tarihinde kışlada hayatını kaybetmiştir. Askerî yetkililer ölüm
nedenini önceden ranzadan düşme, sonra ise kalp krizi olarak bildirmiştir.
Kendilerine çelişkili ifadelerde bulunulduğunu ileri süren anne “Çocuğum alt
ranzada kalıyordu, bunu biliyorduk.” demiştir. Otopsi raporunu göremeyen aile,
kalp krizi geçirdiği iddialarını da inandırıcı bulmamıştır.
Ağrı Doğubeyazıt nüfusuna kayıtlı olan
Erkan Can’ın karakolun banyosunda kendi silahıyla intihar ettiği ileri
sürülmüştür. Askerî yetkililer ölüm nedenini intihar olarak bildirmiş olsa da,
ailesi, Erkan Can’ın 8 Aralık akşamı kendisiyle görüştüklerini, telefonda
annesine “Burada bir çavuş var, beni öldürecek.” dediğini ve aynı gece
öldürüldüğünü ileri sürmüştür.
Gaziantep Hayrat Jandarma Karakolunda asker olan Serhat Yıldız 19
Şubat 2010 tarihinde aynı yerde hayatını kaybetti. Askerî yetkililer ölüm
nedenini intihar olarak bildirdi. Basında sırtından vurulmuş olduğuna ilişkin
ciddi iddialar yer aldı, ailesi intihar olmadığını söyledi.
Kışlalarda meydana gelen şüpheli ölümlere dair diğer bir husus
ise, bu askerlerin çoğunun Kürt olmasıdır. İntihar ya da başka nedenlerle
hayatını kaybettiği söylenen askerlerin içinde Rizeli, Nevşehirli bulunmakla
birlikte, İHD’nin raporlarında da belirtildiği üzere
ezici bir çoğunluğu Kürt’tür. İki dilli yaşam talebi üzerine kıyametleri
koparanların askerlerin şüpheli ölümü karşısında sessiz kalmaları kabul
edilebilinir mi?
Hangi partiden olursanız olun tüm milletvekillerine sesleniyorum:
Temsilcisi olduğunuz vatandaşlarınızın evlatları askerde güvende değil.
Kışlalardaki şüpheli asker ölümlerini sonlandırmak için gelin hep beraber bir
araştırma başlatarak önlem alalım diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kurtulan.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Niğde Milletvekili Sayın
Mümin İnan. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın
12’nci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.
Bu maddede, yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan sağlanacak
imkânların Türk lirası karşılıklarının bütçeleştirilmesi, dış kaynaklardan
bağış ve yardım yoluyla gelen malzemelerin tertibinde mevcut ödeneklerin
yetmemesi hâlinde navlun bedelleri ve gümrük vergileri karşılığının bütçelere
ödenek kaydının yapılabilmesi imkânı sağlanmaktadır.
Ayrıca, Millî Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve
Sahil Güvenlik Komutanlığının ihtiyaçları için yabancı devletlerden askerî
yardım yoluyla sağlanacak malzeme bedellerinin bütçeye kayıt şekliyle ilgili
hükümlere yer verilmektedir.
Yine bütçe kanunu tasarısının bu maddesinde, Türkiye-Avrupa
Birliği mali iş birliği kapsamında sağlanacak mali imkânların karşılığı olarak
ilgili idarelerin bütçelerine konulan tutarların Ulusal Fon’a ödenmesine ve
kullanılmasına ilişkin esaslar belirtilmektedir.
Bu maddeyle, Maliye Bakanına, yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan
hibe ve bağış yoluyla gelecek imkânları bütçeye gelir-gider kaydetmeye yetki
verilmektedir.
Maddenin diğer hükümlerinde ise Türkiye ile Avrupa Birliği mali iş
birliği kapsamında sağlanacak imkânların Ulusal Fon’a aktarılmasına ilişkin
düzenlemeler bulunmaktadır.
AB’ye üye ve aday olan ülkelere eğitim, sağlık, enerji, tarım,
ulaştırma, çevre gibi alanlarda destek sağlamaktadır. “AB’ye uyum” adı altında
ülkemizdeki bütün sistem AKP iktidarları döneminde dönüştürülmeye çalışılmış,
neredeyse, “Yapısal reform” adı altında teşkilat yapısı değiştirilmeyen idare
birimi kalmamıştır.
AKP hükûmetlerinin bütün bu çabalarına
rağmen yılda ortalama 100 milyar euroya yakın proje fonlayan AB fonlarından, ülkemize iktidarları döneminde
acaba yılda ortalama kaç euro fon girişi olmuş ve bu
fonların ne kadarından kamu sektörü, ne kadarından özel sektör faydalanmıştır?
Yine, gelen bu fonların ne kadarı bağış ve ne kadarı hibe, ne
kadarı da borç niteliğindedir? Bu hibe ve ayni yardımların neler olduğunun,
kamuoyuna Hükûmet yetkilileri tarafından da
açıklanması gerekir. Bildiğimiz kadarıyla, bu fonlardan Türkiye en az
yararlanan ülke konumundadır.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; Türkiye'nin
2011 bütçe programına göre bütçenin gelirlerinin 279 milyar TL, giderlerinin
ise 312,5 milyar TL olacağı tahmin edilmektedir. Yıllardır gelirinin büyük
bölümü dolaylı vergilerden elde eden devlet, yeni bütçede de bu politikasından
vazgeçmemiştir. Buna göre, 2011’de vergilerin yüzde 67’si -KDV, ÖTV, özel
iletişim vergisi gibi- dolaylı vergi kalemlerinden toplanacaktır. Devlet bu yıl
toplam 279 milyar TL gelir beklemektedir, bunun 202,2 milyar lirası vergi
gelirlerinden oluşmakta. Devlet, vatandaştan 47,3 milyar lira gelir vergisi,
23,1 milyar da kurumlar vergisi olmak üzere 70,4 milyar lira, kazanandan elde
edecektir. Buna da asgari ücret ve diğer ücretlerden elde edilecek vergiler
dâhildir. Diğer taraftan 67,8 milyar TL KDV, 61,1 milyar ÖTV olmak üzere bu
paranın 2 katı tutarını da, miktarını da, zengin ve fakir ayrımı yapmadan geniş
toplum kesimlerinin yaptığı harcamalardan alınan dolaylı vergi gelirleri
oluşturmaktadır. Elmas, pırlanta gibi değerli taşların KDV’sinin sıfır olduğunu
düşünürseniz, bu kadar dolaylı vergiyi kimin ödeyeceğini de vatandaşımız çok
kolaylıkla anlayabilir.
Vergi sistemimizdeki çarpıklığı daha net bir şekilde ortaya
koyabilmek için, hâlen komisyonda görüşülen bir yasa tasarısı hakkında
akademisyen bir yazarın, bir gazetede, 20 Aralık 2010 tarihli köşe yazısını
sizlere iletmek istiyorum. “Kaçak Malda Bir Taşla Üç Kuş” yazısının son kısmını
sizlere okuyorum değerli arkadaşlar:
“Bunların imalatı ve ticareti ile uğraşan mükellefler, -yani
değerli maden ve taşlarla ilgili- işletmelerinde mevcut olduğu hâlde
kayıtlarında yer almayan;
- Değerli madenleri (altın, platin ve gümüşü)
- Değerli taşları (pırlanta, elmas ve yakutu) yasanın yayımlandığı
tarihi izleyen üçüncü ayın sonuna kadar, cinsi ve rayiç bedeli ile birlikte,
ilgili vergi dairesine beyan edecekler.
- Bildirilen maden ve taşların değeri üzerinden, yüzde 2,5 vergi
ödeyecekler.
- Bildirilen değerli maden ve taşlar için ayrıca KDV ve ÖTV
ödenmeyecek.
- Bildirim konusu değerli maden ve taşların tutarı işletmeden
vergisiz olarak çekilebilecek.
Torba yasa özellikle değerli taşlar için, büyük bir avantaj
sağlamaktadır. Örneğin büyük bir kısmı ülkeye kaçak olarak getirilen
pırlantalar için;
‘KDV zaten sıfırdı. Şimdi yüzde 20 ÖTV de ödemeden, sadece yüzde
2,5 vergi ile istediğin kadar kaçak pırlantayı beyan edebilirsin.’
denilmektedir.
Buna göre, örneğin 10 milyon TL’lik pırlanta beyan eden mükellef,
bunun yüzde 2,5’unu ödeyerek, bunu yasallaştıracak.
Bu aşamada ÖTV fiilen ortadan kalkmış olacak.
Bitmedi, normalde şirketten yüzde 15 kâr dağıtımı stopajı ardından
gelir vergisi ödeyerek elde edebileceği 10 milyon lirayı, on kuruş ödemeden
şirketten çekebilecek.
Daha önce yazdığım gibi bundan iyisi Şam’da kayısı.
Kereste beyanı yüzde 10 iken, pırlantanın 2,5 olması ise dikkat
çekici.” diye yazısını tamamlamış.
Bu konuyla uğraşan Hükûmet yetkilileri
var mıdır, Hükûmete yakın yandaşlar var mıdır onu
bilemiyorum ama AKP hükûmetlerinin bu pırlanta ve
elmas gibi mücevher tacirlerine sürekli ekstra kolaylıklar sağlamaya çalışması
gerçekten dikkat çekicidir değerli arkadaşlar. Oysa halkımızın büyük bir
çoğunluğu pırlantadan ziyade “Elektrik, sulama borcum ne olacak; sosyal
güvenlik primlerimi nasıl öderim, vergi yapılandırmam nasıl olacak; Ziraat
Bankası, Halkbank, esnaf kefalet ve tarım kredi
borçlarım nasıl yapılandırılacak, kredi kartı borçları bu yapılandırılmaya
dâhil edilecek mi?” gibi sorularla kendisi bir umutla Hükûmetten
müjdeler beklemektedir. Üniversite mezunları kendisine iş bulabilecek midir,
özel idarede çalışan işçiler hangi kurumlara dağıtılacaktır ve iş güvenliği
sağlanabilecek midir? Bunlar şu anda bütün sosyal kesimlerimizin gündemini
işgal etmektedir değerli arkadaşlar.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; bütçe
kanunları hükûmetlerin tercihlerini ortaya koyar.
Bütçeye baktığınızda, hükûmetlerin hangi kesimlere
yönelik çözümler planladığı, ülke kaynaklarını hangi kesimlere yönlendirmek
istediği konusunda ipuçları elde ederiz. Önceki AKP bütçelerinde olduğu gibi bu
bütçe de artan işsizliğe, üretimsizliğe, yoksulluğa, yatırım azlığına, gelir
dağılımı adaletsizliğine, vergi adaletsizliğine çare arayan bir bütçe
niteliğinde değildir. Ülkemizin acilen istatistik hesaplama modellerini
değiştirerek, büyüdüğümüzü zannetmekten vazgeçip, üreterek büyümeye, kalkınmaya
ve istihdama ihtiyacı vardır. AKP hükûmetleri sekiz
yıldır maalesef Türkiye’yi boş vaatlerle, makyajla ve rakam cambazlığıyla
yönetmeye çalışmıştır. Aynı şekilde de bunu devam ettirmektedirler.
Kapitalizmin ekonomik kurallarına göre bir toplumun gelişmişlik
düzeyini fert başına düşen tüketim oranıyla açıklayan ve toplumu buna manipüle
eden AKP hükûmetlerince hortlatılan tüketim ihtirası,
insanlarımızı ürettiğinden fazlasını tüketmeye heveslendirmiş ve uluslararası
küresel sermayenin atıl paraları mevcut ekonomik konjonktüre
göre çok daha yüksek faizlerle vatandaşımıza kredi olarak verilmiştir. Tüzel
kişiliği olduğu farz edilen devlet için de durum aynıdır. Üretimin hızla düştüğü
ve üretim ihtirasının yükseldiği toplumlar her türlü siyasal ve sosyal
patlamalara gebe olur. Sürekli resmî ve özel bankaların kredi mekanizmaları
kullanılarak karşılıksız olarak ürettikleri para ekonomik hayatımızı felce
uğratma aşamasına gelmiştir. Nihayet, bazı Hükûmet
yetkililerinin ülkemize giren sıcak para girişinin kontrol altına alınması
konusunda dillerinin ucuyla birtakım şeyler söylemesiyle... Ancak bunlar da
söylemde kalmaktadır. Ancak tedbir bugüne kadar alınmamıştır. Bugün geldiğimiz
nokta bunu net bir
şekilde ortaya koymaktadır.
“Ülkeyi şuradan aldık, buraya uçurduk.” gibi söylemler ve medya
desteğiyle vatandaşı âdeta propaganda bombardımanına tutarak düşünüp gerçekleri
görmelerini engelleme çabalarınız artık ne yazık ki eskisi gibi etkili
olamayacaktır çünkü artık mızrak çuvala sığmamaktadır. Ülkenin iç ve dış borç
durumu ortadadır. Vatandaşlarımızın kredi kartı ve tüketici kredisi borçları
artık en önemli boşanma sebeplerinden birisi hâline gelmiştir.
İktidarlarınız döneminde, hem bireyler hem de devlet olarak
cumhuriyet tarihimizin en büyük borç bataklığına saplandık. Bu aşırı borç
stokunun nasıl eritileceği konusunda Hükûmet
yetkilileri bugüne kadar tatmin edici bir açıklama yapamamaktadırlar. PETKİM,
TÜPRAŞ, Tekel, Ereğli Demir Çelik, Türk Telekom gibi kuruluşlar satıldı. Bundan
sonra hangilerinin satılacağını da çok fazla bilemiyoruz.
Değerli arkadaşlar, milletimiz hiçbir dönemde millî birlik ve
ekonomik olarak sıkıntılara bu dönemde maruz kaldığı kadar kalmadı. İhanet hiç
bu kadar pervasız olmadı. Bu dönemde eşkıyalığın kimlik arayışı, bölücülüğün
insan hakları, yıkımın açılım, devlete meydan okumanın özgürleşme olduğu
anlatılmaya çalışıldı. İşçi, çiftçi, memur, emekli, esnaf ve sanatkâr,
sanayici, bütün sosyal kesimlerin sıkıntıları ve dertleri hiçbir dönemde
olmadığı kadar bu dönemde yükseldi.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; biz Milliyetçi Hareket
Partisi olarak büyük Türk milletine…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MÜMİN İNAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnan.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Aydın Milletvekili Sayın Fatih
Atay, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA M. FATİH ATAY (Aydın) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 12’nci maddesi
hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Yüce heyeti saygıyla
selamlarım.
Merkezî bütçe kanununun 12’nci maddesi bağış, hibe ve yardımlara
ilişkin işlemlere yönelik konulmuş bir maddedir. Bu bağış, hibe ve yardımlar da
yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan olabilmektedir. Ayrıca, uluslararası
anlaşmalarla veya dış kaynaklardan sağlanabilmektedir. Bu madde, zorunluluktan
kaynaklandığı için, üzerinde fazla tartışılmadan oy birliğiyle geçmiş bir
maddedir.
Sayın milletvekilleri, siyasal partiler iktidara geldikleri zaman,
elbette siyasal ve ekonomik kararlar alırlar. Almış oldukları bu siyasal ve
ekonomik kararla da bazı siyasal ideolojilerini de ortaya koyarlar. Koymuş
oldukları bu ideolojileri, yapmış oldukları işlemler, tercihleri muhalefet
tarafından elbette eleştirilir. Ancak, ülkemizi sekiz yıldır yönetmekte olan
siyasal iktidarla ilgili olarak muhalefetin, kamuoyunun ciddi ithamları vardır.
Bu ithamlardan bir tanesi şudur ve önemlidir: İktidardaki Hükûmetin
gizli bir gündemi olduğu konusunda muhalefetin iddiası vardır. Evet, şimdi
gizli bir gündemi olduğu konusunda muhalefetin iktidara yönelik bu eleştirisine
karşı, acaba gerçekten iktidarın böyle bir gündemi yok da haksız yere mi
suçlanıyor diye bir inceleme yapmak, bir görüşlerine bakmak, bir durumu tespit
etmek gerektiği inancındayım.
Değerli milletvekilleri, gerçekten Hükûmete
haksızlık mı yapılıyor, gizli gündemi yok da “Gizli gündemi var.” diye bir
iddiada mı bulunuluyor? Hayır. Gerçekten bu Hükûmetin
gizli bir gündemi olduğu açık, bir tespit var ortada. (AK PARTİ sıralarından
anlaşılamayan bir müdahale)
Anlatacağım, öğreneceksin, anlatacağım bak!
Değerli milletvekilleri, iki gündür Türkiye kamuoyunu ilgilendiren
bir konu var. Türk Hava Yolları yetmiş yedi yıllık bir kuruluş. Yetmiş yedi
yıldır Türk Hava Yollarında çalışan hosteslerle ilgili bir sorun yok, yetmiş
yedi yıl sonra sizin iktidarınızda, devri iktidarınızda bir yönetmelik
değişiyor. Bu yönetmelikte başlarının açık olmayabileceği anlamına gelen bir
cümle var, o ortadan kaldırılıyor. Türbanlı hostesleri getirmeye yönelik bir
oyun içindesiniz. (AK PARTİ sıralarından “Hayır” sesleri, gürültüler)
AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Yakalamışsın ha, konuş, konuş!
SUAT KILIÇ (Samsun) – Nereden yakaladın onu? Vay be!
M. FATİH ATAY (Devamla) – Bununla ilgili olarak Bakana soru
soruluyor, Bakana. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Oyun içindesiniz, oyun içindesiniz, oyun!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
M. FATİH ATAY (Devamla) – Bakana soruluyor: “Sayın Bakan, bir
yönetmelik değişikliği var, türbanlı hostesler gelecek, onlara çalışma olanağı
doğacak, ne diyorsunuz?” deniliyor. Sayın Bakanın söylediği laf: “Öyle miymiş?
Allah, Allah… Kıyafet de mi varmış o yönetmelikte?” diyerek ilkokuldaki
çocukların bile kanmayacağı bir cevap vererek olayı ötelemeye çalışıyor. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
Değerli milletvekilleri, bir başka örnek daha vereceğim, merak
etmeyin, bir başka örnek daha vereceğim. Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu
1930 yılında çıktı.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Devam edin, devam! Hep aynı şeyleri
söylüyorsunuz!
M. FATİH ATAY (Devamla) – 12’nci maddesiyle ilgili olarak geçen
hafta Türkiye’de iki ilde bir uygulama yapıldı. 1930-2010, seksen yıldır bu
Kanun’un bu maddesiyle ilgili Türkiye’de hiçbir sorun yok…
SUAT KILIÇ (Samsun) – İçişleri Bakanı idari soruşturma başlattı!
M. FATİH ATAY (Devamla) – …ama geçen hafta bir başka olay oldu,
Ankara’da Çayyolu’nda restoranlara gidip polis “Bu
yetkimi kullanıyorum.” diyerek çocuklara ailelerinin yanında, o aileleriyle
birlikte bir korku saldı, tacizde bulundu. Daha sonra da…
KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) – Vah, vah, vah!
M. FATİH ATAY (Devamla) – “Vah!” Senin için anlamı yok, senin için
anlamı yok bunun. Özgürlük senin için farklı bir şey, bizim için farklı bir
şey, aramızdaki fark bu zaten.
SUAT KILIÇ (Samsun) – İdari soruşturma başlatıldı, idari
soruşturma.
M. FATİH ATAY (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Aydın’da da
aynı olay oldu, Aydın ilinde de, benim ilimde de polis gitti, bir restoranda
aileleriyle birlikte -tutanaklar burada- tutanak tutarak insanlara gözdağı
verdi. İnsanların içki içeceği yerlerle ilgili olarak tercihlerine ket vurmak,
onları engellemek, korkutmak amacıyla böyle bir işlem yaptı. Bu sizin gizli
gündeminiz değil de nedir?
Değerli milletvekilleri… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
SONER AKSOY (Kütahya) – Bravo! Tebrik ediyorum!
M. FATİH ATAY (Devamla) – Öğreneceksin bak daha…
YÖK diye bir kuruluş var, YÖK, Giresun Üniversitesi var. YÖK,
burada, iki oy alan bir kişiyi, bir profesörü üçüncü sıradan Cumhurbaşkanına
Giresun Üniversitesi rektör adayı olarak sundu. Cumhurbaşkanının bile, sizin
her dediğinize “evet” demekle övünen Cumhurbaşkanının bile vicdanı el vermedi,
vicdanı el vermedi, açıklama istedi.
Bu arada baktılar Cumhurbaşkanı atamayacak, ne yaptılar? Bu
arkadaşı istifa ettirdiler, YÖK’ün aday belirlemesiyle ilgili “Sorun var.”
dediler ve bu arkadaş, iki oy almış bu insan vekâleten Giresun Üniversitesine
rektör vekili ilan edildi.
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) – İyi de niye bağırıyorsun?
M. FATİH ATAY (Devamla) – Diyanetten sorumlu… Diyanette
profesör bu arkadaş. Sizin gizli gündeminiz yok da ne var?
Değerli milletvekilleri, şimdi…
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) – Bağırmadan anlat!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yahu, siz bağırmadan konuşursa
anlamazsınız.
M. FATİH ATAY (Devamla) – …size bir şey daha anlatacağım…
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) – Bağırmadan anlat, bağırmadan!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bağırmadan konuşursa anlamıyorsunuz.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
M. FATİH ATAY (Devamla) – Bu “Türk Hava Yolları.” denildiği zaman…
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) – Sende idrak var mı, sende akıl var mı,
beyin var mı? Sende beyin yok, beyinsizsin!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sensin…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
M. FATİH ATAY (Devamla) – “Türk Hava Yolları.” denildiği zaman
oranın içini denetimden nasıl kaçırdığınız KİT Komisyonundaki tutanaklarda var.
Yüzde 49,12’ye getirerek devlet hissesini KİT Komisyonunun denetiminden
kaçırdınız.
Tabii, Telekom’da… Bakın, şu ilana bakın, bu ilan Telekom’daki
taşınmazların satımı. Telekom Oger grubunun malı
değildir, devletin malıdır, yirmi bir yıllığına o şirkete hisse devri
yapılmıştır, işletme devridir, mülkiyet devri değildir. Bu taşınmazları satma
hakkı yoktur. Bu devletindir, halkın malıdır bu. Oger
grubu bunları satıyor, şimdi bunları alıyor, parasını da alacak cebine koyacak.
Halkın malını satmasına göz mü yumacaksınız sayın milletvekilleri? Bu halkın
malı bunlar, halkın. Yirmi bir yıl sonra Oger grubu
aldığı hisseleri devretmek zorunda bütün mallarıyla birlikte. Biz gerçekten,
halkın çıkarları doğrultusunda yemin etmedik mi? Milletvekili değil miyiz
hepimiz arkadaşlar? Bu çıkarlar doğrultusunda tavır takınmak konusunda yemin
etmiş milletvekilleri olarak Oger grubunun yaptığı bu
satışların durdurulması gerekmiyor mu? Halkın malının birilerine peşkeş
çekilmesini engellemek bizim sorumluluğumuzda değil mi?
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Siyasetçi halk değil mi, onların
çıkarları vardır!
M. FATİH ATAY (Devamla) – Değerli milletvekilleri, “Oger grubu” deyince Lübnan geliyor aklıma. Şimdi, Başbakan
bütçe görüşmelerinde “Lübnan’a gittim, büyük ilgi gördüm.” dedi. Doğru, iki gün
sonra gazetelerden…
AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Kıskanmayın! Kıskanmayın!
M. FATİH ATAY (Devamla) – Kıskanmıyoruz, kıskanmıyoruz. Hiç
kıskanmıyorum, anlatacağım bak.
Gazetelerden öğrendik ki Lübnan polisi mitinge katılan herkese üç
günlük yevmiye vermiş arkadaşlar. Hiç kıskanmıyoruz, yevmiyeli
adam. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
SUAT KILIÇ (Samsun) – Yazık! Yazık!
M. FATİH ATAY (Devamla) – Gazeteler yazdı kardeşim.
Aydın’a geldi Sayın Başbakan.
SUAT KILIÇ (Samsun) – O Başbakan senin de Başbakanın. Yazık!
M. FATİH ATAY (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Başbakan
referandumla ilgili olarak…(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
SUAT KILIÇ (Samsun) – Yazık! Utan!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
M. FATİH ATAY (Devamla) – Gazete yazdı kardeşim, niye rahatsız
oluyorsun?
SUAT KILIÇ (Samsun) – Başbakan oraya Türk milletinin Başbakanı
olarak gitti. Utan!
BAŞKAN – Sayın Kılıç, lütfen…
M. FATİH ATAY (Devamla) – Sayın Başkan, benim süremden çalıyorlar,
uzatmıyorsunuz, lütfen…
KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) – Bu kadar mı kıskanç olur bir insan!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
M. FATİH ATAY (Devamla) – Utanması gereken sensin, ben değilim.
Değerli milletvekilleri, Aydın’a da geldi referandumda. 2
bin-2.500 kişi topladılar. Yukarıdan fotoğraf çekmek yasak, vali her yeri
kapattı. Kızdı Başbakan sayı az diye. Çine Barajı’nı açmaya geldi 6-7 bin
kalabalık oldu; gereken önlemleri aldılar, herkesi de getirdiler, yevmiyelerini verdiler. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Baraj yapılıyor, teşekkür etmen gerekirken
ne söylüyorsun?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
M. FATİH ATAY (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Lübnanlılar da
Aydınlılar da Başbakanı her hafta bekliyor, her hafta.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Memleketine baraj yapılmış…
BAŞKAN – Sayın Tunç…
M. FATİH ATAY (Devamla) – Yevmiye almak için her hafta Başbakanın
Aydın’a ve Lübnan’a gelmesini bekliyorlar arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Memleketine baraj yapılmış, teşekkür et!
KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) – Vah vah!
BAŞKAN – Sayın Türkmenoğlu, lütfen…
Sayın milletvekilleri, Grup Başkan Vekiliniz cevap verebilir.
Buyurun Sayın Atay.
M. FATİH ATAY (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bu kürsüden
konuşurken hepimizin üslubuna dikkat etmesi gerekir ama… (AK PARTİ sıralarından
“Doğru” sesleri, gülüşmeler) Ama düşüncelerini söyleme özgürlüğü de vardır
insanların. Sizin bu düşüncelerimi söyleme özgürlüğünü benden alma hakkınız
yok. Ben düşüncelerimi söylerim, beğenmeyebilirsiniz ama Başbakan bu kürsüde
bütçe görüşmelerinde Genel Başkanımıza bakarak defalarca “Sen” diye hitap
etmiştir, Genel Başkanımız da konuşmasında bütün sorularında “Sayın Başbakana
soruyorum.” diye hitap etmiştir. Değerli arkadaşlar…
BURHAN KAYATÜRK (Ankara) – “Recep Bey” diyor.
M. FATİH ATAY (Devamla) – Bütçe konuşmalarını söylüyorum.
Bununla ilgili olarak ben de…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Bitti bitti.
Süren bitti, hadi yürü!
M. FATİH ATAY (Devamla) – Sayın Başkan…
BAŞKAN - Mümkün değil Sayın Atay.
M. FATİH ATAY (Devamla) – Peki, teşekkür ederim.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN - Bir saniye, otursun Sayın Atay.
Teşekkür ederim Sayın Atay.
Buyurun Sayın Kılıç.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, kürsüdeki konuşmacı,
tekrarına gerek duyulmayacak şekilde, grubumuzu, Genel Başkanımızı, Başbakanımızı
doğrudan itham ve ilzam eden iftiralarda bulunmuştur. Konunun açıklığa
kavuşması ve düzeltilmesi için söz hakkı talep ediyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Her konuşmada sataşma mı var ya, zaten
yaptıklarınızı söylüyor.
BAŞKAN – Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Üç dakika süreniz var.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Samsun Milletvekili Suat
Kılıç’ın, Aydın Milletvekili M. Fatih Atay’ın, Grubuna ve Genel Başkanına
sataşması nedeniyle konuşması
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan, çok saygıdeğer
milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bütçe görüşmeleri belli bir nezaket anlayışı içerisinde, nezih bir
ortamda devam ediyor. Hakaret, iftira, yalan, aldatmaca ve karalamacalarla
bütçe görüşmelerinin muhabbeti üzerine gölge düşürmeye hiçbir milletvekilinin
hakkı olmadığı kanaatindeyim.
M. FATİH ATAY (Devamla) – Hakaret mi ettim? Hayır etmedim.
SUAT KILIÇ (Devamla) - Evvela şunu ifade edeyim: Değerli
milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti devleti demokratik, laik, sosyal bir hukuk
devletidir.
M. FATİH ATAY (Devamla) – Sayın Başkan, beğenmeyebilir düşüncemi
ama hakaret etmedim, rica ediyorum.
SUAT KILIÇ (Devamla) - Bu ülkede hiçbir kamu görevlisinin asker
olsun, polis olsun, bir başka bürokratik görevde bulunsun hiçbir kamu
görevlisinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin demokratik, laik, sosyal bir hukuk
devleti olduğu gerçeğinden ayrılması, buna aykırı eylem ve işlemler içerisinde
olabilmesi mümkün değildir.
Ankara Çayyolu’nda yaşanan
hadise, Türkiye’nin İçişleri Bakanı tarafından tasvip edilmiş bir hadise
değildir, Emniyet Genel Müdürü, İçişleri Müsteşarı, Ankara Emniyet Müdürü
tarafından tasvip edilmiş bir olay değildir, talimatlandırılmış
bir konu hiç değildir ve mesele üzerinde idari soruşturma sürecinin açıldığını
ve tahkikat aşamasının devam ettiğini bilmenize rağmen -bilmiyor olmadığınızı
düşünmüyorum- bilmiyor olmak Türkiye’nin gerçeklerinden tamamen kopuk olmaktır.
Buna rağmen, bu konuyu bir korku
vesilesi gibi buraya getirmek son derece ayıp, yanlış ve çirkin bir iftiradır,
bu bir.
M. FATİH ATAY (Aydın) – Sayın Başkan, benim bilmediğimle ilgili
yorum yaparak yanlış bilgi veriyor.
BAŞKAN – Sayın Atay, sizi duymuyorum.
SUAT KILIÇ (Devamla) – İkincisi -az evvel de söyledim- Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı Beyrut’a AK PARTİ Genel Başkanı olarak gitmemiştir, Türk
milletinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olarak, hepimizi temsilen oraya
gitmiştir ve Beyrut’taki Türkmen köyünde, ki orada
Sayın Başbakan Türk devletinin imkânlarıyla inşa edilen bir hastanenin
açılışını da gerçekleştirmiştir.
M. FATİH ATAY (Aydın) – Bir şey demiyoruz.
SUAT KILIÇ (Devamla) – Hizmeti götürdüğümüz, sizin, bizim, AK PARTİ’lilerin, CHP’lilerin, MHP’lilerin ve BDP’lilerin, bu ülkenin birliğine iman etmiş herkesin
selamını götürdüğü bir ortamda miting büyüklüğünde bir kalabalık oluşuyorsa
bunu “para dağıtıldığı” iddiasına bağlamak büyük bir iftiradır.
M. FATİH ATAY (Aydın) – Ben demiyorum.
SUAT KILIÇ (Devamla) – Bu iftirayı bu kürsüye bir Türk
milletvekili taşıyamaz.
M. FATİH ATAY (Aydın) – Ben söylemiyorum.
KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) – Ayıp! Özür dilemesi
lazım.
SUAT KILIÇ (Devamla) – Diğer bir konu: Aydın’ın Çine ilçesinde,
yüz yıllık hayal olan barajın bizim dönemimizde hızlandırılması, ödeneklendirilmesi, bitirilmesi biliyorum ki sizleri üzdü,
rahatsız etti.
M. FATİH ATAY (Aydın) – Çok ayıp, çok ayıp!
SUAT KILIÇ (Devamla) – Ama o baraja Aydın vilayetiyle adıyla
özdeşleşen rahmetli Adnan Menderes’in adı verilmiştir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – “Recep Erdoğan Barajı” denseydi bari!
SUAT KILIÇ (Devamla) – Adnan Menderes’in aziz hatırasına yönelik
saygısızlığa geçtiğimiz günlerde burada tanıklık ettik, Sayın Hamzaçebi de o saygısızlığı düzeltti. Ama değerli
arkadaşlar, şunu bilmelisiniz: Türk milletinin hiçbir ferdi yevmiye alarak
açılışa da gitmez, mitinge de gitmez.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SUAT KILIÇ (Devamla) – Yapılan, Aydın halkına büyük bir
hakarettir, saygısızlıktır. Bunu Aydın halkının vicdanına havale ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kılıç.
Buyurun Sayın Atay.
M. FATİH ATAY (Aydın) – Sayın Grup Başkan Vekili biraz önceki
konuşmasında benim bilgisiz olmamla ilgili düşüncesini söyledi.
SUAT KILIÇ (Samsun) – “Bilmiyor olamazsınız” dedim Sayın Başkan,
“bilgisiz” demedim, hakaret etmedim.
BAŞKAN – Sayın Kılıç, lütfen… Sayın Kılıç, lütfen…
M. FATİH ATAY (Aydın) – Sayın Başkan, ben bir dakika…
BAŞKAN – Bir dakika veremem Sayın Atay.
M. FATİH ATAY (Aydın) – Peki, Sayın Başkan, o zaman şunu
söyleyeyim: Ben Cumhuriyet Halk Partisi Aydın İl Başkanıydım 1995 yılında. O
ihalenin yapılmasında ben katkı yaptım ve o ihaleyi ben yaptım…
SUAT KILIÇ (Samsun) – Kime verdiniz ihaleyi! Sen nasıl ihale
yapıyorsun! Hangi yetkiyle ihale yapıyorsun! Aydın İl Başkanı ihale yapabilir
mi! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bir dakika…
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Kılıç, bir saniye…
M. FATİH ATAY (Aydın) – Ben Cumhuriyet Halk Partisi olarak,
Cumhuriyet Halk Partisi Aydın İl Başkanı olarak o ihalenin yapılması için her
türlü özveriyi, devletin her türlü katkısını yapmak için elimden geleni yaptım.
BAŞKAN – Tamam.
M. FATİH ATAY (Aydın) – Benim yapmak istediğim bu. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
Bu barajın tamamlanmış olmasını kıskanmam falan söz konusu değil;
tam tersine, bir sorumluluk duygusu içinde olunmasına katkı yapmış olduğum için
gurur duyuyorum.
BAŞKAN – Tamam, kayıtlara geçti Sayın Atay… Kayıtlara geçti Sayın
Atay.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Sayın Kılıç, siz de konuştunuz.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, sayın milletvekilinin de itiraz
etmeyeceği bir düzeltme yapmak istiyorum. Hukuki bir hatada bulunmuştur.
İfadesini düzeltmek kendisi için de isabet olacaktır.
M. FATİH ATAY (Aydın) – Hayır, ben…
SUAT KILIÇ (Samsun) – İl başkanlarının ihale yapma yetkileri
yoktur. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Hayır, ben Sayın Atay’ın konuşmasından öyle anlamadım.
M. FATİH ATAY (Aydın) – Sayın Başkan, bu çok önemli bir şey…
BAŞKAN – Sayın Atay…
M. FATİH ATAY (Aydın) – Ben
“İl başkanı ihale yapmış.” demedim.
BAŞKAN – Biliyorum, ben sizi dinledim.
M. FATİH ATAY (Aydın) – Arkadaşımız herhâlde bazı şeyleri yanlış
anlamakta…
BAŞKAN – Tutanaklara geçti Sayın Atay, tutanaklara geçti.
M. FATİH ATAY (Aydın) – Ben il başkanı olarak yapılmasıyla ilgili
olarak her türlü özveriyi gösterdim.
BAŞKAN – Evet, yardımcı olduğunuzu söylediniz, tutanaklara geçti.
Teşekkür ederim.
Madde üzerinde şahıslar üzerine…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, biraz önceki konuşmacı beni
eliyle işaret ederek “Adnan Menderes’e hakaret etti.” diyerek… (AK PARTİ
sıralarından gürültüler) Müsaade ederseniz, bir dakika…
BAŞKAN – Edemem Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir dakika efendim.
BAŞKAN - Sayın Genç, edemeyeceğim, kusura bakmayın.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, beni dinleyin yani.
BAŞKAN – Buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakın, o gün ben konuşurken siz benim
konuşmamı tamamlamama müsaade etmeden kestiniz mikrofonu. Böyle bir yetkiniz de
yok. Ama ben ne demek istediğimi açıklamadım.
BAŞKAN – Sonra tekrar açıkladınız Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır efendim. AKP’liler her yerde bu
lafımı istismar ediyor. Lütfen, bana bir müsaade edin, bir dakika verin, ben
konuşayım.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.
Bakın…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, Adnan Menderes’e hiç hakaret kastım
yok. Bunu bir açıklayayım efendim.
BAŞKAN – Şimdi, Sayın Genç, o gün…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, benim maksadım Tayyip Erdoğan’dı.
BAŞKAN – Tamam, biliyorum. Tamamdır…
KAMER GENÇ (Tunceli) - Tayyip Erdoğan, her vesileyle insanları
istismar ediyor. Bir müsaade edin de… Yani ben…
BAŞKAN – Şimdi kayıtlara geçti Sayın Genç bu.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama efendim… Sayın Başkan, bakın…
BAŞKAN – Teşekkür ederim. Teşekkür ederim Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Bize karşı özel bir davranış içindesiniz.
BAŞKAN – Efendim?
KAMER GENÇ (Tunceli) - Bana karşı özel bir davranış içindesiniz.
BAŞKAN – Hayır, asla öyle bir şey içinde değilim. Sonradan…
KAMER GENÇ (Tunceli) - O gün beni çok zor durumda bıraktınız.
Benim amacımı aşan bir görüntü yaratan ve AKP’liler öyle ağızlarına
dolandırmışlar…
SUAT KILIÇ (Samsun) – Hayır, şahsından bahsetmedim.
BAŞKAN – Sayın Genç, ben sizin…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya ben Menderes’e niye hakaret edeyim?
BAŞKAN – Üzerine konuştunuz Sayın Genç onun…
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan…
KAMER GENÇ (Tunceli) - Ben Menderes’in partisinde siyaset yaptım
BAŞKAN – Sayın Genç… Evet, beraber siyaset yaptık.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Ama Menderes’i kendilerine lider olarak
seçen insanlara, ben bazı yönlerini belirtmek istedim.
BAŞKAN – Sayın Genç… Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Tunceli) - Menderes’e hakaret kastım yok efendim.
BAŞKAN – Sayın Genç, bakın… Evet, oldu…
KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) – Senin Grup Başkan Vekilin var, ne
konuşuyorsun!
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan, tutanaklara geçti, o günün
konusunun bugün tartışılmasının bir gereği yok.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ölen devlet büyüklerine, benim…
BAŞKAN – Sayın Genç, teşekkür ederim.
SUAT KILIÇ (Samsun) - Ben Akif Bey’i gösterdim. Akif Bey, o hatayı
düzeltti ve…
BAŞKAN - Sayın Kılıç, lütfen, siz de oturursanız…
Sayın Genç ve Sayın Kılıç…
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 12.38
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 12.46
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Yaşar TÜZÜN
(Bilecik)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 40’ıncı Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
2011 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı:
575) (Devam)
2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi
ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon burada.
Hükûmet burada.
Şimdi söz sırası şahsı adına Ankara Milletvekili Sayın Burhan Kayatürk’e aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Kayatürk.
Süreniz beş dakika.
BURHAN KAYATÜRK (Ankara) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; Avrupa Birliğinin bağış, hibe ve yardımlarını kapsayan 12’nci
madde üzerinde söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, cumhuriyet tarihimizin en önemli çağdaşlaşma
projesi olan Avrupa Birliğinin ülkemizin kalkınmasına çok büyük katkılar
sağladığını hepimiz biliyoruz. Kopenhag Kriterleri ile demokrasimize, Maastricht Kriterleriyle ekonomimize yapılabilecek bütün
katkılar için elimizden geleni yapıyoruz, en üst düzeyde faydalanmaya
çalışıyoruz.
Sekiz yıllık İktidarımızda, sadece demokratik ve ekonomik kriterlerinde değil, hayatımıza uygulayabileceğimiz bütün
standartlarından faydalanmak için Hükûmetimiz bu
sekiz yıl içerisinde canla başla uğraştı; çünkü bizim için Avrupa Birliğine
girmekten çok daha önemli olan, Avrupa Birliği standartlarını insanımızın
yaşamına getirmek ve insanımızın yaşam standartlarını Avrupa Birliği
standartlarının üzerine çıkarmaktır. İşte bu bağlamda, Avrupa Birliği bağış,
hibe ve yardımlarını da ihmal etmedik. Ülkemizin sivil toplum kuruluşları,
üniversiteleri, KOBİ’leri, yerel yönetimleri, bu programlardan sonuna kadar
faydalansın, en üst seviyede faydalansın diye elimizden geleni yaptık ve
yapmaya devam ediyoruz.
Değerli arkadaşlar, sizi teknik ve rakamsal detaylarla yormak
istemiyorum, özet olarak şu kadarını söyleyebilirim: Katılım öncesi mali yardım
kapsamında, 2002-2010 yılları arasında, 40’ın üzerinde hibe programı
uygulanmıştır. Bu programlara, 2.504 proje ile 325 milyon avroluk bir finansman
sağlanmıştır. Ayrıca, şu anda değerlendirme aşamasında olan 12 AB hibe programı
için 4.900 başvuru yapılmıştır ve burada bu başvurular değerlendirilmektedir.
Bunun bütçesi de yaklaşık 59 milyon avrodur.
Proje süreci devam eden bazı önemli projeler şunlardır: Genç
istihdamın güçlendirilmesi, kız çocukların okullaşma oranlarının artırılması,
okul öncesi eğitimin güçlendirilmesi, Karadeniz Havzası’yla sınır ötesi iş
birliği, Bulgaristan ile sınır ötesi iş birliği, mesleki yeterlilik merkezleri
bu programların bazılarıdır.
Değerli arkadaşlar, yüzlerce uzman ve binlerce başvuruyla, bu
programlardan en üst seviyede faydalanmak için Hükûmetimiz,
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği ve Maliye Bakanlığı öncülük etmektedir. Ancak
şu kadarını söyleyebiliriz ki: Biz artık Avrupa Birliği hibelerini,
yardımlarını Türkiye'nin ilerlemesi için kesinlikle bir şart, çok önemli bir
ihtiyaç olarak kabul etmiyoruz. Türkiye artık hibe ve yardım alan bir ülkeden
ziyade Afganistan’dan Pakistan’a, Özbekistan’dan Türkmenistan’a, Nijerya’dan
Sudan’a kadar yıllık 1,5 milyar dolar kadar hibe ve yardım eden bir ülke
konumuna geldi. E, tabii, Türkiye bu kadar büyük bir ülke olduğundan, sadece bu
yardımları alınması için değil, aynı zamanda bu yardımların dışarıya
gönderilmesi ve dışarıda Türkiye'nin etkinliğinin artması için büyük çabalar
harcanmaktadır.
Ne diyor Amerikan diplomatı Rum diplomata? Diyor ki: “Türkiye
artık süper bir güç, Türkiye’ye baskı yapma şansımız kalmadı.” Gerçekten, bizim
-Avrupa Birliği Uyum Komisyonu üyeleri, Türkiye Avrupa Birliği Karma Parlamento
üyeleri, Başkanıyla beraber- gittiğimiz yerde, Avrupa’da ne kadar rahat
olduğumuzu, ne kadar atakta olduğumuzu, artık kesinlikle savunmada olmadığımızı
sizlerin bilmesini çok istiyorum.
Bu arada, tabii, aramızda oturan Başmüzakerecimizin
de Avrupa’daki basın toplantılarındaki öz güveni Türkiye'nin gelişmişliğinin en
önemli örneğidir. Siz yüzde 8 büyüyen bir ülke olarak yüzde 1,5 büyüyen dünya
ve Avrupa’ya hitap ettiğinizde ne kadar rahat olursanız, o da o kadar rahat
oluyor.
Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kayatürk.
Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, tekrar sormak istiyorum: 1992 yılında kurulan yirmi
iki üniversite arasında bütçesi en az artırılan üniversitenin Dumlupınar
Üniversitesi olmasının özel bir nedeni var mıdır? Öğrenci başına düşen bütçenin
Giresun Üniversitesinden sonra yine en düşük miktarda Dumlupınar
Üniversitesinde gerçekleşmesinin sebebi nedir? Bunu özellikle öğrenmek
istiyorum.
İkincisi: Üniversite bütçelerinin yüzde 23 oranında artırıldığı
iddiası geçen yıl yüzde 6,6 oranında artırılmış bütçeye göre yüzde 23’tür.
Dolayısıyla, iki yılın ortalamasına baktığımızda, genel bütçe artışının altında
bir artış vardır. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Enöz…
MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Rekabet gücünün artırılması, haksız rekabetin önlenmesi hususunda
ekonomideki kayıt dışılığın en azından azaltılması son derece önemlidir. Zaten
içinde bulunduğu şartlar ve yüklerle reel sektör zor durumdadır. Kayıt
dışılığın önlenmesi için acil bir eylem planınız bulunmakta mıdır? Haksız
rekabete karşı reel sektörü nasıl koruyacaksınız?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Tankut…
YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, dünkü cevap alamadığım suallerime devam etmek
istiyorum.
Dün sorduğum, emekli maaşlarındaki adaletsizliği giderecek olan ve
seçimlerden önce de söz vermiş olduğunuz intibak yasasını çıkaracak mısınız?
Çıkaracaksanız ne zaman çıkaracaksınız, çıkarmayacaksanız bu adaletsizliği ne
şekilde gidermeyi düşünüyorsunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Özdemir…
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.
Sayın Bakana soruyorum: Öncelikle Suriye özelinde Gaziantep’in bu
ülkeyle olan ticari ilişkilerinin geliştirilmesi için şu sorunların giderilmesi
gerekmektedir: Komisyon ve masrafların yüksek olması, Suriye ticaret
bankalarında teminat limitlerinin düşük olması, bunlardan dolayı aracı banka
kurumlarının maliyetlerinin artması, banka hizmet seviyesinin etkin olmaması ve
hâlihazırda orada bir Türk bankasının olmaması. Ayrıca, özellikle müteahhitlik sektörünün serbest olmaması, Suriye ile
ilişkilerde transit nakliye işlemlerinde geçiş ücretlerinin yüksek olması ve
Suriye gümrüğünde Türk araçlarının konvoy oluşturmasından doğan sorunlar.
Bunlarla ilgili bir çözümünüz var mıdır? Gaziantep için bu son derece
önemlidir. Zatıaliniz de oranın milletvekilisiniz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Kaptan…
OSMAN KAPTAN (Antalya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, torba yasa tasarısından ne kadar para bekliyorsunuz? Toplanan bu
paralardan, emekliye, memura, özürlüye, işçiye, çiftçiye, gazilere, dul ve
yetimlere verecek misiniz? Dünyanın en pahalı benzinini kullanıyoruz
Türkiye’de. Benzini, mazotu ucuzlatacak mısınız? Elektriğe yapılacak zamdan
vazgeçilerek ucuzlatacak mısınız?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
AKP İktidarında hastanelere tedavi olmak amacıyla giden insanların
hepsinden katılım payları alınmaktadır. Ancak katılım payları öyle ki, yeşil
kartlılardan bile alınıyor. Emekli, dul ve yetimler bunu ödemekte bayağı
zorlanıyorlar. Hatta ödeyemedikleri için hastaneye bile gidemiyorlar. Bundan
dolayı da tedavileri gecikiyor. Bununla ilgili, en azından gelir grupları düşük
olan insanlardan katkı paylarının alınmamasıyla ilgili çalışma yapmayı
düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Yaman…
M. NURİ YAMAN (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, bir önceki maddede sorduğum sorunun yanıtını
alamadım. Bunun yanında sormak istiyorum: Diğer kamu kurumlarında aynı kadro ve
unvanlarda bulunan memurlara kadro derecelerine göre yeşil pasaport verildiği
bilinmektedir. Maliye Bakanlığı kurumlarında çalışan birçok personeliniz lisans
ve lisansüstü sahibi olmalarına rağmen kadro verilmediği için ilk üç dereceye
intibakları yapılamıyor ve yeşil pasaporttan da yüzlerce kişi, binlerce kişi
Bakanlığınızda yararlanamıyor. Bu konuda bir düzenleme yapmayı, bu haksızlığı
gidermeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Yıldız…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 2002 yılında kredi kartı borç tutarı 4 milyar 335
milyon, 2009 yılında 37 milyar 612 milyon. Ödenmeyen çek tutarı 2002’de 2
milyar 203 milyon, 2009’da 17 milyar 681 milyon. Ödenmeyen senet tutarı 817
milyon 2002’de, 2009’da 7 milyar 777 milyon. Bu, nasıl bir ekonomik başarıdır,
anlatabilir misiniz?
BAŞKAN – Sayın Bakan…
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) - Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Değerli arkadaşlar, tabii, her türlü istatistiği ortaya
koyabilirsiniz ama ben de size Türkiye’deki taşıt sayısının 2’ye katlandığını,
ne kadar konut satıldığını, ne kadar beyaz eşya satıldığını, bunların hepsinin
örneklerini vererek o sizin ortaya koyduğunuz istatistiklerin de yani bir şeyi…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Hepsini krediyle…
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Dolayısıyla, tabii ki
siz, Türkiye’de 2000’li yılların başında faizler yüzde 100’ler, yüzde 80’ler,
yüzde 60’lar civarındayken, aylık kredi kartı faizi yüzde 5’lerde iken kredi
kullanım imkânlarının sınırlı olduğunu bilirsiniz. Bugün faizler, hazinenin
borçlanma faizleri yüzde 7’lere kadar düşmüş, kredi kartı faizleri veya
tüketici kredileri faizleri aylık yüzde 1’in altına düşmüş, imkânlar artmış,
daha çok vatandaşımız borçlanıyor. Dolayısıyla, o miktarlar anlamında artış da
son derece makuldür ama Türkiye'nin bu toparlanmasıyla birlikte bir iyileşme
olduğu da ortadadır.
Şimdi, birçok soru var. Suriye’yle ilgili olarak gündeme
getirdiğiniz hususları aslında ben de Suriye ziyaretimde Maliye Bakanıyla
konuşmuştum ve o nedenledir ki biz hem özel sektör hem de Ziraat Bankasının
orada bir şube, daha doğrusu bir banka açmasına yönelik olarak yoğun bir çaba
içerisindeyiz. Suriyeli yetkililer, bu konuda ciddi bir şekilde yardımcı
oluyorlar. Bir sermaye konusuna takılmış. İnşallah o çözülünce bu bahsettiğiniz
hususların çoğu çözülür ama gerçekten de Gaziantep, o bölgede bu komşularımızla
yaptığımız açılımlardan en fazla yararlanan ilimiz olmuştur. Önümüzdeki dönemde
de tabii ki bu devam edecektir.
Şu anda intibak yasasına ilişkin bir çalışmamız söz konusu
değildir ancak şunu yapıyoruz: Sürekli bir şekilde en düşük maaşı alan
emeklilerimize en yüksek oranda artışı vererek aslında bir anlamda
adaletsizliği gidermeye yönelik bir sürecin içindeyiz.
Bakın, 2011 yılında, değerli arkadaşlar, en düşük emekli maaşı
yüzde 20’nin üzerinde artacak. Enflasyonun neredeyse 4 katı bir artış bu. Tabii
ki en yüksekle en düşük arasındaki farkı sürekli bir şekilde azaltmaya yönelik
bir çaba.
Kayıt dışılıkla ilgili olarak aslında dün örnekler vermiştim.
Bizim bir stratejimiz var. O stratejimiz çerçevesinde epey bir uygulamaya da
başladık. Akaryakıt pompalarına kaydedici cihaz takmaktan tutuverin, efendim,
belli tutarları aşan tahsilat ve ödemelerin bankalar
aracılığıyla yapılmasından, KDV iadelerinde yeni bir sisteme geçişten, daha
fazla denetim elemanı almaktan tutuverin, birçok düzenlemeyi ben sizlerle
paylaşmıştım.
Kayıt dışılık hakikaten çok önemlidir. Sadece bir vergi kaybı
olarak ben bakmıyorum. Gerçekten de Türkiye için kaybedilmiş bir fırsat. Neden?
Çünkü kayıt dışılık ne kadar azalırsa şirketlerimiz kendilerini o kadar
yenileyebilirler, o kadar verimli, o kadar yenilikçi bir şekilde çalıştırabilirler
ve dünyayla rekabet gücüne kavuşurlar. Dolayısıyla, ben kayıt dışılığı aslında
hakikaten Türkiye'nin en büyük yapısal problemi olarak görüyorum, sadece bir
vergi kaybı meselesi değildir.
Değerli arkadaşlar, tabii ki, bu torba tasarısındaki yapılandırmadan
ne kadar bekliyoruz, bu konuda bizim şu anda ortaya koyduğumuz bir tahmin yok.
Nedeni şu: Birçok husus var. Bu hususlardan, mükelleflerin ne kadarı katılacak,
ne kadarı… Çünkü bir kısmı da gönüllülük esasındadır. Yani biz hiç kimseye
“Matrah artırın.” demeyeceğiz, hiçbir şekilde. Ben özellikle talimat verdim,
hiçbir denetim elemanımız veya vergi dairesi başkanlığımız bu konularda
mükelleflerimizi hiçbir şekilde zorlamayacaklar. Dolayısıyla tamamen önemli bir
kısmı, gönüllü uyumla ilişkilidir. O çerçevede bizim şu anda
bir tahminimiz yok ama olur da gelir gelirse, o gelirlerin bir kısmı tabii ki
borç azaltmada ama bir kısmı da bu ülkenin sağlığına, eğitimine ve diğer
ihtiyaçlarına ayrılacaktır ki bunun için de sizin gündeme getirdiğiniz
emeklilerimize ve diğer vatandaşlarımıza daha fazla imkân olarak sunulması
tabii ki mümkündür.
Şimdi, katılım payına gelince, katılım payı aslında devletin bir
gelir saikiyle yaptığı bir uygulama değildir. Katılım
payının amacı talep yönetimidir, kaynakların doğru kullanımıdır, hastalarımızın
doğru alanlara yönlendirilmesidir. Şimdi, ciddi bir hastalığı olmayan
vatandaşımızın doğrudan doğruya bir hastaneye, uzman bir hastaneye gitmesi
yanlış bir kaynak kullanımıdır. O nedenle aile hekimliğine gidenlerden hiçbir
şekilde…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Süreniz doldu Sayın Bakan.
12’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 13.03
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral
AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),
Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
40’ıncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine
devam ediyoruz.
Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Tasarının 13’üncü maddesini okutuyorum:
Muhtelif gelirlere ilişkin hususlar
MADDE 13 – (1) Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün
yabancı ülkelere verdiği meteorolojik ürünlerin bedeli ve yabancı ülkelerden
aldığı meteorolojik ürünlerinin diğer yabancı ülkelere veya yurt içindeki kişi
ve kurumlara, yabancı ülkelerin de anılan Genel Müdürlüğün meteorolojik
ürünlerinin diğer ülke ve kişilere satışından yıl içinde elde edilecek döviz
cinsinden tutarlar, T.C. Merkez Bankası nezdinde açılacak özel hesaba yatırılır.
Bu tutarlardan ilgili anlaşmalar
gereğince yurt dışı kuruluşlara ödenmesi gereken tutarlar, bu özel hesaptan
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün talimatıyla T.C. Merkez Bankasınca
transfer edilir. Geri kalan tutarlar, ilgili Genel Müdürlüğün talimatıyla T.C.
Merkez Bankasınca döviz alış kuru üzerinden Türk Lirasına çevrilerek Genel
Müdürlüğün ödemelerini yapan muhasebe birimi hesabına aktarılır. Muhasebe
birimi hesabına aktarılan bu tutarlar, genel bütçeye gelir kaydedilir.
(2) 2006 yılından önce katma bütçeli olan idarelerden 5018 sayılı
Kanunla genel bütçe kapsamına alınanların ilgili mevzuatında belirtilen kurum
gelirleri, genel bütçe geliri olarak tahsil edilir.
(3) 4/12/1984 tarihli ve 3096 sayılı
Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi,
Dağıtımı ve Ticareti ile Görevlendirilmesi Hakkında Kanun kapsamındaki tabii
kaynakların ve tesislerin işletme haklarının devrinden elde edilen gelirlerin
tamamı genel bütçeye gelir kaydedilir.
BAŞKAN – Madde üzerinde ilk söz Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına Hakkâri Milletvekili Sayın Hamit Geylani’de.
Buyurun Sayın Geylani. (BDP sıralarından
alkışlar)
Süreniz on dakika.
BDP GRUBU ADINA HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan, 2011
Merkezi Yönetim Bütçesi Yasa Tasarısı’nın 13’üncü maddesi üzerine Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, konuşmamın başında bugünden başlayarak
meteorolojinin hava bültenlerinde barış ve demokrasi esintisiyle dolu olmasını
diliyorum. Ne var ki bu dileğe karşıt 2011 yılı bütçesi, Türkiye halklarının
hiçbir özlemine yanıt olmadığı gibi, Türkiye bütçesi olmanın ötesinde AKP’nin
seçim bütçesi olmuştur.
Bir gerçek var ki demokrasinin, hukukun ve de en temel insan
haklarının uygulanmadığı ülkelerde ekonomik kalkınma gerçekleşemez, refah ve
toplumsal barış sağlanamaz, kalıcılaşamaz.
Kuşkusuz militarist yönetimlerde ülke kaynaklarının savaş
bütçesine ayrılması nedeniyle bu ülke halkları bugüne kadar yoksulluk ve
açlığın cenderesinde kalmışlardır.
Tarihte ve bugün, iç savaşın yaşandığı, demokrasi ve özgürlüklerin
askıya alındığı ya da tümden kaldırıldığı hiçbir ülkede ekonomik kalkınma ve şeffaf
bir kamu mali yapısı görülmemiştir ve de görülemez. Böylesi ülkelerde yoksul ve
emekçi halkların sırtından elde edilen gelirler bir avuç savaş rantçılarına ve yolsuzluk yapan ihaleci kesimlere
dağıtılmıştır. Bu ülkelerde orta sınıf yok denecek kadar azdır, nüfusun büyük
çoğunluğu açlık ve yoksulluk sınırındadır, küçük bir azınlık ise ülkenin tüm
kaynaklarını haramca paylaşmaktadır. Oysa özgürlüklerin hâkim olduğu, demokrasi
ve hukukun işlediği, tüm aidiyetlerin kendilerini ifade ettiği ülkeler de bugün
dünyanın güçlü ve ekonomik refah düzeyi en yüksek olan ülkeleridir. Bu nedenle,
Türkiye'nin adil bir bütçeye sahip olabilmesinin yolu barış, eşit temelde
yurttaşlık ve gerçek anlamda demokrasiden geçmektedir.
Değerli arkadaşlar, ezberler devam ediyor ve hiç de değişmiyor.
Sistemin ezberleri ret, inkâr ve imhadır ama buna karşı demokrasi güçlerinin
ezberleri toplumsal barış ve özgürlüklerdir. Özgürlüklerin anası da kuşkusuz
ana dil hakkıdır çünkü bu hak bireyin veya toplulukların en doğal hakkı olup
bir vazgeçilmezliktir. Çeyrek yüzyıldır yaşanan kaos
Kürt dilinin inkâr ve reddinden kaynaklıdır. Türkiye, bir yandan uluslararası
topluluğun üyesi olma çabasındadır; bu amaçla uluslararası sözleşmeleri kabul
ediyor ve imzalıyor ama ne var ki kiminin yaşamsal maddelerine çekince koyuyor,
kimisini de hiç kullanmıyor ve uygulamıyor.
Birkaç örnek verirsek: Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları
Sözleşmesi, yine Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi,
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve 2000 yılında imzalanan Avrupa Birliği
Temel Haklar Şartı; ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu sözleşmesi olan
Lozan. Bunlar sadece birkaçı. Hâlen beğenmediğimiz ve yürürlükte olan
Anayasa’nın 90’ıncı maddesinin uygulanmasıyla, sadece bunların uygulanmasıyla,
başta ana dil olmak üzere ülkenin yaşamsal sorunları kendiliğinden çözülür,
buna demokrasi ve toplumsal barış da dâhildir.
Değerli arkadaşlar, bütün insan hakları söylemleri ve uluslararası
hukuki belgeler bir yana, bugün vicdan sahibi olan herkesin şunu söylemesi
gerekmiyor mu: Ana dilde öğrenim görme talebi elbette meşru bir taleptir. Nasıl
ki Türklerin çocukları kendi ana dillerinde öğrenim görüyorlarsa, aynı şekilde
Kürtlerin çocukları ve diğer aidiyetler de kendi ana dillerinde eğitim ve
öğrenim görmeleri gerekiyor çünkü kendi çocuklarının Türkçe öğrenim görmesini
doğal görenlerin, Kürtlerin ya da başka aidiyetlerin benzer talebine karşı
çıkması, en basitinden günahtır ve ayıptır.
Meclis ve mahkeme tutanaklarına eş zamanlı “bilinmeyen dil” veya
“anlaşılmayan dil” yazımı, Parlamentonun kendi geçmişine olan yabancılaşmasını
ve haklara olan inançsızlığını da göstermektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluş yıllarına kısaca bir göz
atarsak, o dönemde Parlamentoda Türkçe, Kürtçe, Arapça, Çerkezce ve başka
dillerin de konuşulduğu hatırlatılmalı ve bunlardan sonuç çıkarılmalıdır. Ne
yazık ki milletvekillerinin hak ve çıkarlarını koruma yerine savcıları göreve
çağıran bir Parlamentodan demokratik adımlar beklenemez. Bu, 12 Eylül darbe
Anayasası’nın çürümüş limanına sığınmak ve yargı vesayetini devreye sokmaktan
başka bir şey olamaz.
Değerli arkadaşlar, ana dil üzerine yaşanan tartışmalar,
gösterilen diğer tepkiler anlaşılır gibi değildir. Milliyetçi çevrelerin
tepkisi asimilasyoncu devlet politikalarının devam ettirilmesi şeklinde tezahür
etmektedir. Bu çevrelere şunu hatırlatmak gerekir: Türkler sadece Anadolu’da
yaşamıyor, Balkanlarda, Kafkaslarda ve Orta Asya’da da yaşıyor. Türkiye’deki
siyasetçiler haklı olarak Bulgaristan’da, Makedonya’da, Kosova’da Türklerin dil
hakları için talep ediyorlarsa -ki, biz de bu talebi dile getiriyoruz- aynı
talebi Türkiye’deki diğer aidiyetler için de istemeleri gerekmiyor mu? Orada
yaşayan Türkler dil haklarını kullandıkları için o ülkeler bölünmediğine göre,
neden bölünme korkusuyla bu ülkeye bir rahat verilmiyor? Tam aksine, milliyetçi
çevrelerin asimilasyoncu politikaları ve bunun için gerekirse şiddet
kullanılacağı mesajları Türkiye’yi böler. Asıl bundan kaçınmak gerekir. Asıl
bölücülük, tek millet, tek kimlik ve tek dilde ısrar etmektir. Bu çevrelerin
hak ve özgürlüklere olan bakış açılarını artık değiştirmeleri gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, ana dil bir haktır, doğal bir haktır, ilahî
bir haktır, beşerî bir haktır. Ana dilin kullanılması, eğitilmesi, öğretilmesi
önündeki tüm engellerin kaldırılması gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti ana dil
hakkının kullanımını, eğitimini ve öğrenimini tanımalı ve gerekli anayasal ve
yasal düzenlemeleri bir an önce yapmalıdır bu ülkenin toplumsal barışı,
selameti ve demokratikleşmesi için. Bu, Türkiye'nin demokratikleşmesine ve
toplumsal barışına hizmet edeceği gibi ayrıca, bize göre, bu bir mali yıl
bütçesinden de daha önemlidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime son
vermeden önce bir konuya da dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Bakınız, daha yeni
Diyanette atanacak imam kadroları için Urfa ve Elâzığ’da yapılan sınavlara
Hakkâri ve Van’dan gelen imam adaylarına mülakat sorularında din ve meslekle
ilgili hiçbir soru sorulmamış ama bakın sorulan soruya, tam aksine: “12 Eylül
referandumunda neden boykot oyu verdiniz?” gibi siyasi sorular sorulmuştur. Sonuçlarına bakıldığında ise yeterlilik ve kapasite sınavları
yüksek olmalarına rağmen Hakkâri ve Van’da atanan imam sayısı parmak sayısını
geçmiyordu; daha çok Kütahya, Yozgat, Ordu gibi diğer bölgelerin adaylarından
atanması yapılmıştı. Buralara da atanma yapılmasın demiyoruz ama Hakkâri ve
Van’da bulunan kadrolar ise bu durum karşısında boş kalmaktadır.
Şimdi, diyoruz ki AKP Hükûmeti, hiç
olmazsa bu konuyu araştırmalı ve haksızlığı, mağduriyeti ortadan kaldırmalıdır.
Ayrıca, son çağrımız AKP’ye: Bari inanç konularında bu ülkenin
yurttaşları arasında ayrımcılık yapmayın. Vallahi günahtır, büyük bir vebaldir!
Toplumdaki tüm ayrımcılıkların ve tekçi zihniyetlerin son bulması
dileğiyle Genel Kurulu tekrar saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Geylani.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Aydın Milletvekili Sayın
Ertuğrul Kumcuoğlu.
Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bütçe kanununun 13’üncü
maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüş ve değerlendirmelerini
ifade etmek üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Maddenin başlığı şu: “Muhtelif Gelirlere İlişkin Hususlar”
Dolayısıyla, bu konuşmamda biraz Türkiye’deki maliye politikası çerçevesinde
gelir politikaları üzerinde ve gelir idaresi üzerindeki düşüncelerimi eski,
emektar bir maliyeci olarak sizlerle paylaşmak istiyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, Türkiye’de vergi gelirlerinin
kompozisyonu özellikle Adalet ve Kalkınma Partisinin İktidarı döneminde çok ama
çok ciddi şekilde bozulmuştur.
Bakın, ben size rakam vereyim: Bugün, 2011 bütçesi itibarıyla,
artık, gelir bütçesi neredeyse tamamıyla dolaylı vergilerin üzerine abanmış
durumdadır. Dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı çok ama
çok düşmüştür.
Şimdi, Sayın Bakan burada yapmış olduğu konuşmada diyor ki: “Evet,
bizde dolaylı vergilerin ağırlığı diğer OECD ülkelerine nazaran yüksek ama
netice itibarıyla orada da
dolaylı vergilerin gayrisafi millî hasıla ve millî gelire oranı
yüzde 10 civarında, bizde de yüzde 10 civarında. Bunda ‘Vergi yükü ağırdır.’
demenin ne âlemi var.” gibisine bir değerlendirme yaptı. Burada tam ifadesini
okumuyorum vakitten tasarruf etmek amacıyla. Yani öyle diyor. Diyor ki: “Bunun,
vergi gelirlerinin içinde dolaylı vergilerin payının yüksek olması neden
olmaktadır.” Ha tam hastalığı teşhis etmiş diye bakarken arkasından devam ediyor:
“Oysa…” diyor ve biraz önce verdiğim rakamları veriyor yani “Orada da yüzde 10,
burada yüzde 10. Bunda şaşılacak ne var?” demeye getiriyor. Ama OECD
ülkelerinin vergi yükü ortalaması yüzde 35 iken bizde yüzde 23 civarında.
Dolayısıyla, mukayesenizi yaparken Türkiye'de dolaysız vergiler açısından
OECD’nin çok gerisinde olduğunuz görülecektir.
Şimdi AB’ye giriş müzakereleri yapılıyor Türkiye'de. “Efendim şu
başlık açıldı, bu başlık açıldı…” Son zamanlarda hiçbir başlık açtığınız yok
ya, başka açılımlarla meşgul olduğunuz için, Brüksel açılımı sizi
ilgilendirmiyor, bir başlık filan açtığınız yok. Ama bütün başlıkları açsanız
bile bu vergi adaletsizliğiyle Avrupa Birliği yine bizi Avrupa Birliğine almaz,
der ki: “Bunu düzelt de gel.” Biraz önce grup sözcünüz burada kalktı “Türkiye
demokratik, sosyal bir hukuk devletidir.” Hukuk devleti olduğunu görüyoruz, her
gün görüyoruz hukuk devletini; demokrasi tartışılır, böyle sosyal devlet olur
mu? Çünkü bütün ekonomistler, bütün maliyeciler, bütün gelirciler bilirler ki
dolaysız vergiler gayriadildir. Dolayısıyla, vergi
adaletini sağlamanın yolu dolaylı vergilerden geçer.
Şimdi bakalım, dolaysız vergilerin payı azalmakla kalmıyor,
Türkiye’de gelir vergisinin payı da çok gülünç seviyelere düşmüş durumda; gelir
vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 5’in altında, toplam
millî gelire oranı yüzde 1’in altında.
Sayın Bakanım, arkanızdaki bürokratlar çok iyi bilir, burada da
maliye kariyerinden gelmiş arkadaşlarımız var, 1940’lı yıllardan beri, Maliye
Bakanlığında ve Maliye Bakanlığı Gelir İdaresinde, insanların zihnî
programlaması dolaysız vergiler üzerine kurulmuştur, özellikle gelir vergisi
üzerine kurulmuştur. Bugün Maliye Bakanlığında, bir merkezî denetim elemanı,
isterse maliye müfettişi, isterse hesap uzmanı, isterse gelirler kontrolörü
olsun, iki sene üst üste katma değer vergisi incelemesi verirseniz, buna gücenir,
alınır, bunu kendisine hakaret sayar. Bana niye gelir vergisi, kurumlar vergisi
incelemesi verilmiyor diye yadırgar. Dolayısıyla, bu çarpıklığın biran önce
mutlak şekilde değiştirilmesi lazım ve burada sizi girişimlerde bulunmaya davet
ediyorum.
Şimdi başka bir konuya da temas etmek istiyorum. Siz, gelir
vergisi almıyorsunuz da ne yapıyorsunuz? Dolaysız vergiler, özellikle dış
ticaretten alınan vergilere yükleniyorsunuz. Burada dün polemik
oldu, siz de kendinizi savundunuz; efendim işte petrolden alınan vergi şu
kadar, efendim bu bu kadar diye birtakım örnekler
verdiniz ve de rakamlara bakın diye de bir hayli iddialı konuştunuz. Dediniz
ki: “2002 senesinde asgari ücretle şu kadar benzin alınıyordu, şimdi efendim bu
kadar benzin alınıyor. Dolayısıyla, bizim dönemimizde insanların durumu daha
iyi” falan dediniz fakat Sayın Bakan bir konuyu ihmal ettiniz; 2002’de bu hükûmeti biz size devrettiğimizde petrolün uluslararası
piyasadaki fiyatı galon başına 150 dolardı, şimdi 90 dolar. Benzin tüketicisine
nasıl kazık attığınızı şimdi görüyor musunuz? Ama,
bunu görmezlikten geliyorsunuz ve hakikaten de bilmiyorsunuz ama şimdi gündeme
gelmiş oldu. Dolayısıyla, 150 dolardan 90 dolara -haydi diyelim bugün 92-93
dolar- inen fiyatı bir şekilde yansıtmanız gerekirdi, yansıtmadınız.
Ne yapıyorsunuz? Dolaylı vergiler üzerinden fakir fukaraya kazık
atıyorsunuz, doğru olmuyor.
Bunun ötesinde, bir de ben şu hususa temas etmek istiyorum: Devlet
yönetiminin her şeysinde, ticari hayatta da bu önemlidir, yumurtalarınızın tamamını
bir sepete koyamazsınız. Şimdi, siz burada dolaysız vergilere yükleniyorsunuz,
dolaysız vergiler üzerinden ithalden alınan vergilere yükleniyorsunuz, ithalden
alınan vergiler üzerinden petrole yükleniyorsunuz. Yarın, öbür gün, kısa bir
zaman süre sonra kazara tekrar petrol fiyatları diyelim ki 150 dolara değil de
135 dolara yükseldiği takdirde siz de benzini 5 liradan satmak durumunda
kalırsınız. O zaman bu ekonomi bu yükü kaldıramaz veyahut da bütçeniz bu
ağırlığın altında ezilir. Dolayısıyla, vergilendirmede çeşitliliğe gitmek
durumundasınız. Bunu dikkatinize getirip konuyu fazla uzatmadan başka bir konuya
geçmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, biraz önce burada Çine Barajı ile ilgili bir
tartışma oldu. Ben de bu konuda bazı katkılarda bulunmak istiyorum. Evet, Çine
Barajı önemlidir Aydın Ovası için ve nitekim de bu sene bitirilmiştir, o veya
bu şekilde, görkemli de bir tören yapılmıştır.
Şimdi, bakın, Çine Barajı öyle iki senenin içinde kotarılıp
bitirilmedi. Çine Barajı’nın temeli atıldıktan sonra, biz,
57’nci Hükûmet döneminde, burada -o zaman Plan ve
Bütçe Komisyonunda görev yapan Ali Uzunırmak Bey de
gayet iyi hatırlar ve bilir olayı- bu baraja yüklü miktarda para aktardık bir
an önce bitmesi için ama ne zaman ki siz iktidarı devraldınız, 2003, 2004,
2005, 2006, 2007 yıllarında baraja gerekli ödeneği vermediniz. Ne zaman
ki 2007 seçimlerinde Aydın’da çok kötü bir sonuç aldınız, ondan sonra Başbakan
arkadaşlara görev verdi “Bakın bakalım, Aydın’da durumu nasıl düzeltiriz?”
diye, Çine Barajı’nın üstüne gittiniz ve güya durumu düzeltmeyi ümit ettiniz
ama olmadı. Çünkü bu milleti enayi yerine koyarsanız, oy alamazsınız. Bakın, bunun
altını çiziyorum, her şeyi yapabilirsiniz ama aptal yerine koyamazsınız,
Aydınlı bunu çakıyor.
Şimdi, başka bir hususa temas edeceğim: “Buranın adına Adnan
Menderes’in adını verdik.” Ne yapacaktınız? Recep Tayyip Erdoğan barajı mı
diyecektiniz? Tabii, “Adnan Menderes Barajı” diyeceksiniz. O, sadece Aydın’ın
ve Aydınlıların değil, Türkiye'nin gururu.
Ama ben, burada, size bir ayıbınızdan bahsedeceğim: Her yıl, her
hafta, her gün yüzlerce açılış yapıyorsunuz, kurdele kesiyorsunuz. Sekiz yıldır
iktidardasınız, daha bir ilkokula “Necmettin Erbakan” ismini veremediniz. Bu da
sizin ayıbınızdır!
SUAT KILIÇ (Samsun) – Onu da size bıraktık.
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - O da bu memleketin Başbakanıydı.
Veremediniz. Çünkü, niye veremediniz? Ona verirseniz
oy kaybedeceksiniz, Aydın’da verirseniz oy kazanacaksınız. Siz bu milleti bu
kadar saf mı zannediyorsunuz?
SUAT KILIÇ (Samsun) – Ne alakası var Sayın Kumcuoğlu?
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Ne alakası var…
Hadi kalkın verin, gidin tabanınıza bunun hesabını verin. Gidin
tabanınıza bunun hesabını verin.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Siz çok deneyimli bir isimsiniz, siz çok
tecrübeli bir isimsiniz, ne alakası var bunların birbiriyle? Aşk olsun yani!
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Aşk olsun yani…
SUAT KILIÇ (Samsun) – Siz, devlet tecrübesi olan bir isimsiniz,
aşk olsun yani! Ne alakası var?
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Efendim, devlet tecrübem olduğu
için ve Sayın Erbakan’ın refakatinde devlet memurluğu yaptığım için, o da bu
memlekette Başbakanlık yaptığı için…
SUAT KILIÇ (Samsun) – Ne alakası var?
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bir ayıbınızı yüzünüze söylüyorum,
gidin düzeltin.
Efendim, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kumcuoğlu.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Burdur Milletvekili Sayın
Ramazan Kerim Özkan. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, kıymetli vatandaşlarım; Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına sizlerle görüşlerimi paylaşacağım.
Yaklaşık on gündür 2011 yılı merkezî yönetim bütçesini
görüşüyoruz. Hükûmet yetkilileri, kürsüye çıkan
milletvekilleri, bu süreçte, gerçekten, iktidara yönelik olan arkadaşlarımız,
mangalda kül bırakmadılar; rakamlarla, bakanlarla pembe bir tablo çizdiler. Ben
onlara şöyle söylüyorum…
BAŞKAN – Çok özür dilerim…
Sayın milletvekilleri, telefon konuşmalarınızı ya dışarıda ya da
çok hafif bir sesle yapın, ben buradan ne konuştuğunuzu duyuyorum.
Buyurun Sayın Özkan.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Onlara şu veciz sözle sesleniyorum:
“Hoca Hoca, okuyuşun çok güzel ama çocuk öldü.” Çocuk öldü değerli
arkadaşlarım.
Antalya’dan bir üretici kardeşim, Süleyman İlhan telefonla ulaştı,
bizzat kendisiyle görüştüm. Kırtasiyeciydi, otuz yıllık, kırk yıllık birikimini
geldi size güvendi hayvancılığa yatırdı. Bu hayvancılığın akabinde kredi
kullanmadı, kendi olanaklarıyla otuz yıllık, kırk yıllık birikimini o mezraya,
“Üretimden çıkış” dedi, “Türkiye üretimle kurtulur.” dedi üretim yaptı ama
bunun karşılığında sizin yaptığınız ekonomi politikalarla hayvancılıkta
ithalatı serbest bıraktınız, eli hamur, karnı aç bir vaziyette günlerini
saymaya devam ediyor. Dün de bu ithalatı bir yıl uzattınız. Bunun acısını
Trakya üreticileri, İç Anadolu üreticileri, Doğu Anadolu üreticileri, Burdur
üreticileri, Balıkesir üreticileri, Çanakkale üreticileri, Bursa üreticileri
üzülerek izliyor. Sayın Bakanım, bir an önce bu olaya el koymanız ve bu
ithalatı durdurmanız gerekiyor. Bizim popülasyonumuz
var, hayvan sayımız var, bir an önce bu ithalatı durdurunuz. Bu konuda
taleplerimizi sizlerle paylaşmak isterim.
Değerli arkadaşlarım, bu süreçte, yine, pancar üreticileri… Bakın,
süt 70, yem 70, pancar da 70. Bu iş bitmiş, tarım ve hayvancılık bitmiş değerli
arkadaşlarım. Ekim zamanında 105 kuruştan pancarı alacağınızı taahhüt ettiniz,
vatandaş yetiştirdi, üretti, çapaladı, gübreledi, suladı, kantara getirdi, 70
kuruşa şu anda pancar alıyorsunuz. Bu, vatandaşa bir zulümdür. Pancar
üreticileri Türkiye'nin Erzurum’unda var, Kars’ında var, Burdur’unda var,
Balıkesir’inde var, Trakya’sında var, coğrafyamızın tümünde pancar üreticileri
var. 70 kuruştan pancar alıyorsunuz. Hafız İbrahim Acarlar Burdur’un
Akçaköy’ünden feryat ediyor. Bunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Özçelik de duysun.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Beni her gün arıyor.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Arıyor, beni de arıyor.
Şu gazetelere, televizyonlara bakamaz olduk. Memur perişan,
öğrenci perişan, üniversiteyi bitiren gençler perişan, kamyoncularımız perişan,
çobanlar perişan, köylüler perişan, Tekel işçileri, şeker işçileri perişan.
İşçileri perişan ettiniz. Yani 3 Y ile mücadele edeceğiz dediniz ama 3 Y ile
mücadeleniz de sınıfta kaldı, 3 Y ile mücadeleniz 3 yalana döndü. Yoksulluk
bitti mi? Bitmedi. Yeşil kart sayısı her geçen gün artışa devam ediyor.
Yolsuzluk bitmedi mi? Bitmedi. Yasaklar bitmedi mi? Yasaklar da bitmedi.
Ormanları kapattınız; ormanları, meraları, yaylakları domuzlara bıraktınız;
domuzlar cirit atıyor şu anda, hele tarlalarda fareler cirit atıyor. Bu konuda
da, bunlarla mücadelede de sınıfta kaldınız. Yani yaptığınız işlerin hamamı
var, kurnası yok, davulu var, zurnası yok.
Emekliyi mağdur ettiniz. Emekli önceleri şunu söylerdi: “Zeval
verme elime, ayağıma, dizime; muhtaç etme oğluma, gelinime, kızıma.” Ama şimdi
emekliye oğul da, gelin de, kız da, torun da muhtaç hâle geldi çünkü işsizlik
arttı değerli arkadaşlarım. Buna da bir çözüm getirmeniz gerekiyor.
Ayakları baş, başları ayak yaptınız. Çiftçiyi azarladınız, Meclis
Başkanını azarladınız; Tekel işçilerine, kömür işçilerine, öğretmenlere,
üniversite öğrencilerine
zulüm yaptınız.
Ben Hükûmet yetkililerine sesleniyorum,
bakın sizin dilinizden söylüyorum: Unutmayın, düşmez kalkmaz bir koca Allah. Şu
veciz sözü de yine sizlerle paylaşmak isterim: “Zalimin zulmünü bir ah keser,
mânii rızık olanın rızkını Allah keser.” Vatandaşın rızkıyla oynuyorsunuz, bu
rızıkla oynamayın, buna sahip çıkın, toprağa sahip çıkın, koyuna sahip çıkın
değerli arkadaşlarım.
Bakıyorum, AKP’liler olarak dünya malına çok tamah eder oldunuz.
Vatandaşa din, iman, kendinize han, hamam yaptınız. Şu YİMPAŞ’ta,
Kombassan’da, İhlasta, Deniz
Fenerinde mağdur ettiğiniz din kardeşlerimize bile sahip çıkmadınız.
Bakın, dünya malı dünyada kalır. Bu insanlar dilini, dudağını
bilmediği yaban ellerde, Almanya’da, Hollanda’da, Fransa’da temizlik yaptılar
gece gündüz, gece vardiyalarına kaldılar, çalıştılar ama onların birikimlerini
bu şirketler mağdur etti. Onlar şunu söylüyor, bakın yine sizin sözünüzden
söylüyorum: “Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi; mal da yalan, mülk
de yalan, var biraz da sen oyalan. Elinle verdiğin, üzerine giydiğin, bir de
yediğindir sana kalan. Adem Baba da girmişti bin
yaşına, onun da başı kondu en sonunda musalla taşına.” Bu işçilerimiz bu
feryatları yaparak geliyor değerli arkadaşlarım. Onların seslerine bir kulak
verin. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Suat Kılıç, size sesleniyorum: Grup Başkan Vekili olarak o YİMPAŞ’ta, Almanya’daki işçilerimizin sesine lütfen kulak
verin. Bunlar yatırımlarını… Çuval çuval para
götürdüler, o zaman mark vardı, marklarını yatırdılar, on yıl geçti bu süreçte,
hâlâ mağduriyetleri devam ediyor. Bunlara sahip çıkmanız gerekiyor.
Bütçe kaynakları arasında KDV var, kurumlar vergisi var, özel
tüketim vergisi var, cezalar var, icralar var, MOBESE cezaları var, pul
harçları var, var var, saymakla bitmiyor değerli
arkadaşlarım, vatandaş veriyor. Ama bütçeye ceza gelirlerini kaynak olarak koydunuz.
Kamyoncu esnafını perişan ettiniz. Kamyoncuya, vergi yetmiyormuş gibi otuz
çeşit belge parası koydunuz. Bunların arasında K1 var, K2 var, L var, R var,
SRC belgesi var, var da var. Bu belgelerden bir de üstelik para alıyorsunuz.
Onlar ki taksitlerini ödeyemiyor. 10 numara yakıtla ömür tüketiyor, kaplama
lastik kullanıyor.
Değerli arkadaşlarım, yine bu bütçede işverenlerin,
çiftçilerimizin, emeklilerimizin, kamyoncularımızın, öğrencilerimizin, 73
milyon insanımızın alın teri var. Bu bütçeye katkı yapıyor bu insanlar. Ama
“ithalat” adı altında yabancılara, bu toplanan paraları peşkeş çekiyorsunuz.
“Bu nereden çıktı?” diyebilirsiniz. Tarım ve hayvancılık ülkesini ithal et,
ithal süt, ithal süt tozu, ithal elma, ithal ayva, ithal sirke, ithal gül suyu…
Bunlar neyin nesi arkadaşlar? Biz tarım ve hayvancılık ülkesiyiz, bunlar bu
ülkeye yakışıyor mu? Bu yaptığınız ithalatlar Türk çiftçisine sıkılan birer
kurşundur.
ALİ KOYUNCU (Bursa) – İhracatı da söyle ihracatı!
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – İhracatı söylüyorum. İhracatı…
ALİ KOYUNCU (Bursa) – İhracatı da söyle, ithalatı da söyle,
madenciler…
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Çok güzel. Mermercilerimiz çalışıyor, onların getirdiği dövizleri haraç mezat
bizim yapabileceğimiz işlere yatırıyorsunuz. Yazıktır, günahtır!
Ülkemizin Kara Hasan’ını, Kara Mehmet’ini, Kara Fatma’sını, Ayşe
Kadın’ını unuttunuz. Bunlar ki kara kaşlı, helal aşlı
insanlardı. Ama arkanıza dönüp bir bakın, devri iktidarınızda kara kaşlı, çatık kaşlı, haram aşlı insanları artırdınız.
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Türk toplumu alan el değil veren
el olmak istiyor. Ama İktidarınızda veren elleri değil alan elleri çoğalttınız.
Türk toplumu alın terini harcamakla mutlu olur ama uyguladığınız ekonomi
politikalarıyla sadaka toplumu yarattınız.
Yine İktidarınızda, cinnet, cinayet, intiharlar arttı. İnsanlar
gazete okumaktan, televizyon seyretmekten nefret eder oldu. İnsanların
birbirine güveni kalmadı. Hoşgörü ortamı kayboldu. Eğitime, öğretime önem
vermediniz. Haramı, helali, kul hakkını birbirine karıştırdınız. Allah’tan
korkmadınız. Komşu komşusuna güvenemez oldu. Hani komşu komşusunun külüne
muhtaçtı? Hani komşu boncuğu takılmazdı? Baba, oğluna kefil olamaz oldu.
Değerli arkadaşlarım, bu kadar milletvekilisiniz, az sayınız bu
kadar, 348 milletvekili; aranızda, sıfır faizli kredi alanlara hiç kefil olan
var mı? Yoktur ama bu memlekette, o sıfır faizli kredi alanlara kefil olan
binlerce insan var, şu anda kara kara düşünüyorlar.
Aldılar inekleri, bağladılar; fiyatlar düştü, süt fiyatları yerinde sayıyor,
yem fiyatları arttı. “Bu yıl ne olacağız?” diye -her 4 kişi 1 kişiye kefil
oldu- “Yarın benim hâlim ne olacak?” diye, insanlar kara kara
düşünüyor, “Bu ithalatı durdurun.” diyor, feryat ediyor, “Bu sese kulak verin.”
diyor.
Cumhuriyet tarihinde ilk defa “Kurbanlığını yurt dışından alan
ülke” konumuna getirdiniz, âdeta Müslüman mahallesinde salyangoz sattınız.
Elimizdeki dövizleri yabancılara peşkeş çektiniz.
Madem et ithalatı serbest bırakılacaktı, bu millete sıfır faizli
krediyi niçin verdiniz değerli arkadaşlarım? Bu serbest bırakılacaktı, dışarıda
vardı bu kaynak, bu kaynağı niçin harcadınız, bu sıfır faizli krediyi niye
verdiniz? Eczacı, doktor, hâkim, hekim, iş adamı, tekstilci…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Sayın Başkanım, benim süremi
kestiniz.
BAŞKAN – Yok, yok… Yani üç saniyeyi, yapmayın Allah aşkına!
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Üç dakika mı?
BAŞKAN – Üç saniyeyi, yapmayın Allah aşkına Sayın Özkan. Rahat
konuşasınız diye toplam üç saniye sürmedi.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Saygılar sunar, teşekkür ederim
Sayın Başkanım. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özkan.
Şahıslar adına ilk söz Sakarya Milletvekili Sayın Recep Yıldırım’a
aittir.
Buyurun Sayın Yıldırım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
RECEP YILDIRIM (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 13’üncü maddesi üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
20011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın “Muhtelif Gelirlere İlişkin
Hususlar” başlıklı 13’üncü maddesi ve mahallî idarelere ilişkin Hükûmet politikamız hakkında sizleri bilgilendirmek
istiyorum.
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın
“Muhtelif Gelirlere İlişkin Hususlar” başlıklı 13’üncü maddesinin birinci
fıkrasında Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün meteorolojik ürünlerini diğer
ülke ve kişilere satışından elde edilecek döviz cinsinden tutarların
kullanımına, ikinci fıkrasında 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu
ile genel bütçe kapsamına dâhil edilen ve 2006 yılından önce katma bütçeli olan
idarelerin ilgili mevzuatında belirtilen kurum gelirlerinin genel bütçe geliri
olarak tahsil edileceğine, üçüncü fıkrasında ise Türkiye Elektrik Kurumu
Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtımı ve Ticareti ile
Görevlendirilmesi Hakkında Kanun kapsamındaki tabii kaynakların ve tesislerin
işletme haklarının devrinden elde edilen gelirlerin tamamının genel bütçeye
gelir kaydedileceğine ilişkin hükümler yer almaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu vesileyle, şimdi de
sizlere mahallî idarelere ilişkin politikamızdan bahsetmek istiyorum.
Bizim için mahallî idarelerin mali yapılarının güçlendirilmesi
büyük önem arz etmektedir. Zira, bu kapsamda mahallî
idarelere genel bütçe vergilerinden ayrılan payın artırılmasına ilişkin
düzenlemeyi 2008 yılında yürürlüğe koyduk. Bu düzenlemeyle mahallî
idarelerimize ek olarak 2008 yılında 1,3 milyar TL, 2009 yılında 2,1 milyar TL
transfer ettik. 2010 yılında bu transfer tutarının 3 milyar TL, 2011 yılında
ise 3,2 milyar TL olmasını bekliyoruz. Böylece, kanuni düzenlemeyi takip eden
dört yıl içerisinde mahallî idarelerimize ek olarak 9,6 milyar TL aktarmış
olacağız. 2011 yılı bütçesinde ise mahallî idarelerin gelir payı yüzde 10,7
oranında artırılarak 23,7 milyar TL olarak öngörülmüştür.
Diğer taraftan, çeşitli nedenlerle içme suyu ve yol sorunu çözüme
kavuşturulmamış köylerimizin sorunlarını 2005 yılından beri KÖYDES projeleriyle
büyük ölçüde çözdük, çözmeye de devam ediyoruz. Bugüne kadar bu proje
kapsamında 6,3 milyar TL ödenek ayrılmıştır. 2011 yılı bütçesinde ise KÖYDES
projesi için 550 milyon TL ödenek öngörülmüştür. Yine, kırsal kesimin yapısını desteklemek
amacıyla BELDES projesi için 2011 yılı bütçesinden 400 milyon TL ödenek
öngörülmüştür. Biz bu hizmetleri yaparken, bütçemizden bir alana kaynak tahsis
ederken eşit ve adil davranıyoruz çünkü kamu kaynağını kim harcarsa harcasın
hizmetten yararlanan bu ülkenin insanlarıdır. Biz insanımızı ayırmıyoruz, tüm
vatandaşlarımıza eşit hizmet götürüyoruz, götürülmesinin imkânlarını araştırıp
vatandaşlara hizmetin devamı için gereğini yapıyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bunların yanı sıra,
devredilen Köy Hizmetleri personelinin maaşları için il özel idarelerine
transfer yapmaya devam edilmektedir. Sokak aydınlatma bedellerini hazineden
ödemeyi sürdürmekteyiz. Belediyelerin katı atık tesislerini desteklemekteyiz.
Atık su arıtma tesislerinin enerji desteğini devamlı şekilde sağlamaktayız. Bu
suretle 2011 yılında mahallî idarelere toplam 27 milyar tutarında destek
sağlamayı öngörmekteyiz. Diğer taraftan, şu anda Meclis gündeminde olan bir
tasarıyla belediyelerin ihtiyaç fazlası sürekli işçilerini merkezî yönetim
kapsamında belli bazı kamu idarelerine aktarılmasını sağlayacağız. Dolayısıyla
belediyelerimizin personel giderlerindeki kaynak yükünü bir nebze olsun
azaltmış olacağız.
Ben bu duygularla 2011 bütçemizin ülkemize hayırlı olmasını diler,
hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.
Şahıslar adına ikinci söz Antalya Milletvekili Sayın Abdurrahman Arıcı’ya ait… Yok.
İstanbul Milletvekili Sayın Ayşe Jale Ağırbaş?
Yok.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ben söz istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun.
Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç.
Süreniz beş dakika.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bütçe tasarısının 13’üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum.
Şimdi, bir bütçe gelmiş, bütçe demek için yüz tane şahit lazım. Hükûmet sırasında oturan kişiler, maalesef,
milletvekillerinin sorduğu, işin özüne ilişkin soruları cevaplandıramıyor.
Böyle bir kabine olur mu? Hükûmet sıraları her gün
bomboş, hükûmet diye bir şey yok.
Perde arkasında birtakım karanlık oyunlar oynanıyor değerli
milletvekilleri. Ülkenin Adalet Bakanı olduğunu iddia eden kişi yirmi
saatliğine Amerika’ya gidiyor, kiminle görüştüğü belli değil, ne götürdüğü
belli değil. Yani devletlerarası ilişkilerde aslında insanlar, yani bakanlar
seviyesindeki olanlar giderken elçiliklere haber verirler, elçilikler bunların
görüştükleri kişilerle ilgili zabıt tutarlar; böyle bir şey yok.
AHMET KOCA (Afyonkarahisar) – Ne
biliyorsun?
KAMER GENÇ (Devamla) – Bu ancak, olsa olsa
özel bir kurye. Yani Tayyip
Erdoğan Hükûmetinin milletten, elçilikten, devletten
sakladığı bir sırrı özel olarak Amerika’ya götürüyor ve Amerika’da verilen
talimatı Türkiye’ye getiriyor. Dolayısıyla Amerika’da verilen bu özel talimatın
ne olduğu belli değil. Çıksınlar, burada konuşsunlar, sizin onların adına
konuşmaya hakkınız yok. Hükûmet burada; çıksın, desin
ki: Ben Amerika’ya yirmi saatliğine şu nedenle gittim, orada şununla görüştüm.
KEREM ALTUN (Van) – Açıklama yaptı.
KAMER GENÇ (Devamla) – Arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin
parçalanması konusunda çok hain planlar var. Bu hain planların uygulayıcıları
maalesef Türkiye’de önemli mevkilere gelmişlerdir. Amerikan kontrolü altında
Türkiye’de ciddi oyunlar oynanıyor. Biz burada parlamenter olarak bunları
söylemek zorundayız. Artık korkunun hiç bir şeye faydası kalmamış, Türkiye her
şeyi kaybetmiş. Türkiye, maalesef, işte seksen yıldır bu devlete düşman
duygularını besleyen kişiler iktidarın, gelmiş, koltuğuna oturmuş, her şeyi
gizlemişler, efendim, denetimi kaldırmışlar, devlete karşı, devleti ayakta
tutan kurumlarını bir bir yok ediyorlar. Âdeta, şöyle
bir şey derim, Türkiye Cumhuriyeti… AKP, artık, bugüne kadar bu devlete karşı
verilen savaşta bindikleri araba ovaya çıkmış, düz ovada yürüyor. Bürokrasi
tamamen tasfiye edilmiş, devleti koruyan hiçbir kurum yok.
Şimdi, ondan sonra birtakım Türkiye’de söylemler oluyor, ortada
kimse yok, devleti şey eden kimse yok. İşin acayip tarafı, şimdi, “özerk
Kürdistan projesi” diye bir proje açıklanıyor, bir arkadaş çıkıyor diyor ki:
“Tam millî birlik ve beraberlik projesi.” Ne kadar güzel değil mi! Şimdi, AKP
de aynı düşüncede. Türkiye’de rüşveti, talanı en büyük boyutlarda olduğu
konular ortada iken bunlara karşı çıkıp da, maalesef, hep diyorlar ki: “Dürüst
yönetim. Efendim, bizden daha dürüst yönetimi gördünüz mü?” Hukuk devletini
ortadan kaldırıyorlar. “Efendim, hukuk devleti bizim zamanımızda işliyor.”
diyorlar.
Arkadaşlar, bu kafayla… Bakın, bu memleket hepimizin. Bu memleketi
çok sıkıntılı bir zemine sürüklediniz. Yani bakalım, 12 Haziran seçimlerine
çıkar mı, çıkmaz mı? Bakın, bunları ben burada hissediyorum, tehlikenin
farkındayım. Herkesin aklını başına toplaması lazım. Bu
memleket çok ciddi sıkıntılar içinde. Bu sıkıntılara, maalesef, Türkiye’de
iktidarda olan bir parti bunlara göz yumuyor. Türkiye’nin, kurumların yok
olması için, devlet devlet olarak ortadan yok olması
için, maalesef, hileli her türlü çabalar var, bunun karşısında direnen kimse
yok.
Bir de bizim bölgede meydana gelen bir deprem nedeniyle… 8 Martta
Elâzığ’da bir deprem meydana geldi, hâlâ o insanlara doğru dürüst yardım
yapılmadı. Ben buradan soru soruyorum, diyorum ki: Bu 8 Mart depreminde Tunceli’de
meydana gelen deprem sonucunda kaç tane ağır, kaç tane hafif, kaç tane orta
hasarlı bina var? Cemil Bey burada çıkıyor, diyor ki: “Efendim, burada deprem
yok ama, efendim, işte, 873 tane hasarlı bina var,
1.460 tane orta hasarlı var, 2 bin tane hafif hasarlı var.”
Şimdi, değerli arkadaşlarım, eğer burada deprem yoksa,
bu insanların evlerini kim yıktı? Sonra, oradaki ağır hasar gören vatandaşlara
başka yerde normal ev yapıyorsunuz, bunlara 47 metrekarelik bir prefabrik ev
veriyorsunuz. Bu, insanlık duygusuyla bağdaşır mı? Böyle bir şey olur mu? Bu
memlekette kanun önünde eşitlik varken, durup dururken Tuncelili vatandaşa onu
veriyorsunuz ama başka yerde altında ahırı olan, insanca yaşamasını gerektiren
bir konut veriyorsunuz.
Peki, teşekkür ederim efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.
Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Taner...
RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakanım, 2010 yılı bütçesinde
yatırımlara ayrılan pay ve gerçekleşme oranı nedir? 2011 bütçesinde yatırımlara
ne kadar bir pay ayrılmıştır? Aynı oranlar 2002 yılı için kaç idi?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Köse...
ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, özürlülere ilişkin verilen mesleki rehabilitasyondan
2010 yılında kaç kişi yararlanmıştır? Bunlardan kaçı, özürlü kadrosunun, kamu
kurum ve kuruluşlarında istihdam edilmiştir?
İkinci sorum: Orman Kanunu gereği orman köylülerinin
kalkınmalarına destek olmak amacıyla bir fon bulunmaktadır. Bu fondan
yararlandırılan orman köylümüzün sayısı kaçtır? Ne kadarlık
bir ödeme yapılmıştır? GAP bölgesi illeri ve Adıyaman ilimize, kaç orman köylüsüne
bu fondan ne kadar ödeme yapılmıştır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Özkan...
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Önceki yıllarda şeker fabrikalarında kesintisiz altı ay
çalışanlara kadrolar verildi. Şu anda yine binlerce geçici işçi şeker
fabrikalarında kadro beklemektedir. Kadro bekleyen bu işçilerle ilgili bir
çalışma var mıdır? Bunlar on beş yılını, yirmi yılını, yirmi beş yılını şeker
fabrikalarında çalışarak geçirmişlerdir. Bu sorunlara ne zaman çözüm
bulacaksınız?
Şu anda elektrik borçlarıyla ilgili tahsilatlar
başlamıştır köylerde, elektrikler kesilmektedir. Bu konuda aftan dolayı
vatandaş borçlarını ödememektedir. Bu konuda bir çalışmanız var mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Kaptan...
OSMAN KAPTAN (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, biraz önce bir sorum vardı torba tasarısından ne
kadar para bekliyorsunuz diye, bu konuda mazot, elektrik ve benzin fiyatlarını
ucuzlatacak mısınız diye. Bu soruya cevap vermediniz. Tabii ki bu paradan
emekliye, işçiye para verecek misiniz diye.
Şimdi ikinci soruyu soruyorum, bu soruya cevap bekliyorum, ikinci
soru da, toplumumuzda “Haberal yasası” diye
tanımlanan hâkim, savcı ve diğer bürokratların işledikleri suç nedeniyle doğan
tazminatları devlet ödeyecek yeni duruma göre. Suç şahsidir. Kişiler suçunun
bedelini… Kişi suç işlediyse bunun bedelini niye millet, niye devlet ödeyecek?
Bu, Anayasa’ya aykırı değil midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tarım sigortası prim fiyatlarının çok yüksek olmasından dolayı
çiftçilerimiz ürün sigortası yaptıramıyorlar. Bundan dolayı da çok büyük zorluk
içerisinde kalınıyor. Örneğin, geçen yıllarda Tokat ilinin Kazova
bölgesinde büyük oranda bir dolu afeti meydana gelmiş ve binlerce çiftçi de
bundan zarar görmüştür. Buradaki ürün sigortasının oranı yüzde 3 civarındadır.
Bundan dolayı da acaba önümüzdeki zaman süreci içerisinde veya siz, Bakan
olarak, bazı ürünlerde ve risklerde uygulan muafiyet ve müşterek sigorta
oranlarını yeniden düzenlemeyi ve bazı ürünlerde de sigortanın devletçe
karşılanmasıyla ilgili bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Yaman…
M. NURİ YAMAN (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, 3’üncü kezdir aynı soruları soruyorum. Yani buna
yanıt vermemenizden dolayı da üzüntülerimi belirtmek istiyorum. En azından şunu
söyleyebilirsiniz, “Belki zaman yetmedi ama yazılı olarak yanıt verebilirim.”
diyebilirsiniz.
Bakın, sizin kendi personelinizden yüzlerce kişi şu anda sizin
ağzınızdan çıkacak olan yanıtı bekliyor. Neden bu Teşkilat Kanunu’nuzdaki
gelir uzmanlığı sınavından bazı personelinizi mahrum bırakıyorsunuz? Bu bir
haksızlıktır. Bu yasal düzenlemeyi yapacak mısınız?
İkincisi, kadrosuzluk nedeniyle bu kadrolara ataması yapılmayan
kişiler yeşil pasaportlardan yararlanamıyorlar. Bunlarla ilgili bir düzenlemeyi
yapmak sizce o kadar zor mudur? Bunlarla ilgili neler yapmayı düşünüyorsunuz?
Bunlara yanıt verirseniz sevineceğim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Özdemir…
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakana soruyorum: Plan-Bütçe Komisyonunda borçların
yapılandırılmasına ilişkin torba yasa tasarısı görüşmeleri devam etmektedir.
Vatandaşlarımız dört gözle bu yapılanmayı beklerken, vergi daireleri iki üç
günlük vergi ödeme gecikmelerinde e-haciz yoluyla haciz uygulamaktadırlar.
Torba yasa tasarısı yüz elli maddeyi geçmiştir. Şu anda dahi alakasız
tekliflerle komisyon çalışmaları AKP Grubu tarafından geciktirilmektedir. Yasa
tasarısının bir an evvel çıkarılması... Çıkıncaya kadar hacizleri durdurmayı
düşünüyor musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Bakan...
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Son sorudan başlayacağım. Sayın Özdemir, tabii biz “Şu anda bir
yapılandırma tasarısı getirdik diye ödemezlik içerisine mükelleflerimiz
girmesin” şeklinde biz epey uyardık. Dolayısıyla hacizleri durdurmak diye bir
şey söz konusu değildir, olamaz. Çünkü biz, maaşları ödemeye devam ediyoruz,
eğitim hizmetlerine, altyapıya, yani vatandaşımıza hizmete devam ediyoruz. Bunu
borçlanarak yapamayız. Dolayısıyla mutlaka vergileri toplamaya devam edeceğiz.
Burada bir kesinti söz konusu olamaz. Ama bu tasarının bir an önce de Meclise
gelmesini arzuluyoruz.
Şimdi, gelir uzmanlarına ilişkin sorunuzdan başlayayım. Tabii ki
şu anda bir kanun var, o kanun çerçevesinde bu arkadaşlarımız kısmen sınava
giremiyorlar. O yasayı değiştirme taraftarıyım. Arkadaşların girmesi için ne
gerekiyorsa yapmamız lazım. Ne kadar çok çalışanımız sınavlara girerse ne kadar
rekabet olursa o kadar da kaliteli, kamuya hizmet üretme imkânına kavuşuruz. Bu
konu yönetmelikle çözülseydi yarın çözerdim. Yani birinci
husus bu.
M. NURİ YAMAN (Muş) – Tamam, teşekkür ederim.
Kadro verilmesi...
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Bu kadro meselesini
arkadaşlarla bir teknik düzeyde inceletmemiz lazım. Çünkü eğer kadroya
bağlandıysa bunun bir mantığı vardır ama bu yeşil pasaport hususunu bir
değerlendirmek lazım. Pasaport meselesi, sadece Maliye Bakanlığını ilgilendiren
bir husus değildir, tabii ki İçişleri Bakanlığımızla da istişare etmemiz lazım.
M. NURİ YAMAN (Muş) – “Kadro yok” deniliyor ama ilk 3-4 dereceye
gelen alabiliyor.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – İşte kadroya bağlanmasının
da bir mantığı vardır muhtemelen kendisine.
M. NURİ YAMAN (Muş) – O zaman verin bu kadroları.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Tamam da işte kadrolar
belli bir çerçevede veriliyor. O konuyu çalışacağız.
Şimdi, aslında ben “Torba yasasından ne bekleniyor, bu nereye
harcanacak?” sorusuna cevap verdim. Siz ya burada değildiniz ya da beni
dinlemediniz, tekrar ediyorum yalnız: Biz torba yasasından herhangi bir gelir
beklentisi noktasında bir tahmin yapmadık. Nedeni de şu: Çünkü torba yasasındaki
yapılandırma hususları aslında büyük ölçüde, mükelleflerin bu işe rağbet edip
etmeyeceğiyle ilişkilidir. Dolayısıyla, biz çıkıp “Bizim şu kadar alacağımız
var, biz şunun şu kadarını gerçekleştireceğiz.” desek, bu tamamen gelişigüzel
ortaya konmuş bir rakam olur.
Eğer biz buradan ciddi anlamda bir gelir elde edersek bunu ne
yapacağız? Öncelikli olarak, bunu Türkiye'nin borçlarının azaltılmasında
kullanmayı ümit ediyoruz. İkinci olarak, Türkiye'nin altyapısına, araştırma
geliştirmesine, eğitimine yani Türkiye'nin geleceğine yatırmayı ümit ediyoruz.
Son olarak, tabii ki önemli ölçüde, vatandaşlarımızın refahının da artırılması
için veya belli kesimlere transferler düşünülebilir. Yalnız, ben şunu
düşünüyorum: Bir kerelik bir gelirin süreklilik arz eden bir harcamaya tahsis
edilmesini doğru bulmuyorum. Yani emekli maaşlarımızı biz… 2011 yılında zaten
en düşüğünün maaşını yüzde 21 civarında artırıyoruz. Şimdi bir daha, her yıl
ödeyeceğimiz bir şeyi bir kerelik bir gelirle finanse etmek bu ülkenin yararına
değildir, doğru bir yaklaşım olmaz, popülist bir
yaklaşım olur.
Şimdi, bana kalırsa, hâkimlerle ilgili yapılan düzenleme doğru bir
düzenlemedir, Anayasa’ya aykırı değildir, hâkimlerin güvencesi için de
önemlidir ve doğrudur.
Şimdi, şeker fabrikalarında veya başka taraflarda geçici olarak,
altı aydan az çalışanlarımıza yönelik şu anda bir çalışmamız söz konusu
değildir. 2007 yılında 220 bin civarında bu türden çalışanımız tabii ki kamuya
alındı ama şu an itibarıyla böyle bir çalışma gündemde değildir.
Yatırımlara gelince: 2002 yılında Türkiye'nin toplam yatırımları 7
milyar 880 milyon liraydı, bütçe içindeki payı yaklaşık yüzde 6,6’ydı. 2010’un
gerçekleşmelerini vereyim ben size: 33,452 milyar lira, yani 7,9 milyar liradan
33,5 milyar liraya çıkmış; bütçe içerisindeki payı ikiye katlanmış, yüzde
6,6’dan yüzde 11,3’e çıkmış; gayrisafi yurt içi hasılaya
oranı da 2010 yılı itibarıyla yüzde 2,2’den yüzde 3’e ulaşmış. Yani hangi
parametreyi kullanırsanız kullanın, Türkiye’de yatırımlar mutlak anlamda
artmış, Türkiye’de yatırımlar gayrisafi yurt içi hasılaya
oran olarak artmış, bütçeye oran olarak da ikiye katlanmış.
BAŞKAN – Sayın Bakan, bir saniyeniz var, yazılı cevap vereceğinizi
söylerseniz Genel Kurula…
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Geriye kalanlara arkadaşlarımız
yazılı cevap hazırlayacak, sizlere ileteceğiz.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
13’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
14’üncü maddeyi okutuyorum:
Yabancı ülkelere yapılacak hizmet karşılıkları
MADDE 14 – (1) Maliye Bakanı;
a) Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığınca yabancı ülkelere ve uluslararası kuruluşlara kiraya
verilen veya bir hizmetin yerine getirilmesinde kullanılan kara, deniz ve hava
taşıtlarından alınan kira veya ücret tutarlarını,
b) Türk Silahlı Kuvvetlerinin öğrenim ve eğitim müesseselerinde
okutulan ve eğitim gören yabancı uyruklu subay, astsubay veya erlere yapılan
giderler karşılığında ilgili devletlerce ödenen tutarları,
c) Emniyet Genel Müdürlüğünün öğrenim ve eğitim müesseselerinde
okutulan ve eğitim gören yabancı uyruklu öğrenci ve personele yapılan giderler
karşılığında ilgili devletler veya uluslararası kuruluşlar tarafından ödenen
tutarları,
ç) NATO makamlarınca yapılan anlaşma gereğince yedek
havaalanlarının bakım ve onarımları için ödenecek tutarları,
aynı amaçla
kullanılmak üzere bir yandan genel bütçeye gelir, diğer yandan yukarıda yazılı
idare bütçelerinde açılacak özel tertiplere ödenek kaydetmeye ve bu suretle
ödenek kaydedilen tutarlardan yılı içinde harcanmayan kısımları ertesi yıla
devretmeye yetkilidir.
BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına Iğdır Milletvekili Sayın Pervin Buldan’a aittir.
Buyurun Sayın Buldan. (BDP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
BDP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 14’üncü
maddesi hakkında Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
“Yiğitlik inkâr gelinmez
Tek'e-tek dövüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuz üç kurşunlu yürek
Otuz üç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda...”
Böyle anlattı Ahmed Arif bundan yaklaşık
altmış yıl önce Van’ın Özalp ilçesinde katledilen 33 Kürt köylüsünün can
pazarını. Bu olay bir ağıt oldu o coğrafyada, lakin yalnız o 33 beden düşmedi
ki toprağa, ondan önce de Zilan’da, Ağrı’da, Dersim’de dökülmüştü binlerce misli kan aynı topraklarda.
Aradan altmış yıl geçti, altmış yıldır hiç aralıksız nice bedenler kurşunlara
hedef oldu, daha da artarak devam etti öldürme olayları; ömrüne doymamış
çocukların öldürüldüğü bir zalim coğrafyaya döndü yurdumuz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 14’üncü maddesini görüşüyoruz, millî savunmaya, Türk
Silahlı Kuvvetlerine, Emniyet Genel Müdürlüğüne ayrılan bütçeyi görüşüyoruz,
öldürme araçlarına ayrılan devasa bütçe oylarımıza sunuluyor. Doğal olarak
bakma gereği duyuyoruz bu bütçe nereye gidiyor diye? TSK ne yapıyor, emniyet ne
yapıyor, iyi savunuluyor mu ülke gerçekten bu kadar yüklü bir parayla? Yüzümüze
çarpan tek gerçekle karşılaşıyoruz, yıllardır durmadan akan bir kan, savaş,
hiçbir sonuca varmamış operasyonlar ve binlerce ölüm ortaya çıkan icraatlar
oluyor. Şimdi, biz hangi akıl, hangi rasyonel yönetim anlayışı, hangi siyasi
perspektif ve daha da önemlisi hangi vicdan ile bu bütçeyi onaylayabiliyoruz?
Öldürmekle kurtarılabilseydi birtakım şeyler, Birinci ve İkinci Dünya savaşları
insanlığın kıyameti olur muydu? Yahut her bombanın düştüğü yerde bir tek güzel
çiçek açmaz mıydı? Bu mümkün değil çünkü insanlık tarihi bugüne kadar hiçbir
savaşla inşa edilmiş güzel bir yaşama tanıklık etmemiştir. Savaşlardan sadece
dersler alınarak diyaloğun önemi kavranmış ve bu
nedenle de insan hakları, demokrasi gibi değerler ön plana çıkmıştır. Ülke
yöneticilerinin dünyanın acılarla tecrübe ettiği bu gerçekliğin ışığı
doğrultusunda hareket etmesi, bütçeyi de bu gerçeklik doğrultusunda planlaması
izlenecek en doğru yol olacaktır. Ancak ne yazık ki bugün itibarıyla Hükûmetin bu düzeyde bir farkındalıkla
hesap yapmadığı anlaşılmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Parlamentoya geldiğimizden
bu yana sürekli olarak dile getirdiğimiz ancak Hükûmetin
ısrarla karşısında üç maymunu oynadığı, gerek emniyet gerekse TSK tarafından
gerçekleştirilen infazlar her geçen gün artarak devam etmektedir. Bu infazların
meydana gelmesi kadar, Hükûmetin vurdumduymaz tavrı
da güvenli bir ülkenin tesisi noktasında endişe yaratmaktadır. Nitekim, çocuklarını askere sağlam gönderip “İntihar etti.”,
“Damdan düştü.”, “Kaza oldu.” gibi inandırıcılıktan uzak nedenler ile
çocuklarının cansız bedenini teslim alan binlerce anne-babanın feryadı da
duyulmamaktadır ve bu nedenle de bu şekilde gittikleri kışlalarda faili ortaya
çıkarılmayan kişiler tarafından infaz edilen asker sayısı hız kesmemekte, her
ay bu tür haberler bizlere ulaşmaktadır. Son yirmi yılda iki tabur asker bu
şekilde, şüpheli ölümlerle yaşamlarını yitirmişlerdir. Buradaki çarpıcı nokta
ise çeşitli nedenler öne sürülerek öldürülen askerlerin tamamına yakınının Kürt
olmasıdır. Dünyada, şüpheli asker ölümleri sıralamasında Türkiye 1’inci ülke
konumundadır ancak bu durum Hükûmeti hiç rahatsız
etmemektedir. Yine, her sene onlarca Kürt çocuğu ya TSK’nın
atış talimleri sırasında ya da TSK tarafından arazide bırakılan patlayıcı
maddelere rastlamaları sonucunda ölmekte ya da sakat kalmaktadırlar.
Milletvekili seçilmemizden hemen sonra seçim bölgem Iğdır’da TSK’ya ait patlayıcı bir maddeye rastlamaları sonucunda 2
çocuğun yaşamını yitirmesi üzerine, İçişleri Bakanına “Bu gibi olayların
yaşanmaması için ne gibi tedbirler alıyorsunuz?” diye sormuştum. Sayın Bakan
“Halkı patlayıcı maddeler konusunda bilgilendiriyoruz.” şeklinde yanıtladı
sorularımızı ve Sayın Bakanın tedbirden saydığı bu ciddiyetsiz yaklaşım
sonucunda geçen dört yıl içerisinde onlarca çocuk daha yaşamını yitirdi ve sakat
kaldı.
Yine, Türkiye-İran sınırında sadece 2010 yılının başından bu yana,
kaçakçılık yaptıkları gerekçesiyle onlarca insan infaz edildi. Hükûmet bu infazlarda İran devletinin de payı olduğunu
açıklasa da, bugüne kadar İran askeri hakkında Hükûmet
tarafından soruşturma başlatılmamıştır. Daha önce sormuştum ama yanıt
alamamıştım, şimdi tekrar soruyorum: “Dönemimizde hiçbir faili meçhul cinayet
işlenmemiştir.” şeklinde açıklamalarda bulunan İçişleri Bakanı ve Hükûmetin sayın sözcüleri, bu cinayetler faili meçhul değil
de nedir? Ülkemiz toprakları içerisinde onlarca sivil yurttaşımız infaz
edilecek ancak bu tetiği çeken tek kişi dahi yakalanmayacak! Bu durumu nasıl
izah ediyorsunuz, hangi cinayet türünden sayıyorsunuz, çıkın açıklayın lütfen.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; emniyet güçleri tarafından
gerçekleştirilen sivil infazların da rakamları açıklanmayacak kadar yükselmiş
durumdadır. Bu infazların sık yaşandığı ülkemizde AKP Hükûmeti
tarafından çıkarılan Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’ndan sonra rahat bir
zemin buldu ve korkunç artışlar meydana geldi. Türkiye İnsan Hakları Vakfının
verilerine göre son iki buçuk yılda tam 80 kişi polis tarafından infaz edildi.
Bu konuda Bakanlığa verdiğimiz soru önergelerimiz ise yanıtsız kalmaktadır
çünkü Hükûmet vahim düzeylerde gerçekleşen bu
infazların sayısını açıklayamamaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insanlar, ekmeğini, aşını
kazandığı, kendini güvende hissettiği ve sağlıklı bir yaşam sürebildiği
diyarları yurt edinirler. Aş, ekmek bulmanın zordan da beter bir hâle geldiği,
güvenliğin sağlanamadığı bir yer vatan olmaktan çıkar. Nitekim,
sınır boyunda ya da arazide, köyünün dağlarında gezerken bir yurttaş kendi
devletinin silahlı gücünün kurşunlarına hedef oluyorsa, parkta otururken, motor
sürerken ya da yolda yürürken polisin attığı bir kurşunla insanlar canlarından
oluyorsa “Bu devlet niçin var?” diye sormak gerekir. Nitekim,
devlet, en temelde, yurttaşlarının can güvenliğini sağlamak amacıyla vardır
kendi silahlı güçlerine yurttaş öldürme hakkını vermek için değil.
Güvenliğin hiçbir şekilde tesis edilmediği ülkemizde sivil yaşamın
da bizzat devletin silahlı güçlerinin tehdidi altında bulunması, bu güçlere
ayrılan bütçenin ne amaçlar ile kullanıldığını göstermektedir. Millî Savunma
Bakanının da ifade ettiği gibi, hayalî operasyonlar, diğer vurgunlar ise cabası. Silahlanmaya ayrılan bütçenin gereksiz büyüklüğü,
bu halkın emeğinden ve geleceğinden çalmaktan başka hiçbir anlam ifade
etmemektedir.
Militarist bir zihniyetle hazırlanmış bir bütçe elbette ki
halkına, ihtiyaç olunan alanlarda refah sunmayacaktır. Bu nedenle bu bütçeyi
onaylamadığımızı bir kez daha belirtir, Genel Kurulu saygıyla selamlarım. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Buldan.
Milliyetçi Hareket Partisi Gurubu adına İstanbul Milletvekili
Sayın Mithat Melen. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
MHP GRUBU ADINA MİTHAT MELEN (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyeti saygıyla
selamlıyorum. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına 14’üncü madde üzerinde
konuşmak üzere söz aldım.
Şimdi, önce bu maddenin bir tanımını yapmakta yarar var çünkü
buraya her çıkan maddeyle ilgili hiçbir şey konuşmadığı gibi, hakikaten, bütçe
tekniğiyle ilgili de hiçbir şey konuşmuyor. Belki, oturup İç Tüzük’ü
değiştirmemizde yarar var çünkü gerçekten teknik bazı şeyler var ki tartışılması
gerekli ama hiç tartışmaya niyetimiz yok. İşin basitine inip siyaset yapmaya
çalışıyoruz, onu da faydalı ve verimli bulmuyorum. Onun için, gerçekten, bu
görüşme adabını veya görüşme düzenini yeniden ele almak gerekiyor.
Mesela, bu madde sanıldığından daha teknik ve önemli bir
madde çünkü Türkiye'nin yurt dışına açıldığının gerçek bir kanıtı. Ayrıca da İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika Birleşik
Devletleri’nin buna benzer bir maddeyle çok para kazandığı da bir gerçek. Yani
hakikaten burada ilginç bir şey var: Mesela, Millî Savunma Bakanlığı, Jandarma,
Sahil Güvenlik kurumları kara, hava nakil taşıtlarının kirasından para
kazanıyor; ciddi bir şey bu. Ama bunlarla ilgili mevzuat daha yeterli değil,
bunu artırabilmek çok önemli. Bunu teknik olarak hep birlikte bir tartışmamız
lazım.
Ayrıca, yine Türk Silahlı Kuvvetleri, eğitim öğretim ile ilgili
yabancı ülkeler ve uluslararası kuruluşlara eğitim vermekten dolayı yine
bütçeye para geliri kaydedebiliyor ve bunu da harcamaya yetkili. İşte, burada da alanı genişletmek çok önemli. Bugün dünyada
propagandanın yapıldığı yol bu. Böylece başka ordularda, başka akademik
alanlarda ve kurumlarda birçok insan yetiştirip ülkenizin propagandasını
yapıyorsunuz, sadece para kazanmakla kalmıyorsunuz. Onun için, yine önemli.
Üçüncüsü de, emniyet teşkilatı aynı işleri yapıyor. Hem gelir
alabiliyor hem de yabancı ülkelerde hakikaten insanları yetiştiriyor.
Bir de son madde var ki burada bunları iyi bilenler farkındadır,
NATO’nun yedek havalimanları var. Yedek havalimanlarının bakım ve onarım
giderleri NATO tarafından karşılandığı zaman, bu, bütçeye ek gelir
kaydediliyor. Şimdi, bu o kadar ciddi bir iş ki çünkü bu büyük bir para,
gerçekten çok dar bir çevreye belirli imkânlar sağlayan önemli bir olanak. Bu
olanağı da doğru dürüst kullanamıyoruz. Yani sadece Türkiye’de değil, dünyanın
birçok tarafındaki NATO limanlarına, NATO havalimanlarına hizmet verip para
kazanmak mümkün ve öyle dar bir alana sıkışmış birkaç tane şirketin elinde bu
iş, tabii dünya şirketleri. Burada, Türkiye’deki mevzuatı
biraz daha rahatlatabilirsek, bu imkânları daha açabilirsek, bu maddeleri biraz
daha anlayabilirsek ve bu maddelerin faydasını idrak edebilirsek, herhâlde
Türkiye’de bütçemize daha fazla gelir kaydettiğimiz gibi, ileriye dönük de bazı
yatırımlar için, propaganda, tanıtım faaliyetleri için bazen milyar dolar
harcamaya gerek yok, sizin yetiştirdiğiniz bir insanın dünyada belirli yerlerde
görev almasını sağlamakla ilgili bir iş yapmış oluyorsunuz. Bu da ciddi
bir politikadır ama “Uluslararası alana açılıyoruz, uluslararası alanda işler
yapıyoruz, şunu yaptık, bunu yaptık.” demek yetmiyor, onun altyapısını
tamamlamakla işe başlamak lazım, altyapısı da buralardan başlıyor ve bu
maddeleri de anlamak gerekiyor, gerçekten çok teknik ama bunları burada
tartışmadık.
Zaten, bütçeyle ilgili hiç teknik bir şey tartışmıyoruz. Tabii
bütçenin bir genel siyaset olduğunu, ileriye dönük bir belge olduğunu hep
birlikte biliyoruz ama bazı teknik konuları tartışmakta, ülkenin önünü açmakta
yarar var çünkü hem Hükûmetin hem iktidar partisinin
başta ekonomik konular olmak üzere, ciddi konuları Türkiye Büyük Millet
Meclisine getirmeye çok niyeti yok. Hep, bunları bazen kapalı kapılar ardında,
bazen de kendi içerisinde çözüp Türkiye Büyük Millet Meclisine izahat vermeden
ki belki yine bir ekonomik komisyona burada gereksinim var, ihtiyaç var
ekonomik komisyona ama kendi arasında, kendi içerisinde bunu kotarıp
hallediyor. Mesela, yine tekrar -belki Sayın Maliye Bakanının da haberi yok-
ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısının Meclise de geldiği yok zaten; o,
bankacıları toplayıp önemli kararlar aldı dün veya biz basından öyle
öğreniyoruz, haberimiz yok Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak ne kararlar
aldığından. Niye biliyor musunuz? Bütün bu bütçedeki söylenenlerin aksine
kararlar bunlar. Niye? Çünkü orada iç talebin kısılmasından söz edildi. İç
talep kısılacak, bankalara bunun ciddi talimatı veriliyor. İç talep kısılacak,
krediler kısılacak, hatta munzam karşılıklar artırılarak hem -döviz tevdiat
hesaplarında hem mevduat hesaplarında- ne yapılacak? Talebi kısacaksınız ve
para arzını kısacaksınız. Altı ay var seçime, para arzını kısmak gibi,
bankaları mümkün olduğu kadar kısa vadeliden uzun vadeliye döndürmek gibi
önemli bir projeyle bankaların karşısına çıkan bir başbakan yardımcısı…
Mecliste bütçe konuşuluyor, Mecliste hiç bu konular konuşulmuyor, sorulmuyor
bile Meclise, haberi yok Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve biz de burada
sabahtan akşama kadar aynı siyaseti yaparak, aynı davulu çalarak kendi
kendimizi tatmin ediyoruz. Bu bütçe o kadar gayriciddi
bir hâle geldi ki hiç ciddiye alan yok bütçeyi. Hâlbuki bütçe çok önemli bir
müessese, hakikaten, hele bir ülkenin… Bugün, Batılı demokrasilere bakalım
bütçe nasıl teknik ve nasıl detaylı tartışılıyor. Hele böyle bir konu,
Meclislere gelmeden Avrupa’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde hatta Asya’da,
başta Japonya’da bu kadar basite indirgenir mi?
Dün olanlar Türkiye'nin ekonomik politikasında büyük bir sapmayı
gösteriyor, talebi kısmak sapması. Bugünkü uygulanan politikanın,
bugüne kadar gelen politikanın tam tersi, tamamen tersi. Nasıl ama? Hiç
finansal istikrarla ilgili değil, yine parasal istikrarla, parasal
politikalarla ilgili bir konu ama biz, finansal istikrarı temin etmekle görevli
önce bütçeyi önümüzde çok önemli imkân olarak görüyoruz ama bütçe içerisinde
bunu tartışmıyoruz, hiç haberimiz bile yok, hiç birlikte… Zaten, burada kürsüye
çıkanlar da kendi görevlerini işte “Vazife yerine gelsin.” diye yapıyorlar,
dinleyenler de dinliyor, dinlemiyor, idare edip gidip gidiyoruz. Bu memleketin bütçesi bu. Bu memleketin bütçesi hakkında
zaten vatandaşın da en az bir fikri yok. Hâlbuki,
yarın sabah, bunu çıkarmazsanız, maaşlarının ödenmeyeceğini bilen herhâlde az
Türkiye’de ama bu önemi bizim artırmamız lazım. Biz çünkü hiç teknik
konuşmuyoruz burada hep siyaset ve neyle ilgili konuşuyoruz? Hep “2001 yılında
şu oldu, 2002 yılında bu oldu. Siz bunu yaptınız, biz bunu yaptık.” Peki, 2015
yılında ne olacak? Hiç, 2015 yılıyla ilgili bir planla, projeksiyonla
ilgili, bu kürsüye çıkan birisi var mı? Yok. 2011 yılıyla, sözüm ona bütçede
olması lazım o plan, projeksiyonun; hayır, bütçede
burada Sayın Bakan başka şey ediyor, Başbakan Yardımcısı toplayıp bankaları
başka şey ediyor. Yani, bankalar uyar, uymaz, onu bilmem ama onu anlatmıyorum,
Türkiye Büyük Millet Meclisini devre dışına bırakmayı anlatmaya çalışıyorum.
Nasıl Türkiye Büyük Millet Meclisini başta ekonomi gibi çok ciddi bir konuda
devre dışı bırakacaksınız da o zaman demokrasiden söz edeceksiniz, o zaman
parlamenter demokrasiden söz edeceksiniz? O zaman, kendi kendinize, her hükûmeti eline geçiren bildiği gibi yapar, buraya da izahat
lütfunda bulunmaz, işler olur biter. Hayır, öyle
olmuyor işte. Bakın, bazı şeyleri eleştirirken niye o 2001, 2002? Hep sık sık ağzında var iktidarın bu laflar. Niye o zaman o kesin
hesap kanunlarına onay verdiniz? Vermemeniz lazımdı değil mi? Kesin hesap
kanunu nedir? Belki dünyada tek ülkenin anayasasına koyduğu önemli bir imkân
yani Millet Meclisine bahşettiği çok önemli bir imkân. Onu bile kullanmıyoruz,
farkında değiliz ama geçmişe dönük eleştiri yapıyoruz.
Şimdi, 2009 yılının kesin hesap kanunu var, onunla ilgili de kimse
bir şey söylemiyor, otomatik onaylanıyor. Belki dünyanın tek anayasası bizim
Anayasa’mızda bu önemli madde var ki bu, Büyük Millet Meclisine bir lütuf kanun
koyucu tarafından, onu bile fark etmiyoruz biz ama spekülatif
anlamda bunu geçmişe dönük kullanmak kolay. 2001, 2002, hatta 2003, bütün
oradaki kesin hesap kanunları onaylandı mı? Onaylandı. O zaman, o konuda
konuşacak çok fazla bir şey yok. Şimdi bundan sonrakileri düşünelim, 2015 yılında
ne yapacağımızı düşünelim, 2011 yılında başımıza ne gelecek onları düşünelim,
ekonomideki sıkıntıları düşünelim, onlarla uğraşalım ama onlarla da uğraşmamıza
gerek yok çünkü nasıl olsa bu bir rutin, bu alışılagelmiş bir şey, kendi
kendimizi kandırmaktan başka bir şey yapmıyoruz.
Yüce heyeti bu duygularla saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Melen.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın
Şükrü Elekdağ. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Elekdağ’ın şahsı adına da bir söz
hakkı mevcut, dolayısıyla, kendisine on beş dakika süre vereceğim.
Süreniz on beş dakika.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 14’üncü maddeyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk
Partisinin görüşlerini sizlerle paylaşmak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bundan önce bu kürsüde yaptığım konuşmada,
Sayın İçişleri Bakanımızla Sayın Dışişleri Bakanımızın da hazır bulundukları
bir oturumda, Türkiye için yaşamsal nitelikteki tehditleri ele almış ve bu
konularda neler yapılması gerektiği hususunda bazı telkinlerde bulunmuştum.
Bu tehditlerden birincisi, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde
Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt devletine benzeyen bir siyasi yapılanma kurmak
amacı ile başlatılan girişimdi. Açılım safsatası ile azdırılan terörist
sözcüleri, artık hiç pervasız isyan bayrağını açmış ve “bağımsız özerk
Kürdistan” modelini ilan etmişlerdi. Bu devletin bayrağı, öz savunma gücü, ayrı
dili ve kendi meclisi olacak ve kendi kendisini yönetecekti. Bu devlet bölgenin
ekonomik kaynaklarını kullanım ve tüketim hakkına sahip olacaktı. Türkiye Kürt
halkıyla yeni bir sözleşme yapacak ve böylece esasta konfederal
yani iki devletli bir sistem Türkiye’de uygulanacaktı.
BENGİ YILDIZ (Batman) – Hoş geldin Şükrü Bey!
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Ama, bu
duruma, değerli arkadaşlarım, daha da vahamet kazandıran başka bir çarpıcı
gelişme daha vuku buldu. Bu da devlete muhatap mertebesine çıkarılan teröristbaşı Öcalan’ın, devleti, Hükûmeti
tehdit etmesi ve sanki bir ültimatom vermesiydi.
Öcalan şunları vurgulamıştı, Öcalan diyordu ki: “Önerimiz kabul edilmezse ve bu
hususta bazı olumlu sinyaller bana gelmezse, o zaman ateşkese mart ayında son
veririm. Türkiye’de korkunç bir çatışma başlatırız; ölen ölür, kalan kalır.”
Öcalan, aynı zamanda, başlatılacak bu çatışmada kimsenin ölümden korunamayacağını,
hatta bu tehdidinin Cumhurbaşkanını bile kapsadığını ima etmek cüret ve
küstahlığını göstermişti. Bu arada güneydoğuda belediye başkanları Kürdistan
bayrağını çektiler, yol tabelalarını Kürtçe yaptılar, iki dilli hayatı
başlattılar ve böylece büyük Kürdistan’ın temellerini attılar.
Sayın İçişleri Bakanı Atalay benim açıklamalarımı dinledi fakat
konuşma yapmak için bu kürsüye geldiği zaman, bu varoluşsal konuları doğrudan
ele alıp bir görüş ortaya koymadı. O bir şey söylemediği gibi, Başkomutan
konumundaki Sayın Cumhurbaşkanımız da bu konuda ses çıkarmadı ve böyle
durumlarda yeri göğü inletmesini beklediğimiz Sayın Başbakan da bu konuda
suspus oldu.
OSMAN ÖZÇELİK (Siirt) – Sen titret yeri göğü, sen!
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Bu son derece vahim, Türkiye
Cumhuriyeti’nin gücünü, varlığını, itibarını hiçe sayan tehdidi Türkiye'nin
başındaki kişiler duymazdan geldiler. Burada bir sakatlık yok mu değerli
arkadaşlarım? Hükûmet mensupları neden sessiz ve
tepkisiz? Neden dilleri tutulmuş bir hâl içindeler? Bunun nedeni, seçimlerde
bazı bölgelerde oy almak için eylemlerin durması zorunluluğundan mı ileri
geliyor? Bunun için de PKK’yla yapılan pazarlığa uymak mı gerekiyor?
Değerli arkadaşlarım, bu tutum vatan sevgisiyle, ahlaki ilkelerle
bağdaşıyor mu? Bu tutum ülkenin bölünmesine göz yummak değil mi? Bu tutum
şeytanla ittifak değil mi? Bu tutum şu kürsüden ettiğimiz yemine ihanet değil
mi?
Ülkemiz geçmişte böyle bir fetret devrini yaşarken bakın ünlü
şairimiz Mehmet Âkif duygularını nasıl ifade etmişti:
“Ey dipdiri meyyit! 'İki el bir baş içindir.'
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.”
Evet değerli arkadaşlarım, hepimiz AKP’nin şu sorusunu
yanıtlamamız lazım: Leş mi kesildik? Leş mi kesildik?
BENGİ YILDIZ (Batman) – Mehmet Akif’i sizin zihniyetiniz Mısır’a
gönderdi. Şimdi Mehmet Akif’e sahip çıkıyorsunuz.
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – Dışişleri bütçesinin tartışılması sırasında
da Sayın Dışişleri Bakanına bu kürsüden bazı sorular yönelttim fakat Sayın
Bakan işine gelmediği için hiçbir sorumu yanıtlamadı. Amerika ile gayet iyi dostluk ve ittifak
ilişkilerimiz bulunduğu mealinde birkaç üstünkörü sözle konuyu geçiştirmeye
çalıştı. Oysa, bu devleti yöneten herkes biliyor ki,
PKK örgütünün Kuzey Irak’taki vurucu gücünün ayakta kalmasını temin eden
şartları yaratan ve örgüte Barzani vasıtasıyla moral ve maddi destek sağlayan
Amerika Birleşik Devletleri’dir.
Bunun sebebini anlamak için biraz geriye gitmemiz zorunlu oluyor
değerli arkadaşlarım.
BENGİ YILDIZ (Batman) – Yeterince geridesin zaten.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – 2003 Martında Amerika’nın Irak’ı
işgaline kadar Batı dünyasında iki ayrı Kürdistan projesi mevcuttu. Bunlardan
birincisinin temellerini, Amerika, Birinci Körfez Savaşı sonrasında Saddam’a
karşı Kuzey Irak’taki Kürt aşiretlerini Türkiye’de konuşlanan Çekiç Güç
kuvvetiyle himaye ve denetimine alarak atmıştı. İkinci proje ise Avrupa’nın
PKK’yı himaye ederek kurmayı tasarladığı Kürt devleti idi. Amerika, Irak’ı
işgalinden sonra kendi projesinin gerçekleşmesi için elinden geleni yaptı.
Bugün Kuzey Irak’ta tüm organlarıyla fiilen oluşmuş fakat resmen ilan edilmemiş
bir Kürt devleti var.
Bu gelişme, Avrupa merkezli bir hareket olan PKK’yı etkiledi ve
onlar da kendilerine destekte pasif kalan Avrupa yerine kaderlerini Amerika’ya
bağlama kararını aldılar. Esasında PKK’nın silahlı gücü Kuzey Irak’ta
bulunduğundan böyle bir yöneliş kaçınılmazdı. PKK yok olmamak için Amerika’ya
biat etti ve onun vereceği her göreve razı oldu.
Bu şekilde, değerli arkadaşlarım, tarihte ilk defa olarak,
Amerika’nın denetim ve koordinasyonuyla tüm Kürt örgüt ve faaliyetleri arasında
uzlaşma sağlandı. Kısa süre önceye kadar kendi aralarında iç savaş veren Kürt
örgütleri, son üç yıldır rakip değil, soydaş ve kardeş gibi hareket etmeye
başladılar. Bugüne kadar büyük Kürdistan’ı kurmayı kendi görevleri bilen Kürt
kuruluşlar, artık ayrı cepheler kurmaktan ve kendi aralarında dalaşmaktan
vazgeçmişlerdir çünkü artık bu hedefin ancak Amerika’nın öncülüğüyle
gerçekleştirilebileceğine inanmışlardır.
Bu şekilde, Barzani de, PKK da, PJAK da, Öcalan da Amerika’nın
piyonları hâline dönüşmüşlerdir. Amerika’nın kendileri için çizmiş olduğu
senaryonun dışına çıkamazlar. Barzani’nin de, PKK’nın da, PJAK’ın
da dizginleri Amerika’nın elindedir.
Tekrar ediyorum: Tarihte ilk defa olarak Orta Doğu bölgesinde tüm
Kürt örgüt ve faaliyetleri Amerika’nın denetimi ve kontrolü altındadır. Bu
şekilde, Washington, icabında bölge jeopolitiğinin dizaynında
kullanabileceği müthiş bir diplomatik levyeye sahip olmuştur. Washington,
PKK’dan Amerika’nın Orta Doğu stratejisinde bir manipülasyon
aracı olarak yararlanıyor, PKK’ın uzantısı olan PJAK’ı İran’da rejimi çökertmek için kullanıyor, PKK
içindeki Suriyeli elemanları Suriye’ye karşı kullanmayı tasarlıyor. İşte bu
nedenlerle, Amerika, PKK’nın tasfiyesini arzu etmiyor, onu silahlı bir örgüt
olarak elinin altında tutmak istiyor.
Fakat değerli arkadaşlarım, Amerika’nın Türkiye’ye karşı Kürt
kartını oynamasının bir nedeni daha var. Bu da Obama yönetiminin Amerika’nın
baş düşmanı olarak gördüğü İran’a AKP İktidarının destek olduğuna inanmasıdır.
Washington, Ankara’nın İran’a yönelik politikasının ulusal çıkarlarına zarar
verdiği kanısındadır. Türkiye'nin tutumunu İran’a uygulanan siyasi ve ekonomik
baskı ve yaptırımları zayıflattığı ve İran’ın nükleer silah üretmesine yardımcı
olduğu şeklinde değerlendiriyor.
Burada önemli bir nokta daha var değerli arkadaşlarım, bu da
Başkan Obama’nın kamuoyunda popülaritesini
bir hayli yitirmiş olması nedeniyle İran’ı dize getirerek sağlayacağı başarının
2012’de yapılacak başkanlık seçimlerini kazanmasını garanti edeceği yolundaki
görüşün Amerika’daki siyaset kulislerinde genellikle paylaşıldığıdır.
Başta Amerika olmak üzere, tüm Batı dünyası, İran’ın nükleer silah
yapmak hususunda kararlı olduğu ve Orta Doğu’nun bir cehenneme dönüşmemesi için
İran’ın bu ihtirasının muhakkak önlenmesinin zorunlu olduğu hususunda
anlaşmışlardır. İlginç olan, değerli arkadaşlarım, Arap dünyasının da aynı
görüşte olmasıdır. O kadar ki Suudi Arabistan Kralının WikiLeaks
ifşaatı yoluyla öğrendiğimiz ABD yetkililerine yaptığı açıklamalar son derece
çarpıcıdır. Kral, Amerika’dan -tırnak- “yılanın başının kesilmesini” -tırnağı
kapat- istiyor.
M.NURİ YAMAN (Muş) – Tırnağı açık bırak, açık. Tırnak aç, tırnak
kapat…
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek,
Ürdün Kralı ve diğer Arap devletleri aynı şeyi söylüyorlar. Suudi Arabistan
Kralının bu şedit ifadelerinden, İsrail İran’a bir hava saldırısı düzenlediği
takdirde, Suudi Arabistan’ın İsrail’e hava sahasını açabileceği gibi bir sonuç
çıkarmak dahi kabil görülüyor artık.
Değerli arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı İran’a
karşı yapılan bu değerlendirmeleri ve Tahran’ın dünya barışı için bir tehdit
oluşturduğu görüşünü benimsemeyebilir. Ancak, bu konuda Amerika’ya karşı
izlediği politikanın Türkiye’ye çıkardığı ve çıkaracağı ağır faturanın hesabını
gerçekçi bir şekilde yaptığı söylenebilir mi? Bu soruyu bir kere, daha önce bu
kürsüden dile getirmiştim. Evet, bu konuda Hükûmetin
Amerika’ya karşı izlediği politikanın Türkiye’ye çıkardığı ve çıkaracağı ağır
faturanın hesabını gerçekçi bir şekilde -acaba- yaptığı söylenebilir mi?
Şunu iyi biliyoruz, o da Türk Hükûmetinin
İran politikasının Obama yönetiminin tüylerini diken diken
ettiğidir. Bu rahatsızlık nedeniyle şöyle bir görüş ileri sürülüyor
Washington’da: “Türkler Amerika’nın baş düşmanına ve maruz kaldığı tehdide
açıktan destek veriyorlarsa, biz neden onların karşılaştığı PKK tehdidine
duyarlı olalım?” Evet, tepki bu Washington’da değerli arkadaşlarım. Bu tepkinin
fiiliyata da nasıl intikal ettiğini biliyoruz. Washington, PKK örgütünün Kuzey
Irak’taki vurucu gücünün ayakta kalmasını temin ediyor, bu şartları yaratıyor
ve örgüte aynı zamanda Barzani vasıtasıyla moral ve maddi destek verilmesine de
yeşil ışık yakıyor. Tabii, Amerika’nın bu tutumu, bu davranışı, ittifak
ilişkilerimizle ve dostlukla bağdaşmıyor ama her hâlükârda bu durumu
Amerika’yla görüşmemiz gerekiyor, dış politikamızın enine boyuna bir
sorgulanmaya tabi tutulması icap ediyor.
Evet, değerli arkadaşlarım, bu söylediklerim, Türkiye ile
Amerika’nın ilişkilerini ortaklaşa masaya yatırarak etraflı bir değerlendirme
ve karşılıklı ayarlamalara tabi tutmalarının çok acil ve ciddi bir ihtiyaç
olarak ortaya çıktığını gösteriyor. Tabiatıyla bu ortak değerlendirmenin amacı,
Amerika’nın da görüş ve duyarlılıklarının özenle dikkate alınması suretiyle,
ilişkilerin müttefik ilişkilerine ve iş birliğine yaraşır şekilde karşılıklı
çıkar ve yarar dengesine oturtulması olacaktır.
Sayın Davutoğlu’nun, bu yolda
belirttiğim fakat daha özetle belirttiğim görüşler hakkında bir yorum yapması
gerekmez miydi değerli arkadaşlarım? Genellikle çok konuşkan olan ve konuşmayı
seven Sayın Davutoğlu’nun bu değerlendirmelerim
hakkında bir şey söyleyememesini “Sükût ikrardan gelir.” deyimiyle izah
ediyorum.
Sözlerime son verirken açıklanan WikiLeaks
belgeleri arasında bulunan, Almanya’daki Amerikan Büyükelçisi tarafından
Washington’a gönderilen 12 Kasım 2009 tarihli gizli rapora da temas edeceğim.
Bu konuyu daha önce ele almıştım fakat zaman darlığı nedeniyle bu konudaki
görüşlerimi tam anlamıyla izah etmek imkânını bulamadım.
Değerli arkadaşlarım, raporda Avrupa’daki Amerikan kontrolündeki
taktik nükleer silahların görüşme konusu olduğu belirtildikten sonra, Amerikan
Dışişleri Bakanlığı Bakan Yardımcısı Philip Gordon’un Almanya Ulusal Güvenlik Danışmanı Christoph Heusgen’e şu ifadelerde
bulunduğu yer alıyor…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Elekdağ.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Şahıslar adına son söz Hatay Milletvekili Sayın Fevzi Şanverdi’ye aittir.
Buyurun Sayın Şanverdi. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
FEVZİ ŞANVERDİ (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 14’üncü maddesi üzerinde
şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi ve ekranları
başında bizi izleyen aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Yabancı ülkeler ile uluslararası kuruluşlara yapılacak
hizmet karşılıkları sonucu elde edilen tutarları aynı amaçla kullanılmak üzere
bir yandan genel bütçeye gelir, diğer yandan da Millî Savunma Bakanlığı,
Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel
Müdürlüğü bütçelerine açılacak özel tertiplere ödenek kaydetmeye, bu suretle
ödenek kaydedilen tutarların yıl içinde harcanmayan kısımlarını ertesi yıla
devretmeye Maliye Bakanı yetkili kılınmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye AK PARTİ
İktidarıyla dış politikada ezberleri bozmuş, bozmaya devam edecektir. Türkiye
anlamsız küslükleri sona erdirmiş, anlamsız hasreti sona erdirmiş, bu yönde
ilerlemeye devam edecektir. Kim hangi yorumu yaparsa yapsın, kim hangi yaftayı
yapıştırırsa yapıştırsın, açık açık ifade ediyoruz ki
bölgemize barıştan, adaletten, dayanışma ve kardeşlikten öte hiçbir amacımız,
hedefimiz ve gayemiz yoktur.
Herkes haksız olana çıkıp “Bence haksızsın.” dedik ve devam
edeceğiz buna. Haklıyı savunmaya, haklının yanında durmaya cesaretle devam
edeceğiz. Dış politikada çıkarlarımızı gözettiğimiz kadar insanlığı, vicdanı,
hakkı, hukuku gözetmeye devam edeceğiz. Bugüne kadar aziz milletimizi hayal
kırıklığına uğratmadık, bundan sonra da uğratmayacağız. Siyaset arenasında var
olduğumuz süre içerisinde eylemlerimizi, söylemlerimizi, doğru bildiklerimizi
ve hedeflerimizi söylemeye ve gerçekleştirmeye devam edeceğiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizim yakın coğrafyada
gördüğümüz ilgi, heyecan, coşku, aslında bölgemizde ne kadar büyük bir
hasretin, ne kadar büyük bir özlemin var olduğunu gösteriyor. Sokaklara,
caddelere, meydanlara taşan coşku ve heyecan, esasen halklar arasındaki,
ülkeler arasındaki yüzyıllık kopukluğun, yüzyıllık uzaklığın aslında ne kadar
manasız ve isabetsiz olduğunu ortaya koyuyor.
Tarihî geçmişimiz olan komşu ve dost ülkelere yönelik
ilgisizliğin, kopukluğun makul bir gerekçesi olamaz. Türkiye gibi devlet,
bölgesindeki gelişmelere kayıtsız kalamaz; komşularıyla, bölge ülkeleriyle
ilişkilerini ihmal edemez. Bölgesiyle ilgilenmek bir ülke için eksen kaymasına
işaret etmez. Bölgesine bigâne kalmak ekseni yitirmekle izah edilebilir. Büyük
devlet olmak büyük düşünmekle mümkündür.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Balkanlara, Orta Doğu’ya,
Orta Asya’ya bigâne kalanlar Türkiye'nin uluslararası çıkarlarını, millî
menfaatlerini koruyamazlar. Türkiye’yi iddialarından, çıkarlarından, tarihî
rolünden uzaklaştıran bir dış politika anlayışını hâkim kılmak isteyenler
sadece bu ülkeye ve bu millete değil, bölge halklarına da büyük bir haksızlık
yapmış olurlar. Kimse kendi vizyonsuzluğunu, kendi
yetersizliğini bölgesel ve küresel bir güç olma gayretinin önünde engel olarak
koyamaz. Sanal korkularla, ideolojik takıntılarla Türkiye'nin vizyonu daraltılamaz.
Ben bu duygu ve düşüncelerle sözlerime burada son verirken yüce
heyetinizi bir kez daha saygıyla selamlıyor, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı’nın ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesini temenni
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şanverdi.
Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Tankut…
YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Gerçi Sayın Maliye Bakanı burada yok ama herhâlde Hükûmeti temsilen diğer Bakanımızın cevaplayacağını ümit
ediyorum.
Sayın Maliye Bakanı Meclise dağıttığı kitapçıkta ve yaptığı
konuşmada, asgari ücretle 2002’de 1.370 adet yumurta alındığını, Kasım 2010’da
ise 2.699 adet yumurta alındığını ifade etmişlerdir. 2002 yılında asgari ücret
Temmuz-Aralık döneminde 184 liraydı, yumurtanın tanesi de ortalama 7,5 kuruş
idi, yani o zaman 2.453 adet yumurta alınabiliyordu. Şu anda asgari ücret 599
lira, yumurta ise ortalama 30 kuruş, yani bugün 1.996 adet yumurta
alınabiliyor.
Şimdi, bu hesabı Sayın Maliye Bakanı nasıl yapıyor? Hükûmetin bir temsilcisi olarak siz Sayın Bakanımız, eğer
bu matematik hesabını bize açıklayabilirseniz çok memnun olacağım.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Özdemir…
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakana soruyorum: Sekiz yıllık iktidarınız boyunca kamu
alımlarında yolsuzluk ve usulsüzlükler artmıştır. Bu durum insanların kamu
ihaleleri alımında çekingen davranarak ihale sürecine katılmamaları sonucunu
doğurmuştur. Dolayısıyla, şeffaflık ve saydamlık kamu ihalelerinde âdeta bir
ütopya hâline gelmiştir. Bu durumu nasıl izah edeceksiniz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Köse…
ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, ülkemizde tarımsal sulama amaçlı elektrik kullanan
abonelerin sayısı kaçtır? Elektrik dağıtım kurumlarına olan borçları,
faizleriyle beraber ne kadardır? GAP bölgesi illeri toplamında ve Adıyaman’da
bu rakamlar nelerdir?
İkinci sorum: Adıyaman’da Alternatif Ürün Projesi kapsamında 2010
yılında ne kadarlık harcama yapılmıştır? Bu harcama
2011 yılında ne kadar olacaktır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, daha önce sorduğum Dumlupınar Üniversitesi bütçesiyle
ilgili soruma cevabı beklediğimi ifade ederek diğer sorularımı soruyorum.
Ziraat Bankası tarafından verilmeye başlanan sıfır faizli
hayvancılık kredileri için Kütahya ilinde yüzde 150 oranında ipotek
istenmesinin gerekçesi nedir? Kütahya’da bu amaçla şimdiye kadar yapılan kredi
başvurularının sayısı ne kadardır? Kaç kişiye bu krediden yararlanma fırsatı
tanınmıştır?
İkinci sorum: TARGEL Projesi kapsamında 2011 yılında Tarım
Bakanlığına alınacak ziraat mühendisi ve veteriner hekim sayısı nedir? Bunlar
ne zaman alınacaktır? Ayrıca bu kapsamda daha önce işe alınmış olan sözleşmeli
ziraat mühendisleri ve veteriner hekimlerin sorunlarının çözümüne yönelik bir
çalışmanız var mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Yıldız…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, biraz önce kredi kartı borçları, ödenmeyen çek
tutarları ve senet tutarlarıyla ilgili rakamlar vermiştim. Siz de cevap
verirken çevreyi dolanmıştınız, satın alınan buzdolaplarından, araçlardan
bahsetmiştiniz. Ben sizi kabinenin en nezaketli bakanlarından birisi olarak değerlendiriyordum,
sorulara doğru cevap vereceğinizi düşünüyordum.
Şimdi bir sonuç daha vereceğim. 2002’de açılan iş yeri sayısı 55
bin, 2009’da açılan iş yeri sayısı 88 bin. 2002’de kapanan iş yeri sayısı 18
bin, 2009’da kapanan iş yeri sayısı 43 bin. Şimdi, burada şunu demeniz
gerekmiyor mu: “Bu konuda da başarısız olduk.” demeniz gerekmiyor mu? Pozitif
değerleri gördüğünüz zaman 2002’yle karşılaştırıyorsunuz, negatif değerleri
gördüğünüz zaman arkayı dolanıyorsunuz.
Sayın Bakan, o zaman şunu mu söylüyorsunuz Sayın Başbakan gibi: Bu
işin…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Taner…
RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, alt komisyonda bekletilen torba
kanun tasarısı içinde ülkemizde sayısı 2 milyonun üzerinde olan çek
mağdurlarının mağduriyetlerini giderecek bir düzenleme, durumlarını
iyileştirici bir madde var mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Torlak…
D. ALİ TORLAK (İstanbul) – Teşekkür ederim.
Sayın Bakan, dün bir konuşmanızda istihdam artışını ifade etmek
için bir sanayi bölgesinde kullanılan elektriğin yüzde 38 artmış olmasını
değerlendirdiniz. Bu söylemden yola çıkarak, Türk gemi inşa sanayisinde son iki
senede kullanılan elektrik yüzde 60 düşmüş, devletin vergi gelirleri de aynı
oranda düşüş göstermiştir ve yaklaşık 200 bin kişi de işsiz kalmıştır. Böyle
bir görünümde olan sektör için “Kriz teğet geçmiştir.” diyebilir misiniz?
“Hayır” diyorsanız neden bugüne kadar bir tedbir almadınız? İstihdamın tekrar
oluşturulması için başta elektrik olmak üzere üretim maliyetlerinde ve vergi
gelirlerinde indirime gitmeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Tabii, Türk gemi inşa sanayisi hakikaten de küresel krizden
etkilenmiştir, ama Türkiye’de, Türkiye ekonomisinde, yani son altmış yılın en
büyük küresel krizine rağmen kalıcı bir tahribat yaşanmamıştır. O anlamda da
kriz teğet geçmiştir.
Şimdi, hiçbir tedbir alınmadığı hususu da doğru değildir. Ben
kendim Türk gemi inşa sanayisi sektörü temsilcileriyle defalarca bir araya
geldim. Maliye Bakanlığı ile ilgili bütün sorunlarının çözümünde önayak oldum,
bir.
Yine, kredilerden, özellikle Kredi Garanti Fonu çerçevesinde
kredilerden yararlanması için gereken düzenlemeyi yaptık. Hatta yanlış
hatırlamıyorsam bir yasal düzenleme yaptık. Bir yasal düzenleme yaptık ve gemi
inşa sanayisinin sıkıntılarının farkındayım ben. Fakat şunu da takdir etmek
lazım: Krizle birlikte, bir yandan dünya ticaret hacminde çok büyük bir daralma
oldu. Yanlış hatırlamıyorsam, dünya ticaret hacminde son seksen yılın en büyük
daralması 2009 yılında yaşandı.
KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Yüzde 12.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Evet, doğrudur ve
dolayısıyla, yani tabii ki sektör etkilenmiştir, sektörün etkilenmemesi diye
bir şey söz konusu olamaz.
Şimdi, torba kanunda, yasa tasarısında çeklerle ilgili bir
düzenleme yok. Doğrusu, yani bu çek düzenlemede kim mağdur, o konu da
tartışmalı bir konudur. Yani çeki yazıp ondan sonra da bedelini ödememek bir
mağduriyet ise o konu da hakikaten tartışmaya açık bir husustur.
Şimdi, gelelim 2002 yılında açılan, kapanan şirket sayısı, 2009
yılında…
Şimdi, 2009 yılı gerçekten de son altmış yılın en büyük küresel
krizinin yaşandığı bir yıldır. O yılda rakamların bu anlamda 2002’ye göre kötü
olması kadar doğal bir şey yoktur.
Şimdi gelelim, yani eğer bir karşılaştırma yapacaksak, mesela
sekizer yıllık bir karşılaştırma yapalım. Yani şu anda önümde yok ama çıkartıp
getireyim ben size. Yani, 2003 ile 2010 yılı ki 2009 da buna dâhil olmak üzere
kaç şirket açılmış, kaç şirket kapanmış; ondan önceki sekiz yılda kaç şirket
açılmış, kaç şirket kapanmış: Muhtemelen bu dönemde çok çok
daha fazla şirket açılmış, net bazda Türkiye’nin
istihdamı, ihracatı, büyümesi artmıştır.
Şeffaflık konusuna gelince: Teşekkür ediyorum Sayın Özdemir, yani
hakikaten güzel bir soru. Ben size özellikle tavsiye ediyorum, “Transparency International” diye
dünya çapında, yaklaşık yüz seksen ülkenin incelemesini yapan ve o ülkelerdeki
yolsuzluk algısı üzerine çok ciddi bir çalışma üreten bir think
tank, uluslararası. Bu konuda da en iyisi budur hakikaten de ve gidin bakın, şu
son sekiz yıl içerisinde Türkiye nereden nereye geldi. Şimdi rakamları belki
tam hatırlamayabilirim çünkü bundan bir süre önce bakmıştım. Yanlış
hatırlamıyorsam, Türkiye 2002 yılında 102 ülke arasında 65’inci sıradaydı.
Yanlış hatırlamıyorsam. Yani, yolsuzluk veya rüşvet algısı yüksek ülkeler
arasındaydı. Şimdi, o dönemde bizden önce, Etiyopya bizden daha iyi, San
Salvador bizden daha iyi, yani bir sürü böyle, inanılır gibi değil yani bazı
ülkeler.
Gelelim 2010 yılına. Yanlış hatırlamıyorsam, 178 ülke arasında
57’nci sıradayız. 178, yani örnek sayısı artmış. Bakın, 102 ülke arasında
65’inci sıradayken, 178 ülke arasında, biz 57’nci sıraya düşüyoruz ve rüşvet
algısı, yolsuzluk algısı ciddi bir şekilde düşüyor. Hangi ülkeleri geride
bıraktık? Bakın, Brezilya, Avrupa Birliği üyesi ülkelerinden Romanya,
Bulgaristan, İtalya…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Onları sayma Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Öyle demeyin değerli
arkadaşlar, daha önce Afrika’nın en kötü ülkeleri bizden daha iyi bir
noktadayken bugün biz Avrupa Birliği ülkelerini, Meksika’yı, yine Brezilya’yı,
Çin’i, Hindistan’ı geride bırakmışız. Gerçekten tavsiye ederim yani samimi bir
şekilde ilgileniyorsanız o raporu alın, bakın, tavsiye ederim.
Şimdi, Kütahya’da sıfır faizli bizim vatandaşımıza sağladığımız
kredilerde yüzde 150 teminat arandığı hususu konusunda bilgim yok. Takdir
edersiniz ki sorduğunuz soruların çoğu Tarım Bakanlığıyla doğrudan ilişkilidir.
Hele özellikle rakamsal boyutunu benim hemen size vermemin imkânı yok ama
arkadaşlar çalışsınlar, yazılı olarak size cevap versinler.
Yine bu torba tasarıda tarımsal sulama amacıyla elektrik
kullananlara ilişkin bildiğim kadarıyla bir düzenleme var ama abone sayısını,
Adıyaman’daki abone sayısını şu anda size veremem. Yine arkadaşlar çalışsınlar,
o rakamları çıkarsınlar, size yazılı olarak iletelim.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Süreniz doldu, teşekkür ederim.
14’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum…
KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Sayın Başkan, kısa bir açıklama için söz
istemiştim.
BAŞKAN – Bitirdikten sonra vereceğim size 60’ncı maddeye göre.
KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Oylamaya geçmeden önce 60’ıncı maddeye
göre söz istiyorum efendim.
BAŞKAN – Ama sundum.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Oylamaya geçildi, oylamadan sonra gene 60’a
göre verecek Başkan.
KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Hayır, acaba İç Tüzük’e aykırı mı şimdi
almam?
BAŞKAN – Hayır, İç Tüzük’e aykırı değil, ben sadece…
KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Ben bu aşamada söz almak istiyorum.
BAŞKAN – Ama sundum Sayın Atılgan, sundum. Devam edeceğim zaten,
ara falan vermiyorum, hemen size söz vereceğim. Yani ağzımdan çıkmış bulundu,
kusura bakmayın.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Buyurun Sayın Atılgan.
VI.- AÇIKLAMALAR
1.- Adana Milletvekili Kürşat
Atılgan’ın, son günlerde Türk Silahlı Kuvvetlerine ve güvenlik güçlerine
küfredilip, iftiralarla saldırıldığına, bunlara, bakanların cevap vermelerinin
zorunluluğuna ilişkin açıklaması
KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bir kez daha gündeme getirmek istediğim bir konu var huzurlarınızda. Bu
Meclisin milletvekilleri olarak, ettiğimiz yeminle de ilgili olarak bu bütçe
görüşmeleri münasebetiyle her fırsatta milletin bağrından çıkan Türk Silahlı
Kuvvetlerine ve güvenlik güçlerine küfretmeyi, ona gerçeğe aykırı birtakım
iftiralarla saldırmayı adet hâline getirmiş olan milletvekilleri var.
Dolayısıyla bunun neden bu şekilde olduğunu dikkatinize getirmek istiyorum.
Milletin bölünme noktasındaki birtakım senaryoların tartışıldığı son günlerde
bunun önündeki en büyük engel olan silahlı kuvvetleri yıpratmaya dönük bu tür
iftiralara karşı gerekli kişiler, gerekli cevabı vermelidir. Bu kürsüden
yapılan konuşmalara Sayın Bakan cevap vermek zorundadır. Dolayısıyla yapılan
konuşmalar zımnen doğru kabul edilmektedir. Orada söylenen bütün iftiralara
cevap vermek zorundadır. Dolayısıyla silahlı kuvvetleri ve güvenlik güçlerini
kahreden, görevlerini yapanların söyledikleri değildir, kendilerini savunmak
zorunda olanların kendileriyle ilgili bu iftiralara cevap vermek zorunda
olanların sessizliğidir. Sessizliğini sürdürenleri göreve davet ediyorum.
Hepinize teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – 15’inci maddeyi…
KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Siz farkına varmadınız Sayın Bakanım
neler söylendiğinin buradan. Şaşırırsınız! Siz değil, Savunma Bakanı bile
farkına varmadı orada söylenenlerin.
BENGİ YILDIZ (Batman) – Sen cevap ver o zaman.
KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Sana söylediğim bir şey yok, sen görevini
yapıyorsun!
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı:
575) (Devam)
2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi
ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)
BAŞKAN – 15’inci maddeyi okutuyorum:
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Yatırım Harcamaları, Resmi Taşıtlar, Mahalli İdareler ve Fonlara
İlişkin Hükümler
Yatırım harcamaları
MADDE 15 – (1) 2011 Yılı Yatırım Programına ek yatırım
cetvellerinde yer alan projeler dışında herhangi bir projeye harcama yapılamaz.
Bu cetvellerde yer alan projeler ile ödeneği toplu olarak verilmiş projeler
kapsamındaki yıllara sari işlere (kurulu gücü 500 MW üzerinde olan baraj ve HES
projeleri, Gebze-Haydarpaşa, Sirkeci-Halkalı Banliyö Hattının İyileştirilmesi
ve Demiryolu Boğaz Tüp Geçişi İnşaatı Projesi, Ulaştırma Bakanlığınca
gerçekleştirilecek şehiriçi raylı ulaşım sistemleri
ve metro yapım projeleri ile diğer demiryolu yapım
projeleri hariç) 2011 yılında başlanabilmesi için proje veya işin 2011 yılı
yatırım ödeneği, proje maliyetinin yüzde 10'undan az olamaz. Bu oranın altında
kalan proje ve işler için gerektiğinde projeler 2011 Yılı Programının
Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar esaslarına uyulmak ve
öncelikle kurumların yatırım ödenekleri içinde kalmak suretiyle revize edilebilir.
(2) Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin (03) ekonomik kodlarını içeren tertiplerinde
yer alan savunma sektörü, altyapı, inşa, iskan ve
tesisleriyle NATO altyapı yatırımlarının gerektirdiği inşa ve tesisler ve
bunlara ilişkin kamulaştırmalar ile stratejik hedef planı içinde yer alan alım
ve hizmetler, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığının vizesine bağlı olmayıp
2011 Yılı Yatırım Programına ek yatırım cetvellerinde yer almaz.
(3) Merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin, yatırım
programında ödenekleri toplu olarak verilmiş yıllık projelerinden
makine-teçhizat, büyük onarım, idame-yenileme, tamamlama ile bilgisayar
yazılımı ve donanımı projelerinin detay programları ile alt harcama kalemleri
itibarıyla tadat edilen ve edilmeyen toplulaştırılmış projelerinin alt harcama
kalemleriyle ilgili işlemlerde 2011 Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu
ve İzlenmesine Dair Karar esasları uygulanır.
(4) 2011 Yılı Yatırım Programına ek yatırım cetvellerinde yıl
içinde yapılması zorunlu değişiklikler için 2011 Yılı Programının Uygulanması,
Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Kararda yer alan usullere uyulur.
BAŞKAN – Madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Muş
Milletvekili Sayın Nuri Yaman.
Süreniz on dakika.
BDP GRUBU ADINA M. NURİ YAMAN (Muş) –Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı’nın yatırım harcamaları ve fonlarla ilgili bölümle ilgili
Barış ve Demokrasi Partisi adına söz aldım. Hepinizi en içten duygularımla
selamlarım.
Evet, gerçekten, bu yatırım harcamaları ve fonlarla mahallî
idarelere yapılan yardımlar ve taşıt yasası kapsamındaki ödeneklerin
kullanılması ülkemizin önemli ve üzerinde bu derecede de önemle durulması
gereken bir sorun.
Bu konularla ilgili ben, hepinizin hafızalarını yenilemek
bakımından, geçmiş dönemlerde, bilhassa seçim dönemlerinin yakın olduğu
sürelerde, bu fonların, bu yatırımların ve bu harcamaların iktidar partisi
tarafından nasıl istismar edildiğini örnekleriyle sunmak istiyorum.
Hepinizin bildiği gibi, 2009 yılı mahallî idare
seçimlerinden önce, bilhassa sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına
gönderilen Başbakanlık fonlarının ve yine Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Vakfının sosyal riski azaltma ve şartlı nakit yardımlarının, bunun yanında
diğer yatırım harcamalarının, bilhassa seçim dönemlerinde nasıl bir istismara
yol açtığını, bunların da vatandaşa bir ipotek gibi gösterilerek oya çevrilmek
istenildiğini hepimiz kendi bölgelerimizde yaşadık.
Biliyorsunuz, sosyal yardım kavramı, genelde eski deyimle, fakruzaruret içinde bulunan, Türkçe anlatımı
sadeleştirilmiş hâliyle, yoksulluk içinde olup en temel ihtiyaçlarını bile
karşılayamayacak durumda olan vatandaşı kapsamaktadır. İşte, bu kriterlere uygun olarak yapılması gereken bu yardımların,
çok üzülerek belirtmek istiyorum ki benim de uzun süre birlikte görev yaptığım
değerli mülki idare amiri arkadaşlarımın başında bulunduğu dokuz yüz yetmiş üç
adet il ve ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları mütevelli
heyetlerinde bire bir nasıl istismar edildiklerini gören ve yaşayan bir
kişiyim. Bu konuları da bu değerli meslektaşlarımla
konuştuğum, görüştüğüm zaman, tabii işin iç yüzünü bilen bir kişi olarak bana
bir noktada itiraf ederek “Sevgili, Sayın Milletvekilim, ne yazık ki bu son
süreçte mülki idare amirliği artık sadaka dağıtan ve devletin sanki sokağa
çıktığı zaman o şefkatli eli, o kucaklayıcı ve sorunlarını çözümleyici elinden
çıkıp sadece onlara ne zaman kömür verileceği, onlara ne zaman bir torba
şekerin veya bir makarnanın, pirincin dağıtılacağı bir sürece girmişler. Biz
de bundan rahatsızız. Bir vali olarak ben köylere gittiğim zaman, bu sadaka
kültüründen gerçekten çok ıztırap duyuyorum.” diye
itirafta bulunmuştur sevgili meslektaşlarım.
Bakın, bu konuyla ilgili olarak sadece kendi ilimden sizin
hafızalarınızda yer etmesi için bir örnek vereceğim: Muş’un şu andaki nüfusu
404 bin. Üzülerek beyan ediyorum ki bu güncelleştirilmiş verilere göre bu 404
bin nüfusun yüzde 44,77’si bu vakıflardan ve Muş ili çevresindeki yeşil karttan
yararlanmak zorunda bırakılmıştır. Bölgenin diğer insanları da bu Muş ilinin bu
özelliğinden uzak değildir.
Bakın, bugün 17 Şubat 2010 tarihine göre Türkiye’de aktif yeşil
kart sayısını da gözlerinizin önüne serdiğimde vatandaşın nasıl bir sadaka
kültürüyle devletin o şefkatli elinden ziyade ona yalvarır bir konuma geldiğini
göstermeye bir örnektir.
Doğu Anadolu nüfusunun yüzde 25,38’i yeşil karta muhtaç duruma
getirilmiştir. Güneydoğu Anadolu’da bu oran yüzde 24,87’dir. Akdeniz’de bu oran
düşüyor yüzde 14,53’e, İç Anadolu’da yüzde 10,17’ye, Karadeniz’de daha da
iniyor, 9,76’ya, Marmara’da 8,57’ye. Ege’de ise 6,72 düzeyinde yeşil kart
sahibi olan yurttaşlarımız vardır. Türkiye ortalaması yüzde 12 civarında. Şimdi
sormak istiyorum size: Siz, bu politikalarla, bu yatırım harcamalarıyla, bu
sosyal fonlarla bu halkı sadaka kültüründen ne zaman kurtaracaksınız?
Yine, Avrupa Birliği uyum yasaları gereğince bu halka,
biliyorsunuz, başka bir yardım daha yapılmaktadır. O da sosyal riski azaltma ve
şartlı nakit yardımı. Sosyal riski azaltma projeleri kapsamında da deyim
yerindeyse, bu projeleri Başbakanlığa bağlı olan Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Genel Müdürlüğünden geçirmek için ben kendim, ilimle ilgili yıllık,
belki her yıl otuz kırkın üzerindeki projede, bu projelerin desteklenmesi
konusunda bire bir temaslarıma rağmen bir sonuç alamadım. Bu proje gerçekten
ülke halkını, ülke insanını üretken bir duruma getirecek olan, küçük bir
katkıyla, küçük bir yardımla, kendi işini kurmaya yönelik vatandaşı devlete
muhtaç hâlden çıkaracak olan bir yöntemdir.
Yine, UNESCO yardımıyla, Avrupa Birliği destekleme fonları
yardımıyla bilhassa okuyan çocuklara ve doğum yapan anne ile çocuğun bakımına
verilen bu yardımlar da gittikçe bir sadaka kültürüne çevrilmiştir.
Neden böyle yapılıyor? Çünkü Hükûmet bu
bölgede o vatandaşları kendisine, midesinden bağlamak suretiyle muhtaç duruma
getirmiş durumdadır. Biz, o Kürt coğrafyasında yaşayan o halkın birer
temsilcileri olarak bu halkımızın buna layık olmadığını, bu halkın bu şekilde
düşürülmemesi gerektiğini buradan bütün Türkiye kamuoyuna duyurmak istiyoruz.
Yine, bu vatandaşlara çocukların eğitimiyle ilgili olarak yapılan
yardımlarda da maalesef mülki idare amirlerimiz bu konuda da atama
yöntemlerindeki o olumsuzluklardan kaynaklanan… Yani daha önce bir ile vali
olarak atanan bir kişinin liyakatine, kıdemine ve başarısına bakılırken, ne
yazık ki son dönemlerde meslektaşlarımı da üzen bir yöntemle, sadece sadakatle
partiye bağlı olan ve partinin düşünceleri doğrultusunda hareket eden
meslektaşlarımızın atanması da bu olayı daha da vahim bir hâle getirmiştir.
Benim o değerli meslektaşlarımdan ricam şudur: Bulunduğunuz yerde
bir iktidar partisinin valisi değilsiniz, siz orada devletin valisisiniz.
Hakkın, hukukun, kanunların ve evrensel hukukun gerektirdiği kararları vermekle
yükümlü olan kişilersiniz ama ne yazık ki son dönemlerde, benim de yakından
takip ettiğim, bu mülki idare amirlerin atanmalarındaki kayırmacı, yanlı ve
tamamıyla “Benden mi, değil mi?” ilkesi içinde, kıdemleri yetmediği hâlde…
Liyakatleri konusunda bir şey söyleyemeyeceğim, belki değerli kaymakamlardır,
belki değerli meslektaşlarımdır ama biraz daha pişmeleri, biraz daha deneyim
kazanmaları bakımından en azından kıdemlerine uygun olarak atama yapılmaları
gerektiğini duyuruyor, bildiriyor yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yaman.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili Sayın
Emin Haluk Ayhan. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika, buyurun.
MHP GRUBU ADINA EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 15’inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket
Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere söz aldım. Bu vesileyle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bütçenin maddeleri üzerinde görüşüyoruz. Görüştüğümüz maddenin
başlığı “Yatırım harcamaları.” Bu maddedeki istisnalara bu sene Ulaştırma
Bakanlığınca gerçekleştirilecek şehir içi raylı ulaşım sistemleri ve metro yapım projeleri ile diğer demir yolu yapım
projelerinin dâhil edildiğini görüyoruz. Bu projeler nelerdir? Ulaştırma
Bakanlığı hangi belediyelerin metro yapımlarını
üstleniyor? Bunları açıklayıp burada izah etmesi lazım. Bunun
olmadığı görülüyor.
Şimdi, Maliye Bakanının sunuş konuşmasında 2011 yılı merkezî
yönetim bütçesinin ülkenin yatırım ihtiyacını giderici olduğu ifade ediliyor.
Bunu özellikle, hassaten belirttikten sonra daha sonra gelmek üzere konuşmama
devam ediyorum.
Bilindiği üzere 2010 yılı sermaye giderleri bütçe ödeneği 18,9
milyar liraydı. Sayın Maliye Bakanının basın toplantısından -konuşma metninde-
2010 yılı yıl sonu harcamasının 28,7 milyar Türk
lirası olacağı anlaşılıyor, aradaki fark 9,8 milyar lira. Fark nereden
kaynaklanıyor? Bu kadar kaynağı nereden buldunuz? Yanılgı ise bu yanılgı
nereden kaynaklandı?
Aynı şekilde, Sayın Maliye Bakanının basın toplantısı konuşma
metninde 2011 yılı sermaye giderleri 21,7 milyar lira olarak belirlenmiş. Bu
miktar 2010 yılı sonu harcama tahminine göre çok düşük değil midir? Bunun
nedeni nedir yıl sonu harcama tahminine göre? Sayın
Maliye Bakanının basın
toplantısı konuşma metninde bölgesel gelişmişlik farklarını azaltmak için GAP,
DAP ve Konya Ovası Projesi başta olmak üzere ekonomik ve sosyal altyapı
projelerine devam edileceğini ifade etmiştir. Yatırım ödeneklerinden 2010
yılında bu işler için harcanması düşünülen miktar ne kadardır? 2010 yılında bu
amaçlara ne kadar kaynak ayrılmıştır? Bu işlerin ne kadarı işsizlik sigortası
nema gelirlerinden finanse edilmektedir? Bunların kamuoyunda net bir şekilde
anlaşılması gerekmektedir.
2011 yılı sermaye giderleri 21,7 milyar lira olarak öngörülüyor.
Kuruluşlara 2011 yılı için ne kadar kamulaştırma ödeneği planlandı? Yatırımcı
kuruluşların kamulaştırma ödenekleri sizce yeterli mi? Özellikle yol ve baraj
yapmak amacıyla arazisi kamulaştırılan vatandaşlarımız bu sorunun cevabını açık
bir şekilde, net bir şekilde bekliyor. Bu ödenekler yetecek mi? Ayrıca bu
idarelerin mahkemece kesinleşmiş, bekleyen kamulaştırma borçları ne kadardır,
bunun için gerekli ödenek bu bütçede var mıdır?
2010 yılında sabit fiyatlar ile yüzde 29,6 artacağı tahmin
edilen toplam yatırımların 2011 yılı programındaki artış hedefi -toplam
yatırımların üzerinde önemle durmak istiyorum- 8,7. 2010 yılında reel olarak
yüzde 4,8 artması programlanmışken yüzde 18,7 artacağı tahmin edilen kamu
yatırımlarının 2011 yılında yüzde 7,3 azalması hedeflenmektedir.
Konuşmamın başında özellikle ifade ettiğim, Sayın Bakanın “ülkenin
yatırım ihtiyacının giderilmesi” dediği 2011 yılı bütçesinde, demek ki ülkenin
yatırım ihtiyacının 2010 yılına göre azaldığı ortaya çıkmaktadır. Bunun
doğruluğunu veya yanlışlığını gelir burada izah edersiniz ama burada
söylenilenlerle burada yazılan, programda ifade edilen birbirinin üstüne
oturmuyor, çakışmıyor.
Şimdi, 2010 yılında kamu sabit sermaye yatırımlarının yüzde 28,5
artacağı tahmin edilirken 2011 yılında yüzde 8,7 azalmasının programlandığı
görülüyor. Yani toplam yatırımlardan öte, kamu sabit sermaye yatırımlarının da
yüzde 8,7 azalması 2011 yılı için ne yapıyor, programlanıyor. Hükûmet kamu yatırımlarını azaltmayı düşünüyor. Azaltmayı
düşünmekten öte, yüce Parlamentoya böyle bir şeyi öneriyor. Özel sektör
yatırımlarının 2010 yılı gerçekleşme tahminindeki artışın reel olarak 2009
yılındaki kaybı telafi edemediği bir gerçek olarak ortaya çıkıyor. Yani 2010
yılında artışa rağmen 2009 yılındaki kaybı reel olarak telafi edemiyor.
Toplam sabit sermaye yatırımları içinde kamu sabit sermaye
yatırımlarının payı azalırken 2010 yılından 2011 yılına yaklaşık yüzde olarak
3,5 puanlık bir azalışın hedeflendiği ortaya çıkıyor. 2010 yılı mahallî
idarelerin sabit sermaye yatırımlarının toplam kamu sabit sermaye yatırımları
içindeki payı yüzde 26 iken, 2011 yılında bu payın yüzde 34,8’e yükselmesi
programlanıyor. Sabit fiyatlarla sabit sermaye yatırımlarının 2011 yılında bir
önceki yıla göre merkezî yönetim bütçesinde yüzde 26,6, İller Bankasında yüzde
32,8, özelleştirme kapsamındaki kuruluşlarda yüzde 43,9 azalması hedefleniyor.
Mahallî idareler sabit sermaye yatırımları hariç tutulduğunda, ulaştırma
sektörü sabit sermaye yatırımlarının kamu sabit sermaye yatırımları içindeki
payı 2010 yılında yüzde 44 iken bu payın 2011 yılında yüzde 28,2’ye düşmesi
öngörülüyor. Bunun anlamı ulaştırma sektörü yatırımlarının yüzde 46,1
azalmasıdır. Bunun da anlamı ya Hükûmetin takati kalmamıştır
ya da bu işe devam etmekten vazgeçmiştir. Takati kalmaması da kaynakla
ilgilidir. 2011 yılında mahallî idareler hariç toplam kamu sabit sermaye
yatırımlarının yüzde 20, kamu sabit sermaye yatırımlarının 9,5 azalması
hedeflenirken mahallî idarelerin yatırımlarında yüzde 19,4 artış öngörülüyor.
Bu nedir? Seçim bütçesinin delaletidir.
Bütün bunlar, yatırımlar konusunda AKP’nin öngörülerinin
son derece isabetsiz olduğunu, 2010 yılında, seçim öncesi, yatırım artışını
yüksek tutma telaşında olduğunu, 2011 yılında kamu yatırımlarının reel olarak
azaltılacağını, 2010 yılında özel sektör yatırım artışının 2009 yılındaki kaybı
karşılayamayacağını, kamu sabit sermaye yatırımları içinde mahallî idarelerin
payının 2011 yılında yaklaşık yüzde olarak 9 puan artırıldığını, mahallî
idareler hariç kamu sabit sermaye yatırımlarının aynı yılda yaklaşık yüzde 9,5
azalması hedeflenirken mahallî idare yatırımlarının yüzde 20 artışının seçime
yönelik bir politika olduğunu, ulaştırma sektörüne verilen önemin kaybolduğunun
verilen ödenekten belli olduğunu göstermektedir.
Ayrıca bu politikaların yeni istihdam yaratmaktan uzak olduğu ve
işsizliğe çare olamayacağını da açık bir şekilde göstermektedir.
Sizde bir aşk vardı. Bunu kaybettirmek için Merkez Bankası
birtakım tedbirler getiriyor. Buna bile doğru dürüst karşı çıkamadınız,
desteklediniz. Kamu maliyesi tedbirleri almaktan kaçınıyorsunuz. Sizdeki bu
aşkın adı “sıcak para aşkı” idi. Sıcak para aşkının ne kadar devam edeceği
hususunda Sayın Bakan burada bizi aydınlatırsa seviniriz.
Bütçenin hayırlı olması dileğiyle yüce heyetinize saygılar
sunuyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Ardahan Milletvekili Sayın Ensar Öğüt.
Sayın Öğüt’ün şahıslar adına bir söz talebi de mevcut olduğu için
kendisine on beş dakika süre veriyorum.
Buyurun Sayın Öğüt. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on beş dakika.
CHP GRUBU ADINA ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) – Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bütçenin yatırım harcamalarının
15’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
1923’ten bu yana yapılan ekonomi uygulamaları ne yazık ki doğu ve
güneydoğuyu hep üvey evlat olarak görmüş, hiçbir şekilde yatırım harcamalarını
doğu ve güneydoğuya götürmemiştir. Biraz sonra açıklayacağım ve eşitsiz yatırım
harcamaları bölgeler arasında dengesizlik oluşturmuş, hızlı bir göç, hızlı bir
yoksulluk insanları gecekonduda yaşamaya mahkûm etmiş, çarpık şehirleşme olmuş.
Şu anda da Türkiye bu işin içinden çıkamıyor.
Değerli arkadaşlar, örnek vereceğim: 2006 yılında teşvikli
yatırımlardan Marmara Bölgesi tek başına yüzde 39 alırken doğu ve güneydoğu,
iki bölge, yüzde 9 almış. Bakın, doğu ve güneydoğu yüzde 9, Marmara yüzde 39...
Aradaki farkı görün bakalım.
Savunma ve güvenlik harcamasıyla ilgili 2006’da Diyarbakır’a yüzde
30, Tunceli’ye yüzde 64 harcama yapılmış, savunma ve güvenlik harcaması. Yani
oraya silah, bomba, top, tüfek gönderilmiş, öteki tarafa da fabrika yapılmış.
Doğu, güneydoğu kalkınacak. Nasıl kalkınacak? Akıl var mantık var. Burada ben
rakamlarla konuşuyorum.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Fabrikayı kim yapmış?
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Genel idare harcamalarında, 2007’de kişi
başına Kocaeli’de 1.080 TL, doğu ve güneydoğuda 250
TL, Diyarbakır’da 312 TL. Şimdi, doğu ve güneydoğunun kalkınması mümkün mü
arkadaşlar?
Yeşil kart… 2008 yılında batı illerinde yaşayan, yeşil kartla
geçinen oran yüzde 8,5 batıda, doğu ve güneydoğuda yüzde 46, bazı illerde yüzde
56 arkadaşlar. Şimdi, nüfusun yüzde 50’ye varanı ve 50’nin üzerinde yeşil karta
geçmiş, yeşil kartla geçiniyor, yoksul insanlar. Bu insanlar ne yapacak? Ya
dağa çıkacak ya şehre gidecek hırsızlık yapacak. Başka yolu var mı? İşte
devlet, sosyal devlet yok burada.
2009-2010 yılı kamu yatırımlarında, illere göre dağılımda,
Ardahan’a 2009 yılında 20.768 lira harcama yapılmış, 2010 yılında 29.345 TL
harcama yapılmış. 81 il içerisinde Ardahan sondan 2’nci, 80’inci. Birileri de
çıkıp bu kürsüden veya gidiyor Ardahan’a nara atıyor, Ardahan’a biz harcamalar
yaptık, her yerden daha çok harcama yaptık, Ardahan kalkındı, Ardahan şöyle
oldu böyle oldu. Resmî rakamları konuşuyorum, Devlet Planlama Teşkilatının
vermiş olduğu rakamları konuşuyorum arkadaşlar. 29.345 lirayla 2010 yılında
Ardahan, Türkiye’de sondan 2’nci. Ondan sonra Ardahan’da siyaset yapanlar
konuşuyorlar.
Yeşil kart Ardahan’da, arkadaşlar, baz
alarak kendi ilimi söylüyorum, 108 bin nüfusumuz var, 34.999 kişi yeşil kartla
geçiniyor. Yani nüfusun yarısı yeşil kartlı. Düşünebiliyor
musunuz?
Ardahan’da bizim bir küçük sanayimiz var değerli arkadaşlar. Bu
küçük sanayide 132 tane dükkân var, bunun yarısı, 50’si kapalı, 40’ı yarım
çalışıyor, 42’si faal ama bu küçük sanayide yol yok, altyapı yok, yağmur
yağdığı zaman -herkes biliyor, beni Ardahanlılar dinliyor şu anda- drenajlar
olmadığı için göl gibi oluyor, sudan geçemiyorsunuz. Şimdi, tuvaletleri yok.
Arkadaşlar, bakın, küçük sanayinin tuvaleti yok. Evet, buradan söylüyorum ben
bunu. Ardahan küçük sanayinin tuvaleti yok, mikrop yuvası gibi, orada çalışan
çocuklar hastalanıyor. Sayın Sanayi Bakanımız sağ olsun,
temel atmaya gitti, teşekkür ederim Ardahan’a organize sanayi bölgesi için ama
ben isterdim ki oranın milletvekilleri ve il başkanı, Ardahan’a küçük sanayiye
de bir götürüp gösterselerdi, tuvaletleri var mı, yok mu; suyu var mı, yok mu.
Değerli arkadaşlar, yani böyle bir ilkel durum olabilir mi, böyle
bir konum olabilir mi? Hani nerede yatırım harcamaları? Göle’de yirmi yıldan
beri küçük sanayi projesi var, yapılmıyor. Göle bizim en büyük ilçemiz, Ardahan
kadar büyük ilçemiz ama Göle’de küçük sanayi yapılmıyor, bir türlü projeler
yapılmıyor. Bunun bir an evvel yapılması lazım.
Değerli arkadaşlar, “Yatırım harcamaları, yatırım yaptık, doğu
kalkındı” deniyor ya şimdi ben bir örnek vereceğim. Bizim Ardahan’dan iki tane
doğal gaz boru hattı geçiyor, Ardahan’ın merkezi, köylerinin tamamı tezek
yakıyor, merkezinin de yüzde 60’ı tezek yakıyor. Gideceksiniz orada –biz kalak
diyoruz- kalakları göreceksiniz. Yani böyle, 21’inci yüzyılda Avrupa Birliğine
giren bir Türkiye’nin il merkezinde tezek yanıyor, yanından da doğal gaz
geçiyor, doğal gaz verilmiyorsa, bu, siyasetçilerin ayıbıdır. Bunu kabul
etmemiz mümkün değil ve en kısa zamanda biz... Madem sınırlarımızdan doğal gaz
geçiyor, sıkıntıyı biz çekiyoruz -Allah göstermesin orada bir patlasa doğal gaz
köyler havaya uçar- ama biz faydalanamıyoruz. Oradan doğal gaz geçiyor, beyler
ısınıyor, köylüler perişan durumda. Böyle bir anlayış olabilir mi arkadaşlar,
böyle bir sosyal devlet olabilir mi? Vereceksin kardeşim, yüzde 50 indirim yapacaksın,
doğal gazı doğu ve güneydoğudaki illere vereceksin, kalkınmamış illere
vereceksin. Sekiz ay karların altında kalan, sıkıntı çeken bir bölgede, eğer
orada hâlen daha bayrağımızın altında vatandaşlık görevini insanlar yapıyorsa,
aslında bu insanlara bir de maaş bağlamak gerekiyor. Evet, maaş bağlamak
gerekiyor o insanların orada durabilmesi için.
Değerli arkadaşlar, zamanımız yok ama şunu söyleyeyim: Ardahan’da
iki tane baraj Kura Nehri’nin üzerine yapılacak, ihalesi yapılıyor ama barajı
susuz bırakmak için Göle’den çıkan yere Beşikkaya
Barajı yapılarak Kura Nehri’ni Karadeniz’e akıtmaya çalışıyorlar. Kura
Nehri’nin Karadeniz’e akıtılması demek, Ardahan üzerindeki barajların
yapılmaması demek, Ardahan’ın yüzde 84’ü tarım ve hayvancılık olan bölgelerinin
sulanmaması demek, Ardahan’ın bitmesi demektir. Lütfen, sizden rica ediyorum,
tutanakları alsın DSİ okusun, Kura Nehri’nin güzergâhını bozmayın, Ardahan’ın
suyunu Karadeniz’e akıtmayın. Eğer öyle bir şey olursa Ardahan’dan buraya
insanlar yürüyecek, onu söyleyeyim.
Ardahan-Ardanuç yolu: “Yatırım yaptık, harcama yaptık.” diyorlar
da, arkadaşlar -Sayın Bakanım, şunu not alın Allah aşkına- Ardahan-Ardanuç yolu
on yedi yıldır yapılmamış. Ya, yazık, günah! Yani bizim Doğu Anadolu ile
Karadeniz’i birbirine bağlamamız lazım. Doğu Anadolu’nun Karadeniz’le entegre olup kalkınabilmesi için bu yolun mutlak surette
yapılması lazım. Hatta Sayın Başbakanımız Ardahan’a geldiği zaman “Bu yolun
çift yol olmasını istiyorum.” dedi arkadaşlar. Talimatlar verdi Sayın Başbakan
ama yerine lütfen getirin, sizden istirham ediyorum.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Programda var o yolun yapımı.
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Sınır kapımız var iki tane. Bu sınır
kapılarımızda arkadaşlar, inanın, samimi söylüyorum, Posof’taki sınır
kapısından bir gümrük işlemi yapacaksınız değil mi, mal ithalat ve ihracat
yaptınız, diyor ki: “Tır burada duracak, evrakı götür Erzurum’a, tasdik ettir
getir, ondan sonra tırın çıkışını yap.” Böyle bir
anlayış olabilir mi arkadaşlar ya?
Posof Ilgar Dağı var. Ilgar Dağı’na her siyasetçi geldiği zaman
“Ben Ilgar Dağı’na tünel yapacağım.” dedi. Ben görmedim kardeşim, ne tünel
yaptılar ne geçit yaptılar, hâlen daha şu anda Ilgar Dağı kapalı.
Çıldır Aktaş Kapısı var, Aktaş Kapısı Gürcistan tarafı yapıldı, bitti, bizim tarafta
binalar daha çürüyor. Sayın Bakanla geçen gün görüştüm “Yap-işlet-devret’le yapıp vereceğiz…” Rica ediyorum, bu hızlansın.
Bir de hayvancılıkla ilgili, gıda ile ilgili geçiş de Çıldır Aktaş Kapısı’na verilsin. Tarım Bakanı yazı yazmış “Sarp’ta
olduğu için Çıldır’a ihtiyaç yoktur.” diyor. Bu da bir siyasetçi için hakikaten
züldür. Ben rica ediyorum, bu düzeltilsin ve Çıldır Aktaş
Kapısı bir an evvel açılsın.
Değerli arkadaşlar, Ardahan İl Genel Meclisi Başkanı ve üyeleri
bir karar aldılar 2009’da ve bu kararı Maliye Bakanlığına ilettiler. Teşekkür
ederim, dün de Sayın Bakanla görüştük. Bizim köylerimizin ve yaylalarımızın
yolunu yapacak dozerimiz yok. İki tane dozer var, ikisi de arızalı. Kepçemiz
yok, kamyonumuz doğru dürüst yok, orada mıcır üretecek bir konkasörümüz yok.
Yani araç parkının alınması için Ardahan İl Genel Meclisi Başkanı ve üyeleri
sağ olsunlar bir karar almışlar, 2009’da göndermişler. Şimdi Sayın Bakanım sağ
olsun “Ben bununla ilgileniyorum, 2011 bütçesine koyarak oraya bir yardım
yapacağım ve bunu, bu araç parkını yapacağım.” dedi. Ben teşekkür ediyorum
Sayın Bakana ve -inşallah, umuyorum- mart ayını da geçmeyecek şekilde bu araç
parkının gönderilmesi lazım. Çünkü, Sayın Bakanım,
yazın yaylaya çıkıyor bizim insanlarımız, yayla yolları dozerle yapılıyor,
başka türlü yapılmıyor.
SUAT KILIÇ (Samsun) – İller Bankasından kredi kullanabilirler,
düşük faizli!
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Ardahan Devlet
Hastanesinde çok kuyruk var. Sayın Bakanım burada…
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Yeni hastaneden bahsedin
Sayın Vekilim.
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Yeni bir hastane yapılıyor, teşekkür
ederim.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Şahane bir hastane!
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Teşekkür ederim, yeni bir hastane
yapılıyor, onu da takdir etmek lazım.
CEMAL KAYA (Ağrı) – Bunların hepsini AK PARTİ yapıyor!
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi, tarım ve
hayvancılık… Beni biraz önce Bahattin diye bir
arkadaş aradı Göle’den, dedi ki: “Sayın Vekilim, bizim hayvancılığımız bitti,
11 liraya aldığım malı 9 liraya satamıyorum.” Şimdi, biz “Yatırım
harcamalarıyla ilgili.” diyoruz ya, “Bize kredi de vermiyorlar.” dedi. Yunus
Yılmaz, Göle Muhtarlar Derneği Başkanı. Elli dört tane köy derneği bana yazı
yazmış, diğer, Çıldır, Hanak, Damal, Posof, Kars, Ardahan, Erzurum yani o
bölgedeki bütün insanlar şunu söylüyor: “Bize bir sınırlama getirmişler,
diyorlar ki: ‘55 ve üstü hayvan alana biz hibe yardımı yapacağız yüzde 40.’ ”
55 ve üstü hayvan yapmak için 450 milyar para lazım. Bankaya
gidiyorsun banka kredi vermiyor. Ne yapıyor banka? Bırak 450 milyarı, 50 milyar
için diyor ki: “Şehirden apartman vereceksin, daire vereceksin.” Köylü beni
arıyor, diyor ki: “Kardeşim, ben şehirde olsam zaten gelip burada kredi alıp
hayvancılık yapmam. Hayvanla uğraşmak kolay mı? Hayvanın yemini ver, altını
temizle, suyunu bilmem ne yap, hayvanın kokusunu çek, bilmem neyini yap… Ben
burada hayvancılık yapacağım, beyler et yiyecek. Ulan, ben 10 liralık, 20
liralık, 30 liralık kredi için gideceğim ona da ‘Kardeşim, şehir merkezinden
daire ver, iki tane memur kefil getir veya esnaf getir.’ diyor.”
Değerli arkadaşlar, bakın, sizden rica ediyorum, mutlak surette
Tarım Bakanı ve Başbakandan rica ediyorum, sesleniyorum buradan: Doğu ve
güneydoğuda hayvancılık yapan 25 milyon insan var Türkiye’de. Bu 25 milyon
insanın aile işletmeciliğini söndürmeyelim, öldürmeyelim.
Ne oluyor bu krediler? Yine zengin faydalanıyor. Hayvancılığı
bilmeyen adam şehir merkezinden geliyor, teminatı veriyor, alıyor, yapıyor ama
aile işletmeciliği ölüyor değerli arkadaşlar. Aile işletmeciliği öldüğü zaman,
o zaman ne olacak peki Türkiye’nin bu hâli? Bu anlamda sizden rica ediyorum:
Köylünün Ziraat Bankasına, tarım kredi kooperatifine olan borçlarını torba
yasaya koyalım, faizlerini silelim, ana parayı taksite
bölelim. Sayın Bakanım, sizden istirham ediyorum. “Bu var mı, yok mu?” Bir de
bunu söylüyorlar.
Beni Türkiye’nin her tarafından arıyorlar. Bakın, dün beni
Kırıkkale’den birisi aradı -hapis cezası çıkmış çiftçiye borcundan dolayı- “On
gün gidip yatacağım. Ben borcumu ödedim ama kefilim başka bir yerde, kefil
olduğum için bana hapis cezası çıktı.” diyor. E, Konya’dan öyle. Dün Konya’dan
-kırmızı et- Dernek Başkanı arıyor, Nazif Karabulut, ismini de söyleyeyim. 2011
yılına kadar et ithalatını bu Hükûmet uzattı. 2011
yılının sonuna kadar ithalatı uzatan Hükûmete
sesleniyoruz: Sizin gayeniz Türk köylüsünü bitirmek mi yani batırmak mı? Sizden
istirham ediyorum. Tamam, ithal et, hayvan gelir, tüketici ucuz et yesin ama
köylüyü kalkındırmak için köylünün kredi alacağı sistemi geliştirirseniz bir
yıl içerisinde bu problemi çözer ve mutlak surette ülkemizi kalkındırırız.
Bütçenin ülkemize hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öğüt.
Şahıslar adına son söz Rize Milletvekili Sayın Bayram Ali Bayramoğlu’na aittir.
Buyurun Sayın Bayramoğlu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Rize) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, merkezî yönetim bütçe kanununun yatırım
harcamalarıyla ilgili 15’inci maddesi üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Arkadaşlar, “bütçe” dendiği zaman rakamlarla konuşmamız lazım,
“bütçe” dendiği zaman bu rakamların ne anlam ifade ettiğini konuşmamız lazım.
“Bütçe” dendiğinde ülkenin bundan neler istifade ettiği, hangi noktaya ülkeyi
taşıdık, bunlar üzerine yoğunlaşmamız gerektiğini düşüyorum ki benim de ana
konum, üzerinde duracağım konu yatırım konusu olduğu için yatırımlarla ilgili
meseleleri biraz enine boyuna değerlendirip sizlerle bu bilgilerimi paylaşmakta
fayda görüyorum.
Bütçenin beş tane ana kalemi var. Bu beş tane ana kalemde, ben çok
eskiyle mukayese yapmayacağım ama özellikle son birkaç yıllık dönem açısından
nasıl bir gelişme gösterdiğimizi görmek açısından bu rakamları sizlerle bir
daha paylaşmakta fayda görüyorum. 2005-2010 değerlendirmesi yapacağım çünkü Hükûmetimiz 2005-2010 yılları arasındaki bu beş yıllık süre
içerisinde nasıl bir gelişme göstermiş, bu noktada harcamalarını nasıl koordine
etmiş, bu yatırımlarını veya kaynaklarını nerelerde kullanmış, bunu iyi görmemiz
lazım.
Şimdi, en çok sıkıntılı olduğumuz konulardan bir tanesi personel
harcamaları. 2005 yılında toplam 37,4 milyardan 2010 yılında 73,2 milyar TL’ye
çıkmışız. Yani, bütçenin en önemli kalemlerinden bir tanesinde yüzde 100’den
fazla, ciddi bir artış sağlamışız. 2005 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın içerisinde bütçe payı yüzde 5,8 iken 2010 yılında
yüzde 6,7’ye çıkarmışız. Yani, personel harcamaları normalde diğer harcamalara
göre daha fazla artmış. Bu ne demek: Personelin cebine çok daha fazla kaynak
vermiş demek. İkinci rakam ise ne, burada çok önemli: Faiz rakamları, yıllardır
bütçenin en büyük kara deliği dediğimiz faiz harcamaları. 2005 yılında toplam
bütçe içerisindeki ödediğimiz faiz harcaması 45,7 milyar, peki 2010 yılına
geldiğimizde bu rakam ne kadar: 49,5 milyar liraya çıkmış. Yani aradaki fark
yaklaşık 4 milyar TL artmış, ama alınan tedbirlerle 2011 yılında bu rakamın
47,5 milyar liraya düşürülmesi planlanıyor. Peki, bunun gayrisafi yurt içi hasıla içerisindeki paylarına bir bakarsak, 2005 yılında
yüzde 7; 2010 yılında yüzde 4,5; 2011 yılındaki faiz harcamalarının gayrisafi
yurt içi hasıla içerisindeki payı ise yüzde 3,9’a indirilecek. Yani, personel
harcamaları artırılmış, faiz harcamaları aşağıya doğru düşürülmüş. Bu şu
demektir: Bütçe öyle güzel planlanıyor ve kaynaklar o kadar düzenli
kullanılıyor ki, bu kullanılan kaynaklar asli harcamalara yönlenebiliyor.
İşte, bu noktada yatırımlarla ilgili rakamları da sizlerle
paylaşmak istiyorum, esas ana konumuz bu: Bakın arkadaşlar, 2005 yılında toplam
yatırımlara ayrılan pay 11,7 milyar TL. 2010 yılında ne kadar hedeflemişiz:
Bakın 2009’da ne hedeflemişiz, 2010 için 22,4 milyar lira hedeflemişiz, ama
dünyada bu kadar büyük kriz yaşanmış olmasına rağmen 2010 yılında toplam
yatırım harcamamız ne kadar olmuş: 33,5 milyar TL olmuş. 11 milyar TL mevcut
hedeflenen bütçeden ilave kaynak gelmiş. Nereden gelmiş bu kaynak: Toplam hasılat olarak elde edilen gelirlerde 17 milyar lira artış
sağlanmış, bunun 11 milyar lirası yatırımlara yönlendirilmiş, 6 milyar TL’si
ise bütçe açıklarında, 50 milyar hedefin 44 milyara indirilmesi olarak
kullanılmış. İşte, yatırım planlaması bu demek.
Şimdi, bir de size bu yatırımların rakamlarını verirken sadece
33,5 milyarla sınırlı olmadığını söylüyorum. Toplam yatırım miktarı, 2011 yılı
içerisinde kamu kanalıyla yapılacak yatırım miktarı her ne kadar bütçeye 26
milyar konmuşsa da toplam 47,9 milyar yani 48 milyar olacak. Bunun içerisine,
mahallî idarelerin kaynaklarını hesap ederseniz 16 milyar, yatırım miktarı bu
miktara, 47 milyara ulaşacak. Bununla yetiyor mu? Hayır. Esas en önemli konu,
yap-işlet-devret projeleriyle yapmaya çalıştığımız HES’ler,
yollar, köprüler, altyapı projelerinin yatırım bütçesi olarak bize yansıttığı,
istihdama yansıttığı katma değerlerdir. Bunların hiçbir tanesini
görmeyeceksiniz ve planlamada bütçenin yetersizliğini gündeme getireceksiniz
demek, ya rakamları bilmemek anlamı taşır ya da yatırımları takip etmiyorsunuz
anlamını taşır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – HES’ler nerede
istihdam yaratıyor söyler misiniz? HES’ler
Karadeniz’i darmadağın etti.
BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Devamla) – Efendim, ben teşekkür ederim.
Sözüm bitti, bunları da bir daha söz alırsam anlatırım. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bayramoğlu.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Niye doğruları söylemiyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın Ağyüz…
Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Paksoy…
MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Niye doğruları söylemiyorsun? HES’ler cep dolduruyor.
BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Rize) – Hayatımda hiç eğri konuşmadım, hep
doğruları söyledim.
BAŞKAN – Sayın Bayramoğlu, Sayın Ağyüz, soru-cevap işlemi yapıyorum.
MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Sayın Bakan, ülkemize ithal
edilen ham petrolün rafineride işlenmesi sonucu üretilen benzinin yarısına
yakınının tüketilemediği ve tüketilemeyen benzinin yurt dışına 99 kuruşa ihraç
edildiği doğru mudur?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayalî ihracatı anlatın Sayın Bayramoğlu.
BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Rize) – Elinde belgeyle konuş, ezbere
konuşma.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Konuşacağım.
BAŞKAN – Sayın Bayramoğlu, lütfen…
MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Şayet doğruysa, yurt dışına
99 kuruştan satılan benzin yurt içinde örneğin 3 liraya satılsa benzin tüketimi
artar, sonuçta motorin talebi, buna bağlı olarak da ham petrol ithalatı azalmaz
mı? Cari açık ve daha pahalı olan dizel araç ve yedek parça
ithalatı da gerilemez mi? Bu konuda düşüncelerinizi alabilir miyim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Yıldız…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 2002’de çıkardığınız Acil Eylem Planı’nda Hükûmet olarak ilk üç ayda yoksulluk envanteri
yapacağınızı beyan etmiştiniz, aradan sekiz yıl geçti yoksulluk envanteri
yapmadınız. Yaptıysanız bizimle paylaşır mısınız? Yapmadıysanız, bunun nedeni
yoksullukla mücadeleden vazgeçtiğiniz için mi, yoksa yoksullukla mücadelede pes
ettiğiniz için mi?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Taner…
RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, 2002 yılında vatandaşlarımızın
toplam kredi kartı borçları 4 milyar TL civarında, kişi başı kredi kartı borç
tutarı da sadece 57 lira. Şimdi, toplam kredi kartı borç tutarı 47 milyar TL,
kişi başı borç da 600 TL civarında. Yani 10 kat artmış.
Yine, aynı şekilde, 2002 yılında toplam tüketici kredileri 2
milyar, kişi başı borç 28 TL iken; 2010 yılında, 10 Aralık tarihi itibarıyla, toplam
121 milyar 366 milyon TL, kişi başı borçda 1.685
TL’ye artmıştır. Yani 60 kat artmıştır.
Toplamda da kişi başı borç 85 TL’den 2.285 TL’ye çıkmıştır.
Buna rağmen, hâlâ, ekonomik olarak vatandaşın iyi durumda olduğunu
söyleyebiliyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Özdemir…
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Maliye Bakanına soruyorum: İş gücü maliyetleri kapsamında
asgari ücret üzerinden yapılan kesinti oranının yüksekliği, firmaları kayıt
dışına iten faktörlerin başında gelmektedir. Buna göre, hem kayıt dışı
istihdamı azaltmak hem de ulusal ve uluslararası piyasalarda oluşan haksız
rekabeti ortadan kaldırmak için vergilerin bir takvim dâhilinde aşağıya
çekilmesi için bir çalışmanız var mı? Varsa bu çalışmalarınız nelerdir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Uslu…
CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, demir yolu sektöründe 2011 yılı için öngörülen
yatırım tutarı nedir? Demir yolu taşımacılığında hedeflenen pazar payı yüzde 10
olarak ifade edildiğine göre ne kadarlık bir yatırıma
ihtiyaç vardır?
Edirne iline 2011 yılında ne kadarlık
bir yatırım harcaması düşünüyorsunuz? Bunun içerisinde Edirne-İstanbul demir
yolu hattı için bir yatırım harcaması var mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Sakık…
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanıma soruyorum: Bu yurt dışı seyahatlerinde “harç pulu”
denilen 15 TL bir ödeme yapılıyor, vatandaşlara da büyük bir eziyet. Acaba
Ulaştırma Bakanlığıyla ortak bir konsensüs oluşturarak
bu parayı biletlere yansıtabilir mi? Bu bir.
İkincisi: Sayın Bakan da bu yakın tarihte, Sayın Başbakanla Muş’a
büyük bir sefer düzenlediler, oraya gittiler, onlarca fabrikanın açılışını
yaptılar. Oysaki “Fabrika” dedikleri şey küçük atölyeler. Mesela bunlardan biri
Hasköy ilçesinde ve eski lastikleri toplayan, etrafa hastalık saçan bir
atölyenin açılışını topluma sanki büyük fabrikalar açılıyormuş gibi yansıtmaya
ve sağlık açısından bu kadar zararlı olan atölyelerin açılışına nasıl müsaade
ediyorlar? Bu konuda bizi bilgilendirirse sevinirim. Yanı başlarında bazı
bürokratlar, görevi olmadan, adaylık için, onların eli ayağı arasında tepişip
gidiyorlardı. Kimileri burada üst düzey bürokratlardı. Hangi hakla oraya
gittiklerini bize açıklarlarsa sevinirim.
BAŞKAN – Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, kamuda çalışan sosyolog, kütüphaneci, arşivci, kitap patoloğu ve folklor araştırmacılarının genel idare
hizmetleri sınıfından teknik hizmetler sınıfına geçişlerini sağlayan düzenleme
gerçekleşmiş olmasına karşın, Maliye Bakanlığı tarafından özlük haklarının
düzeltilmesine yönelik herhangi bir çalışmanın yapılmadığı ifade edilmektedir.
Saydığım bu gruplara mensup kamu çalışanlarının özlük haklarının iyileştirilmesine
yönelik bir çalışma var mı? Varsa çalışma ne durumdadır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Son sorudan başlayacağım. Sosyologların, arşivcilerin ve diğer
sözünü ettiğiniz kesimlerin teknik sınıfa alınması konusunda biz yapıcı bir
yaklaşım içerisindeydik ve nitekim, bizim bu yapıcı
yaklaşımımızla o değişiklik oldu ancak şu an itibarıyla özlük haklarına ilişkin
bir çalışma yok.
Sayın Sakık, tabii bu yurt dışı harç
pulu konusunda aslında doğru bir noktaya temas ettiniz. Gerçekten, aslında
buradan elde ettiğimiz gelirler TOKİ’ye gitmeseydi,
yani merkezî hükûmete gelseydi ben kaldırırdım çünkü
hakikaten, vatandaşa bir zahmet. Elde edilen gelir de çok
boyutlarda değil ama merkezî hükûmete değil, TOKİ’ye gittiği için kaldıramıyoruz fakat biz, Türk Hava
Yolları başta olmak üzere birçok hava yollarıyla konuştuk “Acaba, bunu bilet
fiyatına dercedebilir miyiz?” diye, fakat bu biletler
İnternet’ten, yurt dışından birçok kanalla satıldığı için bu konuya hava
yolları pek olumlu bakmadılar ve bunun mümkün olmadığı yönünde bize görüş
bildirdiler ve ondan dolayı da onu hayata geçiremedik.
Demir yolu yatırımına ilişkin, olmazsa o hususlara ilişkin biz
yazılı cevap verelim çünkü yatırımın ne kadar olduğu, özellikle İstanbul,
Edirne illerine ne kadar yatırılacağı hususlarını arkadaşlarımız hazırlasınlar,
biz yazılı cevap verelim.
Tabii, özellikle asgari ücret üzerinde bu dönemde vergiler
azaltıldı. Yani ben şunu söyleyeyim: Daha önce asgari ücret
üzerinde ortalama yüzde 12,8 olan vergi, son dönemde yaptığımız asgari geçim
indirimi ve 5 puanlık indirim gibi birtakım hususları da dikkate alırsak bir
bekâr olan asgari ücretli için bile vergiler yüzde 12,8’den yüzde 5,3’e
düşürüldü, yani yarıdan daha fazla azaltıldı. Şunu da ifade etmek
istiyorum: 4 çocuğu olan bir asgari ücretliden, eşinin de çalışmaması koşuluyla
sıfır vergi alıyoruz. Yani asgari ücretli sıfırla yüzde 5,3 arasında bir vergi
veriyor. Eskiden çok daha yüksek oranda bir vergi vermek durumunaydı, yüzde
3,8’le yüzde 12,8 arasında bir vergi vermek durumundaydı. Dolayısıyla, sizin
gündeme getirdiğiniz bu hususta önemli çalışmalar yaptık. Aslında, istihdamı
artırmak için, kayıt dışılığı azaltmak için bütçe imkânları el verse daha
fazlasını da yapmak lazım çünkü bu yapılan doğru bir reformdur, arz yönlü bir
reformdur ancak şu anda imkânlar bu kadar.
Tabii, bu kredi kartı borçları hususu dün de gündeme geldi.
Rakamlar doğru. Yalnız, şunu göz önüne almak lazım: Şimdi -sabah da söyledim-
2000’li yılların başında, 2001’de, 2002’de, 2000 yılında, takdir edersiniz ki
kredi kartları üzerinde yıllık faiz yüzde 70’lerin üzerindeydi, aylık yüzde
5’ler civarındaydı. Vatandaşımız dolayısıyla bu kredilere fazla rağbet
göstermiyordu. Şimdi, biz faizi, yüzde 60’lardan, yüzde 70’lerden yüzde 7’lere
kadar düşürdük. Dolayısıyla, bir talep artışı var ve kredi hacminde bir artış
var. Yalnız, şöyle bir karşılaştırma yapmakta ben fayda görüyorum: Türkiye’de
toplam tüketici kredilerinin yani daha doğrusu, hane halkının toplam borcunun
millî gelire oranı yüzde 15 civarı. Bunu Doğu Avrupa ülkeleriyle
karşılaştırdığınız zaman, Doğu Avrupa ülkelerinde yüzde 30 civarı, Batı
Avrupa’yı da dâhil ettiğiniz zaman yüzde 58 civarı, hele Amerika, İngiltere’de
yüzde 90’ların üzerinde. Yani dolayısıyla, hane halkı borçluluğu anlamında
uluslararası bir karşılaştırma yaptığınız zaman Türkiye, hakikaten, hane halkı
borçluluğunda en düşük ülkelerden bir tanesidir.
Yoksulluk envanteri konusunda, Bakanımız
Sayın Hayati Yazıcı, bildiğim kadarıyla, bir çalışmayı tamamladılar ama hani
detayları konusunda ben size bir şey söyleyemem. Yalnız, yoksullukla
mücadeleden vazgeçtiğimiz hususu, doğru bir husus değil. Müsaade ederseniz,
uluslararası karşılaştırmalarda kullanılan bir iki rakamı hatırlatmak
istiyorum. Referans noktası olarak -madem İktidarımız dönemi- 2002 yılı, kişi
başına 1 doların altında alan, bin doların altında alan vatandaşımızın…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz doldu, bir dahaki soru-cevapta…
15’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
16’ncı maddeyi okutuyorum:
Resmi taşıtlar
MADDE 16 – (1) Bu Kanuna bağlı (T) işaretli cetvelde yer alan
taşıtlar, ancak çok acil ve zorunlu hallere münhasır olmak kaydıyla ilgili
bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile edinilebilir.
(2) Vakıf, dernek, sandık, banka, birlik, firma, şahıs ve benzeri
kuruluş veya kişilere ait olup 237 sayılı Kanun kapsamında bulunan kurumlar ile
özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşlarınca
kullanılan taşıtların giderleri için (güvenlik hizmetlerinde kullanılan
taşıtlar hariç) kurum bütçelerinden hiçbir şekilde ödeme yapılamaz.
(3) Türk Silahlı Kuvvetleri (Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığı dahil), Emniyet Genel Müdürlüğü
ile Gümrük Müsteşarlığı Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğüne kurum, kuruluş,
dernek ve vakıflarca hibe edilecek taşıtlar, (T) işaretli cetvelde
gösterilmesine gerek bulunmaksızın Bakanlar Kurulu kararı ile edinilebilir.
(4) Emniyet Genel
Müdürlüğüne ait taşıtlar, 12/4/2001 tarihli ve 4645
sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde (T) işaretli cetvelde gösterilmesine gerek
bulunmaksızın, cinsi ve adedi İçişleri Bakanlığının talebi ve Maliye Bakanlığının
teklifi üzerine alınacak Bakanlar Kurulu kararında belirlenmek kaydıyla
4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tabi olmaksızın mübadele
yoluyla yenileri ile değiştirilebilir. Aradaki fiyat farkı, döner sermaye
gelirleri, sosyal tesis veya kantin gelirleri ile Türk Polis Teşkilatını
Güçlendirme Vakfı gelirlerinden karşılanır.
(5) Türk Silahlı Kuvvetlerine (Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığı dahil) ait taşıtlar, 30/5/1985
tarihli ve 3212 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde (T) işaretli cetvelde
gösterilmesine gerek bulunmaksızın, cinsi ve adedi Milli Savunma Bakanlığının
(Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı için ise İçişleri
Bakanlığının) talebi ve Maliye Bakanlığının teklifi üzerine alınacak Bakanlar
Kurulu kararında belirlenmek kaydıyla 4734 sayılı Kanuna tabi olmaksızın
mübadele yoluyla yenileriyle değiştirilebilir. Aradaki fiyat farkı, sosyal
tesis gelirlerinden, kantin gelirlerinden, döner sermaye gelirlerinden veya
bağış yoluyla (Jandarma Genel Komutanlığı için Jandarma Asayiş Vakfı
gelirlerinden) karşılanır.
(6) Türk Silahlı Kuvvetlerine (Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığı dahil) ait taşıtlardan, trafiğe
tescil tarihi itibarıyla en az 10 yaşını doldurmuş olanlar, (T) işaretli
cetvelde gösterilmesine gerek bulunmaksızın, cinsi ve adedi, ilgisine göre
Milli Savunma Bakanlığı veya İçişleri Bakanlığının kararıyla, 4734 sayılı
Kanuna tabi olmaksızın ve satılacak taşıt sayısı satın alınacak taşıt
sayısından az olmamak ve satın alınacak taşıt sayısı Milli Savunma Bakanlığı
için 40 adedi, Jandarma Genel Komutanlığı için 10 adedi ve Sahil Güvenlik
Komutanlığı için 5 adedi geçmemek üzere mübadele yoluyla yenileriyle
değiştirilebilir ve aradaki fiyat farkı, bütçeden karşılanabilir. Bu fıkrada
yer almayan hususlar hakkında 3212 sayılı Kanun hükümleri uygulanır.
BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Sayın Akın Birdal’da.
Buyurun Sayın Birdal. (BDP sıralarından
alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bu konuda bastırılan Plan-
Bütçe Komisyonu Raporu’nda (II) sayılı cetvelde yer alan listeyi ben size
vereyim. Eğer siz bundan bir şey anlarsanız… Bu raporun
müzakere edilmemesi lazım. Bakın nasıl çıkmış, vereyim ben size. Bakın,
şurada hiçbir rakam okunmuyor. Bu raporun hükümsüz olması
lazım.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Birdal.
Süreniz on dakika.
BDP GRUBU ADINA AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Yasa Tasarısı’nın 16’ncı maddesi üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Şimdi, iktisat konuşuluyor, ekonomi, bütçe. Bilinen ünlü bir
iktisatçımız vardı, nur içinde yatsın, Profesör Sadun
Aren. Bir uluslararası konferansa gidiyor ve
konferans bitimi, akşam ev sahibi akademisyen meslektaşı kendisini yemeğe
çağırıyor ve akşam yemekten sonra Sadun Aren Hoca’yı uğurlarken Sadun Aren’in pardösüsünü tutmak istiyor, Sadun
Hoca da kabul etmiyor. Ev sahibi ısrarla pardösüsünü tutmak istiyor, Sadun Hoca da ısrarla reddediyor ve en sonunda, bu birkaç
kez böyle yinelenince, “Müslüman olduğunuzdan, inançlarınızdan ötürü mü
tutturmuyorsunuz pardösüyü?” diyor. Evet, Sadun Aren, tabii, sosyalistti, ideolojik olarak bu pardösüyü
tutturmuyor.
Şimdi, bu bütçenin, gerçekten, hazırlanışına bakıldığı zaman,
işte, İslami değerleri yüksek falan… Aslında ideolojik bir
bütçe bu. Niye ideolojik olarak hazırlanmış bir bütçe? Neoliberal politikaların, uluslararası emperyal
kurumların dayatmaları üzerine verilen reçete bize burada bütçe olarak
getiriliyor.
Şimdi, yine Osmanlının son dönemlerinde, biliyorsunuz -hangisi
anımsamıyorum ama- tabii, yine bir kriz yaşanıyor ve zam üstüne zam ve padişah
yaverlerini gönderiyor, “Gidin bakalım, halkın durumu nasıl?” Gidiyorlar
yaverler ve halk gayet mutlu. Onun üzerine geliyorlar, “Halkımızın bir sorunu
yok, mutlu bu konulan zamlardan.” “O zaman biraz daha zam yapın.” diyorlar.
Tekrar birkaç ay sonra “Gidin bakalım, halkın hâli nedir?” diye... Gidiyorlar,
bakıyorlar, gerçekten halk yine mutlu, neşeli, oynuyor ve derken yine zam ve bu
yineleniyor, sürekli zam zam. Çünkü halkın, zam
üstüne zam, pahalılık üzerine pahalılık, ruh hâli bozuluyor ve giderek
çıldırmaya başlıyor.
Şimdi galiba bu bütçede de Sayın Bakanın anlattıklarına göre
vallahi bu halk gayet mutlu, güzel. Ama bunu göreceğiz. Gerçekten bu neoliberal politikaların, özelleştirmenin,
taşeronlaştırmanın, sendikasızlaştırmanın, işsizliğin, yoksulluğun ve açlığın…
İleride göreceğiz nasıl müreffeh bir tablo çizildiğini ve bunun sanal bir bütçe
olduğunu, gerçekçi olmadığını göreceğiz.
Sayın Bakanın dün anlatmalarından da bu görünüyor. Olur mu öyle şey? Bakın, şimdi, eğitim
emekçilerinin durumuna; örneğin, toplumumuzun işte geleceğini inşa eden, işte
onun elinde olduğu da söylenmiştir gelecek neslin ve şimdi onların durumu: 2010
yılında yapılan bir araştırmaya göre eğitim emekçilerinin yüzde 80’inin kredi
borcu var; yüzde 70’inin borcu bin ile 4 bin TL arasında; yüzde 80’inin banka
kredi borcu var; yüzde 59’u kiracı; yüzde 64’ü borçlarından ötürü kaygılı ve
kendilerini, kendi mesleklerine verememekte, yoğunlaşamamakta; yüzde 51’i
öğretmen olduğuna pişman; yüzde 92’si Millî Eğitim Bakanlığının kendilerine
gereken değeri vermediği kaygısında ve duygusunda, her geçen gün öz güvenini
yitirmekte; yüzde 75’i iş güvencelerinin tehlikede olduğunu düşünmekte.
Şimdi, burada nedir aslında iyi giden? Sayın Bakanın rakamları
gerçeği yansıtmıyor.
Yine, dün buradaki konuşmalarda muhtar maaşlarının kaç kat
artırıldığı, dolayısıyla enflasyon oranından fazla zam yapıldığı söylendi.
Muhtar maaşları 2002 yılında 98 TL iken, bugün 330 TL olmuş. Gerçekten, oran
olarak yüzde 250 civarında bir artış. Ama diğer tarım girdilerinin, temel
girdilerin 2002’deki fiyatı ile bugünkü fiyatına baktığınız zaman bugün
muhtarın aldığı 330 TL’nin hiçbir kıymeti harbiyesinin
olmadığı görülecektir. Ama ülkede 4 kişilik bir aile için açlık sınırı, kamu
emekçilerinin konfederasyonlarının sürekli, her ay yaptıkları araştırmalarda
912 TL ve yoksulluk sınırı da 2.520 TL arasında.
Şimdi, bu ekonomik politikalarla emekçilerin yoksullukla terbiye
edileceği düşünülmektedir ya da gerçekten açlığın, yoksulluğun insan onurunda
yarattığı tahribatla, onların demokratik taleplerinden, hak arama
mücadelesinden vazgeçecekleri mi sanılmaktadır?
Şimdi, 2002 yılında on altı yaşından büyükler için asgari ücret
250,8 TL idi, 2010 yılında ise 760,5 TL, artış oranı ise yüzde 200 olmuş ama
hâlâ “asgari ücret” değil “sefalet ücreti” olarak adlandırılıyor. Milyonlarca
işçi “asgari ücret” adı altında sefalet ücretine mahkûm olmuş durumda. Dün
bunun çaresizliklerini ve getirdiği trajik sonuçları, hem slikozis
hastalıklarından hem Tekel işçilerinin durumundan hem Tuzla Tersanesi’ndeki
ölüm tarlalarından örnekler vermiştim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, yine burada bir dizi
temel gereksinmelerimiz, günlük şeyler var. Örneğin, 200 gramlık ekmek 2002’de
25 kuruş iken şimdi 1 TL, elektrik 2002’de 12 kuruş iken 2010’da 2 TL’den
fazla, cep telefonlarında vergi yükü konuşma ücretinin bilmem ne ve işte bilmem
rakı şarap, üzüm ülkesi… Hoş, Sayın Başbakan “Üzüm yesinler.” diyor. Aslında,
bırakın içki tüketimini, insanlar nasıl yaşamak istiyorlarsa, nasıl
keyiflerince bu stresi atmak istiyorlarsa atsınlar. Aksi takdirde bu alandaki
yarattığınız değer de azalacaktır.
Şimdi, gerçekten silahlanmaya ayrılan para, savunma harcamalarına…
Örneğin, şimdi, Millî Savunma Bakanlığı bütçesi 10 milyar TL, Jandarma
Komutanlığı bütçesi 4,5 milyar TL, Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesi 10,5 milyar
TL, İçişleri Bakanlığı bütçesi 2,3 milyar TL. Sahil Güvenlik, Savunma Sanayii Müsteşarlığı, Kamu Düzeni Güvenliği Müsteşarlığı
hesaba katıldığında toplam 36 milyar TL olmaktadır.
Şimdi, 244.966 kişi jandarma, 230.387 kişi polis, 410.659 kişi
özel güvenlik personeli, 82 bin kişi korucu, yeni alınacaklarla beraber 1
milyonu aşkın kişiden fazla güvenlik personeli İçişleri Bakanlığına ve Hükûmete bağlı olacak. Bu neyin habercisi arkadaşlar?
Giderek bu küresel ekonomik krizin ve izlenen ekonomi politikalarının sonucu
işsiz, yoksul, aç kalan emekçiler isyan edecekler, itiraz edecekler ve bunu…
Yalnız ekonomik, sosyal haklar daraltılmış olmuyor. Bakın, biz baştan beri
söylüyoruz ekonominin demokrasiyle, ekonominin insan haklarıyla, ekonominin
doğrudan barışla olan ilişkisini.
Şimdi o ekonomik taleplerin istemine yönelik yükselen başkaldırıyı
bastıracaklar. Nasıl bastıracaklarını da biliyoruz. İşte bu güvenlik
güçleriyle, bu silahlarla, bu postallarla ve bu biber gazıyla ve doğrusu ben
merak ediyorum emekçilerin ve öğrencilerin demokratik gösterilerinde
kullandıkları biber gazının İçişleri Bakanlığına yıllık maliyeti nedir diye ama
şimdi, yine, işte, iki ili ilçe yapmak istiyorlar ve sorunun hâlâ güvenlikle
çözüleceğine inanan bir mantalite var. İnanıyorlar mı, yoksa dayatılıyor mu, doğrusu onu da anlamakta
güçlük çekiyoruz çünkü koşulları yerine getirememiş binlerce ilçe il olmayı
beklerken, Millî Güvenlik Kurulunda Yüksekova ile Cizre’nin il olmasına karar
veriliyor ve şimdi güvenlik sorunuyla oradaki halkın özgürlük talepleri, demokratik
talepleri, ana dil hakkı ve eşit ve özgür yurttaş olma çabaları bastırılmak
istenecek. Mümkün değil elbette. Bunun mümkün olmadığını da ne yazık ki
bir türlü anlayamadılar.
O nedenle, kişisel ve siyasal haklar ve özgürlüklerle, ekonomik,
sosyal, kültürel hakların da böyle bir iç içeliği
var. Doğrusu, biz bu İktidardan, eşitlikçi, adaletli,
emekçileri, üretenleri gözeten bir bütçenin oluşturulmasını zaten beklemiyoruz
ama bir gün mutlaka, bir gün, üretenlerin ürettikleri üzerinde söz, karar ve yönetim
hakkını edineceği demokratik, özgür, barışçıl bir Türkiye’ye ulaşılacaktır
çünkü dünya dönüyor ve dönen dünyada emekçilerin emperyalist güçlere,
kapitalist güçlere vura vura döndüğünü de bir kez
daha hatırlatmak gerekiyor.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Birdal.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın
Kadir Ural. (MHP sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, baktınız mı, rapor okunuyor
mu?
BAŞKAN – Şimdi, size şey gelecek ama ben yakından baktığım zaman
gözlüksüz okuyabildim fakat…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama Sayın Başkan, böyle bir rapor müzakere
edilir mi? Bu, Meclis Başkanlığının büyük bir hatasıdır.
BAŞKAN – Doğrudur… Doğrudur…
KAMER GENÇ (Tunceli) - Özür dilemesi lazım Genel Kuruldan Meclis
Başkanlığının. Öyle bir rapor müzakereye alınamaz.
BAŞKAN – Şimdi, Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Okunmuyor. Yani hangi kuruluş ne kadar araç
alacak, ne fiyatla alacak, orada sadece…
BAŞKAN – Fiyatlar zaten yok Sayın Genç, ben baktım, fiyat yok.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim yok işte… Neyi müzakere edeceğiz?
BAŞKAN – Şimdi “Yazılar küçük.” dediğinizi zannettim ben, o ayrı
bir konu.
Şimdi, evet…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama Sayın Başkan, gösterin ya…
MHP GRUBU ADINA KADİR URAL (Mersin) – Sayın Başkan, ben gideyim
isterseniz.
BAŞKAN – Sayın Ural, ne yapayım, Allah aşkına!
KADİR URAL (Devamla) – Susturun efendim.
BAŞKAN - Nasıl susturayım?
KADİR URAL (Devamla) – Bana siz söz verdiniz.
BAŞKAN – La havle vela kuvvete…
Sayın Ural, buyurun.
KADİR URAL (Devamla) – Konuşabilir miyim efendim.
BAŞKAN – Buyurunuz.
KADİR URAL (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Büyük Türk milletinin değerli vekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 16’ncı maddesinin “Resmî taşıtlar” başlıklı maddesi
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce
heyetinizi ve ekranları başında bizleri izleyen, dinleyen bütün milletimizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, aslında resmî taşıtlar devletin (T)
cetvelinde yer alan taşıtları göstermesine rağmen, son yıllarda bütün kurumlar
bu araçları kiralama yöntemi diye bir yöntemle kiralama yoluna giderek
ihtiyaçlarını karşılamaya başladılar. Fakat bu usul birçok kurumu zarar
ettirmekten başka bir işe de yaramıyor, kimse de bu işe dur deme ihtiyacı
hissetmiyor. Birçok yerde kira olarak ödenen paralarla bu araçların mülkünün
alınabileceğini hayretle gördük, görüyoruz. Bu konuda birçok örnek vermek
mümkün ama ben sadece Türkiye Büyük Millet Meclisinin kiraladığı makam
araçlarını örnek vermek istiyorum. Aldığımız bilgilere göre, Meclis tarafından
lüks araçlar aylığı 1.200-1.300 lira arasında kiralanıyor. Şimdi küçük bir
hesap yapalım: Üç yıllığına kiralanıyor bunlar, eğer bu olay böyleyse aylık
1.200 liradan üç yıllık kira bedeli ortalama 45 bin lira, yani üç yıl boyunca
ödenen kira parasıyla bu araçların mülkü alınır, kendisi satın alınabilir.
Üstelik zaten yüzde 60’ı vergi olarak geriye ödeneceğinden, en az, devlet, her
bir araçta 45 bin lira da kâr eder. Bu araçlardan sadece Türkiye Büyük Millet
Meclisinde 56 adet olduğu düşünülürse sadece Meclis üç yılda -eski parayla- 2,5
trilyon lira zarar ettiriliyor. Kaldı ki bunu diğer bakanlıklara ve
belediyelere yayarsak zararı hesaplamak mümkün bile değildir. Sebebi ise,
neredeyse bakanlık memurlarının altında aileleriyle birlikte kullandıkları
araçlar herkes tarafından bilinmektedir. Yönetmelikte kimlere araç tahsis
edileceği belliyken bu savurganlık nedendir?
Araçların mülkünü almak yerine kiralama yoluna gidilerek fakir
fukaranın, garip gurebanın, dulun, yetimin, öksüzün,
vatandaşın verdiği vergilerle ayakta duran devlet hazinesi zarara uğratılmış ve
bu paralar birilerine de peşkeş çekilmiştir. Rakamlar bu kadar alenen
ortadayken bu savurganlığa hâlâ devam eden zihniyetten hesap sorulacağı da
aşikârdır.
Kanunun 16’ncı maddesinin 3’üncü bendine baktığımız zaman hibe
araçlar var. Burada belirtilen hibe araçları sadece kanun maddesinde sayılan
kurumlar alabiliyor, başka kurumlar, özellikle belediyeler veya üniversiteler
niçin (T) cetvelinin dışında hibe alamıyor? Dün Sayın Bakana ve bürokratlarına
da sorduk ama herhangi bir cevap… Müsteşarla görüşecektik, Müsteşar Bey’le de
görüşemedik bir türlü. Ama neden belediyeler veya üniversiteler (T) cetvelinin
dışında hibe araç alamıyorlar, bunun mantığı yok.
Sayın Bakanım, buna bir düzenleme getirilmesi lazım, bunun mantığı
yok. Bu yazılmış, çizilmiş, getirilmiş; üç senedir, beş senedir aynı şekilde
çıkarılan bir 16’ncı madde. Aynı şekilde çıkarılıyor ama neden belediyelere
veya diğer kurumlara bu haklar verilmiyor? 16’ncı maddedeki Türk Silahlı
Kuvvetlerine veriliyor, Emniyet Genel Müdürlüğüne veriliyor, Gümrük Muhafaza
Müdürlüğüne veriliyor, Sahil Korumaya veriliyor ama belediyelere veya
üniversitelere bu haklar maalesef verilemiyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir de Hükûmetimizden
bir konuda bilgi almak istiyorum. Geçen yıl da bütçe konuşmasında yurt dışından
özel olarak yine şirketler aracılığıyla getirtilen, tanesi -eski parayla- 1
trilyon 300 milyar lira olan zırhlı araçların da olduğundan bahsetmiştim. “Bu
araçlardan beş altı tane getirildiği, bu araçların bazı bakanlar tarafından
makam araçları olarak kullanıldığı konuşuluyor.” demiştim. Ayrıca, bu araçların
trafik tescil belgelerinin olmadığı, ruhsatları ve tabii ki plakaları olmadığı
için de kiralayan şirket tarafından yıllık vergileri de ödenemiyor. Eğer böyle
bir şey varsa sorumluların bir an önce ortaya çıkarılması, sonradan çıkarsa
sizin için büyük bir hüsran olacağını da söylemiştim, ancak üzerinden bir yıl
geçmesine rağmen ve bu konunun medyada yer almasına rağmen ne bir bakan ne de
bir yetkili bu konuya herhangi bir cevap vermedi. Olay doğru mudur, yanlış
mıdır? Yorumunu da Türk milletine bırakıyorum.
Maalesef sayın milletvekilleri, yüksek ihtişama, uçaklara, makam
araçlarına, gemiciklere harcadığınız paralarımızı bir araya toplasak herhâlde
çok daha güzel işlerde kullanabileceğimiz bir servet ortaya çıkar. Saltanat,
seyahat, sefahat ve menfaat ilişkilerinin ortadan kaldırılmasını, bu şekilde de
olmasını temenni ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her gün bu kürsüye çok
değerli hatipler çıkıyor, konuşmalar yapıyorlar, elbette iyi niyetle, katkı
sağlamak için yapılan konuşmalar ancak şunu belirtmeden de geçemeyeceğim:
Özellikle Hükûmetin sözcüleri bazen ortamı geren
saldırgan tavırlar içerisinde konuşmalar sergiliyorlar. Örneğin bu Mecliste bir
Başbakan Meclis Başkanını azarladı, Meclis Başkanı da sustu. Her konuşmacı,
2002 ve öncesini eleştirdi, öyle konuşmalar yaptılar ki 2002’ye kadar bu ülkede
hiçbir şey yapılmamış, her şeyi sekiz yılda sizler yapmışsınız. Sanki geriye dönüp bakarsak Sayın Alparslan Türkeş’in, Sayın Devlet
Bahçeli’nin, Bülent Ecevit’in, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Süleyman Demirel,
Necmettin Erbakan, Turgut Özal ve aklımıza gelmeyen, bunlar gibi Türkiye
tarihinde adı geçen bakanlar, bürokratlar ve Dışişleri temsilcileri, en
önemlisi Mustafa Kemal Atatürk sanki hiçbir iş yapmamış gibi konuşmalar
sergilediler ve sergiliyorlar. Madem bunlar bir iş yapmadılar şimdiye
kadar, madem bunlar taş üstünde taş koymadılar fakat geçmişte görev yapan ve
hâlen sizin bakan ve partinizin üst düzeylerinde görev yapan değerli
arkadaşlarımız, değerli bürokratlarımız, değerli büyüklerimiz de var. Onlar
madem iş yapmadılarsa bunların sizin partinizde bakan olması veya partinizin
çalışmalarında bulunmasına ne diyeceksiniz? Aslında siz ne yaptınız Sayın Hükûmet? Atatürk’ün ilk temelini attığı 2002’ye kadar
yapılan bütün değerleri yok ettiniz. İyi, güzel de borç 2 katına çıktı. Bunu
anlamak mümkün değil.
Bakın, bütçede, bir referandum girdi araya, örtülü ödenek kalemi
harcamaları kat kat arttı. Sorgusu, suali yok. Nereye
gitti? Kime gitti? Günahları boynuna. Bu para ne için veriliyor Başbakana? Savunma
hizmetleri, güvenlik, sosyal ve kültürel amaçlar için kullanılması gereken ve
bütçeye yeterince pay ayrılırken, 2010 yılı bütçesinde 230 bin lira kaynak
ayrılırken 383 milyon lira örtülü ödenekten para kullanılmış. Geriye dönüp
baktığımız zaman örtülü ödeneğin harcamalarında, son sekiz yılda, yerel seçim,
genel seçim ve referandum öncesinde ve sonrasında izah edilemeyecek bir artış
söz konusu olmuştur. Rakamları vermek benden, yorumunu da yapmak Türk
milletinden!
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son yıllarda, özellikle son
günlerde ülkemiz gergin dönemlerden geçiyor. Sağ olsun Sayın Başbakanımız her
mikrofonu eline aldığında ülkeyi germek için çok özenli cümleler sarf ediyor.
Sayın milletvekilleri, bir milletvekili olarak, Mersin
Milletvekili olarak bölgemde bir olay yaşandı. Gazetelere yansıdığına göre
Mersin’de bir eğlence mekânında Türk halk müziği sanatçısı Sarp Öztürk, Kürtçe şarkı söylemediği, söyleyemediği için
kurşunlanarak katledildi, öldürüldü. Gitarist ve garson arkadaşı da yaralandı. Sarp
Öztürk’e Allah’tan rahmet, acılı ailesine sabır,
yaralılara da şifa diliyorum buradan. Peki, bu olay Diyarbakır’da Türkçe şarkı
söylemeyen bir sanatçı kardeşimizin başına gelmiş olsaydı yandaş medyasından
tutun da kendini aydın zanneden zatlara varıncaya kadar yazılır, çizilir,
gündeme oturur ama benim Mersin’im sağduyulu bir şehirdir, kardeşçe, barış
içerisinde yaşamayı seven insanların bulunduğu bir şehirdir. Bu kirli eller
kime aitse Mersin’imizin ve ülkemizin üzerinden çeksin. Eğer hâlâ bu ellerle daha
çok kirletme niyetleri varsa o el de kırılır, herkesin bilgisi olsun.
Değerli milletvekilleri, değerli hemşehrilerime
buradan sesleniyorum. Mersin kardeşliğin yaşandığı en büyük yerdir. Mersin
merkezinde Milliyetçi Hareket Partisinin de belediyesi vardır -merkezinde-
Cumhuriyet Halk Partisinin de vardır, BDP’nin de
vardır. Mersin Büyükşehir Belediyesinin mezarlığına gidin, Musevi’si, Hristiyan’ı, Müslüman’ı, Alevi’si, Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı,
Çerkez’i, aynı mezarlığın içerisindedir. Bu bir kardeşliktir, bu bir
güzelliktir ve bu güzelliğin bütün Türkiye'de yaşanması dileklerimi iletiyorum.
“Türkiye'de iyi şeyler olacak.” diyerek açılımda gelinen nokta karşımızdadır.
Biz Türk milleti olarak bu topraklarda bin yıldır kardeşçe yaşadık
ve daha çok uzun bir süre yaşayacağız. Ülkemizin terör meselesi, ülkeyi
yönetenlerin gafleti yüzünden zamanla Kürt meselesine dönüştü. Terör örgütüne
şüphe ve tereddütle bakan kitleler sempatiyle bakmaya başladılar. Masum
taleplerin yerini, Türkiye'yi bölmeyi amaçlayan hepsi bir büyük planın parçası
olan talepler aldı.
Sayın milletvekilleri, bütün bunlar olurken birkaç cılız ses,
birkaç mahcup eleştiriyle mesele geçiştiriliyor, ama bu ülkenin Başbakanı bütün
bunlar olurken bir tek açıklama yapmıyor.
Sayın milletvekilleri, özellikle sayın
AKP milletvekilleri, uyanın, kendinize gelin; koltuk uğruna kalbinizin,
beyninizin hükmetmediği bu ülkenin geleceğini ilgilendiren konularda elinizi
taşın altına koyun. Gerçi bu saatten sonra elinizi taşın altına koysanız da
koymasanız da bir dahaki dönem birçoğunuz bu Mecliste olamayacak zannedersem,
en azından bu dönemin sonuna kadar yüreğinizi ortaya koyun.
Bizler bu koltuklarda gelip geçiciyiz, ama bu ülke sonsuza kadar
yaşayacaktır, bu bayrak inmeyecektir, bu ezan ve İstiklal Marşı’mız
susmayacaktır.
Ülkemizin birliği, dirliği ve bölünmemesi için bir olalım, Türk
milletine yakışır bir çalışma sergileyelim diyor, 2011 yılı bütçesinin Türk
milletine hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ural.
Sayın Bakan, Sayın Genç’in itirazıyla ilgili, buyurun, açıklama
getireceksiniz…
AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Bir saniye, benim insicamım bozuluyor Sayın Birdal. Yani sizi dinleyeceğim ama,
şimdi sırayla gidelim şöyle, ne olur.
Evet, buyurun Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Sayın Genç dediler ki “Bu kurumların satın alacakları taşıtların
satın alma bedellerini okuyamıyoruz.”
Sayfa 275’te, gerçekten bu rakamlar…
KAMER GENÇ (Tunceli) – 279. Benim dediğim yer 279.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Hayır, hayır, bir
müsaade edin lütfen.
Şimdi, sayfa 275’te azami bedeller var. Yalnız, sizin diğer
itirazınız doğru bir itiraz. Gerçekten kendim de baktım. Sayfa
279’dan itibaren olan tabloyu okumak zor. Tabii, takdir edersiniz ki, bu
Meclisimizin basımevinden çıkarılan bir… Dolayısıyla, inşallah önümüzdeki dönem
bunu düzeltiriz. Ama fiyat konusunda veya bu listeyi arzu ederseniz, biz bu
listeyi ayrı bir şekilde size gönderelim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Tamam, istiyorum.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) - Ben öyle ümit ediyorum
ki, bir gün hepimizin önünde bir ekran olur, o ekranda bütün bunlar elektronik
olarak gelir, çok daha rahat bir şekilde bunlara erişme imkânımız olur ama
bugün itibarıyla artık bunu tekrar basmanın bir mantığı yok. Ben size bu
tabloları en detaylı bir şekilde gönderirim, ama fiyat konusuna gelince,
fiyatlar çok açık bir şekilde sayfa 275’te vardır.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Bakan, tüm milletvekillerine gönderin.
BAŞKAN – Sayın Birdal, buyurun ne
diyecektiniz?
AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Önce nedir? Yani soru için mi girdiniz?
AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, bir yanlış anlaşılmayı ve
yanlış bilgilendirmeyi anlatmak amacıyla…
BAŞKAN – 60’ıncı maddeye göre pek kısa söz talebiniz mi var?
AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Evet efendim.
BAŞKAN – Peki.
Buyurun.
VI.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
2.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, Mersin Milletvekili Kadir Ural’ın, Mersin’de bir
barda işlenen cinayetle ilgili konuşmasına ilişkin açıklaması
AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Hatip, Mersin’de cumartesi günü bir barda işlenen cinayette
Kürtçe şarkı istenilip Kürtçe şarkı söylemediği için öldürüldüğüne dair bir
bilgi verdi. Ben de aynı gün Mersin’deydim. Bizim de kınadığımız ve büyük
üzüntü duyduğumuz olay adli bir olaydır ve Kürtçe şarkı istenmiş de söylenmemiş
sonucunda işlenmiş bir cinayet değildir. Ne yazık ki… Kaldı ki, arkadaşımız,
sanatçı demokrat, her istenileni de söyleyen… Ölümünden de büyük üzüntü
duyuldu. Önceki gün de sanatçı arkadaşları Mersin’de toplanıp bir basın
açıklaması yaptılar ve bu cinayetin böyle bir olay üzerine olmadığına dair
kamuoyunu da bilgilendirdiler çünkü bu tehlikeli bir şey. Buraları bence eksik
ve yanlış bilgilendirmenin tehlikesine dikkat çekmek istedim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
KADİR URAL (Mersin) – Gazetelerin hepsinde çıktı Sayın Birdal.
IV.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı:
575) (Devam)
2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi
ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)
BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç.
Buyurun Sayın Genç. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2011 Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 16’ncı maddesi “Resmî Taşıtlar”
başlıklı madde üzerinde grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bilindiği üzere sayın milletvekilleri, kamu idarelerinin ve özel
bütçeli idarelerin ve denetleyici ve düzenleyici kurulların alacakları,
edinebilecekleri taşıtlar 237 sayılı Taşıtlar Kanunu 1, 2, 3’üncü cetvelinde
gösterilmiştir. Ancak AKP İktidarı, 2005 yılında bu Kanun’un temel maddesi olan
7’nci maddede bir değişiklik yaparak, 5335 sayılı Kanun ile “Kurumların taşıt
ihtiyaçlarının hizmet alımı suretiyle karşılanması esastır…” Yani bundan sonra,
2005’ten sonra kurumlar taşıt almayacaklar. Ne yapacaklar? Kiralayacaklar.
Şimdi, niye bu Kanun’u getirdiler? Çünkü AKP’nin koruduğu çok
geniş bir müteahhit kesimi var. Bu haftanın başında
gazetenin birinde bir resim var. Ankara plakalı araba İzmir’de PTT hesabına
çalışıyor. Araştırmışlar, niye çalışıyor? İzmir’deki PTT hizmetlerini yapmak
üzere Ankara’dan bir kişinin arabaları kiralanmış, bir müteahhidin. Günde
galiba 120 milyon liraya şey etmiş ve çalışan araba da 20-25 milyarlık bir
araba. Yani görüyor musunuz; adam bir ay çalışacak ve işte, aşağı yukarı 3
milyar civarında para alacak ve getirecek işte devletin sayesinde böylesi
olaylara karışacak.
Şimdi, sayın milletvekilleri, şimdi bu AKP’liler diyorlar ki: “Biz
devleti çiftlik gibi kullanmıyoruz.”
Bakın, şimdi benim elimde Dış Ticaret Müsteşarlığı ve Orta Anadolu
İhracatçı Birliğinin 20/11/2009 tarihli bir ödeme
çizelgesi var. Bu ödeme çizelgesinde, bakın 2 milyar 360 milyon lira, devlet
bakanının bayram tebrikini göndermesi. Yine bu bayram tebriklerinin basılması
için 2 milyar 938 bin lira para harcanmış. Yine bu bakanlığın ağırlama ve şeker
gibi şeyler vermek için, akşam yemekleri için 10 milyar 21 milyon lira ödenmiş.
Yine bu bakanlığın taşıt giderleri, akaryakıt vesaire olarak 16 milyar lira bir
aylık ödenmiş. Yine bu bakanlığın ödediği telefon paraları 35 milyar lira. Yine
bu bakanlığın kullandığı taşıtların bakımı için 7 milyar lira... Bu taşıtlar
kimin biliyor musunuz? Bu taşıtlar Dış Ticaret Müsteşarlığı Orta Anadolu
İhracat Birliğinin taşıtları.
Şimdi, ihracat rejimine göre ihracatın binde 5’iyle binde 2’si
arasında bu Dış Ticaret Müsteşarlığı ve İhracatçılar Birliğinden bir para
kesiliyor, bu bir fon. Şimdi, bu fonda bizim Devlet Bakanımız Sayın Zafer
Çağlayan, ayrıca Devlet Bakanlığından ayrılan Kürşad Tüzmen…
Mesela Kürşad Tüzmen iki tane araba kullanıyor ve bu
iki arabada devletin şoförünü kullanıyor, hâlâ kendisi milletvekili olmadığı
hâlde.
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) – Milletvekili…
KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, bakan olmadığı hâlde, milletvekili
herhâlde canım.
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) – Ama siz “milletvekili olmadığı hâlde”
dediniz.
KAMER GENÇ (Devamla) – Neyse, bakan olmadığı hâlde. Herhâlde anlarsın sen arifsin.
Arabanın plakası “06 TMD 34” plakalı araba, “06 AG…” plakalı
araba. Mesela bir ayda Kürşad Tüzmen’in harcadığı
benzin 3 milyar 958 milyon lira.
Şimdi, ayrıca, yani burada telefon paraları, bakanlıkların özel
müşavirleri, bakın burada yazıyor, “Bakan özel müşavirinin telefon parası”,
“Bakan özel müşavirinin araba benzin parası”,“Danışmanın özel yakıt parası.”
Şimdi, yine önüme gelen bir şey de Başbakanlık Dış Ticaret
Müsteşarı Orta Anadolu İhracatçı Birliğinin bir ayda 2 milyar 660 milyon
liralık telefon parasını devlet bakanlığı protokolünde çalışan kişi ödüyor.
Yine devlet bakanlığında 23/11/2009 tarihli 4 milyar
405 bin liralık para devlet bakanlığı hesabına ödeniyor. Kim ödüyor? Dış
Ticaret Müsteşarlığı Orta Anadolu İhracatçı Birliğinden bu para ödeniyor. Yine
bir telefon parası 23/11/2009’da 5 milyar 399 milyon
yine Devlet Bakanı Danışmanı Mehmet Sarı’nın telefonu. Yine Devlet Bakanının
telefonu 4 milyar 254 bin lira…
Şimdi, değerli milletvekilleri, devlet bakanlarının işte bu
İhracatçılar Birliğinde, Dış Ticaret Müsteşarlığında ödenen telefonların
listesi de burada. Şimdi nasıl oluyor bu? Devletin parası. Devlet, İhracatçılar
Birliğinde, yani ihracatta her sene yaptıkları ihracatın binde 5’i ile binde
0,5’i gibi bir para kesiyor. Bu parayla ihracatçıların sorunlarının çözülmesi
gerekirken bizim bakanlar kendi danışmanlarının, bakanlık… Bakan tebrik
gönderiyor, tebrik parası bu paradan ödeniyor; bakan tebrik bastırıyor, parası
buradan ödeniyor; telefon paraları buradan ödeniyor.
Peki, soruyorum şimdi AKP’lilere: Bunun bir aylık yekûnu aşağı
yukarı 74 milyar küsur. Ben, tabii soru önergesi verdim de soru önergemize de
cevap verilmedi. Peki, bunlar çiftlik midir arkadaşlar? Bu devlet parasını
böyle harcamak niye? Tabii, devlet parası olunca, hesabı da sorulmayınca,
denetlenmeyince işte isteyen istediği gibi harcıyor.
Şimdi, yine bu taşıtların bir kısmı getiriliyor özel taşıtlarla
mübadele ediliyor, diyor. Mübadele edilirken 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nu
uygulamıyoruz. Yahu arkadaşlar, bu bürokrasiye bu kadar keyfîlik
tanıyamazsınız. Yani, insanlar böyle… Kamu İhale Kanunu’nu niye çıkardınız?
Kamu İhale Kanunu’nu çıkardınız ki devlet ihalelerinde bir ciddiyet olsun. Ee, siz bu ihaleleri yaparken hiçbir kural olmadan, daire
amirinin veya politik baskıyla binlerce arabayı getireceksiniz, çok küçük
fiyatlarla birilerine rant sağlayacaksınız. Bu olmaz
sayın milletvekilleri! İşte, bu devletin paraları böyle talan ediliyor. E,
denetim de yok.
Şimdi, yine burada bir yazı var; işte bu İhracatçılar Birliğine
ait otel, lokanta işi varmış. Bakan Bey hemen çıkmış gazetelere bir beyanat
vermiş: “Efendim, bunları satacağız.” Bunu satmamış, oradaki personeli dışarıya
atmış, orayı kendi özel ziyafetleri için, özel ağırlama yerleri için
kullanılıyor!
Yine, kendi kanunlarında hüküm olduğu hâlde, emeklilerin
İhracatçılar Birliği Genel Sekreterliğinde çalıştırılmaması gerekirken orada
İhracatçılar Birliği Genel Sekreteri emekliyken getirilip burada
çalıştırılıyor. Yani kanunları çıkarıyorsunuz, kanunları siz uygulamıyorsunuz,
keyfiliklerin âlâsı sizin zamanınızda.
Geçen gün Gelir İdaresi Başkanlığından gençler geldi bana. Şimdi,
bu arkadaşlarımız, yapılan imtihanda en başta yani aldıkları puanlar itibarıyla
20’nin içindeki kişiler, sözlüye giriyorlar: “Ananın ismi ne?” “Babanın ismi
ne?” “Nerelisin?“ Birisi diyor ki: “Yani benim babam Elâzığlı. Fakat nasıl
olmuşsa herhâlde anamı da araştırmışlar. ‘Babam Elazığlı’ dedim. ‘Ya annen
nereli?’ dediler. ‘Annem de Tuncelili’ dedim. O zaman tamam, hemen soru sormadan
çıkardılar.” Yani bakın, devri iktidarınızda o kadar bölücülük yapılıyor ki, o
kadar ikilik yapılıyor ki, insanların doğum yerine, ırkına -pek ırka da şey
bakmıyorsunuz da- ama inancına bakarak en tabii hakkı olan kamu hizmetini
almaktan mahrum ediyorsunuz. Allah’tan insanın korkması
lazım. Allah bunların cezasını size sorar, soracağına da inanıyorum.
Yani, her türlü işlemde maalesef böyle ayrımcılık var.
Onun için, değerli milletvekilleri, AKP İktidarı zamanında Türkiye gerçekten çok
büyük bir kaosa, büyük bir talana gitti ve bunun sonucunu Türkiye çekiyor, halk
çekiyor.
Şimdi biraz önce burada Sayın Şükrü Elekdağ
Cumhuriyet Halk Partisi adına bir konuşma yaptı. Yapılan konuşma çok ciddiydi. Türkiye karanlık bir rejimde devri iktidarınızda. Peki, bu İktidar
sağır mı kardeşim, dili mi yok? Niye çıkıp buna cevap vermiyor? Biz bir
milletvekili olarak büyük bir huzursuzluk içindeyiz, büyük bir kuşku içindeyiz.
AKP’nin birtakım gizli pazarlıklar içinde olduğunu biliyoruz bunu ama bu
söylenenleri… Eğer hiç olmazsa böyle değilse çıksınlar, yalan da olsa
yalanlasınlar. Yalan da olsa yalanlamadıklarına göre, demek ki perde arkasında
bu Türkiye Cumhuriyeti devletine kurulan, AKP tarafından kurulduğu söylenen
tuzakların varlığı devam ediyor. Buna karşı susmakla bir şeye varamazsınız.
Değerli milletvekilleri, bunların bizden önce sizin…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) - …üzerine gitmeniz lazım.
Teşekkür ederim Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.
Şahıslar adına ilk söz Kırıkkale Milletvekili Sayın Turan Kıratlı’ya aittir.
Buyurun Sayın Kıratlı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
TURAN KIRATLI (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi Kanunu Tasarısı’nın 16’ncı maddesi üzerinde
söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
16’ncı maddeyle, kamu kurum ve kuruluşlarında kullanılan resmî
taşıtların bütçe üzerindeki yükünü hafifletmek ve verimli kullanımlarını
artırmak amacıyla yeni düzenlemeler getirilmektedir.
Değerli milletvekilleri, AK PARTİ hükûmetleri,
seksen bir vilayette sağlıkta, ulaşımda, eğitimde, sosyal konularda çok ciddi
hizmetler gerçekleştirdiler. Bu bağlamda Kırıkkale ilimiz de büyük hizmetler
aldı. Kırıkkale bir sağlık kenti oluyor, beş tane hastane yapılıyor. Diş
hastanesi yapıldı, iki yüz yataklı tıp fakültesi hastanesinin kaba inşaatı
bitti. Tugayın eski yerinde yanık hastanesi ve kanser araştırma hastanesi
inşaatı devam ediyor. Yüksek İhtisasın bahçesinde üç yüz yataklı yeni
hastanenin temeli atıldı.
Makina ve Kimya Kurumu
AK PARTİ iktidarıyla tam bir atılım içerisindedir, bu dönem yüz beş proje
üretildi. Türkiye’de ilk defa Devlet Demir Yollarıyla iş birliği içinde 300
milyon dolarlık bir yatırımla tren tekerleri fabrikası kuruluyor. Makina Kimya artık zarar etmiyor, en büyük yüz kuruluş
arasına girmeyi başarmıştır. Artık işçi çıkarmıyor, işçi alıyor. Bu vesileyle,
Sayın Başbakanımızdan Makina Kimya çalışanları adına
bir talebim var; Makina Kimya çalışanlarını
rahatlatacak Başbakanlığa gelen kanun tasarısının bir an önce
yasalaştırılmasıdır.
Ulaşımda Kırıkkale altmış üç vilayetin geçiş noktası, makas bir il
konumuna gelmiştir. Elmadağ yolu büyük ölçüde bitti. Karadeniz tarafından gelen
trafiği Kırıkkale üzerinden Konya Kulu’ya bağlayan duble yolun inşaatı devam ediyor. Ankara trafiğini
rahatlatacak, güzergâhı 110 kilometre kısaltacak ciddi bir yol projesidir.
Delice-Çerikli-Keskin-Çelebi yolunun proje ihalesi
yapıldı. Ankara-Kırıkkale-Kırşehir duble yolu yüzde 95
bitirildi.
Ankara-Kırıkkale-Sivas hızlı tren yol yapımı hızla devam ediyor.
Bölgemiz için bir güzel haberimiz de, Kırıkkale’yi Samsun’a,
limana ulaştıracak olan tren yolunun proje ihalesi yapıldı. Ankara, Kırıkkale
ve Çorum’daki yatırımcılar için iyi bir avantaj sağlayacaktır.
Keskin ilçemizin girişine köprülü kavşak ihalesi yapıldı.
Kırıkkale şehir girişini düzenleyecek çok katlı kavşak yapımı için çalışmalar
başlatıldı.
Kırıkkale Üniversitemize iktidarımız döneminde ciddi yatırımlar
oldu. Fen fakültesi, veteriner fakültesi binaları yapıldı ve yarım kalan
fakülte binaları tamamlandı.
Öğrenci sayısı ikiye katlandı. Her ilçeye bir yüksekokul
çalışmaları hızla devam ediyor.
500 kişilik modern bir öğrenci yurdu hizmete girdi. 500 kişilik
yeni bir yurt yatırım programına kondu. Kızılırmak kenarında uygulama oteli ve
turizm meslek lisesi yatırım programına alındı.
Delice ve Sulakyurt cezaevlerinin yeni ilave binaları bitti.
Keskin’e 700 kişilik kapalı ve açık cezaevi yapım çalışmaları başlatıldı.
Bin kişilik polis meslek yüksekokulu yapılıyor. Her ilçeye yeni
emniyet müdürlüğü binalarının ihaleleri yapıldı.
Yeni hükûmet konağı inşaatının ihalesi
yapıldı.
Keskin sulama barajının inşaatı devam ediyor, Sulakyurt barajı
ihale sürecinde, Akçakavak barajının proje ihalesi yapıldı.
Bir güzel haberimiz de Kırıkkale başta olmak üzere, bölgemiz ve
Ankara için Kızılırmak Yeşil Vadi Projesi başlatıldı.
Projeyi Kırıkkale Valisi iken kurgulayan Bursa Valimiz Sayın Şehabettin Harput’a ve projeyi başlatan Çevre ve Orman
Bakanımız Sayın Veysel Eroğlu’na teşekkür ediyorum.
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Hocam, Vali Bey burada, Vali Bey’e
teşekkür et.
TURAN KIRATLI (Devamla) - İlimizde Hükûmetimizin
altyapı hizmetleri özel sektörü de coşturdu. Birinci Organize Bölgemiz doldu,
İkinci Organize Sanayi Bölgemize talepler her geçen gün artıyor.
Kırıkkale elektrik üretim merkezi oluyor. Beş tane holding, doğal
gaz çevrim santrali kurmak için Kırıkkale’ye geldi, çalışmalarını başlattılar.
Yine bir holding Türkiye’de ilk defa maden rafinerisi kurmak üzere
Kırıkkale’ye geldi, çalışmalarını sürdürüyor.
Türkiye'nin yeniden imarında emeği geçen, başta Sayın Başbakanımız
olmak üzere, herkese teşekkür ediyor, 2011 yılı bütçesinin hayırlı olmasını
diliyorum.
M. NURİ YAMAN (Muş) – Sayın Vali burada.
TURAN KIRATLI (Devamla) – Tabii, daha önce hizmeti geçen tüm
müteşebbislere teşekkür ediyoruz, biz de yenileriyle taçlandırıyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kıratlı.
Antalya Milletvekili Sayın Abdurrahman
Arıcı, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
ABDURRAHMAN ARICI (Antalya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 16’ncı
maddesi hakkında söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Ben, fazla konuşmayacağım, 2011 bütçesinin ülkemize hayırlı
olmasını diliyorum. Bütçede katkıda bulunan tüm milletvekili arkadaşlarıma
teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arıcı.
Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Ağyüz…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım, siz, Bakanlar Kurulunun kibar ve çevreye duyarlı
bir Bakanısınız. Gaziantep seçim bölgemiz. Cerityeniyapan
ve Acaroba bölgesinde Sof Dağı’nı tehdit eden taş
ocaklarına ilgi göstermenizi ve bunun önlenmesi için çaba göstermenizi
diliyorum.
Ayrıca, resmî taşıt alımlarında ve lojmanlardaki artış bu yıl çok
gözüküyor, neden acaba?
Asgari Ücret Tespit Komisyonu son toplantısı 28 Aralıkta
yapılacak. Asgari ücretin insanca yaşayacak, en azından açlık sınırının üzerine
çıkarılması Hükûmetinizce düşünülüyor mu?
Ayrıca, HES’leri AKP İktidarı çok
övüyor. Çevrecilerin kazandığı davalara karşın, neden uygulama şansını
yakalamıyoruz? HES’lerde, üretimde çalışan insan
sayısı 3’ü geçmezken ve enerji açığına katkısı yüzde 1’lerdeyken doğayı tahrip
etmesini doğru buluyor musunuz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ağyüz, mikrofon çok yakın
olduğu için sizi duyamıyorlar.
Ha, süreniz de bitmiş bu arada, pardon.
Sayın Paksoy…
MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, genel sağlık sigortası uygulamasının yeşil kartlılar
yönünden uzatılması bir seçim yatırımı mıdır? Uzatmaya niçin ihtiyaç
duyulmuştur? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamı ne zaman genel sağlık
sigortasına geçecektir?
Yine, makam arabası konusunda: Arkadaşlar da bahsetti, makam
arabası kullanım bakımından birinci sıradayız. Japonya’da, İngiltere’de,
Fransa’da 10 binler sayısında iken bizde 115 bin olduğu doğru mudur? Fakir
fukaranın parasıyla alınan bu araçlar çifte plaka taşımaktadır; biri sivil, diğeri
resmî plaka. Sayın Bakan, makam arabası saltanatına ne zaman son vereceksiniz?
Üçüncü sorum: 2011 yılında işsiz ziraat mühendislerinin istihdamı
konusunda bir çalışmanız var mıdır? Varsa kaç kadro vereceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Özdemir…
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakana soruyorum: Seçim bölgem Gaziantep’in bölgesel
kalkınma sürecinde, bölgemizde insan kaynaklarının güçlendirilmesi ve özellikle
kendi hesabına çalışma, iş ve istihdam yaratma potansiyelinin artırılması,
mevcut ve yeni kurulacak KOBİ’lerin desteklenmesi ve iş birliği ortaklık
potansiyelinin yükseltilerek kolektif düzeyde rekabet etme gücünün artırılması,
KOBİ odaklı projeler, hibe ve kredilerin artırılması, yeni özel sektör
yatırımlarının gerçekleştirilmesi, kentsel yaşam kalitesinin yükseltilmesi
açısından bu konular Gaziantep için çok önem taşımaktadır. Bu konulardaki çalışmalarınız nelerdir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Sayın Başbakanın korunması amacıyla birkaç ay önce
basına da yansıyan 360 derece dönebilen, dürbünlü ve kameralı, her biri
yaklaşık 1 milyon TL’lik özel koruma araçlarının alındığı haberleri doğru
mudur? Doğru ise bu amaçla kaç adet araç alınmıştır? Sayın Başbakanın koruma
ordusu emrinde hangi türden, toplam kaç adet araç görev yapmaktadır?
İki: Kamu kurumlarına araç satın alınması ya da kiralanması
konusunda Maliye Bakanlığı olarak bir başa baş noktası
analizi çalışması yapılmış mıdır? Yapıldıysa kaç kilometrelik kullanıma kadar
kiralama ekonomik bulunmuştur? Buna uyan kaç kurumumuz şu anda vardır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bu soruyu, Samsun Milletvekilimiz Osman Çakır adına soruyorum, o
kendisi istemiştir. Bafra Ziraat Odası Başkanlığı ve 20 tane muhtarın göndermiş
olduğu bir dilekçedir. Tabii, aynı konu diğer illerin hepsinde de vardır, Tokat
ili dâhil olmak üzere.
Kamulaştırma, toplulaştırma ve arazi değiştirilmesi ve dağıtım işlemlerinin
tamamlanması veya tapuya tescili sonuçlandırılıncaya kadar bu araziler ipotek
edilemez ve satış vaadine konu olamaz. Bundan dolayı da ülkemizin değişik
bölgeleri ve Bafra ilçemizin yirmi köyünde ve ayrıca Tokat ili ve ilçelerinde
bu uygulama hâlen devam etmektedir. Ziraat Bankası ve özel bankalar nezdinde
tapular asıl teminat olarak kabul edilmemektedir. Bundan dolayı da insanlarımız
kredi alamamaktadırlar. Bununla ilgili bir çalışma yapılmakta mıdır?
Ayrıca, 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine
İlişkin Kanun’da yapılması istenen değişiklikle ilgili kanun teklifi
Meclisimizin gündemindedir. Bu kanun ne zaman çıkacaktır?
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
DEVLET BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Teşekkür ediyorum.
Evet, merkezî yönetim taşıt sayısı soruldu. 2003 yılında 86.837
adet, 2010 yılında ise 87.171 adet taşıt araçları vardır.
Ayrıca, kamu lojmanlarıyla ilgili arkadaşlarımız bir soru tevcih
ettiler. Kamuda ihtiyaca binaen bir lojman artışı söz konusu olabilir ama bu
konuyla ilgili yaygın bir şekilde “Lojman artışı vardır.” gibi bir ifadeyi
kabullenmek mümkün değil. Aksine, bu konuda daha ciddi bir planlama ile lojman
sayılarının azaltılması ve bazılarının da satışıyla ilgili Hükûmetimizin
karar aldığını öyle tahmin ediyorum milletvekili arkadaşlarımız da
bilmektedirler.
“Yeşil kart süresi uzatılması seçim ekonomisi mi?” Bu sekiz yıl
içerisinde bir hayli seçim gerçekleşti. Hükûmet
olarak bir seçim ekonomisi uyguladığımızı kimse söyleyemez, böyle bir şey söz
konusu değil. Mali disiplinin, bütçe imkânlarının rasyonel kullanılması
konusunun öneminin bilincinde olan bir Hükûmet olarak
milletin hukukunu ekonomik alanda da sağlıklı bir şekilde koruma konusundaki
genel kural ve kriterlerden sapma bugüne kadar söz
konusu değildir. Onun için, yeşil kartlılarla ilgili genel sağlık sigortasına
geçilmesi durumunda bir değişim söz konusu. O da, 2012’nin 1’inci ayı
itibarıyla genel sağlık sigortasına geçilmesiyle birlikte yine yeşil kartlılar
devam edecek ama belki isim farklılığı söz konusu olacaktır. Kesinlikle seçim
ekonomisi söz konusu olmadığını tek cümleyle ifade etmek istiyorum.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Greyderler seçim ekonomisinden sayılmıyor
mu?
DEVLET BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) - Ziraat mühendisleri, bu
konudaki havuzdaki mühendis sayısı bugünün konusu değildir, yılların bir
birikimi. Gelişen, kalkınan Türkiye şartlarında tabii ki istihdam alanında da
dünyada olumsuz seyir olmasına rağmen Türkiye’de olumlu bir seyrin cereyan
ettiğini hep beraber izliyorsunuz. İşsizlik sayısındaki düşüşler de ortadadır.
Tarım alanındaki teknolojiye yapılan yatırımlar inanıyorum ki mühendis istihdamında
da önümüzdeki süreçte bu alandaki sıkıntıları gidermeye neden teşkil edecektir.
Koruma araçları: Bir ülkenin başbakanının nasıl korunacağı teknik
bir konudur ve gelişen şartlar, gelişen olaylar ne gibi tedbirlerin, ne gibi
yöntemlerin uygulanması gerektiği konusu hepimizin saygı duyması gereken bir
konudur. Bunun politize…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Ne kadar? Bir bilelim.
DEVLET BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Teknik olarak, sayısal olarak
soru sorduğunuz için şu anda elimde olmadığından yazılı olarak bunların
cevabını veririz.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Vermiyorsunuz Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) - Ama başbakanların, bakanların,
yetkililerin… Bu, bugünkü iktidara yöneltilecek bir soru değildir. Dünkü ve
gelecekteki iktidarların da bu konuda alacakları önlemler ve tedbirler mutlaka
bilgiye ve belgeye, bilimselliğe dayanıyordur. Buna saygı duymamız gerekiyor.
Ben teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
17’nci maddeyi okutuyorum:
Mahalli idarelere yapılacak Hazine yardımları
MADDE 17 – (1) Maliye Bakanlığı bütçesinin;
a) 12.01.31.00-06.1.0.07-1-05.2
tertibinde yer alan ödenek, 13/1/2005 tarihli ve 5286 sayılı Kanunun geçici 7 nci maddesi çerçevesinde, il özel idarelerine veya
büyükşehir belediyelerine devredilen personelin aylık ve diğer her türlü mali
ve sosyal haklarına ilişkin ödemelerini karşılamak üzere 2/7/2008 tarihli ve
5779 sayılı İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden
Pay Verilmesi Hakkında Kanunun geçici 1 inci maddesi çerçevesinde il özel
idarelerine veya büyükşehir belediyelerine,
b) 12.01.31.00-06.1.0.08-1-07.1
tertibinde yer alan ödenek, Köylerin Altyapısının Desteklenmesi Projesi
(KÖYDES) kapsamında köylerin altyapı ihtiyaçları için il özel idareleri ve/veya
köylere hizmet götürme birliklerine,
c) 12.01.31.00-06.1.0.9-1-07.1 tertibinde
yer alan ödenek, Belediyelerin Altyapısının Desteklenmesi Projesi (BELDES)
kapsamında belediyelerin içme suyu ve atıksu
projelerini gerçekleştirmek üzere İller Bankası Genel Müdürlüğüne,
tahakkuk ettirilmek
suretiyle kullandırılır. BELDES Projesi kapsamında ihtiyaç olması halinde genel
bütçe kapsamındaki ilgili kamu idaresi bütçesine de ödenek aktarılabilir. Bu
fıkra kapsamında ilgili idarelere yapılan Hazine yardımları haczedilemez ve üzerine
ihtiyati tedbir konulamaz.
(2) Birinci fıkranın (b) ve (c) bentlerinde yer alan ödeneklerin,
2011 Yılı Yatırım Programında belirlenmesini müteakip, KÖYDES Projesi için
iller bazında; BELDES Projesi için ise belediyeler bazında dağılımı,
kullandırılması, izlenmesi ve denetimine ilişkin usul ve esaslar Yüksek
Planlama Kurulu tarafından karara bağlanır.
BAŞKAN – Birleşime on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.39
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.55
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral
AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),
Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
40’ıncı Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine
devam ediyoruz.
Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Tasarının 17’nci maddesi
üzerinde gruplar adına ilk söz, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Siirt
Milletvekili Sayın Osman Özçelik.
Buyurun.
BDP GRUBU ADINA OSMAN ÖZÇELİK (Siirt) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 17’nci
maddesi üzerine Barış ve Demokrasi Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz
aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
17’nci madde yerel yönetimlere merkezî bütçeden yapılacak hazine
yardımını düzenleyen bir madde.
Sayın milletvekilleri, Türkiye 780 bin kilometre kare, 73 milyon
nüfus, 81 il, 2.948 belediye ve biz yerel yönetimlerin yerelin sorunlarını, en
ince sorunlarını bile buradan çözmeye çalışıyoruz. İşte, tıkanma buradan
başlıyor. Dünyada artık bu anlayış terk edildi. Bütün dünyada yerel sorunların
yerelde çözümlenmesine dair projeler üretiyorlar ve demokratik özerklik
projeleri geliştiriyorlar. Bunu yapabilen ülkeler kendi birliklerini
güçlendirebiliyorlar, birliklerini koruyabiliyorlar, ekonomik refah düzeylerini
yükseltebiliyorlar. Ancak, Türkiye gibi çok etnisiteli,
çok kültürlü, çok inançlı, çoğulcu yapıya sahip ülkeler bu eski anlayışta devam
ettikleri sürece, bu tutumlarında ısrar ettikleri sürece bu ülkelerde ekonomik,
siyasal, sosyal sorunlar yaşamaya devam ediyorlar; iç çatışmalara neden oluyor,
hatta ayrılma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar.
İşte, bu gerçekten hareketle, Avrupa Birliği, 1985 yılında Yerel
Yönetimler Özerklik Şartı’nı kabul etmiş, bunu öngörmüş ve üye ülkelerin de
Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na uygun düzenlemeler yapmasını emredici bir
hüküm olarak ortaya koymuş, üye ülkelere zorunluluk getirmiş. Türkiye, 1988
yılında, üç yıl sonra Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı kabul etmiş ama bazı
maddelerine şerh koyarak kabul etmiş. Şerh koymadığı maddelerle de ilgili
dikkate alınabilir bir gelişme, bir çözümleme görmüyoruz.
Türkiye’nin seksen yıldır uyguladığı devlet yönetme biçimiyle
artık biz bu yüzyılda barış içinde, demokrasisi gelişmiş, yereli güçlendirilmiş
bir yapı ortaya çıkarmamız mümkün değil. Değişime mutlaka ihtiyaç var. Yeni
siyasal yapılanma, yeni yönetsel durum, yeni yaşam tarzının mutlaka yeni
projelerle ortaya konulması lazım. Eskide ısrar çözümsüzlük getirmekte,
toplumda kaos yaratmakta ve karşılıklı güven
duygularının sarsılmasına neden olmaktadır. Şu anda Parlamentoda, bulunan
siyasi partiler, ne yazık ki, mevcut statükonun
dışında, mevcut statükonun değişmezliğine kilitlenmişler ve yeni bir proje
maalesef üretilemiyor; eskide ısrar, eskiyi biraz belki revize ederek eskide
ısrar ediyorlar.
Biz, demokratik özerklik projemizle yeni çağın
yönetim tarzını Türkiye’ye sunuyoruz, bu bir Türkiye projesidir; Türkiye’de
gönüllü birlikteliğe dayalı, eşit koşullarda, insanca yaşayabileceğimiz,
demokrasimizi geliştirebileceğimiz bir proje olarak ortaya koyuyoruz. Bu yanlış
anlaşılıyor, özellikle ve kasıtlı olarak sanki bölünmeye gidecek bir yolun
başlangıcı gibi sunuluyor, oysa öyle değil. Birlikte, gönüllü birlikte
yaşamanın güvencesi olarak görüyoruz demokratik özerklik projemizi ve sadece
belli bir bölgede değil, Türkiye’nin bütün bölgelerinde, ihtiyaç duyulan
bölgelerde demokratik özerklik projesinin yaşama geçirilmesi Türkiye’nin
hayrına olacak bir durumdur.
Özerklik lafından insanlar korkuyorlar, Kürt sözcüğünden
ürküyorlar, Kürtlerin yaşadığı topraklarının tarihsel adının Kürdistan
olmasının ifade edilmesinden korkuyorlar. Bunda korkulacak bir şey yok; tarihte
böyle anılmış, böyle geçmiş.
Bakın, Mustafa Kemal, Amasya Protokolü’nün 1’inci maddesinde,
Osmanlı Devleti’nin düşünülen ve kabul edilen sınırları Türk ve Kürtlerin
oturdukları yerleri kapsadığını ifade ediyor, Amasya Protokolü’nün 1’inci
maddesinde. Yine Mustafa Kemal’in çeşitli telgraflarında, mektuplarında, gerek
padişaha gerek bazı askerî birimlere yazdığı mektuplar ve telgraflarda, başlıklarını
kısaca okuyorum: “Kürdistan’la ilgilenmek gerekir.” diyor Genelkurmay
Başkanlığına yazdığı telgrafta. “Kürtlerle uzlaşın.” diyor Diyarbakır Valisine
yazdığı telgrafta. Yine Mustafa Kemal, Edirne’deki Kolordu Komutanına yazdığı
mektupta “Ezici çoğunluğu Türk ve Kürt olan bu iller” diye söz ediyor. “Türk,
Kürt, Çerkez, kardeşiz.” diye bir başka yazıda, “Kürtler Türklerle birleşti”
diyor çünkü Kürtlerin ayrılma talebi olan bir bölümüyle Mustafa Kemal ve
arkadaşları görüşerek, uzlaşarak, birlikte yaşamanın daha uygun olacağında
mutabakata varıyorlar ve “birleştik” diyor.
Kürdistan’a otonomi projesi geliştiriyor Mustafa Kemal. Türkiye
Büyük Millet Meclisi –o zaman Büyük Millet Meclisi- Başkanı sıfatıyla Mustafa
Kemal El Cezire Komutanı Tuğgeneral Nihat Paşa’ya bir mesaj gönderiyor. Bakın,
El Cezire Komutanına yazılan mesajda ne deniyor: “Aşamalı olarak bütün ülkede
ve geniş ölçekte, doğrudan doğruya halk gruplarının ilgili ve etkili olduğu bir
biçimde yerel yönetimlerin oluşturulması iç politikamızın gereğidir. Kürtlerle
dolu bölgede ise hem iç politikamız hem de dış politikamız açısından ölçülü
yerel bir yönetim kurulmasını savunmaktayız” diyor Mustafa Kemal. “Ulusların
kendilerini yönetmeleri yetkisi bütün dünyada benimsenmiş bir ilkedir.” diyor
aynı mesajında. Biz de bu ülkeyi benimsiyoruz. Kürtlerin bu döneme kadar yerel yönetime
ilişkin örgütlerini kurmuş ve başkaları ile yetkilerini bu amaç için bizce
kazanılmış olması ve oyladıklarında kendi kaderine sahip oldukları Türkiye
Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edileceği söyleniyor. Kürdistan’daki
bütün çalışmaların bu amaca dayalı politikayla yönetilmesi El Cezire
Komutanlığının görevi olarak belirleniyor. Kürdistan’da Kürtlerin Fransızlar ve
özellikle Irak sınırında İngilizlere karşı savaşmalarını istiyor, birlikte
otonomi kurulacağını ve Türkiye Cumhuriyeti’nde ülkenin ortak sahibi olunacağı
mesajları veriliyor. Savaş işleri bakanlığına yazdığı mektupta “Ben
Anafartalar’da, Kürdistan’da, Suriye’de orduya komutanlık ettim.” diyor. Yani
Mustafa Kemal “Kürt” sözünü söylemekte, “Kürdistan” sözünü söylemekte hiçbir
beis görmüyor, hatta birlikte yaşamanın koşulu olarak demokratik yerel özerklik
projesine sahip olduğunu ifade ediyor.
Şimdi, bunları biz söylediğimizde kimi çevreler sinir uçlarına
dokunduğumuzu söylüyorlar. Bu bizim sorunumuz değil, sinir uçlarını açık
tutmayın. Biz düşüncelerimizi, biz projelerimizi ifade etmekten hiçbir şekilde
geri durmayacağız. Değişim ve dönüşüm buna bağlıdır. Herkesin görüşlerini
açıkça ifade edebileceği demokratik bir ortam yaratmanın başka da yolu yoktur.
Sinir uçlarının kapalı olması, daha duyarlı, daha sağlıklı, daha sağduyulu,
ortaya konan projeler ne kadar aykırı olursa olsun onun olumlu bir yanını
görmek, tartışmak, konuşmak ve hep birlikte daha doğruyu bulma konusunda açık
olmalıyız. Irkçı söylemlerden, ayrıştırıcı söylemlerden herkesin kaçınması
lazım, biz de böyle yapmaya çalışıyoruz. Kesinlikle bu anlama gelebilecek
sözlerden kaçınıyoruz.
Bakın, Birleşmiş Milletler Yerli Halklar Haklar Bildirgesi
yayınladı 2007 yılında. Uluslararası sözleşmeler var, beyannameler var;
Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa Birliği, üye olduğu Birleşmiş Milletlerin
belgeleri var. Türkiye’nin bunlara kayıtsız kalması, özgün bir ülke, bütün
bunlardan kopuk bir ülke olarak yaşaması mümkün değil. Dünyanın kabul etmiş
olduğu hukuk normlarını kendi yaşamımıza uygulamak zorundayız.
Zaman yetersiz olduğu için kısa bir iki paragraf okumak
istiyorum: Birleşmiş Milletler Yerli Halklar Bildirgesi: “Ulusal, ırksal, dinî,
etnik ve kültürel farklılıklar temelinde bazı halkların veya bireylerin
diğerlerinden üstün oldukları temeline dayalı veya böyle bir iddiada bulunan
tüm doktrin, politika ve uygulamaların ırkçı, bilimsel olarak yanlış, yasal
olarak geçersiz, ahlaki olarak kınanacak ve toplumsal yönden haksız olduğunu
beyan eder.” diyor. Buna dikkat
çekiyor.
Çok önemli maddeler var. Kırk sekiz maddeden oluşuyor bu
beyanname, bu bildiri. Tamamını okumak için fırsat yok ama mesela, bakın,
20’nci madde ne diyor: “Yerli halklar kendi siyasi, ekonomik ve sosyal
sistemlerine ve kurumlarına sahip olma ve bunları geliştirme, varlık ve
kalkınma araçlarına güvenle sahip çıkma ve geleneksel ve diğer ekonomik
faaliyetlerini özgürce sürdürme hakkına sahiptir.” diyor.
Bizim talebimiz, bütün dünyanın kabul ettiği demokratik
ilkelerdir.
Saygılarımla. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özçelik.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Niğde Milletvekili Sayın
Mümin İnan. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın
“Mahallî idarelere yapılacak Hazine yardımları” başlıklı 17’nci maddesi
hakkında Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle
yüce heyetinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın bu maddesiyle
Maliye Bakanlığı bütçesinin kanunda belirtilen tertiplerinin mahallî idarelere
gerekli olan payların hangi oranlarda, ne şekilde verileceği usul ve esasları
belirlenmiştir. İl özel idareleri, belediyeler ve köyler “yerel yönetimler”
olarak adlandırdığımız bu üç yapı kamu yönetiminin önemli ve vazgeçilmez
parçalarıdır.
Bu idareler, yerel halkın, temizlik, ulaşım, altyapı, çöp
toplama, itfaiye gibi temel bazı ihtiyaçlarını karşılaması yanında imar planı,
inşaat ruhsatı, kaçak inşaatlarla mücadele, kamulaştırma, toplu konut yapımı,
hal, pazar yeri kurulması, sinema, tiyatro, kütüphane, spor tesisleri ve
benzeri gibi sosyal ve kültürel nitelikli hizmetlerle birlikte gıda, çevre
sağlığı kontrolü, fiyat kontrolü gibi denetim ve kontrol hizmetleri, yörede
yaşayan insanların beşikten mezara kadar günlük hayatını kolaylaştırabilmek
için her türlü hizmetle görevlendirilmiş bulunmaktadır.
Bu kurumlara kaynak aktarırken aslında kaynağın o kurumlara değil,
o yörede yaşayan vatandaşlara aktarıldığı bilinciyle kaynak aktarmak gerekir. Belediyelere paylarını gönderirken bazı belediyelere haksızlık
yapıldığı belediye başkanları tarafından ifade edilmekte.
Yaz ve kış mevsimlerine görü nüfus oranları büyük değişiklikler
gösteren belediyelerin hizmet götürmede büyük zorluklarla karşılaştığı bilinen
bir gerçektir. Bu durumun gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Ayrıca, belde belediyelerine “proje yardımları” adı altında farklı
bakanlıklardan yapılan yardımların siyasi düşünceler, hatta aynı ilin iktidar
partisine mensup milletvekillerinin etkisiyle iktidar belediyeleri arasında
bile ayrım yapıldığı belediye başkanları arasında konuşulan çok ciddi bir
konudur. Yapılan bu yardım listeleri kamuoyuyla açıkça paylaşılırsa bu ayrımcı
tablo daha net ortaya çıkacaktır.
Son mahallî idareler seçimlerinde özellikle iktidar partisi
adaylarının, halkın algılamasını etkileyip düşüncelerini değiştirmek için
kullandıkları “iktidarla el ele” sloganları bir anlamda siyasi rüşveti
çağrıştırmıştır. Hatta bunun ötesinde bazı bakanlar “AKP’ye oy verirseniz
Ankara’dan muslukları açarız, yoksa siz bilirsiniz.” gibi seçmeni tehdit eden
sözler de sarf etmişlerdir.
Referandum öncesinde muhalefet belediyelerinde, özellikle
Milliyetçi Hareket Partili belediyelerin üzerindeki baskıyı artık herkes
bilmektedir.
En son Bursa ilimizin bir beldesinde yapılan mahallî idareler
seçimlerinde devlet imkânlarının nasıl kullanıldığı ortadadır. Burada bir
vatandaşımızın gazetecilere söylediği “Evladım, bunların hepsi göz boyama.
Seçimden sonra bir şey kalmaz.” ifadesi, bu çarpıklığın çok açık bir
göstergesidir.
Sayın Başbakanın ve bakanların muhalefetin kazandığı şehirlerdeki
konuşmalarında ve o yörenin belediye başkanlarını küçük düşürücü tarzda
konuşmaları gerçekten çok üzücüdür. Çünkü bir başbakanın ve bakanın, belediye
başkanları arasında ayrım yapması adaletsizliğin ta kendisidir. Hükûmetin hem kendi içinde hem de diğer belediyeler
arasında uyguladığı çelişkili ve adaletsiz tutumundan vazgeçmesi ve adil
davranmasını talep etmek, bizim de o yörede yaşayan insanların da hizmet
bekleyen vatandaşlarımızın da hakkıdır.
Ayrıca, AKP Hükûmeti tarafından
kapatılan ve mahkeme kararıyla tüzel kişiliğine devam eden belde belediyeleri,
şu anda maddi imkânsızlıklar içinde kıvranmakta ve bu belirsizliğin ne zaman
ortadan kalkacağını beklemektedirler.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; geçmişte
ekmeğini yediğim Köy Hizmetleri, 2005 yılında AKP iktidarları tarafından
kapatılmıştır. Bu dairenin taşınmazları, diğer kamu kurumları arasında
dağıtılmış, merkez personeli Tarım ve Köyişleri
Bakanlığına, taşra personeli ise İstanbul ve Kocaeli’de
belediyelere, diğer illerde ise özel idarelere devredilmiştir. Kapatılmasının
üzerinden yıllar geçmesine rağmen, neden kapatıldığı hususunda kapatanları
haklı çıkaracak bir gerekçe ortaya çıkmamıştır. Bu birimin, köylerin ve bunlara
bağlı yerleşim birimlerinin yollarını yapmak, bu yerleşim birimlerini yeterli
ve sağlıklı içme suyuna kavuşturmak, toprak ve su kaynaklarını geliştirmek ve
yararlı hâle getirmek gibi birçok görevi vardı. Bunun yerine ne getirdik? İl
özel idareleri eliyle yürütülen KÖYDES ve Köylere Hizmet Götürme Birliği. Ne
değişti? Değişen, merkezde yetişmiş, uzmanlaşmış, siyasi baskılardan kısmen
uzak birçok kadro tasfiye edildi, yerine daha fazla siyasi, baskı altında
kalabilen, teknik olarak daha küçük projelere mahkûm ve en önemlisi, ayrımcı,
vatandaşa hizmet anlayışını oy veren-vermeyen gibi bölgelere göre hizmeti
götürme, çoğunlukla yandaş müteahhitlerle yürütüldüğü
için de çok yetişmiş elemanların, alanında uzman personelin atıl bırakıldığı
bir yapı ortaya çıkmıştır. Bugün, KÖYDES’in yaptığı
projelerin birçoğu sıkıntılı bir durumdadır ve yeniden tamiri ve tadili
gerekmektedir.
Bugün geriye dönüp baktığımızda hazineden yerel yönetimlere
ayrılan paylar, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün personel ve görevlerinin de
birimlere devredildiği düşünülürse reel olarak hizmetler gerilemiştir. Geçmişte
Köy Hizmetlerinin kapatılması yetmezmiş gibi, bugün, Sayın Maliye Bakanının bu
yıl bütçe sunuş konuşmasındaki mealen
“Belediyelerin ve il özel idaresi çalışanlarının ihtiyaç fazlası sürekli
işçilerini merkezî yönetim kapsamındaki belli ve bazı idarelere aktaracağız.”
açıklamaları da, özellikle farklı siyasi görüşe mensup binlerce belediye
işçisini ve sendikaları kaygılandırmaktadır. Bunun bir kadrolaşma hareketine
veya bir personel kıyımına dönüşülmesinden tedirgin olmaktadırlar.
AKP hükûmetleri, KÖYDES ve BELDES’le ilgili ne kadar övünürse övünsün, ülkemizde
birçok belediyenin kanalizasyon ve altyapı problemleri hâlâ devam etmektedir.
Bunların kaç tane olduğu da şeffaf bir biçimde devlet tarafından açıklanırsa
bunlar çok daha iyi görülecektir. İl özel idareleri tarafından özellikle
iktidara yakın belediyelere yatırmış olduğu para miktarlarıyla karşılaştıkları
hizmet ile muhalefet belediyelerine yatırdıkları para ve aldıkları hizmet
arasında çok farklılıklar olduğu da apaçık bir gerçektir.
Mahallî idarelerin bir parçası olan ve hemen hemen her siyasetçinin “Demokrasimizin temel taşıdır.” diye
söze başlayarak övgüler yağdırdığı köy ve mahalle muhtarlarımızın
Meclisimizden, ekonomik ve sosyal durumlarının düzeltilmesiyle ilgili yasa
düzenlemeleri beklediklerini de buradan hepimiz biliyoruz ve bütün
milletvekillerinin ve Hükûmetin buna destek vermesi
gerektiğini de bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilli arkadaşlarım; Sayın Maliye
Bakanı bu yılki bütçe sunuş konuşmasında, 2010 yılı için cari açığın 40 milyar
dolar civarında olmasını beklediklerini ifade ettikten sonra, 2011 yılı
bütçesinin hazırlığında temel aldıkları makroekonomik büyüklükleri
açıklamıştır. Bu açıklamalara göre, ihracat 127 milyar dolar, ithalat 199,5
milyar dolardır. Sayın Bakanın beklediği gibi her şey istedikleri ve
planladıkları gibi gitse bile kendi öngördükleri cari açık 75 milyar dolara
dayanmaktadır. 2010 yılındaki bize göre yüksek olan cari açıkla mukayese
edildiğinde bile cari açıktaki artış oranı yüzde 80’in üzerindedir. Bu bile,
hâlâ gerekli dersin alınmadığının ve yine AKP Hükûmetinin
alıştığı şekilde, sıcak para girişiyle borçlanmaya ve dolayısıyla üretmeden
ithal ederek tüketmeye dayalı bir ekonomik modelin benimsendiğinin en önemli göstergesidir.
Zaten çok kırılgan olan uluslararası ekonomide en ufak bir dalgalanma bu yıl
cari açığımızı 100 milyar dolar sınırına getirebilir.
Yine aynı konuşmada Sayın Bakan “Son dönemde yükselen enerji
fiyatları, hızlı ekonomik büyüme ve reel döviz kurunun değerlenmesi, cari
açığın artışında belirleyici olmuştur.” diye cari açıkla ilgili açıklama
yapmıştır.
Evet Sayın Bakan,
geçen gün basına yansıdığı gibi, geçmiş AKP hükûmetlerinin
2003 yılında çıkardığı yasaya petrol şirketlerinin çıkarları doğrultusunda
istedikleri gibi ilave opsiyonel fiyatlandırma
yapmalarına imkân sağlayan bu hüküm konulursa, yanlış dış politik tercihlerden
dolayı bize dünya piyasalarının altında enerji satan Azerbaycan gibi kardeş
ülkeler küstürülürse enerji maliyetlerimizin artacağı doğaldır.
Üretim yapan ve ihracat yapan sanayicilerimizin feryatlarına kulak
tıkayıp döviz kurunu zımni baskı altında tutup üretmeden borçlanarak ithal
ürünlerin tüketilmesine dayanan bir ekonomik model benimsenirse cari açık
büyüyecektir.
Şimdiye kadar muhalefet partilerine mensup birçok konuşmacı bu
kürsüden, konunun uzmanı birçok kişi de değişik kanallarla ve basın yoluyla bu
konuyla ilgili Hükûmeti uyarmaya çalışsa da maalesef Hükûmet bu konuda herkese kulak tıkamıştır.
Yine Sayın Bakan “Bütçe reel kesimleri kucaklayan bir bütçe.”
demektedir, esnafa destek verdiğini söylemektedir, köylüye, çiftçiye,
sanayiciye destek verdiğini söylemektedir ama bunların hiçbirinin yeterli
olmadığı da, çiftçinin, sanayicinin, üreticinin, tüketicinin borçlarının her
geçen gün hızlı bir biçimde arttığı da apaçık bir gerçek olarak ortada
durmaktadır değerli arkadaşlar.
AKP döneminde borçların büyüdüğünü herkes bilmektedir, sosyal
hayatın fakirleştiğini ve her geçen gün insanların hayat gailesi içerisinde ve
kaygısı içerisinde olduğunu bilmektedir.
2011 bütçesinin insanlarımızın geleceğe daha umutla bakabilmesi
için hayırlı bir bütçe olmasını temenni ediyorum ama görünen o ki 2010’da
olduğu gibi 2011 bütçesinin de beklentilere cevap vermeyeceği apaçık bir
gerçektir.
Bu vesileyle hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Yine de
bütçenin hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnan.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Amasya Milletvekili Sayın
Hüseyin Ünsal.
Sayın Ünsal’a on beş dakika söz vereceğim çünkü şahsı adına da söz
talebi var, birleştiriyorum.
Buyurun Sayın Ünsal. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz
yasa tasarısının 17’nci maddesi üzerinde söz aldım. Madde, belediyelere vergi
gelirleri üzerinden ve BELDES ve KÖYDES projelerine yapılan yardımlarla
alakalı. Tabii buraya gelmeden evvel, başka bir konuyu sizlere okumak
istiyorum. Sayın Başbakanın bütçe konuşması: “Bekâra karı boşamak kolay. İşi
yap işi! Senin belediye başkanın. Yap!” Bir
konuşmasında, yine devam ediyor: “İşte senin partinin belediyesi, hadi ver 600
lira.” Şimdi, bir sayın başbakan çıkıp da kamu görevi yapan belediye başkanları
hakkında “senin belediye başkanın, benim belediye başkanım…” Çünkü “benim
belediye başkanım” deyiminden de burada söz ediyor. “Ve yine bir dosyadan daha
bahsettin önce. Hemen irtibatı kurduk ve benim belediye başkanım değerli
arkadaşlar…” Şimdi, belediye başkanları arasında benim ve senin ayrımı yaparsa
demin burada konuşan Suat Kılıç Arkadaşımızın sözü havada kalmış olacak.
Kendisi, Başbakanın Beyrut’a gittiğinde bütün siyasi partilerin temsilcisi
olarak gittiğini söyledi. Sayın Başbakan Beyrut’ta bütün siyasi partilerin
Başbakanı da Türkiye'ye gelince CHP’li, MHP’li, diğer partilerin belediye
başkanlarının Başbakanı değil mi? Tabii, Başbakan bunu yapınca da kamu
görevlileri de başka işler yapmaya başlıyor değerli arkadaşlarım.
Bu konuyla ilgili eski bir belediye başkanı olarak araştırdım. Bu
konuyla ilgili benim de soru önergelerim vardı. Manisa Milletvekili Arkadaşımız
burada yok, Sayın Erkan Akçay Arkadaşımızın da soru önergesi var. Bu soru
önergelerini Maliye Bakanına sorduk. Maliye Bakanı da sanırım burada yok ama
bürokratları var, zaten bu soru önergelerine o bürokratlar cevap veriyor. Bu
bürokratlarımızın yazdığı, Maliye Bakanımızın da verdiği cevabın sorularında
şunlar vardı. “Şu ana kadar kaç belediye başvurdu? Başvuran belediyelerin
siyasi partilere göre dağılımı nedir? Belediyelerin kaçına hangi gerekçeyle bu
ödenekten kaynak aktarılmamıştır?” diye Maliye Bakanlığı yardımlarından hangi
belediyelerin kaçar lira alacağına dair soru önergelerimiz vardı. Cevaba bakın
değerli arkadaşlarım… Şimdi burada hepimiz rahatsız olacağız çünkü
memleketlerimize gittiğimizde o belediye başkanlarıyla siyasi parti ayrımı
gözetmeksizin bir dostluk ilişkisi içerisinde yerel bazda
konuşuyoruz. “Söz konusu talepler, başka bir ayrım yapılmaksızın bütçe
imkânları çerçevesinde karşılanmaya çalışılmıştır.” Bir Maliye Bakanlığı ve
Maliye Bakanlığı personeli bu kadar basit bir cevapla bir milletvekilini
cevaplandırabilir mi? Hâl böyle olunca da bir sürü şeyler, gerekçeler ortaya
çıkıyor.
Bunlardan bir tanesini daha sizlere aktarmak istiyorum, İller
Bankasıyla ilgili yapılan yardımlar. İller Bankasının yıllık kârından ödenekler
ayrılıyor ve bunlar belediyelere dağıtılıyor. Değerli arkadaşlarım, tablosu
burada. En son 2009, 2007’yi söyleyeyim size: 2007 yıllarında BELDES projelerine
yapılan yardımlar 49 belediye içinde 27 tane AKP, 2 tane CHP, 2 tane DSP, 1
tane YTP, 1 tane SHP, 1 tane Büyük Birlik Partisi, 5 tane SHP o tarihte. Şimdi
bu adalet mi? 2008 yılı içinde 15 tane AKP, CHP yok, 3 tane MHP, 2 tane
Demokrat Parti. 2009 yılı içerisinde 103 tane Adalet ve Kalkınma Partisine, 14
tane CHP’ye, 26 tane MHP’ye, 3 tane Demokrat Partiye. Hâliyle Adalet ve
Kalkınma Partisinin belediye sayısı fazla olduğu için tabii ki, bir miktar
fazla olacak, ama oranlara baktığımızda hiçbir şekilde adalet unsurunu buradan
görmemekteyiz. Bunun sebebi şu: Bütçe konuşmasında bir Başbakan “senin belediye
başkanın-benim belediye başkanım” demeye başlarsa o para dağıtılırken onun
altındaki bakan, onun altındaki bürokratlar da hâliyle bu ayrımları yapacaklar.
Dolayısıyla, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında, on sene belediye
başkanlığı yaptım, bu iktidar dönemindeki belediye başkanlarına karşı yapılan
bu partizanca tutum kadar hiçbir şekilde karşılaşmadım. On senelik hayatımın
belki sekiz senesi muhalefet partisi olarak geçti, ama bu derece hiçbir şeyle
karşılaşmadım.
Şimdi, bir örneğini daha vereceğim değerli arkadaşlar, bu örnek de
şu: “Kaynakları itibarıyla vadesi geçmiş hazine alacakları” diye bir bölüm var
Kamu Finansmanı Genel Müdürlüğünün kaynağı, raporu da oradan aldım. Toplam
vadesi geçmiş alacak 8 milyon 192 bin 740 TL olduğu için 8 katrilyona denk
geliyor. Bunun mahallî idarelerden olan alacağı 7,7 katrilyon. Bu mahallî
idarelerde en çok borcu kimin var? Tabii ki Ankara Belediyesinin, 4,7 trilyon lira.
Şimdi, bir hazine olduğu gibi Ankara Belediyesine çalışabilir mi? Vadesi geçmiş
alacakları tahsil edemiyorsunuz; bunun üzerine, yasalar getiriyorsunuz, BOTAŞ’a
borcunu ödemeye kalkıyorsunuz, faizlerini siliyorsunuz. Şimdi, belki de yeni
bir uygulamayla, torba yasa içerisinde Ankara Belediyesiyle ilgili yeni bir
yasa getireceksiniz. Bu Meclis, bütünüyle, Ankara Belediyesinin keyfî
harcamalarını karşılamak üzere hazineye olan borçlarını silmeye mecbur mu?
Böyle bir ihtiyacımız var mı bizim?
Bu Ankara Belediyesini hep beraber irdeleyelim, bir bakalım kimler
ne yapmış, neler yapmış: Şimdi, baktığımızda Ankara Belediyesine, belediye
hazineye borcunu ödemiyor, çok açık, BOTAŞ’a borcunu ödemiyor. Kırk ilde 180
dolara doğal gaz aboneliği yapılmış, Ankara Belediyesi 300 liradan yapmış, hiç
kimsenin itirazı yok, su paraları fahiş fiyatta ve pis su akıtılıyor ve Ankara
Belediyesiyle ilgili arkadaşlarımızın en ufak bir araştırması yok, bu konuda
tepkisi yok. Bunları biz muhalefet olarak dile getiriyoruz ama en büyük görev
de Adalet ve Kalkınma Partisi sıralarındaki değerli milletvekili arkadaşlarıma
düşüyor, onlar da Ankara’nın şu anda vatandaşı.
Ne yapmış bu Ankara Belediyesi? Yaptığı çalışmalar yok değil, var
ama ben bazılarını söyleyeyim:
İmar Komisyonu Başkanı var, bir zamanlar, geçmişinde terzilik
yapmış -kimsenin tabii mesleğiyle ilgili bir problemimiz yok ama- o terzi
arkadaşımız Ankara Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonu Başkanı; yetmemiş, bir
caddeye adını vermişler, gayrimenkul zengini olmuş, 22 tane konutun ve arsanın
sahibi.
İhsan Fincan, ASKİ Genel Müdürü; 60 milyon dolar servet, 38 tane
müstakil konut, 20 daire, 36 arsa, 19 iş yeri.
Emlak İstimlak Daire Başkanı; görev
sırasında sahte özel evrak tanzim etmekten hapis cezası yemiş ve emlak zengini.
İsmail Çalık, Mezarlık Müdürü; 7.300 tane mezarın parasını cebine
atmış, mezarları mükerrer satmış, Sayın Gökçek bunu on iki yıl boyunca
duymamış, duyduktan sonra da bir savcılığa suç duyurusunda bile bulunmamış.
Şimdi, bizi dinleyen hem milletvekillerimize diyorum hem de bizi dinleyen
savcılara suç duyurusunda bulunuyorum buradan.
Murat Taşer, BELKO’nun
Genel Müdürü; hakkında, dolandırıcılık ve emniyeti suistimalden
dava açılmış. O kadar çok ki bunları söyleyeceğimiz örnekler ama ben bir
kısmını burada söylemeye çalıştım. Bunlarla ilgili en ufak bir çalışma
yapılmamış ve bunlar Gökçek tarafından, o belediyenin en üst bürokratları
olarak, imar komisyonu başkanı, meclis başkan vekili, genel müdürleri olarak
çalışmış. Peki, Melih Gökçek kim? Şimdi, biraz sonra, arkadaşlarımız,
bilgisayarı olan arkadaşlarımız girsinler İnternet’e, göremeyecekler. Mal
varlığını açıklamayan tek Büyükşehir Belediye Başkanı. Böyle bir şey kabul
edilebilir mi? Açıklamıyor ve bundan da sıkıntı duymuyor. Bundan sıkıntıyı
-üzülüyorum, üzülerek de ifade ediyorum- maalesef AKP sırasındaki arkadaşlar da
duymuyor.
Değerli arkadaşlarım, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunda
hesapları incelerken baktığımız konulardan bir tanesi de İller Bankasından
kredi alan belediyeler. İller Bankasından kredi alan belediyelere baktığımızda
-yaklaşık 3 bin belediye var arkadaşlara sordum, net sayısını söyleyemiyorum
ama- bunların içerisinde ilk 50 belediye toplam açılan kredilerin yüzde 53’ünü
almış, yüzde 47’si de 2.950 belediyeye kalmış.
Şimdi, bu adalet midir? Bu 50 belediyeyi araştırın, arkasından,
hepsinin Adalet ve Kalkınma Partili belediyelerin çıktığını görüyoruz ve bundan
büyük bir üzüntü duyduğumuzu da buradan bir kez daha sizlere söylemek
istiyorum.
Dolayısıyla, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarında Türk
belediyeciliğine darbe atılmıştır. Kentsel Dönüşüm Yasası’yla atılmıştır, sık sık yasalar değiştirilmiştir atılmıştır, ama en büyük
sıkıntı da Türk belediyeciliğine, belediyelerin seçim çevreleriyle ilgili,
seçildiği siyasi partilerle ilgili yapılan ayrım belediyeciliğe yapılan en
büyük darbedir. Dolayısıyla, burada bir kez daha şiddetle kınadığımızı söylemek
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, burada metro işi en
son söz konusu oldu. İzmir Büyükşehir Belediyesi için de “600 lira ver.” dedi
Sayın Başbakan. Şimdi, en son duyduk, öğrendik ki Ulaştırma Bakanlığına
İstanbul ve Ankara’nın metroları devrediliyor,
inşaatlarını onlar yapacak, işletme hakları tekrar belediyelere verilecek,
belediyeler de borçlarını nasıl ödeyecekse, bugüne kadar ödemeyen Ankara
Büyükşehir Belediyesi metrodan doğan borcunu ödeyecek. Ama burada bir şey ihmal
edilmiş: Türkiye'nin 3’üncü büyük şehri İzmir Büyükşehir Belediyesi kendi
imkânlarıyla, kendi ekonomik yatırımlarıyla yeterli çalışmaları yapmış. Şimdi
Ulaştırma Bakanlığına bir başvuruda bulundu, bunu tüm İzmir milletvekili
arkadaşlarımıza ve AKP’li arkadaşlara söylüyorum: İzmir bizim göz bebeğimiz,
İzmir Büyükşehir Belediyesinin Ulaştırma Bakanlığına yapmış olduğu metroyla
ilgili “Yapın bu metroyu, teslim edin bize.” teklifini -ki bu teklif buradadır,
isteyen arkadaşlarıma veririm- Ulaştırma Bakanlığının da ciddiye almasını
bekliyoruz çünkü öğrendik ki Ulaştırma Bakanlığı DLH’ya
ödenekleri ayıracak, Ankara ve İstanbul’un metro
sorununu çözecek. İzmir kendi olanaklarıyla yaptığı işleri yaptı, bitirdi ama
bunun da devamını istiyoruz çünkü Ankara’da, Ankara Büyükşehir Belediyesi
tarafından yıllardır metronun sözü ediliyor ama en ufak bir çalışma yok ve
işte, metro istasyonlarına gittiğimizde, her tarafta,
o bültenlerde “Metro büyüyecek. Metro genişleyecek.” diye duyuyoruz ama hiçbir
çalışmanın, hiçbir gelişmenin olmadığını da gözlerimizle görüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, burada bir önemli konudan daha sizlere söz
etmek istiyorum. Dün yaşanan bir yürüyüş sonrası… Asgari ücretle çalışan
insanlarımız… Bugünlerde Asgari Ücret Tespit Komisyonu çalışmalarını yapıyor ve
bu Komisyon sonuçlandıracak. Buradaki hep, bütün arkadaşlarımıza bir görev
düşüyor, sadece bize muhalefet olarak da değil, zaten esas görev iktidar
partisine düşüyor. 620 lira gibi bir ücretle yaşamak zorunda kalan asgari
ücretlilerin sorunlarına mutlaka eğilmemiz lazım. Asgari Ücret Tespit Komisyonunun
yapacağı tespitin çok doğru bir tespit olması için siyaseten de Türkiye Büyük
Millet Meclisi olarak da bizim müdahalemiz lazım, burada iktidara da
ihtiyacımız var. Onların çok masum istekleri var. Yürüyüş yaptılar dün
sağlıkçılar, bugün de Meclise geldiler, isteklerini dile getirdiler. 626
liranın yanında eğitim, sağlık gibi çok normal ihtiyaçlarının da parasız olarak
desteklenmesiyle ilgili talepleri var, bu taleplerinin mutlaka ve mutlaka
yerine getirilmesi gerekiyor. Ben, size, bu talepleriyle ilgili kısaca onların
isteklerini bir söyleyeyim: “Asgari ücret, ailemizin bütün zorunlu
ihtiyaçlarını karşılayacak, insanca yaşayacak bir ücret olmalı. Asgari ücretle
çalışanlar için elektrik, su, doğal gaz kullanımı asgari ihtiyaç sınırına kadar
ücretsiz olmalı. İşe gidip geldiğimiz, sabah 06.00-09.00, akşam 17.00-20.00
saatleri arasında ulaşım ücretsiz olmalı. Eğitimde hiçbir ad altında para
alınmamalı, eğitimin okul dışı giderleri de devlet tarafından karşılanmalı.
Sağlık tümüyle parasız olmalıdır. Asgari Ücret Tespit Komisyonunun yapısı
emekçilerin ağırlığı artırılarak genişletilmeli, görüşmeler kamuoyuna açık hâle
getirilmeli, anlaşmazlık durumunda işçilerin üretimden gelen gücünü
kullanabileceği zeminler yaratılmalıdır. Son olarak da asgari ücret net olarak
belirlenmeli, bölgesel asgari ücret uygulamasındaki yol da terk edilmelidir.”
diye, arkadaşlarımızın talebi var. Bu masum bir istektir ve Türkiye’de 626
lirayla yaşamak zorunda kalan, asgari ücretle geçinen işçilerimize bizim bu
konuda hassas olmamız gerekir diye düşünüyorum.
Sözlerimi tamamlarken… Biraz önce Amasya Tamimi ile ilgili bir
konu söylendi. Amasya Tamimi bu ülkenin kuruluş felsefesi, kuruluş manifestosu
yazılan, o felsefeyi kuran, bu cumhuriyetin temellerinin atıldığı bir
felsefedir. Amasya Tamimi ayrıştırmayı değil, birleştirmeyi
öneren, ülkenin bölünmez bütünlüğünü, vatanıyla, milletiyle bölünmez
bütünlüğünü öneren “Milletin istiklalini milletin azim ve kararı kurtaracak.”
derken bu ülkeyi, tek bir bayrak, tek bir millet altında birleştiren ama tabii
ki etnik ve mezhepsel olarak yapılan alt kimliklerin de her zaman için
yaşandığı bir cumhuriyet özlemiyle yapılan bir manifestodur, Türkiye'nin
kuruluş felsefesidir. Yanlış anlaşılmamasını istiyorum ve bu yanlış
anlaşılma konusunda değerli arkadaşlarımızın bugünlerde ortaya attığı özerklik
anlayışında Amasya Tamimi’nin yeri yoktur.
Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
ŞERAFETTİN HALİS (Tunceli) – Bir daha oku.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ünsal.
İstanbul Milletvekili Sayın İdris Güllüce. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Süreniz beş dakika.
İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2011 bütçesi kanun tasarısının 17’nci maddesi hakkında söz almış bulunuyorum.
Sizleri ve aziz milletimi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, KÖYDES ve BELDES projeleri, bugüne kadar
yapılmış projelerin en insani olanlarından birisidir. Bu projeler, yerel
yönetimleri güçlendiren projelerdir. Bu projeler, gelişmişsizlik dengesizliğini
ortadan kaldıran güzel projelerdir. İçme suyu ve yolu bulunmayan veya yetersiz
olan köy ve bağlılarının yeterli ve sağlıklı içme suyuna kavuşturulması ve köy
yollarının standardının yükseltilmesi amacıyla 2005 yılında başlatılan projenin
adı KÖYDES projesidir. KÖYDES projesinin amacı, hak ettiği hizmeti tam olarak
alamayan köylerimizin mağduriyetinin giderilmesi, köylerde hayat kalitesinin
artırılması, köylülerin ekonomik ve sosyal gelişmesinin sağlanmasıdır.
KÖYDES projesi dolayısıyla illere ayrılan ödeneklerin il düzeyinde
dağıtımı, valinin başkanlığında, il genel meclisi başkanı, il özel idaresi
genel sekreteri ve kaymakamlardan oluşan tahsisat komisyonları tarafından
yapılmaktadır. Tahsisat komisyonlarının yapımından da anlaşıldığı gibi, KÖYDES
çalışmalarıyla ilgili kararlar halka en yakın yerel yöneticiler tarafından
verilmektedir. Bu uygulama, hem katılım açısından hem yerel demokrasinin
gelişmesi ve hem de kaynakların etkili ve verimli kullanımı açısından büyük
önem taşımaktadır. KÖYDES projesi kapsamında, bugüne kadar, 2010 yılı başına
göre söylüyorum, 5 milyar 725 milyon TL ödenmiş bulunmaktadır. KÖYDES
projesinin en önemli hedeflerinden birisi, iller ve bölgeler arasındaki
gelişmişlik farkını en aza indirmektir.
Bu projede yapılan rakamları da vermek istiyorum. Bunlar 2010 Ocak
ayına göre verilmiş rakamlardır: Suyu bulunmayan 3.467 adet köy ve bağlısına
şebekeli içme suyu tesisi yapılmış, içme suyu yetersiz 28 bin köyün içme suyu
tesisleri yenilenmiş, içme suyu tesisi yapılan ve mevcut tesisleri
iyileştirilen 32 bin köy ve bağlısında toplam 9 milyon vatandaşımıza hizmet
verilmiştir.
BELDES projesine gelince, nüfusu 10 binin altında bulunan, içme
suyu ve yol altyapısı konusundaki yapım, tesis, geliştirme, bakım, onarım gibi
ihtiyaçlarının; demir, çimento, boru ve benzeri malzemelerin temini ile
şebekeli içme suyu tesisi bulunmayan belediyelere İller Bankası Genel
Müdürlüğünce yapılan tahsisi kapsar. 2008 yılında, 2007 yılından farklı olarak
-ki bugüne kadar pek göz ardı edilmiş bir konudur bu- kanalizasyon ve atık su
da bu işin içerisine katılmıştır. Bu projenin amacı, nüfusu 10 binin altında
bulunan belediyelerin altyapı ihtiyaçlarının giderilmesi, mahallî müşterek
nitelikli hizmetlerin kalite ve standartlarının yükseltilmesi, bu beldelerde
hayat kalitesinin artırılması, ekonomik ve sosyal gelişmesini sağlamasıdır.
Türkiye genelinde bu işin koordinasyonunu izleme görevi ise İçişleri Bakanlığı
Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir.
Değerli milletvekilleri, KÖYDES ve BELDES projeleri ile köylünün
göç vermesi önlenmiş, tarıma da zımni bir şekilde destek verilmiştir. Hizmet
yapmakta zorlanan belde belediye başkanları BELDES projesiyle rahat bir nefes
alabilmiştir. 2011 yılında ayrılmış olan 400 milyon TL ile belde
belediyelerimiz oldukça rahatlamış olacaklardır. BELDES projesiyle, ödenek
ayırdığımız belediye başkanlarının bugüne kadar yapamadığı ya da yaptığında
kaliteli yapamadığı projeler, artık Türkiye’de uygulamaları uzun süreye kalan
ve projeli olarak yapılmaya başlanan bir hâle gelmiştir. Türkiye’ye projeyi
getirmiştir, imalatın projeli olmasını getirmiştir, kaliteyi getirmiştir.
Dolayısıyla da oldukça faydalı bir proje olduğunu düşünüyorum.
2011 bütçesinin milletimize, insanlığa hayırlı olmasını diliyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Güllüce.
Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Varlı…
MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Maliye Bakanına soracaktım ama herhâlde Devlet Bakanımız
cevap verir buna.
Şimdi, AKP üyesi milletvekilleri veya bakanlar çıktıklarında, her
dönem çiftçiye mazot desteği, gübre desteği verdiklerini söylüyorlar. Gübrede
KDV oranı yüzde 18, süs eşyasında ve makyaj malzemesinde KDV oranı sıfır,
mazotta ÖTV belli.
Şimdi ben sormak istiyorum: Çiftçinin yaktığı mazottan aldığınız
ÖTV ile vermiş olduğunuz destek miktarlarını söyler misiniz? Çiftçiden
aldığınız, gübrenin KDV oranını söyler misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Özdemir…
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakana soruyorum: Seçim bölgem Gaziantep ve bütün
illerimizde yatırımların desteklenmesi amacıyla düzenlenen indirimli kurumlar
vergisi uygulaması, sadece yeni yatırımlarla elde edilen kurum kazançları
üzerinden uygulanacağı için, devam eden işletmelere yatırım döneminde bir
rahatlama getirememektedir. Oysa işletmelerin finansal desteğe en çok ihtiyaç
duydukları dönem yatırım dönemidir. Buna göre, indirimli kurumlar vergisi
kapsamında sağlanacak desteğin kurum kazancının tamamına uygulanabiliyor olması
için bir çalışmanız var mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Yıldız…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 2011 bütçesinde yatırımlara ayırdığınız bütçeyle işsizlikte
dünya şampiyonluğuna koşan ülkemizde işsizlik problemine -bu yatırım
ödeneğiyle- ne kadar çözüm getireceksiniz? Yaklaşık kaç işsizimize iş
sağlayacağınızı öngörüyorsunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Ağyüz…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim.
Sayın Bakan, bugün eşi çalışmayan ve 2 çocuklu bir asgari ücretli
aylık 626 lirayla geçinmek zorunda bırakıldı. Şu anda Asgari Ücret Tespit
Komisyonunda görüşülen bu tespitte insanca yaşam koşullarına ulaşması için Hükûmetinizin bir politikası var mı? Emekliye intibak
yasasını bu bütçe döneminde de neden unuttunuz? GAP’tan sorumlu Sayın Bakan
olarak… Seçim bölgem Gaziantep’te GAP sulama kanallarında neden ilerleme yok? Doğanpınar barajı niye askıya alındı? Ayrıca, doğa
tahribatı sizin iktidarınız döneminde niye bu kadar artıyor? Taş ocakları
Gaziantep’te alabildiğine yoğunlaştı, HES’ler büyük
tahribat yaratıyor. Bunlara neden özenli davranmıyorsunuz? “Çevreciyim.” diyen
Başbakan neden bu konularda duyarsız? Neden çevrecilerin sesine kulak vermiyorsunuz?
Onları muhatap alıp da kazandıkları davaları neden uygulamıyorsunuz Sayın
Bakan?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Paksoy…
MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın Bakan, vaat ettiğiniz eşit işe eşit ücret politikası
doğrultusunda, dört yıllık ev ekonomisi mezunları Tarım Bakanlığında teknik
hizmetler kadrosundan maaş alamamaktadır. Hâlihazır iki yıllık yüksekokul
muadili maaş almaktadırlar. Talepleri: Teknik hizmetler sınıfının tek çatı
altında toplanarak A, B, C, D bentlerinde çalışan tüm lisans mezunlarının aynı
maaşı yani aynı ek gösterge, özel hizmet tazminatı ve yan ödeme cetvellerinin düzenlenmesini talep
etmektedirler. Bu konuda bir müjde verecek misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Tankut…
YILMAZ TANKUT (Adana) -
Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, devamlı 2002
ile bugünü kıyaslama yapıyorsunuz. Ben de bir konuda 2002 ile kıyaslama
yapmanız için çok basit bir soru soracağım: 2002 yılında mutfak tüpü kaç liraydı?
2002 yılında mutfak tüpü ne kadardı? Asgari ücretli bir vatandaşımız asgari
ücretiyle kaç adet mutfak tüpü alabiliyordu? Bugün mutfak tüpünün fiyatı ne
kadardır? Yine, bugün, asgari ücretle bir vatandaşımız kaç adet mutfak tüpü
alabilmektedir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Taner…
RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, biraz önce sormuştum ama cevap
alamadım.
Ülkemizde 2 milyonun üzerinde çek mağduru var ve şu anda bir
İnternet sitesi kurup, orada birçok siyasinin telefon numaralarını yayınlayarak
Hükûmeti ve milletvekillerini uyarmaya çalışıyorlar.
Bu düzenlemiş olduğunuz torba yasanın içinde çek mağduriyetlerini giderecek
olan bir düzenleme var mıdır? Varsa bu konudaki çalışma ne aşamadadır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Enöz…
MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Elektrik üretiminde doğal gaz ve ithal kömür kaynaklarının önemli
bir yer tuttuğu bilinmektedir. Dışa bağımlılığın azaltılması ve bunun yerine
ikame edilecek doğa ve çevre dostu yenilenebilir enerji kaynaklarının bir an
önce devreye girmesi için yeni projeleriniz var mıdır? Bu konuda bir gecikme ve
ihmal görülüyor. Birtakım yasal düzenlemelerin bir an önce yapılması gerekmiyor
mu?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Bu, çiftçiye mazot, gübre desteği konularındaki rakamları yazılı
olarak verelim, şu an hatırlamıyorum ama şunu söyleyeyim: Sadece tabii çiftçi
kullanmıyor bu mazotu, başkaları da kullanıyorlar. Dolayısıyla, biz, çiftçiye
destek verirken mazottan KDV’yi indirerek değil de direkt çiftçiye bunun
karşılığını ödeyerek bunu yapıyoruz. Böylece diğer kullanıcılardan ziyade
çiftçiyi hedeflemiş oluyoruz.
“Teşvik sisteminde kurumlar vergisi indiriminiz işletmeler için
niye yok?” dediniz. Yeni yatırımlar için tabii, teşvik sistemi. Yeni bir
yatırım yaptığınız zaman, belli bir süre yatırımınızı belli bir oranda geri
kazanıncaya kadar bu indirimi uyguluyoruz ama işletme dönemi için ayrıca tabii
başka şeyler düşünmek gerekir. Bu, yatırımla ilgili tabii, yatırım miktarıyla
ilişkilendirilen bir şey olduğu için işletme harcamaları açısından veremiyoruz.
Ayrıca Avrupa Birliğinin rekabet kurallarına da bu aykırı
maalesef. Gümrük Birliğinden kaynaklanan yükümlülüklerimiz var. İşletme
dönemi anlamında böyle bir destek sağlayamıyoruz.
Sayın Yıldız’ın işsizlik ve yatırımlarla ilgili sorduğu bir soru
vardı. 2010 yılında işsizlik konusunda çok muazzam bir ilerleme sağladık. 2
puan -ki çok önemlidir- yani işsizlik rakamı gibi yapısal bir rakamla ilgili 2
puan bir yılda düşüş olması son derece önemlidir. 950 binin üzerinde bir
istihdam oluşturduk, geçen yıldan bu yıla 950 binin üzerinde istihdam oluştu ve
bunun da büyük bir kısmı tarım dışı istihdam. Diğer ülkelerle mukayese
ettiğinizde istihdamda ülkemizde çok ciddi gelişme var. Bunu kamu
yatırımlarıyla sadece izah edemeyiz tabii, özel sektör artı kamu yatırımlarıyla
izah edebiliriz ki özel sektör yatırımlarımızda da 2010’da güven ortamına bağlı
olarak ciddi bir artış görüyoruz. Hem kamu yatırımlarında hem özel
yatırımlardaki artışlar nedeniyle istihdamımızda da çok ciddi bir gelişme var.
İnşallah 2011’de de bu eğilim devam eder. Özellikle de özel sektör yatırımları
ağırlıklı olarak, bu eğilimin biz devam edeceğini düşünüyoruz.
Kamu yatırımlarında da ilk defa 50 katrilyonu aştık bu sene. 50
katrilyonun üzerinde kamu yatırımı gerçekleştirdik. Bunun da hem uzun vadeli
büyüme performansımızı artırdığını düşünüyoruz hem de işsizliğimiz açısından
önemli faydaları var ama dediğim gibi topyekûn bakmak gerekir.
Asgari ücret… Sayın Ağyüz’ün çeşitli
soruları vardı. Gaziantep’i hiçbir şekilde ihmal etmiyoruz. Gerçekten çok
dinamik bir ilimiz. Suriye ile ilişkilerimizden çok olumlu etkileniyor. Beşinci organize sanayi bölgesi kurulmak üzere. Sadece,
bakın, güneydoğudan yaptığımız ihracat, 1980 yılında tüm Türkiye'nin yaptığı
ihracattan şu anda daha fazla yani buradan, en geri kalmış yöremizden
yaptığımız ihracat.
AKİF AKKUŞ (Mersin) – O zaman bu ülkelerle ilişkilerimiz yoktu,
olmayan bir şeyi söylüyorsunuz.
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Sulama kanallarımızı da
yapıyoruz. Birtakım projelerde teknik bazı şeyler olabilir tabii, onlarla da
ilgileniriz.
Bu, mutfak tüpü, asgari ücret mukayesesi… 2002 yılında asgari
ücret 184 Türk lirasıymış, 2010 yılında 599 Türk lirası. Mutfak tüpü cinsinden
ifade edecek olursak 2002 yılında asgari ücretli bir vatandaşımız 9 tane mutfak
tüpü alabiliyormuş, 2010 yılında bu 11. (MHP sıralarından gürültüler)
YILMAZ TANKUT (Adana) – Yanlış! Yanlış bilgi veriyorsunuz.
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Arkadaşlarımızın, teknik,
hazırladığı şey. Ona tekrar bakabiliriz.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Bakan, yanlış.
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Bakanım, o piknik tüpüdür, piknik
tüpü.
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Bu, arkadaşlarımızın,
teknik, hazırladığı bilgi, ona tekrar bakarız. Fakat çok çeşitli göstergeler
var, hepsinde hemen hemen reel bir artış olduğunu
görüyoruz.
Bu, çek mağdurlarına dönük…
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Bizi nasıl kandırırsınız? Bize nasıl yanlış
şey söylersiniz?
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Yanlış değil efendim.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Teknik arkadaşlarımız var,
devletimizin bürokratları var, onların hesapladığı rakamlar. Biz burada
kendimiz ifade etmiyoruz.
MUHARREM VARLI (Adana) – Devlet adamı ciddiyetiyle cevap
versenize!
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – “Yeniden yapılandırmada çek
mağdurlarına dönük düzenleme var mı?” dediniz. Maalesef böyle bir düzenleme yok
ama geçen yıl, biliyorsunuz, zaten bu konuda gerekli düzenlemeler yapılmıştı.
Şu anda da oranlar itibarıyla baktığınızda da önemli bir iyileşme olduğunu da
görüyoruz.
Yenilenebilir enerji için belli düzenlemelerimiz var, yeni bazı
düzenlemeler de Meclisimizin gündeminde, önümüzdeki dönemlerde yapılır diye
düşünüyorum.
2002-2010 döneminde de, baktığınız zaman, enerjide toplam kurulu
gücümüz neredeyse yüzde 50 oranında artış göstermiş. Bu artışın üçte 1’ini de
yenilenebilir enerji oluşturuyor. Önümüzdeki dönemde de hidroelektrik ve diğer
alanlarda da buna devam edeceğiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan, zaman doldu. Kalan soruları…
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Teşekkür ederim Başkanım.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, ben bunu tutanaklara
geçmesi için söylüyorum.
Sayın Bakan ve sayın bakanlar sorulan sorulara doğru cevaplar
vermiyorlar. Rakamlarla bunu yarın basına açıklayacağız.
Tutanaklara geçmesi için söyledim.
BAŞKAN – Peki Sayın Şandır.
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Hangi rakamlar?
MEHMET ŞANDIR (Bingöl) – Tüp hesabı doğru değil, buğday hesabı
doğru değil. Yarın bunları rakamlarla açıklayacağız.
BAŞKAN – 17’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
18’inci maddeyi okutuyorum:
Fonlara ilişkin işlemler
MADDE 18 – (1) Türk Silahlı Kuvvetlerine stratejik hedef planı
uyarınca temini gerekli modern silah, araç ve gereçler ile gerçekleştirilecek
savunma ve NATO altyapı yatırımları için yıl içinde yapılacak harcamalar, 7/11/1985 tarihli ve 3238 sayılı Kanunla kurulan Savunma Sanayii Destekleme Fonunun kaynakları, bu amaçla bütçeye
konulan ödenekler ve diğer ayni ve nakdi imkanlar birlikte değerlendirilmek
suretiyle Savunma Sanayii İcra Komitesince tespit
edilecek esaslar çerçevesinde karşılanır.
(2) Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığına bütçe ile tahsis edilen mevcut ödeneklerden birinci
fıkra hükümleri gereğince tespit edilecek tutarları; Emniyet Genel Müdürlüğüne
bütçe ile tahsis edilen mevcut ödeneklerden helikopter, uçak alımları ile revizyonlarına, hava araçlarına füze önleme, tespit
sistemlerinin takılmasına ve Helikopter Elektronik Harp (HEWS) projesine
ilişkin tutarları; Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğüne bütçe ile tahsis
edilen mevcut ödenekler ile bu Genel Müdürlük bütçesine kaydedilen ödeneklerden
motorbot alımına yönelik tutarları; Orman Genel Müdürlüğüne bütçe ile tahsis
edilen mevcut ödeneklerden Helikopter Alım Projesi ve Helikopter Eğitim
Simülatörleri Merkezi Projesine ilişkin tutarları; Maden Tetkik ve Arama Genel
Müdürlüğüne bütçe ile tahsis edilen mevcut ödeneklerden araştırma gemisi
alımına yönelik tutarları; ilgili hizmetleri gerçekleştirmek üzere Savunma Sanayii Destekleme Fonuna ödemeye ilgisine göre Milli
Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Sağlık Bakanı, Çevre ve Orman Bakanı veya
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı yetkilidir.
(3) Savunma Sanayii Destekleme Fonundan
Hazineye yatırılacak tutarları bir yandan genel bütçeye gelir, diğer yandan
Milli Savunma Bakanlığı bütçesinin ilgili tertiplerine ödenek kaydetmeye ve
geçen yıllar ödenek bakiyelerini devretmeye Maliye Bakanı yetkilidir.
(4) İlgili yıllar bütçe kanunları uyarınca, yürütülmesi öngörülen
projeler için Savunma Sanayi Destekleme Fonuna aktarılan tutarlardan
kullanılmayan kısımlar, Savunma Sanayii Destekleme
Fonundan ilgili genel bütçeli idarenin merkez muhasebe birimi hesabına; özel
bütçeli idarelerde ise muhasebe birimi hesabına yatırılır ve ilgili idarenin
(B) işaretli cetveline gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen tutarlar karşılığını
ilgili idare bütçesine ödenek kaydetmeye genel bütçeli idarelerde Maliye
Bakanı, özel bütçeli idarelerde ise ilgili özel bütçeli idare yetkilidir. Milli
Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı
dışındaki idarelerde ödenek kaydı yılı yatırım programı ile ilişkilendirilerek
yapılır.
(5) İhracata yönelik devlet yardımları kapsamında Destekleme ve
Fiyat İstikrar Fonu (DFİF) ile ilgili görev, yetki ve her türlü işlemler 2011
yılında Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından yürütülür. İhracata yönelik devlet
yardımlarına ilişkin mevzuatla Hazine Müsteşarlığına yapılan atıflar DFİF
bakımından Dış Ticaret Müsteşarlığına yapılmış sayılır.
BAŞKAN – Madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
Tunceli Milletvekili Sayın Şerafettin Halis.
Buyurun Sayın Halis. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA ŞERAFETTİN HALİS (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ben de 18’inci madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Tabii burada bütçeyi görüşüyoruz, bütçenin ne kadar adaletli olup
olmadığı esası çok önemlidir. Bugün burada, biz turuncu koltuklarımızda, bu
sıcak ortamda otururken, üzerimize rehavet basmışken, hava dışarıda eksilerde
seyrederken bu ülkenin çocuklarının, kimliği olmayan, anası babası olmayan,
aile ortamından, aile sıcaklığından uzak kalan sokak çocuklarının sorunlarını
sizinle paylaşmak istiyorum.
Tabii, “sokak çocuğu” deyince herkesin tinerci çocuklar olarak
ürktüğü ya da onları patlamaya hazır serseri bir mayın gibi gördüğünü biliyoruz
ama bu çocukların buraya gelmesinde suçumuzun ya da suç payımızın ne olduğu
noktasında hiç kimse kendi üzerine hiçbir sorumluluk alma gereği duymuyor,
duymadı bugüne kadar.
Her ne kadar 1924 yılında Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi’ne imza
attıysak da daha sonrasında Çocuk Hakları Evrensel Sözleşmesi’ne imza atan bir
ülke olduysak da çocukları sokaklardan kurtaramadık ve o çocukları, o vahşetten
kurtaramadık. Şimdi, neden “vahşet” diyorum?
Öncelikle bu çocukları oraya iten nedenler nedir, onu sizinle
paylaşmak istiyorum. Yoksulluk ve parçalanmış ailelerin çocukları yüzde
82-87’yi teşkil ediyor. Nedir bu? Eğer bir ülkede gerçekten yoksulluk varsa
dolayısıyla aile düzeninin istikrarlı olması da beklenemez. Ve yetim, öksüz
çocuklar oluşturuyor. Aile içi şiddet, ihmal, göç ve savaştan kaynaklı
sorunlardan oluşuyor.
Şimdi, düşünün ki gecekondu yaşamı, bir ülke yaşam normunun çok
altında yaşam biçimi olarak kendisini gösteriyor ve her ne kadar Türkiye’de
sokakta yaşayan çocukların sayısı 26 bin olarak gösteriliyorsa da bu 26 bin
sayısının reel bir sayı olmadığı, tahminî bir sayı olduğu da biliniyor. Sadece
gecekondu yaşamından dolayı İstanbul’da 650 bin çocuğun sokağa atılma ya da
sokağa itilme riskiyle karşı karşıya olduğu söyleniyor.
Tabii, bu çocuklar sokağa düşünce nelerle karşı karşıya
kalıyorlar? Şiddet, fiziksel ve cinsel istismar, suça itilme, yanma, yaralanma,
bulaşıcı hastalıklar, kaçırma ve öldürme. Tabii düşünün, bunlar sizin
çocuklarınız olsaydı içiniz sızlar mıydı? Mutlaka sızlardı ama bugüne kadar
içimizin sızlamadığını da söylemek durumundayız çünkü empati
yapmadık. Empati yapmadıkça da vicdanımız nasır bağladı, vicdanlarımız kabuk
bağladı. Tabii, biz bu çocukların neden tinerci olduğuna, neden uyuşturucu ya
da uçucu madde kullandığına hiç bakmadan bunları hep öteledik. Bu çocuklar her
zaman karşımıza çıktılar. Hiçbir zaman bunların neden bu noktaya geldiğini
sorgulamadık. Onlar tineri ya da uçucu maddeleri niye alıyor? Şunu söyleyeyim:
Her şeyden önce bu acı gerçekten, yaşamış oldukları acı gerçekten kaçıp
kendilerine sanal bir dünya yaratmak için bu maddeleri alıyorlar, sokağın
şiddetine karşı direnişli olmak için bu maddeleri alıyorlar, soğuğa karşı
direnç göstermek için bu maddeleri alıyorlar. Her şeyden çok da yine bedensel
ve ruhsal güç oluşturma için bu maddeleri alıyorlar. Tabii, “tinerci çocuklar”
dedik, hep öteledik. Suçlu kim? Her şeyden önce suçlu hepimiziz
ama en fazla da en çok da iktidarda olan parti.
Şimdi, bu çocukları kim koruyacak? Dediğim gibi, 1924’ten bu yana
altına imza attığımız sözleşmelere rağmen bu çocukları hiç kimse koruyamadı. Bakın, Anayasa’nın beş maddesi bu çocukları koruma hükmü taşıyor ve
Türkiye’de Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu içinde korunması gereken
bu çocuklara Sosyal Esirgeme Kurumu nasıl bakmış, bir de ona bakalım: 2002
yılında 12 milyon TL olan bütçeden ayrılan pay, 2005’te 297 milyona çıkıyor ve
2010 yılında 2,3 milyar. Tabii ayrılan paya ihtiyacımız yok. Keşke bu
pay günden güne çoğalsa da bu çocukların gerçekten sokaktan çekilip bu yurtlara
getirilmesi ve bunların sıcak bir ortamda bulundurulması… Ama sırf sokaktaki
çocuklar değil sosyal esirgeme kurumlarında yaşayan çocukların da durumlarının
dışarıdaki çocuklardan çok farklı olmadığı biliniyor.
Bakın, Malatya’da 2005 yılında ekranlarda gördüğümüz dehşet
olayları hâlâ hafızalarımızdan silinmedi ve bugün bu bütçeye rağmen, Sosyal
Yardımlaşma Kurumunun nasıl bir hizmet vereceği noktasında kuşkularımız var.
İzmir Büyükşehir Belediyesi yardım kaynağı olarak ayda 50 milyon
para ayırıyor bu Esirgeme Kurumuna ve ne oluyor? Örtülü ödenek olarak müdür tarafından
değerlendiriliyor, bunun üzerine belediye bu desteği ve bu kaynağı geri alıyor.
Yine, İzmir İl Özel İdaresi yardım kurumuna bir araç veriyor.
Neden? Oradaki yaşlıları, çocukları taşıması ve onlara hizmet etmesi için. Ama
ne oluyor? Bakıyorlar ki sosyal hizmet için verilmiş bu araç, müdür tarafından
makam aracı olarak kullanılıyor.
Tabii, Sosyal Esirgeme Kurumu bununla da kalmıyor, kuruma alınması
gereken uzman meslekleri de yine ihale usulüyle alıyor. Hangi ihaleyle? Kuruma
temizlik işçisi alma, temizlik ihaleleriyle yapıyor bunu ve boş sözleşmeler
yapıyor çoğu zaman, maaş kesintisi yapıyor ki bunun çok somut bir örneği
olarak, yine İstanbul İl Müdürü “Maaşınızı kestiysek, beğenmiyorsanız çeker
gidersiniz.” demişti.
Yine, asli hizmet noktasında bu yıl alınan 418 kişinin 180’i asli
hizmet elemanı. Yani nedir? Sosyolog, psikolog vesaire. Tabii,
bununla da yetinilmiyor, dehşet verici açıklamalar geliyor bu Esirgeme Kurumu
hakkında.
Biliyorsunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurmuş olduğu Kayıp
Çocukları Araştırma Komisyonu var. Bu araştırma komisyonu bir duyarlılık
gösterdi, çaba gösterdi ve en sonunda Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürünü
konuşturma noktasına geldi. Ve bakın, çok ilginçtir, iddia edilenler bu Müdür tarafından
dehşet verici bir şekilde teyit ediliyor. Bakın, ne diyor Sayın Müdür:
“Kurumlarımızda dayak ve taciz olayı hatta fiilen tecavüz olayı da zaman zaman olabilmektedir -çok rahat, rahatlığın devamı var-
insan fıtratı var, insanın olduğu her yerde olur bu.” Şimdi,
siz tutuyorsunuz, yüzde 500’den daha fazla bir oranda bir bütçe ayırıyorsunuz,
biz buna karşı değiliz ama bu bütçeye rağmen, eğer bu kurumlarınızda müdürlük
yapanlar vahşet olaylarını, dehşet olaylarını çok soğukkanlılıkla olağanmış
gibi gösterirlerse işte bunda şunu hatırlatmak lazım size: Bu, artık
Türkiye'nin bir sosyal sorunu değil, bir vicdan sorunu, bir insanlık sorunudur.
Eğer burada gerçekten insanlık ve vicdan sorunu olarak bakılırsa Sayın
Başbakanın “En az 3 çocuk yapın.” önerisini de ayrı değerlendirmek gerekiyor
yani siz sokakta yaşayan en az 26 bin çocuğun kurtuluşu için bir çaba sarf
etmiyorsunuz, yine esirgeme kurumlarına aldığınız çocuklar üzerindeki vahşeti
ve dehşeti itiraf ediyorsunuz ama kendi insanınıza, halkınıza “En az 3 çocuk
yapın.” diyorsunuz. Yani böyle bir ülkede, yine 23 Nisan’ın tek çocuk
bayramı olarak kutlandığı yegâne ülke olma övüncüyle, sevinciyle konuşuyorsunuz
ama bu çocukların durumu bu.
Türkiye’de israf politikalarına yönelik de bir şey yok. Türkiye
millî gelirinin yüzde 25’inin israf edildiğine dair ilgili kurumların
açıklamaları var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) - Hiç olmazsa israf politikalarına
ilişkin bir düzenleme yapılırsa çok şeyin değişeceğine inanıyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Halis.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın
Mehmet Günal. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika, buyurun.
MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri ve yüce Türk
milletini saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, tasarının 18’inci maddesi “Fonlara İlişkin
İşlemler” başlığını taşıyor. Burada da Türk Silahlı Kuvvetlerine Stratejik
Hedef Planı uyarınca temini gerekli modern silah araç ve gereçler ile
gerçekleştirilecek altyapı yatırımlarına ilişkin ödenekler söz konusu ediliyor.
Açıkçası ben bu madde vesilesiyle diğer fonları da konuşup bazı
ekonomik konulara değinmek istiyordum. Ancak bunun içeriği hem Türk Silahlı
Kuvvetlerinin ihtiyaçlarıyla ilgili olduğu için ve son günlerde hem bu Genel
Kurulda hem de kamuoyunda tartışılan bazı konular gerçekten bu konu üzerine ve
maddenin içeriği üzerine bazı şeyler söylememi gerektirdi.
Değerli arkadaşlarım, burada Türk Silahlı Kuvvetleri için teçhizat
alımından bahsediyoruz. Öbür tarafta, bir taraftan alternatif ordu kuracak bazı
girişimler AKP Hükûmeti tarafından sırayla
gerçekleştiriliyor. Silah Yasası’nda Türk Silahlı Kuvvetleri dışındaki
birimlere de birinci kategoride ağır silahları ithal etme yetkisi bir taraftan
veriliyor. Tabii, bunun AGİT sözleşmelerine aykırı olduğunu da burada hatırlatmamız
gerekiyor. Yani bir alternatif ordu kurma, bir “Hudut Güvenlik Birimi” adı
altında profesyonel ordu kurma girişimleri, bir taraftan da ordu kuruluyor.
Maalesef Avrupa Birliğinin bu konudaki silahlanmayla ilgili hükümleri de
aslında kişisel silahlanmayla ilgili hükümlerdir. Bunun Türk Silahlı Kuvvetleri
ile bir alakası yoktur.
Kısacası, burada bir taraftan Türk Silahlı Kuvvetlerinin teçhizat
alımı düzenlenirken öbür taraftan alternatif bir ordu kuruluyor.
Bir taraftan TSK diyoruz ama Türk Silahlı Kuvvetleri -hangi TSK
diye ben soruyorum- gerçekten de son zamanlarda ciddi bir hakaret, aşağılama
kampanyasıyla karşı karşıya. Daha önce -Genelkurmay başkanlarımızın söylediği-
“asimetrik psikolojik harekât” deniyordu. Bence şimdi oraları çoktan aştı, aleni
olarak bir aşağılama ve tahkir kampanyası yandaş medya tarafından ve tarafı
belli olan bir kesim medya kuruluşları tarafından aleni olarak yapılıyor. Peki,
o zaman kime düşüyor? Burada bulunan AKP Hükûmetinin
sayın bakanlarına sorduk, özellikle Millî Savunma Bakanımıza Plan ve Bütçe
Komisyonunda sorduk, maalesef henüz hâlâ o gün yanıt verilmediği gibi yazılı
olarak da herhangi bir yanıt verilmedi. Alenen tahkir ediliyor. Silahlı
kuvvetler, Genelkurmay Başkanlığı Millî Savunma Bakanına, o da Başbakanlığa
bağlı bir kurum. Bir taraftan bakıyoruz, terörle mücadele edecek olan Türk
Silahlı Kuvvetleri kimliksizleştirilmeye, aşağılanmaya çalışılıyor ama asıl
mücadele edilmesi gereken PKK’yla müzakere yapılıyor. Burada sorduğumuz zaman
arkadaşlarımız çıkıp kızıyorlar “Bunu söylemek şerefsizliktir.” diye ama hâlâ
bu konuda tam olarak kim ne görüşüyor, ne oluyor, bir açıklık maalesef mevcut
değil. Bir taraftan TSK’yla mücadele, terörle
müzakere yapılırken öbür taraftan terörle mücadele eden özel kuvvetlerin karagâhına giriliyor. Ben hâlâ merak ediyorum. Sayın Arınç’a kaç defa sorduk, Adalet Bakanımıza da sorduk. Acaba
-bunun üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçti, yaklaşık bir yıl bir haftalık
süre oldu- herhangi bir iddianame var mı, hazırlanmış bir şey var mı? Bütün
Türkiye’yi ayağa kaldıran o görüntülerden sonra ne çıktı, ne bulundu? Merak
ediyorum. İddianame dahi olsa bir şey hazırlandı mı, hazırlanmadı mı? Bunu
merak ediyorum. Ne oldu, yani bu zanlılar ne oldu? Takip edilen manav araçları
falan ne oldu? Bunlardan bir şey çıktı mı? Hâlâ merak ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, çok ciddi anlamda bir korku imparatorluğu
oluşturuluyor, bütün kesimler üzerinde bir psikolojik harekât uygulanıyor. Bir
türlü, tek parti diktatörlüğüne doğru maalesef gidiyoruz.
Şimdi, son bir haftadır yaşananlara bakıyorum. Burada hiç ses
çıkarılmıyor. Nereye gidiyoruz? Ne oluyor? Gerçekten vicdanımıza elimizi
koyalım. Türkiye nereye gidiyor? Bir bölünme senaryosu uygulanıyor, fiilî bir
bölünmeye gidiyoruz. Fiilen, resmen bölünme ve bir isyan provası var. Sadece
Meclis Başkanımız çıktı söyledi, ertesi gün “Görüştük, tamam, biz uzlaştık.”
Peki, birinci gün söylediğiniz ne oldu o zaman? Yani, eğer varsa yasaya aykırı,
Anayasa’ya aykırı bir durum bunun gereğinin yapılması gerekiyor.
Peki, böyle bir ortamda yumurta atan öğrencilere günde 3 defa
fırça atan, tersleyen “Yumurtayı yiyin atacağınıza.” diyen Sayın Başbakan,
hiçbir ses vermiyor. Ben gerçekten şaşırıyorum. Çünkü bir de kendisinin sürekli
olarak tepki vermesine alışkın olduğumuz için, bir şeyler söyler diye
bekliyorum Allah rızası için. Öbür taraftan, yumurta atanlar terörist gibi
karşılanıyor, molotofkokteyli atanlarsa taş atan çocuk muamelesi görüyor.
Şimdi, nasıl bir ülkedeyiz? Ben, gerçekten bunları anlamakta zorlanıyorum. Bunu
soruşturacak mevkiler niye bize bir şeyler söylemiyorlar? Alenen iki dilli, iki
bayraklı, iki toplumlu bir fiilî durum bize dayatılırken hiçbirimizin sesi
çıkmıyor. Yani, Sayın Genel Başkanımız önceki gün ciddi bir uyarıda bulundu ama
muhatapları her şeye cevap veriyorlardı, bu konuda kimse bir şey söylemiyor. Bu
fiilî durum, maalesef, resmen de bize kabul ettirilmeye çalışılıyor. Burada
öyle bir şey var ki Anayasa, yasalar alenen çiğneniyor, İmralı’dan terör örgütü
yönetiliyor, bir taraftan da maalesef AKP Hükûmeti
yönlendiriliyor. Bu şartlar dayatılırken hep Kasımpaşalı duruşuyla övünen,
“…”(x) yaklaşımı olan Sayın Başbakanımızdan biz bu konuda da bir açıklama, en
azından bir tepki göstermese de bir açıklama bekliyoruz, yumuşak da olsa bir
açıklama yapsın. Bu konuda ne düşünüyor acaba? Merak ediyorum. Yoksa “Seçime
kadar böyle idare edelim, bırakın biz onların oyunu alalım, ondan sonra ne
olursa olsun.” mu diyor?
Değerli arkadaşlarım, bakın, gerçekten sizleri bu konunun üzerinde
bir daha, eve gittiğiniz zaman -burada belki parti taassubuyla bir şey
diyemiyorsunuz veya söylediğiniz zaman farklı yerlere çekilebiliyor- olan
bitenler üzerinde düşünmeye davet ediyorum. Ülkemizin birlik ve beraberliğe
ihtiyacı var. Dışarıdan oynanan bu oyunları hep birlikte bozmaya ihtiyacı var.
Ama biz bunlara bir parti taassubu içerisinde bakarsak maalesef yarın çok daha
kötü şartlarda mücadele etmek zorunda kalacağız. Allah oralara bizi düşürmesin.
Birlik beraberlik deyince size Veysel’in bir iki dörtlüğüyle bazı
hatırlatmalarda bulunmak istiyorum. “Senlik Benlik Nedir Bırak” diyor Veysel,
iki mısrasını okuyacağım:
“Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül âlemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası.”
Birkaç mısra söyledikten sonra sonunda da
“Veysel sapma sağa sola
Sen Allah’tan birlik dile
İkilikten gelir bela
Dava insanlık davası…”
(x) Bu bölümde Hatip tarafından
Türkçe olmayan bir dille birtakım kelimeler ifade edildi.
diyor ve bizi “Birlik
Kavline Girelim Kardeş” diye şöyle birliğe çağırıyor:
“İtimat edersen benim sözüme
Gel birlik kavline girelim kardeş
Birlik çok tatlıdır, benzer üzüme
İçip şerbetini kanalım kardeş.
Son verelim iftiraya bühtana
Kardeşane sevişelim can
cana
Elbirlikle çalışalım vatana
Çok okul, fabrika kuralım kardeş.
Yürüyelim Atatürk'ün izine
Boş verelim bozguncular sözüne
Göz atalım şu dünyanın hızına
Yürüyüp hedefe varalım kardeş.
Veysel'in sözleri kanun dışı mı?
Mantığa uymazsa kesin başımı
Bana düşman etmiş vatandaşımı
Sebebi ne ise soralım kardeş.”
Değerli arkadaşlarım, gerçekten, sizleri yeniden birlik
beraberliğe davet etmek için bunu söyledim. O zaman, birlik beraberliğimizi
bozanlara karşı da hep beraber durmamız lazım. Biliyorum, kolay kolay bunun üstesinden gelmek kimsenin harcı değildir ama
gittiğimiz yol yol değildir.
Atatürk Toroslarda bir Yörük çadırı
görünce şöyle diyor, sözlerimi onunla tamamlıyorum: “Gidip Toroslara
bakın, eğer orada bir tek Yörük çadırı var ve orada ateş tütüyorsa hiçbir
kuvvet asla Türk’ü yenemez.” diyor.
Sizleri saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Günal.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Oğuz
Oyan.
Buyurun Sayın Oyan. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; efendim bu 18’inci madde üzerinde konuşmadan önce, şimdi
burada yok ama Sayın Maliye Bakanının yanıtına yanıt vererek başlayayım.
Biz burada şunu söyledik dünkü konuşmamızda: Başbakan, Aralık
2009’da IMF’den devralınan borcu 23,5 milyar lira açıklamıştı, iki hafta önce
bu bütçe konuşmaları başlarken bunu 26,5 milyara çıkardı, 3 milyar zam yaptı
dolar cinsinden. Bir kere Sayın Bakan buna bir açıklama getirmedi, yani o zam
nasıl oldu.
Biz şunu söylemiştik: Yani, aslında hazinenin verilerine göre 13,9
milyar borçla devraldı AKP ve 2003’te bunu 16 milyar 732 milyona çıkardı,
2004’te 18 milyar 445 milyona çıkardı. Yani, indirmeden önce -bugün, daha sonra
azalttı- ilk önce bir artırdı, bu borçlardan kendisi de yararlandı.
Şimdi, Maliye Bakanının kullandığı veriler ki bana da bir tablo
yolladı. Bir başka şey: Maliye Bakanı burada “22 milyar dolarlık borçla
devraldık” dedi. Yani, şimdi ortada dört tane rakam var. Bir, Başbakanın
söylediği iki ayrı yılda 23,5 mu, 26,5 mu, Maliye Bakanı da 22 milyar dedi. Hangisi doğru, bir. Bir de Hazinenin başka verileri var,
orada da 13,9.
Mesele şurada: Biz burada kamu borcundan bahsediyoruz. Kamu
borcundan bahsettiğimiz zaman bu borç Merkez Bankası borcunu içermiyor, ayrı
tutulan bir borçtur. Merkez Bankası borçlarından ayrı olarak bu seriyi
oluşturmanızın anlamı vardır. Çünkü Merkez Bankası özerkliği olan bir mali
kuruluştur, onun bilançosunun aktif ve pasifi vardır ve Merkez Bankasının
kuşkusuz bir döviz rezervi olduğu kadar dış yükümlülükleri de vardır. Eğer, siz
Merkez Bankası borçlarını vesaireyi de
kullanıyorsanız, o zaman Merkez Bankası rezervlerini burada gelip de bununla
övünürken “Ben işte 79 milyara…” O zaman bunun brüt rezervler olduğunu, Merkez
Bankasının dış yükümlülüklerini değil de aslında bu kadar bir rezervin
olmadığını net olarak söylemeniz de gerekir. Dolayısıyla biz Sayın Bakana
buradan bu yanıtı verelim. Birazdan ben kendisine gene Hazinenin bu
rakamlarını, tablosunu da ayrıca ileteceğim. Burada olmasa da mutlaka iletirim.
Şimdi, tabii, Sayın Bakan konuşmasında burada -döviz rezervleri
falan bir tarafa- borç stokundaki gelişmeyi de biraz kendi partisine yontarak
anlatıyor ve yetersiz biçimde yansıtıyor. Bir kere, Türkiye'nin 2002-2010
döneminde kamu borcu 20 milyar artmıştır, 64 milyar dolardan 84 milyar dolara
çıktı. Bu dönemde kamu borcu azalan kuruluş Merkez Bankasıdır. Merkez
Bankasının borcu 22 milyardan 11,5 milyara gerçekten düştü. Fakat asıl kaygı
uyandıran gelişme özel sektör borçlarıdır. Özel sektör borçları 43 milyarken
2002’de, 170 milyardır şimdi. Aslında 2008’de 190 milyar doları da aşacak
boyuta gelmiştir, kriz döneminde gerilemiştir.
Şimdi, dolayısıyla burada toplam -kamu artı özel- 2002’de 129
milyar dış borcumuz varken bu, bugün 277 milyar dolardır. Bu kaygı vericidir.
Bunu kaygı verici olarak görmüyorsanız, Başbakanın burada dediği gibi “Özel
sektörün dış borcu bizi ilgilendirmez.” kayıtsızlığı içine giriyorsanız, bunu
gelip size hatırlatırlar. Tıpkı 2000 Aralık ayında “Türkiye’deki bankaların dış
borçları da taahhüt altındadır.” diye o sırada Başbakanın eline kâğıt
tutuştururlar, IMF eliyle ya da Kore’de olduğu gibi özel sektör borçlarını da
kamunun üzerine yıkarlar değerli arkadaşlarım. Dolayısıyla “Özel sektörün dış
borcu beni hiç ilgilendirmez, bana ne!” diyemezsiniz. Bunu burada bir kez daha
belirteyim. Çok yüksek bir dış borç yapan iktidar modeliyle karşı karşıyayız,
iç borçlarda da tabii çok yüksek bir artışı gerçekleştirmiştir.
Maddeye gelirsek bu fonlara ilişkin, bir kere, birincisi, bu
Savunma Sanayii Destekleme Fonu. Ben buradan bir
milletvekili olarak şunu istiyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu fonun
ayrıntılarıyla ilgili daha fazla bilgilenmeye hakkı vardır. Yani biz bu konuda,
bu fonla ilgili bir gereksinim içindeyiz, daha fazla bilgi ihtiyacındayız.
Bunun yerine getirilmemesi için geçerli bir mazeret olduğunu düşünmüyorum.
İkincisi, gene, bu maddede olan DFİF var, Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu.
Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu, bu maddeye göre, sadece Dış Ticaret
Müsteşarlığıyla ilişkilendirilen bir fon hâline geliyor gibi gözüküyor.
Ben bir şeyi hatırlatayım: DFİF, aynı zamanda, tarımsal
desteklemede kullanılan bir fondur, önemi azalsa da. Destekleme ve Fiyat İstikrar
Fonu, özellikle tarım satış kooperatifleri birliklerine ürün alımlarında destek
veren bir fon olarak da çalıştı. Bu Fon’un bugün birliklerden alacağı 1 milyar
liraya çıkmıştır, 1 milyar 14 milyon lira. Nereden gelerek çıktı? 2000 yılında,
biliyorsunuz, borçların, geçmiş borçların tasfiyesi oldu, 2000 yılından önceki
borçların, daha sonra oldu ama 2000 öncesini kapsadı. O tarihten itibaren 250
milyonluk bir ana sermayeyle, ana kaynakla girildi ama bu, faizlerle şişerek 1
milyara geldi. Yani, bu borcun dörtte 3’ü faizlerdir. Şimdi, burada yapılması
gereken şey, birlikleri bu yükten kurtarmaktır. Bu yükten kurtarmalısınız çünkü
birlikler, bilançolarını olumsuza çeviren bu borç yükü nedeniyle bankalardan da
borç alamaz ya da iyi koşullarla borç alamaz durumdadırlar. Bu prangayı, bu
mali prangayı birliklerin üzerinden mutlaka almak gerekiyor. Biz, bu sözü
buradan Cumhuriyet Halk Partisi olarak veriyoruz. Tarım satış kooperatifleri
birlikleri üzerindeki bu borç yükünden bizi mutlaka… Ama oraya varmayalım. Gelin,
hep beraber, birlikte bu borç yükünü tasfiye edelim. Yeni bir konsolidasyon ihtiyacı, birliklerin bu borcu bakımından
ortaya çıkmıştır. Bu konuda benim bekleyen tarım satış kooperatifleri
birlikleriyle ilgili bir kanun teklifim vardır. Bu teklif hemen indirilebilir
ve görüşülebilir.
Şimdi, bu fonlarla ilgili bir başka şeyi daha izninizle burada
ifade edeyim: Bir kere, fonlar, büyük ölçüde tasfiye edildi, 2000-2002
döneminde, yani IMF programı çerçevesinde tasfiye edildi fakat yeni kaçış
yolları bulunmaya her zaman çalışılıyor. Yani bu özel hesaplar -ki eskiden de
vardı bunlar, bilinen yöntemlerdir ama- yönünden yeniden bir kaçış yolu
bulunmaya, keşfedilmeye çalışılıyor. Bazı gelirler ve giderler özel yasalara
dayanarak bütçeyle ilişkilendirilmemeye başlıyor. Bakınız, İşsizlik Sigortası
Fonu’ndan, bu Fon’un kendi amaçları doğrultusunda, sekiz buçuk yılda, 2002 ile
2010 arasında hak sahiplerine yapılan toplam işsizlik sigortası ödeneği 3,7
milyardan ibarettir. Oysa, son üç yılda, 2008, 2009,
2010, son üç yılda bütçeye aktarılan bu Fon’dan kaynak 9 milyar 71 milyondur,
yani neredeyse 3 katıdır. Peki, bu Fon ne kadar? Burada GAP’la ilgili Bakanımız
var. Bu Fon’dan ne kadar GAP’a kaynak aktarılmıştır? GAP’ın içinde nasıl
harcanmıştır? Bu bilgileri bize verin. Bu bilgilere bile sahip değiliz. Bir de
burada nasıl bir saydamlıktan bahsetmek yanında, “Nasıl olur da bir fon kendi
amaçları doğrultusunda kullanılmaz?” sorusunun cevabını bulamıyoruz.
Tabii, bir başka kaçamak noktası daha var. Yeni fon kurmak, özel
hesaplar, vesaire dışında da kaçamaklar var. Fonlara özgü bazı kolay kaynak
kullanmak, kamu kaynaklarını kolayca kullanma biçimlerini geliştiriyorsunuz. Ne
yapıyorsunuz, İşte dün de bahsettim, Kamu İhale Kanunu’nu değiştiriyorsunuz,
Kamu İhale Kanunu’nu 18 kez değiştiriyorsunuz, yeniden değiştirmek için tasarı
hazırlıyorsunuz. 45 tane yasada “Kamu İhale Kanunu’na tabi değildir.”
diyorsunuz. Tıpkı fonlarda olduğu gibi, Özal fonlarında da her fonun yasasında
Yüksek Denetleme Kurulu denetimine tabi değildir, Sayıştay denetimine tabi
değildir, Kamu İhale Kanunu’na tabi değildir gibi dip, alt hükümler olurdu, son
hükümler. Böylece, inanılmaz bir kargaşa, inanılmaz bir kayıt dışılık,
inanılmaz bir denetimsizlik yaratılmıştı. Tabii, bunun altında müthiş şaibeli
işler yaratılmıştı.
Bakın, size örnek vereyim: Özal döneminde başlayıp sayıları 105’e
çıkan bu fonların 1992 yılı yani tepe noktasında ulaştığı boyut şudur: 1992
yılında fonların gelirlerinin bütçenin gelirlerine oranı tam tamına yüzde
57’dir değerli arkadaşlarım. Yani, fonlarla temsil edilen gelirler, bütçe
gelirinin 1992’de yüzde 57’sine çıkmıştır. Millî gelire oranla yüzde 9’a
çıkmıştır fonların toplam gelirleri. Bu aslında ur gibi büyümüş, âdeta bütçe
içinde yeni bütçeler oluşmuştur, çok başlı harcama kalemleri oluşmuştur ve
sadece Hükûmet değil, IMF de giderek Türkiye
ekonomisini izleyemez hâle gelmiştir ve bunların tasfiyesi gündeme geldi.
Biliyorsunuz 1992’de bir müşterek fon hesabı kurularak bu 2000’e kadar idare
edildi, 2000’de de tasfiye edildi. Bu
tasfiye modeli de benim 1992 yılında Başbakanlık danışmanlığı yaptığım dönemde
kurduğumuz bir model üzerinden gelişti, o dönem gerçekleştiremedik ama o sırada
gerçekleşti. Ne yazık ki kamu kaynaklarında denetimsiz bir biçimde kullanma
alışkanlıkları fonlu ya da fonsuz devam ediyor. Ben iktidarı bu konuda bir kez
daha uyarmak istiyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Oyan.
Şahıslar adına Erzurum Milletvekili Sayın Muzaffer Gülyurt. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUZAFFER GÜLYURT (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 18’inci
maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisimizi saygıyla
selamlıyorum.
18’inci madde fonlara ilişkin işlemlerden ibaret bir maddedir.
Bildiğiniz üzere fonlar bir teşebbüsü finanse etmek için bulunan sermayedir.
Yani bir hizmetin görülmesi, bir projenin, bir programın yürütülmesi gibi
belirli bir amacı gerçekleştirmek için gerektiğinde kullanılmak üzere ayrılan
mali kaynaklardır. Ülkemizde ilk defa 1941 yılında bir fon kurulmuştur, sonraki
yıllarda yeni yeni fonlar kurularak sayısı yüze
yaklaşmıştır. Tasarrufu Teşvik Fonu, Konut Edindirme Yardım Fonu, GAP bölge
kalkınma fonu, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu gibi onlarca fon.
Bu fonların uygulanmasında geçmişte zaman zaman kullanım
amacının dışına çıkıldığı, temel mevzuatından uzaklaşarak uygulamada hata
yapıldığı, suistimallerin olduğu da ifade
edilmektedir ve geçmişteki birçok fon denetim dışı tutulmuştur. Nitekim
2000-2001 yıllarında bu fonlardan altmış dokuzu tasfiye edilerek kapatılmıştır.
Ancak, bütçe dışı olarak kabul edilen fonların faaliyetlerine devam edilmiştir.
Bunlardan birisi de Savunma Sanayii Destekleme
Fonu’dur.
2002 yılında aziz milletimiz tarafından iktidara getirilen AK
PARTİMİZ, Sayın Başbakanımızın önderliğinde, her alanda olduğu gibi, fonlar
konusunda da ülkemize gurur duyduğumuz birçok ilkleri yaşatmıştır. Bunlardan
birisi Savunma Sanayii Destekleme Fonu’dur. Bu Fon,
savunma sistemlerinin tedarik ve modernizasyon projelerinin finansmanı ve yerli
savunma sanayisinin kalkındırılması faaliyetlerinin parasal kaynağını
oluşturmaktadır.
Savunma Sanayii Destekleme Fonu’yla AK
PARTİ hükûmetlerimiz son sekiz yıllık dönemde onur
duyduğumuz birçok ilki aziz Türk milletine yaşatmıştır. Nedir bu ilkler? İlk
temel eğitim uçağı Hürkuş, ilk ana muharebe tankı
Altay, ilk savaş gemisi MİLGEM, ilk insansız hava aracı Anka, ilk uydu Göktürk,
ilk helikopterimiz ATAK, ilk jet motoru, ilk millî piyade tüfeği, ilk makineli
tüfek, ilk radar. Bunların hepsi tamamen kendi imkânlarımızla, kendi öz
kaynaklarımızla millî üretimler olarak gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, savaş
uçaklarımız, helikopter ve tanklarımız da bizzat kendi yerli sanayimiz
tarafından ülkemizde modernize edilmiştir. Sekiz yılda 20 milyar dolar
tutarında modernizasyon projesi yürüttük ve uzun yıllar devam eden hazır alım
işlemini bitirdik.
Birçok ülkenin savunma sistemlerinin modernizasyonunu da biz
yapıyoruz, biz üretiyoruz. Türkiye ve Türk firmaları üretiyor. Türkiye,
dünyadaki yüz büyük sanayi kuruluşu arasında yer alıyor. Ülkemiz, işte AK PARTİ’yle, AK PARTİ iktidarlarıyla her Türk ferdinin gurur
duyacağı bu seviyelere gelmiş bulunmaktadır.
Bu Fon’dan sadece 2009 yılında finanse edilen projelerin toplamı 1
milyar 461 milyon dolar civarındadır. Önümüzdeki yıllarda bu daha da çok
artırılacaktır. Böylece, peygamber ocağı olarak kabul ettiğimiz, göz bebeğimiz
gibi önemsediğimiz silahlı kuvvetlerimiz…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Belli oluyor, çok belli oluyor,
dışarıda rütbeli bırakmadınız.
MUZAFFER GÜLYURT (Devamla) - …çok iyi, modern teknolojik imkânlara
sahip olacak, bize ve dostlarımıza sevgi ve güven, düşmanlarımıza da korku ve
endişe verecektir.
Bu duygularla, ülkemizin daha iyi, aydınlık günlere ulaşacağına
inanıyor, bütçemizin hayırlı olmasını diliyor, yüce Meclisimizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gülyurt.
Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Enöz…
MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakan, bugün kırsal motorine 5-6 kuruş, normal motorine de
7-8 kuruş zam geldi. Dünyanın en pahalı yakıtını tüketiyoruz.
Sayın Bakanım, kriz öncesi petrol varil fiyatı 147 dolardı dünyada
ve biz motorini bugünkü fiyatlara yani 3,2 liraya alıyorduk. Şimdi ise varili
93 dolar, yine 3,2 liraya alıyoruz.
Peki, petrolün varili yani kriz öncesine dönerse yani 140 dolarlar
civarına çıkarsa mazotu 5,5 liraya mı tüketiciye sunacaksınız? Bunu bir izah
eder misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Tankut…
YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, yardımcı doçent unvanlı öğretim üyelerinin 1’inci
dereceden emekli olabilmeleriyle genel sekreter yardımcıları, daire başkanları
ve hukuk müşavirlerinin ek gösterge sorununun çözülmesi için önceki bütçe
görüşmelerinde söz verilmesine rağmen bu sorunun üç yıldır çözülmemesinin
sebebi nedir? 2011 yılında bu sorun ile ilgili bir çözümünüz olacak mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Uslu…
CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekkür ederim.
Sayın Bakan, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik
Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Gümrük Müsteşarlığının 2011
bütçelerinde faaliyetlerine ilişkin ceza gelirleri öngörülmüş müdür? Bu
kurumların en son verilere göre yıllık ceza gelirleri ne kadar olmuştur?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Yaman…
M. NURİ YAMAN (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe
Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Yasa yürürlüğe girdi. 2008 yılı ile 2010
yılları arasında nüfusu 10 binin altında bulunan kaç belediye bundan
yararlandı? Seçim bölgem olan Muş’ta yirmi iki tane belde bu kıstasın
içindedir, bu yirmi iki belde… 2010 yılı içinde hangi beldelere ne kadar yardım
yaptınız? Bununla ilgili eğer burada verebilirseniz burada yoksa listesini
yazılı olarak rica ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Çelik…
BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, bütçeye baktığımızda toplam sabit sermaye
yatırımlarında azalış yüzde 9,5 olarak gözüküyor. Ancak mahallî idarelerde
ciddi bir artış oranı var, yüzde 19 düzeyinde. Bunun yanında, çiftçi ilaç,
gübre ve tohum bulamamakta, ürün fiyatlarına vurulan darbe çiftçiyi mahvetmiş
durumda. Memura, biliyorsunuz, çok düşük bir zam öngörüldü. Dolaylı vergiler
yoluyla zaten halk ciddi bir şekilde soyulmaktadır. İşsizlik Türkiye'nin en büyük
sorunu olmuştur. Esnaf ezilmiş, ana sermayesini tüketmiştir. Bu durumda “sosyal
yardım” adı altında sosyal yardımlaşma, dayanışma vakıfları kanalıyla
“öğrencilere, çocuklara, kadınlara yardım” adı altında ve iktidar partisi
örgütlerince yapılan yardımlar yoluyla ve KÖYDES’e
transfer edilen ciddi bir meblağ yoluyla…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Savunma Sanayii Destekleme
Fonu’nda şu ana kadar biriken toplam para miktarı nedir? Bu Fon’un kaynakları
nelerdir? Buradan hangi amaçlarla şimdiye kadar ne kadar para harcanmıştır?
İkinci sorum: Bilindiği gibi 12 Eylül referandumundan önce
muhalefet partilerine mensup bazı belde belediye başkanları beldelerine
greyder, kepçe, kamyon ve benzeri gibi araçlar verileceği vadedilerek
partilerinden istifa ettirilip AKP’ye geçirilmişlerdir. Ancak, o günden bugüne
ne yazık ki bu beldelerin hiçbirine bu sözler tutulup bu araçlar verilmemiştir.
Bundan sonraki kalan süreçte sözler yerine getirilebilecek midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Akkuş…
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; Savunma Sanayii İcra Kurulu tarafından tespit edilecek esaslara
göre savunma ve NATO altyapı yatırımları için yıl içinde yapılacak
harcamalardan bahsedilmektedir. Savunma Sanayii
Destekleme Fonu’nun kaynakları nelerdir, tahmini olarak ne kadardır? Bu
çalışmalarda kullanılması düşünülen ayni ve nakdî imkânlar hangileridir ve
tahminî olarak ne kadar olduğunu belirtebilir misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Bakan…
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Motorinle ilgili bir sorusu
olmuştu sayın vekilimizin. Dolar bazında fiyatlarla mukayese ederek 2002
yılında daha yüksek demişti. Şimdi iki unsuru var; bir taraftan dünya fiyatları
tabii etkiliyor bizdeki fiyatları, bir taraftan da vergiler etkiliyor.
Ağırlıklı olarak da bizde vergilerden oluşuyor motorin fiyatları. Dolayısıyla
dünya fiyatlarındaki artış bizde böyle çok büyük bir artışa yol açmaz, belli
oranda bir artışa yol açabilir o doğru ama bire bir bir
yansıma olmaz çünkü vergi gelirlerimiz yüksek. Niye yüksek vergiler? Çünkü Türkiye enerjiye muhtaç bir ülke, enerjiyi ithal etmek
durumunda olan bir ülke. Bunu çok verimli kullanmak durumundayız ve
gerçekten tasarruflu kullanmak durumundayız. Tabii ki imkânlarımız arttıkça
farklı şekillerde de yaklaşılabilir buna.
Yardımcı doçentlerle ilgili konuyu, müsaade ederseniz,
arkadaşlarımız yazılı bir not hazırlasınlar size. Doğrusu ben tam durumu
bilemiyorum, Maliye Bakanlığımızın sorumluluk alanında.
Yine, “Ceza gelirleri ne kadar oldu?” diye ayrıntılı bir soru
soruldu çeşitli güvenlik kuruluşlarımızın. Bunlara müsaadenizle yazılı cevap
verelim.
Belediyeler ve özel idareler gelirleriyle ilgili bir yorumda
bulunmak istiyorum doğrusu. Geçmişe göre şu anda çok daha sistematik bir
düzenimiz var. Geçmişte nüfusa bağlı bir tahsisat yapılırdı, onun dışında da
çok çeşitli kanallardan tahsisatlar yapılırdı belediyelere. Şu anda nüfusa ve
gelişmişlik düzeyine dayalı bir sistemimiz var. Özel idarelerde bu hizmet
alanını da kriter olarak alıyoruz. Belediyelerde
nüfus ve gelişmişlik düzeyi, özel idarelerde nüfus, gelişmişlik düzeyi ve
hizmet alanını dikkate alan bir tahsisat söz konusu ve burada kesinlikle
objektif bir tahsisat söz konusu.
Bunun dışında kalanlar…
BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Eskiden de öyleydi Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Eskiden çok daha fazla
kanallar vardı, şimdi son derece düşük. Yani sadece afetlerle ilgili, afet
başkanlığımızın yapabileceği destekler var, bir de Maliye Bakanlığının. Mesela
DPT’nin eskiden bir mekanizması vardı, şu anda o yok. Diğer birçok kurumun
mekanizmaları vardı, onlar kaldırıldı. Yani çok çok
ağırlıklı bir şekilde bu merkezî sistemle diyelim, gerçekleşen tahsisatlar söz
konusu ve son derece de adil, objektif bir sisteme sahibiz.
Yatırımlarla ilgili, “Sabit sermaye yatırımlarımız azaldı.”
diyorsunuz. Gerçekleşme bazında tabii bu azalma. Yani bu yılki gerçekleşmemiz o
kadar yüksek oldu ki. Sadece, bakın, ulaştırma sektöründen örnek vereyim:
Karayollarının başlangıç ödeneği 3 katrilyondu, tamamlanma ödeneği 10,5
katrilyon oldu. Yani müthiş bir ek ödenek sağlandı yıl içinde, gerçekleşme son
derece yüksek oldu. Dolayısıyla, gerçekleşmeye göre yaptığımız tahsisatta bir
miktar düşüş var gibi görünüyor ama yılbaşı ödenekleriyle mukayese ederseniz
düşüklük değil, artış olduğunu görürsünüz. Millî gelire oran olarak
baktığınızda da yine, sabit sermaye yatırımlarımızın önemli bir miktarda
olduğunu görürsünüz ve buna da devam edeceğiz.
Özellikle 2011 yılında bu yeniden yapılandırma gelirlerinden veya
diğer, tahmin edemediğimiz birtakım gelirler sağlarsak bunun bir kısmını da
yine sabit sermaye yatırımlarımızda değerlendireceğiz.
Geçmişe dönük olarak da sabit sermaye yatırımlarımız… Aslında
geçmişte enerjiye para harcardık, bugün yap-işlet ile yaptığımız birçok projeye
geçmişte para harcardık veya özelleştirilmemiş kuruluşlarımız yatırım
yaparlardı, onlar da hiç yok artık portföyümüzde. Buna
rağmen yatırımlarımız, millî gelire oran olarak toplam kamu yatırımları yüzde
4’ün üzerinde, oldukça iyi bir oranda devam ediyor. Bu yıl yüzde 4,9, yüzde
5’lere yaklaştı, gelecek yıl yine 4,3 gibi yüksek oranda devam edecek inşallah.
“Memura düşük zam.” diyorsunuz, enflasyonun üzerinde bir zam
verdik. Avrupa’ya baktığınız zaman, yani ben gerçekten Maliye Bakanımızı bütün
Avrupalı maliye bakanlarının kıskandığını düşünüyorum.
Avrupa’daki hiçbir maliye bakanı böyle zamlar veremedi bu sene.
Bazıları dondurdular maaşları, bazıları düşürdüler, ikramiyeleri kesenler oldu
vesaire.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Ama orada millî gelir 30 bin dolar .
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) – Biz, ama,
bu memurumuza enflasyonun üzerinde bir artış sağlayabildik küresel krizin
olduğu bir ortamda. Bu çok büyük bir başarıdır.
“Savunma sanayisinde yine ne kadar fon birikti, nereye harcandı?”
diye sordunuz. Onları arkadaşlarımız, müsaade ederseniz, hazırlasınlar.
Yalnız şunu vurgulamak istiyorum: Yüzde 25 civarındaydı 2002
yılında savunma girdi kaybı. Şu anda yüzde 50’lere ulaşmış durumda…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan, zamanınız doldu.
M. NURİ YAMAN (Muş) – Diğer sorulara yazılı olarak cevap versin
Sayın Bakan.
BAŞKAN - Diğer sorulara yazılı olarak cevap vereceğini söyledi.
Ben de buradan ilan ediyorum: Takip edeceğim.
18’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Birleşime yarım saat ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.39
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 20.13
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral
AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN
(Bilecik), Fatih METİN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
40’ıncı Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine
devam ediyoruz.
Komisyon burada.
Hükûmet burada.
Tasarının 19’uncu maddesini okutuyorum:
BEŞİNCİ BÖLÜM
Devlet Borçları ve Kamu İktisadi Teşebbüslerine İlişkin Hükümler
Hazine garantili imkan ve dış borcun
ikrazı limiti ve borçlanmaya ilişkin işlemler
MADDE 19- (1) 2011 yılında, 28/3/2002
tarihli ve 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi
Hakkında Kanuna göre sağlanacak;
a) Garantili imkan ve dış borcun ikrazı
limiti 3 milyar ABD Dolarını,
b) Hazine Müsteşarlığınca belirlenecek koşullar çerçevesinde ve
elde edilecek kaynaklar Hazineye aktarılacak şekilde kamu kurum ve
kuruluşlarınca ihraç edilecek sertifika, senet ve benzeri finansman enstrümanlarına sağlanacak garanti tutarı 2 milyar ABD
Dolarını,
aşamaz.
(2) Birinci fıkranın (b) bendinde yer alan tutarı bir katına kadar
artırmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir.
(3) 1 inci maddenin birinci fıkrasının (a) bendi ile belirlenen
başlangıç ödeneklerinin yüzde 1 'ine kadar ikrazen
özel tertip Devlet iç borçlanma senedi ihraç edilebilir.
BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sayın Sırrı Sakık’ta.
Buyurun Sayın Sakık. (BDP sıralarından
alkışlar)
BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, sevgili
arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bütçe görüşmeleri epeyce yorucu geçtiği için Genel Kurulda da çok
fazla arkadaşımız yok. Ama ben özellikle bugün yani Türkiye’de tartışılıp
konuşulan ve AKP Genel Başkan Yardımcısının da seslendirdiği, bu demokratik
özerklikle ilgili bir suikasttan bahsediyor. Aslında demokratik özerklik projesi
cumhuriyetin kuruluş felsefesine ters bir proje değil ama o kadar birbirimize
karşı ön yargılarımız var ki, en küçük masumane talebi bile sürekli ülke
bölünüyor, sürekli birbirimizi birbirimizden ayrıştıracak noktaya getirtiyoruz.
Oysaki 1920’lerde Mustafa Kemal ve arkadaşları bu demokratik özerklik projesini
oturup tartışıp konuşabilmişler. Yıl 2010, Türkiye Büyük Millet Meclisi hâlen
1920’lerde tartışılıp konuşulan konuları konuşmaktan çekiniyor ve bunun adını bir
suikast olarak kamuoyuna sunuyor.
Şimdi bizim sorma hakkımız yok mu: Siz 2004 yılında Adalet ve
Kalkınma Partisi olarak Yerel Yönetimler Yasası’nı çıkarmadınız mı? Bunu
Çankaya’ya göndermediniz mi? Ne oldu? Cumhurbaşkanı geri gönderdi. Peki, o gün
siz bu Yasa’yı çıkarırken acaba Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bir suikast
planınız mı vardı, bir tuzak planınız mı vardı? Yani biraz insan el vicdan
etmeli. Yani siz politikalar üretmezsiniz, sorunun çözümü için bir çaba sarf
etmezsiniz ama sorun can yakıyorsa ve bu konuda sorumluluk duyan bir siyasi
parti, bu konuda bir taslak hazırlıyor, gönderiyor ve Demokratik Toplum
Kongresi de oturuyor bir çalıştay düzenliyor. Bu çalıştayda, Türkiye’nin aydınları, yazarları katılıyor, bir
konuyu tartışıyorlar. Nasıl olsa 2011 yılında yeni bir seçim, yeni bir Meclis
olacak, bu meclis kurucu meclis ruhuyla çalışacak, yeni bir anayasa yapacak ve
bu yeni anayasada sorunlarımız çözülecek. Ve bu çalıştayda
programını, taslağını kamuoyuna sunuyor. Şimdi, dönüp buna derseniz ki:
“Suikast.” Bizim geleneğimizde suikast yoktur. Bizim geleneğimizde tuzak da
yoktur. Bunu söyleyen arkadaş bu geleneği çok iyi tanıması
lazım. Suikast ve tuzaklara maruz kalan bir siyasi hareketiz. Suikast,
alçakça bir terimdir. Kim ki kime suikast düzenliyorsa, siyaseten veyahut da
başka alanda, alçaklık ediyor. Biz, önünde ve arkasında duramayacağımız hiçbir
şeyi söylemeyiz ve savunmayız da. Onun için...
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sırrı Bey, bu konuşma üslubu iyi bir üslup
değil yalnız.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Buna ben karar vereceğim. Eğer siz en
masumane talepleri bile, en masum...
SUAT KILIÇ (Samsun) – Buraya yönelik bir ithamınız varsa buna biz
de karar veririz. Usulü var.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Efendim, bakın, şimdi ben diyorum ki...
SUAT KILIÇ (Samsun) – Bakın, Genel Kurulda bir saygılılık, bir
saygınlık kriterinin gözetilmesi lazım.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Sayın Başkan...
SUAT KILIÇ (Samsun) – Böyle bir şey olmaz, böyle bir yöntem olmaz,
böyle bir üslup da olmaz.
BAŞKAN – Sayın Kılıç... Sayın Kılıç...
Sayın Sakık, siz devam edin lütfen.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Şimdi, bakın, benim söylediğim nedir? O
zaman siz anlamıyorsunuz.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Ben çok iyi anlıyorum.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Ben ne diyorum ki: Tuzak ve suikast
alçakça bir şeydir. Siz buna “hayır” mı diyorsunuz?
SUAT KILIÇ (Samsun) – Söyleyenin söylediğini kastederek
söylediniz. O anlamda söylüyorsunuz.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Efendim, ben diyorum ki: “Kim ki bunu
söylüyorsa, kim ki bu...” Bakın, biz şunu söylüyoruz: Biz, bir taslak üzerinde
tartışıyoruz. Türkiye, bunu tartışmalı ve konuşmalıdır ama masumane talepleri
bile köşe laflarla söyleyip ve efendim, bir suikast gibi kamuoyuna sunmak, bu
haksızlıktır diyoruz. Onun için, biz, birbirimizi biraz oturup
dinleyebilmeliyiz. Eğer biz gerçekten sorunları çözmek istiyorsak birbirimize
yüreğimizi açmalıyız. Yani yoksa bu klişe laflarla sorunun çözülmeyeceğini
hepimiz biliyoruz. Peki siz bu sorunu nasıl çözeceksiniz,
Allah aşkına? Yani hiçbir şey konuşmayacak mıyız? 2011 yılı dediğinizde, o
kurucu meclis ruhu ne içindir? Sorunların kökten çözülmesi içindir ve bütün
sivil toplum örgütleri, mevcut siyasi partilerin büyük bir çoğunluğu bir
Anayasa çalıştayı yapıyorlar çünkü 2011’de siz de
yapıyorsunuz.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Hayır, kurucu meclis diye bir şey yok bir
kere. Nereden çıkartıyorsunuz?
SIRRI SAKIK (Devamla) – Efendim, hep genelde böyle…
SUAT KILIÇ (Samsun) –Türkiye Büyük Millet Meclisi var.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Ya, lütfen, siz beni dinler misiniz.
Ben sizinle karşılıklı konuşmuyorum.
Sorunuz olursa gelir, burada tartışır, konuşursunuz. Bunu Meclis Başkanı da
söylüyor, birçok siyasi aktör de söylüyor, biz de önemsiyoruz. Onun için,
diyoruz ki, bakın, burada yargıçları, burada polisleri göreve çağırarak, bazı
siyasi partileri hedef hâline getirerek sorunlar çözülmüyor. Yargıçlar ve
savcılar eğer bu sorunu çözebilmiş olsaydılar, biz bugün burada bu sorunu
konuşmamış olacaktık ama yargıçların ve savcıların bu sorunu çözmediğini…
Bu sorunun çözümü için Türkiye Büyük Millet Meclisine görevler
düşüyor. Yani birlikte yaşamanın yolu birlikte var olabilmektir, birbirimizin
diline, kültürüne, kimliğine saygı göstermektir. Yani Türkiye Büyük Millet
Meclisi şuna karar vermelidir: Çok dillilik mi, çok kültürlülük mü, çok
dinlilik mi; yoksa tek dil, tek kültür, tek halk mı?
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Tek, tek.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Şimdi, bu teklik sorunları çözmedi. Onun
için, “farklılıklar zenginliğimizdir” mantığıyla hareket ederek
farklılıklarımıza hayat hakkı tanımalıyız. Belki bu sorunlar sizi acıtmıyor,
siz bedel ödemiyorsunuz ama biz bedel ödüyoruz, bedel ödeyen bir gelenekten
geliyoruz. O vesileyle, sesimiz böyle çıkıyorsa…
Siz sorunla ilgili bir proje üretmiyorsunuz, topluma
sunmuyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Evet, Türkiye’de siyaset buradan nemalanıyor.
Kürt sorunu belli siyasi partiler için bir nemalanma alanı olmuş ama artık
deniz bitti. Buradan nemalanmaya değil, buradan kardeşliği, buradan bütünlüğü…
Bu proje Türkiye’yi bölen bir proje de değil. Devlet bu projeden farklı bir şey
değil, bu projede birlik ruhunu arıyoruz.
Onun için, sevgili arkadaşlar, bu modele sağduyuyla yaklaşmalıyız.
Bu modeli eğer içimize sindirebilirsek sorunlarımızı çözebiliriz.
Bakın, en çok korktuğumuz bu demokratik özerklik dünyada nasıl
uygulanıyor? Yetmiş altı ülkede farklı şekilde uygulanıyor, hiçbir ülke de
bölünmüyor. Eğer bölünmüş olsaydı Amerika bölünürdü, İspanya bölünürdü, Kanada
bölünürdü ama bölünmüyor. Yetmiş altı ülkede uygulanıyor da bölünmüyor ama
bizim ülkemizde eğer bu konuşulup tartışılıyorsa, suikastlar ve cinayetler…
Evet, suikast ve cinayetler karanlıkta işlenir. Bunu söyleyen arkadaşımız da
çok iyi bilir. Bunlar “Kalleştir.” diyoruz, kim ki suikast ve karanlıklarda
cinayet işliyorsa. Bunların yüreği yetmez karşılıklı dövüşmeye, karşılıklı
fikir alışverişine de yüreği yetmez. Bunlar başlarına kar maskeleri geçirirler,
bunlar karanlığa yatarlar, bunlar devletin imkânlarını kullanarak halka karşı
suikastta da bulunurlar ve faili meçhullere de imza atan onlardır. İşte bugün,
bunu söyleyip de Grup Başkan Vekilinin tepki göstermesine de gerçekten bir
anlam veremiyorum. Yani hele hele siyaseten bir
parti, bir halk kendi düşüncelerini veyahut da bir kurum kendi düşüncelerini
söylüyorsa, buna çıkıp efendim “suikast” olarak söylemek ve yargılamak çok
haklı hakkaniyeti taşımadığını söylüyorum. Çünkü burada, Türkiye’de birçok
kuruma özellikle önemli görevler düşerken emir kipleriyle hareket ediyorlar;
efendim, bunlardan Cemil Çiçek’inden Meclis Başkanına, Cumhurbaşkanına kadar.
Hayır, emir kipleri yok, oturup konuşabileceğimiz bir iklim yaratmalıyız. Bu
sorunun adı varsa sorunun muhatapları da vardır. Bu sorunun adını koyarken biz
birbirimize tepeden, emreden laflarla hareket etmeyeceğiz. Yok
efendim, anlayana sivri sinek, bilmem, anlamayana davul zurna… Cemil Çiçek’in her zamanki klişe lafları. Siz
anlamıyorsunuz. Siz anlayabilmiş olsaydınız, bugüne kadar bu sorunun çözümüyle
ilgili topluma bir proje sunabilirdik. Ama ne yazık ki topluma bir proje değil,
tam tersine -biraz önce de söyledim- buradan yeniden nemalanarak nasıl
siyaseten var olabiliriz? Siyaseten var olabilmenin yolu siyaseten sorunları
çözmektir. Eğer çözebilirseniz var olursunuz. Çözemezseniz, gidip işte seferler
düzenleyerek, gidip Muş’ta bütün alanları, bütün kurumları seferber ederek,
orada 10 binleri toplayarak, orada küçücük yerler açarak, onun adına
“fabrikalar” diyerek, devletin olanaklarını önümüzdeki seçimlerde acımasız bir
silah gibi kullanarak, bize karşı tuzaklar kurarak bu sorun çözülmüyor. Sayın
Başbakanın orada söylediği gibi “… …”(x) kimse konuşmasın, herkes bir proje
üretsin. Proje üretebilirseniz sorunları yürekli bir şekilde çözeriz ve
hepinize diyorum ki bizim hayatımızda, dünyamızda “suikast” terimi alçakça bir
terimdir, böyle bir terimi kullanmadık ve kullanmayız, kullananları da
kınıyoruz. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sakık.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Buyurun.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Hatibin konuşmasında grubumuza yönelik
ithamları oldu, İç Tüzük’ün 69’uncu maddesine göre söz talep ediyorum.
BAŞKAN – Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
2.- Samsun Milletvekili Suat
Kılıç’ın, Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
SUAT KILIÇ (Samsun) – Çok saygıdeğer milletvekilleri, Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, burası Türkiye Büyük Millet Meclisi. Hepimiz
Türkiye'nin seksen bir vilayetinden milletimizin oylarını alarak, milletimizin
temiz vicdanlarına sığınarak seçildik, geldik ve burada milletimizi temsil
etmekle görevlendirildik. Her birimiz milletvekili olup bu kürsüye geldikten
sonra milletin birliğine, dirliğine, vatana, devlete, bayrağa bağlılık
noktasında namus ve şereflerimiz üzerine yemin ettik, ant içtik.
Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Arnavut’uyla, Acem’iyle,
Gürcü’süyle bu millet, Sultan Alparslan’ın ordusundan Gazi Mustafa Kemal’in
ordusuna kadar bin yıllık bir kader birlikteliğini ortaya koymuş olan bir
millettir. Türk Bayrağı adındaki “Türk” ibaresinden rahatsızlık duymamalısınız.
O bayrağı, Türk’üyle, Kürt’üyle 73 milyon insanımız birlikte özgür kıldı.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan…
SUAT KILIÇ (Devamla) – Bu vatanı, 780 bin kilometrekare vatan
coğrafyasını biz, Alparslan’ın ordusundan Atatürk’ün ordusuna kadar bin yıllık
tarih içerisindeki yüzlerce, binlerce şanlı zaferde, şanlı direnişte, işgallere
karşı koymada birlikte temsil ettik, birlikte yaşattık, birlikte millet olduk.
Bir milletin adının “Türk milleti” olması ırka, etnisiteye dayalı bir vurgu değildir. Millet, tasada ve
kıvançta birlik idealiyle bir araya gelen topluluğa verilen isimdir. Hepimiz
aynı milletiz. BDP’li, MHP’li, CHP’li, AK PARTİ’li, Parlamentoda bulunan bulunmayan, hangi
partilerin, hangi siyasal görüşlerin, hangi dünya anlayışlarının peşinden
gidiyor olursak olalım hepimiz bir milletiz.
(x) Bu bölümde, Hatip tarafından
Türkçe olmayan bir dille birtakım kelimeler ifade edildi.
Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Mardin’de, Batman’da, Hakkâri’de,
Samsun’la, Trabzon’la, Muğla’yla, Antalya’yla, Erzurum, Yozgat ve Sivas’la aynı
birlik türküsünü söylerken, biz, burada, birbirimizi ilzam ve itham etme
hakkına sahip değiliz.
Değerli arkadaşlarım, dil bir iletişim aracıdır, dil bir ayrışma
aracı değildir. Hepimizin konuştuğu ortak dil Türkçedir ve hepimizin vurgu
yaptığı değerler bu istikamettedir.
SIRRI SAKIK (Muş) – Bu dili siz kullanıyorsunuz, siz!
SUAT KILIÇ (Devamla) - Eğer bir girişim, bir yaklaşım, bir
görüş, bir öneri, Türkiye'nin devletiyle milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef
alıyorsa buna hepimiz birlikte karşı koyabilmeliyiz ama birini tuzak, birini
suikast, birini pusu kurmakla ya da o kavramları kullanmakla itham ederken,
askerimize, polisimize tuzak kuranları, pusu kuranları, yollarına mayın
döşeyenleri de kınayabilmemiz lazım.
Biz bir milletiz, Türk'üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Arnavut’uyla
hepimiz tek milletiz.
Saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Yıldız.
BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın Hatip, arkadaşımızın konuşmadığı bir
şeyi konuşmuş gibi gösterdi. Türk Bayrağı gibi bir söylememiz olmadı, başkaca
tekrarladığı şeylere ilişkin de bir söylemimiz olmadı. Dolayısıyla bu konuya
açıklık getirmek için Sayın Vekilimiz söz hakkını kullanmak istiyor.
BAŞKAN – Sayın Yıldız, siz söz istiyorsunuz sandım
SUAT KILIÇ (Samsun) - Sayın Başkanım açıklık kazandırabilirim.
BAŞKAN - Bir saniye, Sayın Sakık’ı
dinleyeyim.
Buyurun.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, yani hiç bahsetmediğimiz
konuları kalktı hamasi nutuklarla yine “Vatan, millet” dedi. Daha iki gün önce
senin Genel Başkanın “Kürt halkı
vardır.” diyordu Bitlis’te. Hey kurban olduğum, ne millettir! Ne teknikten
bahsediyorsun? Hem söylemediğim lafları söylüyor…
Ben cevap vermek istiyorum. Bayraktan hiç bahsetmedim. Kimse bayrağın tekniğine
itiraz etmedi.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, açıklık getireyim Sırrı
Bey’in de vicdanının tatmin olması açısından. Neticede önemsediğim bir grup ve
konuşmamda da vurgu yaptım.
Kürtlerin varlığını, Kürtçenin varlığını, Türklerin varlığını,
Türkçenin varlığını inkâr etmemiz hiçbir zeminde, hiçbir şekilde bugüne kadar
söz konusu olmadı. İnkâra dayalı bir anlayış içerisinde kesinlikle bugüne kadar
olmadık bundan sonra da olmayacağız. Tam aksine, pozitif bir cümle yapısıyla
hareket ettim ve birliğe vurgu yaptım.
Sayın Başkanım, sizin yönetim usulünüzü biliyorum. Cevap hakkını
verenin bile yeni bir cevap hakkına, sataşmaya imkân vermemesi ricasında her
zaman bulundunuz. Ben de o şekilde ilzam etmeden, itham etmeden hepimizin ortak
değerlerine vurgular yaptım. Kimseyi incitmediğim kanaatindeyim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Şimdi, bir saniye…
Sayın Kılıç’ın bu son sözlerinden sonra ısrar ediyor musunuz?
SIRRI SAKIK (Muş) – Israr ediyorum çünkü açıklık getireceğim.
BAŞKAN – Peki, buyurun çünkü yani sizin anladığınızı düzeltmeye
yönelik bir konuşma yaptı onun için dedim. Yalnız yeni bir sataşmaya mahal
vermeyin.
Buyurun.
3.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; gerçekten
yeni bir sataşmaya neden vermemek için biraz daha birbirimizi anlayabilmeliyiz.
Yani Suat Bey’in gelip burada söyledikleriyle benim söylediklerimin arasında
korkunç bir şey vardı. Aslında sizin benim konuşmamı desteklemeniz gerekirdi.
Ben suikast kültürünün alçak bir kültür olduğunu söylüyorum ama…
AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Kim yaparsa yapsın.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Kim yapıyorsa yapsın suikast kültürünün
alçakça olduğunu söylüyorum ve bizim hayatımızda suikast kültürü olmadığını
söyledik. Sizin Genel Başkan Yardımcınız bunu söylüyor ve ben bunun yanlış
olduğunu… Biz, çok dillilikten bahsediyoruz. Şimdi, siz biraz önce herkesi bir
tek kimliğe kilitlediniz. Zaten bu, sorunumuzu çözmüş olsaydı bugün bu kavganın
nedeni olmazdı. Yani iki gün önce Sayın Başbakan Bitlis’te “Cumhuriyet Halk
Partisi Genel Başkanı kurultayda “Kürt” diyemediği için ben Kürt halkı
diyorum.” dedi, hatta konuşmasında 3 kez, 4 kez bu geçti. Şimdi Bitlis’te “Kürt
halkı” burada gelip “Hepimiz Türk’üz.” Bu işte…
SUAT KILIÇ (Samsun) – Hepimiz Türk’üz demedim, “Hep birlikte bir milletiz.”
dedim Sırrı Bey.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Ya, biz hepimiz, hepimiz, hepimiz…
SUAT KILIÇ (Samsun) – Yani, bu, Kürt’ün varlığını inkâr mıdır Allah
aşkına!
SIRRI SAKIK (Devamla) – …Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız, buna
bir itirazımız yok. Farklı dillerimiz var, kültürlerimiz var; işte, bu dillere,
bu kültüre hayat hakkı tanıyalım. Bizim söylemek istediğimiz bu.
Evet, hep konuştuğumuzda “Türk halkının hassasiyeti var.” Peki,
kardeşim, bu ülkede yaşayan Kürtlerin hassasiyeti yok mu? Bu ülkede yaşayan
Ermenilerin, Alevilerin hassasiyeti yok mu?
Hepimiz dilimize dikkat etmeliyiz. Yani siz hayatı, bütün herkesi
Türkleştirip, herkesi Sünnileştirirseniz sorun çözülmüyor.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Ne alakası var!
SIRRI SAKIK (Devamla) – Bakın, “Kürt dili.” diyorsunuz. Hepiniz
çocuklarınıza birkaç dil öğrettiğiniz için zaman zaman
övünç kaynağı, “Benim çocuklarım, işte, üç dil bilir.” Bu diller İngilizce, Fransızca,
Almancaysa, yanında Türkçe varsa övünç kaynağı, ama yanı başınızda “Kardeş
halk.” dediğiniz Kürt halkının dilini öğrenmek size zulüm, bu dil sizi
incitiyor, sizi acıtıyor. Sizi incitse de sizi acıtsa da bu dilin özgürlüğü
için, bu dilin diğer dillerle, sizin kültürünüz kadar bu kültürün, bu dilin de
özgürleşmesi için hepimiz çaba sarf ediyoruz, birlikte daha demokratik bir
Türkiye için çaba sarf ediyoruz.
Ben çok fazla sözü uzatmak istemiyorum, ama hiç kimse bu değerler
üzerinden siyaset yaparak, yani bizim yaralarımızı lütfen kaşımasın.
Çok teşekkür ediyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sırayla dinleyeceğim, lütfen…
Buyurun.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, Sayın Konuşmacı
konuşmasında, Sayın Genel Başkanımız, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanı
Sayın Kılıçdaroğlu’na bir sataşmada bulundu. O
nedenle söz istiyorum efendim.
BAŞKAN – Buyurun.
4.- Trabzon Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebi’nin, Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Genel Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; öyle anlaşılıyor ki Adalet ve Kalkınma Partisi ile Barış ve
Demokrasi Partisi aynı şeyleri farklı cümlelerle ifade ediyorlar. Öyle
anlaşıldı. Ancak Sayın Sakık, konuşmasında,
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nu,
kurultay konuşmasında “Kürt” kelimesini, “Kürt halkı” kavramını kullanmamış
olması nedeniyle, bunu bir eksiklik olarak gördüğünü ve Sayın Başbakanın “Kürt
halkı” kavramını kullanmış olması nedeniyle de bunu Sayın Başbakanın hanesine
artı olarak yazdığını ifade etti. Bu, sanki Cumhuriyet Halk Partisinin Kürt
vatandaşlarımıza yönelik tutumunda, politikasında bir eksiklik olarak
vurgulanmaya çalışıldı. Her şeyden önce…
ZEYNEP DAĞI (Ankara) – Politika yok ki eksiklik olsun.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Dinlerseniz Hanımefendi…
Dinlerseniz, politikamızın birkaç cümlesini ben size ifade edeyim.
“Politika yok ki.” diyorsunuz. Adalet ve Kalkınma Partisi hangi
politikayı uyguladı bugüne kadar? Türkiye’de ne kadar etnik kimlik olduğunu biz
Sayın Başbakanla, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la öğrendik. O, saymakla
bitiremedi Türkiye’de ne kadar etnik kimlik olduğunu, hâlâ sayıyor. Daha düne
kadar, Habur’dan giren terör örgütü mensuplarının
giriş töreni karşısında “Bu tablodan umutlanmamak mümkün değil mi?” diyen Sayın
Başbakan değil miydi?
SUAT KILIÇ (Samsun) – Akif Bey, bana mı cevap veriyorsunuz?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Eğer konuşmamıza grubunuz izin
verirse daha sakin konuşabilirim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Suat Bey, Hanımefendi’yi
susturun o zaman.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - O görüntüler karşısında
“Umutlanmamak mümkün değil mi?” diyen Sayın Başbakan değil miydi?
Birkaç gündür Güneydoğu’da “demokratik özerklik” adı altında bir
tartışma yürütülüyor. Hiç duydunuz mu Sayın Başbakan demokratik özerklik
konusunda ne düşünüyor? Politikası nedir? Bir açıklaması yok.
BENGİ YILDIZ (Batman) – Siz ne düşünüyorsunuz Sayın Hamzaçebi? Sizin görüşünüz ne?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Neden? Çünkü yaklaşan bir seçim
var. Seçim nedeniyle Kürt oylarına ihtiyacı var. O nedenle, Abdullah Öcalan’ın
“Marttan sonra Türkiye’de savaş çıkabilir, Cumhurbaşkanı bile ölebilir, çok
kanlı çarpışmalar olabilir.” şeklindeki tehdidini Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu, Sayın Başbakan yiyip yutmuş durumda.
AHMET YENİ (Samsun) – Cesaret ediyorsan konuya gel…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Evet. Evet.
Bakın, geliyorum, konuya geliyorum. Konuya geliyorum.
“Demokratik özerklik.” diye bir tartışma var. Demokratik özerklik
konusunda, isterdim ki, gruplar görüşlerini net olarak ifade etsin. Cumhuriyet
Halk Partisinin gündeminde demokratik özerklik diye bir şey yoktur değerli
arkadaşlar. Türkiye’de, biz, Kürt kimliğinin özgürce ifade edilebilmesinden, o
kültürün özgürce yaşanmasından yanayız, programımız budur. Adalet ve Kalkınma
Partisi ile Barış ve Demokrasi Partisine bu çizgiye gelmelerini, Barış ve
Demokrasi Partisine terörle arasına mesafe koymasını tavsiye ediyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Batman) – Eski plakları çevirip duruyorsunuz!
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, burada İç Tüzük’ün
69’uncu maddesinin dışına taşan bir tartışma yaşandı. Bu tartışma, gerçekten
milletimiz, ülkemiz açısından çok önemli bir tartışma. Bana göre Anayasa’ya
aykırı bir tartışma. Bu konuda Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini ifade
etmek mecburiyetindeyim.
BAŞKAN – Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
SUAT KILIÇ (Samsun) – Usul tartışması mı açtınız Mehmet Bey?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gerekiyorsa açalım.
SUAT KILIÇ (Samsun) – 69’a
göre o zaman söz kullanmış olun, usul tartışması açılmamış olsun.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yani İç Tüzük’e uydurmak gerekiyorsa
açalım.
SUAT KILIÇ (Samsun) - Tutanaklara ne şekilde geçeceği
hususu bakımından.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) - 69’a göre versin; yani Sayın Başkanın
takdiridir.
Sayın Başkanım, süremi de yeniden başlatırsanız…
VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)
3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, AK PARTİ ve BDP Gruplarının etnik kimlikler
üzerindeki tartışmasının Anayasa’ya aykırılık teşkil edeceğine ilişkin
açıklaması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Değerli arkadaşlar, Milliyetçi Hareket
Partisi olarak, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Barış ve Demokrasi Partisi
arasındaki bu tartışmanın tarafı değiliz.
Bakın, birbirini suçlarken söyledikleri sözleri referans yaparak
suçluyorlar; yani bir anlamda yol arkadaşları bugün bir karşıtlık hâline
geldiler.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Mehmet Bey, hiç olmadı ya! Hiç olmadı!..
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Buyurun, gerekeni söylersiniz.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Bizim kimseyle bir tartışmamız yok. Biz
grubumuz adına yapılan ithamlara cevap verdik. Benim söylediğim sözlere
katılmıyorsanız o ayrı bir mesele.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Sayın Kılıç, lütfen susar
mısınız! Lütfen…
AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Hangisine cevap verdiniz Mehmet Bey?
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Değerli arkadaşlar...
AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Kime cevap verdiniz?
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar… Değerli arkadaşlar,
Türkiye Cumhuriyeti devleti bir millî mücadele sonrası kurulmuş ve bu
mücadeleyi verenler, hem kendi aralarında hem uluslararası zeminde bir kuruluş
hukukunu Lozan Barış Anlaşması’yla Medeni Kanun’la, Anayasa’yla, 1924 Anayasası
ile tüm dünyaya ilan etmişlerdir.
Bu kuruluş hukukunu değiştirmeye, buradaki tanımları değiştirmeye
gücümüz yetmez, yetkimiz yoktur; gayrimeşru olur. Bu devletin adı “Türkiye
Cumhuriyeti Devleti”dir. Bu devleti kuran halkın adı “Türk milleti”dir.
Bu devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan insanların toplamının adı “Türk milleti”dir. Bu topraklarda yaşayan halkın adı “Türk milleti”dir. (MHP sıralarından alkışlar) “Kürt halkını
kabul ediyorum”,“Kürt kimliğini kabul ediyorum”,“Kürt sorununu demokrasi
içerisinde siyaset üreteceğim” diyerek başlarsanız, bu noktaya gelirsiniz.
Kimliğini kabul ettiğiniz halkın egemenliğini vermek mecburiyetinde kalırsınız.
Temel yanlışlık bu. KCK’nın
kuruluş bildirisini, geçen hafta sonu itibarıyla Diyarbakır’da yapılan
Demokratik Toplum Kongresi’nin karar metnini okuduğunuz takdirde Türkiye’de
Türk milleti kimliği dışında bir millî kimlik oluşturmanın ve buna dayalı bir
devlet oluşturmanın aşamalarının aşıldığını görürsünüz. Bunun sorumlusu siyasi
iktidar olarak AKP’dir. Dolayısıyla bugün gelinen noktadan şikâyetçi olmaya
hakkınız yok. Rüzgâr ektiniz, rüzgâr estirdiniz, şimdi fırtına biçiyorsunuz.
Ama buna gücünüz yetmeyecek, kim olursa olsun bu ülke bu millet birliğini
koruyacak, bu devlet kimliğini koruyacak. Çünkü bir millî mücadele sonrası
kurulan bu devletin kuruluş hukukunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez, bu
hukuki olmaz, bu meşru olmaz.
Sayın Kılıç, burada ifade ettiklerinize katılıyorum ama bu
milletin adı “Türk milleti”dir, bunu söylemeniz
gerekirdi.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Onu da ifade ettim Sayın Şandır, onu da
ifade ettim! İyi dinleyin!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakınız, hiç kimse
soyunu inkâr etmesin, ben Bayat soyundanım, arkadaşlarımız Kırmanc
olabilir, Zaza olabilir ama hepimiz Türk milletiyiz,
bunu yüksek sesle söylemek mecburiyetindeyiz, yoksa bu Anayasa’ya aykırı
hareket ederiz, bunu ifade ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım…
BENGİ YILDIZ (Batman) - Sayın Başkanım, bütün gruplar konuştular,
müsaade ederseniz biz de bununla ilgili görüşlerimizi söyleyelim.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Bengi Bey, size bir şey söyleyen olmadı, hepsini
bana söyledi.
BENGİ YILDIZ (Batman) - Bize de söylendi.
BAŞKAN – Yani benim iyi niyetimi istismar etmeyiniz, bir. Hepinize
söylüyorum bunu.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Kılıç, dinliyorum.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, gerek Sayın Hamzaçebi gerekse Sayın Şandır, bir başka konu üzerinde
esasında söz almış olmakla birlikte temsil etmekte olduğum AK PARTİ Grubunu
hedef alarak tutanaklar açısından en azından, tarihe not düşmek bakımından
düzeltilmesi gereken cümleler sarf ettiler.
Sayın Başkanım, yeni bir sataşmaya kesinlikle mahal vermeyeceğime
dair size söz veriyorum. Kürsüden imkân verin.
BAŞKAN – Sayın Kılıç, ben, mümkün olduğunca her birinizin
konuşmasını, hem milletvekili olarak hem grup başkan vekilleri olarak
konuşmanızı kısıtlamayan, imkân tanıyan bir insanım. Dolayısıyla, şimdi, bugün
sizden sonra diğerleri sırayla başlarsa biz bu işi bitiremeyiz.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, ona kesinlikle fırsat
vermeyeceğim.
ÖZLEM PİLTANOĞLU TÜRKÖNE (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Türköne, lütfen rica
ediyorum size de; şimdi Sayın Kılıç’la konuşuyoruz biz.
Ben size vermeye kalkıştığım zaman, siz tekrar diğer grupların
konuşmasına neden olursanız bugün burayı ben idare edemem.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Neden olmayacağım Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Peki, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Olur, olur!
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Dayanamaz olur, olur!
SUAT KILIÇ (Samsun) – Olmayacağım.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Dediklerimi tekrarlaman lazım Sayın Kılıç.
MEHMET GÜNAL (Antalya) – O zaman “Türk milleti” de biz de sizi
alkışlayalım.
BAŞKAN – İki dakika veriyorum, buyurun.
4.- Samsun Milletvekili Suat
Kılıç’ın, Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi
ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, AK PARTİ
Grubunu hedef alan ve düzeltilmesi gereken cümlelerine ilişkin açıklaması
SUAT KILIÇ (Samsun) – Değerli arkadaşlar, sizin bıraktığınız
yerden başlayayım. Değerli arkadaşlar… (AK PARTİ ve MHP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bizim muhatabımız arkadaşlar değil, bizim
muhatabımız sizsiniz!
BAŞKAN – Sayın Şandır, lütfen…
Buyurun.
SUAT KILIÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, “Türk milleti” deme
konusunda şahsımın ve bizim herhangi bir problemimiz olmadığını sizler çok iyi
biliyorsunuz. Ama, buna rağmen “Türk milleti”
ibaresini kullanma hakkını sadece kendinizde görüyorsanız bu milletimize de
devletimize de…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Öyle bir şey demiyoruz.
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Söyle, söyle o zaman! Söyle,
alkışlayacağız.
SUAT KILIÇ (Devamla) – Bir saniye arkadaşlar, bir saniye…
Söyleyeyim, sataşma olduğu için o noktayı söyledim sadece.
Değerli arkadaşlar, gerek Sayın Şandır gerekse Sayın Hamzaçebi, tahmin etmediğim şekilde bizi hedef alarak
konuştular.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Türkiye’yi siz yönetiyorsunuz Sayın
Kılıç.
SUAT KILIÇ (Devamla) – Sözlerini tekzip etme gereği bile
duymaksızın ifade ediyorum, değerli arkadaşlar, dünya görüşümüz ne olursa
olsun, partimiz ne olursa olsun, hangi siyasi amblem altında siyaset yapıyor
olursak olalım hepimiz bu ülke için çalışmaya devam ettiğimiz sürece, bu
milletin kaderine ortak olma irademizi koruduğumuz sürece hepimiz iyi ve
hayırlı işlerin içindeyiz demektir. Kim ki…
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Bu milletin adı ne? Söyleyin bu
milletin adı ne?
BAŞKAN – Sayın Özdemir, lütfen…
SUAT KILIÇ (Devamla) – Kim ki bu devletin bekası için bir kaygı
taşıyor…
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Bu milletin adı ne?
BAŞKAN – Sayın Özdemir, lütfen…
SUAT KILIÇ (Devamla) – …ve kim ki bu devletin meselelerini
çözüme kavuşturmak için bir çaba ve irade içerisinde olabiliyorsa, kim ki aziz
milletimizin ikbali için, geleceği için her kim 2023 Türkiyesi’nin
cumhuriyetin yüzüncü yılına yönelik hedefleri için taş üstüne taş koyabiliyorsa
Allah onlardan razı olsun deriz, hangi partisi çatısı olduğuna bakmayız. Çünkü sözlerimin içerisinde ifade ettiğim, tasada ve kıvançta
birlik içinde olan bir topluluğa ancak “millet” denir. Her kim tasamıza ortak
olmuyorsa, her kim kıvancımızı paylaşmıyorsa, değerli arkadaşlar, tarihe de
millete de vicdanlara da hesabını onlar verecektir. Ama biz bir kaşık suda
fırtına koparmamaya gayret etmeliyiz. Bu milletin, bu devletin bölünmez
bütünlüğü hiç kimsenin hayallerinin peşinden sarsılacak kadar zayıf değildir.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Kılıç, bu yaşananlar ne?
BAŞKAN - Birleşime on
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 20.46
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 21.02
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral
AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),
Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
40’ıncı Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine
devam ediyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı:
575) (Devam)
2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi
ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Tasarının 19’uncu maddesi üzerinde söz sırası, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Günal’a
aittir.
Buyurun Sayın Günal. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, sizleri ve yüce Türk milletini saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu madde, hazine garantileri, borçlarla
ilgili. Burada başlangıçta borç konusuyla ilgili sürekli yapılan bir iki
yanlışa temas etmek istiyorum. Sayın Başbakanın ekonomi konusundaki
yanlışlarının bir kısmını bütçenin DPT ile ilgili, TÜİK’le
ilgili kısmında sizlere arz etmiştim. Öncelikle, borçla ilgili bütün
bakanlarımızın söylediği değerlendirmeler var, “Türkiye'nin borcu tehlikeli
durumda değil, net borç stokumuzu gayrisafi yurt içi hasılaya
oranlıyoruz, düşüyor.” diyorlar.
Değerli arkadaşlar, burada çok net bir şekilde borç stokunun
mutlak miktarını önemsizleştirme söylemiyle karşı karşıyayız. Stok olarak
değerlendirmek başkadır, oranına bakmak başkadır. Tabii bir de oranın
içerisinde net borç stokunu hesaplarken neleri hesapladığınız önemlidir.
Dinliyorum neler konuşuyorlar diye, arkadaşlarımız bayağı önemli
konular konuşuyorlar.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
MEHMET GÜNAL (Devamla) – Benimle ilgisi yokmuş, ben devam edeyim.
Şimdi, “net dış borç stoku” diye bir tanım. Ben size soruyorum: Az
önceki madde de fonlarla ilgiliydi. İşsizlik Sigortası Fonu, işsizlere işsizlik
ödeneği ödemek üzere kurulmuş, onların lehine bir fon. Bunun sadece yönetimi
size bırakılmış ama varlıklar işçilere ait. Şimdi, nasıl oluyor da bunun
içerisinden -46 milyar, şimdi 50 milyar olacakmış, Sayın Bakanım, defalarca
sordum ama cevap alamadım- düşüyorsunuz 50 milyarını, bizim borç stokumuz 50
milyar düşmüş oluyor? Hadi, Merkez Bankası rezervlerini varlık, yükümlülük
düştük diyorsunuz, eyvallah, İşsizlik Sigortası Fonu nasıl olur da devletin bir
varlığı olur? Öbür taraftan bakıyoruz, böyle bir ortamda bunu işsizler lehine
kullanmak varken… Topu topu 2002’den bu yana 3,5-4
milyarı bulmamış -3,6 idi eylül rakamları- harcadığımız para, 9 milyar da
bütçeye aktardık, geri kalanı duruyor. O zaman bunu kesmeyin. Bu bir maliyet
değil midir işveren için, işçi için? Ücrette bir maliyet değil midir işsizlik
sigortası kesintisi? “Efendim, işte aktarıyoruz…” Peki, nerede, aktif iş gücü
politikaları nerede? Bu kadar işsizliği azaltacak, işsizleri eğitecek şekilde
niye kullanmıyoruz? Ha, sadece dış borç stokumuzu, borç stokumuzu nete
indirgerken bize 50 milyarlık bir avantaj sağlıyor.
Değerli arkadaşlarım, “borç” deyince, sürekli dile getirdiğim
başka bir husus daha var: Hâlen daha ne İçişleri Bakanından ne Maliye
Bakanından ne Sayıştay ile ilgili birimlerden bu konuda net bir cevap alabilmiş
değilim. Üstüne üstlük, bir de özel sipariş üzerine, bu görevi ihmal suçundan
olan bazı şeyleri de affettiniz.
Bakın, burada, hazinenin borç rakamları var, vadesi geçmiş kamu
alacakları var. 8 milyarın 4,2’si Ankara Belediyesi ve yan kuruluşlarına ait.
Hâlâ ben doyurucu bir cevap alamadım. Dört yıldır bu rakam devam ediyor; 4,
4,1, 4,2… Neden öyle söylüyorum? Nerede bu performans denetimi? Nerede
belediyelerin denetimi? Küçücük bir şeyde hemen soruşturma açıyorsunuz.
Az önce görüştüm, belediyemizin bir tanesinin bina sorunu var,
öbürüne TEDAŞ gelmiş, elektriklerini kesiyor. Dört yıl, beş yıl alınmamış
AKP’li belediyeden; MHP gelmiş, kendi borcunu ödüyor, “Eskisini de
taksitlendireyim.” diyor; “Hayır, onunkini de hemen öde.” diyorlar. Ya beş
yıldır neredeydiniz? TEDAŞ uyuyor muydu yani? “Efendim, bizim değil.”
diyecekler ama arkasından… Oraları söylemiyorum siyasi adaba sığmadığı için, o
belediye başkamıza AKP’li yetkililerinin ne dediğini ben burada konuşmuyorum,
onu size sonra anlatırım.
Dolayısıyla bu çıkardığımız bu kanunlara uymamız lazım. Eğer bir
şey varsa soruşturulması gerekiyor. Hâlen daha vadesi geçmiş, siz gidiyorsunuz,
şuradan şu kaynak yaratalım, buradan bu kaynak… 4 milyar TL… Bununla bütün
belediyelerin sorunlarını çözersiniz, küçük belediyelerin, hiçbirinin de bu
parasını icraya vermeye gerek kalmaz.
Değerli arkadaşlarım, diğer bir husus: Büyümeyle ilgili konularda
sürekli olarak burada tartışmalar yaşanıyor. Biz de, maşallah, hemen üzerinde
bir düzeltme yaptık… İlginç bir şey, Resmî Gazetenin 25 Kasım tarihli
sayısında, parite hesabında bir değişiklik yapmışız ve
Bakanlar Kurulu kararının ekindeki 2011 yılı programının tablosunu değiştirdik.
Yani, bir anda, müthiş derecede bir zenginleşme söz konusu oldu, kişi başına
2.354 dolar artırılmış. Türk milletinin cebine bir bakalım, 2.354’ü bırakın, 2
dolarlık bir artış oldu mu? Yani, kâğıt üzerinde düzelttik, güzel. Yalnız
burada daha vahim bir şey var. Suat Bey gülüyor ama ben Sayın Bakana soracağım
çünkü hem Devlet Planlama Teşkilatı eski mensubu hem de ondan sorumlu, evet,
tam yerine geldi, Maliye Bakanımız olsa cevaplayamayabilirdi. Düzeltme yazısı,
Resmî Gazete, 25 Kasım 2010. “Yılı programı uygulanması, koordinasyonu ve
izlenmesine dair Bakanlar Kurulu kararının eki.” Sonunda şöyle diyor Sayın
Bakanım: “13.653 rakamı 16.126 olarak –dikkatinize sunuyorum burasını- Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığının 24/11/2010 tarihli
ve 4293 sayılı yazısı üzerine düzeltilmiştir.” Şimdi, Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığı nasıl oluyor da Bakanlar Kurulunun aldığı kararı ve ekindeki bir
şeyi yazıyla düzeltebilir? Bunun için bir Bakanlar Kurulu kararı ihdas etmek
gerekmez miydi? Yani, işin içeriğinin ötesinde, bir de usulünde, yönteminde bir
yanlışlık var. Aynen böyle diyor: “Müsteşarlığın şu tarihli yazısı üzerine
düzeltilmiştir.” O zaman, yarın kim bilir Müsteşarlık başka bir şey gönderse
onların ekinde de demek ki düzenleme yapılacak. Allah’tan Resmî Gazete’de
yayımlandığı için biz de bunu görmüş oluyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu İşsizlik Sigortası Fonu’nun yanı sıra
işsizlikle ilgili de yine dikkatimizi çeken bir gelişmeyi sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Şimdi, rakamlara baktığımız zaman Türkiye bir kriz içerisinde,
istihdam yaratmada sıkıntımız var ama bir de bakıyoruz küçülme yaşanırken
tarımsal istihdamda anormal bir artış var. Peki diyoruz, bakalım bu artış
nereden kaynaklanıyor? 500 binin üzerinde bir anda tarımda artış oluyor. Orana
bakıyoruz, tarımsal büyüme, yani normal büyüme birinci çeyrekte yüzde 11,
ikinci çeyrekte yüzde 10 iken tarımdaki büyümeye bakıyoruz 0,4; 1,1 yani
neredeyse hiç büyümemiş. Peki, nasıl oluyor da böyle bir 0,8 ile tarım
gelişmesini devam ettiriyor, bu kadar istihdam alanı açılıyor? Bu durumda…
Şimdi rakamlara bakın, programı açıp Sayın Bakanım baksın, yine yıllık programa
baktığımız zaman tarımdaki büyümeler on üçüncü sayfada, on altı-on yedinci
sayfada da tarımın istihdam içerisindeki payı görülüyor.
Yani ben şimdi anlayamıyorum, tarımın payı gayrisafi millî hasıla içinde düşüyor arkadaşlar; bir.
İki: Büyüme yüzde 11, yüzde 7-8 olurken tarımda yüzde 0,4 yani 1’i
geçmeyen bir büyüme var ama hepsinden çok daha fazla bir şekilde tarımda
istihdam artıyor. Bunu bize bir şekilde izah etmeniz lazım. Aksi takdirde, TÜİK’in yaptığı bu hesaplamalarda güvenilirlik maalesef
azalıyor, sorgulamaya başlıyoruz. Yani dolayısıyla bu ne oluyor? O zaman
elimizdeki rakamları ona göre… “İşsizlik düşecek.” dedi Başbakan, “Düşsün.”
deyip devam etmemiz gerekiyor.
Bu çerçevede, değerli arkadaşlarım, birçok tarla ipoteklenirken, alınan borçları çiftçilerimiz geriye
ödemezken, ben, gerçekten tarımsal istihdamın nasıl arttığını anlayamıyorum.
Sadece, tabii, tarımla da kalmıyor değerli arkadaşlarım, birtakım
yanlışları Sayın Başbakanın, son bir şeyi daha eklemek istiyorum. Artık
“yanlış” diyorum, daha önce “Yanlış bilgilendiriyor, bir hata olabilir.”
diyordum ama her konuşmada söylediğine göre o zaman bizi yanlış
bilgilendiriyor. En önemlisi de burada, her seferinde söylediğiniz, bir defa
olsun 57’nci Hükûmete teşekkür etmekten
kaçınıyorsunuz. Yani her seferinde “Ekonomik istikrar sağlandı, bankacılıkta
sıkıntımız yok, Allah’a şükür bundan dolayı krizden etkilenmedik…” Yahu, kimin
yaptığını da bir sefer söyleyiverin. Yani bir tane de doğrumuzu söyleyin, her gün
yanlış söylemeye gayret ediyorsunuz, arıyorsunuz, buluyorsunuz, söylediğiniz
tutmuyor.
Değerli arkadaşlar, bankacılık sektörü reformu da, Merkez
Bankasının yapısının özerkleştirilmesi de, bütün o sizin söylediğiniz, “Battı.”
dediğiniz bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmesi de, onların
alacaklarının, borçlarının netleştirilip tasfiyesi de, onların hepsinin
sahiplerinin yakalama emri çıkarılarak teslim edilmesi, yurt dışına
çıkışlarının yasaklanması da, buna ilişkin önlemler de, hepsi 57’nci Hükûmet döneminde alındı. Bunu söyleyin ama “Biz de üstüne şunu yaptık.” deyin, varsa.
Olmadığı için…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET GÜNAL (Devamla) - …dönüp dönüp “Bankacılık sektörünü
güçlendirdik.” diyorsunuz. Dolayısıyla, bir hakkı teslim edin, biz de size yine
teşekkür edelim.
Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Günal.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Algan Hacaloğlu. (CHP
sıralarından alkışlar)
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın
Bakan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; biraz evvel burada yaşadığımız
tabloyu gerçekten büyük üzüntüyle izlediğimi ifade etmek istiyorum. 1989’dan beri bireysel, kültürel haklar, demokratikleşme, bölgesel
kalkınma, köy boşaltmalarının ve terörle mücadele sürecinin mağduriyetlerinin
giderilmesi konularında, normalleşme sürecine ilişkin olarak altı rapor
hazırlamış olan ve bu raporları parti programına yansıtmış olan ve bu ülkenin
kuruluşunda yer almış olan bir partinin burada, bu kürsüde temsilcisi olarak
şunu çok net ifade etmek istiyorum: Burada bu konuda konuşma hakkı olmayan,
herkesin konuşma hakkı vardır ama en az konuşma hakkı olan parti AKP’dir
değerli arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar) Çünkü siz
iktidardasınız, siz sorunları çözmekle yükümlüsünüz. Ama görüyorum ki,
görüyoruz ki, ekonomide olduğu gibi bu konuda da kafanız karışık ve bütün
söylemleriniz özünde, temelinde siyasi popülizm ve
seçimlere dönük siyaset rantlarınızı, beklentilerinizi geliştirmek, artırmak.
Ama olan gerçekten Türkiye'nin bütünlüğüne oluyor, olan Türkiye insanının kendi
içindeki çatışmasının düzeyinin, şeklinin artması ve kanın akmasıyla
sonuçlanıyor.
Bu sorun çözümlenmeli tabiatıyla. Ama taşları doğru yerine koymak
lazım. Ben burada susuyorum. Esasında bu konuların böyle televizyon önünde bir
ölçüde -herhangi biriniz için söylemiyorum- şov yapma olanaklarının da var
olduğu, toplumun önünde her şeyin yanlış anlaşılabilme durumlarının da
olabildiği bir yerde bu şekilde değil, belki bir gizli oturumda, bütün grup
başkan vekilleri kendi aralarında anlaşaraktan, sağduyuyla, “Nerede hata
yapıyoruz, nerede sorun? Türkiye'nin temel değerleri üzerinde çatırdayan bu
taşlar, oynayan taşlar nereden kaynaklanıyor?” bunu hep beraber değerlendirip,
yerine oturtmamız gerekir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, ben özünde, tabiatıyla, bütçenin 19’uncu
maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım. Bu çerçeve içinde 19’uncu madde, dış
borç ikrazlarında limitlerin artırılması ve bu konuda verilecek olan
garantilerin düzeylerine ilişkin bir madde.
Değerli arkadaşlarım, tabii, Sayın Maliye Bakanı burada değil, çok
değerli Planlamadan sorumlu Değerli Arkadaşımız, Sayın Bakan burada
yanılmıyorsam, evet. Ama ben, Sayın Maliye Bakanının burada olmasını dilerdim.
Ülkemizde yıllardır toplam yurt içi tasarruflar gayrisafi millî
hasılanın ancak yüzde 13’leri düzeyinde, toplam sabit sermaye yatırımları ise
ancak yüzde 19’lar düzeyinde seyretmekte, oluşmakta, fark ise dış kaynaklarla
karşılanmaktadır ancak siz, reel ekonominin önünü açacak, kaynak tahsislerinin
rasyonel yapılmasını özendirecek, yurt içi tasarrufların artmasına katkı
sağlayacak politikaları bir yana bıraktınız, dışa bağımlı neoliberal
politikalar ile ekonomiyi yüksek reel faiz, düşük kur, vergisiz ve tam serbest spekülatif sermaye kıskacına soktunuz.
Ekonomi büyümesini borçlanmaya, sıcak para girişine ve ithalata
bağımlı hâle getirdiniz.
Faiz, borsa, rant ve kâr transferi olarak
dışa kanamayı rekor düzeylere tırmandırdınız.
İstihdam yaratmayan, sürekli dış açığı pompalayan çarpık büyüme
modeliniz ile ulusal ekonomiyi sıcak paranın ve rantiye
kesiminin insafına terk ettiniz.
Ekonomide hâkim kıldığınız bu sürekli dışa kanayan çarpık yapı
sonucu son sekiz yılda tam 274 milyar dolar cari açık verilmesinin önünü
açtınız.
Bu arada, sadece dış dengenin değil, dış dengenin finansman
kalitesinin de hızla bozulmakta olduğunu görmezlikten geldiniz.
İktidarınızda devlet bütçesinin millî gelire göre göreli
büyüklüğünü hızla küçülttünüz. Bütçenin gayrisafi millî hasılaya
oranını, 2002’de yüzde 34,1 iken 2011 yılında yüzde 25’e çektiniz,
gerilettiniz. Buna rağmen, 2002 yılı sonunda 130 milyar dolar olan Türkiye'nin
toplam dış borcunun Haziran 2010 sonu itibarıyla 266 milyar dolara çıkararak
2’ye katlanmasına çanak tuttunuz. Keza, 2002 yılı sonunda 3.165 dolar olan kişi
başına millî gelirin, kişi başına borç yükünün günümüzde 6 bin doların üzerine
çıkmasına sebep oldunuz.
Gereğince ve adil ölçülerde vergi toplamak, ekonomide kayıt
dışılığı makul düzeylere çekmek yerine eldeki kazları yoldunuz, benzin
istasyonlarını vergi dairelerine dönüştürdünüz.
İthalatın ihracatı karşılama oranının yıllardır yüzde 60’larda
sürünmesi, dış ticaret hacminin gayrisafi millî hasılanın
yüzde 40’ı ile tıkanmış durumda olması, hep sizin bu reel ekonomi ve ulusal
kaynakları dışlayan, dışa bağımlı ve yetersiz politikalarınız sonucudur ve bu
19’uncu maddeye de, esasında, bu uygulamakta olduğunuz politikaların yarattığı
zaaflar ve eksiklikler nedeniyle ihtiyaç duymaktasınız ve bu madde çerçevesi
içinde kullanacağınız yetkililerle dış borç stokundaki artış hızına yeni bir
ivme kazandıracaksınız.
Sayın milletvekilleri, CHP olarak ekonomide gördüğümüz hem
sağlıklı kaynaklarla beslenen yeterli büyüklükte devlet bütçesi hem mali
disiplin hem de üretim ekonomisi temelinde hızla büyümedir, hedefimiz budur.
“Bu amaca dönük olarak Parti Programımızda bütçe disiplinine bağlı
kalınacaktır.” CHP Parti Programı sayfa 168.
“Gerçekçi dengeli ve yeterli büyüklükte devlet bütçesi önceliğimiz
olacaktır.” CHP Parti Programı sayfa 168.
“Tasarruf açığı ülkemizin yüksek ve istikrarlı büyümesi önünde bir
engel olmaktan çıkartılacaktır.” CHP Programı sayfa 160. “Ekonominin spekülatif
yabancı sıcak paraya olan bağımlılığının aşılması sağlanacaktır.” CHP Programı
sayfa 165 ve “Ulusal bankacılık sisteminde toplam yabancı payı orta vadede
yüzde 40 ile sınırlı kılınacaktır.” Bu hedefler öngörülmüştür, iktidarımızda
uygulamaya koyacağımız bu ve diğer politikalarımızla ekonomide yarattığınız
dışa kanamayı, istikrarsızlığı, dengesizliği ve tahribatı gidermeye kararlıyız.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin IMF ile dış odakların dayatması
veya beklentilerini karşılamaya dönük olmayan, ulusal ekonomimizin ihtiyaç,
hedef ve gerçeklerimizle uyumlu bir mali kurala ihtiyaç vardır. Plan ve Bütçe
Komisyonunda sunduğunuz ve tartışmaya açtığınız, sonra “Seçim geliyor, elimiz
kolumuz bağlanır.” kaygısıyla rafa kaldırdığınız mali kural öneriniz
Türkiye’nin ulusal ekonomisinin ihtiyaçlarını karşılamaya dönük bir düzenleme
değildir. Kamu açığını yüzde 1, yıllık ortalama büyüme oranını ise yüzde 5 ile
sınırlayan mali kural öngörünüz samimiyetsizdir, yetersizdir, dış mali odaklara
şirin gözükme arayışının bir yansımasıdır.
Ülkemizde iç tasarruf oranı düşüktür, vergi ödeme kültürü
yetersizdir, vergi kaçağı ve afları yaygındır, kayıt dışı ekonomi dal budak
salmıştır; kamu harcamalarında verimsizlik, kuralsızlık ve yolsuzluklar çok
yaygındır. Bu nedenlerle toplam kamu kesimi açığı için öngördüğünüz yüzde 1
oranı gerçekçi değildir, hatta büyüme dinamitlerini frenleyecek ölçülerde aşırı
düşük bir düzeydir.
Bu kürsüden burada olmayan Sayın Maliye Bakanına sormak istiyorum:
Yüzde 1 düzeyinde kamu açığını, yüzde 67’ler düzeyine tırmandırdığınız dolaylı
vergilerin faturasını dar ve sabit gelirlilere ödetmeye devam ederek mi
gerçekleştireceksiniz? Yoksa İşsizlik Sigortası Fonu’nun yüzde 90’ını amacı
dışında kullanmaya devam ederek mi sağlayacaksınız? Yoksa kamu çalışanları ile
emeklilerin emeklerini, sürünme ücreti ve maaşlarına yani açlık sınırında
yaşamaya mahkûm etmeye devam ederek mi tutturacaksınız? Yoksa,
kamu kesiminin elini kolunu bağlayıp yatırım yapmasını, halka hizmet sunmasını
engellemeye devam ederek mi sağlayacaksınız? Yoksa son sekiz yılda yaptığınız
33 milyar doların üzerindeki özelleştirmeyi son hız sürdürüp, tüm kamu
işletmeleri ve tesislerini eşe dosta peşkeş çekerek mi gerçekleştireceksiniz?
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Hacaloğlu.
Şahıslar adına ilk söz, Muş Milletvekili Sayın Seracettin
Karayağız’da.
Buyurun Sayın Karayağız. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
SERACETTİN KARAYAĞIZ (Muş) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2011 yılı merkezî yönetim bütçe kanununun 19’uncu maddesi
üzerine şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Konuşmama başlamadan önce
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği gibi, Hazine Müsteşarlığı 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve
Borç Yönetimi Düzenlemesi Hakkında Kanun kapsamındaki kurum ve kuruluşlara dış
finansman kaynağından sağladıkları kredilere hazine garantisi vermekte veya dış
borcun ikrazı yoluyla finansman sağlamaktadır. Petrol, doğal gaz ve değerli
madenler yönünden fakir olan ülkemizin kalkınmasında en önemli sermayemiz
insanımızın kas ve beyin gücüyle girişimci özelliğidir. Bu açıdan baktığımızda,
hükûmetlerin yaptığı borçlanmanın yerli yerinde
değerlendirilmesi, ülke açısından hayati önem arz etmektedir.
Değerli milletvekilleri, bugün bütün dünya bir küresel ekonomik
krizi yaşamaktadır ve bu durum ülkemizi de etkilemektedir. Dünya ekonomisinde
hiçbir olumsuzluk yaşanmadığı dönemlerde, önceki iktidarlar ülkeye kriz üstüne
krizler yaşattılar. 19 Şubat 2001’de dolar bir gecede yüzde 74 arttı. Döviz
borcu olan esnaf ve sanayicinin birçoğu iflasa sürüklenirken, devlet
bankalarından borçla dolar alanlar ise bir gecede katrilyonlar kazandılar. İki
dönemde batan yirmi dört bankanın borç yükü bu millete ödettirildi. Yıllık
bileşik faizlerin yüzde 143’leri, gecelik faizlerin yüzde 7 binleri bulduğu
günlere şahit olduk. AK PARTİ Hükûmetlerinden önceki
iktidarlar bize tamtakır bir kasa bırakmakla kalmamış, karşılıksız para basarak
enflasyonu azdırmış, bununla da yetinmeyip dişe dokunur bir yatırım
yapmadıkları hâlde, kısa sürede ülkeyi borç batağının içine sokmuşlardır.
Başlanıp yıllarca süren, kaderine terk edilen yatırımlarla birlikte birçok
yatırım AK PARTİ iktidarları döneminde başlanıp bitirilmiştir.
1987’de başlayan Karadeniz otoyolu bizim dönemimizde bitirildi.
1990 yılında ihale edilen Bolu Dağı Tüneli bizim dönemimizde bitirildi. İzmir,
Bursa ve Kayseri çevre yolunu biz bitirdik. Ankara-Samsun yolunu biz bitirdik.
13.375 kilometre bölünmüş yolu biz yaptık. İstanbul-İzmir yolunu üç buçuk saate
indirecek projeyi biz başlattık. KÖYDES Projesi’yle on binlerce köyün yolunu
yaptık ve suyunu getirdik. 618 baraj ve 62 gölet inşa ettik. Ankara-Eskişehir
ve Ankara-Konya hızlı tren projelerini tamamladık. Ankara-Sivas,
Eskişehir-İstanbul hızlı tren projeleri devam ediyor. 13,5 milyar liralık
nemaları ve 4 milyar 300 milyon liralık KEY ödemelerini biz yaptık. Ata
yadigârı 3.850 vakıf eserini biz onardık.
132 adet organize sanayi bölgesinin altyapısını tamamladık. 160 bin
derslik 135 yeni yurt ve 80 üniversiteyi biz açtık.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Cumhuriyeti de siz kurdunuz! Ayıp ya!
SERACETTİN KARAYAĞIZ (Devamla) - 263 hastane, 1.807 sağlık tesisi
ve 226 ek bina inşaatını biz yaptık. 130 adalet sarayı yaptık. 57 ilimize doğal
gaz götürdük. Bakü-Tiflis-Ceyhan Hattı Projesi’ni biz bitirdik. Mavi Akım
Enerjisi Projesi’ni biz bitirdik. Samsun-Ceyhan ve Şahdeniz
Projesi’ni biz yapıyoruz. 470 bin toplu konutu biz inşa ettik. Türkiye
ekonomisini 26’ncı sıradan 17’nci sıraya biz yükselttik. Banka hortumlarını biz
kestik. IMF’ye 17,5 milyar dolar borcu biz ödedik. Eski iktidarların arpalığı
hâline gelmiş KİT’leri en şeffaf biçimde biz özelleştirdik. İktidara geldiğimiz
günden bu yana her yıl devlet yatırımı bütçesinin birkaç katı borç ve faiz
ödemekteyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu borç stokunun
gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2002 yılında yüzde
73,7 iken 2008 yılında yüzde 39,5’a Hükûmetimiz
tarafından indirilmiştir. 2002’de yüzde 63 olan iç borçlanma yıllık bileşik
faiz oranı ise yüzde 7,9’a gerilemiştir. Türkiye ekonomisi…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SERACETTİN KARAYAĞIZ (Devamla) – Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karayağız.
Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Köse…
ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, il özel idareleri yoksullara mikro kredi
verebilmektedir. 2002-2010 yılları arasında ülkemiz çapında kaç kişiye bu kredi
kullandırılmıştır? Bu kredi GAP bölgesi illerinde ve Adıyaman’da kaç kişiye
verilmiştir?
İkinci sorum: İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken paranın başka
alanlarda kullanılabilmesinin önünü daha önce açmıştınız. 2010 yılında bu
Fon’da biriken para ne kadar, hangi alanlarda kullanılmıştır? Bu alanlardan
kaçı istihdama dönük alanlardır? GAP’a bu Fon’dan ödenek aktarılmış mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Özdemir…
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakana soruyorum:
Kayıt dışı ekonominin vergilendirilmesi için özellikle gelir ve
kurumlar vergisinin geniş halk tabanına yayılması için çalışmalarınız var
mıdır?
İkinci sorum: İnşaat sektöründe 150 metrenin altındaki konutlardan
alınan yüzde 1’lik vergi oranının 150 metrekareden fazla olan konutlarda
kademeli bir şekilde artırılmasının bu sektörün gelişmesi açısından olumlu bir
etkisi olacak mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Tokat ili gibi ülkemizin her yerinde bankalarca takibe alınan
ödenmeyen bireysel kredilerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bu artışa
bakılınca en büyük artışın yüzde 90 oranıyla konut kredileri olduğu
görülmektedir. Kredi kartı, konut kredileri gibi bankalara borcu ödenmeyen
insanlara bir kolaylık getirmeyi düşünüyor musunuz?
İkinci soru olarak: Tarım sigortası primleri çiftçi tarafından çok
yüksek bulunduğundan dolayı yapılamamaktadır. Ayrıca, tapulardaki vereselerden
dolayı da sigorta yaptırılamıyor. Hükûmet olarak
çiftçinin desteklenmesi babından bu sigortaları Hükûmetin
karşılamasını düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Akkuş...
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; 2001 yılında
üniversitelerde yapılan bir düzenlemeyle öğretim üyelerine verilmesi düşünülen
iyileştirme ödeneği, profesör ve doçentlere verilmiş, yardımcı doçentlere ise
bir sonraki bütçeye konulacak ödenekle bu iyileştirme ödeneğinin verilmesi
kararlaştırılmıştı. Ancak, iktidara gelen AKP hükûmetleri,
bu kararı daima göz ardı etmiş ve bugüne kadar da yardımcı doçent ücretlerinde
ve araştırma görevlisi ücretlerinde herhangi bir iyileştirme yapılmamıştır.
Verilmiş olan bu sözü yerine getirmeyi düşünüyor musunuz? Bu
öğretim elemanlarının özlük haklarıyla birlikte maaşlarında da bir iyileştirme
yapma çalışması yapacak mısınız?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Enöz...
MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakan, yerli üretimin ithalata olan bağımlılığını azaltmak
amacıyla yurt içi katma değer arttırıcı sektörel
politikaların geliştirilmesi için ne gibi tedbirler alıyorsunuz?
İkinci sorum: Tarımsal elektrik faturalarının zamanında geriye
dönüş oranı nedir? Yani ödeme oranı, tahsilatı nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Serdaroğlu...
MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkanım, Sayın Bakan;
Kastamonu’nun İnebolu, Cide ve Doğanyurt ilçelerine ait ellinin üzerindeki
köylerde on dört gündür elektrik yoktur, ne zaman geleceği de belli değildir.
Önceki gece tüp lüks ile aydınlanan Çelenlioğlu
ailesinin 5 ferdi gazdan zehirlenerek hayatlarını kaybettiler. Adli tıptan
alınanların cenazeleri şu sıralarda lüks ışığında defnediliyor.
Sorum: Övündüğünüz iktidarınızın, övündüğünüz KÖYDES’in
köylere on dört gündür elektrik vermemesi sonucu hayatını kaybedenlerin geri
kalanlarına ve diğer mağdurlara ne diyeceksiniz, onlardan nasıl özür
dileyeceksiniz?
İki: Kastamonu’nun elektriksiz köylerine ne zaman elektrik
vereceksiniz?
Üç: Bu köylerimizdeki on dört günlük elektrik yokluğuna çare
olamayışınıza tek kelimeyle “beceriksizlik” dersek cevabınız ne olur?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakan, su tarımın her
şeyi ama maalesef sulama birliklerinin artık su ihtiyacı var. Hâlâ İçişleri
Bakanlığına bağlı bir kurumun tarıma ne kadar hizmet ettiğini takdirlerinize
sunuyorum. Artık, sulama birliği yasası, iki yıldır Komisyondan geçmesine
rağmen, tarım perişan, sulama birliklerinin artık su ihtiyacı var. Lütfen… Bu,
Devlet Su İşlerine ne zaman devredilecek? Bu yasayı iki yıldır neden Mecliste
tutuyorsunuz? Bunun amacı nedir? Artık “Su, su, su, su!” diye bağırıyor
insanlar.
BAŞKAN – Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, özelleştirilen TEDAŞ işletmeleri bünyesinde çalışan
ve üniversite mezunu olup da kapsam dışı personel olarak bilinen personelin
mağduriyeti gerçekten son derece büyümüş durumda. Acaba bu durumdaki personelin
mağduriyetinin giderilmesine yönelik kanun tasarısını bir an önce
kanunlaştırmayı düşünüyor musunuz?
İkincisi de, nüfusu 2 binin altında kalan belde belediyelerinin
2014 yılında yapılacak yerel seçimlere tekrar belediye başkanı olarak aday gösterebileceklerini
söyleyebilir misiniz? Bu konudaki son gelinen nokta nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Bakan…
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Çok teşekkür ediyorum.
Mikro kredi konusu, biliyorsunuz, çeşitli vakıflarla birlikte
yürütülüyor. Özel idareler de bunu yapıyorlar. Özellikle güneydoğuda SODES
dediğimiz Sosyal Destek Programı kapsamında biz de buna çeşitli illerimizde
destek veriyoruz bu işin yaygınlaşması için. Ayrıca, sosyal yardımlaşma
kanalıyla da aslında proje bazlı verdiğimiz destekler
de bir anlamda bir tür mikro kredi sayılabilir. Bunları destekliyoruz ama
sayılarını şu anda size verebilecek durumda değilim doğrusu.
İşsizlik sigortası -çeşitli arkadaşlarımız da dile getirdiler-
çeşitli amaçlar için kullanılıyor. Özellikle işsizleri desteklemenin yanı sıra,
yeni istihdam olanakları üretmek için de kullanıyoruz bu İşsizlik Sigortası
Fonu’nu. Aslında bu da Kanun’un ruhuna son derece uygun ve
son derece anlamlı bir kullanım. Yani “İnsanlar işsiz kalsın da onlara
destek olalım” anlayışı yerine, insanlara öncelikle iş bulacak ortamı
oluşturalım. Daha fazla insan iş güç sahibi olsun ki işsizlik ödeneğine muhtaç
olmasın. Dolayısıyla GAP gibi, DAP (Doğu Anadolu Projesi) gibi, KOP (Konya
Ovası Projesi) gibi temel altyapı konularında, özellikle de küresel krizin
olduğu bir ortamda bu fonların bir kısmını, sadece nemasının bir kısmını
-anaparasını değil- kullanıyoruz ve bu yolla da aslında çok sayıda insanımıza
istihdam imkânı oluşturuyoruz, büyümemizi destekliyoruz. Bunda hiçbir şekilde
yadırganacak bir durum görmüyorum ben.
Sayın Özdemir “Kayıt dışılığın azaltılması için bir çalışmanız var
mı?” dedi. Bu kapsamda çok sayıda aslında faaliyetimiz var. Zaten bir Kayıt
Dışı Ekonomiyle Mücadele Stratejisi Eylem Planı’mız
var açıkladığımız. Bu kapsamda yürüttüğümüz çok sayıda çalışma var. Gelir
İdaresi Başkanlığımız da bu çalışmaları koordine ediyor. Bizim temel
politikalarımızdan bir tanesi bu zaten. Giderek bu kayıt dışının azalmasını
arzu ediyoruz. Özellikle istihdam piyasalarında geçen yıla göre 1,5 puan bir
azalış var kayıt dışılıkta. İnşallah bu trend artarak
devam eder fakat tarım, turizm, inşaat gibi belli sektörlerimizde hâlen bunun
bir sorun olarak devam ettiğini söyleyebiliriz. Onunla da mücadele ediyoruz,
hep birlikte de mücadele etmeliyiz.
Diğer taraftan, bu kredi kartlarına kolaylık getirecek miyiz,
konut, kredi kartı gibi hususlarda, bankacılıkla ilgili. Burada kanuni bir
düzenlemeye ihtiyaç yok. Bankalar, özel bir ilişki bu, istedikleri kolaylığı
müşterilerine tanıyabilirler. Geçen sene bir düzenleme yapmıştık yani
bankaların ortak hareketini kolaylaştırmak babından bir düzenleme yapılmıştı.
Ama şu anda bankaların bu konuda kendi politikalarını uygulamaları için
herhangi bir kısıt söz konusu değil. Özel ilişkileri kamu olarak bizim çok fazla
düzenlememiz de işin ruhuna da çok aykırı ve çok uygun olmaz diye düşünüyorum.
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Babacan görüştü, söyleyiverse iyi
olur, genel müdürlerle görüştü.
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Diğer taraftan, bu yardımcı
doçentlerle ilgili soru defalardır geliyor. Ben arkadaşlarıma söyledim, detaylı
inşallah bir not hazırlayıp versinler. Anladığım kadarıyla ilgili
arkadaşlarımız da sizlere iletiyorlar böyle bir sorunu. İnşallah, bir not
hazırlayıp versinler. Ben doğrusu nedir, tam anlayamadım konuyu ama Maliye
Bakanlığımız bu personel konularında detaylı bilgi versin.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakan, Kastamonu’ya bir müjde
verin.
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Yerli üretimin ithalata
bağımlılığı konusu soruldu. Bu konuda tabii ki ülke olarak aslında enerjiye
bağımlıyız. Enerjiyi düştüğünüz zaman dış ticaretimizde bizim çok büyük, daha
doğrusu cari dengemizde çok kötü bir durumda değiliz enerji ithalatı, enerji
hariç diye bakarsanız. Temel problemimiz aslında enerji ve bazı ara mallar. Bu
ara mallarla enerji konusunda… Tabii ara mallarımız var, çalışmalarımız var ama
asıl ara malları konusunda da en önemli politika yurt içinde ARGE harcamalarını
geliştirmek, desteklemek. Uzun vadeli, aslında en temel
politika bu. 2003 yılında binde 5’in altında olan ARGE harcamalarının
millî gelire oranını 2009 itibarıyla binde 8,5’e çıkarmış durumdayız ama bunu
da inşallah -yeterli bulmuyoruz- daha da artırmamız lazım. Aslında bu iş en
temel...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Geri kalan sorulara yazılı
cevap vereceğim.
BAŞKAN – Evet, sözü kesildiği için geri kalan sorulara yazılı
cevap vereceğini söyledi Sayın Bakan.
19’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
20'nci maddeyi okutuyorum:
Görev zararları
MADDE 20 – (1) Kamu iktisadi teşebbüslerine 8/6/1984
tarihli ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin 35 inci maddesi uyarınca verilen görevler neticesinde doğan ve
teşebbüs kayıtlarına göre gerçekleşen görev zararları, ilgili teşebbüsçe
yapılacak ödeme talebine istinaden, Hazine Müsteşarlığı bütçesinde yer alan
ilgili ödeneklerden gider kaydedilerek ödenir.
(2) 12/12/2001 tarihli ve 2001/3372 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı
ile önceki yıllar kararları kapsamında üretilen şekerin Türkiye Şeker
Fabrikaları A.Ş.'nin özelleştirme programına alındığı
tarih itibarıyla sözleşmesi ve bağlantısı yapılmış olan dahilde
işleme rejimi kapsamındaki satışlarıyla ihracatından doğan görev zararları
Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. tarafından yapılacak ödeme talebine istinaden,
Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.'nin kayıtları esas
alınarak, Hazine Müsteşarlığı bütçesinin 07.82.31.00-04.2.1.31-1-05.1
tertibinden gider kaydedilerek ödenir.
(3) 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi kamu iktisadi
teşebbüsleri ile Hazinenin pay sahibi olduğu diğer işletme, şirket ve
bankaların Hazineye tekabül eden temettü tutarları ile diğer öz kaynaklarının
tamamı veya bir kısmı, ilgili teşebbüs, işletme, şirket ve bankanın ödenmemiş
sermayesine ve/veya görev zararı alacaklarına mahsup edilebilir. Söz konusu
mahsup işlemlerine Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan; mahsup
işlemlerini Hazine Müsteşarlığının teklifi üzerine bütçenin gelir ve gider hesaplarıyla
ilişkilendirilmeksizin mahiyetlerine göre ilgili Devlet hesaplarına
kaydettirmeye Maliye Bakanı yetkilidir.
(4) Türkiye İhracat Kredi Bankası Anonim Şirketinin politik risk
kapsamında yapacağı tahsilatın ve Bankanın faaliyet
kârlarından Hazineye tekabül eden temettü tutarlarının ve olağanüstü yedek
akçelerinin tamamı veya bir kısmı, Bankanın politik risk alacağına ve/veya
ödenmemiş sermayesine mahsup edilebilir. Söz konusu mahsup işlemlerine Hazine
Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan; mahsup işlemlerini Hazine Müsteşarlığının
teklifi üzerine bütçenin gelir ve gider hesaplarıyla ilişkilendirilmeksizin
mahiyetlerine göre ilgili Devlet hesaplarına kaydettirmeye Maliye Bakanı
yetkilidir.
BAŞKAN – Madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Muş
Milletvekili Sayın Nuri Yaman.
Buyurun Sayın Yaman. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA M. NURİ YAMAN (Muş) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2011 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın “Görev
zararları” başlıklı 20’nci maddesi hakkında konuşma yapmak üzere söz almış
bulunuyorum. Barış ve Demokrasi Partisi adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, maddede geçen “görev zararları” nedir, bunu açıklamakla
sözlerime başlamak istiyorum. Basit bir tanımıyla KİT’ler
tarafından üretilen mal ve hizmetlerin fiyatlarının Bakanlar Kurulu tarafından
maliyetlerin altında belirlenmesi sonucu oluşan maliyet ile fiyat arasındaki
fark ve kuruluşun söz konusu mal ve hizmetleri piyasa koşullarında
satamamasından dolayı mahrum kaldığı kâr toplamından oluşan tutar ile KİT’lere
özel görev verilmesi dolayısıyla bir zarar doğarsa bu zararın toplamı olarak
tanımlamak ve anlamak gerekir.
233 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname’nin 35’inci maddesinde görev
zararlarının iki şekilde ortaya çıkabileceği belirtiliyor. Birinci şekli:
KİT’ler tarafından üretilen mal ve hizmetlerin fiyatlarının Bakanlar Kurulunca
belirlenmesi ve belirlenen bu fiyatların maliyetin altında olması. İkincisini
de KİT’lere Bakanlar Kurulu tarafından faaliyet konularıyla ilgili görev
verilmesi ve bu görevden dolayı ortaya bir zarar çıkması veya kârdan mahrum
kalınması olarak değerlendirmek lazım.
Görev zararı ödenmesi de iki şekilde yapılmaktadır: Bir, bütçe
kanunlarında yer alan hükümler uyarınca -ki şimdi onu görüşüyoruz- KİT’lerin
ödenmemiş sermayelerine veya temettü paylarına karşılık mahsup yapılarak ödeme
yapılması, bir de nakden ödeme yapılması şeklindedir. Görev zararları: KİT’ler
görev zararı uygulamasında tahakkuk bazında mali bir kayba uğramamakla beraber
nakit bazında alacaklarını zamanında tahsil edememenin mali sıkıntılarını
sürekli olarak çekip bu döneme kadar ve günümüze kadar gelmektedirler.
Yıllar itibarıyla KİT’lerin toplam görev zararları da şöyle
olmuştur: 2007’de bu KİT’lerin görev zararları 699 milyon TL, 2008’de 1 milyar
245 milyon TL, 2009’da 1 milyar 914 milyon TL, 2010 yılının ilk altı ayı
itibarıyla da 464 milyon 98 bin TL olmuştur.
Değerli milletvekilleri, dört yıldan bu yana KİT Komisyonunda
görev yaptığım konularla ilgili sizleri bilgilendirmek istiyorum. Bu Komisyona
gelen 100’ün üzerindeki KİT’lerle ilgili olarak hemen hemen
zarar etmeyen KİT kuruluşu yok gibidir.
Türkiye Elektrik Kurumu Şirketi 2009 yılında 54,5 milyon TL
ödemeyle zararını kapatmıştır.
Yine, Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt A.Ş. 2008 yılında 588
milyon TL faaliyet zararıyla dönemini kapatmıştır.
Türkiye Taşkömürünün durumu maalesef içler acısıdır. 2008 yılında
382 milyon TL dönem zararı, 2009 yılında da yine yüzde 1 artışla 386 milyon TL
olarak gerçekleşmiştir.
Devlet Demiryolları İşletmesi…
Et ve Balık Kurumu Genel Müdürlüğü, kamuoyunun da yakından bildiği
gibi, yine dönem zararıyla kapatan önemli KİT kuruluşudur.
Daha da sıralarsak, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü 2009 yılı
faaliyet ve dönem zararları 66 milyon ve 88,5 milyon olmak şartıyla bu dönem
zararlarıyla kapanmıştır.
Yine, sırasıyla Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğü,
yine Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Türkiye Elektromekanik Sanayi Anonim
Şirketi, Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi, Sümer Holding, Türkiye
Denizcilik İşletmeleri, Türkiye Elektrik Dağıtım, Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz
ve Alkol İşletmeleri, Ankara Doğalgaz Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş, yine buna
benzer diğer KİT’ler, maalesef, ülkemizde zararla, dönem zararlarıyla kendi
dönemlerini kapatan KİT’lerdir.
KİT’lerle ilgili olarak Hazine Müsteşarlığı, KİT’ler ve
özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşların ocak-haziran dönemine ilişkin
görev zararları, stok borçları ve istihdam verilerini açıkladı.
2010 yılı ilk altı ayı görev zararlarına ilişkin bu açıklamada,
KİT’lerin ocak-haziran döneminde Hazine kontrolleri ve ilgili bakanlık
müfettişlerince kesinleştirilen görev zararları, cari fiyatlarla 441 milyon 678
bin TL olurken, toplam görev zararları da 464 milyon 98 bin TL olarak
gerçekleşen, zarar eden KİT kuruluşlarıdır.
Bunlar, tabii, dönemsel olarak aynı şekilde yine ocak-haziran
döneminde, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları, Devlet Hava Meydanları
İşletmeleri, Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi görev zararları olan
önemli KİT kuruluşlarıdır. Hele Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumunun her yıl
zarar listesi gittikçe artmakta ve bu devirlerle bakiye 240 milyon TL ve devir
bakiyesi de 138 milyon 384 bin TL’nin üzerinde gerçekleşmiş olan
kurumlarımızdandır.
Bu konuyu neden -birtakım rakamları da- sizin hafızalarınızda
kalması için gündeme getirdim? Evet, benimle beraber çalışan ve sanıyorum, bu
Meclisin çatısı altında şu an bizimle beraber bu konuları, bu verdiğim
rakamları izleyen arkadaşlarım da çok iyi bilecekler ki, bunlar KİT Komisyonuna
geldiği zaman, orada muhalefet partileri olarak ve bir de bu denetim
sonuçlarını… Yıllarca kamu yönetiminde bulunan bir kişi olarak nasıl içler
acısı bir sonuçla bu raporların örtbas edildiğini, bunların, AKP Hükûmetinin her komisyonda olduğu gibi, KİT Komisyonundaki
çoğunluğuyla nasıl gündemin dışına taşındığını beraber çok arkadaşla birlikte
yaşadık.
Bakın, aslında bu zararlar tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan
zararlardır ama bu tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruduğunu, bunun için
mücadele ettiğini söyleyen AKP Hükûmetinin değerli
KİT Komisyonu üyeleri, konu, o KİT’lerde bu zararın sonucunu doğuran, bu zarara
neden olan kendi atadıkları genel müdürlerin ve diğer sorumluların
soruşturulmaları ve hesap vermeleri safhasına geldiği zaman, maalesef, orada
tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumayla ilgili gerekli hassasiyeti ne yazık ki
gösteremiyorlar.
Bakın, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu bu KİT’lerle ilgili
dönemsel, her yıl denetimlerini yapıyor ve bunlarla ilgili görev zararlarını
raporlara bağlayarak, ilgili bakanlıklara gönderiyor ve ilgili bakanlıklara
gönderilen bu raporların, bu raporlar sonucunda devleti zarara uğratan kamu
görevlilerinin soruşturmalarının da bu bakanlık teftiş kurulu tarafından
yapılmasını öneriyor.
Gelin görün ki, yıllar önce başlatılan ve KİT Komisyonu
üyelerine de o soruşturma sonuçlarıyla ilgili raporları okuduğumuz zaman
gerçekten kamunun diğer alanlarında bu işleri takip eden, örneğin İçişleri
Bakanlığı Teftiş Kurulundaki müfettişlerin çalışmalarıyla buradaki yapılan
denetimler ve soruşturmalar sonucunda düzenlenen bu raporların ne kadar
korumacı, ne kadar aklamaya yönelik olduğunu görmenin, orada izah edilmesinin
acısını çekiyorum.
Şimdi, 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nda son yapılan
değişiklikte, biliyorsunuz 1982 yılındaki değişiklikte bu kamu görevlilerinin
kişisel sorumluluk ve zararların tazmini vardı. Ama ne yazık ki, bu
bakanlıklarla ilgili teftiş kurulları genelde ne cezai sorumluluk ne mali
sorumluluk işlemlerini yapmıyorlar. Genelde yaptıkları, sadece bir disiplin
soruşturmasıyla, bir uyarı veya kınama cezasının verilmesiyle, Sayın Bakanın
onayını alarak maalesef bu dosyaları kapatıyorlar.
Tabii, bu konularla ilgili söylenecek çok söz var. Bu sözlerimizi
biz KİT Komisyonunda söyledik, ancak burada vakit yetersizliği nedeniyle dile
getiremedim.
Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yaman.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Konuşmacı konuşmasında
KİT Komisyonunu ve KİT Komisyonu üyelerini suçlayıcı mahiyette cümleler
kullanmıştır.
M. NURİ YAMAN (Muş) – Ben de o Komisyonun üyesiyim Sayın Başkan.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Konuya açıklık getirmek için KİT Komisyonu
Başkanı olarak cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Ben şimdi tutanakları getirteceğim Sayın Kacır. Ben çok iyi takip edemedim Sayın Hatibi. Tutanakları
getirteceğim, bakacağım ve size cevap vereceğim.
M. NURİ YAMAN (Muş) – Ben Komisyonu değil, teftiş sonucundaki raporları
eleştirdim.
BAŞKAN – Sayın Yaman, ben tam anlamıyla takip edemedim. Onun için
tutanakları getirteceğim.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Tekirdağ Milletvekili Sayın
Kemalettin Nalcı.
Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı’nın görev zararlarını düzenleyen 20’nci maddesi üzerine
Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Günümüzde KİT’lerin en önemli temel sorunlarının birisi ve sürekli
gündeme gelen ve bütçe üzerinde büyük bir yük oluşturan görev zararlarıdır.
Bütçe gelirlerinin yeterli olmadığı ülkemizde kuşkusuz bu görev zararları
borçlanma yoluyla finanse edilmektedir. Böylece kamu borcu ve kamu borçlanma
gereği artmaktadır. Yıllar itibarıyla artış gösteren KİT görev zararları 2004
yılında 692 milyon iken Sayın Devlet Bakanı Ali Babacan 2010 yılında KİT’lere
görev zararları kapsamında toplam 1 milyar 827 milyon lira ödeme yapılacağını
belirtmiştir. 2010 yılı görev zararları kapsamında Toprak
Mahsulleri Ofisine hububat alımları için 780 milyon lira, Türkiye Kömür
İşletmeleri ve Türkiye Taşkömürü Kurumuna yoksul ailelere kömür yardımı
kapsamında 683 milyon lira, Devlet Demiryollarının ekonomik olmayan hatlarının
işletilmesi kapsamında 326 milyon lira ve diğer kuruluşlara 38 milyon lira
olmak üzere toplam 1 milyar 827 milyon ödeme yapılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, 2008, 2009 ve 2010 yılları ocak-ekim
döneminde cari transferlere bakıldığında, 2010 yılında 2009’a göre yüzde 9,9
oranında artış makul görülebilir. Ancak 2010 yılı cari harcamalarını 2008’e
göre değerlendirdiğimizde yüzde 47,6’lık bir artışla karşı karşıya kalmaktayız.
Bu cari transferlerde görev zararları üzerinde durmamız gerekir. Görev
zararlarında 2010 yılı ilk on ayında 2009’a göre 0,70’lik bir artış
gözükmektedir. Ancak 2008’e göre kıyasladığımızda artış yüzde 77’ye çıkıyor.
2008 yılına göre önemli bir artış olduğu görülmektedir. İlk on ay için yine
Sosyal Güvenlik Kurumuna “görev zararı” adı altında yaptığımız transferlerin,
2009 yılına göre yüzde 4,7 arttığını görüyoruz. Ancak 2008’in ilk on ayına göre
kıyasladığımızda, buradaki artış da yüzde 71,5 gözükmektedir.
Değerli milletvekilleri, kamu iktisadi teşebbüslerinde çok sayıda
personel çalıştırılması ve istihdam edilen personelin aylık ortalama
ücretlerinin diğer kamu kuruluşlarında istihdam edilen personelin aldıkları
ücretlerden yüksek olması görev zararlarını daha da artırmaktadır. Diğer
taraftan, bu işletmelerin etkin ve verimli yönetilmemesi, yönetim kurullarının
siyasi müdahalelerin etkisi altında kalmaları ve bu kurulların bağımsız
çalışmaması kamu iktisadi teşebbüslerinin ülke ekonomisine yapacağı katkıların
istenilen düzeyde olmasını etkilemektedir. Bu itibarla, personel sayısının
azaltılması ve buna paralel olarak niteliğin artırılması ve kamu iktisadi
teşebbüslerinin yeniden yapılandırılması zorunludur.
Değerli milletvekilleri, kamu iktisadi teşebbüslerinden büyük
ölçüde yararlanılması ve bu işletmelerin temel etkenler üzerinde etkili olması
için, etkin ve bağımsız karar alabilen etkin bir yönetimin yanında, bağımsız
bir denetimin de olması şarttır. Kamu iktisadi teşebbüslerinin faaliyetleri,
Yüksek Denetleme Kurulu, Başbakanlık Teftiş Kurulu, Devlet Denetleme Kurulu,
ilgili bakanlık gibi çok sayıda kurum tarafından teftiş ve denetime tabi
tutulmaktadır. Ancak, bunun yerine bağımsız bir dış denetimin varlığı
gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, sanayici, çiftçi, esnaf, işçi, memur,
kısaca herkes borç altında eziliyor ve herkes kazandığının büyük bir
çoğunluğunu faiz olarak ödüyor ve yeni yatırımlar yapamıyor, tasarruf da
yapamıyor. Hane halkı borçlarının hane halkı geliri içindeki payı 2007’de yüzde
31 iken 2008’de bu oran yüzde 34’e, 2009’da ise bu oran yüzde 37,7’ye
yükselmiştir. Yurt içi tasarruf oranları ise 1998’de yüzde 24 iken 2008’de
yüzde 17’ye geriledi ve 2009’da da yüzde 15 mertebelerindedir. Dolayısıyla,
üretimimiz ve satışlarımız düşmüştür. Çünkü Avrupa'nın en pahalı benzin ve
motorinini tüketiyoruz. Motorin bizde 1,5 avronun üzerindeyken hiçbir Avrupa
ülkesinde 1,2 avronun üzerinde değildir. Yine LPG’nin
litresi bizde 1,5 avro iken hiçbir Avrupa ülkesinde 0,60 avroyu geçmemektedir.
Benzin de aynıdır değerli milletvekilleri, ülkemizde benzini 2 avronun üzerinde
almaktayız ama bugün Avrupa ülkelerinin tümünde 1,3 avro seviyelerindedir.
Artık, çiftçi ve üretici kazancının tamamını akaryakıta yani enerjiye yatırmaya
başlamıştır. Üretici kesim üretimden vazgeçmeye başlamıştır. Dolayısıyla,
Türkiye tarım ürünlerini ihraç eden değil ithal eden bir ülke hâline gelmiştir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, satın alma gücü paritesiyle hesaplanan millî gelir bakımdan 1999 yılında
16’ncıydı, onun için G20’ye girdi. 2009 yılında ise 16’ncı. Bu da on yılda
bütün ekonomilerin büyüdüğü, özellikle bize benzeyen ekonomilerin ama sonuçta
yarışta neredeyiz diye baktığımızda 1999’dan daha öteye gitmediğimizi
görmekteyiz.
Diğer bir konu ise sıcak para meselesi. Şu anda sıcak para çok ciddi bir sorundur ve bu sermaye
hareketlerinin sadece bizim alacağımız önlemlerle kontrol edilmesi yeterli
değildir. Merkez Bankası, Maliye Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı ve BDDK bir
araya gelmeli ve bu küresel sermayenin getirdiği aşırı hareketlenmeleri
önlemek, kontrol etmek, sürece tesir etmek amacıyla birtakım ciddi önlemler
alınmalıdır.
Değerli milletvekilleri, burada önemli olan konu şudur: Bakın,
çıkarmış olduğumuz tasarıda, yani kanunun 20’nci maddesinde şöyle bir cümle
geçmekte, aynen okuyorum: Türkiye Şeker Fabrikalarının özelleştirilmesinden
doğacak zararları Hazine Müsteşarlığı karşılayacak.
Sayın milletvekilleri, bu ülkede en büyük zararı yapan halktır.
Görev zararına, asıl burada kaybeden halktır. Bu görev zararı nedir biliyor
musunuz? Size vermiş oldukları yetkiden dolayı bu halk zarar ediyor, çiftçi
zarar ediyor, sanayici zarar ediyor. Sekiz senedir bana bir tane şey
gösterebilir misiniz? Enerji girdileri ortada. Burada
çok güzel çıkarıyoruz. Yani, bunun neresi… Siz üreticiyi, siz pancar
üreticisini mağdur duruma sokacaksınız, özelleştirme yapacaksınız ve buradan
doğan zararı da yine halkın sırtına… Bu görev zararı değil de nedir? Bu görev
zararıdır. Sekiz senedir bu ülkede ne yazık ki AKP İktidarı görev zararıyla
geldi, görev zararıyla gidecektir inşallah.
Sayın milletvekilleri, bir dönem önce de buradaki şeylere
baktığımız zaman, şunları çok iyi irdelememiz lazım: Burada sadece görev zararı
dediğimiz zaman KİT’lere bakmamak lazım, çiftçinin, emeklinin, memurun alım
gücü nerede? Alım güçlerine baktığımız zaman bugün emekliler sizden ve bizden
hesap sormak için vakit…
CEMAL KAYA (Ağrı) – Tamam, tamam, hallederiz.
KEMALETTİN NALCI (Devamla) - Sayın Vekilim, sizin tuzunuz kuru!
Sizin tuzunuz kuru olduğu için bu görev zararlarını pek anlamanızı beklemek de
yanlış olur. Onun içindir ki, ben, görüşülmekte olan bu tasarının ki ille de özelleştirmeden
doğan zararların halkın sırtına yüklenmesine karşı olduğumuzu bildirir,
hepinizi saygıyla selamlarım. Sağ olun. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Nalcı.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Tekirdağ Milletvekili Sayın
Enis Tütüncü. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz.
CHP GRUBU ADINA ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
20’nci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu madde genelde KİT’lerin
görev zararlarının karşılanmasıyla ilgili. Şimdi şöyle bir soru sormak
istiyorum makro bir değerlendirme çerçevesinde: KİT sistemi şu anda kârda
mıdır, zararda mıdır? Bu sorunun yanıtıyla başlamak lazım.
Değerli milletvekilleri, KİT sistemi 2001 yılından bu yana kâr
etmektedir. Toplam KİT sisteminin kârlılığını son iki yıl itibarıyla sizinle
paylaşayım: 2009 yılında 6 milyar 300 milyon liralık bir kâr edilmiş, 2010
yılında ise 5 milyar 200 milyon liralık kâr edilmesi bekleniyor. Özelleştirme
kapsamındaki KİT’lerin durumuna baktığımız anda, kârlılık miktarı daha da
artıyor. 2009 yılında, özelleştirme kapsamındaki KİT’lerin kâr miktarı 7 milyar
800 milyon lira olarak gerçekleşmiştir, 2010 yılında ise 9 milyarın üstünde bir
kâr yapması beklenmektedir.
Bütçeden KİT’lere yapılan transferlere gelince: 2006 yılından
itibaren bu transferlerde bir azalma gözleniyor. 2010 yılı sonu itibarıyla,
tahminî söyleyeyim size, üç kalemde toplam 6 milyar 800 milyon liralık bir
transfer beklenmekte. Bunun iki temel nedeni var, dikkatinizi çekiyorum:
Birincisi, Devlet Demiryollarının yatırımları ve bu kurumun sosyal güvenlik
kurumlarına borçları; ikincisi ise, Türkiye Taşkömürü ile Türkiye Kömür
İşletmelerinden bedelsiz alınan kömürler, yani bedava kömür dağıtımının
faturası ve Türkiye Kömür İşletmelerinin, TTK’nın
sosyal güvenlik kurumlarına olan borçları. Yani, bu iki neden olmasa, KİT
sistemi hazineye hiç yük olmayacak, dikkatinizi çekiyorum, hiç yük olmayacak,
daha fazla kâr edecek, daha fazla yatırım yapacak -nitekim,
2010 yılında 7 milyar 200 milyon liralık yatırım programlanmıştır- ve daha
fazla istihdam yaratacak.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada, tarımsal KİT’lerden
ikisi hakkında kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum: Toprak Mahsulleri
Ofisi, sözün ona, çiftçinin kara gün dostu. Toprak Mahsulleri Ofisinin hububat
piyasasındaki düzenleyici rolü artıyor mu, azalıyor mu? Artıyor. Bunu biz
söylemiyoruz, bütçenin analizinde Hükûmet söylüyor,
“Artıyor” diyor, itiraf ediyor. Peki, bu gerçek ortadayken kurumun elini kolunu
neden bağlıyorsunuz? Alım merkezlerinin çoğunu kapattınız, finansman
olanaklarını daralttınız Toprak Mahsulleri Ofisinin. Burada, çiftçimiz adına
sesleniyorum: Toprak Mahsulleri Ofisini yeni bir anlayışla ayağa kaldırınız,
bir an önce gereğini yapınız.
Et ve Balık Kurumuna gelince: Bunun durumu ise daha da vahim. Türkiye, bugün, yurt dışından canlı hayvan ithal etmek zorunda. Bu
duruma düşürülmesinde Türkiye'nin, Et ve Balık Kurumunun gözden çıkarılmış
olmasının çok büyük bir payı vardır, bunun altını çiziyorum. Hükûmet, 2010 yılı sonuna kadar sıfır gümrük vergisiyle ya
da gümrük vergisiz 60 bin ton canlı sığır ithal anlaşmaları imzaladı. Bu arada
Et ve Balık Kurumu 16 bin ton canlı sığır ithalatı yaptı, 2010 yılı sonuna
kadar ise 6.100 ton canlı sığır ithalatı yapmayı programladı. Yani biz
yıllardır besicileri ihmal ettik, destek vermedik, yeterli desteği vermedik,
şimdi yabancı ülkelerin besicilerini abat ediyoruz, dolarla abat ediyoruz,
helal olsun AKP’nin politikasına.
Sonuç? Ne oldu sonuç? Et fiyatları ucuzladı mı? Hayır. Neden
ucuzlamadı? Et ve Balık Kurumunu öylesine çökerttiniz ki, satış ve pazarlama
ağı öylesine paramparça oldu ki, öylesine aciz bir durumdaki Et ve Balık Kurumu
nasıl etkili olabilir?
Bu yaşananlar, bize göre, AKP’ye bir ders olmalıdır, bir ders
olmalıdır. Neden ders olmalıdır? Kamu girişimciliğine sürekli olarak ideolojik
açıdan ret anlayışıyla bakıyorsunuz. Bu doğru değildir. Bu doğru değildir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkenin yararı varsa aynı zaman kesiminde
hem özelleştirilme yapılabilmelidir hem de rekabetçi, özerk, yeni bir kamu
girişimciliği anlayışına yer verilmelidir yani ideolojik reddi anlayışını terk
etmelisiniz. Biz konuya ideolojik bakmıyoruz. Dikkatinizi çekiyorum: 1930’lu
yıllar devletçiliğini savunmak bugün kesinlikle mümkün değildir. Bu konu şu
açıdan önemlidir: Türkiye dünya ekonomisinde kazanan ülkeler safına geçecek mi,
geçmeyecek mi? Kim istemez ki, tabii geçsin. Peki, bunun yolu nereden geçiyor?
Değerli milletvekilleri, bunun yolu, sanayi üretim yapısını, ileri teknolojili,
yüksek katma değerli, rekabetçi bir yapıya dönüştürmekten geçiyor ve böyle bir
yapıyı ekonominin sürükleyici gücü hâline getirmekten geçiyor.
Değerli milletvekilleri, imalat sanayisi üretiminde ileri, yüksek
teknoloji endüstrilerinin payı yüzde 5’in altına inmiş durumdadır. AKP iktidara
gelmeden önce yüzde
5’in üzerindeydi. Türkiye ekonomisi,
Allah aşkına, -dikkatlerinize sunuyorum-
böylesine geri bir teknoloji düzeyiyle dünyada nasıl rekabet edebilir, nasıl
ayakta kalabilir? Bu çarpıklığı mutlaka dengelememiz lazım. Bu yolda özel
sektör, örneğin bilgi çağı teknolojilerinde, elektronik, elektromekanik,
bilişim, iletişim, nükleer teknoloji, uzay teknolojisi, nanoteknoloji
gibi sektörlerde yatırım yapamıyor ise çeşitli nedenlerden dolayı, yeni kamu
girişimciliği modeli devreye girmesin mi ya da kamu artı özel ortaklıklar
kurulmasın mı? Hatta yabancı sermaye ortaklıklarına kamu gitmesin mi? “Hayır,
gitmesin.” diyorsanız, ne olacak? Değerli milletvekilleri, hepimiz biliyoruz ki
Türkiye, Sanayi Devrimi’nin endüstrilerini ve teknolojilerini tam
gerçekleştiremedi, büyük bölümünü ıskaladı, şimdi ise
yeni teknolojik devrimin yani bilgi çağı devriminin teknolojilerinin
endüstrilerini ıskalayacak.
Değerli milletvekilleri, biz, yeni kamu girişimciliği modelini
Doğu ve Güneydoğu Anadolu için çok önemsiyoruz. Eğer tüm yeni teşviklere rağmen
özel sektör oraya gitmiyor ise özel sektör ile kamuyu bir araya getirmek
mecburiyetindeyiz. Yeni girişimcilik anlayışı, piyasa koşullarında rekabet
edecek, siyasetin kesinlikle eli uzanmayacak, tam anlamıyla özerk, hatta ve
hatta yabancı sermayeyi de davet ederek Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu
Bölgesi’nde bir an önce fabrikaların açılması gerekiyor. Yani AKP olarak orada
hapishane açma düşüncesini bir an önce terk etmelisiniz değerli
milletvekilleri.
Son olarak, kamu girişimciliği bağlamında Halk Bankası ile Ziraat
Bankasının durumuna değinmek istiyorum. Halk Bankası, biliyorsunuz özelleştirme
programına alındı 2007 Şubatında, yüzde 25’i kamuya arz edildi. Ama Halk
Bankasında kamunun ağırlığını korumak mecburiyetindesiniz, bu bankayı özerk
KOBİ ve esnaf bankası konumuna getirmek mecburiyetindesiniz. Ziraat Bankasını
da tarım ve hayvancılığı, kooperatifçiliği finanse edecek özel bir ihtisas bankası
konumunda yeniden organize etmelisiniz.
Sayın Başkan, teşekkür ederim. Bu bütçenin hayırlı uğurlu olmasını
diliyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tütüncü.
Şahıslar adına ilk söz Artvin Milletvekili Sayın Ertekin Çolak’a aittir.
Buyurun Sayın Çolak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
KİT’lerin ürettiği mal ve hizmetler maliyetinin altında satıldığı
zaman maliyet ile fiyat arasındaki farkın Hazine tarafından ödenmesine “görev
zararları” denilmektedir. Arkadaşlar, bu görev zararlarından kurtulmanın tek
yolu, en doğru yolu özelleştirmedir. Dünya bu meseleyi bu şekilde çözmüştür.
Burada görev zararlarını eleştirenler aynı zamanda özelleştirmeyi de
eleştirmektedirler.
Değerli arkadaşlar, yeni bütçeler aynı zamanda “yeni yıl”
demektir. Yeni yıl, yeni bütçe, yeni ümitler, yeni projeler, iş, aş ve birçok
hayalin gerçek olması manasına gelmektedir. AK PARTİ’mizin
yapmış olduğu bütçeler geçmişten günümüze hayali kurulup da yapılamayan büyük
projelerin hayata geçmesi manasına gelmektedir.
2011 bütçesinde Abdülhamit’in İstanbul Boğazı’nı geçme hayalleri,
Gazi Mustafa Kemal’in muasır medeniyeti yakalama hedefi vardır. Artık kara tren
dönemi bitmiştir, muasır medeniyet hızlı tren yapmaktadır, bu bütçede biz de
bunları yapmaktayız.
Bu bütçede, rahmetli Menderes’in, İnönü’nün, Özal’ın, hatta
rahmetli Türkeş’in hayalini kurduğu Büyük Türkiye projeleri hayata geçmektedir.
Bu bütçenin içerisinde, Artvin ilinin de elli yıldır hayalini
kurduğu Artvin Cankurtaran Tüneli de hayata geçmiştir. Benim ilimde de
tüneller, yollar, köprüler, viyadükler, fakülteler,
yüksekokullar, hastaneler, hatta birçok barajlar 2011 bütçesinde hayata
geçmektedir.
Cankurtaran Tüneli’ni bu millet tam elli yıl bekledi. Bir ay önce
temelini attık, inşaatı başladı. Gidiş-geliş 11 kilometre uzunluğunda olan bu
Tünel aynı zamanda Türkiye'nin en uzun tüneli olacaktır.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Bitti mi, bitti mi?
ERTEKİN ÇOLAK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu kürsüde zaman zaman bir bölgemizin adından bahsedilirken “Kürt
coğrafyası” olarak söz edilmektedir. Bunun üzerine basarak sık sık söylenmesi hiçbir şekilde doğru olmayan bir
yaklaşımdır. Üstelik bu konuşmayı yapanların barış dilinden, barıştan
bahsederken bu coğrafya üzerinde etnik bir siyaset yapmaları doğru olmadığı
gibi söyledikleriyle de çelişmektedir.
SIRRI SAKIK (Muş) – Emredersin, emredersin!
ERTEKİN ÇOLAK (Devamla) - Eğer bir coğrafyadan bahsedeceksek bu coğrafyanın
birleştirici adı “Anadolu Türk coğrafyası”dır, ille
de belli bir bölgeden bahsedeceksek o coğrafyanın adı da “Güneydoğu Anadolu coğrafyası”dır.
Açık ve net bir şekilde söyleyelim ki biz bin yıldır bu
topraklarda hep birlikte yaşıyoruz. Türklerle Kürtler birbirlerinden kız aldı,
kız verdi ve buna da devam ediyor. Türklerle Kürtler etle tırnak gibi olmuştur.
Etle tırnak arasına girmek isteyenlere bu millet kesinlikle fırsat
vermeyecektir.
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Bu hikâyeler bayatladı.
ERTEKİN ÇOLAK (Devamla) – Yapılacak her türlü etnik siyaset bin
yıllık kardeşliğimize zarar vermektedir. Güneydoğu Anadolu’yu Kürt coğrafyası
olarak nitelendirenler İstanbul’da, Ankara’da Bursa’da, Adana’da, İzmir’de
yaşayan binlerce Kürt vatandaşımızın olduğu bölgeleri nasıl izah edeceklerdir?
SIRRI SAKIK (Muş) – Mustafa Kemal’i…
M. NURİ YAMAN (Muş) – Tarihi oku, tarihi.
ERTEKİN ÇOLAK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, güneydoğuda
fabrikalar yapılmadığı için ya da işsizlik olduğu için dağa çıkıldığını ima ederek
terörü masum göstermeye çalışanlar vardır. Şunu söyleyelim ki: Ülkemizin toprak
açısından ve fabrika açısından en fakir bölgesi benim ilimdir.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çolak.
Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Tütüncü…
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Konuşmamda kamu girişimciliğindeki esaslar çerçevesinde bir değerlendirme
yaptım ve KİT sistemi toplamında 2010 yılında 7 milyar 200 milyonluk yatırım, 5
milyar 200 milyonluk kâr olduğunu, toplam 12,5 milyarlık bir artı, pozitif
durum olduğunu söyledim. 6,8 milyar TL transfer toplamı olduğuna göre KİT’lerin
makro açıdan, kamu girişimciliğinin makro açıdan ekonomideki konumunu yeniden
değerlendirebilir misiniz Sayın Bakan.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Köse…
ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Sayın Başbakan 2008 yılında “GAP’ı beş yıl içerisinde
bitireceğiz.” dedi. Bu söz hâlâ geçerli midir? Şu anki rakamlara bakıldığında
GAP’ın verdiğiniz sürede bitirilmesi için -beş yılda- üç yıla ihtiyaç vardır. Ayırdığınız ödenek ve
kaynaklarla bunun gerçekleşeceğine inanıyor musunuz?
İkinci sorum: Yasa gereği Adıyaman Belediyesi ve İl Özel İdaresine
genel bütçe veya gelirlerinden verilen pay ne kadardır?
Üçüncü sorum: Tarımsal sulama amaçlı elektrik kullanımında KDV
oranı oldukça yüksektir. Bunun düşürülmesi veya üreticilerimizin desteklenmesi
amacıyla sübvansiyon yapılması planlanmakta mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Enöz…
MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Kararnamesi’nin 35’inci
maddesi uyarınca verilen görev neticesi doğan ve hazinece ödenecek görev
zararları nelerdir ve ne kadardır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Sakık…
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Biraz önce burada AKP Grubu adına konuşan ilimin vekili güllük
gülistanlık bir Türkiye sundu ama biz Türkiye’nin en yoksul ilinin
vekilleriyiz; ben de, o da. İlimiz, emin olun, açlık insanların ruhunu
çürütmüş. Şimdi, bu kadar güllük gülistanlık bir ülke varken peki kendi ilimize
niye Allah aşkına bir yatırımda bulunmuyoruz, bir katkıda bulunmuyoruz? Bu cumhuriyet
kurulduğu günden bugüne kadar bu ülke ne zenginleşti ne özgürleşti. Bizi ne
zaman bu iktidarlar özgürleştirecek ve zenginleştirecek?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakan, Tütün ve Alkol
Kurulu Türkiye’de kaçak sigaraya mı özendiriyor, amacı bu mudur? Köylüye tütünü
ektiriyorsunuz, “Tütün ekimi serbest.” diyorsunuz ama köylüye tütün satışını
yasaklıyorsunuz, ceza koyuyorsunuz. Acaba bu Hükûmetin
programında kaçak sigarayı özendirmek gibi bir program var mıdır? Köylünün
istediği sarmalık tütünün satışı artık serbest olacak mı? Ekim serbestse satış
da serbest olmalıdır, rekabet koşulları budur. Lütfen artık köylüyü bu işten
kurtarın, köylüye yasak koymayın Sayın Bakan.
BAŞKAN – Sayın Taner…
RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, görüştüğümüz 20’nci madde görev
zararlarıyla ilgilidir. 2’nci fıkrası da şeker fabrikalarındaki zararları
düzenlemektedir. Dolayısıyla şeker fabrikalarının özelleştirme kapsamına alınış
tarihinden sonraki satış ve ihracatından doğan görev zararları hazinece
ödenecektir. Bu görev zararları ne kadardır ve sizce adil bir uygulama mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Ceylan…
MEHMET CEYLAN (Karabük) – Sayın Bakanım, Hükûmetiniz
döneminde eğitime özel bir önem verdiğinizi biliyoruz. Bu nedenledir ki millî
eğitim harcamaları bütçede en yüksek pay almaya başladı ve 2011 bütçesinde de
millî eğitim bütçesi yüzde 21 oranında artarak 34 milyar liraya çıkmaktadır.
Sayın Bakanım, yine biliyoruz ki bu dönemde, AK PARTİ hükûmetleri döneminde, sekiz yılda, ilk ve ortaöğretimde
160 bin derslik açıldı, 750 bin bilgisayar okullara gönderildi, kitaplar
ücretsiz dağıtıldı ve on binlerce öğretmen ataması yapıldı. Yükseköğretimde ise
80 yeni üniversite açıldı, binlerce üniversite mezunu genç master
ve doktora için yurt dışına gönderiliyor.
Sorum şudur: Millî eğitim harcamalarının son sekiz yılda gayrisafi
yurt içi hasılaya oranı hangi seviyeden hangi seviyeye
geldi? Yine bu sürede kaç bin öğretmen ataması yapıldı?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın İnan…
Sayın İnan yok mu?
Sayın Bakan, buyurun.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Tabii ki şu anda KİT sisteminin yaklaşık yüzde 80’i enerji
KİT’lerinden oluşmaktadır. KİT’ler rasyonel bir şekilde eğer yönetilirse,
ticari esaslar üzerine yönetilirse, tabii ki önemli bir fonksiyona sahiplerdir,
bu fonksiyonu da yerine getirmişlerdir ama özellikle ekonomide rekabetin
artırılması ve bunun sayesinde verimliliğin artırılması, yenilikçiliğin
artırılması anlamında bence her zaman tercih, eğer mümkünse özel sektör
dinamizmi yönünde kullanılmalıdır.
Şimdi şöyle: Maalesef, her ne kadar o rakamlar size bir artı değer
gibi gösteriliyorsa da, bugün çok iyi biliyoruz ki BOTAŞ’ın şu anda devlete
muazzam bir şekilde bir borcu var, vergi borcu var. Neden? Çünkü BOTAŞ gazı EÜAŞ’a satıyor –bu KİT’lerin yüzde 80’inden bahsediyorum-
EÜAŞ TEDAŞ’a, TEDAŞ vatandaşa... TEDAŞ vatandaştan
toplayamadığı için, geri ödemelerde aksama olduğu için, bu defa BOTAŞ da bize
olan, Maliyeye olan, örneğin, vergi borcunu ödeyemiyor. Dolayısıyla, evet, yani
KİT’lerde biz çok ciddi iyileştirmeler sağladık.
Bakın, bugün, hatırlarsanız, 2001 kriziyle birlikte, özellikle
kamu bankalarına yaklaşık 21 milyar dolar civarında bir kaynak aktarıldı
eskiden kalan görev zararları ve yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle ama onlar
daha ticari bir yapıda işlemeye başlayınca çok farklı bir noktaya geldiler.
Fakat kamu adına bu risklerin alınması, vergiyi ödeyenler adına bu risklerin
alınması her zaman için tabii ki bir sıkıntı ortaya çıkartabilir. Dolayısıyla
ilke olarak özel sektör dinamizminden yararlanabileceğimiz noktalarda tabii ki
özel sektör rekabet, inovasyon yani yenilikçilik,
verimlilik bence ön planda olmalıdır ama özel sektörün yapamadığı, yapmak
istemediği konularda bizim mutlaka devlet olarak var olmamız lazım.
Az önce aslında, değerli bir milletvekilimiz konuşmasında şunu
söylemişlerdi: “Et ve Balık Kurumu hâlâ özelleştirme kapsamında...” şeklinde
bir ifadeleri oldu. Biz, aslında, Et ve Balık Kurumunu 2005 yılında program
kapsamından çıkarttık ve ciddi bir şekilde, özellikle doğuda, güneydoğuda
tekrar bunun canlandırılması yönünde de adım atıyoruz. Dolayısıyla o konuda da
hassasız.
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Sayın Bakan...
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Müsaade edin, bir sürü
soru var.
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Sayın Bakan, yıllardır bizim
söylediğimizi söylediğiniz için teşekkür ediyoruz. Sağ olun. Bunu duymak
istiyorduk Sayın Bakan. İşte bu.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Estağfurullah. Biz doğruları söylüyoruz. Sizler de paylaşıyorsanız, teşekkür
ediyorum.
“Tarımsal sulamada KDV oranı yüksek.” O konu incelenebilir ama şunu söyleyeyim: Tarımsal sulamada zaten,
cazibeli sulamada büyük bir sübvansiyon var. Devlet bir sürü yatırım yapıyor,
sonra bunları sulama birliklerine devrediyor. Orada bile birtakım sıkıntılar
var. Bence bu sistemin bile bir reformdan geçirilmesi gerekiyor.
Şimdi “Görev zararları ne kadardı?” diye soruldu bana. 2010 yılı,
yaklaşık olarak söylüyorum 3,4 milyar lira, 2011 yılında ödenek olarak da
yaklaşık 5 milyar 45 milyon lira ayrılmış durumda.
Sayın Sakık, Türkiye gerçekten hem
zenginleşiyor hem özgürleşiyor. Bakın, bundan sekiz yıl önce Güneydoğu
Anadolu’da bir olağanüstü hâl vardı, kalktı. Bir devlet güvenlik mahkemeleri
vardı, kalktı. Hapishanelerde vatandaşlarımız ana dilleriyle görüşemiyorlardı,
görüşmeye başladılar. TRT Şeş yoktu, TRT Şeş var.
Bakın, eğer hak ve özgürlükler ön planda olsaydı bugün Türkiye’de
terörün hiç olmaması lazımdı. Tabii ki ikisini ayırmak lazım.
Her iki konuda da biz, eğer siz burada doğru tavır sergilerseniz problem
kalmaz. Türkiye gerçekten hem özgürleşiyor…
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Doğru tavır nedir Sayın Bakan?
Nasıl bir tavır?
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar,
bakın, size en az üç beş noktayı saydım. Türkiye hem özgürleşiyor hem
zenginleşiyor ama maalesef bu özgürleşmenin ve zenginleşmenin önündeki en büyük
engel terördür. Terör bitmeden bu ülke kendi kaynaklarını kendi vatandaşlarının
refahı için harcamada her zaman sıkıntı çekiyor. Özel sektörün dinamizminden
Güneydoğu Anadolu eğer bugün yararlanamıyorsa bunun temelinde terör vardır,
kamu hizmetlerinin eksikliği yoktur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
20’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın Kacır, ben tutanakları getirttim,
okudum. Size söz hakkı vereceğim ama çok rica ediyorum yeni bir sataşmaya mahal
vermeden, sadece -bilmiyorum tutanakları siz okudunuz mu- bir açıklama yapmanız
için üç dakika süre veriyorum size.
Buyurun.
VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)
5.- İstanbul Milletvekili Ünal Kacır’ın, Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, KİT’lerde
yolsuzluk yapıldığı sözlerine ilişkin açıklaması
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; az
önce kürsüde konuşan Sayın Muş Milletvekili Nuri Yaman’ın sözleriyle ilgili,
KİT Komisyonu Başkanı olarak, KİT Komisyonu üyesi arkadaşlarım adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Sayın Nuri Yaman, KİT’lerden bazılarının
zararlarından bahsederek bu zararların bütün KİT’lerin zarar ettiği şeklinde
algılanabilecek şekilde ifadeler kullanmış, arkasından da bu zararların
nedenini KİT’lerdeki yolsuzluklara bağlamış ve bizim de KİT Komisyonu olarak,
KİT Komisyonu AK PARTİ’li üyeler olarak bu
yolsuzlukların üstünü örttüğümüz şeklinde ifadeler kullanmıştır. Bu konuda söz
aldım.
Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Daha sonra, Sayın Yaman’dan
sonra kürsüye gelen Sayın Tütüncü, CHP Sözcüsü Arkadaşımız, KİT sisteminin kâr
etmekte olduğundan bahsetti, rakamları verdi. Sayın Bakanımız da bu konularda
gerekli olanları söyledi. Ben o detaylara girecek değilim ancak KİT Komisyonu
olarak biz, hiçbir yolsuzluğu kapatacak adım atmadık, atmayız ve
arkadaşlarımızın hepsi çok iyi biliyorlar ki bu konuda...
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Biz de attırmayız Başkan.
ÜNAL KACIR (Devamla) – Evet, teşekkür ediyorum.
…bu konuda bütün komisyon üyeleri olarak titiz çalışmalar yaparız,
en ince detaylarına kadar inceleriz ve yolsuzlukların üzerine gideriz, gittik,
gidiyoruz. Bütün arkadaşlarımız bu konuyu bilirler.
M. NURİ YAMAN (Muş) – İbra edilmeyenler var.
ÜNAL KACIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi, tabii KİT’lerin
zararlarıyla ilgili bir tek örnek vermek istiyorum. Devlet Demiryolları zarar
ediyor görülüyor. Mesela 2007 rakamı 630 trilyon.
M. NURİ YAMAN (Muş) – Türkiye Taşkömürleri zarar etmiyor mu?
ÜNAL KACIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, sistem biraz farklı.
Bütün yatırımları gidere yazdığınızda zarar ortaya çıkıyor. Bu muhasebe
sistemine göre Demiryolları ne kadar çok yatırım yaparsa o kadar çok zarar
ediyor görünüyor. Şimdi, biz bütün Devlet Demiryolları yöneticilerini
yolsuzlukla suçlayabilir miyiz? Böyle bir şey olabilir mi? Bunlar, ilk önce,
Sayın Üyemizin komisyondaki arkadaşlarına bir haksızlığıdır; iftira demek
istemiyorum, yakışmaz, bir haksızlığıdır. Ben arkadaşlarından özür dilemesini
beklerim. KİT Komisyonu olarak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da hiçbir
yolsuzluğa geçit vermeyiz, vermeyeceğiz. Bütün üyeler, bütün arkadaşlarımız
bunun şahididir.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum efendim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı:
575) (Devam)
2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi
ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)
BAŞKAN – 21’inci maddeyi okutuyorum:
ALTINCI BÖLÜM
Kamu Personeline İlişkin Hükümler
Katsayılar, yurt dışı aylıkları, ücret ve sözleşme ücreti
MADDE 21 – (1) 657 sayılı Kanunun 154 üncü maddesi uyarınca, 1/1/2011-30/6/2011 döneminde aylık gösterge tablosunda yer
alan rakamlar ile ek gösterge rakamlarının aylık tutarlara çevrilmesinde
uygulanacak aylık katsayısı (0,061823), memuriyet taban aylığı göstergesine
uygulanacak taban aylığı katsayısı (0,82483), yan ödeme katsayısı (0,019597)
olarak uygulanır.
(2) 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin (c) bendi uyarınca çalıştırılan
sözleşmeli personelin ücret tavanı; 1/1/2011-30/6/2011 döneminde (3.245) Türk
Lirası olarak uygulanır.
(3) Türkiye İstatistik Kurumu tarafından 2010 yılı Aralık
ayına ilişkin olarak açıklanan 2003=100 Temel Yıllı Tüketici Fiyatları
Endeksinin 2010 yılı Haziran ayı endeksine göre değişim oranının yüzde 2,5'i
aşması halinde, aşan kısmı telafi edecek şekilde birinci ve ikinci fıkralarda
yer alan katsayılar ile ücret tavanını yeniden belirlemeye Bakanlar Kurulu
yetkilidir.
(4) İdarelerin yurt dışı kuruluşlarına dahil
kadrolarında görev yapan Devlet memurlarının yurt dışı aylıkları, yeni kurlar
ve yeni emsaller tespit edilinceye kadar, 29/6/2009 tarihli ve 2009/15191
sayılı Bakanlar Kurulu Kararına göre ödenir.
BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip
Kaplan’da.
Buyurun Sayın Kaplan.
Süreniz on dakika.
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Demokrasi üçlü sacayağı olan ve üçü de vazgeçilmez olan
unsurlarıyla vardır. Birisi siyasal demokrasidir, diğeri ekonomik demokrasidir,
üçüncüsü de kültürel demokrasidir.
Şimdi, biz altı ay sonra seçime gidiyoruz. Milletin egemenliğine,
iradesine saygılıysak, temsilin, seçimin önündeki engelleri de kaldırmak
zorundayız.
24’üncü Dönem Meclisini çok önemli konular bekliyor, Anayasa
değişikliğinden tutun, baş örtüsüne kadar; Siyasi
Partiler, seçim, kütük yasaları; bütün bunlar bekliyor.
Yine 1983 ve sonrası yıllarda, siyasi iktidarlar, işlerine gelen
seçim ve hazine barajlarını hep değiştirip yükselttiler. En son AK PARTİ’den bir grup ayrılıp grup kurduğu için grup hazine
yardımını kaldırdılar ve başkaca sınırlamalar getirdiler.
Lider sultası sürüyor. Yaşlılar çok, gençler az; erkekler çok,
kadınlar az Parlamentoda. Parti içi demokrasi, hukuk ise işlemiyor. Adaylar ön
seçim yerine merkez yoklama ve tayin sistemiyle belirleniyor. Kongreler,
toplantılar sadece genel başkanların konuştuğu mitinglere dönüşüyor;
tartışmasız, katılımsız, eleştirisiz, üretimsiz geçiyor. Parti örgütleri
tembelleşiyor, her şeyi merkez belirliyor. Bunun sonucu olarak merkez, statükocu, resmî söylemci, tabucu ve tembel oluyor. Projeler
ortaya çıkmıyor. Değişim, dönüşümün önü kesiliyor.
Yine yasal düzenlemeler çelişkilerle dolu. Örneğin, hazineden
yapılacak hakça yardım Anayasa’da yer almasına rağmen, siyasi partilerin
demokrasinin vazgeçilmez unsuru olduğu yazılmasına rağmen farklı düşüncelerdeki
partilere yaşam hakkı tanınmıyor, Türkiye partiler mezarlığına döndürülüyor ve
hâlâ Yargıtay başsavcıları bu konuda çalışmalar yapıyor.
Şimdi, kırk yıldır liderlerin, partilerin değişmediği bir
Türkiye’de, benzeşen partilerin içinde, eğer biz demokratik bir seçim
istiyorsak, Kenan Evren’in, darbenin seçim barajlarına sığınmadan, Evren’in
yasasına sığınmadan, halkın özgür iradesine duvarlar çekmeden seçime gitmek
zorundayız. Buna Meclis karar verecek ve şunu açıklıkla söylemek istiyorum:
Eğer demokrasiye inanıyorsanız, buyurun, seçimlere gidiyoruz, gelin, yüzde 10
seçim barajını yüzde 3’e çekelim, hatta yüzde 1’e çekelim ve gelin, hazineden
yardımı bütün partilere eşit uygulayalım. İnsan hakları, hukuk ve demokrasi
bunu gerektiriyor eğer demokrasiden söz ediyorsak.
Tarih önünde sorumluluğumuz var, halk önünde sorumluluğumuz var.
Millete saygınız varsa, demokratsanız, demokrasiye inanıyorsanız, halkın özgür
iradesinden korkmuyorsanız, gelin, hep birlikte Seçim Yasası’nı, barajları
değiştirerek seçime gidelim. Bugün bu konuda küçük hesaplarınızı, parti, grup
çıkarlarınızı bir kenara bırakıp “Milletin iradesine saygılıyız.” diyorsanız,
gelin, milletin iradesinin önünü açalım. 500 bin oy alan parti de gelsin,
temsilcisi olsun Mecliste, tüm partiler eşit olarak seçime girsin, tüm partiler
eşit hazine yardımı alsın. Bırakalım partilerin kapatılmasına da yaşatılmasına
da millet sandıkta karar versin.
Şimdi, bu siyasi kriteri Türkiye
yakalamadıktan sonra kimse demokrasiden bahsedemez. Kültürel demokrasi bunu
tamamlayan bir unsurdur. Çok kültürlülüğü teslim etmekten daha geri bir
ortaklaşma düşünülemez. Bu nedenle Kürt sorunu da birincil ve ağırlıklı ortaklaşmayı,
çözümü bekleyen bir sorundur.
Demokrasinin kültürel boyutunda, farklı kültürlerin en başta dil,
gelenek farklılığını dışa vurma, koruma, geliştirme hakları genel demokrasinin
olmazsa olmazlarıdır.
Türkiye, bir yol kavşağındadır, öncelikle ana dilinde eğitimin
medya düzleminde özgürce kullanımı, yasaklama geleneğini terk etme
kavşağındadır. Artık demagojik bahaneler ya da yersiz bölünürüz sendromundan vazgeçin.
Sizlere şunu söylemek istiyoruz: Lozan ve azınlık haklarına
sığınarak, yanlış yorumlayarak, “Kürtler bu ülkenin kurucu, asli unsurudur,
onlar azınlık değil.” diyerek gayrimüslim azınlıklara tanınan dil hakkı, eğitim
hakkı, okul hakkını bu şekilde yok sayma anlayışı, inkârcı zihniyet, asıl
suikastın ta kendisidir, yok etme alışkanlığıdır. Zaten bizim geleneğimizde
düello yoktur, pusu geleneği vardır ve hep hak ve özgürlüklerde de pusu
zihniyetini birileri bize hatırlatır.
Şimdi, bu dil gayrimüslim vatandaşlarımızı da rencide ediyor, bu
dil İzmir’e “gâvur İzmir” diyen dildir. Nedense ki
Başbakanın iki tane, soyadı Çelik yardımcısı var ama onlardan çelik gibi ses
çıkmıyor, boş tenekenin tangırtısı gibi insanları aşağılayan sesler çıkıyor.
İzmir’e söyledikleri yenilir, yutulur cinsten değil bir Çelik’in. “İzmir
halkından özür dileyin. Güzel İzmir’e bu kadar hakaret etme hakkınız yok.” diyoruz.
Bir başka Çelik çıkıyor, “Siyasal demokrasiye suikast düzenliyorsunuz.” diyor.
Biz mi Kenan Evren’in yüzde 10 barajının ardına sığınıp nemalanıyoruz? Biz mi
bu baraja sığınarak iktidar olmaya çalışıyoruz? Biz mi Kenan Evren’in
Anayasası’na dayanarak dilleri yasaklıyoruz, kültürleri yasaklıyoruz? Biz mi
eşit yurttaşlığı, özgürlüğü ülkemizdeki insanlara çok görüyoruz? Bunu kullanan
diller demokrasinin “D”sini ağzına alma hak ve
hukukuna sahip değil. Kimse bize burada demokrasicilik dersi de vermeye kalkmasın.
Kürt coğrafyası yokmuş. Bal gibi vardır, onun adı da Kürdistan’dır isteseniz de
istemeseniz de. Bu böyle biline. Selçukluların tarihini okuyun, Atatürk’ü
okuyun, İnönü’yü okuyun, Meclis tutanaklarını okuyun. Kendinizle
yüzleşeceksiniz, bu gerçeği kabul edeceksiniz.
Arkadaşlar, bu Şırnak Üniversitesinin broşürü. İyi bakın buraya.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmuş bir üniversitesi. Türkçe var, İngilizce var,
Arapça var ama Şırnak’ın hepsi Kürt, Kürtçe yok. Siz böyle mi kardeşliği,
birliği sağlayacaksınız? Var mı burada Kürtçe? Yok. Arapçanın ne işi var?
İngilizcenin ne işi var? Siz İngilizceye hoşgörülü, Arapçaya hoşgörülü,
Kürtçeye gelince suikastçı oluyoruz değil mi? Size bu suikast kelimesinin de
Arapçadan geldiğini söyleyen oldu mu? Kalleşçe arkadan vurmanın ne demek
olduğunu, demokrasi adına bu lafları kullanmanın da bedelinin ne olacağını,
halkın da bunu sandıkta nasıl soracağını, hem doğudan hem batıdan bu dilin
hesabını soracağını da bilmeniz lazım. İnkârın da yok saymanın da şovenizmin de
diktatörlüğün de bir bedeli vardır. Diktatörler bütün ülkelerde bedel
ödemiştir. Bunu savunanlar da bu bedeli öder. Yol ayrımındayız. Demokrasiye
herkesi davet ediyoruz.
Saygılarımla. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaplan.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Sayın
Mustafa Kalaycı. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının 21’inci maddesi üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızda
bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
AKP hükûmetleri, çalışanları ve
emeklileri insanca yaşayabileceği bir ücret düzeyine kavuşturamamıştır. AKP
tarafından taahhüt edildiği hâlde, sekiz yıldır personel ve ücret rejimine
yönelik reformlar gerçekleştirilmemiştir. Eşit işe eşit ücreti sağlamaya söz
veren AKP bu sözünü yerine getirmemiş, iktidar döneminde başta teşkilat
kanunları olmak üzere birçok kanunda yaptığı münferit düzenlemelerle kurumlar
ve unvanlar arası ücret dengesini daha da bozmuş, ücret adaletsizliğini
artırmıştır.
AKP hükûmetleri, memurların özel hizmet
tazminatındaki adaletsizlikleri gidermemiş, ek gösterge adaletsizliğine karşı
duyarsız kalmış, 4/B’li sözleşmeli personeli ekmeği
ile ailesi arasında tercihe zorlamış, 4/C mağdurlarının kadro sorunlarını göz
ardı etmiştir.
2011 yılında kamu görevlileri için uygulanacak maaş artışlarının
görüşüldüğü 9’uncu dönem toplu görüşmelerinde, Hükûmet
tarafından memurlar ile emekli, dul ve yetimlerine uygulanacak maaş teklifi
üzerinde mutabakata varılamamış, taraflar Uzlaştırma Kuruluna başvurmuştur.
Uzlaştırma Kurulu, 4 Eylül 2010 tarihli kararında yapılması planlanan artışlara
ilave olarak memurların taban aylıklarına 2011 yılı ilk altı ayı için 16 lira,
ikinci altı ayı için 22 lira artış yapılması gerektiğine oy birliğiyle karar
vermiştir. Ancak Kamu İşveren Kurulu 5 Ekim 2010 tarihli toplantıda, Uzlaştırma
Kurulu kararını tanımadığını açıklamıştır. Referandum süresince memur ve emekli
dostu kesilen AKP, memurlara 38 lirayı çok görmüştür. Anayasa değişiklikleriyle
ilgili AKP’nin propaganda kitapçığında diyor ki: “Memurlara toplu sözleşme
hakkı getirilmiş, anlaşmazlık hâlinde son söz Hakem Kuruluna verilmiştir.
Böylelikle, Bakanlar Kurulunun son söz söyleme yetkisi kalmamıştır. Toplu
sözleşme hükümleri emeklilere de yansıtılacak.” Öyle diyordunuz. Peki, ne oldu?
Öyle mi oldu? Samimi değilsiniz, dürüst değilsiniz. AKP’nin sekiz yıllık
iktidarı döneminde en başarılı olduğu husus istismar politikası olmuştur, her
fırsatta her şeyi istismar etmeyi icraatının esası hâline getirmiştir. Memurlar
ve emekliler “Anayasa değişikliğiyle maaşlarınız artacak.” diye aldatılmıştır.
AKP yetkililerinin bir hakkını teslim etmek lazım. Yanlış bilgileri doğru gibi gösterme, yalanı da gerçek gibi
anlatma konusunda üstün meziyetleri bulunmaktadır.
AKP Hükûmeti, emekliler arasındaki maaş
adaletsizliğini gidereceğini vaat etmesine karşın daha da adaletsiz hâle
getirmiş, emekli aylıklarının refah payını düşürmüş, intibak yasasını çıkarma
sözü vermiş ancak altından kalkamadığı gerekçesiyle rafa kaldırmış, emeklilere
banka promosyonu verileceğini söylemiş ancak bu konuyu
da bankalara havale ederek emeklilerin umutlarını bir bir
yıkmıştır. SSK ve BAĞ-KUR emeklilerine sadece 60 lira maaş artışı reva
görülmüştür. Emekli maaşlarına yapılacak artışlar belirlenirken memur
emeklileri ile diğer emekliler arasında ayrım yapılmıştır.
Sayın Başbakan 12 Ekim 2010 tarihli grup konuşmasında “Emekli
aylıkları bizim dönemimizde enflasyonun çok çok
üzerinde artışlar kaydetmiş, ücretler enflasyona ezdirilmediği gibi geçmişteki
kayıplar telafi edilmiştir. 2002 yılından bugüne en düşük BAĞ-KUR emekli
aylığına yüzde 493 oranında artış yaptık.” diyor. Bir defa, Sayın Başbakanın
“yüzde 493 oranında artırdık” dediği en düşük BAĞ-KUR emekli aylığı şu anda kaç
lira, biliyor musunuz? Sekiz senede yüzde 493 artan maaş 390 lira olmuş. Demek
ki öyle çok çok çok
artmamış. Bu maaşın açlık sınırının yarısının bile altında olduğunu biliyor
musunuz? Emeklilerin tamamına yakını açlık sınırının altında aylık almaktadır.
Sayın Başbakan, çalışanların ve
emeklilerin enflasyona ezdirilmediğini söylese de halkın gerçek enflasyonu
açısından değerlendirme yapıldığında, durumun Başbakanın söylediği gibi
olmadığı anlaşılacaktır.
Nitekim, 2009 yılında
enflasyon yüzde 6,53 olmasına karşın gıda enflasyonu yüzde 9,26’dır. 5 Aralık
2010 tarihinde açıklanan son verilere göre yıllık bazda
enflasyon yüzde 7,29 olmasına karşın gıda enflasyonu yüzde 12,39’dur. Gıda
enflasyonu, mutfak enflasyonu reel geliri azalan dar ve sabit gelirlilerin daha
da yoksullaştığını göstermektedir.
Değerli AKP temsilcilerine ve Hükûmet
yetkililerine diyorum ki: Bırakın “Şunu yaptık, bunu yaptık.” diye aynı şeyleri
söylemeyi, bırakın geçmişi, bugüne gelin. Çalışanların ve
emeklilerin hâli ortada. Asgari ücret 599 lira. Altıncı basamak tarım
BAĞ-KUR emeklisinin maaşı 479 lira, esnaf BAĞ-KUR’lunun
maaşı 643 lira, SSK’lının maaşı 782 lira. Bu rakamlar ortalama rakamlar ve öyle
hiç de övünülecek rakamlar değil.
Bu maaşları alabilseler yine iyi. Muayene ve tedavi ücretleri ve ilaçlar için alınan katılım
payları, kimisinden yapılan Sosyal Güvenlik Destek Primi ve sağlık kesintileri
nedeniyle emeklilerin ellerine geçen maaş kuşa dönmektedir. Gerçekleri neden
görmezlikten geliyorsunuz?
Değerli milletvekilleri, bu maddeyle birlikte memur maaş katsayısı
sadece memurlar ile emeklilerini değil, yaşlımızı, muhtarlarımızı,
gazilerimizi, engellilerimizi ve köy korucularımızı da ilgilendirmektedir.
Bu katsayıya göre 2011 Ocak ayında altmış beş yaş aylığı alanlara
4 lira, muhtarlarımıza 14 lira, engellilere, gazilere, vatani hizmet
tertibinden maaş alanlara 10 ila 15 lira düzeyinde maaş artışı öngörülmektedir.
Ben bu artış rakamlarını söylerken inanın sıkılıyorum ama esas utanması
gerekenler de bu paraları yaşlımıza, emeklimize, muhtarlarımıza, engelli
kardeşlerimize ve gazilerimize layık görenler olmalıdır. Bu kesimlerin maaşının
iyileştirilmesi gerekmektedir çünkü bu paralarla geçimlerini sağlamaları mümkün
değildir. Sayın Maliye Bakanı, bu saydığım kesimlerin maaşlarının
artırılmasında bu kadar cimri davranmayın, sayıları çok değil, bütçeye fazla
bir yük getirmez, gelen yük de onlara feda olsun, onlar için ne yapsak azdır;
bunda her şeyden evvel büyük hayır var, çok dua alırsınız. Bu, hepimizin vazifesi
ve hassasiyet göstermemiz gereken konu olmalıdır.
Köy ve mahalle muhtarlarına ödenen 350 lira düzeyindeki maaş
günümüz şartlarında çok yetersizdir. Muhtarlara verilen maaş sürekli muhatap
oldukları resmî kurumlara gidip gelmeleri için gerekli ulaşım giderlerini ancak
karşılamaktadır. Muhtarlık görevinin yürütülmesi için zorunlu olan elektrik,
telefon, kırtasiye, İnternet, temsil, ağırlama ve diğer harcamalar muhtarların
aile bütçelerine ilave yük getirmektedir. Sayıları 53 bini bulan muhtarların birçoğu
sosyal güvenlik primini yatıramadığından sosyal güvenceden yoksun duruma
düşmüşler, icralık olmuşlardır. Muhtarları bu duruma düşürmeye kimsenin hakkı
yoktur. Sayın İçişleri Bakanı, Köy Kanunu’nda düzenleme yapıp muhtar
maaşlarının artırılacağını uzunca bir süredir açıklamasına rağmen bugüne kadar
bir düzenleme yapılmamıştır. Bu AKP Hükûmeti ya çok
beceriksiz ya da muhtarlarımızı aldatmaktadır. Bu düzenleme bu kadar zor değil
ki Milliyetçi Hareket Partisi olarak 12 Ocak 2010 tarihinde verdiğimiz 2/575
esas numaralı Kanun Teklifi ile muhtar maaşlarının en az brüt asgari ücret
olmasını öngördük: Bugün itibarıyla 760 lira net maaş. Bu teklif komisyonlarda
görüşülmeyi beklemektedir. Neden destek vermiyorsunuz? Neden muhtarlarımızı
oyalıyorsunuz?
Diğer taraftan, köy ve mahalle muhtarları ile ihtiyar heyeti
üyeleri kanunlarla verilen görevleri yerine getirmekte, attıkları imzalar ile
sorumluluk yüklenmektedir, buna karşın ihtiyar heyeti üyelerine huzur hakkı
veya benzeri bir ödeme yapılmamaktadır. Tabiri caizse hiçbir karşılık
almaksızın bedava görev yürütmektedir. Bu konuda da Milliyetçi Hareket Partisi
olarak verdiğimiz kanun teklifi var. 115 lira huzur hakkı verelim ihtiyar
heyeti üyelerimize.
Ben teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kalaycı.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Sayın
Ferit Mevlüt Aslanoğlu.
(CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri;
hepinize saygılar sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye’de kişi başına düşen gayrisafi
millî hasıla 15 bin dolar değil mi? Doğru mu, doğru
değil mi?
RASİM ÇAKIR (Edirne) – İktidar öyle diyor.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Şimdi bir hesap yapalım.
Memurlara Hükûmetin ne kadar borçlu olduğunun da hep
birlikte hesabını yapalım.
ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – 4
kişilik bir aile 60 bin dolar!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Şimdi, 4 kişilik bir aile
olarak alalım aileyi, 15, 30, 60; 1.500 ile çarpalım, 1.556 da 1.500 ile
çarpalım, 90 bin lira. 90 bin lirayı böl on iki aya, 7.500 lira Sayın Bakanım
borcun var her bir memura. 7.500 liranın altında hangi memura kaç kuruş para
veriyorsan mahkeme kararıyla sizden alması lazım.
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – İcrayla!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Bir kere böyle diyorsunuz.
7.500 lira haneye, 4 kişilik bir eve para girmesi lazım. Acaba Türkiye’de hangi
devlet memurunun evine ayda 7.500 lira para giriyor? O zaman demek ki Sayın
Bakanım borcunuz var. Türkiye’de gelin şöyle bir şey yapalım Sayın Bakanım:
Siz, önceden, o 15 bin dolar var ya çil çil, çil çil dolarları evlere -bir tane dolar muadili- her eve yılbaşında
60 bin dolar gönderin. Yıl içinde o aileye ne kadar giriyorsa, ne kadar
harcıyorsa, Sayın Maliye Bakanı gönderdi bu 60 bin doları, harcasınlar, güle güle harcasınlar. Onun için Sayın Bakanım, her memura,
kişiye 7.500 doların altında eğer maaş veriyorsanız borçlusunuz.
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Ferit Bey, bu tarafa dönün.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Şimdi, Bakanı göreyim bakayım,
belki “Vereceğim.” diyor Turgut Bey, onun için… Sayın Bakan belki “Vereceğim.”
diyeceği için ben de “Müjde.” diyeceğim, oraya “Müjde.” diyeceğim.
RECAİ BERBER (Manisa) – Mahkeme kararı getireceksiniz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Mahkemeye vereceğim.
Evet, şimdi değerli arkadaşlarım, bir ülke düşünün ki öz evladı,
üvey evlatları var. Kamu görevlilerinin hepsi bizim öz evladımız değil mi? Kamu
görevlilerinin hepsi, hangi bakanlıkta, hangi kurumda çalışırsa çalışsın
hepimizin kardeşi, hepimizin evladı değil mi? Ama bir ülke düşünün, bu
insanlara farklı farklı para ödüyor, aynı eğitim,
aynı yıl, aynı kademe… Ben size birkaç rakam vereyim dilerseniz, birkaç rakam
vereyim. Bir şube müdürü… Kurumsal ek ödeme veriyorsunuz bazı bakanlıklarda, ne
özelliği varsa, aynı işi yapıyor. Örneğin avukat, avukat ya, x bakanlıkta da
avukat, y bakanlıkta da avukat. Avukat kamunun hakkını koruyor, o bakanlığın
ama kurumsal ek ödeme almayan bir kurumda aldığı para 1.615 lira, öbüründe
1.982 lira. Bu en düşük, en düşükten bahsediyorum. Yılda 4.400 lira fark ediyor
arkadaşlar. Şimdi bakıyorum, yani bu avukat, artık avukatın burasında apoleti
yok, avukat avukattır, avukat avukattır. Bakıyorum, mimar, 2.082 lira alıyor
birisi, birisi 2.300 lira alıyor, yılda yapıyor 3 bin lira. Şimdi, bu mimar
sizin öz evladınız, bu üvey evladınız mı? Bu nasıl anlayış?
Şimdi, intibak yasası dediniz dediniz
arkadaşlar, daha intibakın i’sini ağzınıza almayın.
Beceremediniz, yapamadınız. En son Plan-Bütçe Komisyonunda, dün, evvelsi gün
bir uzman getirdiniz, uzmanlar dediniz, kanuna koydunuz, geri çektiniz, bir
daha getirdiniz; bir daha koydular, bir önerge getirdiler, bir daha çektiler.
Ya bu nasıl iş arkadaşlar ya? Eğer bir şey yapılacaksa yapılmalıdır ya!
Yapmayacaksanız neden kanuna koyuyorsunuz, neden bu uzmanlar arasındaki farkı
yok etmek için çaba göstermiyorsunuz? Koyduysanız niye çekiyorsunuz? Sonra önergeyle
bir daha getirdiler.
Arkadaşlar, bu ülkede tüm çalışanlar bizim eşit kardeşlerimiz.
Aynı işi yapan insanlar farklı eğer görülürse, işte kıyamet buradan kopar.
Değerli arkadaşlar, devlet… Biraz sonra bir önergemiz var,
önergemizde konuşamıyoruz. Biliyorsunuz önergede konuşamıyoruz. Haydi gelin Sayın Bakan…
Recai Bey, Sayın Bakanı lütfen meşgul etmeyin. Lütfen meşgul
etmeyin.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – İkna
etmeye çalışıyorum.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Haydi gelin, mademki memur
hepimizin memuru, emekli hepimizin emeklisi, önergemiz var. Sayın Harun Öztürk, Sayın Osman Kaptan, Sayın Fatih Atay, Sayın Ahmet
Ersin ve benim önergem var. Gelin, hep birlikte bu önergeyi kabul edelim ve
devlet memurlarımıza ve emeklilerimize yüzde 4, yüzde 4 değil de yüzde 10,
yüzde 10 zam yapalım ve hem emeklimize hem de devlet memurlarımıza yılda bir
ikramiye verelim. Niye bunu çok görüyorsunuz acaba? Muhtemelen kabul
edeceksiniz Sayın Bakan, biliyorum da yani bu himmeti herhâlde… Çünkü, güllük gülistanlık bir Türkiye’de artık bu kadarlık gayrisafi millî hasıladan pay alamayan… Ya 15 bin
dolarımızı verin Sayın Bakan, ya 15 bin dolarımızı verin kişi başı yahut da
başka bir şekilde telafi edin.
ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Veya
yüzde 10’u kabul edin.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Ben, Türkiye’de… Recai Bey,
Türkiye’de her insana 15 bin dolar kişi başı…
Sayın Berber, bir şey söylediniz. Varsanız, kişi başı 15 bin dolar
verin eşit olarak, benim ne fazlam varsa vermezsem namerdim.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) –
Ferit Bey, ben de sizin gibi milletvekiliyim, benden ne istiyorsunuz?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Namerdim!
Beyefendi, bir şey söylediniz, bir şey söylediniz. Sayın Bakan,
memura da emekliye de borcunuz var. Kişi başı 15 bin dolarımızı verin Sayın
Bakan.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Millî gelir paylaşımı öyle mi oluyor?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Kişi başı 15 bin dolarımızı
verin kardeşim.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Sen daha fazla alıyorsun,
borçlu çıkarsın.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Böyle diyorsunuz, böyle
diyorsunuz. Türkiye’de gayrisafi millî hasıla kişi
başı 15 bin dolar tutuyorsa herkesin hakkını verin ya! Verin herkesin hakkını!
Verin!
MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) – Öyle hesap olur mu!
SUAT KILIÇ (Samsun) – Ooo! Millî gelir
hesabı öyle mi?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Hayır hayır…
SUAT KILIÇ (Samsun) – Banka genel müdürlüğünü öyle mi yaptınız!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Çünkü gayrisafi millî hasılayı 15 bin dolar hesaplarken o paranın ne kadarının
yurt dışına gittiğini de takdirlerinize sunuyorum. Bu ülkede kalan her kuruş
paraya ben saygı duyarım, bu ülkenin insanına giden her kuruş paraya Suat Bey.
Değerli arkadaşlarım… Sayın Bakan, aynı işi yapanlar, yapmayanlar
arasında… Eğer bir intibak yasasını getirmezseniz, devlet memurlarının,
hakikaten geleceğin Türkiye’sinde çok zor durumda kalacağının bir kez daha
altını çiziyorum.
Şimdi, bir haftadır konuşuluyor, on gündür konuşuluyor, belli
fiyatlarla verdiğiniz maaş artışlarının… Onu artık ben söylemek istemiyorum,
sebzede, meyvede ne kadar satın alma gücünü etkilediğini siz çok iyi
biliyorsunuz Sayın Bakan.
Bir başka konu var arkadaşlar, yine, bu Meclis, kanun yapan bir
Meclis. Bu Meclis, adalet dağıtımına öncü olan bir kurum. Yani bu ülkede
adaleti sağlamak için kanun yapan bir kurum. Kendi personeline, kendi çalıştığı
personeline sahip çıkmayan, kendi personelinin arasında ayrım yapan, kendi
personelinin arasında ayrı gayrı, paramparça, bir sürü personel yapısı olan
başka bir Meclis var mı acaba? Aynı işi yapıyor, aynı saatte geliyor, tahsili
belki daha yüksek ama biri nerede, biri nerede? On beş yıldır, yirmi yıldır
Meclise emek veren insanlar var. Bazen, bazı milletvekillerimiz veya bazı
bakanlarımız veya Meclis, bazı kişiler, yanında çalıştırdığı insanlar, böyle üç
ayda paraşüt gibi gidiyor -paraşütle bir özel kalem vilayete gidiyor veya bir
belediye özel kaleme gidiyor- pat diye paraşütle geliyor. Ne oldu? Kadroya
girdi. Veya bir başka bakanlıklara, Meclis… Sayın Bakan, ben bunun cevabını
istiyorum: Dokuz yıldır ben bu Meclisteyim. Bu Mecliste çalışıp… Başka
kurumlara, sınavsız, bak, sınavsız, herhangi bir özel idareye, vilayete,
belediyeye giden ve daha sonra da Meclise kadrolu gelen veya başka
bakanlıklardan kadrolu gelen kaç kişi var Sayın Bakan? Buna bir bakın Sayın
Bakan. Eğer bu Meclis adaletli bir meclisse, insanlar arasında ayrım yapmamalı
Sayın Bakan. On yedi yıldır hizmet eden insanlar var. Lütfen adaleti sağlayın
Sayın Bakan.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.
Şahsı adına Mardin Milletvekili Sayın Mehmet Halit Demir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET HALİT DEMİR (Mardin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 21’inci
maddesi hakkında şahsım adına söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmelerimizin artık sonlarına
doğru geldik ve şu ana kadar AK PARTİ İktidarına mensup çok değerli
milletvekili arkadaşlarımız ve yine söz alan çok değerli bakanlarımız
yaptıkları sunumlarda, konuşmalarda, ülkemizin bugüne kadar katetmiş
olduğu mesafeyi, ülkemizdeki çalışmaları, ülkemizdeki üretilen eserleri burada
bizlerle paylaşmaya çalıştılar.
Tabii, bütün bu eserleri üretebilmek, değerli milletvekilleri,
elbette büyük kaynakları gerektiriyordu, önemli kaynakları gerektiriyordu. İşte, AK PARTİ Hükûmeti de, bu kaynakları
üretebilme adına, bir taraftan dünya koşullarını, diğer taraftan bölgesel
koşulları ve yine ülkenin dinamiklerini ve koşullarını en iyi şekilde
değerlendirmiş, bunların birbiriyle olan ilişkilerini doğru bir orantı
üzerinden sağlamış ve bu sayede oluşan enerjiyi yine doğru yere kanalize etmiş ve bu sayede bu kaynaklar böylece üretilmiş.
Tabii, bu kaynaklar, değerli milletvekilleri, tarımda, sanayide,
ulaşımda, enerjide, eğitimde, sağlıkta, IMF borçlarının ödenmesinde, işçimizin,
emekçimizin, memurların maaşlarının daha da iyileştirilmesinde, GAP projesinde,
DAP projesinde ve yine daha da demokratikleşme sürecimize böylece bütün bu
kaynaklar aktarıldı.
Değerli milletvekilleri, bütün bunları, bizler, evet, kısaca ifade
ediyoruz ve bunları ifade ederken bir kibir ya da bir gurur amacıyla bunları
söylemiyoruz. Buradan şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz: Meydanlarda
konuşanlar, meydanlarda nutuk atanlar geçmiş dönemlerde hükûmetken
neden gecikmiş olan bu çalışmaları zamanında yapamadılar, bu eserleri neden
zamanında üretemediler. Çıksınlar bunun açıklamasını ortaya koysunlar, bunu
kamuoyuyla paylaşsınlar, bir öz eleştiri ortaya koysunlar istiyoruz biz.
ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) –
Yarın ben sana anlatırım.
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Mesela hangisini diyorsun?
ABDULMUTTALİP ÖZBEK (Hakkâri) – Hastaneler.
MEHMET HALİT DEMİR (Devamla) – Değerli milletvekilleri, ilimiz
Mardin’de de bu süreç içerisinde çok önemli mesafelerin katedildiğini
yine buradan sizlerle paylaşmak istiyorum. Geçen gün Sayın Başbakanımızın
Mardin’i ziyaretinde 78 tane eserin açılışını bir arada yaptık, tek tek yapmadık, bir arada 78 eserin açılışı yapıldı. Buradan,
yine, üzülerek aslında bunu ifade ediyorum ben, keşke bu eserler zamanında
üretilseydi ve keşke bu eserlerin üretilmemesinden ötürü yanan canlar yanmasaydı,
kararan hayatlar kararmasaydı, sönen hayatlar keşke sönmeseydi diyorum.
Değerli milletvekilleri, demokratik yapımızın, demokratik
organlarımızın elbette daha da gelişmesi lazım. Devletimizin yapısal
bileşenlerinin elbette daha da demokratikleşmesi lazım ve buna da hepimizin bu
anlamda gereken desteği sonuna kadar vermemiz lazım ancak o zaman bizim bu
desteği vermek durumuyla bu Parlamentodaki yapmış olduğumuz çalışmalar daha bir
anlam kazanacak ve daha hızlı bir şekilde buradaki çalışmalar hayat bulacaktır
ve yine kişilerin temel hak ve hürriyetleri her geçen gün bu sayede biraz daha
ileri noktalara taşınacaktır.
Değerli milletvekilleri, kişilerin ya da hiçbir şahsın medeniyet
değerlerinin tek başına sahibi olamayacağını burada sizlerle paylaşmak istiyorum.
Medeniyet tek bir kişinin ya da bir şahsın malı olamaz ve egemen medeniyetler
karşısında yine diğer medeniyetlerin kendilerini silik ve gereksiz görmeleri
elbette kabul edilebilir bir düşünce değildir ve olamaz.
Değerli milletvekilleri, bugüne kadar birçok sorunu görmezlikten
gelen, anlamazlıktan gelen, duymazlıktan gelen anlayışlardan ötürü bizler çok
geride kaldık ve hepimiz tarihî kuralları, tarihi okuyoruz ve oradaki önemli
kuralları biliyoruz. En önemli kural, yine bildiğiniz gibi, güçlüyken sorunları
çözemeyenler en problemli anlarında bu sorunların bir aleti hâli gelir ve esiri
olurlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET HALİT DEMİR (Devamla) - Ben bu duygularla tekrar Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demir.
Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Köse…
ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Adıyaman ve GAP illeri ekonomisinin büyük
yaralarından biri mevsimlik tarım işçilerinin durumudur. Bu konuda bir de
yönetmelik çıkarıldı ama gördük ki bu yönetmelik bir işe yaramadı. Mevsimlik
tarım işçilerinin sorunların düzeltilmesi için herhangi bir yeni düzenleme
yapılması düşünülmekte midir?
İkinci sorum: 2022 sayılı Yasa’ya göre özürlü ve altmış beş yaş
üstü yurttaşlarımızın aldıkları aylıklar ne kadardır? 2010 yılı itibarıyla 2022
sayılı Yasa’ya göre aylık alan özürlü ve altmış beş yaş üstü yurttaşlarımızın
sayısı kaçtır? GAP bölgesi illerinde ve Adıyaman’da bu sayı kaçtır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Ceylan…
MEHMET CEYLAN (Karabük) – Sayın Bakanım, demin süre yetmediği için
cevaplayamadınız. Hükûmetiniz döneminde millî eğitime
özel bir önem verdiğinizi ifade ettim ve birkaç soru sormuştum, bu soruları
tekrar sormak istiyorum. Gerçekten öğrenmek maksadıyla soruyorum bunları.
2003’ten itibaren son sekiz yılda eğitim harcamalarının gayrisafi
yurt içi hasılaya oranı hangi seviyeye geldi? Bu
sürede ne kadar öğretmen ataması yapıldı? Millî Eğitim ve YÖK tarafından ne
kadar gencimiz master ve doktora için yurt dışına
gönderildi? Ve 2011 yılında ne kadar öğretmen ataması yapılması
planlanmaktadır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Tankut…
YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, geçtiğimiz temmuz ayında bir grup iş adamının daveti
üzerine geldiğiniz Adana’da Adana’nın sorunlarıyla özel olarak ilgileneceğinizi
söylemiştiniz. Bugün itibarıyla aradan geçen yaklaşık altı aylık zaman dilimi
içerisinde Adana’nın hangi sorunlarıyla ilgili özel olarak ilgilendiniz,
hangilerini çözüme kavuşturdunuz? Mesela ikinci devlet üniversitesiyle ilgili
Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu kanun teklifiyle ilgili bir
girişiminiz oldu mu?
Yine, Adana sanayicisine yıllardan beri uygulanan haksız teşvik
konusunda bir çözümünüz oldu mu?
Son olarak, hızlı demir yolu projesine Adana’nın dâhil edilmemesi
haksızlığını giderebildiniz mi? Bu konuda neler yapabildiniz?
Cevaplarsanız memnun olurum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Uslu…
CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, illere göre vergi geliri ve yatırım harcamalarını
kıyasladığınızda yatırım harcamalarının daha fazla olduğu iller hangileridir?
Merkezî bütçeden yapılan mutat ödemeleri kastetmiyorum, yatırım harcaması
sadece. Edirne ilini buna örnek olarak rakamlayabilir misiniz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, hâlen KİT’lerde görev yapan ve müdür yardımcılarından
ayda yaklaşık 500 TL dolayında daha düşük maaş alan şube müdürlerinin ek
tazminat oranının yükseltilmesi konusunda bir çalışmanız var mıdır? Varsa
çalışma, ne aşamadadır?
İkincisi: Özelleştirme kapsamında olup portföy
B ve portföy C grubunda yer alan şeker fabrikalarının özelleştirilmesi
bilindiği gibi Danıştayca durduruldu. Bunun
gerekçeleri nelerdir? Bunların özelleştirilmesi ne aşamadadır?
Bir diğer sorum: 4/C ve 4/B statüsünde çalışanların malum
sorunları üç yıldır bu Mecliste değişik vesilelerle dile getirildi ama ne yazık
ki hiçbir ilerleme kaydedilemedi. Bunların kadro ve özlük sorunlarının çözümüne
yönelik bir çalışmanız olacak mıdır?
Son sorum da, asgari ücreti vergiden muaf tutmaya nasıl
bakıyorsunuz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Serdaroğlu…
MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkanım, Sayın Bakan; bu sene
ilk defa şeker fabrikalarında bir uygulama yaşandı. Bunlardan biri, ortalama
şeker oranı 14’ten 16’ya yükseltildi, bunun altındaki oranlara ceza kesintisi
yapıldı. Dolayısıyla, 2002’de 110 kuruş olan 1 kilogram pancar 70 ila 80 kuruşa
kadar geriledi.
İkincisi ise bu sene ilk defa pancar üreticisine yüzde 55’e varan
oranlarda fire kesildi.
Sorum şudur:
1) Şeker fabrikalarının zararı üreticiden mi telafi edilmeye
çalışılacak?
2) Bu uygulama sizce İktidarınızın adalet anlayışıyla örtüşüyor
mu?
3) Bu günah İktidarınızın mı yoksa bürokratlarınızın mı veya
maksadınız, üreticiyi bıktırıp, ezip “Aman, fabrika satılsın da kurtulalım.” mı
dedirtmek istiyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Bu şeker fabrikalarıyla ilgili olarak sorulan soruya
arkadaşlarımız yazılı bir cevap hazırlarlar çünkü o veriler elimde yok. Hiçbir
şekilde bizim, üreticimizi mağdur etme, sizin ifade ettiğiniz gibi sıkıntıya
sokma gibi bir amacımız olamaz ne bürokratlarımızın ne de Hükûmetimizin.
MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Ama gerçekler ortada Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sorulardan bir tanesi,
muhtaç, güçsüz ve kimsesiz aylıklarıydı. Muhtaçlara 2002 yılı Aralık ayında 24
lira veriliyordu, 2010 Aralık ayında bunu 101 liraya çıkarttık yani 4 kat
arttırdık. Artış yüzde 311,7. Bu dönemde enflasyon artışı sadece yüzde 108,8.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Hani fert başına millî gelir 15 bin
dolardı Sayın Bakan?
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar, bir
kere, lütfen şu sorulara cevap vereyim çünkü siz oradan müdahale ettiğiniz
zaman diğer arkadaşların hakkına tabii ki yani en azından zaman itibarıyla…
S. NEVZAT KORMAZ (Isparta) – Ama şu andaki durum ciğerinizi
yakıyor, biliyoruz.
BAŞKAN – Sayın Korkmaz, lütfen...
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar,
böyle bir yöntem var mı? Sorularınızı sordunuz, bakın ben cevaplamaya
çalışıyorum. Yani böyle bir yöntem var mı?
Şimdi, değerli arkadaşlar, Türkiye’de bir kere kişi başına millî
gelir 15 bin dolar değildir. Nereden çıkıyor bu rakam, bilmiyorum.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Siz söylüyorsunuz.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Türkiye’de, bakın,
değerli arkadaşlar, cari fiyatlarla…
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, ne olur…
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Lütfen… Ben cevap
vereceğim.
...Türkiye’nin gayrisafi yurt içi hasılasını
ortalama dolar kuruna böldüğünüz zaman bu sene sonu itibarıyla tahmin edilen
kişi başına millî gelir yaklaşık 10 bin 400 dolar olacaktır.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – O kadar verin, fazla değil.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Yalnız şunu
karıştırmayalım: Kişi başına millî gelir demek her kişiye o kadar millî
gelirden pay… Zaten gelir dağılımı yüzde 100 eşit olsaydı belki o söylediğiniz
şey gerçekçi olurdu. Dünyanın hiçbir ülkesinde bahsettiğiniz bir model yok.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Farkı söylemediniz Sayın Bakan,
farkı, farkı.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Bakın, “Gini
katsayısı” diye bir katsayı var. O size bölümler hâlinde…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Dünyanın hiçbir ülkesinde o kadar
uçurum var mı Sayın Bakan?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Öyle bir şey olduğunu ben de
biliyorum, farkı söyledim, farkı.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar, onun
için burada, tabii, popülizm yapmak kolay.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Rakamlarla konuşuyoruz Sayın Bakan,
ne popülizmi?
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Biz o tuzağa
düşmeyeceğiz. Türkiye’de kişi başına millî geliri 3.400-3.500 dolar civarından
almışız ve son altmış yılın en büyük küresel krizine rağmen 10 bin doların
üzerinde tutmuşuz. Bu, Türkiye için büyük bir başarıdır. (CHP ve MHP
sıralarından gürültüler)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Para nerede Sayın Bakan? Para
nerede, para, para?
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli
arkadaşlar, şimdi, asgari ücrette vergiyi sıfırlayacak mısınız…
ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – 4
çocuk yapın, sıfır.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Bugün de söyledim, 4
çocuklu eşi çalışmayan asgari ücretliden sıfır vergi alıyoruz, sıfır vergi,
daha önce vergi alınıyordu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Yine, bir daha söylüyorum: Bekâr olan bir asgari ücretliden 2002
yılında yüzde 12,8 vergi alınıyordu. Biz bu vergiyi yüzde -yanlış
hatırlamıyorsam- 5 civarına kadar düşürdük. Dolayısıyla, asgari ücretliden biz
vergileri sıfıra kadar düşürdük, en yüksek aldığımız vergi yüzde 5 civarıdır.
Şimdi, 4/C: 4/C daha önce yoktu. Özelleştirme 1985’te başlıyor.
Biz iktidara geldikten sonra, bizden önce işten çıkartılan özelleştirme
mağdurlarının tamamını biz kamuda çalıştırdık ve bakın, ilkokul mezunu olana
biz şu anda aralık ayı itibarıyla, net olarak, yaklaşık 800 lira, yani 799 lira
maaş veriyoruz aylık, lise ve dengi mezunlarına 885 lira, yükseköğrenim
mezunlarına 970 lira. 4/C daha önce yoktu,
AK PARTİ Hükûmeti getirdi. Bizden önce, vatandaş,
özelleştirildikten sonra şirketlerde çalışanlar kapı önüne bırakılıyordu. Biz
bunları kamuya işe aldık, maaşlarını artırdık ve emekli olmalarına imkân
sağlıyoruz.
Dolayısıyla, yine, şube müdürlerine ilişkin evet bir çalışmamız
vardır. Aslında şunu da söylemek istiyorum: Değerli arkadaşlar, 2005 yılından
bu yana, 2006 yılından bu yana ciddi bir şekilde kamuda ücret dengesizliklerini
giderecek çok önemli düzenlemeler yapıyoruz. Bakın, basit bir örnek vereyim.
Şimdi 9/1 net memur maaşına bakalım. Kurumsal ek ödemesi olanı 100 alın.
Kurumsal ek ödemesi olmayanı kaçtı 2005 yılında? 67 liraydı yani arada 33
liralık bir fark vardı, yüzde 33’lük bir fark vardı. Bugün itibarıyla kurumsal
ödemesi olan 100 lira alıyorsa kurumsal ödemesi olmayan ve bizim getirdiğimiz
denge tazminatını alan 92 lira alıyor. Fark sadece 8’e indi. Biz bu farkı
kapatacağız. Dolayısıyla şube müdürlerine ilişkin çalışmalarımız da devam
ediyor.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bizim dönemde her zaman en düşük ücret
alana en yüksek artışı verdik. Niye? Çünkü o bahsettiğiniz intibak yasası…
İntibak problemini kim çıkarttı, intibak problemi nereden çıktı?
BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz doldu.
Madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 2011 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısının 21 inci maddesinin (1). fıkrasında yer
alan aylık katsayısının 0.0653895, taban aylığı katsayısının 0.87241 ve
yanödeme katsayısının 0.0207273 olarak, (2). fıkrasında
yer alan 3.245 rakamının da 3.432 şeklinde değiştirilmesini; devlet memuru ve
diğer kamu görevlileri ile Sosyal Güvenlik Kurumu emeklilerine 2011 yılı içinde
birer maaş ikramiye verilmesini; önergenin getireceği yükün 2011 yılı Merkezi
Yönetim Bütçesinin personel ve tarımsal destekler için ayrılan ödenekleri ile
yedek ödenek hariç diğer ödeneklerden yapılacak % 8 kesintiden karşılanmasını
arz ve teklif ederiz.
|
Harun Öztürk |
Osman Kaptan |
Fatih Atay |
|
İzmir |
Antalya |
Aydın |
|
Ahmet Ersin |
Mevlüt Aslanoğlu |
|
|
İzmir |
Malatya |
|
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Evet, Recai Bey, demin
katılacağım dediniz.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Çoğunluğun yok Recai Bey.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Anayasa’nın bütçe görüşmelerini düzenleyen 162’nci
maddesinin “…değişiklik önergeleri, üzerinde ayrıca görüşme yapılmaksızın
okunur ve oya konur.” hükmü gereğince önergenin gerekçesini okutuyorum:
Gerekçe:
Krizin yol açtığı etkilerin azaltılması ve kamu çalışanları ve
emeklilerinin reel maaş kayıplarının kısmen karşılanması amacıyla maaşların
2011 yılında Hükümetin önerdiği % 4+%4 yerine % 10+%10 oranında artırılması ve
çalışanlarla emeklilere birer maaş tutarında ikramiye verilmesi için işbu
değişiklik önergesi verilmiştir.
Önerinin yükü, 2011 yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin personel,
yedek ödenek ve tarımsal destekler için ayrılan ödenekler dışında kalan
ödeneklerden yapılacak %8'lik kesintiden karşılanacağından, gider artıcı
niteliği bulunmamaktadır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
21’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 23.24
YEDİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 23.37
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral
AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),
Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
40’ıncı Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine
devam ediyoruz.
Komisyon burada.
Hükûmet burada.
Tasarının 22’nci maddesini okutuyorum:
Kadroların kullanımına ilişkin esaslar
MADDE 22 – (1) 13/12/1983 tarihli ve 190
sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinde belirtilen kamu idare, kurum ve kuruluşları;
serbest memur kadrolarına 2010 yılında emeklilik, ölüm, istifa veya nakil
sonucu ayrılan memur sayısının yüzde 50'sini geçmeyecek şekilde açıktan veya
diğer kamu idare, kurum ve kuruluşlarından nakil suretiyle atama yapabilir. Bu
sınırlar içinde memur ihtiyacını karşılayamayacak söz konusu idare, kurum ve
kuruluşlardan yükseköğretim kurumları için ilave 4.000 adet, diğerleri için
ilave 21.000 adet atama izni verilebilir.
(2) Hakimlik
ve savcılık meslekleri ile bu meslekten sayılan görevlere ve Tıpta ve Diş
Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği uyarınca asistan kadrolarına
yapılacak atamalar, Maliye Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı,
Gelir İdaresi Başkanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığında münhasıran
vergi ve sosyal güvenlik alanlarında istihdam edilecek yardımcı, stajyer ve
kontrol memuru kadrolarına yapılacak atamalar, 657 sayılı Kanunun 53 üncü
maddesine göre yapılacak özürlü personel atamaları, 27/7/1967 tarihli ve 926
sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu kapsamında veya diğer ilgili
mevzuata göre yapılacak askeri personel atamaları, emniyet hizmetleri sınıfında
bulunan kadrolara yapılacak atamalar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanununun ek 1 inci maddesi ve 24/5/1983 tarihli ve 2828 sayılı Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun ek 1 inci maddesi uyarınca
yapılacak atamalar ile 24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme
Uygulamaları Hakkında Kanunun 22 nci maddesi ve
4/2/1924 tarihli ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanununun ek 29 uncu maddesi
uyarınca yapılacak personel nakilleri birinci fıkrada yer alan sınırlamalara
tabi değildir.
(3) İkinci fıkrada sınırlamalara tabi olmaksızın atama
yapılabileceği belirtilen kadrolardan ayrılanların sayısı birinci fıkrada
öngörülen yüzde 50 sınırının hesabında dikkate alınmaz.
(4) Birinci fıkra kapsamında 657 sayılı Kanunun 59 ve 92 nci maddeleri uyarınca yapılacak açıktan atamalar için
Devlet Personel Başkanlığından izin alınması zorunludur.
(5) 2/9/1983 tarihli ve 78 sayılı
Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname eki cetvelde kadroları yer alan yükseköğretim kurumları; öğretim
üyesi dışındaki boş öğretim elemanı kadrolarına, 2010 yılında emeklilik, ölüm,
istifa, nakil, eğitimin tamamlanması veya başarısızlık sonucu kurumlarından
ayrılan öğretim elemanı sayısının yüzde 50'sini (araştırma görevlisi kadroları
için yüzde 100'ünü) geçmeyecek şekilde açıktan veya yükseköğretim kurumları ile
diğer kamu idare, kurum ve kuruluşlarından naklen atama yapabilir. Bu sınırlar
içinde öğretim elemanı ihtiyacını karşılayamayacak söz konusu yükseköğretim
kurumları için ilave 8.000 adet atama izni verilebilir. İlave olarak verilen
atama izninin en az 3.500 adedi, Yükseköğretim Kurulu koordinasyonunda Öğretim
Üyesi Yetiştirme Programı kapsamında yetiştirilmek amacıyla araştırma görevlisi
kadrolarına yapılacak atamalarda kullanılır. Program kapsamında söz konusu
kadrolara atanacak adayların puan türleri esas alınarak kurumlar itibarıyla
merkezi olarak yerleştirilmeleri, yurt içinde ve yurt dışında yetiştirilmeleri
ile yükseköğretim
kurumlarına sağlanacak diğer desteklere ilişkin usul ve esaslar
Yükseköğretim Kurulunca belirlenir.
(6) Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği
uyarınca araştırma görevlisi kadrolarına yapılacak atamalar ile 8/4/1929 tarihli ve 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere
Gönderilecek Talebe Hakkında Kanun uyarınca yurt dışına eğitim amacıyla
gönderilenlerden öğretim elemanı kadrolarına yapılacak atamalar, beşinci
fıkrada öngörülen sınırlamalara tabi değildir.
(7) Öğretim üyesi kadrolarından ayrılanların sayısı ile Tıpta ve
Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği uyarınca atanmış oldukları
araştırma görevlisi kadrolarından ayrılanların sayısı beşinci fıkrada öngörülen
yüzde 50 veya yüzde 100 sınırının hesabında dikkate alınmaz.
(8) 5018 sayılı Kanuna ekli cetvellerde yer alan kurumlar
ile 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci
maddesinde belirtilen kamu idare, kurum ve kuruluşları kadro ve pozisyonlarının
dolu-boş durumu ile bunlarda meydana gelen değişikliklere ilişkin bilgileri
Mart, Haziran, Eylül ve Aralık aylarının son günü itibarıyla düzenleyerek
anılan ayları izleyen ayın yirmisine kadar e-bütçe sisteminde veri girişi
yapmak suretiyle Maliye Bakanlığına bildirirler. Ayrıca bu bilgileri içeren cetveller, Devlet Personel Başkanlığına
gönderilir.
(9) 1/1/2011 tarihi itibarıyla, 3/7/2005
tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 49 uncu maddesinde belirtilen
oranları aşmış olan belediyeler ve bunların kurdukları müessese ve işletmeler
ile 26/5/2005 tarihli ve 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanununun 18 inci
maddesinde belirtilen oranı aşmış olan mahalli idare birliklerinin boş memur ve
sürekli işçi kadrolarına yapılacak atamalar hakkında 5393 sayılı Kanunun geçici
1 inci maddesi hükümleri uygulanır.
BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın Şinasi Öktem. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ŞİNASİ ÖKTEM (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 22’nci maddesi
üzerinde söz almış bulunuyorum. Bu maddeyle kamuda kadroların kullanımına
ilişkin esasları görüşeceğiz.
Değerli milletvekilleri, Anayasa’nın temel esaslarını içine
sindiremeyen, dışarıdan ve içeriden yapılan her türlü telkine açık bir politik
tavır sergileyen, cumhuriyetimizin kimliğine, temeline ve kuruluş ilkelerine
karşıtlığını hiç bıkmadan sürdüren AKP İktidarının kadrolaşmadan ne anladığı,
yıllardır sürdürdüğü uygulamalarıyla bellidir. Geçen bu yıllarda cumhuriyet
tarihimizin en acımasız, en militan kadrolaşmasını gerçekleştirmiştir ve artık
yolun sonuna gelinmiştir. Dilerim, önümüzdeki yeni dönemde, açılan yaraları,
oluşan hasarları onarmayı başarırız.
Bugün, konuşmamda, Hükûmeti bu nitelikte
bir kadro politikasına iten siyasi projenin boyutundan söz etmek, üzerinde
yaşadığımız coğrafyaya dönük hayallere ve beklentilere dikkatinizi çekmek
istiyorum. Çok değil, doksan iki yıl önce, 1918’in Eylülünde imzalamıştı
Osmanlı Mondros’u. Ardından Sevr gelmişti, tarih 10 Ağustos 1920’ydi. Topyekûn
bir direnişle karşıladık her ikisini de. Topyekûn bir savaş verdik özgürlük ve
bağımsızlık uğruna. Kapitalizme ve emperyalizme karşı verdiğimiz eşi benzeri
görülmeyen Kurtuluş Savaşı’yla Sevr’i reddettik. Orta Doğu’nun haritasını
cetvelle, pergelle belirleyenlere karşı eğri bıçaklarımızın ucuyla çizdik millî
sınırlarımızı. Mondros’a, Sevr’e karşı 24 Temmuz 1923’te Lozan’ı anıtlaştırdık.
Lozan’da yedi düvele karşı Türkiye’nin özgürlüğünü ve bağımsızlığını ilan
ettik. Altı yüz yirmi iki yıllık bir imparatorluğun yıkıntıları üstüne yeni ve
güçlü bir devlet kurarken binlerce yurttaşımızın kanıyla resmettik ay yıldızlı
bayrağımızı.
Değerli arkadaşlarım, aradan sadece seksen yedi yıl geçti. Bin bir
acıyla, çileyle kurulan cumhuriyetimize bugün yapısal bir dönüşüm dayatılmakta,
millet tanımı, egemenlik tanımı değiştirilmek istenmektedir. Geldiğimiz bu
noktada, üyesi olduğumuz bu Meclisin kurucuları egemenliği destanlaştırırken,
ulus olarak Kurtuluş Savaşı vermiş olmanın, laik, demokratik bir hukuk devleti,
bir siyasi bilinç cumhuriyeti kurmuş olmanın onuru ve güveninin bir gün
suçluluk kompleksine dönüşebileceğini akıllarının
uçlarından bile geçirmemişlerdi. Evet, dünya değişti, koşullar değişti, konjonktür değişti ama değişmeyen bir şey var değerli
arkadaşlarım, o da emperyalizmin bu coğrafyadaki egemenlik talebi. Türkiye dün
olduğu gibi, bugün de satranç tahtasındadır. Oyun yeniden kurulmuş, kartlar
yeniden karılmıştır. Ayrım gözetmeden neredeyse herkesi kullanan, herkesi entegre etmeye çalışan ve yerli iş birlikçilerle oynanan bu
büyük oyunu bozmak, bu topraklarda yaşayan 75 milyonun yani bütün halkın
sorumluluğudur. Unutulmaması gereken şeylerden biri, böyle bir oyunun sonunda,
elde ancak yaktığın canla yanacak canının kalacak olmasıdır. Unutulmaması
gereken diğer bir şey de el atına binenin çabuk ineceği gerçeğidir. Sömürüyü
özgürleştiren, emeği örgütsüzleştiren, insanı çaresizleştiren, yalnızlaştıran
bu ekonomik düzen, kapkaçını, vurgununu, yalanını, talanını, yolsuzluğunu
gizlemenin en insafsız, en kurnazca yolunu izlemektedir.
Kapitalizmin kârı, emperyalizmin hegemonyası için böl, parçala,
yönet yöntemi ustaca kullanılmaktadır. Toplumu dini inançları nedeniyle
ayrıştır, etnik kökeniyle ayrıştır; Sünni’sin, Alevi’sin, Türk’sün, Kürt’sün
diye cepheleştir. Bu tartışmalarla ülkenin enerjisini bitir, aklını karıştır.
Böylece emek-sermaye çelişkisinin, yoksulluğun, yolsuzluğun üstünü kolayca ört;
bu kabul edilemez. Türkiye’yle oynamak bu kadar kolay değildir. Türkiye
etrafına örülmek istenen örümcek ağını parçalayıp atacak güçtedir.
Değerli arkadaşlarım, bir ülke böyle bir sürece bütün
dinamikleriyle karşı durmak zorundadır. Ülkenin dinamiklerini yönlendirecek
olan birincil sorumlu ülkeyi yönetenlerdir. Yönetenlerin sorumluluğu toplumu
aynı potada çelikleştirip bir arada daha güçlü kılmaktır, tehlikeli boyutlarda
ayrıştırmak ve cepheleştirmek değil. Bunu seçenler hafızalarını tazelemelidirler.
Ben sizlere birkaç sene öncesini hatırlatacağım: Sene 2003,
AKP’nin birinci iktidar dönemi, hazırlanan yasanın adı Kamu Yönetimi Temel
Kanunu, yasanın hedefi üniter yapı, ulus devlet,
amacı federal yapının basamaklarını oluşturmak. Ancak derin ve karanlık bu
hesap üniter ve ulus devletin kurucusu Cumhuriyet
Halk Partisi tarafından püskürtülür ve tasarı geri çekilmek zorunda kalınır. Ya
sonra ne olur değerli arkadaşlar? Ardından gündeme Belediyeler ve İl Özel
İdareleri Yasası getirilir. Yetmez, üniter devlet
yapısını ortadan kaldırmaya yönelik olarak Türkiye’yi bölgelere ayıran yeni bir
düzenleme, Bölge Kalkınma Ajansları Yasası hazırlanır.
Değerli arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi bu ve bu benzer
düzenlemelerin tümüne karşı durmuştur, durmaya da devam edecektir. Cumhuriyet
Halk Partisinin felsefesi devletin kuruluş felsefesidir. Bundan vazgeçmeye de
niyeti yoktur. Şu an içinde bulunduğumuz nokta, edilgen, uyumlu ve teslimiyetçi
bir noktadır. Bunun sorumlusu da İktidardır. Herkes
çok iyi bilmelidir ki, bugünlere Hükûmetin sürece
yaydığı taktiklerle gelinmiştir.
AKP Hükûmeti yöntemini şu sözlerle tarif
ediyor: “Sessiz ve derinden, hissettirmeden. Tepkiyle karşılaşınca geriye
çekilerek, unutturarak ama hedeften hiç şaşmadan, kararlılıkla sızacaksın, kaleleri
düşüreceksin, mekanizmaları kontrol edeceksin.” Böyle diyorlar ve gereğini de
yapıyorlar.
Geçtiğimiz günlerde yaşadığımız Habur’da
dillere destan olan açılım da bu yaklaşımı doğrular niteliktedir. Açılımın
açtığı yolda şimdi neyle irkiliyor Türkiye'nin sinir uçları derseniz?
Diyarbakır Demokratik Toplum Kongresi’nde tartışılan projeyle, Türkiye’ye
konfederasyon elbisesinin giydirilmesiyle, gelişmiş bir medya pazarlaması ve
tutarsız taktiklerle, kontrolsüz bir kavram kargaşasıyla sunulan kocaman bir
palavrayla, demokratik özerklik, çift dil, çift bayrak, öz savunma gücü,
yetmiyor, Türkiye'nin geri kalanı da yapılandırılıyor. Türkiye, yirmi-yirmi beş
idari bölgeye ayrılacakmış. Bölge meclisleri kurulsun, her bölge meclisinde
kendilerini temsil eden bir bayrak bulunsun.
Değerli arkadaşlar, sınırları cetvelle çizilen ülkelerde bile,
Irak’ta bile olağan koşullarda dile getirilemeyen ancak Amerikan işgaliyle
yaratılan ortamda konuşulabilenlerin benzeri önerilerdir bunlar. Herkesin
ağzından çıkana dikkat etmesi gerekir. Bu yaklaşım, hiç kimseye daha özgür,
daha adil, daha eşit bir gelecek vadetmez. Yaşanan bu
gelişmelerle ilgili olarak Hükûmet hâlâ bir
değerlendirme yapmamıştır, hâlâ beklemededir.
Elini ovuşturarak Türkiye’yi izleyenlere ve onların uzantılarına
Çin Seddi’nin hikâyesini anlatarak bitirmek istiyorum konuşmamı. Oğuzname’ye göre, “Mete’yle doğrudan savaşmak istemeyen Çin
İmparatoru nedenler aramaya başlar ve Mete’den atını ister. Mete bu isteği
yerine getirir, ardından karısını ister. Oğuz beyleri böyle bir şey olamayacağını
söyler. Mete ‘At benimdi istediğime verebilirim, karım ise özgür bir insan
olarak düşünüp kararını verebilir. Eğer kendisi devlet düzeni için gitmeye razı
gelirse ağzımı bile açmam. Kişisel sorundur bunlar.’ diye cevaplar. Ne var ki Çin İmparatoru
bununla yetinmez. Sınırda uyuşmazlık konusu olan bir toprak parçasını ister.
Mete bunun üzerine kurultayı toplar. Kurultayın kararı açıktır: ‘Toprak
kutsaldır ancak zorla alınır.’ Mete’nin akınları başlar, akınlar öyle yoğundur
ki Çin İmparatoru korunmak için dünyanın yedi harikasından biri olan Çin
Seddi’ni yapar.” O hikâyeyi Erol Toy Oğuzname’de
böyle aktarır arkadaşlar, ben onun tekrarcısıyım. Bilinmelidir ki ve iyice
anlaşılmalıdır ki o hikâyenin son sınırı Misakımillî’dir.
Değerli arkadaşlarım, bir siyaset ustasının sözleriyle
sonlandırmak istiyorum. “Bu ülke hepimizindir. Türkiye’yi bugünlere hep beraber
getirdik, bundan sonra da hep beraber sahip çıkacağız. Tarihiyle iftihar
ettiğimiz laik, demokratik, üniter, ulus devletimiz,
cumhuriyetimiz, kenarından köşesinden, açıktan gizliden, dört bir taraftan
kuşatılmıştır. Bu memleketi ne yapılacağı bilinmeyen bir sürece teslim
edemeyiz.”
Gene sözlerime Mustafa Kemal’in bir özdeyişiyle son vermek
istiyorum. “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır ancak Türkiye
Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
Saygılarımla selamlarım hepinizi. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öktem.
Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın İnan…
MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, özellikle son zamanlarda Türkiye’de demokrasinin
arkasına sığınılarak Türkiye'nin belli bölgelerinde özerklik talep edilme
noktasına kadar gelinmiştir. Bu konuda maalesef devleti başta savunması gereken
Sayın Başbakan hiçbir şekilde cevap vermemiştir. Başbakanın bu suskunluğunu
neye bağlıyorsunuz? Buna siz belki cevap veremezsiniz ama Sayın Başbakana
iletip kamuoyunu net bir biçimde aydınlatırsa sevinirim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Taner…
RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, yurt dışında çalışan kamu
personellerinin arasındaki ücret farklılıklarını gidermek için herhangi bir
çalışmanız var mı?
İki: Yurt dışı kamu personellerinin çalıştığı kurumlar arasındaki
maaş ödeme tarihlerinin keyfîliğini kaldırmak için herhangi bir çalışma yapacak
mısınız ve tek tarihte toplayıp bu mağduriyeti giderecek misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Tankut…
YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, siz ve sözcüleriniz devamlı 57’nci Hükûmetten kalan borçları ödediğinizden bahsediyorsunuz.
Şimdi sormak istiyorum: Sekiz yılda 57’nci Hükûmetten
sizin hükûmetlerinize devrolan borç ne kadardır? Ne
kadar borç ödediniz? 57’nci Hükûmete kendisinden
önceki hükûmetlerden kalan, üç buçuk yılda kendisine
devrolan ne kadar borç vardır ve bu borcun ne kadarını ödemiştir? Bu konuda
cevap verirseniz sevinirim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Köse…
ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Uluslararası Çalışma Örgütünün 182 sayılı Sözleşmesi
ülkemiz tarafından kabul edilmiştir. Bu sözleşme gereği 2010 yılında hangi
çalışmalar yapılmıştır? 2011 yılı için bu konuda ne kadarlık
bir bütçe ayrılması söz konusudur? Bu konuda GAP bölgesi illerine dönük olarak
özel projeler uygulanacak mıdır?
İkinci sorum: Aynı dönemde kurulmuş ve aynı bölgede yer alan bazı
üniversitelerin bütçeleri geçen yıla oranla yüzde 100 dolayında artarken,
Adıyaman Üniversitesi bütçesinin yüzde 33,4 oranında artırılması sizce adil
midir? Bu ayrımın sebebi nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Yıldız…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, ülkemizde hipermarketler hızla artmaktadır, küçük
esnaf ise kepenk kapatmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, 57’nci Hükûmet döneminde büyük mağaza yasasını kabul
ettirememiştik, bu dönemde de Adalet ve Kalkınma Partisinden kanun teklifimize
destek alamadık. Büyük mağazalar yasasını esnaf beklemektedir, 2011 yılının
altıncı ayına kadar bu yasayı çıkaracak mısınız?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Uslu…
CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, beş dakika süre içerisinde ortalama 5 veya 6
arkadaşım soru sorabiliyor. Doğrusu, ben, bu geride kalan maddelerle ilgili
olarak üç defa soru sorma imkânı buldum, ama hiçbirine cevap alamadım.
Şunu sormak istiyorum: Burada bu kadar bürokrat arkadaşımız var,
dışarıda da sayısını 60 kadar tahmin ettiğim bürokratlar var. Bunlar, bu
arkadaşlarımız bu soruların cevaplarını hazırlayamıyorlar mı? Sayın bakanlar
bize niye cevap vermedi? Bunu sormak istiyorum.
Çok teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Maliye Bakanına üç kez sordum, cevabını alamadığım bir
soruyu Sayın Bakana sormak istiyorum.
Üniversite bütçeleri içerisinde Dumlupınar Üniversitesi bütçesi,
maalesef en az artış gören bütçelerden birisi. Öğrenci başına düşen bütçe
dikkate alındığında, 94 üniversite arasında sondan 2’nci üniversite durumunda.
Acaba İktidarınızın size en fazla desteği veren Kütahya’ya karşı özel bir
ilgisi mi var? Niçin bu üniversitenin kadrosu kısıtlı tutuluyor ve bütçesi bu
kadar azaltılmıştır? 2008 Mayıs ayından bu yana tıp fakültesi kadrolarına
kullanma izni verilmemesinin sebebi nedir? Acaba üniversitenin başındaki
rektörün Sayın Cumhurbaşkanı tarafından atanmamış olması bunda önemli bir
gerekçe midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Akcan...
ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Şimşek orada otururken, bundan yaklaşık iki madde öncesinde
kendisine yöneltilen bir soruyu cevaplandırırken “Biz 2005 yılında Et ve Balık
kurumlarını özelleştirme programından çıkardık, şimdi aktif olarak çalışıyor.”
dedi. Ancak bu, Doğu ve Güneydoğu illerinde açık. İzmir’de
besicilik yapan bir vatandaş Et ve Balık Kurumuna hayvanını kestirmek istese
Erzurum’a mı götürecek, Diyarbakır’a mı? Bunu öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, beş dakika süre içinde cevap vereceksiniz.
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
Öncelikle soru soran, eleştirileriyle bütçemizin geçişine katkıda
bulunan bütün milletvekillerimize teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekillerimizden bir tanesi, son zamanlarda özerklik
talepleriyle ilgili birtakım söylemler olduğunu ve buna Sayın Başbakanımızın
cevap vermediğini iddia ettiler.
Ben kendilerini biraz arşiv karıştırmaya davet etmek istiyorum.
MÜMİN İNAN (Niğde) – Arşive gerek yok, bugün.
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Bu ülkede hiçbir
siyasetçi, Sayın Recep Tayyip Erdoğan kadar
“Tek millet, tek bayrak, tek devlet.” dememiştir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MÜNİN İNAN (Niğde) – Arşive bakma. Bugün… Bugün…
BAŞKAN – Sayın İnan…
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – “Tek devlet, tek millet,
tek bayrak.” diyen, bunu defalarca dile getiren Sayın Başbakanımızı burada
böyle bir konuda sessiz kalmakla itham etmek ya bilgisizliktendir ya
kasıttandır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Ağzına mı yapışacak bir kere daha
tekrar etse?
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Onun için, ben bu milletvekilimizi öncelikle
okumaya, öğrenmeye, dinlemeye davet ediyorum.
Bunlar…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Milletvekiline hakaret etmeye
hakkınız var mı Sayın Bakan?
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Burada hakaret yok. Sayın
Vekilim, burada hakaret yok. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Yakışmıyor Sayın Bakan!
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Başbakana hakaret etmek serbest olacak da
milletvekiline “Oku, incele, idrak et.” demek mi hakaret olacak? (CHP ve MHP
sıralarından gürültüler) Lütfen.. Lütfen…
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Uykunuzu alamadınız galiba Sayın Bakan.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…
Sayın Bakan, siz Genel Kurula hitap edin.
MÜMİN İNAN (Niğde) – Git arşive sen bak!
BAŞKAN - Sayın İnan, lütfen…
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Bir başka milletvekilimiz
yurt dışında görev yapan kamu personelinin ücretleriyle ilgili bir soru sordu.
(CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Milletvekiline hakaret etmeye
hakkınız var mı ya!
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Sayın vekiller, bu
soruların cevaplarını biliyorsanız ya sormayın, bilmiyorsanız da dinleyin,
öğretelim. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Bakan…
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Yurt dışında görev yapan…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sen bu Mecliste nasıl konuşuyorsun?
Ne biçim konuşuyorsun? Ayıp değil mi?
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Ne biçim soru soruyorsun?
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanını nasıl böyle bir şeyle itham edersiniz?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sen konuşma!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Ayıp be!..
Ayıp değil mi bu?
BAŞKAN – Sayın Bakan…
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, müsaade
ederseniz diğer sorulara ben cevap vereyim.
BAŞKAN – Evet, Sayın Şimşek, buyurun. (MHP sıralarından
gürültüler)
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Buraya kaç tane bakan geldi. Şu
üslup hiç yakışıyor mu?
BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – İlk defa milletvekillerine hakaret eden bir
Bakanla karşılaşıyoruz.
BAŞKAN – Sayın Çelik, lütfen.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Müsaade ederseniz geri
kalan sorulara ben cevap vermek istiyorum.
Değerli arkadaşlar…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Şu üslup yakışıyor mu?
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Sizin soruş üslubunuz
yakışıyor mu?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Deniliyor ki “Bu gelişme var.” Sayın
Başbakan da bir şey söylesin. Bu bir ihtiyaç… Kalkıp milletvekillerini, siyasi
partileri suçlamaya hakkı yok.
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Bugün İktidar Partisinin
Genel Başkan Yardımcısı bu konuda çok net bir açıklama yapmıştır.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Ağzına mı yapışacak bir kere daha
söylese? İhtiyaç var.
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Başbakan her gün söylüyor
“Tek millet, tek bayrak, tek devlet” diye.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Ne zaman söyledi?
BAŞKAN – Sayın Korkmaz, lütfen…
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Defalarca söyledi. Onu
diyorum, açın arşivlere bakın. Her gün söyledi.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - Bir kere daha söylesin!
BAŞKAN – Sayın Korkmaz…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Sayın Başkan…
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Bugün de… Sayın Başkanım,
burada bir algılama hatası var. Ben… (MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Şandır… Sayın Korkmaz…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Özür dile Meclisten!
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Peki, Sayın Vekilim,
kendimi düzeltmek için bir fırsat istiyorum.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Her defasında gelip buraya
milletvekillerini suçlamaya hakkın yok. (MHP sıralarından gürültüler)
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Özür dile Meclisten.
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Tamam, gerekirse dilerim.
Gerekirse dilerim.
BAŞKAN – Sayın Korkmaz…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Siz bu Meclisin terbiyecisi misiniz? Siz
Bakan mısınız, sokakta mı konuşuyorsunuz?
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Sayın Başkanım, bir
açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Şimşek cevap veriyor şu anda.
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Sayın Başkanım, bir
açıklama yapacağım.
BAŞKAN – Lütfen Sayın Bağış…
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Bir açıklama yapacağım.
BAŞKAN – Sonra, sonra... Zaten bitiyor.
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Arkadaşlar yanlış
anladılar da onun için. İnanın bana.
Arkadaşlar, bu özerklik iddialarına, Sayın Şandır, bakın, bunlara
Başbakanımız seviyesinde cevap vermek onları ciddiye almak anlamına gelir.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Başbakana hiçbir şekilde hakaret
edilmiyor burada. Böyle bir şey olmaz.
DEVLET BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Bunlara Genel Başkan
Yardımcımız zaten cevap verdi ama Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı zaten…
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı bugüne kadar en az bin kere -en az bin kere,
ben şahidim- “Tek millet, tek devlet, tek bayrak.” demiştir.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) -
Her konuya cevap veriyor da niye bu konuya cevap vermiyor. Gizli
mahfillerde mi konuşuyor? Çıksın televizyonlara…
BAŞKAN – Evet, buyurun.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, görüşmeye devam edelim.
Müzakereye…
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Evet, müsaade ederseniz…
Değerli arkadaşlar…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, cehaletle
söyledi!
BAŞKAN –Sayın Şimşek, devam ediyor zaten. Her kafadan bir ses
çıkıyor, tamam.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar,
sorulardan bir tanesi bugün sık sık sorulan bir
soruydu “Dumlupınar Üniversitesine neden düşük ödenek veriliyor?” diye.
Değerli arkadaşlar, Dumlupınar Üniversitesinin 2011 ödenek
artışlarını ben söylüyorum: Personel giderleri yüzde 15,3, mal ve hizmet için
ödenek yüzde 23 artmış, cari transferler yüzde 101, yalnız sermaye giderleri
yüzde 18 azalmış. Demek ki Dumlupınar’ın 2011 için öngörülen yatırımlarında bir
azalma söz konusudur. Muhtemelen o anlamda genel ödeneklere yansımıştır, yoksa
Dumlupınar’a ilişkin başka türlü bir mülahaza söz konusu olamaz. Aslında…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Bakan, öğrenci başına en düşük yatırımın olduğu ikinci devlet
üniversitesi!
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar,
müsaade edin.
BAŞKAN – Sorularla ilgili süre doldu. Kalan soruları yazılı olarak
verirsiniz.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
23’üncü maddeyi okutuyorum:
Sözleşmeli personele ilişkin esaslar
MADDE 23 – (1) 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinde belirtilen kamu idare, kurum ve
kuruluşlarında, 657 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin (B) fıkrası ile 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
ek 7 nci maddesinde belirtilen mevzuat kapsamında,
2010 yılındaki vizeli mevcut pozisyon ve tip sözleşme örnekleri yeni bir vize
yapılmasına gerek kalmaksızın 2011 yılında kullanılmaya devam olunur. Bu
pozisyonlarda 2010 yılında istihdam edilen personelden, 2011 yılında
görevlerine devam etmeleri uygun görülenlerle, mevcut sözleşme ücretlerine 2011
yılı için mevzuat uyarınca yapılacak artışlar ilave edilmek suretiyle yeni
sözleşme yapılır.
(2) Kanun, uluslararası anlaşma, Bakanlar Kurulu kararı veya yılı
programıyla kurulması veya genişletilmesi öngörülen birimler ile hizmetin
gerektirdiği zorunlu haller için, yılı ödeneğini aşmamak kaydıyla yapılacak
yeni vizeler dışında, 2010 yılı sözleşmeli personel pozisyon sayıları hiçbir
şekilde aşılamaz.
(3) Belediyeler, il özel idareleri ve mahalli idare
birlikleri ile bunların müessese ve işletmelerinde, 5393 sayılı Kanunun 49 uncu
maddesi çerçevesinde sözleşmeli personel istihdamı mümkün olan hizmetlerde
(anılan maddenin dördüncü fıkrasında sayılan unvanların dışında olmak ve o
hizmet için ihdas edilmiş kadro bulunmamak kaydıyla kısmi süreli olarak
çalıştırılacak sözleşmeli personel hariç) 657 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin
(B) fıkrasına göre ayrıca sözleşmeli personel istihdam edilemez.
BAŞKAN – Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Çankırı Milletvekili Sayın Ahmet Bukan.
Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA AHMET BUKAN (Çankırı) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın sözleşmeli
personele ilişkin esasları düzenleyen maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Partim ve şahsım adına yüce heyeti
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi,
2002 yılında iktidara gelirken kamu personel reformu yapacağını, eşit işe eşit
ücret ödeyeceğini, kurumlar ve kadrolar arasındaki ücret adaletsizliğine çare
bulacağını vaat etmişti. Adalet ve Kalkınma Partisi sekiz yıldır iktidar
olmasına rağmen hiçbir çözüm getirmemiş, bunun yanında kamu kurum ve
kuruluşlarında temizlikten güvenliğe, sağlıktan eğitime, teknikerden
mühendisine varıncaya kadar her konuda hizmet alımı yoluna giderek devlet
memurunun ve işçisinin yapacağı işleri taşeron işçi statüsüyle çözmeye başlamış
ve bu rakam 1 milyonu aşmıştır.
Değerli milletvekilleri, hâlbuki Anayasa’mızda sosyal hukuk
devleti, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği, yani sosyal
adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet demektir. Çağdaş devlet
anlayışı, sosyal hukuk devletinin tüm kurumlarıyla Anayasa’nın sözüne ve ruhuna
uygun biçimde kurulmasını gerekli kılar. Hukuk devletinin amaç edindiği kişinin
korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanması yoluyla
gerçekleştirilebilir. Anayasa, aileyi toplumun temeli saymıştır. 657 sayılı
Yasa ise önemli projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi, işletilmesi ve
işlerliği için şart olan zaruri ve istisnai hâllere münhasır olmak üzere özel
bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren geçici işlerde sözleşmeli
personel çalışmasına müsaade etmiştir. Ancak Anayasa ve 657 sayılı Yasa’ya
rağmen Hükûmetiniz kamu personelini hukuk devletine
yakışmayacak şekilde sözleşmeli ve kadrolu olarak ayırmakta, Yasa’da istisnai
ve geçici olmak şartıyla izin verilen bu uygulamayı genelleştirerek sürekli
kılmaktadır. Özellikle Millî Eğitim ve Sağlık Bakanlığının başını çektiği bu
uygulama tüm kamu kurum ve kuruluşlarında hızla yayılmaktadır. Anayasa’da da
belirtilen, biraz önce okuduğum sosyal hukuk devleti ilkesi bunun neresindedir?
Sözleşmeli personel istihdamına bir göz attığımızda birden fazla
pozisyon görmekteyiz. Hatta Hükûmetinize sözleşmeli
uygulaması da yeterli gelmemekte, ücretli öğretmen, vekil ebe, vekil hemşire,
sözleşmeli ceza infaz koruma memuru istihdamı yoluna gidilmektedir. Özlük ve
mali hakları birbirinden farklı çok çeşitli pozisyonlarda personel istihdamı
neticede kamu yönetiminde kargaşaya sebep olmaktadır ve Anayasa’mızda
belirtilen sosyal hukuk devleti tanımlamasına uymamaktadır. Bizce Hükûmet bunu yaparken tek bir şey istiyor, o da çalışanlara
gözdağı vermek, kendi haklarını savunamayan bir topluluk hâline getirmek ve
konuşmayan, düşünmeyen “Ben ne dersem onu yapın, başka bir şeye gerek yok.”
diyerek bir köleler topluluğu oluşturmak Hükûmetin
görevi.
Sayın milletvekilleri, bir defa, sözleşmeli personele tayin hakkı
verilmemekte, özellikle eş durumu tayin hakkından mahrum edilen personelin aile
bütünlükleri parçalanmakta, evli olup farklı illerde çalışan personel eşi
veyahut işi arasında tercihe zorlanmaktadır. Bekâr personel ise bu şartlarda
evlenmeye dahi cesaret edememekte. Hiçbir iş gücü kaybına ve maliyet artışına
sebep olmayan becayiş hakkı dahi sözleşmeli personele tanınmamaktadır. Bunun
yanı sıra, sözleşmeli personel arasında farklı ücret uygulanmaktadır. Aynı
statüde aynı görevi yapan personel arasındaki ücret farklılıkları iş barışını
zedelemekte ve Anayasa’mızın eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Bu
personele kadro ve terfi imkânı verilmeyerek görevde yükselme hakkı gasp
edilmektedir. Mesela sözleşmeli öğretmenlerin idareci veyahut müfettiş olma
hakkı yok, hizmet puanları yok, eş, çocuk, doğum yardımları yok; ücretleri her
ilde farklılıklar gösteriyor, sözleşmeleri yıllık olarak yenilenmek zorunda. Bu
da, çalışanlarımızı, yani kamu çalışanlarını, devlet adına çalışanları mutsuz
ediyor. Mutsuz, hedefsiz, gelecekten kaygılı bir toplum yaratıyorsunuz. İşçimiz
mutlu değil, memurumuz mutlu değil, çiftçimiz, esnafımız, tüccarımız mutlu
değil. Kısacası, sizin zengin ettiğiniz ve yandaşlarınızın dışında kimse mutlu
değil.
Sözleşmeli personelin çoğu ailesinden ayrı yaşamak zorunda
kalıyor. Boşanmalar var, evlenemeyenler var. Sözleşmeli personel eğitimlere
devam edemiyor, iş güvencesinden yoksun, hizmet veremiyor.
Sağlık Bakanlığında çakılı sözleşmeli statüsüyle çalışan sağlık
personelinin tayin hakkı olmadığı için sıkıntılı günler yaşıyor. Görev
yaptıkları illerden ayrılma şansları olmayan kimi personel yuva kuramıyor, kimi
eğitimden mahrum kalıyor. Sözleşmeli personel, eş durumundan tayinlerin
açılmasını ve uygulamanın gözden geçirilmesini istiyor. Birçok sözleşmeli
personelin aile bütünlüğü zarar görmekte, yuvaları dağılmaktadır. Askerlik
dönüşü işe başlamakta sıkıntı yaşamaktadırlar. Aynı iş yerinde farklı mali ve
sosyal haklara sahip personel olması çalışma barışını zedelemektedir. Bunlar
gibi daha birçok sorunlarla sözleşmeli personel çalışma hayatını sürdürmeye
devam etmektedir. Bu sorunlar Meclis çatısı altında çözüme ulaştırılmalı, sorun
ortadan kaldırılmalıdır.
Geçen dönemlerde kadroların bin bir bahaneyle görev yerlerinde
durdurulmalarının faturası sözleşmelilere kesilmiş durumdadır. Kadrolara
dokunulmayıp yeterli önlem alınmadığı için yerinde sözleşmeli personel yaratma
ve haklarını sınırlama yoluna gidilmiştir. Eğitim, sağlık ve eş durumu
sorunları tayin haklarına sınırlama getirilmiştir. Eğitim sorunu başı çekmekte
olup başka bir okul, üniversite okumak isteyen, kendini geliştirmek isteyen
personel bu hakkından mahrum kalmıştır. Hayat standartları kısıtlı olduğu için
kimse işini bırakıp okumaya gidememiştir.
Sağlık personelinin sınıflandırarak bölünmesiyle bir sağlık
kuruluşunda “Kadrolu”, “4924’lü”,“4/B’li”, “Vekil” ve
benzeri isimler altında birçok yardımcı sağlık personeli bulunmakta, aynı
işleri yapmalarına rağmen maddi olarak ve de bazı haklar olarak farklılıklar
içermektedir. Bu da arkadaşlar arasında bir sosyal sorun yaşanmasına yol
açmaktadır. Öncelikli olarak tek sınıf sağlanması gerekmektedir.
Hak aramakta zorluklar çekilmektedir. Sorunu olup bunu aktaranlar,
“Çalıştığın yerde mutlu olmaya bak.” denilmekle kalmış veya “Kimse zorla imza
attırmadı.” denilerek çaresiz bırakılmıştır. 4924’e tabi personel nakil
isteyememektedir. Eritilmek için bunlara dokunulmamakta, çözüm arayan personel
ya istifa etmek ya da 4/B’ye geçmek zorunda
kalmaktadır.
4924’e tabi personelin fazla mesai ve nöbet parası bulunmamakta,
bunun yerine izin verilmektedir. Yeterli personel olmayan kurumlarda personel
eksikliği ifade edilerek sözleşmeli personele izin dahi verilmemektedir.
Sözleşmeli personelin idarede müdür veya başhemşire olarak
çalışmasında kolaylık sağlanması gerekmektedir.
Vergi oranlarında da adaletsizlik vardır. Sözleşmelilerden yıl sonuna kadar yüksek oranda vergi kesilerek zor durumda
bırakılmaktadır. Bu vergi oranının biraz geri çekilmesi gerekmektedir.
Sözleşmeli personelin yaşam kalitesine katkıda bulunmak, özellikle
yaşı ilerlemiş personelin geleceğine katkıda bulunmak gerekmektedir.
Zamdan fazla yararlanılması… 4924’ler, son olarak, denge
tazminatından döner sermaye neden olarak gösterilerek zam yapılmamıştır. Vergi
dilimi sebebiyle de zaten maaşlar çok belirgin olarak erimeye başlamıştır. Yani
bahsedildiği gibi çok fazla, kat kat maaş
alınmamaktadır.
Becayiş işlemlerinin yıl içinde istenilen her zaman yapılabilmesi
gerekmektedir. Becayişin her zaman yapılması iş kaybı ve zaman kaybı bakımından
sorun oluşturmamaktadır. Becayiş yapmak isteyenler de sadece bir yılın bir
ayını beklemek zorunda kalmamalıdırlar.
Bizim tüm çabamız, mevcut sorunları dile getirmek, çözüm getirmek;
bizim mücadelemiz, işçimizin, memurumuzun, esnafımızın, köylümüzün,
emeklimizin, yetiştiricimizin refah seviyesini yükseltmektir, mutlu ve insanca
yaşamalarını sağlamaktır.
Maliyeden kadro mu alıyorsunuz, personel reformu mu yapıyorsunuz,
ne yaparsanız yapın, bizden de katkı ve destek isterseniz, Milliyetçi Hareket
Partisi her türlü katkı ve desteğe hazırdır.
Hiçbir hukuk ve hakkaniyet ilkesiyle bağdaşmayan sözleşmeli
personelin sorunları çözülmelidir. Şunu da…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET BUKAN (Devamla) - Hepinize teşekkür ediyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bukan.
Şahsı adına Karabük Milletvekili Sayın Cumhur Ünal. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
CUMHUR ÜNAL (Karabük) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 23’üncü maddesiyle ilgili
AK PARTİ milletvekili olarak şahsım adıma görüşlerimi arz etmek üzere söz almış
bulunmaktayım. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
23’üncü maddenin fıkraları, vizeli mevcut pozisyon, sözleşmeli
personel ve personel pozisyon sayılarının hangi şartlarda aşılabileceği ile
belediyeler, il özel idareleri ve mahallî idare birlikleri sözleşmeli personel
istihdamına ilişkin hususları düzenlemektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ hükûmetlerinin bugüne kadar hazırladığı bütçelerle ve
kararlılıkla sürdürülen, büyümeyi esas alan politikalar neticesinde ülkemizin
nereden nereye geldiği, bu kürsüden rakamlarıyla çok güzel ifade edildi. Ben de
bu rakamların ışığında, Karabük ilinde, 2002’den bu yana eğitiminden sağlığına,
yoluna hangi yatırımlar yapılmış, yapılmakta ve de proje aşamasında, bu
gelişmelere değinmek istiyorum.
Dün yoktu, bugün 8,5 trilyon bedelli, bin öğrenci kapasiteli Polis
Mesleki Eğitim Merkezi var. Dün 2 meslek yüksekokulu ve 2 bin öğrencisi vardı;
bugün tıp fakültesi dâhil, 8 fakülte, 3 yüksekokul, 3 meslek yüksekokulu, 2
enstitü, 5 uygulama ve araştırma merkezi bulunan ve 11.323 öğrencisiyle
istikrarla büyüyen Karabük Üniversitesi var. Bu noktada, fakülte binalarımızın
yapımına destek veren iş adamlarımıza çok teşekkür ediyorum.
Dün derslik başına düşen öğrenci sayımız 32’ydi, bugün öğrenci
sayımız 3 bin artmasına ve 22 okulun tekli eğitime geçmesine rağmen bu sayı
24’tür. 45 trilyonu aşan ödenekle yapılan 60 adet okulla ilimize 640 derslik
kazandırılmıştır.
Dün 9 ilde doğal gaz vardı, bugün 66 ilde ve 2009’dan itibaren
Karabük’te ve Safranbolu’da doğal gaz var.
Dün Karabük’te TOKİ yatırımları yokken, bugün 1.844 konut ve 2.600
kişilik yurt yapılan TOKİ yatırımları var.
Dün su problemi vardı, bugün 21 trilyona mal olan Karasu
Projesi’yle Karabük ve Safranbolu’nun kırk yıllık su sorunu çözüldü. Şimdi 15
trilyon bedelli bu suyun sertliğini giderme tesisi ihale aşamasında.
Bugün hastalar ilimizde de istediği hastaneye ve eczaneye
gitmektedirler. Hastanelerimiz yirmi dört saat hizmet verirken, bugün ilimizde
ağız ve diş sağlığı merkezî açılmış olup, ambulans sayısından 112 istasyon
sayısına, yatak sayısına, uzman hekim sayısına kadar her şey katlarıyla
artmıştır.
Dün yol ve su problemi vardı, bugün KÖYDES projesiyle ilimize son
altı yılda gelen 70 trilyonu bulan ödeneklerle 270 köy ve 850 mahallesinden
ulaşılamayan ve suyu olmayan birimimiz kalmamıştır. KÖYDES’ten
gelen bu ödenek 2000’li yıllarla kıyasladığımızda seksen yılda gelecek bir
ödenektir.
Dün ilimizde 7 kilometre bölünmüş yol vardı bugün 160 kilometreyi
bulan duble yollarla Karabük komşu illere açılmakta ve
bu yollar için 300 trilyonu bulan ödenekler gelmiştir.
Dün 2000 yılı krizi nedeniyle üretimde 300 bin tona ve borç
batağına düşen KARDEMİR vardı, bugün Hükûmetin borç
ötelemesi, faiz indirimleri ve basiretli yöneticilerle ve de istikrarın
sağladığı konjonktürle borçlarından arınmış, 2 milyon tona çıkmış ray ve profil haddesi ve yüksek fırın yatırımı ile 1 milyar doları
bulan yatırımlar yapabilmiş, geleceğe güvenle bakan bir KARDEMİR var.
Ovacık Sporcu Kamp Eğitim Merkezi, Yenice Hükûmet
Konağı, Safranbolu ve Yenice Adliye Sarayları, Ovacık Spor Lisesi, Karabük ve
Safranbolu Anadolu Öğretmen Lisesi, kapalı spor salonları, Eskipazar Yarı Açık
Cezaevi, HES yatırımları, tarımdan ormanına, turizmine kadar yapılan yatırımlar
ve daha birçoğu ilimize kazandırılan yatırımlar var.
Yine teşvikte, Karabük, en iyi bölge olan 3. bölgede yerini
almıştır.
Diğer taraftan 25 trilyon bedelli 13 bin kapasiteli stadyum, 53
trilyon bedelli 300 yataklı Şirinevler Devlet
Hastanesi, 2 trilyon bedelli Karabük Devlet Hastanesi ek binası, 21 trilyon
bedelli 732 kapasiteli cezaevi, 14 trilyon bedelli olimpik yüzme havuzu,
inşaatları devam eden yatırımlarımızdır.
Yine, 10 trilyon proje bedelli 154 kilovatlık Kurşunlu-Karabük
enerji hattı, Eflani İlçesi Entegre Devlet Hastanesi, İl Emniyet Müdürlüğü
binası, Sosyal Güvenlik Kurumu binası, kültür merkezi, katı atık bertaraf
tesisi, Aktaş Barajı Projesi, 18 trilyon bedelli
diğer enerji hatları projesi ilimizde proje ve ihale aşamasında olan
yatırımlardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her biri onlar ve
yüzler trilyonlarla ifade edilen AK PARTİ hükûmetlerinin
bugüne kadar yapmış olduğu güçlü ve doğru bütçelerin, güçlü bir ekonomi
yönetimi ve istikrarın bir eseri olan bu yatırımlar nedeniyle başta Sayın
Başbakanımıza, Hükûmetimize, sayın bakanlarımıza,
emeği geçenlere ve benimle beraber Karabük’e hizmet için mücadele veren
milletvekili arkadaşlarıma Karabüklü hemşehrilerim
adına çok teşekkür ediyor, 2011 bütçemizin hayırlara vesile olması temennisiyle
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ünal.
Soru-cevap işlemine geçiyorum.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Karabükspor’u
birinci lige çıkardınız, onu unuttunuz ya!
BAŞKAN – Soru-cevap işlemine geçtim Sayın Yıldız. Sıra sizde.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Bu arada Karabükspor’a da başarılar
diliyorum.
Sayın Bakan, Gelir İdaresi Grup Başkanlığı Ankara Vergi
Dairesi Başkanlığına bir yazı ile Bakanlığımız merkez teşkilatı Risk Analizi,
Sistem Programlama ile Veri Ambar Yönetim Müdürlüklerinde fiilen görev yapan
vergi denetmeni, devlet gelir uzmanı, devlet gelir uzman yardımcısı, gelir
uzmanı ile gelir uzman yardımcılarına hâlen ödenmekte olan ek ödeneğe ilaveten
50 puan ek verilmektedir.
Sayın Bakan, bu düzenlemeyle anılan birimde görevli uzman
yardımcılarının maaşı diğer birimlerde görevli uzman maaşından yüksek duruma
gelmemekte midir? Aynı kurumda birimler arasında maaş farkını nasıl uygun
buluyorsunuz? Bu eşitsizlik Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı değil mi?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, hâlen kamu kurumlarında sözleşmeli kadroda çalışan
personelin kaçı mühendis unvanıyla çalışmaktadır? Sözleşmeli mühendislerin zor
şartlarda oldukça düşük maaşla çalıştırılmasını içinize sindirebiliyor musunuz?
Aile dramına yol açan sözleşmeli memurluğun “sözleşmeli kölelik” olarak
nitelendirilmesi sizi memnun ediyor mu?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, hakaret yememek
için soru sormaktan vazgeçiyorum.
BAŞKAN – Sayın Tankut…
YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, soruma geçmeden önce az önce sizin yerinizde bulunan
Sayın Egemen Bağış’ın Genel Kurula ve milletvekillerine yapmış olduğu küçültücü
ve aşağılayıcı söylemi kınıyorum ve şimdi bir türlü cevap alamadığım
sorularımdan bir tanesini daha yöneltmek istiyorum. Devamlı 57’nci Hükûmetin borçlarından ve o borçları ödediğinizden
bahsediyorsunuz. Şimdi sormak istiyorum: Sekiz yılda 57’nci Hükûmetten
sizin hükûmetlerinize devrolan borç miktarı nedir, ne
kadarını ödediniz?
Yine, 57’nci Hükûmet üç buçuk yılda
kendisinden önceki hükûmetlerden devraldığı ne kadar
borcu ödemiştir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Taner…
RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, Hükûmetiniz
döneminde kadrolu personel yerine sözleşmeli personel tercih ediyorsunuz.
Bundaki ana gayeniz nedir?
İkinci sorum: İktidara geldiğiniz 2002’de kamuda sözleşmeli
personel sayısı kaç kişi idi, şu anda kaç kişi vardır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Asil…
BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakan, özel okullar ve vakıf üniversitelerinde öğrenim
ücretlerinden katma değer vergisi alınmak suretiyle eğitim
vergilendirilmektedir. Özel okulların ve vakıf üniversitelerinin kontenjanının
üçte 1’i boş kalmakta, böylece hem kaynaklarımız israf edilmekte hem de
devletin üzerindeki eğitim yükü artmaktadır. Eğitimden katma değer vergisini
kaldırmayı düşünüyor musunuz?
2008 yılında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Üniversitesinin
çalışanlarından gelir vergisinin Maliyeye yatırılmayarak bunun karşılığında
eğitim yatırımı yapması yönünde yasa çıkarılmıştı. TOBB bu yasa gereği hangi
yatırımları yapmıştır? Devletin vazgeçtiği gelir vergisi miktarı nedir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Değerli arkadaşlar, tabii, yapılan işin önemine, niteliğine bağlı
olarak ücretlerin cüzi de olsa farklılaştırılmasını doğru karşılamak lazım.
Risk analiz sistemiyle ilişkili olarak istihdam edilen arkadaşlarımız hakikaten
çok önemli, çok nitelikli bir iş yapmaktadır. Aynı bölümde çalışsalar dahi,
aynı unvanı taşısalar dahi çok nitelikli bir iş yapılıyorsa onun da
ödüllendirilmesi lazım.
Dolayısıyla, yani bir matematiksel adalet yaklaşımı, siz de
takdir edersiniz ki performansa dayalı bir kültüre geçiş için yani en azından
bu konuda çaba gösteren bir ülke için çok da yanlış bir yaklaşım değil ama yine
de şunu tekrarlamak istiyorum: Gerçekten, bizim Hükûmetimiz
döneminde bu ek denge tazminatı yoluyla biz, inanın, kamuda ücret farklarını
büyük ölçüde azalttık. Az önce
rakamlarla verdim; yüzde 33 fark vardı, şu anda yüzde 8’e kadar inmiş durumda.
Onu da gidereceğiz yani biraz o konuda sabırlı olmak lazım.
“Sözleşmeli kölelik” diye bir şey olamaz. Yani bizim şu anda iş
arayan 3 milyon civarında vatandaşımız varken, aslında, 4/B’yle
yani sözleşmeyle 4/A kadrolu arasında çok büyük ücret farklılıkları yok değerli
arkadaşlar. Ücret farklılıklarından ziyade tamamen bakanlıkların birtakım
ihtiyaçları nedeniyle, daha önce de örnek verdim, Hakkâri’de bizim hemşireye
ihtiyacımız varsa, biz orada istihdam etmek üzere aldıysak tabii ki 4/B
müessesesi o anlamda anlamlıdır yoksa bizim niyetimiz… Yani sadece maaş
farklılığı… Bunların sözleşmeleri zaten her yıl otomatik olarak yenileniyor. O
anlamda bir sıkıntı yok. Hatta, işte biliyorsunuz,
memurlarla son yapılan toplu sözleşmelerde birçok sıkıntıları giderildi ve bu
sıkıntıların giderildiğine dair birtakım hükümleri, şu mevcut torba yasasında
da göreceksiniz, yani biz o sıkıntıları gideriyoruz.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Bakan, hasta olsa mazeret izni alamıyor.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Şimdi, değerli
arkadaşlar, borç konusu soruldu.
Şimdi, ben daha önce de söylemiştim, 2002 yılında Türkiye'nin
toplam brüt borç stoku 256,7 milyar liraydı.
YILMAZ TANKUT (Adana) – Onu sormadık Sayın Bakan. “Ne kadar borç
ödediniz?” onu soruyoruz.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Şimdi, değerli arkadaşlar,
ne kadar borç ödedik, onları yıllar itibarıyla faiz ödemeleri yapıyorsunuz, ana paralar birikmeye devam ediyor.
YILMAZ TANKUT (Adana) – 57’inci Hükûmet
ne kadar ödedi siz ne kadar ödediniz?
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – 57’nci Hükûmet, sadece 57’nci Hükûmet
döneminde, siz de takdir edersiniz -geçen defa söyledim, bundan da alınmayın-
sadece 2000’den 2002’ye Türkiye'nin kamu borç stoku üçe katlandı. 80 küsur
milyar liradan…
YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Bakan, 57’nci Hükûmet
döneminde ne kadardı, onu da söyleyin.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Ya, değerli arkadaşlar,
bakın, “kamu borç stoku katlanmış” demek… Şimdi biz geldik bunları azalttık
millî gelire oran olarak. Türkiye’de şu anda kamu borç stokunun millî gelire
oranı olarak… Avrupa’nın en düşük kamu borç stoku oranına sahip ülkelerinden
bir tanesi Türkiye’dir ve bunu yarı yarıya azaltmıştır. Bu, büyük bir
başarıdır. Bu, hepimizin başarısıdır, sizin de bununla övünmeniz lazım, bunda
bir sorun yok ki. (MHP sıralarından gürültüler)
YILMAZ TANKUT (Adana) – Bu, sualimin cevabı değil Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Daha önceki borçlardan ne kadarı ödendi?
Sizin yaptığınızı sormuyoruz.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşlar, bu
kadrolu-sözleşmeli sorusu vardı. Şimdi, değerli arkadaşım, bakın, Türkiye’de,
2002 yılında 1 milyon 855. 778 kadrolu personel vardı, sözleşmeli personel de
23. 505 idi. 2010 yılına geldik, kadrolu sayısı 1 milyon 996. 127, sözleşmeli
197. 458. Sözleşmelide bir artış var ama bu, bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.
Değerli arkadaşlar, özel…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Süre bitti.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Programa göre, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile
2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın oylanmamış
maddelerinin görüşmelerini ve oylamalarını yapmak için, 24 Aralık 2010 Cuma
günü saat 10.00’da toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 00.29