Normal 25794 2 3 2011-01-19T08:19:00Z 2011-01-19T08:19:00Z 89 57687 328817 TBMM 2740 771 385733 12.00 Clean false 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false TR X-NONE X-NONE 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23                                                                YASAMA YILI: 5

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 85

31’inci Birleşim

13 Aralık 2010 Pazartesi

 

(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

 III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575)

2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576)

 

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasına ilişkin açıklaması

 

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek’in, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

VI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, yurt dışı seyahatler için yapılan ödemelere ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/17305)


I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.04’te açılarak on üç oturum yaptı.

Sivas Milletvekili, Malik Ecder Özdemir’in,

Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın,

Dünya İnsan Hakları Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşmalarına Devlet Bakanı Faruk Çelik,

Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, Afşin-Elbistan Termik Santrali İşletmesinin sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin gündem dışı konuşmasına Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız,

Cevap verdiler.

Konya Milletvekili Ayşe Türkmenoğlu,

Gaziantep Milletvekili Akif Ekici,

İzmir Milletvekili Oktay Vural,

Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil,

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabulünün 62’nci yıl dönümüne;

Adana Milletvekili Hulusi Güvel, bireylerin düşüncelerini özgürce ifade etmelerine ve serbestçe toplantı yapmalarına,

Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak, Aydın ilinde aşırı yağış nedeniyle meydana gelen afete,

Van Milletvekili Özdal Üçer, ülkemizde 121 bin kişinin cezaevlerinde çok kötü koşullarda yaşam sürdürdüklerine,

İstanbul Milletvekili Edibe Sözen, insan haklarına,

Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığındaki personele baskı yapıldığına,

Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut, Çin Özerk Uygur Bölgesi’nde yaşayan Türklerin işkence gördüklerine,

İlişkin birer açıklamada bulundular.

İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 22 milletvekilinin, bireylerin telefonlarının yasadışı dinlenmesi konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/957),

İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi ve 21 milletvekilinin, astsubayların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/958),

İstanbul Milletvekili Hasan Macit ve 20 milletvekilinin, 12 Eylül askerî darbesi döneminde Hava Kuvvetleri Komutanı olan emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile ilgili usulsüzlük ve yolsuzluk iddialarının araştırılması (10/959),

Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir ve 24 milletvekilinin, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının yaptığı yardımlarda yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/960),

Amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

3’üncü sırasında bulunan, Kütahya Milletvekili Soner Aksoy’un; Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun (2/340) (S. Sayısı: 395),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

4’üncü sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen ve görüşmelerine devam olunan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu Tasarısı ile Adalet Komisyonu Raporu (1/961) (S. Sayısı: 574), görüşmeleri tamamlanarak yapılan açık oylamadan sonra,

5’inci sırasında bulunan, Erzurum Milletvekili Muzaffer Gülyurt’un; 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/401) (S. Sayısı: 374), görüşmeleri tamamlanarak,

Kabul edildi ve kanunlaştı.

Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, kürsüde konuşurken Meclis TV’de yayının kesilmesine,

Mersin Milletvekili Ömer İnan, Mecliste Kürt düşmanlığı yapılmadığına,

İstanbul Milletvekili Halide İncekara, milletvekillerinin üsluplarına,

Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi,

İzmir Milletvekili Oktay Vural,

Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ,

Adalet Bakanı Sadullah Ergin,

Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, merhum Başbakan Adnan Menderes’in özel hayatına dair ifadelerine;

Tunceli Milletvekili Kamer Genç, merhum Başbakan Adnan Menderes’in özel hayatına dair sözlerini geri aldığına ve ailesinden özür dilediğine,

İlişkin birer açıklamada bulundular.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Ordu Milletvekili Rahmi Güner’in, şahsına;

Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ:

Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, AK PARTİ Grubuna,

Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Başbakana;

Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ’ın, Genel Başkanına,

Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Konya Milletvekili Faruk Bal’ın,

Konya Milletvekili Faruk Bal, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın,

Şahıslarına sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.

Gürültü ve kavga nedeniyle İç Tüzük’ün 68’inci maddesine göre ikinci kez birleşime ara vermek yerine, birleşimi kapatması gerektiği hâlde kapatmaması nedeniyle Oturum Başkanının tutumu hakkında açılan usul görüşmesi sonucunda, Oturum Başkanı, tutumunda bir değişiklik olmadığını açıkladı.

Alınan karar gereğince, 13 Aralık 2010 Pazartesi günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 05.56’da son verildi.

                       

 

 

Meral AKŞENER

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Bayram ÖZÇELİK

 

Yusuf COŞKUN

 

Burdur

 

Bingöl

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

Harun TÜFEKCİ

 

Gülşen ORHAN

 

Konya

 

Van

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

 


No.: 43

II.- GELEN KÂĞITLAR

13 Aralık 2010 Pazartesi

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Tunceli’de 1937-1938 yıllarında yapılan askeri harekata ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/2282) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

2.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, tarih öğretmeni ihtiyacına ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/2283) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

3.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, su kaynaklarının korunması için alınan önlemlere ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/2284) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/12/2010)

4.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Yeşilırmak Nehrinin korunması için alınan önlemlere ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/2285) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/12/2010)

Yazılı Soru Önergeleri

1.-    Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Wikileaks’in yayımladığı belgelerdeki bir iddiaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17202) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)

2.-    İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın, Avrupa Birliğine yapılan ihracata ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17203) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)

3.-    İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın, Füze Kalkanı Projesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17204) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)

4.-    İstanbul Milletvekili Hüseyin Mert’in, GSYİH değerlerine ve bir bakanın bir açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17205) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)

5.-    Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, Wikileaks’in yayınladığı belgelerdeki bir iddiaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17206) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)

6.-    Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Wikileaks’in yayınladığı belgelerdeki bir iddiaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17207) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)

7.-    Trabzon Milletvekili M. Akif Hamzaçebi’nin, DHMİ tarafından yapılan bir ihaleye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17208) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)

8.-    İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, Wikileaks’in yayınladığı belgelerdeki bir iddiaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17209) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

9.-    Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, yurt dışında açılan Mimar Sinan Sergisine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17210) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

10.-  Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, KPSS ortaöğretim ve ön lisans sınavındaki bazı uygulamalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17211) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

11.-  İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, Türkiye İş Kurumuna 65 yaş ve üstü vatandaşlarca yapılan iş başvurularına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17212) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

12.-  Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansının çalışmalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17213) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

13.-  Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Sayıştay’ın KOSGEB’in hesap ve işlemlerini denetlemediği iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17214) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

14.-  Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, Haydarpaşa Garında çıkan yangına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17215) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

15.-  Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, TOKİ tarafından yapılan okullara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17216) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

16.-  Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, yenilenen KPSS Eğitim Bilimleri sınavına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17217) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

17.-  Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, şeker pancarı üretimi ve şeker fabrikalarının kömür kullanımına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17218) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

18.-  Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Wikileaks’in yayınladığı belgelerdeki bir iddiaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17219) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

19.-  Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, Lüleburgaz’da fakülte kurulup kurulmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17220) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

20.-  İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, İstanbul Sultançiftliğinde bir çocuğun ölümü ile sonuçlanan kazaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/17221) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

21.-  Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin, bir tutuklunun tedavisiyle ilgili bazı iddialara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/17222) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

22.-  Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, bir hükümlünün sağlık sorunlarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/17223) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

23.-  Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın’ın, bazı avukatların ölümlü kazalarda tazminat pazarlığı yaptığı iddialarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/17224) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

24.-  İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, velayet temelli bir uluslararası çocuk kaçırma olayına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/17225) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

25.-  Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, özürlülerin istihdamına ilişkin Devlet Bakanından (Selma Aliye Kavaf) yazılı soru önergesi (7/17226) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)

26.-  Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, özürlülerin istihdamına ilişkin Devlet Bakanından (Selma Aliye Kavaf) yazılı soru önergesi (7/17227) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

27.-  Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, ilgili kuruluşların ve enerji sektöründeki KİT’lerin mali durumuna ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/17228) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

28.-  Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, elektrik abonmanlığı bulunmayan kamu kurum ve kuruluşlarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/17229) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

29.-  Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Bandırma Bor Tesisleri İşletme Müdürüne ve Bigadiç Bor İşletmesindeki atamalara ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/17230) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

30.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bazı illerde karla mücadelede yaşanan araç ve personel sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17231) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

31.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bazı illerin ilçe ve köylerinin yol, su ve elektrik sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17232) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

32.-  Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, Belediyelere Yapılacak Yardımlar Ödeneğinden yararlanan belediyelere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17233) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

33.-  Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, 2002-2010 yılları arasında meslekten çıkarma veya disiplin cezası alan emniyet mensuplarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17234) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

34.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, özel tiyatroların desteklenmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/17235) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)

35.-  İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, Haydarpaşa Garında çıkan yangına ve Galataport Projesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/17236) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

36.-  Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, bir tarihi eserin yurt dışına kaçırıldığı iddiasına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/17237) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

37.-  İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Haydarpaşa Garının çatısında yapılan bakım ve onarıma ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/17238) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

38.-  İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, zorunlu din dersine ve Malatya’da yaşanan bir olaya ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/17239) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)

39.-  Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Şırnak’ta KPSS’de yaşanan elektrik kesintisine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/17240) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

40.-  Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, okullarda çalışan hizmetli personelin sorunlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/17241) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

41.-  Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Anıttepe Lisesi öğretmen ve idarecileri hakkındaki bazı iddialara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/17242) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

42.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Van’da antidepresan ve antipsikotik ilaç kullanım miktarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17243) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

43.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Şanlıurfa’da antidepresan ve antipsikotik ilaç kullanım miktarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17244) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

44.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Karaman’da antidepresan ve antipsikotik ilaç kullanım miktarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17245) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

45.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Niğde’de antidepresan ve antipsikotik ilaç kullanım miktarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17246) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

46.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Çankırı’da antidepresan ve antipsikotik ilaç kullanım miktarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17247) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

47.-  Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, son üç yılda hastanelere alınan sağlık malzemeleri ve ekipmanlara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17248) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

48.-  Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, röntgen teknisyenlerinin özlük haklarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17249) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

49.-  Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe’nin, özel bir sağlık merkezinde yapılan göz ameliyatlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17250) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

50.-  Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, şeker pancarı üreticilerinin sorunlarına ve şeker fabrikalarının denetimine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/17251) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

51.-  Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, KOSGEB kredisinin dağıtımına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/17252) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

52.-  Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, KOSGEB kredisinin dağıtımı ile ilgili iddialara ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/17253) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

53.-  Edirne Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, KKDF oranında yapılan değişiklikten sonra Bankalar Birliğine bildirilen görüşe ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/17254) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)

54.-  İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, Allianoi Antik Kenti ile ilgili bir açıklamasına ve bir iddiaya ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/17255) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)

55.-  Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, protestolu senetler ve karşılıksız çeklere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/17256) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

56.-  Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın, DHMİ’nin hizmetinde bulunan uçak ve helikopterlerin kullanımına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/17257) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

57.-  Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde görev yapan 4/B’li personelin özlük haklarına ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Çelik) yazılı soru önergesi (7/17258) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

58.-  Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Balıkesir Kredi ve Yurtlar Kurumuna ait yurdun bahçesinde bekletilen tomruklara ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafız Özak) yazılı soru önergesi (7/17259) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)

59.-  Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, kadrosu bulunmayan milletvekili danışmanlarına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/17260) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/11/2010)

60.-  İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz’ın, Flaman Parlamentosu Başkanının bir açıklamasına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/17261) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

61.-  Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, Wikileaks belgelerindeki Türkiye’de nükleer silahlar bulunduğu iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17262) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

62.-  Adana Milletvekili Tacidar Seyhan’ın, yabancı bir şirkette yatırımı olduğu iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17263) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

63.-  Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, resmi tören ve tesis açılışlarında yaptığı konuşmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17264) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

64.-  İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz’ın, Flaman Parlamentosu Başkanının bir açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17265) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

65.-  Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, Dünya Özürlüler Günü nedeniyle düzenlenen bir gezi programının ertelenmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17266) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

66.-  Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, uzman kadrosunda çalışanların ücret farklılıklarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17267) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)

67.-  Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, demokratik açılım projesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17268) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)

68.-  Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, kurulması planlanan bölge adliye mahkemelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17269) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)

69.-  İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, Wikileaks’in yayınladığı belgelerdeki bir iddiaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17270) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)

70.-  Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, bir hakimle ilgili iddiaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/17271) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

71.-  Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, cezaevlerinde hak ihlali yaşandığı iddialarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/17272) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)

72.-  Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin, Wikileaks’in yayınladığı belgelerdeki bir iddiaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/17273) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)

73.-  Isparta Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz’ın, Isparta’da özürlülerin istihdamına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/17274) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/12/2010)

74.-  Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Emet Bor İşletmesinin bazı servislerinde çalıştırılan taşeron işçilere ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/17275) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)

75.-  Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, TRT’nin elektrik payı ve bandrol ücretlerinden kaynaklı alacaklarına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/17276) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

76.-  Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Vakıflar Genel Müdürlüğü personelinin özlük haklarına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/17277) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)

77.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bazı illerde Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan müracaatlara ve ödeme miktarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17278) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

78.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bazı illerde Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan müracaatlara ve ödeme miktarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17279) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

79.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bazı illerde Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan müracaatlara ve ödeme miktarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17280) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

80.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bazı belediyelere karla mücadele için ödenek verilmesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17281) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

81.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bazı belediyelere karla mücadele için ödenek verilmesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17282) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

82.-  Antalya Milletvekili Mehmet Günal’ın, Haydarpaşa Garında çıkan yangına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17283) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/12/2010)

83.-  Antalya Milletvekili Mehmet Günal’ın, bir binanın tapu tahsis işlemine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17284) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/12/2010)

84.-  Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin, protestocu öğrencilere yapılan müdahaleye ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17285) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)

85.-  İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, içeriğinde triclosan maddesi bulunan diş macunu ve sıvı sabunların üretim ve denetimine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/17286) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

86.-  Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, kurulması planlanan bölge adliye mahkemelerinin binalarını yapan bir şirketle ilgili iddialara ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/17287) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)

87.-  İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, içeriğinde triclosan maddesi bulunan diş macunu ve sıvı sabunların üretim ve denetimine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17288) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

88.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Erzurum’da antidepresan ve antipsikotik ilaç tüketim miktarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17289) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

89.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Trabzon’da antidepresan ve antipsikotik ilaç tüketim miktarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17290) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

90.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Elazığ’da antidepresan ve antipsikotik ilaç tüketim miktarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17291) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

91.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Kütahya’da antidepresan ve antipsikotik ilaç tüketim miktarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17292) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

92.-  İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, Afyonkarahisar’da bir göz merkezinin yaptığı ameliyatlara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17293) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

93.-  Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Telekomünikasyon Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin İmtiyaz Sözleşmesinin bir maddesi ile ilgili mahkeme kararının uygulanmamasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/17294) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

94.-  Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin özelleştirilmesi sürecine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/17295) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

95.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’da yapılan Kuskunkıran Tünelinin tamamlan-masına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/17296) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

96.-  Adana Milletvekili Tacidar Seyhan’ın, Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulu Başkanıyla ilgili bazı iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Hayati Yazıcı) yazılı soru önergesi (7/17297) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

97.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, çiftçilere kredi açılırken istenen teminatlara ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/17298) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

98.-  Kayseri Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, Hacca gitmede özel kontenjan uygulandığı iddiasına ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Çelik) yazılı soru önergesi (7/17299) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)

99.-  Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, beden eğitimi derslerinin kaldırılacağı iddialarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/17300) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/12/2010)

100.-                Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, bir imam-hatipin görev yerinin değiştirilmesine ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Çelik) yazılı soru önergesi (7/17301) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/12/2010)

101.-                Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Yeşilırmak’a dökülen atıklara ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/17302) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/12/2010)

102.-                Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Emet Bor İşletmesinde açılması planlanan ek üniteye ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/17303) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)

103.-                Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir askerin ölümü ile ilgili iddialara ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/17304) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)

104.-                Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, yurt dışı seyahatler için yapılan ödemelere ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/17305) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/11/2010)

Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri

1.- Adana Milletvekili Tacidar Seyhan’ın, YSK’nın kullandığı SEÇSİS sisteminin güvenliğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16177)

2.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, üniversite hastanelerine mali yardım yapılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16208)

3.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, Ankara’daki amipli dizanteri vakalarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/16304)

4.- Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli’nin, domuz gribi aşısına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/16305)

5.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, hakim ve savcı adayları ile stajyer avukatların fişlendiği iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16329)

6.- İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, Adalet Bakanlığının çıkartmış olduğu bir yönetmelik ile ilgili basında çıkan bazı iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16332)

7.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, SEÇSİS programına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16338)

8.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, silikozis hastalarının mağduriyetlerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/16379)

9.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/16380)

10.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’ta kurulacak Psikiyatri Hastanesinin yerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/16381)

11.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, diyabet hastalarının ilaçlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/16382)


13 Aralık 2010 Pazartesi

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.00

BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN

KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Yusuf COŞKUN (Bingöl)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.

Gündemimize göre 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine başlayacağız.

III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575)

2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Sayın milletvekilleri, Komisyon raporları 575 ve 576 sıra sayılarıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Değerli milletvekilleri, şimdi, Hükûmetin sunuş konuşmasını yapmak üzere Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’e söz vereceğim.

Buyurun Sayın Şimşek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

15 Ekim 2010 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri yoğun bir çalışma sonucunda tamamlanmıştır. Öncelikle, yaptıkları çalışmalar için Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli Başkan ve üyelerine, bu sürece önemli katkılarda bulunan bakan arkadaşlarıma ve kamu idarelerinin temsilcilerine teşekkür ediyorum.

Dünya ve Türkiye ekonomisinin görünümü ile ilgili genel bir değerlendirme yaptıktan sonra 2009 yılı kesin hesabı ve 2011 yılı merkezî yönetim bütçesi konusunda sizleri bilgilendirmek istiyorum.

                               

(x) 575 ve 576 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri tutanağa eklidir.

Sayın Başkan, değerli üyeler; 2008 Eylül sonrasında şiddetlenen küresel kriz, dünya ekonomisinde İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana görülmemiş boyutta bir ekonomik duraklama dönemine girilmesine neden olmuştur. Ancak uluslararası kuruluşların ve ülkelerin aldığı olağanüstü tedbirler sayesinde 2009 yılının ortalarından itibaren dünya ekonomisi bir toparlanma eğilimine girmiştir.

2010 yılında güçlenen bu toparlanma, ülke grupları bazında farklılaşarak da olsa devam etmektedir. Gelişmiş ekonomilerde büyüme zayıf seyrederken Türkiye'nin de aralarında bulunduğu, Asya'nın başını çektiği birçok gelişmekte olan ülke güçlü bir büyüme sürecine girmiştir.

2009 yılında binde 6 oranında daralan dünya ekonomisinin, 2010 yılında yüzde 4,8; 2011 yılında ise yüzde 4,2 civarında büyüyeceği tahmin edilmektedir. 2010 yılı için tahmin edilen yüzde 4,8'lik küresel büyüme oranı, Çin hariç tutulduğunda yaklaşık yüzde 3,5’luk bir rakama düşmektedir.

2010 yılında gelişmekte olan Asya ülkelerinde yüzde 9,4'lük, Latin Amerika ülkelerinde yüzde 5,7'lik, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde yüzde 3,7'lik bir büyüme öngörülmektedir. Türkiye için IMF'nin 2010 yılı büyüme tahmini yüzde 7,8; OECD'nin tahmini ise yüzde 8,2'dir. Burada özellikle şunun altını çizmek istiyorum: Türkiye ekonomisinin performansını bizim esas olarak Avrupa’daki gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırmamız lazım. Bu açıdan ülkemiz için tahmin edilen yaklaşık yüzde 8’lik büyüme gerçekten büyük bir başarıdır.

Küresel ekonomideki bu güçlü toparlanmaya rağmen, özellikle gelişmiş ekonomilerin kamu bilançolarında, bankacılık sektörlerinin bilançolarında ve hane halkı bilançolarında ortaya çıkan tahribatlar ile yüksek işsizlik oranları ciddi bir kırılganlık kaynağı olarak devam etmektedir.

Küresel krizde uygulamaya konulan genişletici maliye politikaları ve sıkıntıya düşen bankaların desteklenmesi sebebiyle, dünyada birçok gelişmiş ülkede, kamu finansman dengelerinde bozulmalar görülmüştür. Kriz öncesi dönemde gelişmiş ekonomilerde yaklaşık yüzde 2-3 civarında olan bütçe açıklarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı, krizle birlikte yüzde 8-9'lara kadar, hatta bazı ülkelerde çift haneli rakamlara kadar çıkmıştır.

Krizde gelişmiş ülkelerde kamu borcunun millî gelire oranı kriz öncesine göre tabii ki yüksek düzeylere çıkmıştır. Bu da beraberinde özellikle gelişmiş ülkelerde kamu borç stoklarının sürdürülebilirliğine ilişkin bir kaygı ortaya çıkartmıştır. Gelişmiş ülkelerin 2007 yılı sonunda yüzde 72,8 olan borç stokunun millî gelire oranı 2009 yılında yüzde 91 düzeyine yükselmiş, 2010 yılı içerisinde ise yüzde 97,4'e yükselmesi beklenmektedir. Bu oranın 2011 yılında daha da artarak yüzde 102'ye ulaşması tahmin edilmektedir.

Türkiye kamu borç dinamikleri yönünden dünyadan pozitif yönde bir ayrışma içerisindedir. Krize rağmen kamu bilançolarında kalıcı bir tahribat yaşanmamıştır, hiçbir banka batmamıştır. Genişletici maliye politikası sınırlı tutulmuştur. Türkiye, 2010'da borç stokunun millî gelire oranını bir önceki yıla göre en fazla azaltan Avrupa ülkesi olacaktır. Hatta Avrupa Komisyonunun son verilerine göre, İsveç hariç tüm Avrupa ülkelerinde borç stoklarının millî gelire oranı artacaktır. 2010'da Türkiye'de borç stokunun millî gelire oranı yüzde 40’lar civarına düşecektir.

Küresel toparlanmanın önündeki bir başka risk unsuru da bankacılık ve finans sektörüdür. Bazı ülkelerde bankacılık sektörü hâlâ merkez bankalarından ve hükûmetlerden sağlamış olduğu olağanüstü kaynaklarla ayakta durabilmektedir. Hatta bazı ülkelerde bankalar batmaya devam etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri'nde 2009 yılında 140 banka batmışken 2010 yılı Kasım ayı itibarıyla bu sayı irili ufaklı bankalardan oluşmak üzere 149’a ulaşmıştır.

Nitekim, son dönemlerde, tabii ki uluslararası camia, bankaların hem sermaye miktarını hem de sermayenin kalitesini artırmak üzere Basel III çerçevesini çizmiştir. Bunlar yapılırken birçok Avrupa ülkesi özellikle Basel III uygulamasının -ki bu sermaye yeterlilik oranını yüzde 8,5'a çekecek- tedricî olarak 2018 yılında devreye girmesini talep etmişlerdir. Bugün itibarıyla, bizim yaptığımız tahminlere göre, genel sermaye yeterlilik oranı yüzde 19’un üzerinde olmakla birlikte, Basel III’e göre Türkiye şimdiden yüzde 17’lik bir sermaye yeterlilik oranına sahiptir. Yani uluslararası camia 2018 yılında yüzde 8,5’u öngörürken biz şimdiden yüzde 17 civarındayız.

Dünya ekonomisinin kırılganlığının diğer önemli bir unsuru da başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere birçok gelişmiş ülkede hane halkı borçluluğunun çok yüksek düzeyde seyrediyor olmasıdır. Gelişmiş ülkelerde, hane halkının yüksek borçluluk düzeyi, konut sektöründe devam eden zafiyetler ve yüksek işsizlik, tabii ki iç talebi olumsuz yönde etkilemektedir. Türkiye bu hususlarda da dünyadan ayrışmaktadır.

Yine, ILO'ya göre kriz döneminde dünyada yaklaşık 34 milyon kişi işsiz kalmıştır. Pek çok ülkede büyüme, istihdam yaratmaktan uzaktır. Bu, dünya ekonomisi için tabii ki önemli bir risk çünkü yüksek işsizlik oranları özel sektör harcamalarının, dolayısıyla iç talebin canlanmasının önünde önemli bir engel teşkil etmektedir.

Tabii ki birçok gelişmiş ülke hâlâ kredibilitesi yüksek orta vadeli bir programı ortaya koyamamıştır. Bakın, Avrupa Birliği’nde birçok ülkeye bugün IMF ve Avrupa Birliği destekli çok büyük paketler açıklanmış olmasına rağmen maalesef hâlâ mali sürdürülebilirlik endişeleri tamamen ortadan kaldırılamamıştır. Memnuniyetle şunu ifade etmek istiyorum ki: Türkiye birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeden çok önce gerçekçi ve ihtiyatlı bir orta vadeli programı ortaya koymuştur ve piyasaların güvenini kazanmıştır.

Tabii ki küresel kriz, uluslararası ticaret hacmi üzerinde de olumsuz etkide bulunmuştur. Uluslararası ticaret hacmi 2009 yılında yaklaşık yüzde 11 civarında daralmıştır. Bu sene ise yüzde 11,4 civarında büyümesi bekleniyor ve böylece 2009 yılındaki kayıplar telafi edilmiş olacaktır.

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında birçok alanda ortaya çıkan bu ayrışma enflasyon konusunda da kendisini göstermektedir. Son dönemde güçlü iç talep ve yükselen emtia fiyatlarına bağlı olarak bazı gelişmekte olan ülkelerin enflasyon oranları, neredeyse kriz öncesi döneme ulaşmıştır. Ancak gelişmiş ülkelerde tabii ki iç talebin zayıflığı aynı zamanda atıl kapasitenin yüksekliği nedeniyle enflasyon çok düşük düzeylerde seyretmektedir. IMF’nin Dünya Görünüm Raporu’na göre 2010 yılı sonunda dünyada enflasyon yaklaşık yüzde 3,3 olacak, gelişmiş ülkelerde yüzde 1,1; gelişmekte olan ülkelerde ise yüzde 5,9 düzeyinde gerçekleşmiş olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, uluslararası finans piyasalarındaki olumsuz gelişmelerin ve küresel ekonomideki yavaşlamanın etkileri ülkemizde 2008 yılının son çeyreğinden itibaren hissedilmeye başlanmıştır. Türkiye ekonomisi 2009 yılında iç ve dış piyasalarda talebin zayıfladığı ve beklentilerin olumsuz seyrettiği bir süreçten geçmiştir. Ancak Türkiye, AK PARTİ Hükûmetlerinin hayata geçirdiği yapısal reformlar, sağlam makroekonomik temelleri ve güçlü bankacılık sistemi sayesinde 2010 yılında krizin etkilerini üzerinden en hızlı atan ülkelerden bir tanesi olmuştur.

Türkiye ekonomisi kriz süresince aldığı proaktif önlemlerin de katkısıyla, dünyadan pozitif yönde ayrışarak hızlı bir toparlanma sürecine girmiştir. Şunu ifade etmek isterim ki bu ayrışma büyümede, istihdamda, kamu finansman dengelerinde, derecelendirme kuruluşlarının verdiği kredi notlarında ve ülke risk primi gibi çok temel göstergelerde kendisini çok açık bir şekilde göstermektedir.

Türkiye ekonomisi, bu yılın ilk üç çeyreğinde kaydettiği yüzde 8,9'luk büyüme performansıyla dünyada üst sıralarda yer almıştır. Türkiye, Avrupa ve OECD ülkeleri arasında en iyi, en hızlı büyüyen ülkelerden biri olmayı sürdürmektedir. Mevsimsellikten arındırılmış gayrisafi yurt içi hasıla verilerine baktığımızda, Türkiye'nin kriz öncesinden daha iyi bir noktaya ulaşmış olduğunu memnuniyetle ifade etmek istiyorum. Buna karşın Avrupa Birliğinde hâlâ ekonomisi daralan ülkeler bulunmaktadır. Bakın, Türkiye'nin yüzde 6 büyüdüğü 2009 yılının son çeyreğinde 24 Avrupa Birliği ülkesi daralmaktaydı. Yine Türkiye'nin yüzde 11,8 büyüdüğü bu senenin ilk çeyreğinde 13 Avrupa Birliği ülkesi daralmıştır. Bizim yüzde 10,2 büyüdüğümüz bu yılın ikinci çeyreğinde ise Avrupa’da daralan ülke sayısı 4'tür. Üçüncü çeyrekte de daralan Avrupa ülkeleri mevcuttur.

Krizin olumsuz etkilerini büyük ölçüde üzerinden atan Türkiye ekonomisinin 2010 yılını yaklaşık yüzde 6,8'lik bir büyüme oranıyla tamamlayacağını tahmin ediyoruz. Bu, ihtiyatlı bir tahmindir. Uluslararası kuruluşlar ise az önce de ifade ettiğim gibi, Türkiye'nin bu oranın da üzerinde, yüzde 8 civarında büyümesini öngörmektedirler.

2010 yılının dördüncü çeyreğine ilişkin veriler tabii ki bu güçlü görünümün devam ettiğini göstermektedir. Özellikle bir veri dikkati çekiyor. Mesela, ekim ayında sanayi üretim endeksine bakarsanız, tüm zamanların rekorunu kırarak 128,9 seviyesine çıkmıştır.

AK PARTİ hükûmetleri uzun yıllar çift haneli olan, hatta bazı dönemlerde zaman zaman üç haneye çıkan enflasyonu tek haneye indirmiştir ve küresel krize rağmen biz enflasyonu tek hanede tutmaya devam ettik. Türkiye yüksek enflasyona sahip ülkeler sıralamasında çok uzun yıllar -90’lı yıllarda- hep ilk 10 arasında yer almaktaydı ama geçtiğimiz dönemde 60’ıncı, hatta 80’inci sıralara kadar düştük.

Bu yılın ilk aylarında gıda fiyatlarının etkisi ile yükselişe geçen enflasyon son aylardan itibaren düşüş eğilimine girmiştir. Manşet enflasyon kasım ayı itibarıyla yüzde 7,3 düzeyindedir. Ancak gıda, tütün, enerji ve altın kategorilerini hariç tutan çekirdek enflasyon yüzde 2,5 oranı ile en düşük düzeyine inmiştir. Önümüzdeki aylarda enflasyondaki düşüşün devam edeceğini tahmin ediyoruz.

Bugün itibarıyla Türkiye'nin risk primi, kredi notu A düzeyinde olan İspanya ve İtalya gibi gelişmiş ekonomilerden daha düşük durumdadır. Kriz döneminde kredi notumuz farklı derecelendirme kuruluşları tarafından kısa aralıklarla 4 defa artırılmıştır. Yine bu dönemde kredi notu iki kademe birden artan tek ülke Türkiye olmuştur. Ülkemiz krizde gösterdiği performans ve sağlam makroekonomik temelleri ile daha yüksek kredi notlarını hak etmektedir. Önümüzdeki bir iki yıl içerisinde yatırım yapılabilir ülke kredi notuna erişebileceğimize ben inanıyorum.

Pek çok ülkede iç borçlanma ihalelerinde talep yetersizliğinin yaşandığı ve risk priminin yükseldiği bir dönemde, iç borçlanma maliyetlerimiz tarihin en düşük düzeylerine inmiştir. 2002 yılında yüzde 62,7 faizle borçlanabilen Hazinemiz bugün rahatlıkla yüzde 7-8 civarındaki bir faizle borçlanabilmektedir.

Türkiye, cumhuriyet tarihinde ilk defa iç piyasada Türk lirası cinsinden on yıllık vade ile borçlanmıştır. Yurtdışına ihraç edilen eurobondlarda ise vade otuz yıla çıkmıştır. Bu tahvillerin faizleri, kredi notu Türkiye'den daha yüksek olan ülkelerin çıkardıkları tahvillerden çok daha düşük faizlerle bugün işlem görmektedir.

Sayın Başkan, değerli üyeler; tabii ki bu başarı tesadüf değildir. Sağladığımız siyasi ve ekonomik istikrar ve gerçekleştirdiğimiz yapısal reformlar sayesinde sağlam makroekonomik temellere sahip bir ülke olarak krize karşı önemli bir direnç gösterdik. Dediğim gibi bu tesadüf değildir.

Türkiye’yi bu krizde ayrıştıran en önemli noktalardan bir tanesi, az önce de ifade ettiğim gibi Türkiye’nin sağlam finans ve bankacılık sektörüne sahip olmasıdır. Ben burada detaylara girmek istemiyorum ama şunu çok açık yüreklilikle ifade edeyim: Bugün Türkiye bankacılık sektörü dünyanın en sağlam bankacılık sektörlerinden bir tanesidir ve bu tabii ki yapılan reformlar ve doğru uygulamalar sayesinde gerçekleşmiştir.

Yine, 2009 yılı sonu itibarıyla baktığımız zaman 27 Avrupa Birliği ülkesinde hane halkı borcunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı ortalama yüzde 58,6 düzeyindedir. Aynı dönemde Türkiye’ye baktığımız zaman bu oranın yüzde 15,4 civarında olduğunu görüyorsunuz. Yani Türkiye’de hane halkı yükümlülükleri birçok ülkeye göre düşük düzeydedir. Bu da yine Türkiye'nin gücünü göstermektedir. Ayrıca hane halkının kur riski hemen hemen yok denecek kadar düşük düzeydedir. Zira, Türkiye’de tüketici kredileri içerisinde döviz cinsi ve dövize endeksli kredilerin payı sadece ve sadece yüzde 2’dir. Diğer taraftan hane halkı kredilerinin çoğunluğu sabit faizli olduğundan faiz riski de hemen hemen yok denecek düzeydedir. Bu durum, Türkiye'nin küresel krizden az etkilenmesinde ve krizden hızlı bir şekilde çıkmasında tabii ki önemli bir rol oynamıştır.

Kamu finansman dengeleri açısından da birçok ülkeden pozitif yönde ayrışmış durumdayız. Tabii ki bunu 2002’den bu yana uyguladığımız sıkı maliye politikasına borçluyuz. Bu sayede son sekiz yılda bütçe dengelerinde ve kamu borç yükünde önemli iyileşmeler sağladık. 2002 yılında yüzde 10,8 olan genel devlet açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranını 2007 yılında binde 2’ye kadar yani yüzde 0,2’ye kadar düşürdük. Kriz nedeniyle tabii ki bir yükselmeye girdi ama açıkladığımız orta vadeli programla tekrar bunu o seviyeye doğru düşüreceğiz.

Şunu çok açık yine ifade etmek istiyorum ki, eğer Türkiye 2002’deki bütçe açıkları ve borç stoklarıyla krize yakalansaydı, tabii ki krizden çok daha farklı boyutlarda etkilenecekti. Mali disiplin sayesinde hareket alanı sağladık bu dönemde, bunun bilincinde olarak mali disiplini kararlılıkla sürdüreceğiz.

Hükûmetimizin güçlü iradesi ve Orta Vadeli Program’ımız mali disiplinin en büyük teminatıdır. 2002 yılında yaklaşık olarak yüzde 74 olan AB tanımlı devlet borç stoku, yani brüt borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı tabii burada, biz 2007 yılında bunu yüzde 39,4’e kadar düşürdük, 2008’de yine 39,5 civarında tuttuk, kriz nedeniyle yüzde 45,5 civarına kadar çıktı ama krizden hemen sonra tekrar bunu düşüş trendine soktuk ve bu sene muhtemelen yüzde 40 civarında bir rakama kadar erişebileceğiz. Tabii yüzde 40 civarındaki bir kamu brüt borç stokunun millî gelire oranı gelişmekte olan ülkelere paralel bir orandır ancak Avrupa Birliği ortalamasının neredeyse yarısı kadardır çünkü Avrupa Birliği ortalamasına baktığınız zaman yaklaşık yüzde 80 civarındadır. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin ortalaması gelecek sene itibarıyla yüzde 100’leri aşmış olacaktır.

Kriz döneminde birçok ülke merkez bankasının kaynaklarına başvururken biz tam aksine bu dönemde kamu bankalarına ve Merkez Bankasına 2001 krizi sonrasında verilen nakit dışı iç borçlanma kâğıtları nedeniyle oluşan borçları geri ödedik. Evet, geçen sene biz Merkez Bankasına Hazine olarak 8 milyar lira borç ödemesi yaptık, 2001’den kalan kâğıtlar karşılığında. Bırakın Merkez Bankasından açıktan para basmayı, Hazineyi desteklemeyi bir kenara bırakın, biz bu dönemde Merkez Bankasına borç ödedik. Aynı zamanda kamu bankalarına da geri borç ödedik. Dolayısıyla aslında bu Türkiye'nin olduğu noktayı göstermesi açısından çok önemlidir.

Yine kriz döneminde birçok ülke hazinesi IMF kaynaklarına başvururken biz IMF’den borç almadık, tam aksine geçmişten gelen borçları da azalttık. Muhtemelen bu sene sonu itibarıyla IMF’ye olan borcumuz yaklaşık 6 milyar dolar civarına düşmüş olacaktır. Hatırlarsanız, 2002 sonunda, yani 2003 başlarında, bir ara 22 ile 23,5 milyar dolar civarında IMF’ye bizim bir borç stokumuz söz konusuydu.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sağlam makroekonomik temellerimizin yanında küresel krizi iyi yönetmemizin tabii ki bu pozitif yönde ayrışmamıza büyük katkısı olmuştur. Krize karşı proaktif önlemler aldık, likidite ve fon akışının sorunsuz bir şekilde işlemesini ve kredi mekanizmasının normalleşmesini sağladık, reel sektöre destek olmak, istihdamı teşvik etmek ve finansman kaynaklarını çeşitlendirmek amacıyla birçok tedbir paketini hayata geçirdik.

Türkiye, ilk defa, bir krizi uluslararası kuruluşlardan destek almadan, kendi kaynaklarıyla başarıyla atlatmıştır. 2008-2010 döneminde 22 ülke IMF ile stand-by anlaşması yapmak zorunda kalmıştır ve bu ülkelerin ekonomik performanslarıyla Türkiye’yi karşılaştırdığınız zaman Türkiye'nin ekonomik performansının çok daha iyi olduğu ortaya çıkmaktadır.

Bu noktada uzun yıllar Türkiye ekonomisini takip eden birisi olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, 1994 ve 2001 krizleri Türkiye'nin kendi iç dinamiklerinden kaynaklandı ve bu krizleri tabii ki başkaları yönetti, başkalarının gözetiminde yönettik. Oysaki son küresel krizi başkaları çıkardı, biz yönettik.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz son altmış yılın en büyük krizini kendi tedbirlerimizle atlattık ama daha önemlisi, bu krizin faturasını vatandaşımıza çıkarmadık. Kriz süresince Türkiye'nin ihtiyacı olan öğretmen, doktor, polis alımına devam ettik, kamu çalışanlarına ve emeklilere enflasyonun üzerinde maaş artışları verdik, ülkemizi kara yollarıyla, demir yollarıyla, hava limanlarıyla, hastaneler, üniversiteler ve okullarla donatmaya devam ettik.

Ancak, dünyada birçok ülke krizin faturasını doğrudan doğruya kendi vatandaşına çıkarmak zorunda kaldı. Bu süreçte birçok ülkede maaşlar dondurulmuş hatta bazılarında düşürülmüş, emeklilik yaşı ve vergi oranları artırılmış ve yeni vergiler uygulamaya konulmuştur.

Şimdi bu düzenlemelere ilişkin bazı çarpıcı örnekleri sizlerle paylaşmak istiyorum:

İngiltere’de 2011 yılından itibaren KDV oranı yüzde 17,5’tan yüzde 20’ye çıkartılıyor. Çocuk yardımı dâhil sosyal yardımlarda kesintilere gidiliyor. Üniversite öğrenci harçları yaklaşık 3 kat artırılarak, 9 bin sterline çıkartılıyor. Emeklilik yaşının 66’ya çıkartılması bir yasa tasarısıyla şu anda gündemde.

İspanya’ya bir bakalım: İspanya’da KDV oranı yüzde 16’dan yüzde 18’e çıkartıldı. Emeklilik yaşının 65’ten 67’ye yükseltilmesi planlanıyor. Kamuda 2010 yılında maaşlarda nominal yüzde 5 kesinti yapıldı. 2011 yılında da maaşlar donduruluyor.

Portekiz’de 2010’da yüzde 20 olan KDV 2011 yılında yüzde 23’e çıkartılacak. Gelir vergisi üst dilimi yüzde 45’e çıkartılıyor. Askerî yatırım harcamalarında yüzde 40’lık bir indirime gidiliyor.

Yunanistan’a bakalım: Komşumuz Yunanistan’da KDV oranı yüzde 19’dan yüzde 23’e çıkartıldı. Kamu çalışanlarının maaşlarında yüzde 8 kesintiye gidildi. Emeklilik yaşının 2015’e kadar 61’den 67’ye çıkartılması öngörülüyor. Vergiye tabi olmayan kilise ve kiliseye ait arsa ve arazilere yeni vergi getiriliyor. İşçilere verilen ikramiyeler kaldırılıyor.

İtalya’da 2013 yılına kadar kamu sektöründe ücretler donduruldu. 2011 bütçesinde 5,5 milyar avroluk bir kesinti planlanıyor. Bütün bakanlıkların harcamalarında yüzde 10’luk kesintiye gidildi.

Romanya’da KDV oranı bu sene yüzde 19’dan yüzde 24’e çıkartıldı. Kamu çalışanlarının maaşlarında yüzde 25, emekli maaşlarında ise yüzde 15 kesinti yapıldı.

Litvanya’da kamu çalışanlarının ücretleri iki yıl süre ile donduruldu. Emeklilik yaşı kademeli olarak 65’e çıkartılıyor. Ücretli doğum izni uygulamasına son veriliyor.

İrlanda’da 2013’e kadar KDV oranının yüzde 21’den yüzde 22’ye, dört yıl içerisinde yüzde 23’e yükseltilmesi kararlaştırıldı. 2014 yılına kadar işsizlik maaşı ve çocuk yardımı gibi sosyal yardım harcamalarından 2,8 milyar avroluk bir kesinti öngörülüyor. Devlet memurlarına yapılan ödemelerde yüzde 5 ile 15 arasında kesinti yapılması planlanıyor. Emeklilik yaşı, yine, 65’ten 66’ya çıkartıldı.

Yine benzer şekilde, Almanya’da askerî personel sayısı 40 bin azaltılıyor. Kamu sektöründe çalışanların sayısı 15 bin azaltılıyor.

Aslında, bunun örnekleri çok daha fazladır.

Bu ülkelerin uygulamaya koymak zorunda kaldığı acı reçeteleri görünce, doğrusu kendimi çok şanslı hissediyorum. Doğrusu, AK PARTİ hükûmetlerinin son sekiz yılda yaptığı yapısal reformlar ve uyguladığı doğru makroekonomik politikalar sayesinde krizi halkına fatura etmeyen bu ülkenin vatandaşları olarak hepimiz çok şanslıyız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ hükûmetleri, son sekiz yılda Türkiye'nin birçok önemli sorununa çözüm getirdi. Kamu finansman dengelerini iyileştirdik, enflasyonu ve faizi tek haneye indirdik, bankacılık sistemini güçlendirdik. Sağlıkta bir devrim gerçekleştirdik. Eğitim ve altyapıda, gelişmiş ülkelerle aramızdaki farkı azaltıyoruz. Ancak, Türkiye hâlâ, tabii ki “cari açık” ve “işsizlik” gibi, çözüm bekleyen iki temel sorunla karşı karşıyadır.

Cari açık, hızlı büyüdüğümüz 2010 yılının ilk dokuz ayında kümülatif olarak 32,5 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. Bu sene muhtemelen 40 milyar dolar civarında bir rakama ulaşacak. Bu da gayrisafi yurt içi hasılanın yaklaşık yüzde 5,4’üne tekabül etmektedir. Önümüzdeki dönemde, iç talepteki güçlü toparlanmanın zayıf dış taleple birleşmesini ve emtia fiyatlarındaki olası artışla birlikte cari açığın gayrisafi yurt içi hasılaya oranının bu seviyelerde devam etmesini bekliyoruz.

Son dönemde yükselen enerji fiyatları, hızlı ekonomik büyüme ve reel döviz kurunun değerlenmesi cari açığın artışında belirleyici olmuştur. Bu unsurların yanı sıra, yeterli sermaye birikiminin ve ölçek ekonomilerinin olmaması, düşük verimlilik gibi unsurlar nedeniyle ithal girdi kullanımı ve dolayısıyla cari açıklar tabii ki artmıştır.

Türkiye ekonomisinde büyüme oranları ile cari açık arasında doğrudan ve güçlü bir ilişki bulunmaktadır. Ülkemiz hızlı büyüdüğü her dönemde cari açık vermiştir çünkü yurt içi tasarruf oranlarımız düşüktür. Yurt içi tasarrufların yatırımları finanse etmekte yetersiz kalması, yatırımların bir bölümünün yurt dışı tasarruflarla karşılanmasına, başka bir ifadeyle cari açık verilmesine neden olmaktadır.

Orta ve uzun vadede cari açığı daha makul düzeylere düşürmek için ülkemizin yurt içi tasarruf oranlarını artırması, enerjide dışa bağımlılığı azaltması, katma değeri yüksek mal ve hizmet üretiminde yoğunlaşması ve beşerî sermayesini güçlendirmesi gerekiyor.

Müsaade ederseniz bu hususlar hakkında AK PARTİ hükûmetlerinin bugüne kadar uygulamaya koyduğu tedbirleri sizlerle paylaşmak istiyorum:

İlk olarak, son sekiz yılda toplam yurt içi tasarruflar içerisinde önemli bir yeri olan kamu tasarruflarında artış sağladık yani bütçe açıklarını azaltarak aslında Türkiye'nin tasarruflarını artırmış olduk. Dolayısıyla 2001 yılından itibaren baktığınız zaman bu tasarruf açığının önemli ölçüde kamudan değil, tam aksine özel sektör tasarruflarının azalmasından kaynaklamakta, çünkü kamu sektörünün tasarrufları yükselmiştir, tabii ki daha da adım atacağız. Özellikle özel tasarrufları artırmak amacıyla son yıllarda iş gücüne katılım oranını ve istihdamı artırmak için tedbirler aldık. Finans piyasalarının derinleşmesi ve finansal araçların çeşitlendirilmesi hususunda gerekenleri yapıyoruz.

İkinci olarak cari açığı etkileyen diğer bir unsur, tabii ki enerjide dışa bağımlılığımızı azaltacak tedbirleri aldık. Ülkemizin enerji kullanımında büyük oranda dışa bağımlı olduğu, bir gerçektir. Ara malı ithalatının önemli bir bölümünü oluşturan enerji ürünleri ithalatı, son yıllarda enerji fiyatlarında yaşanan yüksek oranlı artışla birlikte tabii ki cari açığın büyümesine yol açmıştır. Aslında enerji hariç tutulduğunda yani en kötü yılımızda bile sadece yüzde 1’ler civarında bir cari açık veriyoruz. Şu son döneme baktığınız zaman, enerjiyi dışarıda tuttuğunuz zaman Türkiye’de bir cari fazla var yani cari işlemler dengesinde bir fazla var, bir açık söz konusu değildir.

Tabii ki cari açıkta enerji ithalatı önemlidir. Hükûmet olarak enerjide dışa bağımlılığı azaltmak için son yıllarda gerçekten önemli adımlar attık. Şimdi size birkaç örneğini vermek istiyorum.

2002-2010 döneminde Türkiye'nin elektrikte toplam kurulu gücü neredeyse yüzde 50 oranında artırılmıştır. Bu artışın yaklaşık üçte 1’i yenilenebilir enerji kaynaklarından, yani Türkiye'nin kendi kaynaklarından sağlanmıştır. Ülkemizin su kaynaklarını enerjiye dönüştürmede 2002’den bu yana çok önemli mesafeler katettik. AK PARTİ hükûmetlerinden önceki yetmiş dokuz yılda 12.300 megavat olan kurulu hidroelektrik kapasitesini, sekiz yılda 16.772 megavata çıkardık. Büyük bir kısmı özel sektör eliyle su kullanım hakkı anlaşmaları çerçevesinde yürütülen projeler tamamlandığında, bu kapasite 24 bin megavata çıkacaktır.

Ayrıca, Türkiye, 2002 sonunda sadece 17 megavatlık rüzgâr santraline sahip iken, 2010 yılında tabii ki bu 1.200 megavata kadar çıkmıştır. Türkiye, rüzgâr enerjisi kurulu kapasite anlamında bundan birkaç yıl önce Avrupa’da 35’inci sıradaydı, bugün 13’üncü sıraya yükseldik. Öyle inanıyorum ki, önümüzdeki yıllarda yapacağımız yatırımlarla ilk üçe gireceğiz.

Yine, enerji verimliliği üzerinde de hassasiyetle duruyoruz çünkü bu da önemli bir konudur.

Üçüncü olarak, tabii ki, katma değeri ve kâr marjı yüksek, bilgi yoğun mal ve hizmet üretimini desteklemeye devam ediyoruz. Bu kapsamda, hükûmetlerimiz döneminde ARGE’ye hiçbir dönemde olmadığı kadar kaynak aktardık. 2008 yılında çok önemli bir ARGE reformu gerçekleştirdik. Bu çabalarımız sayesinde, Türkiye, ARGE harcamalarında, ARGE personeli artış hızında dünyada ilk üçe girmiştir. Kişi başına ARGE harcamamız 2002 yılında 46 dolar iken, 2009 yılında tam 122 dolar olmuştur. ARGE harcamalarının millî gelire oranı 2009 yılı sonu itibarıyla binde 8,5’a çıkmıştır. Bu da Avrupa Birliği üyesi olan sekiz ülkeyi geride bıraktığımız anlamına gelmektedir. Tabii ki, orta vadede ARGE harcamalarını daha da yükselteceğiz.

Cari açığın azaltılmasında, tabii ki, geleneksel sektörlerin değişim ve dönüşümü için bir çaba içerisindeyiz. ARGE’ye ek olarak, markalaşmayı ve özgün ürün geliştirmeyi teşvik ediyoruz. Geleneksel sektörlerin fiyat avantajı sağlayacağı bölgelere taşınmasını da tabii ki destekliyoruz.

Cari açığı azaltmak için 2009 yılında yeni bir teşvik sistemini uygulamaya koyduk. Bu yeni teşvik sisteminde dış ticaret açığının yüksek olduğu alanlara büyük yatırımlar kapsamında özel teşvikler verdik ve burada başarıyı inşallah sağlayacağız.

Son olarak, tabii ki Türkiye'nin rekabet gücünü kalıcı bir şekilde artırmamız lazım. AK PARTİ hükûmetleri döneminde gerek beşerî sermaye yani insanımıza gerekse altyapıya önemli ölçüde yatırımlar yaptık. Bakın, kara yollarında gelinen nokta ortada. Burada yıllık artı 4,8 milyar liralık bir tasarruf sağlıyoruz. Niye? Çünkü kara yolu çok şeritli yol ağını 6.101 kilometreden 19.476 kilometreye çıkarttık. Bu konudaki çabalarımız tabii ki devam edecek. Ama daha önemlisi, demir yollarına da büyük ölçekte kaynak aktarmaya tabii ki devam ediyoruz, buna öncelik veriyoruz. Bir yandan hızlı tren ağları konusunda çalışmalarımız devam ediyor ama öte yandan da daha önemlisi biz hem yeni raylar döşüyoruz hem de var olanları rehabilite ediyoruz. Bakın, şu son sekiz yıl içerisinde yaklaşık 5.500 kilometrelik demir yolu yenileme çalışmasını tamamladık ve yılda ortalama 135 kilometre yeni demir yolu ağı yapıyoruz. 1951-2002 arasında bunun sadece 18 kilometre olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Tabii ki hava taşımacılığında da çok önemli mesafeler katettik. Gerçekten, Türkiye, bu konuda da özel sektörün dinamizmini kullanarak Batı’yla, dünyanın en gelişmiş ülkeleriyle arayı çok hızlı bir şekilde kapatmaktadır. 2002 yılında sadece 2 uçuş merkezinden Türkiye içerisinde 25 ilimize uçuş yapılıyordu. Bugün Türkiye'nin 7 merkezinden 45 ilimize uçuş gerçekleştiriyoruz ve Türk hava yolu taşımacılığı sektörünün cirosu 2002 yılında yaklaşık 2,2 milyar dolar iken bugün 8 milyar doları aşmıştır.

Dünyayla rekabet etmek için beşerî sermayenin geliştirilmesi yani eğitimin önemi ortadadır. Bu nedenledir ki Millî Eğitim Bakanlığı bütçesini, biz 2002 yılında 7,5 milyardan devraldığımız bütçeyi, tam 4 kat artırarak, bu sene içerisinde 28,2 milyar liranın üzerine çıkardık. Tabii ki, önümüzdeki sene de Millî Eğitim Bakanlığı bütçesini yaklaşık yüzde 21 artırarak 34 milyarın üzerine çıkartacağız. Aynı şekilde üniversitelerimize verdiğimiz kaynakları 4 kat artırdık ve 2011 yılında da yüzde 23 artırarak 11,5 milyar liraya çıkartacağız.

Ayrıca, ekonominin rekabet gücünü artırmak için, Türkiye’de verimliliği artırmak için özelleştirme uygulamalarına da büyük önem verdik. Biz, özelleştirmeyi bir gelir kaynağı olmanın çok ötesinde, ekonomide rekabeti, verimliliği, yenilikçiliği artıracak önemli bir yapısal reform olarak görüyoruz. Özelleştirilen kuruluşlarda çalışanlar mağdur edilmemiş, diğer kamu kurum ve kuruluşlarında geçici personel statüsünde işe yerleştirilme imkânı sağlanmıştır.

Özetle, Hükûmetimiz, cari açığı orta ve uzun vadede daha iyi, daha yönetilebilir seviyelere çekmek için ne gerekiyorsa yapmıştır, yapmaya devam ediyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin diğer önemli bir sorunu tabii ki işsizliktir. Küresel krizle birlikte tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de işsizlik oranları yükselmiştir, ancak hızla toparlanan Türkiye ekonomisi, dünyadan ayrışarak, krizde ve kriz sonrasında istihdam yaratmayı başarmıştır. Bakın, 2007 yılının, yani kriz öncesi 2007 yılı sonunu alırsanız ve 2010 yılının ilk yarısına bakarsanız -benim dünya için bulduğum veriler bu çerçevede- Türkiye ekonomisi yaklaşık 2,8 milyon kişiye istihdam yaratmıştır, ama aynı dönemde Amerika Birleşik Devletleri’nde 6,5 milyon istihdamda azalma olmuştur, Avrupa Birliğini oluşturan 27 ülkede istihdamda 2,1 milyon kişilik azalma olmuştur. Artık Türkiye’nin aslında başarısı ortada. Bakın, 2009 yılı ki, krizin en kötü dönemiydi, o yılda bile Türkiye net yaklaşık 83 bin kişiye istihdam yaratmıştır ve ağustos ayı itibarıyla son bir yıla baktığınız zaman yaklaşık 1,1 milyon kişiye biz istihdam yarattık.

Yüksek istihdam artışına rağmen, işsizlik oranlarının hâlâ kriz öncesi seviyesine göre yüksek bir düzeyde olması iş gücü piyasamızın bazı yapısal özelliklerini yansıtmaktadır.

En başta Türkiye’de her yıl çalışma çağındaki nüfus ortalama 800 bin kişi artıyor ve yaklaşık 500 bin genç iş gücüne katılmaktadır.

Tabii ki ikinci olarak, ülkemizde tarımda çalışan nüfusun toplam istihdamdaki payı, gelişmiş ülkelere oranla hâlâ yüksektir. 2002 yılında yüzde 35’ler düzeyinde olan bu oranı biz yüzde 25’e kadar düşürdük ama gelişmiş ülkelere baktığınız zaman, tarımda çalışan nüfusun istihdamdaki payı Amerika’da yüzde 1,5; G-7 ülkelerinde yüzde 2,3; avro bölgesinde yüzde 3,6’dır. Bu da şunu ifade ediyor: Tarım sektöründen sanayi ve hizmetler sektörüne geçişler devam edecek ve tabii ki bu da bir yapısal husustur.

İşsizlik sorununu etkileyen diğer önemli bir husus da iş gücünün önemli bir kısmının eğitim düzeyinin düşük olması ve istihdam edilecek alanlarla iş gücü niteliği arasındaki uyumsuzluktur.

Son olarak, iş gücüne katılım oranları son yıllarda hızlı bir şekilde artmıştır. Bakın, 2007 yılında iş gücüne katılım oranı yüzde 46,2 civarındaydı, 2010 Ağustos ayı itibarıyla bu oran yüzde 49,7’ye ulaşmıştır. İş gücüne katılım oranındaki 1 puanlık artış aslında telafi edilmezse işsizlikte neredeyse 2 puana yakın bir artışa tekabül ediyor. Bu, önemli bir husustur.

Hükûmetimiz, ülkemizin en önemli sorunu olarak gördüğü işsizliği çözmek için kısa, orta ve uzun vadeli tedbir ve politikaları uygulamaya koymuştur.

Bu çerçevede ülkemizde işsizlik sorununun çözümü için ilk defa Hükûmetimiz bütüncül bir çerçevede ulusal istihdam stratejisini geliştirmiştir.

Çalışmalarımız eğitim-istihdam ilişkisinin güçlendirilmesi; iş gücü piyasasının esnekleştirilmesi; kadınlar, gençler ve dezavantajlı grupların istihdamının artırılması; istihdam-sosyal koruma ilişkisinin güçlendirilmesi olarak belirlenen dört temel politika ekseni çerçevesinde devam etmektedir.

Kısa vadede işsizliğin azaltılması ve istihdamı artırmak için ilki 2008 yılında olmak üzere dört ayrı istihdam programı açıkladık. Benim konuşma metnimde bunun detayları var.

Aktif iş gücü politikalarını ilk defa AK PARTİ hükûmetleri döneminde bütün ülke çapına yaydık. Bakın, 2008 yılında aktif iş gücü politikalarından yararlanan sadece 32 bin kişi iken 2009 yılında bunu 213 bin kişiye ulaştırdık.

Orta vadede istihdamı artırmak amacıyla eğitim-istihdam ilişkisini güçlendirmeye yönelik çeşitli projeleri tabii ki hayata geçiriyoruz. Nitekim, Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri Projemiz ile beş yılda yaklaşık 1 milyon işsizi eğitimden geçirmeyi ve başarılı kursiyerlerin yüzde 90’ını istihdam etmeyi hedefliyoruz. Yani aslında işsizliğe karşı bir program geliştirmişiz, bir reçetemiz var, bir çözümümüz var ve bu çözüm şu anda uygulamada.

Doğrudan iş gücü piyasasına yönelik projelerimizin yanı sıra yürüttüğümüz diğer birtakım önemli projeler var. Özellikle bölgesel kalkınma projeleri bu konuda ön plana çıkıyor. Bakın, uluslararası çalışmalara göre sulu tarıma geçişle birlikte hektar başına doğrudan ve dolaylı olarak 2 kişiye ilave istihdam yaratmak mümkün. Gerek GAP olsun gerek Doğu Anadolu Projesi olsun gerek Konya Ovası Projesi olsun, bu projeler çerçevesinde önümüzdeki dönemde yüz binlerce hektarda sulamaya geçileceğini dikkate alırsak aslında ne kadar istihdam yaratacağımızı çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Yine, biz, geçen sene yeni bir teşvik sistemini uygulamaya koyduk ve bu teşvik sistemi çerçevesinde ülkemize gerek dışarıdan gerek içeriden önemli ölçüde yatırım çekmeye başladık. Bu yürürlüğe giren yeni teşvik sistemi çerçevesinde bugüne kadar 166.732 kişiye istihdam imkânı sağlayacak yatırımlara destek verilecektir. Bu da çok önemlidir.

İşsizliğin uzun vadede çözümü için eğitimin kapsam ve kalitesini de tabii ki artıracak projeleri hayata geçiriyoruz. Bakın, en son açıkladığımız FATİH Projesi çok önemlidir çünkü beşerî sermayemiz güçlenirse dünyayla rekabet edebilecek gençlerimiz tabii ki işsiz kalmayacaktır. Biz, 42 bin okuldaki 570 bin dersliğe dizüstü bilgisayar, projeksiyon cihazı, İnternet ve çok amaçlı yazıcı ve akıllı tahtaların sağlanmasına yönelik altyapının kurulması için projeyi başlattık. Ülkemizin her yerinde tabii ki eğitimde kaliteyi artıracağız. Ama şunu çok açık bir şekilde söyleyeyim: İşsizliği azaltmanın bir tek yolu var, o da tabii ki istikrarlı ve yüksek düzeyde büyümedir. Bu da tabii ki siyasi istikrarı ve doğru politikaları, bütçe disiplinini gerektiriyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekleştirdiğimiz yapısal reformlar ve uyguladığımız proaktif maliye politikaları sayesinde ekonomide başlayan toparlanmanın kalıcı olmasını sağlayacağız. Biz, ülkemizin sorunlarına uzun vadeli çözümler üretiyoruz, popülist politikalar ve seçim ekonomisi uygulamıyoruz. Makroekonomik istikrar ve mali disiplin önümüzdeki dönemde de temel önceliğimiz olmaya devam edecektir. Bu anlayışla, 2011 yılı bütçesini de dünyada oluşan yeni ekonomik konjonktürü dikkate alan, reel ekonomiyi destekleyen, aynı zamanda sosyal yönü güçlü olan bir bütçe hazırladık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi sizlere 2009 yılı kesin hesabı ile 2010 yılı gerçekleşme tahmini ve 2011 yılı bütçesinden bahsetmek istiyorum.

Kesin Hesap Kanunu Tasarısı görüşülecek olan 2009 yılı bütçesinde bütçe giderleri 268, 2 milyar lira, bütçe gelirleri 215, 5 milyar lira ve bütçe açığı 52,8 milyar lira düzeyinde gerçekleşmiştir.

2009 yılında bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 5,5 düzeyinde gerçekleşirken faiz dışı fazlanın gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yaklaşık binde 0,5 olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde 2010 yılı sonu gerçekleşme tahminlerimizle ilgili açıklamalarda bulunacağım.

Orta Vadeli Program çalışmaları sırasında 2010 yılı sonu itibarıyla bütçe açığının 44,2 milyar lira olacağını tahmin etmiştik. Biliyorsunuz 2010 yılı başlangıç bütçesi 50 milyar liralık bir açık öngörüyordu fakat gelinen noktada bu açığın altında kalacağız gibi görünüyor. Tabii ki 44,2 milyar liralık açık yaklaşık gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 4’ü kadar bir seviyedir. Aslında, biz, tabii ki gelirlerimizdeki artışın bir kısmını gerek Ulaştırma Bakanlığına gerek Millî Eğitim Bakanlığına gerek ARGE harcamalarına ekstra imkân olarak sağladık. Bunu sağlamasaydık bütçe açığını muhtemelen yüzde 3’e kadar düşürebilirdik. Ama Türkiye'nin geleceği çok önemlidir. Türkiye'nin beşerî sermayesi, altyapısı ve tabii ki ARGE’si çok önemlidir, daha fazla kaynak aktardık. Yani buralara ekstradan bu sene 11 milyar liralık imkân sağlamış olacağız. Ancak, on bir aylık bütçe gerçekleşmelerine bakarsanız, muhtemelen bütçe açığı belki de 44,2 milyarın bile altında kalacaktır.

Şu son sekiz yıla baktığınız zaman, Türkiye’de bütçe açıklarını AK PARTİ hükûmetleri döneminde ortalama yüzde 3,6’ya düşürdüğümüzü görürsünüz. Bir önceki sekiz yılla karşılaştırın, yaklaşık yüzde 8,2 yani neredeyse biz onların yarısından daha az bir bütçe açığıyla bu işi götürmüşüz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011-2013 yılı Orta Vadeli Program ve Mali Plan dönemindeki bazı hedef ve politikalardan da sizlere bahsetmek istiyorum. Orta Vadeli Mali Plan’da, 2011 yılı merkezî yönetim bütçe açığının millî gelire oranının yüzde 2,8 olarak gerçekleşeceğini, 2012 ve 2013 yıllarında ise sırasıyla yüzde 2,4’e ve 1,6’ya düşeceğini öngördük. Genel devlet açığına bakarsak, 2011 yılında açığı 2,1; 2012’de yüzde 1,8; 2013’te ise yüzde 1,1’e düşüreceğimizi hedefliyoruz. Yani dikkat ederseniz biz genel devlet açığını yine yüzde 1’ler civarına indireceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 yılı bütçesi AK PARTİ İktidarının dokuzuncu, 60’ıncı Hükûmetimizin ise hazırladığı dördüncü bütçedir. Bildiğiniz üzere 2010 yılı bütçesini bir krizden çıkış bütçesi olarak hazırlamıştık ve 2010 yılında bu hedefimize ulaştık. 2011 yılı bütçesini ise sürdürülebilir büyümenin devamlılığını sağlarken aynı zamanda mali dengeleri de iyileştireceğimiz bir bütçe olarak hazırladık. Birazdan detaylarını vereceğim 2011 yılı bütçesinde faiz giderlerimizi azaltırken, faiz hariç giderleri nominal büyüme oranının altında tutuyoruz. Diğer yandan bütçe gelirleri ve vergi gelirlerimizde nominal büyümeye paralel bir artış öngörüyoruz. 2011 yılı bütçe açığını, 2010 yılı gerçekleşme tahminine göre yüzde 24 oranında düşürmeyi hedefliyoruz.

2011 yılı bütçesinin temelini oluşturan makroekonomik göstergelere bakarsanız, bizim tahminlerimiz, yani temel aldığımız makroekonomik büyüklükler şunlardır: 2011 yılı için gayrisafi yurt içi hasıla 1 trilyon 215 milyar lira, büyüme oranı yüzde 4,5; TÜFE yıl sonu tahminimiz yüzde 5,3; ihracat 127 milyar, ithalat 199,5 milyar dolar olarak hedeflenmiştir.

2011 yılı bütçesine baz oluşturan bu makroekonomik hedeflerimizin ihtiyatlı ve gerçekçi olduğu kanısındayım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de sizlere 2011 yılı bütçesinin bazı temel özelliklerinden bahsetmek istiyorum:

 2011 yılı bütçesi sosyal bir bütçedir. Bu kapsamda Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’na aktarılan kaynağı yüzde 12,8 oranında artırarak 2,2 milyar liraya çıkartıyoruz.

İlk kez AK PARTİ hükûmetleri döneminde başlattığımız özürlü eğitimi ve evde bakım programları için ayırdığımız ödenekleri yüzde 33 oranında artırarak 3,2 milyar liraya çıkartıyoruz.

Kız öğrencilerimizin okumasını teşvik etmek amacıyla taşımalı eğitimin kapsamını genişletiyoruz ve bu amaçla, bütçeden taşımalı eğitime daha fazla kaynak ayırıyoruz.

2011 yılı bütçesi reel kesimi destekleyen bir bütçedir. 2010 yılı sonu itibarıyla esnaf ve sanatkârlara kullandırılan düşük faizli krediler için bütçeden sağladığımız sübvansiyon 150 milyon lira civarındadır. Şimdi biz bunu 2011 yılında yüzde 118 artırarak 327 milyon liraya çıkartıyoruz.

Esnaf ve sanatkârlara 2002 yılında Halk Bankası aracılığıyla kullandırılan kredi miktarı, hatırlarsanız, sadece 153 milyon liraydı. Eylül sonu itibarıyla 2010 yılında bu rakam 3,3 milyar liraya çıkmış ve esnafa verdiğimiz destek tam 22 kat artmıştır.

Yine, burada üst limitleri 5 bin liradan 35 bin ve 50 bin liraya çıkarttık. Yani üst limitleri 7 ile 10 kat arasında artırdık.

Bu dönemde bu kredilerden yararlanan esnaf sayısı 4 kat artarak 63 bin kişiden -yaklaşık olarak- 237 bin kişiye çıkmıştır. Yine, hatırlarsanız, 2002 yılında esnafa verilen kredilerin faizi yüzde 59 civarıydı, bugün itibarıyla yüzde 5’e kadar düşürmüş oluyoruz.

2010 yılı sonu itibarıyla çiftçilerimize düşük faizli kredi kullandırımı için verdiğimiz 300 milyon liralık desteği tam yüzde 158 oranında artırarak 2010 yılında 776 milyon liraya yükseltiyoruz. Evet, yani, çiftçilerimize düşük faizli kredi kullandırtmak için bütçeden ayırdığımız parayı yüzde 158 oranında artırıyoruz. Tarımsal kredi faiz desteğimiz sayesinde Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatifleri çiftçimize yüzde 0’dan yüzde 13’e kadar değişen oranlarda faiz ile kredi kullandırmaktadır. 2010 yılı sonu itibarıyla Ziraat Bankasınca kullandırılan düşük faizli kredi toplamı 10,1 milyar liradır. Tarım kredi kooperatiflerince kullandırılan düşük faizli kredi toplamı ise 2,2 milyar liraya ulaşmış ve söz konusu uygulamadan 1 milyon 128 bin tarımsal üretici faydalanmıştır. Bakın, 2002 yılında bu sayı sadece 550 bin çiftçiydi. Bu sayı 2010 yılı sonu itibarıyla 1 milyon 135 bine ulaşmıştır.

2011 yılı bütçesi, tabii ki, kamu görevlilerini ve emeklileri gözeten bir bütçedir, burada da bütün detayları var ama ben sadece şunu söylemek istiyorum: 2011 yılında en düşük devlet memuru aylığını biz yüzde 17,9 oranında artıracağız. Dikkat edin 2011 yılında öngörülen enflasyon yüzde 5,3’tür. Yine ortalama memur maaşını 2011 yılında 2010 yılına göre yaklaşık yüzde 13,7 oranında artıracağız. Yine, tabii ki, emeklilerimize de benzer bir şekilde çok önemli artışlar sağlıyoruz. 2011 yılı Ocak ayında 60 liradan az olmamak üzere yüzde 4 oranında, Temmuz ayında da yüzde 4 oranında artışlar sağlanacaktır. Yapacağımız bu artışlarla en düşük emekli aylığı, yıllık bazda, yüzde 21,7 artmış olacaktır.

Yine altını çizmek istiyorum, öngörülen enflasyon oranı yüzde 5,3. Geçmişteki popülist yaklaşımlar olmasaydı muhtemelen bugün emeklilerimize çok daha fazla imkân sağlayabilirdik.

Bugün bazı gazetelerde bir İspanyol gazetesinde çıkan bir haberin alıntıları var. Maalesef biz bir tekzip yayınlayacağız. Ben hiçbir şekilde emeklilerimizin maaşlarının yüksek olduğunu iddia etmedim. Şu çok gerçek: Keşke imkânlarımız olsa ki imkânlarımız oluşuyor, çok daha fazlasını hak ediyorlar, çok daha fazlasını vereceğiz. Bakın ne diyorum? 2011 yılında en düşük emekli maaşını biz yüzde 21,7 oranında artıracağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2003-2010 Kasım döneminde TÜFE’deki artış oranı yüzde 107,3. Şunu bir yere not edin: Yani 2003-2010 dönemi enflasyon yaklaşık yüzde 107. Peki bu dönemde biz maaşları ne kadar artırmışız? Bakın, en düşük memur maaşı 392 liraydı, 1.300 liraya çıktı, artış yüzde 207 yani enflasyonun yaklaşık 2 katı. Net asgari ücret 2002 yılında 184 liraydı, 2010 yılı Aralık ayında 599 liraya çıkmış, artış yüzde 194,3. En düşük SSK emekli aylığı 2002 yılında 257 liraydı, 2010 yılında bu 720 liraya çıkmış, artış yüzde 180. En düşük BAĞ-KUR esnaf emekli aylığı 2002 yılı Aralık ayında 149 lirayken 2010 Aralık ayında 578 liraya çıkmıştır, artış yüzde 288,7. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) En düşük BAĞ-KUR çiftçi emekli aylığı 2002 Aralık ayında 66 liraydı, sadece 66 liraydı, 2010 yılında Aralık ayı itibarıyla bu 410 liraya çıkartılmıştır, artış yüzde 523,1. En düşük memur emekli aylığı 2002 yılında 377 liraydı, aralık ayı sonu itibarıyla 898 liraya çıkmış ve artış yüzde 138,6. Altmış beş yaş aylığı 2002 yılı Aralık ayında sadece 24 liraydı, 2010 Aralık ayında 101 TL’ye çıktı ve artış yüzde 311,7. Muhtar aylığı 2002 Aralık ayında 97 liraydı, 2010 yılında bu 354 liraya çıkmış, artış yüzde 263,9.

Bunları niye veriyorum? Çok basit bir şekilde, enflasyon yüzde 107, burada enflasyonun altında kalan hiçbir kesim yoktur. Birçok kesim enflasyonun 2 katı kadar bir maaş artışı sağlamıştır ki, biz bunları küresel bir kriz döneminde yaptık. Bakın, size örnekleriyle ifade ettim; birçok Avrupa ülkesinde maaşlar nominal olarak azaltılıyor, yüzde 5 ile yüzde 25 arasında azaltılıyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; satın alma gücü itibarıyla da aslında bizim vatandaşımızın, emeklimizin, memurumuzun durumu iyileşmiştir. Bakın, en düşük memur maaşıyla satın alınabilen bazı ürünleri ben burada tablo hâlinde listeledim. Son günlerde en fazla tartışma konusu olan bir husus, dana eti. 2002 Aralık ayında, en düşük memur maaşı alan bir vatandaşımız 45 kilo dana eti alabiliyordu, bugün 51 kilo.

Mazot, bakın…

GÜROL ERGİN (Muğla) –Danaya girme, çıkamazsın.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Dana eti mi kaldı?

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Bakın, bugün mazot…

ŞENOL BAL (İzmir) – Kimi kandırıyorsun?

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – 2002 yılında en düşük memur maaşıyla siz 310 litre mazot alabiliyordunuz, bugün 418 litre mazot alabiliyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yine, net asgari ücret açısından bakalım.

Değerli arkadaşlar, dana eti yine, 21 kiloyken 24’e çıkmış. Bakın, mazot 146 litreden 193 litreye çıkmıştır. Yani satın alma gücü itibarıyla hangi ürüne bakarsanız bakın, Türkiye’de bütün vatandaşlarımız… Doğal gaza baktığınız zaman, bakın, net asgari ücretle 492 metreküp doğal gaz alınabiliyordu, bugün 837 metreküp doğal gaz alınabiliyor. Ben burada en kötüsünden size örnekler verdim.

Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, bu hususları sizlerle paylaşmak istedim.

2011 yılı bütçesi öğrencilerimiz için daha fazla kaynak ayıran bir bütçedir. Bakın, burs ve harç desteğini yüzde 22 oranında artırıyoruz. Yine, öğrenim ve harç kredisi ödeneklerini yüzde 17,5 oranında artırıyoruz. 1 milyar 123 milyon ücretsiz ders kitabını son sekiz yıl içerisinde dağıttık.

2011 yılı bütçesi özellikle özürlü vatandaşlara desteği artıran bir bütçedir. Bakın, özürlülerin eğitimi ve evde bakımı için 2011 yılında ödeneklerimiz yüzde 33 oranında artıyor ve 3,2 milyar liraya çıkıyor. Bakın, burada özürlü eğitiminden 216 bin, özürlü evde bakım programından tam 280 bin özürlümüz yararlanıyor.

2011 yılı bütçesi eğitime ve sağlığa ayrılan kaynağın tabii ki artırıldığı bir bütçedir. Onu daha önce zaten ifade ettim.

Yine 2011 yılı bütçesi vatandaşın sağlık hizmetlerine erişimini kolaylaştıran bütçedir. Bakın, 2011 yılında ilk defa aile hekimliği uygulamasını bütün ülke çapına yayıyoruz ve bunun için gerekli ödeneği 2010 yılı başlangıç ödeneğine göre yüzde 146,6 oranında artırıyoruz; 1,3 milyar liradan 3,3 milyar liraya yükseltiyoruz.

2011 yılı bütçesi üniversitelere personel ve kaynak desteğini artıran bir bütçedir. Yine 8 bin öğretim görevlisi kadrosu veriyoruz ve üniversitelerimizin bütçesini yüzde 23 oranında artırarak 11,5 milyar liraya çıkartıyoruz.

2011 yılı bütçesi üniversite eğitimini Türkiye’nin geneline yayan bir bütçedir. Tabii ki artık her ilimizde üniversite var ve biz 102 tane devlet üniversitesinin tamamını bu çerçevede destekliyoruz.

2011 yılı bütçesi, tabii ki, sosyal güvenlik sistemini destekleyen bir bütçedir.

2011 yılı bütçesi çiftçimize destek olan bütçedir. Bakın, tarım desteklerini, bütçede öngörülen başlangıç ödeneğini 2010 için 5,6 milyar liradan 6 milyar liraya çıkartıyoruz ve 2010 yılı sonu itibarıyla tarımsal destekleme niteliğindeki diğer ödemelerle birlikte tarım kesimine 8,3 milyar lira aktardık. 2011 yılında bunu 9,8 milyar liraya çıkartıyoruz. Az önce zaten diğer dolaylı desteklerden bahsettim.

Yine 2011 yılı bütçesi mahallî idarelere desteği artıran bir bütçedir. Bakın, burada özellikle 2008 yılında önemli bir reforma gittik ve merkezî hükûmetten mahallî idarelere aktarılan kaynakları biz artırdık. Bu düzenleme ile mahallî idarelerimize bu reform olmasaydı 2008 yılında, yani ona göre, ekstra 1,3 milyar lira, 2009 yılında 2,1 milyar lira transfer ettik. 2010 yılında bu transfer tutarı 3 milyar, 2011 yılında ise 3,2 milyar lira olmasını bekliyoruz. Böylece, kanuni düzenlemeyi takip eden dört yıl içerisinde mahallî idarelerimize ek olarak 9,6 milyar lira bir kaynak sağladık. 2011 yılı da böyle olacak. 2011 yılında mahallî idarelerimizin bütçeden aldıkları gelir paylarında yüzde 10,7 oranında bir artış öngörülüyor yani 23,7 milyar liraya ulaşacak. Aslında, buna, KÖYDES, BELDES gibi projeleri de katarsanız, toplamda 2011 yılında mahallî idarelere 27 milyar lira tutarında bir destek sağlamış olacağız.

Bu arada şunu da belirtmek istiyorum: Şu anda Meclisimizin gündeminde olan, Plan ve Bütçe Komisyonunda olan çok önemli bir tasarı var. Bu tasarıyla mahallî idarelerimize yardımcı olacağız, onlardaki ihtiyaç fazlası personeli kamuya alarak bunların daha çok hizmet üretmesini, bir istihdam bürosu olmaktan çıkıp bir yatırım, bir hizmet bürosuna dönüşmesini sağlayacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yine, 2011 yılı bütçesi, bilimi ve ARGE’yi destekleyen bir bütçedir. Bakın, TÜBİTAK’a biz 2010 yılında 625 milyon lira olan ödeneğimizi yüzde 28 oranında artırarak 800 milyon liraya çıkartıyoruz. Yine, üniversitelerimizin ARGE ödeneklerini yüzde 23 oranında artırarak 480,4 milyon liradan 547 milyon liraya çıkartıyoruz.

2011 yılı bütçesi Türkiye’nin dört bir yanına ihtiyaç duyduğu yatırımı götüren bir bütçedir. Bakın, 2010 yılında merkezî yönetim bütçesinde biz 22,4 milyar liralık yatırım harcaması öngörmüştük yani başlangıç ödeneği 22,4 milyar lira. Ancak gelir hedeflerimiz bizim beklentilerimizden yani gelir gerçekleşmeleri çok daha iyi olduğu için biz dedik ki: “Ülkenin eğitimine, ülkenin altyapısına, ülkenin araştırma, geliştirme geleceğine 11 milyar lira ekstradan imkân sağlayalım.” ve böylece, aslında, bu ayırdığımız tutarla birlikte başlangıç ödeneği 22,4 milyar lira olan yatırımlarımızı muhtemelen 33,4 milyar lirayla bitirmiş olacağız.

Bakın, bütün Avrupa’da yatırımlar erteleniyor, yatırımlar kesiliyor, yatırım ödenekleri kesiliyor, biz ise çok önemli ölçüde, öngörülenin çok ötesinde bir artış sağladık. Tabii ki 2011 yılında muhtemelen bu eleştirilecek. Biz 26 milyar liralık bir ödenek öngördük yatırımlar için fakat şunu çok açık bir şekilde ifade edeyim: Gelecek ekstra imkânları yine biz buraya aktarmakta tereddüt göstermeyeceğiz.

Şunun altını da çizmek istiyorum: Bugün vergi barışıyla sağlayacağımız imkânların 1 kuruşu bütçe gelirlerinde yer almamaktadır. Dolayısıyla oradan gelebilecek imkânların bir kısmını tabii ki belli bir çerçevede Türkiye’nin önceliklerine harcayacağız.

2011 yılı bütçesi bölgesel gelişme projelerinin tamamını destekleyen bir bütçedir. Ben yine burada detaylara girmek istemiyorum. Detaylar çok açıktır. Yani gerek DAP’a gerek KOP’a gerek GAP’a çok önemli ölçüde ödenek ayırıyoruz ve bu ödenekleri büyük ölçüde artırıyoruz.

Sayın Başkan, değerli üyeler; şimdi sizlere 2011 yılı bütçe büyüklüklerinden biraz bahsetmek istiyorum. 2011 yılında merkezî yönetim bütçesinde bütçe giderleri 312,6 milyar lira, faiz hariç giderler 265 milyar lira, bütçe gelirleri 279 milyar lira, vergi gelirleri 232,2 milyar lira, bütçe açığı 33,2 milyar lira, faiz dışı fazla 14 milyar lira olarak öngörülmüştür. Buna göre 2010 yıl sonu gerçekleşme tahminleriyle kıyasladığımız zaman bütçe giderleri yüzde 5,3; faiz hariç giderler yüzde 7,1; bütçe gelirleri yüzde 10,4; vergi gelirleri yüzde 10,5 civarında artış gösterirken faiz giderleri yüzde 4 oranında azalış göstermektedir. Böylece biz 2011 yılında bütçe açığını bugünkü tahmin itibarıyla yüzde 4 civarından yüzde 2,8’e düşürmüş olacağız.

Sayın Başkan, değerli üyeler; 2011 yılı bütçesi bir seçim bütçesi değil bir istikrar bütçesidir. AK PARTİ İktidarının bundan önceki sekiz yıllık bütçe karnesinde olduğu gibi 2011 yılı bütçesi de mali disiplin anlayışı çerçevesinde hazırlanmıştır. Harcamalarımızı sağlam gelir kaynaklarına dayandırıyoruz, seçim ekonomisi uygulamıyoruz, seçim bütçesi hazırlamıyoruz. Bugüne kadarki bütçe performansımız da mali disiplin anlayışına bağlılığımızın en önemli göstergesidir. 2011 yılı bütçesinde faiz giderlerimizi azaltırken faiz hariç giderleri ise nominal büyüme oranında artırıyoruz. Diğer yandan, bütçe gelirleri ve vergi gelirlerimizin nominal büyüme oranında artacağını öngörüyoruz. Bu suretle, 2011 yılı bütçe açığını, 2010 yılı gerçekleşme tahminine göre yüzde 24 oranında düşüreceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; faiz yükünü azaltmaya devam ediyoruz. Bu noktada, faiz giderleriyle ilgili çok çarpıcı bir tabloyu sizlerle paylaşmak istiyorum. 2002 yılında faiz giderlerimizin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 14,8’di, yani bütün vatandaşlarımız, bütün şirketlerimiz çalışıyordu, gayrisafi yurt içi hasıla, yani bir katma değer üretiyordu; bu üretilenin yüzde 14,8’i kamu tarafından iç ve dış borç faizi olarak ödeniyordu. Biz, bu oranı 2009 yılı sonunda yüzde 5,6’ya indirdik ve 2010 yılı sonunda ise yüzde 4,5’a indirmeyi öngörüyoruz. Bakın, orta vadeli mali planda yüzde 3,4’e düşülmesini de hedefliyoruz. 2011 yılında yüzde 3,9 olarak öngördüğümüz faiz giderlerinin millî gelire oranı, 1992’den bu yana en düşük oranı ifade etmektedir. Aynı şekilde, 2011 yılında yüzde 15,2 olarak öngördüğümüz faiz giderlerinin bütçe içerisindeki payı 1985’ten bu yana ulaştığımız en düşük seviyedir.

Başka bir açıdan baktığımızda, 2002 yılında topladığımız her 100 liralık verginin yaklaşık 86 lirası faize gidiyordu. 2010 yılında bu 100 liralık verginin sadece 24 lirası faize gitmiş olacak. Mali plan dönemi sonunda, yani 2013’te bu tutar 18 liraya inmiş olacaktır.

2002 yılında yüzde 14,8 olan faiz giderlerinin millî gelire oranı aynı düzeyde kalsaydı, yani aynı oranda faiz ödeseydik, 2011 yılı bütçesindeki faiz giderleri tam 179,3 milyar lira olacaktı. Oysaki 2011 bütçesinde iç ve dış borç faiz giderlerine ayırdığımız miktar sadece 47,5 milyar liradır. Bu, AK PARTİ hükûmetlerinin başarısıdır. Biz, faizden tasarruf etmiş olduğumuz bu kaynağı sağlığa, eğitime, ARGE’ye ve yatırımlara harcıyoruz, yani halkımızın hizmetine harcıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz bu dönemde istihdam üzerindeki vergi ve prim yükünü azalttık. Yani işveren prim ödemelerini brüt ücrete oran olarak yüzde 19,5’ten yüzde 14,5’e indirdik. OECD sıralamasında eskiden, yani istihdam üzerindeki yükler sıralamasında Türkiye en yüksek sırada yer alıyordu 2002 yılında veya ikinci sıradaydı dönem dönem. Biz şimdi Türkiye’yi sekizinci sıraya kadar düşürdük ve vergi yükünü yüzde 42,5’ten yüzde 36,2’ye kadar indirdik.

Bakın yine, teşvikler çerçevesinde kurumlar vergisini yeni yatırımlar için yüzde 2’ye kadar düşürdük. Küresel krize karşı başarılı bir gelir politikasını tabii ki biz uyguladık. Araştırma geliştirme faaliyetlerine tabii ki desteği artırdık.

Vergilerde çok önemli ölçüde indirime gittik. Kurumlar vergisi 2002 yılında yüzde 33’tü, yüzde 20’ye indirdik. Yeni yatırımlar için yüzde 2 ile 10 arasında. Yani biz vergileri azalttık. Gelir vergisindeki üst tarife neydi? Yine yüzde 45’ti, yüzde 35’e indirdik. Yine en düşük vergi oranı da yüzde 20’ydi yüzde 15’e kadar düşürdük.

Asgari geçim indirimini uygulamaya koyduk. Bugün, eşi çalışmayan, 4 çocuklu, asgari ücret alandan sıfır vergi alıyoruz. Hatta ortalama olarak addedilen… Yani şöyle söyleyeyim: Bekâr ve çocuksuz, yani en ekstrem uçta bile, çalışanlarda vergi oranını sadece yüzde 5,2’ye, evli ve 2 çocukluda yüzde 2’ye kadar indirdik. Bakın yine bizden önce, 2002 yılında asgari ücretli üzerindeki gelir vergisi yükü bugünün katbekat üzerindeydi, yüzde 9,4’tü.

Eğitimde, sağlıkta, gıdada, tekstil ve turizmde KDV oranlarını yüzde 18’den yüzde 8’e düşürdük. İletişim alanında, bakın İnternet özel iletişim vergisini biz yüzde 15’ten yüzde 5’e düşürdük. Daha yeni “Yalın DSL”de uygulanacak, yani telefon hatsız İnternet bağlantısında uygulanacak vergiyi yüzde 5 olarak belirledik.

Ülkemizde aslında vergi yükü de düşüktür. Bakın, Türkiye’de toplanan bütün vergileri, sosyal güvenlik primlerini, mahallî idareler tarafından toplanan vergileri, hepsini toplasanız, millî gelire oranlasanız, yüzde 23,5. 30 OECD ülkesi arasında biz 29’uncu sıradayız. Yani en düşük vergi yüküne sahip ülkelerden bir tanesiyiz, Meksika’dan sonra. Peki madem böyle, neden vergilerin yüksek olduğu algısı var? Maalesef, dolaysız vergilerle ilgili birtakım hususlar var.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, konuşması sınırsız mı, süresi var mı? Aynı hakkı diğerlerine de vereceksiniz değil mi?

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Bakan, Meclise konuş Meclise!

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bize de vereceksiniz aynı hakkı değil mi?

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Bakın, dolaysız vergilerin millî gelire oranı OECD ülkelerinde yüzde 10,9, Türkiye’de ise yüzde 10,8. Yani Türkiye’deki dolaylı vergilerin millî gelire oranı OECD ülkelerinin ortalamasındadır. Biz 15’inci sıradayız ortalama olarak. Peki, bütün bunlara rağmen neden zaman zaman bu tartışmalar yaşanıyor? Türkiye’de problem dolaysız vergilerin düşüklüğüdür. Onları da artırmak için birçok tedbir aldık ve önümüzdeki dönemde bunun sonuçlarını göreceksiniz.

Sadece son günlerde güncel olduğu için bir hususta son bir rakam vermek istiyorum. Bakın, 2002 Aralık ayında eğer 100 liralık benzin alsaydınız bunun 70 lirası vergiydi. Bugün 100 liralık benzin alsanız bunun 65 lirası vergidir. Aynı şekilde motorinde, bugün 100 liralık motorin alsanız vereceğiniz vergi 55 lira, daha önce 60 liraydı 2002 yılında. Biz 2005-2007 yılında bir kuruş bile artırmadık. Bakın, şunu ifade etmek istiyorum: Türkiye’de bütçede maktu olan vergiler var. Bu maktu vergilerin enflasyon paralelinde artırılması son derece makuldür. 2002 yılını da katarsanız, yeniden değerleme oranı yüzde 236 ama bütün ürünlerde bile, hiçbir üründe yüzde 130’u aşan bir artış söz konusu değildir.

Sayın Başkan, değerli üyeler; biz tecil ve gecikme faizlerini düşürdük, biz sorgulu tahsilat ve e-tahsilat uygulamalarıyla hızlı ve hatasız bir tahsilatı sağladık, kredi kartıyla tahsilatın önünü açtık, tebligatları hızlandırmak, kolaylaştırmak için e-tebliğ uygulamasını getirdik, vergi incelemelerinde uyulacak esasları belirledik.

Burası çok önemli değerli arkadaşlar, bakın, biz idareye karşı mükellefi koruyan çok önemli düzenlemeleri bu Meclis döneminde gerçekleştirdik, mükellefin haklarını en iyi şekilde korumak için çok önemli düzenlemeler yaptık, yine detayları burada.

Mükelleflerin uyum maliyetini azaltmak ve mükellef haklarını güçlendirmek için yeni özelge sistemi kurduk. Yurt dışına çıkış yasağı uygulamasını tabii ki yeniden düzenledik.

Ben, burada birçok husus daha var, onları atlayacağım zamanımız elvermediği için.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; siyasi kaygılarla alınan kararların ve popülist yaklaşımların sonuçlarını geçmişte hep birlikte gördük. Geçmişi suçlayarak siyaset yapanlardan değiliz ancak şunu belirtmek istiyorum: Bu ülke AK PARTİ hükûmetlerinden önce iç ve dış borç faiz ödemelerinin toplam vergi gelirlerini aştığı yılları da gördü, çiftçisine, çalışanına, üreticisine borçlu olan bir devlet dönemini gördü. İçerideki makroekonomik istikrarsızlıkların ve altüst olan mali dengelerin Türkiye’nin ilerlemesinin önünde nasıl bir engel teşkil ettiğinin dönemlerini biz hep beraber gördük.

Biz, sağladığımız siyasi ve ekonomik istikrar ile bütün bunları ülkenin kaderi olmaktan çıkardık. AK PARTİ olarak siyasi sorumluluk ve riskleri üstlenerek Türkiye’nin uluslararası platformlarda saygınlığını tekrar kazanmasını sağladık.

Bugün Türkiye, sağlam makroekonomik temelleri sayesinde bölgesinin ekonomik ve siyasi olarak en önemli ülkesi hâline gelmiştir. Hedefimiz, bilgi toplumuna dönüşmüş, her alanda Avrupa Birliği standartlarını yakalamış ve dünya ile en iyi şekilde rekabet edebilen bir ülke.

Bu ülke insanının en iyiye layık olduğuna inanıyor ve bu uğurda gece gündüz özveriyle çalışmaya devam ediyoruz. 2011 yılı bütçesi, Hükûmetimizin önceki bütçelerinde olduğu gibi ülkemizi 2023 vizyonuna yaklaştıran bir bütçedir, 21’inci yüzyıla damgasını vuracak olan ülkemizin beşerî sermayesine, altyapısına ve ARGE’sine kaynak ayıran bir bütçedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; güçlü Türkiye hedefi doğrultusunda atılmış önemli bir adım olan 2011 yılı bütçesinin ülkemize, milletimize ve ekonomimize hayırlı olmasını diliyorum. Yapacağınız yoğun ve yorucu çalışmalar, katkı ve yapıcı eleştirileriniz için Hükûmetim ve şahsım adına sizlere şimdiden teşekkür ediyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar.

BAŞKAN – Sayın Şimşek, teşekkür ederim.

Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 8/12/2010 tarihli 28’inci Birleşimde alınan karara uygun olarak bastırılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır. Başlangıçta bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde siyasi parti grupları ve Hükûmet adına yapılacak konuşmalarda süre, Hükûmetin sunuş konuşması hariç, birer saat -ki, bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir- kişisel konuşmalarsa onar dakikadır. Kişisel konuşmalarda bütçenin tümü üzerinde şahsı adına iki milletvekili arkadaşımıza söz verilecektir.

Şimdi, bütçenin tümü üzerinde grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum:

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Sayın Bülent Gedikli; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Batman Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Ayla Akat Ata ve Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçeli; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve İstanbul Milletvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu.

Şahısları adına, lehinde Manisa Milletvekili Sayın Recai Berber; aleyhinde İstanbul Milletvekili Sayın Hasan Macit. Tabii, bu ara, Hükûmetin de söz talebi olması hâlinde Hükûmete de söz verilecektir.

Şimdi gruplar adına ilk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mustafa Elitaş’a aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Elitaş , buyurun.

Bir saatlik süreyi iki arkadaş kullanacaksınız; sizin süreniz otuz dakikadır efendim.

AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle bütçenin hazırlanmasında emeği geçen, başta Maliye Bakanımız olmak üzere, Maliye Bakanlığı çalışanlarına, ilgili kurum ve kuruluş temsilcilerine ve yine, bütçe kanununun Genel Kurula sunulmasında, yoğun bir çalışma süreci içerisinde, emeklerini esirgemeyen Plan ve Bütçe Komisyonunun Sayın Başkanı ve değerli üyelerine ve aynı şekilde, demokrasinin olmazsa olmaz kurallarından eleştiri hakkını demokratik bir şekilde gerçekleştiren, eleştirileriyle katkı sağlayan Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyelerine sevgilerimi, saygılarımı sunarak sözlerime başlamak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 yılı bütçesi AK PARTİ İktidarları döneminde hazırlanan dokuzuncu bütçeyi oluşturmaktadır. Bütçe kanununun hazırlanması, görüşülmesi, kabul edilmesi ve yayımlanması bütçe hakkının bir gereğidir. Bütçeler, devletin gelir ve giderlerinin nasıl toplanacağı, gelirlerinin neler olacağı, bu konuda nasıl izin verileceği hakkında ve bu toplanan gelirlerin nasıl harcanacağı, giderlerin neler olup nasıl yapılacağı konusunda ilgililere yetki veren kanunlardır.

Genel anlamda bakıldığında, bütçelerin mali yönleri yanında ekonomik ve sosyal yönleri de vardır, olması da kaçınılmazdır. Millet adına, yasaların verdiği yetkiyle vergi toplayan, kamu kaynakları elde eden hükûmetlerin bu gelirleri dağıtırken gözetmesi gereken temel unsurlardan birisi de sosyal etkilerinin en iyi ve en verimli şekilde kullanılmasının gerçekleştirilmesidir. Hükûmetler, bir yıl içinde millete sunacağı kamusal hizmetleri, izleyeceği ekonomik ve sosyal politikaları ortaya koyarlar. Kısaca bütçeler, devletin nerelere ne kadar kaynak ayıracağını ve bu kaynakları nelerden sağlayacağını gösteren önemli belgelerdir.

Bütçeler bir tahmin vesikasıdır. Geçmişte yapılanların ışığında, gelecekle ilgili beklentiler, ekonomik ve sosyal hayatın gelecekte nasıl olacağını ifade eden bütçelerin en önemli özelliği, bütçe kalemlerinin, bütçe rakamlarının ilgililer tarafından inandırıcı bulunmasıdır. Eğer bütçe rakamları, bütçe tahminleri, piyasa yapıcıları tarafından, kamuoyu tarafından inandırıcı bulunmazsa, doğruluğu hakkında olumlu kanaat oluşturulmazsa bütçe sonuçları hayal kırıklığını da beraberinde getirir. Bu inandırıcılık algılaması, sadece Türkiye içindeki fertlerle, yerleşiklerle alakalı değil, aynı zamanda dünyanın diğer ülkelerindeki fertlerle, ilgililerle ve aktörlerle de çok alakalı ve etkili, önemli unsurlardan birisidir.

Güçlü bütçe yapmak güçlü ülkelerin işidir. Bir bütçe ne kadar güvenilir, öngörülebilir ise ülkenin küresel ekonomi içindeki yeri de o denli sağlam ve güçlü olur. Geçmiş yıllarda yapılan bütçe kanunlarındaki en önemli eksik, biraz önce önemini ifade etmeye çalıştığım, güvenilirlik, uygulanabilirlik ve inandırıcılığın olmaması, ilgili hükûmetlerin yaptığı bütçelerin kamuoyunda karşılığını bulmamasıdır. O anlamda bakıldığında, 2003 yılına gelene kadar, özellikle 1990’dan sonra, Türkiye ekonomisinde inişli çıkışlı dönemler sıkça yaşanmıştır. İki yıl, üç yıl büyüme gerçekleştirilirken, ardından büyük bir küçülme maalesef beraberinde gelmiştir ve bu da çöküşle sonuçlanmıştır.

Hükûmetlerin iktidarlarını korumak için yaptıkları popülist yaklaşımlar ile muhalefetin iktidarı koparabilmek için uçsuz bucaksız, mesnetsiz, dayanaksız, kaynaksız vaatleri büyük bir vaat yarışını da beraberinde getirmiş, bu yüzden de ekonomide “İki ileri bir geri, bir ileri iki geri.” sistemi hareketleri kaçınılmaz olmuştur. Açıkça, 1990 başından 2002 yılı sonuna gelene kadarki dönemde bir manada popülizm yarışı vaat yarışı şeklinde yaşanmış, geçmiştir denilebilir.

Özellikle, 1991 yılından 2002 yılı sonuna kadar geçen sürede ikili, üçlü, hatta dörtlü koalisyonların yaşandığı, bunlar yetişmediği takdirde çeşitli vaatler ve tavizlerle dışarıdan desteklerin sağlandığı hükûmetleri de yaşadığımız ilgili dönemde yapılan bütçeler, maalesef kamuoyu nezdinde inandırıcılığını sağlayamamıştır.

14 Ağustos 2001 tarihinde, milletin isteği ve güçlü desteği neticesinde, Sayın Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde kurulan AK PARTİ kadroları, kurulduğu günden Kasım 2002’de iktidara gelene kadarki süre içinde Türkiye ekonomisindeki aksaklıkları derinlemesine inceleyerek, tam detaylarıyla irdeleyerek ortaya koydukları reçeteyi Acil Eylem Planı adı altında kamuoyuyla paylaşmıştır. İlk defa, bir hükûmet kurulurken, programını yaparken halka bir taahhütte bulunmuştur. Türkiye'nin önündeki açmazları bir aylık, üç aylık, altı aylık, on iki aylık dilimler hâlinde ayırarak bir kısmını da bir yıldan fazla, yıllara yayarak bir eylem planı sunmuştur. Milletin yüzde 34 oyuyla Parlamento çoğunluğunu sağlayan AK PARTİ İktidarı derhâl kolları sıvamış ve halka, kamuoyuna taahhüt ettiği 205 başlık altındaki Acil Eylem Planı'nı hayata geçirmeye başlamıştır.

Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan 2004 yılı Acil Eylem Planı uygulama sonuçlarını gösteren raporlara göre, 58’inci Hükûmetin bir aylık 14 faaliyet ile üç aylık 25 faaliyetin tamamını 2004 yılı sonu itibarıyla gerçekleştirdiği, altı aylık 39 faaliyet taahhüdünün 33’ünü, on iki aylık ve daha uzun süreli 82 faaliyetin ise 32’sini gerçekleştirdiği görülmektedir. Kısaca, AK PARTİ hükûmetleri, beş yıllık icraat dönemi içerisinde öngördüğü 205 başlığın 148’ini bir yıllık süreç içerisinde gerçekleştirme başarısını ortaya koymuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bakınız, bir atasözümüz vardır: Geçmişte yaşananları insanoğlu unutur. “Hafızai beşer nisyan ile maluldür.” diye ifade edilen, insan belleği unutma özürlüdür diye açıklayabileceğimiz atasözünü bugünlerde, 2002 yılına gelene kadarki Türkiye'nin konuştuğu meseleleri sizlerle paylaşmak istiyorum: 205 başlık altında ortaya koymaya çalıştığımız, “İktidara geldiğimiz takdirde bu meseleleri düzelteceğiz.” diye, milletimize taahhüt ettiğimiz meselelerin neler olduğunu çok kısa başlıklar hâlinde sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, 2002 yılına gelene kadarki konuştuğumuz en önemli meselelerin başında Türkiye’de enflasyon meselesi vardı. Hep beraber, ta 1980’lerin başından itibaren buna değişik değişik isimler koymaya başlamıştık, “enflasyon canavarı” diye söylemiştik. Enflasyon, vatandaşın cebindeki kaynaklarını, değerlerini, alın terini habersizce yutan, habersizce ortadan kaldıran ve zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan, adaletsiz bir gelir dağılımını, gelir paylaşımını ortaya koyan bir sürecin olduğunu ifade etmiştik ama şimdi 2010 yılına geldiğimiz, 2011 yılının arifesinde olduğumuz şu süreçte Türkiye’de enflasyonun artık gündemden düştüğünü, enflasyon hedeflemesiyle enflasyon gerçekleşmesi arasındaki yüzde 1’lik, yüzde 2’lik oynamaların muhalefet tarafından eleştiriye maruz kaldığını görüyoruz.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Hangi yüzde 1?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bakınız, değerli milletvekilleri, 2002 yılından önce bir aylık enflasyon yüzde 10’lara, yüzde 15’lere ulaşırken şu anda Türkiye ekonomisinde yüzde 7,5’luk, yüzde 8 civarındaki 2010 yılı enflasyonuyla karşı karşıya kalacağız. Bizim, enflasyon oranını yüzde 5’lerde, yüzde 6’larda tutmak gibi hedeflerimiz olmasına rağmen, 2008 yılında başlayıp 2009 yılında dünyaya yayılan küresel krizin etkisiyle yüzde 7 civarında gerçekleşen enflasyon ve beklentilerimizin 5 olması, 1-2 puanlık fark muhalefet tarafından eleştiriliyor. Tabii ki eleştirecekler, hakları ama geçmiş döneme baktığımızda, 2002 yılından önceki enflasyon verilerini değerlendirdiğimiz zaman şu anda Türkiye'nin gündeminde enflasyonun var olmadığını işaret etmemiz ve bunda da gerçeği tespit etmemiz gerekir.

FARUK BAL (Konya) – 1999’la 2002’yi de rakamlarla söyle.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – 1999-2002 yılı verilerine de geleceğim, biraz sonra onu göreceğiz.

Bakınız, değerli milletvekilleri, 2002 yılı sonu itibarıyla Türkiye’de konuşulan en önemli meselelerden birisi de vatandaşımızın, SSK’lı bir işçinin sağlık hizmetlerinden faydalanması için gerekli olan zahmet ve emekti. İşçimiz, rahatsızlanır, hastalanır, işverenine gider, vizite kâğıdını alır. Vizite kâğıdıyla birlikte SSK hastanesine başvurur, sıra bekler. Sabahtan akşama kadar sıra bekler. Sıra gelirse, şansı varsa ne âlâ, doktor tarafından muayene olur ve doktor vizitesini yazar. Bu çile, bu zulüm bu anda bitmez, arkasından tekrar ilaç kuyrukları başlar. İlaç kuyruklarında zamanları geçer. Bir taraftan işveren işçisinin sağlığına kavuşup bir an önce üretime dönmesi için beklerken, öbür taraftan sağlığını kaybetmiş işçi, bir an önce sağlığına kavuşabilmek için büyük bir zaman, büyük bir efor sarf eder. Bir taraftan hastalığın verdiği eziyet, öbür tarafta kuyruklardaki, doktor kuyruğundaki, hastane kuyruğundaki çile, maalesef işçiyi hayatından bezdirir.

SSK hastanelerinde doluluk oranı yüzde 100’ün üzerindeyken, işçilerin sağlık kontrolünden geçmeleri sıhhi bir ortamda yapılmazken, denetimlerin tam manasıyla veya teşhisin tam manasıyla, tedavinin gerçek anlamda uygulanamadığı bir süreç yaşanırken, devlet hastanelerindeki doluluk oranı yüzde 35’ler civarında. Bir taraftan devlet hastanelerinden BAĞ-KUR’lular, devlet memurları faydalanır ama öbür taraftan SSK işçilerinin bu hizmetlerden faydalanması maalesef çok zor olur.

Biz ne yaptık? Tek çatı altında sağlık sistemini birleştirdik ve tek çatı altındaki sağlık sistemini birleştirirken bu anlamda da özel hastanelerden, fakültelerden hizmet sağlanmasını, bu hizmet sağlayışıyla birlikte ücretsiz olarak yine sağlıkla ilgili kuruluşlarımızın, sosyal güvenlik kuruluşlarımızın bu konuyu karşılayacağı şekilde düzenlemeyi yaptık ve bir anda, işçimizin sağlık kuruluşlarındaki çektiği çileyi bitirdik. O dönemde sağlık kuruluşlarının tek çatı altında birleştirilmesiyle ilgili muhalefetle yaptığımız tartışmaları hatırlıyorum ve gerçekten, AK PARTİ İktidarı döneminde yapılan bu icraatın vatandaşımıza ne büyük bir kolaylığı beraberinde getirdiğini de ifade etmeye çalışıyorum.

2004 yılı, 2005 yılı bütçeleri konuşulurken 2002 yılı öncesinde çok önemli hadiseler geçerdi. Hastaların hastanelerde rehin alındığı süreçleri yaşamıştık. Öyle ki sosyal güvenlik sistemine bağlı BAĞ-KUR’lu veya SSK’lı bir vatandaş, herhangi bir şekilde, acil durumlarda fakülte hastanelerine gittiği takdirde, Sosyal Güvenlik Kurumunun taahhüdü olmasına rağmen ayrıca vatandaştan senet alınırdı. Vatandaş hastalığı bitip taburcu olma durumuna geldiği noktada senedini ödemediği takdirde rehin durumuyla karşı karşıya kalınır, eş dost veya bu konuyla ilgili bir milletvekilinin yardımına muhtaç kalınır, milletvekili telefon açar “Ne olur bizim hastamızın bu borçlarıyla ilgili durumu yapın, SSK, BAĞ-KUR size üç ay sonra, dört ay sonra bunu ödeyecek.” diye büyük sıkıntılarla karşılaşırdı. 2004 yılı bütçe görüşmelerini burada yaparken -çok iyi hatırlıyorum- bakınız, değerli milletvekilleri, 2004 yılında, 2005 yılında muhalefet partilerine biz sağlık sisteminde hiçbir hastanın rehin kalmayacağını ifade ettiğimiz dönemde muhalefet teker teker bazı illerde uç örnekler bularak “Şu hastanede şunlar rehin kalmıştır.” diye bir örnek, iki örnek bulmak için gayret sarf ediyordu ama 2010 yılında ve 2011 Türkiyesi’ne giderken bunlar tamamen gündemimizden dışarıya çıkarıldı.

Yine, en önemli meselelerden birisi emeklilerin maaşlarını alabilmeleriydi. Çok düşük seviyede olan emekli maaşlarını alabilmek için banka önündeki kuyrukları hep beraber hatırlıyoruz. Sabah erkenden, gün doğmadan yaşlı başlı insanlarımız, emeklilerimiz banka veznelerinin, banka kapılarının önünde kuyruğa dizilir, onlar emekli maaşlarını almak için çile çekerlerdi sabahtan akşama kadar. “Bunun için bir çözüm bulalım.” dediler, “Tek numaralar şu gün gitsin, çift numaralar bu gün gitsin.” diye. Yani o gün içerisinde çözüm bulmak için bu gayretler de maalesef imkân sağlamadı. Biz ne yaptık? Geldiğimiz dönemde “Sadece devlet bankalarıyla değil, kurum ve kuruluşlar istedikleri bankalarla anlaşarak, kamuda olan çalışanlarının maaşlarını istedikleri şekilde ödeyebilir.” dedik ve emekli maaşlarının alınma çilesini bir anda bitirme imkânına kavuşmuş olduk.

Değerli milletvekilleri, bir de geçmiş dönemdeki en önemli, konuşulmayan konulardan birisi “Tasarrufu Teşvik Fonu” diye ifade edebileceğimiz, 2002 yılından önce alınmış ve dağıtılması çoğu zaman aklının ucundan geçirilmemiş veya dilinin ucundan geçirmekten, söylemekten, ifade etmekten çekinildiği, “nema” diye adlandırdığımız bir süreç yaşadık. Yaklaşık 14 milyar TL’nin, o zamanki parayla 14 katrilyon liranın nasıl ödeneceğiyle ilgili bir süreci yaşadık. Biz, iktidara geldiğimiz süreçte, “Devletin vatandaşa borcu olmaz.” ilkesinden hareketle, millet adına toplanan, milletin dört gözle beklediği paraları, sıkıntı içerisinde yaşayan, 2001 krizinin bütün imkânsızlıkları içerisinde hayatını idame ettirmeye çalışan insanlarımızın nemalarını belirli bir periyot dâhilinde ödeme imkânını gerçekleştirdik. “Olmaz.” denilenleri yapma şartını ve bunu da hayata geçirmenin başarısını göstermenin hep birlikte gururunu yaşıyoruz. Buna Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu içerisindeki milletvekillerinin çok önemli katkılarını da ifade etmek istiyorum.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Çok katkıları var, çok parmak kaldırdılar!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Muhalefette olan arkadaşlarımızın da desteğini inkâr etmemek lazım. Sizin de, eğer o dönemde bulunmuş olsaydınız, bizimle birlikte, yaptığımız bu doğrulara parmak kaldıracağınıza inanıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Elitaş, lütfen karşılıklı konuşmayalım. Genel Kurula hitap edin Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Değerli milletvekillerim, Türkiye ekonomisinde çeşitli dönemlerde krizlerle karşı karşıya kaldığımızı ifade etmek istiyorum. İlk defa krizlerin yaşandığı dönem 1969’lara bağlanabilir, 1980 yılına gelen süreç görülebilir, 1994 yılındaki ekonomik krizi, ekonomik daralmayı ifade edebiliriz, bir de 2000 yılında başlayıp 2001 yılında ortaya çıkan krizleri de göz ardı etmemiz mümkün değil.

Değerli milletvekilleri, bakınız, 1994 krizi ile 2001 krizi birbirine paralel krizlerdir. 1994 krizindeki yönetimdeki basiretsizlik, Türkiye ekonomisindeki öngörüsüzlük 2001 krizinde de aynı şekilde kendisini ortaya koymaktadır. 2000 yılının sonuna doğru on sekiz tane bankaya el konulmuş, 2000 yılının Kasım ayında, Aralık ayında altı tane bankaya el konulmuşken, kriz bar bar bağırırken, krizin ayak sesleri güçlü bir şekilde duyulurken, sağır sultan dahi duymuşken, maalesef, üçlü iktidar döneminde krizle ilgili hiçbir öngörü ve duyum ortaya konulmamış, tedbirlerle ilgili bir adım dahi atılmamıştır. 19 Şubat tarihinde ortaya çıkan bir Anayasa kitapçığıyla Türkiye ekonomisinde bir günde, bir gecede hepimiz bir anda fakirleşmek mecburiyetinde kaldık. Ekonomiyle ilgilenenlerin o görüşme içerisinde çıpalı kur sisteminden değişken kur sistemine geçilmesi noktasındaki ilgililerin arada toplantıdan çıkarak hemen mevduat hesaplarını, TL cinsinden olan hesaplarını döviz cinsine çevirdiği günleri de birlikte hep beraber yaşadık.

Yine o günde, ekonomi yönetimine veya ülke yönetimine yakın olan çevrelerin Merkez Bankasından o gece içerisinde ne kadar dövizi satın aldıklarını, bu dövizi satın almalarından dolayı bir gecede ne kadar büyük rakamların -3 milyar dolar civarında- birilerinden milletin paralarının, milletin kaynaklarının birilerine kaynak olarak transfer edildiğini hep beraber yaşadık.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Siz ne yaptınız?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – 2001 yılındaki daralma -bakınız- iç yönetimin dengesizliğinden, iç yönetimin uzlaşma kabiliyetinin olmadığından, üçlü iktidarın iktidarı kurarken “Şu banka senin, bu banka benim; şu yatırımcı kuruluş benim, öbür yatırımcı kuruluş senin; şu köye hizmet eden kurum benim, bu köye hizmet eden kurum senin.” diye paylaşım mücadelesini verirken hâlbuki yeterlilikle mücadele değil ortaklık dengesini korumak için yaptıkları gayret içerisinde millete hizmet etmek yerine yandaşlarına “Nasıl imkân sağlayabiliriz?” şeklindeki bir sürecin yaşandığı dönemi görüyoruz ve o gün 5,7’lik bir daralmayla karşı karşıya kalıyoruz.

2007 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayıp 2008 yılında dünya ekonomisine, Avrupa ekonomilerine sirayet etmeye başlayan ve 2008’in son çeyreğiyle 2009 yılında ağır etkilerini hissettiğimiz küresel krizin oluş sebeplerindeki 2009 yılındaki Türkiye ekonomisindeki daralma ki, bunda sadece 2001 krizindeki Uzak Doğu ülkelerindeki etkinin Türkiye’ye yansımaları çok büyük bir darbe ortaya çıkarmışken dünya ekonomisinin en büyük ülkesindeki ortaya çıkan daralmanın tsunami etkisiyle birlikte bizde ortaya koyduğu süreç 4,7 civarında bir daralmayı da beraberinde getirmiştir.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Amerika’nın 2 misli oldu bizde, Amerika’nın 2 misli! Krizin merkezi Amerika’ydı. İyi yönetim bu!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – 2001 yılında Amerika’da hiç kriz yoktu, 2001 yılında dünyanın hiçbir yerinde kriz yoktu. O kadar güzel yönettiniz ki, o kadar güzel bir iş yaptınız ki 5,7’ye çıkardınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sen ne yaptın?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Hiç ortada bir şey yokken, ortada hiçbir şey yokken kendi başınıza çıkardığınız krizle belli bir noktaya getirdiniz.

Bakınız….

BAŞKAN – Sayın Elitaş, lütfen karşılıklı konuşmayalım.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sen nasıl yönettin?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Lütfen Genel Kurula hitap edin siz.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Yüzde 15 daralma nerede görülmüş, nerede görülmüş? Bizden daha çok daralan var mı, bizden daha çok küçülen var mı?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bakınız, değerli milletvekilleri, 2008 yılına gelirken Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisindeki yaşadığı olumsuzlukları Türkiye’de de yaşayan ve yaşatan farklı olaylarla karşı karşıya kaldık. 22 Temmuz tarihindeki öne alınmış seçime gitmenin hangi şartlarda oluştuğunu hepiniz çok iyi biliyorsunuz.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Masal anlatıyorsun, masal…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Ağustos 2007 tarihindeki Cumhurbaşkanlığı seçimine geliş sürecini hangi sıkıntılarla yaşadığımızı çok iyi biliyorsunuz. Daha yedi ay önce milletin yüzde 47’sinden ibra almış, yaptığı hizmetlerin, yaptığı programların başarısı millet tarafından taahhüt edilmiş, belgelenmiş bir siyasi iktidar hakkında 14 Mart 2008 tarihindeki açılan kapatma davasının Türkiye ekonomisine ne büyük zararlar verdiğini hep beraber görüyoruz, biliyoruz. 14 Mart 2008 tarihi Cuma günüdür. Cuma günü kapatma davasını açan başsavcıya sordular “Niye 16.35’te yaptınız?” deyince “Piyasalar bundan etkilenmesin.” dedi. İktidardaki yüzde 47’lik bir partiyle ilgili yapılan böyle bir hareketin piyasaları ne kadar olumsuz etkileyeceğinin bilinci altında olmasına rağmen, Türkiye’deki yaşayan insanların bundan ne büyük zararları olacağını, bunlarla hangi zararlara maruz kalacağını bilmelerine rağmen buna cesaret edilmiş ve AK PARTİ’ye kapatma davası açılmış.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Yani öyle olmasa hiç kriz olmayacaktı…

BAŞKAN – Sayın Günal… Sayın Günal, lütfen…

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Biraz gerçekçi olsun Sayın Başkanım.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bu süre içerisinde bütün imkânsızlıklara, bütün sıkıntılara rağmen Hükûmet basireti elden bırakmamış, mali disiplini elden bırakmamış, kararlı bir şekilde, milletine verdiği sözü yerine getirmek için, ekonomik şartları, hiçbir etki altında kalmadan, 2009 yılındaki mahallî idareler seçimini de hiç dikkate almadan mali disiplini kararlı bir şekilde uygulamış ve istikrarla, güvenle birlikte Türkiye ekonomisinin, dünya ekonomilerinin yaşadığı krizden minimum seviyede etkilenerek çıkmasına büyük bir katkı sağlamıştır. Biz hep söylüyoruz, “Dünyadaki ekonomik kriz bütün ülkeleri derinden etkiledi ama Türkiye ekonomisini teğet geçti.” dediğimiz ifade bundan kaynaklanmaktadır.

Siz 2001 yılında Uzak Doğu’da bir veya iki ülkede ortaya çıkan etkinin sonuçlarını 5,7 şeklindeki bir küçülmeyle, bir gecede doların 600 liradan 1.200 liraya çıktığı bir süreci yaşarken, Türkiye ekonomisi 2008-2009 yılında ortaya çıkan mali piyasalardaki bozukluğu çok hafif sıyrıklarla atma becerisini ortaya koymuştur.

Şimdi, değerli vatandaşlarıma şunu ifade etmek istiyorum: Bundan önceki süreçte yaşananların yaşandığı bir ortamda, eğer 2008 yılında yaşanan “yüzyılın en büyük krizi” diye ifade ettiğimiz bir süreçte AK PARTİ İktidarı olmamış olsaydı, bizden önceki iktidarlar olmuş olsaydı, bizden önceki koalisyonlar olmuş olsaydı, şu anda belki, Türkiye, 2008 yılındaki İzlanda’nın konumuna düşüp, artık dünya ülkelerinden, IMF’den para da bulamaz noktaya gelip belirli değerlerini -Yunanistan’ın şu anda “Adalarını satıyor.” şeklinde medyada yer aldığı gibi- pazarlama noktasına getirecek iktidarlarla karşı karşıya olacaktı.

Şimdi milletimiz şükrediyor, diyor ki: “İyi ki 2002 yılında ben yüzde 34’le AK PARTİ’yi iktidara getirmişim, iyi ki 2007 yılında ben yüzde 47’yle AK PARTİ’yi iktidara getirmişim.” diye millet şükrediyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Siz belki bunları anlamayabilirsiniz ama millet bunları çok iyi bir şekilde anlıyor.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Haziranda göreceğiz bakalım.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – İnşallah 2011 yılında yapacağımız seçimlerde de yine, sekiz yıllık AK PARTİ İktidarı dönemi içerisinde, bütün olumsuz şartlara rağmen, muhalefetin acımasız ve kantarın topuzunu, ölçüsünü hiç tutturamadığı bir süreç içerisinde yaptığı eleştirilerine rağmen, millet kimin doğru söylediğini, kimin farklı bir şekilde söylediğini açık ve net bir şekilde görüyor. 2011 yılındaki seçimlerde de inşallah bununla ilgili değerlendirmelerini yapacak.

Değerli arkadaşlar, biz iktidara gelirken üç meseleyi gündeme getirdik. Bir: “Yoksullukla mücadele edeceğiz.” dedik. İki: “Yolsuzlukla mücadele edeceğiz.” dedik. Üç:”Yasaklarla mücadele edeceğiz.“ dedik.

2002 yılından bu tarafa, iktidara geldiğimiz günden bu tarafa çeşitli değişikliklerle, Anayasa’daki yaptığımız değişikliklerle yasakları minimum seviyeye getirip özgür bir Türkiye’yi, konuşan bir Türkiye’yi gerçekleştirebilmek için Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan milletvekillerimizin desteğiyle birlikte ve en son milletimizin onayıyla birlikte 12 Eylül 2010 tarihinde “Ben yasaksız bir Türkiye istiyorum.” diyen halk oylamasının sonuçlarını gördük.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Siz konuşurken iyi, başkası konuşsa kötü.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Kim için yasaksız?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – İnşallah, halk oylamalarının sonuçlarındaki mesajı hepimiz iyi bir şekilde algılayabilirsek, hepimiz doğru okuyabilirsek 2011 seçimlerinden sonra burada bulunan siyasi partilerle hep birlikte -kim olur kim kalır- yepyeni bir Anayasa’yı yapma şerefi Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24’üncü dönemindeki Parlamentosu üyelerine nasip olacaktır diye düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, bizim bu süreç içerisindeki yaptığımız, milletimizle paylaştığımız çok önemli kaynaklarımız var. Bakınız 58’inci Hükûmet iktidara gelir gelmez yoksulluk sınırının altında ücret alan emeklilerimize 75 lirayla 100 lira arasında seyyanen zam yaptı. O zaman Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanı itiraz etti “Bu kaynağı nereden bulacaksınız? Zaten 2001 yılı etkilerini çözmeniz, etkilerini azaltmanız mümkün değil, kaynak bulamazsınız.” dedi. Kaynak 3 milyar liraydı yani “3 katrilyon lira kaynak bulunmaz.” denildi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Ne zaman itibarıyla?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Biz dedik ki: “Bunun özü, bunun kaynağı millettir.” Bizden önceki dönemde faiz kıskacında boğulmuş, gelirinin büyük bir kısmını, vergi gelirlerinin çok büyük bir kısmını faiz giderlerine harcamak mecburiyetinde kalan ülkenin güven veren, istikrar sunan bir iktidarı sayesinde faiz gelirlerinde artış değil hatta göreceli, hatta uzun vadede baktığımızda önemli bir düşüşün var olduğunu görüyoruz.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Faiz gideri, gider gider…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – 2001 yılında vergi gelirleri faiz gelirlerini karşılayamamış üste 3 lira borçlanma ihtiyacı hisseden bir hükûmetten 2002 yılında vergi gelirleri ancak faiz gelirlerinin yüzde 80’ini karşılayabilen bir ülke konumuna gelmiş.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Faiz haram değil mi Sayın Elitaş?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Şu anda vergi gelirleriyle faiz gelirlerini karşılaştırdığımızda vergi gelirlerinin faizleri karşılama oranının çok yüksek noktaya çıktığını milletin alın teriyle ödediği vergileri yine millete kaynak olarak aktardığımızı görüyoruz. İlki, emekli maaşlarındaki artırdığımız seyyanen paralar. Arkasından “Susuz köy kalmayacak.” dedik, “Yolsuz köy kalmayacak.” dedik; “Su medeniyettir” dedik, “Yol medeniyettir.” dedik, köylere su götürdük. Bizden önceki dönemde sulu köy nasıldı biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Bir köyün meydan çeşmesi vardı. O meydan çeşmesinde -hatta bunun da şarkıları, türküleri olurdu, filmleri olurdu- herkes bakracını, bidonunu alır, çeşmesinde evinin ihtiyacını karşılamak için giderdi.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Artık millet film de yapamayacak!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Ama biz KÖYDES projesiyle birlikte artık her eve su verme imkânını, her köye yol götürme imkânını sağladık. Nereden sağladık? Milletin kaynaklarını en verimli şekilde kullanarak, tüyü bitmedik yetimin hakkını en iyi şekilde koruyarak, ihalelerdeki en yüksek oranları en düşük oranlarla… Yüzde 10’luk, “10’lukçu” diye tanımlanan dönemleri geçirip maliyetlerin en uygun şekilde ve yatırımların en verimli şekilde olması noktasına getirdik.

Bakınız, 1998 yılında Bayındırlık Bakanlığının ortalama kırım oranları yüzde 40-45 civarında. 1999 yılından 2000, 2001 yıllarına baktığımızda, Bayındırlık Bakanlığının ihalelerinde kırım oranları yüzde 10’a düşmüş. “10’lukçu” diye bazı müteahhitler ortaya çıkmış ve o süreçte tabii ki siz, milletin kaynaklarını iyi bir şekilde değerlendirmezseniz, milletin kaynaklarını koruma güdüsü içerisinde olmazsanız, hesap verme sorumluluğunu içinizde hissetmediğiniz takdirde bu sonuçlarla karşı karşıya kalırsınız.

Bizden önceki sekiz yıllık dönem ile bizim zamanımızdaki geçirdiğimiz sekiz yıllık döneme bakın: Harcanan paralar eşit, bütçeden yatırıma ayrılan kaynaklar eşit ama ondan önceki dönemde 5 bin tane yatırım için portföy hazırlanmış, her birine ufak tefek şeyler verilmiş. Ama bizim zamanımızda baktığımızda 5 bin tane…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sizin zamanınızda aynı yollar üç yılda 4 defa yenilendi. Yeniden yeniden duble yol yapılıyor.

BAŞKAN – Sayın Elitaş, size ayrılan otuz dakikalık süre doldu. Konuşmanızı lütfen tamamlayın. Aksi hâlde Sayın Gedikli’nin süresinden kullanmak zorunda kalabiliriz.

Size iki dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın efendim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım, iki dakikada bitireceğim efendim.

Bakınız, Değerli Milletvekilim, AK PARTİ iktidara geldiği dönemde Türkiye’de 6.101 kilometre duble yol vardı.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Duble yol demiyorum… Yeniden yeniden, tekrar tekrar yapıyorsunuz.

BAŞKAN – Lütfen, lütfen karşılıklı konuşmayalım.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – 6.101 kilometre duble yol vardı.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Bize anlat Sayın Başkanım, bize anlat.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – AK PARTİ’nin iktidara geldiği şu aralık ayı itibarıyla, kasım ayı sonu itibarıyla, 13.500 kilometreye yaklaşan duble yol var. Cumhuriyet tarihi döneminde 6.100 kilometre duble yolu gerçekleştirmiş hükûmetler, sekiz yıllık süre içerisinde 2 katına çıkarmış, milletimizi duble yolla karşılaştırmış.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Demir yolu köprülerinin üstünden sular akıyor, sular…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Şu anda duble yolun ne olduğunu bilmemiz mümkün değil.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Yanına çizgi çekin!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Mesela, siz, ilinize Ankara’dan giderken 3 kilometrelik, 5 kilometrelik tamirle karşı karşıya kaldığınızda duble yolun ne kadar büyük bir nimet olduğunu ancak o zaman kavrayabilirsiniz.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Efendim, ihale konusunu diyorum, ben duble yola bir şey demiyorum. İhalesini diyorum, ihalesini…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sizinle beraber bir yurt dışına maça gittik biliyorsunuz. Yurt dışına gittiğimiz maçta 70 kilometrelik yolun bir buçuk saatte aşılacağını söylediler bize.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Aynı yere 4 defa ihale yapıldı.

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Dedik ki: “Avrupa Birliğinin ortasındaki bir ülkenin 70 kilometrelik yolu bir buçuk saatte aşılır mı?” diye hayıflandık. Orada biz dedik ki size: Bakın, Değerli Milletvekilim, biz şu anda milattan önceyi konuşmuyoruz, AK PARTİ’den önceyi söylüyoruz, daha beş sene önce Türkiye'nin 70 kilometrelik mesafesindeki yolu bir buçuk saatte, iki saatte geçilirdi.

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Elmadağ, Elmadağ…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bugün “Elmadağ” diye, “ölüm virajları” diye ifade ettiğimiz yol iki saatte geçilirdi. Şimdi Elmadağ yolu on dakikada geçilir oldu. Bugün Türkiye'nin ana arterlerinin tamamını duble yolla ortaya çıkardık. Onun için diyorum ki: 2002’den önce yapılan süreçlerle, yatırımlarla şu andaki yatırımları milletimize hatırlatmamız lazım.

Ben Kayseri-Ankara yolunda bundan önce duble yolla gitmeyip tek şeritli yoldan giderdim ama bu yapılanların nasıl değerli olduğunu ancak tamir anında bakıp hissediyoruz.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – 2 milyon dolara alıp Seydişehir Alüminyum Tesislerini 320 milyon dolara verdiniz, eşe dosta sattınız.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bu hizmetleri bize kazandıran, gerçekleştiren Sayın Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki Hükûmete ve AK PARTİ Grubuna teşekkür ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Elitaş, sadece selamlama yapmanız için açıyorum mikrofonu, lütfen…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bütçemizin hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Elitaş, teşekkür ederim.

Değerli milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 14.55

 

 

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.11

BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN

KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Yusuf COŞKUN (Bingöl)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Şimdi, söz sırası Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Bülent Gedikli’de.

Sayın Gedikli, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz otuz dakikadır.

AK PARTİ GRUBU ADINA BÜLENT GEDİKLİ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 yılı merkezî yönetim bütçesinin geneli üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Görüşmelerine başladığımız 2011 yılı bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, bütçeler bir memleketin en önemli işidir. 2011 yılı bütçesi AK PARTİ İktidarının 9’uncu bütçesi olarak huzurunuzdadır. Ne mutlu bize ki sekiz yıl üst üste gelişen ve kalkınan Türkiye’mizin 9’uncu bütçesini yapıyoruz. Bu bütçe de diğerlerinde olduğu gibi bir hedefin, bir iradenin, bir gayretin yansımasıdır. Bu hedef, ülkemizi layık olduğu yere taşımak; halkımızın ayağına layık olduğu hizmeti, hak ettiği hizmeti götürmektir. Bütçe görüşmeleri Türkiye fotoğrafını bir bütün olarak görmek bakımından da en önemli zemini teşkil ediyor.

Öncelikle eğri oturup doğru konuşalım. Bütün değerlendirmelerden önce bir tespiti, bir gerçeği birlikte yapalım. İşin başı istikrardır. İşin başı istikrardır. İstikrar dediğimiz zaman önce siyasi istikrar gelir, ondan sonra ekonomik istikrar gelir, arkasından sosyal istikrarla bu halka tamamlanır. Hamdolsun 3 Kasım 2002’de AK PARTİ’nin iktidara gelmesiyle milletimizin hasretle beklediği istikrar ortamı sağlanmıştır, hatta bu sekiz yıllık icraatın sonunda Türkiye bambaşka bir noktaya gelmiştir. Bugün Avrupa Birliği için Almanya neyse, bu coğrafya için Türkiye de odur. Biz bu coğrafyada güçlü olmak zorundayız, güçlü olmanın temel şartı da istikrardır. Bugün dünyanın 17’nci büyük ekonomisi olan Türkiye, bir krizler ülkesi değil huzur ve istikrar ülkesidir. Türkiye, bugün bir demokratik istikrar adası olarak sadece siyasi gücüyle değil, gelişen, büyüyen ekonomik imkânlarıyla dünyadaki en önemli cazibe merkezlerinden birisi olmuştur. Düne kadar başarı grafiklerini, gelişmişlik seviyelerini imrenerek izlediğimiz ülkeler tsunami gibi üzerlerine gelen küresel krizle boğuşurken, Türkiye bugün dimdik ayaktadır. Bir büyük küresel felaket karşısında bile sendelemeden, tökezlemeden güçlenen ülkemizin bu başarısından hepimiz gurur duymalıyız.

Maalesef, Türkiye bu istikrar döneminden önce âdeta bir krizler ülkesiydi. Türkiye, yıllarca enerjisini enflasyona, faize, kurlara, kamu borçlarına sarf ederek tüketmiştir, bu sorunları bir türlü çözemeyerek zamanını heba etmiştir, bu sorunlarla hep uğraşmış ve bu sorunların da esiri olmuştur.

Geçmişte bu kürsüde yapılan bütçe konuşmalarını şöyle bir taradığımda görüyorum ki, hep kamu açıkları, kamu borçları, enflasyon ve faiz konuşulmuş, anarşi ve terör de cabası. Hortumlar, yağmalar, kıtlıklar, ek bütçeler, yüz günlük, beş yüz günlük programlar, başarısızlığa mahkûm stand-by anlaşmaları, erken seçimler, maalesef, bunlar hafızalarımızdan hâlâ silinmiş değil.

Bir örnek vereyim: Rahmetli Özal Başbakan sıfatıyla 1988 yılı bütçesini sunarken “Yüzde 60’larda olan enflasyonun gelecek dönemlerde ineceğini hep beraber göreceğiz.” diye Genel Kurula hitap etmiş. Fakat, aradan geçen sadece dört yıl sonra, Sayın Demirel o günün Başbakanı sıfatıyla yaptığı bütçe konuşmasında ülkeyi yüzde 71 enflasyonla devralmaktan yakınıyor. Demirel de Hükûmeti devrederken enflasyon hangi oranlardadır varın tahmin edin; yüzde 70’ler civarında.

Evet, böylesine bir temel sorunu da, diğer meselelerde olduğu gibi, çözmek AK PARTİ iktidarlarına, bizim hükûmetlerimize nasip oldu.

Uzun yıllar boyunca bizim yaşadığımız bu olumsuzlukları şimdi dünyanın gelişmiş ülkeleri farklı şekillerde yaşıyor. Eğer ülkenizi dünyadaki durumu dikkate almadan değerlendirirseniz ne dünyayı ne de ülkenizi doğru anlamış olursunuz. “Bize ne dünyadan?” diyemeyiz.

Bakın, komşumuz Yunanistan: Kamu çalışanlarının ikramiyeleri kesildi, maaşlara yapılacak zamlar donduruldu, kamuda çalışanların sayısı azaltılıyor, vergiler artıyor, emeklilik yaşı yükseliyor, kamu yatırımları erteleniyor.

Fransa: Kamu çalışanlarının maaşlarında kesintiye gidildi, kamu çalışanlarının sayısı üç yıl içinde 100 kişi azaltılacak.

İngiltere’ye bakalım: Kamu çalışanlarının maaşları donduruldu, kamu çalışanlarının sayısı önümüzdeki yıllarda 500 bin kişiye kadar azaltılacak; çocuk yardımı azaltıldı, gösteriler devam ediyor.

İrlanda ise ekonomik olarak çökmüş vaziyette. IMF ve Avrupa Birliği ortaklaşa 85 milyar avro yardım yaptı, buna rağmen ülkenin ne olacağı belli değil.

İrlanda, çok yüksek ülke borcundan dolayı Avrupa Birliğine âdeta bir Arjantin sendromu yaşatıyor. Biliyorsunuz 2002 yılında, 2001 yılında, o zamanlar üçlü koalisyon döneminde “Acaba Türkiye, Arjantin olur mu?” diye tartışılırdı, konuşulurdu.

Evet, dünyada durum bu. Verdiğimiz örnekler ne kadar da Türkiye’nin eski dönemlerini hatırlatıyor. Şimdi Avrupa ülkeleri de benzer durumda.

Bu kriz sonucunda dünya ekonomisi binde 6 oranında küçülmüş vaziyette. Fakat bu sizi yanıltmasın, gelişmiş ülkeler yüzde 3,2 oranında küçüldü. Büyük ekonomileri örnek verirsek; Almanya yüzde 5, Japonya yüzde 5,2; Rusya 7,9 oranında küçülmüş vaziyette; başka sorunlarla da uğraşıyorlar; kur meseleleri, sosyal sorunları gittikçe artıyor.

Evet, Türkiye’nin daha da kötü durumlara düşeceğini zanneden, bu kriz ortamında, felaket tellallarının kötümser senaryoları ellerinde kalmıştır. Ekonomik krizden Türkiye için bir çöküş bekleyenler mahcup olmuştur. Ekonomik krizin siyasi istikrarı bozmasını bekleyenler hayal kırıklığına uğramıştır. Az önce örneğini verdiğim ülkeler krizin altında kalarak havlu atarken, Türkiye sapasağlam durmuş, geriye doğru değil ileriye doğru hamle yapmıştır. Bu süreçte Amerika bile “1929 dünya buhranına geri mi dönüyoruz?” diye panik yaşamış, Almanya Başbakanı Merkel “Avrodan çıkabiliriz.” diyecek bir noktaya gelmiştir. Bu arada, şimdiye kadar Amerika’da 314 tane bankanın battığını da hatırlatmak isterim.

Türkiye, böyle büyük bir felaketi kazasız belasız atlattıysa öncelikle siyasi vizyonuna bakacaksınız. Sağlam bir siyasi irade, dünyayı iyi okuyan, ülkemizin gücünü, imkânları başta olmak üzere dünyaya doğru hissettiren bir Hükûmet işbaşında olmasaydı kim bilir şimdi hangi uçurumdan yuvarlanmış olacaktık.

Değerli arkadaşlarım, krizi iyi yönetmek başlı başına bir marifettir. Eski dönemler devam etseydi böyle bir krizde yalvar yakar IMF’ye gidilirdi. IMF’den temin edilecek kaynağa göre tutum belirlenir, buna uygun reçetelerle yeni bir meçhule doğru ülke yol alırdı. Oysa bu sefer milletine inanan, milletinden güç alan bir Hükûmet önderliğinde kriz başarıyla yönetilmiştir. Bu krizde, IMF karşısında ilk kez kompleksiz bir duruş sergilenmiş, cumhuriyet tarihinde ilk defa bir başbakan, Başbakanımız, IMF’ye duracağı yeri göstermiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu krizde bu olmuştur. Bu, yüksek bir liderlik, siyasi bir kararlılık ve milletine duyulan güvenin sonucudur.

Evet, Türkiye krizi başarıyla yönetti. Önceki krizlerde yaşananların hiçbirisi bu krizde Türkiye’de yaşanmadı. Önceki krizlerde -hepimiz gayet iyi biliyoruz- kurlar fırlar, faizler zıplar, enflasyon artar, bankalar batar, paralar uçar, vergiler artırılır, yetmez, ek vergiler getirilir. Bütün bunlar sonucunda, öğrenilmiş bir çaresizlik olarak, en sonunda IMF’nin kapısına gidilirdi. Bu krizlerde bu olurdu.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Farklı bir şey söyle!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Evet, bu krizde de aynı şey oldu.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Farklı bir şey söyle! Sekiz senedir aynı gazeli okuyorsun.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – “IMF’siz olmaz, ekonomi batar, ülke batar, sosyal patlamalar yaşanır.” dediler.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sekiz senedir aynı şeyleri söylüyorsun.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – “Tek başınıza yapamazsınız, anlaşın.” dediler. Hatta, Merkez Bankasının ucuz döviz satması için lobi yapanlar bile oldu. Bunları hatırlatmak bizim görevimiz değerli arkadaşım.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Artık, kendinizi geliştirin, geliştirin.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – İsterseniz 2001 yılına gidelim. Merkez Bankasının o dönemde sattığı ucuz dövizlere gidelim isterseniz.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sekiz senedir iktidardasınız.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Nasıl satmış, nasıl olmuş?

BAŞKAN – Sayın Gedikli…

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – İsterseniz onlara kadar gidelim.

RECEP TANER (Aydın) – SEKA’ya gel, SEKA’ya gel.

BAŞKAN – Sayın Gedikli, lütfen kişisel…

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Daha sonra, o hükûmetin yapmış olduğu kanun değişikliklerine bir bakalım.

BAŞKAN – Kişisel münasebetler içine girmeyin.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Neler olmuş o dönemde?

BAŞKAN – Genel Kurula hitap edin Sayın Gedikli. Lütfen…

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Bunları ortaya koymadan, bu hesabı vermeden bu konuşmaları elbette yapamazsınız.

TUNCA TOSKAY (Antalya) – Dedikodu yapma!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Evet, dedikodu değil, bunlar sabit…

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…

TUNCA TOSKAY (Antalya) – Belge açıkla, belge!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Yargı kararları var, yapılan çalışmalar hakkında, o dönemde satılan dövizler hakkında, hepsi var. Yargı kararları mevcut.

RECEP TANER (Aydın) – Sekiz seneden beri iktidarsınız, ne yaptınız?

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Değiştirdiğiniz kanun da ortada, 4’üncü maddeyi nasıl değiştirdiğinizi de biliyoruz.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Hiçbir şeyden haberin yok.

BAŞKAN – Sayın Gedikli, lütfen, siz Genel Kurula hitap edin.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Evet, birçok ülke yatırım kısıtlamasına giderken, vergiler artarken biz yatırımları artırdık, vergileri azalttık, teşvik paketleri uyguladık.

Bu krizde farklı şeyler oldu değerli arkadaşlarım. Bakın, milletimiz bize güvendi, biz de milletimize güvendik. Bu küresel krizde, hem ülkemizin yeteneklerini hem de uluslararası piyasaları çok iyi okuduk. Bu değerlendirmelerin ışığında, yine, cumhuriyet tarihinde ilk kez bir başbakan krize teşhis koymuş, “Kriz bize teğet geçecek.” demiş ve haklı çıkmıştır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Buna var mı bir itirazınız? 94, 99, 2001 krizlerinde neler olduğunu gayet iyi biliyoruz. Krize teşhis bile koyamadınız, krizin altında kaldınız. Evet, biz bu krizde IMF’den borç almayı bırakın, 23,5 milyar dolardan 6 milyar dolara kadar IMF’ye olan borcu düşürdük.

RECEP TANER (Aydın) – Şu anda kaç?

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Sizlerin o dönemde IMF’ye yaptığınız borçları ödedik biz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Piyasalardan aldığınız borcu söyle.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Stand-by anlaşmalarını, hiçbirini neticelendiremediniz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Şu anda Türkiye'nin borcu ne kadar piyasalara?

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Tabii, bir taraftan bütün bunlar yaşandı.

RECEP TANER (Aydın) – Ezbere konuşuyorsun!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Evet, siz, tabii, muhalefet olarak bu duruşa alışkın değilsiniz, yapılanları anlamakta zorluk çektiniz ama anlamamanızı mazur görüyoruz, bu krizdeki anlayışsızlığınızı mazur görüyoruz.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Senede bir kere kürsüye çıkıyorsun, konuş, konuş; bırak laf atmayı ya!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Bakın, çünkü ilk kez bir Hükûmet gördünüz, böyle bir Hükûmeti gördünüz, ilk kez böyle bir Başbakan gördünüz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Türkiye'nin borcu ne kadar, onu söyle.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Evet, bu krizlerde farklı bir durum daha vardı. Türkiye’de daha önce yaşanan bütün krizlerin bedelini fakir fukaraya ödettiniz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Milleti kandırmaktan vazgeç.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Önceki dönemlerin yaptığı budur, bu hükûmetlerin yaptığı budur. Fırsatçılar servetlerine servet kattı.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Türkiye'nin borcunu söyle, borcunu.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Geleceğim acele etmeyin.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ne kadar Türkiye’nin borcu?

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Borçlara da geleceğim, sıcak paraya da geleceğim. Hiç endişe etmeyin, hepsini konuşacağız, hiç merak etmeyin.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Tefeciden borç aldınız.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Evet, siz fırsatçıların servetlerine servet kattırdınız.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ayıptır, milleti kandırıyorsun!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Stokçulara, dövize, faize oynayanlara paralar kazandırdınız, yaptığınız buydu.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Tefeciden aldığın borcu söyle.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) –‑ Bütün bu krizlerde ülkemizin…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Doğru konuşun, doğru!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Bu krizlerdeki ortaya çıkan sıkıntıların ateşini de fakir fukaraya söndürttünüz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – IMF’den borç almamış! Tefeciden borç alıyorsunuz.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Evet ama tamam, değerli arkadaşlarım, şimdi size hitap etmiyorum. Muhalefet olarak hararete gerek yok.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Türkiye'nin borcunu 1 trilyon dolara çıkardınız.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Onları da anlatacağım, hepsini anlatacağım.

Bu noktada bir üzüntümüzü de dile getirmek istiyorum. Bu krizde maalesef özel sektörümüz de sosyal sorumluluk anlayışı içinde hareket etmedi, edemedi; işçi çıkartma yoluna gittiler. Fakat daha sonra gördük ki birinci beş yüz, ikinci beş yüz büyük firma, maşallah 2009 yılında güzel kârlar yapmışlar, yapsınlar hiç gözümüz yok.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bankaların kârı ne kadar oldu, onu konuş, konuşsana bankaların kârını.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Kriz onları da teğet geçmiş, öyle göründü. İnşallah, bundan sonra aynı şeyi yaparlar ama biz onları da mazur görüyoruz. Çünkü bu krizi eski krizlerin kodlarıyla okudu özel sektörümüz maalesef ama eski dönemlerin hükûmeti de yoktu tabii.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ayıptır! Milleti aldatmaktan vazgeç.

RECEP TANER (Aydın) – Telekom’u kaça sattınız, Telekom’u?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Onu konuşun bakayım, Türkiye’yi nasıl yabancılara peşkeş çektiniz?

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – 2002’de çıkardığınız YPK kararlarını burada açıklarız. (MHP sıralarından gürültüler)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Açıkla, açıkla!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Neleri özelleştirdiniz, onlara bakarız. Bizden çok daha fazlasını yaptınız.

BAŞKAN – Sayın Gedikli, lütfen karşılıklı konuşmaya mahal vermeyin, siz Genel Kurula hitap edin.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, ülkemiz 2009’un son çeyreğinden itibaren hızla büyümeye başlamış, en hızlı büyüyen ekonomilerden biri olmuştur. (MHP sıralarından gürültüler)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yolsuzlukları nerelere taşıdınız?

RECEP TANER (Aydın) – Demagoji yapıyorsun!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Dinleyin, lütfen dinleyin.

Türkiye, dünyada en hızlı büyüyen ekonomilerden birisidir şu anda.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ayıptır, ayıptır!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – 2010 yılının ikinci çeyreğinde -bakın iyi dinleyin- 2010 yılı birinci çeyreğinde 11,3; ikinci çeyrekte 10,3; üçüncü çeyrekte yüzde 5,5; dokuz aylık ortalamayı veriyorum, yüzde 8,9 oranında bir büyüme gerçekleştirerek tarihî bir başarıya imza attık. Buraları dinleyin.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Geçen sene yüzde kaç küçüldü?

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Üç aylık dönem bakın yüzde 8,9. Bakın, bu büyümeyi, 8,9’luk büyümeyi “Kriz Türkiye’yi teğet geçmedi.” diyenlerin kulağına küpe olarak takıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Geçen seneyi de söyle, geçen seneyi.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Evet, krizle beraber birçok ülkenin de bütçe dengeleri altüst oldu, ciddi finansman sorunları ortaya çıktı. Amerika’da yüzde 93, Avrupa’da yüzde 85 -bakın, kamu borç oranlarını veriyorum- Türkiye’de yüzde 43.

Evet, bütçe dengesinde de yine başarılı bir performans ortada var. Başka oranlar vereyim: Amerika’da yüzde 11,1; avro bölgesinde yüzde 6,5 bütçe açığı var ortalama olarak. Bizde ise, demin değerli arkadaşlarım söyledi, 2010 yılında yüzde 4’ün bile altına inecek şekilde bir hedef tespit ettik. Evet, bu da gösteriyor ki, aslında Avrupa Birliği eğer bizi almış olsaydı ekonomik göstergeleri de düzelmiş olacaktı. Öyle görünüyor.

Evet, bütçe açığı: Tabii, 2009 yılında verilen bütçe açığı çok eleştirildiği için biraz ondan bahsetmemizde fayda var. Bu dönemde verilen açık, bir acziyetin sonunda verilen bir açık değildir değerli arkadaşlarım, kriz dolayısıyla alınmış olan tedbirlerin getirmiş olduğu bir açıktır.

ŞENOL BAL (İzmir) – Hani teğet geçmişti kriz?

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Bu dönemde vergiler indirilmiştir, vergiler azaltılmıştır. Daha önceki krizlerde ise vergiler getirilmiştir. (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen yerinizden söz atmayın.

Sayın Gedikli, siz de Genel Kurula hitap edin.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Bakın, hatta ne enteresan vergiler, literatürde olmayan vergiler getirildi: Net aktif vergisi, ekonomik denge vergisi. Hiç duydunuz mu böyle vergileri? Bunları getirdiler koydular. Ama şimdi, biz, bu krizde bile vergileri aşağıya doğru çektik; KDV’ler, ÖTV’ler, daha önce kurumlar vergisi ve bunların maliyetleri 4,8 milyar lira oldu.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Hariri’nin vergisini düşürdünüz Türk Telekom’u sattıktan sonra.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – İşsizlik sigortası kapsamında -çok aktif bir şekilde çalıştığı için söylüyorum- 3,6 milyar lira da ödeme yapıldı.

Bu tabii, stratejik bir yaklaşım, bütçe açığı vermek maliye politikasının bir gereği; kendi kendine olmuyor, bir irade sonucu ortaya çıkıyor.

Evet, biz popülizm de yapmadık bu dönemde. Öyle suçlamalara maalesef maruz kaldık: “Popülizm yapıyorsunuz.” Popülizm yapmadık.

Bizim iktidar döneminde hiçbir zaman, 2009 hariç -onu da anlattım- bütçe açığı hedefleri şaşmamıştır değerli arkadaşlarım. Eğer öyle olsaydı 2007 yılı seçim ve referandum yılıydı, popülizmi o yıl yapardık herhâlde.

ŞENOL BAL (İzmir) – Yapmadınız mı?

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Orada da bütçe açığı beklenen hedefin altında kaldı. Rakamları da vereyim: 16,8 milyar lira hedeflemişiz, 13,7 milyar olarak gerçekleşmiş; ortada.

Evet, bu popülizme zaten ihtiyaç duymuyoruz. Ama 3 Kasımdan önce yapılan popülizmleri de tabii çok iyi biliyoruz. Keşke vakit olsa da bunları anlatsam, o dönem yapılan yağmaları anlatsak.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Hadi canım sen de! Ne biliyorsan söyle.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Banka hortumlamalarını anlatsak.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Söylesene…

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Teşvik yağmalarını anlatsak.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Söyle… Söyle…

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Banker yağmalarını bir anlatsak.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Mal varlığını açıkla, hadi!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Tasarruf bonoları hikâyelerini bir anlatsak. Neler görürsünüz orada, neler.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Hadi açıkla! Hükûmetin mal varlığını açıkla!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Evet, 85-95 arasında, sadece 85-95 arasında 17 milyar dolar teşvik yağması yapılmıştır bu ülkede. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunları biz biliyoruz. İsterseniz o yıllara inelim.

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Açıkla! Açıkla hadi!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Aa, 3 Kasımdan öncesinde “popülizm” demekle hata yaptım tabii, lütuf oldu bu “yağma” dememiz lazımdı “yağma”, ne popülizmi?

RECEP TANER (Aydın) – Yağmanın daniskasını siz yaptınız.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, 2011 yılı bütçesinin önemli özellikleri var. Bütçemiz, ülkemizin sorunlarını daha da hafifletecek olan bir hizmet bütçesidir, bir sosyal bütçedir, halkımıza refahı yansıtan bir bütçedir. Bir kere, biz bütçemizi ağır faiz yükünden kurtardık. Bakın, 2002 yılında faiz bütçe içerisinde ne kadar yer tutuyordu? Yüzde 43. Düşünebiliyor musunuz, bütçenin yüzde 43’ü faize gidiyor. Böyle bir bütçeyle hangi hizmetleri üreteceksiniz? Hizmet üretebilir misiniz, mümkün mü böyle bir şey? Peki şimdi ne kadar gidiyor? Yüzde 15,2’si. İşte bakın, yaptığımız hizmetlerin kaynağı bu değerli arkadaşlarım. Faizi azaltırsanız bu hizmetleri yaparsınız.

MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Hariri’den bahsetsene…

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Vergi olarak oran vereyim isterseniz:100 liralık vergi gelirinin 85 lirası faize gidiyordu 2002 yılında. Şimdi ne kadarı gidiyor? 20,5 lirası. Bu hesapları iyi yapın.

Bakın, bu yüzde 43 oranı devam etseydi, ülkemiz yine krizler, kaoslar ülkesi olsaydı, yani bütçenin yüzde 43’ü faize gitseydi şu anda ne kadar faiz ödüyor olacaktık dersiniz? 185 milyar lira. Peki, bizim koyduğumuz rakam ne? 47,5 milyar lira. Aradaki fark 87,5 milyar. 58 milyar dolara denk geliyor. Bakın, 58 milyar dolar faizden alınıp diğer personel gibi, yatırımlar gibi, sağlığa, esnafımıza, sosyal güvenliğe, çiftçimize, KÖYDES’e, BELDES’e gidiyor bütün bu rakamlar. İşte iktidar olmak budur, yönetmek budur, hükûmet olmak budur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

Ha, burada demin “Hortumlama” dediniz; 46 milyar dolar TMSF’nin resmî belgelerinde var, açın bakın. 46 milyar dolar bankalarda hortumlanmış. Peki, 46 milyar dolarla biz neler yapardık biliyor musunuz? Bakın, bir GAP’ın maliyeti 32 milyar dolar. Biliyor musun 32 milyar dolar olduğunu? 1,5 tane GAP yapılırmış demek ki. Peki, Atatürk Barajı’nın maliyeti nedir? 4 milyar dolar. Muharrem Bey kaç tane yapılırmış Atatürk Barajı, hesabı yaptın mı? (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Ben şimdi cevap vermiyorum.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – 4 milyar dolar…

BAŞKAN – Sayın Gedikli, böyle karşılıklı isim vererek konuşmak hiç uygun değil, lütfen Genel Kurula hitap edin siz.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Hayır, söz atıyor Sayın Başkanım, söz atıldığı için öyle söylüyorum. Söz attığınız için söylüyorum.

12 tane baraj yapılırmış. Bakın, bir otoyolun kilometre maliyetini veriyorum; 6 milyon dolar. Kaç kilometre yol yapılırmış? 7.700 kilometre otoyol yapılırmış bu ülkede, bu paralar hortumlanmasaydı. Peki, 1 kişiye iş bulmanın maliyeti nedir? 150 bin dolar. 150 bin dolar… 46 milyar dolarla 300 bin kişiye iş bulabilirdik değerli arkadaşlarım, 300 bin kişiye iş. İşsizlik meselesini kökünden hallederdik.

Ha, bir de şöyle bir eleştiri var, deniliyor ki: “Efendim, bu bütçedeki iyileşmeler, faizler düştü ama bunlar halkın refahına yansıyor mu? Halkın refahına yansımıyor.” Yansımaz olur mu; bakın, kişi başına tüketim, kişi başına yatırım, bu rakamları hesapladığınız zaman yansıdığını gayet iyi görürsünüz. 2002’de neydi, 2009’da ne oldu, 2010 ve 2011’de ne olacak? Kişi başına yatırımı ve tüketimi reel olarak hesaplarsanız, refaha yansıdığını görürsünüz.

Haa, kişi başına borcu da hesaplayalım, borçlar ne olmuş? Çünkü aktif-pasif, ikisini beraber ele almak lazım. Borçlar artmış ama karşılığında varlıklar ne olmuş, aktif ne olmuş? Bilanço olarak bakacaksınız. Nominal olarak şuradan şuraya gelmiş, reel söyleyeceksiniz reel, nominal olmaz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Türkiye'nin satmadık nesini bıraktınız?

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Bakın, reel olarak yatırım tutarını veriyorum: 2002’de 719 lira, 2009’da 2.280 lira, 2010’da 2.857 lira, 2011’i vermiyorum, onu da gerçekleştiği zaman veririz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Milletin gözünün içine baka baka doğruları söylemiyorsun!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Reel artışlar ne kişi başına? 2002’den 2009’a yüzde 87 değerli arkadaşlarım. 2010’a yüzde 123. Reel artış bunlar, enflasyondan arındırılmış rakamları veriyorum.

Kişi başına düşen faiz harcamasını da hesapladım. Yani 1 kişinin ödemesi gereken, eğer ödenmesi gerekseydi, faiz tutarı ne olurdu diye baktık, 2002’de 1.028 lira 1 kişinin ödemesi gereken faiz. 2009’da 2.991 lira olmuş. Evet, nominal olarak artmış ama reel olarak azalmış. Ne kadar azalmış? Yüzde 51 azalmış değerli arkadaşlarım, reel olarak yüzde 51 azalma var.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Nasıl azaldı?

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Borç tutarı da aynı şekilde, borç da nominal olarak artmıştır ama reel olarak azalmıştır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Vatandaşın borcu ne kadar olmuş Sayın Gedikli?

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Bakın, çok konuşulduğu için vereyim, 2002’de 3.262 lira kişi başına düşen borç miktarı, 2009’da 4.309 lira, 2010’da 4.305 lira, bu da reel olarak yüzde 22 azalışı 2009 yılı itibarıyla gösteriyor. Yani borçlarımız reel olarak azalmış değerli arkadaşlarım.

Fert başına yoksulluk rakamlarına baktığımız zaman gelir dağılımının düzeldiğini de rahatlıkla görebiliriz. Mesela kişi başı günlük 4,3 dolar ve altında geliri olanlar, 2002 yılında yüzde 30,3 -burayı iyi dinleyin- 2008 yılında bu oran yüzde 6,8’lere inmiş. Bakın, 2000 yılında yüzde 30,3; yoksulların oranını veriyorum size. Nereden nereye gelmişiz.

Tamam, elbette yoksulluğu tamamıyla yok etmiş değiliz. Bu bir mücadele, bir süreç, inşallah bunu tamamıyla da çözeceğiz tabii.

Değerli arkadaşlarım, bakın, biz sosyal devleti de daha güçlü bir şekilde geliştiriyoruz. Şöyle bir dışarı çıkın, gelişmelere bakın. Dışarıda birçok şey olup bitiyor, bunlara iyi bakın. 112 Acil Servis hizmetlerine bakın, ambulans helikopterlere bakın, mobil sağlık hizmetlerine, aile hekimliği uygulamalarına bakın. Artık günümüzde hastalar ambulanslarla sağlık hizmetlerinin yapılacağı yere ücretsiz taşınıyor, ücretsiz. Örneğin, bakın, geçende bir arkadaşımdan dinledim, karaciğer naklî için Samsun’dan Malatya’ya helikopter ambulansla hasta naklediliyor, tedavisi yapılıyor, tekrar Samsun’a götürülüyor.

ŞENOL BAL (İzmir) – Görgüsüzlük yapmayın!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Eğer ihtiyacı varsa, evde bakımı için de kendisine maaş ödeniyor. İşte böyle bir Türkiye’de yaşıyoruz şimdi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bunların hepsi Türkiye’de oldu mu? Oldu. Hastanede kuyruklar bitti mi? Bitti. İlaç fiyatları yüzde 1 ila yüzde 80 arasında düştü mü? Düştü. On sekiz yaşın altında herkes bedava sağlık hizmeti alıyor mu? Alıyor. İlk ve ortaöğretimde öğrencilerimize kitaplar artık ücretsiz dağıtılıyor mu? Dağıtılıyor. Yardıma muhtaç kimselere aylık bağlanıyor mu? Bağlanıyor. Bunların hepsi refah göstergeleri değerli arkadaşlarım, işte refah böyle artmış, refahın dağılımı düzelmiş. Bunun neyine itiraz ediyorsunuz?

Bakın, daha geçtiğimiz mart ayında -Allah bir kere daha vermesin- Elâzığ’da bir deprem oldu, kasım ayında Sayın Başbakanımız konutlarını teslim etti, biz de oradaydık, Elâzığ’da. Bu teslimler yapılmıştır altı ay içerisinde. Geçmişe gitmiyorum şimdi!

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Geçmişten bugüne gelemedin ki zaten!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Türkiye değişiyor, yaşam kolaylaşıyor, Türkiye artık kolaylıklar ülkesi oluyor. Emekli aylığı bağlama işlemleri, en basit, altı yedi ay sürerdi, Ankara’ya gelirdi herkes. Şimdi, bulunduğu yerden, bir ay içerisinde, bir aya kalmadan emekli aylığı bağlanıyor. İçinizde emekli olanlar zaten görmüştür.

Yatırımlar: 2011 bütçesi yatırım bakımından ne getiriyor değerli arkadaşlarım, bir de bunu görelim. Elimizde 2.425 adet yatırım projesi var bizim. Bunlar değişik sektörlerde: Haberleşme, ulaştırma, enerji, sağlık, eğitim, konut, turizm gibi sektörler. Bu projelerin toplam tutarı 273 milyar lira. Bugüne kadar 118 milyar liralık bir harcama zaten yapılmış vaziyette, dolayısıyla geriye 155 milyar liralık bir harcama kalmış. Bu harcama -en son konulan ödeneğe göre söylüyorum- o ödeneğe göre devam etse bile ortalama dört buçuk yıl içerisinde bütün bu projeler bitirilecek değerli arkadaşlarım; kaynakları hazır, dört buçuk yıl, neredeyse bir seçim dönemine denk.

Bakın, eskiden onlarca yıl yatırımlar bitmezdi, temeller atılırdı, ortada kalırdı, kurdeleler bir türlü kesilemezdi. Karadeniz otoyolu örneğini herkes çok iyi hatırlıyordur, bitmeyen birçok barajlar var, hepimiz bunları gayet iyi biliyoruz. Bir tane meşhur İnebolu Limanı var Osmanlı döneminden kalma, onu bile biz geldik bitirdik; yüz yirmi altı yaşındaydı.

Peki, esnafa, çiftçiye, reel kesime bu bütçeden ne düşüyor acaba; esnafımıza, çiftçimize ne veriyoruz, bir de ona bakalım.

Bakın, tarım kesimine verdiğimiz destekler 2010’da 8,3 milyar liraymış, 2011’de 9,8 milyar liraya çıkmış. Bu da yüzde 17,6’lık bir artış. Reel kesime verdiğimiz destekler -esnafımız da içindedir- 5,8 milyardan 2011’de 7,3 milyar liraya çıkmış. Yüzde 24,9’luk bir artışa tekabül ediyor.

Evet, sadece destek vermiyoruz tabii, bütçeden verilen destekler başka, bir de bankalardan verilen krediler var biliyorsunuz esnafımıza ve çiftçimize. Peki, bunlar ne durumda? Ziraat Bankasının tarımsal kredileri: 2002’de kullandırılan kredi tutarı -artık baz yıl tabii 2002- 227 milyon 788 bin lira civarında ama 2010’da bu rakamlar 11,5 milyar liraya yükselmiş değerli arkadaşlarım, 50 kat artmış, 50 kat.

SÜLEYMAN TURAN ÇİRKİN (Hatay) – Yani borcunu da artırmışsınız çiftçinin.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Peki, faizler ne? Faizler o zaman uçuyor tabii, yüzde 50’ler civarında. Tabii, bununla da iş kalmıyor, 2010’da faizler nedir diye baktığımızda da şu anda yüzde 0 ila 9,75 arasında çiftçimize kredi uygulanıyor. Rakam bu.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Hacizli çiftçileri de söyle!

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Tarım kredi kooperatiflerinde de durum aynı. Bugün 2002’de kullanılan rakam 302 milyon lira, bugün 2 milyar 250 milyon. Bakın, aradaki farka bakın, yani faizler gene yüzde 0 ila 9,75.

Evet, esnafımıza verilen kredilerde de benzer, Halk Bankasında da aşağı yukarı 22 kata yakın bir artış olmuş.

Bir de konut kredisi olarak bakın değerli arkadaşlarım. Şimdi, 2002’de, bir aile reisi düşünün, konut sahibi olmak istiyor, bankaya gitmiş. Aylık faiz oranı ne? Hatırlayabilen var mı, merak ediyorum, 3,6 aylık faiz oranı. Şimdi, bu faiz oranıyla bu aile reisi konut sahibi olabilir mi, faiziyle bu kredileri geri ödeyebilir mi? Bugün gittiğinde karşılaştığı faiz oranı ne? 0,8-0,9. İşte, bu insanların nasıl konut sahibi olduğunu öğrenmiş oluyorsunuz.

Evet, değerli arkadaşlarım, tabii, söyleyeceğimiz çok şey var ama sıcak parayla ilgili olsun, cari açıkla ilgili olsun, borçlarla alakalı olsun, fakat vaktimizin yettiği nispette tabii ben bunları size açıklamak isterim. En çok da borç konusuna değinildiği için ona birkaç cümleyle değineyim. İşte, “Borçları 2 katına çıkardınız.” Böyle bir şey var. Bakın, bu rakamları dikkatle dinleyelim, fayda var. 2003 ila 2010 arasında ödediğimiz borç tutarı 1 trilyon 324 milyar lira. Borçlandığımız rakam ise 1 trilyon 114 milyar lira. Borçlandığımız rakam 1 trilyon 114 milyar, tekrar söylüyorum. Yani ödediğimizden daha az borçlanmışız. 2002’den önce ödediğimizden çok daha fazlasını borç olarak alıyorduk. İşte bütçe de bunun için batıyordu değerli arkadaşlarım. 210 milyar lira tasarruf edilmiş. Peki, bu nereden yapılmış? 140 milyar dolar ediyor. Daha iyi anlaşılması bakımından söylüyorum. Yıllık ortalama 17,5 milyar dolar ekstra bir tasarruf yapmışız ve borç ödemeye gitmiş bu kaynak. Yani faiz dışı fazla gibi veya özelleştirme gelirleri gibi kaynaklar buralara sarf edilmiş.

Şimdi, bu rakamları tabii reel olarak verdiğimizde de toplam borç rakamının, 2002’yi, 2003’ü baz olarak aldığımızda 265 milyar lira. 2003’te sabit fiyatlarla toplam borç stokunu veriyorum, 265 milyar.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – 221 milyar.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – 2010’da ise 252 milyar. Bakın, 265’ten 252 milyar liraya düşmüş. Yani borcumuz bizim reel olarak yüzde 5 azalmış. Nominal değil değerli arkadaşlarım, nominal bir şey ifade etmez, reel bakacaksınız. Borçla ilgili durum bu. (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen… Yerinizden söz atmayın. Biraz sonra sizin sözcünüz de, Genel Başkanınız da çıkacak, o da hitap edecek. Lütfen…

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Şimdi “sıcak para” diyoruz. Değerli arkadaşlar, birincisi, sıcak para iyi yönetilen ülkeye gelir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Gedikli, otuz dakikalık süreniz doldu. Size de iki dakika ek süre veriyorum, lütfen konuşmanızı tamamlayın.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Peki, değerli arkadaşlarım, geçen sene bütçe görüşmeleri sırasında muhalefet ne söylemiş, ne gerçekleşmiş, bunlara değinerek sözlerimi bitirmek istiyorum.

Geçen sene bu kürsüden yapılan konuşmalardan size bazı pasajlar vereceğim.

Değerli arkadaşlarım, gene aynı şekilde “AK PARTİ İktidarı -tabii o AKP demiş de- AKP döneminde sürekli artan işsizlik önümüzdeki dönemde yüzde 14 bandına oturacaktır, daha da yükselecektir.” Tarih 14/12/2009.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Tabii…

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Endişe etmeyin Sayın Şandır, sizin sözünüz değil, konuşan Sayın Baykal.

İşsizlik şu anda hangi noktada değerli arkadaşlarım? Yüzde 11’ler seviyesine inmiş vaziyette.

Sayın Başbakanımız bu yılın başında, yüzde 16’yken işsizlik oranı “Yüzde 10’lara doğru birkaç ay içerisinde işsizlik oranı inecek.” dediğinde hiçbiriniz inanmadınız. İndi mi? İndi. Yani o hedef de tuttu. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

ŞENOL BAL (İzmir) – Nerede indi? Senin çevrende inmiştir.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Bir başka pasaj daha okuyorum size: “Şimdi, 2010 yılı bütçesi bu hâliyle inandırıcı olmaktan uzaktır -2010 bütçesi konuşulduğu için- ve aynı zamanda yetersizdir. Bundan dolayı Türkiye ekonomisi önümüzdeki yılı daha büyük zorluklar içerisinde geçirecek -2010 yılı kastediliyor- milletimiz adına umut verici gelişmeler yaşanmayacaktır. AK PARTİ İktidarıyla, gelecek yıl da şimdiden kaybedilmiş gözükmektedir. ‘Ne yapalım, dünyada da kriz var.’ diyen bakış açısıyla Hükûmet teslimiyetçi tutumunu ekonomide de sürdürecektir.”

IMF’yle anlaşma yapmadık değerli arkadaşlarım. IMF’ye “Sen şöyle bekle.” dedik, IMF’den para almadan bu krizi yönettik.

Tarih 14/12/2009. Konuşan Sayın Bahçeli. Yorum yok. Bir başka pasaj daha okuyorum: “Şimdi, yüzde 18,2.” (MHP sıralarından gürültüler)

MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – 40 milyar dolar nerede?

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Dinleyin.

“Eğer inanabilirsek, inanırsak bu yüzde 18,2’lik gelir artışı iki tane şeyi ifade eder. Biri, ya 1 Ocak 2010 yani bundan beş gün sonra…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Gedikli, ek süreniz de doldu efendim.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sadece Genel Kurulu selamlayabilmeniz için mikrofonu tekrar açıyorum. Lütfen konuşmanızı tamamlayın ve Genel Kurulu selamlayın.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Konuşsun, konuşsun Sayın Başkan, çok yararlanıyoruz, devam etsin.

BÜLENT GEDİKLİ (Devamla) – “…1 Ocak 2010 tarihinden itibaren yağmurdan boşalırmış gibi, gökyüzünden taş yağıyormuş gibi Türk halkının üzerine zam yağacaktır, vergi yağacaktır veya bu sadece bir komiklik olarak ifade edilebilecektir.” 25/12/2009, konuşan o günkü CHP sözcüsü. Tabii, bu Sayın Milletvekilimiz, öyle zannediyorum, yüzde 22 vergi artışı olduğunu 2010 yılında görmüştür, yüzde 18’i aşan bir orandır. Muhtemelen bu Sayın Milletvekilimiz, bürokrat olduğu dönemdeki zam ve vergi sağanaklarını hatırlıyor, öyle anlıyorum.

Sözlerimi bitirirken, bütçenin hazırlanmasında, başta Hükûmetimiz olmak üzere, Komisyon başkan ve üyelerine, bürokrat arkadaşlarımıza ve emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Bütçemizin tekrar hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Sayın Gedikli 85-95 arasında 17 milyar dolar teşvik yağması yapıldığını söyledi. O dönemlerdeki Bakanlar Kurulu üyelerinden Sayın Cemil Çiçek ve Sayın Abdülkadir Aksu’ya açıkça sataştı. Ben Sayın Cemil Çiçek’in kendini savunmasını istiyorum. Sataştığı kişi, o dönem eğer yağma varsa -Bakanlar Kurulunun üyesi- buna cevap vermelidir, kendisini savunmalıdır, bu sataşmaya sessiz kalmamalıdır.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Efendim, siz niye başkası adına konuşuyorsunuz? O arkadaşlarımızın dili yok mu? İsterlerse, söz isterler konuşurlar.

Sayın Gedikli, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelere devam ediyoruz.

Şimdi, Barış ve Demokrasi Partisinde sıra. 2 arkadaşımız Barış ve Demokrasi Partisinin görüşlerini ifade edecekler.

İlk söz, Batman Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Ayla Akat Ata’ya aittir.

Sayın Ata, buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA AYLA AKAT ATA (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İlkel birikim dönemlerinden modern kapitalist dönemlere kadar geçen zaman diliminde toplumsal üretim ve paylaşım süreçlerinin her zaman bir kazananı bir de kaybedeni olmuştur. Bu tarihsel sürecin kazananları iktidar aygıtlarını ellerinde bulunduran küçük bir azınlık olurken kaybedenleri ise üretim süreçlerine en aktif biçimde katılan ve emeğiyle dünyadaki toplam maddi üretimi bugünkü muazzam noktaya getiren emekçi halklar olmuştur. Kâr hadlerini artırmak için her türlü siyasal, sosyal ve kültürel güç odaklarını devreye koyan bu sömürü sistemi, 21’inci yüzyılın başında bugün de etkin olan kendi kurumsal ağlarını ortaya çıkarmıştır ve bugün faaliyetlerini en üst aşamada sürdürmektedir. İşte tam da bu noktada 2011 bütçe görüşmelerinin başladığı bugün, AKP Hükûmeti şahsında yapacağımız eleştiri ve politika önerilerini bu ifade ettiğimiz olgulardan bağımsız ele alamayız. Güncel politik yaklaşımlara damgasını vuran anlayışlar hiç kuşkusuz ki bu tarihsel gelişmelerden bağımsız ve ideolojik tarafsızlık içerisinde cereyan edemez.

2007 yılından bu yana yani Demokratik Toplum Partisi olarak radikal demokrasi mücadelesinin Meclis çatısı altında başladığı günden bugüne kadar geçen süreçte, Türkiye halklarının temel hak ve özgürlükleri için mücadelemizi bütün baskı ve yıldırma politikalarına rağmen kararlılıkla sürdürdük. Şimdi ise katıldığımız bu üçüncü bütçe görüşmelerinde de geleneğimizden aldığımız güçle Barış ve Demokrasi Partisi olarak toplumun büyük bir kesimini oluşturan emekçilerin, yoksulların, gençlerin, kadınların, köylülerin, Alevilerin, Müslümanların, gayrimüslimlerin ve şu anki kurulu iktisadi politik düzen tarafından gerek AKP öncesi gerekse de AKP döneminde mağdur edilen kesimlerin sesini en üst perdeden duyurmaya ve hak mücadelesini bu temelde sürdürmeye devam edeceğimizi buradan bir kez daha vurgulamak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, sermayenin tarihsel olarak en büyük problemi, sürdürülebilir politikalar üretmek olmuştur. Kâr hırsıyla 1929 büyük buhrandan sonra kendisini sosyal devlet ve devletçi kalkınma modelleriyle 1970’lere kadar getiren küresel sistem, 1970’ler İngiltere’sinde yeniden sınırlamalara tabi olmayacağını ilan ederek sermaye önündeki engellerin kaldırılması için gerekli ültimatomları yerellere veriyordu. Artık bundan sonra dünyada hiçbir alan sermayenin etkisi dışında kalamayacak, sermaye zaman ve mekândan soyutlandıkça yereller de uluslararası kurumlar sayesinde bu mekanizmalara dâhil edileceklerdi. Bu kurumlar da kendi içlerinde yeniden organize edildi. IMF’e verilen yeni görev yerellerde kâr elde etmek için başı boş dolaşan sermayelerin önündeki engelleri kaldırmak olarak tanımlanırken, Dünya Bankasının misyonu da ulus ötesi şirketlerin girişini serbestleştiren ülkeleri kredi kolaylıklarıyla ödüllendirmek veya cezalandırmak olarak yeniden tanımlandı. Kapitalist sistem neoliberal ideolojik aygıtlarla yeniden örgütlenirken, sistemin yerellerdeki en büyük müttefikleri ise hükûmetler olacaktı. Yerellerde çoğu darbeler yoluyla kurulan hükûmetler sermayenin önündeki her türlü engeli kaldırmakla mükellef kılındılar. İşte, Türkiye’de ekonomik düzenin adı 1980 darbesiyle başlayıp, AKP eliyle devam ettirilen bu sermaye egemenliğidir.

Değerli milletvekilleri, 1980 sonrası köklü iktisadi değişimler Türkiye’de de uygulamaya konulurken, topluma ödetilen bedeller de bugün artık daha açık bir şekilde görülmektedir. Toplumsal muhalefet kesimlerine saldırıların arttığı, toplumun neredeyse bir bütün olarak cendereye alındığı bir dönemde halka büyük bedeller ödettirilirken, en büyük bedel de iktisadi alanda ortaya çıkmıştır. Dış borç stoklarında 200 katı bulan artışlar, cari açıkta meydana gelen büyük gedikler, toptan fiyatlara göre yüzde 30’ları bulan reel ücret kayıpları, sanayi ücretlerinde emeğin payının yüzde 55 oranında azalması… Bu verilerin hepsi 80 sonrası iktisadi politikaların temel göstergeleridir. Türkiye açısından “yoğun savaş yılları” diyebileceğimiz 90’lı dönemlerde dış borç artarak devam etmiş, cari açık sürdürülebilirliğini yitirmiş, borç stokları yüzde 400 oranında artış kaydetmiştir. 1984-1988 yılları arasında Türkiye’deki yabancı sermayenin gayrisafi millî hasılaya oranı 2,2 iken, bu oran 1993 yılına kadar artarak 3,3 oldu. 1994 kriziyle eksilerde kalan bu oran sürekli arttı ve 2001 kriziyle yeniden eksilere düştü. Ancak AKP’li dönem olarak nitelendirebileceğimiz 2002-2007 yılları arasında ise bu oran 9,8 gibi bir oranda tarihsel zirvesini yaptı. 2007‘nin sonlarında sinyal vermeye başlayan dünya ekonomisi 2008’de artık kendisini göstermeye başlayınca Türkiye’deki taşlar da yerinden oynadı.

IMF tarafından “Büyük Resesyon” olarak adlandırılan bu son ekonomik krizde de yine faturanın büyük bir kısmı yoksul ve emekçi kitlelerden çıkartıldı. Yabancı sermaye girişine bağımlı hâle getirilen iktisadi büyüme, sermayenin kriz dönemlerinde daha güvenilir alanlara çekilmesiyle yerini daralmalara bıraktı. İşsizlik arttı, yoksulluk katlandı. Çalışanların bu dönemde reel ücret kayıpları yüzde 30’ları aştı. Sermaye açısından kriz öncesi önlem maliyetleri kriz sonrası düzeltme maliyetlerinden daha yüksek olduğu için krizlere toplumsal yıkımlar pahasına müdahale edilmediği bilinmektedir. AKP de kriz döneminde kendisinden bekleneni yaptı ve bu dönemde herhangi bir önlem almadı. Halkın katlandığı acı fatura ise Hükûmetin umurunda olmadı.

İşsizlik bu dönemde, resmî veri bazında tarihsel zirve olan yüzde 16’ya kadar ulaştı. Yoksulluk, yine resmî veriler bazında yüzde 20’ye dayandı. İstihdamda kayıt dışılık yüzde 50’ye yaklaşırken genç işsizlik yüzde 25’lerin üzerine çıktı. Halkın büyük bir bölümü artık umudunu yitirdiği için iş gücünden çekilmek zorunda kaldı.

Yine bu dönemde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun verilerine göre Türkiye’deki bankalar 2009 Ağustos itibarıyla kârlarını yüzde 4,8 oranında artırarak 15 milyar liralık kâr açıkladılar. Bankaların 2010 yılı kârları da şimdiden milyon liralarla ifade edilmeye başlandı. Kriz dönemlerinde zordaki işletmelere kredi musluklarını kısarak krizden etkilenmemeye çalışan bankalar, krizin tüm yükünü halkın üzerine yıktı ve halk yoksulluk içindeyken bunlar devasa kârlar elde ettiler. Bu duruma müdahale etmeyen Hükûmet, toplumsal tepkileri ise Başbakanın bankalara yönelik birkaç içi boş göstermelik tehdidiyle geçiştirdi.

Yine, 1986 yılında başlayan kamuya ait işletmeleri özelleştirme, daha doğrusu sermaye gruplarına peşkeş çekme politikası sonucu yaklaşık 40 milyar liralık özelleştirme gerçekleşti. Özellikle Kürt sorunundan kaynaklı otuz yıllık savaşın finansmanı için yatırım maliyetleri kısılarak etkisizleştirilen KİT’ler bugün “Kâr etmiyor.” diye kelepir fiyatlara yandaş sermayelere verilmektedir. Başta Türk Telekom, TÜPRAŞ, ERDEMİR, PETKİM ve Tekel olmak üzere çok sayıda kuruluş AKP döneminde özelleştirildi. AKP Hükûmeti yirmi dört yıllık özelleştirmelerin yüzde 77,6’sını yaparak 30 milyar 750 milyonluk özelleştirme gelirleriyle borç ödemesi gerçekleştirdi. Bu rakamlara dâhil olmayan son bir yıllık özelleştirmeler de işin cabası.

Değerli milletvekilleri, günümüzde finans kapitalin en önemli dayatmalarından biri olan cari açıkla büyüme modeli ekonomilerin en temel sorununu oluşturmaktadır. Ülkemiz cari açığın gayrisafi millî hasılaya oranında 1984’ten günümüze olan süreçte en tepe noktasını 2002-2007 yılları arasında yani AKP’li yıllarda yaşamıştır. Bu dönemin ortalaması diğer yılların en üst noktasına ulaşarak eksi 5,8 olarak gerçekleşmiştir. 2008’de ise bu oran eksi 6 olarak gerçekleşmiş, 2009’da da cari açık artarak devam etmiştir. 2010 yılı Ocak-Ekim dönemi cari açığı bir önceki yılın aynı dönemine göre tam yüzde 288 artış kaydetmiş, yıl sonu gerçekleşmelerinde ise rekor bir cari açık beklentisi mevcuttur.

Sıcak paraya bu kadar bağımlı hâle gelen ekonomiler yüksek kırılganlıklar arz etmektedir. Türkiye’de de sıcak para girişlerinin yoğun olduğu dönemlerde büyüme oranları görece yüksek bir noktadayken kriz dönemlerinde sıcak para çıkışıyla büyük iktisadi daralmalar yaşanmıştır.

Yine, cari açığa dayalı büyüme modellerine geçilen 80’li yıllardan günümüze Türkiye tarihinin en düşük büyüme oranları yakalanmıştır. Örneğin, kesintisiz IMF ve dolayısıyla yüksek cari açığı verilen yıllar olan 98-2007 arası 3,6’lık ortalama büyüme oranıyla cumhuriyet tarihinin ortalama büyüme oranı olan yüzde 4,9’luk büyümenin gerisine düşülmüştür. 2009 krizinde de yüzde 7,8 oranında daralan Türkiye ekonomisi, 2010 yılına sıcak para girişleriyle yeniden yüksek cari açık pahasına belli oranlarda büyüme kaydetmiştir. Ancak her ne kadar Hükûmet krizin etkilerinin aşıldığını ifade etse de işsizlik ve yoksulluk göstergeleri kriz öncesinin üstünde kalmaya devam etmektedir. İş ve aş üretmeyen iktisadi büyümeler yine sadece toplumun en zenginlerinin işine yaramaktadır. Son ekonomik verilere göre 2010’un üçüncü çeyreğinde beklentilerin altında büyüyen Türkiye ekonomisi yüzde 5,5 büyümesine karşı, işsizlik ve yoksulluk yüksek, halkın gıda harcamaları düzeyi ise yine geri noktalarda kalmıştır. Tablo bu iken, yani dışa bağımlı, edilgen, kendi öznesi olmayan bir ekonomi yönetimi söz konusuyken, Hükûmet sadece piyasa ekonomisinin mağdurlarını baskılamakla uğraşmaktadır. Bugün üniversitelerde demokratik öğrencilere karşı geliştirilen polis teröründen işsizlik ve yoksulluk oranlarının varmış olduğu noktaya, en küçük hak taleplerinin zorla bastırılmasından esnek istihdam ve taşeronlaşmaların geldiği düzeye kadar birçok alanda muhalif duruşlara karşı AKP Hükûmetinin gösterdiği tahammülsüzlük, Hükûmetin gerçek amacını da ortaya koymaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1873 uzun bunalım ve 1929 büyük bunalım sonrasında dünya ekonomik sistemi kendisini hep yeniden rötuşlayarak yoluna devam etmiştir. 2007-2008 büyük resesyonunda ise dünya hâlen bir arayış içerisinde bulunmaktadır. Yüzde 0,6 oranında daralan dünya ekonomisi bugün hâlen diken üzerindedir. Avrupa’da zayıf halkaların krizi hâlen devam ederken başta Yunanistan olmak üzere İspanya, İtalya, İrlanda ve Portekiz gibi ülkeler borç çevirememe noktasına gelmiş ve bugün avronun kaderi ciddi bir risk altındadır. Türkiye’nin dış ticaretinde sadece Almanya’nın yüzde 10 payı dikkate alındığında Avrupa’nın kaderi Türkiye için oldukça önemlidir. Avrupa Birliği ve ABD’nin, Türkiye’nin turist potansiyelinin yüzde 60’ını oluşturduğu dikkate alındığında, Türkiye’nin kendisine özgü bir krizden çıkış stratejisi oluşturmadığı, ülke ekonomisini sermaye hareketlerinin kaderine endekslediği görülmektedir.

Şimdi, bütün bu yumakları alt alta topladığımızda ortaya çıkan net tablo, 1980’den günümüze ekonomide ve siyasette temel bir hedefe doğru gidiştir. Yani 1980’de yapılan darbeyle hedeflenenler, bugün AKP Hükûmeti ile artık doruk noktasına ulaştırılmış ve sermaye, bugün AKP ile bu ülkenin yoksul halklarına ve emekçilerine karşı zaferini âdeta haykırmaktadır. O hâlde Hükûmetin ve Başbakanın dönem dönem sarf ettikleri büyük sözlerin bir karşılığı var mıdır?

IMF ile yeni stand-by’ın imzalanmamasını Sayın Başbakan “ümük sıktırmamak” olarak tanımlıyor. Oysa sermayenin Türkiye’deki gelişim seyri Başbakanı yalanladığı gibi, tam tersine sistematik bir ümük sıkma politikasının IMF adına AKP İktidarı tarafından başarılı bir şekilde yürütüldüğü apaçık ortadadır. IMF’nin hükûmetlerden sermaye adına talepleri bellidir: Özelleştirmeleri yoğunlaştır, büyümeni sıcak paraya dayalı hâle getir, kurumsal yapılarını dönüştür, esnek istihdam politikalarına geç, örgütlü toplumu sınırlandır, daraltıcı maliye politikaları uygula ve benzeri birçok talep. Peki, bunlar, bugün AKP’nin temel ekonomi politikaları değil midir? O hâlde IMF, talep ettiği yapıyı AKP üzerinde sağlamamış mıdır? Aynı zamanda, Hükûmetin bundan sonraki ekonomik politikalarına yön verecek olan 2011-2013 orta vadeli ekonomik planda da IMF eksenli bir politika göze çarpmaktadır.

Değerli milletvekilleri, AKP’nin, kendi bürokratlarına kapalı kapılar ardında hazırlattırıp Komisyonda da dokundurtmadan Meclisin önüne getirdiği 2011 Bütçe Tasarısı’nın esas niteliği ise ancak bu çerçevede anlaşılmaktadır. Türkiye’de bugün vergi gelirlerinin yüzde 90’ı orta ve alt gelir gruplarından karşılanmaktadır. Vergi gelirleri içinde gelir vergisinin payı, 2010 yılında yüzde 29 oldu. Ancak memur ve işçi ücretlerinden kesilen vergiler bu yüzde 29’un yüzde 60’ını oluşturuyor. Yani gelir vergisinin yarısının fazlasını emekçiler öderken, Türkiye'nin büyük holdinglerinden, bankalarından, sermaye gruplarından ve tüccarlarından çok daha düşük bir vergi alındı. Varlıklı sınıflardan alınan vergi oranı ise yüzde 3 bile olamadı. Yine bu ülkede en alt gelir grubunu oluşturan yüzde 20’lik kesim millî gelirin ancak yüzde 6’sını alabilirken, en üstte bulunan yüzde 20’lik kesimin millî gelirden aldığı pay yüzde 46 dolaylarındadır ve bu makas her geçen gün daha da açılmaktadır.

Bütçenin büyük bir kısmını oluşturan vergilerin ağırlıklı bölümü orta ve alt gelir gruplarının sırtındayken, 2011 bütçesinde yine halkın temel sorunlarına öncelik verilerek giderilmiyor ne yazık ki.

2011 yılı Bütçe Yasası Tasarısı’na baktığımızda, Hükûmetin brüt 250 milyar 769,4 milyon Türk lirası tutarındaki vergi geliri hedefinin yüzde 67,9’unun dolaylı vergilerden, yüzde 32,1’inin ise doğrudan vergilerden elde edileceği görülmektedir. Net vergi geliri ise 232 milyar Türk lirası olarak ifade edilmektedir. Dolaysız vergiler bakımından, gelir vergisinden 48 milyar 951 milyon Türk lirası, kurumlar vergisinden 25 milyar 359,6 milyon Türk lirası gelir elde edilmesi hedeflenmektedir. Bu rakamlara -vergi adaletinin olmadığı bir ülkede yaşadığımız dikkate alınırsa- ulaşılacak hedeflere yine dolaylı vergiler yoluyla, yani halkın sırtındaki vergi yükünün daha da artması sonucu ulaşılacağı görülüyor. 2011 senesi de yine gelir düzeyi düşük vatandaşların vergilerde asıl yükü çekeceğini göstermektedir.

AKP iktidarlarının kamu gelirleri politikasına damgasını vuran iki temel tercihi olmuştur. Birincisi, toplumda ekonomik açıdan güçlü kesimlerin vergi yükünü azaltmak ve bu yükü ağırlaştırarak dolaylı vergiler aracılığıyla toplumun geniş kesimlerinin üzerine yıkmaktır. Kurumlar vergisinin yüzde 20’ye düşürülmesi, gelir vergisi tarifesinin en üst diliminde yer alanlara sağlanan vergi indirimleri, söz konusu kesimler lehine gerçekleştirilen vergisel düzenlemelerin başında gelmektedir.

Kamu gelirleri politikasına ait ikinci tercih ise, topluma ait olan, geçmişte büyük özverilerle inşa edilmiş, kârlılık oranları yüksek olan KİT’lerin ve kamusal gereksinimlere tahsis edilmesi beklenen kamu arsalarının yine ekonomik açıdan güçlü kesimlere ve özellikle yabancı sermayeye her koşulda satışının sağlanmasıdır. Bu tercihler sonucu, Tekelde görüldüğü üzere, ücret baskılaması, sosyal hak kayıpları ve orta vadede işsizlik olarak kendini göstermektedir.

Kamu gelirleri politikası mutlaka değiştirilmelidir. Kamu gelirleri yüklerinin dolaylı vergilere dayalı yapısı değiştirilerek, toplumun geniş kesimleri üzerinden alınıp ülke zenginliğine değer katmayan bir avuç mutlu azınlığa yüklenmelidir. Yıllardır devlet iç borçlanma senetleri faizlerinden, kentsel rantlardan, borsada spekülatif kazançlardan fahiş servetlere sahip olan bu kesimlerin artık eşitlik ve adalet ilkeleri doğrultusunda vergilendirilmelerinin zamanı gelmiştir. Ancak temel amaçları sermayenin çıkarlarını toplumsal çıkarlara karşı korumak olan AKP Hükûmetinin bunu ne kadar başarabileceği de bir soru işaretidir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de sayıları her geçen gün artan yoksul insan sayısı artık resmî verilerle açıklananların çok ötesine taşmıştır. Emek örgütlerinin verilerine göre Türkiye’de 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 2.950 lira iken açlık sınırı da 799 liradır. Ancak ülkemizde asgari ücret miktarı sadece 577 liradır. Son verilere göre ülkemizde asgari ücretliler ve bu ücretlere bağımlı yaşayan nüfus sayısı 10 milyon dolayındadır. Yani ülkemizde bugün 10 milyondan fazla insan açlık sınırının çok altında bir gelirle yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bununla beraber ülkemizde sadece yüzde 25’lik bir kesimin geliri yoksulluk sınırının üstünde seyretmektedir. Bu tabloya göre ülkemizde her 4 kişiden 3’ü yoksulluk ve açlık koşullarında yaşamak zorundadır. Hükûmetin bu yoksul çalışanlar için sosyal yardım yapacağı yönündeki açıklaması AKP’nin bağımlı kitle yaratma politikalarından biridir. Çalışanlara sadaka yaklaşımının toplumsal kesimler tarafından asla kabul edilmeyeceği AKP tarafından idrak edilmeli ve sadaka yerine adil ücret düzenlemelerine gidilmelidir.

2011 bütçesinde de Sosyal Yardımlaşma Fonu’nu yüzde 12 artıran AKP Hükûmeti, yoksullukla mücadelede farklı bir mücadele yönteminin olmadığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Oysa bugün yoksulların acil bir biçimde güçlü bir sosyal güvenlik şemsiyesine ihtiyaçları vardır.

Eurostat verilerine göre Türkiye’deki sosyal yardımlar yoksullukla mücadelede etkili olmamaktadır. Avrupa’da transferler öncesi durumla transferler sonrası yoksulluk oranları arasında yüzde 40’lar dolayında bir iyileşme gözlemlenirken, Türkiye’de bu oran ancak yüzde 7’lerde kalmaktadır.

TÜİK’in “2009 Yılı Yaşam Memnuniyeti Araştırması”na göre, bu araştırmaya katılanların yüzde 60’ı bir yılda daha ucuz ürün tüketmeye başladıklarını ifade etmiştir. “Son bir yılda borçlandım.” diyenlerin oranı yüzde 34,3’tür. Yüzde 27,9’u gelirinin azaldığını, yine yüzde 27,9’u tasarruflarının azaldığını ifade etmiştir. Yüzde 25,9’u eğlence ve tatil masraflarından kıstığını açıklamıştır. Yine, Türkiye’de en yoksulların yüzde 75’i çocuklarının gıda harcamalarında kesinti yapmış, yüzde 29’u sağlıkta, yüzde 14’ü de eğitimde kesintiye gittiğini belirtmiştir.

Türkiye’de yoksulluğu tetikleyen en önemli AKP icraatlarından biri ise esnek çalışma koşullarının yaygın istihdam politikası hâline getirilme çabasıdır. 2011-2013 Orta Vadeli Ekonomik Plan’da da değinilen bu politika taşeronlara ucuz emeğin kapılarını sonuna kadar açarken, güvencesiz iş ve sağlıksız çalışma koşullarında emeğin işveren lehine çok daha fazla sömürülmesinin de önüne açmaktadır.

Asgari ücret seviyesinde ve altında bir ücretle, çoğu kayıt dışı çalıştırılan taşeron firma işçileri her gün ölümle karşı karşıya bırakılmaktadır. Esnek çalışma koşullarının sonuçlarının en son ve en büyük örneğini yakın zamanda tersane işçileri şahsında yakıcı bir şekilde yaşadık. Onlarca yoksul işçi fazla mesainin vermiş olduğu yorgunlukla iş kazasına kurban giderken, yine yakın zamanda acısını yüreklerimizde hissettiğimiz göçük altında kalan maden işçileri de büyük oranda taşeronlaştırma politikalarının doğrudan veya dolaylı etkileri sonucu hayatını kaybetmişti.

Değerli milletvekilleri, halkın içinden geldiklerini iddia eden siyasal iktidar elitlerinin içinden geldiklerini belirttikleri halkın yoksulluğu her geçen gün derinleşirken bu kesimlerle aralarına koydukları mesafeyi daha da büyüttükleri gözden kaçmamaktadır. Daha fazla zenginleşen bu çevre, sadaka verdiğini düşünerek vicdanını rahatlatıyor olabilir ve hatta bundan dolayı iyi bir Müslüman olduğunu da düşünebilir ancak tam da bu noktada Martin Luther King’in şu sözü, olması gerekeni çok iyi açıklamaktadır: “Gerçek merhamet, bir muhtaca para vermekten öte bir şeydir. Gerçek merhamet, muhtaçlar üreten bir yapının yeniden yapılandırılmak zorunda olduğunu görmeyi gerektirir.”

Hükûmetin yoksullukla mücadele noktasında sonuç alıcı bir politikası olmadığı gibi 2011 bütçesinde sosyal güvenlik, sağlık, sosyal yardım ve hizmetlerinin tümü için oluşturduğu bütçede de sınıfta kalmıştır. Toplumun en fazla ihtiyacı olan bu alanlardaki bütçeler, vergi toplarken yine bu kesimin omuzlarına yüklenen yükle orantılı değildir. Özellikle Avrupa ülkelerinde sosyal koruma harcamaları, gayrisafi millî hasılanın yaklaşık yüzde 26’sını oluştururken Türkiye'de 2011 bütçesinde bu oran sadece yüzde 13’te kalmıştır.

Siyasal iktidarın ideolojik konumlanışından kaynaklı olarak suistimal edebileceği ve dolayısıyla ettiği alanlardan biri de işsizliktir. Arttığında sistem için tehlike hâline gelen işsizlik, işsiz kitleler kontrol edilebildiği durumda ise iktidar için iyi bir şeydir çünkü artan işsiz sayısı emek arzını artırdığı gibi, artan emek arzı ise ücretler genel seviyesinde düşüşlere yol açmakta ve sermaye için gerekli ucuz emek gücünü fazlasıyla sağlamaktadır.

AKP Hükûmetinin işsizliğe çözüm olarak sunduğu bütün seçenekler dikkat edilirse hep ucuz iş gücü projeleridir. Esnek çalışma, stajyerlik, bölgesel asgari ücret ve benzeri önerilerin tümü işsiz vatandaşlarımıza “Düşük ücrete razı olman durumunda iş veririm.” anlayışının bir ifadesidir. Tarihsel olarak en yüksek noktalara ulaşan işsizlik bugün yoksulluğun en önemli kaynaklarından biri iken ucuz emek pazarının yaygınlaşması ise yoksulluğu kronikleştirmektedir. Oysa yapılması gereken oldukça açıktır: Geniş bir makroekonomik plan çerçevesinde, uzun çalışma koşulları sınırlandırılmalı ve sosyal güvenlik ağı güçlendirilmelidir. Toplumun alım gücünü artırıcı politikalar uygulamaya konulmalı ve üretim canlandırılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de saklanması artık imkânsız hâle gelen gerçeklerden biri de, bölgelerin iktisadi gelişmişlikleri arasındaki farkın büyüklüğüdür. Bugün resmî istatistiklere göre doğu ve güneydoğu illeri işsizlik ve yoksulluk başta olmak üzere birçok alanda batı bölgeleriyle yarışamayacak durumdadır. İşsizlik reel olarak yüzde 50’leri aşmış, yoksulluk ise yüzde 90 dolaylarında olup sosyal korumanın en düşük olduğu bölgelerdir bunlar.

Yine, otuz yılı aşkın bir süredir âdeta oy kapma projesine dönüştürülen GAP projesi, büyük oranda bir enerji projesi olarak kalmıştır. Bugün enerji projelerinde yüzde 74 oranında fiziki gerçekleşme durumu yaşanırken, bölge halkının refahı üzerinde doğrudan etkisi olacak sulama projelerinde fiziki gerçekleşme oranı yüzde 16,5’tir. GAP Eylem Planı’yla birlikte bitirilmesi öngörülen projeler için taahhüt edilen tarihler sürekli ötelenmekte, sürdürülebilir bir kaynak da hâlen oluşturulamamaktadır. Farklı fonlardan kaynak aktarma yoluna gitmek, bugün başka adaletsizliklerin önünü açmaktadır. Artık GAP’a merkezî bütçeden kaynak aktarmanın gerekliliği ortadadır.

Yine teşvikler noktasında da bir sonuç alınamamış, tam aksine teşvikler bölgeler arası ve bölge içi eşitsizlikleri artırmıştır. 2002-2006 yılı teşviklerinde doğu ve güneydoğu illeri toplam teşvik belgelerinin sadece yüzde 9’unu alırken -ki burada yüzde 9’un yüzde 4,5’i direkt Gaziantep’e gitmiştir- 2004-2009 yıllarını kapsayan 5084 sayılı Teşvik Yasası sonucunda ise bölgenin 21 ili, toplam ek istihdamın ancak beşte 1’ini alabilmiştir.

Yine merkezî bütçeden illere ayrılan rakamlar Türkiye’de tam bir ayrımcılığı temsil etmektedir. İşsizlik, Türkiye’nin bölge illeri için yakıcı bir sorunken, bölge illeri bu sorunla daha fazla muhatap durumdadır. En fazla göç alan illerden biri olan Adana 2009 yılında işsizliğin en fazla olduğu il iken, Adana’yı Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak, Siirt gibi bölge illeri takip etmektedir. Resmî verilere göre bölge illerindeki işsizlik her ne kadar yüzde 20’ler dolayında görülse de reel olarak yüzde 50’lerin üzerindedir. Savaş ve yoksulluktan kaynaklı batıya göç eden Kürt nüfus, buralarda, formel ve enformel alanlarda oldukça kalabalık bir yoksul, işsiz ve ucuz iş gücü oluşturan kitleler olarak öne çıkmaktadır.

2010 Ekim ayı itibarıyla merkezî bütçeden bölge illerine aktarılan rakamlar ayrımcılığın bir başka göstergesidir. Bingöl’e aktarılan merkezî bütçe ödeneğinin yüzde 33’ü asker ve polis harcamalarına gitmiş, sosyal güvenliğe ise sadece yüzde 2,4’lük bir oran ayrılmıştır. Asker ve polis harcamalarında Bitlis yüzde 26,3 oranında bir merkezî bütçe dilimine sahipken sosyal güvenlik payı ise yüzde 2,9’da kalmıştır. Bu oranlar, Hakkâri için yüzde 36,5 asker, polis harcaması iken sosyal güvenlik oranı ise sadece yüzde 1’de kalmıştır; Siirt için yüzde 36,3’e yüzde 3,7’dir. Tunceli için bu oranlar yüzde 56,2’yle yüzde 1,5’tir. Şırnak’ta bu oranlar sırasıyla yüzde 51’e yüzde 1,3 olarak gerçekleşmiştir. Oysa, merkezî bütçe verilerinde Türkiye genelinin asker ve polis harcama ortalaması yüzde 11 iken sosyal güvenlik ortalamaları ise yüzde 22’dir. Bu iki alanda da bölge illeri, asker, polis harcamalarında Türkiye ortalamasının çok üzerinde, sosyal güvenlik harcamalarında ise çok altındadır. Bu tablo tam bir ayrımcılık göstergesidir ki bu ayrımcılık, sağlık, eğitim, ulaştırma, imar, bayındırlık gibi daha pek çok alanda da kendisini göstermektedir.

Yine sorunlu alanlardan biri de savunma bütçesidir. AKP’nin Türkiye'de kişi başına düşen sağlık…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ata, otuz dakikalık süreniz doldu, size de ek süre veriyorum iki dakika, lütfen tamamlayın konuşmanızı.

Buyurun.

AYLA AKAT ATA (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 2011 Yılı Merkezî Bütçe Kanunu Tasarısı’nın benimsediği politika tercihlerine, toplumun yoksul kesimleri içinde eşitsiz ve bağımlı konuma sahip kadın ve kız çocukları üzerindeki muhtemel etkileri açısından da bakılmak gerekmektedir. Hükûmetin, sekiz yıllık iktidarı boyunca benimsediği ekonomik yaklaşımın temel özelliği olan piyasa ilişkilerinin genişlemesi, özelleştirmeler, kamu hizmetleri alanının daraltılması, ticarileştirilmesi ve buna paralel olarak hane halkı gelirinin düşmesi sonucu kadınların maruz kaldığı gelir ve servet eşitsizliği, bütçenin ve genel olarak ekonomi politikalarının cinsiyetçiliğini de ele vermektedir.

Türkiye’de toplumsal cinsiyete duyarlı bütçelemenin yapılamaması, başta eğitim ve sağlık olmak üzere birçok alanda cinsiyet eşitsizliğini hem beslemekte hem de derinleştirmektedir. AKP İktidarının 2011 yılı bütçesi, geçmiş bütçelerde olduğu gibi cinsiyet körlüğüyle maluldür, oysa Türkiye, imza koyduğu, 1995 yılında Pekin’de gerçekleştirilen Dördüncü Dünya Kadın Konferansında kabul edilen Eylem Platformu Belgesi’nin bir gereği olarak sorumluluğunu yerine getirmelidir.

Bugün, Türkiye'nin üyesi olduğu Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyinde, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme konusunda önemli gelişmeler kaydedilmiştir, oysa AKP Hükûmetinin, kadın-erkek eşitliğini sağlamaya dönük bir çalışması olmadığı gibi, başında kadın-erkek eşitliğine inanmadığını açık açık ifade eden bir Başbakanın olduğu Hükûmetin, cinsiyet eşitlikçi yaklaşımları konusunda da oldukça karamsar olduğumuzu bir kez daha belirtmek istiyoruz.

AKP’nin “Ben yaptım oldu.” anlayışı, katılımcı bütçeleme noktasında da kendisini göstermiştir. İşte, Edirne’den Hakkâri’ye kadar kazanılacak demokratik özerklik statüleriyle katılımcı bütçeleme yolunu da açacaktır. Katılımcı bütçeleme, mali saydamlığı, toplumsal katılımı, hesap verebilirliği ve demokratikleşmeyi sağlamayı amaçlayan bir yönetim anlayışıdır. Katılımcı bütçe ile yönetilenler bütçenin öncelikleri, uygulanacak projeleri belirleme ve denetimi gerçekleştirme aşamalarında söz sahibi olabileceklerdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Evet, mikrofonunuzu tekrar açıyorum. Lütfen Genel Kurulu selamlayın, konuşmanızı tamamlayın.

AYLA AKAT ATA (Devamla) – Bu duygularla sizleri selamlamadan önce şunu belirtmek istiyorum: Bizde bir söz var: “…” (x) diyorlar. İşte, AKP’nın politikası da bu. Türkçe de ifade edeyim: Kurtla yiyip çobanla ağlamak; her ikisinin de acısına ortak olmak gibi ya da her ikisinin acısının üzerinden sebeplenmek.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına ikinci söz Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan’a ait.

Sayın Kaplan, buyurun efendim. (BDP sıralarından alkışlar)

Sizin de süreniz otuz dakikadır.

BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Biliyorsunuz, geçen sene bütçede yoktuk, partimiz kapatıldı; Sevgili Ahmet Türk, Aysel Tuğluk’un üyeliği düşürüldü ama biz yine buradayız ve bu seçimde yine bu 2 arkadaşımız burada olacaktır. Biz yokken Meclis renksiz, sessiz, heyecansız, hatta sıkıcıydı, oysa biz, Meclisin tadı biberiyiz, bizsiz bir Meclis eksik kalır, bunu bileceksiniz, farklıyız. Evet, farklılıklarımız var ama bu, ayrışmanın nedeni değil; demokrasilerde birliğin ve demokrasinin harcıdır. Zaten yeni partimizin amblemi de ağaç. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine.” dedik, yolumuza devam ettik, geldik AK PARTİ’nin 9’uncu bütçesini dinliyoruz, sanal rakamlarını, palavralarını. Şimdi, sıra bizde, bizde.

AHMET YENİ (Samsun) – Biz de sizin palavralarınızı dinleyeceğiz şimdi, değil mi?

HASİP KAPLAN (Devamla) – Şimdi, “Krizden etkilenmedik.” Çok dinledik, dinledik, dinledik.

Birinci büyük bunalımda dünyanın en büyük krizi olan uzun bunalımda, 1870’ten Birinci Dünya Harbi’ne gelirken Türkiye, o zaman Osmanlı olarak kaybetti; Kafkaslar, Balkanlar, Orta Doğu çözüldü ve en son, İstiklal Savaşı mücadelesinde burada Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğu zaman, Musul ve Kerkük’ü Misakımillî sınırları dışında bıraktık. İkinci büyük ekonomik kriz 1929’da başladı. Bu da nereye geldi? İkinci Dünya Savaşı’na geldi, faşizm hortladı İtalya’da, Almanya’da, İngiltere’de, Amerika’da ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Türkiye savaşa girmese de kapitalist sistemle sosyalist sistem arasında topraklarına üsler konulmuş, NATO’nun, üzerine, topraklarına çöreklendiği Türkiye de Orta Doğu’nun ve dünyanın sosyalist sistem karşısında jandarması olduğu bir ülke durumuna geldi.

                                 

(x) Bu bölümlerde, Hatip tarafından Türkçe olmayan bir dille, birtakım kelimeler ifade edildi.

“Üçüncü büyük küresel ekonomik krizden etkilenmedik.” diyorlar hatipler, Hükûmet hep. Dünya etkileniyor, Amerika etkileniyor, Avrupa etkileniyor ama siz etkilenmediniz. Peki, karşılıksız çeklerden, peki, ödenmeyen kredi kartlarından, borçlarından batan şirketlerden, işten atılanlardan, intihar edenlerden, bunların rakamlarından da haberiniz var mı? Peki, dünyada aleyhimize gelişen gelişmelerden haberiniz var mı? Bu küresel krizde yüzde 60 ihracat ve ithalatımızı yaptığımız Avrupa Birliği, Amerika gibi ülkelerde yüzde 40’lara, dibe vurduğunu ihracatımızın, ithalatımızın rakamlarını da açıklar mısınız? Açıklayamazsınız. Orada gelişen ırkçılığı da açıklayamazsınız, İslam karşıtlığını da, Avrupa Parlamentosunda ırkçı partilerin grup kurduğunu da açıklayamazsınız. Açıklayamadığınız, cesaret edemediğiniz, edemeyeceğiniz bir şey daha var: Emperyal güçler bu ülkeye topla, tüfekle, tankla giremediler ama bu küresel krizde, bu üçüncü bunalımda topla, tankla değil, sermayeleriyle, şirketleriyle giriyorlar ve alıyorlar, satın alıyorlar yap-işlet-devretle limanlarımızı, ırmaklarımızı, köprülerimizi, çörekleniyorlar ülkemizin başına. Onlar küresel krizi böyle değerlendirirken birileri de çıkıp burada diyor ki: “Biz etkilenmedik, teğet geçti.” Eğer söylenenler gerçek değilse ve yalanın boyutu büyükse bizim 72 milyon halkımızın bildiği bir tek kelime vardır “palavra”, biz “palavra” deriz.

Bakın, Bütçe Komisyonunda, 26 Ekim 2010, Bakan açıklıyor, çok seviyorsunuz rakamları, ona geleceğim: ”10 bin dolar gayrisafi millî hasıla ve 2002’den bu yana artırdık.” Güzel ama çok geçmedi, iki hafta sonra, bir gece ansızın zengin oluverdik. Nasıl? AKP’nin elinde sihirli değnek, kurlarla, istatistiklerle oynuyor, bir gecede milleti zengin ediyor. Gayrisafi millî hasılayı kişi başına da 2.345 TL artırıyor, yılda 16 bin dolara gayrisafi millî hasılayı çıkarıyor, Türkiye’yi dokuz basamak artırıyor. Var mıdır dünyada böylesi Hükûmet? Yoktur tabii. Ancak sizin sanal rakamlarınızda, sizin sahte rakamlarınızda, sizin bir gecelik oynamalarınızda olabilir. Ne oldu da iki haftada bu zenginlik yaşandı? Cevabını burada vermelisiniz.

Evet, 2 milyon, açlık sınırının altında yaşıyor bu ülkede. 15 milyon kişi, yoksulluk sınırının altında yaşıyor bu ülkede. 10 milyon kişi, yeşil kartlı yaşıyor bu ülkede. AKP’nin full çektiği Ağrı, Bingöl, Şanlıurfa’da, yüzde 50’nin üzerinde yeşil kart var. Bu, Türkiye'nin fotoğrafı değil mi? Yabancı bir ülkeden mi bahsediyoruz?

Nazım der ki:

“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?

İşin kolayına kaçmadan ama

Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil

Ne de ak örtüde elmaların

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?”

Halkımız da soruyor: Yoksulluğun, işsizliğin, baskının, ayrımcılığın, işkencenin, sosyal adaletsizliğin, zamların resmini yapabilir misiniz Sayın Recep Tayyip Erdoğan? Sekiz yılda yarattığın eserin resmini yapabilir misin? İşten çıkarılanların, 18 milyon işsizin; ÖSS, KPSS sınavlarında kuyruk olan milyonların; Zonguldak maden ocaklarında kalan cesetlerin resmini yapabilir misin? İşçinin, memurun, emeklinin, emekçinin, esnafın, dar gelirlinin eriyen ücretlerini; perişan olan taksicinin, kamyoncunun, tekstilcinin, inşaatçının, bakkalın; fındığına kota koyduğun Giresunlu, Trabzonlu, Ordulu, Sakaryalının; pancarına kota koyduğun Muş, Erzurum, Niğde, Aydınlı, Tekirdağlının; tütününe kota koyduğunuz Bitlis, Diyarbakır, Samsun, Manisa, İzmir ilinin; Trakya’da ürününü kaldıramayan köylünün, tarım üreticisinin; Karadeniz’de hamsi kasasını 1 liradan satan, mazotunu karşılayamayan balıkçının; Ege, Marmara’da zeytin üreticisinin; yoksul orman köylüsünün; yayla yasaklarıyla yok olan hayvancılığın, ithal angusların resmini yapabilir misiniz? Seçim vakti kömür, makarna, beyaz eşya kuyruklarının; kelepçelenen Kürt siyasetçilerin, belediye başkanlarının; gazlanan, coplanan, saldırıya uğrayan milletvekillerinin, Tekel işçilerinin, öğrencilerin, bebeğini düşüren kadınların, havan mermisiyle parçalanan Ceylan’ın, on iki yaşında on üç kurşun yiyen Kaymaz’ın, gaz fişekleriyle ölen çocukların, Nevroz’da coplanan kadınların; Kürt, Roman olduğu için lince uğrayanların; cezaevindeki basın mensuplarının; Kaz Dağlarını kaz gibi gören madencilerin; bitirdiğiniz Karadeniz derelerinin, Hasankeyf’in, Munzur’un, Alliona’nın; HES’e kurban ettiğiniz, yakılan yıkılan doğanın, tabiatın, tarihin, kültürün; özelleştirip sattığınız fabrikaların, madenlerin, limanların, yolların, ormanların; yakılan binlerce köyün, göçün, göç varoşlarındaki mahzun yaşamların yapamazsınız resmini, işinize gelmez. Biz foyanızı da boyanızı da tablonuzu da çizeceğiz; halkımıza açıklayacağız, yalanlarınızı ve palavralarınızı bir bir anlatacağız.

“Krizin faturasını halka çıkarmadık.” Palavra 1. Bakın, 57’nci sayfa, sunuşlar: “Krizin faturasını halka çıkarmadık.” Zenginleyenler kim? Sayıyorum: İMKB, dünya 6’ncısı oldu. Türkiye’de kârlarına kâr katan, en çok vergi veren, en zengin yirmi yedi banka. Türk bankacılık sektörünün aktifi 108 milyar. Forbes dergisine göre, on iki Türk şirketi dünya devler liginde. Krize rağmen, ocak ayında 28 bin olan milyarder sayısı 29 bine ulaştı.

Siz kurumlar vergisini 2006’da 33’ten 20’ye indirmediniz mi? Peki, işçinin, memurun vergisi niye yüzde 27’de duruyor? Niye onu indirmiyorsunuz? Niye garibanın, emekçinin, işçinin ücretini, maaşını… İşinize gelmez.

Bütçeniz zafiyetli, ekonominiz şeffaf değil, işsizlik teknik ölçümleriniz yanlış. Zamları otomatiğe bağladınız. Bankacılık sektörünün Türkiye ekonomisi içindeki yerini sağlıklı değerlendiremiyorsunuz, eleştiremiyorsunuz. Vergi alamıyorsunuz. Vergi kaçağıyla mücadeleyi bıraktınız, aflarla ödüllendiriyorsunuz. Kayıt dışı ekonomiyi özendiriyorsunuz. Külçe külçe altın, hesapsız, geliyor, Türkiye’ye giriyor. Kamu-özel ayrımını sakat bir yöntemle yönlendiriyorsunuz. Bir yandan özelleştiriyorsunuz, bir yandan TOKİ’yle ticaret ve müteahhitlik yapıyorsunuz. Sendikal hak ve özgürlüklere karşı acımasızsınız, gelir vergisinde adaletsizsiniz. Sosyal yönünüz pek zayıf. Enerji alanını da dışa bağımlı sömürü ve soygun alanına çevirdiniz. İç borç yönetiminde yanlış, tarım sektöründe yanlış. Et fiyatları aldı başını gidiyor ve siz, vergi gelirlerine baktığımız zaman, 232,2’nin yüzde 70’ini gariban halkımızdan alıyorsunuz. Bunun da rakamlarını açıklayınız, açıklayınız cesursanız!

Bakın, size bir şey daha söyleyeceğim. Afrika’nın tamtamları, AKP’nin zam zamları ayrı bir şey. Ben size biraz daha açacağım bunu.

Bakın -bu kitapçıkta da gördüm- alışmışsınız, “2002’de böyleydik, 2010’da böyleydik.” Hemen açıyorum, yine aynı nakarat. Bakanımız da açıldı, anguslar geldi, etin fiyatlarından başladı.

Şimdi ben size soruyorum: Dünyada, bir yana, Edirne’de -bakın- etin kilosu, dananın -dana örneği veriyor- 30 lira, 20-30 bonfile. 20 kilometre yakında, Bulgaristan’ın Svilengrad’ında 9-12 TL. Hemen 18 kilometre yakında, Yunanistan’da Orestiada’da 14-15 lira. Bu kadar basit. Şimdi anguslarla bize hava atmayınız. Bakın, size göstereceğimiz başka şeyler de var.

Ekmek 2002’de ne kadardı biliyor musunuz? Haydi, konuşalım, madem öyle. 200 gramı 250 bin YTL, şimdi 1 milyon YTL, 1 lira. Aradaki farkın rakamını biliyor musunuz? Elektrik 2002’de 12 kuruş, şimdi 20.650 kuruş. Biliyor musunuz? 2002’de benzin 1,20 YTL, şimdi 4 TL. Biliyor musunuz? Doğal gaz 2002’de 0,0298’le başlayan rakamlar, şimdi 0,614’le başlıyor. Otomatiğe bağladınız, biliyor musunuz? Benzin, motorin vergisinde dünyanın en pahalı vergisini ödüyoruz: 66,80. Biliyor musunuz? 65 milyon kişi cep telefonu kullanıyor. Cep telefonunda vergi yüzde 58. Biliyor musunuz? Marlboro 2002’de 2,5 liraydı, şimdi 7 lira. Biliyor musunuz? Rakının 2002’de 8,25 TL, şimdi 40 TL olduğunu biliyor musunuz? (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Son ideolojik zamlarla alkol ürünlerine yüzde 30 zam yaptınız. Başbakan “Üzüm yiyin, üzümün suyunu içmeyin.” diyor. Efkarlanan vatandaşa bir kadeh, bir cigara çok gördünüz. Yetmedi, IV. Murat devri sanki, Ankara’nın göbeğinde, Çayyolu’nda restoran basıyor polisler, bebeleri fişliyor, tutanak tutuyor, orada, Ankara Baro Başkanının huzurunda diyor ki: “İçkili lokantada ne işin var?”

Siz Taliban mısınız? Siz El Kaide misiniz? Bu 2010, 21’inci yüzyıl Türkiye Cumhuriyeti midir? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bu çağdaşlık mıdır? Siz bunu nasıl anlarsınız? Sonra çıkıyorsunuz, diyorsunuz ki: “Kıyılarda, sahillerde oy niye alamıyoruz?” Siz bu kafayla sittinsene alamazsınız. Siz “Hava vergisi vermedik, hava vergisi dışında, yaşama vergisi almıyoruz.” diye vatandaşa “Oturun, şükredin.” diyorsunuz değil mi? Bu vatandaş size şükretmesini bilecektir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Vatandaş bilecektir.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Arkadaşlar, heyecanlanmayın, sakin olun, sakin olun. (AK PARTİ sıralarından “Sen sakin ol!” sesleri) Vaktim sınırlı.

Bakın, bütçenin aslan payını kime ayırdınız? Güvenliğe ayırdınız. Nereye ayırdınız bütçenin aslan payını? Güvenliğe, askere, polise, jandarmaya. Türk Silahlı Kuvvetleri, Millî Savunma Bakanlığı 17 milyar, Jandarma 4,5, emniyet 10,5 -yüzde 23 artış, diğeri yüzde 17- Sahil Güvenlik, arkasından Kamu Düzeni, toplam 40 milyar. Türkiye'nin en büyük bütçesini, Türkiye'nin geleceğini güvenliğe ayırdınız, güvenliğe. Farkında mısınız siz? Silaha harcamaya, operasyona, tezkereye, bilmem neye…

Şimdi gelin… Asker mevcuduna geleceğiz. Başka bir gerçekle yüzleştireceğim sizi, farkında değilsiniz, göreceksiniz. Türk Silahlı Kuvvetlerinin mevcudu 600 bin. Evet, askerî vesayet… Sonuna kadar karşıyız darbelere de ama durun bakayım, onun yerine kim geçiyor, hangi güç, ona bakacağız.

Şimdi, Türkiye, güvenlik devleti olma yolunda. Jandarmanın ne kadar sayısı? 244.966. Emniyet 230.387, Kamu Düzeni vesaire, güvenlik, Sahil Güvenlik 5.283, özel güvenlik sayısı 410.659, korucu sayısı 82 bin. Yeni alacaksınız sözleşmeli er, 50 bin. 10 bin tane de sınır güvenlik. Alın size, sayısı 1 milyon 200 bin.

Şimdi, kim başında bunun? İçişleri Bakanı Sayın Beşir Atalay. Şimdi, Orgeneral Koşaner mi daha büyük bir güce hükmediyor, yoksa Beşir Atalay mı ediyor? Onu da bırakın, 1 milyon 200 bin, İçişleri Bakanının emrinde, 600 bin de askerde, eder 1 milyon 800 bin. Yeni kanunlar çıkardık, emniyete 70 bin, bilmem nereye… 2 milyon silahlı gücümüz var. Bölün bakayım Türkiye’ye. Türkiye’ye böldüğünüz zaman 36 kişiye 1 silahlı güç düşüyor, 1 silahlı! Uyanın, uyanın! 36 kişiden birine 1 silahlı düşüyor ama yumurtalı öğrenci olunca 50 tane düşüyor, ama Kürt siyasetçi olunca da 500 tane düşüyor, panzer düşüyor, gaz bombası düşüyor, gaz fişekleri düşüyor.

Bu da yetmiyor AK PARTİ’ye, yeni bir tasarı hazırlıyor. On sekiz yaşındakilere silah vereceksiniz, üstelik bir değil, beş tane vereceksiniz. Texas mı burası ya? Dağ başı mı? Ne yapmak istiyorsunuz? Texas’a çevirdiniz ülkeyi. Bu ülke hukukla yönetilir, bu ülke insan haklarıyla yönetilir, bu ülke demokrasiyle yönetilir. Eğer zorbalıksa, eğer silahlı güçlerle yönetilecekse siz kaybetmişsiniz, bu ülke kaybetmiş demektir arkadaşlar. Siz bu çok ciddi yanlışın ayrımında değil misiniz? Bu ülkeyi -2 milyonu silahlı olan bu ülkeyi- siz hukukla mı koruyacaksınız, silahla mı koruyacaksınız? Bütün mesele bu ama anlaşıldı ki Sayıştay Kanunu’nda performans ölçümünü niye çıkardınız, anlaşıldı ki Sayıştay Kanunu’nda güvenlik güçlerinin harcamalarını niye gizli yönetmeliğe bağladınız, niye Meclisin denetiminden kaçırdınız, belli oluyor.

Bunlar da yetmiyor, paralı asker, lejyoner sistemini ülkeye getirdiniz. Bu da yetmiyor, bu seçimlerde… Size şunu söyleyeyim: Aldığımız haberlere göre Şırnak-Hakkâri’ye de 50 bin tane sözleşmeli er göndereceksiniz, orada oy kullansınlar da size ithal milletvekili çıkarsınlar diye.

O da yetmiyor. İçişleri Bakanlığınıza bağlı Nüfus Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün yurt dışı seçmen kütüğü var mı? Hani seçim kütükleri? Yok. Orada da hile hurda yapacaksınız. Aynen böyle, bir gecede oynadınız ya rakamlarla, zenginleyiverdik birdenbire, millî gelir 10 bin liradan 16 bin liraya çıktı, oynayacaksınız rakamlarla. O zaman sizin seçim sonuçlarınız yüzde 102’yi bulabilir! İyi hesaplayın. Yüzde 100’ü geçince olmuyor yani! O kadar da atmayın.

Şimdi, bakın, kontrolsüz güce dönüştünüz. Yürütmesiniz, Mecliste çoğunluksunuz, yargıyı denetim altına adlınız, tek partiye doğru gidiyorsunuz. Sizin Başkanda biraz narsisizm var. Devlet başkanlığına doğru da gidiyorsunuz, bunun sonu diktatörlüktür. Bu ülkeye yapılacak en büyük hakarettir. Bakın, size, hoşunuza gitmiyor ama söyleyeyim: Dolmabahçe’de neler dönüyor? Bakın, Büyükanıt’la konuşup Şemdinli’yi sattınız, sonra Kürtleri sattınız. Şemdinli’yi, bırak Kürtleri, Dolmabahçe denince artık Atatürk’ün adı geçmiyor, orada rektörler toplanıyor, öğrenciler yürüyor. Sonra neyle gündeme geldi? Orada ne planlar, ne dolaplar dönüyor? Dolmabahçe öyle bir yer mi? Yoksa üniversitelerde rektörler korkudan toplanamıyor diye mi toplantılar orada yapılıyor?

Şimdi “Türkiye’yi güvenlik, polis devletine çevirdiniz.” derken biz bunu öyle sanal rakamlara, tespitlere dayanarak söylemiyoruz. Siz millî güvenlik siyaset belgesini istediğiniz gibi şekillendirmediniz mi? İrticayı çıkarmadınız mı? Sonra kala kala bölücüleri koydunuz, sadece bölücüler kaldı. Ondan sonrası çok kolay. Öğrencilere saldırı özgürlüğünü geliştirdiniz. Üniversitede Kürt öğrencilere saldırı olunca “Kız meselesi.” dediniz, Partimize saldırı olunca “Deli” dediniz, ücretsiz eğitim isteyen öğrencilere “Militan” dediniz. Hrant Dink davasında teklediniz, yerinizde saydınız. 50 milyon dışlanan bir vatandaş grubu oluşturup MGK’nın yerine geçtiniz. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in kızının çığlıkları yankılanıyor hâlâ “Adalet gecikti, katiller kazandı.” diye. Sizler uzun tutuklulukların hesabını veremiyorsunuz bile. Sizler üç yüz yetmiş bir cezaevinde 120.916 tutuklu ve hükümlünün yaşama koşullarından da bihabersiniz, oradan çıkan cenazelerden... Siz gizli dinlemeye bel bağlamışsınız, siz izleme, takibe, bilişime bel bağlamışsınız. Duverger’in bir sözü var: “Adaletin olmadığı yerde herkes suçlu duruma düşebilir.”

SIRRI SAKIK (Muş) – Su verin arkadaşlar…

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bizi ihmal etmeyin, Hükûmeti etmiyorsunuz.

Yönetme anlayışınız zaten Hükûmet anlayışınızla iflas etmiş.

Bakın, enerji konuşulduğu zaman kim konuşacak? Bir bakıyorsun Çevre Bakanı konuşuyor, bir bakıyorsun Tarım Bakanı konuşuyor, bir bakıyorsunuz Kültür Bakanı konuşuyor. Bir santral oluyor, hepsi konuşuyor. Kardeşim, kimin görevinde, yetkisinde? Belli değil. Bu ülkenin hükûmet sistemi yanlış. Bu ülkede Maliye Bakanı eğer paradan sorumluysa onun yerine ekonomiden sorumlu Babacan kalkıp mali affı açıklamaz.

Bu ülkede 20 genel müdürlüğün bütçesi eğer Dışişleri ve Kültür Bakanlığının bütçesinden büyükse bu ülkede sakatlık var. Bu ülkede -maden ocakları- 48 bin tane ruhsat dağıtılıyorsa, maden bakanlığı yoksa bu Hükûmetin yapılanmasında yanlış var.

Bunları size uzun uzun anlatacak değilim ama size şunu söyleyeyim: Bu HES’lerle Karadeniz’in derelerini kurutmayınız. Kazım Koyuncu’nun, Şevval Sam’ın türkülerinde dereler kalmasın. Allianoi’ya kıymayınız, Hasankeyf’e kıymayınız, Munzur’a kıymayınız efendiler! Kıyılmaz doğa, kıyılmaz tarih, kıyılmaz kültür, kıyılmaz tabiat, bu ülkeye kıyılmaz efendiler üç kuruş için, hırslarınız için! Siz iştahınız kabardıkça tahribat artıyor, tahribatınız arttıkça talan artıyor, talan arttıkça halkımızın öfkesi artıyor, bilesiniz, bilesiniz.

Şimdi, GAP’ta işsizlikten bahsettik. GAP projesi… Hadi GAP’ı konuşalım. Başbakan çıktı “16 milyar ayırdık.” dedi. İyi. Nerede bu 16 milyar, nereden koydu? Yok. 16 milyar yerine İşsizlik Fonu’ndan işçilerin parası 1,3 milyar üç senedir kesiliyor. Şimdi, şunu söylemek istiyorum: Bakın, GAP’ta Sayın Bakanı, ilgili Bakanı açıkladı, diyor ki: “Biz ilk sene 3 milyar… 2008’de 2, 2009’da 3, 2010’da 4 milyar lira harcadık.” Toplam 9 milyar. Başbakan diyor 16 milyar. Arkadaşlar, ya Başbakan doğruyu söylemiyor ya Bakanı doğruyu söylemiyor. Artık bunu çıkın, açıklayın burada. Öyle rakam makam yok. Birisi palavra atıyor ama kim? Çıksın konuşsun.

Şimdi, bakın, 12 Eylülle ilgili konulara gireceğim, vaktim yok ama size bir iki şey söyleyeceğim, İnsani Gelişme Endeksi rakamlarınıza bakmanızı tavsiye edeceğim. Çok uçurduğunuz Türkiye 83’üncü sırada. Evet, kadında, eğitimde, sağlıkta bütün Avrupa’nın en gerisindesiniz, farkında mısınız? Öyle şişirin rakamları, hiçbir şey düşünmüyor…

Bakın, sanal ekonomik gelişmişlik programınıza hayranım. Seçim dönemi, seçim bütçesi. E tabii, Napolyon ne demiş: “Para, para, para.” Valla AK PARTİ de aynısını tutturmuş ama o diyor ki: “Hep bana Rabbena.” diyor.

Şimdi, sizde ne siyasal demokrasinin etiği var… Yüzde 10 seçim barajına sığınan bu ülkede halkın özgür iradesinin önüne baraj koyanlar, Kenan Evren’in yasasına sığınanlar, bu şekilde seçime gidenlerin siyasi ahlaktan bakma, konuşma hakkı yok. Yüzde 10 barajına sığınanların demokrasiden bahsetme hakkı yok. Yüzde 10 barajına sığınanların ahlaki olarak düştükleri yer nedeniyle hiçbir toplumda kabul görmelerinin imkânı ve yeri yok. Yüzde 10 barajına sığınıp 2 bin oyla beleş milletvekili peşinde koşanların bu ülkeye yapacakları en büyük kötülükler budur. Zaten, dediniz işte: “Nasılsa seçimden sonra Anayasa, Siyasi Partiler Yasası bilmem ne, bilmem ne…”

Burada çok şey konuştunuz. Şiirler okudunuz, gözlerimizi yaşarttınız. “Beni burada arama anne/Kapıda adımı sorma/Saçlarına yıldız düşmüş/Koparma anne/Ağlama” dediniz. Biliyor musunuz, meydanlarda bağırdınız referandumda: “12 Eylül’den hesap soracağız.” Kenan Evren nerede? Bir gün ifadeye gitti mi? Yüzlerce şikâyet dilekçesi verildi, siz onu yargılayamadınız. Biliyor musunuz Sayın Başbakan, senin sömürdüğün o solcu genç Ahmet Eren, Erdal Eren, Erdal Eren, Erdal Eren bugün idam edilmişti? Yıl dönümü, biliyor musun? Söylediğin yalanlardan vicdanen rahatsızlık duymuyor musun?

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Bağırma, bağırma!

MUSTAFA ATAŞ (İstanbul) – Bağırma, sakin ol!

HASİP KAPLAN (Devamla) – Sen Kenan Evren’i yargılayamazsın, sen ancak önünde düğmeni ilikleyebilirsin. Böyle, böyle olanların hiçbir şekilde bu ülkede demokrasiyi getirme şansı yok.

Bu bütçe soygun bütçesi, bu bütçe seçim bütçesi. Diyorsunuz ki: “Bu seçim bütçesi değil.” En büyük yalan, en büyük palavra. Bunu sona bıraktım. Biliyor musunuz niye? Şimdi açıklayacağım.

ABDURRAHMAN DODURGALI (Sinop) – Bağır biraz, duyulmuyor ya!

HASİP KAPLAN (Devamla) – Şimdi, seçim bütçesinin “S” harfi “Sıcak para akıyor.” “E” harfi “Enerjide dışa bağımlılık”, “Ç” harfi “Çevre felaketi”, “İ” harfi “İşsizlik artışı”, “M” harfi “Mali af”, “B” harfi “Bütçe açıkları”, “Ü” harfi “Üretimi geriletme, tüketimi teşvik”, “T” harfi “Türkiye ekonomisi -yalan-dünyanın en büyük ekonomisi”, “Ç” harfi “Çiftçiye köstek olma bütçesi”, “E” harfi “Enflasyon artışını gizleme”, “S” harfi “Sadaka devletine sosyal devlet deme”, “İ” harfi “İhracat artıyor.“

Şimdi, alın, sizin seçim bütçenizi böyle koyunca oluyor “Seçim Bütçesi.” Eğer bu benim söylediklerim…

NURİ USLU (Uşak) – Aferin, aferin. İyi uydurmuşsun!

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bakın, iyi bakın, ne yazıyor? Halk “geçim”, AKP “seçim” diyor. Derdiniz bu. Durup dururken Allah aşkına, 50 milyar kaynak için mali af çıkaracaksınız. Vergi, sigorta primleri… Niye büyük şirketlere af çıkarıyorsunuz? Çekini ödemeyene, kredisini ödemeyene, teşvik alıp ödemeyene, mahkemeden ceza alana, telefon borcu olana, niye esnaf kefalet kooperatiflerine, niye bütün vatandaşa mali af çıkarmıyorsunuz? Niye sadece Avrupa’nın, ABD’nin büyük şirketlerini büyük mali yükten kurtaracak aflar çıkarıyorsunuz? Niye holdinglere çalışıyorsunuz? Niye 72 milyon halka çalışmıyorsunuz? Çalışamazsınız. Siz anlamazsınız. Askerliği de kısaltacaktınız, o da palavra çıktı, bedelliyle artırıyorsunuz.

IMF’ye borcumuz, Başbakan diyor ki: “2012’de kapanacak.”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kaplan, süreniz doldu efendim. İki dakika ek süre veriyorum, lütfen…

HASİP KAPLAN (Devamla) – Tamamlıyorum.

Şimdi, Hazine Müsteşarlığından sorumlu Bakan “2013 Mayısında kapanacak.” diyor. Ya Başbakan doğru konuşmuyor ya Bakanı doğru konuşmuyor. 2012’de mi kapanacak, 2013’te mi kapanacak, bilemiyoruz, birisi yalan söylüyor.

Bakın, Avrupa Yatırım Bankasından 15,3 milyar, Dünya Bankasından 8,1 milyar, Avrupa İmar Bankasından 5,5 milyar, alıyorsunuz kredileri, mali aftan 50 milyar. Özelleştiriyorsunuz. Elektriği sattınız geçen hafta, 7 milyar. Koyun üst üste, bunların hiçbirisi bütçe rakamlarında yok. Siz milleti dalga geçecek, milleti enayi mi zannediyorsunuz? Bu halkla dalga geçenleri çok gördük, çok.

Bakın, bu kadar parayı üst üste koydunuz seçim için, anladık. Bir de 400 bin kadro dağıtacaksınız bu arada. Emniyetin, jandarmanın, YÖK’ün ve Diyanetin, sadece bu saydığım yerlerde 400 bin tane kadro dağıtacaksınız, o kadrolar da bu bütçeden çıkacak ve siz diyorsunuz ki “Hayır.” Uçun beyler uçun, yolunuz açık olsun, zaten hep havada dolaşıyorsunuz. Ülke ülke geziyorsunuz yandaşlarınızla, hiçbir gün muhalefeti yanınıza almıyorsunuz. Brezilya, Latin paradise, Hindistan’a, Çin’e gidin, Uzak Doğu egzotik kollarını açmış, sizi bekliyor.

Bakın, Başbakan “2023’te 500 milyar olacak ihracatımız.” diyor. Uçun beyler uçun 500 milyara! Zaten siz hep uçuyorsunuz. Bakın, bir bakanınız 65 ülkeye uçmuş, 340 bin kilometre yapmış.

Şimdi soruyorum: Tüm bunlardan sonra “Bu seçim bütçesi değil.” demek halkla dalga geçmek değil de nedir? Türkiye halkı aklı, zekâsıyla dalga geçen çok iktidarı gördü, inanıyorum, sizi de görecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kaplan, ek süreniz de doldu. Selamlayabilmeniz için mikrofonu açıyorum. Lütfen…

HASİP KAPLAN (Devamla) – Türkiye halkına hizmet etmeyen bu sanal bütçeye ret oyu kullanıyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaplan.

Sayın milletvekilleri, şimdi de söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı ve Osmaniye Milletvekili ve Grup Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’ye ait.

Sayın Bahçeli, buyurun efendim. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

Süreniz altmış dakika.

MHP GRUBU ADINA DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 15 Ekim tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2011 Yılı Merkezî Bütçe Kanunu Tasarısı hakkındaki parti Meclis grubumuzun görüş ve düşüncelerini açıklamak üzere huzurlarınızda bulunuyorum. Demokrasinin en önemli gereklerinden birisi olan bütçe müzakereleri vesilesiyle yapacağım değerlendirmelere geçmeden önce muhterem heyetinizi şahsım ve partim adına saygılarımla selamlıyorum.

Konuşmamın başında, son dönemde üniversitelerde yaşanan ve hepimizi derin bir endişeye sevk etmesi gereken vahim gelişmeler ve gerilimler üzerinde durmak istiyorum.

Yükseköğrenim gençliği ve üniversiteler Türk milletinin en dinamik, hassas, heyecanlı ve tahriklere açık kesimlerinin başında gelmektedir. Türkiye üzerinde hesap yapanların yöneleceği ve istismar etmeyi düşüneceği en önemli kaynağın üniversite gençliği olduğu yaşadığımız ve ağır bedeller ödediğimiz deneyimlerimizle ortadadır.

1970 ve 1980 döneminde dizginlerinden boşanan tahriklerin ve çatışma ortamının acı hatıraları hafızalardaki tazeliğini hâlâ korumaktadır. Bugün ülkemizi her kademede yönetenlerin büyük bir bölümü bu karanlık döneme şahit olmuş ve Türkiye’nin nasıl uçurumun kenarına getirildiğini yaşayarak görmüştür. Türkiye’mizin bir daha böyle bir kaos ve çatışma ortamına sürüklenmesini önlemek, iktidar ve muhalefetiyle hepimizin ortak görevi ve sorumluluğu olarak görülmelidir.

Üniversitelerde yangın kıvılcımlarının tutuşturulmak istendiğini, etnik nifak tohumlarının ekilmesine çalışıldığını büyük bir endişeyle görüyor ve izliyoruz. Bu yangın ateş bacayı sarmadan önce yerinde söndürülmelidir. Bunda en büyük görev ve sorumluluğun AKP Hükûmetine ait olduğu tartışmasızdır. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da başlayan, Ankara’da devam eden olaylarda Sayın Başbakan ve AKP’nin benimsediği tutum, maalesef bu siyasi görev ve sorumluluğun asgari icaplarıyla uyuşmamıştır. Türk emniyet güçleriyle öğrencileri karşı karşıya getirmenin ateşle oynamak olduğunu artık herkes idrak etmelidir. Başbakan, Hükûmet yetkilileri üniversite gençliğinin sorunlarına ve bunları dile getirme çabalarına karşı gereken anlayış ve hoşgörüyü göstermek durumundadır. Türk polisini öne sürerek aradan çekilmek Sayın Başbakanı ve Hükûmetini vebal ve sorumluluktan kurtaramayacaktır.

Emniyet teşkilatımız olumsuz koşullarda büyük bir şuur ve fedakârlıkla çok güç bir görevi yerine getirmektedir. Kanlı terörün hedefi olan, etnik bölücülerin organize ettiği eylemlerde taş ve molotofkokteyillerine vücudunu siper eden kahraman emniyet teşkilatımıza herkes sahip çıkmalıdır. Polisimizi yıpratmak, siyasi amaçlar için kullanmaya çalışmak büyük bir gaflet olacaktır. Polisimiz de toplumsal olaylarda, kanunlardan kaynaklanan görevlerini yaparken ve yetkilerini kullanırken orantısız güç kullanmamaya dikkat etmeli, kendisini bir çatışmanın tarafı konumuna getirmemelidir. Üniversite gençliğinin de protestolarını meşru zeminlerde ve meşru yöntemlerle ortaya koymaları, şiddet unsuru içeren eylemlerden uzak durmaları mutlak bir zorunluluktur. Üniversitelerdeki olayların kontrolden çıkarak kitlesel çatışmalara dönüşmesi, hiçbirimizin altından kalkamayacağı büyük bir felaket olacaktır.

Yaşanan son müessif olaylar neticesinde, AKP Hükûmetinin, üniversite gençliğinin ve emniyet güçlerimizin, sağduyunun rehberliğinden, aklın yol göstericiliğinden ayrılmamaları hayati bir önem taşımaktadır. Üniversite yönetimleri de bu konuda üzerlerine düşeni büyük bir dikkat ve itina ile yerine getirmelidir. Öte yandan, muhalefet partilerinin de bu konuda sorumluluğu olduğu unutulmamalıdır. Bu bakımdan, son yaşanan protesto gösterilerinin Türkiye Büyük Millet Meclisine taşınması ve ana muhalefet partisinin buna aracılık etmesinin bu sorumlulukla örtüşmediğini bu vesileyle hatırlatmak isterim.

Sayın milletvekilleri, bütçeyi konuşup hakkında yorum yaparken yalnızca ekonomik ve mali tarafına odaklanmak konunun bir tarafını ciddi anlamda eksik bırakacaktır. Zira, bütçenin, en az bunlar kadar, belki de daha fazla dikkat edilmesi gereken siyasi ve hukuki yönleri olduğu kuşkusuzdur. Bu yüzden, devletin belli bir dönemde yapacağı harcamaları ve elde edeceği gelirleri gösteren bütçenin bir bütün hâlinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bütçenin, millet egemenliğinin somutlaştığı yer olan yüce Meclisimize, Hükûmetin işlemlerine izin verme ve denetleme imkânı sağlaması, en başta, siyasi işlevinin bir sonucudur. Dolayısıyla aziz milletimiz, temsilcileri eliyle, tüm kamu kesimine teorik de olsa hâkim olacak ve kontrolünü sağlayacaktır. Elbette bunun sağlıklı ve etkili yapılabilmesi, güçler arasındaki ayrımın ve görev dağılımının ihlal edilmemesine veya zayıflatılmamasına bağlıdır. Bütçe özü itibarıyla kaynak tahsis meselesidir ve bu da doğal olarak siyasal bir tercihe dayanacaktır. Genel olarak her iktidar siyasi önceliklerini, başta maliye ve para politikalarını vasıta yaparak bütçede belirlemekte ve yasama organının onayına sunmaktadır. Takdir edersiniz ki bütçenin onay süreci sıradan ve olağan bir işlem olmamalıdır; aksini düşünmek demokrasiye ve millet iradesine hazımsızlık kadar saygısızlık da olacaktır. Bütçe ve kesin hesap tasarıları üzerindeki görüşmeler aynı zamanda bize Hükûmet uygulamalarına yönelik uyarı, tenkit ve öneri imkânı da sağlamakta, milletimizin ve devletimizin sorunlarını daha bütünlükçü ele alma fırsatı sunmaktadır. Bu söylediklerimin amacına ulaşabilmesi siyasi iktidarın sözlerimize, eleştirilerimize ve tekliflerimize göstereceği ilgi ve dikkatle mümkündür. Fakat tecrübelerimiz, AKP İktidarının bu zamana kadarki kayıtsız ve vurdumduymaz eğilimlerini yönlendiren başına buyruk siyaset anlayışında ne kadar ileri olduğunu da göstermektedir. Uzlaşmadan ziyade çatışan, iş birliği yerine çarpışan, hoşgörülü olmaktansa kaba güç gösterilerine tevessül eden AKP zihniyetinin hazırladığı bütçelerle ekonomik gelişmeyi yakalaması ve milletimizin refahını artırması bugüne kadar söz konusu olmamıştır, bundan sonra da olması ihtimal dâhilinde değildir. Nitekim yaklaşık sekiz yıldır olan da budur ve gerçekler tüm açıklığıyla görmesini bilenler için ortadadır. Bu itibarla görüştüğümüz 2011 yılı bütçesinin de ümit ettiğimiz gelişmelere kapı aralayabilmesi ve milletimizin beklentilerine cevap verebilmesi söz konusu değildir.

Değerli milletvekilleri, 2011 yılı bütçesi hakkındaki düşüncelerimi sizlerle paylaşırken pek tabiidir ki önce ülkemizi merkezine alan ama küresel gelişmeleri de ihmal etmeyen ekonomi-politik bir değerlendirmeye ihtiyaç vardır ve son gelişmeleri bu perspektifle ele almak işin doğası gereği olacaktır.

İnsanlık, asırlarca, daha iyi yaşayabilmek, daha sağlıklı olabilmek ve hedeflediği mutluluğa ulaşabilmek amacıyla sürekli yeni arayışlara, çabalara ve çalışmalara girişmiştir. Ancak, her defasında savaşlardan, bunalımlardan, yoksulluk ve açlığın neden olduğu sosyal afetlerden yakasını kurtaramamış ve arzuladığı seviyeye bir türlü erişememiştir. Bugün yaşlı yerkürenin düne nazaran daha umut bir verici bir durumda olduğunu söylememiz ne yazık ki zordur. “Küreselleşme” dediğimiz çok yönlü dinamik süreç, birçok sakıncasına rağmen dünya üzerindeki hayat biçimleri hakkında herkese ortak bir fikir vermiş, iletişim araçları sayesinde yoksulluktan harap, bitap düşmüş milyarlarca insana zenginliğin ve iyi yaşamanın nasıl olacağını göstermiştir. Küresel sistemin dengesiz ve adaletsiz görünümü bu şekliyle deşifre olmuş ve gerginliklerin, çatışmaların ve sancıların mahiyeti ve niteliği farklı bir boyut kazanmıştır.

Bir tarafta servet ve gelirin muazzam derecede üst üste yığıldığı ülkelere karşı, diğer tarafta sürekli ekonomik sorunlarla boğuşan ve aralarında bizim de yer aldığımız milletlerin varlığı hepimizin malumudur. İçecek temiz su bulamayan, yiyecek ekmekten mahrum ve başını sokacak bir meskeni olmayan milyarlar, insanlığın nasıl bir rezaletle karşı karşıya olduğunu göstermesi bakımından ibretliktir. Bu sakil ve son derece rahatsız edici adaletsizliğin çözümü ve temelinden hâlli, bugüne kadar maalesef gerçekleştirilememiştir. Ekonomik eşitsizliğin neden olduğu nefret duyguları etnik ve mezhepsel çatışmaların ateşini yükseltmiş, hem yerel hem de küresel terör vahşetine lojistik destek sağlamıştır.

Dünyanın içine düştüğü ekonomik ve siyasi gerilimin kökeninde elbette tarihsel faktörlerin ve dünden devralınan sömürgeci mirasın etki ve katkısı çok fazladır. Şaibeli ve insanlık değerleriyle bağdaşmayan emperyal maharetle kaynak ve imkânlara ulaşıp zenginleşen ülkelerin bugünkü çağda demokrasi ve özgürlük savunucusu kesilmeleri de bir bakıma kürenin en büyük açmazı ve talihsizliği olmuştur. Balkanlardan Kafkasya’ya, Afrika’dan Okyanusya’ya ve Cebelitarık’tan Kuzey Amerika’ya uzanan geniş coğrafyalarda yaşanan dramlar, facialar ve sistematik kıyım ve ekonomik saldırılar çağımızın gelişmiş ülkelerince hiçbir kural ve ahlaki kaygı gözetilmeden gerçekleşmiştir. Bu itibarla, son beş yüz yıllık zaman zarfında, Avrupa’nın ve Amerika’nın dünyanın toplam gelirinden aldığı pay hızla artarken Asya ve Afrika’nınki sürekli gerilemiştir. Ne yazık ki açgözlülük, bencillik, adaletsizlik ve ihtiras, kürenin bir bölümünün istikrarsızlıkların ve kaosların içine girmesine yol açmış ve bunun sarsıntıları bu yüzyıla kadar artarak devam etmiştir.

Aslına bakılırsa başta ülkemiz olmak üzere gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin yaşadıkları sorunların büyük bir bölümünü burada aramak ve varlığını sürdüren küresel tasarımın altındaki büyük haksızlığı ve adaletsizliği açıklıkla itiraf etmek gerekmektedir. Güçlünün kazandığı ve sözünün geçtiği mevcut küresel sistemin sahip olduğu dengesizlikler ve çarpıklıklar artık sürdürülemeyecek noktaya kadar gelmiştir. İnsanlığın daha iyi ve güzele olan talebi ve bunlara ulaşma gayreti önümüzdeki yıllarda oyun kurucuların yeniden değişeceği bir dönemin ortaya çıkacağını şimdiden bize göstermektedir. Gelecek yıllarda, küresel ısınmadan iklim değişikliklerine, kadın haklarından gençlik örgütlenmelerine ve çevreci hareketlere, başta İnternet olmak üzere iletişim araçlarından teknolojik gelişmelere kadar ve ideolojilerin yerini almaya aday kimlik politikaları bu değişimde etkili olacaktır.

Küresel ekonomik krizin ortaya çıkardığı gerçekler arasında, geleneksel güç merkezlerinde yaşanan kaymaların tetikleyeceği yeni bir ilişki ağına gidişin belirtileri bulunmaktadır. Burada hayrete düşülecek bir taraf esasen yoktur. Yüzyıllardır sürekli değişen ve farklı bir noktada dengeye oturan küresel sistemin önümüzdeki süreçte buna bir kez daha muhatap olması kaçınılmaz gibi durmaktadır. Ne var ki Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin bu gelişmeleri doğru okuyamadığı ve gerçekçi, ayakları yere basan ve millî politikalar üretemediği de ortadadır. Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik gücünü harekete geçirmekten âciz ve bihaber olan Hükûmetin sadece küresel alana eklenme niyetiyle avunması ve üstelik bunu da taviz ve teslimiyet döngüsü içine hapsolarak planlaması bu zamana kadar hayırlı ve faydalı bir sonuç doğurmamıştır.

Ekonomiden siyasete, güvenlikten diplomasiye, sanattan spora, edebiyattan bilime kadar mukayeseli bir üstünlüğe sahip olmadan uluslararası ilişkilerde iddialı olmaya çalışmak hem komik hem de milletimizin aklıyla alay etmektir. Üstelik iç huzurumuzun hiç kalmadığı ve birlikte yaşama inancına yönelik hain suikastların varlığı biliniyorken, bölgemizde sözü dinlenir bir ülke olduğumuzu dillendirmek ve bu propagandayı sürekli pompalamak, ülkemize ve aziz milletimize hiçbir şey kazandırmayacaktır.

Şehit kanlarıyla çizilmiş sınırlarımızın, üniter yapımızın, kardeşliğimizin ve millî kabullerimizin sorgulandığı bir ortamda sürekli içi boş bir gelişmeden ve sözde ileri demokrasiden bahsetmek, ancak basiretini ve idrakini kaybeden bir hükûmetin bastırılamayan çelişki ve bunalımına işaret edecektir.

Siyasi sorumluluk üstlendiği ülkesinin iç sorunları katlanırken “Dışarıda sıfır sorun” hezeyanlarıyla vakit geçiren bir hükûmet etme anlayışının etkinliğinden, ciddiyetinden ve samimiyetinden bahsetmek inanın mümkün değildir. Kaldı ki Aziz Atatürk’ün belirlediği ve ilan ettiği “Yurtta sulh, cihanda sulh.” ilkesi bizim için vazgeçilmezliğini hâlâ korumaktadır ve başkaca bir hayalperestliğe millet olarak ihtiyacımız olmayacaktır.

Bölgesinde cazibe merkezi olmaya talip ve hakikaten sözü dinlenir ülke hâline gelmek için ekonomik ve siyasal alanlarda istikrarlı ve kudretli olmak tartışmasız bir gerekliliktir. Bunlar olmadan yalnızca sözde ve propaganda düzeyinde ülke olarak itibarımızın arttığını ileri sürmek yalandır, sanaldır ve aldatmadan başka bir anlama gelmeyecektir.

Arkasına ekonomik gücünü alamamış, askerî caydırıcılığını sağlayamamış, coğrafyadan kaynaklanan üstünlüğünü gösterememiş ve beşerî varlığını huzura erdirememiş bir ülkenin küresel düzlemde belirleyici olmasına tarih henüz tanıklık etmemiştir.

Eğer bugün Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel sistemdeki kuvvetinden ve etkinliğinden söz ediliyorsa bu söylediklerimi siyasetinin ana ekseni yapmasıyla mümkün olduğunu hatırlardan çıkarmamak gerekmektedir.

60 trilyon doları geçen dünya toplam gelirinin yüzde 21’ine yakınını Amerika Birleşik Devletleri’nin var olan askerî gücüyle iç içe geçmiş bu ekonomik gücü sayesinde kıtalar arasındaki sorun alanlarına doğrudan müdahale ettiği ve yönlendirdiği hepimizce bilinmektedir.

Ülkemizin ise insanlığın toplam gelirinden aldığı yüzde 1,2’lik payla ne yapacağı, sözünün nasıl dinleneceği ve hangi tarihsel hatıraları canlandırarak sürükleyici ve tayin edici bir konumda olacağı belirsiz olduğu kadar şüphelidir.

Üstelik ordumuzun darbeci olarak gösterilmeye çalışıldığı ve sindirilmek için özel bir gayret sarf edildiği bir ortamda vatanımızı parsellemeyi hedefine koymuş olan bölücü mihraklar da şımartılmışken, güçlü ve bölgemizde istikrar abidesi olduğumuza yönelik iddialar tam bir karartmadır ve AKP Hükûmetinin şuurunu kaybettiğinin resmidir.

Bu itibarla, kutlu ceddimizin, Osmanlının muhterem hatıralarını istismar ederek, Osmanlı milletler sisteminin tekrar kurulmasıyla ilgili hem de yabancı başkentlerde düşünce beyanlarında bulunmak, aymazlıktan öte, saflık ve gerçeklerden ne kadar kopuk olduğunun bariz bir göstergesidir.

Çatısı altında bulunmaktan övündüğümüz gazi Meclis, milletimizin himmetiyle, yedi düvele karşı verdiği şanlı mücadeleyle Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş ve 29 Ekim 1923 tarihinde son sözünü söylemiştir. Bu tarihe gelesiye kadar yaşadığımız ağır tahribatlar, isyanlar, işgaller, toprak kayıpları, maruz kalınan bağımsızlık mücadeleleri millî hafızalarda hâlâ derin bir üzüntü olarak hatırlanmaktadır. Elbette, ecdadımız, böylesi bir sonu istememişti ve arzu etmemişti ancak küresel güçlerin tüm iğrençliğiyle vatanımıza gözünü dikmelerine de mâni olunamamış ve karanlık odalarda yaptıkları toprak paylaşımlarının önüne ise geçilememiştir. Sonucunda bugünkü sınırlarımıza kadar gerileyerek, gidecek başka yerimiz olmadığı hususunda kesin karar, destansı bir kurtuluş mücadelesiyle herkese ilan edilmiştir.

Bütün bu gerçekler ortada dururken ve iç bütünlüğümüz bile tartışılır hâldeyken başkalarının tesiri altına girip Türkiye Cumhuriyeti’ni sulandırmaya çalışmak, arkadan dolaşarak ve sözüm ona ilgi uyandıracak projeleri gündeme taşımak asla doğru olmayacaktır ve bunun perde arkasındaki tezgâhlar ülkemizin mahvına sebep olacaktır. Bilinmelidir ki hükümran bir geçmişe sığınıyor görüntüsü altında yabancıların projelerine taşeronluk yapanları, bilerek ya da bilmeyerek buna hizmet edenleri ne Allah ne de aziz milletimiz hiçbir zaman affetmeyecektir. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, olması gerektiği gibi kalkınamayışımızın nedenlerini, sürekli ve kararlı bir gelişme gösteremeyişimizin sebeplerini, genel olarak, Lale Devrinden beri sorguladığımız bir gerçektir. Ancak hâlâ kapsayıcı ve etkili bir yöntem veya çare bulamadığımız da malumlarınızdır. Bu uğurda takip edilen yolların, Batılılaşmanın hedef alınarak izlenen prensiplerin bizi her ne hikmetse hep bir başkası olmaya zorladığı da açıktır. Değerlerden başlayarak sosyal ve ekonomik hayatın bütün veçhelerine sokmaya çalıştığımız yabancı bakış açısı ne yazık ki orijinal ve kendimize özgü kültürel yapımızı sürekli aşındırmıştır.

Doğu ile Batı arasına sıkışmış ve ilerleyebilmek için Batı’ya yakın olmaya karar vermiş olan milletimizin muhatap olduğu sorunlar ve sarsıntılar hiç dinmemiş ve azalmamıştır. Bir tarafta tarih yapan ve kudretli bir millet olduğumuz inancı, diğer tarafta da yabancı sosyal ve ekonomik sisteme geçme ve yerleşme talebi ister istemez çelişkilerin iyice çoğalmasına ve kabından taşmasına neden olmuştur. Teknik buluşları ithal ederek gelişeceğimizi zanneden kafa yapısı, bunun arkasındaki zihniyet örgüsünü anlamak için nedense hiçbir zaman mesai ve emek harcamamıştır. Kullanımına talip olduğumuz her kavramın, teorinin, teknik ilerlemenin bir zihniyete dayandığı, belirli ve somut bir ihtiyaçtan kaynaklandığı görmezden gelinmiş ya da anlaşılmamıştır. Asırların imbiğinden damıtarak olgunlaştırdığımız millî ve manevi değerlerimizi hakkıyla idrak etmeden çıkılan modernleşme macerası, doğal olarak meyvelerini bize ikram etmemiş ve sorunlarımızla başa çıkabilmede yardımcı olmamıştır.

Refahın, zenginliğin, ilerlemenin, insanlık değerlerinin bizim dışımızdaki toplumlara ait olduğunu sanan çürümüş bir anlayışın problemlerimizin azalmasına katkısı elbette olmayacaktır. Geleneksel olarak ekonomik ilişkilerini günlük temin alanına sıkıştıran bir zihniyet örgüsünün de pazar için üretim ve kâr gibi saiklerden ne anladığı belli olmadan kapitalist ilişki içine girmesi yaşadığımız birçok soruna âdeta davetiye çıkarmıştır.

Az önce de belirttiğim gibi, adaletsiz ve eşitsiz küresel ekonomik ilişkiler ağı doğal olarak koyduğu kurallar doğrultusunda kaynakları ve sermayeyi kendisine çekmiş, milletimizin hanesine işsizlik, gelirsizlik ve yoksulluk düşmüştür. Bu gerçekler inkâr edilemez bir boyutta ve farklı yoğunlukta hâlâ yaşanmakta ve tüm haksızlığa rağmen sürmektedir.

Tarihî ve toplumsal kabullerimiz üzerine bina edilemeyen ve kendi ihtiyaçlarımızı tatmin etmekten uzak siyasi ve ekonomik tercihlerin getirdiği yer işte bugünkü gibidir. Karşılaştığımız her sorun karşısında hazır kalıp arama ve bunu da taklit etme alışkanlığının uzun vadede bedeli ne hazindir ki acı olmuştur. Hepimizin en başta düşünmesi ve cevabı üzerinde kafa yorması gereken bir soru vardır: Tarihin belirli bir döneminde sahip olduğu kudretinden dolayı dünyayı titreten ve hâkim bir güç olan milletimizin bugün içine düşürüldüğü ataletin ve acziyetin hesabını kim ya da kimler verecektir?

Yenilikçiliğin olmadığı, teknoloji üretiminin yetersiz kaldığı, değişim dinamiklerinin yanlış yorumlandığı ve geliştirici iş birliklerinin bulunmadığı bir ortamda hep aynı sorun alanları etrafında dolanmanın faturası gün geçtikçe artmaktadır. İstirham ederim, bir kere düşünün değerli arkadaşlarım: Bundan bir asır önce hangi sorunlarla yüz yüzeysek bugün benzerleri yok mudur? Geçmişteki tehlike ve tehditlerin değişik türevlerine bu zamanda da şahit olmuyor muyuz? Peki, bunlar bizim kaderimiz midir ve teslim olacağımız, “Ne yapalım, buraya kadar.” diyerek sineye çekeceğimiz kara talihin bir eseri olarak mı kabul edeceğiz? Titreyip kendimize ne zaman geleceğiz? Birbirimizi daha hangi şartlar altında kucaklayıp güç birliği yapacağız? Ekonomik problemlere daha ne kadar katlanacağız? Aynı bayrak altında tek milletin eşit ve onurlu bir üyesi olmanın şerefine sahip olmak varken, daha nereye kadar kardeşler arasına sokulmaya çalışılan nifaklara sessiz kalacağız?

1910’lu yıllarda milletimizin bölünmesi ve parçalanması için ellerini ovuşturanlarla bugün aynı kirli amacı taşıyanlar arasında yalnızca bir zaman ve nesil farkı olduğunu katiyen unutmamalıyız. Figüranlar farklı olsa da niyetlerin, emellerin ve fesadın aynı olduğu şüphesizdir.

Balkanları elimizden koparanları, Ermeni çetecileri üzerimize gönderenleri, vatanımızı esaret altına almaya çalışanları ve kutsal toprakları oyunlarla elde edenleri biz hiç hatırımızdan çıkarmadık. 1919 yılında hangi tezgâhlar varsa, emin olun ki bugün de benzerlerine şahit olmaktayız. Dünün işgalcileri ve emperyalist mihrakları hem kendileri hem de uzaktan kumanda ettikleri uzantılarıyla birliğimizi ve bağımsızlığımızı yok etmeye çalışıyordu. Bugün de masum kavramlarla yarım kalan işlerini tamamlamak için faaliyet içinde olduklarını iyi biliyoruz ve üstelik de muhatap oluyoruz.

Yaşadığımız çağda en korkunç savaşların demokrasi adına, en feci baskıların özgürlük uğruna ve dehşet verici zulümlerin insanlık namına yapıldığı biliniyorken esasen kavramların istismar edilmesine çok da şaşırmamak lazımdır. Dün de etnik tahrikler vardı, bugün de bulunmaktadır. Dün de milletimizi bölmeye çalışanlar vardı, bugün de otuz altıya ayırmayı düşünenler faaliyet içindedir. Dün de âciz yönetimler vardı, maalesef bugün de var. Türk milletine duyulan kin ve tahammülsüzlük dün de vardı, bugün de değişik boyutlarla varlığını sürdürmektedir.

Başka milletlerin bilim ve teknikte mesafe kaydettiği bir süreçte ve hatta uzaya kadar hâkimiyet alanlarını yayıp yeni elementler bularak dünyanın gidişatını etkilerken, bizim hep aynı meselelere saplanıp kalmamız kabul edilemez bir insafsızlık ve yanlış olacaktır. Bakınız, Almanya iki dünya savaşının da tarafı oldu ve tam bir yıkıma uğradı. Gelin görün ki bugün Avrupa’nın en büyük ekonomisi ve dünyanın da en çok ihracat yapan iki ülkesinden birisi hâline geldi. Japonya için de benzer şeyleri söylememiz mümkündür ve istenildiği zaman kültürel güçten alınan destekle nelerin başarılacağını herkes görmüştür. Millet olarak karşımıza dikilen engelleri aşamadığımızdan sorunlarımızı da bir türlü çözemiyoruz. Takatimizi bitiren, enerjimizi heba eden ve birbirimize düşmemize sebep olan meselelerin aşılamaması bu coğrafyada bağımsız yaşama irademize de darbe vuracaktır. Bugün geldiğimiz bu aşamada insanımız güvensiz ve korkular içindedir, bu itibarla, bugünden endişeli yarından karamsardır. Tahammül etmemizin artık imkânsız olduğu, tepkisiz kalmamızın düşünülemeyeceği bu çarpıklıktan mutlaka kurtulmamız ve zaman öznesi hâline gelebilmemiz için tek bilek ve tek yürek olmamız zorunludur. Gerçekten de mensubu olmaktan iftihar ettiğimiz büyük Türk milletinin, eğer şartlar elverirse neler yapacağını biliyor ve buna canıgönülden inanıyorum.

Sayın milletvekilleri, biraz önce de vurguladığım gibi, ülkemizin her alanında sorunlar artmakta ve yaygınlaşmaktadır. Artık insanımız yoğunlaşan problemlere göğüs germekten yorulmuş ve haklı olarak bıkmıştır. Huzur ve refahın her geçen gün ulaşılabilir bir hedef olmaktan çıkması ve yarınlara dair umutlu bekleyişlerin hayal kırıklıklarıyla yer değiştirmesi, yaşadığımız coğrafyada jeopolitikten doğan girdapların daha da belirginleşmesine ve hızlanmasına neden olmuştur. Bir gerçeği artık herkesin kabul etmesi gerekmektedir: Sosyal krizler, cinnet ve cinayet haberleri, yozlaşma ve yolsuzluktaki artışlar, siyasal kaoslar, ekonomik buhranlar, kimlik ve değer aşınmaları toplumsal yapının zaten zayıf ve yetersiz olan sorun çözme kültürünü tüketme noktasına getirmiştir.

Yine hepinizin şahit olduğu üzere, karşılaştığımız en ufak sorunun büyüyüp çoğalması ve bunun sonucunda toplumsal sistemin anında kamplara ve cephelere bölünmesi sağlıklı bir hâlin göstergesi değildir. Özellikle AKP iktidarları boyunca Türkiye maalesef bu dar ve çıkmaz alanın dibine kadar düşmüştür. Bu anormal görünümün kapsamında gelişme, büyüme ve kalkınma girişimlerinin yalnızca sözde kalacağı, hiçbir anlam ve sonuç doğurmayacağı açıktır.

Bugünkü olumsuz şartlar altında, muhatap kaldığımız ve her gün bir yenisine şahit olduğumuz sorunların üstesinden gelebilmek için öncelikle meseleleri tarafsız ve kararlı bir biçimde ele alacak ve üzerine gidecek zihnî ve fiziki faktörlere ihtiyaç bulunmaktadır. Elbette ekonomideki belirsizlikler ve kronik hastalıklar en dikkat edilmesi gereken konular arasındadır. Kim ne derse desin, AKP Hükûmeti ne türlü bir propaganda yaparsa yapsın ekonominin istikrarlı ve güçlü yapısından söz etmek imkânsızdır. Yanlış ve sakat ekonomi politikalarına paralel yürüyen eğri ve bulanık siyaset tercihi vatandaşlarımızı zayıf ve yorgun düşürmüş, deyim yerindeyse hayatlarından bezdirmiştir.

Yalnızca rakam ve oranların inşa ettiği sığınaktan gelişmelerin analizi ve dikkatlerin borsa endeksine kilitlenmesi bir bakıma ekonomiye nasıl bakıldığını da ispat etmiştir. Özellikle Türkiye ekonomisinin yaşadığı ağır kriz hâlinin geometrik terimlerle hafife alınması ve “Bize bir şey olmadı.” tekerlemeleri, ne kadar inkâr edilse de milletimizin yaşadığı felaketi bastırmaya yetmemiştir ve ülkemiz tarihin en büyük krizlerinden birisine Adalet ve Kalkınma Partisinin yönetimi altında girmiş, hiçbir izah ve bahane bu gerçeği değiştirmemiştir. Unutmayalım ki “Ne yapalım, kriz ABD’de çıktı.” ya da “Avrupa Birliği de sarsılıyor.” gerekçeleri ne Başbakanı ne de Hükûmetini sorumluluktan kurtarmayacaktır. Siyaset bedel ödememek maksadıyla umut ve güven pompalamayla çalışmanın ve aldatıcı bir iyimserlik havası oluşturmanın iktidar partisine hiçbir faydası olmamıştır. Kabul etmemiz lazımdır ki bütün ülkelerde büyümeyi sağlayan olağanüstü elverişli küresel ekonomik iklimin sonucunda 2005 yılına kadar Türkiye ekonomisi artan bir oranda büyümüştür ancak 2005 yılını takip eden yıllarda, ekonominin kendi iç çelişkisinden kaynaklanan sorunlardan dolayı büyümesi yavaşlayarak, uluslararası risk iştahı ve likidite bolluğuna rağmen irtifa kaybetmeye başlamış ve büyüme hızı hem potansiyelinin hem de muadillerinin gerisine düşmüştür. Nitekim, 2009 yılında büyümedeki düşüş eksi yüzde 4,7 olmuştur.

Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmet olduğunda, ülkemizle benzer şartlara sahip 149 ülke içerisinde Türkiye en hızla büyüyen 29’uncu ülkeyken, 2009 yılında büyüme hızı sıralamasında 136’ncı sıraya inmiştir. Hatırlanacağı üzere, bu yılın ilk dokuz ayında ortaya çıkan büyüme oranı yüzde 8,9 olarak gerçekleşse de bu büyüme büyük ölçüde baz etkisinden kaynaklanmıştır. 2010 yılı ilk çeyrek büyümesi yüzde 11,8 seviyesinde olduğu hâlde, üçüncü çeyrekte bu oranın 5,5’e gerilemesi, baz etkisinin süreç içinde etkisini kaybetmeye başladığını göstermiştir. Açıktır ki AKP Hükûmeti, bu zamana kadar üretimi ve çalışanı dikkate alan, işsizliği azaltan bir büyüme stratejisi tespit ve tayin edememiştir. Ne yazık ki Türkiye ekonomisi küresel para tacirlerinin, sıcak para operasyonlarının, uluslararası finans kuruluşlarının insaf ve merhametine tam anlamıyla terk edilmiştir. Bunlara başarı diyebilmek için ise ancak ve ancak hayata ve gerçeklere kara bir propaganda gözlüğüyle bakmak ve iktidar yandaşı olmak yeterli olacaktır.

İşsizliğin aldığı boyut korkutucu bir noktadadır ve resmî işsizlik rakamına iş aramayıp ancak çalışmaya hazır kişiler de ilave edildiğinde işsiz vatandaşlarımızın sayısının 5,5 milyona ulaştığı görülecektir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin yönetimi altında Türkiye ekonomisi “teğet geçme” ve “krize fırsat gözüyle bakma” dışında yeni bir şeyle karşılaşmamıştır. Bu kapsamda, hesap oyunlarıyla kişi başına düşen gelir rakamları sanal olarak arttırılmış, hayat pahalılığı yükselmiş, gıda enflasyonu fırlamış, ülkemiz ithal mallarının cenneti hâline gelmiş, cari açık azmış, toplam borç stoku 741 milyar Türk lirasını aşmış, vatandaşlarımızın toplam borcu 159,2 milyar Türk lirası olmuş, bankaların yüzde 41,9’u, sigorta şirketlerinin yüzde 63’ü yabancıların eline geçmiş, başta elektrik dağıtım şirketleri olmak üzere kamu varlıkları satılmış ve bütçe açıkları kapatılmış, vatandaşlarımız dünyanın en pahalı benzinini almak zorunda bırakılmış ve et fiyatları anormal seviyelere çıkmış ve ekonomideki alaboralar milyonlarca insanımızı aç ve yoksul bırakmıştır.

Ekonominin yapısal sorunları ciddiyetle ve kararlılıkla ele alınmadığı gibi sosyal gelişmenin, sağlıklı ve istikrarlı bir büyümenin önündeki engeller de kaldırılamamıştır. Bugüne kadar krizin iyi yönetilememesi sonucunda ekonominin her alanda güven kaybı hızlanmış, geleceğe dönük risk beklentisi yükselmiş ve hemen hemen her sektörde tahribat yaşanmıştır. İflaslar, feryatlar, intiharlar ve ailedeki parçalanmalar ekonomik depremin hüzün veren neticelerinden bazılarıdır. Maalesef, hükûmet etme sorumluluğunu uhdesinde bulunduran AKP’nin sözlerindeki yavanlık, uygulamalarındaki yapaylık ve ortaya koyduğu hedeflerdeki tutarsızlık sosyal ve ekonomik sistemimizde tedavisi zor yaralar açmıştır. İşte, AKP Hükûmetinin başarı diye sunduğu ekonomik yapının gerçekleri bunlardır ve bu kara bilançonun saklanmasına ya da gizlenmesine kimsenin nefesi ve gücü yetmeyecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizin takdir edeceği üzere sokaklarında aç, işsiz ve muhtaç vatandaşları bulunan bir ülkenin huzurlu olması ihtimal dâhilinde değildir. Böyle bir açmaz içerisinde, her alanda yoğunlaşan sorunlarımızın aşılması ve bir üst seviyede çözüme kavuşturulması da çok zordur. Şu gerçeği elbette kabul ediyorum: Türkiye sanayi devrimini gerçekleştiremediğinden toplumsal ve ekonomik olguları sorgulama ve bunlara cevap arama geleneğini de hiçbir zaman yeterince geliştirememiştir. Yıllardan beri Türk sanayisinin ani bir sıçrayış ve ilerleyiş içine girememesi, sorun çözme kültürünün kitleselleşmesine ve ekonominin istikrarlı gelişmesine engel olmuş ve gecikmiştir. Bu itibarla, sanayileşmenin ve sanayi bilincinin sosyal, siyasal ve ekonomik hayattaki önemini göz ardı etmemiz mümkün değildir. Sanayileşmeyi ıskalamış, üretmeyen ve sıcak paraya bağımlı bir ekonomik yapının ortaya çıkaracağı tek gerçek krizdir, istikrarsızlıktır ve kaynakların dışarıya akmasıdır.

Ülkelerin sanayileşme sürecinde ekonomik ve sosyal hedeflere ulaşmada bilim ve teknoloji politikalarının önemli bir işleve sahip olduğu açıktır. Bilim, teknoloji ve sanayi politikaları ekonomik refah ve toplumsal huzur seviyesini doğrudan ve yakından etkileyen içeriklere sahiptir. Doğal olarak başka türlüsü de çok zor olacaktır. Sanayi politikasının bize göre vazgeçilmez bir bileşeni olan teknolojik gelişme medeniyetler ve milletler mücadelesinde mutlak üstünlük kurulmasına katkı verecek ve destek olacaktır ve sanayileşmiş ülkelerin de teknoloji üretebilen bir özelliğe sahip oldukları da hiçbir zaman gözlerden uzak tutulmamalıdır. Buna rağmen teknolojinin ithal edilmesi, ikinci ve hatta üçüncü el olması arzulanan ve hedeflenen ekonomik gelişmişlik düzeyine ulaştırmayacaktır. En başta kültürel yapımızla uyumlu ve bizatihi kendi ihtiyaçlarımızdan doğmuş bir teknolojik yapıya gerek ve ihtiyaç vardır. Aksi hâlde, başka ülkelerin sırf kendi toplumsal taleplerinden dolayı doğmuş olan teknolojileri anında almak doğru ve yerinde değildir ve bir gelişme göstergesi de olmayacaktır. Herhangi bir teknolojik gelişmenin sağlıklı ve rasyonel sonuç doğurabilmesi sosyolojik zeminde karşılığının olmasına ve somutlaşmasına bağlıdır. Güzel temenniler ve samimi niyetlerle de olsa bile yeni teknolojik gelişmelerin kültürel özelliklerimizle var olan çelişkileri ihmal edilerek gözü kapalı bir biçimde alınıp kullanılması yeni sorun alanlarının ortaya çıkmasına zemin hazırlayacaktır. Nitekim bu zamana kadar da olan budur. Böylesi bir sürecin sonucunda sanayileşmenin beraberinde getirdiği bilinç ve düşünce sistematiği toplumsal tabana yayılamayacak, sanayileşmeden umulan medet kendisini gösteremeyecektir.

Bizim açımızdan sanayileşmenin vazgeçilmez bileşeni olan teknolojik yenilik, sosyal ve ekonomik sistemde muhtevasız bir şekil olarak kalmamalı ve ihtiyaçları doğrudan doğruya karşılayabilme özelliğine sahip olmalıdır. Milletimizi bütünlüğüyle kucaklayan ama öncelikle çalışanların sağlık, eğitim, barınma, kültür gibi temel taleplerini sağlamak üzere ileri teknolojileri işsizliği de ortadan kaldıracak biçimde kullanan bir sanayileşme stratejisi az önce ifade ettiğim sorun çözme kültürünü kurumsallaştıramayacaktır. Bir insanlık ayıbı olan ve iktidar partisi AKP’nin üstesinden gelemediği işsizliğin, yoksulluğun, gelir dağılımı adaletsizliğinin, toplumsal ve bölgesel eşitsizliklerin ortadan kaldırılması böylelikle gerçekleşecektir.

Sanayi sektörünün güçlenmesi üreten ekonomiyi canlandıracak, aynı zamanda uzlaşmayı sağlayarak vatandaşlarımızın sorumluluk duygularını güçlendirecektir. Bu süreçte toplumla fert arasındaki karşılıklı etkileşimlerle kopmaz bir bağ tesis edilecek, beliren her sorun alanı anında tesirsiz hâle getirilecektir. Böylelikle tartışma ve çekişmeler değer alanından çıkacak ve milletimizin ihtiyaçları ve talepleri neyi gerektiriyorsa dikkatler o tarafa çevrilecektir. Bunun sonucunda hiçbir siyasal zihniyet sürekli olarak gerginlik ve mağduriyet üzerinden prim yapamayacaktır.

Bahsetmeye çalıştığım ve sanayileşmenin pozitif etkilerinin çok büyük olduğu bu süreçte hiçbir aziz vatandaşım birilerinin yardımına ihtiyaç duymayacak, herkes alın terinin sonucunda akşam evine ekmeğini götürecektir. İşte, sanayileşmenin mesafe alması ve ekonomik gelişmenin sağlanması bu kadar önemlidir ve acildir ve gecikilmesinin ortaya çıkaracağı sosyal ve ekonomik bedeller her geçen gün çoğalmaktadır.

AKP Hükûmetinin, hâlâ, geçmişin belirli bir zaman aralığındaki -bize göre tartışmalı- başarılarla avunması ve bununla günlerini geçirmesi, siyasi ve ekonomik sistemimiz için iyi günlerin hâlâ yakın olmadığını göstermektedir. Bu çerçevede, sanayicisine sırt çevirmiş, işçisine kapı göstermiş, esnafına duvar örmüş, çiftçisini azarlamış bir iktidarın ayakta kalması ve millete hizmet yolunda değer üretmesi artık imkânsız hâle gelmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son olarak 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkındaki düşüncelerimi genel hatlarıyla ve özet olarak ifade ederek konuşmamı tamamlamak istiyorum. Meclis grubumuzun değerli üyeleri, bütçe görüşmeleri süresince, partimiz adına görüş ve düşüncelerimizi detaylı bir şekilde ortaya koyacaklar ve sizlerle paylaşacaklardır.

Görüştüğümüz 2011 yılı bütçesinin, Hükûmet tarafından ileri sürülen yatırım yapan, reel kesimi destekleyen ve ekonomik ve sosyal kalkınmaya odaklanmış, toplumsal refahı gözeten bir bütçe olduğuna dönük iddiaları, bizim tarafımızdan makul ve kabul edilebilir değildir. İlave olarak, bu zamana kadar benzer hedefleri tayin eden AKP İktidarının, bunların hiçbirisine ulaşamadığını da belirtmekte yarar görüyorum. Hatırlanacağı üzere, 2010 yılı bütçesi hazırlanırken ekonomik krizin etkilerini azaltmaya yönelik hiçbir politikaya yer verilmediğini vurgulamış ve bunu da eleştirmiştik. İktidar, yine ezberlediği hedeflerle yola çıkmış ve sıradanlaştırdığı bütçe müzakerelerinde görüş ve uyarılarımızı dikkate almamıştı. Gelecek yılın bütçesinde de Türkiye’nin karşılaşabileceği risklerin ve özellikle Avrupa Birliği üyesi ülkelerin ekonomik problemlerinin yol açacağı sıkıntıların fazlaca hesaba katılmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, AKP Hükûmetinin, bugüne kadar bütçe hedefleri ve tahminleri hiç tutmamış, öngörü noksanlığı ve eleştirilere kulak asmayan siyasi alışkanlığı kendisini her fırsatta göstermiştir. Bu itibarla, üretim, işsizlik, dış ticaret açığı, cari açık, yoksulluk, gelir dağılımındaki adaletsizlik ve refah artışı alanlarındaki sorunlar daha da derinleşmiştir. Nitekim, hazırlanan bütçelerde, gelir politikaları açısından büyüme, yatırım ve istihdamın desteklenmesi ve kayıt dışılığın azaltılmasına yönelik somut uygulamalara da tesadüf edilmemiştir. Gelecek yıl bütçesinin de gerçekçi olmadığı, vatandaşlarımızın sorunlarını hafifletici bir işlev taşımadığı aşikârdır.

2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nda harcamalar 312,5 milyar TL, gelirler ise 279 milyar TL olarak belirlenmiş, bütçe açığı da 33,5 milyar TL olarak hedeflenmiştir. Bütçe harcama ve gelir rakamlarına detaylı bakıldığında ise, Hükûmetin, uzun dönemde istihdamı artıracak yatırım harcamaları yerine, kısa dönemde, bilhassa seçimde kendisine avantaj sağlayacağını düşündüğüm personel harcamaları ve cari transferlere önem verdiği görülmektedir. Gelirlerde ise, yürütülen ekonomik programın sonucu olarak, ithalattan alınan vergiler artırılmıştır.

2011 yılı bütçesi bu hâliyle, sosyal yönü olmayan, sadece seçim dönemini dikkate alan, milletimizin sorunlar altında ezileceğini tescil eden bir özelliğe sahip olmuştur.

Kamu çalışanlarına yönelik, 2011 yılında, altışar aylık dönemler itibarıyla yüzde 4+4 zam yapılacak olması, gelecek yılın memurlarımız açısından yine sıkıntılı ve zorluklarla geçeceğini göstermektedir.

Öte yandan, orta vadeli programa göre, 2011 yılı büyüme hedefi yüzde 4,5; enflasyon hedefi ise yüzde 5,3’tür. Bütçe gelirlerindeki artış oranı yüzde 10,4; vergi gelirlerindeki artış beklentisi ise yüzde 10,5’tir. İstihdamda ciddi bir artış beklenmediği ülkemizde, enflasyon ve büyüme oranının üzerinde bir vergi tahsilatı artış öngörüsü mantıklı ve inandırıcı değildir.

Ayrıca, gelir vergisinin vergi gelirleri tahsilatı içindeki payı 2008 yılında yüzde 22,6 iken bu oranın sürekli düşerek 2011 yılında yüzde 20,4’e gerileyeceği öngörülmektedir. Buradan da kayıt dışılığın arttığı ve çalışanların ücretlerinin düştüğü ve istihdamın azaldığı anlaşılmaktadır.

Kurumlar vergisinde 2011 yılında bir önceki yıla göre yüzde 10,7’lik bir artışla 23 milyar TL’lik bir gelir hedeflenmiştir. Öngörülen bu artışın ana sebebi, sigorta ve emeklilik fonları hariç finansal hizmet faaliyetleri sektöründe tahmin edilen büyüme olmuştur. Bu sektörün tüm kurumlar vergisi içinde yüzde 35’lik paya sahip olduğu düşünüldüğünde ve dâhilde alınan katma değer vergisi oranının sadece yüzde 2,8 artacağı dikkate alındığında bankacılık hariç diğer sektörlerin daralacağı şimdiden bellidir.

Ayrıca, dâhilde alınan KDV’den sadece yüzde 2,8’lik bir artış hedeflenmesi, ithalden alınan KDV’de yüzde 15,3’lük bir artış öngörülmesi 2011 yılında düşük katma değerli üretim yapılacağı anlamına gelmektedir.

Buradan çıkaracağımız sonuç, AKP Hükûmetinin ithalata dayalı büyüme politikasını sürdürmeye devam edeceğidir. Hükûmetin vergi gelirleri tahsilatını artırmak için ithalatı destekleyeceği ve sıcak paraya dayalı ekonomi modelini gelecek yılda da sürdüreceği anlaşılmaktadır.

Önümüzdeki yıl büyüme hedefinin yüzde 4,5; enflasyon hedefinin ise yüzde 5,3 olduğunu hesaba kattığımızda özel tüketim vergisinin yüzde 7,7 oranındaki artış öngörüsünün de izaha muhtaç olduğu şüphesizdir.

Ayrıca, 2011 yılı bütçesindeki tarımsal desteklerin millî gelire oranı binde 4,9 olarak yer almıştır. Tarımsal destekleme ödemelerinin gerçekleşme tahmini için 2011 yılında sadece 6 milyar TL’lik bir ödenek öngörülmesi çiftçilerimizin yine kendi kaderine terk edileceğini göstermektedir. Bu kapsamda 2011 yılı bütçesi çiftçimize, esnafımıza, memurumuza, işçimize, emekli ve dul-yetimlerimize bir umut vadetmemektedir. Ekonomide biriken sorunların inkârıyla her şeyin düzeleceğini öngören Hükûmet, siyasi ihmalinin bedelini, hazırladığı bütçelerle ne yazık ki dar gelirli kardeşlerimizin sırtına yüklemiştir. İnancım ve beklentim 2011 yılı bütçesinin AKP’nin hazırladığı son bütçe olacağı yönündedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin çözülemeyecek sorunu, halledilemeyecek meselesi yoktur. Eğer Türkiye'nin, geleceğin küresel klasmanında güçlü ve bölgesinde lider bir ülke olmasını istiyorsak, var gücümüzle sorun alanlarını belirleyip ortadan kaldırmak durumundayız. İşte Milliyetçi Hareket Partisi buna taliptir ve başarmak için her gayreti göstermeye Allah’ın izniyle kararlıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle 2011 yılı merkezî yönetim bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Ekranları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarıma saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bahçeli, teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.46


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.59

BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN

KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Yusuf COŞKUN (Bingöl)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon yerinde.

Hükûmet yerinde.

Şimdi söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve İstanbul Milletvekili ve Grup Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na aittir.

Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

Süreniz altmış dakikadır efendim.

CHP GRUBU ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 2011 merkezî yönetim bütçesini görüşüyoruz. Bütçede bir kural var, birden fazla kural var: “Bütçeler saydam olmalı, bütçeler samimi olmalı, bütçeler gerçekçi olmalı” diye kurallar var. Üniversitelerde okutulan kitaplarda yazar, pek çok bilimsel makalede yazar, bir bütçenin topluma güven vermesinin temel normları bunlardır.

İzin verirseniz, önce “2011 merkezî yönetim bütçesi gerçekten samimi mi hazırlandı yoksa hazırlanmadı mı?” ona bir bakmamız gerekiyor.

Bir bütçenin hazırlanmasında belli prosedürler var. Orta Vadeli Ekonomik Program yayımlanır, Orta Vadeli Mali Plan yayımlanır, bütçe çağrısı yapılır ve ondan sonra bütçe hazırlanır, en geç 17 Ekimde de bütçenin Türkiye Büyük Millet Meclisine teslim edilmesi lazımdır. Orta Vadeli Ekonomik Program’ın normalde mayıs ayında hazırlanması gerekirdi, mayıs ayında Resmî Gazete’de yayımlanması gerekirdi; yayımlanmadı, tam yüz kırk gün bu plan yayımlanmadı. Eleştiri aldı, gazetelere haber olunca yayımlamak zorunda kaldılar. Haziran ayının ortasında çıkması gereken Orta Vadeli Mali Plan zamanında yayımlanmadı, tam yüz yirmi beş gün gecikildi, ondan sonra yayımlandı ve en komiği değerli milletvekilleri, bütçe çağrısı. Normalde bütçe çağrısının her yılın temmuz ayında yapılması lazım. İzlenir, kuralları konur, herkes de bu kurallara uyar ama şaşıracaksınız belki -belki AKP kanadı hiç şaşırmayacaktır, doğal karşılayacaktır bunu- temmuz ayında yayımlanması gereken bütçe çağrısı 10 Ekim 2010’da yayımlandı Resmî Gazete’de. Peki ne zaman verildi bütçe Parlamentoya? 15 Ekimde.

Şimdi, elinizi vicdanınıza koyun ve benim bu soruma da Sayın Başbakanın yanıt vermesini istiyorum bu kürsüden: Siz iktidarsınız, muhalefetti, koalisyondu, böyle bir şey de yok. Çıkaracaksınız bir şey niye yasalara uygun yapmıyorsunuz? Beş günde bütçe hazırlıyorsunuz, çağrıyı ayın 10’unda yapıyorsunuz, 15’inde veriyorsunuz; beş günde bütçe hazırlanıyor! Bu bütçeye kim inanır? Bu bütçenin samimiyetine kim inanır? Bunu yapıyorsunuz. Ben şimdi merak ediyorum: Geçen bütçe için de böyle bir şey söylenmişti, biraz gecikme olmuştu ama o zaman yetkililer çıktı, dediler ki: “Ekonomik kriz vardı, ekonomik kriz nedeniyle büyüklüklerin saptanmasında zorluklar oldu; o nedenle geç yaptık.” Makul görülebilir. Bu sene ekonomik kriz var mı? Yok. Niye gecikildi? Niye gecikildi? Sayın Başbakandan istediğim birinci soru. Zor bir soru değil, kolay bir soru. Kendisi Başbakan, bu kürsüye gelip bir açıklasın, biz de öğrenelim.

Şimdi, Sayın Başbakan buraya gelecek, bunu Parlamentoya anlatacak ve bu yapı sağlıklı bir yapı değil arkadaşlar. Kendi çıkardığı yasalara uymayan bir hükûmet, halka güven veremez. O zaman bu yasaları niye çıkarıyoruz? Niye bu yönetmelikler çıkıyor? Bu planlar niye çıkıyor? Bunu yaptığınız zaman bütçe umut vadetmekten çıkar. Nitekim, bu bütçe de umut vadetmiyor.

Kaç dönemdir Parlamentodayız? İki dönemdir. Eskiden dinleyici sıralarında bütçenin geneli üzerinde görüşmeler yapılırken oralar dolu olurdu; sendikalar olurdu, sivil toplum örgütleri olurdu, çiftçiler, çiftçi temsilcileri olurdu. Bakarlardı, bu bütçe bize ne verecek? “Bu bütçeyi bir dinleyelim bakalım.” derlerdi. Allah aşkına, şu dinleyici sıralarına bakın. Eski parlamenterler gelirdi, onlar da yok…

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Sürpriz kalmadı artık.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – …çünkü bu bütçe umut vadeden bir bütçe değil.

AHMET YENİ (Samsun) – Teknik gelişti, teknik.

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri, yerinizden müdahale etmeyin.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Biz bütçelerde halkın sorunlarının çözüleceğini, halkın zenginleşmesi için umut yaratacağını düşünen bir siyasal partiyiz. Kaynakların toplum yararına harcanması, halkın çıkarları için harcanmasına inanan bir siyasal partiyiz. Bunun için de bürokrasinin, yerinde, zamanında, kurallara uygun olarak bütçeyi hazırlamasını ve Parlamentoya sunmasını bekleyen bir siyasal partiyiz. Yandaşların zengin edilip halkın yoksullaştırıldığı bir bütçeyi ve o bütçeyi buraya getirenleri şiddetle protesto ediyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

Bu bütçeden kimin ne umudu var? Allah aşkına, çiftçinin sorununu mu çözüyorsunuz? İşçinin sorununu mu çözüyorsunuz? İşsizliği mi önlüyorsunuz? Enflasyonu mu baskı altına aldınız? Sanayici mi derdini çözdü? Ne oldu? Kimin umudu var bu bütçeden? Kimse bu bütçeye umut bağlamadığı için bütçe görüşmelerini izlemiyor bile, gerek duymuyor bile.

Değerli milletvekilleri, katıldığım bütün toplantılarda, Adalet ve Kalkınma Partisinin saygıdeğer bakanları da katılırlar, zaman zaman Sayın Başbakan da katılır ve ilk sözlerinde ya da sözlerinin ortasında öyle açıklamalar yaparlar ki efendim, Türkiye sanki G-20’ye AKP döneminde girdi, ondan önce G-20 yoktu, öyle ekonomik başarılar elde ettiler ki bütün dünya oturdu, Türkiye’yi G-20’ye aldı. Önce bu yanlışı düzeltelim, bu yanlışı düzeltelim. Türkiye'nin G-20’ye girişi 1980’den bu yana var, 1980’den bu yana var. 1980’den bu yana G-20’de olan bir Türkiye’yi sanki G-20’ye AKP’nin izlediği başarılı ekonomi politikaları sonucu girmiş gibi bir hava yaratmayı doğru bulmuyorum, buradan da milletimize söylüyoruz, doğrusu budur diyoruz. Daha G-20 ligi kurulmadan önce, Türkiye dünyanın 14’üncü büyük ekonomisiydi 1987 yılında. Rakamlara bakabilirler. Önce bu gerçeğin altını çizelim. 1999 yılında da Türkiye G-20’ye davet edilmiştir.

Kriz öncesi sorunlar vardı, rakamlar yeterli değildi, değerlendirmeler yeterli değildi. Kriz sonrası, geçti, rakamlar çıkmaya başladı, şimdi daha sağlıklı değerlendirme yaparak bir dünya tahlili yapalım: 2003-2007 yılları arasında bütün dünyada büyümenin güçlendiği, enflasyonun düştüğü, ticaretin arttığı, sermaye ve likiditenin bollandığı bir dünya görüyoruz. 1980 yılından 2002 yılına kadar dünya ekonomisi yılda yüzde 3,1 oranında büyüyor ama 2003’le 2007 arasındaki büyüme yüzde 4,7’ye çıkıyor çünkü küresel para miktarları, sermaye miktarı yeteri kadar var. 1980’le 2002 arasında enflasyonun dünya ortalaması yüzde 15,2. 2003-2007 döneminde enflasyonun dünya ortalaması 3,8.

Gelişen ve yükselen piyasalara bakalım, ekonomilere bakalım, bir de oradan bakmamız gerekiyor, üç aşağı beş yukarı bizimle aynı durumda olan ülkeler. Özel küresel sermaye miktarı, 1995-2002 arasında 233 milyar dolarken 2003-2007 arasında 686 milyar dolara çıktığını görüyoruz. Sadece 2002 yılında fonlar 152 milyon dolar iken -özel küresel fonlar- 2007 yılında 10 kat artarak 1 trilyon 300 milyar dolara çıkmıştır.

Bunları şunun için anlatıyorum: Adalet ve Kalkınma Partisi iktidar olduğunda çok uygun bir zemin yakalamıştı, dünyada enflasyon düşüyor, özel fonlar müthiş artıyor, sermaye piyasalarında ciddi gelişmeler var ve biz bu çerçevede Adalet ve Kalkınma Partisinin “Mucizeler yarattık.” dediği rakamlara bakalım, Türkiye’deki rakamlara bakalım: 1923’le 2002 arasında ortalama büyüme Türkiye’de 4,6. Çok partili yaşamı alalım, 1923’ten sonrasını değil, 1946-2002 arasını alalım, ortalama büyüme yüzde 5. 2003-2009 arasını alıyoruz, AKP’nin iktidar olduğu dönem: Ortalama büyüme 4,3; 2010’u dâhil edersek buna 4,6 çıkıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın 1929 ekonomik krizini düşünün, daha sonraki krizleri düşünün, yarattığınız, “mucize” diye halka sattığınız gelişme ortalama yüzde 4,6, gerçek bu. Ha, bu rakamları biz üretmiyoruz. Bu rakamlar, bürokrasinin ürettiği rakamlardır, arzu eden arkadaşlarımız gidip bakabilirler.

İsterseniz bir de büyümeyi dünyayla karşılaştıralım, nedir, ne oldu? Çünkü, bir şeyin sağlıklı olarak görülebilmesi için, aynı konuda iki alanın, olabildiğince benzer iki alanın, iki ülkenin karşılaştırılması lazım.

1980-2002 döneminde dünyada ortalama büyüme hızı açısından Türkiye 49’uncu sırada; 49’uncu sırada! 2003-2009 sıralamasında büyüme hızı açısından Türkiye 88’inci sıraya gerilemiş durumda yani 39 ülke bu arada bizim önümüze geçmiş.

Peki, büyüme sokaktaki insana yansıdı mı? Buna da razıyız, hadi 4,6 ortalama büyüme olsun. Acaba sokaktaki yurttaşımız bu büyümeden yeteri kadar yararlandı mı yararlanmadı mı ona bakalım, mademki dünyanın en büyük 16’ncı ülkesiyiz.

Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Raporu’na bakıyoruz. Nedir? Bütün dünyada yapıyorlar, Türkiye de buna dâhil. Yıllık olarak yayınlanan ancak 2010 raporu rakamlarını vereyim size değerli arkadaşlar:

Türkiye, insani gelişme açısından 169 ülke arasında 83’üncü sırada. Bizim önümüzde hangi ülkeler var? Ürdün, Tunus, Jamaika, Kolombiya, Gürcistan, Ermenistan, İran gibi ülkeler var; daha var, Bulgaristan, vesaire, onlar da var. Libya da bizim önümüzde Kuveyt de bizim önümüzde.

Türkiye, bakın değerli arkadaşlarım, 1980’le 1990 arasında, ortalama yüzde 4,9 büyürken insani gelişme açısından büyüme hızı 1,82 olmuştur, 1,82. 1990’la 2000 arasında, yine on yıllık periyot, 4,4’lük bir kalkınma hızımız var, insani gelişme olarak büyüme 1,39 olmuştur. Sekiz yılını AKP’nin yönettiği Türkiye’de 2000’le 2010 arasında ortalama büyüme 4,3; insani gelişme hızı büyümesi binde 7’ye düşmüştür arkadaşlar. Bu rakamları da biz üretmiyoruz, Birleşmiş Milletler üretiyor. Arzu edenler Birleşmiş Milletlere gider, raporlarına bakar, orada görürler.

Bir de şu cepheden bakalım: İnsani gelişmeye yeteri kadar yansımadı. Peki, kadının durumu ne? Öyle ya Parlamentoda kadınlarımız da var, onlar da milletvekili. Onların acaba Türkiye’deki durumu nedir? Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan bir rapor var, “Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu” diyor, 2010. 134 ülke arasında eşitsizlikte biz 126’ncı sıradayız. Kadınların ekonomik yaşama katılımı açısından 131’inci sıradayız, eğitim yaşamına katılma açısından 109’uncu sıradayız, politik yaşama katılma açısından da 99’uncu sıradayız.

Dünyanın en büyük 16’ncı ekonomisinin insan boyutu bu arkadaşlar. Bu boyut Türkiye'nin 21’inci yüzyılda ulaştığı boyut olmamalıdır. Daha iyi bir noktada olmalıydık, insani gelişme açısından biz en azından İran’ın, en azından Tunus’un, en azından Ürdün’ün önünde olmalıydık. O zaman şapkamızı önümüze koyacağız, daha gerçekçi düşüneceğiz, daha dikkatli düşüneceğiz, daha dikkatli konuşacağız. “Niçin ben bu sıradayım arkadaş, ben bunu hak ediyor muyum?” demeliyiz ve bu soruyu kendimize sormalıyız.

KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Verileri yanlış yazmışlar.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Verileri yanlış yazdıysanız gidersiniz, Birleşmiş Milletler orada… Sizin Hükûmetiniz var, Hükûmet çıksın…

KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Yanlış yorumladınız.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Eğitime geliyoruz, acaba eğitimde ne durumdayız? OECD’nin yaptığı bir çalışma var, her yıl yapar, on beş yaşındaki çocukları alır, belli bir sınava tabi tutar bütün ülkelerden, bu, okuma, matematik, fen bilimleri, buralarda derecelerini ölçerler. 2006 yılında yapılan çalışmada gençlerimiz 30 ülke arasında 29’uncu. 2009 yılında 33 ülke arasında da 32’nci sıradayız. Buradaki risk şurada değerli arkadaşlar: Okuma, matematik, fen bilimleri alanında yapılıyor. Eğer biz fen bilimlerinde ve matematikte gençlerimizi belli bir yere çıkaramadıysak, sondan 2’nci sıraya sürekli olarak yerleştirdiysek, Türkiye'nin geleceği açısından ciddi risk var demektir. Gençlerimiz, üniversite sınavlarında, fen bilimlerinde, matematikte… Ki bunlar çok önemli alanlardır ve insan gücünün kesinlikle kalkınmaya, üretime dönüşebileceği alanlardır ve bu alanlarda da çok gerideyiz.

Şimdi, niçin bu bütçe halka zenginliği götürmüyor, halka refahı götürmüyor, bu veriler bunu çok net gösteriyor.

Değerli milletvekilleri, burada Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli milletvekilleri de konuştu -belki Sayın Başbakan da konuşacak- işsizlikten hiç söz edilmedi. İşsizlik Türkiye'nin en temel sorunlarından birisidir. Eğer bir evde bir işsiz varsa, bilin ki o evde huzur yoktur. Anne bakar, baba bakar, komşular bakar, akrabalar bakar, “Kızım veya oğlum ne zaman işe girecek? Askerliği bitirdi geldi, işsiz.” Allah aşkına, bir bütçe… Sekiz yıldır iktidardasınız, işsizlik sorununu temelden çözmediniz, çözemediniz, çözüm üretemediniz. Ne olacak bu memleketin hâli? İşsizlerin hâli ne olacak? Gidin, pek çok ilinizde var değerli milletvekilleri, bizden çok daha fazla işsizliğin dramını siz bilirsiniz. İktidardasınız diye işsizler size gelir, size yalvarır, “Bana iş bulun.” der, “Belediyelere yerleştirin.” der. Ne olacak peki? Siz çözüm üretemezseniz… Çözümü iktidar üretir. Siz iktidarı zorlayacaksınız, “Ey iktidar, sen işsizlik sorununu niye çözmüyorsun?” diyeceksiniz. Mucizeler yarattık, kalkınmayı yaptık, dünyanın en büyük, gelişmiş ülkeleri -ekonomik büyüklük olarak söylüyorum- arasındayız. Peki, bu işsizlik ne?

Şimdi, 1988’le 2002 arasında Türkiye’de işsizlik yüzde 8’dir arkadaşlar, yüzde 8’le teslim aldınız, 2003-2009 döneminde yüzde 11,1’e sıçradı, bazen 14 oluyor, bazen 11, bazen 12, bazen 10 civarında ama hep ikili rakamlarda gidiyor. Şimdi, böyle bir tabloyu kabul etmek mümkün mü?

Bakın şimdi, işsizlik sıralamasında biz nereye çıkmışız dünyada? İlkinde 49’uncu sıradayız. En çok işsizi olan ülkelerden 49’uncu sıradayız. 2003-2009 döneminde 26’ncı sıraya yerleşmişiz. Yani, 23 puan sıçramışız, işsiz sayımız çok fazla olduğu için. Bu da bizim değil, bu da uluslararası veriler.

İşsizlik açısından Türkiye en ağır faturayı ödeyen ülkelerden birisi arkadaşlar. 2009 sonunda yüzde 14’ler seviyesine ulaştı ama bu rakamlar gerçek işsizleri yansıtmıyor onu da söyleyeyim. Örneğin “Ben iş bulsam hemen çalışırım ama iş aramıyorum çünkü iş bulmaktan umudumu kestim.” diyenler işsizler arasında görünmüyor, onlar işsiz sayılmıyorlar. Ama “İş bulsam çalışırım.” diyenler eğer işsizler arasına konulursa o zaman yüzde 21-22’lere çıkıyor işsiz sayısı.

Bir değişiklik yaptı Türkiye İstatistik Kurumu, mevsimlik işçileri işsiz saymadı yani gidip haftada bir fındık topladınız mı artık siz işsiz değilsiniz, sizin işiniz var demektir! Diğerleri? Olabilir mi? Diğer aylar işsiz mi, hiç önemli değil, artık sen devletin istatistiğinde işin var olan bir kişi olarak görünüyorsun.

Bakın, dünyaya gelelim, Türkiye böyle de dünya nasıl? 2007-2009 döneminde işsizlik bizde 3,7 puan artıyor. Arjantin’de -hani bu kasapların, etlerin, mağazaların, bankaların yağmalandığı ülkede ekonomik krizden- binde 9 artıyor, Meksika’da 1,5 puan artıyor, Güney Afrika’da binde 6 artıyor, Malezya’da binde 5, Rusya’da 2,1 puan artıyor, bizde -çok daha ciddi bir rakam- 3,7. Yeri geldiğinde övünüyoruz. Bunları size söylememin nedeni şu arkadaşlar: Parlak bir tablo çizebilirsiniz, iktidar gelip çizebilir, Hükûmet ne yaptığını söyleyebilir ama ayaklarımız yere basmalı ki ona göre çözüm üretelim. Çözüm üretmek sizin göreviniz olduğu kadar bizim de görevimiz. Bu ülkede kimse işsiz kalmasın. Herkes evine, aşıyla işiyle ekmeğiyle gitsin.

Şimdi, bakın arkadaşlar, genç işsizlik var bir de. Üniversiteyi bitirmiş, okumuş, askerlik yapmış, iş bulamıyor. Bunlarda işsizlik oranı çok daha yüksek. Bizde genç işsizlik oranı 2007-2009 döneminde 5,3 puan artarken bütün dünyada 1,1 arttı, Latin Amerika’da 1,6; Orta Doğu’da 3 puan arttı. Dünyanın en fakir ülkeleri olan Sahra Çölü’nün altındaki ülkelerde binde 4 puan arttı işsizlik, genç işsizlik binde 4 arttı.

Burada bir haksızlık da yapmayalım. “Hükûmet çözüm üretmiyor.” dersek yanlışlık yapmış oluruz. Sayın Başbakanın bir çözümü var, Trakya’da söyledi, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Genel Kurulunda söyledi, üstelik bir de birkaç kez söyledi, dedi ki: “Her işveren bir işçi alırsa, işsizi istihdam ederse işsizlik sorunu çözülür.” Dinleyen oldu mu? Hayır. Yerine getiren oldu mu? Hayır.

Peki, Sayın Başbakan bunu niye söyledi? Çünkü ekonomiyi bilmezseniz, ekonominin gereklerini yerine getirmezseniz bu sözü kimse dinlemez ve dinlenmedi de zaten. İşveren, kazanıp kazanamayacağına bakar. Eğer para kazanıyorsa, krizi atlatmışsa Sayın Başbakan “Almayın” dese gider alırlar ama siz Başbakan olarak çıkıp “Ey işveren, sen de bir tane al, sen de bir tane, birer tane alırsanız biz işsizlik sorununu aşarız...” Gördünüz ki aşılmıyor ve genç işsizler konusunda da Sayın Başbakan bir şey söyledi, o da çok güzel bir laftı: “Efendim, her üniversiteyi bitiren iş bulacak diye bir kural yoktur.” Doğru, durumu iyi olan birisi için böyle bir kural yok ama bu ülkenin anaları babaları, çocuklarını niye üniversiteye gönderirler? Daha iyi okusun, daha iyi çalışma koşullarına sahip olsun, kendilerinden daha iyi bir yaşam sürsün ve daha kolay iş bulabilsinler diye gönderirler. Bunu bir Başbakan özellikle kriz döneminde asla telaffuz etmemeli. Ne anlama geliyor biliyor musunuz bu? O genç işsizlerle dalga geçmek anlamına geliyor ve doğru değildir.

Çözüm üretiliyor mu? Hayır, hiçbir çözüm üretilmiyor. Sizin 2011-2013 programlarınız var, planlarınız var. Ortalama yüzde 5 kalkınmayı öngörüyorsunuz. İki gün önce Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonunun Genel Kurulundaydık, değerli 2 bakan da oradaydı. TİSK’in Genel Başkanı çıktı dedi ki: “Türkiye’de işsizlik sorununun çözülmesi ve Türkiye'nin 2023 yılında ilk 10’a girebilmesi için yıllık yüzde 8 kalkınma hızını hedeflememiz lazım.” Yüzde 5 ne demek? İşsizlikle yolumuza devam ediyoruz demek. İşsizlik barış getirmez, işsizlik huzur getirmez, işsizlik toplumu kaosa sürükler. İşsizlik ekonominin de, sosyal yaşamın da dibine konmuş bir dinamittir. Bu dinamit karşısında sizler suskunluğunuzu korursanız Hükûmet de, ne olsun, “Böyle gider.” der.

Değerli milletvekilleri, sadece işsizlik mi? Borçlar da bizim için bir dert. Sayın Bakan dedi ki: “IMF’ye olan borçlarımızı ödedik.” Doğru. İyi ki ödediniz. Peki ne oldu? Türkiye'nin borçları mı azaldı? Hayır. Bakın, 1986’yla 2002 arasında tüm borçlardaki artış 118 milyar dolardır yani 148 milyar dolara çıkmıştır borç stokunuz. 2003-2010 arası…

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Yüzde kaç artmış?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – …173 milyar dolar artıyor ve 321 milyar dolara çıkıyor. On yedi yılda yapılan borçlanmanın 1,7 katını sekiz yılda AKP Hükûmeti gerçekleştiriyor.

Sakın şu anlama gelmesin: Niye borçlandınız? Hayır, her ülke borçlanır. Yerinde ve zamanında parayı kullanırsanız “Niye borçlandınız?” demeyiz ama değerli arkadaşlar, bu kadar para borçlanacaksınız, 33 milyar dolar özelleştirmeden para alacaksınız, bu kadar işsizlik olacak. İnsaf! İnsaf! Nereye gitti bu para? Nereye gitti bu para? Kime gitti bu para?

Allah aşkına, çıkın, bir esnafa soralım: “Senin durumun nedir?” Çiftçiye soralım, emekliye soralım, memura soralım, sanayiciye soralım: “Nedir senin durumun? Şu kadar borçlanıldı, şu kadar da özelleştirmeden para alındı. Senin hangi derdin çözüldü?” Tehlikeli olan budur arkadaşlar, tehlikeli olan budur. Biz borçlanmayın demiyoruz, yerinde, zamanında borçlanırsınız, gelir yatırım yapar, ileri teknoloji getirir, eyvallah hiç itirazımız yok ama bu işsizlik varken bu borçlanma her zaman risktir değerli arkadaşlar.

Efendim övündüğümüz bir konu var. Biz iktidar olduğumuzda faiz şu kadardı, şimdi şunu yaptık, efendim işte Ecevit Hükûmeti şöyle yaptı, vesaire böyle, bankalar battı, bilmem ne. Arkadaşlar, artık bunlardan kurtulalım. Siz sekiz yıldır muhalefet değilsiniz. Sanki muhalefet partisiymiş gibi gelip burada dert yanılıyor. “Efendim hortumlamalar oldu.” İktidar değil misiniz? Sizin elinizden tutan mı var? Niye hesap sormadınız? Vatandaş onu soracak size. “Efendim biz faizi indirdik.” İyi ki indirdiniz. Sadece bizim ülkemizde mi indi? Şu anda dünyanın en yüksek faizini ödeyen ilk on ülkeden birisiyiz biz. Niye bu gerçeği kabul etmiyoruz? Bütün dünyada indi faiz. Bu kadar para varken bir de faiz yüksek mi olsun? Altı yüz milyar dolar para bastı Amerika. Niye bastı? “Efendim, ben kendi krizimin faturasını dünyaya fatura edeceğim.” diye. Biz ne yaptık? Övündük, bizim paramız çok değerlidir diye. Paranız değerliyse buyurun sanayiciye bakın. İzmir’de bir toplantıdaydım, bir sanayici çıktı şunu söyledi: “Türkiye şu anda Avrupa’nın ithal mallarının lojistik merkezidir.” Doğru mu? Doğru. Otomobilde net ithalatçı konumuna geldik. Eskiden ihracatçıydık. Net ithalatçı konumuna geldik. Bu nasıl bir tablodur arkadaşlar? Bereket versin Sayın Başbakan doğruyu keşfetmiş. Yurt dışında yaptığı bir toplantıda diyor ki: “Biz sıcak paranın tehlikeli olduğunu… Eğer sıcak para kontrol edilemezse tehlikeli para sizi kontrol eder.” Ne güzel. Ama Sayın Başbakan, zaten sizi kontrol ediyor bu sıcak para. Farkına vardıysanız teşekkür ederiz. “Önlem almamız lazım.” diyor. Şu kürsüye gelip Sayın Başbakanı bu para dolayısıyla, sıcak para dolayısıyla hangi önlemleri aldıklarını ben doğrusunu isterseniz merak ediyorum. Bir açıklasın, biz de öğrenelim.

Biz faize ne kadar para ödüyoruz değerli arkadaşlar biliyor musunuz? Yılda 16 milyar dolar. GAP’a ne ödüyoruz? Beş yılda 12 milyar lira. Nasıl oluyor arkadaşlar bu? Bu anlayışla bu ülke kalkınabilir mi? Kalkınamaz.

ALAATTİN BÜYÜKKAYA (İstanbul) – Eskiden ne ödüyorduk?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – “Eskiden”i bırakın arkadaşlar, siz iktidarsınız, siz iktidarsınız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen yerinizden söz atmayın arkadaşlar, lütfen dinleyin.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Çiftçinin hâlini görüyorsunuz. Eski yanlış yaptıysa siz iktidar oldunuz. Siz hâlâ aynı yanlışı sürdürecek misiniz? “Efendim, bizim zamanımızda bankalar batmadı.” Sayın Başbakan dâhil, sizler dâhil, yatın kalkın, rahmetli Ecevit’e dua edin. Onun Hükûmeti zaten o önlemleri aldı ve -faturasını- devlet adamı kimliğiyle yürüdü, bütün her şeyin riskini aldı üstüne ve düzeltti. Amerika’da batıyormuş da bizde batmıyormuş! Biz önlemini daha önceden aldık arkadaşlar. Bankalar Kanunu bile yoktu.

Amerika’da niye reel sektörde kriz olmadı da bizde reel sektörde kriz oldu? O soruyu kendimize sorduk mu? Mademki bu kadar güzel, bizde bankalar batmadı, o zaman bizde niye reel kriz oldu? Olmasaydı, bizim durumumuz iyiydi, bankalarımız batmıyordu.

Değerli arkadaşlar, borçlanma sadece burada değil, vatandaşın borçlanması da felaket. 2003 yılında harcanabilir gelirin sadece yüzde 6,8’i kadar vatandaş borçlu, hane halkı 6,8. Sizin İktidarınızda ne olmuş biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Bu yılın ilk dokuz ayında yüzde 43,5; 100 lira için 43,5 lira borçlanıyor. Hani Sayın Başbakan der ya “Nereden nereye.” diye. Yüzde 7 nerede, yüzde 43,5 nerede? İnsaf! Şu vatandaşın hâlini acaba biliyor musunuz? Yüzde 540! Hane halkının borç miktarı yüzde 540 artıyor. İnsaf denen bir şey var. Af yasası getiriyorsunuz, bunları affediyor musunuz? Vatandaşı kim takar ki!

Sayın Başbakandan bir istirhamım daha var: Gittiği illerde sevgiyle karşılanıyor; doğaldır, Başbakan gelmiştir, vatandaşlar karşılayacaktır, sevgi gösterilerinde bulunacaklardır, onu da doğal karşılıyoruz ama Sayın Başbakandan bir istirhamım var: Lütfen, o ile gittiğinde vali beye söylesin: “Şuradaki icra dosyalarının sayısı AKP Hükûmeti döneminde ne oldu, eskiden neydi?” Bir de bunu kıyaslayalım. Yan yana koyduğunda, samimi söylüyorum, bir insan boyunu aşar. Yazık günah bu millete.

Değerli arkadaşlar, krizin bedelini en ağır ödedik, “Teğet geçti.” dedik. Bu da bir değerlendirmedir ama ortada bir tablo var, bu tabloyu yadsımak mümkün değil; acımasız bir tablo, o tabloyu da hep beraber gördük, yaşıyoruz.

Şimdi, bakın, krizin olduğu 2008-2009 döneminde bize benzeyen ülkeler yılda ortalama 4,2 büyümüşler. Latin Amerika’nın o yükselen yıldızı dediğimiz ülkeler 1,2 oranında büyümüşler. Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri yüzde 3,5 büyümüş. Dünyanın en fakir, o Sahra’nın altındaki Afrika ülkeleri krizde yüzde 4 büyümüşler. Doğu Avrupa’nın gelişmekte olan -merkez ve Doğu Avrupa’nın- ülkelerinde ekonomi sadece binde 4 daralmış, bizde ise 2,1 oranında daralmış. Bu durumda en ağır faturayı biz ödemiş oluyoruz.

Bakın, bu faturanın sonucu ne oldu arkadaşlar: Diyarbakırlı bir yurttaşımızı düşünün, iftarda evine bir şey götüremediği için kendisini gidip asmak zorunda kaldı. Viranşehir’de bir çocuk çöpte kâğıt toplarken arabanın altında kaldı ve öldü. Denizli’de ve Ankara’da sanayiciler intihar etti. Düşünün, Ecevit Hükûmeti döneminde bir yazar kasa atılmıştı, intiharlar yoktu. Afyon’da böbreğini satan köylüler, açlıktan ölen, evinde aç olarak ölen gazi, bu olayın sosyal faturalarıdır ve bu faturalar hepimize kesilmiş faturalardır, Parlamentoya kesilmiş faturalardır.

İktidarı gözü kapalı alkışlarsanız “Ne olacak, ben ne yaparsam buradan geçer.” diyecektir. Keşke benden önce siz Sayın Başbakana sorsaydınız, Maliye Bakanına sorsaydınız, Hazineden sorumlu olan Bakana sorsaydınız, “Arkadaşlar, siz bu orta vadeli planı, mali programı niye zamanında yayınlamadınız?” diye sorsaydınız. Siz yaptınız, kuralları siz koydunuz. Kurallar ihlal ediliyor, ihlal edenleri alkışlıyorsunuz. Yanlışımız buradan başlıyor.

Bir kavram daha gelişti: İstihdam yaratmayan büyüme. Büyüme var ama istihdam büyümüyor. Bizim iktisat kitaplarında okuduğumuzun tam tersi bir olay. Nerede? Türkiye’de. Çünkü sıcak paraya teslim olan bir ekonomi var. Ne demek? Büyüme olursa istihdam olur ama büyüme var, istihdam yaratmıyor bu büyüme ve biz buna sağlıklı bir gelişme diyoruz.

Değerli arkadaşlar, sorun büyük ve sıcak para konusunda da Hükûmetin acil önlem alması lazım. Bunu, bırakın bir ana muhalefet partisinin başkanı olarak, sade bir yurttaş olarak, ülkesini seven bir yurttaş olarak söylüyorum; bu sıcak para politikası ekonomiyi bitirecektir, sanayimizi bitirecektir. Dışarıdan ithalat daha cazip hâle geldi. Başkalarının sorunlu ekonomik krizini biz çözüyoruz, biz onlardan mal alıyoruz. Böyle bir anlayış olabilir mi? Otomobil yedek parçası üreten Türkiye, otomobilde net ihracatçı olan Türkiye net ithalatçı oldu. İthalatla seviniyoruz. Nasıl oluyor bu?

Bakın, değerli arkadaşlar, arkadaşlarıma bir hesap yaptırdım, dedim ki: “Eylül ayının ilk gününden ekim ayının son iş gününe kadar bir banka 1 milyon dolar para getirirse kaç lira para kazanır?” 69 bin dolar. Şimdi, Sayın Başbakana ve Sayın Maliye Bakanına soruyorum: Kim 1 milyon dolar karşılığında hangi yabancı ülkede -herhangi bir ülkeyi alalım- 69 bin dolar kemiksiz para kazanır iki ayda? Niye ben fabrika kurayım? Niye işçiydi, kıdem tazminatıydı, greviydi diyeyim? Niye elektrikti, efendim, vergiydi, sigorta primiydi diyeyim? At masa sandalye, 69 bin dolar parayı kazan, gül gibi geçin ve buna da ekonomik büyüme var diyoruz. Bu büyüme sağlıklı bir büyüme değil arkadaşlar. Üretmeyen Türkiye, üretemeyen Türkiye birilerinin mutlaka kölesi olur, birilerinin mutlaka yönetimine girer. “Birileri bizi yönetir.” derken, gelir, oturur anlamında demiyorum; parasıyla yönetir, malıyla yönetir, üniversiteleriyle yönetir, gelir sizin tepenize vura vura vura yönetir. Sıcak paraya teslim oluyorsunuz. Niye teslim oluyorsunuz? Teslim olmayalım. Çıkın milletin karşısına, “Ben sıcak paraya teslim olmayacağım, teslim olanlara da izin vermeyeceğim. Ey halkım, bana da şu şu şu alanlarda destek verin.” Gelin muhalefete, destek verelim. Siz ekonomiyi batırıyorsunuz.

Sanayiciler bu ekonomiye ne diyorlar biliyor musunuz? “Yap sat ekonomisi değil, al sat ekonomisi.” diyorlar. “Yapmaya artık gerek yok, alıp satsan daha kârlısın.” diyorlar.

Değerli arkadaşlar, girdi fiyatlarında da ciddi sorunlar var, imalat sanayisinde girdi fiyatlarında ciddi sorunlar var. İmalat sanayisinde ücretler üzerindeki vergi yükü bizde yüzde 36,2; OECD ortalaması yüzde 26, 10 puanın üzerinde bir maliyetimiz var burada, yüksek maliyetimiz var. Bu konuda Hükûmetin önlem alması lazım.

Bakın, Uluslararası Enerji Ajansının rakamlarına baktık. 2010 verilerine göre 31 ülke arasında dünyanın en pahalı mazotunu yakan Türkiye, bizim insanlarımız.

Sayın Başbakandan bir istirhamım daha var. Kamyon şoförleriyle bir araya gelsin ve onlara şu soruyu sorsun: “Siz mazot mu yakıyorsunuz yoksa yağ mı yakıyorsunuz?” Daha ucuz olan yağı tercih ediyorlar ve depolarında yağ var. Gitsin sorsun Sayın Başbakan, niye sormuyor? Bütün vatandaşlarla kucaklaştığına göre, bir de kamyon şoförlerine sorsun, tır şoförlerine sorsun. “Ne olacak?” diyorlar, onlar bize soruyorlar. “Ne olacak? Yağ yakıyorum, kamyonum perişan oluyor.”

Sanayide kullanılan elektrik de çok yüksek değerli arkadaşlar. 2009 rakamlarını yine vereyim ben size, bir uluslararası enerji ajansının rakamlarını: Rakibimiz olan Kore, kilovatsaati 6 sent, Meksika, kilovatsaati 8 sent, Türkiye’de 14 sent ve siz rekabet edeceksiniz, bizim sanayici rekabet edecek.

Hep Sayın Başbakan der ki: “Biz verdiğimiz sözlerin arkasında durduk.” Doğru, pek çok verdiği sözün arkasında durdu. Ama şu tabloyu unutmuyorum: Sayın Başbakan Başbakanlık merdivenlerinden inerken ilk acil eylem planını orada açıkladı ve verdiği sözlerden birisi de “Elektrikteki TRT payını kaldıracağız.” Kaldırdı mı? Sadece düşürdü, kaldırmadı. Sayın Başbakanın buraya gelip açıklamasını istiyorum. Verdiğiniz sözü tutacaksınız ve siz verdiğiniz sözü tutarken de çok güzel laflar da ediyorsunuz, diyorsunuz ki: “Bakın, bu söylediklerimi not edin, bir yere yazın, ileride yerine getiremezsem bana gelin hesap sorun.” Şimdi, ben, buradan Sayın Başbakana bunun hesabını soruyorum, siz sorduğunuz için, siz böyle istediğiniz için ben soruyorum. Gelin buraya, TRT payını niye kaldırmadığınızı açıklayın.

Sayın Başbakandan bir sorum daha: 2008-2009 arası, İran’dan aldığımız doğal gaz var. 1 milyar 309 milyon dolar, doğal gaz kullanmadığımız hâlde parasını ödedik, 1 milyar 309 milyon dolar. Siz evinde doğal gaz olanlara kömür dağıtıyorsunuz. Allah aşkına, o evde doğal gazı var zaten, bedava verin yani İran’a vereceğinize bedava bu insan kullansın ve bu süre içinde siz doğal gaza bir de zam yaptınız. (CHP sıralarından alkışlar) Allah aşkına, insaf denen bir şey var! Bu parayı niye ödüyorsunuz? Tuz Gölü’nün altına depo yapılacaktı. Bir türlü ihaleye çıkılamıyor. Niçin? Yandaş mı bulunamadı? Yandaşlar mı anlaşamadılar? Bu 1 milyar 309 milyon doların hesabını birilerinin vermesi lazım, sizin sormanız lazım. Bedava kömür dağıtıyoruz, kullanmadığımız doğal gazın parasını da ödüyoruz, bizim insanımız onu ödesin. Kömürün de bedeli… Hiç değilse kömür de bizim depomuzda kalmış olur. Hayır, hem o harcanacak hem ben oraya para vereceğim.

Bakın değerli milletvekilleri, buraya bir nükleer santral anlaşması geldi ve siz onay verdiniz. Niye ihale yapılmadı bu? Hükûmetin elinden tutan mı vardı? Bir ihale yaptılar, iptal ettiler. Dünyanın en pahalı nükleer santralini sizler onayladınız. KDV hariç kilovatsaati 13-14 sente geliyor. Yazık, günah değil mi arkadaşlar? Bu ülkenin sanayicisine üzülmüyor musunuz? Bu ülkenin sanayicisi bu fiyatla nasıl rekabet edecek?

Şimdi bakın, bu santralin bir benzerini, daha küçüğünü Rusya kendi ülkesinde yapıyor. Açın, Uluslararası Enerji Üretim Ajansı’nın İnternet sitesine bakın. Maliyetine bakın, bizdeki onun 2 katı. Allah aşkına biz kazıklanacak ülke miyiz? Böyle bir anlayış olabilir mi? Efendim, yasa olarak geçirelim ki, yargıya gidilmesin. Bu, yasa olur mu? Tartışılmıyor da yeteri kadar. Çünkü itiraz edenin nerede olacağını biliyorsunuz siz zaten.

Değerli milletvekilleri, tarımdaki durum daha da vahim. Geçen hafta Pazar günü İzmir’deydim ve narenciye üreticileriyle konuştum. Narenciye dalda bekliyor. Ton başına ihracatta 75 dolar veriyorsunuz, 150 dolara çıkması lazım. Uzun süre bekleyemez. Mandalina da böyle, greyfurt da böyle. Biz Hükûmete bir an önce önlem alın çağrısı yapıyoruz ve bunun için de rica ediyoruz, üreticiler adına rica ediyoruz, önlem alın. Sonunda o insanlar bizim insanlarımız o insanlar sokak köşelerinde sefalete yuvarlanmasınlar.

Tarım Kanunu çıktı, bu Parlamento çıkardı Tarım Kanunu’nu. Onun bir maddesi diyor ki: “Millî gelirin yüzde 1’i oranında tarımcıya, çiftçiye destek verilir.” ve bu söyleniyordu. Ne oldu biliyor musunuz arkadaşlar? Bırakın yüzde 1’ini yüzde yarımı bile verilmiyor.

Bir hükûmet Parlamentonun çıkardığı kanunu uygulamazsa o hükûmete saygı duyar mısınız? Hükûmete siz benim adıma lütfen sorun, sizler sorun, iktidar kanadının değerli milletvekilleri olarak sorun: “Biz bu Kanun’u çıkardık. Yüzde 1 vereceksin. Niçin vermiyorsun? Çiftçiyi niye ikinci sınıf yurttaş sayıyorsun? Ver yüzde 1’ini.” Yasal zorunluluk bu. “Verilebilir.” demiyor, “Verilir.” diyor, emredici hüküm ama yerine bile gelmiyor.

Bakın, ben size kısaca örnek vereyim arkadaşlar: Bu Hükûmet döneminde, sekiz yıllık dönemde, ayçiçeği fiyatında yüzde 45 artış var, pancar fiyatında yüzde 49, pamukta yüzde 68, buğdayda yüzde 94 artış var; güzel. Ama bir de girdilere bakalım: Gübrede yüzde 400, sulamada yüzde 230, mazotta da yüzde 140 zam gelmiş. Ne yapacak bu köylü? Allah aşkına gidin, bir köylülerle konuşun. İnsanlar perişan.

Bakın, değerli arkadaşlar, biz “Mazottan ÖTV’yi kaldıracağız.” dedik iktidar kanadından eleştiri geldi: “Siz bu parayı nereden bulacaksınız?” Vallahi de bulacağız, billahi de bulacağız, hiç endişe etmeyin. (CHP sıralarından alkışlar) Köylünün rahat etmesi için ÖTV’yi kaldıracağız ve köylü rahat edecek. Biz, halka para bulma konusunda kararlıyız ama sizler de, yani Hükûmeti kastediyorum, yandaşlara para bulma konusunda kararlı. Aramızda bu kadar fark var. (CHP sıralarından alkışlar)

Acil Eylem Planı: Ne diyordu Acil Eylem Planı’nda? “Türkiye’de verimli tarım topraklarının sürekli işlenir kılınmasını sağlayacağız.” Ne güzel bir laf, değil mi? Sekiz yıllık iktidarda tarım alanı 26,6 milyon hektardan 24,3 milyon hektara düşmüştür yani 2 milyon hektar tarım alanı işlenmiyor. Buğday ekim alanı 9,3 milyon hektardan 8,1 milyon hektara inmiş durumda. Hani diyorsunuz ya “Biz köylüyü, çiftçiyi destekliyoruz. İşlenecek tarım alanlarını işliyoruz.” diye; tablo bu. Süt üreticisine bakın, yem var… Zaten ete dokunmayacağım, ete değinmeyeceğim. Sizin İktidarınız döneminde kurbanlık hayvan bile ithal edildi. Artık, bu noktadasınız, tarımı getirdiğiniz nokta budur, düzelmesi de zaman alır. Değerli milletvekilleri, bir tarım ülkesiyiz, hakkını vermiyoruz.

Kısaca bir konuya daha değineceğim: Rahmetli Ecevit Hükûmeti döneminde, 1995’te bir genelge çıktı, Ekonomik ve Sosyal Konsey kuruldu. Daha sonra 2001’de bir yasa çıktı, genelge yasaya dönüştürüldü. Sonra 12 Eylül 2010’da Hükûmet dedi ki: “Bu Yasa yetersiz, bunu bir de Anayasa’ya koyalım.” Güzel, Anayasa’ya da kondu. Bu Yasa’nın bir maddesi der ki: “Ekonomik ve Sosyal Konsey’in Başkanı Başbakandır ve üç ayda bir toplanması lazım.” En son ne zaman toplandı Ekonomik ve Sosyal Konsey? 5 Şubat 2009’da. Şimdi, bakın, kendi çıkardığı yasaları uygulamayan bir Hükûmete ne denir Allah aşkına? “Üç ayda bir toplanması lazım.” Yasa öyle diyor, “Başkanı da Başbakan.” diyor. Niye toplanmıyor? Çiftçi gelecek oraya, derdini anlatacak, Hükûmet derdin altında ezilecek, sendikacı gelecek, derdini anlatacak, sanayici gelecek derdini anlatacak; Sayın Başbakan dert dinlemekten hoşlanmaz, derdini anlatan vatandaşı azarlar, onları haydi haydi azarlar. O zaman, bu Ekonomik ve Sosyal Konsey’i Anayasa’ya niye koydunuz? Milleti kandırmak için, “Biz demokratız, biz toplumda uzlaşma sağlıyoruz, barış sağlıyoruz.” diye. Allah aşkına, üç ayda bir siz toplanacaktınız. İyi ki Sayın Başbakan çıkıp şunu söylemiyor: “Biz toplanacağız ama muhalefet engel oluyor.” Öyle bir şansımız da yok. (CHP sıralarından alkışlar)

Güneydoğu Anadolu: Sayın Başbakanın Diyarbakır’da yaptığı bir konuşma var, hafızama kazınmış bir konuşma. Miting yaparken genç bir Diyarbakırlı kardeşimiz tam üç kez diyor ki: “Sayın Başbakan, fabrika istiyoruz.” Sonra, Başbakan dönüp diyor ki: “Biz buralara fabrika mabrika yapmayacağız kardeşim, Teşvik Kanunu’nu getirdik.” Ama Sayın Başbakan çok güzel bir şey daha yaptı, yine Diyarbakır’a gitti yine bir mitingde dedi ki: “Sevgili Diyarbakırlılar, hiç üzülmeyin, biz size daha modern, daha güzel bir hapishane yapacağız, eski hapishaneyi de yıkacağız.” Size bir soru: Dünyanın hangi ülkesinde bir başbakan hapishane yapacağım diye reklam yapar, propaganda yapar? Bu, hepimizin vicdanına kazınsın istiyorum. Fabrika yapın, elinizden tutan mı var? Adam fabrika istiyor, hapishane değil. Siz, “Hapishane yapacağım, eskisini yıkacağım...” Bir başka bakanımız da dedi ki: “Hayır, eskisini yıkmayalım, onu da müze yapalım.” Karar verin kendi aranızda, ne yaparsanız yapın ama Allah aşkına insanlara “Size hapishane yapacağım.” diye gitmeyin.

Değerli arkadaşlarım, yolsuzluk, bu iktidarın en ciddi sorunlarından birisidir, en ciddi temel sorunlarından birisidir. Bakın, 17/07/2007 tarihinde Hacı Ali Hamurcu diye bir yurttaş -Kayseri Büyükşehir Belediyesinde çalışıyor- gidiyor polise rüşvet çarkının nasıl döndüğünü bütün ayrıntılarıyla anlatıyor, 26 sayfa. Arkasından, imzalıyor ve kendisi bu itiraflarda bulunuyor. Rüşveti toplayan kişi bu; taksi duraklarından, benzin istasyonlarından ve diğer yerlerden. Yıllardır devam eden bir prosedür. Bütün bunların hepsini ayrıntılı anlatıyor. Anlattıktan sonra emniyet, rüşvet, irtikap, resmî belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılıkla cumhuriyet savcılığına gönderiyor. Filme de alınıyor, videoya da alınıyor ama video gizli. 26 sayfalık bu itiraf ne oluyor biliyor musunuz? 16 sayfaya indiriliyor. Şimdi, birinci soru: 26 sayfalık itiraf niçin 16 sayfaya indi? Kime soruyorum? Adalet Bakanına soruyorum. Bilmeliyiz. Onun içinde Kayseri Ana Kent Belediye Başkanının rüşvet olaylarıyla ilgili bölümler mi çıkarıldı yoksa başka bir nedenle mi çıkarıldı? Bu sorunun yanıtını bekliyorum.

AHMET KOCA (Afyonkarahisar) – Varsa söyle.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – İki tutanak da elimde. Ben onlardan önce isterim.

Sonra ne oluyor? Gidiyor savcıya. Savcı Bey’in adı İsmail Dalan. Savcı, emniyetin gönderdiği rüşvet, irtikap değil, bunu memur suçlarıyla ilgili bir olay dolayısıyla Bakanlığa yazıyor ve izin istiyor Adalet Bakanlığından. Adalet Bakanlığı, haklı olan bir gerekçeyle bunu Valiliğe gönderiyor, konuyu ön inceleme yapın, izin verip vermeyeceğimize karar verelim diye. Ön inceleme yapılıyor değerli arkadaşlar, bir vali vekili konuyu araştırıyor, İbrahim Yurdakul. Komisyon kuruluyor, raporu düzenliyor, Adalet Bakanlığına gönderdiği yazıda diyor ki: Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki ve diğer belediye görevlilerine isnat edilen suç Türk Ceza Kanunu’nun 252’sine giriyor, rüşvet suçunu oluşturduğundan 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’nun 17’nci maddesi kapsamında işlem yapılmasını istiyor. Vali vekili basıyor imzayı ve gönderiyor. Bir önemli gelişme oluyor. Bunun ekinde de bir rapor var, bu yazının ekinde daha önce alınmış ifadeler, tutanaklar ve raporlar da var. Bu Vali, bunu imzaladıktan otuz sekiz gün sonra görevden alınıyor, başka bir ile gönderiliyor, Gaziantep’e. Olabilir, bir ihtiyaç çıkmıştır, olabilir.

Bakanlık gayet güzel bir uygulama yapıyor ve bunu savcılığa gönderiyor, diyor ki: “Bize geldi, ekindeki raporlar da bunlardır, gereğini yapın.” Savcılık diyor ki: Vali Bey’in yaptığı gibi değil, emniyet müdürünün yaptığı gibi değil. Yine, memur suçlarından ötürü, dava açmak için izin istiyor. Yanıt gelmiyor Bakanlıktan. İkinci bir yazı yazıyor, “izin verin diye. Bunun üzerine Bakanlık yazı yazıyor, “İzin verdik, araştırın konuyu.” diyor. Konu araştırılıyor, yine gidiyor, bu kez bir başka vali yardımcısı olayı araştırmakla muhakkik olarak atanıyor. Prosedürde bir eksiklik yok. Bu Vali Yardımcısı, Ali Yener Erçin, Kocasinan ve Melikgazi belediyelerinden bilirkişi istiyor olayı araştırmak üzere. Kocasinan Belediyesi 30/11/2007’de bir halk sağlığı uzmanı ile bir harita mühendisini görevlendiriyor. Melikgazi Belediyesi ise 4/12/2007 tarihinde görevlendiriyor. Ama ciddi bir şey var: 4/12’de bilirkişi görevlendiriyorsunuz, ama bu Vali Vekilimiz 3/12’de raporunu Valiliğe sunuyor bir gün önceden. Nasıl oluyor bu? Daha bilirkişi gelecek, inceleyecek; bir gün önceden gönderiyor. Şimdi, bir gün önceden görevlendiriyor ve Sayın Vali Osman Güneş -Vali o zaman orada, bir dönem bakanlık yaptı kısa süre- “Ben de aynı kanaatteyim, burada hiçbir şey yoktur, dosyanın kapatılması lazım.” diyor, basıyor imzayı. Ama bir şey var değerli arkadaşlar: Sayın Vali, ondan önce kararnamesi çıkmış ve Müsteşarlık görevine atanmış birisi yani imzalarken, kararnamesi daha önce Resmî Gazete’de yayımlanmış, Müsteşarlığa atanmış birisi yani Kayseri Valisi değil. O gidiyor, imzaladıktan sonra Bakanlığa gönderiyor. Bakanlığa gittikten sonra, aynı Osman Güneş, bu kez de Müsteşar olarak kendisinin gönderdiği yazıyı alıyor, Sayın Bakanın onayına sunuyor ve diyor ki: “Burada hiçbir şey yoktur, dosyayı kapatalım.” ve dosya kapanıyor. [CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar (!)]

Şimdi, benim sorum şu: Ben Sayın Başbakana burada siz bunu yaptınız demiyorum, ama Sayın Başbakanın vicdanına sesleniyorum: Bu olayın üzerine giderseniz -ben daha bir ucunu çektim yalnız, çok büyük bir olay bu- olayı ben soruşturacağım derseniz, biz CHP Grubu olarak sonuna kadar sizin arkanızdayız, hiç endişeniz olmasın, yeter ki kararlılıkla olayın üzerine gidin ama gitmez, siz de o Vali ve Savcı gibi, “Ya, bunu kapatalım, ya, bu da çok önemli bir olay değildir.” derseniz, o zaman çıkıp bu kürsüden “Biz yolsuzluklarla mücadele edeceğiz.” demeyeceksiniz. “Biz yolsuzluklara kol kanat geren bir İktidarız.” dersiniz ve bu iş burada biter.

Benim Sayın Başbakandan araştırmasını istirham ettiğim bir soru daha var: Bu değerli, adını söyleyeyim, Hacı Ali Hamurcu şu anda nerededir? Bu, çok önemli bir soru. Nerede olduğunu Sayın Başbakan araştırdığı zaman görecektir. Çünkü Sayın Başbakanın bir lafı vardı: “Benim mal varlığımı eleştirenler şimdi Silivri’de.” diyordu. Bunu da bir araştırsın bakalım, nerede?

Ve benim bir sorum daha var: Avukat Yakup Erikel, kimdir bu adam?

Eğer Sayın Başbakan benim bu konuştuklarımla ilgili olarak, her satırıyla ilgili belge istiyorsa masamın üzerinde, her satırıyla ilgili, bütün yazışmalar, o iki ifade tutanakları, 26 ve 16 sayfalık ifade tutanakları. Elimde olmayan bir şey var, kayıp olan ve ilk Valinin yazdığı rapor, o elimizde yok, mahkeme dosyasında da yok. Nerede bu dosya? Niye gizleniyor? Mademki her şey aleni, mademki avukat da istediği zaman verecekler, ona da ulaşamıyorum, ulaşamıyoruz.

Yakup Erikel’i eğer Sayın Başbakan merak ederse, yanında Sayın Bülent Arınç var, ona sorarsa sanıyorum benden çok daha fazla bilgi alacaktır.

AHMET YENİ (Samsun) – Bütçeye bir gelelim.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bu bütçe sağlıklı bir bütçe değil ve bizim temel bir sorunumuz var, demokrasi sorunu. Yolsuzlukların olduğu bir ülkede demokrasiden söz edemezsiniz. Yolsuzlukların kovuşturulmadığı bir ülkede demokrasiden söz edemezsiniz. Konuşan kişilerin tehdit edildiği bir ülkede demokrasiden söz edemezsiniz. “Telefonları, istediğimin telefonlarını dinleyebilirim.” diye yola çıkarsanız, o ülkede demokrasiden söz edemezsiniz. Özgürce köşe yazarları yazı yazdı diye patronlarına telefon edip işlerine son verdirirseniz, bu ülkede demokrasiden söz edemezsiniz. Demokrasi farklı bir olaydır arkadaşlar, demokrasi özgürlüktür.

Sayın Başbakan üniversite öğrencilerini suçladı, onlar illegal kişiler dedi, illegal örgütler. Ben merak ediyorum, Sayın Başbakan, siz Başbakan değil misiniz? Emniyet Genel Müdürlüğü, Millî İstihbarat Teşkilatı, emniyet istihbaratı, jandarma istihbaratı size bağlı değil mi? İllegal bir örgütü yürürken görüp de önlem almamak mümkün mü? Tutarsınız, yargıya çıkarırsınız; belgelerini koyarsınız, illegaldir dersiniz. Yok öyle bir şey, hepsi serbest. Yedikleri dayakla kaldılar. Böyle bir anlayış olabilir mi?

Öğrencilerden korkmayacağız, üniversitelerden de korkmayacağız; onların sorunları var, sorunlarını dinleyeceğiz. Sayın Başbakana çağrımız: Üniversitelerden temsilci birer ikişer kişi öğrenci davet etsin, dinlesin, “Sizin sorununuz nedir arkadaşlar? Niye yürüyorsunuz?” desin. Bunu yapmak zorundayız ama orantısız güç kullanırsanız doğru değil. Hele bir kadının çocuğunu düşürmesine vesile olan bir şiddeti kim, hangi milletvekili, hangi vicdan sahibi uygun görebilir? Ben isterdim ki Sayın Başbakan bunu da soruştursun, “Ne oluyor arkadaşlar?” desin size.

Gençler Parlamentoya geldi, benimle görüştüler, 4 genç. Sayın Başbakan eleştirdi: “Vay efendim, işte bak, muhalefete gitmişler…” Ben onlarla basın toplantısı da yapmadım ama sizin milletvekiliniz Sayın Burhan Kuzu da onları aldı, oturdu konuştu, basın toplantısı yaptı. Ne oldu? Bize gelince suç, sizin milletvekillerinize gelince çıt çıkmıyor.

Demokrasiye ihtiyacımız var. Demokrasi önemlidir, demokrasi vazgeçilmez bir kurumdur, demokrasi bir kültürdür, demokrasi, yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır; demokrasi, insan haklarının gelişmesi, büyümesi, kökleşmesi için temel bir olgudur ve demokrasiyi hep beraber geliştirmek zorundayız, iktidarıyla muhalefetiyle. Eğer bunu yapmazsak bizde de, ülkemizde de, her yerde de sorunlar çıkar.

Eğer insanlar şikâyet ediyorsa şikâyetlerini dinlemek politikacıların görevidir, her şeyden önce iktidarların görevidir. “Niye bu insan şikâyet ediyor? Bu insanın derdi nedir?” diye sormak zorundayız. Ama onlar soru sordu diye onları azarlarsak o ülkede demokrasiden söz edemeyiz. Demokrasinin gelmesi, özgürlüklerin gelmesi, özellikle üniversite özgürlüğünün gelmesi, üniversitelerde özgürlüğün olması, insanlarımızın sorunlarını siyasilere özgürce anlatabilmelerinin yolunun açılması için hep beraber, Parlamento olarak çalışmak zorundayız.

Bu umutla hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, böylece, bütçenin tümü üzerinde gruplar konuşmalarını tamamlamış oldular.

Şimdi, şahıslar adına, lehinde olmak üzere, ilk söz Manisa Milletvekili Sayın Recai Berber’e aittir.

Sayın Berber, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

RECAİ BERBER (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsım adına lehte söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, hazırlıklarıma geçmeden önce, bütçe görüşmelerinde Plan ve Bütçe Komisyonundaki çalışmalarda da yani tabiri caizse temcit pilavı gibi muhalefet sözcülerinin sık sık dile getirdiği bütçenin, daha doğrusu Orta Vadeli Program’ın zamanında yayınlanmadığı, arkasından Orta Vadeli Mali Plan’ın zamanında, süresinde getirilmediği ve bundan dolayı da bütçe genelgesinin de, bütçe çağrısının da 10 Ekimde yapıldığı ve 10 Ekimden 15 Ekime kadar beş günde bütçenin nasıl hazırlandığı soruldu. Bununla ilgili her türlü ayrıntılı bilgi hem Sayın Bakanımız tarafından hem ilgililer tarafından verildi. Buna rağmen burada 2011 bütçesinin samimiyetinden şüphe eden Sayın Kılıçdaroğlu’nun, sadece buna dayanarak bütçenin samimiyetini sorgulamasını ben hayretle karşılıyorum. Kendileri de yıllarca bürokratlık yaptılar ki beş günde bütçe hazırlanmaz, bütün bakanlıkların bürokratları ve Maliye Bakanlığı bu bütçenin aylarca hazırlığını yapar, ancak haklılar, Anayasa gereği ve kanunlar gereği bu programların zamanında yayınlanması gerekirdi. Ancak bu programların geç yayınlanması dolayısıyla sadece buna dayanarak içeriğiyle ilgili yani bütçenin gider kalemleri nedir, gelirleri gerçekçi midir, değil midir, bunları sorgulamadan samimiyetsizlikle itham etmesini hayretle karşılıyorum. Eğer bütçenin tarafları, ilgilileri iş âlemiyse, vatandaşlarımızsa, dünyadaki Türkiye ekonomisiyle ilgilenen çevrelerse ne kadar samimi olup olmadığını onlardan öğrenebilirler. Çünkü o çevrelerin hiçbirisinden Türkiye’de şu anda yapılan bu bütçeyle ilgili ve Orta Vadeli Program’la ilgili negatif, olumsuz bir açıklama, duyum gelmemiştir. Tam tersine, dünyanın global krizin içinden geçtiği bu süreçte bütçe son derece gerçekçi ve tutarlı bulunmuştur. Hatta öyle ki, çok istedikleri mali kuralla ilgili olarak, eğer mali kural kanunu yürürlükte olsaydı bile bütçe açığının olması gerekenin de altında olduğu bizzat kendi sözcüleri tarafından da komisyonlarda dile getirilmiştir.

Değerli milletvekilleri, 2008 yılının ikinci yarısından itibaren dünyayı etkisi altına alan krizin bir ekonomik ve sosyal çöküş hâline dönmesini engellemek için hükûmetler ve merkez bankaları finansal sisteme işlerlik kazandırmaya dönük olarak ciddi anlamda destekler, parasal ve mali tedbirler almışlardır. Küresel ekonomik krizin etkilerinin azaltılması amacıyla uygulanan mali politikaları, finansal kesimden kaynaklanan mali yükler ve devresel bütçe etkisi ülkelerin kamu açıklarını ve borç stoklarını önemli ölçüde artırmıştır.

Krizle birlikte dünya ekonomisi 2009 yılında yüzde 0,6 daralmış, 2009 yılının son çeyreğinden itibaren büyüme sürecine girmiştir. ABD’nin 2010 yılında 2,6; 2011 yılında ise 2,3 oranında büyüyeceği, Avrupa Birliği euro bölgesinin ekonomilerinin ise 2010 yılında 1,7; 2011’de de 1,5 oranında büyüyeceği tahmin edilmektedir. IMF’nin Türkiye için 2010 yılı büyüme tahmini ise son revizyondan sonra yüzde 7,8 olarak revize edilmiştir. Türkiye tekrar 2009 yılının son çeyreğinden itibaren büyüme trendine girmiş ve 2010 yılında ilk üç çeyrekte 8,9 oranında büyüme gerçekleştirmiştir.

Burada ben diğer ülkelerin tablolarına tek tek girmek istemiyorum ama şunu bilmelerini istiyorum ki kamuoyunun, Türkiye, mensubu bulunduğu Avrupa Birliği ülkeleri içinde en yüksek büyümeyi gerçekleştirmiş, Doğu Avrupa ülkeleri içinde de yine onların ortalama büyümesinin 2 katı bir büyümeyi gerçekleştirmiştir. Çin’i çıkarırsanız, diğer gelişmekte olan ülkelerin hepsinin ortalamalarının da üstünde olduğunu yine göreceksiniz. Demek ki Türkiye’de kriz sonrasında alınan önlemler, kriz süresince alınan önlemler son derece yerinde olmuştur.

Değerli milletvekilleri, geçmişte -Sayın Bakanımız da çok güzel, veciz bir şekilde söylediler- kendi krizimizi başkaları çözüyordu, kendi krizimizi, Türkiye’de çıkan krizi başkalarının yardımıyla çözüyorduk ama şimdi, global krize karşı dünyanın pek çok ülkesi, yirmiden fazla ülkesi IMF’nin karşısında sıraya girmişken, kamuoyunun bir sürü baskısına rağmen, Başbakanımızın ve Hükûmetimizin bu konudaki kararlı tavrıyla ve kriz sürecini çok iyi yönetmesiyle Türkiye ilk defa olarak başkalarının krizini en iyi şekilde yönetmiştir. Bu kriz Türkiye'nin krizi değildir, bu kriz global krizdir ama Türkiye tarafından, bütün dünyanın da takdir ettiği gibi, en iyi şekilde yönetilmiştir.

Değerli milletvekilleri, özellikle işsizlik konusundaki rakamlar gerçekten hayret edilecek bir noktada. Türkiye 2007 yılından bu yana, bu kriz süreci de dâhil olmak üzere son üç yılda 3 milyon işsizine iş bulmuş bir ülkedir ama bu dönemde Amerika Birleşik Devletleri de dâhil olmak üzere Avrupa Birliğinde ciddi anlamda istihdam azalması olmuştur ve hâlen devam ediyor. Demek ki Türkiye, krize giriş tarihindeki ve bugün geldiği noktada krizden, işsizlik konusunda da başarılı bir şekilde çıkmıştır.

Tabii, bunu belli konularda dünya ülkeleriyle karşılaştıralım deyip, sonra işsizlik konusuna gelince sadece Türkiye'nin geçmiş değerleriyle karşılaştırmaya kalkmak kendi içinde de ne kadar tutarlıdır, bunu değerli milletvekillerinin takdirine sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, özellikle enflasyon konusu da gerçekten krizin bu süreçte en iyi şekilde yönetildiğinin yine kanıtıdır çünkü Türkiye ne zaman kendi krizi olsun… Özellikle 94, 2001 krizlerinde rekor enflasyon düzeylerine çıkmış ve son on beş-yirmi yıldır da sürekli olarak, enflasyonu en yüksek on ülke içinde yer almıştır. Yani bu kronik sorunu Türkiye başarılı bir şekilde çözmüşse bunu takdir etmek lazım, başka birtakım noktalara çekmeye gerek yok.

Değerli milletvekilleri, özellikle borç stoku konusunda söylenenler de gerçeği yansıtmıyor çünkü Türkiye’nin 2002 yılından bu yana ciddi anlamda ekonomisi büyümüştür, 3 kat büyümüştür. Yani işletmeci olan, ekonomi bilen herkes şunu çok iyi bilir, hele bankacılar çok iyi bilir: Eğer bir işletmeye siz kredi limiti tahsis edecekseniz borçluluğunu aktif toplamıyla karşılaştırırsınız, yani ne kadar borcu var, aktifi ne kadar? Ülkelerin de, aynı şekilde, gayrisafi yurt içi hasılalarının toplamıyla karşılaştırılır.

Türkiye, değerli arkadaşlar, 2005 yılından bu yana Maastricht Kriterleri’ni yakalamış bir ülkedir. Şu anda Avrupa Birliği ortalaması yüzde 84, Türkiye bunun yarısı, krize rağmen yüzde 42. Demek ki Türkiye'nin borçluluğu nispi olarak, göreceli olarak artmamıştır, tam tersine azalmıştır. Eğer öyle olmasaydı, Türkiye'nin borç yönetimi sorunu olsaydı, dünyada bu kadar kriz varken, dünyada global sermayenin, tabiri caizse, sığınacak liman aradığı bir ortamda Türkiye en sağlıklı, en güvenilir limanlardan biri olabilir miydi? Eğer Türkiye borç batağında yüzüyor olsaydı, bu insanlar Türkiye’ye, hem de Türkiye'nin devletine değil sadece özel sektörüne yatırım yapsın diye bu kadar borç vermek için yarışır mıydı?

Değerli arkadaşlar, özellikle Türkiye’de kamu borçlanma gereğinin son yıllarda ciddi oranda azaltılması sayesinde -tabii ki bunu herkes çok iyi biliyor- Türkiye bütçesi çok ciddi fazlalar vermiştir. Yani Türkiye bütçesindeki açık, geçmişte, özellikle gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 14’lerine kadar çıktı, şimdi Avrupa’da pek çok ülkede olduğu gibi.

Değerli arkadaşlar, geçen yıl krize rağmen -2009 yılında- yüzde 5,5; eğer mali kural uygulansaydı, bu, yüzde 6,5’lara kadar zaten izin veriyordu. Şu anda da, bu yıl da, beklenen yüzde 4, ama 11 milyar dolarlık yatırımlara kaynak aktarılmamış olsaydı yine bu yüzde 3’lerde kalacaktı.

Ayrıca, 2011 bütçesinin samimi olduğu şuradan test edildi: Eğer bu bütçe bir seçim bütçesi olsaydı, bu bütçede daha fazla harcamalara yer verilir, gelirlerin de üzerinde bir artış öngörülürdü ama öyle bir şey yok. Demek ki bütçenin tarafları bu bütçenin son derece samimi ve gerçekçi olduğunu kabul etmiştir. Bu bütçe sayesinde ve Orta Vadeli Program sayesinde Türkiye’nin 2011 yılı ve önümüzdeki üç yılı gerçekten daha güvenli ve daha istikrarlı bir şekilde büyümeye ve istihdam sağlamaya devam edeceğini gösteriyor.

Ayrıca, “Bu bütçenin sosyal kesimlere ne faydası var?” deniliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Berber, on dakikalık süreniz doldu, bir dakika içerisinde özetleyebilir misiniz efendim.

RECAİ BERBER (Devamla) – Hemen tamamlıyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, bu bütçede Millî Eğitim Bakanlığının ve üniversitelerin bütçesi yüzde 25’ler seviyesinde artırılmış. Giderler yüzde 5 artarken üniversitelerin ve Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi yüzde 25 artırılıyorsa, milyonlarca öğrenci sadece üniversite ve… Türkiye’deki öğrenci kesim, 20 milyon insan ve bunlar aileleriyle beraber, bunlar halkımız, sosyal kesimler değil mi? Bunlar iş âlemi mi? Bunlara aktarılan kaynak niçin sosyal harcama olmuyor? Sosyal güvenlikte ve sağlıkta yapılan harcamalar sosyal içerikli değil de nedir acaba, sermaye transferi midir?

MUHARREM İNCE (Yalova) – Yurtlara kaç öğrenci müracaat etti, kaçı yerleşti, bunu da söyle.

RECAİ BERBER (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bunlara baktığınızda Türkiye bütçesinin gerçekten son yıllarda hazırlanan en gerçekçi bütçelerden biri olduğunu ve Hükûmetimizin bundan sonra da bu bütçeleriyle ekonomiye güven vermeye, dünyaya ve ekonomiye en iyi şekilde yön vermeye devam edeceğini gösteriyor.

Ben, bütçemizin hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. Tekrar, hem Hükûmetimize, Maliye Bakanlığımıza ve bütün, Komisyonda katkı veren milletvekillerimize teşekkür ediyorum. Bütçemiz tekrar hayırlı, uğurlu olsun. Sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Berber, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, Manisa Milletvekili ve Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç’ın Başkanlığa bir yazılı müracaatı var. “Sayın Kılıçdaroğlu Yakup Erikel isimli bir avukattan bahsederek, Sayın Başbakanın veya benim bu konuyu bildiğimi söyledi. Kısa bir açıklama yapmak istiyorum, takdirlerinize.” demişler. İç Tüzük 69…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, açıklamayı Sayın Başbakana yapsın.

BAŞKAN – Ama ben çok ciddi takip ettim. Bülent Arınç’tan da bahsederek “Bülent Arınç da bilir konuyu.” dediniz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Evet bahsettim. Başbakana bilgi versin.

BAŞKAN – Tabii, kendisi bir açıklama yapmak istiyor.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Başbakan sorsun kendisine. Sayın Arınç biliyor, sorsun kendisine.

BAŞKAN – Aslında sizin talebinize de uygun bir istekte bulunmuş, ben öyle değerlendirdim.

Yerinizden olmak üzere efendim… Mikrofonunuzu açalım.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, İç Tüzük’ün 69’uncu maddesi Sayın Arınç’a sataşma nedeniyle söz verilmesi imkânını tanımıyor.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Kısa bir açıklama rica ettim Sayın Başkanım, sataşmadan dolayı değil.

BAŞKAN – Efendim, bana göre talebi İç Tüzük’e tamamen uygundur ve kaldı ki, Sayın Kılıçdaroğlu’nun…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – 60’ıncı maddeye göre…

BAŞKAN – Önemli bir konuyu gündeme getirdi ve isminden de bahsederek açıklama istedi zımnen.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, 60’ıncı maddeye göre verebilirsiniz.

BAŞKAN – Yani açıklama yapması sizin tarafınızdan da desteklenmesi gerekir diye düşünüyorum. O niyetlerle verdim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – 60’ıncı maddeye göre verebilirsiniz ama 69’a girmiyor efendim.

SUAT KILIÇ (Samsun) – 60/4’e göre Sayın Başkan.

BAŞKAN – Peki efendim, 60’a göre, düzelttik; 69 yerine 60’a göre verdik. Tamam, teşekkür ederim uyarınız için.

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasına ilişkin açıklaması

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; gerçekten, sataşmadan dolayı değil, kısa bir açıklama yapmak üzere Sayın Başkandan rica etmiştim. Çok teşekkür ediyorum.

Sayın Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını büyük bir dikkatle takip ettim. Kayseri’yle ilgili olduğu söylenen bir olayı anlattı. Doğrusu bir şey anlamadım. Yani olay nedir, tarafları kimlerdir, şikâyetçisi kimdir, sanıklar kimlerdir; Vali ne yapmıştır, ne yapmamıştır, Adalet Bakanı neden ne kadar sorumludur ve bunun bizim Hükûmetimizle ilgisi nedir? Yani bir gizemli roman gibi bunu birtakım sembollerle anlatmaya çalışmak, gerçekten bir yolsuzluğun üzerine gitmek değildir. Biz yolsuzlukların üzerine gitmeyi en az Cumhuriyet Halk Partisi kadar, Milliyetçi Hareket Partisi kadar, demokratik parti kadar önemsiyoruz.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Barış ve Demokrasi Partisi…

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Olayı tam ortaya koyun ki, bunun karşılığını size tam olarak verebilelim.

“Yakup Erikel kimdir?” diyorsunuz, bir başkası kimdir diyorsunuz. Bunları siz biliyorsunuz, kim olduğunu siz söyleyeceksiniz ama benim tanıdığım bir Yakup Erikel var. Ankara Barosuna kayıtlı bir avukattır, kendisini şahsen de tanırım. Bazı davalarımda benim de avukatlığımı yapmıştır; bana karşı açılan tazminat davalarında, benim de açtığım tazminat davalarında avukatımdır. Kendisini tanırım ama sanıyorum Sayın Kılıçdaroğlu şu hataya düşüyor: Geçtiğimiz günlerde Habertürk’te ve birkaç gazetede ondan haber alarak yayınlanan bir yazı vardı. O yazıda Yusuf Erikel isimli bir avukatın Millî Demokratik Halk Partisi gibi bir parti kurduğu, sonunda da bazı olaylara karışması sebebiyle Silivri’de yargılanacağı ve tutuklanacağı. Yusuf Erikel’den bahsederken benim de avukatım olduğunu söylemişlerdi. Ben bu konuda bir açıklama yaptım ve Yusuf Erikel’le hiçbir ilgim ve alakam olmadığını söyledim. Ya bir karışıklık var ama Yakup Erikel ismi üzerinde duruyorsanız, benim avukat olarak tanıdığım bir arkadaşımdır. Bu olayla neyi anlatmak istiyorsunuz? Benim bağlantım veya Sayın Başbakanın ne bağlantısı olabilir, lütfen çok açık konuşun Sayın Kılıçdaroğlu. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu açıklığa her zaman saygı duyacaktır ve gereken mutlaka yapılacaktır.

Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575) (Devam)

2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bütçenin tümü üzerinde Hükûmetin de söz talebi vardır.

Hükûmet adına Başbakan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı, Grup Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan söz istemişlerdir.

Buyurun Sayın Erdoğan. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

Süreniz altmış dakikadır efendim.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyor, 2011 mali yılı bütçe kanunu görüşmelerinin ülkemize, milletimize, demokrasimize ve en önemlisi de ekonomimize hayırlı olmasını diliyorum.

2011 yılı bütçesiyle, 60’ıncı Hükûmet olarak dördüncü bütçemizi, 58,59 ve 60’ıncı hükûmetler olarak da dokuzuncu bütçemizi bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşmeye başlıyoruz. Görüşmelerin yapıcı bir ortamda geçmesini, katkı verici bir anlayışla sürdürülmesini, karşılıklı anlayış ve nezaketin asla elden bırakılmamasını özellikle temenni ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 bütçesinin temel özelliklerini Maliye Bakanımız sunuş konuşmasında bütün ayrıntılarıyla aktardı. Ben, burada ayrıntılara girmeyeceğim ancak şu kadarını belirtmekte fayda görüyorum: AK PARTİ İktidarı tarafından bundan önce hazırlanmış olan sekiz bütçe gibi dokuzuncu bütçe de güçlü Türkiye vizyonuyla uyumlu bir bütçedir.

2011 bütçesi, toplumsal duyarlılığı olan, sosyal yönü kuvvetli, dezavantajlı grupları gözeten, üretimi, yatırımı, ticareti, ihracatı destekleyen bir bütçedir. 2011 bütçesi, işçi, esnaf, memur, çiftçi, emekli, öğrenci, yatırımcı ve sanayiciler gibi tüm kesimlerin ihtiyaçlarını, sorunlarını dikkate alan, özellikle ücretli kesimin alım gücünü artıran bir bütçedir. Bu bütçemizde de bölgesel kalkınmaya, sosyal katılımcılığa önem verilmiştir. 2011 bütçesi, vatandaştan aldığını vatandaşa veren bir bütçe olduğu kadar, birlikte kalkınmayı, hakça paylaşmayı hedefleyen, yarınları düşünen, geleceği tasarlayan bir bütçedir. En önemlisi de, 2011 Haziran ayında genel seçimler yapılacak olmasına rağmen bugün görüşmeye başladığımız bütçe seçimden etkilenmeyen, seçim nedeniyle popülizme başvurmayan, “Seçim var.” diyerek hedeflerinden vazgeçmeyen bir bütçedir. Türkiye’de AK PARTİ iktidarlarıyla birlikte “seçim ekonomisi” kavramı tedavülden kalkmıştır zira seçim ekonomisi ve popülizm açık açık milletin kaynaklarını çarçur etmek, milletin emanetine haksızlık etmektir. Türkiye bunu defalarca yaşadı ve çok ağır bedeller ödedi değerli arkadaşlarım. Siyaseti kendileri ve yakın çevreleri için bir geçim kaynağı, bir ikbal vesilesi olarak görenler, kendi hırsları uğruna defalarca Türkiye ekonomisinin dengeleriyle oynadılar. Merkez Bankasına talimat verildi, karşılıksız para basıldı, çeşitli toplum kesimlerine bedeli, sonuçları, faturası hiç hesaba katılmadan bol keseden dağıtıldı, tedbirler ertelendi, mali disiplin delik deşik edildi, para politikaları rafa kaldırıldı, popülist vaatler havada uçuştu, seçim öncesinde geçici bir rahatlık yaşayan milletimiz seçimin hemen ardından bu savurganlığın faturasını çok ağır şekilde ödedi.

Enflasyon bu ülkede üç haneli rakamlara kadar yükseldi, bütçe açığında rekorlar kırıldı, faizler astronomik seviyelere tırmandı, arka arkaya gelen zamlar, isabetsiz tedbirler neticesinde milletin beli büküldü, âdeta kaşıkla verilen kepçeyle geri alındı.

Sekiz yıllık İktidarımız boyunca enflasyon yoluyla, faiz yoluyla, karşılıksız para basmak yoluyla milletimizin emeğine ve ekmeğine göz diken politikalardan özellikle sakındık. Yüzde 30 seviyesinde aldığımız enflasyon -bunun altını çiziyorum- 2009 yılı sonunda yüzde 6,5 seviyesine gerilerken 2010 yılı Kasım ayında yüzde 7,3 oldu. Tek haneli düşük enflasyon bu yıl da muhafaza edildi. Yüzde 63 seviyesinden devraldığımız devletin borçlanma faiz oranı yüzde 7 seviyesine kadar geriledi.

Şimdi, az önce burada konuşuluyor ve faizin yükseltildiğinden bahsediliyor. İnsaf edin. Devletin borçlanma faizinin yüzde 63 olduğu bir orandan yüzde 7’ye iniyorsunuz, siz hâlâ faizin yükseltildiğini konuşuyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunun bir defa insafla yakından uzaktan alakası yoktur. Yani milletimizin emeği korundu, ekmeği korundu.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Faizin düşüğü de yükseği de haramdır, hepsi haramdır!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Maşallah! Bundan ayrıca gururlandım, aferin, gelişme var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Lütfen...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ülkenin kaynakları, vatandaşın alın teri muhafaza edildi. 2002 yılından sonra iki yerel seçim, bir genel seçim, iki halk oylaması ve bir cumhurbaşkanlığı seçimini yaşadık. Dikkatinizi çekiyorum, hiçbir seçim döneminde mali disiplin bozulmamış, piyasaların güveni sarsılmamıştır. Bugün de aynı şekilde, genel seçime yedi ay kalmasına rağmen, Türkiye’ye, Türkiye ekonomisine güven had safhada devam etmektedir. Sadece bir gösterge, özellikle, değerli arkadaşlarım, bizim iktidara geldiğimiz dönemde, 2002 yılında kamuoyu yoklamalarında en az güvenilen kurum olarak siyaset kurumu çıkıyordu. İleri yaş grubunda olduğu kadar genç nesil nezdinde de siyaset, kirli bir iş olarak görünüyordu. Siyasete, siyasetçiye, siyaset kurumuna güvenilmiyordu. Siyasetçi sokağa çıkmaya korkuyor, “Ben siyasetçiyim.” demeye çekiniyordu. Siyaset, yalanla, siyaset yolsuzlukla, siyaset sözünden dönmekle, çark etmekle, U dönüşü yapmakla, sabah söylediğini akşam yalanlamakla... Hatta şimdi, biliyorsunuz, yeni yeni, tornistan, çakma filan, bu tür şeyler çıkmaya başladı. Bunlar bir yerden çıkıyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bazı gerekçeleri var bunların. İktidara gelmek için pervasızca atıp tutanlar, Kafdağı’nın ardındakini vadedenler, her yolu mübah görenler, ilkeleri rafa kaldıranlar, aynada kendilerine baktıklarında yüzleri kızarmasa da milletin aynasında mahcup olurlar ve her zaman mahcup olmuşlardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Birilerinin şuuraltı böyle şekillenmiş olabilir. Değerli arkadaşlarım, birileri bugün hâlâ siyaseti bir yolsuzluk, bir usulsüzlük, kayırma, imtiyaz vesilesi olarak görüyor, şuuraltındaki bu anlayışı siyasete egemen kılmaya çalışıyor. Ben, şunu büyük bir gururla, büyük bir samimiyetle ifade etmek istiyorum; milletimizin teveccühüne, takdirine, itimadına dayanarak şunu açık açık söylüyorum: AK PARTİ, siyaseti temize çeken bir partidir, (AK PARTİ sıralarından alkışlar) siyaseti farklı olan bir partidir, siyaset ile yolsuzluğu, siyaset ile popülizmi birbirinden ayırmış, birbirinden uzaklaştırmış bir partidir. AK PARTİ, siyasete güveni yeniden tesis etmiş, siyasete itibarını iade etmiş olan bir partidir.

Bizim siyasetimiz, bizim siyaset anlayışımız bu ülkeye sekiz yıl önce hâkim olan siyaset tarzından tamamen farklı bir yerde durmaktadır. Biz en başından itibaren büyük düşünüyor, büyük hedefler belirliyor ve bu büyük hedeflere ulaşmak için de büyük adımlar atıyoruz. Biz Türkiye'nin potansiyeline, dinamizmine inanıyor ve sekiz yıldır bunun gereğini yapıyoruz. Tarihimizle, kültürümüzle, medeniyetimizle çok büyük olduğumuzun bilincindeyiz. Bu bölgede, bu coğrafyada çok uzun süreler tarihe yön verdiğimizin, tarih yazdığımızın bilincindeyiz. Biz, ufku olan, idealleri olan, büyük gayeleri, büyük vizyonu olan bir millet olduğumuzun idrakindeyiz. Bu ülkeye, bu millete biçilen elbisenin dar olduğunu, artık dar geldiğini biliyor, engelleri aşarak, zincirleri kırarak, prangalardan kurtularak geleceğe yürüyoruz.

Hamaset edebiyatı yapmıyorum. Eğer inanmayanlar varsa, onlara, Balkanlarda bugünkü Türkiye'nin imajını iyi okumalarını tavsiye ediyorum. Eğer inanmayanlar varsa, onlara, Kafkasya’da, Orta Doğu’da, Afrika’da, Avrupa’daki Türkiye imajını doğru okumalarını tavsiye ediyorum. Ben Mardin’de gördüğüm, Aydın’da, Siirt’te, Sivas’ta, Konya’da gördüğüm coşkuyu, heyecanı, aynı şekilde Kosova’da Prizren’de, aynı şekilde Lübnan Aydamun’da gördüm. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Trabzon’da, Antalya’da, Van’da, Bingöl’de gördüğüm heyecanı, umudu, sevinci Saraybosna’da, Dakka’da, Karaçi’de, Paris’te, Brüksel’de, Berlin’de gördüm. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Şu geçtiğimiz sekiz yıldır benim gurbetçi kardeşim, benim soydaşım, benim vatandaşım gittiği her yerde göğsünü gere gere Türk’üm diyor, (AK PARTİ sıralarından alkışlar) göğsünü gere gere Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu ifade ediyor. Benim her bir kardeşim cebindeki pasaportunu, cebindeki Türk lirasını artık gururla taşıyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, paramızı delik deşik edenler, sıfırlarla parayı zenginleştirdiğini zannedenler bizim paramızın onuruyla oynamadılar mı? 1’in yanına 6 sıfırı koyanlar kimlerdi? Hani onlar paramızın değerini veya Türk lirasının değerini koruma anlayışına sahiptiler, bu nasıl anlayıştır? Bu 6 sıfırı attığımız zaman “Enflasyon patlar.” diyenler onlar değil miydi, “Enflasyon artar.” diyenler onlar değil miydi?

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Kimse öyle bir şey söylemedi.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunu biz yaptık ve bunu biz başardık ve şu anda paramız da bundan dolayı değeriyle dünyada itibarını görüyor.

Değerli arkadaşlarım, bakın, ben sizlere Avrupa Birliğiyle katılım müzakerelerini kararlılıkla yürütürken, Avrupa kurumlarıyla bu arada biz de kurumsallaşma sürecimizi devam ettirirken Orta Doğu’yla, Afrika’yla, Balkanlarla bu arada hasret giderirken vizeleri kaldırarak bu bölgelerle kucaklaşıyor ve iş birliğini artırıyoruz. Size sadece birkaç veri sunuyorum: 2002 yılında Suriye’ye ihracatımız 267 milyon dolardı, 2009 sonunda 1,4 milyar dolar oldu. 2003 yılında Irak’a ihracatımız 829 milyon dolardı, 2009 sonunda 5 milyar dolara yükseldi. Rusya’ya ihracatımız 2002 sonunda 1 milyar 172 milyon dolarken 2009 sonunda 3 milyar dolara ulaştı.

KAMER GENÇ (Tunceli) – İthalatı da söyle, ithalatı da.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yunanistan’a 2002 yılında 590 milyon dolar ihracat yapıyorduk, 2009 sonunda 1,6 milyar dolar ihracat yapar hâle geldik. İşte, dostluğun neticesi budur, dayanışmanın neticesi budur, “sıfır sorun” anlayışının neticesi budur. Biz kazanıyoruz, komşularımız kazanıyor, bölgemiz kazanıyor, halklarımız kazanıyor. Bu bölgede Türkiye’nin çabalarıyla barış kazanıyor, dayanışma kazanıyor, huzur ve istikrar kazanıyor.

Dün başkenti Ankara’nın köylerine yol götüremeyen bir Türkiye vardı. Bugün Ankara’nın da ülkemin dört bir yanının da köylerine KÖYDES projesiyle yol, su götüren bir iktidar var.

Dün alan bir Türkiye vardı. Bugün dünyanın her yerinde yardım elini uzatan, Kızılayıyla, TİKA’sıyla, sivil toplum örgütleriyle yaraları saran yani veren, yani elini uzatan bir Türkiye var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Türk Hava Kurumu yok mu? Türk Hava Kurumuna niye teşekkür etmiyorsunuz?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sadece şu son dört yılda diğer ülkelere yaptığımız resmî kalkınma yardımlarımız yıllık ortalama 700 milyon doları aştı. Sivil toplum kuruluşları ve özel sektörün yardımlarıyla birlikte, Türkiye son dört yılda dünya genelinde ihtiyaç sahiplerine yıllık ortalama 1,5 milyar dolar yardım sağladı.

Yerelde de güçlüyüz, küreselde de güçlüyüz. Köylerimizi, ilçelerimizi, illerimizi hizmetle, eserlerle buluştururken yerele sıkışmıyor, kendimizi dünyadan soyutlamıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, sloganlarla, içi boş vaatlerle, içi boşaltılmış kavramlarla hareket etmiyoruz. Hayalleri gerçeğe dönüştürüyor, kavramlara anlam kazandırıyor, demokrasiye, milliyetçiliğe, halkçılığa en ideal anlamda somut karşılıklar bulmanın mücadelesini veriyoruz.

Milliyetçilik ülkeyi büyütmektir, ülkenin itibarını büyütmektir, millete hizmet üretmektir. Milliyetçilik proje üretmektir, plan üretmektir, ekonomiyi geliştirmektir, iç ve dış politikaya vizyon kazandırmak, millî değerleri yüceltmek, millî kültürü yaşatmak, bizi biz eden değerleri muhafaza etmektir. Milliyetçilik yol yapmaktır, okul açmaktır, hastane inşa etmektir, konut inşa etmektir, şehirleri, evleri doğal gazla buluşturmak, hızlı tren hatlarını döşemek, Türkiye’ye ufuk açmak, aydınlık bir kapı aralamaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bugün arkadaşlarım da söyledi, yetmiş dokuz yılda ülkemizde inşa edilen bölünmüş yol miktarı 6.101 kilometre. Değerli arkadaşlar, bizim sekiz yılda inşa ettiğimiz bölünmüş yol uzunluğu 13.375 kilometre. Bunların üzerinden sizler de şimdi seyahat ediyorsunuz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Etmeyelim mi? Yasak mı?

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Yasaklayın!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Belki görürsünüz de, marifet iltifata tabidir, bir teşekkür edersiniz ama böyle bir şeyiniz de yok tabii. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu nezaket meselesidir.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Bizim vergilerimizle yapıyorsunuz Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu bölünmüş yollar yüz elli üç milyon saat tasarruf sağlıyor ve 4,8 milyar Türk lirası ülkenin kasasında kalıyor. Bu yollar 649 milyon litre yakıt tasarrufu sağlıyor ve 2,1 milyar Türk lirası benim vatandaşımın cebinde kalıyor. Bu hesapları biz yapıyoruz ama ah bir de muhalefet yapsa! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bütün bunların yanında trafik kazalarında bir düşüşün olduğu çok açık, net, o da ortada. İstanbul’u, Bursa’yı, Sivas’ı hızlı trene kavuşturmak için yoğun şekilde çalışıyoruz. Ankara-Eskişehir hızlı tren hattını tamamladık. Bu hafta Ankara-Konya hızlı tren deneme seferlerini başlatıyoruz (AK PARTİ sıralarından alkışlar) ve Ankara-Konya bir saat on beş dakika, buraya iniyor. Türkiye'nin denizlerini keşfetmesini sağladık. Hava yolunu halkın yolu hâline getirdik.

Değerli arkadaşlarım, eğitimde sekiz yılda 160 bin derslik açtık, 750 bin bilgisayarı okullara gönderdik, 80 yeni üniversite kurduk. Şimdi, FATİH Projesi’yle artık kara tahtadan akıllı tahtaya geçiyoruz, bütün okullarda artık akıllı tahta olacak. Aynı zamanda her sınıfta artık laptoplar, bunun yanında İnternet ağı her sınıfta olacak, buna geçiyoruz. Türkiye işte, bilişim teknolojisini bütün çocuklarıyla buluşturmanın da bu projeyle adımını atıyor.

Değerli arkadaşlarım, ülkesini ve milletini sevmek işte budur, sağlık hizmetini ülkenin dört bir yanına yaymaktır. Milliyetçilik vatandaşın ayağına eğitim hizmetini, sağlık hizmetini, adaleti, emniyeti ulaştırmaktır. Biz bunu yaptık, bunu yapıyoruz. Sadece Türkiye içinde değil Moğolistan Karakurum’undan tutunuz, Saraybosna’ya, Kırım’dan Kudüs’e kadar nerede ata yadigârı varsa, nerede bize ait kültürel miras varsa sahip çıkıyor ve bunu onarıyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi bir şeyi daha burada ifade edeceğim, o da bugün çok gündeme geldi. Çünkü memleket yönetmek farklı bir şey, herkesin kârı değil yani 5 tane, 10 tane koyunu güdemeyenler ülke nasıl yönetilir bunu bilemez. Bakınız, sekiz yılda 20 milyar dolar tutarında modernizasyon projesi yürüttük. Bu projelerin yüzde 90’ını -lütfen dikkat ediniz- Türkiye'den, kendi sanayimizden, kendi imkânlarımızdan temin ettik.

Millî piyade tüfeğimizin atış denemeleri başladı. 2011 yılından itibaren Türkiye artık kendi piyade tüfeğini seri olarak üretmeye başlıyor, aynı zamanda ihracatını yapıyor.

“Altay” adı altında bütün alt sistemleriyle ilk defa Türkiye modern bir tankın üretimine başlıyor, şu anda prototip üretimine başladık.

“Anka” adı altında insansız hava aracının prototip tasarımına ve imalatına başladık. Türkiye, ABD ve İsrail’den sonra insansız hava aracı üreten dünyadaki 3’üncü ülke oluyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Türkiye'nin ilk savaş gemisini, Milgem’i tamamıyla kendi öz kaynaklarımızla inşa ettik.

Yine, İtalyanlarla birlikte burada ürettiğimiz ATAK helikopterleri 2011’de test uçuşlarına başlıyor ve 2013’ten itibaren de seri üretimle hem kendimize hem de dünyaya ihracına başlıyoruz, şu anda talepler gelmeye başladı.

Kendi imalatımız olan Göktürk uydusunu 2012’de uzaya gönderiyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Başta F-16 olmak üzere, F-4, C-130 ve T-38 uçaklarımız, Skorsky helikopterlerimiz veya Leopard tanklarımız bizzat kendi sanayimiz tarafından, yerli sanayi tarafından ülkemizde modernize ediliyor.

Dünyadaki 100 büyük savunma sanayisi kuruluşu arasında artık Türkiye de var. Malezya’nın zırhlı tekerlekli araçlarını, Birleşik Arap Emirlikleri’nin sahil güvenlik botlarını, Suudi Arabistan’ın zırhlı araç modernizasyonunu, Hollanda’nın alçak irtifa hava savunma sistemini, Pakistan’ın F-16 modernizasyonunu, Güney Kore’nin pilot eğitim simülatörünü biz üretiyoruz, Türkiye üretiyor, Türk firmaları üretiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Türkiye işte bu seviyelere geldi. Küresel kriz sürecinde Uluslararası Para Fonuyla yeni bir stand-by anlaşması, bildiğiniz gibi, yapmadık. Birçok gelişmiş Avrupa ülkesi, birçok gelişmiş ekonomi IMF’yle yeni yeni anlaşmalar yaparken, Türkiye olarak biz böyle bir anlaşmaya yanaşmadık ve kendi imkânlarımızla yola devam ettik, devam ediyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Küresel bir krizi, hem de ağır bir krizi kendi öz kaynaklarımızla, kendi becerimizle, kendi imkânlarımızla aştık.

Yolsuzluk… Sürekli olarak bunu tekrar edenler oldu. Elinde aslı astarı olmayan belgeleri sallayanlara… Şimdi yine burada da sallandı. Çünkü, bunları çok gördük.

AHMET ERSİN (İzmir) – Araştır bakalım.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, yerel seçimlerde İstanbul adayı olan Sayın Kılıçdaroğlu, benim İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımla ilgili de birçok şey konuştu. Benim Belediye Başkanımın dokunulmazlığı yoktu. Hadi, yargıya götürseydin ve yargılansaydı.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Yargıda, yargılanıyor.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Aldığın neticeye bak. Ne aldın?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yargılanıyor.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve bir şey bulamayacaksın çünkü bugüne kadar açtığın bütün dosyaların içi hep boş çıktı, boş. Boş! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Şu anda yargılanıyor.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Yargıda, yargılanıyor.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Ne karar verileceğini de zaten biliyorsunuz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız, ben burada bir şeyi daha özellikle ifade etmekte fayda görüyorum; o da şudur: Yine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayıyken fakirlere ayda 600 lira maaş bağlayacağınızı ifade etmiştiniz. Öyle mi?

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Evet.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Peki, şimdi CHP’nin Genel Başkanı oldun. Haydi, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı bütün fakirlere 600 lira versin. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Hadi yap! Hadi yap!

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Yapacağım, yapacağım.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yap!

Bekâra karı boşamak kolay! İşi yap, işi! (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Senin belediye başkanın. Yap!

Gerçekçi olacağız. Biz ülke yönetiyoruz, ülke; devlet yönetiyoruz. Öyle kuru kuruya “Şuraya şu kadar vereceğim, buraya bu kadar vereceğim.” demekle ülke yönetilmez

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Bir başbakan böyle konuşmaz. Yakışmıyor bir Başbakana!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN – İşte, senin partinin belediyesi bu. Hadi ver 600 lira. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Ne alakası var Sayın Başbakan? Biz devlet miyiz?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN – Ve yine bir dosyadan daha bahsettin az önce. Hemen irtibatı kurduk ve benim belediye başkanım, değerli arkadaşlar, o kişiyle ilgili hemen anında davayı açmış. Şikâyeti hemen ortaya koymuş ve 27/6/2007 tarihinde cumhuriyet başsavcılığına gönderdiği yazılı şikâyet ile belediye çalışanı Hacı Ali Hamurcu’yu yolsuzluktan dolayı ihbar etmiş.

Vurgulanması gereken şudur: Bu şikâyeti AK PARTİ’li belediye başkanı yapmıştır. Yirmi gün sonra kişi yakalanmış ve savcılık tarafından adı geçenin üç kere ifadesi alınmıştır. Birinci ifade 16 sahife, ikinci ifade 13 sahife, üçüncü ifade 3 sahifeden ibarettir. Bütün bu ifadeler dosyasında mevcuttur. Kaybolan herhangi bir ifade yoktur. Yargılama iki yıl sürmüş, adı geçen şahıs altı yıl on dört gün cezaya mahkûm olmuş ve cezası Yargıtay tarafından onaylanmıştır ve şu anda bu zat cezaevinde, hapiste.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Nerede?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN – Hapiste, hapiste şu anda, hapiste… (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Al, hepsi burada… Gene çaktın! Gene çaktın! Devamlı, devamlı yaptığınız iş bu, devamlı. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bir Başbakanın üslubu bu mu olmalı?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN – Ve değerli arkadaşlarım, yolsuzluğun olduğu yerde -soruyorum şimdi yolsuzluğun olduğu yerde- 13.375 kilometre bölünmüş yol olur muydu? Yolsuzluğun olduğu yerde hızlı tren hatları olur muydu? (AK PARTİ sıralarından “Olmaz” sesleri) Yolsuzluğun olduğu yerde 160 bin derslik olur muydu? (AK PARTİ sıralarından “Olmaz” sesleri) 80 üniversite olur muydu? (AK PARTİ sıralarından “Olmaz” sesleri) Yolsuzluğun olduğu yerde 1.807 sağlık tesisi, 263 hastane, 224 ek bina olabilir miydi? (AK PARTİ sıralarından “Olmaz” sesleri) Yolsuzluğun olduğu yerde, sadece, değerli arkadaşlarım, adalet sarayları noktasında, cumhuriyet tarihinde 596 bin metrekare adalet sarayı inşa edilmiş; şurada, sekiz yılda bizim inşa ettiğimiz yaklaşık 2 milyon metrekare. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SIRRI SAKIK (Muş) – Ama içinde adalet yok!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İnşası devam edenler bittiği zaman 3 milyon metrekare oluyor. Sadece, tüm Türkiye’deki adalet saraylarının kapalı alan olarak tamamına, İstanbul Çağlayan ve Kartal’da yapılan iki adalet sarayı daha fazla.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başbakan, içinde adalet yok, adalet sarayı var. Arkadaşlarımız iki yıldır yargılanıyor.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Temenni ederiz ki o beklenen adalet de gerçekleşsin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SIRRI SAKIK (Muş) – İnşallah…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Biz geldiğimizde Türkiye’de sadece 9 şehirde doğal gaz vardı, şimdi 66 şehirde var. Yolsuzluk olsa bu şebekeler olur muydu? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Olur! 33 milyar dolar özelleştirme yaptınız. Babanızın parasıyla mı yaptınız onu? Özelleştirme parasıyla yaptınız.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 460 bin konut inşa edildi, konut.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Nereden buldunuz parayı?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Burada benim vatandaşım var.

MUHARREM İNCE (Yalova) – 33 milyar dolar özelleştirme yaptınız.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu kaynaklar… Bak, diyorum ya, 3 tane, 5 tane koyun güdemeyen bu ülkeyi yönetemez, anlamaz bu işlerden, anlamaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Biz nerede güttük Allah aşkına?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ben şuradan size bir şey söyleyeyim: Göreve geldiğimizde Türkiye'nin sadece IMF’e olan borcu 26,5 milyar dolardı.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Güdülecek koyun bırakmadınız memlekette!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “33 aldın.” diyorsun, değil mi? Ha, bu 26,5 milyar doların şu anda kalanı 6 milyar dolar. Bitmedi…

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Başka nereden borç aldınız?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Merkez Bankasının, değerli kardeşlerim, döviz rezervi neydi biliyor musunuz? 27,5 milyar dolar. Şimdi ne oldu biliyor musunuz? 79 milyar dolar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hesap ortada… Hesap ortada… Ama, anlamak kolay değil.

Değerli arkadaşlarım, biz geldiğimizde, doğrudan sosyal yardımlar noktasında çok ciddi adımlar attık çünkü demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinin gereği olan bu adımları atmamız gerekiyordu, bu adımları attık.

Tarımda çiftçilere verdiğimiz destek 36 milyar Türk lirası. Yolsuzluğun olduğu yerde çiftçi alın terinin karşılığını bu kadar alamazdı. Yolsuzluğun olduğu yerde, az önce ifade ettiğim gibi…

MUHARREM İNCE (Yalova) – Füze kalkanı…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakınız, benim çiftçim Ziraat Bankasından yüzde 59 faizle kredi alıyordu. Kim vardı iktidarda? Merhum Ecevit başta değil miydi? Yüzde 59 faiz vardı.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Haciz dosyaları ne kadar Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, şu anda, aynı Ziraat Bankası düşürdü, düşürdü, düşürdü, sıfırla 12 arasında değişiyor.

AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Çiftçiyi yerin dibine düşürdünüz!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Buraya getirdi, bak burada.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – İcra dosyaları, icra…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şimdi, onların rakamlarını vereceğim sizlere.

Bağırmakla çağırmakla benim sesimi kesemezsiniz. Bu sesi kesmeniz mümkün değil, benim sesimi sadece bu ülkede millet keser, milletin dışında kimse kesemez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği ülkelerinden, ARGE harcamaları noktasında millî gelire oranı Türkiye’de 2003 yılında 4,8 seviyesindeydi, şu anda, değerli arkadaşlarım, binde 8,5. Avrupa Birliği ülkelerinden Bulgaristan’da bu oran -bindelik dilimlerle ifade ediyorum- 4,9; Letonya’da 6,1; Romanya’da 5,8; Slovakya’da, değerli arkadaşlarım, çok daha düşük. Avrupa’da ARGE’ye ayrılan pay düşüyor, bizde hızla artıyor, işte fark bu. Türkiye genelinde ARGE harcamaları 2002 yılında 2,9 milyar lira iken 2009 yılında 8,5 milyar liraya çıktı yani 3 kat arttı. Türkiye 2003-2008 arasında OECD ülkeleri arasında ARGE harcamalarını en hızlı artıran 1’inci ülke oldu.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünya, son yüzyılın en büyük küresel kriziyle baş etmek için, krizden kurtulmak, krizin etkilerini telafi etmek için yoğun bir mücadele içinde. Türkiye'nin, küresel finans krizi karşısında nasıl bir performans sergilediğini ve bugün hangi konumda olduğunu arkadaşlarım ayrıntılarıyla ifade etti. Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Bölgesel ve küresel siyasi meselelerde söyleyecek sözümüz olduğu gibi, küresel ekonomi noktasında da dünyaya söyleyecek sözlerimiz, önerilerimiz, tavsiyelerimiz, eleştirilerimiz var. Türkiye, şu anda dünyanın en büyük 17’nci ekonomisi, göreve geldiğimizde 26’ncı büyük ekonomiydi. Dünyanın en büyük 17’nci ekonomisi olarak, G-20 zirvelerinde, IMF ve Dünya Bankası toplantılarında, tüm uluslararası platformlarda biz uyarılarımızı yaptık. Fakat burada da Sayın Başkan yine bir şeyi kaçırdı, “1980” filan dedi G-20’nin kuruluşunu.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır, kuruluşu değil; kuruluşu 1999.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ha, o zaman mutabıkız.

Ve o günden bu yana Türkiye burada var. Biz zaten aksini söylemiyoruz. Biz de geldiğimiz andan itibaren bütün G-20 toplantılarına katılarak, Türkiye'nin düşüncelerini en geniş anlamda kendilerine ifade ettik. Sınırsızca, sorumsuzca, hırsla kazanma arzusunun dünyayı felakete sürükleyeceğini, gelir dağılımındaki uçurumun açılmasıyla daha büyük küresel sorunların ortaya çıkacağını dile getirdik. Şu anda da küresel krizin etkilerinin yavaşladığı bir süreçte, Avrupa Birliğine ve diğer gelişmiş ekonomilere, yeni ve daha büyük krizlerin yaşanmaması için mesajların iyi okunması gerektiğini, yeni tedbirlerin alınması gerektiğini ifade ediyoruz.

2009 yılında, bir önceki yıla göre küresel ticarette yüzde 11 oranında daralma yaşandı. Bu yıl küresel ticarette yüzde 11,4 gibi bir büyüme bekleniyor ki bu da ancak zararları telafi edecek bir büyüme oranı. Yüksek oranlı büyümenin devam edebilmesi için küresel ölçekli ticaretin artırılması, korumacılıkla daha etkin şekilde mücadele edilmesi gerekli hâle gelmiştir. Özellikle bazı Avrupa ülkelerinde mali disipline ilişkin endişeler giderek artıyor, bütçe açığı ve borç stoku bir risk olarak ortaya çıkıyor. Kamu maliyesi sorunlu olan ülkelerin orta vadeli bir mali program ortaya koymalarını bekliyoruz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisine ilişkin sekiz yıl boyunca en sık işittiğimiz eleştiri şu olmuştur: Küresel ekonomide her şey iyi gidiyor, sıcak para bolluğu var, küresel ticaret artıyor, dolayısıyla, Türkiye bu iyi gidişten etkileniyor. Türkiye'nin ekonomide kendi imkânlarıyla, kendi kaynaklarıyla hızlı şekilde büyüyeceğine inanmak istemeyenler ekonomideki iyileşmeyi haricî etkenlerde aramayı ısrarla sürdürdüler. Şu anda küresel kriz karşısında Türkiye'nin gösterdiği direnç, Türkiye'nin ne kadar sağlam, sağlıklı, dirençli bir ekonomiye sahip olduğunu da tartışmaya mahal bırakmaksızın ispat etmiştir. Şimdi de bizi son derece insafsız bir biçimde küresel krizi iyi yönetememekle itham edenler var. Bugün hâlâ küresel krizin teğet geçmediğini iddia edecek… Ama az önce, Sayın Kılıçdaroğlu’na teşekkür ediyorum, “Şu anda artık, Türkiye'de küresel kriz yok.” dediler, ondan dolayı ayrıca teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ve bazı karşılaştırmaları da burada yapmakta fayda görüyorum. O da şudur: 2010 yılının ilk üç çeyreğine baktığımızda dünyanın en hızlı büyüyen ekonomileri arasında bulunan Türkiye, Avrupa'da ve OECD ülkeleri arasında da en hızlı büyüyen ekonomi olma başarısını gösterdi. IMF 2010 yılı için Türkiye'nin yüzde 7,8 oranında büyüyeceğini tahmin ederken OECD ise yüzde 8,2 oranında büyüyeceğini öngörüyor. Aynı şekilde Avrupa Komisyonu da Türkiye'nin 2010 yılında yüzde 7,5 oranında büyüyeceğini tahmin ediyor. Biz ise çok daha mütevazı davrandık ve 2010 yılı için kendimize yüzde 6,8 oranında bir büyümeyi esas aldık. 2010 yılının ilk üç çeyreğinde yüzde 8,9 oranında büyüme kaydetmiş durumdayız.

2010 yılı için bütçe açığımızın millî gelirimize oranını biz yüzde 4 olarak hedefledik. IMF, 2010 yılında bütçe açıklarının millî gelire oranlarının Amerika Birleşik Devletleri’nde yüzde 11,1; Japonya’da yüzde 9,6; yirmi yedi Avrupa Birliği ülkesinde -ortalama oranı veriyorum- yüzde 6,9; Polonya’da yüzde 7,4; İrlanda’da yüzde 17,6 ve Yunanistan’da yüzde 7,9 olacağını tahmin ediyor. Tekrar ediyorum, Türkiye için hedefimiz yüzde 4.

Küresel krizin en ağır etki yaptığı alanlardan bir tanesi de istihdam. En son ağustos dönemine ait istihdam ve işsizlik verileri, değerli arkadaşlarım, açıklandı. Buna göre, işsizlik oranı 2 puan düşerek yüzde 13,4’ten yüzde 11,4 seviyesine indi. Bu dönemde istihdam edilenlerin sayısı geçen yılın aynı dönemine göre 1 milyon 87 bin kişi arttı. Avrupa’da 2 puanlık düşüş ile işsizliği en hızlı azaltan ülke konumundayız. Bütün resmî belgeler bunu teyit ediyor. Birçok Avrupa ülkesinde işsizlik artmaya devam ederken, Türkiye rekor sayılabilecek seviyelerde işsizliğini düşürüyor. Şu anda elimde benim, OECD’nin resmî rakamları var. Bakın, bu resmî rakamlar içerisinde -ki, Amerika da bunun içindedir- bütün ülkeler eksi, sadece burada Türkiye az da olsa artı olarak görünen ülke durumunda, ama burada öyle şeyler söyleniyor ki, yani cidden gerek buradaki, IMF’in açıklaması, Dünya Ekonomik Forumu’nun açıklaması -bunları görerek- ve burada bu tür açıklamalar da yapılınca insan hakikaten üzülüyor. Çünkü nereden, nasıl bunlar, bulgular, bilmekte zorlanıyorum.

Tabii bir başka nokta, o da şu: Avrupa’da 2 puanlık düşüş ile biz bu noktada iken, birçok Avrupa ülkesinde işsizlik artmaya devam ederken Türkiye rekor sayılabilecek seviyelerde işsizliğini düşürüyor.

Ve ben burada tabii bir konuya daha girmek istiyorum. Bu, Sayın Kılıçdaroğlu’nun kendisini ziyaretimde bana yaptığı bir teklifti işsizlikle ilgili olarak, GAP, DAP, bununla ilgili attığımız adımlarla ilgili olarak, “Doğu ve Güneydoğu’ya niçin fabrika yapmıyorsunuz?” diye bir teklifi olmuştu. Biz de kendilerine şunu söylemiştik: Bakın biz devletçi bir zihniyetten çıkıyor ve özel sektörün buralara yatırım yapmasını teşvik ediyoruz, farkımız bu ve biz buralarda neyi yapıyoruz? Altyapıyı yapıyoruz. Buralarda neyi yapıyoruz? Okulları yapıyoruz. Neyi yapıyoruz? Hastaneleri yapıyoruz. Buralarda bugüne kadar bunlar yapılmadı. Altyapı yoktu ama şimdi bak, buraların hepsinde duble yollar var. Ben işte dün ve evvelsi gün Mardin, Siirt, oralardaydım ve oralardaki duble yolların hâlini gördüm. Ama bugüne kadar bunlar yapılmamıştı. İşte şimdi var. Okulları gördüm, hastaneleri gördüm, bunları gezdim. Bunlar yoktu. Üniversite… Yoktu. Ve buraların evlatlarını, buraların gençlerini Siirt’ten çıkıp artık Batı’ya değil, Siirt’te eğitimini görmesini sağlayacağız, yükseköğrenimini orada görecek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Mardin’de Artuklu Üniversitesinde görecek, orada bu eğitimini alacak. Bugüne kadar bunlar yapılmadı ama biz bunları yaptık ve şu anda bu şehirlerimizi, ayrıca, değiştiriyoruz. Bu adımları atıyoruz. Hizmet sektöründe adımlar atılıyor.

Haa, burada kalkıp da cezaevi konusunu gündeme alıp, bunu sizler eğer kendinize bir şey kazandıracak diye düşünüyorsanız onda da aldanıyorsunuz. Bunun bir ihtiyaç olduğunu bildiğiniz hâlde niçin kalkıp da bunu bir mugalata sebebi yapıyorsunuz? Bunların hepsi ihtiyaç. Temenni odur ki…(BDP sıralarından gürültüler)

AYLA AKAT ATA (Batman) – Bunu ihtiyaç olmaktan çıkaracak politikalarınız var mı?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sizin mantığınıza göre zaten olmaması lazım. Niye? Çünkü esip geçiyorsunuz. Zaten bu bölgede biz bu terör belasıyla mücadelede inşallah başarılı olduğumuzda, ben inanıyorum ki özel sektör koşa koşa oralara gidecek ve fabrikalarını oralarda yapacaktır. Şu anda en büyük engel budur, en büyük engel budur. Ama buna rağmen, mesela, dün ben orada bir baraj inşasını gittim gördüm. Ha bu tür, gerçekten, gidip adımını atanlar da var ve orada 267 megavat bir barajı özel sektörden bir vatandaşımız yapmış ve mart sonunda da inşallah açılışını yapacağız. Hem enerji hem su… Yenilenebilir enerjiyle ilgili atılan bir adım. Bak, bunlar da devam ediyor ve otuz altı ayda bu yapıldı. Bu dönemde adımı atıldı ve bu dönemde bitti. Demek ki oluyor. Ama sizin bunlardan haberiniz yoktur çünkü bunları takip etmek diye bir dertleri de yoktur.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Biz ayda mı yaşıyoruz? Niye haberimiz olmasın?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu ülke nasıl değişiyor, neler oluyor, neler bitiyor, haberleri yoktur ve hayatları bardağın boş tarafını göstermekle geçmiştir. “Ya şunu da ben yaptım.” diyemezler. Yok…

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sizin işiniz de bardağı doldurmakla geçti.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bizim görevimiz o zaten, biz ona müdrikiz ve bunu da yapıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunların yanında, sürekli olarak şu “borç, borç, borç söyleniyor. Bakın, ben size onunla ilgili de şurada gerçek rakamları söyleyeyim. Bakınız, rakamları açıklarken lütfen rakamları dürüst verelim. Türkiye'nin, değerli arkadaşlarım, borç noktasındaki durumu, 2002 yılında AB tanımlı borç -kamu borç olarak söylüyorum- stoku 258 milyar Türk lirasıydı, gayrisafi yurt içi hasıla olarak 350 milyar Türk lirası. O zaman oran neydi biliyor musunuz? Yüzde 73,4. 2010’da -tahminî veriyorum çünkü yıl sonu itibarıyla henüz daha gelmiş değil ama- tahminî olarak AB tanımlı 465 milyar. Gayrisafi yurt içi hasıla olarak söylüyorum: 1 trilyon 100 milyar Türk lirası. Oran olarak ne? Yüzde 42,3. Nereden nereye düşmüşüz? Yüzde 73,4’ten yüzde 42,3’e. Yani bizim borcumuz artmıyor, geriliyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Tabii, burada gayrisafi yurt içi hasılayı gizlersen rakamı böyle verirsin ama bunların tespiti gayrisafi yurt içi hasılaya oranla yapılır. Bunu, tabii, yapmak işlerine gelmiyor.

Değerli arkadaşlarım, bir diğer, tabii, burada önemli adım, o da şudur: Bu yıl sonu itibarıyla kamu borç stokunun millî gelire oranı, Amerika’ya bakıyoruz yüzde 93, Japonya’da yüzde 226, İtalya’da yüzde 118, Yunanistan’da yüzde 130. Belçika’da yüzde 100 seviyesinde gerçekleşmesinin beklendiğini kendileri ifade ediyorlar.

Küresel kriz ortamında birçok ülke hazinesi IMF kaynaklarına başvururken ve merkez bankalarından destek alırken -az önce de ifade ettim- biz stand-by anlaşması yapmadık ve biz şu anda sadece küresel krizle baş etmiyoruz, Türkiye’ye ağır fatura ödeten 2001 krizinin de etkilerini telafi ediyoruz.

Bakınız, 2001 krizi sonrasında Merkez Bankasına ihraç edilmiş olan 18,8 milyar Türk lirası tutarındaki nakit dışı devlet iç borçlanma senedini 2010 yılında yapılan 8 milyar Türk liralık itfayla tamamen ödemiş durumdayız. Bunu biz yaptık.

Yine, 2001 krizi sonrasında Ziraat Bankası ve Halk Bankasına ihraç edilen nakit dışı senetlere ilişkin olarak 2010 yılı içerisinde toplam 5,6 milyar Türk lirası anapara ödemesi yaptık. Bunları biz yaptık.

Ve değerli kardeşlerim, IMF, Merkez Bankası, bunları da sizlere söyledim. İşte emanete sahip çıkmak budur, işte vatandaşın hakkına hukukuna sahip çıkmak budur. Sadece küresel krizi aşmakla kalmıyoruz, DSP-MHP-ANAP Koalisyon Hükûmetinin bu ülkeye yüklediği ağır faturaları da ödedik ve ödüyoruz.

“Türkiye'nin borcu arttı, borç yükü arttı.” diyenlere sesleniyorum. Hayır, Türkiye'nin borcu, borç yükü artmıyor. “Banka olayını Sayın Ecevit çözdü.” diyorlar. Allah aşkına, yirmi bir banka Fon’a devredildi ya, nasıl çözülüyor bu iş! Bunun benim milletime, benim hazineme olan bedelini, faturasını nasıl görmezden gelirsiniz bir Genel Başkan olarak ya, bir ana muhalefet olarak! Yani bunu artık biraz mürekkep yalayan herkes bilir ya! Yirmi bir bankayı Fon’a devrettiniz ya! Ama şu anda bu küresel krizde Amerika fonlarken biz Türkiye’de bir tane bankayı fonlamadık, Fon’a devretmedik (AK PARTİ sıralarından alkışlar) ve hiçbir bankaya da kuruş destek vermedik.

Ve değerli arkadaşlarım, küresel ekonomi karşısında gösterdiğimiz başarılı performansı teyit eden bir başka önemli gelişme de kredi notları. 2009 yılında birçok ülkenin kredi notlarının düşürüldüğü bir ortamda ülkemizin kredi notu iki kademe birden artırıldı. Küresel ekonomide yaşanan belirsizliklere rağmen 2010 yılında da ülkemizin kredi notunda ve kredi notu görünümünde artırıma gidildi. Son olarak 24 Kasım 2010 tarihinde bir kredi derecelendirme kuruluşu da ülkemizin kredi notu görünümünü durağandan pozitife yükseltti. Uyguladığımız politikalar sonucunda ekonomimizin son dönemde göstermiş olduğu güçlü performans ve yeni açıkladığımız Orta Vadeli Program ile önümüzdeki dönemde de kredi notumuzun daha iyi noktalara gelmesini bekliyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bununla ilgili olarak da neden orta vadeli program dört ay on gün gecikmeli açıklandı? Uluslararası konjonktür pek çok ülkenin Orta Vadeli Program yapmasını zorlaştırmaktadır. Son G-20 zirvesinde gelişmiş ülkelere orta vadeli program çağrısı yapılmıştır. Pek çoğu bunu gerçekleştiremedi. Türkiye, hem 2009’da hem 2010 Orta Vadeli Programları yapmış, açıklamıştır. Açıklamada gecikme olsa da uygulamamız tavizsiz devam etmektedir. Olay budur.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunların yanında gururla ifade ediyorum, biz seçim ekonomisine, popülizme asla tevessül etmiyoruz. Gururla ifade ediyorum, dünyada parmakla gösteriliyor, örnek gösteriliyor, dünyanın ekonomide de yükselen yıldızı olmaya Türkiye olarak devam ediyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şu tabloya da dikkatlerinizi çekmek isterim. Avrupa Birliği üyesi olan Portekiz 2013 yılına kadar memur maaşlarını sadece enflasyon oranında artırma kararı aldı.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Biz ne yapıyoruz?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Kamu çalışanı sayısını azaltıyorlar, sosyal yardımları kısıyorlar, teşvikleri kaldırıyorlar ve birçok yatırımı askıya aldılar.

İngiltere çok ciddi vergi artışları getirdi. İspanya emeklilik yaşını altmış beşten altmış yediye çıkarıyor, 2010 yılında kamu çalışanlarının maaşında kısıntıya gidiyor, 2011’de ücretlere zam yapmıyor.

Almanya personel sayısını 40 bin kişi azaltmayı tartışıyor, yeni vergiler getiriyor ve sosyal yardımları kesiyor.

Yunanistan 1,8 milyar avro sosyal güvenlik kısıntısını, emekli maaşlarını dondurmayı, memur maaşlarını indirmeyi, 2014 yılına kadar kamuda ücret artışı yapmamayı tartışıyor.

İtalya üç yıl süreyle ücretleri donduruyor, emeklilik yaşını yükseltiyor.

Bütün Avrupa ülkeleri, bütün gelişmiş ekonomiler, ücretleri geri çekiyor -dikkat edin, biz gelişmekte olan ülkeyiz, onlar gelişmiş ülke- ücret artışını gündeminden çıkarıyor, sosyal güvenlik harcamalarını kısıyor, personel sayısını azaltıyor ve emeklilik yaşını yükseltiyor. Avrupa’da üniversitelerin harç ücretlerine ciddi zamlar yapılıyor. Dünyada böyle bir tablo varken, böyle bir fotoğraf varken biz emeklilerimizi de, memurlarımızı da enflasyon karşısında koruduk, 2011 yılında enflasyonun üzerinde maaş artışı öngördük.

Yeniden yapılandırma yoluyla esnafımızın rahat nefes almasını sağlıyoruz. Sosyal harcamaları kısıtlamıyor, tam tersine artırıyoruz. Asgari ücretten öğrenci kredilerine, özürlü maaşlarından kamu işçisi, memur, emekli maaşlarına kadar her alanda enflasyonun üzerinde artışlar gerçekleştiriyoruz. Yatırımlarımızı kısmıyor, okul, hastane, adalet sarayı, yol, konut yapmaya hızla devam ediyoruz.

2002 yılında aile yardım ödeneği dâhil en düşük devlet memuru maaşı -2002- 392 lira iken bugün 1.300 liraya ulaşmıştır, artış oranı yüzde 207. Net asgari ücret 2002’de 184 lira iken bugün 599 lira, artış oranı yüzde 194. En düşük SSK emekli aylığı 2002’de 257 liraydı, bugün 720 lira, artış oranı yüzde 180. BAĞ-KUR esnaf aylığı 2002’de 149 lira iken bugün 578 lira, artış oranı yüzde 289. En düşük BAĞ-KUR çiftçi emekli aylığı 2002’de 66 liraydı, bugün 410 lira, artış oranı yüzde 523.

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Ekmek fiyatı ne oldu?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu dönemde kümülatif enflasyon ise sadece 107,3. 2011 yılında da aynı şekilde devam ediyoruz, ücretleri enflasyona ezdirmiyor, sosyal harcamaları daha da artırıyor, eğitime, sağlığa, tarıma yine en büyük destekleri sağlıyoruz.

Eğitim 2011 yılında da bütçeden en yüksek payı almaya devam ediyor, üstelik ödenekleri yüzde 21 oranında artıyor ve 34 milyar liraya çıkarıyoruz. Öğrencilerin burs, kredi tutarları için ayırdığımız ödenekleri 2011’de yine önemli oranlarda artırıyoruz.

Burada da tabii önemli bir şey var, öğrencilerle ilgili konu. Biz polisimizi hiçbir zaman, hiçbir yerde kimseye ezdirmedik, ezdirmeyiz ama şunu bilmenizi istiyorum… (CHP, MHP, DTP sıralarından gürültüler)

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Öğrencileri korumanız lazım.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Lütfen…

Biz “illegal örgüt mensupları” derken, kusura bakmayın, kuru kuruya atmıyoruz, hepsinin belgeleri var, hepsinin vesikası var.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Nerede? Belgeleri çıkar, göster.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Nerede olduğunu sen çok iyi bilirsin onların, çok iyi bilirsin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Göster, göster.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Araştırırsan onları da öğreneceksin zaten.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Belgesi varsa niye çocuklar sokakta geziyor?

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Çocukların üstüne polis sürüyorsunuz.

MUHARREM İNCE (Yalova) – İftira atıyorsunuz o çocuklara.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Kusura bakmayın, biz entelektüel ortamda her türlü tartışmaya varız.

MUHARREM İNCE (Yalova) – O çocuklara iftira atamazsınız. Onların da Başbakanısınız.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Önce Hükûmete “faşist” derken daha sonra kendileri konuşturulmayınca öğrenciye “faşist” diyen sizin insanınız, sizin görevliniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ama ne oldu? Ertesi günü gene çark ettiniz, gene U dönüşü yaptınız. Mesleğiniz o, mesleğiniz o.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Yakışmıyor Başbakan, yakışmıyor!

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Bu tavırla polisi öğrencilerin üstüne saldınız.

MUHARREM İNCE (Yalova) – O çocukların da Başbakanısınız siz. Nereden onları illegal örgüt üyesi yaptınız?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sadece o çocuklar yok bu ülkede. Bu ülkede evelallah milyonlarca bizim yavrumuz var, milyonlarca öğrencimiz var. Biz öğrencilerimizin hepsini başımız gözümüz üstünde taşıdık, taşıyoruz, elinde taş, molotofkokteyli, yumurtayla geleni değil. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

MUHARREM İNCE (Yalova) – O çocuklara iftira atıyorsunuz.

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri, lüften…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Biz 156 tane üniversiteyi yaparken öğrencilerimiz için yaptık.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Babanın parasıyla mı yaptın onu? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 45 lira burs veriliyordu, 200 liraya çıkardık ve şimdi yine artacak. Lisansüstü öğrencilere 400 lira veriyorduk, o da artacak. Doktora öğrencilerine 600 lira veriyorduk, o da artacak. Bütün yurtlar, 60 bin yatak kapasitesi artırdık. Kim için? O öğrencilerimiz için. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz konuşmaya değil, bu tür şiddete karşıyız. Burada eğer sizler de şiddete karşı olmadığınız müddetçe şiddet göreceksiniz, bunu bilin.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Kimden göreceğiz şiddeti?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Onlardan göreceksiniz, aynı zihniyetten göreceksiniz.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Molotofkokteyli var mıydı ellerinde?

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Hangi öğrencinin elinde molotofkokteyli vardı?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Size de kâr etmedi zaten, size de kâr etmedi.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başbakan, o çocuklar yürüyüş yapıyordu.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Tarımsal destekleri…

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sizden şiddet görebiliriz belki ama onlardan görmeyiz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Az önce burada ben çok ilginç bir şey daha gördüm.

MUHARREM İNCE (Yalova) – O çocukların da Başbakanısınız siz!

BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Dolmabahçe Sarayı’nda, Atatürk’ün mekânında… Toplantının nerede yapıldığından bile haberi yok.

Arkadaşlar, biz Dolmabahçe toplantılarımızı, gayet ilkel bir yeri aldık, renovasyonunu, her şeyini yaptık ve orada gayet güzel, modern bir eser meydana getirdik aslına uygun olarak ve burada biz her tür toplantıyı yapıyoruz ve yakında da gençlerimizle toplanacağız.

AYLA AKAT ATA (Batman) – Hangi gençler?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Gençlerimizle toplanacağız.

Uluslararası toplantılar yapıyoruz, ulusal toplantılar yapıyoruz. Biz hangi toplantıyı nerede yapacağımızı çok iyi biliriz, sizden öğrenecek değiliz, çok iyi biliriz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu konudaki tecrübemiz bize yetiyor zaten ve gelenler de orada gayet mutlu bir şekilde, orada görüşlerini ortaya koyuyorlar, müzakerelerimizi yapıyoruz ve ondan sonra ayrılıyoruz.

Şunu bilin: Davetli olan yere gidilir, davetsiz yere gidilmez.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Öğrenci her türlü…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hiçbir yere… Hayır.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Şiddet olmadan…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Öğrenci de olsa davetli olan yere gidecek. Davetsiz yere gidilmez.

Ve şunu da söyleyeyim: İşte, kimliğin oluşumu orada başlıyor, kimliğin oluşumu orada başlıyor. Ve kalkıp taş atmakla, molotofkokteyli atmakla, yumurta atmakla… (CHP sıralarından gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başbakan, molotof kokteyli yoktu o çocuklarda!

BAŞKAN – Sayın Başbakan, size de ek süre veriyorum efendim. Diğer gruplarımıza verdiğim kadar size de ek süre veriyorum, dört dakika.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Yazıktır ya! Bu ne biçim demokrasi anlayışıdır?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Reel kesimi, esnafı, sanayiciyi, çiftçiyi, yatırımcıyı, mahalli idareleri, bölgesel projeleri, ARGE yatırımlarını 2011 yılında da destekliyor, imkânları zorlayarak en yüksek artışları sağlıyoruz.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Dedikodu yapmadan yetiştiremedin ki.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Deniliyor ki: “Ekonomideki iyileşme sokağa yansımıyor, ekonomideki iyileşme çarşıya, pazara, atölyelere, hanelere, mutfaklara yansımıyor.”

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Evet.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Eğer oraları dolaşırsanız yansıdığını görürsünüz ama oralara gitmeyenler bunu göremez tabii ama giderseniz onları da görürsünüz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Birleşmiş Milletler raporları açıklandı, onlara cevap verin!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Çarşı pazar dolaşmayanın bundan bihaber olduğunu görüyorum.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Tüp gaz ve ekmek fiyatlarını söyle!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Benim milletim neyin ne olduğunu gayet iyi biliyor. Eğer o konularda da bilgi isterseniz, o konularda da dağarcığınız bir şeyler istiyorsa, o konularda da sizleri ayrıca bilgi sahibi yapabiliriz.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sen kendine sakla.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, onların hepsinin hesabını yaptım, gayet mutluyum, halkım da bundan dolayı gayet mutlu ve bu da zaten kendisini bütün yaptığımız seçimlerde gösteriyor; genel seçimlerde de gösteriyor, yerel seçimlerde de gösteriyor, halk oylamasında da gösteriyor, haziranda da gösterecek, hiç merak etmeyin. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Bakınız, ben burada birkaç önemli göstergeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. 2002 yılında her 100 kişiden 33 kişide cep telefonu vardı, bugün her 100 kişiden 86’sı cep telefonu taşıyor.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Herkesi dinliyorsunuz!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2002’de 100 kişiden 6’sı İnternet kullanıyordu, bugün 100 kişiden 38’i İnternet kullanıyor.

FEHMİ MURAT SÖNMEZ (Eskişehir) – Cep telefonu firmaları kime ait?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2004’te 100 evden 10’unda bilgisayar vardı, bugün 100 evden 31’inde bilgisayar var. 2002’de Türkiye’de 33 milyon ton çimento üretiliyordu, 2009’da 54 milyon ton çimento üretildi. 16 milyon ton ham çelik üretiliyordu, 2009’da 25 milyon ton üretildi. 2002’de 6 milyon 659 bin adet beyaz eşya üretildi, 2009’da 16 milyon adet üretildi. 2002’de 358 bin adet otomobil üretildi, 2009’da 870 bin adet üretildi, bu yıl inşallah rekora gidiyoruz. (CHP sıralarından “Sen mi ürettin onları?” sesi)

Bunlar başarılı ekonomide olur. Anlamazsın bu işlerden, öğreneceksin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ve otomobil ihracatımız 262 bin adetten 629 bin adede yükseldi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Tarım ürünlerimiz aynı şekilde… 210 bin ton kiraz üretiyorduk, 450 bin tona yaklaştık. 2 milyon ton mısır üretiyorduk, 4,5 milyon tona yaklaştık. 8,4 milyon ton süt üretimi vardı, 12,5 milyon tona yaklaştık.

Madene bakıyoruz. Mermer, 1,5 milyon metreküpten 4,5 milyon metreküpe çıktı. Kömür, 51 milyon tondan 90 milyon tona çıkmış. Bor, 2,4 milyon tondan 4 milyon tona çıkmış.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Et ne oldu, et, Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli kardeşlerim, 2002’de iç hat yolcusu 8 milyon 729 bin kişiyken 2009 sonunda 41 milyon kişiye ulaştı. Uçak, uçuşları söylüyorum. Dış hatlarda uçan sayısı 25 milyondu 44 milyona ulaştı. Bu neyi gösteriyor?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Başbakan, Sayın Erdoğan, ek süreniz de doldu. Lütfen, konuşmanızı tamamlayın. Bir kez daha, tamamlayabilmeniz için mikrofonu açıyorum. Lütfen efendim, lütfen...

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Başbakan için süre söz konusu olur mu?

MUHARREM İNCE (Yalova) – Siz mi süre vereceksiniz, Başbakan mı süre alsın?

BAŞKAN - Diğer gruplara ne kadar vermişsem size de o kadar verdim. Lütfen...

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Başbakan alır zaten.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

MUHARREM İNCE (Yalova) – İster siz verin, ister o alsın...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yurt dışı müteahhitlik hizmetlerimiz...

Hepinize cevap verdiğim için biraz olsun.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bence cam olsaydı daha kolay olurdu.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – ...1,9 milyar dolardan 20 milyar dolara ulaşmış. Turist sayısı 13 milyon kişiden 2010 yılında 28,5 milyon kişiye, turizm gelirimiz 8,5 milyar dolardan 23 milyar dolara ulaştı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) “Para nereden geliyor?” diyorlar ya, işte buralardan geliyor.

Değerli arkadaşlarım, Halk Bankası esnafa 2002’de 153 milyon lira kredi kullandırmıştı, bugün bu kredi büyüklüğü 3,3 milyar liraya ulaştı.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – O zaman esnaf zengindi.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Halk Bankasından kredi kullanan esnaf sayısı 2002 yılında 63.500 iken bugün, eylül ayı itibarıyla söylüyorum, 234.615’e ulaştı.

SÜLEYMAN LATİF YUNUSOĞLU (Trabzon) – Bu rakamlar esnafın fakirliğinin göstergesi.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli kardeşlerim, bütün bunların yanında, biliyorsunuz, Halk Bankasının da faizleri yüzde 46’dan ta 7’lere, 8’lere kadar düştü. Faizi düşüren biziz ve esnafımızı bu noktada koruyan biziz. Burada, tabii, çok daha ilginç bir şeyi ifade edecektim, vakit itibarıyla iyice vaktimiz daraldı ancak ben şöyle kısa, özet olarak bir şeyi daha Sayın Başkanın da iznine sığınarak ifade ediyorum.

BAŞKAN – Lütfen, lütfen Sayın Erdoğan, tamamlayınız.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O da şudur: İnanın, GAP’taki çiftçi değil, Menderes Ovası’ndaki çiftçi de artık bu gelişmelerden kazançlı çıkıyor, sadece Siirt’in fıstık üreticisi değil, Karadeniz’in çay, fındık üreticisi, Trakya’nın ayçiçeği üreticisi de bu süreçten kârlı çıkıyor.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunların yanında Türkiye nezaketine, özellikle dilin, siyaset dilinin hâkim olması lazım ancak cuma günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulundan, işte bu kürsüden bu milletin topyekûn saygı duyduğu, rahmetle, minnetle andığı, tartışmasız bir demokrasi şehidi olan merhum Adnan Menderes’e son derece saygısız bir üslupla dil uzatıldı. Milletin tercihiyle iş başına gelmiş merhum Adnan Menderes’i antidemokratik yollarla iktidardan indiren, bununla da kalmayıp düzmece bir mahkemeyle onu idam sehpasına taşıyan zihniyetin bugün hâlâ sürdüğünü görmek, hele hele bu kürsüden onun şahsi ruhanisine pervasızca dil uzatıldığına şahit olmak demokrasimiz adına gerçekten bir talihsizliktir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ben bundan rahatsız olan ana muhalefet mensuplarını da biliyorum. Onlara da ayrıca teşekkür ediyorum. 12 Eylül Anayasa referandumu sürecinde Adnan Menderes’ten övgüyle bahseden CHP Genel Başkanının partisi içindeki bu milletvekiline karşı nasıl bir tavır takınacağını doğrusu merakla bekliyor ve bu saygısızlığın telafisinin de takipçisi olacağımızı burada ayrıca ifade etmek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ve büyük bir ülkede yaşıyoruz, her geçen gün daha da büyüyen, güçlenen bir ülkede yaşıyoruz. Bütçemiz de şüphesiz ki çok daha büyüyor, çok daha büyüyecek ve dünyanın en büyük on ekonomisi arasında yer alan bir Türkiye’ye doğru yürüyoruz.

Ben, bütün bunları ülkem adına fazlasıyla hak ettiğimize inanıyorum. Sekiz yıl boyunca en güzeli yakalamak için çalıştık, daha güzeli yakalamaya da inşallah gayret edeceğiz. Ülkemize hizmet etmeye, yeni eserler kazandırmaya devam edeceğiz. Milletimize efendi olmaya değil, hizmetkâr olmaya devam edeceğiz ve ben 2011 bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Kalın sağlıcakla. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Başbakan, teşekkür ediyorum.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Özyürek, buyurun, bir şey mi söyleyeceksiniz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Başbakan, gençleri bazı örgütlerin tahrik ettiğini söylediğinde, ben yerimden “Hangi örgütler?” diye sordum, kendisi “Sen onları çok iyi bilirsin.” dedi, dolayısıyla bana sataşmada bulundu ve beni bir örgütlerle irtibatlı insan gibi gösterdi. Bu sataşma nedeniyle söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Sizi kastettiğinden emin misiniz? Ben kaçırdım.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Evet, emimin. Çünkü ben sordum, bana karşı...

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, böyle bir şey olmadı.

BAŞKAN – Efendim, bir saniye...

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım...

BAŞKAN – Bir saniye... Bir saniye arkadaşlar. Sayın Kılıç, bir saniye.

Evet, yani Sayın Başbakan öyle bir ifade kullandı ama hangi milletvekili arkadaşımızı kastettiğini ben tespit edemedim.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Herhangi bir milletvekili kastedilmedi Sayın Başkanım.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – “Hangi örgütler?” diye sordum, Sayın Başbakan...

BAŞKAN – Bir saniye Özyürek...

Sayın Kılıç, buyurun.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Efendim, Sayın Başbakanımız isim de zikretmedi, herhangi bir milletvekilini de kastetmedi. “Kimlerin nerelerle bağlantılı olduğu iyi bilinmektedir.” şeklinde...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yok, öyle bir şey olmadı.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Hayır, hayır.

BAŞKAN – Sayın Özyürek, bir saniye....

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – “Sen çok iyi bilirsin.” dedi.

BAŞKAN – Lütfen... Lütfen...

Şimdi, bizim, biliyorsunuz tutanaklarımızda bunlar geçerler.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Başkan, tutanaklarda da var. Lütfen, kısaca bunu...

BAŞKAN – Tutanakları getireceğim, birleşim bitmeden size söz vereceğim. Arkadaşlara rica ediyorum. Lütfen sakin olun, söz vereceğim. Oturun, lütfen.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan... Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bütçenin tümü üzerinde şahıslar adına ve aleyhte olmak üzere son söz İstanbul Milletvekili Sayın Hasan Macit’e aittir.

Buyurun Sayın Macit. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Macit, sizin de süreniz, kişisel söz olduğu için, on dakikadır.

HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 bütçe görüşmeleriyle ilgili olarak söz almış bulunuyorum. Hepinizi Demokratik Sol Parti ve şahsım adına saygılarımla selamlıyorum.

AKP Hükûmetinin 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’na genel olarak bakıldığında, sekiz yıllık iktidar döneminde hazırladıkları diğer bütçeler ile herhangi bir farkının bulunmadığı kolayca görülmektedir. Bu durumda, sunulan bu bütçeyle ülkemizde 2011 yılında yaşanacakların 2010 yılından farklı olmayacağını söylemek, kehanet olmayacaktır. Bir yılın bütçesi, sadece ilgili olduğu yılın değil, geleceğe dönük beklentilerin de belgesi durumundadır.

Bütçeye bu gözle de baktığımızda gelecekten umutlanamıyoruz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

HASAN MACİT (Devamla) – 2002 yılında iktidara gelen…

BAŞKAN – Sayın Macit, bir saniye…

Sayın milletvekilleri, bakın, kürsüde Hatip konuşuyor. Büyük bir dalgalanma var, büyük bir uğultu var, milletvekili arkadaşlarımızın bir kısmı ayakta. Lütfen… Lütfen, değerli milletvekilleri, yerlerinize oturunuz.

Sayın Macit, buyurun.

HASAN MACİT (Devamla) – 2002 yılında iktidara gelen AKP Hükûmetine makroekonomik dengeleri kurulmuş, bankacılık sistemi oturmuş ve enflasyonu iniş trendinde olan bir ülke bırakmıştık. Biraz önce Sayın Başbakan burada, Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit’in faizlerle ilgili söylediğini söylerken, biz de buradan Sayın Ecevit için bir teşekkür etmesini beklerdik. Zira, “Karşılıksız para basmadık.” derken Merkez Bankasını özerkleştiren 57’nci Hükûmet döneminde yapılan yasal düzenlemelerle olmuştu, isteseler de karşılıksız para basamazlardı çünkü bu yasayla teminat altına alınmıştı yani 2002 seçimlerine girerken rahmetli Bülent Ecevit’in Başbakanlık yaptığı Koalisyon Hükûmeti ekonominin altyapısını sağlam temele oturtmuş durumdaydı.

Sayın milletvekilleri, 2002 yılından itibaren dünya ölçeğinde 2008 sonlarına kadar büyük bir likidite bolluğu yaşandı. Uzun süredir oluşmamış bu bolluk ülkemize sermaye akışı ve döviz olarak yansıdı. Sağlam bir ekonominin üzerine bir de bu sermaye ve döviz akışı gelince ülkemiz için kolayca görülmeyecek bir şans ortaya çıkmıştır. İşte, AKP İktidarı bu iç ve dış zeminde devralmıştır iktidarı. AKP Hükûmetinin dünyadaki para bolluğundan doğan konjonktürü doğru şekilde kullandığını söylemek mümkün değildir. İktidarın ilk yıllarındaki büyüme oranı devam ettirilememiş, sonraki yıllarda büyük düşüşler yaşanmıştır. Dikkatinizi çekerim ki bu düşüşler dünyadaki ekonomik krizden bağımsız olarak daha önce başlamıştır yani 2009 yılındaki dünya kriziyle bir ilgisi yoktur. Bir fikir vermesi açısından söylemek istiyorum: 2007 yılında gelişmekte olan ülkeler yüzde 8 oranında büyürken Türkiye yüzde 4,6 oranında büyüme sağlamıştır. Tabii bunlar sürpriz değildir, uygulanan politikaların sonucudur. Mali politikaların sıcak para girişinin el üstünde tutulduğu, reel ekonominin göz ardı edildiği bir ekonomi politikasından başka nasıl bir sonuç doğabilirdi ki.

Küçük ve orta boy sanayinin durumu perişandır. Türkiye genelinde organize sanayi bölgelerinde işletmelerin yüzde 50’si atıl durumdadır. Cumartesi günü Ankara OSTİM’de katıldığım bir toplantıda bir sanayicimiz buradaki işletmelerin neredeyse yüzde 80’inin atıl durumda olduğunu belirterek şunları söyledi: “Ben yedi yıl önce ihraç ettiğim mal için yüzde 30’u ithal mal, yüzde 70’i yerli girdi kullanıyordum. Şimdi ise ithal girdi yüzde 75, yüzde 25 yerli girdi kullanır hâle geldik.” Gerçek durum budur.

Değerli arkadaşlar, Türkiye ekonomisi büyük bir sıkıntıdadır. Siz rakamlarla ne kadar oynarsanız oynayın gerçeği örtemezsiniz. Sıkıntının kaynağı, ülkemizin eline geçen fırsatları iyi şekilde kullanamamasındandır. Dünyada paranın bol olduğu yıllarda bu bolluğu sanayimizi geliştirmek, tarımsal üretimi artırmak, borçlarımızı ödemek için kullanamadık. Tam tersine, uygulanan yanlış ekonomik politikalar sayesinde borçlandık ve yüksek faiz batağına girdik, cari açık verdik, dış ticaret açığı verdik.

Değerli milletvekilleri, üretimin yani sanayinin yani tarımın yani hayvancılığın ikinci plana atıldığı bir ekonomi politikası ülkeyi felakete sürükler. Buradan ağır ekonomik ve sosyal sorunlar doğar, buradan görülmemiş ölçüde işsizlik doğar, buradan sosyal dokusu çözülmüş, mutsuz ve geleceği olmayan bir toplum doğar.

Nitekim, ülke ekonomisinin yüzde 8-9 oranlarında büyüdüğü yıllarda bile işsizlik sorununa çare bulunamamıştır. Ekonomik büyüme ile istihdamda da bir artış olması yani işsizliğin azalması gerekirken bunun tersi yaşanmıştır. Resmî rakamlara göre işsizlik oranı Eylül 2007 ile Eylül 2008 arasında yüzde 9,3’ten yüzde 10,3’e yükselmiştir. Maliye Bakanı sunuşunda “Her yıl 500 bin genç iş gücüne katılmaktadır.” diyor. AKP iktidara geldiğinden bu tarafa sekiz yılda 4 milyon gencimiz iş gücüne katılmıştır ama geldiğimiz noktada, 2002’de devraldığınız işsizlik rakamlarının üzerine 4 milyon değil, bunun yarısını dahi istihdama dâhil edemediniz. Gördüğünüz gibi, dünya ekonomik krizi yokken bile işsizlik ülkemiz için büyük bir sorundur. İşsizliğin önüne ekonomi büyürken bile geçemeyen AKP, ekonominin küçülmeye yöneldiği bir ortamda nasıl bir çözüm bulacaktır?

Değerli milletvekilleri, hepimiz biliyoruz ki çoluk çocuğu olan her evde en az 1 işsiz var ve bu işsizlik, yolsuzluklar yoksulluğun artmasına neden olmaktadır. Hükûmetin yoksullara yardım programındaki artışlar bu gerçeği doğrulamaktadır.

Büyüyoruz ama ne hikmetse yoksullara yardım bütçesi her yıl katlanarak artmaya devam ediyor. Yardıma muhtaç vatandaşlarımızın sayıları her geçen gün artmaktadır. AKP Hükûmeti uygun ortamda bile ekonomiyi düzeltememiş, halkımızı yoksullukla ve açlıkla baş başa bırakmıştır. Tablo böyleyken Hükûmetin bakanları kişi başına düşen millî gelirin arttığı yönünde açıklamalar yapmaktadır. Sayın Maliye Bakanının bütçe sunuş konuşmasına da baktığımızda gerçekten ağzından bal damlamaktadır; bütün rakamların, ülke ekonomisinin güllük gülistanlık olduğu yönünde bir tespiti vardır. Onlara soruyorum: Şimdi kişi başına millî gelirimiz 12.500 dolara yükselmişse halkımızın cebindeki para neden eksiktir? Halkın buna verdiği yanıt “Atma Recep, din kardeşiyiz.” olmaktadır. Örneğin, ortalama bir memur maaşı 1.500 liradır. 4 kişilik memur ailesinin evine bu maaş ile yılda 12 bin dolar girmektedir. Sizin hesabınıza göre bu eve girmesi gereken para 50 bin dolar olmalıdır. Bu durumda aradaki 38 bin dolar kimin ya da kimlerin cebine girmiştir yoksa İsviçre bankalarında mıdır? Ya hesabınız yanlıştır ya da bu rakamların hesabı verilmelidir.

Değerli milletvekilleri, şimdilerde Hükûmet kriz nedeniyle ödemelerini yapamayan mükellefler için kamu alacaklarını yeniden yapılandırmaktadır. Bu işlemin seçim öncesine denk gelmesi anlamlıdır. Hükûmet bu yolla zora soktuğu mükelleflerin sorunlarını çözüyormuş gibi görünmekte ve onların mağduriyetini oya dönüştürmeyi ummaktadır. Hani her kesimin durumu ekonomik olarak iyiydi de bu yeniden yapılandırmaya niçin ihtiyaç doğmuştur? Aynı zamanda bu yolla toplanan kaynağı da seçim yatırımı olarak kullanmak amacındadır. Evet, zor durumda olan esnafımıza yardımcı olalım ama adalet duygusunu da zedelemeyelim. Yapılan bu tür uygulamalar bir yandan da dürüst mükellefe dolaylı biçimde ceza verme anlamına gelmektedir. Vergi ve primleri zamanında ödeyenlere ödüllendirici bir yol düşünülerek bu zedelenme giderilebilir.

Akaryakıta yapılan son zamlar geleceğin habercisidir. Avrupa Birliği ülkeleriyle karşılaştırıldığında en pahalı benzin, mazot ve LPG Türkiye’dedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Macit, size de ek süre veriyorum efendim. Tamamlayın lütfen konuşmanızı.

HASAN MACİT (Devamla) – 2008 yılında, kriz döneminde ham petrolün varili 150 dolara çıktığında Türkiye’de benzin 3 lira 34 kuruştu. Şimdi, ham petrolün fiyatı 90 dolara inmiştir ama Türkiye’de benzinin fiyatı düşmemiş tam aksine artmış, 4 lira olmuştur. Hükûmet akaryakıta yüzde 160 vergi koyarak tahsil edemediği vergileri yurttaşlarımızın sırtına yüklemektedir. Bu noktada artık Hükûmeti eleştirmiyorum. Başta Sayın Başbakan olmak üzere tüm Kabine üyelerini milletimiz adına tebrik ediyorum.

AKP Hükûmetinin iktidarda bulunduğu sekiz yıl içinde sürekli olarak yaptığı üzere bu yıl da geçici vergi uygulamalarına devam edeceği anlaşılmaktadır. Bu uygulamalar hatırlanacak olursa 2003 yılında Vergi Barışı Kanunu, ödeme kolaylığıyla sürdürülmüş ve sürdürülmeye devam edecektir.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, aynı şekilde kamuda AKP İktidarında maaş dengesizliği ortadan kaldırılamamış, bu uçurumu gidermek için…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Macit, ek süreniz de doldu. Lütfen, tekrar açıyorum mikrofonunuzu, tamamlayınız konuşmanızı.

HASAN MACİT (Devamla) – Sayın Başkanım, deminki arkadaşların şeyine, biraz artırabilirseniz sevinirim.

BAŞKAN – Buyurun, tamamlayın.

HASAN MACİT (Devamla) – Siyaseti zenginleşmek ve zenginleştirmek olarak görmeyin. Bu sizi zengin ama ceberut yapar. Bu gidiş ülkeyi çıkmaza, sizi despot olmaya götürür. Bugün Sayın Başbakan emniyet güçlerine zor kullanmaları için üst perdeden yol göstermektedir. Dün Tekel işçilerineydi, bugün Kardemir ve öğrencileredir. Hak aramak, Hükûmeti protesto etmek büyük bir suç hâline geldi. Bu burada kalmıyor. Siyaseten zenginleşmek, siyasetçiyi zenginleştirmeyi sağlayan iktidar olanağını her ne pahasına olursa olsun elinde tutmaya yöneltir, demokrasi dışı tavırlara zorlar. Bugün ortaya çıkan polis devleti görüntülerinin arka planında bu olgu yatmaktadır. Bugün işçinin, öğrencinin kafasında patlayan coplar, polis marifetiyle Başbakanın coplarıdır, gidişat budur. Hükûmete önerim, ülkemizin ve milletimizin menfaatleri bakımından bu anlayıştan vazgeçmesidir.

Bu görüşlerle 2011 yılı bütçesi ülkemize hayırlı olsun diyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, Sayın Macit, teşekkür ederim.

Sayın Özyürek, getirttim tutanakları.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Yeni bir sataşmaya mahal vermeyeceğinizden eminim.

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek’in, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın Başbakan gençlik olaylarıyla ilgili burada son derece talihsiz bir konuşma yaptı ve bu konuşmadan sonra emniyet güçleri masum öğrencilerin üstüne daha şiddetle gideceklerdir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Şimdi, biz hiçbir zaman polisi suçlamadık; biz o polise emir veren, orantısız güç kullanma emri veren yöneticileri suçladık.

Sayın Başbakan dedi ki: “Molotofkokteyli olan gençler.” Şu ana kadar hiçbir açıklama…

AHMET YENİ (Samsun) – “Taşlar, sopalar” dedi.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) – “Molotofkokteyli” dedi, tutanaklar orada.

Hiçbir görüntüde, filmde, emniyet açıklamasında gençlerin elinde molotofkokteyli olduğuna dair bir açıklama yoktur.

Ve dedi ki: “Bunların arkasında terör örgütleri var.” Ben de yerimden sordum: “Hangi terör örgütleri?” dediğimde, “Siz iyi bilirsiniz.” dedi.

Değerli arkadaşlarım, ömründe hiçbir şiddete bulaşmamış, ömründe hiçbir terör örgütüyle ilgisi olmayan bir milletvekili olarak Başbakanın bana yönelik bu açıklamasını şiddetle kınıyorum.

Ayrıca, biz eli kanlı insanların elini hiçbir zaman sıkmadık ama Sayın Başbakan Sudan Başkanı El Beşir’i, ülkesinde binlerce insanı katleden insanı Türkiye’ye çağırdı ve onun elini sıktı. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen, sayın milletvekilleri…

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) – İşte, teröre destek vermek budur. Eğer Sayın Başbakan benim herhangi bir terör örgütüyle uzaktan yakından irtibatım olduğuna dair bir tek belge ortaya koyarsa ben milletvekilliğinden istifa ediyorum ama Sayın Başbakanın bu ifadesi nedeniyle benden özür dilemesini bekliyorum.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Kılıç, buyurun.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan, Sayın Başbakanımıza, Grup Başkanımıza kendisinin konuşması sırasında sarf etmediği sözler atfedilmiştir.

BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, yoğun bir uğultu var, duyamıyorum Sayın Kılıç’ı.

Şöyle biraz yaklaşır mısınız.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Efendim, Grup Başkanımıza konuşması sırasında sarf etmediği sözler atfedilmiştir. Kendisine atfedilen sözleri düzeltmek üzere bir söz talep ediyorum İç Tüzük 69’uncu maddeye göre.

BAŞKAN – Ne söyledi efendim? Ben de takip ettim. Ne söyledi?

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Özyürek yapmış olduğu konuşmada Sayın Başbakanımızı kınadığını ifade etti. Bu “Kınama” ifadesi bile başka bir şey gerektirmeksizin…

MUHARREM İNCE (Yalova) – Tutanaklara bakın, tutanaklara.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Grup Başkanımıza yönelik kınadığı ifadesi bile İç Tüzük’ün 69’uncu maddesi uyarınca söz almamı gerektirecek bir husustur.

BAŞKAN – Efendim “Kınama” sözcüğünü kullandı, ben de takip ettim ama o sizin sataşma nedeniyle cevap vermenizi gerektiren bir ifade değildi.

Sayın Kılıç, lütfen, oturunuz.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – İç Tüzük’teki kınama değil.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Tutanakları getirtin.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan, Sayın Başbakanın sarf ettiği sözler nedeniyle kolluk kuvvetlerinin bundan sonra hukuka aykırı bir şekilde eylemlere müdahale etmesine zemin hazırladığını, illegal müdahaleleri desteklediğini ifade etti.

BAŞKAN – Bunun doğru olmadığını söylüyorsunuz.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Efendim, tamamen yanlıştır.

BAŞKAN – Bunun doğru olmadığını söylüyorsunuz, değil mi efendim? Bunun doğru olmadığını söylüyorsunuz.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Türkiye bir hukuk devletidir ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanının hukuka aykırı bir talimat vermesi söz konusu değildir.

BAŞKAN – Sayın Kılıç, zabıtlara geçti, tamam. Oturun lütfen. Zabıtlara geçti efendim. Lütfen… Tamam efendim, lütfen, zabıtlara geçti, teşekkür ediyorum.

III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575) (Devam)

2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım:

2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Böylece, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı ile 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanun Tasarısı’nın maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

Şimdi sırasıyla her iki tasarının da 1’inci maddelerini okutuyorum:

2011 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ BÖLÜM

Gider, Gelir, Finansman ve Denge

Gider

MADDE 1 - (1) Bu Kanuna bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;

a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 306.648.673.330 Türk Lirası,

b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 26.598.692.500 Türk Lirası,

c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara 1.902.505.000 Türk Lirası,

ödenek verilmiştir.

2009 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN

HESAP KANUNU TASARISI

Gider bütçesi

MADDE 1- (1) 5828 sayılı 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;

 a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 257.742.143.488 Türk Lirası,

b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 16.423.005.878 Türk Lirası,

c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara 1.923.611.108 Türk Lirası,

ödenek verilmiştir.

(2) 2009 yılı merkezi yönetim konsolide ödenek toplamı 262.217.866.000 Türk Lirasıdır.

(3) Kanunların verdiği yetkiye dayanarak yıl içerisinde eklenen ve düşülen ödenekler sonrası merkezi yönetim kesin hesap gider cetvellerinde gösterildiği üzere, 5018 sayılı Kanuna ekli;

a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin 2009 yılı bütçe giderleri toplamı 262.597.514.551,99 Türk Lirası,

b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelerin 2009 yılı bütçe giderleri toplamı 17.368.169.726,37 Türk Lirası,

c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumların 2009 yılı bütçe giderleri toplamı 1.819.209.938,32 Türk Lirası,

olarak gerçekleşmiştir.

(4) 2009 yılı merkezi yönetim konsolide bütçe gideri toplamı 268.219.184.705,19 Türk Lirasıdır.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 164’üncü maddesi uyarınca Bütçe Kanunu Tasarısı’yla Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmeleri birlikte yapılacağından okunmuş bulunan 1’inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 2011 yılı merkezî yönetim bütçeleriyle 2009 yılı merkezî yönetim kesin hesaplarının görüşmelerine yarınki birleşimde başlanacaktır.

Programa göre kuruluşların bütçe ve kesin hesaplarını görüşmek için, alınan karar gereğince, 14 Aralık 2010 Salı günü yani yarın saat 11.00’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 20.50