Normal 17612 2 4 2011-01-19T08:33:00Z 2011-01-19T08:33:00Z 87 51947 296104 TBMM 2467 694 347357 12.00 Clean Clean false 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false TR X-NONE X-NONE 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23                            CİLT: 82                    YASAMA YILI: 5

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

21’inci Birleşim

25 Kasım 2010 Perşembe

 

 

(Bu  Tutanak  Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMA

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Edirne Milletvekili Necdet Budak’ın, Edirne ilinin kurtuluşunun 88’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Ağız ve Diş Sağlığı Haftası ve Diş Hekimleri Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

3.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası  Mücadele Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

 

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Adana  Milletvekili Hulusi Güvel’in, kadınların aile içi şiddet ve sosyal baskıya maruz kalmak, medyada kadın algısı, demokratik katılım gibi oldukça büyük sorunlarının bulunduğuna ilişkin açıklaması

2.- Mersin  Milletvekili  Mehmet  Şandır’ın, kadınlara dönük şiddeti tasvip etmediklerine, milletlerarası camianın bu konudaki duyarlılığını MHP olarak paylaştıklarına ilişkin açıklaması

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 24 milletvekilinin, Tar-Gel Projesi kapsamında istihdam edilen sözleşmeli veteriner hekimlerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/925)

2.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur ve 23 milletvekilinin, AIDS hastalığının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/926)

3.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk ve 25 milletvekilinin, 2010 KPSS sınavı ile ilgili usulsüzlük iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/927)

4.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 24 milletvekilinin, 12 Eylül Askerî Darbesi’nin nedenlerinin ve darbe sonrası yaşananların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/928)

 

VII.- ÖNERİLER

A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

 1.- (10/723) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 25/11/2010 Perşembe  günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi

2.- (10/497) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 25/11/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi

3.- (10/78) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 25/11/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi

B) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ

1.-  Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay Kanunu Teklifi ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (2/594) (S. Sayısı: 510)

4.- Kütahya Milletvekili Soner Aksoy'un; Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (2/340) (S. Sayısı: 395)

5.- Konya Milletvekili Kerim Özkul ile 7 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî  Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/781, 1/958) (S. Sayısı: 571)

6.- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun  Tasarısı  ile  Bayındırlık,  İmar,  Ulaştırma  ve Turizm Komisyonu Raporu (1/820) (S. Sayısı: 502)

7.- Avrupa  Konseyi  Çocukların  Cinsel  Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/935) (S. Sayısı: 567)

8.- Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı ile Irak Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı Arasında Askerî Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/781) (S. Sayısı: 459)

9.- Kamu Hastane Birlikleri Pilot Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısı ile  Sağlık,  Aile,  Çalışma  ve  Sosyal  İşler  Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporları (1/439) (S. Sayısı: 493)

IX.- OYLAMALAR

1.- Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

2.- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı’nın oylaması

3.-  Avrupa  Konseyi  Çocukların  Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

 

X.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, Nizip ve Besni kooperatiflerindeki bazı uygulamalara dair iddialara ilişkin sorusu ve  Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/16474)

2.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Türk Patent Enstitüsüne eleman alımı ile ilgili iddialara ilişkin sorusu ve  Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/16475)

3.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, Ödemiş Organize Sanayi Bölgesinin faaliyete geçirilmesine ilişkin sorusu ve  Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı  (7/16476)

4.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın, Zonguldak’ta bir maden ocağında meydana gelen patlamaya ilişkin Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/16510)

5.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın, TKİ Genel Müdürlüğünde yapılan atamalara ve yöneticilerin haksız kazanç elde ettiği iddialarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/16511)

6.- Adana  Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, maden ocaklarındaki sığınma odalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/16512)

7.- Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in maden kazalarının önlenmesi amacıyla  alınacak  önlemlere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/16551)

8.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, patent ve marka uzman yardımcılığı  sınavları  ile  ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve  Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/16582)

9.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, BEDAŞ Genel Müdürlüğünün kurum dışı hizmet alımına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/16658)

10.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Başbakanın Genelkurmay Başkanı  ile Dolmabahçe Sarayında yaptığı görüşmeye ilişkin sorusu ve  Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in  cevabı  (7/16720)

11.- Giresun  Milletvekili  Murat   Özkan’ın,  personelin  birbirleriyle akrabalık durumuna ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/16850)

 

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açılarak beş oturum yaptı.

Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut, 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle bir konuşma yaptı.

Konya Milletvekili Ayşe Türkmenoğlu, Kadına Yönelik Şiddeti Kınama Günü’ne,

İzmir Milletvekili Oğuz Oyan, dış politika sorunlarına,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşmasına Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu cevap verdi.

Adıyaman Milletvekili Şevket Köse,

Adana Milletvekili Hulusi Güvel,

Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan,

Muş Milletvekili M. Nuri Yaman,

İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi,

Van Milletvekili Özdal Üçer,

İzmir Milletvekili Oktay Vural,

Mersin Milletvekili Kadir Ural,

24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin birer açıklamada bulundular.

Makedonya Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Teuta Arifi ve beraberindeki Parlamento heyetinin ülkemizi ziyaretine ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Muş Milletvekili M. Nuri Yaman ve 19 milletvekilinin, eğitim sisteminin sorunlarının (10/921),

İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 19 milletvekilinin, cezaevlerinde meydana gelen insan hakları ihlallerinin (10/922),

İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 32 milletvekilinin, maden ocaklarında yaşanan kazaların nedenlerinin (10/923),

Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 32 milletvekilinin, avukatların sorunlarının (10/924),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Murat Mercan’ın, Libya Arap Halk Sosyalist Büyük Cemahiriyesi Genel Halk Kongresi Dış İlişkiler Sekreteri Suliman Elshahomy’nin vaki davetine icabet etmek üzere, beraberinde bir Parlamento heyetiyle Libya’ya resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.

Gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan (10/298) esas numaralı (Öğretmen atamalarındaki haksızlık ve usulsüzlük iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen) Meclis Araştırması Önergesinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 24/11/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi,

Bursa Milletvekili Kemal Demirel tarafından, kamyoncu esnafının sorunlarının araştırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırması önergesininin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 24/11/2010 Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi,

Yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.

Genel Kurulun, 24/11/2010 Çarşamba günü (bugün) saat 23.00'e kadar, 25 Kasım ile 1, 2, 8 ve 9 Aralık 2010 Çarşamba ve Perşembe günkü birleşimlerinde 13.00 – 23.00 saatleri arasında, 30  Kasım ile 7 Aralık 2010 Salı günkü birleşimlerinde saat 15.00 – 23.00 saatleri arasında; 26 Kasım ile 3 ve 10 Aralık 2010 Cuma günlerinde de saat 14.00'te toplanarak gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler”in görüşülmesi ve bu birleşimlerde de saat 23.00'e kadar çalışmalarını sürdürmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.

Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu, Van Milletvekili Özdal Üçer’in,

Van Milletvekili Özdal Üçer, Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu’nun,

Şahıslarına;

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ’ın,

Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in,

Partilerine;

Sataştıkları iddiasıyla, birer konuşma yaptılar.

Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın Türk Ticaret Kanunu’yla ilgili sözlerine,

Muş Milletvekili Sırrı Sakık, AK PARTİ Grubu önerisiyle ilgili Grubuna söz verilmediğine,

İlişkin birer açıklamada bulundular.

Gündemin “Oylaması Yapılacak İşler” kısmında yer alan, 10/11/2010 tarihli 17’nci ve 23/11/2010 tarihli 19’uncu Birleşimlerde tümü üzerinde elektronik cihazla yapılan açık oylamalarda toplantı yeter sayısı bulunamayan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi (TÜRKSOY) Arasında Türksoya İlave Arsa Tahsisi Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/423) (S. Sayısı: 532) elektronik cihazla yapılan açık oylamadan sonra kabul edildi ve kanunlaştı.

532 S. Sayılı Kanunun Tasarısı’nın 19’uncu Birleşimde yapılan açık oylamasından sonra kabul edildiğinin açıklanması, ancak verilen aradan sonraki oturumda, tasarının oylamasında üç bakanın vekâleten oy kullandığı ve bu nedenle toplantı yeter sayısının olmadığı anlaşıldığından açık oylamanın Başkanlıkça tekrarlandığı; İç Tüzük’ün 13’üncü maddesine göre, öncelikle usul görüşmesi açması gerektiği hâlde, bu hususa uymadığı gerekçesiyle Başkanın tutumu hakkında yapılan usul görüşmesi sonucunda, Başkan tutumunda bir değişiklik olmadığını ifade etti. 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

3’üncü sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay Kanunu Teklifi ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporlarının (2/594) (S. Sayısı: 510),

4’üncü sırasında bulunan, Kütahya Milletvekili Soner Aksoy’un; Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun (2/340) (S. Sayısı: 395),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

5’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Konya Milletvekili Kerim Özkul ile 7 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun (2/781, 1/958) (S. Sayısı: 571) görüşmeleri birinci bölümü 7’nci maddesine kadar kabul edildi.

25 Kasım 2010 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 22.59’da son verildi.

 

 

Sadık YAKUT

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

 

 

 

 

Murat ÖZKAN

 

Harun TÜFEKCİ

 

Giresun

 

Konya

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

Yusuf COŞKUN

 

 

 

Bingöl

 

 

 

Kâtip Üye

 

 

 

                                                                                                                                        No.: 32

II. - GELEN KÂĞITLAR

25 Kasım 2010 Perşembe

Tasarı

1.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/965) (Plan ve Bütçe ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2010)

Teklifler

1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural ile 13 Milletvekilinin; Türk Medeni Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/797) (Anayasa ve Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.11.2010)         

2.- Aydın Milletvekili Mehmet Fatih Atay’ın; 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 133 üncü Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/798) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2010)

3.- Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici ve Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bengi Yıldız ile 2 Milletvekilinin; 5473 Sayılı Kanunun 3. Maddesinin (D) Bendinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/799) (İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.11.2010)

Rapor

1.- Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu Tasarısı ile Adalet Komisyonu Raporu (1/961) (S. Sayısı: 574) (Dağıtma tarihi: 25.11.2010) (GÜNDEME)

Yazılı Soru Önergesi

1.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, personelin birbirleriyle akrabalık durumuna ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/16850) (Başkanlığa geliş tarihi: 27/10/2010)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 24 Milletvekilinin, Tar-Gel Projesi kapsamında istihdam edilen sözleşmeli veteriner hekimlerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi  (10/925) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.10.2010)

2.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur ve 23 Milletvekilinin, AİDS hastalığının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/926) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.10.2010)

3.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk ve 25 Milletvekilinin, 2010 KPSS sınavı ile ilgili usulsüzlük iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/927) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.10.2010)

4.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 24 Milletvekilinin, 12 Eylül Askeri Darbesi’nin nedenlerinin ve Darbe sonrası yaşananların araştırılması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/928) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.10.2010)  

25 Kasım 2010 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun)

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21’inci Birleşimini açıyorum.

III.- Y O K L A M A

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Beş dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Edirne ilinin kurtuluş yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Edirne Milletvekili Necdet Budak’a aittir.

Buyurun Sayın Budak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI  KONUŞMALARI

1.- Edirne Milletvekili Necdet Budak’ın, Edirne ilinin kurtuluşunun 88’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

NECDET BUDAK (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Edirne’nin kurtuluşunun 88’inci yıl dönümü nedeniyle söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Edirne, 1361-1453 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’na doksan iki yıl başkentlik yapmış serhat şehrimizdir. Osmanlı Döneminde Avrupa’nın 4’üncü büyük şehri ve 1800’lü yıllarda İstanbul, Paris ve Napoli’den sonra dünyanın en zengin dördüncü şehri olan Edirne, Osmanlı eserleri bakımından İstanbul ve Bursa’dan sonra üçüncü şehrimizdir. Edirne, yaşayan Osmanlıdır, sultanlar şehridir. Edirne, tarihimizdeki en önemli karar merkezlerinden birisi olmuştur. Edirne’nin 1361 yılında fethi, Osmanlı Devleti’nin büyümesinde dönüm noktasıdır. Edirne’den diğer bölgelere ulaşmak çok kolaydır. Bu nedenle Edirne payitaht kenti olarak padişah tarafından ilan edilmiştir.

Sayın milletvekillerim, İstanbul’un fethi bir Edirne ürünüdür. Askerî ve teşkilatlanma dehası Fatih Sultan Mehmet Edirne’de dünyaya gelmiş, Edirne’de büyümüş, Edirne’de ilk eğitimini almış, Edirne’de tahta çıkmış, İstanbul’u fethetme planlarını Edirne’de yapmıştır.

Bu parlak dönemin ardından Edirne 1829 ve 1878 yıllarında Rus işgaline uğramış, 1913 yılında Bulgarlar tarafından işgal edilmiştir. Son olarak 1920’de Yunan işgaline uğramıştır. 25 Kasım 1922’de de bağımsızlığını kazanmıştır.

Değerli milletvekilleri, Edirne, tarihi boyunca Batı’ya açılan kapı olmuştur. Edirne her zaman Doğu ile Batı, Asya ile Avrupa arasında köprüdür. Bunun için de kalelerden daha çok köprülerle donatılmış, hareketin ve bereketin kaynağı olmuştur.

Tarih yazan liderlerin yetiştiği Edirne, ne yazık ki, tarım, su, enerji, kültür ve turizm gibi alanlarda, potansiyeli olmasına rağmen AK PARTİ iktidarları dönemine kadar yeterli yatırım ve hizmeti alamamıştır. İktidarlarımız dönemine kadar gelmiş geçmiş bütün siyasiler Edirne’yi çok önemsediklerini, çok sevdiklerini söylemişlerdir ancak Edirne boş laflarla önemsenmez, boş laflarla, söylemlerle sevilmez.

1999-2002 yılı döneminde yıllık ortalama 15 milyon TL olan kamu yatırımını 2003-2010 döneminde 11,6 kat artışla yıllık ortalama 155 milyon TL’ye çıkarmakla Edirne önemsenir ve sevilir.

İlimizin sağlık altyapısında ilk on kent arasına girebilmesi için gerekli 56 milyon TL harcamayı yapmakla Edirne önemsenir ve sevilir.

İlimizin eğitim altyapısında da ilk on kent arasına girebilmesi için 1999-2002 döneminde sadece 3,5 milyon TL olan harcamayı son yedi yıl içerisinde 38 milyon TL’ye çıkarmakla Edirne önemsenir ve sevilir.

2002 yılında 100 lira vergi geliri elde edilip buna karşın 74 lira harcanırken 2009 yılında toplanan 100 liraya karşılık Edirne’de 160 lira harcamakla Edirne önemsenir ve sevilir.

Su projelerinde 1995-2002 yılları arasında yedi yılda toplam sadece 46 milyon TL ödenek sağlanmışken AK PARTİ İktidarında sekiz yılda 15,2 kat artışla 700 milyon TL ödenek sağlamakla, 1 milyon dönüm araziyi sulayacak Hamzadere ve Çakmak barajlarını yapmakla Edirne önemsenir ve sevilir.

Mimar Sinan’ın ustalık eseri Selimiye Camisi, Avrupa Konseyi Avrupa Müze Ödülü kazanan Sultan II. Beyazıt Camisi ve Külliyesi, Eski Cami, Üç Şerefeli Cami’sine, Edirne Sarayı’na, Balkan savaşlarında imkânsızlık içerisindeki mücadeleyi ortaya koyan tabyalara, Şükrüpaşa Anıtı, Balkan Savaşı Müzesi’ne, dünyanın en uzun tarihî taş köprüsü ve diğer tarihi taş köprülerine, Ekmekçizade ve Rüstempaşa kervansaraylarına, Adalet Kasrı’na, UNESCO mirası ilan edilen altı yüz kırk dokuz yıllık, dünyanın en eski spor organizasyonu tarihî Kırkpınar yağlı güreş etkinliklerine, turizm bölgesi ilan edilen Saros Körfezi’ne, üç semavi dinin kutsal mekânlarına sahip çıkmakla Edirne önemsenir ve sevilir.

Sözün kısası, hizmet götürmekle, refahını artırmakla, değerlerini korumakla, değerine değer katmakla, alın terine sahip çıkmakla, sağlığı, güvenliğini sağlamakla Edirne önemsenir ve sevilir.

Edirnelilerin zorda kaldığı her anda yanlarında olmakla Edirne önemsenir ve sevilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Budak.

NECDET BUDAK (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Osmanlı kültürünün oluştuğu Edirne'ye borcumuz çok. Bu borç, aradan geçen asırlara rağmen hâlâ hakkıyla ödenememiştir. Ancak 2003 yılından itibaren AK PARTİ döneminde çok büyük yatırım ve hizmetler alan Edirne'nin çok daha fazlasını hak ettiğini düşünüyor, bunun da yine AK PARTİ iktidarlarıyla sağlanacağına inanıyor, bugüne kadar Edirne’ye emeği geçen herkese teşekkür ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Budak.

Gündem dışı ikinci söz, Ağız ve Diş Sağlığı Haftası münasebetiyle söz isteyen Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’ye aittir.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Ağız ve Diş Sağlığı Haftası ve Diş Hekimleri Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her yıl 22 Kasım-27 Kasım arasında kutlanan Ağız ve Diş Sağlığı Haftası ve Diş Hekimleri Günü üzerinde söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle sizleri ve ekranları başında bizleri izleyen değerli meslektaşlarımı saygıyla selamlıyorum.

Yine, bugünün Kadına Yönelik Şiddet Günü olması nedeniyle, kadınlara şiddetin son bulduğu ve kadınların bu tür şiddetlere uğramadığı, hor görülmediği ve töre cinayetlerine kurban gitmediği bir dünya özlemiyle sözlerime başlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, gönül isterdi ki, 2010 yılı Ağız ve Diş Sağlığı Haftası sorunsuz kutlansın, çıkıp bu kürsüden Hükûmete teşekkür etseydim ama olmadı. Maalesef, dünyada bilimsel olarak iyi bir durumda olduğumuz diş hekimliği ve diş hekimlerinin sorunları buruk kutlamaya neden olmaktadır. Süremin darlığı nedeniyle, ağız ve diş sağlığı konusunda ülkemizin belli başlı eksik ve bazı sorunlarını dile getirmek istiyorum. Ne yazık ki, günümüzde henüz ulusal ağız ve diş sağlığı politikası oluşturulmamıştır. Bunun doğal sonucu olarak koruyucu programlara önem verilmemiş ve halkın ağız diş sağlığı hizmetlerine ulaşmasına yönelik ciddi ve sürdürülebilir programlar yapılmamıştır. Bunun sonucunda halkımızın yüzde 90’a varan oranda çürük ve diş eti hastalıkları oluşmuştur. Yine diş hekimleri, bireysel olarak açtıkları muayenehaneler için yaptıkları yatırımlarla ekonomimize artı değer katarken, yarattıkları istihdamla da ülkemizde işsizlik sorununun çözümüne pozitif bir katkısı olmuştur. Yalnız, Hükûmetten bu konuda yeterli destek görememektedirler.

Değerli milletvekilleri, 2009 yılında Sağlık Bakanlığında çalışan meslektaşlarımızın yaptığı bir işlem vardır, işlem sayısını size aktarmak istiyorum: İşlemin adı “dolgu”, adet 4 milyon civarında ama ülkemizdeki ihtiyaç duyulan işlem sayısı nedir diye tespit yapılmıştır, bu ise 247 milyon! Yani 243 milyon açık var demektir. Bu durumda, bu tabloda sağlıklı ve yeterli bir ağız ve diş sağlığından bahsetmek mümkün değildir. Zaten vatandaşımız AKP İktidarı döneminde uygulanan politikalar sayesinde dişlerini sıka sıka ağzında diş kalmamıştır!

Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi, kamuda istihdam edilen diş hekimi sayısı yeterli değildir. Bu durum, halkımızın ağız ve diş sağlığını olumsuz etkilemektedir. Yine ne yazık ki, kamu bugüne kadar bu konuda somut bir adım da atmış değildir. Hizmet alımıyla ilgili 17 Eylül 2008’de Türk Dişhekimleri Birliği tarafından verilen teklifle ilgili, Sosyal Güvenlik Kurumuyla iki yıl süren çalışmalar henüz sonuçlandırılmamıştır. Bu da Hükûmetin ağız ve diş sağlığı sorunlarını sağlık sorunu olarak görmediğini, bu nedenle çözüm için bir çaba sarf etmediğini göstermektedir.

Hastaların özel muayenehanelere sevki konusunda Danıştay kararı olmasına rağmen Maliye Bakanlığı bu kararı uygulamamakta direnmekte ve halk sağlığını da olumsuz yönde etkilemektedir.

Ve yine Kamuda çalışan diş hekiminin en büyük sorunu yanlış uygulanan performans sistemidir. Diş hekimlerinin işlem planlarının düşük olması sebebiyle, diş hekimleri, döner sermaye gelirlerini devlet hastanelerindeki diğer branşlara oranla daha fazla çalışarak elde etmektedirler, bu nedenle teşhis ve tedavide hastaya ayrılan zamanlar gittikçe azalmaktadır ve sonuçta, ağız ve diş sağlığı hakkında sağlıklı düşünemiyoruz maalesef. Ayrıca, hekimlerimiz çalışma yorgunluğundan hem fiziksel hem de psikolojik olarak olumsuz etkilenmektedirler.

Değerli milletvekillerim, sizlere belli başlı sorunları sıralayıp gitmeyeceğim, bu konuda da bazı çözüm önerileri sunmak istiyorum. Her şeyden önce, etkin, çalışkan ve ülkesinin menfaatlerini düşünen bir diş hekimleri birliğine sahibiz, bu büyük bir ayrıcalıktır. Birliğin bilgi ve birikimlerinden mutlaka yararlanılmalıdır. Dişhekimleri Birliğinin 17 Eylül 2008 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna sunduğu somut teklifi mutlaka değerlendirilmelidir. Özellikle kamu maliyesi dikkate alınarak hazırlanan ve kendi içinde son derece tutarlı hizmet alım projesi vakit kaybedilmeden uygulanmalıdır. Hizmet alım görüşmelerine Başbakanın talimatıyla başlanmış olmasına rağmen, 3 Eylül 2009 tarihinde ne hikmetse son verilmiştir.

Ülkemizde öz kaynaklarıyla kurulmuş muayenehaneler göz ardı edilerek onca kaynak ve iş gücü kaderine terk edilemez, artık gerçekçi planlar yapılmalıdır diye düşünüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ŞEVKET KÖSE (Devamla) – Diş hekimlerinin uzmanlıkları konusu, yeni diş hekimi fakültelerinin kurulması, insan gücü planlaması, asgari muayene ve ücret tarifesi sorunları da önemlidir. Bu önemli konularda Hükûmet, Türk Dişhekimleri Birliğinin görüşlerini mutlaka nazarıdikkate almalıdır.

Yine, kamudaki diş hekimlerinin performans kriterleri yeniden düzenlenmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ağız, vücudun giriş kapısıdır, bu nedenle, sağlığın en önemli parçalarından biri olduğu unutulmamalıdır. Önümüzdeki yıl ağız ve diş sağlığında sorunlar bitmiş olarak Ağız ve Diş Sağlığı Haftası’nın kutlanmasını diliyorum.

Sözlerime son verirken, diş hekimi bir milletvekili arkadaşınız olarak, tüm diş hekimlerinin Diş Hekimleri Haftası’nı kutluyor, saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Köse.

Gündem dışı üçüncü söz, Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü münasebetiyle söz isteyen İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’e aittir.

Buyurun Sayın Tuncel. (BDP sıralarından alkışlar)

3.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası  Mücadele Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü.  Gerçekten, bugünün ortaya çıkışında, feminist kadın örgütlerinin, sosyalist kadın örgütlerinin, kadına yönelik şiddet konusunda çalışma yürüten kadınların büyük bir emeği var. Ben burada bir kez daha onlara teşekkür etmek istiyorum. Onların bu emekleri, çabaları sayesinde biz ilk kez Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosunda bütün siyasi partilerin temsilcisi kadınlar olarak bir araya gelip sabah ortak bir basın açıklaması yapabildik. Bunu siyaset üstü bir noktadan ele alıp, kadın konusunu siyasete mal etmeden, kadına yönelik şiddet konusunda ortak bir tavır geliştirmek gerektiği konusunda, en azından üç yıl sonunda -dönem sonu da olsa- bir basın açıklaması yapabilme şansına eriştik. Bu konuda da bugüne kadar mücadele yürüten kadın örgütlerinin büyük bir emeği ve çabası olduğunu ifade etmek istiyorum.

Yine, bugün sokaklarda olan ve kadına yönelik şiddete dikkat çekmek isteyen binlerce kadın, yaşadıkları şiddetin görünür kılınması konusunda mücadele ediyor. Ancak burada bir eksiklik var -burada kadın arkadaşlarımız fazla yok, erkek arkadaşlarımız dinliyor- kadına yönelik şiddet, sadece kadınların sorunu değil, aslında tam da erkeklerin sorunu çünkü kadına şiddet uygulayan erkektir. Feministlerin bir sloganı var, “Erkek vuruyor, devlet koruyor.” diye. Bu, aslında, Türkiye açısından önemli bir nokta ve gerçekten, kadına yönelik şiddet olduğunda, sadece kadınlar bu konuda konuşuyor, kadınlar mücadele ediyor, bu da mücadelenin eksik kalmasına neden oluyor. O açıdan buradaki Parlamentonun bu konuda daha etkin bir mücadele yürütmesi gerekiyor. Bu Parlamentoya üye olan erkeklerin de kadına yönelik şiddet konusunda en az kadın milletvekilleri kadar kendisini sorumlu görmesi gerekiyor. Aksi takdirde sadece kadınlar bu sorunla ilgilenmek durumunda kalıyor.

Sayın milletvekilleri, bugün şiddetin kaynağında aslında toplumsal eşitsizlik yatmaktadır. Eşitsizliğin olduğu yerde şiddet oluyor. Bu sadece kadına yönelik şiddet olarak ortaya çıkmıyor, çocuğa yönelik şiddet, azınlıklara yönelik şiddet, farklı inançta olanlara yönelik şiddet. Bu eşitsizlik ortadan kalkmadığı sürece de aslında Türkiye’de değil dünyada da kadına yönelik şiddet ya da genel anlamda şiddet ortadan kalkmayacaktır. Bu açıdan bunun buradan iyi değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ortak mücadele önemlidir. Bu mücadeleyi sadece kadınlara yönelik bırakmak ciddi bir sorundur.

Bugün kadınlar sadece fiziki olarak şiddet görmemektedir. Bugün rakamlar zaten kamuoyunda da çok yoğun tartışılıyor, yedi yıllık AKP İktidarı döneminde Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin’in verdiği rakamlar bile çok çarpıcı, yüzde 1.400 artmış kadın cinayetleri! Uygulamaya baktığınızda AKP İktidarı bu konuda bazı adımlar attığını, işte genelgeler yayınladığını, bu konuda çalışmalar yürüttüğünü ifade etse de uygulamada hâlâ çok ciddi sorunlar var. Daha dün televizyonlarda izledik bir kadın esnaf yirmi beş kez bıçaklandı! Bunlar aslında her gün karşılaştığımız ve neredeyse olağan karşılanan bir durum hâline gelmiş durumda. Dolayısıyla bu konuda, kadına yönelik şiddet konusunda siyasi partilerin gerçekten yaklaşımını değiştirmesi, eşitlikçi, özgürlükçü bir toplumun yaratılması konusunda sorumluluk alması gerekiyor. Kadının eşit yurttaş olarak ele alınması ve kadına yönelik şiddet konusunda ortak mücadele edilmesi gerekiyor ama ne yazık ki liderlerin mesajına bile baktığımızda bunu görmüyoruz; örneğin, Sayın Başbakanın katıldığı bir toplantıda kadın örgütleri onu protesto ettiği için dışarı çıkartıldılar ve Sayın Başbakan kadın bedeni üzerinde söz söyleme hakkını kendisinde görüyor. 3 çocuk yapmaları konusunda tavsiyede bulunuyor ve ilginçtir ve acı olan bence kadın milletvekillerinin de -sabah da gördük- bunu, Sayın Başbakanın bu görüşünü bilimsel bir vakaya dayandırarak savunması. Bu, gerçekten kabul edilebilir bir durum değildir. Hiçbir erkeğin, hiçbir kimsenin kadın bedeni üzerinde söz söyleme hakkı yoktur ancak kadınlar kendi geleceği üzerinde kendileri söz söylerler. AKP’li sayın milletvekillerinin de, özellikle kadın milletvekillerinin de buna karşı durması gerekiyor.

Birkaç gün önce basına yansıdı, İran Devlet Başkanı Ahmedinejad evlenme yaşının on altı-on yediye indirilmesini söyledi. Aslında Sayın Başbakan ile Ahmedinejad’ın söylediği şey özünde aynı, kadın bedeni üzerinde, kadının geleceği üzerinde ya da ne yapması gerektiği üzerinde ciddi bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.

Sayın milletvekilleri, bu gün vesilesiyle bir kez daha şunu hatırlatmak istiyoruz: Kadına yönelik şiddet konusunda, fiziksel olsun…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Hem fiziki hem psikolojik şiddete karşı ortak mücadele önemlidir. Bugün gerçekten yoksulluk, işsizlik kadınlar üzerinden ciddi bir şiddet olarak karşımızda durmaktadır. Aile içi şiddet görünmez durumdadır. Yaşanan bütün bunların görünür kılınması konusunda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması gerekir. Bunun için bir zihniyet devriminin sağlanması gerekir çünkü birçok erkek kadına yönelik şiddeti onaylamaktadır. Hatta bu Parlamentoda bulunan birçok erkek milletvekili bile kadına şiddet uygulayan erkekle iş birliği içersindedir çünkü buna karşı sesini çıkarmamak, bu konuda mücadele etmemek iş birliğini beraberinde getiriyor.

Bir konuya daha dikkatinizi çekmek istiyorum sayın milletvekilleri. Yanı başımızda biliyorsunuz Türkiye'nin İran’la ilişkileri iyi ama İran, kadına yönelik şiddet konusunda ne yazık ki iyi bir noktada değil. Özellikle hem rejim cezaları ve hem idam cezaları konusunda çok ciddi sorunlar yaşanıyor. Zeynep Celaliyan politik durumundan dolayı yedi dakikalık bir mahkeme sonucunda idama mahkûm edildi ve şu an idam edilmeyi bekliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tuncel. Lütfen…

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) – Sayın Başkan, bitiriyorum…

BAŞKAN – Teşekkür için açıyorum.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, hanımefendiye bir dakika daha verseniz ne var? Kıyamet mi kopuyor!

BAŞKAN – Sayın Sakık, konuşmam bitmeden siz oradan konuşmaya başladınız. Tutanakları isteyin “Teşekkür için açıyorum.” dedim, hanımefendi…

SIRRI SAKIK (Muş) – Dün Muharrem İnce’ye verdiniz, bizim grubumuza karşı neden bu kadar ketum davranıyorsunuz!

BAŞKAN – Sayın Sakık, beni dinler misiniz lütfen. Tutanakları isteyin, inceleyin, siz konuştuğunuz için Sayın Tuncel duymadı. Ben buradan “Teşekkür için açıyorum.” dedim, ama siz oradan konuştuğunuz için duymadı ve kürsüyü terk etti.

SIRRI SAKIK (Muş) – Özür diliyorum. Öyle yapmışsanız özür diliyorum.

BAŞKAN – Sayın Güvel, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, kadınların aile içi şiddet ve sosyal baskıya maruz kalmak, medyada kadın algısı, demokratik katılım gibi oldukça büyük sorunlarının bulunduğuna ilişkin açıklaması

HULUSİ GÜVEL (Adana) – Teşekkür ediyorum Başkanım.

Değerli arkadaşlar, kadınlarımızın yaşamında aile içi şiddet, sosyal baskıya maruz kalmak, medyada kadın algısı, demokratik katılım gibi oldukça büyük sorunlar bulunmaktadır. Kadınlarımız çocuk yaşlarından itibaren aile içi şiddet ve toplumsal şiddetin kurbanı olmaktadırlar. Bunlara karşı yasal yaptırımlar yetersizdir. Kadınlarımızın ekonomik bağımlılığı şiddetin devamlılığını sağlamaktadır. Kadınlarımızı eğitimsiz, işsiz bırakmak da bu şiddetin bir parçasıdır. Kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın, kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen şiddetin hiçbir gerekçesi olamaz. Kadınların fiziksel ve ekonomik şiddet sarmalında yaşamak zorunda bırakıldıkları bir ülkenin özgürlükleri ve eşitlikleri sağlayabildiğini söylemek olanaksızdır.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Şandır, buyurun.

2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, kadınlara dönük şiddeti tasvip etmediklerine, milletlerarası camianın bu konudaki duyarlılığını MHP olarak paylaştıklarına ilişkin açıklaması

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim.

Kadınlar toplumun en değerli varlıklarıdır. Onlar analarımızdır, yârlarımızdır, sevgililerimizdir. Onun için, kadınlara dönük şiddeti tasvip edebilmek asla mümkün değildir. Bu konuda evrensel hukukun ve milletlerarası camianın, uluslararası camianın duyarlılığını biz de Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak paylaşıyoruz ve kadına dönük şiddetin önlenmesi için yapılması gereken ne varsa, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak yapılmasını talep ediyoruz. Bu noktada kadınlara şiddet uygulanmasıyla ilgili günü biz de kutluyoruz, bunun anlamını ve önemini idrak ettiğimizi ifade ediyor, teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 24 milletvekilinin, Tar-Gel Projesi kapsamında istihdam edilen sözleşmeli veteriner hekimlerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/925)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Tar-Gel projesi kapsamında köylerde ve ilçe merkezlerinde 4/B kadrolarında sözleşmeli olarak çalışan veteriner hekimlerin sorunlarının ve çözüm yollarının belirlenmesi, eksikliklerinin giderilmesi, geliştirilmesi, ulusal düzeyde koordinasyonun sağlanması, idari ve kurumsal yasal düzenlemelerin yapılması amacıyla İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince ekte yer alan gerekçeye istinaden bir Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) Ramazan Kerim Özkan               (Burdur)

2) Rasim Çakır                                                (Edirne)

3) Hüseyin Ünsal                            (Amasya)

4) Hüsnü Çöllü                                (Antalya)

5) Rahmi Güner                               (Ordu)

6) Ahmet Ersin                                (İzmir)

7) Durdu Özbolat                            (Kahramanmaraş)

8) Osman Kaptan                            (Antalya)

9) Yaşar Ağyüz                               (Gaziantep)

10) Ergün Aydoğan                         (Balıkesir)

11) Ali Rıza Ertemür                       (Denizli)

12) Nevingaye Erbatur                    (Adana)

13) Enis Tütüncü                             (Tekirdağ)

14) Mehmet Ali Özpolat                  (İstanbul)

15) Şevket Köse                              (Adıyaman)

16) Tayfur Süner                             (Antalya)

17) Atila Emek                                (Antalya)

18) Malik Ecder Özdemir                (Sivas)

19) İsa Gök                                     (Mersin)

20) Mustafa Özyürek                      (İstanbul)

21) Engin Altay                               (Sinop)

22) Birgen Keleş                             (İstanbul)

23) Ali Arslan                                 (Muğla)

24) Mevlüt Coşkuner                      (Isparta)

25) Ahmet Küçük                            (Çanakkale)

Gerekçe:

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından 2006 yılında uygulamaya konulan Tar-Gel projesi 4. yılını tamamlamış bulunmaktadır. Bu proje kapsamında halen 2500 civarında veteriner hekim 4/B kadrosunda sözleşmeli olarak ilçe merkezlerinde ve çoğunluklada köylerde görev yapmaktadırlar.

Bu kapsamda görev yapan veteriner hekimlerin sözleşmeleri her yıl yenilenmektedir. Dolayısıyla personel her yıl sözleşmesinin yenilenmeyeceği kaygısını taşımaktadır. Üstelik sözleşmenin 12. maddesinin (g) bendinde     "Personelin çalıştığı köyde sözleşmeli personel çalıştırılmasına ihtiyaç kalmadığının Bakanlıkça tespiti halinde sözleşme fesih edilir" denilmektedir. Bu ibare personelin iş güvencesinin olmadığı anlamındadır.

Sözleşme gereği personel köylerde kısıtlı imkânlarda ikamet etmek durumundadır. Kimisi muhtarın verdiği tek göz bir odada veya köy odasının bir köşesinde çalışma hayatı boyunca tayin, terfi, atama ve hizmet süresi hakkı olmaksızın çalışmak durumunda kalmaktadır. Büyük çoğunluğunun il ve ilçe merkezleri ile ilişkisi tamamen kesiktir. Ayrıca bu personel veteriner hekim olmasına karşın kadroları "Tarımsal Yayımcı" olup Çiftçi Eğitim ve Yayım Şube Müdürlüğüne bağlı olarak sadece yayım çalışması yapmakla yükümlüdürler. Bu çalışmaları yapabilmek için ise hiçbir eğitim ve yayım materyali yoktur. Veteriner hekimlik diplomasına sahip olmalarına karşın köyde mesleklerini icra etmeleri ve muayenehane açmaları sözleşmeleri gereği yasaktır. Oysa 6343 sayılı yasanın 8. maddesinde "Her veteriner hekim hayvanların muayene ve tedavisi için muayenehane açabilir" denilmektedir. Hayvanlara müdahale etme yetkisi olmaması nedeniyle köylülerle bir çok zaman tartışmalar yaşanmaktadır. Köylüler doğal olarak köylerinde ikamet eden veteriner hekime hayvanlarını muayene ettirmek istemektedir. Ancak bu personel hayvanlara müdahale ettiğinde sözleşmeye uymamakla suçlanmaktadır.

Aynı fakültelerden mezun olan ve kadrolu çalışan veteriner hekimlerle sözleşmeli personel arasında özlük hakları açısından bir çok olumsuzluklar bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi eş durumu dahi olsa tayin, yer değiştirme hakkı tanınmamasıdır. Dolayısıyla bir çoğu aile bütünlüğü bozulmuş, eşi ve çocukları bir tarafta, kendisi yalnız başına köyde emekli oluncaya kadar ikamet etme zorunluluğundan dolayı psikolojik sorunlar yaşamakta ve gelecek kaygısı içine girmektedirler. Bu da doğal olarak çalışma şevk ve performanslarını olumsuz yönde etkilemektedir. İlçe merkezlerinde çalışanların hiçbir imza yetkisi bulunmamaktadır. Çalıştıkları yerde tamamen etkisiz ve yetkisiz olarak görev üstlenen bu personelin maaşlarında kadrolu çalışanlara göre 400 TL fark bulunmakta ve çalıştıkları yıllar hizmet süresinden sayılmadığından maaş artışlarından faydalanamamaktadırlar. Hizmet içi eğitim faaliyetlerine katılamamakta, yurt dışı görevlendirmelerde değerlendirilmemekte olup, hiyerarşi sıralamasında en sonda yer almaktadırlar. Bu durum da sözleşmeli bu personel üzerinde psikolojik bir baskı oluşturmaktadır. Köyde yalnız başına bu çalışma şartları özellikle bekar bayanlarda ve eşleri çalıştığından dolayı ayrı yaşayan hatta çocuklarını köy ilkokulunda okutma zorunluluğunda kalan veya ebeveynlerinin yanına göndermek durumunda olan personel için hiç de iç açıcı bir durum değildir.

Yaşanmakta olan bu olumsuzluklar Anayasa'nın temel hak ve hürriyetler ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Dolayısıyla anılan personelin hak ettiği özlük haklarından eşdeğer görev yapan meslektaşları gibi yararlanmaları için 4/A kadrolarına geçirilerek, merkezlerde görev üstlendirilip gerektiğinde köylere intikalinin sağlanması temel adalet anlayışı ve sosyal yaşamın bir gereği olduğu gibi, derhâl giderilmesi gereken önemli bir sorun olarak acilen gündeme alınmalıdır.

2.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur ve 23 milletvekilinin, AIDS hastalığının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/926)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na

Çağımızın en önemli sağlık problemlerinden olan HIV/AIDS'in ülkemizde kontrolü için yapılacak işlemleri hızlandırması, disiplinler arası koordinasyonu sağlaması ve kolaylaştırması amacıyla TBMM içtüzüğünün 104 ve 105. maddeleri ve Anayasanın 98. maddesi gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Nevingaye Erbatur                      (Adana)

2) Rasim Çakır                                (Edirne)

3) Hüseyin Ünsal                            (Amasya)

4) Hüsnü Çöllü                                (Antalya)

5) Rahmi Güner                               (Ordu)

6) Ahmet Ersin                                (İzmir)

7) Osman Kaptan                            (Antalya)

8) Yaşar Ağyüz                               (Gaziantep)             

9) Ergün Aydoğan                           (Balıkesir)

10) Durdu Özbolat                          (Kahramanmaraş)

11) Ali Rıza Ertemür                       (Denizli)

12) Ramazan Kerim Özkan             (Burdur)

13) Enis Tütüncü                             (Tekirdağ)

14) Şevket Köse                              (Adıyaman)

15) Mehmet Ali Özpolat                 (İstanbul)

16) Tayfur Süner                             (Antalya)

17) Atila Emek                                (Antalya)

18) Malik Ecder Özdemir                (Sivas)

19) İsa Gök                                     (Mersin)

20) Mustafa Özyürek                      (İstanbul)

21) Engin Altay                               (Sinop)

22) Ali Arslan                                                 (Muğla)

23) Mevlüt Coşkuner                      (Isparta)

24) Ahmet Küçük                            (Çanakkale)

Gerekçe:

HIV/AIDS hepimizin bildiği gibi 1981 yılında Amerika'da tanımlanmış ve Türkiye'de ilk HIV/AIDS vakası 1985 yılında görülmüştür. Tedavi alınmadığı takdirde bağışıklık sistemini zayıflatıp vücudun enfeksiyonlara açık hâle yani AİDS aşamasına gelmesine sebep olan HIV, 1996 yılından bu yana kombinasyon tedavisi ile kontrol altında tutulabilmektedir. Kan yolu, korunmasız cinsel ilişki ve gerekli önlemler alınmadığında anneden bebeğe doğum/süt yolu ile bulaşabilen, bulaşmama yolları 30 yıla yakın süredir bilinen HIV 10 yılı aşkın süredir kronik bir hastalıktır. HIV/AIDS, maalesef hem toplumumuzda hem de Dünya'da hâlen çok korkutucu bir hastalık olarak bilinmekte ve bu sebeple de HIV/AIDS ile yaşayan kişiler tedaviye erişimden, çalışma hayatına, eğitim hayatından, sosyal hayata ciddi sorunlarla karşılaşmaktadır.

İlk vakanın 1985'te görüldüğünden bu yana giderek artan sayılarda HIV vakası görülmüş, buna bağlı olarak kan yoluyla bulaşımı önlemek amaçlı kanda enfeksiyon kontrol esasları tanımlanmış ancak cinsel yolla bulaşım ve anneden bebeğe bulaşım konularında ciddi bir eylem planı yapılmamış ve uygulanmamıştır. Dünya'da yeni tanı alan vaka sayıları stabilize olmuş durumdayken ülkemizde 2000 yılında yeni tanı alan vaka sayısı 158 iken 2004'te 210, 2008'de 450 olmuştur. 8 yılda 3 katına çıkan resmî rakamlarda 2009 yılı itibari kümülatif toplam 3.898'dir. Yeni vaka sayılarında hızla artış vardır. Öte yandan 3 ile 10 yıl arasında belirti göstermeyen bu virüsü taşıyan ancak bilmeyen kişi sayısının yine resmî  rakamların 10 katı civarında olduğu tahmin edilmektedir. HIV taşıyıcısı olduğunu bilmeyen kişilerin önlem de alamayacağı düşünüldüğünde ulusal bir eylem planı yapılmadığı takdirde bu sayıların hızla artmaya devam etmesi, anneden bebeğe, eşten eşe, partnerden partnere yayılarak toplumumuzda 7'den 70'e kadın erkek herkesi etkilemesi muhtemeldir.

Öte yandan toplumumuzda yeterince bilinmeyen ve bulaşma-bulaşmama yolları yanlış bilinen bu virüsü taşıdığını öğrenen kişiler ciddi bir şokla karşılaşmakta çoğu kez de tanının arkasından işyerinde, hastanede, okulda ve toplum genelince ciddi ayrımcılıklarla karşılaşmaktadır.

Ameliyat öncesi yapılan testlerde tanı alan kişiler ameliyat edilmemekte, işe giriş öncesinde yapılan testlerde tanı alan kişiler hem tanıyı çok kötü bir şekilde öğrenmekte hem işlerini, hem de sosyal güvencelerini, dolayısıyla tedavi imkânını kaybetmektedir. Bu durum yıllarca sessiz kalan bu virüsün tespit edilmesi açısından büyük önem taşıyan teste yönlendirmenin de önüne geçmektedir.

Bu bağlamda gerek HIV/AIDS'in yayılımının önlenmesi, gerek toplumda HIV/AIDS ile ilgili doğru bilginin bilinmesi ve HIV/AIDS'e yönelik ayrımcılığın önlenmesine yönelik HIV/AIDS testinin yaygınlaştırmasından herkesin eşit tedavi ve çalışma hakkına sahip olmasına ve önleme yaklaşımının toplum geneline yayılmasına kadar yapılması gereken bir dizi eylem planı biran evvel hayata kavuşturulmalıdır.

HIV/AIDS'in kontrol altına alınmasına yönelik olarak; uluslararası tedavi, bakım, önleme ve destek boyutlarını içeren ulusal politikaların oluşturulması, tedavi programlarının düzenlenmesi, ayrımcılığın önlenmesi, bu konuda kamuoyunun ve ilgili tarafların bilgilendirilmesine yönelik faaliyetlerde bulunulması, HIV/AIDS teşhis ve tedavi standartlarının oluşturulması, çeşitli projelerin yürütülmesi gibi konularda çalışma ve araştırmalar yapılmalıdır.

Çağımızın en önemli sağlık problemlerinden olan HIV/AIDS'in ülkemizde kontrolü için yapılacak işlemleri hızlandırması, disiplinler arası koordinasyonu sağlaması ve kolaylaştırması amacıyla hastaların, hasta yakınlarının, ilgili toplumsal örgütlerin ve uzmanların görüşlerine başvurulabilecek bu araştırmanın açılmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

3.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk ve 25 milletvekilinin, 2010 KPSS sınavı ile ilgili usulsüzlük iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/927)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Üniversiteye giriş, tıpta uzmanlık ve polislik sınavlarında yaşanan skandallarla tartışma konusu haline gelen ÖSYM, bu kez de KPSS sonuçlarına ilişkin iddialarla gündeme gelmiştir.

Devlet Memuru olabilmek için 10-11 Temmuz 2010 tarihlerinde yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavına (KPSS) giren yüz binlerce aday, sonuçların açıklanmasının hemen ardından, sınav sorularının çalınarak sızdırıldığı, KPSS'de standart sapma puanlarının değiştiği, puanlarının yanlış hesaplandığı gibi daha birçok ithamla ÖSYM'ye suçlamışlardır. Adaylar ayrıca, 2009 KPSS'de sınav birincisinin bile 120'de 120 net çıkaramadığını belirterek, bu yıl 500'den fazla adayın tüm soruları doğru yanıtlamasının bir açıklaması olması gerektiğini öne sürmektedirler.

800 bin adayın katıldığı KPSS'nin sonuçlarına göre 500'ün üzerinde katılımcının eğitim bilimleri sınavında 120'de 120 net çıkarması da tartışma konusu olmuştur. Bazı adaylar, 2009'da yapılan KPSS'deki sınav birincisinin bile tüm soruları doğru yanıtlayamadığını anımsatarak, 'Acaba polislik sınavında olduğu gibi sorular bazı kesimlerce ele mi geçirildi?" kuşkusunu taşıdıklarını dile getirmektedirler.

Kamuoyunda çeşitli kurum ve kuruluşların tepkilerine neden olan şaibeler; 22 Ağustos 2010 Pazar günlü gazetelerin ortaya koyduğu belge ve bilgilerle daha vahim bir hale gelmiştir. "300'ü aşkın kişinin 120'de 120 net yaptığı KPSS'nin şampiyonlarının en az 20'sinin aynı evde yaşayan evli çiftler, kardeşler veya arkadaşların olduğunun" (Vatan. Posta 22 Ağustos 2010) ortaya çıkması, AKP hükümeti döneminde tapılan KPSS'nin kandırmacadan ibaret olduğunu, formaliteden ibaret olan bu sınavlarla, iş ve aş savaşımı veren 100 binlerce gencimizin umutlarının sömürüldüğünü ortaya koymaktadır.

KPSS'nin şampiyonu bazı adayların eş, kardeş ve arkadaş olduğunun ortaya çıkması, ÖSYM'de bazı cemaat ilişkilerini ve soruların el altından belli kesimlere servis edildiği görüşünü güçlendirmektedir. Bu durum, Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın "kanun önünde eşitlik" öngören 10. maddesine aykırıdır. “Herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğuna” vurgu yapan anayasanın söz konusu maddesine göre, “devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” Aksi halde, yaşanan bu durum, devlete güveni zedelemektedir.

ÖSYM yıllarca toplumun en güven duyduğu kurumlardan biri olarak hizmet vermiştir. Ancak milyonlarca kişinin kaderini belirleyen kurum şimdi sık sık tartışmaların hedefine oturmuştur. Bu nedenle sınava giren öğrencilerin ve sonuçları merakla izleyen ailelerinin KPSS sonuçlarıyla ilgili kuşkuları derhal giderilmeli, bu konuda kamuoyunu tatmin edecek bilgilendirme yapılmalıdır. Bu konuda izlenecek en uygun yol TBMM'de bir araştırma komisyonu kurularak kamuoyunda dillendirilen tüm iddiaların araştırılması olacaktır.

KPSS sınavıyla ilgili iddiaların araştırılması, şüphelerin ortadan kaldırılması ve kamuoyunu tatmin edebilecek bir açıklamanın yapılabilmesi için Anayasanın 98. Maddesine TBMM İç Tüzüğü'nün 104. ve 105. maddesine göre Meclis Araştırılması açılmasını dileriz.

Saygılarımızla.

1) Ali İhsan Köktürk                       (Zonguldak)

2) Ferit Mevlüt Aslanoğlu               (Malatya)

3) Rahmi Güner                               (Ordu)

4) Hüsnü Çöllü                                (Antalya)

5) Rasim Çakır                                (Edirne)

6) Ahmet Ersin                                (İzmir)

7) Osman Kaptan                            (Antalya)

8) Yaşar Ağyüz                               (Gaziantep)

9) Ergün Aydoğan                           (Balıkesir)

10) Durdu Özbolat                          (Kahramanmaraş)

11) Ali Rıza Ertemür                       (Denizli)

12) Ramazan Kerim Özkan             (Burdur)

13) Nevingaye Erbatur                    (Adana)

14) Enis Tütüncü                             (Tekirdağ)

15) Şevket Köse                              (Adıyaman)

16) Mehmet Ali Özpolat                  (İstanbul)

17) Tayfur Süner                             (Antalya)

18) Atila Emek                                (Antalya)

19) Malik Ecder Özdemir                (Sivas)

20) İsa Gök                                     (Mersin)

21) Mustafa Özyürek                      (İstanbul)

22) Engin Altay                               (Sinop)

23) Birgen Keleş                             (İstanbul)

24) Ali Arslan                                 (Muğla)

25) Mevlüt Coşkuner                      (Isparta)

26) Ahmet Küçük                            (Çanakkale)

4.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 24 milletvekilinin, 12 Eylül Askerî Darbesi’nin nedenlerinin ve darbe sonrası yaşananların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/928)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

1970'li yılların ortalarında Türkiye'de siyasal hayatta, hareketli ve gergin dönemler yaşanmaya başlamıştır. İşlenen siyasal cinayetler, Mayıs 1977'de Taksim'de işçi sınıfına karşı gerçekleştirilen katliam, 16 Mart 1978 katliamı, Maraş olayları ve Çorum katliamı ile toplumsal çatışmayı doğuran sancılı ve gergin bir döneme girilmiştir. 1980 öncesindeki süreçte şiddet ve kargaşa yoğun bir şekilde yaşanmıştır. Devamında 12 Eylül 1980'de yapılan askerî darbe ile şiddet ve kargaşanın daha da arttığı ve uzun yıllar devam edeceği bir dönemin başlangıcı olmuştur. 12 Eylül 1980'de yapılan askerî darbe, Türkiye'de uzun yıllar izleri silinmeyecek etkiler ortaya çıkarmıştır.

12 Eylül 1980 askerî darbesi sonucunda 650 bin kişi gözaltına alınmıştır. 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiştir. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılanmıştır. 7 bin kişi için idam cezası istenmiştir. 517 kişiye idam cezası verilmiştir. Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asılmıştır. 71 bin kişi TCK'nın 141,142 ve 163'üncü maddelerinden yargılanmıştır. 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atılmıştır. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelenmiştir. 3 bin 854 öğretmen, binlerce öğretim görevlisi ve 47 hâkimin işine son verilmiştir. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istenmiştir. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verilmiştir. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirmiş, 144 kişi kuşkulu bir şekilde ölmüştür. 1980 darbesi sonrasında, TBMM kapatılmış, yürürlükteki yasalar iptal edilmiş ve siyasi partiler kapatılmıştır. Cezaevlerinde yıllarca süren işkenceler yaşanmıştır.

Tüm toplum üzerinde yaratılan baskı yıllarca devam etmiştir. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra da insanlar, uzun yıllar yaşadıkları işkenceler nedeniyle unutulmaz travmalar yaşamışlardır.

12 Eylül döneminde başta yaşam hakkı olmak üzere, pek çok temel hak ve özgürlük ihlal edilmiştir. Yapılan işkenceler nedeniyle pek çok insan ölmüş, sağ kalmayı başaranlar ise yıllarca ağır travmalar yaşamıştır. Bunun yanında binlerce insan işten çıkarılmış, kadınlar hatta çocuklar üzerinde yaratılan baskı ile toplum etkisizleştirilmiştir. 17 yaşında olmasına rağmen mahkeme kararı ile alelacele yaşı büyütülerek Erdal Eren, idam edilirken, 16 Ekim 1980'de Ekrem Ekşi işkencede hayatını kaybetmiştir.

12 Eylül 1980 askerî darbesi ile eğitim, kültürel yapı, sosyal ve siyasal hak ve özgürlüklerin neredeyse tamamı askıya alınmıştır. Sendikalar ve demokratik kitle kuruluşları kapatılmış, mal varlıklarına el koyulmuştur.

12 Eylül 1980 askerî darbesinin bedeli bireysel olarak da, toplumsal olarak da çok ağır bir şekilde uzun yıllar ödenmiştir. Bu nedenle 1980 öncesinde yaşananlarla devamında yapılan askerî darbe döneminin ayrıntılı olarak incelenmesi bir gerekliliktir.

12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesinde toplumsal çatışmayı doğuran ve şiddet ve gerginliği tetikleyen olaylarla, darbe dönemi ve sonrasında yaşananların nedenleri ve sorumlularının belirlenmesi amacıyla, Anayasa’nın 98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104. ve 105. maddeleri gereğince meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.                22.09.2010

1) Çetin Soysal                                (İstanbul)

2) Hüsnü Çöllü                                (Antalya)

3) Rasim Çakır                                                (Edirne)

4) Rahmi Güner                               (Ordu)

5) Ahmet Ersin                                (İzmir)

6) Osman Kaptan                            (Antalya)

7) Yaşar Ağyüz                               (Gaziantep)

8) Ergün Aydoğan                           (Balıkesir)

9) Durdu Özbolat                            (Kahramanmaraş)

10) Nevingaye Erbatur                    (Adana)

11) Ali Rıza Ertemür                       (Denizli)

12) Ramazan Kerim Özkan             (Burdur)

13) Enis Tütüncü                             (Tekirdağ)

14) Şevket Köse                              (Adıyaman)

15) Mehmet Ali Özpolat                  (İstanbul)

16) Tayfur Süner                             (Antalya)

17) Atila Emek                                (Antalya)

18) Malik Ecder Özdemir                (Sivas)

19) İsa Gök                                     (Mersin)

20) Mustafa Özyürek                      (İstanbul)

21) Engin Altay                               (Sinop)

22) Birgen Keleş                             (İstanbul)

23) Ali Arslan                                 (Muğla)

24) Mevlüt Coşkuner                      (Isparta)

25) Ahmet Küçük                            (Çanakkale)

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

VII.- ÖNERİLER

A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

 1.- (10/723) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 25/11/2010 Perşembe  günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi

                                                                                                                        25/11/2010

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 25.11.2010 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul'un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                        Ayla Akat Ata

                                                                                                                             Batman

                                                                                                                    Grup Başkanvekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Ön Görüşmeler Kısmının 604 üncü sırasında yer alan 10/723 Faili Meçhul cinayetler konusunun, araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergelerin görüşülmesini, Genel Kurulun 25.11.2010 Perşembe günlü birleşiminde birlikte yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi Grubu önerisi lehinde söz isteyen Sırrı Sakık… Yok.

Ali Rıza Öztürk, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Öztürk. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Parlamentomuzun ve kamuoyumuzun yakından tanıdığı bir konu hakkında Barış ve Demokrasi Partisinin vermiş olduğu Meclis araştırması önergesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.

Malum, uzun süreden bu yana kamuoyumuz faili meçhul bırakılan siyasi cinayetlerin araştırılması için bir Meclis araştırması komisyonu kurulması ve bu Meclis araştırması komisyonunun bu siyasi cinayetlerin neden, nasıl, kimler tarafından gerçekleştirildiğinin ve arkasındaki karanlık ilişkilerin açığa çıkarılmasını Türkiye Büyük Millet Meclisinden ısrarla talep etmektedir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iki görevi vardır. Bu görevlerden birisi kanun yapma görevi, birisi de denetleme görevidir. Hepimizin bildiği üzere, kanun yapma görevi milletvekillerinin parmaklarını indirme ve kaldırma idmanından ibaret bir etkinliğe sığdırılmıştır. Denetim görevini ise milletvekilleri, ya soru sorma şeklinde ya da Meclis araştırması komisyonu önergeleriyle yapmaktadırlar. Milletvekillerinin soru önergeleri ya Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı tarafından fiilen engellenmekte, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık duvarını aşarak ilgili başbakana ya da bakanlara ulaşan soru önergelerine ise ilgili bakanlar ve başbakan tarafından ya hiç yanıt verilmemekte yahut da soru önergesinde sorulan sorularla uzaktan yakından alakası olmayan bilgiler yanıt olarak âdeta milletvekilleriyle alay edercesine, dalga geçercesine gönderilmektedir. Bunun somut örneklerinden birisi daha benim geçen gün verdiğim Türkiye’de basın özgürlüğüyle ilgili bir satırlık soru önergesinin Meclis Başkanı tarafından reddedilmesidir. Ben, Sayın Başbakana Türkiye’de basın özgürlüğünün olup olmadığını sordum, sadece soru buydu, hiç yorum falan yok ama Meclis Başkanı bunu uygun görmemiş. Artık, bundan böyle hangi soru önergelerinin uygun olduğunu, hangisinin uygun olmadığını hatta Sayın Meclis Başkanı milletvekillerinin yerine sorulacak soruları da yazıp bizim elimize verirse daha iyi olur diye düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, faili meçhul bırakılan siyasi cinayetler bizim cumhuriyet tarihimizde öteden beri Türkiye kamuoyunu ilgilendirmektedir. Bu faili meçhul bırakılan siyasi cinayetlerde katledilen Sabahattin Ali, Orhan Yavuz, Doğan Öz, Bedrettin Cömert, Bedri Karafakioğlu, Necdet Bulut, Abdi İpekçi, Cevat Yurdakul, Gün Sazak, Ümit Kaftancıoğlu, Kemal Türkler, İlhan Erdost, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Diyarbakır HEP İl Başkanı Vedat Aydın, Ape Musa, Uğur Mumcu, Mehmet Sincar, Nesimi Çimen, Metin Altıok, Hasret Gültekin, Onat Kutlar, Yasemin Cebenoyan, Hasan Ocak, Metin Göktepe, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu ve Hrant Dink

Bu zincir uzayıp gidiyor değerli arkadaşlarım. Burada isimlerini hatırlayıp da söyleyemediğim başka insanlar da var. Faili meçhul bırakılan siyasi cinayetlerde yaşamlarını kaybedenlerin önünde saygıyla eğiliyorum.

Şimdi, bu faili meçhul bırakılan siyasi cinayetlerde yaşamlarını kaybeden bu insanların eşleri, çocukları, torunları, kardeşleri, ana ve babaları bu insanların neden, nasıl öldürüldüklerini, bunların ölüm olaylarının arkasında hangi kirli ilişkilerin, hangi çete ilişkilerinin bulunduğunu bilmek istediklerini söylüyorlar. Bu onların en doğal hakkı olduğu gibi, demokratik hukuk devletinin bu soruların yanıtını objektif olarak araştırıp bunları aydınlatması temel görevidir.

Bu sorulara verilecek yanıt Türkiye Büyük Millet Meclisinde AKP çoğunluğuna dayanılarak bu araştırma komisyonu kurulması taleplerini reddetmek değildir değerli arkadaşlarım. Demokratik hukuk devletinin Parlamentosu çoğunluk partisinin oylarına dayanarak bu tür talepleri, demokratik talepleri reddetmek yerine araştırma komisyonu kurarak, objektif bir araştırma yaparak bu siyasi cinayetlerin neden, nasıl ve kimler tarafından işlendiğini açığa çıkartmak ve bu ilişkilerin arkasındaki karanlıkları aydınlatmaktır. Demokratik hukuk devletinin Parlamentosu hiçbir gerekçeye, hiçbir mazerete sığınmadan bu görevlerini yapabilmelidir değerli arkadaşlarım.

Bir yandan Türkiye’de demokratikleşme iddialarıyla işe başlıyorsunuz ve “Artık Türkiye dünün Türkiye’si değildir, on yıl öncesinin Türkiye’si değildir, yirmi yıl öncesinin Türkiye’si değildir, Türkiye hızla demokratikleştirilmektedir.” diyorsunuz ama siz öbür yandan bu tip komisyonların kurulmasını bu komisyonların etkin ve verimli çalışamadığı, bu komisyonlara ilgili kamu görevlilerinin doğru bilgi vermediği nedenlerini ileri sürerek bu komisyonların kurulmasını engelliyorsunuz değerli arkadaşlarım. Bu doğru değildir.

Bakın, bu faili meçhul cinayetlerin araştırılması için son bir senedir Parlamentonun gündemine ısrarla bu önergeler getirilmektedir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak 6 Nisan günü biz bunu Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi olarak getirdik. O dönem AKP birtakım mazeretler ileri sürdü. 22 Haziranda yine getirdik, AKP temsilcisi arkadaşımız Meclisin tatile girmekte olduğunu, tatil dönüşü kendilerinin bu konuda önerge vereceklerini ve araştırma komisyonu kurulmasını kendilerinin isteyeceklerini söyledi. Meclis tatili bitti, 20 Ekime kadar beklenildi, AKP’den bu konuda bir önerge gelmedi ve 20 Ekim günü Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak biz yeniden bu siyasi cinayetlerin araştırılmasına ilişkin önergemizi Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirdik, yine reddedildi değerli arkadaşlarım ve akabinde, hemen, AKP Grup Başkan Vekili Sayın Mustafa Elitaş -basına verdiği demeçte- sanki kendileri bu önergeyi destekliyormuş gibi bir hava yaratarak demeç verdi, dedi ki o zaman: “Biz, CHP’nin grup önerisini… Biz de böyle bir komisyon kurulmasından yanayız. Ama CHP, bu konuda, diğer konulardaki gibi samimiyetsiz davrandığından dolayı acele bir hareketle bu önergeyi gündeme getirip AK PARTİ reddediyormuş gibi bir havanın oluşmasını istedi.” gibi bir, basında demeç verdi.

Değerli arkadaşlarım, sanki biz 20 Ekimde bu araştırma önergesini ilk defa getiriyormuşuz gibi bir hava anlaşılmaktadır bu demeçten. Yani, bunu okuyan bir vatandaşımız Cumhuriyet Halk Partisi Grubu 20 Ekimden önce hiç bu konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirmemiş, ilk defa 20 Ekim günü -AKP’yle görüşmemiş, kimseyle görüşmemiş, kimseden habersiz- böyle bir önerge gündeme gelmiş gibi bir demeçti bu demeç. Biz kimin samimi olduğunu göstermek için 3 Kasım günü tekrar faili meçhul bırakılan siyasi cinayetlerin aydınlatılmasına ilişkin önergemizi bu Meclis Genel Kuruluna getirdik. Cumhuriyet Halk Partisinin samimi davrandığı çok açık, belli, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekillerinin bu konuda samimi olduğu belli, ama gazetelere Cumhuriyet Halk Partisini bu konuda samimiyetsiz olmakla suçlayanların ne derece samimi oldukları 3 Kasım günkü Genel Kurulda görülmüştür; AKP oylarıyla, faili meçhul bırakılan siyasi cinayetlerin aydınlatılması yine engellenmiştir değerli arkadaşlarım.

Şimdi, Barış ve Demokrasi Partisi yine bu konuda duyarlılığa seyirci kalmamış, bu konuda duyarlılık göstererek bu konunun araştırılmasına ilişkin bu önergeyi gündeme getirmiştir. Bugün görüşülmekte olan önerge Cumhuriyet Halk Partisinin önerisi değildir. Bu öneri, Barış ve Demokrasi Partisinin önerisidir. Bizim için önemli olan, önerinin kimden geldiği değildir, önerinin içeriği önemlidir. Biz Türkiye’de faili meçhul bırakılan, Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e kadar uzanan, sağdan ve soldan siyasi nedenlerle öldürülen herkesin, Gün Sazak’ın da, Abdi İpekçi’nin de, Uğur Mumcu’nun da neden, nasıl, kimler tarafından öldürüldüğünün bilinmesini istediğimiz için buna yönelik talepleri hangi parti getirirse getirsin destekleyeceğimizi bu kürsüden defalarca söyledik. İşte o nedenle Barış ve Demokrasi Partisinin getirdiği bu önergeyi destekliyoruz değerli arkadaşlarım. Faili meçhul bırakılan siyasi cinayetler demokratik hukuk devletinin yüz karasıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurun.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Biz yarın çocuklarımıza ve torunlarımıza geçmişi karanlıklarla dolu, geçmişi siyasi cinayetlerle dolu, siyasi cinayetler mezarlığı hâline getirilmiş bir Türkiye’yi miras bırakmak istemiyoruz. Gün, o gündür değerli arkadaşlarım. Gelin, önergeyi o parti vermiş, bu parti vermiş, bunlar çok önemli değil; madem Cumhuriyet Halk Partisinin verdiği araştırma komisyonu önergelerini reddettiniz, BDP’nin verdiği bu önergeyi hep beraber destekleyelim ve Türkiye’de siyasi cinayetleri aydınlatalım, en azından aydınlatılmasına katkıda bulunalım; bu konuda babalarının, çocuklarının neden öldürüldüğünü, kardeşlerinin neden öldürüldüğünü bilmek isteyen insanların hiç olmazsa o acılarını hafifletelim diyorum.

Hepinize saygılar ve sevgiler sunuyorum. (CHP ve BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu önerisi lehinde söz isteyen Sırrı Sakık, Muş Milletvekili.

Buyurun Sayın Sakık.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de grubumuzun önerisi üzerine söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Aslında uzun süredir tartışılıyor, konuşuluyor; Parlamentoya Cumhuriyet Halk Partisi ve Barış Demokrasi Partisi sürekli bu faili meçhul cinayetlerle ilgili bir araştırma komisyonunun oluşması için çaba sarf ediyoruz ama ne yazık ki, Adalet ve Kalkınma Partisi bu konuda duyarsız. Sayın Başbakan gittiği her yerde, işte dün de diyordu: “Biz katile katil deriz.” Sen kendi ülkendeki katile katil diyemiyorsan, bir başka ülkede katile katil diyemezsin. Biz belgeleriyle buraya getiriyoruz.

Geçen gün de bu faili meçhul cinayetlerle ilgili Cumhuriyet Halk Partisinin getirmiş olduğu önergede ben kalkıp konuştum, önemli doneler sundum ama o gün Cumhuriyet Halk Partisinde farklı bir dalgalanma olduğu için kamuoyunda pek gözükmedi ve yansımadı. O dönem, bizzat dönemin Başbakanı ve bizim aramızda geçen bir olayı sizinle paylaştık. MİT ve İçişleri Bakanlığının ortak operasyonuyla nasıl katillerin suçüstü  yakalandığını burada anlattım ama ne yazık ki Adalet ve Kalkınma Partisi bu konuda sağır ve geçmişle hesaplaşmaktan korkuyor ve ürküyor. Niye korkuyorsunuz, onu da anlamıyorum.

Yine birkaç örnek vermek istiyorum: Yıl 1993; yine Bolu Tugay Komutanlığı ve Kayseri Tugay Komutanlığının ortak operasyonlarıyla bölgede operasyonlar yapılıyor. Yavuz Ertürk, bu Bolu Tugay Komutanlığının Komutanı, bölgede faili meçhul cinayetlere adı karışmış bir komutan ve bu komutan 1993’te Muş’ta operasyonlar yaparak, Muş ve Kulp arasında Şenyayla’sında benim doğduğum köyü ateşe verdikten sonra, 5 insan diri diri yakıldıktan sonra ikinci operasyonu Şenyayla’sında yapıyor. Şenyayla’sında Mehmet Salih Akdeniz, Celil Aydoğan, Behçet Tutuş, Mehmet Şerif Avşar, Hasan Avar, Bahri Şimşek, Mehmet Şah Atlan, Turan Demir, Abdo Yamak, Nusrettin Yerlikaya ve Ümit Taş’ı kaybetmekten dolayı ve bir zat, o günün tanıkları: “Helikopterlerle geldiler, bu şahısları alıp helikopterlere bindirip götürdüler.” Aradan dokuz, on yıl geçti, bu şahısların kemikleri Şenyayla’sının bir deresinde bulundu ve bunlar yakılarak imha edilmişti. Yine bu operasyonu gerçekleştirenler Bolu ve Kayseri’den gelen birliklerdir.

Yine 18 Mayıs 1994’te Lice’ye bağlı Türeli köyünde dede ve torununu alıp yok ettiler. Yine aynı birlik tarafından oldu ve bu şahıs daha sonra Dersim’de, daha sonra Şırnak’ta birçok faili meçhul cinayetlere adı karışan bir şahıstır. Buradan savcıları göreve davet ediyorum, buradan İktidarı, bir an önce bu önergeyi kabul edip bu alanda bedel ödeyen insanların ve yaşamını yitirenlerin ruhunu şad etmek adına da olsa eğer bir hukuk devletinden bahsediyorsanız gereğini yapmalısınız ama ne yazık ki siz gerçekten olup bitenlerle yüzleşmektense bu sorunların üstünü kapatmaya çalışıyorsunuz. Bunu bizim söylememize gerek yok. Bir korgeneral çıkıp şunu söylüyor ekranlarda: “Bizim bölgede bulunduğumuz dönemde faili meçhul cinayetleri siyasal iktidarların talimatıyla yaptık.” diyor. İtiraf ediyor sevgili kardeşlerim. Peki, siz geçmişteki o faili meçhul cinayetlere karışan katil siyasi aktörleri neden yargılamıyorsunuz, neden bu olanağı tanımıyorsunuz? Biz hepimiz yaralıyız yani yaralarımızı kaşımak değil, yaralarımızın sarılması için çaba sarf ediyoruz.

Bakın, yanı başımızda milletvekili arkadaşımızı öldürdüler. Yanı başımızda il başkanlarımızı, ilçe başkanlarımızı, Silopi’de Ebubekir Deniz ve bir yöneticimizi alıp götürdüler. Jandarmada -bir daha geri dönmemek üzere- hâlen onların izini arıyoruz.

Bakın, burada oturan arkadaşlarımızın hepsi... Pervin Buldan, eşini ve arkadaşlarını kaybetti, ben ağabeyimi... Antep’in göbeğinde -il başkanımızdı- katledildi. Vedat Aydın, il başkanımızdı. Mehmet Sincar, milletvekilimizdi. 17.500 faili meçhul cinayet var ve bunların hepsi, Kürt coğrafyasında bu cinayetler işlendi ve şimdi bir barış sürecinden bahsediyorsak oturup bunlarla yüzleşmemiz gerektiğini söylüyoruz. Yani bunu bir lütuf olarak lütfen kabul etmeyin. Bir hukuk devletinden bahsediyorsak, eğer cumhuriyetin namusu ve şerefi varsa ve Sayın Başbakan eğer Diyarbakır’a gidiyorsa ve diyorsa ki “Biz geçmişle yüzleşmekten korkmamalıyız.” peki, siz niye korkuyorsunuz? Diyarbakır’da bunları söylemekten korkmuyorsunuz. Diyarbakır coğrafyası bunu hepinize söyletir. Buradan kim Diyarbakır’a giderse bunların aynısını söylemek zorunda ama Ankara’ya geldiğinizde Ankara’nın emrine girmek, Ankara’nın pisliklerinin üstünü örtmek siyaset dünyasının görevi değil. Bu cinayetler Ankara’da tertiplendi ve işlendi. Bu  cinayetleri işletenlerin tek tek hepsini biliyoruz ve ismini söylüyoruz.

Yine, bu Bolu’dan gelen birlikler, Muş’ta gözaltına aldıkları Muş Jandarma Alay Komutanlığından sonra oradaki Muş 49. Piyade Alay Komutanlığına 5 kişiyi alıp götürdüler. Yüzlerce insan gözaltındaydı. 100 insanın arasından 5 kişiyi alıp götürdüler ve gece götürüp Muş Murat  Köprüsü’nde, eski köprünün altında infaz ettiler. Bunu Muş’taki bütün birimler bilir. Dönemin Valisi de bilir ve ben Valiyi ve ben Jandarma Alay Komutanını ziyaret ettiğimde bu cinayetler işlenirken emin olunuz ki Alay Komutanı kalktı dedi ki: “İnsanlığa karşı suç işleniyor ama ben burada bir şey yapamıyorum.” Ne yazık ki o dönemin SHP ve DYP’nin ortaklaşa göndermiş olduğu bir vali vardı, SHP kontenjanından gitmişti, o rütbeli kadar onurlu davranmıyordu, o, katilleri kollamaya… Sözüm ona siyasi iradenin temsilcisi olarak gitmişti ama o, Albay kadar yürekli değildi. Sonra Ankara’ya geldiğinde, bir gün Mülkiyelilerde “Evet, ben de bu günahları işledim.” dedi özel sohbetlerde. Şimdi, bu kadar yaralıyız. Buna benzer onlarcasını, yüzlercesini size sayabilirim.

Yine, yıl 1993. Bir yol aramasında 4 kişi göz altına alınıyor, Muş Jandarma Alay Komutanlığına götürülüyor ve geceleyin beni aradı şoförün babası, dedi ki: “Oğlumu aldılar, 4 kişi birlikte ama 2 kişinin PKK’lı militan olduğu söyleniyor.”, “Eğer Jandarmadaysa bir şey olmaz.” dedim. Sabahleyin baba beni aradı, 4 kişinin yine Murat Köprüsü’nde, aynı köprü altında infaz edildiğine dair. Yine, bütün olayı alıp buraya getirdik ve gittim. Valiyle, Alay Komutanı Jandarmada bir aradaydılar. Gittim durumu izah etmeye. Aynı Vali örtbas etmeye çalışıyordu. Yine, Alay Komutanı kalktı dolaştı, Valiye döndü dedi ki: “Ben sana demedim mi şu adilere verme, verirseniz öldürürler.” Bizzat bunlar bizim aramızda geçen bir konuşmaydı ve partimizden birkaç yetkili vardı ve biz, oradaki hukukçu arkadaşlarımız müracaat etti ve savcının iddiası şu: “Bölgede devlet adına görev yapan kimliği bilinmeyen şahıslar tarafından infaz edildi.” Parlamentoya taşıdık. Parlamentonun bu konuda duyarlı olabileceğini düşündük ama ne yazık ki, bilemiyorduk ki, o gün Parlamentoda olanlar siyasal iktidarın aktörleri bizzat bu kararı kendileri vermişlerdir.

Onun için, evet, geçmişimiz acılarla dolu, kanlı ve kirlidir. Eğer bu kandan, bu kirden arınmak istiyorsak bunun soruşturulması gerektiğine inanıyoruz. Onun içindir ki sürekli bu faili meçhullerle ilgili Meclis araştırma önergelerini, hem Cumhuriyet Halk Partisinin hem de Barış ve Demokrasi Partisinin sürekli gündeme getirmesi insanlığa karşı olan bir borcumuzdur. Eğer bunu yapmak istiyorsak, geçmişimizle yüzleşmek istiyorsak bunların bugün kabul edilmesi gerekir. Ama bugün eğer bunları reddederseniz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Sakık.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum Başkanım.

...o kanlı, o kirli geçmişin ortağı olursunuz. Eğer gerçekten o kanlı ve kirli geçmişin ortağı olmak istemiyorsanız, bu Parlamento, bugün burada bizim getirdiğimiz bu Meclis araştırma önergesini kabul eder ve bununla birlikte bir hakikatleri araştırma komisyonu oluşturur. O dönemde nerede, nasıl cinayet işlendi, nasıl o 33 asker öldürüldü, hangi köyde nasıl cinayetler işlendi ve Uğur Mumcu’dan tutun Vedat Aydın’a, Ape Musa’ya kadar, Mehmet Sincar’a kadar bütün faili meçhullerin üzerine gitmeliyiz ve bu hakikatleri araştırma komisyonu, Parlamentoya, Türkiye toplumuna, Türkiye halkına gerçekleri sunarsa, eminim iç barışımıza yapabileceğimiz en büyük hizmet bu olur. Gerisi, buraya getirip değiştireceğiniz yasalar masalar, yeniden iktidar olmak için sıçrama tahtası olarak gördüğünüz şeyler yıllardır yapılıyor...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Sayın Başkan, bitiriyorum, özür diliyorum.

Yıllardır bütün siyasi partiler iktidarlarını sürdürmek için bu yol yönteme başvurdular ama bu yol yöntem çıkmaz bir yol yöntemdir. Ömrünüzü uzatabilirsiniz, yeniden milletvekili olabilirsiniz, yeniden iktidar da olabilirsiniz ama bir de mahkemei kübrâ vardır. Hepimizin dönüp gideceği ve orada hesap vereceği bir gün vardır. O günde dik durmak, o günde… Bugün işte o faili meçhullere kurban gidenlerin kemikleri sızlıyor. Biz, o arkadaşlarımızın, o mücadelede yaşamını yitiren arkadaşlarımızın ve o faili meçhul cinayetlere kurban giden herkesin anısı önünde, kimliği ne olursa olsun, inancı ne olursa olsun hepsinin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz ve Parlamentoyu tekrar göreve davet ediyoruz.

Bu insanlığa karşı işlenmiş suçun faillerinin bulunup Türkiye kamuoyuna sunulması gerektiğini düşünüyor, hepinize teşekkür ediyorum.

Sayın Başkanım, size de teşekkürler. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu önerisi aleyhinde söz isteyen Yılmaz Tunç, Bartın Milletvekili.

Buyurun Sayın Tunç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz grup önerisiyle, faili meçhul cinayetlerin araştırılmasına ilişkin önergenin Türkiye Büyük Millet Meclisinin bugünkü gündemine alınması talep edilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ İktidarından önce ülkemizde faili meçhul cinayetlerin çok sık yaşandığı bir gerçektir. Çok değerli aydınlarımız, gazetecilerimiz, bilim adamlarımız faili meçhul cinayetler neticesinde maalesef hayatlarını kaybetmişlerdir. Özellikle 90’lı yıllarda ülkemiz, faili meçhullerle, yargısız infazlarla ve işkencelerle anılan bir ülke hâline gelmişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği yüzlerce ihlal kararıyla, ülkemizin uluslararası camiada ne kadar zor duruma düştüğü herkes tarafından bilinmektedir. Bugün Türkiye artık, faili meçhullerle, yargısız infazlarla, işkence ve kötü muamelelerle anılmayan bir ülke hâline geldiyse, bunda AK PARTİ hükûmetlerinin kararlı ve ısrarlı mücadelesi belirleyici olmuştur.

Terörle mücadele sadece ve sadece devletin resmî güvenlik birimleri tarafından, kanunlarla ve hukuk kuralları çerçevesinde yürütülmekte, hangi isim altında olursa olsun, illegal yapılanmaların üzerine kararlılıkla gidilmektedir. Türkiye artık, faili meçhuller ülkesi değildir. Özellikle son yıllarda faili meçhul cinayetler konusunda güvenlik güçlerimizce başarılı çalışmalar yapılmakta, failler çok kısa sürede yakalanarak kamuoyunun devletimize duyduğu güven pekiştirilmektedir. AK PARTİ iktidarları döneminde özellikle kamuoyunda büyük tepki uyandıran cinayet olaylarının aydınlatılmasında büyük başarı sağlanmıştır. Son sekiz yılda faili meçhul cinayetlerin hepsi, bir tanesi dışında, Necip Hablemitoğlu dışında hepsi aydınlatılmıştır.

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Nerede aydınlatılmış Sayın Vekil, nasıl böyle davranırsınız!

YILMAZ TUNÇ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ İktidarı son yıllarda terör ve nitelikli cinayetlerin aydınlatılarak…

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Bugün 17.500 faili meçhul cinayetten bahsediyoruz.

BAŞKAN – Sayın Milletvekilim, lütfen…

YILMAZ TUNÇ (Devamla) – …fail ya da faillerinin yakalanması konusundaki büyük kararlılığını sürdürmektedir.

İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Vedat Aydın’ın katili nerede, aydınlatıldı mı? Muhsin Melik’in katili bulundu mu?

BAŞKAN – Lütfen, sayın milletvekilleri…

YILMAZ TUNÇ (Devamla) – Son üç yıl içerisinde meydana gelen asayiş olaylarına baktığımızda da, kasten adam öldürme başta olmak üzere, diğer asayiş suçlarında önemli düşüşler sağlanmıştır.

İnsan hakları ihlalleri bilançosu raporlarına baktığımızda, özellikle faili meçhul cinayetlerle ilgili olumlu tabloyu görmekteyiz. Türkiye’de artık hukuk işlemektedir. Hukuk işledikçe demokrasi egemen kılınmaktadır. Devlet fonksiyonları daha sağlıklı işledikçe, kolluk kuvvetleri işlerini daha etkin ve iyi yapınca failler bulunmakta, cinayetlerde de azalma olmaktadır.

Araştırma önergesinde bahsedilen faili meçhul cinayetlerin hemen hepsi AK PARTİ İktidarından önce, 2002 yılından önce gerçekleştirilmiştir. Siyasi cinayetlerin en yoğun olarak yaşandığı yıllarda, 91-95 yılları, özellikle bu yıllarda o zamanki koalisyonda kimlerin olduğunu size hatırlatmama gerek yok.

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Peki, devlette süreklilik yok mu? Yani siz işlemediyseniz sorumluluğunuz kalkıyor mu?

YILMAZ TUNÇ (Devamla) – O yıllarda meydana gelen Eşref Bitlis suikastı, Başbağlar katliamı, Sivas olayları, Turan Dursun cinayeti, Çetin Emeç cinayeti, Uğur Mumcu suikastı gibi onlarca faili meçhul olay aydınlatılamamıştır. Geçmiş dönemlerde meydana gelmiş bu olayların, o dönemde üzerine gidilememiştir. Aradan geçen uzun yıllar sonra bu olayların aydınlatılması bu iktidardan beklenmektedir. Bunda da bu beklentide olanlar haklıdır. Çünkü bu iktidar karanlıkta hiçbir şey bırakmayacaktır, bunu herkes görmektedir.

AK PARTİ’li yıllara baktığımızda, Türkiye’de faili meçhul olayların aydınlatılmaya çalışıldığını, çetelerin, mafyanın, karanlık odakların üzerine kararlılıkla gidildiğini, hiçbir şeyin üzerinin örtülmediğini, şüphelilerin bağımsız ve tarafsız yargı önünde hesap vermelerinin sağlandığını görmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, 2002 yılından bu yana her alanda olduğu gibi demokratikleşme, adalet ve güvenlik alanında da hiç kimsenin tahmin edemeyeceği çok önemli icraatlara imza atılırken, demokratikleşmeyi gerçekleştirirken özgürlük-güvenlik dengesi konusunda da hassas davranılmaktadır.

Hukuk ve adalet alanında ve demokratikleşme konusunda özellikle mevzuatımızda önemli değişiklikler yapılmış, ceza adalet sistemimiz daha çağdaş bir yapıya kavuşturulmuş, demokratikleşme alanında çok önemli yasa değişiklikleri gerçekleştirilmiştir.

2002’ye göre bugün Türkiye çok daha demokratik, çok daha çağdaş, çok daha özgürlükçü bir ülkedir. Millî Güvenlik Kurulunun sivilleşmesi, devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılması, olağanüstü hâlin kaldırılması…

İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Devlet güvenlik mahkemelerinin yerine devlet güvenlik mahkemelerinden daha etkin mahkemeler geldi.

YILMAZ TUNÇ (Devamla) - …mevzuatımızın hukukun evrensel ilkelerine ve çağdaş bir sisteme kavuşturulmasıyla ilgili çalışmalar bu yüce Meclisin ve AK PARTİ hükûmetlerinin ve en önemlisi de AK PARTİ’ye destek veren milletimizin başarısıdır.

Değerli milletvekilleri, faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması, karanlık odakların ortaya çıkarılması konusunda hepimiz hemfikiriz ancak faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması noktasında hassas olduğunu söyleyenlerin, ülkemizdeki karanlık güç odaklarını araştıran, onlardan hesap sormaya başlayan yargıyı da eleştirmeyi, Türkiye’nin geleceği için çok önemli çete davalarını sulandırmaya yönelik gayret ve söylemleri bırakmaları gerekir. Bugün çetelerin, mafyanın, hukuk dışı yapılanmaların bağımsız yargı önünde hesap verdiği bir ortamda, öncelikle devam eden soruşturma ve yargılamaları etkilemekten de vazgeçmek gerekir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; araştırma önergesinde ifade edilen olayların aydınlatılması için geçmişte Türkiye Büyük Millet Meclisinde çok sayıda araştırma komisyonu kurulmuştur. 2002 yılından önce her bir cinayet için kurulan bu komisyonlar neticesinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin İç Tüzüğü’nden de kaynaklanan sebeplerle başarıya ulaşılamadığı, komisyon raporlarını incelediğimizde görülmektedir.

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – İç Tüzük’ü neden değiştirmiyorsunuz, İç Tüzük’ü kim değiştirecek?

YILMAZ TUNÇ (Devamla) – Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü’nde ve yeni Anayasa’da yapılacak düzenlemelerle Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuda çok daha aktif bir rol üstlenmesinin önü açılarak geçmişteki karanlık noktaların aydınlatılması son derece önemlidir. Araştırma önergesinde bahsedilen olayların bir kısmı yargının gündemine gelmiş, bağımsız yargı tarafından soruşturulmuş, bir kısmının soruşturması da hâlen devam etmektedir. Artık, Türkiye'de karanlıkları aydınlatmak isteyen, hukuk dışına çıkanlardan hesap sormak isteyen yargıçlar vardır; faili meçhul cinayetleri aydınlatmakta başarılı olan güvenlik güçlerimiz vardır; en önemlisi de bu konuda kararlı olan bir Hükûmetimiz vardır.

SIRRI SAKIK (Muş) – E, kabul edin!

YILMAZ TUNÇ (Devamla) – Görüşmekte olduğumuz araştırma önergesiyle aynı konuda, başka siyasi partilerimizin de vermiş olduğu araştırma önergeleri vardır. Bu önemli konunun tüm siyasi partilerimizin grupları tarafından görüşülüp bir uzlaşma dâhilinde gündeme getirilmesine biz de taraftarız. Bugün “Karanlıklar aydınlansın.” şeklinde bir önergenin hemen acilen bugünkü Genel Kurulun gündemine alınmasını istemenin Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarını aksatmaya yönelik bir girişim olduğunu, bu önemli konunun Meclis çalışmalarını aksatma vesilesi olarak kullanılmasını doğru bulmadığımı belirtmek istiyorum.

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Bu yıllardır tartışılıyor yeni değil ki! Kaç yıldır bunu tartışıyoruz!

BAŞKAN – Sayın Karabaş, lütfen…

YILMAZ TUNÇ (Devamla) – Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tunç.

Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum…

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Karar yeter sayısı, Başkanım.

BAŞKAN – Karar yeter sayısını arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 14.22

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.30

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun)

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verdiği önerinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi öneriyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, öneri  kabul edilmemiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

2.- (10/497) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 25/11/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu'nun 25/11/2010 Perşembe günü (bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini İçtüzüğün 19 uncu Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                          Mehmet Şandır

                                                                                                                 Mersin           

                                                                                                   MHP Grup Başkanvekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Ongörüşmeler Kısmında yer alan 10/497 esas numaralı, "kadına yönelik şiddet konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla" Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104 ve 105. Maddeleri Gereğince Meclis Araştırması önergemizin görüşmelerinin Genel Kurulun 25.11.2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Mehmet Ekici, Yozgat Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Ekici.

MEHMET EKİCİ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü münasebetiyle bu konudaki görüşlerimizi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

25 Kasım 1960’ta Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı mücadele eden Mirabel kardeşlerin tecavüz edilerek vahşice öldürülmesinin ardından otuz dokuz yıl sonra, 1999 yılında, 25 Kasım günü, Birleşmiş Milletler tarafından Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü olarak ilan edilmiştir. Ne yazık ki böyle bir günün ilanı bile bir insanlık ayıbıdır. Kadına karşı şiddet, bugün için, maalesef hiç kimsenin, hiçbir ülkenin hatta gelişmiş dünya ülkelerinin bile ayrı tutulamayacağı, kendini soyutlayamayacağı, tüm dünya insanlarını ve kadınlarını ilgilendiren ortak bir problemdir.

Değerli milletvekilleri, kadına yönelik şiddet normal değildir, yasal değildir ve kabul edilebilir değildir. Kadına yönelik şiddetle mücadele, devletin en üst düzey yetkililerinden bağımsız kişilere kadar herkesin sorumluluğudur. Şiddete göz yummak, şiddete suç ortağı olmaktır. Ancak içinde bulunduğumuz 21’inci yüzyılda, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hâlâ şiddet gören, hakarete uğrayan kadınlarımız, töre uğruna öldürülen genç kızlarımız bir utanç tablosu olarak karşımıza çıkmakta, tehdit ve baskı unsurlarıyla özgürlükleri kısıtlanmaktadır. Kadına yönelik şiddet, toplum içinde ya da özel hayatta, cinsiyete dayalı olarak kadının fiziksel, cinsel ve psikolojik zarar görmesi ve acı çekmesiyle sonuçlanan ya da bu tür sonuçlara yol açabilecek olan tehdit, baskı ve özgürlüğün keyfî olarak engellenmesini kapsamaktadır. Şiddet hareketleri ve tehditleri ister ev içinde uygulanmış olsun ister toplumda meydana gelsin veya devlet tarafından uygulanmış veya yapılmış veya göz yumulmuş olsun, kadınların hayatına korku ve güvensizliği sokar. Taciz dâhil olmak üzere şiddet korkusu, kadının hareketliliğine sürekli baskı yapar, haklarına erişimini kısıtlar.

Bugün, dünya ölçeğinde her 3 kadından 1’i şiddetin değişik biçimlerine maruz kalmaktadır. Kadınlar, yaşamın her alanında, evlerinde, iş yerlerinde, kamusal alanlarda mücadelelerinde şiddetin çeşitli biçimlerine maruz kalmaya devam ediyorlar. Dünyanın çeşitli yerlerinde sürmekte olan savaşlarda ve iç çatışmalarda kadınlar ve kız çocukları tecavüze uğruyor, öldürülüyor ya da insan ticaretinin öznesi hâline getiriliyor. Görsel basında hemen her gün görmeye alıştığımız aile dramları, kapkaç vurgunları, töre cinayetleri, kadın ve çocuklara yönelik şiddet ve benzer felaket haberleri neredeyse sıradan hadiseler hâline gelmiştir. Hiç şüphesiz, bu olayların nedenlerini sorgularken bunları tek bir sebebe bağlamak mümkün değildir. Problemin, hem dinî, kültürel, hukuki hem de sosyal ve psikolojik hem de küresel boyutlarının olduğunu söylemek doğru olacaktır ancak şunu hemen ifade etmek gerekir ki esasen problemin temelinde bireysel olarak insandan başlamak üzere beşerî ve toplumsal bilinç zafiyetinin yattığı gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor sanıyorum. Gerek maddi gerekse manevi yönüyle iyi eğitilmemiş birey ve toplumlarda böylesi şuursuz davranışlar ve suç görüntüleri geçmişten günümüze hep olmuş ve maalesef olmaya da devam edecektir.

Değerli milletvekilleri, inanç yoluyla da ele alacak olursak, Cenabıallah dünyada her şeyi çiftler hâlinde yaratmış ve bu çiftler birbirinin tamamlayıcısı olmuşlardır. Erkek ile kadın bir bütünün iki eşit parçasıdır. Biri olmadan bir bütünün tamamlanması mümkün değildir. Erkeğin çifti olan kadın, gerçek değerini de İslam ile bulmuştur. Orta Çağ Avrupası’nda  “Kadının ruhu var mıdır?” tartışması yapılırken, İslam âleminde kadın en mukaddes mevki olan annelik makamına oturtulmuş ve cennet onun ayakları altına sunulmuştur. “Kadınları döven kimseler sizin hayırlılarınız değildir.” hadisi şerifi ile Peygamber Efendimiz’in konuya bakışı da net olarak ortaya çıkmaktadır.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; kadına yönelik şiddet, kadın haklarının korunması ve geliştirilmesi yönündeki en büyük engellerden biridir. Kadınlara yönelik şiddet, erkeklerin hâkimiyetini esas alan ve kadınların ilerlemesini engelleyen, kadınla erkek arasında çağlar boyunca sürmüş, eşit olmayan güç ilişkilerinin görünen yüzüdür.

Kadına karşı şiddet kullanımının ortadan kaldırılması için, öncelikle bu konuda bilinçli ve eğitimli bir toplumu tesis etmemiz gerekmektedir. Ayrıca, kadınların bilgiye, yardım ve korunma hizmetlerine kolayca ulaşabilmeleri sağlanmalı, kadına yönelik şiddeti etkin biçimde önleyecek hem ulusal hem de uluslararası kanunlar çıkarılmalı, kamu eliyle şiddetin nedenleri ve sonuçları net bir şekilde ortaya konulmalı, toplum ve bireylerin bilinçli hâle gelmesi sağlanmalıdır.

Bütün bunlara ilave olarak bu konuda yapılması gerektiğini düşündüğümüz -Milliyetçi Hareket Partisi olarak- bazı düzenleme ve uygulamaları da kısaca ifade etmek gerektiğini düşünüyorum.

Öncelikle, Türk Ceza Kanunu’nda kadına yönelik olarak işlenen suçlar yeniden ele alınmalı ve ceza ve yaptırımları daha da caydırıcı hâle getirilmelidir. Kadın ve kadına şiddet konularında yazılı ve görsel basınla ilgili hukuki düzenlemeler yapılmalı, bu konuda bağlayıcı kurallar getirilmeli ve kadın ve kadına şiddet medyatik nesne olarak kullanılmamalıdır. Medyatik nesne olarak bu şiddetin kullanılmasının önüne geçmek önemli bir devlet görevdir. Töre ve namus cinayetleri geçmişten günümüze bir süzgeçten geçirilmeli, bu konuda, eğitim yoluyla, toplumsal ve kültürel yapıyı olumlu yöne kanalize edecek faaliyetler planlanmalıdır. Kadınların demokratik hayata eşit olarak katılımının önü açılmalı, bu konuda kanuni düzenlemeler sağlanmalıdır. Kadın-erkek eşitliğiyle ilgili olarak var olan ulusal ve uluslararası ilke ve kuralların uygulanabilirliği artırılmalı ve bu konuda her aşamada yaptırım uygulanmalıdır. Özellikle kadınlara ve kız çocuklarına yönelik barınma ve danışma merkezleri açılmalı, kamunun bu kurumlara desteği sağlanmalı ve uygulamaları titizlikle denetlenmelidir.

Değerli milletvekilleri, adını bile  telaffuz etmekten mahcubiyet duyduğum bu günde hem ülkemiz hem de dünya kadınlarına, inancımızdan, yaradılışımızdan gelen eşitlik anlayışıyla şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi adına saygı ve muhabbetlerimi sunuyorum.

Şiddetin, nefretin, haksızlığın olmadığı; adaletin, hoşgörünün ve eşitliğin egemen olduğu bir ülke ve bir dünya dileğiyle hepinize saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ekici.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Canan Arıtman, İzmir Milletvekili.

Buyurun Sayın Arıtman.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini belirtmek üzere söz aldım, yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Cumhuriyet Halk Partisi, kadına yönelik şiddetin önlenmesi için her zaman mücadele vermiştir ve bu ülkede, bu topraklarda yaşayan kadınların şiddetsiz bir ülkede yaşayabileceği sürece kadar da bu mücadeleye devam edecektir.

Bugün 25 Kasım yani Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü. 21’inci yüzyılın Türkiye’sinde kadınlar için durum çok vahimdir. Kadın cinayetlerinde 2002-2009’a kadar olan sürede yüzde 1.400’lük artış olmuştur. Ülkemizde hiçbir konuda bu denli yüksek bir artış görülmemiştir ama kadın cinayetleri de yüzde 1.400 oranında artmıştır devri iktidarında AKP’nin.

Bugün ülkemizde her gün 3 kadın öldürülüyor. Aile içi şiddet çok yüksek, kadına yönelik şiddet her geçen gün artıyor. Kadınların fiziksel şiddete maruz kalma oranı yüzde 39 yani bugün ülkemizde her 10 kadından 4’ü fiziksel şiddetin mağduru ve bu kadınların da 4’ü bu şiddetle orta ve ağır ölçüde yaralanmaktadır.

Şiddetin diğer tipleriyle yani cinsel şiddet, ekonomik şiddet, psikolojik şiddet, sosyal şiddet yönleriyle birlikte bugün bu ülkede kadınların şiddete maruz kalma oranı yüzde 97 gibi çok korkunç bir orandır.

Öncelikle ülkemizde neden kadına yönelik şiddet bu kadar şiddetli yükseliyor diye sormamız lazım. Şiddeti önlemek için sorunun nerede olduğunu görebilmemiz lazım.

Bakın, geçtiğimiz süreçte kadından yana yasalar çıkardığımızı söylüyoruz. Evet, çıkardık, yüzlerce önerge verdik bu konuda, araştırma önergeleri verdik, komisyonlar kurduk, alt komisyonlar, üst komisyonlar, daimî komisyonlar kurduk, genelgeler çıkarıldı ama hiçbir işe yaramıyor. Kadına yönelik şiddet arttıkça artıyor çünkü “mış” gibi yapıyoruz, kadına yönelik şiddetle mücadele ediliyor gibi yapılıyor ama aslında, özünde mücadele edilmiyor.

Giderek bu toplumda cinsiyet ayrımcılığı artıyor. Zaten bununla ilgili uluslararası raporlarda Türkiye'nin, Türkiye’deki kadınların ne kadar ağır bir cinsiyet ayrımcılığı yaşadığı belgelenmektedir. İşte en son Dünya Ekonomik Forumu’nun 2010 Cinsiyet Ayrımcılığı Raporu’nda Türkiye 134 ülke arasında 126’ncı sıradadır, sondan 8’inci sıradadır. Bizden sonra Yemen gibi, Suudi Arabistan gibi, yeni kurulmuş birkaç küçük Afrika devleti gibi ülkeler var.

Bakın, biz, son beş yılda, bu rapora göre tam 21 sıra geriledik. Bir yılda 16 sıra gerilediğimiz oldu. Hâlbuki birçok ülke, kadınları için yaptığı değişiklikler ve pozitif uygulamalarla bir yıl içerisinde 15-20 sıra yukarıya çıkabiliyor.

Evet, neden böyle oluyor? Neden cinsiyet ayrımcılığı artıyor? Çünkü ülkemizde kadının statüsü düşüyor, düşürülüyor, kadın geriye götürülüyor, kadın güçsüzleştiriliyor.

Bugün ülkemizde 5 kadından 1’i okumaz yazmaz durumdadır. Doğu ve Güneydoğu’da her 2 kadından 1’i kör cahildir. Bugün 21’inci yüzyılın Türkiye’sinde, bu ülkede yaşayan kadınların yüzde 41’inin ilkokul diploması dahi yoktur, bırakın bir meslek sahibi olmasını, ilkokul diplomasına bile sahip değildir. Yani bugün kadınlarımız, mesleği yok, işi yok, parası yok, sosyal güvencesi yok, iş hayatında yok, karar mekanizmalarında yok, siyasette yok konumundadır.

Dünyada kadının iş gücüne katılım oranının en düşük olduğu ülkelerden biriyiz. İş gücüne katılım oranı yüzde 24, kadın istihdamı yüzde 22, bu kadın istihdamı büyük kentlerde yüzde 17’ye kadar düşüyor. Yani bu demektir ki her 10 kadından 8’i iş yaşamının dışındadır. Evet, zaten içinde olanlar da kayıt dışı ekonomide, düşük ücretle, güvencesiz bir şekilde, hani, o televizyonda bir dizi vardı, aynen onda olduğu gibi tam bir itilmiş kakılmış durumunda ancak iş gücüne dâhil olabilmektedir.

Ülkemizde 155 vali var, ama bir tanesi bile kadın değildir. Kadın belediye başkanı oranımız yüzde 1 bile değildir, binde 9’dur. Ulusal Mecliste kadın oranı yüzde 9, yerel parlamentolarımızda ise sadece yüzde 4’tür. Acaba biliyor musunuz ki 81 ilimizin 36’sının il genel meclisinde hiç kadın üye bulunmamaktadır. Bu tablo 21’inci yüzyılın Türkiye’sine yakışmamaktadır. İşte neden böyle bir ağır cinsiyet eşitsizliği yaşanmaktadır? Neden kadın bu kadar ağır şiddete maruz kalmaktadır? Neden bu şiddet artmaktadır? İşte bu soruların cevabı bu gerçeklerdedir. Ama hâlâ ne yazık ki, Başbakanımız kadınlara ancak “3 çocuk doğurun.” demektedir. Ben kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum, haydi siz eve gidin, marş marş, 3 çocuk doğurun yani cinsiyetçi rolde kalın demektedir.

Bakın, ne yazık ki, bu ülkede iktidar tarafından kadın hakkı sadece türban hakkıyla sınırlanmaktadır, bundan ötesine izin verilmemektedir.

Devlet kadınların da birincil insan hakkı olan yaşam hakkını dahi korumamaktadır, yüzde 1.400 oranında artan kadın cinayetlerine seyircidir, yani “Erkek vurur, devlet korur.” zihniyeti hâkimdir.

Değerli milletvekilleri, bir şey sormak istiyorum: Her şeye çok kolaylıkla ağlayıveren devlet büyüklerimiz, Başbakanımız, Başbakan Yardımcımız her şeye çok kolaylıkla ağlayıveriyorlar ama niçin bu ülkede erkek şiddeti nedeniyle ölen, öldürülen kadınlarımız ve kız çocuklarımız için bir damlacık gözyaşı dökmüyorlar? Neden kadınlara sadece “Gidin çocuk doğurun, eve gidin çocuk doğurun.” diyorlar da “Okuyun, çalışın, kazanın, kendi ayaklarınızın üstünde durun, güçlü olun, ben sizin güçlü olmanız için devletin bütün imkânlarını seferber edeceğim.” demiyorlar? Neden en azından böyle bir günde dahi kadına yönelik şiddetin devletin tüm imkânları seferber edilerek önleneceği, mücadele edileceği sözünü, güvencesini vermiyorlar? Neden Başbakanımız kadın cinayetlerinin faillerine de “Biz katile katil deriz.” demiyor? İşte, kadına yönelik şiddetin artışının cevaplarını buralarda aramak lazımdır. Çünkü, bunlar, hep beyin altına yollanan mesajlardır, kadını ikincil konumda bırakan mesajlardır.

Şimdi, bakın, bilim diyor ki, kadını çocuk yapmaya zorlamak şiddetin, şiddet uygulamanın tiplerinden, yöntemlerinden biridir. Kadınların eğitimden yoksun bırakılarak eve mahkûm edildiği; iş yaşamının, siyasetin, karar mekanizmalarının dışında bırakılarak güçsüzleştirildiği; eğitimsiz, işsiz, güvencesiz, yoksul bir hâlde eve ve erkeğe mecbur ve mahkûm bir hâlde kendi kaderine terk edildiği koşullarda şiddetin ilk hedefi de doğal olarak en korumasız, toplumun en korumasız, en zayıf kesimi olan kadınlardır. Kadın güçsüz bırakılırsa ona yönelik şiddet de artacaktır.

Atatürk, 1923’te İzmir’de şöyle diyordu: “Bir toplumun yarısı zincirlerle ayağından yere bağlıyken diğer yarısının göklere yükselmesi mümkün değildir.” Evet, buna inanan bir lider olarak Atatürk, Türk kadınını yükselterek, yücelterek, statüsünü yükselterek cumhuriyeti kurdu. Çünkü gerçek, çağdaş bir demokrasinin olduğu ve sürdürülebilir kalkınması olan bir ülke hedeflemişti. Ama bakın, bu ülkenin kadınları güçsüzleştirildikçe ülkemizin de güçsüz hâlde kalacağı çok açık, çok net görülen bir olgudur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CANAN ARITMAN (Devamla) – Sayın Başkan, toparlıyorum iki dakikada.

BAŞKAN – Buyurun.

CANAN ARITMAN (Devamla) – Bir şey daha söylemek istiyorum. Ünlü İngiliz düşünür John Stuart Miller’in bir sözü var, der ki : “Bir ülkenin, bir toplumun uygarlık düzeyini eğer görmek ve ölçmek istiyorsanız kadınlarının durumuna bakmanız yeterlidir.” Bu ölçütü ülkemiz için, ülkemiz kadınları için uyguladığımız zaman, ne yazık ki, ülkemizin uygarlık yarışında çok geri kaldığı ortadadır.

Kadına yönelik şiddet, ayrımcılığı ve eşitsizliği sürekli hâle getirmekte olup, kadının hayatının denetlenmesinde başvurulan evrensel bir baskı aracıdır.

Şimdi, ülkemiz liderleri, yazarları, aydınları, entelleri “demokrasi” sözünü ağızlarından düşürmüyorlar. Demokrasi, demokrasi, demokrasi… Artık, bu bile yeterli olmuyor, “ileri demokrasi” söylemlerine geçtiler. Ama, ben soruyorum: Hangi hakla demokrasi sözünü ağzınıza alabiliyorsunuz? Bu ülkede nüfusun yarısının en temel insan haklarını kullanamadığı, hakların sadece yasa sayfalarında kaldığı, yaşama geçmediği bir ülkede, kadınsız meclislerle mi ileri demokrasi oluyor? Kadına yönelik şiddetin yüzde 97 oranında olduğu, kadın cinayetlerinin yüzde 1.400 oranında arttığı bir ülkede ileri demokrasiden bahsetmek mümkün müdür? Ne zaman ki kadınlar, meclislerde, politik alanlarda, karar alma ve uygulama mekanizmalarında eşit oranlarla yer alır, sadece yönetilen olmayıp yönetenlerin de yarısı olur, işte o zaman ancak ileri demokrasiden bahsedebiliriz. İşte ancak o zaman, bunları yapabilenler, bunlar için mücadele eden insanlar, aydınlar, siyasetçiler “demokratım” diyebilme hakkına sahip olurlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CANAN ARITMAN (Devamla) – Sayın Başkan, selamlayacağım sadece.

Evet, değerli milletvekilleri, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak nüfusumuzun, toplumumuzun yarısı olan kadınların, yüzde 91’i erkek olan meclislerle yönetilmediği, yüzde 97 oranında şiddete maruz kalmadığı, yüzde 1.400 artışlarla öldürülmediği bir ülkede yaşamaları, çocuklarını böyle bir ülkede yetiştirmeleri ve istedikleri zaman, istedikleri sayıda çocuk sahibi olabilecekleri bir ülkede yaşayabilmeleri için yani gerçek bir demokraside, eksiksiz insan hakları, kadının insan haklarında eksiksiz yaşamaları için mücadele etmeye kararlıyız ve bu mücadelede, toplumun diğer yarısı olan erkekleri de, diğer yarıyı da, hakları ihlal edilen, şiddete maruz kalan yarısı için mücadele etmeye davet ediyor, sizleri de saygıyla selamlıyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arıtman.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Iğdır Milletvekili Pervin Buldan.

Buyurun Sayın Buldan. (BDP sıralarından alkışlar)

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin, kadına yönelik şiddet konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla vermiş olduğu önergenin lehinde söz almış bulunmaktayım. Grubum adına Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum.

Kadına yönelik şiddet maalesef ki insanlık tarihinin en köklü sorunlarından biridir ve bugün itibarıyla da ülkemizin ve aynı zamanda bütün dünyanın evrensel bir gerçekliğidir. Kadına yönelik şiddet, ataerkil kültür içerisinde meşruiyetini kazanmış ve dünyanın birçok yerinde toplumsal olarak benimsenmiştir. Bu şiddet türü, başka hiçbir canlı örneğinde göremeyeceğimiz şekilde, kız çocuğunun anne rahmine düşmesinden itibaren başlamakta ve toplumsal yaşamın bütün alanlarında devamlı olarak tezahür etmektedir. Kadına yönelik şiddet bir hak ihlalidir ve kadınların fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini tehdit etmektedir ve bugün itibarıyla dünyada yaşanan en yaygın ve yıkıcı nitelikteki şiddet türüdür. Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesinin 2002’de kabul ettiği tavsiye kararı bu vahameti gözler önüne sermektedir. Buna göre on altı-kırk dört yaş arası kadın ölümlerinde kadına yönelik şiddet, kanser, trafik kazaları ve savaştan daha büyük bir risk faktörü oluşturmaktadır.

Tarih öncesine uzanan ataerkil düzen modern toplum düzeninde bir rejim hâlini almıştır ve bu cinsiyet rejimi kadına yönelik şiddete kaynaklık etmekle birlikte ataerkil bir kurguyla düzenlenmiş olan toplumsal zeminde yaşam mücadelesi veren kadınların toplumsal yaşamın hemen bütün alanlarında geri bırakılmasına neden teşkil etmektedir ve bu da kadına yönelik şiddetin doğmasının ve önlenememesinin en önemli nedenini oluşturmaktadır. İşte bu cinsiyet rejimi, ülkemizde çok sarsılmaz bir şekilde varlığını sürdürmekte ve bütün toplumsal alanlarda kendisini yeniden üretmektedir ve bu devamlılığın sonuçları ise esasen toplumun bütün kesimlerini bağlayan ağır sonuçlar ortaya koymaktadır. Nitekim, cinsiyet eşitsizliği, dünyada olduğu kadar ülkemizde daha da derin bir şekilde seyretmektedir. En son Dünya Ekonomik Forumunun Küresel Kadın Erkek Eşitliği 2008 Raporu’nda Türkiye'nin sahip olduğu yer, bu gerçeği açıkça belgelemektedir. Türkiye, raporda, yaşamın bütün alanlarında kadın-erkek eşitliği konusunda listenin en sonunda yer almakta ve daha da kötüsü, dünyada nispeten ilerleme kaydedilirken Türkiye her yıl geriye gitmektedir. Bu alanlara politik alan da dâhildir.

Namus ve töre adına işlenen cinayetler ve kadınlara uygulanan işkence ve kötü muameleler, ülkemizde son yıllarda yüzde 25 artış göstermiştir. Türkiye’de her 3 kadından 1’isi şiddet görmekte ve bu şiddet yüzde 65 gibi yüksek bir oranda ölümle sonuçlanabilmektedir. Kadınların yüzde 97’si ise şiddet türlerinin herhangi birine veya birkaçına kaçınılmaz olarak maruz kalmaktadır. Bu şiddet türleri içerisinde en görünür nitelikte olanı ise namus cinayetleridir. Son beş yıl içerisinde, resmî verilere göre, ülkemizde 2 bin dolayında kadın namus cinayetlerine kurban gitti ve sayısı 6 bine ulaşan kadın da intihar etti.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle aile içerisinde kadına yönelik olarak gerçekleşen şiddet, en yaygın şiddet türü olarak tezahür etmekte ve ev içinde kadınların maruz kaldığı şiddetin görünmeyen önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Toplumsal bilinçte aile içi şiddetin özel alana ait bir sorun olarak görülmesi bu şiddeti pekiştirmektedir. Oysa, kadına yönelik şiddet aile içerisinde başlayıp biten mahrem bir sorun değil, bilakis toplumsal ve siyasal bir olgudur ve sonuçları itibarıyla da toplumsal etkileri bulunmaktadır. Bütün şiddet türleri gibi aile içi şiddetin de toplumsal düzeyde ciddi bir maliyeti bulunmaktadır. Aile içi şiddet, toplumsal yaşamın kalitesi ve verimliliği, ekonomik, sağlık ve hukuksal alanlarda  bütün yakıcılığıyla etkilerini göstermektedir.

 Militarist politikalar, düzeni şiddet yolu ile korunmak adına üretilirler. Ülkemizde devletin sahip olduğu militarist yapı toplum genelinde bir şiddet sarmalı yarattığı gibi, kadınlar militarizmin yarattığı şiddetin nesnesi yapılmışlardır. Özellikle olağanüstü hâl ve savaş koşullarında Kürt kadınları artı olarak büyük bir şiddete maruz kaldı. Korucular ve güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen şiddet, gözaltında taciz ve tecavüz Kürt kadınlarının savaş koşullarında yaşadıkları şiddetin en yaygın olanlarıdır. Nitekim, gözaltında güvenlik güçlerince gerçekleştirilen tecavüzler uluslararası platformlarda da ispatlanmıştır.

Bununla beraber, bu süreçte ortaya çıkan zorunlu göç, kadınların göç ettikleri metropollerde yoksulluk ve adaptasyon sorunları altında daha da ezilmelerine neden olmuştur ve ne yazık ki bölgede, özellikle de Batman’da kadın intiharlarında ciddi bir artış gerçekleşmiştir. Öz kıyımların bu düzeyde artış göstermesinin kadınların maruz kaldıkları şiddetin ve yaşam zorluklarının bir göstergesi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Değerli milletvekilleri, biraz önce ifade ettiğim gibi, kadına yönelik şiddetin temel nedeni ataerkil sistemdir. Bu nedenle, elbette ki savaş olsa da olmasa da kadın şiddet görmektedir. Ekonomik, küresel kriz, işsizlik, yoksulluk olsa da olmasa da kadınlar yine de şiddete maruz kalmaktadır. Ancak ne var ki başta savaş olmak üzere bütün felaket dönemlerinde toplumda artış gösteren şiddetin önemli oranda mağdurları yine kadınlar olmakta, kadınların maruz kaldığı şiddet çetrefilleşmektedir.

Bu nedenle, savaşın son bulduğu bir vatanda her türlü eşitsizlikle beraber cinsiyet eşitsizliğinin de demokratikleşme hedefi olduğu bir siyasi anlayışın kadına yönelik şiddet ve mücadelede bize önemli bir mesafe kazandıracağı inancındayım.

Bu konuda devlete ve Hükûmete önemli görevler düşmektedir. Kadına yönelik şiddete karşı mücadelede devlet hem kendi üzerine düşen bu önemli rolü oynamalı hem de bu mücadeleyi yürüten kadın örgütlerine destek vermelidir. Nitekim, devletimiz, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda bütün yurttaşlarımızın yaşam haklarını garanti altına almayı ve kimsenin insan hassasiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya ve muameleye tabi tutulamayacağını taahhüt etmiştir. Türk Ceza Kanunu’nda ise kadının aile içerisinde ya da herhangi bir alanda maruz kaldığı şiddet suç olarak tanımlanmıştır.

Yine, Türkiye’nin imzalamış olduğu uluslararası sözleşmelerde, kadına yönelik şiddetle mücadele devletin öncelikli sorumluluklarından biri olarak kabul edilmiştir.

Dünyanın ve ülkemizin en yakıcı sorunlarından olan kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla yürütülen mücadelenin etkin olabilmesi için devletin ve Hükûmetin göstereceği duyarlılık ve kararlılık olmazsa olmaz niteliğinde bir gerekliliktir. Bu bağlamda devlet, öncelikle şiddet mağduru olan kadınların korunmasında kendisine düşen bu önemli sorumluluğu yerine getirmelidir. Şiddet tehdidi altında bulunan kadınlara sağlık ve hukuksal alanlarda destek sunulmalı, mağdur olan kadının güvenliği sağlanmalıdır. Zira mevcut durumda devlet kurumları oldukça yetersiz kalmaktadır.

5393 sayılı Belediyeler Yasası’nda, büyükşehir belediyeleri ve nüfusu 50 bini geçen ilçe belediyelerine kadın sığınağı açma görevi verilmiştir. Ancak nüfusu 70 milyonu geçen ülkemizde sadece kırka yakın sayıda kadın sığınağı mevcuttur ve bu sığınaklar da gerekli düzeyde hizmet verememektedirler.

Sonuç olarak ülkemizde kadına yönelik şiddeti önleyici tedbirlerin alınmaması kadının hak ihlaline maruz kalmasına neden olduğu gibi, bu ihlalin yol açtığı sağlık ve hastalık sorunlarının çözümü için şiddeti önlemeye yönelik politika ve programlara ayrılandan çok daha fazla kaynak ayrılmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son olarak değinmeden geçemeyeceğim bir noktayı ifade etmek isterim. Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadele süreci bu önemli sorunun tanımlanmasında, gündemleşmesinde ve çözüm aşamasında önemli kazanımlar elde etmiştir. Türkiye’deki kadın hareketinin ilk önceliği olmuştur kadına yönelik şiddete dur demek. Nitekim, kadına yönelik şiddet yakın tarihe kadar kamusal alanda ve medyada telaffuz dahi edilmemiştir. Bununla beraber devlet kurumlarının dönüştürülmesinde ve yasal kazanımlarda kadın mücadelesi önemli bir rol oynamıştır ve hatta kadın ve aileden sorumlu Devlet Bakanlığının kurulmuş olması dahi kadın örgütlenmelerinin ortak çalışmasının bir ürünüdür.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Buldan, buyurun.

PERVİN BULDAN (Devamla) – Teşekkür ederim.

Daha sayamayacağım bütün bu önemli nedenlerden ötürü bu mücadelede emeği geçen bütün kadın örgütleri ve kadın hareketinin emektarlarına şükranlarımı sunuyor, hepsini saygıyla, sevgiyle selamlıyor, Genel Kurulu da ayrıca saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Buldan.

Milliyetçi Hareket Partisi Grup önerisi aleyhinde söz isteyen Fatma Şahin, Gaziantep Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Şahin.

FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına verilmiş olan kadına karşı şiddetle mücadeleyle ilgili araştırma önergesi hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün 25 Kasım, Kadına Şiddetle Mücadele Günü. Bugün sizlerle önemli bir başarımızı paylaşarak sözlerime başlamak istiyorum. Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanlığında dün diğer Cumhuriyet Halk Partisi, Barış ve Demokrasi Partisi gruplarıyla beraber yaptığımız ön görüşmede kadın meselesinin partiler üstü bir sorun olduğunu, kadına karşı şiddetle mücadelenin de partiler üstü bir sorun olarak mücadele edilmesi gerekliliği kararıyla bugün bütün kadın milletvekillerimiz Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanlığımızın başkanlığında toplandık ve ortak bir basın bildirisi yayınladık. Bu, bizim için önemli bir birlikteliktir, önemli bir başarıdır. Yalnız Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun 2 kadın milletvekilinden bir tanesi yurt dışında olduğundan dolayı bu toplantılarımıza katılamamıştı ve sabahki basın bildirisi toplantımızda da yoktu.

Bu yaptığımız toplantıda araştırma önergesinin yeterince verildiği, bu konunun yeterince araştırıldığı, aslolan şeyin bundan sonraki izlemenin, çalışmanın ve değerlendirmenin, gelinen noktanın ileriye gidilmesi adımının olduğu kararlaştırılmıştır. İnşallah bundan sonraki seçimlerde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu daha çok kadın parlamenteri Parlamentoya taşıyarak bu sorunların takibini daha yakinen takip edecek ve bu noktada grubumuzun yapmış olduğu çalışmaları daha iyi paylaşacaktır diye umuyorum.

Değerli milletvekilleri, bugünü anlamamız için geçmişi bilmemiz ve gelecekteki yol haritasını iyi çizmemiz gerekiyor. 2002’de AK PARTİ olarak yola çıktığımızda “Önce insan.” dedik, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” dedik. Kadın, erkek herkesin yaşam kalitesini yükseltmek için de büyük bir mücadele verdik. 2004 yılı itibarıyla bizim görevimiz yasama ve denetleme, aynı zamanda toplumsal sorunlarda araştırma yapma ve Hükûmete, yürütmeye yol gösterme olduğu bilinciyle araştırma komisyonumuzu kurduk, bugün Bekir Başkanımın da hukukçu olarak araştırma komisyonunda görev yaptığı, Canan Arıtman Milletvekilimizin, Nevingaye Erbatur Milletvekilimizin de içinde olduğu dört aylık çok önemli bir çalışma yaptık. Hem teorik olarak yapmamız gereken her şeyi yaptık, akademisyenlerle, sivil toplumla iş birliği yaptık hem sahaya indik, kadın sığınmaevindeki kadınlarımızla, cezaevindeki erkeklerimizle, Doğu ve Güneydoğu’daki aşiret reislerimizle, kanaat önderlerimizle bir araya geldik ve yaptığımız çalışmanın sonunda gördüğümüz çok önemli bir şey vardı: Şiddet dediğimiz şeyi de devlet hâlâ gündemine almamış, istatistiki veri olarak bile hiçbir kurumda istatistiki veri adına bir çalışma yapılmamıştı. Yaptığımız çalışmada son beş yılı tarattık, Emniyet Genel Müdürlüğünden, Adalet Bakanlığından kadına karşı şiddetle ilgili şehirlerin suç haritalarını çıkardık ve gördüğümüz bir gerçek vardı ki göç alan şehirlerde, büyük şehirlerde şiddet olgusu çok daha fazla oluşmaktadır. Özellikle göçün yönetilememesi, geleneksel aile yapısından modern aile yapısına geçişteki sıkıntılar, tarım sektöründen sanayi sektörüne geçişteki sıkıntılar, büyük aileden çekirdek aileye geçişteki sıkıntılar zaman zaman şiddet olarak karşımıza çıkmakta ve en çok da kadınlarımızı ve çocuklarımızı vurmaktadır.

İki bacaktaki çözüm önerimizi önemsedik. Birincisi, kadınımızın, kız çocuğumuzun bireysel olarak güçlendirilmesi ve eğitilmesi çok önemliydi, istihdam alanında ekonomik olarak güçlendirilmesi çok önemliydi ama ikinci bacak da en az bu kadar önemliydi. Bu da erkeklerin zihinsel dönüşümüydü. Erkeklerin kadının bedeni üzerindeki namus anlayışının artık değişmesi, dönüşmesi, modern dünyaya ayak uydurması gerekiyordu.

Bu iki bacak üzerinde yaptığımız çalışmada geldiğimiz nokta çok önemli bir sonuçtu. “Araştırma komisyonları çalışır, araştırma sonuçları tozlu raflarda kalır.” şeklinde genel bir kanaat oluşmuştu yıllardır. Bunu değiştirdik. Bu araştırma komisyonu, bu gördüğünüz kitapçık Sayın Başbakanımızın genelgesine dönüştü. Sayın Başbakanımız “Kadına karşı şiddet toplumsal bir sorundur ve derhâl çözülmelidir.” diye genelgede hangi kuruma, hangi kuruluşa, hangi bakanlığa ne iş düşüyorsa zaman planlamasıyla genelgeyi yayınlattı ve bir şey daha yaptı: Her üç ayda bir kurumların yaptığı bütün çalışmalar geri bildirim olarak Başbakanlıkta toplanacaktı.

Peki, bunlar yapıldıktan sonra ne oldu? Bunlar yapıldıktan sonra, biraz önce yine Milliyetçi Hareket Partisi Grup Sözcüsünün tavsiye kararı olarak söylediği şey Türk Ceza Kanunu… Bakın, otuz beş yıl sonra Türk Ceza Kanunu 22’nci Dönem Parlamentosunda bizlerin de imzasını attığı şekilde değiştirildi ve otuz beş yıl sonra değişen Türk Ceza Kanunu’nda en büyük kazanım kadın haklarındadır, çocuk haklarındadır. Bundan önce ne vardı? Töre ve namus cinayetlerinde indirimler vardı. Töre ve namus adına işlenen suçlarda nitelikli adam öldürme suçundan ceza almıyor ve iki üç yıl gibi çok kısa sürede ceza alarak ondan sonra çıkarılıyordu. Ama yaptığımız çalışmada nitelikli adam öldürme suçundan dolayı ceza almasını sağladık ve bir şey daha başardık: Azmettirme. Töre ve namus cinayetlerinde eğer bir azmettirici varsa bunun da nitelikli adam öldürme suçundan ceza almasını sağladık. Şimdi ne oldu? Uygulamalarda Yargıtay içtihatları oluşmaya başladı. O iki üç yıl içerisinde çıkan suçlular bugün en az on beş-yirmi yıl, yirmi beş yıl, gerektiğinde otuz yıl ceza almaya başladı.

Ceza uygulamaları önemli, önleyici faktörler ama bizim için aslolan şey, koruyucu ve önleyici tedbirler almaktı. Koruyucu ve önleyici tedbirler alabilmemiz için de bizim yasal altyapıyı oluştururken beraberinde uygulamaları takip etmemiz gerekiyordu.

4320, Ailenin Korunması Kanunu. Nedir bu diyecek olursanız, şiddet uygulayan erkeğin evden uzaklaştırılmasıydı. Aslında 98 yılında çıkmıştı ama 2003 yılında AK PARTİ İktidarının aile mahkemesi kurulana kadar da bir türlü uygulamalara geçememişti, kâğıt üzerinde kalmıştı. Ne zaman ki aile mahkemeleri kuruldu, 4320 -şiddet uygulayan erkeğin evden uzaklaştırılması- çalışmaya başladı.

Biz bunu da yeterli görmedik, 4320’de bir değişiklik daha yaptık ve dedik ki: “Eğer sürekli şiddet uyguluyorsa bu erkeğin psikolojik problemi vardır ve tedavi edilmesi gerekir.” şeklinde de önemli bir ayrımı koyduk.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, sorun, toplumsal sorun, yalnızca AK PARTİ İktidarının, yalnızca 23’üncü Dönem Parlamentosunun çözebileceği kadar kolay bir sorun değil. Modern dünyada dil, din, ırk, etnik köken ne olursa olsun şiddet olgusuyla, kadına karşı şiddetle ilgili çok ciddi mücadele ediliyor. İngiltere’de yapılan bir araştırmada şiddetin direkt maliyeti hesaplanıyor, bir de dolaylı maliyeti hesaplanıyor, hesaplandığı zaman dolaylı maliyetin direkt maliyetten 4 kat fazla olduğu anlaşılıyor. Çünkü istihdamda düşüş, verimlilikte düşüş, iş gücünden uzaklaşma, bunların hepsinin bir maliyeti var ama daha da önemlisi, eğer koruyucu ve önleyici tedbirleri hayata geçirebilirseniz bu maliyetler dörtte 1 de düşüyor. Biz bu bilinçle kadın sığınmaevlerinin sayılarının çoğalmasını çok önemsiyoruz. Kadın sığınmaevine gelen kadınlarımızın psikolojik, hukuksal ve ekonomik problemlerinin çözülebilmesi için kadın sığınmaevlerinin kademelendirilmesi gerektiğini önemsiyoruz. Artık bunların üzerine gitmemiz gerekiyor. Yeniden araştırmanın, yeniden Amerika’yı keşfetmenin hiçbir anlamı yok, araştırılmış ve kitaplaştırılmış. Aslolan şey, gelinen kurumlar arası iş birliğini çoğaltmak, hangi kuruma ne iş düşüyorsa bunu başarmak. Bunun için de en önemli bakanlıklar Adalet Bakanlığıdır, Emniyet Genel Müdürlüğüdür, İçişleri Bakanlığıdır. Bu sorun yalnızca kadından ve aileden sorumlu Bakanlığın görevi değildir. Bu, ilgili bakanlıkların çalışması gereken ve önemli şekilde sistem ve koordinasyon oluşturması gereken bir sorundur.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, iki ay önce bu yaptığımız çalışmalardan sonra Emniyet Genel Müdürlüğü kendini yeniden yapılandırdı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şahin, buyurun.

FATMA ŞAHİN (Devamla) - …ve dedi ki: “Kadına karşı şiddet İçişleri Bakanlığının en önemli sorunlarından bir tanesidir.” Bununla ilgili bir asayiş daire başkanlığı altında şube müdürlüğü oluşturuldu, şube müdürlüğüne bağlı dört tane amirlik oluşturuldu. Bu amirliklerin içerisinde, ki gece yarısı ayağında terliğiyle, çocuklarıyla sokakta kalan kadına sosyal devlet olarak Alo Şiddet hattını zincirin bir halkası olarak çalıştırmak, kapıya geldiği zaman kolluk kuvvetlerinin “Kocan, sever de döver de.” anlayışıyla değil veya “Sen ne yaptın da bunu hak ettin?” anlayışıyla değil, ona bir insan olarak, kadına insan haklarını en üst düzeyde uygulayan bir kurum olarak yapması gereken şeyleri kendi görev alanına aldı. Bu çok önemli bir başlangıçtır. Şiddet gören bir kadının gideceği ikinci yer acildir, hastanelerdir. Sağlık Bakanlığı ile yapılan bir protokol sonucunda da bunun takibi kayıt altına alınmaya başlamıştır ve bununla olan mücadele devam etmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Şahin, lütfen tamamlayınız.

FATMA ŞAHİN (Devamla) – Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığımızda kadına karşı şiddetle ilgili çok önemli çalışmalar yapılmaktadır. İslam dininin bir sevgi ve hoşgörü dini olduğunu, hiçbir sebeple ölümün bu konuda hoşgörülü olamayacağını ve kadının bu konudaki toplumsal cinsiyetinin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da takibi yapılmaktadır. Ataerkil, katı gelenek görenek ve erkek bakışı İslam dininin bir parçası gibi gösterilemez ve yüce dinimize de burada haksızlık yapılamayacağını düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, sözlerime son verirken eğer bugün kadına karşı şiddetle ilgili bir şey konuşuyorsak, eğer bugün dünyada hiçbir örneği olmayan, üniversitelerimizde kılık kıyafetinden dolayı eğitim hakkı engelleniyorsa bu, kadına karşı en büyük şiddetten biridir.

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Niye yanaşmıyorsunuz çözmeye o zaman Fatma Hanım?

FATMA ŞAHİN (Devamla) – Bu Parlamento, 23’üncü Dönem Parlamentosu bunu çözebilmek için de gerekli iradeyi gösterebilmeli ve önümüzdeki dönem bu sorun da arkamızda kalarak önümüze bakmalıyız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Şimdi neden çözmüyorsunuz?

FATMA ŞAHİN (Devamla) – Amacımız ve hedefimiz cumhuriyetin 100’üncü yılında… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şahin, iki defa uzattım.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum…

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Karar yetersayısı istiyoruz.

BAŞKAN – Arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Kâtip üyeler arasında anlaşmazlık olduğu için elektronik sistemle oylama yapacağız. İki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı vardır.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

3.- (10/78) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 25/11/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi

                                                                                                             25.11.2010

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu’nun, 25.11.2010 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisini İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul’un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                           Kemal Anadol

                                                                                                                  İzmir

                                                                                                       Grup Başkan Vekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler Kısmında yer alan (İstanbul’daki İmar uygulamaları); (10/78) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin görüşmesinin, Genel Kurul’un, 25.11.2010 Perşembe günlü birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Çetin Soysal, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Soysal.

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul’la ilgili, İstanbul’daki plan tadilleriyle ilgili, İstanbul’a dönük bir yoğunlaşma hareketinin ranta dönüştüğü gerçeği üzerinden burada bir Meclis araştırması yapılmasını gerekli gördük.

İstanbul yoğun bir kent. İstanbul tarihî, kültürel mirasın yer aldığı bir kent ama ne yazık ki The Economist dergisinin yapmış olduğu araştırmaya göre kent yaşanabilirlik sıralamasında 110’uncu sırada. Aslında 90’lı yıllarda yaşanabilirlik sıralamasında 84’üncü iken 110’uncu sıraya gelmiş. İstanbul gerçekten çok önemli sorunlarla boğuşuyor. Bu sorunların başında ulaşım ve trafik sorunu. Peki, trafik sorunu neden var? Trafik sorununa baktığımız zaman İstanbul’da 2 milyon 400 bin araç üzerinde kayıtlı iken ancak 1 milyon 300 bin araçlık yol hacmimiz var. Bu da İstanbul’da sadece kırk beş dakikalık trafik tıkanıklığının getirdiği fatura İstanbul halkına yıllık 2 milyar dolara mal oluyor. Peki, ulaşım ve trafik niye var? Plansız kentleşmeden var. Dünyanın hiçbir gelişmiş kentinde “plan tadili” diye olgu olmaz. O plan tadili olgusu ne yazık ki İstanbul’da var. Niçin plan tadiline ihtiyaç duyarız? Niçin plan tadili olmalıdır?

Örneğin, İstanbul’un çok temel sorunları var iken, ulaşım, trafik, deprem, doğal afetler gibi sorunları var iken bununla ilgili Büyükşehir Belediye Meclisindeki komisyonlar senede bir kez bile toplanmaz iken İmar Komisyonu her hafta onlarca, yüzlerce dosya ile bir araya gelir. Öyle bir gelir ki 1984 ve 89 senesinde parsel bazında plan tadili sayısı 450 iken, 89-94 senesinde 420 iken ne yazık ki son sekiz yılda 1.600’ün üzerinde parsel bazında plan tadili yapılmıştır. Bu kentleşmenin, bir plansızlaşmanın getirdiği olumsuzlukların da bedelini İstanbul halkı, vergi ödeyen yurttaşlarımız ödüyor. Örneğin, İstanbul’da, İstanbul’un en yoğun olan bölgelerinde bir plan tadiline yoğunluk katılıyor, o yoğunlukta birileri rant elde ediyor, o rantın sonucunda oranın ulaşım ve altyapısını da kamu üstlenmiş oluyor, doğal olarak da kamu adına yurttaşlarımız üstlenmiş oluyor ve maalesef İstanbul’da bu plan tadillerinin getirmiş olduğu yoğunluk İstanbul’un siluetini de ortadan kaldıran bir anlayışı gösteriyor.

Gelişmiş kentlere baktığımızda, örneğin bir Amsterdam’da kişi başına düşen yeşil alan 16,5 metrekare, Londra’da 13 metrekare, Viyana’da 18 metrekare iken İstanbul’da -belediyenin rakamıyla söylüyorum- büyükşehir yetkililerinin verdiği resmî rakama göre 6,9 ama görüyoruz ki orada da orman alanları da bu işin içine katılmış çünkü Şehir Plancıları Odasının vermiş olduğu bilgiye göre 3,2’dir kişi başına düşen yeşil alan.

Şimdi, tabii, böyle bir tarihî, kültürel mirasın kentin yoğun olan bölgelerine yeni yoğunluklar katacak olması beraberinde rantı da getiriyor. Yani bu, doğal olarak İstanbul’un bir ihanetle karşı karşıya olduğunu görüyoruz.

Şimdi gündemimizde ne var? 3’üncü köprü var. Bakın, değerli arkadaşlar, 1’inci köprü çevre yolu idi. Şimdi o 1’inci köprü ve çevresi çevre yolu mu? Değil. 2’nci köprü ne idi? Transit yol idi. Şimdi 2’nci köprü transit yol mu? Değil. Sağında solunda yapılaşmalar. 3’üncü köprü de bundan farklı olmayacak. Onun için söylüyorum 3’üncü köprünün adını soranlara “İstanbul’a ihanet köprüsü” olur. Kentin yoğun olan bölgeleri, işte o köprülerin sonucunda. Elbette köprüler olacak ama plansız kentleşmenin ürünü olarak baktığımız zaman o iki yolun da etrafını bir yapılaşma aldı. Niye? Plan tadilleriyle aldı. 2’nci köprü de bundan farklı olmadı üstüne yapılan plan tadilleriyle. Sonuçta 3’üncü köprü ve çevresinde de aynı plan tadilleri hayata geçecek. Bunun garantisini de hiç kimse veremez çünkü o bir dayatmanın sonucu olarak hayata geçecek ve bugün de görüyoruz, ne yazık ki gerçekten ormanlar talan edilir hâle geldi.

Kent bunu kaldırmaz. İstanbul tarihî, kültürel miras. Bu mirasa sahip çıkmak bizim en temel, en biricik görevimiz. 2010 Avrupa Kültür Başkenti dedik, İstanbul’da ve Türkiye’de yaşayan bütün yurttaşlarımızdan, örneğin Afyon’da yaşayan çiftçimizden mazot kullanıyor ise 1 kuruş, benzin kullanıyorsa 1,5 kuruş… Rize’deki taksici de, Konya’daki kamyoncu da bunu ödemek durumunda. Baktığımız zaman üç yıl içerisinde toplanan 750 milyon, yıllık 250 milyon… 2010 senesi önümüzdeki aylarda bitecek. Ne yapıldı Allah aşkına? Burada da bunları tartıştık, konuştuk. İstanbul’un kültürel, tarihî birikimini Avrupa’yla mı buluşturduk? Buna dönük önemli etkinlikler mi yaptık? Tarihî, kültürel mirasa sahip çıkacak birikimleri, yani 2 metre kazdığımızda Osmanlıyı, 4 metre kazdığımızda Bizans’ı, 6 metre kazdığımızda Roma’yı gördüğümüz, nitekim Yenikapı’da yapılan kazılarda Neolitik Çağı gördük, sekiz bin, dokuz bin yıllık tarihî, kültürel mirası yakaladık. Ama baktığımız zaman İstanbul’da, ne yazık ki, bu 2010 çerçevesinde ne sanatsal ne de kültürel bir faaliyet görebiliyoruz. Örneğin İstanbul’da Arkeoloji Müzesi’nde 80 bin eser sergilenmektedir ama depolara baktığımızda 1 milyon 300 bin eser depolarda yatmaktadır. Bu kültürel mirasın, Avrupa’yla, Batı’yla, dünyayla turizm adına buluşması gerekmez mi? Bu kadar geçmişi olan bu tarihî, kültürel birikim, ne yazık ki Prag’a senede 20 milyon insan giriyor iken -yedi yüz yıllık kente- Paris’e 60 milyon insan giriyor iken, bizde, 2010 Kültür Başkenti olmamıza rağmen bu sayı düştü, üstelik de bir dağılım hâlinde 4,5 milyon insan girebiliyor. Bu da kültür turisti değil. Yani tarihî, kültürel mirasını yok sayarak, onu plan tadillerinin altında ezerek, hatta Sayın Kadir Topbaş, saray muhallebicisi yapma adına bir tarihî, kültürel miras, inanç merkezi, bir cami alanı olan yeri dahi plan değişikliği yaparak değiştirdi. Örneğin Boğaz’daki silüeti gereği ön görünüm olan birtakım yerlerde kendi basit ve onarım ruhsatı ile kaçak bir yapılaşma yaptı. Kim yapıyor? Şehremini yapıyor. Şimdi o şehremini -bir gurur vesilesi, bununla da muhtemelen siz de onur duyuyorsunuzdur- İstanbul Birleşmiş Milletler Belediyeler Birliği Başkanlığını yapıyor. Bu ilk kez olmuyor. Bu böbürlenilecek veya övünülecek bir şey değildir. Bu daha önce de oldu. Daha önceki belediye başkanlarımız bunu yaptılar. Hatta bazı belediye başkanlarımız da reddettiler, böyle bir görevi üstlenmediler.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Camilerle ilgili plan değiştirildi.

ÇETİN SOYSAL (Devamla) – Tabii.

Şimdi, baktığımızda camilerden bile rant elde etme anlayışı içerisinde. Bakın, 2010 Avrupa Kültür Başkentinin bu tarihî, kültürel miraslardan nasıl zedelendiğini ve buradan nasıl rantlar elde edildiğini daha önce açıklamıştım. Aynı şekilde camilerden de… Dün Genel Başkanımız açıkladı.  Orada bile, inanç merkezlerinde bile, ibadetin yapıldığı yerde bile ne yazık ki bir rant anlayışı içerisinde hareket edildi. Şimdi buna vicdanımız ne kadar elverir, ne kadar doğru, ne kadar haklı, ne kadar yerinde? Bunların araştırılması gerekmeyecek mi?

Bakın, İstanbul bizim göz bebeğimiz, İstanbul bir tarihî miras, İstanbul kültürel miras. İstanbul’u talan eden, İstanbul’u yoğunlaştıran ve o yoğunlaşmanın sonucunda ihanete neden olan aslında rantın ta kendisidir. O plan tadillerinde elde edilen rantlar, o planlamaların sonucunda birtakım insanların haksız kazançları ve bedelini ödeyen yurttaşlar... İşte bunun bir başka boyutu da camilerde. Cami alanlarından çıkartılarak bir başka alana sokulan yerler, ama daha da ötesinde, onarımı yapılan tarihî, kültürel miras türbeler, camiler ve bu camilerde haksız elde edilen kazançlar… Buna karşı duyarlı olmak durumundayız. Onun için, bu Meclis araştırmasının gereğini de yapmak durumundayız. İstanbul’a dönük bir sevginin sonucu, İstanbul’a dönük o tarihî, kültürel mirasın dünyayla buluşmasına dönük. Az önce  söyledim, 2010 Kültür Başkenti çerçevesinde baktığımız zaman, Afyon’daki de, Konya’daki de, Anadolu’nun dört bir yanındaki çiftçimiz de, taksicimiz de, kamyoncumuz da…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Soysal, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurun.

ÇETİN SOYSAL (Devamla) – …1 kuruş ve 1,5 kuruş ödüyor.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten insanın içini acıtan olaylardır bunlar.

Şimdi, cami ve medreseler elbette ki tarihî, kültürel mirasımızdır, bunları korumak da hepimizin en biricik, en temel görevidir. 10,7 milyon liralık ihalede yapılmayan işler için 5,6 milyon lira, yani yüzde 53’ü veriliyor ise burada elimizi vicdanımıza koyup bunun gereğini yapmak durumundayız. Yani burada kim bunu yapıyor ise, bunun vebali üzerinde ama o vebali de elbette ki bu Meclis araştırmak durumundadır, bunun üzerine gitmek durumundadır. İstanbul’un tarihî, kültürel mirasına dönük yapılan ihanetlerin de üzerine gitmek gibi bir sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum.

Hepinize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Soysal.

Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel.

Buyurun Sayın Tuncel. (BDP sıralarından alkışlar)

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; CHP grup önerisinin usulen aleyhinde söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten İstanbul Türkiye'nin en büyük kentlerinden birisi, hem tarihî olarak hem kültürel olarak hem de coğrafi olarak belki Türkiye’de eşi görülmemiş güzellikte olan bir kent. “2010 Avrupa Kültür Başkenti” olarak ifade ettiğimiz, bu konuda çok reklamını yaptığımız ancak toplumsal yaşamına baktığımızda ya da İstanbul’un daha görülmeyen arka mahallelerine, sokaklarına baktığımızda ya da İstanbul’da yaşayanların durumuna baktığımızda hiç de “2010 Avrupa Kültür Başkenti” nitelemesine uygun olmayan durumlarla karşı karşıya kalacağız.

İstanbul Türkiye'nin en büyük kenti. İstanbul aynı zamanda ekonomik olarak da Türkiye’yi besleyen bir noktada ancak buna rağmen de çok ciddi sorunları var.

Özellikle imar konusunda CHP Grubunun dile getirdiği durum ciddi bir nokta. Çünkü imar konusunda… İmar planları aslında İstanbul’un doğal yapısını, kültürel yapısını bozacak şekilde ve rant üzerinden ele alınıyor ve bu aslında siyasi iktidarın ya da yerel iktidarın insafına bırakılmış bir durumda. O açıdan, İstanbul’da aslında bugün temel sorun olan deprem, doğal felaketlerden olan sel ya da trafik sorunu, bunlar aslında imar planıyla da alakalı bir durum. Özellikle geçen yıl yaşanan bu sel felaketinde burada da çok konuştuk, bunun temel nedeninin işte dere yataklarının imara açılması olduğunu ve dere yataklarının aslında bir şekilde bir grubun çıkarına kullanıldığını, rant elde edildiğini ifade ettik.

Yine İstanbul’un deprem sorunu… Bir araştırma komisyonu kuruldu, evet bir çalışma yürütüldü burada ancak İstanbul’da depremin olası tehlikelerini ortadan kaldıracak herhangi bir yaklaşım yok. Bunun da özünde aslında bir rant durumu var. Yine, AKP İktidarı, aslında orada özel şirketlerin ya da çıkar elde ettikleri grupların özelliklerini dikkate almaktadır.

Yine, İstanbul’da işsizlik, yoksulluk çok ciddi sorunlardan biridir. “Merdiven altı” diye ifade edilen, aslında insanların emeğinin sömürüldüğü ve gerçekten birçok insanın kayıt dışı çalıştığı alanlardan biridir de aynı zamanda İstanbul.

İstanbul’da özellikle “Kentsel dönüşüm” adı altında AKP İktidarının başlattığı süreç, bütün bu olumsuz süreçleri bir şekilde ikiye katlamaktadır ve yeni olumsuzluklar eklemektedir. “Kentsel dönüşüm” adı altında İstanbul’u daha yaşanabilir bir toplum, bir kent olarak sunan AKP İktidarı -bu, tabii, sadece İstanbul’la sınırlı bir durum değil, İzmir’de de, Ankara’da da, aslında Türkiye’nin birçok yerinde benzer politikaları uyguluyor- “Kentsel dönüşüm” adı altında aslında kentin doğasını, kültürel mirasını hiçe sayarak yeni planlamalar yapıyor. Bu sadece İstanbul’a yönelik bir şey değil ancak İstanbul’da bu çok yoğunlaşan bir durum.

Örneğin Emek Sineması’nın değiştirilmesi ya da en son Tarlabaşı’nda ortaya çıkan durum, Tarlabaşı’nın “Kentsel dönüşüm” adı altında boşaltılması ya da ondan önce Sulukule’de yapılmak istenen şey de aslında kentsel dönüşümle birlikte kentin toplumsal yapısını da değiştirmektir.

Sulukule’de kim yaşıyor? İşte, Romanlar yaşıyor, onları bir şekilde dağıtmak istiyor. Tarlabaşı’nda kim yaşıyor? En çok Kürtler yaşıyor. Kürtlerin buradaki durumunu değiştirmek üzere de bu yapılıyor. Bu boşaltılan yerler, ne yazık ki, yeni rant alanları olarak, orayı terk eden insanların bir daha giremeyeceği alanlar olarak düzenleniyor, özel şirketlere veriliyor. Her ne hikmetse bu özel şirketler de daha çok AKP İktidarına yakın gruplar oluyor ve bunun üzerinden de bir siyaset geliştiriliyor.

Bugüne kadar İstanbul için söylenen bir söz var: “Taşı, toprağı altın.” AKP İktidarı bu “Taşı, topağı altın.” yaklaşımını, taşını, toprağını, suyunu ranta dönüştürerek gerçekten önümüze sürüyor. Rant konusu olmayan, pazar konusu olmayan hiçbir şey kalmamış durumda. Bu çok ciddi bir sorun. Yani, bir kenti düşünecekseniz insansız düşünemezsiniz. Orada yaşayan insanların insanca yaşam koşullarını, sağlıktan eğitime, sosyal yaşam alanlarına, sporuna, düşünmezseniz buradan çok ciddi sorunlar ortaya çıkar. Kaldı ki İstanbul’un dokusuna baktığınızda, bu, depremle birlikte yıkılması gereken yerler çok gündeme geliyor, işte bunların hiçbirine dikkat edilmemiş, alabildiğine çarpık bir kentleşme ortaya çıkmış ve bugün, aslında “Bu sorunla nasıl baş edebiliriz?” diye düşünülüyor. İstanbul’da olası bir depremde ne kadar insanın yaşamını yitireceği büyük bir tehlikedir. Hep bunu söylüyoruz ama bunun tedbirlerini almak konusunda, depreme dayanıklı yapılarla birlikte aslında mevcut olan, dayanıksız olan yapıları güçlendirme konusunda hiçbir adım yok. Bu konuda siyasi iktidar görev almıyor. “Özel mülkiyet sahipleri bunu görevlendirsin.” diyor yani sadece kamu kurum ve kuruluşlarının binalarını biz güçlendiririz, diğerini vatandaş yapsın. Peki, vatandaş nerede yapsın? Vatandaş nereden getirsin? Zaten zar zor koşullarda yaşıyor, ekonomik olarak bu insanları yaşayamaz duruma getirmişsiniz ama bunu da halktan bekliyorsunuz.

Şimdi, en son, bütçe açıklandı. İstanbul’un bütçesi on iki bakanlıktan, Cumhurbaşkanlığından, Anayasa Mahkemesi Başkanlığından daha yüksek. Biz buradan soruyoruz: Büyükşehir Belediyesi bu bütçeyi nasıl harcıyor, neye göre harcıyor? Sosyal alanlara harcadıkları nedir? Trafik sorununu nasıl çözmek istiyor? Trafiği çözmek için harcadığı nedir? Deprem konusunda harcadığı nedir? Bunların hiçbirisine cevap yok. İstanbul bütün bu sorunlarla birlikte hâlâ çok ciddi bir tehlikeyi barındırıyor. Bu noktada sadece tabii ki iktidarın problemi değil, bu, bütün hepimizin problemi ve biz bunu problem ettiğimiz için burada söz söyleme gereği duyuyoruz.

Bir defa, siz yaşanan coğrafyayı oradaki toplumsal yapıdan, insanlardan bağımsız düşünemezsiniz. Bir yapı yapacaksanız, bir çivi dahi çakacaksanız buna oradaki insanlarla birlikte karar almak durumundasınız. Sorunları çözmek açısından bu hem demokrasinin gereğidir. Demokrasi sadece dört yılda bir, beş yılda bir milletvekili seçimi, belediye başkanı seçimi ya da meclis üyelerinin seçimiyle olmuyor. Asıl önemli olan, kent demokrasileridir. Kentlerde insanların yaşam düzeyi nedir? Aradaki adaletsizlik nedir? Ücretler arasında, yaşam koşulları arasındaki durum nedir?

İstanbul sanırım bu konuda da çok önemli bir örnek. Bir yandan alabildiğine zenginler, bir yandan alabildiğine yoksullar, hatta açlık sınırında olanlar. Bütün bu dengesizliği… Bu dengeyi nasıl kuracaksınız? Bu bir demokrasi sorunudur. Kentsel dönüşüm derken de, yaşam alanlarını yeniden düzenlerken de bunu ifade etmek durumundasınız. İmar planıyla, sadece plan üzerinde bir çizim yaparak, nereden daha çok para elde edebilirizle, nereyi yeni pazar hâline getirebilirizle bu iş çözülmüyor. Yeni pazar hâline getirdiğiniz yerlerde belki yeni yaşamları söndürüyorsunuz, belki de oradaki kültürel kaynakları tahrip ediyorsunuz, belki de geleceğe taşınacak olan insanlığın ortak miraslarını yok ediyorsunuz. Bütün bunlar tartışılmadan sadece bir planlama üzerinden ele almak çok ciddi bir sorundur.

O açıdan biz her ne kadar bu şeyin aleyhine söz almış bulunsak da bu araştırma önergesinin dikkate alınmasını ve bu konuda sadece İstanbul açısından değil, aslında imar planlarının bütün Türkiye açısından, insanın daha iyi yaşayabilmesi, daha demokratik, eşitlikçi bir ortamda adil yaşayabilmesi ve rantın olmadığı, insanların daha mutlu olduğu bir ortamda yaşayabilmesi açısından bu planların önemli olduğunu ve bu planlar gerçekten kimsenin çıkarına, hiçbir siyasi grubun sadece iktidarın değil, muhalefetin de -sonuçta yerellerde sadece AKP İktidarı yok, diğer yerellerde de iktidar  olan partiler var- dolayısıyla hiçbir siyasi grubun kendi iktidarı için kullanmayacağı bir nokta olmalıdır. Bu açıdan yerel yönetimler önemli bir noktadır. Gerçekten, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ciddi bir sorun. Belki de bu konuda bizim Barış ve Demokrasi Partisi olarak önerdiğimiz Demokratik Özerklik Projesi’ni bu anlamda da tartışmak gerekiyor. Sorunları yerelde çözmek, yerelde demokrasiyi geliştirmek, gerçekten yerelde insanların yaşam koşullarına karar verebilecek ve halkı bu noktada yönetime katabilecek, halkı kentin yönetimine katabilecek olanakların yaratılması açısından da Demokratik Özerklik Projesi’nin tartışılmasının ne kadar önemli olduğu bir kez daha açığa çıkıyor. Örneğin İstanbul’da özerk bir bölgenin oluşturulması, İstanbul’un bütün zenginliklerinden tutalım yaşam olanaklarının halkla birlikte paylaşılması…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Tuncel, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

…halkla birlikte karar vermek, sanırım, imar planından tutalım kentsel dönüşüme kadar, yaşam alanlarını yeniden birlikte düzenlemeye kadar ve demokrasi kültürü açısından da önemli bir proje.

Biz bu vesileyle, bir kez daha, siyasi gruplara, bizim önerdiğimiz Demokratik Özerklik Projesi’ni de tartışmaları ve bunu Türkiye’nin geleceği açısından da önemli bir çözüm projesi olarak görmeleri gerektiğini düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tuncel.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi lehinde söz isteyen Mithat Melen, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Melen. (MHP sıralarından alkışlar)

MİTHAT MELEN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi üzerinde söz almış bulunuyorum. Saygılar sunuyorum.

Şimdi, bir kere, İstanbul derken şundan önce bahsetmemiz lazım: Türkiye nüfusunun yüzde 17’si, Türkiye gayri safi hasılasının yarısı, yüzde 45’in üzerinde, bu çok önemli bir rakam yani Türk ekonomisinin, bir yerde, önemli bir payını nüfusun yüzde 17’si alıyor. Tabii eşit miktarda alıyor, almıyor, onu tartışırız ama burada çok önemli bir gelir adaletsizliği de söz konusu tabii. İşte, öyle başlarsanız işe, öyle büyük bir kentin, nüfusu 13-14 milyonu aşmış bir kentin sorunları da o sayılar kadar büyük. Niye büyük? Yani sadece imar meselesiyle işe bakmanın da o kadar fazla doğru bir yaklaşım olduğunu sanmıyorum. Doğru, trafik yoğun, yeşil alan yok, tarihi, kültürü ve mirası doğru koruyamıyoruz, bunların hepsi doğru ama esas doğru olan bir şey var: Acaba bu yönetim biçimi, başta büyükşehir belediyeleri yönetim biçimi yeterli mi? Onun da yeterli olmadığı fikrindeyim. Yani İstanbul’da yeni bir yapıya ihtiyaç var her şeyden önce.

Şimdi şaka gibi geliyor buradaki birtakım sayın ve sevgili dostlarımıza, arkadaşlarımıza. Sadece ve sadece kanalizasyon sorununu çözmek için Dünya Bankası Raporu’na göre 10 milyar dolara ihtiyaç var. Bunlar şaka rakamlar değil. Yani niye hepimiz burada ezbere biliyoruz Ayamama Deresi’nin ismini veya Cendere Deresi’nin ismini? Ezbere biliyoruz, ikide bir taşıyor çünkü. Niye? Altyapısını yapmadığımız için, yapamadığımız için. Ayrıca da maalesef ve maalesef politik nedenlerle, ikide bir yanlış imar planları, düzgün olmayan yaklaşımlar, ikide bir yanlış yorumlar yüzünden de daha zor bir hâle getiriyoruz İstanbul’da yaşamayı. Amsterdam’dan üç saatte uçakla geliniyor İstanbul’a, İstanbul’dan evinize gitmek için üç saat gerekiyor. Sadece İstanbul’da yol yapmayanların hatası mı o? Yoo. İstanbul’da, herkesin orada sorumluluğu var; otomobil üreticilerinden tutun da bankalara kadar, bizim de burada milletvekili olarak sorumluluğumuz var ki İstanbul’a o yeni yönetim biçimini bir türlü yerleştiremiyoruz. İstanbul, sadece işte son zamanlarda konut sayısı artan bir yer hâline geldi ama öyle bir yer ki konut sayısı artıyor, doğru. Evet, ekonomi açısından da tetikliyorsunuz bazı şeyleri inşaat sektörüne yol vererek, o da doğru. Ekonomiyi tetikliyorsunuz. Ama ne yapıyorsunuz? Bir kâbus hâline getiriyorsunuz İstanbul’da yaşamayı. Çıkın bir Gayrettepe’ye, öğle vakti, saat 12.00’de bangır bangır jeneratörler çalışıyor. Niye çalışıyor? Elektrik kesiliyor diye çalışıyor. Dünyanın en pahalı elektriği İstanbul’da mesela. Niye? Bu jeneratörler yüzünden. İkide bir elektrik kesiliyor. Sular akmıyor doğru dürüst. Kanalizasyonlar doğru değil. Dereler taşıyor. Hiç bunları böyle düşünmeyip yani İstanbul’u bir seçim olarak da kendimize hep şey seçiyoruz, “İstanbul Türkiye’nin aynasıdır.” diye kendimize de hedef seçiyoruz ve hakikaten, başbakan da çıkarıyor, doğru ama bir de İstanbul’la uğraşmak lazım, yani gerçekten uğraşmak lazım. İstanbul’u korumak gerektiğine inanıyorum.

Mesela, 2004’le 2009 yılları arasında o kadar çok sayıda plan tadilatı yapılmış ki o imar planları, plan kalmamış ortada. Zaten yok. Ayrıca, yaptığınız o plan tadilatları ne işe yarayacak, onda da epeyce düşünmek lazım. Bugün birçok semte itfaiye giremiyor yollar dar, birçok semte cankurtaran giremiyor. Siz, sıkıysa, gerçekten, bir cuma akşamı hasta olun -inşallah olmazsınız- da bir cankurtarana sizi atsınlar, bir hastaneye götürsünler bakalım İstanbul’da. Gidemezsiniz ki! Hele Nişantaşı’nda hastaneler var mesela, Nişantaşı’na girilmiyor ki hastaneye gidebilesiniz.

Bunları, tabii, böyle defalarca söylemek belki birilerimizin aklının bir tarafında şey bırakır. Bence, İstanbul’a, değil araştırma yapmak, oturup özel yasalar çıkarmamız lazım çünkü İstanbul’un yönetimleri bunları çözecek kabiliyette değil artık. Yani adamları, onları bunları, “O kötüydü, bu iyiydi.” diye suçlamakla da olmaz bu. Bu yapıyı yeniden değiştirmek lazım.

Geçen gün New York’ta bir acı yaşadım, bunu söylemek zorundayım. New York Belediyesi beş yüz yıl sonraki -dikkatinizi çekiyorum, beş yüz yıl sonraki- kanalizasyon ve su durumunu inceleyen bir seminer yapmıştı. Beş yüz yıl sonra… E, canım, aramızdaki fark da öyle oluyor zaten, biz yarınla uğraşıyoruz, beş yüz yıl sonrasını yapıyorlar ve bunun için de bir dizi yapmışlar, televizyonlarda yayınlanıyor -Türkiye’de bile, isterseniz seyredersiniz- “Beş yüzyıl sonra New York ne olacak, altyapısı ne olacak, kanalizasyonu, elektriği, suyu ne olacak?” diye. Biz, bırakın beş yüz yılı, yarından emin değiliz.

2004 Temmuzunda il sınırı ile büyükşehir belediye sınırı birleştirilmiş. Demin söyledim, o büyükşehir belediyeleri konusunda da büyük tereddüdüm var, o yasaları da yeni baştan gözden geçirmemiz lazım, büyükşehir yapısı yetmiyor ama neyse… İl sınırı ile büyükşehir belediye sınırları birleştirilmiş 2004 yılında, altı senedir onlarla ilgili imar planları bitirilememiş. E, bitirilemeyince, işte, Silivri, Çatalca, Şile, Arnavutköy, Büyükçekmece, hatta Eyüp… Eyüp’te inşaat yapamıyorsunuz, yeni inşaat ama ne yapıyorsunuz onun yerine? İşte, Yenibosna, Levent, Şişli, Ayazağa, bütün oralarda yeni inşaat izinleri değil, eskilerini kullanıp işte gökdelenler yapıyoruz bol bol. Onların altyapıları da tamam değil. O gökdelenleri yaptığınız zaman Levent’in alt kısımlarındaki lağımlar taşıyor.

Yani bir de ben kendi arabamı kendim kullandığım için -şoförüm falan da yok- o trafiğin içerisinde arada sırada ben de söyleniyorum “Milletvekillerimiz uyuyor mu?” diye, “Bunları çözmüyor.” diye ben de söylüyorum. Yani insan olarak yaşıyoruz bunları ama -herhâlde- ben görüyorum arada makam arabaları yolları açıyor ve bütün o polislerle birlikte İstanbul’dan sayın  büyüklerimiz geçtiği zaman bu sorunları görmüyor tabii. Kendi arabasını da kimse kendi kullanmadığı için, onun için… Yani çok zor işler bunlar.

Okul ve hastane sorunları çok büyük. Bütün okullar ve hastaneler şehrin ortasında, çocuklar okula gidemiyor. Sabahleyin altıda bütün ufacık bebeler ağlayarak minibüslere biniyorlar. Dünyanın hiçbir tarafında 6 kilometreden fazla on dört yaşından küçük çocukların gitmesi için izin yok yani servis aracıyla bile olsa. Biz, Florya’dan Büyükçekmece’ye veya Florya’dan Pendik’e çocuk götürüyoruz, minibüslerle taşıyoruz -komedi- altı yaşındaki çocukları. Okullarda çok yoğunluk var. 80 kişilik sınıflar var İstanbul’da. Hiç bunları düşünen yok.

Yani turizm mesela, bu Turizm Yasası’nı kullanıp İstanbul’a rezidans yapıyoruz. Anadolu kıyısında daha fazla turizm tesisine ihtiyaç var ama “hayır” biz illa batıda yapıyoruz, batı daha cazip çünkü. Onlara turizm izni verilmiş. Maalesef o gökdelenlerin çoğuna turizm izni verilmiş yani otel yapma izni verilmiş, onlar rezidans hâline getirmiş hepsini. Ya bunlar gerçekten bu kürsüde bile söylenmesi acı şeyler. Bizim bunları çözmemiz lazım. 21’inci yüzyıla girmiş Türkiye’de, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bunların konuşulmaması lazım. Kanunsa kanun, araştırmaysa araştırma, yönetimse yönetim, bunları çözmek lazım.

Derenin taşıp insanların uyurken öldüğü bir İstanbul nasıl kültür merkezi oluyor da finans şehrinden bahsediyorsunuz, finans merkezinden  bahsediyorsunuz? Yazık… Bunları burada çözemiyorsak eğer, bunları beceremiyorsak hâlâ bu işi… Yani işte yine seçim yaklaşıyor. Seçimde bütün bunları yine konuşup, bu imar planı dâhil, yine bir sürü söz verip ama yapmayacağız, yerine getirmeyeceğiz, bir dört sene daha geçecek.

Bakın, İstanbul ayrı bir, hakikaten ayrı bir durum, ayrı bir case, ayrı bir olay. Ona başka türlü bakmak lazım. Bir de benden önce konuşan arkadaşlarımdan biri söyledi, gerçekten 1 metre kazınca Osmanlı çıkıyor, 2 metre Selçuk, 3 metre Bizans, 5 metre… Hep tarih, yedi bin yıllık bir tarih ama yedi bin yıl önceki tarihte yapılan yapıları gördüğünüz zaman utanıyorsunuz gerçekten şimdi yaptığımız yapılardan ve bir de deprem var tabii yani bunu da acı geliyor bana söylemek. 7,5 bir deprem İstanbul’u ortadan kaldırabilir. Bir tek çözüm var, yıkıp yeni baştan yapmak, hiç olmazsa imar planlarını değiştirmek, belki katı, boyu yükseltmek, müteahhitlere de yeni imkân açmak, bir de fiyatı düşürmek İstanbul’da.

İstanbul’da konut da çok pahalı, New York’tan pahalı, ekonomik değil. 150 metrekare bir binanın 2,5 milyon dolar olması komedi. Bunu da çözmemiz lazım, bunu da düşünmemiz lazım. Yani hepsini düşünmemiz lazım. Düşünecek yer de bir tek burası, başka yer değil. Yani bunu belediyeleri suçlayarak, onun üzerine atarak da yapamazsınız. Bazı ufak tefek değişiklikleri yaptık, metroyu falan yapmak için. Onları da özelleştirmemiz lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MİTHAT MELEN (Devamla) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Melen.

MİTHAT MELEN (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

Korkmadan özelleştirmemiz lazım metro hatlarını çünkü İstanbul’a artık vasıtaya… Yeni köprü bile tereddüdüm var çünkü köprü yapmaya karşı olmak biraz gerilik gibi geliyor bana da ama köprünün yanında gerçekten tren yoluna, demir yoluna ihtiyaç var. İstanbul’un altından hareket etmek lazım. Onun da tek yolu, bana sorarsanız, özelleştirmekle ilgili. Niye korkmadan özelleştirmiyoruz onları? O bütün bu işle uğraşan, İstanbul’u kullanan, İstanbul’dan yararlanan, İstanbul’dan istifade eden her kurumun, herkesin İstanbul’a yatırım yapması lazım. Bunu da yasalarla burada çözebiliriz. Otomobil mi satıyorsunuz? “Oraya önce bir metro hattı aç, sonra sat.” demek lazım. Bütün bunları çözmemiz mümkün.

Onun için bu araştırma önergesi, hatta bu araştırma önergesinin ötesinde bir İstanbul kanunu çıkarmakta yarar var. Yeni baştan oturup düşünmemiz lazım ve İstanbul’a bir başka gözle bakmamız lazım.

Bu duygu ve düşüncelerle saygılar sunuyorum. (MHP, AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Melen.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi aleyhine söz isteyen İdris Güllüce, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Güllüce. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Saygıdeğer milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

En son konuşmacı olan Değerli Hocam Mithat Melen Bey’e de teşekkür ediyorum. İstanbul için ayrı bir yasa olması gerektiğine yüzde yüz katılıyorum, hatta yasalar olması lazım. 200 bin, 300 bin, 400 bin, 1 milyon nüfuslu yerler ile 15 milyonu geçen bir kentin, bir Hollanda büyüklüğünde, iki tane Yunanistan büyüklüğündeki bir kentin aynı yasalarla, aynı mantıkla yönetilemeyeceğine yüzde yüz katılıyorum, Hocama da teşekkür ediyorum.

Değerli dostlar, değerli milletvekilleri; ihanet kelimesi çok zor kullanılacak bir kelime. Bu ülkede hiç kimsenin kendi ülkesine, milletine ihanet etmeyeceğini, hiçbir belediye başkanımızın, bugüne kadar gelmiş, bundan sonraki belediye başkanlarımızın da -bunlar milyonlarca insanın seçtiği kişilerdir, meclisleri vardır, meclisler de milyonlarca insanların oylarıyla seçilmektedir- ihanet kelimesinin doğru olmadığını ve değerli CHP’li konuşmacı kardeşimin sürçülisanla bu kelimeyi kullandığına inanıyorum. Bütün belediye başkanlarımız, ülkemizi yöneten herkes fedakârlık yapmışlardır. Yerel yönetimler zor şeydir, öyle kolay kolay belediye başkanlığı yapılamaz. Ben ağaçtan düşen biri olarak bunu biliyorum, bütün belediye başkanlarıma da başarılar diliyorum.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Oradaki ihanet medeniyete, anlayışa ihanet, yoksa vatana değil.

İDRİS GÜLLÜCE (Devamla) – Doğru değil ama, gene de onu kullanmamak lazım, gene de daha başka, uygun bir kelime kullanmak lazım.

Yaşanabilirlik sıralamasında bir rakam verildi. Tabii, bu da doğru değil. Şimdi, bir özel şirket, uluslararası bir şirket, Türkiye'ye de böyle bakışı hoş olmayan bir şirket, sokağa bile çıkılması mümkün olmayan bir şehirdir diye İstanbul’u damgalayan bir şirketin sıralaması bu. 124’üncü sıra demiş, iyi ki de 250’nci dememiş. Zaten bizimle problemi olan, ülkemizle, milletimizle problemi olan bir şirketin rakamıdır bu. Hatta İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu konuda dava açacaktır “Böyle bir hakkı da yoktur bu millete, bu memlekete böyle bir yanlışlık yapmaya.” diyerek.

Ayrıca, nasıl oluyor da geri gidiyoruz? Yani 1984 ile 2010’u mukayese edeceksiniz ve “25 rakam geriye gitti.” diyeceksiniz. Olabilir mi?

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Olur, göreli olarak, nispi olarak olur.

İDRİS GÜLLÜCE (Devamla) – Arıtması hiç yok. Arıtması hiç olmayan bir İstanbul’u tasavvur edin “Bugünkü İstanbul’dan daya iyiymiş ki, yaşanabilirmiş.” diyeceksiniz!

Metrosu hiç olmayan İstanbul’u bir düşünün -84’te metro yok İstanbul’da, 89’da metro başlamış- bugünkü İstanbul’dan iyi olacak!

Ümraniye’nin tam ortası çöp alanı, çöpten insanlar patlıyor, bugünkü İstanbul’dan iyi olacak!

İçme suyu bulunamıyor, bulunsa da “Aman kaynatmadan içmeyin.” denen bir İstanbul var ve bugünkü İstanbul’da da İSKİ kampanyalar açıyor “Ne olur, damacana suyu kullanmayın, İSKİ’yi kullanın, bizim suyumuz daha kalitelidir.” Şimdi, bugünkü İstanbul 84’teki İstanbul’dan kötü olacak! Bunu anlamakta zorlanıyorum.

150 bin abonesi olan bir doğal gaz, 80’li yıllarda…

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Siz yeterince kaynatıyorsunuz zaten!

İDRİS GÜLLÜCE (Devamla) – Ben sizleri çok sükûnetle dinledim, beni de dinlerseniz mutlu edersiniz. Ben de sizi çok sükûnetle dinledim.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Su havzalarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

İDRİS GÜLLÜCE (Devamla) - Doğal gazda 150 bin abonesi olan bir yerden 3,5 milyon abonesi olan bir İstanbul. Göztepe sapağından aşağı inerken maske kullanma ihtiyacı duyulan bir İstanbul’dan bugün hava kirliliği sıralamasında dünyanın en güzel kentlerinden birisi olan bir İstanbul’a dönüşen nasıl olur ki 84’ten daha geri olur?

Metrobüsü olmayan bir İstanbul… Bugünkü İstanbul iki sene önceki İstanbul’dan bile metrobüsü olduğu için daha iyi bir İstanbul’dur.

Yakında bitecek olan Marmaray Projesi’yle Pekin’i Londra’ya bağlayacak olan bir İstanbul ile 84’ün İstanbul’unu mukayese etmek nasıl olur, bunu bilemiyorum.

Tabii, Boğaz Köprüsü’ne karşı çıkmak bu ülkenin kaderinde vardır, otuz yıllık, kırk yıllık bir tartışmadır. Neredeyse, bir zamanlar Keban Barajı da tartışılmıştır. Ama bugün, İstanbul’da sis olduğu, birkaç saat sis olduğu zaman, vapurların çalışmadığı zaman on binlerce, yüz binlerce, milyonlarca insanın işe gitmediğini bir tahayyül edin, görün -Üç gün önceyi konuşuyorum- ve bu arada da 2 tane İstanbul boğaz köprüsünün olmadığını bir düşünün; boğaz köprüsüne evet mi dememiz lazım, hayır mı dememiz lazım onu değerlendirin sevgili dostlar. 

180 tane son birkaç yıl içinde yapılan alt geçit var ve cumhuriyet döneminden taa 1995’lere kadar yapılanların tümünden fazla olan bir alt geçit sayısı. Böyle bir İstanbul, yani sokak diliyle “Battı, çıktı” denilen yapı yapılmış, böyle bir İstanbul nasıl oluyor da eski İstanbul’dan iyi olmuyor, bunu anlamakta zorlanıyorum.

3’üncü boğaz köprüsüyle ilgili genelde bir yanlış bilgi var. O arazinin dörtte 3’ü devlet ormanı. O arazinin dörtte 3’ü devlet ormanı ve tarım arazisi; planlama yapamazsınız. Dolayısıyla “3’üncü boğaz köprüsü yapıldıktan sonra, planlamalarla işte kente açılır” sözü teknik anlamda doğru değildir, Orman Kanunu’na terstir bu.

Sayın Kadir Topbaş Bey ile ilgili bir ithamda bulunuldu. Çok doğru değil, yanlış; aksine takdir edilecek bir şey burada yanlış sunuldu. Takdir ve teşekkür edilecek bir konu burada yanlış sunuldu. Bakın -bunlara girmemek lazım siyaset olarak- 1990 senesinde bu bina, imar planında ticaret, 2004’te yine ticaret ve bu vatandaş, yani Sayın Büyükşehir Başkanı iskânı olan, planda ticaret olan bir yeri gidip satın alıyor. Sonra incelemeler, Tarih Kurulu bakıyor ki, burası daha önce cami imiş, yıkılmış, bina yapılmış. Türkiye’de kaç bin tane yıkılmış, bunun birçok örneği de var. Bunun üzerine Sayın Başkan 2010’da orayı cami planı hâline çevirtiyor. Kendi mülkünün, parayla satın aldığı, iskânı olan ve daha önce yıllarca ticaret alanı olarak kullanılan bir yeri, iskânı da olan bir yeri kendi isteğiyle cami alanına çeviriyor. Bu, eleştirilecek değil, bana göre takdir edilecek -çünkü bir servet kaybıdır- bir şeydir.

Tarihî ve kültürel değerleri korumayla ilgili de, istatistiki -vaktimiz yetmiyor- rakamlarla konuşmak mümkün ama elli yıl önceye gidilsin, elli yıl içerisinde İstanbul’da tarihî ve kültürel eserlerin toplam miktarına, gerek maddi anlamda gerek sayısal olarak bakılsın, son üç, dört, beş seneye de bakılsın, inanıyorum ki beş seneki daha fazladır.

Efendim, İstanbul, birleşik belediyeler birlik başkanlığı için, konuşmacı arkadaşımız “Çok önemli değil.” dedi, “İftihar edebilirsiniz.” dedi. Tabii ki ederiz. Türkiye'nin bir belediye başkanı, Türkiye'nin bir belediyesi, dünyanın bütün birleşik belediyelerinin başına gelmiş. Efendim, daha önce de varmış. Biz o belediye başkanlarımızı da -kimse onlar- onları da takdir ederiz. Hatta, bu arada, MHP Grubuna, Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna, BDP Grubuna da bu seçimde, Türkiye vatandaşı olarak, bir araya gelerek, delegasyon olarak aynı belediyeye, İstanbul Büyükşehir Belediyesine oy verdikleri için de teşekkür ediyorum. Bu delegasyon millî bir görev yapmıştır, onlarca kere teşekkür ediyorum. Ama, biz iftihar ederiz, hangi partiden olursa olsun, eğer ki Türkiye'nin bayrağını taşıyan bir belediye, gitmiş, uluslararası bir yerde 1 numarayı almışsa, biz o belediye başkanlığından da iftihar ederiz, o 1’incilikten de iftihar ederiz, milletimizin de iftihar edeceğini göğsümüzü gere gere söyleriz.

Efendim, bildiğiniz gibi İstanbul Belediyesi ve Kocaeli Belediyesi –süremiz azaldı- hepinizin bildiği gibi, il hudutları belediye hudutlarıdır. Bu son çıkan mevzuatla -işte, 2004’tür- bu hâlle, İstanbul hudutları 3 katına çıkmıştır alan olarak, metrekare olarak. Daha önce yüzde 33’ü planlı veya kent içiyken yüzde 66 yeni bir alan katmışsınız ve plansız bir alan. Dolayısıyla bu planlar yapılmaya başlanmış ve -1/100.000’lik- çok kısa sürede bitirilmiş, yargıya götürülmüş vesaire ama şu gün, 1/100.000’lik çevre planları caridir. 1/5.000’ler İstanbul’da çoğunlukla bitirilmiştir. 1/1.000’likler çoğunlukla bitirilmiştir. Daha önceki planlamalarda hiçbir şekilde göz önüne alınmayan zemin emniyeti kat sayısı göz önüne alınmış, Türkiye’de ilk defa ve sadece İstanbul’da -sadece İstanbul’da, üzerine basarak söylüyorum- 250 metrede bir taban araştırması, zemin araştırması yapılarak planlar yapılmıştır. Bu planlardan dolayı da İstanbul Belediyesine ve İstanbul Belediyesinde hizmet eden belediye meclis üyelerine teşekkür ediyorum, tebrik ediyorum.

İstanbul’da plan yapmak kolay değil. Boğaziçi öngörünüm var, sit alanları var, tarihî eserler var, havza alanları var. Buralarda plan yapacaksınız ve bu planların çoğunu da daha önce yerleşim yeri olan yerde yapacaksınız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Güllüce, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurun.

İDRİS GÜLLÜCE (Devamla) – Elbette, burada problemler çıkacaktır. Değerli Hocamın söylediği gibi bugüne kadar yeterli planlar yapılmamış ve İstanbul ihmal edilmiştir, ayrı bir yasa olmasının da bu sebepten gerektiğini hatırlatmak istiyorum.

Türkiye genelinde planlamada geç kalınmıştır. Hatırlarsanız bir zamanlar bütün planlar Ankara’da yapılıyordu. Koca koca 50 binlik, 100 binlik, 300 binlik kentler oluştu; sonra? Sonra bunlar beldeye dönüştü, sonra bunlar kente dönüştü, sonra bunlar belediyeye dönüştü. Plan? Plan yok. Deprem? Deprem bilmiyor. Mühendislik? Mühendislik hizmeti almamış. Şimdi, bunları çözmekle ilgili bir çaba harcıyoruz. Bunları siyasi bir malzeme olarak kullanmanın da doğru olduğuna inanmıyorum. Bu, Türkiye'nin bir dinamizmi… Ama keşke yirmi sene, otuz sene, kırk sene, elli sene, işte (n) sene önce bu mantıkla, zemin emniyetini bilen, planlı bir kentleşmeyi bilen bir anlayışla bu ülke yönetilmiş olsaydı, bugün belki çoğu şeyi konuşmamış olacaktık.

Plan sayısıyla ilgili bir yanlışı düzeltmek istiyorum. Bir yerde plan yaptığınızda, yüzlerce, binlerce, o plana itiraz var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS GÜLLÜCE (Devamla) – Her itiraz dosyasını komisyona getirip meclisten tekrar geçireceksiniz. Yaptığınız on tane, yirmi tane plan tadilatıdır ama görünürde sanki iki bin tanedir. Çünkü o bölgedeki insanlar itiraz etmişlerdir ve itirazları yasal mecburiyetten cevaplandırmak zorundadır.

Yeterli olmadı anlatacağım şeyler; teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Güllüce, teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmemiştir.

Danışma Kurulunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

B) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

                                                                                                        Tarih: 25/11/2010

Danışma Kurulunun yaptığı toplantıda, ekteki önerinin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.

                                                                                                        Mehmet Ali Şahin

                                                                                               Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                Başkanı

 

Bekir Bozdağ

K. Kemal Anadol

 

Adalet ve Kalkınma Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi

 

Grubu Başkan Vekili

Grubu Başkan Vekili

 

Mehmet Şandır

Hasip Kaplan

 

Milliyetçi Hareket Partisi

Barış ve Demokrasi Partisi

 

Grubu Başkan Vekili

Grubu Başkan Vekili adına

Öneri:

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan 567 sıra sayılı Kanun Tasarısının bu kısmın 7 nci sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi,

Önerilmiştir.

BAŞKAN – Öneri üzerinde söz talebi? Yok.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1'inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ

1.-  Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2'nci sırada yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3'üncü sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay Kanunu Teklifi ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe komisyonları raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay Kanunu Teklifi ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (2/594) (S. Sayısı: 510)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

4’üncü sırada yer alan, Kütahya Milletvekili Soner Aksoy'un; Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

4.- Kütahya Milletvekili Soner Aksoy'un; Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (2/340) (S. Sayısı: 395)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

5’inci sırada yer alan, Konya Milletvekili Kerim Özkul ile 7 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

5.- Konya Milletvekili Kerim Özkul ile 7 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun  Tasarısı  ile  Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/781, 1/958) (S. Sayısı: 571) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.

Geçen birleşimde, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülen tasarının 6’ncı maddesi kabul edilmişti.

Şimdi, 7’nci madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi  Başkanlığına

571 sıra sayılı kn. teklifinin 7. maddesinin teklif metninden çıkarılmasını arz ederiz.

 

Akif Akkuş

Beytullah Asil

Oktay Vural

 

Mersin

Eskişehir

İzmir

 

Nevzat Korkmaz

 

Ahmet Duran Bulut

 

Isparta

 

Balıkesir

BAŞKAN -  Komisyon önergeye katılıyor mu?

                          

(x) 571 S. Sayılı Basmayazı 24/11/2010 tarihli 20’nci Birleşim Tutanağına eklidir.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN -  Hükûmet katılıyor mu?

DEVLET BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Trabzon) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Önerge üzerinde söz isteyen Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; teklifin 7’nci maddesinin metinden çıkarılması için verdiğimiz önerge üzerinde söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, dün akşamki oturumda 3’üncü madde için verdiğimiz önerge üzerine yine söz almış, bizim gibi kaynakları sınırlı ve henüz ülkesinde yükseköğrenim öğrencilerinin  barınma problemini, yurt problemini çözememiş bir ülkenin yurt dışına giden öğrencileri için ülke dışında yurt açmasının ve işletmesinin israf olacağını, ülkemizde milyonlarca öğrencinin yurt problemi çözüm beklerken hâli vakti en azından nispeten yerinde olan çevrelere yönelik bir tribün şovu olacağını söylemiş, bundan vazgeçilmesini istemiştim.

Kıymetli arkadaşlar,  dışarıya en çok öğrenci gönderen milletlerden biri de Japonlardır. Dünyanın neresine giderseniz gidin mutlaka Japon öğrencilerle karşılaşırsınız. Japon Hükûmeti de öğrencilerin öğrenimlerini dışarıda tamamlamalarını ve böylece dünyayı tanımalarını ister, maddi olarak da teşvik eder ancak hiçbir zaman hiçbir Japon hükûmetinin aklına dışarıda yurt açmak, yurt yapmak gelmemiştir. Kaynakları olmadığı için mi? Tabii ki hayır. Herhâlde, böyle bir yapılanmanın faydalı olacağını düşünseler, tüm ülkelerde hatta tüm büyük şehirlerde yurt yapmak, yurt açmak onlar için sorun olmasa gerek. Ancak, bu aklı kim verdiyse bizimkilere, onlara şunu hatırlatmak isterim ki; dışarıya öğrenci göndermenin bazı nedenleri vardır. Nedir bunlar? Bir, kendi alanında dışarıdaki gelişmeleri takip etsin, içine kapanmadan, dostluklarını geliştirerek, bu gelişmeleri, yenilikleri öğrensin, bu şekilde ülkesine transfer etsin; iki, dünyanın her tarafında iş yapacak bilgi, görgü ve deneyimi kazansın; üç, iyi bir yabancı dil öğrensin, beklentileridir.

Yapacağımız yurtlarda yurt dışına gönderdiğimiz öğrencileri toplayacaksınız, sabah-akşam, hatta tatil günleri bile bir arada olacaklar. Sorarım sizlere, bu beklentilerden hangi birini karşılayabileceksiniz? Hakikaten böyle bir projede öngörü yok, iyi niyet yok.

Tekrar ediyorum, dışarıya gönderdiğiniz öğrencileri, kendisine burs vererek, kredi vererek yahut aile bütçesinde vergi indirimleri ya da muafiyetleri temin ederek destekleyebilirsiniz. Şayet özel bir niyet yoksa, kusura bakmayın, bu işleri bilmiyorsunuz arkadaşlar. Bir şeyler yapıyor gibi davranıyorsunuz, bir şeyleri çözüyormuş gibi bir hava pompalıyorsunuz. Sadece dostlar alışverişte görsün misali sıfıra sıfır elde var sıfır. İşinizi yapmamanızı da belki anlayabiliriz ama yapılanları da bozuyorsunuz. İktidarınızda geçen sekiz yıl, maalesef, bozulmaların, çözülmelerin yaşandığı yıllar.

Ben, burada, bir halk ozanımızın, Sayın Ahmet Şafak’ın bir dörtlüğünü sizlere hatırlatmak istiyorum. Diyor ki ozanımız: “İmamız dediniz dinden ettiniz/Doktoruz dediniz candan ettiniz/Yarından, bugünden, dünden ettiniz/ Beyler bu vatan size neyledi/Besledi, büyüttü, adam eyledi.”

Bir şeyleri değiştirmek, kronik problemleri çözmek için sekiz yıl, hele hele tek başına iktidar olunmuş bir sekiz yıl yeter de artar bile. Ülkemizin ne siyaset üstü millî eğitim politikasını oluşturabildiniz ne de ülke yararına bir yükseköğretim projeniz oldu. Yurt dışına öğrenci göndermede bile bir ilkeniz, hedefiniz olmadı. Saldım çayıra mevlam kayıra misali altyapısı olmayan hatta denklik sorunu yaşayan ülkelere bile öğrenci gönderilmesine ve böylece ülkenin milyonlarca dolarlık kaynağının israfına sebep oldunuz. Barınma problemini çözmüş ve öğrencilerimize kontenjanlar tanıyan ülkelere gitmelerine izin verseniz ya. Üniversite harçlarından burs ve kredilerin yetersizliğine, barınma-beslenme problemlerinden sosyokültürel ihtiyaçlara, hoca yetersizliğinden fiziksel şartlardaki olumsuzluklara kadar her şey ortada dururken rektör atamaları, dekan atamaları, üniversitelerdeki kadrolaşmalar, üniversite bütçeleriyle terbiye etmeler, ihaleler oldu kaygılarınız. Şimdi de yurt dışında yurt yapmaya soyunuyorsunuz. Sorunları çözmek değil maksadınız, kusura bakmayın, kaçak güreşmek. Gerçi 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde Meclise eğitim ve öğretmenlerimizin sorunlarını getirmeyen, kendi alanıyla ilgili bir konuda bile Mecliste olmayı kendisine yük gören -bugün de yok maalesef- hatta konuşmaları bile dinlemeyip hükûmet sıralarında milletvekillerinin tayin, terfi, iş taleplerini dinleyen bir bakanından da herhâlde fazla bir şey beklemeye gerek yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Korkmaz.

S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) – Şu olanı biteni gördükten sonra kendisinden ricamız, aman bir şey yapmasın çünkü geride kalmış mevcut birkaç iyi şeyi de bozacak. Aman Sayın Bakan, bırakın dağınık kalsın. Hiç olmazsa sizden sonra bazı şeylerin düzelmesi şansını heba etmeyin.

Bir eğitim sendikasının yaptığı ankette öğretmenlerin ancak yüzde 2,4’ü; yüzde 2,5’i bile değil, yüzde 2,4’ü Sayın Çubukçu’yu başarılı buluyormuş. Belki daha fazla müdahil olmaz ise bu puanını yükseltir diyor, Meclisin verdiğimiz önergeye desteklerini talep ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Korkmaz.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

8’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

9’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

10’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

11’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

12’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.

Şimdi ikinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

İkinci bölüm, madde 14’e bağlı geçici madde 5 ve 6 ile madde 15’e bağlı ek madde 133 ve 134 dâhil 13 ila 22’nci maddeleri kapsamaktadır.

İkinci bölüm üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Nur Serter, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Serter. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 571 sıra sayılı Yasa Teklifi’nin ikinci bölümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, bu yasa teklifiyle iki temel düzenleme yapılmaktadır. Bunlardan birincisi, iki yeni vakıf üniversitesinin kurulmasıdır. Bu iki yeni vakıf üniversitesinden bir tanesi, Şifa Üniversitesi, İzmir Tabipler Vakfı tarafından kurulmakta ve bir ihtisas üniversitesi olarak yapılandırılmış bulunmaktadır. Sağlık bilimleri alanında son derece ileri teknolojiyle donatılan böyle bir üniversitenin kurulmasının Türk sağlık sistemine çok ciddi katkılar sunacağı inancını taşıyoruz. İkinci üniversite ise Avrasya Üniversitesi, Trabzon Maçka’da kurulan bir vakıf üniversitesidir.

Şimdi, tabii, böyle üniversiteler kurulurken, hele bu üniversiteler Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerde değil de bu büyük kentlerin dışında kurulurken doğal olarak bakılması gereken, aranması gereken özellik, acaba kurulan bu yeni üniversitelerin o bölgenin kalkınmasına ne gibi katkı yapabileceği, o bölgenin insan gücü ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik hangi fakültelerin ya da yüksekokulların bu üniversiteler içerisinde açılmakta olduğudur. Ama, bakıyoruz, örneğin burada fen-edebiyat fakültesi, işte mimarlık-mühendislik fakültesi, yabancı diller okulu ve iktisadi idari bilimler fakültesi gibi klasik, her yerde insan gücü yetiştiren fakülteler ağırlıklı bir yapılanma izlenmiştir.

“Bu bir vakıf üniversitesidir, biz buna karışamayız.” dememiz mi gerekiyor diye de düşünüyoruz. Neden derseniz, ne yazık ki ne devlet üniversiteleri ne de vakıf üniversiteleri kurulurken Türkiye’de hangi insan gücüne ihtiyaç olduğuna ilişkin bir ön çalışma bulunmadığı ve yaptırılmadığı için, arz-talep dengeleri gözetilmediği için, rastgele, kâğıt üzerinde belirlenmiş fakültelerle üniversiteleri açmaktayız. Ha, bunun sonucu nedir, neye mi bizi ulaştırıyor, hemen söyleyeyim: Bu yıl üniversitelerimizin toplam kontenjanına bakıyoruz, 671.804 toplam kontenjan açmışız, yani bu kadar sayıda öğrenciye yükseköğretim imkânı sağlamışız. Peki, değerli milletvekilleri, bu kontenjanlar acaba doldu mu, dolduruldu mu? Bugün yine bakıyoruz, ÖSYS sonuçlarına göre, resmî rakamlara göre 110.826 kontenjan üniversitelerimizde boş kalmıştır. Bir taraftan devlet üniversitelerinin, vakıf üniversitelerinin sayısını katlamış olmakla övünüyoruz, işte “Devlet üniversitesi sayısını şu kadara yükselttik, toplam, bu 2 üniversiteyle, 156 üniversite kurduk.” diyoruz, sonra 110.826 kontenjanı dolduramıyoruz. Bu 110 bin kontenjanın 33 bini aşkını lisans kontenjanıdır, yani dört yıllık, beş yıllık, altı yıllık fakültelere ilişkin kontenjandır. Bu, yükseköğretimin ve YÖK’ün bir planlama anlayışından ne kadar uzak olduğunu, plansız, programsız, ihtiyaçlar dikkate alınmadan, rahatlıkla kâğıt üzerinde üniversitelerin nasıl kurulduğunu ve kaynakların nasıl israf edildiğini gösteren çok somut bir kanıttır ve bu kürsüden defalarca ve defalarca bunu seslendirmiş bir kişi olarak ne yazık ki bir kez daha bu konunun altını çizme ihtiyacı doğmuş bulunmaktadır.

Bu yasa teklifinde yapılan ikinci önemli düzenleme Kredi ve Yurtlar Kurumuyla ilgilidir. Kredi ve Yurtlar Kurumunda iki konuya özellikle dikkat çekmek istiyorum. Bir tanesi diğer arkadaşlarımız tarafından da çok seslendirildi.

Şimdi, Kredi Yurtlar Kurumu Başbakanlığa bağlanıyor. Gerçekten ben merak ediyorum, neden? Neden böyle bir ihtiyaç duyuluyor? Yani bütün yetkilerin Başbakanlıkta toplanması hangi yönetim anlayışının gereği olarak tavsiye edilebilir ve desteklenebilir bir anlayıştır? Bu derece merkeziyetçi bir yapıyı çağdaşlaşmaktan, Avrupa Birliğine girmekten söz eden bir ülke acaba neden eğitim sistemi içinde gerekli görmektedir, neden Kredi Yurtlar Kurumu Başbakanlığa bağlanmaktadır, açıkçası, ben bunun cevabını bulabilmiş değilim. Olsa olsa, Başbakanlığın yetkilerinin arttırılması, padişah yetkileriyle donatılmasının dışında buna verecek bir yanıt bulamıyorum.

İkincisi: Kredi Yurtlar Kurumu yurt dışında yurt açma konusunu bu yasayla gündeme getiriyor.

Şimdi, çok konuşuldu, çok ayrıntıya girmeyeceğim ama 230 bin yurt kapasitesi bulunan bir ülkede yaşadığımızın farkındayız. Yani 3 milyon 322 bin 559 yükseköğretim öğrencisi içinde devletin yurt imkânlarından yararlananların oranı yüzde 7; 230 bin dolaylarındadır.

Siz, kendi ülkenizde ihtiyaç sahibi öğrencilere yurt sağlayamıyorsunuz, bu öğrencileri çok zor barınma koşullarına mahkûm ediyorsunuz, bu öğrencileri tarikat ve cemaat yurtlarına mahkûm hâle getiriyorsunuz, ondan sonra çıkıyorsunuz yurt dışında yurt açmak için girişimde bulunuyorsunuz. Acaba “TİKA” diye bir kuruluş olduğunun ve bu kuruluşun temel görevleri arasında yurt dışında eğitim hizmetlerine destek vermek olduğunun farkında mıyız, yoksa bunu unuttuk mu? Eğer yurt dışındaki Türk öğrencilerine böyle bir hizmet sağlanmak isteniyorsa niye bu Kredi Yurtlar Kurumunun dar finans kaynaklarından sağlanmaya çalışılıyor da TİKA gibi kurumlar acaba harekete geçirilmiyor? Bunu anlamakta da gerçekten zorlanıyoruz ve bunu mazur ve meşru gösterecek bir altyapının Türkiye’de bulunmaması nedeniyle bugün alınacak olan bu kararın gerçekte çok daha ciddi sorgulamalara kapı açacağına da ben inanıyorum, partimin de bu görüşte olduğunun altını çizmek istiyorum.

Şimdi, yurt konusu ne zaman gündeme gelse, değerli milletvekilleri, herkes kendisine başvuruda bulunan, kendi seçim bölgesindeki öğrencilerin yurt ihtiyacını karşılamaktan ya da karşılamamaktan söz ediyor. Bu nasıl oluyor? Kredi ve Yurtlar Kurumuna başvuru yapılmıyor mu? Öğrenciler, doğrudan Kredi ve Yurtlar Kurumundan yurt talebinde bulunmuyorlar mı? Bulunuyorlar. Peki, nasıl oluyor da siyasetçi, Kredi ve Yurtlar Kurumuna öğrenci yerleştirmede bir aracı hâline dönüşüyor? Şöyle dönüşüyor: Çünkü bu Kurumdan genel müdürlüğün yüzde 5’lik bir kontenjanı var. Bu kontenjan olağanüstü koşullar için konulmuş, ama olağanüstü olmayan, tamamen siyasi torpil olarak işletilen bir kurumsal yapı hâline dönüştürülmüştür. Sizin yüzde 5’lik kontenjanınız eğer bugün 230 bin yatak kapasitesine sahipsek, çok ciddi bir rakamdır, 11-12 binlik bir rakamdır. Siz bu derece geniş bir öğrenci yurt kapasitesini A, B ya da C partisinin ya da ağırlıklı olarak iktidar partisi milletvekillerinin siyasi rant aracı hâline getiremezsiniz. Bu uygulamanın AKP döneminde konulmuş bir uygulama olmadığını biliyorum ama bu uygulamanın mutlaka sonlandırılmasının, kaldırılmasının bir zorunluluk olduğuna inanıyorum. Yurtlara başvuran öğrencilerin koşulları değerlendirilir, gelir düzeyleri değerlendirilir, sıralaması yapılır, bu kontenjan da katılarak sıralama dâhilinde yurtlara öğrenci kabulü yapılır. Ahbap çavuş ilişkisiyle, A, B, C siyasi partisinden bir milletvekilini tanıdığı için, o milletvekili kendi bölgesinde daha fazla oy alsın diye iktidar partisi kendi gücünü kullanarak bu kontenjanı kullanmamalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Serter, lütfen tamamlayınız.

FATMA NUR SERTER (Devamla) – Bu kontenjan siyasi torpil mekanizmasını meşru hâle getiren bir kontenjandır. Bu kontenjanın kaldırılması ve bütün öğrencilerin objektif koşullarda, yandaş, siyasetçi, ahbap çavuş ilişkisine gerek görmeden bu yurt imkânlarından yararlandırılması gerekmektedir. Haktan, adaletten bahsediyorsak bu kontenjanın kaldırılmasına yönelik bir yönetmelik değişikliği çalışmasını da başlatmalıyız. Hepimiz biliyoruz ki iktidar neredeyse kontenjan oraya seferber edilir. Hepimiz biliyoruz ki eğer 100 ise kontenjanımız, bunun 70’ini, 80’ini iktidar partisi kullanır. Ben burada bu kontenjanı bir tek kişi için bile kullanmamış, kullanmayı adaletsizlik olarak kabul eden bir milletvekili olarak konuşuyorum. Kredi Yurtlar Kurumundan telefon edilip “Bu kontenjanda sizin bir tek kişiyi bile teklif etmediğinizi gördük, merak ettik.” diye soru bana açılmıştır.

Onun için, göğsümü gere gere söylüyorum, siyasi torpilden vazgeçelim ve bu memleket evlatlarını tarafsız bir biçimde bu kontenjandan yararlandırmanın yollarını arayalım, eğer yurt konusunda gerçekten hak sahibi olanı yararlandırmayı düşünüyorsak diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Serter.

Bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Ahmet Duran Bulut, Balıkesir Milletvekili.

Buyurun Sayın Bulut. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilgili yasa hakkında parti grubum adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, hepimizin çocuğu var. Çocuklarımızı eğitim çağı geldiğinde okullara götürürüz. Okul seçiminde istediğimiz okula çocuğumuzu veremeyiz, bölgelere ayrılmıştır ancak vermek istediğimiz okulun idaresi bir fiyat belirlemiştir, orada aile birliğine yardım yaparsanız çocuğunuzu o okula verirsiniz. Paranız yoksa, çocuğunuz Millî Eğitimin size göstermiş olduğu bu okulda, bu öğretmende okumak zorundadır.

Bambaşka bir durumla da karşılaşırsınız çocuğunuz okurken; bir başka okul daha vardır, mutlaka gitmesi gerekir. Öğretmenler, çevre, veliler buna yönlendirir. Onun adı dershanedir. Önceden okulu desteklemek amacıyla kurulmuş olan bu dershaneler, şimdi eğitimin merkezi olmuştur, eğitimden daha önemlidir. Eğitimde, okullarda şu an sadece resmî diploma verilir ama dershanelere giden çocuklar üniversiteye, sınavlara hazırlanır. Oraya gitmezse çocuk başarısız olur. Çoğu okulda öğretmenler bile dershaneyi takip ederler, “Hangi dershaneye gidiyorsun oğlum, hangi dershanede hangi hocadan ders alıyorsun?” Böyle bir, eğitimi devlet eliyle yapılmaktan çıkartılmış, özelleştirme diye özel sektörün, özel okulların eline verilerek fırsat eşitliğini ortadan kaldıran, parası olanın çocuğuna en iyi eğitimi verdiği, parası olmayanın verilene razı geldiği bir anlayışa insanları mahkûm ederler.

Bu dershanelerimize, okullarımıza devam eden çocuklar lise 4’üncü sınıfa gelir… Lise 4’te bir şey yoktur, eğitim falan da yoktur. Neden dört yıla çıkartılmış, bunu da anlamak mümkün değildir. Çıkarttın, bunun programı nedir? Lütfen, Bakanlık gitsin okulları bir dolaşsın. Okullarda öğretmenlere, okul müdürlerine sorsun. Birinci dönem çocuklar zorunlu olarak derse giderler, ikinci dönem doktor doktor dolaşıp rapor alırlar. Bize gelirler, birilerine gelirler, birini bulup heyet raporu almak isterler. Neden? Çünkü ikinci dönem üniversite sınavlarına hazırlanacaktır. Yine gücü olan rapor alır, gücü olmayan çocuk okula devam etmek zorunda kalır; devamsız olursa sınıfta kalacak zaten. Öğretmen bakar, sınıfın dörtte 3’ü sınıfta yok, kalana “Oğlum, aç kitabını ne yaparsan yap.” der. İkinci dönem eğitim yoktur. Bunu, gelsin Bakanlık, ya ikinci dönemi tatil yapsın 4’üncü sınıflar için, ikinci dönemde bitirsin, bütün çocuklara aynı imkânı hazırlasın, sağlık raporu gibi sahte rapor almaktan insanları kurtarsın, hastaneleri de, özel hastaneleri de, tam teşekküllü hastaneleri de bu zor durumdan kurtarsın ve buna bir çözüm üretsin.

Değerli milletvekilleri, üniversite sınavlarına girer çocuklar; 100 çocuktan 15 tanesi üniversiteye girer. 15 çocuk üniversiteye, 85’i sokağa gider. 85’in hiç planlaması yoktur, programı yoktur. Elektriği öğrenmiştir ancak evde sigortası atar sigortayı değiştirmeyi bilmez. Buğdayı, pamuğu bilir, üretimin nerede olduğunu bilmez. Ülkede satılırken, üretilirken üretimin durduğunu, başka ülkelerden neden bu ülkeye getirildiğini, tahlilini bile yapamayacak duruma getirilir. Bu yüzde 15 çocuğun... Türkiye’de -üniversitelerde lisans ve lisansüstü eğitim alan öğrenciler- 1 milyon 441 bin 463 öğrenci üniversitelerde eğitim görür. Bu öğrencilerin 81 ilde, 107 ilçede, 270 yurtta ancak 243 bini devlet yurtlarından faydalanma imkânına sahiptir. Bu 243 bin öğrenci devlet yurtlarına -şartlar nedir, ailesinin gelir durumu mu, derslerdeki başarısı mı- bir şekilde sıralanır, yedekler belirlenir. Sizin hepinizin peşine veliler düşer, öğrenciler düşer. “Çocuğum şu okulu kazandı. Bak, param yok, fakirim. Aman vekilim, bir yurt bul.” der. Siz açarsınız Kredi Yurtlar Genel Müdürlüğüne, bilirsiniz ki, her neyse... Bir genel müdüre yüzde 5 kontenjan neden verilir sayın milletvekilleri? Size verilmiyor, bakana verilmiyor, Genel Müdüre kontenjan veriliyor. Genel Müdür kasım kasım kasılıyor, ulaşmak mümkün değil. Ulaşabilenler kimler? AKP’li sayın vekiller. Hepsi de değil, hepsi de dediklerini yaptıramıyor. Ben 10 kişiyi verdim “Aman, bu çocukları bir şekilde bir yere sığındırın.” diye evrak verdim. Bunların içerisinde 2 tanesi yerleşmiş. Puanıyla mı yerleşti, sırası geldi mi yerleşti, onu da bilmiyorum ama biliyorum, benim tanıdığım bir AKP’li vekil 26 öğrenci için evrak vermişti, 21 tanesi Sayın Genel Müdürün kontenjanından oraya girdi. Birçoğunuz kendiniz içinde olduğunuz için biliyorsunuz. Bu, hem vekilleri bu anlamda küçük düşürüyor hem demin değerli milletvekilinin bahsettiği gibi bir haksızlığa, bir adaletsizliğe yol açıyor. Şartsa, eğer sistem, kural konulmuşsa bütün öğrencilere konulmalı bu. Ne demek kontenjan? Torpil demektir kontenjan. Böyle bir şeye göz göre göre göz yummak ayıptır. Nasıl kabul edilebilir böyle bir şey? Ben fakirim, yetkisizim, çevresizim, ulaşamıyorum, falanca bey, filanca partinin yetkilisini buluyor veyahut da genel müdüre gidiyor, “Aman genel müdürüm, yaman genel müdürüm, benim çocuğumu alır mısın?” O kabul ederse, beyefendi eğer razı gelirse, kontenjan olarak, hiçbir kıstas yok ve alıyor. Dolayısıyla, bu makama getirilen şahısların, onların şahsiyetlerini tenzih ediyorum, ama böyle bir genel müdürlük gibi makama getirilen kişiler iktidar partisine yaranmak için çırpınırlar. Hele hele burada kalkıp eleştiren muhalefet milletvekilleri var ya. Sayın genel müdür göbeğini kaşır “Bak ben ne kadar size hizmet ediyorum, bak nasıl muhalefeti hiç takmıyorum, nasıl diğer milletvekillerini hesaba katmıyorum, telefonlarına çıkmıyorum, önümüzdeki dönemde seçimlerde beni değerlendirin.” mesajını verir. Bu gibi makamları siyaset olarak basamak yapmamak, bunlara fırsat vermemek gerekir. Dolayısıyla bürokratlar, ondan sonra iktidarlara hep yalakalık yaparlar, onların yanında görünmeye çalışırlar, devletin memuru değil partinin memuru kendini sanırlar ve devletin çivisi yerinden çıkar. Çıktı da zaten. İktidarlarınız döneminde artık devletin memurları genelde partinin memuru gibi hareket eder. İl başkanından liste gelmeden serbest kurum, özel güvenlik şirketlerine, temizlik şirketlerine eleman dahi alamaz o hastanenin müdürü, o firmanın başında olan kişi. Böylesine partizanlığın had safhaya geldiği bir ülke.

Kredi Yurtların birçok sorunları var; yetersiz… Ülkede eğitime yapılan yatırım en önemli yatırımdır ama ülkeyi bırakıp başka ülkelerde yurt açmak, bu öğrencilerin ihtiyaçlarına yönelik değildir, arkasında bir başka amaç vardır. Birilerinin verdiği talimattır. Bizim kararımız, bize anlatılan, içimizden doğan bir ihtiyaç değildir sayın milletvekilleri. Bu amaca gelmeyeceğinizi, bu oyunu bozacağınıza inanıyorum.

Üniversitelere giren çocuklarımıza çeşitli dönemlerde aflar çıkar, siz çıkarırsınız, biz çıkarırız buraya gelir. Bu bir yol olmuştur ve ondan sonra öğrenciler hep, aman af çıksın da -atılan öğrenciler- yeniden okula döneyim diye beklerler. Aftan sonra yine hemen sizin telefonlarınıza mesajlar gelir, kapılarınıza gelirler, aman vekilim bir kanun getirin de af çıksın diye.

Şimdi, değerli milletvekilleri, bu af konusunu gündemden çıkarmak adına üniversitelerde sınıfta kalmayı ortadan kaldıralım. İnsanlara okuma hakkını verelim, kırk yaşına kadar, elli yaşına kadar, kaç yaşına kadar o dersi verebilirse sınav hakkını verelim, ona göre harcını yatırsın, yıllara göre de bu harç artsın ama sınıfta kalarak hem devletin imkânları hem insanların zamanları heba olmasın. Bunun için Türkiye’de tabii ki bundan mağdur olmuş binlerce insan, genç şu an yine böyle bir çözüm beklemektedirler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bulut, buyurun.

AHMET DURAN BULUT (Devamla) – Bunu da, bu öğrenciler, sizlere iletmem adına beni vasıta kıldılar.

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakana soruyorum: Giresun Tirebolu’da, Ordu Mesudiye’de neden üniversite yurdu açtınız? Kırıkkale’de bugün okuma salonuna 25 tane kız öğrenciyi -okulun, dershanenin, yurdun müdürü ne yapsın- çocuklar dışarıda kalacağına burada kalsın diye oradaki okuma salonlarına koymuş ranzaları, çocukları barındırıyor. Ben buradan soruyorum: Acaba bu Ordu Mesudiye’de, Giresun Tirebolu’da kaç tane öğrenci var, kaç tane personel var? Personel sayısı öğrenci sayısından çok mu, değil mi? Onu da Sayın Bakandan öğrenmek istiyorum müsaadenizle.

Bu bakımdan, Kredi Yurtlara ağırlık verilmesi, ülkenin yurt ihtiyacının mutlaka giderilmesi, öğrencilerimizin modern, çağdaş yerlerde sağlıklı koşullarda kalmalarının temini için mutlaka çalışılması gerekiyor.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Başkanım, sağ olun. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bulut.

Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 16.45

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.53

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Harun TÜFEKCİ (Konya)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

571 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Şimdi, bölüm üzerinde söz sırası AK PARTİ Grubu adına Kemalettin Göktaş’ta, Trabzon Milletvekili.

Buyurun Sayın Göktaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bu kanunda, Kredi ve Yurtlar Kurumuyla ilgili bir düzenleme var, bir de yükseköğrenimle ilgili teşkilat kanununda bir düzenleme var.

Özellikle şunu ifade etmek istiyorum: Burada muhalefet partisine mensup arkadaşlarımız Kredi ve Yurtlar Kurumuyla ilgili birtakım eleştirilerde bulundular. Tabii ki saygıyla karşılarız ama şunu da söylemek lazım arkadaşlar: Muhalefet eleştirir, önerilerde bulunur ama bazen de bardağın dolu tarafına bakmak lazım, yapılan şeylere bakmak lazım arkadaşlar.

Biz geldiğimizde bu yurtların durumu neydi? Kaç tane öğrenci alınıyordu bu yurtlara? Bu yurtlara giren öğrencilerin barınma sorunları, ortamları neydi? Bu öğrenciler ne yiyordu, nasıl yatıyordu? Bunlarla ilgili bazı değerlendirmelerde bulunmak isterim değerli arkadaşlar.

Bürokratları eleştirmek kolay çünkü onlar elleri kolları bağlı insanlar, burada cevap veremezler ama onlara da biraz insaf ölçüleri içinde davranmamız gerekir diye düşünüyorum.

Şimdi, arkadaşlar, biz geldiğimiz zaman Kredi Yurtlardaki öğrencilerimize bursu 45 liradan 200 liraya çıkarttık, 200 liraya ve yemek parası olarak 50 kuruş veriliyordu, 50 kuruş, şu anda bildiğim kadarıyla 4 lira ve bu yurtlar artık beş yıldızlı oteller gibi oldu arkadaşlar, tertemiz, pırıl pırıl yurtlarımız. Haa, bizim bu konuda birtakım eksikliklerimiz var mı? Var, elbette ki vardır ama daha mükemmelini yapmak bazı imkânlar ister, bu da süreç içinde olacaktır. O anlamda, hep eleştirerek insanların moralini, motivasyonunu da bozmaya gerek yok değerli arkadaşlar.

Şimdi, daha çok şu eleştiriliyor: Neden yurt dışında yurt açılması talebi, kararı buradan çıkarılıyor? Niye Hükûmet bunu yapıyor? Ben buradan söyleyeyim arkadaşlar. Bilmem, Sayın Genel Müdürümüz hatırlar mı, “Yurt dışında yurt açabilir miyiz?” talebini kendisine ilk defa ben iletmiştim, çok önce, seneler öncesinde ve o zaman “Kanun müsait değil.” diye bana cevap vermişti. Bugün bu kanunun müsait hâle gelmesine çalışılıyor. Bu kanunla yurt dışında yurt açma imkânı doğacak ve gerçekten arkadaşlar, ben KEİPA Türk Grubu Başkanı olarak yurt dışında çok dolaşıyorum, o anlamda da buralarda böyle bir ihtiyacın olduğuna ben inanmaktayım ve biliyorum bunu. Onun için de burada hayırlı bir iş yaptığımız kanaatindeyim.

Değerli arkadaşlar, yine -YÖK’le ilgili- iki tane üniversite açıyoruz, bir tanesi İzmir’de Şifa Üniversitesi, bir tanesi de Trabzon’da Avrasya Üniversitesi. Şifa Üniversitemizin, Avrasya Üniversitemizin bölgelerimize, illerimize hayırlı olmasını temenni ediyorum. Tabii ki, bunlar, bölgeler için, iller için, ülkeler için çok önemli. Ne kadar üniversite açarsak o kadar öğrencimize okuma imkânı sağlamış olacağız. O anlamda YÖK’ümüzü de bu hayırlı çalışmayı yapanları da takdir etmemiz lazım, teşekkür etmemiz lazım ama burada bir konuyu özellikle dile getirmek istiyorum: Bu açılan üniversitelerin eğitim ve öğretim yönünden çok sıkı takip ve denetim altında olmalarını istiyorum ki, kaliteli, başarılı bir eğitim öğretim oralarda görülsün. O anlamda bunun önemini burada belirtmek isterim.

Bir de şunu özellikle burada yeri gelmişken söyleyeyim: Zaten daha önce de benim bu konuyla ilgili kanun teklifim de vardı. Trabzon ili olarak üniversiteye çok müsaidiz biz, ikinci bir üniversite olması açısından şehrimiz çok müsait, kampüsü de müsait. “Acaba, Yüksek Öğretim Kurumumuz yani YÖK Trabzon’da ikinci bir devlet üniversitesi açılması konusunu değerlendirebilir mi?” diye düşünüyorum.

Bu yeni açılan üniversitelerin, Kredi ve Yurtlar Kurumuyla ilgili çıkacak bu kanunun ve askerlerimizle ilgili çıkacak kanunun ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Göktaş.

Bölüm üzerinde şahsı adına söz isteyen Osman Durmuş, Kırıkkale Milletvekili.

Buyurun Sayın Durmuş. (MHP sıralarından alkışlar)

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Gerek Kredi Yurtlar Kurumunun getirdiği tasarı değişiklikleri gerekse iki yeni üniversite ile ilgili görüşlerimi ifade etmek istiyorum.

Bu vakıfların nerede, hangi imkânlarla kurulduğunu bilmiyorum ama Trabzon ilimizde yeni bir vakıf üniversitenin kurulmuş olması, vakıf üniversitelerinin ülke geneline dağılımı bakımından doğrusunu isterseniz beni de sevindiriyor. İzmir ilinde tıp ağırlıklı bir üniversitenin kurulması da aynı şekilde.

Ancak özellikle şunu ifade etmek istiyorum: 2547 sayılı Yasa’mızda üniversite kurmak için fen edebiyat fakültesi kurma mecburiyeti var idi. Görüyorum ki İzmir’de kurulan Şifa Üniversitesinde ağırlıklı olarak tıp fakültesi ve sağlık okulları var. YÖK’ten ve ilgili bürokratlardan özellikle şunu istirham etmek istiyorum: Türkiye'de her ne kadar Sağlık Bakanı zaman zaman “100 bin yeni doktora ihtiyaç var.” diyorsa da benim kişisel kanaatim 400 bin hemşireye ihtiyaç var.

Sağlık meslek liselerini Millî Eğitim Bakanlığına devrettik, oralarda artık yardımcı hemşire bile yetişmiyor. Üniversitelerimiz hemşire okullarını açmıyor, açsa bile yeterli kontenjanda öğrenci almıyor ya da öğretim üyeleri oralara ders vermiyor.

Vakıf üniversitelerine bir mecburiyet getirmek lazım. Tıp fakültesi açıyor ise o tıp fakültesine öğretim elemanlarını değerlendirerek en azından bir hemşirelik yüksek okulunun, dört yıllık bir hemşirelik fakültesinin açılma mecburiyetini getirmek zorundayız. Hastane yalnız “doktor” demek değildir; hastanede çalışma bir ekip işidir, laborantı, teknisyeni, hemşiresi, fizyoterapisti, hepsi birlikte olması lazım. Dolayısıyla Şifa Üniversitesine bu yönde bir tavsiyede bulunuyorum: Özellikle İzmir gibi gelişmiş bir ilimizde vakıf üniversitesine bağlı bir hemşire yüksekokulunun kurulması büyük yarar sağlayacaktır.

Kredi Yurtlar Kurumuyla ilgili görüşlerime gelince: Değerli milletvekilleri, 8-10 metrekarelik bir alanda 2 öğrenciye duşu tuvaleti olan odalar tahsis edilebilir. Kütüphanesi, İnterneti, spor alanları olan yurt sahaları yapılabilir. Bu yatırımlar zor yatırımlar değil. Bugün TOKİ, satın alınmayan birçok bina yapıyor, insan yaşamayan ilçe ve beldelerde binalar yapıyor. Hâlbuki üniversitelerimizin öğrencileri bizim yarınımızdır, geleceğimizdir. Bu öğrencilerin rahat mekânlarda eğitim yapması lazım.

Ayrıca, öğrencilerimizin beslenme açığı var. Türkiye’de yüzde 16 beslenme geriliği var. Üniversitede eğitim vereceğimiz çocuklarımız açlar. Bu konuda devlet olarak bir sorumluluk yüklenmemiz gerektiğine inanıyorum. Üniversite öğrencisinin günlük kalori hesabı yapılır, dengeli bir beslenme desteği… İsterse bu fon Kredi Yurtlar Kurumuna tahsis edilir, isterse bir başka yere tahsis edilir ama bu çocuklarımızı aç olarak üniversite eğitimine göndermemeliyiz. Sosyal devletin yapması gereken şey, yarınımıza yön verecek gençlerimizin karınları tok, barındıkları yerlerin de rahat olması lazım. Her odasında tuvaleti, duşu olan, 2 öğrencinin kaldığı öğrenci yurtlarına hızla ihtiyacımız var. Bu bakımdan, ben bazı hayır kurumlarının açtığı yurtlara bir şey demiyorum ama özellikle Kredi Yurtlar Kurumunun yurt potansiyelini çok yüksek oranda artırması gerektiğine inanıyorum. Bu konuda ne gibi im-kânlarımız varsa hepsini seferber edelim, elbirliğiyle, parti ayrımı yapmaksızın üniversite kampüslerinde büyük metropollerde, ama küçük şehirlerdeki üniversitelerimizde mümkünse yurdu şehrin içine yerleştirelim. Orada esnafımız onlardan ticari hayatta istifade ettiği gibi, vatandaşlarımız da sosyal gelişimden, kültür değişiminden istifade edecektir. Dar bir ilde, küçük bir ilde bir üniversitenin bulunması büyük bir imkândır. Bu imkân, üniversite öğretim üyesine de mümkünse barınma imkânı tesis edilmelidir. Kırıkkale Üniversitesinde öğretim üyesi arabaya biniyor Ankara’ya kaçıyor, öğrenci biniyor Ankara’ya kaçıyor. Kampüs şehrin dışında ve şehre ciddi bir desteği olmuyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Durmuş, sözlerinizi tamamlayınız lütfen.

Buyurun.

OSMAN DURMUŞ (Devamla) – Bitiriyorum efendim.

Bu dönemde öğrenci velilerinin ciddi yurt talepleri var. Evlerde de tabii bu imkânlar olabilir ama evlerde çocukların denetimi zordur. Çocuklar belki orayı rahat görebilir ama belli bir saatten sonra gelip yurtta kalma zorunluluğu var. Dolayısıyla, geleceğimiz gençlerimizi sokakların insafına bırakmayalım, onları huzurlu, rahat, sıcak barınma yerlerine ve özellikle yurtta güvenli gıdaya, dengeli beslenmeyi sağlayacak imkânlara kavuşturursak bu vesileyle iyi olur diye düşünüyorum.

Yurt dışında yurt, eğer siz Manas Üniversitesine düşünüyorsanız onun adını koyun ama gelişigüzel, yurt dışında yurt onların eğitimini bozacaktır, dil öğrenimini bozacaktır, sadece Türk öğrencilerin bir arada olması gibi bir zorunluluk sağlayacaktır ki amaçtan uzaklaştıracaktır. Bu vesileyle, bu kanundaki uyarılarımızı dikkate alacağınızı umuyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OSMAN DURMUŞ (Devamla) – Ben yurt dışına giden öğrenciye “Edinburgh’a git, Türklerin yaşadığı bölgeye gitme. İngilizce öğreneceksen Türklerin olmadığı yere git.” diyorum ama şimdi, biz onlara yurt yaparsak yabancı dil öğrenimini engellemiş oluruz diyorum.

Bu vesileyle, bu yeni üniversitelerimizin hayırlı, uğurlu olmasını istiyorum, diliyorum ve Kredi Yurtlarla ilgili düzenlemelerin biraz daha düşünülerek yapılmasının doğru olacağı kanaatindeyim.

Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Durmuş.

Şimdi, şahsı adına söz isteyen Abdurrahman Arıcı, Antalya Milletvekili.

Buyurun Sayın Arıcı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ABDURRAHMAN ARICI (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz tasarı ile muvazzaf hizmeti esnasında anne, baba, kardeş, eş veya çocuğu vefat eden erbaş ve erlere, birlik komutanının onayıyla ek on gün izin verilmesi, Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumunun Başbakanlığa bağlanması, kurumun yurt dışında yurt ve tesisler yaptırabilmesine olanak sağlanması, Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Kurulu ve Yönetim Kurulunun oluşumu ve görevleri, kurumdan kredi alan öğrencilerin kredilerini öğrenim gördüğü öğretim kurumunun normal öğretim süresinin bitiminden itibaren iki yıl sonra başlamak üzere kredi aldığı kadar süre ve aylık dönemler hâlinde kuruma ödemesi, kurumdan kredi alan öğrencilerin Sosyal Güvenlik Kurumu ve benzer nitelikteki başka kuruluşlarla ilişkilerinin bulunmaması durumunda, talepleri hâlinde, kuruma borcun ödenmesinin birer yıllık sürelerle uzatılması, kurumun gerekli görülen hâllerde hizmet binasının, yurt binasının ve tesislerinin 2/3/1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’nun ek 1’inci maddesinin (n) bendine göre yaptırılabilmesi, İzmir’de Türkiye Tabipler Vakfı tarafından Şifa Vakıf Üniversitesi, Trabzon’da Maçka İmar Eğitim Kültür ve Sosyal Hizmet Vakfı tarafından Avrasya Vakıf Üniversitesi’nin kurulması, Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumunca yurt dışında yükseköğrenim gören Türk vatandaşı öğrencilere belli şartlar altında burs ve kredi verilebilmesi konularında düzenlemelere gidilmiştir. İncelendiği zaman, hepimizin hemfikir olacağı konulardır ki eksiklikler tasarının kanunlaşmasıyla da giderilecektir.

Değerli milletvekilleri, toplumumuzun önemli bir bölümünün, hatta tamamının, hâlen silah altında olan er ve erbaşlar arasında akraba ve yakınları bulunmaktadır. Teklif ile askerlik görevlerini yerine getirirken birinci dereceden yakınları vefat eden erbaş ve erlere, akrabalarına karşı son görevlerini yerine getirebilmeleri ve de bu acılı günlerinde sevdikleriyle birlikte olabilmeleri için muvazzaflık hizmetlerinden sayılmak üzere on gün izin hakkı verilmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca, Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Kurulunun yapısı, toplantı zamanı ile toplantı usul ve esasları ile Genel Kurulun görevleriyle Yönetim Kurulunun oluşumu, işleyişi ve görev süresi hüküm altına alınmaktadır.

Diğer taraftan, yurt dışında yükseköğrenim gören öğrencilerin de kurum hizmetlerinden yararlanabilmesi imkânı getirilmekte. Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğünce, yurt dışında öğrenim gören Türk vatandaşı öğrencilerin barınma ve burs, kredi işlemleriyle ilgili görevlerin mahallinde yerine getirilmesini teminen personel istihdamının sağlanması ve yurt dışında yükseköğrenim gören Türk vatandaşı öğrencilere de kredi verilmesi amaçlanmaktadır.

Yapılan düzenlemeyle, kredi borcunun geri ödeme süresinin kredi alınan süre kadar olması esası getirilmektedir. Böylelikle, borçluların borçlarını geri ödeme süreleri mevcut durumun 2 katına çıkartılmakta, dolayısıyla taksit miktarları da yarı yarıya azaltılmaktadır. Ayrıca, kredi borcunun ödeme süresinin ertelenmesi hususunda borçlulara kolaylık sağlanmakta, paralel düzenleme getirilerek uygulamada ortaya çıkan aksaklıkların giderilmesi amaçlanmaktadır.

351 sayılı Kanun’la kurulmuş olan Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumunun amacı, yükseköğrenim gören öğrencilere kredi vermek, yurtlar yaptırmak ve yurt işletmesini sağlamak suretiyle Türk gençlerinin yükseköğretimlerini, sosyal ve kültürel gelişimlerini kolaylaştırmaktır.

Teklif ile kurum hizmetlerinin daha etkin ve verimli bir şekilde yerine getirilebilmesi için 1.453 adet kadro ihdas edilmesi öngörülmektedir. Bu kadrolar ve yapılan düzenlemeler kurumun işleyişini ve hizmet verimliliğini her yönden olumlu yönde etkileyecektir. “Bütün eğitim kademelerinde özel sektörün payı artırılacak, kamu kaynaklarına en fazla ihtiyaç duyulan kesimlere yönlendirilmesi sağlanacaktır.” hükmü gereği, devlet kaynaklarıyla değil, kendi kaynaklarıyla, kazanç amacı gütmeksizin, vakıflar tarafından kurulan, kamu tüzelkişiliğini sahip vakıf üniversiteleri, Türk yükseköğretiminin ayrılmaz bir parçası ve önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.

Teklif ile kurulması öngörülen Şifa Üniversitesi ve Avrasya Üniversitesi, Türkiye'nin genç nüfusunun yükseköğretime olan talebini karşılamakta yardımcı olacaktır.

Değerli milletvekilleri, konuşmamın başından beri sizlere arz etmeye çalıştığım konular toplumumuzda yaşanan ve bizlerin de siyasetçi olarak sürekli önümüze gelen, çeşitli aksaklıkların çözümü konusunda karşılaştığımız ve önemli engelleri çözeceğine inandığımız, tamamen halkımızın lehine olan düzenlemelerdir.

Bu düzenlemelerin hayırlı olmasını diliyor, yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arıcı.

Şimdi, bölüm üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Ağyüz, buyurun.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, tabii, çağ değişiyor, ihtiyaçlar değişiyor. Yurtların iç düzenlemelerinde de doğal olarak büyük gelişme var, YURTKUR bunlarda da önemli adımlar atıyor. Ama, yurt kapasitesi artırımı, öğrenci sayısının artışına uygun değil, yeni yurtlar yapılmasına ihtiyaç var. Bunun da en büyük sorunu arazi sorunu. Bu nedenle, kamu arazilerinde YURTKUR’a özel bir imtiyaz tanınması lazım. Belediyelerin, imar planında, hazine arazilerinde veya kendi mülklerinde yurt tahsisine öncelik vermeleri lazım.

Ayrıca da Gaziantep’de bir yurt projemiz var. Sağ olsunlar, programa aldılar ama bir türlü gerçekleşmedi. Gaziantep, büyüyen bir kent, öğrenci sayısı artan bir kent. Bu konuda gösterdiğiniz duyarlılığa teşekkür ederken bunun yaşama geçirilmesini diliyorum.

Ayrıca, her arkadaşımızın bahsettiği kontenjan olayı hepimizi sıkıntıya sokuyor. Sağ olsun, Genel Müdür, bazı konularda yardımcı olmaya çalışıyor ama kendisini de sıkıntıya sokuyor bu kontenjan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, üniversite kayıt dönemlerinde vatandaşlarımızın haklı olarak çok yoğun yurt talebiyle hepimiz karşı karşıya kalmaktayız ve bize intikal eden talepler karşısında da hakikaten çaresiz kalmaktayız. Ancak, az önce burada da ifade edildi, kamuoyunda, yurtlara yerleştirme konusunda milletvekillerinin özel kontenjanları olduğu algısı çok yaygın bir şekilde mevcuttur.

Gerçekten milletvekillerinin özel bir kontenjanı var mıdır? Varsa bunun ölçüsü ve sayısı nedir? Bu özel kontenjan oranı iktidar ve muhalefet milletvekillerine göre değişmekte midir? Özellikle iktidar partisine mensup milletvekili arkadaşlarımızın öğrencilerimizin yurtlara yerleştirilmesi konusunda çok daha etkili ve sonsuz kontenjana sahip oldukları iddiaları doğru mudur? Bu yıl şimdiye kadar, milletvekili arkadaşlarımızın tavassutu ile kaç öğrencimiz yurtlara yerleştirilmiştir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, 1,5 milyon örgün öğretim öğrencisinden sadece 230 bin kişi Kredi Yurtların barınma imkânlarından faydalanabilmektedir. Diğer, açık öğretimde okuyan 2 milyon civarındaki öğrencinin de gerek yurt için gerekse diğer barınma ihtiyaçları için herhangi bir imkân yoktur.

1) Yaklaşık yüzde 15’lerde olan Kredi Yurtların öğrenci barındırma oranının artırılmasına yönelik herhangi bir çalışmanız var mıdır?

2) İktidara geldiğiniz 2002 yılında yükseköğrenimdeki öğrencilerin YURTKUR yurtlarında barınma oranı nedir? Bugün kaça düşmüştür?

3) Yurt, barınma sorunları giderilmeden yeni üniversitelerin açılması veya öğrenci sayılarının artırılması sizce ne kadar uygun politikalardır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Kredi Yurtlar Kurumuna bağlı devlet yurtlarına öğrenci yerleştirmede öğrenciler hangi kriterlere göre sıralanmaktadırlar? Bu amaçla hangi mevzuatla kimlere, ne miktarda özel kontenjan tanımı yapılmıştır, tanımlanmıştır? Bakanlığınızın bu konudaki tasarrufu nedir? Şimdiye kadar kimlerin aracılığı ile kaç öğrenci normal sırası gelmeden bir Kredi Yurtlar Kurumu yurduna yerleştirilmiştir? Bunlar arasında milletvekilleri aracılığıyla yerleştirilen öğrencilerin vekillerin bağlı bulundukları partilere göre dağılımları nasıldır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın İnan…

MÜMİN İNAN (Niğde) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Niğde’ye yapılacak olan yurt için çok teşekkür ediyorum ama bugün aldığım bilgilerde Niğde Üniversitesine ilginin çok olduğu, ek kontenjanlardan bile 850’ye yakın insanın müracaat ettiği ve bunların bir çoğunun da açıkta kaldığı bilinen bir gerçek. Zaten normal zamanda da yerleştirilememişti. Bu inşaat başlamışken bunun sayısının artırılması, en azından bin kişilik bir yurt hâline dönüştürülmesini düşünüyor musunuz? Bu, Niğde’yi çok rahatlatacaktır.

Diğer taraftan, belki Millî Eğitim Bakanımızın ilgi alanına giriyor ama ortaöğretimde de Niğde’de ciddi bir yurt sıkıntısının olduğu gözlenmektedir.

Diğer taraftan, bu sene uygulanmaya başlayan bir olay var: Köylerden taşımalı eğitimde 9’uncu sınıflar ücretsiz bir biçimde şehre taşınırken 10’uncu sınıflar taşınmıyor. Aynı aileden 2 çocuk, birisi ücretsiz taşınıyor, birisi şehre gelmekte zorluk çekiyor. Bu konunun düzeltilmesini düşünüyor musunuz?

Diğer taraftan, yine aldığımız bilgilere göre Niğde’de eğitim yapan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Efendim, teklifin 6’ncı maddesinde “Genel Müdürlüğün yurtdışında kuracağı yurtlarla ilgili görevleri yerine getirmek üzere, Genel Müdürlükçe önerilen personel, 6004 sayılı Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 10 uncu maddesinin altıncı fıkrasına göre uzman müşavir olarak atanır." denilmektedir.

Bir: Buraya atanacak kişilerde tahsil ve kıdem şartı aranacak mıdır?

İkincisi: Uzman müşavir olarak bunlara ne kadar ücret ödenecektir? Dışişleri memuru statüsüne mi girecektir? Böyle bir genel hüküm getirmekle… Yani bir ilkokul mezununu veyahut da herhangi bir tahsili olmayanı veyahut da çok düşük bir tahsildeki insanları getirip buraya müşavir olarak atayacak mısınız? Bunu ayrıntılı açıklarlarsa memnun olurum efendim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Şandır…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Mersin, sizler de biliyorsunuz, üniversite eğitimi için her anlamda çok olumlu şartlara sahip bir şehrimiz ve Mersin Üniversitesinin öğrenci kapasitesi de hızla artmaktadır.

Ben sormak istiyorum: Mersin Üniversitesi, Mersin merkez ve ilçelerinde, bağlı üniversitelerinde yeni yurt yapma projeleriniz var mıdır? Kapasiteyi artırmak gibi bir hazırlığınız, bir programınız bulunmakta mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Ural ve son soru…

KADİR URAL (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Mersin’in Silifke ilçesinde hem Selçuk Üniversitesinin hem de Mersin Üniversitesinin iki tane okulu bulunmakta hem yüksekokul olarak hem de dört yıllık bölüm olarak fakat Silifke’deki okullarımızda okuyan öğrencilerimizin yurt problemi var. Taşucu’nda yeni bir oteli yurt yaptık ama yeterli değil. Ben o konuda da teşekkür ediyorum size, beş yıldızlı bir oteli yurt yaptık ama yeterli değil. Bu öğrencilerimizin problemleri noktasında Silifke’de yurt yapılmasını istiyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, buyurun.

DEVLET BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Trabzon) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlar; ben, zamanım yettiği müddetçe  sorularınızı cevaplamaya çalışacağım.

Evvela şunu söylemek lazım, hepimizin amacı bizim yavrularımıza çağdaş ülkemizin gereği olarak çağdaş ortamlar hazırlamak beslenmede, barınmada ve eğitimde. Bütün  bunları yaparken biraz da biraz evvel 2 milletvekili arkadaşımızın söylediklerine bakmamız gerekiyor. Gerçekten yapılan çok olumlu işler var, yapılacak da çok işler var. Tabii ki birdenbire bu kadar üniversite arttığı zaman bu yurtların yapım hızı ve bitirim hızı bunlara uymayabilir. 250 bin yatak kapasitemiz var, 2 milyon 100 bin tane örgün eğitimde talebemiz var, 1,5 milyon da açık öğretim var. 250 bin/2 milyon 100, yüzde 12’ye tekabül ediyor. Bu az mıdır? Bazı yerlerde çok azdır, bazı yerlerde normaldir. Ama bunun dışında 150 bin tane de özel sektör yurdumuz var, 50 bin tane de üniversite yurdumuz var. Toplam 450 bin/2 milyon 100, aşağı yukarı yüzde 22’lere, 23’lere gelmektedir.

Yeni finansman modelleriyle -dün de söylemiştim- bunun bir tanesi burada sizin de desteğinizle inşallah TOKİ tarafından yapılacak. Yaşar Bey’in de dediği gibi gerçekten Hükûmetimiz hazine arazilerini YURTKUR’a tahsis etmekte, bazı yerlerde tabii bu imkânımız olmuyor bu defa kamulaştırma yapıyoruz, bazı yerlerde kiralama yapıyoruz, bazı yerlerde  satın alma yapıyoruz.

Evvela -Sayın Bakanımızın da biraz evvel söylediği gibi- bir kere amacımız şu: Tek kişilik ve 3 kişilik odalarda yavrularımız otursun, içinde normal hamam sisteminden, normal banyolu, klozetli, tuvaletli sisteme geçilsin. Televizyon gerekirse -oradaki idarenin vereceği bir karar- ve bir de çalışma masaları olsun, buzdolapları olsun. Gerçekten üç yıldızlı bir otel gibi olsun.

Onun dışında, 50 kuruş verebiliyorduk biz daha evvelden, 2002’den evvel, şu anda 4 liraya çıkardık. İyi beslenmeleri lazım, doğru. Bu, bizim yavrularımıza karşı bir görevimiz. Ayda 120 lira veriyoruz.

Bir de bakın  yaptığınız bir olumlu iş daha var: 90 lira, yüzde 80 bizim yurtlarımızın aylık kirası 90 lira. 200 lira kredi alan bir çocuğa 120 lira da yemek parası veriyorsunuz, 320 lira; eksi 90, 210 lira demek buna ilaveten cebine para koyuyorsunuz. Bu rakamla bile geçinebilen yavrularımız var. Tabii ki bunlar azdır.

Şimdi, bunları yaparken başka ne yaptık? Bir de bunların geri dönüşleriyle ilgili sorunlar yaşadılar. Daha evvelden işe girmeyenlerin hemen üzerine gidiliyordu, haczediliyordu, deniyordu ki: “Arkadaşım, sen bizden kredi aldın, gel bu parayı geri öde.” Şimdi şunu yaptık: Bir yıl müddet verdik, işe girme müddeti, giremezse tekrar erteleniyordu. Şimdi bu müddeti iki yıla çıkarıyoruz. İki yıl okumuşsa iki yılda geri alıyoruz, dört yıl okumuşsa dört yılda geri alıyoruz. Bir yapılandırma yaparak kırk yılda 40 milyon lira geri alabilmiştik, 2,5 katrilyonluk bir rakamı –eski rakamlarla- yeni rakamlarla milyarlık rakamı geri alabildik ki bu aldığımızdan tekrar vatandaşlarımıza, yavrularımıza kredi verelim diye.

Şimdi, onun dışında, bu yeniden yapılandırmada da problemler çıktı, ödeyemedi, ödeyemeyince… Şimdi, inşallah, önümüze gelecek önümüzdeki ay, yeniden yapılandırmada yine bu kredilerini ödeyemeyen gençlerimize yine bir kolaylık getireceğiz hep beraber, sizlerin de desteğiyle. O bakımdan teşekkür etmek lazım.

Özellikle yurtlara yerleştirmede yüzde 50 aile geliri, yüzde 25 başarı, yüzde 25 sosyal duruma bakarak almaya çalışıyoruz. Özellikle milletvekillerimizin özel kontenjanı yok. Bu kontenjan işi bizim dönemimizde çıkan bir iş değil. İstenirse hep beraber kaldırabiliriz ama ben inanıyorum ki kaldıralım dediğimiz zaman hemen milletvekillerimiz itiraz edecek. Burada adaletsiz davranmaya çalışmıyoruz. Hangi milletvekilimizden bize gelirse, kaç tane gelirse, inanın ben, genel müdürüm uğraşıyoruz yerleştirmek için, bilhassa kız çocuklarımızı. Bunu söyleyeyim. Bunu yapmaya çalışıyoruz çünkü başka çaremiz yok. Özellikle birinci yılda gelenlerin yerleşme oranı belki yüzde 80, 85, 90 oranında. Bunu daha da artırmaya çalışıyoruz.

Mersin ilinde, Sayın Başkanım, dün ben söylemiştim, 2.890 kapasitemiz var. Taşucu’nda 450 yaptık, Tarsus’da 240. Ayrıca 2009’da Mersin’de ilave 507 yaptık, Tarsus’da 192 daha ilave ettik. 2010 yılı yatırım programında 15/3/2010’da başlayan bir inşaat var, Aralık 2011’de inşallah hizmete açacağız. Mersin Mezitli’de 348 kapasiteli bir yurdu da hizmete açma çalışmaları devam ediyor. Yüzde 174’lük bir artış var. Niğde’de, söylemiştik, inşallah… Tabii, şu anda bunun hazırlığı yapıldı, bu 500’lüğü ihaleye çıkacağız ama daha sonra öbürünü düşünürüz Sayın Vekilim.

Yine Gaziantep’le ilgili Yaşar Bey’in sorusuna cevap vereyim: Özellikle yurt projesini biz revize ettik, üniversite kampüsündekini 300’den 500’e çıkardık. Iğdır Projesi’ni aynen adapte ettik. 22 Haziran 2010’da inşaat ihalesi yapıldı, Nizip’te. Gaziantep’te bin ve 250 kişilik yurt projemiz var, bunlar revize edildi 1.250’ye çıkarıldı. 2010 yılı sonuna kadar ilana çıkacağız yani bu ay çıkmış olabiliriz. Bin kişilik de 6/12’de ihaleye çıkacağız.

Öncelikli olarak şehit aile çocuklarını, malullük aylığı alanları, özürlü öğrencileri, anne ve babası vefat edenleri, Darülşafaka Lisesi mezunlarını, amatör millî sporcuları, ÖSYM’de ilk 100’e girenleri, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında köyleri boşaltılanları desteklemeye çalışıyoruz.

Şimdi, yurt dışındaki bu niyetimizle ilgili katiyen bir niyet okumaya gerek yok. Hepimizin niyeti burada bir, hepimiz büyük Türk devleti olarak, büyük millet olarak yurt içindekileri düşündüğümüz gibi yurt dışındakileri de düşüneceğiz, tabii TİKA’nın da görevi bizim de görevimiz. Biz hemen alıp yapalım demiyoruz, kiralamaya çalışacağız. Ama ben dün de söylemiştim, tekrar söyleyeyim: 1987’den günümüze kadar 1,5 milyondan fazla yükseköğrenim öğrencimiz Avrupa ülkelerinde öğrenim hayatının bir dönemini geçirdiler, o ülkenin insanlarını ve kültürünü de tanıma imkânı elde ettiler. Program 2012 yılı itibarıyla  3 milyon Erasmus öğrencisi olmasını hedeflemekte.

Onun dışında, her yıl bin tane, yurt dışında lisansüstü eğitim almak ve sonrasında üniversitelerde görevlendirmek üzere bunları, bu kardeşlerimizi yolluyoruz. Orada otellerde, eğer bulamazlarsa ailelerin yanlarında kalıyorlar.

Ayrıca, Azerbaycan’da 4.294, ABD’de 4.098, Bulgaristan’da 2.858, Almanya’da 2.612, İngiltere’de 1.847, Avusturya’da 1.451, Fransa’da 1.181 öğrencimiz öğrenim görmekte. Şu denebilir: Bunlar yurt dışına gittiler, paraları var. Hayır, hepsi çok zengin çocuklar değil, bunlar arasında yoksul çocuklar da var. Onun dışında Kıbrıs’ta 43.426 öğrenci okuyor, bunların 28.600’ü ülkemiz öğrencileri. Buna mukabil 11.360 da yurt var.

Sayın Bakanımızın önerisi var, sağlık bilimleri fakültesinde, hemşirelik, fizik tedavi ve rehabilitasyon, beslenme ve diyetetik bölümleri kurularak öğrenci alınabiliyor. Böylece, ayrı yüksekokul olarak açılmasına gerek kalmıyor. Fakülte altında bölüm olarak yer alıp, fakülte diploması alabiliyor.

Bu, “Dokuzuncu sınıfta taşınıyor, onuncu sınıfta taşınacak mı?” Evet, köylerdeki öğrencilerimizden taşımalı eğitime alınması planlanmaktadır. Bunu da söylemek istiyorum.

Tabii, bir de kontenjan, boşlukta olan, yani boş yataklardan yüzde 5 kontenjan var. 250 binin yüzde 5’i değil, bu yanlış anlaşılmasın. 3 bin tane boş yatak varsa bunun yüzde 5’ini kullanıyoruz ve bu 1960 yılından beri devam eden bir süreçtir. Bu konuda biz çok hassas davranmaya çalışıyoruz. Ama buradaki eleştirileri de göz önüne alıp yeniden bir değerlendirme yaparız. Ama sonuçta, burada gerçekten tüm milletvekillerimizin herhangi bir ne AK PARTİ’li ne MHP’li ne CHP’li ne BDP’linin şu kadar kontenjanı vardır demiyoruz ama hepsini adaletli şekilde değerlendirmeye çalışıyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

İkinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, ikinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylayacağım.

Madde 13’ü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 14’e bağlı geçici madde 5’te bir önerge vardır; okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 571 sıra sayılı kanun teklifinin 14. maddesine ekli geçici madde 5’in ilk fıkrasındaki iki yıl ibaresinin bir yıl olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Beytullah Asil

Akif Akkuş

Ahmet Duran Bulut

 

Eskişehir

Mersin

Balıkesir

 

Recep Taner

Osman Durmuş

Behiç Çelik

 

Aydın

Kırıkkale

Mersin

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

DEVLET BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Trabzon) – Hayır.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Behiç Çelik.

BAŞKAN – Behiç Çelik, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Çelik.

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 571 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Aslında, bu tasarı üzerine vermiş olduğumuz önerge üzerinde söz aldım.

Değerli milletvekilleri, aslında, burada Kredi Yurtlar Kurumunun yapısıyla ilgili bir metin üzerinde çalışırken tabii ki Türkiye’mizin güncel sorunlarına değinme fırsatı da buluyoruz. Tabii ki Kredi Yurtlar Kurumu vesilesiyle millî eğitim teşkilatımız, bütünüyle Türk millî eğitim sistemi ve millî eğitimin temel sorunları, açmazları bir bir gündeme getiriliyor hatipler tarafından.

Burada, 21’inci yüzyılda, aslında şunu kesinlikle söylememiz gerekir ki, biz hiç iyi planlayamıyoruz. Yani, sekiz yıllık AKP İktidarı döneminde millî eğitimin tedricen nasıl çökertildiğini, millî eğitimin cumhuriyetin kurulduğu yıllardan 2002 yılına kadar, takviye edilmiş, tahkim edilmiş yapısının nasıl dağıtılmaya çalışıldığını ve bunun yerine, gayrimillî eğitimin ve küreselleşmeye uygun bir eğitim anlayışını ve etnik yapıya daha adapte olmuş bir eğitim yapısını getirme çalışmalarını da hep birlikte, yüce milletimiz görmekte.

O sebeple, bugün, dershaneciliğin içerisine iyice gark olmuş, âdeta devletin okullarının fonksiyonlarını icra edemediği ve dershaneler sanki okulmuş gibi ön plana çıkartıldığı bir yapıyı ve çarpıklığı ve eğitimdeki kokuşmuşluğu dikkatlerinize çekmek isterim.

Burada okumuş olduğum bir anıyı da ifade etmek isterim. Türkiye'nin tanınmış profesörlerinden Oktay Sinanoğlu kitabında bahsediyor. Ankara’da Atatürk’ün kurduğu bir koleji bitiriyor ve Amerika’ya gidiyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde sınava giriyor. Girmiş olduğu sınavda birinci geliyor ve “Türkiye’de bu kadar sağlam bir eğitim sistemi var mı?” diye Amerikalı yöneticiler sorguluyor ve tekrar söz konusu şahsı sınava alıyorlar ve görüyorlar ki gerçekten birinci. Bu güzel bir şey, işte bu dağıtıldı.

Türkiye'nin en seçkin, en verimli olabilecek ve Türkiye'nin geleceğine yön ve şekil verebilecek olan beyinler dershanelerde, şurada burada ve elverişsiz ortamlarda heder edilmekte ve bunlara devlet, Hükûmet sahip çıkmamaktadır. Onun için yeniden biz millî eğitim politikamızı ve eğitim sistemimizi Kredi ve Yurtlar Kurumumuzla birlikte kurgulamak durumundayız. Bu konuda yapılan bir şey yok. Palyatif önlemlerle bir Hüseyin Çelik dönemi, ardından Nimet Çubukçu dönemiyle bugüne geliyoruz ve cumhuriyetimizin 100’üncü yılını kutlayacağımız 2023 yılına giderken bu konuda iktidarda ne yazık ki bir çalışma olmadığını gösteriyor ve diğer bütün alanlarda olduğu gibi. Onun için biz kendimizi Kredi ve Yurtlar Kurumumuzla, eğitimin diğer yan kurum ve kuruluşlarıyla, Millî Eğitim Bakanlığımızla ve YÖK’ümüzle yeni baştan yeni tespitler ve politikalar ortaya koymamız ve bunu planlamamız gerekiyor. Yine öğretmen, öğrenci ve veli dengesini kuramamanın sıkıntısını da şiddetle hissediyoruz. Öğrencilerimize yönelik tehditler malum, buna değinmek istemiyorum ama öğretmenlerin geçim zorluklarına burada birçoğumuz değindi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çelik, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bugün, ne yazık ki, Millî Eğitim Bakanlığında yapılan çalışmalar, en son Talim ve Terbiye Kurulunun toplantısı, alınan kararları, maalesef, feci durumumuzu itiraf mahiyetindedir ve bugün, Millî Eğitim Bakanlığı Andımız’ı tartışmaya açıyor, Millî Eğitim Bakanlığı İstiklal Marşı’nı tartışmaya açıyor, millî eğitim politikalarımız millîlik vasfından arındırılmaya çalışılıyor, “Türk milleti” demekten korkan ve ürken ya da bunu ortadan kaldırmaya âdeta kendisini memur olarak gören bir zihniyet bugün millî eğitimi yönetmeye çalışıyor. Bu tehlikeli oyun, AKP’ye hayır getirmeyecektir.

AKP yöneticilerini, bir milletvekili olarak, bir Türk olarak bu konuda uyarıyor, önergemizin kabulünü diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelik.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

14’üncü maddeye bağlı geçici madde 5’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 17.37

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.41

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

571 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

14’üncü maddeye bağlı geçici madde 6 üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:

T.B.M. Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 571 S. Sayılı yasa teklifinin 14. maddesine bağlı geçici madde 6.da geçen (aksatmadan düzenli olarak) ifadesinin metinden çıkarılmasını arz ederim.

 

Kamer Genç

Metin Arifağaoğlu

Derviş Günday

 

Tunceli

Artvin

Çorum

 

Orhan Ziya Diren

 

Şevket Köse

 

Tokat

 

Adıyaman

BAŞKAN -  Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN -  Hükûmet katılıyor mu?

DEVLET BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Trabzon) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Kamer Genç, Tunceli Milletvekili.

Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 571 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 14’üncü maddesine bağlı geçici 6’ncı maddesi üzerinde verdiğim önerge üzerinde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Aslında hem Hükûmet hem Komisyon bu maddeyi okursa… Sayın Bakan, eğer bu maddeyi okursanız, o kadar ters bir madde olarak yazmışsınız ki… Bakın, diyorsunuz ki: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kredi almakta olanlar ile kredi borcunu ödeme zamanı henüz başlamamış olanlar, bu borçlarını kredi aldıkları sürede, kredi ödeme zamanı başlayıp borç taksitlerini aksatmadan düzenli olarak ödemekte olanlar ise bakiye borçlarını kalan taksit süresinin iki katı sürede öderler.” Bu 2 katı süre, daha taksit süresi başlamamış olanlara nasıl uygulanacak? O zaman, o normal sürelerin 2 misli sürede öderler. Hayır, yani bu maddeyi bir hukukçu olarak uyguladığınız zaman gerçekten ters bir ifade var.

Şimdi, benim getirdiğim önergede şunu diyorum arkadaşlar: Fakir öğrenci okulu bitirmiş, iş de bulmamış ama bir taksit borcunu ödemiş, geri kalanları düzenli ödememiş, ona da bu imkânı tanıyalım diyorum. Yani, şimdi, şu anda kredi borcu hakkında tahsiline gidilen öğrenci… Şimdi, düzenli ödeyenlere siz onun taksit sürelerini iki misline çıkarıyorsunuz; adam iş bulmamış, ekonomik durumu yerinde değil, dolayısıyla buna da bu imkânı tanıyalım. Bence çok makul bir durum arkadaşlar, yani bilmiyorum, bu, inanarak verdiğim bir önerge. Henüz kredi borcunu ödeme süresi başlamamış veya başlayıp da düzenli ödeyenlere bu imkânı tanıyorsunuz ama iş bulmamış öğrenci veya bir taksitini ödemiş, daha sonra işine son verilmiş, kredi borcunu ödemiyor; yani buna bir hak tanıyalım. Bunda anormal bir şey yok ki. Bence Hükûmetin de buna katılması lazım, Komisyonun da katılması lazım.

Bir de, burada maddenin yazılışında da çok sakatlık var. “…kalan taksit süresinin iki katı sürede öderler.” Yani, adam daha taksit süresini… Yani hiçbir taksite başlamamış, öğrenci krediyi almış, kredisini ödemeye başlamamış. E, “Kalan taksit süresini iki katı sürede öderler.” ne anlama geliyor Sayın Bakan, Sayın Komisyon? Yok öyle bir şey. Efendim, yok yani!

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Daha fazla taksit anlamına geliyor.

KAMER GENÇ (Devamla) – O zaman deyin ki, bunların kredi ödeme süreleri 2 misli uzatılmıştır deyin. Yani baştaki cümleyle o son cümleyi birbirine… Ayrı ayrı bir bağlantı kurmanız lazım.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Aynı şey.

KAMER GENÇ (Devamla) – Bence çok hatalı bir ifade. Yani adam daha kredi borcunu ödememiş, ödemeye başlamamış, “Kalan taksit sürelerini iki katı sürede öder.” diyor. Yani çok anlamsız bir ifade ama bilmiyorum bunlar uygulamacılara bu kadar çok karışık bir şeye değil… Bunları bence o baştakilerle son şeyi ayrı ayrı bağlantı yapmak lazım.

Peki, kredi borcunu düzenli ödememişin ne günahı var? Yani adam iş bulamamış veyahut da çalışmakta iken işine son vermişler, borcunu ödeyecek bir niteliği yok. Ne olur yani buna da bu imkânı tanısanız. Bunda bir anormallik bir şey yok ki.

Ben inanıyorum ki AKP’li arkadaşlarımızın da aslında amaçları bu değil. Yani burada bir öğrencinin aldığı kredilere bir rahatlama getirirken herhâlde öncelikle gözetilmesi gereken ekonomik durumu yerinde olmayan insanların durumunun göz önünde tutulmasıdır. Yoksa ekonomik durumu yerinde, adam aldığı kredinin düzenli taksitini ödüyor, buna yeniden bir ek süre veriyorsun. Ama ekonomik durumu yerinde değil, iş bulamamış veya bulduğu işten dolayı işine son verilmiş adam kredi borcunu ödemiyorsa buna da o şartı tanıyalım, o olanağı tanıyalım diyorum. Bu nedenle önerge verdim.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

14’üncü maddeye bağlı geçici 6’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

14’üncü maddeyi kabul edilen geçici 5’inci madde ve geçici 6’ncı maddeyle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

15’inci maddeye bağlı ek 133’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

15’inci maddeye bağlı ek 134’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

15’inci maddeyi kabul edilen ek 133’üncü ve 134’üncü maddelerle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

16’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

17’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

18’inci madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 571 sıra sayılı kanun teklifinin 18. maddesiyle eklenen fıkraya “Yurt dışında” ibaresinden sonra gelmek üzere “YÖK tarafından eş değer kabul edilmiş üniversiteler de” ibaresinin; son fıkranın sonuna da aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

“Ancak, Kurumca verilecek burs veya kredi miktarı, yurt içinde yüksek öğrenim gören öğrencilere verilen miktarın yüzde ellisinden fazla olamaz.”

 

Beytullah Asil

Akif Akkuş

Ahmet Duran Bulut

 

Eskişehir

Mersin

Balıkesir

 

Alim Işık

Yılmaz Tankut

Ahmet Bukan

 

Kütahya

Adana

Çankırı

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN -  Hükûmet katılıyor mu?

DEVLET BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Trabzon) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Alim Işık, Kütahya Milletvekili.

Buyurun Sayın Işık. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 571 sıra sayılı Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 18’inci maddesinde vermiş olduğumuz bir önerge üzerinde görüşlerimi aktarmak için söz aldım. Bu vesileyle hepinize öncelikle saygılarımı sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, tabii, bu maddeyle, yurt dışında öğrenim gören yükseköğrenim kurumu öğrencilerine de ayrıca kredi veya burs verilebilmesi imkânı tanınmaktadır. Yerinde bir değişikliktir, uygundur ancak hangi yükseköğretim kurumlarında öğrenim görmüş olan öğrencilere verileceğine dair bir hüküm yer almamaktadır. Dolayısıyla, verdiğimiz önergeyle yurt dışında Yükseköğretim Kurumu tarafından denkliği tanınan öğrencilerin bundan yararlanması hükmü getirilmektedir. Aksi takdirde, adı üniversite olup da mezuniyetinin hiçbir işe yaramadığı birçok üniversitenin olduğu hepimizce bi-linmektedir. O zaman yurt dışında bulunan herhangi bir yükseköğretim kurumunda öğrenciyim diyen herkese bu ülkenin imkânlarının verilmesinin doğru olmadığını düşünüyoruz. Dolayısıyla, birinci değişiklik mutlaka Yükseköğretim Kurulu tarafından eş değerliği tanınan üniversitelerde okuyan öğrencilere bu hakkın verilmesi gerektiğidir. Önergemizin birinci kısmında bu konu zikredilmiştir.

İkinci bölümde ise yurt dışında öğrenim gören öğrencilere verilecek olan burs ya da kredi miktarlarının yurt içindeki eş değer öğrencilere verilen burs veya kredi miktarlarının en fazla yüzde 50’si kadar olabileceği önerilmektedir. Bununla da yine ülkemizdeki imkânların daha etkin kullanılması ve öncelikle bu kaynakların yurt içinde öğrenim gören başarılı ancak fakir öğrencilere verilmesi öngörülmektedir. Aksi takdirde siz yurt dışında üniversitede öğrenim gördüğünü ifade etmiş ama bu üniversite Türkiye Cumhuriyeti devletinin yetkili kurumu tarafından, YÖK kurumu tarafından eş değer bulunmamış, bu öğrenciye aynı kaynağı veriyorsunuz ama yurt içinde başarılı olduğu hâlde imkânsızlıklar nedeniyle okuma gücüne sahip olmayan birçok öğrenciyi, başarılı öğrenciyi mağdur ediyorsunuz.

Yurt dışındaki üniversitelerde öğrenim gören öğrencilerin birçoğu yurt içerisindeki üniversitelere yeterli puanı olmadığı gerekçesiyle yerleşemeyen öğrenciler olmakta. Yani bir yandan başarısız öğrenciyi ödüllendiren ama başarılı öğrenciye bu imkânı tanımayan bu maddenin değiştirilmesi yerinde olacaktır. Elbette ki yurt dışındaki öğrencilerden ihtiyaç sahibi olanların ve ülkemiz tarafından eş değerliği kabul edilen üniversitelerde öğrenim görenlerin bu imkânlardan yararlandırılması gerekir fakat bu yararlandırma yurt içerisindeki eş değer üniversite öğrencisine verilen katkının yarısından fazla olmamalıdır diyoruz. Umarım, değerli milletvekilleri bu değişikliği yerinde bulur ve böylece bu aksaklık da giderilmiş olur diyorum.

Bu vesileyle bir iki konuyu da sizlerle paylaşmanın yerinde olacağını düşünüyorum. Birçok milletvekili tarafından da dile getirildi ve özellikle üniversitelerin yeni açıldıkları dönemde, kayıt döneminde, Kredi Yurtlar Kurumuna bağlı yurtlara olan taleplerin çok yoğun olduğu dönemlerde birçok milletvekili arkadaşımız sıkıntı içerisinde, bu talepleri karşılamakta zorluk çekmektedir ancak maalesef, birçok milletvekilimiz tarafından Kredi Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğüne yapılan taleplerin, özellikle yazılı taleplerin -çünkü yazılı belgelerin kalıcı özelliği vardır- birçoğuna Kurum yetkilileri ya da görevlileri tarafından nezaketen de olsa “Bu talebiniz uygun görülememiştir.” ya da “Yerine getirilememiştir.” şeklinde de olsa bir geri dönüşüm olmamaktadır.

Ben üç yıl boyunca 100’e yakın öğrenciyle ilgili, resmî yazıyla Kuruma bu öğrenci isimlerini bildirdim, bir tanesi hakkında dahi ne olumlu ne de olumsuz geri bildirim maalesef alınamamıştır ve hiçbir öğrenci de normal sırasının dışında, biraz önce bahsedilen kontenjanlar çerçevesinde yerleştirilmemiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Işık, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurun.

ALİM IŞIK (Devamla) – Sayın Bakanım, bu konu çok sıkıntılı bir konudur. Elbette ki yerleşen her öğrenci bizim ülkemizin evladıdır. Hepsine imkân tanınsın ancak bunun “Milletvekilinin adına, iline, kimliğine bağlı olarak bu kontenjanların yararlandırıldığı” şeklindeki iddialar dahi bizi rahatsız etmektedir. Bu konu mutlaka yeniden ele alınmalı ve doğru, objektif kriterlere göre bu kontenjanların kullandırılmasının sağlanması yerinde olacaktır diyorum.

Özellikle önergemizdeki iki konunun değerli milletvekilleri tarafından değerlendirilerek önergenin kabulü yönünde oy vereceklerine olan inancımı belirtiyor, kanunun ülkemize ve gençlerimize hayırlara vesile olmasını dileyerek saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Işık.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

18’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

19’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

20’nci madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 571 sıra sayılı kanun teklifinin 20. maddesinin teklif metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Beytullah Asil

Akif Akkuş

Ahmet Duran Bulut

 

Eskişehir

Mersin

Balıkesir

 

Yılmaz Tankut

Alim Işık

Recep Taner

 

Adana

Kütahya

Aydın

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

DEVLET BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Trabzon) – Katılmıyoruz. 

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Beytullah Asil, Eskişehir Milletvekili.

Buyurun Sayın Asil.

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yasa tasarısının son maddelerine gelmiş bulunuyoruz. Burada bu önergeyle amacımız Parlamentonun partizanlığa alet edilmesinin önüne geçmektir.

Değerli arkadaşlarım, görüşmekte olduğumuz bu yasa teklifinin 20’nci maddesiyle getirilen değişiklik daha önce 4 Mayıs 2007 tarihli ve 5648 sayılı Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu Kanunu’nun 14’üncü maddesinin dördüncü fıkrasında değişiklik yapıyor. Şimdi, neyi değiştirmeyi amaçladığımızı arkadaşlarımın daha iyi anlayabilmeleri için dördüncü fıkrayı bir kez daha sizlerle paylaşmak istiyorum: “Başkan, genel koordinatör, birinci hukuk müşaviri, koordinatör, uzman, denetçi ve avukat pozisyonlarında istihdam edileceklerin İngilizce, Almanca veya Fransızca dillerinde yapılan Kamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavlarında asgari (C), mütercim pozisyonunda istihdam edileceklerin (A), il koordinatörlüklerinde il koordinatörü, uzman ve denetçi pozisyonlarında istihdam edileceklerin ise asgari (D) düzeyinde puan almış olmaları veya dil yeterliliği bakımından buna denkliği kabul edilen, uluslararası geçerliliği olan bir belgeye sahip olmaları zorunludur. Kurumun nitelikli personel ihtiyacının karşılanabilmesi amacıyla istihdam edilecek personel için 31/12/2010 tarihine kadar yabancı dil yeterliliği şartı aranmayabilir. Bu tarihe kadar bu fıkrada öngörülen dil yeterliliği belgesini ibraz etmeyenlerin sözleşmeleri yenilenmez.”

Değerli arkadaşlarım, maalesef bu kuruma eleman istihdam edilirken kanunun bu amir hükmü hiç dikkate alınmadan sadece ve sadece “adama iş” mantığıyla hareket edilmiş; bugün bu yapılan yanlışa Parlamento tarafından üzerine bir yanlış daha eklenmesi istenmektedir. Buna müsaade edilmemesi lazım. Aksi takdirde, hepimizin şikâyet ettiğimiz, her dönem hepimizin şikâyet ettiği adam kayırma, yandaş atama işleri bürokraside de Bakanlıklarda da devam edip gidecektir. O nedenle, buna müsaade etmemek anlamında bu maddenin bu yasa teklifinden çıkarılmasını istiyoruz. İnşallah desteklerinizle de bu amacımıza ulaşırız, bu gerçekleşir.

Değerli arkadaşlarım, yasa teklifinin sonuna geldik. Bütün itirazlarımıza rağmen, çekincelerimize rağmen bu yasa tasarısı az sonra kabul edilecek.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, yurt dışında okuyan öğrenciler için yurt yapılması noktasında, burada ilgili maddeler görüşülürken arkadaşlarımız çekincelerini ifade ettiler. Bunların, yurt içerisinde kaynakların verimli kullanılamadığı, yurt içindeki ihtiyaçların tamamlanmadan yurt dışına kaynak aktarılacağı, yurt dışından yükseköğrenim hizmet satın almayı teşvik edeceği; oraya dil bilgisini artırmak, görgüsünü artırmak, çevreyi tanımak için, bu amaçla yurt dışında okumaya giden öğrencilerin orada bir araya toplanarak bu amaca ulaşamayacakları gibi pek çok çekinceler ifade edildi. Yasa bu şekliyle, maddeler o şekliyle, bu çekinceler dikkate alınmadan kabul edildi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Asil.

BEYTULLAH ASİL (Devamla) - Bundan sonra bu konu, yasanın uygulayıcısı Sayın Bakan ve Kredi Yurtlar Genel Müdürlüğü tarafından, uygulama aşamasında bu haklı itirazlar, haklı yapılan eleştiriler dikkate alınarak uygulama aşamalarında, yurt dışında okuyan bu öğrencilerimizin dil bilgilerini artırmak, görgülerini artırmanın önüne geçebilecek bu tek merkezlerde toplanma hususu, bu itirazlar dikkate alınır ve yasa o şekilde uygulanır.

Ben, her şeye rağmen, yükseköğrenim öğrencilerimize bu yasanın, başta yükseköğrenim öğrencileri olmak üzere, ülkemize, milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce heyetinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Asil.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

21’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

22’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

İkinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.

Şimdi, İç Tüzük’ün 86’ncı maddesi gereğince görüşünü belirtmek üzere ve aleyhte olmak üzere Kamer Genç söz istemişlerdir, Tunceli Milletvekili.

Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 571 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın tümünün oylanmasından önce oyumun rengini aleyhte belirtmek üzere söz aldım, hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, elbette ki gençlerimize en iyi hayat şartlarını hazırlamak, yükseköğretimde okuyan gençlerimizi, onların barınmaları ile onların eğitim koşullarını iyileştir-mesiyle devletin bütün olanaklarını seferber etmek hepimizin görevi. Yükseköğretimde okuyan gençlerimizin sorunlarını mümkün olduğu kadar en alt düzeye indirmek hepimizin görevi. Ama getirilen bu teklif ile… Yani aslında çok önemli bir teklif de Hükûmet bunu hazırlamıyor. Düşünebiliyor musunuz, bir Hükûmet, bu kadar gençliği ilgilendiren bir kanun tasarısını hazırlamıyor, milletvekillerine hazırlatıyor.

Getirilen teklifte öyle şeyler var ki, bunlar, tamamen kendi yandaşlarına arpalıklar oluşturmak üzere getirmişlerdir. Şimdi, yurt dışına yurtlar kuracaklar, oraya kimi atayacaklar? Atayacağınız kişilerin niteliklerini burada sayacaksın arkadaş. Saymadığın gibi, efendim, “Atayacağımız kişi Dışişleri Bakanlığının Teşkilat Kanunu’na göre uzman müşavir olarak atanır.” diyor. Ee uzman müşavir olarak Dışişleri teşkilatına atayacağın kişide aradığın şartları burada arayacak mısın? Yok, onu söylemiyor. Oraya atayacağı kişi Dışişleri Bakanlığı Teşkilat Kanunu’nda uzman müşavir olur, tabii maaşları çok yüksek.

Ayrıca, böyle birkaç tane kanunda değişiklik yapıyorsunuz, bari yirmi maddelik bir kanunda da bunu temel kanun kabul etmeyin. Milletvekilleri çıksın, bu kanunun maddelerinde düşüncelerini söylesin. Yani öyle değişik bir kalemle yazılmış ki, başı başka, sonu başka.

Demin verdiğimiz önergeyi kabul etmediniz. Diyoruz ki, bir öğrenci, üniversiteyi bitirmiş, krediyi almış ama iş bulamamış. Ondan sonra, ekonomik durumu iyi değil veya bulduktan sonra işine son verilmiş. Bu kişiye hiç olmazsa diğer düzenli kredi borcunu ödeyenlere getirdiğiniz avantajı buna da tanıyalım diyoruz. “Yok, tanımayız.” Ama bunu, bu teklifi eğer doğru dürüst birileri hazırlasaydı onlara da tanınırdı. Yani niye... Mantıki olan nedir? Mantıki olan, zor durumda olan kişilerin durumunu iyileştirmek. Yoksa iyi durumda olanların, ekonomik durumu iyi olanların durumunu iyileştirmek mantıksız bir şey yani. O bakımdan, böyle mantık da olmayan bir şey.

Sonra, boyuna vakıf üniversiteleri açıyoruz. Arkadaşlar, bu AKP İktidarına niye bu vakıf üniversitesi açma hastalığı düştü, ben de bilmiyorum. Geçen gün burada Ahmet Davutoğlu’nun eskiden başkanı olduğu bir vakfa vakıf üniversitesini açtırdık. Hemen Kartal’ın göz bebeğinde buna 300 bin metrekarelik arazi tahsis ettik. Yani yine devletin birçok kurumlarında şimdi, işte, KİT’lerden alınan araziler var. İşte, bu yandaş vakıflara, bunlara getirip devletin en kıymetli arazilerini tahsis ediyoruz. Kira alınıyor mu, alınmıyor mu? Yani bu devletin malı niye bu AKP tarafından talan ediliyor? Yani bu devlet böyle ille malı talan edilecek bir devlet midir arkadaşlar? Bu devletin yarını yok mudur? Bu devletin millî değerleri hep böyle yok mu edilecek? Hangi zihniyetle bu iktidar bu devletin bu mallarını böyle vakıflar, cemaatler oluşturmak suretiyle kendi yandaşlarına tahsis edecek bir düzenleme yapıyor? İşte, yine, yurt dışına gönderecekleri o yurtların başına kimi gönderecekler? Kendi cemaat ve tarikat mensuplarını gönderecekler. Dolayısıyla ne olacak? İşte Türkiye’nin oradaki görüntüsü ortada. Bir yurt dışına gidiyorsunuz. Bazı elçiliklere bir telefon ediyorsunuz, sanki adamın anasına küfür eder gibi adamlar zor şey ediyor çünkü oraya hakikaten bu ülkenin vatandaşlarının sorununu çözmek için memur göndermiyorsunuz ki. Adam orada keyfine bakıyor. Orada Türk vatandaşlarıyla doğru dürüst ilgilenmiyor. Dolayısıyla “Beni yandaş partiler tutuyor ya, yeterli.” diyor.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, biraz önce buradaki arkadaşlar dile getirdiler. Şimdi, öğrencilere yurt konusunda, yer bulma konusunda çok sıkıntı çektik. Ben de Sayın Genel Müdüre 4 defa gittim. 46 tane öğrenci verdim, 9 tane öğrenciye ilk defa şey etti, “Ötekilere de bulacağız.” dedi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMER GENÇ (Devamla) - Şimdi, sayın milletvekilleri, neden bu kontenjanı tanıyoruz? Şimdi, kurallarını belirtirsiniz. Öğrencilere yurt çıkması için yani evvela ekonomik durumuna bakacaksınız, geldiği yerlere bakacaksınız, hatta aynı şehirde ikamet ediyorsa ona yurda gerek yok. Böyle belirli ilkeler şey edeceksiniz. Yani milletvekillerinin gidip de Genel Müdür Bey’in karşısında hazır ol vaziyetinde durması gerekli midir? Bana diyor ki Sayın Genel Müdür: “Sen geçmişte benimle ilgili aleyhte konuşma yaptın.”

BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen, bürokratla ilgili konuşmayalım. Sayın Bakana hitaben konuşur musunuz Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) – Dedim ki: “Ben seninle ilgili konuşma yapmadım kardeşim. Tunceli’de yurt yoktu, yani o konuşmayı yaptığım geçen senede yurt yoktu, onun konuşmasını yaptım. Benim muhatabım Hükûmet, sen değildin ki.”

Arkadaşlar, bakın, milletvekilinin bence uğraşacağı konuların bunlar olmaması lazım. Bunların objektif kriterlere bağlanması lazım. Kanunların genel, herkesin ihtiyaçlarını karşılayabilecek, iltimaslara meydan vermeyecek, arpalıklar yaratacak bir nitelikte olmaması lazım. Ama AKP’nin getirdiği her kanunda bir arpalık kokuyor arkadaşlar. Bunda da arpalık var. Bu nedenle bu kanuna karşıyım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.

Teklifin tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre veriyorum. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma  rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Konya Milletvekili Kerim Özkul ile 7 milletvekilinin, Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Yükseköğretim Kurumları Teşkilat Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucunu arz ediyorum:

“Kullanılan oy sayısı :     218

Kabul                         :     216

Ret                             :         1

Çekimser                   :         1 (x)

                                   Kâtip Üye                                          Kâtip Üye

                               Harun Tüfekci                                     Murat Özkan

                                     Konya                                               Giresun”

Böylece teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlı uğurlu olsun.

Sayın milletvekilleri, birleşime 19.00’a kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati : 18.14

                       

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 19.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

                KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21’inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

6’ncı sırada yer alan, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

6.- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/820) (S. Sayısı: 502)(x)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu 502 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Yaşar Ağyüz, Gaziantep Milletvekili? Yok.

Başka söz talebi? Yok.

Şahısları adına Ahmet Aydın, Adıyaman? Yok.

Faruk Koca, Ankara? Yok.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şimdi, birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, isterseniz bir ara verelim efendim.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 19.04

 

                        

(x) 502 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 19.15

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21’inci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

Şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

Birinci bölüm 1 ila 7’nci maddeleri kapsamaktadır.

Birinci bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Durmuş Ali Torlak, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Torlak. (MHP sıralarından alkışlar)

D. ALİ TORLAK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 502 sıra sayılı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı’nın birinci bölümüyle ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne 1/5.000 ve daha büyük ölçekli haritaların üretimi ve bunun için gerekli faaliyetlerin yürütülmesi yetki ve sorumluluğu gibi birtakım görevler verilmektedir. Ancak bu kanun tasarısıyla ilgili olarak… Alanında uzman hiçbir sivil toplum kuruluşu, sendika ve belediyeler ile kamu kurum ve kuruluşlarından görüş ve öneri alınmadan hazırlanarak, yürürlükteki bazı kanunlarla da çelişen bu kanun tasarısı Komisyondan alelacele geçirilerek Genel Kurul gündemine getirilmiştir.

Tasarı ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün yapısı, işlevi, gerekli görev tanımı yapılmadan değiştirilmek istenmektedir. Tasarı, gerekçesinden uzak bir şekilde hazırlanmış. Bu hâliyle yasalaştığı takdirde ileride hukuki sorunlara da neden olacağı açıktır. Öncelikle görev tanımı yapılıp personel yapısının daha sonra görevlere göre oluşturulması gerekirken, görüşmekte olduğumuz bu kanun tasarısıyla önce personel yapısı oluşturulmakta, daha sonra da bu personel yapısına göre görev alanları ve tanımları oluşturulmak istenmektedir.

Ayrıca, yasal bir düzenleme Meclis gündemine getirilirken, yasa düzenleme ihtiyacının detaylı bir gerekçeyle ortaya konması gerekliliği unutulmamalıdır. Elli sayfalık kanun tasarısını iki sayfalık gerekçeyle açıklamak teamül dışı ve ciddiyetsiz bir yaklaşım tarzıdır. Bu durum, İktidarın tapu ve kadastro alanında millî ve ciddi bir yaklaşımının olmadığı, tasarıda yer alan birçok madde içeriğini incelediğimizde de açık bir şekilde görülmektedir.

Ayrıca Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün mevcut yapısında ve Meclis gündemine getirilen bu tasarıda görev, denetim, yetki ve sorumluluk mekanizmaları bulunduğu hâlde bu kanun tasarısıyla Tapu ve Kadastro Kurulunun ihdas edilmesi anlaşılır bir durum değildir. Tapu ve kadastroyla ilgili olarak Genel Müdürlüğe intikal eden konular ile bu konulara ilişkin uygulama ve görüş farklılıklarını giderme görevi verilmek suretiyle zoraki bir kurul oluşturulmak istendiği, kurula başka bir görevin verilmemesinden de anlaşılmaktadır. Ancak kurula verilen bu görevin içerik olarak aynısı tasarının 5’inci maddesinin (a) ve (b) bentlerinin beşinci fıkralarında Tapu Dairesi Başkanlığı ile Kadastro Dairesi Başkanlıklarına kendi görev alanlarıyla ilgili olarak ayrı ayrı zaten aynı içerikte görev verilmiş durumdadır. Ne diyor ilgili madde bentlerinde: “Akit ve tescil işlemleri ile tapu planlarının reddine dair tapu müdürlüklerince verilen kararlara karşı yapılan itirazları inceleyerek Genel Müdürlük görüşünü hazırlamak.” Diğeri, kadastroyla ilgili itirazlara ilişkin Genel Müdürlük görüşünü hazırlamak. Şimdi bu maddelerde belirtilen görev tanımının Tapu ve Kadastro Kurulunun görev tanımından ne farkı var? Zaten ilgili dairelere bu görev verilmiş, böyle bir kurulun oluşturulmasına neden ihtiyaç duyulduğunun mantığı mutlaka açıklanmalıdır. Hükûmetin “Bürokrasiyi azaltacağız.” söylemiyle de ters düşen bu durum, tapu ve kadastro dairelerine verilen görevlerin dışında tek farkının kurula bazı siyasi kişilerin dışarıdan kurul üyesi yapılmak istenmesinin çok açık bir göstergesidir. Ayrıca, bu tasarı ile kurula dışarıdan atanacak üyelerin görev süresiyle ilgili bir düzenlemeye yasa metninde yer verilmemesi, İktidarın bu kanun taslağını Meclis gündemine getirme amacındaki ciddiyetini ortaya koyması açısından önemlidir. Mademki ihtiyaç olmamasına rağmen böyle bir kurulun oluşmasını istiyorsunuz, dışarıdan atama yoluyla görev alacak üyelerin görev süreleri mutlaka tasarıda yer alması gerekirken buna neden yer verilmemiştir ya da verilmek istenmemiştir?

Değerli milletvekilleri, ülke nüfusunun devamlı artması nedeniyle ve her geçen gün gelişen, kamu hizmetleri arasında vazgeçilmez nitelik gösteren tapu ve kadastro hizmetleri geniş kaynak ve ekipmanların etkin kullanımını da gerektirmektedir. Bu nedenle, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, ülkemizin en küçük ilçelerinde dahi birimi olan, yaygın ve köklü bir kurumdur, bu konumuyla da vatandaşımızın devletiyle olan bağının en önemli halkasını oluşturmaktadır. Bu kapsamda, nüfusumuzun büyük bir çoğunluğu, tapu ve kadastro müdürlükleri vasıtasıyla devlet hizmetlerinden faydalanmakta ve sorunlarına yine bu müdürlüklerde çözüm bulmaktadır. Ancak kanun taslağında, halkın devlet ile güçlü ve güvenilir bir bağ kurduğu tapu ve kadastro müdürlüklerinin, ciddi ve geçerli bir neden göstermeksizin bir kısmı kapatılarak personel sayısı düşürülmek istenmektedir. Bu uygulamayla, vatandaşın ayağına hizmet götürme anlayışının terk edildiğini görmek mümkündür. Bu kapsamda, yurt içinde ihtiyaca binaen hizmet veren müdürlükler kapatılırken yurt dışı temsilciliklerimize tapu memuru niteliğinde görevlendirmeler yapılacağı yine bu tasarıda yer almaktadır.

Değerli milletvekilleri, ülke içinde birçok tapu ve kadastro birimlerini kapatarak personel sayısının azaltılmasıyla vatandaşlarımızın hizmet alımında mağdur olmasına neden olacak bu uygulamaya karşın, yabancıların, ülkemiz topraklarını yaşadıkları ülkede satın alabilmeleri için vatandaşı oldukları ülkelere memur gönderilmesi anlaşılır ve kabul edilebilir bir durum değildir. Türkiye’de mülkiyet hakkı edinecek yabancılara ilişkin uygulanacak işlemler, tamamen uluslararası hukuk kurallarına ve bu konuda kabul edilmiş genel prensiplere bağlı olup devletin millî politikalarıyla ilgilidir. Bu kapsamda, kanun tasarısının 2’nci maddesinde yer alan (d) ve (e) bentlerinin, kurumlar arası görev ve yetki karmaşasına yol açacağı unutulmamalıdır.

Değerli milletvekilleri, yasa tasarısının bir diğer önemli eksikliği ise Hükûmet tarafından bu kanun tasarısında millî menfaatlerimizi gözetecek millî güvenlik ve karşılıklılık ilkeleri dikkate alınmamış ve buna benzer hiçbir düzenlemeye yer verilmemiştir. Bu kapsamda, ülke menfaatlerini gözetmek üzere Genel Müdürlüğün görev alanında yer alması gereken, ülke genelinde ve il bazında belirli bir oranın üzerinde yabancıya mülk satışını engelleyecek, varsa fazla satışı iptal edecek ve satışı yasak arsa ve araziler ile tarım arazileri, maden ve petrol alanları olan, olabilmesi mümkün olan yerlerin satışına engel olacak bir düzenlemeye bu tasarıda yer verilmemiştir. Bunu en önemli eksiklik olarak gördüğümüzü belirtmek istiyorum.

Ayrıca, tapu ve kadastro hizmetlerinin verilmesinde kasti olmaksızın meydana gelen hatalar nedeniyle ortaya çıkan olumsuzluklarda personelin cezai ve maddi sorumluluğu bulunmaktadır. Bu maddi sorumluluk personelin ölümü sonrasında da mirasçılarına devrolunmaktadır. Bu maddi sorumluluğun karşılanması için emsal mevzuatında yerini alan sigorta sistemine bu tasarıda yer verilmemiştir. Bu eksiklik, çalışanların vatandaşlarımıza hizmet verirken tereddüt ve çekinceli davranacağı sonucunu doğuracaktır.

Değerli milletvekilleri, bu tasarı ile belirli kadrolar için kadro karşılığı sözleşme statüsü getirilerek aynı görevi yapan kurum personelleri arasında da bir ayrımcılık oluşturulmaktadır. Getirilen bu düzenleme ile kurum içi iç barışın da bozulacağı muhakkaktır çünkü bir tarafta ücreti yüksek belirli kadrolar, diğer tarafta kadastral çalışmaları yapmak için gecesini gündüzüne katan kadastro mühendisleri ve diğer personeller yer almaktadır. Aynı eğitimi alan ve aynı işi yapan memurlar arasında böyle bir ayrımcılığa benzer uygulamaların bulunduğu bütün diğer kurumları incelediğimizde, buna benzer hiçbir uygulamanın olmadığını görmekteyiz.

Ayrıca, 657 sayılı Kanun’a tabi olarak çalışanlar açısından, memurdan daha düşük zam alan amir durumu 12 Ocak 2010 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan kararnameyle -eksikliği tam olarak giderilmese de- düzeltilmeye çalışılmış iken bu düzenlemeye zıt bir uygulamaya bu tasarıda yer verilmektedir. Bu kapsamda, kadastro bölge müdürleri, tapu müdürleri, mühendisler, matematikçi ve istatistikçiler ile diğer kadrolarda bulunan kurum çalışanları bu uygulamanın dışında tutularak âdeta dışlanmaktadırlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Torlak.

D. ALİ TORLAK (Devamla) – Teşekkür ederim.

Değerli milletvekilleri, yasa tasarısı gündeme geldiğinden bu yana, gerek kurum çalışanlarından gerekse sendikalardan telefonla veya bizzat şahsımı ziyaret ederek bu yasa tasarısından memnuniyetsizliklerini ve üzüntülerini bildiren birçok kurum çalışanı arkadaşımız oldu. Yüz yüze veya telefonla şahsımı arayarak bizzat görüştüğüm arkadaşlardan -sendika temsilcilerinden ve şahıslardan- bu yasa taslağıyla ilgili “İyi olmuş, bu gerekliydi.” şeklindeki bir değerlendirmeyi maalesef alamadım, göremedim. Dolayısıyla bu yasayı Meclis çoğunluğuna güvenerek Genel Kuruldan geçirebilirsiniz ancak Meclisten geçirildikten sonra uygulamasının da en az kanunun çıkarılması kadar önemli olduğu mutlaka bilinmelidir. Yasa uygulayıcıları arasında ikiliğe yol açan bir düzenlemenin ne kadar işlevsel olacağını zaman hepimize gösterecektir.

Diğer bir eksiklik, döner sermaye gelirinden çalışanlara pay verilmemesidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Torlak, lütfen tamamlayın, teşekkür için açtım.

D. ALİ TORLAK (Devamla) – Teşekkür ederim.

Yasa tasarısının düzenlemesi itibarıyla eksikleri barındırdığı için çok da faydalı olduğunu görmediğimizi tekrar ifade ediyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı’nın büyük Türk milletine ve kurum çalışanlarına hayırlar getirmesini diliyor, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Torlak.

Bölüm üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Yaşar Ağyüz, Gaziantep Milletvekili.

Buyurun Sayın Ağyüz. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 502 sıra sayılı kadastro teşkilatının çağdaş normlarda yeniden yapılandırılmasını sağlayan yasa tasarısının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak söz almıştık fakat Sayın Meclis Başkan Vekilinin her zaman gösterdiği toleransı bugün göstermemesi sonucunda tümü üzerinde söz alamadım. Üzüntülerimi belirtiyor, hepinize saygılarımı sunuyorum.

Bu yasada hiçbir çelişki yoktu, Sayın Bakana da bu konuda duyarlı davranacağımızı söylemiştik Komisyon üyelerine de. Ama ne hikmetse bazı zamanlarda, özellikle AKP’nin sayısal oylamada zor duruma düştüğü zamanlarda ara vermeyi kendisine şiar edinmiş, partizanca davranışlarıyla ünlü Sayın Sadık Yakut’un bugünkü davranışı antidemokratik ve despotçadır. Şimdi, hep şikâyet ediyorsunuz “yasalar çıkmıyor” diye, olumlu davranıyoruz, yapıcı davranıyoruz, şuradaki hâlinize bakın, 20 kişi yok.

Sayın Başkan, siz gongu vurmadan, içeri girdiğinizde 15 kişi vardı salonda. İnsaf edin yani, böyle önemli bir yasaya grubunuz önem vermiyor, grubunuz değer vermiyor, grubunuz katılmak istemiyor, siz 10 kişiyle Meclisi yürütmeye çalışıyorsunuz, bu hangi demokrasi anlayışıyla bağdaşır? Sizin ileri demokrasi anlayışınız bu. Siz suskun toplum istiyorsunuz, suskun Meclis istiyorsunuz, korku imparatorluğunu Mecliste de devam ettirmek istiyorsunuz ama bu korku imparatorluğu böyle devam etmez. Siz korku imparatorluğunun bireyleri olabilirsiniz, ona biat edebilirsiniz ama Cumhuriyet Halk Partililer ve muhalefet ona biat etmeyecektir, çok sesli olarak konuşmaya devam edecektir.

Konuşmadığımız yasa hayırlı olsun, konuşmamak üzere de protesto ediyoruz.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ağyüz.

Sayın milletvekilleri, bugünkü Beşinci Oturumun açılışıyla ilgili tutanakları getirttim ve tutanakları okuyorum:

“Beşinci Oturum

Açılma Saati: 19.00

Başkan: Başkan Vekili Sadık Yakut

Kâtip Üyeler: Harun Tüfekci (Konya), Murat Özkan (Giresun)

Başkan – Sayın Milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21’inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

6’ncı sırada yer alan, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

6.- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/820) (S. Sayısı: 502)

Başkan - Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu 502 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Yaşar Ağyüz, Gaziantep Milletvekili? Yok.

Başka söz talebi? Yok.

Şahısları adına Ahmet Aydın, Adıyaman? Yok.

Faruk Koca, Ankara? Yok.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.”

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Saat 19.00 değil mi, 19.00?

BAŞKAN – 19.00, evet.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Dün beş dakika ara verdiniz, elli beş dakika sonra burayı çağırdınız.

BAŞKAN – Sayın Anadol

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sizin keyfî hareketiniz yüzünden. Eğer hüsnüniyetli olsaydınız açmazdınız orayı, dışarıdaydı bütün milletvekilleri. Ama, siz şimdi doğru söylüyorsunuz, saat 19.00 olmuştu.

BAŞKAN – Sayın Anadol, bir müsaade eder misiniz. Bir müsaade edin lütfen.

Birinci bölüme geçildikten sonra, aynı işlem tekrarlanmasın diye, onun için ara verdim ben çünkü…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ama, Sayın Başkan, bir kanunun tümünün görüşülmesinde sizin de hassasiyet göstermeniz lazım.

BAŞKAN – Sayın Başkan, lütfen yani… Anladım da bu Başkanlıktan, Başkanlık Divanından kaynaklanan bir hadise değil ki.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Var, var.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Senden kaynaklanıyor!

BAŞKAN – Niye?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Baktınız 2 kişi var, açmazdınız.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Senden kaynaklanıyor!

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Bunun kaç tane örneği var Başkanım!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Kaç tane örneği var! Her zaman böyle motamot davranıyor musunuz? Bazen iki dakika izin veriyorsunuz, bazen beş dakika…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Ortamı germek için yapıyorsunuz!

BAŞKAN – Sayın Ağyüz’ün ismini okuyana kadar olmadığını veya gelmeyeceğini bilmiyordum. Okuduktan sonra, bir defa, geri dönüşü olmayan bir yola girilmişti. Grubunuzda da sadece Yaşar Tüzün Bey buradaydı.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Biz Sayın Bakana da söyledik “Hiçbir güçlük çıkarmayacağız.” diye, hüsnüniyetimizin karşılığı bu oldu! Hayırlı olsun! İstediğiniz gibi yönetin bundan sonra da!

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tamam, tamam.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sırf germek için çaba harcıyorsun, ortamı germek için! Biraz demokrat ol, demokrat!

BAŞKAN – Bölümler üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Işık, buyurun.

 YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Ara verdikten sonra ele geçirdiğin koltuğu korumak için antidemokratik davranma!

(CHP milletvekilleri Genel Kurul salonunu terk etti)

BAŞKAN – Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Özellikle bu kanunla uygulamada sıkıntısı çekilen personel darlığına bir çözüm getirilebilecek midir?

Tapu ve kadastro bölge ve il müdürlüklerindeki personel açığının kapatılması yönünde ne yönde bir çalışmanız vardır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.

Sayın Şandır, buyurun, sorunuzu sorar mısınız lütfen.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakan, özellikle Toros Dağları’nda, zannediyorum bütün Türkiye’de bir sorun yaşanmaktadır. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün çalışmaları sonrasında çok sayıda tapu iptal davaları açılmaktadır. Açılan bu davalardan -normal prosedürü içerisinde gereken tebligatlar yapılmış olmasına rağmen- köylünün haberi olmamakta veya takip edememektedir. Açılan davalar sonuçlanmakta ve köylü davayı kaybetmektedir. Temyiz işlemi yapılamamaktadır. Sonuç itibarıyla, bir sonuç olarak köylünün hem yıllardır ektiği tarlası elinden alınmakta hem de önüne yüklü bir mahkeme masrafı getirilmektedir. Böylelikle, o dağları bekleyen, dişiyle tırnağıyla…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Sayın Başkan, eğer müsaade ederseniz…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, tekrar arz ediyorum. Yani tapu iptal davalarından sonra tapusu iptal edilen insanlara yüklenen mahkeme masraflarının bir çözümünün geliştirilmesi gerekmektedir. Tapu Kanunu’nu görüşüyoruz. Gerçi teşkilat kanunu ama yine teşkilatı da çok yakından ilgilendiren bir konuda bu sorunu çözebilmek, Türkiye'nin genelini ilgilendiren, özellikle de üretici kesimi ilgilendiren bu sorunu çözebilmek için bu kanuna bir geçici madde ekleyebilir miyiz? Yani açılan bu tapu iptal davalarının harçlarının kaybeden taraftan alınamayacağını veya işte, köylüden alınamayacağını hukukileştiren bir düzenleme yapabilir miyiz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Çelik…

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Ben de Sayın Bakana özellikle bir hatırlatmada bulunarak sorumu yöneltmek istiyorum.

Şimdi, bir devletin bizatihi var oluşunu simgeleyen en önemli unsurların başında kayıt sistemi gelmektedir. Dolayısıyla nüfus ve tapu daireleri vatandaşlarımız açısından fevkalade önemlidir. Bu anlamda, 1984 yılında çıkarılan yasanın burada mantıksal olarak büyük bir değişime ve dönüşüme tabi tutulduğunu görmekteyiz, personel yönetimi açısından olsun, diğer yönlerden olsun. Yani “tapu sicil müdürlüğü” unvanı dahi kaldırılmaktadır.

Sorum şudur: Şimdi kayıt sistemini değiştiren bu uygulamanın dünya gelişmiş devletler arasında böyle bir tatbikat yapan başka bir ülke var mı bu sisteme uygun? Onun cevabını istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

Sayın Bakan, buyurun.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) –  Sayın Başkanım, ilk soruyu anlayamadım, uğultu vardı, not alma imkânım olmadı. Eğer onu tekrar… Olmazsa kayıtlardan alıp yazılı cevap vermeyi uygun görüyorum.

Sayın Şandır’ın sorusu: Sayın Başkan, tabii burada bir haksızlık durumu söz konusu olabiliyor vatandaşla alakalı fakat bu düzenleme teşkilat kanunu olduğu için, aslında burada değil, başka alanları da ilgilendirdiği için buna benzer başka alanlarda da bu harcın ödenmesini gerekli kılan mevzuatta bu düzenlemeyi yapma durumu söz konusu.

Burada tabii esas olan şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Bildiğiniz gibi Türkiye’de iki tür kadastro yapılıyor idi geçmişte. Bir, tesis kadastrosu. İkincisi, orman kadastrosu. Orman  kadastrosu yapılmamış yerde kadastro çalışması yapılırken geçmiş yıllarda vatandaşın üzerine mülkiyeti, komisyonlar tarafından tespitleri yapılıyor, askıya çıkıyor, itiraz yoksa tescilleri yapılıyor idi. Ama daha sonraki yıllarda orman kadastrosunun geçmesi durumunda vatandaşın üzerine tescili yapılan araziyle alakalı eğer bir orman alanı tespiti kadastroda yapılıyor ise bu sefer daha önce tapusu verilen vatandaşa “Burası orman.” diye dava açılmış oluyor ve dolayısıyla orman alanıyla alakalı yargının bugüne kadar bu konuda açılan tüm davalarda hep genellikle Orman Genel Müdürlüğünün lehine karar veriyor ve dolayısıyla vatandaşa bu arada bir kısım mahkeme masrafları rücu edebiliyor. Buna benzer diğer konularda da doğru. Bu konuda hâlbuki yapılan kadastro çalışmalarındaki işlemlerden kaynaklanan hatanın mahkeme kararıyla düzeltilmesi söz konusu ve dolayısıyla burada vatandaşa herhangi bir mali külfet yüklenilmesi doğru değil. Fakat bu düzenlemeyi burada değil, o mahkeme masraflarının tahsil edilmesini rücu kılan, onu ortaya çıkartan düzenlemede bunu yapma gereği uygun olur Sayın Şandır. Onun için geçici maddeyle teşkilat kanununda…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakan, burada yapılacak bir düzenleme bu konunun alanlarını da bağlayacağı için çok hayırlı bir iş yapılmış olur. Yani burada tapu iptal davalarında, sizin de ifade ettiğiniz gibi, idarenin işleminin hatasının düzeltilmesinden kaynaklanan bir yükümlülüğün…

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) - Sayın Şandır şöyle: Bizim, bildiğiniz gibi, bir yeni yapılandırmayla alakalı bir kanun tasarısı gelecek. Onu, oradaki istisnayı oraya biz konulması noktasında çalışmayı yapıp oraya komisyonlarda ilave ettirelim.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yakası yırtılıyor…

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) - Bu bir teşkilat kanunu. Konuştuk, burada tutanaklara girdi, biz bu çalışmayı takip edeceğiz.

Çok teşekkür ediyorum.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Adalet Komisyonu Başkanı meseleye bir formül geliştirebilir. 

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Tamam.

Eğer bu konuda yapılabileceği noktasında bir düzenleme yapma imkânı olursa onu da araştıralım. Burada yapma noktasında da biz katılırız.

Sayın Çelik’in sorusu…

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Sayın Bakan, az önce müzakere ettiğimiz konu, Sayın Şandır’ın söylediği, bir formülasyon geliştirilebilirse, geçici bir madde oluşturulabilirse…

BAŞKAN – Sayın Bakan, sorulara cevap verin lütfen.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) - Diğer konu, Sayın Başkan, bu kayıt sistemiyle  alakalı. Bildiğiniz gibi, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğümüzce yürütülen TAKBİS Projesi, şu anda 2011 yılı sonunda tamamlanmış oluyor ve dolayısıyla tüm kadastro çalışmaları sayısallaştırılarak elektronik ortamda kayıt altına alınıyor. Yine TAKBİS Projesi kapsamında tüm tapu alım satımları ve mülkiyetle alakalı tapu sicil müdürlüklerinde yapılan tüm çalışmalar, tüm işlemler elektronik ortamda ama tüm sicil müdürlüklerimizce yapılır hâle geliyor.

Tabii, bunu şu anda bizim hedeflediğimiz şekilde, ulaştığımız nokta itibarıyla kapsamlı bir kayıt sistemini yapan ülke çok yok ama tüm ülkeler bu konuda hemen hemen çalışma yapıyorlar. Biz bu projeyi tamamladığımızda, bilgi teknolojilerini en ileri seviyede kullanan, güvenlik olgusu en üst düzeyde, yüzde yüz olan bir sistemi hayata geçirmiş olacağız.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Işık, sorunuzu tekrarlayabilirsiniz, Sayın Bakan anlamadığını söyledi.

Sayın Asil, buyurun.

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sayın Bakanım, şimdi burada “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcısı, Daire Başkanı, Teftiş Kurulu Başkanı, 1. Hukuk Müşaviri ile Bölge Müdürü kadrolarında bulunanlardan uygun görülenler görevlerine devam ederler. Bunlardan görevlerine devamı uygun görülmeyenler ile kadro unvanı kaldırılan veya değiştirilenlerden Genel Müdür ve Genel Müdür Yardımcısı kadrolarında bulunanlar bu Kanunla Bayındırlık ve İskan Bakanlığı adına Müşavir kadrosuna atanırlar.” diyor.

Burada kıstas ne olacaktır? Yani bu kadar muallakta bırakılan bir yasa maddesi olabilir mi? Hangi kriterleri esas alacaksınız?

Bu konuda, kayıtlara geçmesi açısından bir cevap verirseniz teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Bakanım, biraz önce sorduğum soru, özetle, bu tasarıyla tapu ve kadastro bölge veya il müdürlüklerinde uygulamada eksikliği duyulan personel açığının kapatılması sağlanabilecek mi?

Ayrıca, bu müdürlüklerde çalışan personelin ve teknik personelin özlük haklarının iyileştirilmesine yönelik bir düzenleme var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Buyurun Sayın Bakan.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Evet, çok teşekkür ediyorum.

Öncelikle ilk soruyla alakalı… Sayın Başkanım, burada, bildiğiniz gibi, o söz konusu edilen kadrolarla ilgili 30’un üzerinde görev yapan veya şu anda görevli olan kadro var Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünde. Yani burada özel bir kriter yok. Yeni teşkilat kanunu çıktıktan sonra yeni atamalarda -yani bu performans dikkate alınarak kurumun daha aktif çalışması için- teşkilat kanunundaki hedeflere uygun görevlendirmeler yapıldığında…

Zaten sayıyı, orada dikkat ederseniz “7 adet” diye o konulmuştur. Bunun da sebebi, bu konuda tamamen Kadastro Genel Müdürlüğünün yeni teşkilat yapısıyla birlikte daha etkin, daha verimli çalışmasına uygun bir katkı sağlamasına yöneliktir.

Bu arada, atanamayanların herhangi bir özlük hakları ve diğer konularda kayba uğramaması için onlar lehine düzenlenmiş olan bir düzenlemedir.

Sayın Işık’ın sorusunda şunu ifade etmekte fayda var: Bizim personel noktasında çok büyük eksiğimiz kalmadı şu anda. Yeni teşkilat kanununun yürürlüğe girmesiyle birlikte -kadastro ilçe müdürlüklerimizin, bildiğiniz gibi illerde tek müdürlüğe dönüşüyor- kadastro müdürlüklerimizde çalışan personeli yine aynı ilçede sicil müdürlüklerine görevlendireceğiz, yani oranın kadrosuna geçecekler ve dolayısıyla ilçe sicil müdürlüklerinde özellikle bir noktada -personel noktasında- daha da rahatlamış olacağız. Bu teşkilat kanununda özlük haklarıyla ilgili maddi anlamda ilave bir gelir getirici düzenleme şu anda yok ama bildiğiniz gibi bizim döner sermaye kurumumuz var Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünde. Burada tapu sicil müdürlüklerimizde ve tapu kadastro müdürlüklerimizde çalışan elemanlarımız son yıllarda çok büyük performans göstermişlerdir, çok yoğun ve bazen de zor şartlar altında çalışıyorlar. Döner sermayeden ilave bir düzenleme yapılması uygun olabilir ama Hükûmetimiz şu anda münferit düzenlemeye değil, topyekûn, tüm döner sermayesi bulunan kuruluşlarla alakalı toplu bir düzenleme yapacak, bu konuda çalışma devam ediyor. Ümit ediyorum en kısa zamanda gerçekleşir ve dolayısıyla Tapu Kadastro Genel Müdürlüğümüzün çalışanları da bu konuda ilave bir maddi imkâna kavuşmuş olacaklar. Bunu da fazlasıyla hak ettiklerini düşünüyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.

Birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.

1’inci madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

502 sıra sayılı kanun tasarısının 1. maddesinde “Bu kanunun amacı mülkiyet” ifadesinden sonra gelmek üzere “ve benzeri hakları” ibaresinin eklenmesini arz ederiz.

 

Nevzat Korkmaz

Akif Akkuş

Kamil Erdal Sipahi

 

Isparta

Mersin

İzmir

 

Beytullah Asil

 

Behiç Çelik

 

Eskişehir

 

Mersin

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili.

Buyurun Sayın Korkmaz.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 502 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde vermiş olduğumuz değişiklik önergesi üzerine söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, para basmak, vergi almak, yargılayıp cezalandırmak gibi devletin hükümranlık yetkilerinden birisi de tapu dağıtmak, bir mülkün sahipliğine karar verip tescil etmektir. Bir devlet bir mülkü şahsa tapularken nasıl mülkiyet haklarını himaye eder, yasalar önünde koruma altına alırsa bununla ilgili yükümlülükler, sınırlamalar da getirebilir.

Değerli milletvekilleri, ülke toprağının sahipliği, ülkenin bütünlüğünü, bağımsızlığını doğrudan ilgilendiren bir husustur. İçinizden “Hadi canım, abartıyorsunuz.” diyebilirsiniz, “Devlet erkini kim elinde tutuyorsa egemen güç odur.” yahut “Mühür kimdeyse Süleyman odur.” diyebilirsiniz. Ancak hem mülkiyet haklarının uluslararası bazı kuruluş ve mekanizmalar ile güvence altına alınması ve hem de tüm devletlerin bu konularda inisiyatifi elde tutma gayretleri ve sınır getirmeleri bunun böyle olmadığını söylüyor. Yani “Tüm ülkeler şizofren mi de bu alana sınırlamalar getiriyorlar?” diye sormamız gerekiyor. Bu satışlardan gelen paraları da devletler bir kazanç olarak görmüyorlar, şayet muz cumhuriyeti değillerse. Ancak babalar gibi satıcı AKP zihniyetinin yönettiği bir ülkeyse söz konusu olan, o zaman başka. Bu satışları “mucizevi başarı” veya “Ülkemizde yabancı sermaye yatırımı patladı.” diye bile takdim edebilirsiniz. Ülke ekonomisine bir müddet sonra misliyle karşılığını geriye alacak sıcak para girişi dışında en küçük bir katkısı yoktur. Mirasyedi evladının baba topraklarını satıp satıp yemesinden ne farkı var? Stratejik bölgeleri, ülkenin millî güvenliği meselelerini bile göz ardı ederek yapıyorsanız bunu, bunun ülkeye hizmetle ne alakası var?

Değerli milletvekilleri, İsrail devletinin Yahudilerce Araplar ve Filistinlilerden toprak satın alınarak kurulduğunu bilmeyeniniz var mı? Batı Trakya’da Türklerin arazilerine Yunan Hükûmetince nasıl el konulduğunu duymayanınız… İlla ki ders almak ve aklımızı başımıza toplamak için kafamızı duvara mı çarpmamız gerekiyor?

Bakın, AKP Hükûmetlerinin arazi ve mülk satışı alanında yaptığı sekiz yıllık icraatlara: Cumhuriyetin kurulduğu 1923 yılından 2002’ye, yani AKP Hükûmetinin kurulmasına kadar 11,9 milyon metrekare taşınmaz mal yabancılara satılırken 2002-2008 arasında satılan taşınmaz 25 milyon metrekare olmuş. Son iki senede, yani 2008-2010 arasında ise ayrıca 25 milyon metrekare daha yer satılmış. Tüm cumhuriyet dönemindeki satışların iki katından fazlası son iki yılda gerçekleşmiş. Mayıs 2010 verilerine göre, 104.505 yabancının 63 milyon 164 bin 378 metrekarelik taşınmazı bulunuyor. En fazla mülk alan yabancılar İngilizler, Almanlar ve Yunanlılar. Tabii bu rakamlar yabancıların kendilerini gizlemeden aldıkları taşınmazları ifade ediyor. Türk vatandaşlarının üzerine aldıkları ya da yabancılara satılmış bankaların ipotek yoluyla elde tuttuğu araziler bu rakamlarda henüz görünmüyor. Milliyetçi Hareket Partisi olarak neden kaygı duyulması gerektiğini bilmem anlatabiliyor muyuz değerli milletvekilleri!

Ayrıca, bu veriler Mayıs 2010’a ait. Son iki yılda rakamlar ikiye katlanıyorsa son altı ayda satışların nerelere ulaştığı konusunda birazcık düşünmenizi istiyorum. Yukarıdan bir kartopu atarsınız da çığa dönüşür ya, evet, çığa dönüşmüştür değerli milletvekilleri. Yabancıların en fazla rağbet ettiği iller ise Muğla, Antalya ve Ankara. En fazla toprağın satıldığı yerlerin içinde Bursa da var. Osmanlı çınarının filizlendiği Bursa’da en fazla Yunanlılar toprak alıyor. Yunan sermayeli bazı bankaların Trakya’da, Ege’de çiftçilerimize topraklarını ipotek ederek cömertçe kredi verdiğini, onların borçlandırdığını biliyor muydunuz? GAP projesinin uygulandığı topraklarda el altından toprak alındığı iddialarını duymayanınız var mı?

Değerli milletvekilleri, sorarım sizlere: Hangi ülkede yabancılar bu kadar kolayca toprak satın alabiliyor? Hangi ülke kendi geleceğini tehdit eden bu duruma böylece seyirci kalıyor?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Korkmaz, lütfen tamamlayınız.

Buyurun.

S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) – Eğer bu ülkenin adı Türkiye, Hükûmeti de AKP ise bunda şaşılacak bir şey yok. Bunları dillendirir iseniz de global ekonomi masalı anlatırlar, üstüne üstlük paranoya ile suçlarlar.

Yabancıların mülk edinmeleri 442 sayılı 1924 tarihli Köy Kanunu’nun 87’nci maddesiyle yasaklanmış idi. Özal Hükûmeti zamanında, 1984’te satışların önü açıldı, 86’da Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeyi iptal etti, 2003’te iktidar olan AKP bu satışları yasal hâle getiren yeni bir kanun çıkardı. 2008’de Anayasa Mahkemesi bu kanunu da Anayasa’ya aykırı buldu. Bu arada satılanlar Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümemesi ilkesi doğrultusunda elden çıkmış oldu.

Aziz milletime bir kere daha bu vesileyle hatırlatayım: Anladınız mı AKP’nin Anayasa Mahkemesini neden sevmediğini? Baş örtüsü, özgürlükler gerekçeleri bile AKP için hikâye. Üniversiteli kızlarımızın derdi değil ki dertleri. İstediklerini aldılar ya, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’yı ellerine geçirdiler ya.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Korkmaz, lütfen…

Teşekkür için buyurun.

S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) – Efendim, evet, teşekkür edeceğim.

Kızlarımız ne olacak? Bir yıl daha üniversite kapılarında beklesinler. Hazret 2011’i işaret ediyor. Önemli olan seçim kazanmak. Durmak yok, istismara devam. Milliyetçi Hareket Partisi diyor ki: “Gel, çözelim.” Kulağına pamuk tıkamış, duymuyor. Okuyan kızı yok ki, tuzu kuru.

AHMET YENİ (Samsun) – İktidardayken niye çözmediniz?

S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) – Bu kürsüden yabancılara toprak satışlarının ulaştığı boyutları, uluslararası çevrelere şirin gözükmek adına bu satışların önünde duran kurumların nasıl hedef yapıldığını ve milletin sağ gösterilip sol yumrukla nasıl nakavt edildiğini anlatmak istedim. Milliyetçi Hareket Partili bir milletvekili olarak ülke bekasını yakından ilgilendiren bu tehdide bir kez daha dikkat buyurmanızı istirham ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Korkmaz.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:

TBMM Başkanlığına

502 sıra sayılı Tasarı’nın 2. maddesinin (e) fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz ederiz.

 

Behiç Çelik

Beytullah Asil

Kamil Erdal Sipahi

 

Mersin

Eskişehir

İzmir

 

Mehmet Şandır

 

Mustafa Enöz

 

Mersin

 

Manisa

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Behiç Çelik konuşacak Sayın Başkan.

BAŞKAN – Behiç Çelik, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Çelik. (MHP sıralarından alkışlar)

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde vermiş olduğumuz önerge hakkında söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Şimdi, Türkiye’nin güncel ve hayati yığınla meseleleri varken bu konuda maalesef iktidar partisi grubunun bu meselelere hiç değinmeden ama hiçbir işlem yapmadan, tamamen ileriye matuf, bazı grupların, bazı oluşumların amaçlarını hasıl etme adına yüce Meclisi bu şekilde icbar etmeye çalışmak, sanırım büyük Türk milletinin gözünden kaçmayacaktır. Bunu, biz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak her vesileyle dile getiriyoruz.

Tapu kadastro teşkilatı oldukça önemlidir. Sayın Bakana yerimden tevcih ettiğim soruda da buna işaret ettim aslında. Devleti var eden en önemli organlardan biri tapu teşkilatıdır. Bu teşkilat, Türkiye’nin bütün ilçelerine kadar yayılmış binlerce çalışanıyla ve tapu teşkilatları yanında kadastro teşkilatıyla oldukça tecrübe kazanmış çalışanlardan oluşan bir teşkilattır ancak burada hedeflenen, amaçlanan, gizli gündem olarak getirilen, sezinlememiz ve tespitlerimiz bize iktidar partisinin belli bir karar verici, politika yapıcı ekibinin burada halisane niyetinden bahsetmek mümkün değil çünkü Türkiye millet olarak meri sistemden defteri hakaniye geçtiği yaklaşık yüz elli yıl öncesinden bugüne kadar toprak mülkiyeti konusunda sadece cumhuriyet sınırları içerisinde değil, cumhuriyet sınırlarımızı da aşan, neredeyse 7 milyon kilometrekarelik alanda mülkiyeti en iyi şekilde kurmuş ve bunu bugüne kadar da o 22 devletle birlikte yaşatabilmiş ender uygulamaları önümüze koymaktadır. İşte bunlar darmadağın ediliyor. Tecrübeli elemanlar darmadağın ediliyor sözleşmeli kadroya geçmekle. Kayıt sistemi bozulmaya çalışılıyor.

Milliyetçi Hareket Partisi 2002 yılının 18 Kasımına kadar tapu kadastro teşkilatını yönetti. Değerli arkadaşlar, TAKBİS Projesi’ni ilk defa, yani tapu sicil sisteminde bilgi sistemini kuran iktidar, Milliyetçi Hareketin iktidarıydı ve bunu önemli ölçüde kalamoza denen o kütüklerden alıp kayıtlara geçirerek bunları ilk kez uygulayan Milliyetçi Hareketin iktidarıydı ama bu şimdi bozulmaya çalışılıyor. Anayasa’mızın 35’inci maddesinde mülkiyet hakkının öneminden bahsediyor Anayasa’mız. 44’üncü maddesinde toprak mülkiyetinden bahsediyor ve mülkiyet hakkının kutsallığı, zaten önce bu yasama dönemi içerisinde çıkarılan bazı tasarı ve tekliflerle zaten önemli ölçüde zedelenmiş durumda. En son 2/B uygulamaları konusunda, gittiğimiz her yerde, özellikle kendi seçim çevrem olan Mersin’de insanlar yana yakıla şikâyetçi olmakta. Çünkü otuz beş-kırk yıl önce vatandaşımıza verilen tapular bir bir ellerinden alınıyor ve vatandaş ortada tapusuz, tarlasız, mülkiyetsiz bırakılabiliyor. Bu uygulama Allah’tan reva mı? Bunu yapan AKP İktidarının karar vericilerini buradan uyarmak lazım. Değerli AKP Grubunun, bu konularda bu metinleri kendilerine getiren yetkililerini de uyarması gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çelik, lütfen sözlerinizi tamamlayın.

Buyurun.

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Aksi hâlde, bu şekilde bir devlet idaresi mümkün değil. Devlet, sanki Patagonya devleti hâline dönüştürüldü sekiz yılda. Rica ederim. Yani tapuyu çökertiyorsunuz, nüfus kayıt sisteminde ciddi bozukluklar var, bir anda bir seçime giderken bakıyorsunuz 8 milyon insan ya fazla yazılıyor ya 5 milyon, 6 milyon fazla seçmenle karşı karşıya kalıyorsunuz. Böyle devlet ciddiyeti olur mu? Şimdi burada da yine tapu teşkilatına ciddi ve büyük bir saldırıyı görür gibiyiz, görüyoruz. Onun için, içinizde ahlak, namus, haysiyet sahibi olan değerli arkadaşlarımızın bu konuda yetkililerini uyarmasını özellikle salık veriyoruz.

Bu duygularla önergemizin kabulünü istirham ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

5’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

6’ncı madde üzerinde iki adet önerge vardır, önce geliş sıralarına göre okutup aykırılıklarına göre işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 502 sıra sayılı “Tapu Ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilâtı Ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı”nın Personele İlişkin Hükümler başlıklı 6. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “24/6/1994 tarihli ve 4009 sayılı Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 39 uncu maddesine” ibaresinin “7/7/2010 tarihli ve 6004 sayılı Dışişleri Bakanlığının Kuruluş Ve Görevleri Hakkında Kanunun 10 uncu maddesinin altıncı fıkrasına” ibaresi şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Bekir Bozdağ

Ahmet Aydın

Ayhan S. Üstün

 

 

Yozgat

Adıyaman

Sakarya

 

 

Osman Demir

 

Kerem Altun

 

 

Tokat

 

Van

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Kanun Tasarısının 6. maddesinin 5. fıkrasına aşağıdaki maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                                             Hasan Çalış

                                                                                                               Karaman

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünde bu yasanın yürürlüğe girdiği tarihte merkez ve taşra teşkilatlarında görev yapan personele; çalıştıkları günlerle orantılı olmak üzere (hastalık ve yıllık izinleri dahil) ocak, nisan, temmuz ve ekim aylarında birer aylık net ücreti tutarında ikramiye ödenir. Bunlardan üstün çalışma ve gayretleri ve sonucunda emsallerine göre başarılı çalışma yaptıkları tespit edilenlere Genel Müdürün teklifi ve Bakanın onayı ile Haziran ve Aralık aylarında birer aylık net ücretleri  tutarında teşvik ikramiyesi ödenir. Bu fıkradaki ödemelere ilişkin usul ve esaslar Bakanlar Kurulu Kararı ile tespit edilir.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet?

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Hasan Çalış, Karaman Milletvekili.

Buyurun Sayın Çalış. (MHP sıralarından alkışlar)

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 502 sıra sayılı Tasarı’nın 6’ncı maddesinin beşinci fıkrası üzerine vermiş olduğum önerge üzerinde söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Kıymetli arkadaşlar, pek çok teşkilatımız gibi tapu kadastro teşkilatımız yaptığı görevler ve bu görevlerin neticeleri sonunda insanların kazanımları ve mağduriyetleri yönünden gerçekten önemlidir. Bu nedenle tapu kadastro personelinin moralinin yüksek olması, özlük haklarının tatmin edici olması son derece önemlidir. Bu önergemizi de bunun için verdik. Bu önergemizde gerçekten önemli sıkıntılar içinde olan tapu kadastro personeli içerisinde başarılı olanların özellikle ödüllendirilmesi amaçlanmıştır. Temennim odur ki Genel Kurulumuz bu önergeyi kabul eder ve tapu kadastro personelini birazcık motive etmiş oluruz.

Kıymetli arkadaşlar, bu motivasyonun ne kadar önemli olduğunu sizlere hatırlatmak adına bazı örnekleri göz önüne sermek istiyorum: Gerçekten, özellikle orman kadastrosu uygulamalarında ortaya çok önemli mağduriyetler çıkmaktadır. Seçim bölgem olan Karaman’ın merkeze bağlı köylerinde, Ermenek, Sarıveliler’e bağlı köylerinde ve pek çok köyünde gerçekten vatandaşlarımızın çok ciddi mağduriyetleri söz konusudur. Bunlardan bazılarını hemen bir çırpıda sayarsak, merkeze bağlı Bozkandak, Çukurbağ, Yukarı Kızılca, Aşağı Kızılca; Sarıveliler’imizin Dumlugöze, Civler, Civandere, Daran; Ermenek’in Nadire, Yeşilköy, Evsin, Görmeli gibi köylerinde gerçekten hemşehrilerimizin, Türkiye genelinde de benzer problemleri yaşayan orman köylülerimizin çok önemli mağduriyetleri söz konusudur.

Düşünün değerli arkadaşlarım, bir bahçeniz var, bir tarlanız var; dedeniz kullanmış, babanız kullanmış, siz kullanmışsınız, torunlarınıza bırakacaksınız. Bir gün geliyor deniliyor ki: “Kardeşim, kusura bakma, burası orman, burayı boşaltacaksın.” Yine dedenizden kalmış, torununuza bırakacağınız veya kendinizin otuz yıldır oturduğunuz evinize deniyor ki: “Boşaltacaksın. Boşaltmazsan mahkemede kazanman gerekir.” Tabii ki orman kanunlarımızın gerçekten gözden geçirilmesi gerekir ki, bugüne kadar Ormanla mahkemeleşip de dava kazanan, benim hemşehrilerimde rastlamadım değerli vekillerim, sizin bölgelerinizde var mı bilemiyorum. Özellikle haritalama ve fotoğraflamadan kaynaklanan sıkıntıların giderilmesi gerekmektedir.

Kıymetli arkadaşlar, kendinizi bir an için bu orman köylülerimizin yerine koyunuz. Elinizde, kullanabileceğiniz, bahçe yapabileceğiniz, tarla olarak kullanabileceğiniz sınırlı bir araziniz var, zor şartlarda yapabildiğiniz veya miras kalmış bir eviniz var ve sizi evinizden dışarı atarlarsa ev yapma şansınız yok. Değerli arkadaşlar, bu insanlarımız… Evet, ormanlarımız çok önemli, ormanlarımızı koruyalım ama bu ormanlarımızı korurken burada yaşayan insanlarımıza da ormanı sevdirecek tedbirler almalıyız. İnsanlar çektikleri sıkıntıların sebebi olarak ormanı görürse ormancılığımız açısından da faydalı bir iş yapmamış oluruz.

Kıymetli arkadaşlar, bizim düşüncemiz şudur: Gerçekten, orman olması gereken fakat orman vasfını kaybetmiş, tarıma elverişli araziler olabilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASAN ÇALIŞ (Devamla) – Buralarda köylülerimiz davayı kaybetmiş de olabilir. Böyle yerlerde köylülerimizin mağduriyetini gidermek adına, mülkiyeti hazinenin olmak üzere köylünün de faydalanabileceği, neticede elde edilen ürünlerden köylünün de elde edebileceği bir orman dokusu, ağaç dokusu, meyve dokusu hayata geçirirsek, ben eminim ki ormancının ormanı korumasına gerek kalmaz, köylü bir tek dal kestirmez. Mesela, değerli arkadaşlarım, çam dikmeye elverişli bir yere çam fıstığı dikerseniz, ben eminim ki o köylü çam fıstığının gelirinden faydalanmak adına o ormanı sonuna kadar korur. Orman dokusuna uygun meyve yapısının orman olarak değerlendirilebileceği bir yasa değişikliğinin de olması gerektiğine inanıyorum.

Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum, önergemize desteğinizi bekliyorum, saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN -  Teşekkür ediyorum Sayın Çalış.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 502 sıra sayılı “Tapu Ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilâtı Ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı”nın Personele İlişkin Hükümler başlıklı 6. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “24/6/1994 tarihli ve 4009 sayılı Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 39 uncu maddesine” ibaresinin “7/7/2010 tarihli ve 6004 sayılı Dışişleri Bakanlığının Kuruluş Ve Görevleri Hakkında Kanunun 10 uncu maddesinin altıncı fıkrasına” ibaresi şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                        Bekir Bozdağ (Yozgat) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul)- Takdire bırakıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet?

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Katılıyoruz Sayın Başkanım.

Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

24/6/1994 tarihli ve 4009 sayılı Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun, 7/7/2010 tarihli ve 6004 sayılı Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 22 nci maddesi ile yürürlükten kaldırıldığı için bu düzeltme yapılmıştır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

7’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Birinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.

Şimdi ikinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

İkinci bölüm, geçici madde 1 ve 2 dâhil olmak üzere 8 ila 12’nci maddeleri kapsamaktadır.

İkinci bölüm üzerinde, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili.

Buyurun Sayın Kaplan.

BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii ki gelişen teknoloji, bilişim ve dünya ilişkileri içinde tapu kadastro teşkilatımızın artık ihtiyaca cevap vermediği, birçok soruna neden olduğu biliniyordu. Biz, Barış ve Demokrasi Partisi olarak, bu tasarı eksik de olsa, bugün ihtiyaçlara tam olarak cevap vermese bile yeniden yapılandırılmasının yararlı olacağını düşünüyoruz ancak bu konuda birkaç gerçeğe dikkat çekmek istiyorum.

Tapu kadastro teşkilatları, görevleri gereği, mülkiyet hakkının, özellikle gayrimenkul hukukunda tescili konusunda yaptığı işlemlerle Türkiye genelinde hâlâ istenilen düzeyde her yere girebilmiş değil. Böyle olunca, Türkiye'de vatandaşın elinde Osmanlıdan kalan tapular var, zilyetlik belgeleri var, il özel idarelerine verdikleri vergiler var, bazen de zilyetlik var ama hiçbir belge yok, tabii bunun sonucu olarak da çok ciddi sıkıntılar yaşıyorlar, bu sıkıntılar sonucu ihtilaflar artıyor, kan davalarına dönüşüyor, mahkemelere gidiyor. Mahkemelerde de bazen otuz yıl, kırk yıl hatta elli yıl süren gayrimenkul davaları var ve bu davalar nedeniyle, artık, vatandaş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 1 No.lu Protokol’ün 1 ‘inci maddesi uyarınca, mülkiyet hakkı ihlali nedeniyle dava yoluna gidiyor ve Türkiye bu konuda da birçok davada mahkûm oldu. Sadece bu değil, aynı şekilde, Kamulaştırma Yasası ki daha sonra düzeltildi, Anayasa’da da bu konuda bir hüküm değişikliği oldu ama kamulaştırmada da kamulaştırma işleminin olabilmesi için tapunun olması gerekiyor, kadastro görmüş olması gerekiyor, bir tescilin olması gerekiyor. Bunlar da olmadığı için, bugün, HES’ler, barajlar, Ilısu Barajı, benzeri barajların yapımı nedeniyle tapusu olmayan yüz binlerce vatandaşımız mağdur durumda. Bunlara, evleri, tarlaları, bahçeleri nedeniyle, hiçbir ödeme bu nedenle yapılamamaktadır.

Aynı şeyi terörle mücadeledeki tazmin komisyonlarında… Takriben 349 bin başvuru olmuş. Bu 349 bin başvurudan 150 bin adedinin reddedilme nedeni başvurucunun tapusunun olmayışı yani evi yanmış, yakılmış, köyü yakılmış, tarlasının tapusu yok. Vatandaşın köyüne eğer kadastro girmemişse vatandaşın bunda günahı da yok elbette ama maalesef bu da bunun sonucudur.

Yine, üç-dört bin civarında köyün yakıldığı, boşaltıldığı, 93-97 yılları arası Türkiye’sinde bu boş olan köylerde, Kadastronun, özellikle öncelikli bir tespit tapulama çalışmasını yapması gerekiyor. Boşaltılan köylerde birçok arazi ihtilafı bu nedenle doğuyor.

Yine, Mahmur Kampı’nda yaşayan 15 bin vatandaşımız var. Türkiye’de hiç kimse, 1992’de, 1993’te can güvenliği olmadığı için, köyleri yakıldığı için kendi ülkesini terk edip Irak’a yerleşmiş 15 bin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının mülteci kamplarında yaşadığını görmüyor, görmezlikten geliyor. Aslında, 15 bin vatandaşına sahip çıkamayan bir yönetim anlayışının zafiyetini sorgularsak çok vahim bir durum çıkar ortaya. Peki, bunların köyleri ne durumda, evleri ne durumda, bağları, bahçeleri ne durumda; bunların mülkiyet hukuku ne durumda diye sorduğunuz zaman, o bölgelerde kadastro işlemlerinin de olmadığını görüyoruz. Sadece bu değil, orman haritaları çıkarıldı 1949-1956 gibi. Bütün mahkemelerde, bu orman haritaları nedeniyle orman köylülerinin mağdur olduğunu görüyoruz. Acaba, mahkemeler, Türkiye’de, 21’inci yüzyılda, hâlâ 1949’ların, 1956’ların orman haritalarına dayanarak orman köylülerini mağdur etmeye devam edecek mi? Bu sıkıntının giderilmesi için yine Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne büyük görevler düşüyor.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne buradan birkaç uyarıda daha bulunmak istiyorum. Büyük köy ihtilaflarında, kan davalarında, toprağın bölüşülmesinde yanlış tespitlerin çok yer aldığını görüyoruz. Örneğin, 20 bin dönüm bir parselde tespit yapılmış, tespit de köydeki üç tane ileri gelen üzerine yapılmış. İleri gelen ölüyor, geriye yüz elli tane mirasçı bırakıyor, yüz elli mirasçı da bir araya gelip davasını sürdürene kadar yıllar geçiyor ve bunun için de ister istemez çatışmalar doğuyor. Öncelikle, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün çok uzun süredir süren davaların hepsini tespit edip mercek altına alması gerekiyor; sonra, bu ihtilaflı olan, kadastro giren yerlerdeki tespitleri tekrar bir gözden geçirmesi gerekiyor. İştirak hâlindeki mülkiyetlerin, karmaşık mülkiyet hukukunun çok önemli olduğunu belirtmek istiyorum.

Tabii adliyelerde yazıyor: “Adalet mülkün temelidir.” Aristo da der ki: “Adalet önce devletten gelir.” Evet, devletten geliyor.

Burada bir iki önemli değişiklik var, bunu önemsediğimi ifade etmek istiyorum. Özellikle çok hareketli bir nüfus, göç eden bir nüfus, büyük şehirlere giden bir nüfus söz konusu ve herkes tapuyla ilgili işlemlerini kendi tapu sicil müdürlüğünde yapmak gibi bir yükümlülükle karşı karşıyaydı. Belki bu tasarıyla artık -ki bu hedeflenmiş durumda- tapu işlemlerinin başka yerlerde, değişik mahallerde yapılabilme imkânının getirilmesi son derece önemli.

Taşra teşkilatlarının azaltılması, ihtiyaca göre yapılandırılması elbette doğru ama bir uyarıda daha bulunmak istiyorum: Elbette ki her ilçede bir tapu müdürü olacak. Zaten, 81 il, 1011 adet tapu sicil müdürlüğü sayısı 957 adede indiriliyor ama dikkat çekmek istiyorum, 3 bin, 4 bin, 5 bin nüfusu olan ilçelerde tapu müdürünü bulamıyor vatandaş, tapu müdürünü bulamadığı için sıkıntılar yaşıyor ve bu konuda, bir satış işleminde, bir tescil işleminde çok ciddi mağduriyetler yaşıyor. Bunun mutlaka sadece yapılandırmayla değil, anlayış olarak güçlendirilip giderilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Özellikle devletler arasında karşılıklılık ilkesi dâhilinde mülk alışverişinin, satışının yapılmasını, devletin yurt dışındaki vatandaşını ve şirketlerini korumasını elbette ki önemsiyoruz, doğru da buluyoruz. Gerçi bu konuda Dışişleri Bakanlığıyla, Adalet Bakanlığıyla uyumlu bir şekilde yapılacak bir çalışmayla bunun yapılması gerekiyor. Biliyorsunuz, Türkiye’de de mülk satışları yapıldı yabancılara, bu konuda hileli yollar kullanıldı “Yüzde 5’ten fazla satış yapılamaz.” denilen yerlerde farklı şekillerde satışlar yapıldı. Stratejik durumlar oluyor, güvenlik durumları oluyor, turizm durumları, kültür durumları oluyor, elbette ki bu konularda ülkeler arasında karşılıklılık anlayışı çerçevesinde bu hukukun işletilmesinde büyük bir yarar vardır.

Bütün bunların yanında, bu yeni yapılanma sürecinin, şu gerçeği daima göz önünde tutarak hareket etmesi gerekiyor: Tapu sicillerindeki bütün düzeltmeler mahkeme kararıyla oluyor. Dönüp dolaşılacak yer yine tapunun, gayrimenkulün olduğu mahkemelerdir, bu kolaylıklar da vatandaşı bu külfetlerden kurtarmıyor. Bu gerçekleri dikkate alarak çok özenli bir tescil işleminin dikkate alınması gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bu duygularla, hayırlı olması temennisiyle, saygılarımla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Bölüm üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ve aynı zamanda şahsı adına söz isteyen Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on beş dakikadır Sayın Korkmaz.

MHP GRUBU ADINA S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 502 sıra sayılı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı’nın ikinci bölümü üzerine şahsım ve grubum adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, devletin yeniden yapılanması ve çağdaşlaşmasına yönelik toplumsal taleplerin temelini oluşturan, bayındırlıktan çevreye, turizmden kentleşmeye, tarımdan imara, kısacası, toprağa bağlı tüm faaliyetlerin belirlenmesi ve gelişmesinde doğrudan ilgili olan bir kuruluştur. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan tüm vatandaşlarımızın doğrudan veya dolaylı olarak hizmet aldığı bir kuruluştur. Türkiye tapu ve kadastrosu, bugünkü durumuyla ve ürettiği verilerle, mekâna yönelik çok yönlü ihtiyaçları karşılayabilmekten maalesef uzaktır. İhtiyaçlar çeşitlenmiş, bilgi teknolojilerinin gelişmesiyle beklentiler artmıştır. Dolayısıyla, toprağa ilişkin verilerin toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek özellikte oluşturulması, güvenilir olması, güncel tutulması ve bunlara kolayca ulaşılması temin edilmelidir.

Tapu ve kadastro hizmetleri her geçen gün gelişmekte ve vazgeçilmez kamu hizmetleri arasında yer almaktadır. Bu yüzdendir ki Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ülkemizin en küçük ilçelerinde dahi birimi olan, yaygın ve köklü bir teşkilattır ancak maalesef Türkiye'de birçok kurumumuzda olduğu gibi Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü de yoğun bürokratik işlemler sebebiyle vatandaşı ile sıkça karşı karşıya gelmektedir. Vatandaşın tapu işlemlerinin hızlandırılması için gerekli olan teknik donanımını bir an önce tamamlamak, temin etmek durumundadır.

Değerli milletvekilleri, tasarı ile taşra teşkilatında hâlen 22 adet olan bölge müdürlüğü sayısı 13’e indirilmiş, 325 adet olan kadastro müdürlüğü sayısı 81’e ve 1.011 olan tapu sicil müdürlüğü sayısı da 957 adede indirilmiştir.

İşlem hacmi ve  kurumsal ihtiyaçların her yıl artması, hizmetin kaliteli, hızlı ve ekonomik bir şekilde verilmesi için elbette yeni bir yapılanma zorunludur ancak her zaman, değiştirmek, geliştirmek demek değildir. Bu değişiklik ile dün vatandaşlarımız kendi ilçelerinde kadastro hizmetlerini bire bir alır iken bugün ulaşım ve bürokratik sıkıntılar artacak, vatandaşlarımızın sırtına daha fazla yük binecek, tapu ve kadastro işlemlerinde yapılacak işlemler gecikecek, belki kayıt dışılığın artışına sebep olunabilecektir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye kadastrosu ise seksen yılda ürettiği verilerinin yaklaşık yüzde 60 kadar olan bir bölümünü yenilemek ve verilerini mekânsal bilgi sisteminin gerektirdiği sayısal, ülke koordinat sisteminde tanımlanmış, hukuken geçerli biçime kavuşturmak zorundadır. Oysa Türkiye kadastrosu, plan ve verileri güncel durumda değildir. Zaman içerisinde zemin-kadastro planı ilişkisi bozulmuş ve kadastro planları zemini yansıtamaz duruma düşmüştür.

Tapu ve kadastro bilgileri farklı standartlardadır. Geniş zaman diliminde ve farklı yöntem ve standartlarda üretilen kadastro bilgilerinin bilgi sistemine aktarılması için standartların yükseltilmesi yani iyileştirilmesi gerekmektedir. Tapu ve kadastro planları yenilenmeye muhtaçtır. Yapılan çalışmalar sadece teknik işlemleri kapsamakta, kadastro sonrası oluşan ve fakat ilgilileri tarafından işlemleri tamamlanarak tapu siciline yansıtılmayan değişiklikler dikkate alınamamaktadır. Bunun sonucu  zemin-kadastro planı ilişkisi bozulmuş ve kadastro planları, biraz önce söylediğim gibi, zemini yansıtamaz duruma gelmiştir. Ayrıca tüm kent bilgi sistemi, arazi bilgi sistemi, tarım bilgi sistemi, çevre bilgi sistemi, coğrafi bilgi sistemi birbiriyle entegre hâle getirilmeli ve zenginleştirilmelidir.

Değerli milletvekilleri, arazi ve araziye ilişkin her türlü faaliyetler ve karar verici mekanizmalar için gerekli olan, mevcut durumu yansıtan, geçerli ve güvenilir arazi bilgilerinin sağlanması, tapu kayıtları ve kadastro haritalarının güncel tutulması, tüm bu bilgilerin bir veri tabanına aktarılması, bilgilerin güncel olarak bilgisayar ortamında tutulması ve bunların bilgi teknolojileri kapsamında yeniden değerlendirilmesi ve kullanıma sunulması gerekir ancak bu işlemlerde yeterli özen gösterilmediğinden, birçok vatandaşımız, babadan oğula, oğuldan toruna geçen arsa ve araziler sebebiyle devletle nizalı durumdadır. İdarenin bu ayıbı yüzünden mahkemeler lüzumsuz yere meşgul ve vatandaş mağdur edilmektedir. Öyle ki onlarca yıldır devam eden davalar vatandaşı canından bezer hâle getirmiştir. İdarenin çözemediği konuları vatandaş kendi imkânlarıyla çözmeye çalıştığından, kavgalar kan davaları şekline dahi ulaşabilmektedir. Özellikle orman köylerimizde tapu ve kadastro işlevsizliği nedeniyle devletimiz de vergi anlamında büyük bir kayıp içerisindedir.

Tüm bu sebeplerden dolayı, toplumdaki adaletsizliklerin ortadan kaldırılması, mahkemelerdeki dosyaların bir an önce sonuçlandırılması gerekir. Ayrıca kamulaştırma, emlak vergisi, alım satım harç ve vergileri, ipotekli taşınmaz kredisi sistemi, emlak borsası ve benzeri birçok işlemlerde yararlanılacak taşınmaz değerleme işlemlerinin yapılması gerekmektedir.

Tasarıyla alt kadro çalışanlarının maaş ve özlük hakları günümüz şartlarında oldukça düşüktür. Unvanlı kadroları kadro karşılığı sözleşmeli yaparak ve ikramiye vererek, ücretleri yükseltmeye çalışıyorsunuz. Öte yandan  sahada vatandaşımıza bire bir görev veren alt kademe çalışanlarını görmezden geliyorsunuz. Hâlbuki asıl işlem yapan, imza atan, sorumluluk üstlenen ve hata yaptığında da yakasına asıl yapışılan onlardır.

Genel Müdürlüğün şube müdürlüklerini kaldırması da tasarıda yer alan hususlardandır. Yeni atamalar yapılmayacak, var olanlar şahsa bağlı hâle gelecek. Bu şekilde müdürler yetkisizleştirilmiş olacak, idarede gönlünün hoş olup olmayacağını bilemem ama eli boş yetkisiz yetkililer görülecektir.

Ülkemizde taşra birimleri kapatılınca vatandaşımız oradan oraya taşınarak mağdur olurken, yabancılar, kurulan yurt dışı temsilcilikleri vasıtasıyla ülkemiz topraklarını, yaşadıkları ülkelerde memurları ayaklarına getirerek satın alabileceklerdir. Bunun kabul edilmesi doğrusu hepimizin zoruna gitmektedir.

Değerli milletvekilleri, tasarıda “Bu Kanuna göre kadro ve görev unvanları değişen yahut kaldırılan personel, en geç altı ay içinde, kazanılmış hak aylık derecelerine uygun olmak kaydıyla Genel Müdürlükte ihtiyaç duyulan diğer kadrolara atanırlar. Bunlar, yeni bir kadroya atanıncaya kadar, eski kadrolarına ait aylık, ek gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali haklarını almaya devam ederler.” denilmektedir. Ancak bilindiği üzere bu tip uygulamalar öteden beri sürekli yargıdan dönmüş ve bu konularda emsal kararlar alınmıştır. Bunu da bir uyarı olarak sizlere sunmuş olalım.

Değerli milletvekilleri, şu anda vatandaşımız tapu idarelerinde zaten alış satıştan dolayı bir harç yatırmakta, bunun yanında döner sermayeye de para aktarmaktadır. Son olarak emlak değerlemelerindeki yükselmelerden vatandaşlarımızın ödediği vergi, harç ve döner  sermaye miktarları artmıştır.

Şimdi bu tasarıyla vatandaşlarımızın tapu ve kadastro hizmetlerine ödeyeceği ücretler daha da artmış olacaktır. Herhâlde sosyal devletten, hizmetkâr devletten anladığınız bu, ne kadar para o kadar hizmet.

Bunun yanında, teknik personel kadroları kaldırılıyor değerli milletvekilleri ve genel idari hizmetler olan kadrolar geliyor. Teknik personel bu durumda zamanını daha fazla masa başında mı geçirecek diye sormamız gerekiyor veya arazideki teknik sorunlara kim cevap verecek?

Bu kanun, kadastro müdürlüklerinin tamamen lağvedildiği anlamına gelmektedir. Niye bunu söylüyoruz? Çünkü bir, kadastro müdürlüklerindeki kontrol mühendislerinin yetkisi alınıyor. İki, teknik hizmetler sınıfında olan teknisyen, tekniker, kontrol memuru ve kadastro üyesi kadroları yok edilerek bu insanlar sıradan memur durumuna getiriliyor. Üç, teknisyen, tekniker ile bu görevlerde çalışmış, sınava girerek bir üst göreve gelmiş olan kontrol memuru ve kadastro üyesi arasında hiçbir fark kalmıyor.

Tapu ve kadastro uzmanı olmak için, değerli milletvekilleri, otuz yaş sınırı getirilerek, yetişmiş tecrübeli personelin tamamının önü kesilmiş oluyor. Unutmayın ki tecrübeli personelin yüzde 90’ı otuz yaşını geçmiş durumda. Bundan sonra, kapsam dışında bıraktığınız bu insanlardan, doğrusu, merak ediyorum, nasıl hizmet bekleyeceksiniz? Özlük haklarında zaten sıkıntılı olan personel, ya emekli olacak ya da başka kurumlara geçmeye çalışacak. Bu da tecrübeli personel sıkıntısı yaratmayacak mıdır?

Diğer bir konu ise teftiş kurulu başkanlığında çalışan müfettiş maaşlarının kurum içinde görev yapan diğer üst düzey personelin özlük haklarıyla karşılaştırıldığında arada var olan maaş farkının müfettişler aleyhine gittikçe açıldığıdır. Hiyerarşiye uygun bir düzenleme yapılabilmesi için, teftiş kurulunda görev yapan başmüfettiş, müfettiş ve müfettiş yardımcılarının maaşlarında da iyileştirmeler yapılması zorunlu görülmektedir.

Değerli milletvekilleri, vatandaşımızın istediği yerde tapu işlemlerini yapabilmesi olumlu bir değişikliktir. Ancak bu değişiklik ile tapu kadastro çalışanları bugün dahi işlere yetişemez iken başka bir tapu dairesinden onay bekleyecekler, gerekli yazışmaları ve mesajları da düzenleyecekler ve bu işleri de hatasız olarak yapmak mecburiyetinde kalacaklardır.

Bu olumlu bir düşüncedir ancak kesinlikle yeni bir stratejiye, yeni bir planlamaya ihtiyaç göstermektedir. Yapılan tüm değişiklik ve düzenlemeler, yapılması gereken başka değişiklikleri de beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla, daha geniş çaplı ve köklü değişikliklere ihtiyaç vardır.

Bunun için, hazırlanan tasarının daha geniş kitlelerce, özellikle sivil toplum kuruluşlarınca da tartışılması gerekmektedir ancak bu konuda ciddi girişimlerde bulunulmadığını komisyon üyesi arkadaşlarımızdan öğrenmiş bulunuyoruz.

Tüm bu sebeplerden dolayı tasarıyı eksik bulduğumuzu ve Milliyetçi Hareket Partisi olarak muhalefet edeceğimizi belirtir, bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Korkmaz.

Bölüm üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Yalçın, buyurun.

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bazı yayın organlarında, Irak’ın işgalinden sonra Musul ve Kerkük’te özellikle soydaşlarımızın varlıklarını yok etmek adına tapu dairelerinde ve nüfus idarelerinde bir yağmanın olacağı endişesiyle oradaki kayıtlardan birer kopya alınıp Türkiye’ye getirildiği yazıldı çizildi. Bu haber doğru mudur? Gerçekten oradaki kayıtlardan birer kopya ülkemize getirilmiş midir? Eğer doğruysa, oradaki soydaşlarımızın varlıklarının temini bakımından gerek Irak’ta gerekse uluslararası yargı anlamında ne işlem yapılmaktadır, bu kayıtlar hangi amaçla kullanılacaktır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, Adana Karaisalı ilçesi ve yöresinde Çakıt ve Körkün ırmakları arasında kalan bölgenin bütün arazisinin Ramazanoğulları Vakfına ait olduğu belirtilerek tapu iptal davalarına gidilmeye başlanacağı ilgili kurumlarca açıklanmış bulunmaktadır.

Bu arazilerin Ramazanoğulları Vakfına ait olduğunun bildirilmesi üzerine İstanbul’dan, Avrupa’dan ve değişik yerlerden Adana’ya gelen bazı insanlar “Elimizde soy ağacı var, bizler Ramazanoğulları’nın vârisleriyiz.” deyip mal ve arazi taleplerinde bulunmaya başlamışlardır. Tabii bu durum, çok uzun yıllardan beri dededen toruna, torunlarının da torunlarına intikal eden bu arazileri ekip biçen yöre halkını ziyadesiyle tedirgin etmiş, sıkıntıya sokmuş ve bir huzursuzluk meydana getirmiştir. Bu durumdan Hükûmet olarak bilginiz var mıdır? Şayet varsa, bu huzursuzluğun giderilmesi için yine Hükûmet olarak ne gibi çalışmalarınız mevcuttur?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Enöz

MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Delaletinizle Sayın Bakana soruyorum: Tapu sicil müdürlüklerinde gerçekleştirilen devir, tescil ve satış işlemleri gayrimenkulün olduğu yerde yapılmaktadır bilindiği gibi. Dolayısıyla, vatandaşlarımızın ikametleri satacağı veya devredeceği gayrimenkulün dışında başka yerlerde ise vatandaşlarımız bazı külfetlere girerek işlemlerini yapmaya gitmektedirler. Örneğin, ben, Manisa’daki gayrimenkulümü satmak istesem Manisa’ya gitmek zorundayım. Dolayısıyla, bu zorlukların ortadan kaldırılması için Bakanlığınızca herhangi bir çalışma yapılmakta mıdır? Bu konuda bir bilgi verirseniz…

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Çelik…

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Kürsüden konuşmamda da ifade etmiştim, bu memuriyet güvencesini özellikle önemsiyorum. Bu konuda bu yasa çıktıktan sonra, bu tasarı yasalaştıktan sonra memuriyet güvencesi konusunu nasıl düşünüyorsunuz? Bu konuya özellikle vurgu yapmak istiyorum.

Yurt dışında tapu memuru uygulamasına niçin gerek duydunuz ve oluşturulan fonun, burada bu tasarıyla oluşturulan fonun mali boyutunun ne kadar olacağını tahmin ediyorsunuz, 2011 yılında örneğin?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bu tasarıyla iptal edilen toplam 10.056 kadroda hâlen istihdam edilen personelin yeni ihdas edilen toplam 8.046 kadroya yerleştirilmesi nasıl yapılacaktır? Bu amaçla ne tür objektif ölçüler kullanılacaktır? Yeni kadrolarda karşılığı bulunmayan 2 binden fazla personelin durumu ne olacaktır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Ülkemizin her yerinde olduğu gibi Tokat ili Erbağ, Niksar, Almus ilçelerinde mücavir alanlar orman vasfını kaybetmiş olan yerlere dayanmıştır. Dolayısıyla yeni bir yerleşim yeri tahsis edilememektedir. Orman vasfını kaybetmiş olan bu yerlerin tespit edilerek belediyelere verilmesiyle ilgili bir çalışma Bakanlığınızda yürütülmekte midir bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Paksoy

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, tapu kadastro çalışanları zor şartlarda görev yaparak vatandaşlarımıza hizmet vermektedir. Söz konusu personele döner sermayeden pay verilmesi hizmet veren personeli rahatlatacak ve dedikodulardan büyük ölçüde uzaklaştıracaktır. Daha önce de belirttiğiniz gibi, döner sermaye düzenlemesinin tüm kamu kuruluşları için yapıldığında değerlendirileceğini söylediniz. Ancak tümüyle düzenlemeyi beklemeden karayolları personeline verildiği gibi tapu kadastro çalışanlarına da verilmesi, daha sonra da diğer döner sermayeli kuruluşların düzenlemesi yapılabilir. Bu konudaki çalışanlara bir müjde vermeyi düşünür müsünüz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Çalış…

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkan, teşekkürler.

Sayın Bakanım, tapu kadastro uygulamalarının önemli mağdurlarından olan orman köylüleri Sayın Hükûmetinizin uygulamaları sonucunda özellikle keçilerini satmak zorunda bırakılmıştır. Bu köylülerimizin bugüne kadar mağduriyetini giderici projeler maalesef kâğıt üzerinde olmasına rağmen hayata geçmemiştir. Orman köylülerimizin bu zararlarından doğan mağduriyetini gidermek için herhangi bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Cengiz…

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Sayın Bakanım, biraz önce de arkadaşımızın ifade ettiği gibi bazı bakanlıkların döner sermayesinden personel yararlandırılmaktadır. Özellikle kadastroda ve tapuda çalışan arkadaşlarımızın da böyle bir beklentisi var ve sizden de böyle bir müjde beklemektedir. Bu konudaki düşünce ve çalışmalarınız var mı, yok mu? Bu konuda bir aydınlatırsanız seviniriz.

İkincisi, Gelibolu Yarımadası başta olmak üzere, Çanakkale’de yabancılara toprak satımı oldu mu? Olduysa, kaç dönüm veya hektar arazi satılmıştır veya kaç adet yabancıya satılmıştır ve hangi ülke vatandaşları bu arazileri almıştır? Bu konuda, özellikle Gelibolu Yarımadası’ndaki hassasiyeti düşünürsek, hem Çanakkalelilerimizi hem de Meclisimizi hem de Türkiye’deki vatandaşlarımızın hassasiyeti açısından, bu bölgedeki yabancılara satışla ilgili ayrı bir kararımız, hassasiyetimiz veya çekincemiz olur mu? Bu konuda bilgi verirseniz ve bir de özellikle Bakanlık personelinin döner sermayesiyle ilgili -müjdeyle ilgili- bir çalışmanız var mı, yok mu? Bu konudaki cevabınız da çok önemli.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, buyurun.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.

Özellikle Sayın Yalçın’ın sorusu; evet, bugün basında böyle bir haber yer aldı. Yani oradan özellikle son yıllarda getirilmiş bir kayıt yok.

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Keşke olsaydı.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) - Belki o, Türkiye’de, Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğümüzün arşivlerinde yirmi üç ülkeye ait kayıtlar söz konusu. Sanıyorum o baz alınarak herhâlde böyle bir haber yapıldı. Yoksa, oradan bir arşiv bilgi, oradaki kayıtlar buraya getirilmiş, böyle bir durum söz konusu değil.

Sayın Tankut, özellikle vakıf arazilerle alakalı mevzuat bizim Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün ilgi alanı dışında olan bir konu.

YILMAZ TANKUT (Adana) – Hükûmet olarak…

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Bununla alakalı bilgi veremiyoruz ama konuyla alakalı, araştırıp, yazılı belki cevap verme imkânımız olabilir.

Sayın Enöz, özellikle bu gayrimenkulün bulunduğu tapu sicil müdürlüğü veya olduğu yerdeki tapu sicil müdürlüğünden ancak satışlar yapılabiliyor. Bu teşkilat kanununda yaptığımız düzenlemeyle birlikte, düzenlemesi yapılarak, herhangi bir vatandaşımız, Türkiye’nin neresinde olursa olsun, gayrimenkulün bağlı olduğu sicil müdürlüğü değil, herhangi bir sicil müdürlüğüne giderek bir başka yerdeki gayrimenkulün alım satım ve buna bağlı işlemleri yapabilir hâle gelmiş olacak. Bu, teşkilat kanununda var, inşallah onun uygulamasına 2011 yılında başlayacağız.

Bir diğer konu, yine bununla bağlantılı, özellikle bizim görevlendirdiğimiz, yetki verdiğimiz, Türk vatandaşlarımızın yoğun olduğu yabancı ülkelerdeki belli büyükelçiliklerimizin bulunduğu merkezlerde de, böyle bir eleman göndermemiz durumunda, burada da, Türkiye’deki gayrimenkullerini oradaki vatandaşlara alım satım işlemleri yapılabilir hâle gelmiş oluyor.

Sayın Çelik’in ifadesi, bu personelle… Soruyu şu anda tam not alamamışım.

Sayın Işık, personelle alakalı bir personel indirimine gitmiş oluyor kadro anlamında. 17 bin çalışanı var Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün.

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Bakan, şimdi tapu sicil müdürlüğü unvanının içerisindeki “sicil” kelimesi çıkarılarak böylece bu unvanı uhdesinde bulunduranlar otomatikman boşluğa çıkacak. Sonra partizanca atamalar gelecek.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Hayır, hayır. O anlamda bir düzenleme değil. Özellikle şu anda kullanılmayan, aslında, boş kadroları iptal etmiş oluyoruz. Yani fiilî olarak bir çalışanın azaltılmasına gidilmesi söz konusu değil.

Toplam 10.056 iptal söz konusu ama 8.076 ihdas söz konusu ama bu bizim fiilî çalışanımızı azaltmıyor. Şu anda kadro olup da personelimizin bulunmadığı kadrolarla alakalı bir iptal, ihdas söz konusu.

Sayın Paksoy, döner sermayeyle ilgili ben açıkladım, tekrar ifade etmekte fayda görüyorum. Özellikle Tapu Kadastro Genel Müdürlüğümüzün çalışmaları… Çok özverili bir mesai harcıyorlar. Hem bu kadastro çalışmaları için geçerli hem tapu sicil müdürlüklerinde çalışan personelimiz çok dikkatli, çok etkili ve verimli. Vatandaşlarımıza hızlı hizmeti verir hâle geldik. Dolayısıyla ücretlerinde de, yaptıkları işin hassasiyeti, ehemmiyeti ve önemini de göz önüne aldığımızda ve nitekim mesela, özellikle sicil müdürlüklerimizde bir personelimiz sehven de bir yanlış işlem yapmış olsa, o gün -eğer bir gayrimenkul değişikliği ise bu- bir başkasına gayrimenkulün satılması şeklinde de olsa, bu anlaşıldığında, tespit edildiğinde, o çalışanımız vefat etmiş olsa da, mirasçılarına kadar sirayet eden bir sorumluluk altındalar. Dolayısıyla özellikle biz çalışanlarımızın döner sermayeden ilave bir pay almasını arzu ediyoruz. Bunların onları bu konuda daha motive edeceğini, bu emekleri noktasında onlara bir katkı olacağını da düşünüyoruz. Fakat burada şu anda Maliye Bakanlığımız, özellikle döner sermayesi olan kuruluşlarda bir bütüncül düzenleme yapıyor ve ümit ediyorum yakın bir zamanda inşallah bu yasalaşmış olacak.

Diğer kurumlarda da bu tür beklentiler var. Bizim burada, bu teşkilat kanununda böyle bir düzenlemenin Hükûmet kararı olarak uygun görülmediğini ifade etmek istiyorum ama çalışma gerçekleşecek. Şu anda Maliye Bakanlığı bu çalışmayı yapıyor.

Sayın Çalış orman köylülerinin mağduriyetleri ve keçilerle ilgili bir kısım mağduriyetler olduğunu ifade etti. Bu, daha çok bizim Çevre ve Orman Bakanlığımızın uhdesinde olan bir konu. Oradan bilgi alıp yazılı olarak cevap verebiliriz.

Yine, Sayın Cengiz’in “Gelibolu’da yabancıya mülk satışı, arazi satıldı mı?” diye bir sorusu oldu. Hemen şunu ifade etmek istiyorum: Özellikle yabancıya mülk satışında tarım arazisi veya arazi satışı söz konusu değil. 2005 yılında yaptığımız düzenleme ile özel kişilere, yabancılara arazi satışı söz konusu değil çünkü bu yanlış anlaşılmalara sebebiyet verebiliyor. Ancak yapı yani bir bağımsız bölüm, daire veya dükkân, iş yeri satın alabilir. Bu da karşılıklılık ilkesine göre yapılan bir satıştır. Yani Türkiye’den herhangi bir ülkenin vatandaşının mülk satın alabilmesi için bizim kendi vatandaşlarımızın orada satın alma şartlarıyla orantılı olarak karşılıklılık ilkesine göre bu yapılıyor. Aslında bu, bir siyasi tartışma konusu yapılabilecek bir konu olmaktan ziyade tamamen teknik bir konudur, yasalar çerçevesinde bu yapılmaktadır ama burada sayın milletvekillerimizin ifadesinde bulunan böyle başkalarına mülk satışı, yani bugün kendi ülke menfaatleri, yasalarımıza aykırı asla böyle bir şey söz konusu değil. Çanakkale’de de 177 taşınmaz satışı gerçekleşmiştir toplam bugüne kadar yabancılara mülk satışı kapsamında ama bunların hiçbirisi arazi satışı şeklinde değildir.

Diğer cevap veremediğimiz konular varsa tutanaklardan bakıp yazılı cevap vereceğiz.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.

İkinci bölüm üzerindeki görüşmeler de tamamlanmıştır.

Şimdi, ikinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.

8’inci madde üzerinde iki adet önerge vardır, geliş sıralarına göre okutup aykırılıklarına göre işleme alıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Kanun Tasarısının 8. maddesinin 4. fıkrasına aşağıdaki cümlelerin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Mehmet Şandır

Behiç Çelik

Beytullah Asil

 

Mersin

Mersin

Eskişehir

 

Erdal Sipahi

Akif Akkuş

Alim Işık

 

İzmir

Mersin

Kütahya

 

 

M. Akif Paksoy

 

 

 

Kahramanmaraş

 

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilatında görev yapan personele; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü gelirlerinden oluşturulan döner sermaye gelirlerinden en yüksek devlet memuru maaşının %200-%400’ünü geçmemek üzere, hiyerarşik duruma göre belirlemeye Genel Müdürün teklifi ile Bakan yetkilidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 502 sıra sayılı Kanun Tasarısının 8. maddesinin 3. üncü fıkrasına aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                                            Reşat Doğru

                                                                                                                  Tokat

Genel Müdürlük; Çalışanlarını, Tapu ve Kadastro hizmetlerinin yerine getirilmesinde kasti olmayan hatalardan oluşacak mali sorumlulukları nedeniyle kendilerine yapılacak rüculara karşı sigorta yaptırmak zorundadır. Bu sigorta pirimi döner sermayeden karşılanır.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Reşat Doğru…

BAŞKAN – Reşat Doğru, Tokat Milletvekili.

Buyurun Sayın Doğru. (MHP sıralarından alkışlar)

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 502 sıra sayılı Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı’nın 8’inci maddesi üzerinde vermiş olduğumuz önergeyle ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Tapu kadastro hizmetleri, vazgeçilmez nitelik gösteren, geniş kaynak ve ekipman gerektiren bir kurumdur. Tasarı ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün yapısı ve görevleri değişmektedir. Kanunun daha teferruatlı bir şekilde değerlendirilmesinin ve Mecliste görüşülmesinin daha uygun olacağını düşünüyorum. Neden denirse, daha önce çıkartılmış olan birçok kanun da yine bu şekilde süratli bir şekilde getirilmiş, akabinde de torba kanunlar içerisinde yeniden değerlendirilerek bazı maddeleri değiştirilmiştir. Bu kanunun da bu şekilde çok süratli bir şekilde getirilmiş olduğunu düşünüyorum. Daha teferruatlı bir şekilde değerlendirilip de getirilmiş olsaydı belki de önümüzdeki birçok sorun da çözümlenmiş olurdu diye düşünüyorum.

Tasarıyla kurum personelinin çalışma güvencesi kısmen kaybolmaktadır. Alt kadro çalışanlarının maaş ve özlük hakları günümüz şartlarına uygun olmamaktadır. Ancak üst görevlerde bulunanlara, unvanlı kadrolara ikramiye verilmekte, ücretler yükseltilmektedir. Bu durum da önümüzdeki zaman içerisinde acaba personel arasında bir çalışma barışını bozacak mı şeklinde düşünmek durumundayız.

Tasarı ile döner sermaye oluşturuluyor. Bu durum, vatandaşların tapu ve kadastro hizmetlerine ödeyeceği masrafları artırabilir diye düşünüyoruz. Vatandaşlar acaba ek ödeme mi yapacaklar?

Tapu kadastro hizmetleri süratle yapılması gereken hizmetlerdir. Halk arasında hizmetlerin yavaş yürütüldüğü, yavaş yürüdüğü şeklinde de şikâyetler vardır.

Döner sermaye ödemesi yapılırken hızlı, çalışkan, görevini en iyi yapan insanlar tercih edilmelidir. Döner sermaye, kim daha fazla para kazandırmışsa ona ödenmelidir diye düşünüyorum. Herkese eşit ödeme, üst unvanlı yöneticilere daha fazla ödeme de doğru değildir. Derecesi küçük olan memur ve çalışanlara performanslarına göre daha fazla ödeme yapılmalıdır. Döner sermaye dağıtımında, bugün, Sağlık Bakanlığı noktasında olsun veyahut da diğer noktalarda olsun çok ciddi problemlerle karşı karşıya olduğumuzu söylemek durumundayız. Aynı durumun ben Tapu Kadastroda da olabileceğini düşünüyorum. Bundan dolayı da orada döner sermayeyi kazanan insanlara, kazandıran insanlara bunların daha farklı bir şekilde verilmesinin de daha doğru bir yöntem olacağını düşünüyoruz.

Ayrıca bu kanunla, yurt dışında personel görevlendirilmesi geliyor. Son zamanlarda getirilen her teşkilat kanununda yurt dışı görevleri tahsis ediliyor. Bu kanun öncesinde görüşmüş olduğumuz, daha önceki Kredi ve Yurtlar Kurumuyla ilgili kanunda da aynı şekilde, yurt dışında yeni görevler tahsis ediliyordu, bu kanunda da Genel Müdürlüğün bazı görevlilerinin yurt dışında görevlendirilmesi yönlendiriliyor ve gösteriliyor. Yani neredeyse Dışişleri Bakanlığının görevlerinin bir vesileyle, çeşitli bakanlıklar nezdinde, genel müdürlükler nezdinde, kendilerine doğru kaydırılmakta olduğunu görüyoruz. Hâlbuki, bakınız, mesela Kredi ve Yurtlar Kurumuyla ilgili o kanunda bir TİKA marifetiyle o görevler yürütülebilir. Yine bununla ilgili görevlerin de bir Dışişleri Bakanlığı personeli tarafından yürütülmesi acaba düşünülemez miydi? Yine bu kanunun içerisine acaba neden tapuların yeniden yapılandırılmasını koymadık?

Şu anda ülkemizin her yerinde, köylerinde, şehirlerinde, kasabalarda çeşitli tapular vereseli tapular şeklinde bulunmaktadır. Bu tapulardan dolayı da insanlarımız çok büyük bir mağduriyet içerisindedir. İnsanlar mesela köylerindeki ürünlerinde afet geçiriyorlar, afet parası alamıyorlar çünkü tapular kendi üzerlerinde değil. Mesela hayvancılık kredisi almak istiyorlar, hayvancılık kredisi almak isterlerken bankalara gidiyorlar ve bankalara gittikleri zaman da, tapuların yine kendi üzerlerinde olmamasından dolayı büyük bir mağduriyet içerisinde bulunuyorlar. Yine, araziyi satmak istiyorlar, satışlarında çeşitli problemlerle karşılaşıyorlar. Bundan dolayı da bu kanunun içerisine veyahut da bundan sonraki gelecek olan kanunlar içerisine bu vereseli tapularla ilgili, çok parçalı tapularla, çok ortaklı tapularla ilgili bazı maddelerin mutlaka konması gerekir diye de düşünüyorum.

Ayrıca, çeşitli noktalarda devlet, arazileri, gölet yapacağım, yol yapacağım veyahut vesaire şeklinde kamulaştırıyor. Bu kamulaştırmalar neticesinde de bunlar gerekli yerlerinde kullanılmıyor veyahut da başka manalarda kullanılıyor. O zaman yine mağduriyetler ortaya çıkmaya başlıyor.

Bakınız, şu anda Tokat ilinde, merkeze bağlı Avlunlar beldesi diye bir beldemiz vardır. Avlunlar beldesinde, yine aynı şekilde Almus’un Çevreli kasabasında böyle bir durumla da…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Doğru, sözlerinizi tamamlayınız lütfen.

Buyurun.

REŞAT DOĞRU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Avlunlar beldesinde Musullu Barajı uzun yıllardan beri beklemektedir. Birçok siyasi parti, hatta şu andaki mevcut olan iktidarın milletvekilleri de Musullu Barajı’nın yapılması noktasında halka, köylüye söz vermişlerdir ancak şu ana kadar en küçük bir gelişme olmamıştır. Musullu Barajı’nın da süratli bir şekilde yapılmasını Avlunlar halkı bekliyor. Dolayısıyla, bu tür şeylerin yani kamulaştırma neticesinde kamulaştırılan veyahut da bir noktada halkın yararına bazı işler noktasında devletin kontrolüne geçen yerlerin mutlaka o kamulaştırma durumuna göre yapılması gerekmektedir. Musullu Barajı’nın veyahut da Çevreli Göleti’nin yapılması noktasında bu yönlü olarak halkın beklentilerinin olduğunu söylemek istiyorum.

Önergemin kabulünü bekliyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Doğru.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Kanun Tasarısının 8. maddesinin 4. fıkrasına aşağıdaki cümlelerin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                        Mehmet Şandır (Mersin) ve arkadaşları

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilatında görev yapan personele; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü gelirlerinden oluşturulan döner sermaye gelirlerinden en yüksek devlet memuru maaşının % 200-% 400’ünü geçmemek üzere, hiyerarşik duruma göre belirlemeye Genel Müdürün teklifi ile Bakan yetkilidir.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Mehmet Şandır, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakanın katılmadığı, Komisyonun katılmadığı bir önergeyi sizin takdirlerinize sunmak istiyorum. Bu önergenin içeriğiyle ilgili mutlaka muhatap olacaksınız, sizlere de soracaklar.

Bakınız, getirilen bu teşkilat kanunu ile Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün yeni yapılanmasında 8’inci maddede bir döner sermaye işletmesi kuruluyor. Bu hem Genel Müdürlükte hem de bölgelerde kuruluyor ve burada verilen hizmetlerden bir gelir alınarak bir döner sermaye işletmesi oluşturulacak yani kendi gelirlerinden, personelin çalışmasından oluşan gelirlerden bir işletme oluşturuluyor. Bu işletmenin kuruluşunda başlangıçta 4 milyon Türk lirası bir sermayeyi zaten genel bütçeden veriyor, sonra Bakanlar Kurulu kararıyla da bunu 4 katına çıkarma imkânı oluyor, hatta 5 katına çıkarma imkânı oluyor. Böylelikle, verilecek hizmetlerden oluşacak bir bütçe oluşturularak bu hizmeti verecek personelin özlük hakları veya geliri geliştiriliyor.

Değerli milletvekilleri, mülkiyetle ilgili tüm konularda hizmet gören devlet memurları sürekli olarak bir şaibenin altındadır, bunu hepimiz biliyoruz. Sayın Bakanlık bu kanunu çıkarırken, bu işletmeyi, bu döner sermaye işletmesini kurarken gerçekten doğru düşünmüş. Ama, bu Genel Müdürlükte çalışacak personele ayrım yapmaksızın yani performansına veya yaptırılacak ek hizmetlere bakmaksızın bu döner sermaye gelirlerinden bir pay verilmesini teklif ediyoruz. Bu bizim de teklifimiz, ilgili sendikaların da teklifi, hem Memur-Sen’in hem de Türk İmar-Sen’in teklifi.

Bunu, aynı şeyi Karayolları Genel Müdürlüğünün teşkilat kanunu burada görüşülürken konuştuk, kabul ettik ama bunu tapu memurlarına vermeyişimizin bir gerekçesi yok. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak işte böyle bir önerge veriyoruz, diyoruz ki: Geliniz, oluşturulan bu döner sermaye gelirlerinden, bu döner sermayeyi emekleriyle oluşturan tapu memurlarına, tapuda çalışan, tapu kadastroda çalışan personele Genel Müdürün teklifi, Bakanın onayıyla bir pay verelim. Bunun nesini reddediyorsunuz, niye kabul etmiyorsunuz, bunu anlamıyorum. Yani bir devlet, bir bakanlık kendi personelinden neyi kıskanıyor, bunu anlamakta zorlanıyorum değerli milletvekilleri.

Onun için, Bakanın reddettiği, Komisyonun kabul etmediği bu önergeyi sizlerin takdirine sunuyorum. Bunun neresinde yanlış var? Birinci husus bu.

İkinci husus da, değerli milletvekilleri, bakınız, idarenin işlemindeki yanlışından dolayı vatandaşın bir mağduriyeti var. Değerli milletvekilleri, hepinizi ilgilendiren bir konu, hepinizin bölgelerinde yaşanan bir hadise, oy alarak vekili olduğunuz bu milletin, bu vatandaşın çok temel bir sorunu. Adama tapu vermişsiniz, o tapuyu yıllarca kullanmış, gün gelmiş tapusu iptal edilmiş. Tapuyu veren de devlet, iptal eden de devlet! İş mahkemeye intikal etmiş, mahkeme devletten yana kararını vermiş, ama bakıyorsunuz adamın hem tapusunu almışsınız elinden hem de mahkeme masrafları olarak yüklü bir meblağı da adama borç olarak yazmışsınız. Bu, zulüm değil mi değerli milletvekilleri, bu adaletsizlik değil mi? Bunu düzeltelim burada. Biz hukuk kuruyoruz. Kurduğumuz hukuk, eğer millete bir adalet dağıtmıyorsa, bir huzur vermiyorsa, bir imkân vermiyorsa, bunun ne anlamı var? Bu iki hususu burada düzenleyelim. Çünkü idare kendi kusurundan dolayı bir mağduriyet yaratmış, bu kusurun maliyetini devlet üstüne almak mecburiyetinde. Adalet bu, devlet olmanın gereği bu. Bunun formülünü biz bulmak mecburiyetindeyiz.

Bunu ertelemenin anlamı yok. Şimdi Sayın Bakan diyor ki, “Bunu ileri kanunlarda düzenleyeceğiz.” Niye düzenlemiyoruz şimdi? Şimdi de kanun çıkarıyoruz değerli milletvekilleri. Bu, sizin de bölgelerinizin, sizin de seçmenleri-nizin sorunu, vatandaşımızın sorunu; Mersin’in Erdemli, Silifke, Anamur, tüm o dağlarda dişiyle tırnağıyla toprağını ekerek, onuruyla o topraklarda yaşamak isteyen insanların elinden devlet kendi kararıyla tapusunu alıyor, arazisini alıyor. Almakla kalmıyor, bir de mahkeme masrafını üzerine yüklüyor. Bunun adı zulümdür değerli milletvekilleri. Buna gönlünüzün razı olmayacağına inanıyorum, inanmak istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN -  Sayın Şandır, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurun.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) -  Sayın Başkanım, gerçekten arkadaşların ilgisini çekmek için gayret gösteriyorum ama millet dinliyor. Bu sorun halkın sorunu, bu sorun her bölgede insanımızın sorunu. Atadan öteden kalan toprağına, idare, bugün, bir gerekçe geliştirerek iptal davası açıyor, adamın tapusunu da elinden alıyor, üstüne bir de mahkeme masrafı olarak bir borç çıkartıyor. Bunu burada düzeltmemiz lazım değerli arkadaşlar, düzeltmezsek, yarın milletin yüzüne hep beraber bakacağız gittiğiniz yerlerde, ben size ifade ediyorum, bunu muhalefet olsun, siyaset olsun diye de söylemiyorum… Bu, bizim bölgelerin, özellikle o dağ köylerinin çok temel sorunu. Adam o dağda yaşamaya çalışıyor, siz elinden hem toprağını alıyorsunuz hem de üstüne bir borç yüklüyorsunuz. Gelin, bunu burada düzeltelim, geçici maddeyle düzeltelim. Ek madde  olarak değil, geçici madde olarak düzeltmek mümkün. İşte, Adalet Komisyonu Başkanımız burada.

Bu gerekçelerle bu önergeyi verdik, kabulünü istirham ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.

Sayın Bozdağ, bir söz talebiniz var.

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Yerimden Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun.

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkanım, tapu kadastro işlemleri yapılırken, tapu kadastro işlemlerini yürüten kamu personelinin yanlış tespitleri neticesinde, kimi yerlerde Orman, kimi yerlerde hazine, vatandaşın üzerine tespit gören gayrimenkullerle ilgili tapu iptal ve tescil davaları açıyor ve davayı açan davacı kazandığı zaman da bunun mahkeme masrafları ve vekâlet ücreti davalı üzerine yükleniyor. Tabii burada idarenin bir kusuru var, vatandaşın bir kusuru yok. İdarenin ihmal ve kusuru nedeniyle yapılan bir tespit, daha sonra başka bir idarenin açtığı dava neticesinde mahkemede vatandaşın aleyhine sonuçlandığında ortaya bir haksızlık çıkıyor, bunun düzeltilmesi lazım, biz de hemfikiriz. Ancak bu konuyla alakalı, bu kanun içerisinde bir düzenlemeyle bunu şu anda yapma imkânı yok. Biz, bu konuyu Adalet Bakanlığıyla, Maliye Bakanlığıyla ve diğer ilgili taraflarla görüşüp önümüzde çıkaracağımız bir yasa içerisinde değerlendireceğiz ve yasalaştıracağız ve bu haksızlığı ortadan kaldıracağız. Bu haksızlık yanlıştır, onu da önümüzdeki günlerdeki bir yasa içerisinde çıkaracağız.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – 2011 seçimlerinden sonra hiçbir anlamı yok.

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – 2011’de değil, önümüzdeki ilk getireceğimiz yasalardan birinin içerisinde çıkaracağız efendim.

Arz ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bozdağ.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Anayasa ihlali yapıyorsunuz. Anayasa 125’e göre ihlal yapılıyor. Çok açık söylüyorum.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

9’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

10’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Geçici madde 1’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Geçici madde 2’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

11’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

12’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarının görüşmeleri tamamlanmıştır.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:

“Kullanılan Oy Sayısı      : 218       

Kabul                               : 214       

Ret                                   :     4 (x)

                              Kâtip Üye                                                     Kâtip Üye

                           Harun Tüfekci                                               Murat Özkan

                                 Konya                                                         Giresun”

Böylece tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlı olsun.

Şimdi, 7’nci sıraya alınan Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

7.- Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/935) (S. Sayısı: 567)  (xx)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen? Yok.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…  Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

                              

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

(xx) 567 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

AVRUPA KONSEYİ ÇOCUKLARIN CİNSEL SÖMÜRÜ VE İSTİSMARA KARŞI KORUNMASI SÖZLEŞMESİNİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR

KANUN TASARISI

MADDE 1- (1) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti adına 25/10/2007 tarihinde Lanzarote’de imzalanan “Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi”nin onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – 1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…  Kabul edilmiştir…

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:

“Kullanılan Oy Sayısı      : 225       

 Kabul                              : 225  (x)

                      Kâtip Üye                                              Kâtip Üye

                   Harun Tüfekci                                         Murat Özkan

                         Konya                                                  Giresun”

Böylece tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

8’inci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı ile Irak Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı Arasında Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmesine başlıyoruz.

 

                             

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

8.- Türkiye  Cumhuriyeti  Genelkurmay Başkanlığı ile Irak Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı Arasında Askerî Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/781) (S. Sayısı: 459)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

9’uncu sırada yer alan, Kamu Hastane Birlikleri Pilot Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.

9.- Kamu Hastane Birlikleri Pilot Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporları (1/439) (S. Sayısı: 493)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Komisyon olmadığı için, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 26 Kasım 2010 Cuma günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati : 21.21