DÖNEM: 23 CİLT: 79 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
7’nci
Birleşim
14 Ekim 2010 Perşembe
(Bu
Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür
belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş
alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - YOKLAMALAR
IV. - KAPALI OTURUMLAR
(İkinci Oturum kapalıdır)
V. -
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Elâzığ
Milletvekili Tahir Öztürk’ün, 14 Ekim Dünya
Standartlar Günü ve Türkiye Standartlar Haftası’na ilişkin gündem dışı
konuşması
2.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel’in, İstanbul ilinin
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Balıkesir ilinin
ulaşım sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
VI.- AÇIKLAMALAR
1.- Aydın
Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, 2/1/2008
tarihli Türk spor sektör ve alanının tarafların problem ve çözüm yollarını
tespit etmek amacıyla vermiş oldukları Meclis araştırması önergesiyle ilgili
Grup önerisini geri çektiklerine ve 19/10/2010 Salı günü görüşmek istediklerine
ilişkin açıklaması
2.- Sinop
Milletvekili Engin Altay’ın, gündem dışı yapılan konuşmalara Hükûmetin cevap vermediğine ilişkin açıklaması
3.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, ÖSYM Başkanının atanmasına ilişkin açıklaması
4.- Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, CHP Grup önerisine
ilişkin açıklaması
5.- Bilecik
Milletvekili Fahrettin Poyraz’ın, Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, konuşmasına ilişkin açıklaması
VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Amasya
Milletvekili Hüseyin Ünsal ve 21 milletvekilinin, TCDD’nin bazı projelerinde
ortaya çıkması muhtemel sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/872)
2.- Tunceli Milletvekili
Kamer Genç ve 21 milletvekilinin, Doğu Anadolu Fay Hattının deprem riskinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/873)
3.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç ve 20 milletvekilinin, 8 Mart 2010’da Elâzığ’da meydana
gelen depremin etkisiyle Tunceli’de depremden zarar gören vatandaşların
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/874)
4.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel ve 19 milletvekilinin,
İstanbul’un çevre sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/875)
VIII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- KPSS ve
ÖSYM’deki iddiaların araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin
önüne alınarak, 14/10/2010 Perşembe günkü birleşimde
sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına
ilişkin CHP Grubu önerisi
IX.- SEÇİMLER
A) Komisyonlarda Açık Bulunan
Üyeliklere Seçim
1.- Plan ve Bütçe
Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
2.- Türk Borçlar
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
3.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay Kanunu Teklifi ve Avrupa Birliği
Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (2/594) (S. Sayısı: 510)
4.- Kamu Hastane Birlikleri Pilot Uygulaması
Hakkında Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporları (1/439) (S. Sayısı: 493)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 14.03’te açılarak üç oturum yaptı.
Denizli
Milletvekili Mehmet Yüksel, Ahilik ve Kültür Haftası ile Esnaf Bayramı’na,
İstanbul
Milletvekili Algan Hacaloğlu,
çağdaş siyasi etik ve ahlâk kurallarının ülkemizde uygulamaya konulmasına,
İstanbul
Milletvekili D. Ali Torlak, ülkemizde ve İstanbul’da yaşanması olası deprem
riski ve alınması gereken önlemlere,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
Trabzon
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi,
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır,
Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş,
Ankara’nın
başkent ilan edilişine;
Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan, Mecliste bekleyen siyasi
etik yasa teklifine,
Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis, Elâzığ depreminden etkilenen Tunceli’ye negatif
ayrımcılık uygulandığına,
İlişkin birer
açıklamada bulundular.
Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur
ve 27 milletvekilinin, maden ve taş ocaklarında çalışan işçilerde görülen pnömokonyoz hastalığının (10/868),
İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen ve 29 milletvekilinin,
çocuklara yönelik cinsel istismar konusunun (10/869),
Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal ve 19 milletvekilinin,
nükleer enerji santrali kurulması konusunun (10/870),
Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi;
Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 21 milletvekilinin,
12 Haziran 1980’de İzmir İnciraltı Öğrenci Yurdunda
meydana gelen olayın araştırılması (10/871);
Amacıyla bir
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, Japonya Temsilciler Meclisi Başkanı
Takahiro Yokomichi’nin
davetine icabetle, beraberinde bir Parlamento heyetiyle Japonya’ya resmî
ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.
Gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler”
kısmında yer alan (10/390) esas numaralı, hayvancılık sektöründeki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis
araştırması önergesinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 13/10/2010
Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi, yapılan
görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 146’ncı ve geçici 18’inci
maddeleri gereğince Türkiye Barolar Birliği Başkanlığınca bildirilen 3 aday
içinden Anayasa Mahkemesine seçilecek 1 üye için yapılan birinci tur gizli
oylamada üye tam sayısının üçte 2 çoğunluğunun sağlanamadığı, ikinci tur gizli
oylama sonucunda Anayasa’da öngörülen çoğunluğun sağlandığı ve Celal Mümtaz Akıncı’nın seçildiği açıklandı.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
4’üncü sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay Kanunu Teklifi ve Avrupa Birliği
Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporlarının (2/594) (S. Sayısı: 510),
5’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Kamu Hastane Birlikleri Pilot
Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporlarının (1/439) (S. Sayısı: 493),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
3’üncü sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen
ve görüşmelerine devam olunan, Devlet Yardımlarının İzlenmesi ve Denetlenmesi
Hakkında Kanun Tasarısı ile Avrupa Birliği Uyum ve Plan ve Bütçe Komisyonları
Raporları (1/818) (S. Sayısı: 523), üzerindeki görüşmeler tamamlanarak, yapılan
oylamadan sonra;
6’ncı sırasında
bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ile Şili Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/853) (S. Sayısı: 517),
7’nci sırasında
bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ile Ürdün Haşimi
Krallığı Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/893) (S. Sayısı: 540),
8’inci sırasında
bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kosova Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Kalkınma İşbirliği ve TİKA Kosova Program Koordinasyon Ofisinin Statüsüne
İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/846) (S. Sayısı: 551)
Üzerindeki
görüşmeler tamamlanarak, yapılan açık oylamadan sonra;
Kabul edildi.
14 Ekim 2010
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime
20.14’te son verildi.
Nevzat PAKDİL |
Başkan
Vekili |
|
Gülşen ORHAN Yaşar
TÜZÜN |
Van Bilecik |
Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
No.: 9
II.- GELEN KÂĞITLAR
14 Ekim 2010 Perşembe
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Amasya Milletvekili
Hüseyin Ünsal ve 21 Milletvekilinin, TCDD’nin bazı projelerinde ortaya çıkması
muhtemel sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/872)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23.06.2010)
2.- Tunceli Milletvekili
Kamer Genç ve 21 Milletvekilinin, Doğu Anadolu Fay Hattının deprem riskinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/873) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.06.2010)
3.- Tunceli Milletvekili
Kamer Genç ve 20 Milletvekilinin, 8 Mart 2010’da Elazığ’da meydana gelen
depremin etkisiyle Tunceli’de depremden zarar gören vatandaşların sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/874) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.06.2010)
4.- İstanbul Milletvekili
Sebahat Tuncel ve 19 Milletvekilinin, İstanbul’un
çevre sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/875)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24.06.2010)
14 Ekim 2010 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.04
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter
sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Saygıdeğer
milletvekilleri, görüşmelere başlamadan önce, 12 Ekim 2010 tarihli 5’inci
Birleşimde yapılan kapalı oturuma ait tutanak özetinin İç Tüzük’ün 71’inci
maddesine göre okunabilmesi için kapalı oturuma geçmemiz gerekmektedir.
Bu nedenle, sayın
milletvekilleriyle Genel Kurul salonunda bulunabilecek yeminli stenograflar ve
yeminli görevliler dışındakilerin salonu boşaltmalarını rica ediyorum.
Tutanak özeti
okunduktan sonra açık oturuma geçilecek ve görüşmelere devam edilecektir.
Sayın idare
amirlerimizin bu konuda yardımcı olmalarını ve salon boşaldıktan sonra
Başkanlığa haber vermelerini rica ediyorum.
Şimdi kapalı
oturuma geçiyoruz.
Kapalı tutanak
özeti sizlere arz edildikten sonra tekrar açık oturuma devam edeceğiz.
Kapanma Saati: 14.05
IV.- KAPALI OTURUMLAR
İKİNCİ OTURUM
(Kapalıdır)
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 14.17
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin kapalı
oturumdan sonraki Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk
söz 14 Ekim Dünya Standartlar Günü ve Türkiye Standartlar Haftası nedeniyle söz
isteyen Elâzığ Milletvekili Tahir Öztürk’e aittir.
Sayın Öztürk, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- Elâzığ Milletvekili Tahir Öztürk’ün,
14 Ekim Dünya Standartlar Günü ve Türkiye Standartlar Haftası’na ilişkin gündem
dışı konuşması
TAHİR ÖZTÜRK
(Elâzığ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 14 Ekim tarihinin Dünya
Standartlar Günü ve Türk Standartları Haftası olması dolayısıyla söz almış
bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; İkinci Dünya Savaşı’ndan bir yıl kadar sonra 14 Ekim
1946 tarihinde Londra’da 25 ülkeden 65 temsilci bir araya gelerek 26 Ekime
kadar süren görüşmeler neticesinde dünya standardizasyon çalışmalarını
yönlendirecek uluslararası bir kuruluş yani Uluslararası Standardizasyon
Teşkilatının kurulmasına karar verildi. ISO 1947 yılından itibaren de faaliyete
geçti. 1970 yılından beri bu toplantının başlangıç günü yani 14 Ekim Dünya
Standartlar Günü olarak kutlanmaktadır.
Standardizasyonun öneminin ve faydalarının dünya kamuoyuna
aktarıldığı, bu yıl 41’incisi kutlanan ve bugün de Türkiye'nin millî
standartlar kuruluşu olan Türk Standartları Enstitüsü açısından da farklı bir
değeri, farklı bir gururu vardır çünkü tüm dünyada her yıl 14 Ekimde kutlanan
Standartlar Günü 1968 yılında dönemin TSE Başkanı Sayın Faruk Sunter’in teklifiyle gündeme gelmiş ve bu teklif 1969
yılında yapılan ISO Genel Kurulunda da tüm üyelerin uygun görmesiyle kabul
edilmiştir.
Hem 14 Ekimin
Dünya Standartlar Günü olması hem de 16 Ekimin TSE’nin kuruluş tarihi olması
dikkate alınarak TSE’nin 1993 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığına yaptığı
teklifin kabul görmesiyle 1993’ten itibaren ülkemizde her yıl ekim ayının
üçüncü haftası Türkiye Standartlar Haftası olarak kutlanmaya başlanmıştır.
1954 yılında TOBB
bünyesinde kurulmuş olan TSE 1956 yılında Uluslararası Standart Teşkilatı ve
Uluslararası Elektroteknik Komisyonuna tam üye olmuştur. 1959 yılında
yayınlanan Türk Standartlarının Tatbiki Hakkında Nizamname’yle standartların
uygulamaya konulması konusu düzenlenmiştir. 18 Kasım 1960 tarihinde kabul
edilen ve 22 Kasım 1960 tarihinde yürürlüğe giren 132 sayılı Kanun’la TSE
bugünkü hüviyetine kavuşmuştur.
TSE, 1964 yılında
ilk laboratuvar faaliyetlerine başlamış, ardından da
Türk Standartlarına Uygunluk Belgelendirmesi yani TSE Belgesi’yle aynı yıl
belgelendirme çalışmalarına başlamıştır.
1967 yılında
Bakanlar Kurulu tarafından 1959 yılındaki Nizamname iptal edilerek, Türk
Standartlarının Uygulanması Hakkında Tüzük kabul edilmiştir. Bu sayede
standartların uygulanması günün şartlarına uygun hâle gelmiştir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; peki, standardizasyon derken neden önemlidir?
Standardizasyon, belirli bir faaliyetle ilgili olarak ekonomik fayda sağlamak
üzere bütün tarafların yardım ve işbirliğiyle belli kurallar koyma ve bu
kuralları uygulama işlemidir.
Standardizasyon,
uluslararası ticaretin gelişmesi, yeni teknolojilerin yaygınlaşmasına
katkılarıyla sanayicinin, hazırlanan mevzuat için teknik ve bilimsel altyapı
oluşturması özelliğiyle de kamu otoritesinin, tüketicilerin korunması, hayat
kalitesinin yükseltilmesine destek olması özellikleriyle de toplumun her
kesiminin faydalandığı bir altyapıdır.
Standartlar ülke
ekonomisinde çok önemli bir yere sahiptir. Bugün dünyanın gelişmiş ülkeleri
arasında yer alan Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, İngiltere, Fransa gibi
ülkelere baktığımızda, bu ülkelerin standardizasyon altyapılarının çok güçlü
olduğunu, ekonomik gelişmelerde altyapı yapımı için çok önemli olduğunu
görüyoruz. Bu nedenle, millî standart kuruluşunun gücü ve etkinliği bir ülkenin
gelişiminde önemli göstergelerdendir.
TSE, elli altı
yıldır yapmış olduğu hizmetlerde standardizasyon alanında ülkemizin yüz akı
olmuştur. Bugün itibarıyla TSE’nin yayınladığı standart sayısı 30 bini aşmıştır.
Avrupa standartlarının yüzde 99’undan fazlası ülkemize uyumlulaştırılmıştır.
Uluslararası
Standartlar Teşkilatı ve Uluslararası Elektroteknik Komisyonuna elli dört
yıldır aktif üyeliği bulunmaktadır.
Avrupa Birliği
standart teşkilatları CEN ve CENELEC’e üye olan TSE,
Bölgelerarası Standardizasyon Birliği adlı bölgesel teşkilatın kuruluşunu da
gerçekleştirmiştir.
TSE, son olarak
bir yıl içinde İslam Ülkeleri Standardizasyon ve Metroloji Enstitüsünün
kuruluşunda aktif rol almıştır.
Uluslararası
Standardizasyon Teşkilatının eylül ayında Oslo’da gerçekleştirilen 33’üncü
Genel Kurulunda, en üst düzey yönetim organı olan ISO Konseyine 2011-2012
yıllarında görev yapmak üzere seçilmiştir.
TSE’nin
standardizasyon çalışmalarının yanı sıra bir diğer önemli görevi de
belgelendirme, gözetim, muayene, kalibrasyon ve laboratuvar hizmetleri gibi alanlarda, kısaca uygunluk,
değerlendirme konularında hizmet sunmaktadır. TSE’nin bu alandaki etkinliği,
ülkemiz sanayisinin, ticaretinin büyük sıçrama yaparak uluslararası pazarlarda
fiyat ve kalite rekabetine karşı koyabilmesi ve teknik engelleri rahatlıkla
aşabilmesi açısından çok önemlidir.
TSE, 1964’te ilk
defa yürürlüğe koyduğu TSE Marka Sistemiyle başladığı belgelendirme
faaliyetlerinde dünya çapında saygın ve etkindir. İhtiyari belgelendirme
sisteminin yanı sıra uluslararası birçok belgelendirme sistemine dâhil
olmuştur. Avrupa Birliği mevzuatının getirdiği “CE” işareti konusunda öncü
olarak görev yapmıştır.
Son olarak, bilgi
teknoloji ürünü ve sistemlerinin güvenliğini içeren ortak kriterler…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Öztürk, konuşmanızı tamamlayınız.
TAHİR ÖZTÜRK
(Devamla) – …Nisan 2010’da yapılan uluslararası denetimlerden başarıyla çıkmış
ve sertifika üretici ülke unvanını alma aşamasına gelmiştir. TSE’nin bu alanda
yetkili kuruluş olması dolayısıyla belgelendirme yetkisine sahip 14’üncü ülke
olacağız.
TSE, 21-23 Eylül
2010 tarihlerinde düzenlenen ve bu alanda dünyadaki en önemli etkinlik olan
11’inci Uluslararası Kriterler Konferansı’na Antalya’da ev sahipliği yapmıştır.
Kalite, ülkemiz açısından hayat standardına göre son derece önemlidir ve
yükseltilmesi gereklidir; ekonominin etkin, verimli, sürekli gelişen bir yapıya
kavuşması açısından da anahtar bir faktördür. Kalite kavramının yeni
politikalar ve yaklaşımlarla geliştirilerek günümüz dünyasına uyum içerisinde
ülkemizde refahımızı artırıcı etkilerinin de ön plana çıkarılması TSE için
önemli görevlerin başındadır.
Ayrıca, kalite
alanında dünyanın büyük organizasyonlarından biri olan Avrupa Kalite
Teşkilatının her yıl düzenlediği Avrupa Kalite Kongresi’nin 54’üncüsü 26-27
Ekim tarihlerinde TSE’nin ev sahipliğinde İzmir’de gerçekleşecektir. 2001
yılında İstanbul’da ve 2005 yılında Antalya’da gerçekleşen bu kongrenin on yıl
içinde üç kez ülkemizde düzenlenmesi kalite alanında ülkemize ve TSE’ye
uluslararası alanda verilen değerin bir göstergesidir.
TSE’nin bu
alanda…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TAHİR ÖZTÜRK
(Devamla) – Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Öztürk.
Gündem dışı
ikinci söz İstanbul ilinin sorunları hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili
Sebahat Tuncel’e aittir.
Sayın Tuncel, buyurun efendim. (BDP sıralarından alkışlar)
2.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in,
İstanbul ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
SEBAHAT TUNCEL
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul’un sorunlarıyla
ilgili söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
15 milyon nüfuslu
İstanbul, Türkiye'nin en büyük şehirlerinden birisi olmasına rağmen ve
Türkiye’de 2010 Kültür Başkenti olarak ilan edilmesine karşın çok ciddi
sorunlarla karşı karşıyadır. Tabii ki, bu beş dakikada İstanbul’un bütün
sorunlarını ifade edebilecek durumda değilim ne yazık ki. Çünkü çok kültürlü ve
kimlikli yapısıyla, işsizlikten yoksulluğa, farklı kimlik ve kültürlerin
kendisini ifade etmesine, insan hakları sorununa, trafik soruna kadar birçok
alan İstanbul’la özdeşleşmiş durumdadır ne yazık ki.
Ancak, ben iki
konuyu gündeminize taşımak istiyorum: Bunlardan birisi “Kentsel dönüşüm” adı altında
kentsel ranta dönüşen ve İstanbul’da yaşamı bir
şekilde çekilmez hâle getiren Kentsel Dönüşüm Projesi, diğeri de üçüncü köprü
meselesi. İkisi de aslında özünde rantı barındıran bir
projedir ve Hükûmet bu iki durumda da, iki projede de
ısrar etmektedir.
Burada dile
getirerek Hükûmetin aslında bu iki projeyle ne yapmak
istediğini bir kez daha sizlere hatırlatmak isteriz. “Kentsel dönüşüm” adı
altında en son kurban da Tarlabaşı. Tarlabaşı yıkılmaya başlandı. Sizlerin de bildiği gibi 278
tarihî mekân var burada. Bu mekânların korunması -sit alanıdır çünkü Tarlabaşı- restorasyonu adı
altında aslında burası boşaltılmak istenmektedir. Oysa gerçek olan şey, orada
yoksulları, emekçileri, zorunlu göç mağduru olanları bir şekilde Tarlabaşı’nda bu projeyle birlikte oradan çıkarmak, orayı
bir rant hâline, elitlerin merkezi hâline getirmek
amaçlanmaktadır. Üstelik buranın ihalesinin de AKP’ye yakın olan Çalık grubuna
verilmiş olması, sanırım bu rant meselesinin gerçekten
nasıl bir siyasi iktidar tarafından nasıl kullanıldığını da göstermektedir.
Kentsel dönüşüm,
tabii ki, İstanbul’un sorunlarının çözülmesi, imar sorununun, planlama
sorunlarının çözülmesi hepimizin istemidir. İstanbul bir deprem bölgesidir.
Dolayısıyla buna göre kenti yeniden şekillendirmek gerekir. Ancak bunun için
yeni rant ve çıkar alanları oluşturmak değil, aksine
bu kenti insanca yaşanabilir bir hâle getirmek gerekiyor. Bu açıdan
belediyelere kamulaştırma yetkisi veren Kentsel Dönüşüm Projesi’nin bir an önce
değiştirilmesi gerekiyor. Bu yasa yerine insan merkezli, halkın sürece dâhil
edildiği ve en önemlisi de tüm meslek odalarının, sivil toplum örgütlerinin
ortaklaşacağı bir proje olmalıdır. Bugün, birçok sivil toplum örgütü Tarlabaşı’ndaki yıkımlara karşı mücadele etmektedir.
İktidar bunu ne kadar görüyor? Buradan tabii ki bir kez daha hatırlatmak
isteriz.
Sayın
milletvekilleri, diğer bir konu ise üçüncü köprü meselesidir. AKP İktidarı
İstanbul’un trafik sorununu üçüncü bir köprü açarak çözüme kavuşturacağına
inanmaktadır. Oysa biz de bunun bir aldatmaca olduğunu, bir üçüncü köprü değil,
dördüncü köprü de yapılsa İstanbul’un trafik sorunun köprü yapılmakla
çözülmeyeceğini sizlerle paylaşmak istiyoruz. Özellikle, Türkiye Mimar ve
Mühendisler Odası şehir planlamacılarının yaptığı bir rapor var. Bunu hem Sayın
Başbakanın hem Ulaştırma Bakanının hem de AKP’li yetkililerin dikkatlice
okumaları, sanırım bu üçüncü Boğaz Köprüsü, üçüncü köprü konusundaki
yaklaşımlarını değiştirir diye düşünüyoruz.
Raporda,
öncelikle, geçmiş dönemde iki köprünün inşa edilmesi sürecinde yaşanan
deneyimler aktarılmıştır. 1974 yılında yapılan Boğaziçi Köprüsü’nden sonra,
transit trafiğinin kuzeye kaydırılması gerekçesiyle 1988’de de ikinci köprü,
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yapılmıştır. Bu köprü, İstanbul’un su kaynaklarının
daha çok olduğu bölgeye yapılmıştır. Her iki köprü sonrasında da yaşanan
süreçte, İstanbul’daki arazi kullanımı ve ulaşım dinamiklerinin -köprü inşa
etmeyi- kısa süre sonra köprülerin kendi trafiklerini yarattıkları bir kısır
döngüye dönüştüğünü İstanbullular çok iyi bilmektedir.
Bugün,
İstanbul’da nüfus artışı yüzde 5 iken özel taşıt oranındaki artış yüzde 16’dır.
Bu gidişle, 2020 yılında üçüncü köprüyü yapmak isteyen AKP İktidarı… Eğer
teorisi doğruysa, 2020 yılında yedi köprü, 2040 yılında da yetmiş köprü
yapılması gerekiyor İstanbul’a. Ancak, bunun köprülerle çözülmeyeceği, trafik
sorununun çözülmeyeceği bir gerçekliktir. Sonuçta, İstanbul’un trafik sorununu
çözmek için Hükûmetin başlatmış olduğu Marmaray Projesi’nin bir an önce hizmete geçmesinin…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun,
konuşmanızı tamamlayınız.
SEBAHAT TUNCEL
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Marmaray Projesi’nin
hayata geçmesi ve bunun hızlandırılması sorunları çözecektir. AKP’nin iddia
ettiği gibi üçüncü köprü aslında oradaki ormanları, yaşam alanlarını ortadan
kaldıracak, hatta güzergâh belirlenmiş olmasından dolayı orada ciddi bir rant da oluşmuş durumda ve yeniden orada bir sıkıntı var.
Dünyada da görüldüğü gibi dünya örnekleri de var. Hiçbir ülke köprü yaparak
sorunlarını çözmemiş, toplu taşımayı geliştirerek sorunlarını çözmüştür. AKP
İktidarına önerimiz, köprü yapımından bir an önce vazgeçilmesi, doğa
katliamından vazgeçilmesi, yeni rant alanlarını
açmaması, aksine doğayı, çevreyi koruyacak projeler geliştirmesidir. Çünkü
üçüncü köprüye İstanbullular karşı çıkmaktadır. İstanbulluların karşı çıkmasına
rağmen iktidarın bu kadar çok ısrar etmesinin sebebini açıklaması gerekiyor.
İstanbullular gerçekten sorunlarını çözmek istiyor. İstanbul
gerçi kültür başkenti, aynı zamanda çevre açısından da, kültür açısından da
önemli bir nokta. Buna denk, misyonuna göre bir
düzenlemenin olması gerektiğini düşünüyoruz.
Hepinizi saygıyla
selamlıyoruz. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Tuncel, teşekkür ediyorum.
Gündem dışı
üçüncü söz Balıkesir ilinin ulaşım sorunları hakkında söz isteyen Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’a aittir.
Sayın Aydoğan, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
3.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın,
Balıkesir ilinin ulaşım sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bugüne kadar
ülkenin sorunları konuşulurken bakanlar burada olurdu, bu sorunlara da cevap
verirdi. Sanıyorum, herhâlde bakanlar bugünden sonra sorulara cevap verme
ihtiyacı hissetmiyor.
Değerli
milletvekilleri, 10/10/2010 bağlamında geçtiğimiz
hafta Balıkesir’in dünyaya ve Türkiye’ye tanıtımıyla ilgili ilimizde,
İstanbul’da, Ankara’da etkinlikler düzenlendi. 10/10/2010
tarihinde düzenlenen bu etkinliklerle ilimizin tanıtımının ilimize yararlı
olduğunu düşünmekle birlikte, dünyaya tanıtmak istediğimiz Balıkesir ilinin en
önemli sorunlarından birisi maalesef ulaşımdır. Üç yıldan bugüne sürekli
gündemde tutmamıza rağmen ilimizin sorunları bugüne kadar çözülebilmiş değil.
AKP İktidarının en iddialı olduğu alanlardan birisi bölünmüş yollar olmakla
birlikte, maalesef, bizim sorunlarımız devam ediyor. İlçe ve köy grup
yollarından hiç bahsetmiyorum çünkü onu dakikalarca, saatlerce anlatamayız.
Bölünmüş yol çalışmalarına, KÖYDES ve BELDES projelerine rağmen Balıkesir
ilimizin ulaşım sorunları devam ediyor.
Hükûmet Programı’nda
açıklanan kilometrelerce yolun nereye yapıldığını, KÖYDES ve BELDES
projeleriyle yapılan yolların nerede yapıldığını gerçekten merak ediyorum.
Birçok bakanın
Körfez’de yazlığı olmasına rağmen, Balıkesir’i Körfez’e bağlayan 86
kilometrelik yol maalesef bugüne kadar yapılabilmiş değil.
İstanbul’dan, Bandırma’dan gelen hızlı feribotla yaz nüfusunun
hızla artmasıyla birlikte araç trafiğinin artmasının kazalara neden olduğu çok
açık bir gerçek olmasına rağmen, Balıkesir-Körfez bölünmüş yolu 2006 yılında
yatırım programına alınmasına rağmen, dört yıl sonra, 14 Mayıs 2010 tarihine
kadar beklemiş ve bu tarihte ihale gerçekleşmiş, yüz doksan beş gün geçtikten
sonra da imzalanması için çağrılmış ve gerçekten ağır bir süreç işlemiş. Bu yol birçok şehirler arası yoldan daha
fazla trafiği içinde barındırmasına rağmen, yaz aylarında da tarım araçlarının
trafiğe çıkması nedeniyle, gerçekten, 80 kilometrelik yolu üç saatte katediyoruz. Trafik olabildiğince yoğun olmasına rağmen,
bugüne kadar bu yol çözülebilmiş değil.
Değerli
arkadaşlar, değerli milletvekilleri, yine, Çanakkale’den gelip, Edremit’ten
geçip İzmir ve Antalya’ya giden E-87 kara yolu yani iktidarın çok övündüğü
bölünmüş yollar çerçevesindeki bu E-87 kara yolunda, Edremit’te bir garaj
kavşağı var. Bu kadar önem arz eden trafik işaretleri ve sinyalizasyonları
eksik ve yetersiz, her gün
burada kaza olmakta.
Balıkesir Organize Sanayi Bölgesinin İstanbul, İzmir, Körfez
bağlantısının şehir içi kullanılmadan sağlanmasında, ulaşımda büyük kullanım ve
kolaylık sağlayan Balıkesir batı çevre yolu da yine bugüne kadar sadece 4
kilometresi bitirilebilmiş ve bu çalışmayla birlikte de orada yaşayan Ortamandıra sakinleri, yani köylü vatandaşlarımızın araziye
ve meraya olan bağlantıları bu bölünmüş yolla kesilmiş durumda. Köylülerimizin bu bölünmüş yolda altgeçit talepleri olmasına
rağmen bu konuda da herhangi bir çalışma maalesef yok. Karayolları Bölge
Müdürüyle görüşmeme rağmen şu ana kadar olumlu olumsuz herhangi bir sonuç
alabilmiş değilim.
Evet, bölünmüş
yollar mutlaka önemli ama o bölgede yaşayan yurttaşlarımızı, vatandaşlarımızı,
çiftçilerimizi de mağdur etmeden bu ulaşımı kolaylaştırmamız gerekiyor. O
bölgede yaşayan Ortamandıra sakinleri köylülerimizin
meraya ve araziye ulaşımını kolaylaştıracak mutlaka altgeçidin hızla yapılması
gerekiyor.
Yine üç yıldan
bugüne Balıkesir’in ulaşımıyla ilgili defalarca gündeme getirmeme rağmen,
Dursunbey-Harmancık-Antalya-Ankara bağlantı yolu, yani sekiz yıldan beri o da
maalesef yapılabilmiş değil.
Yine,
Erdek-Marmara ulaşımını kolaylaştıracak olan Ocaklar-Narlı arasındaki yol, köy
grup yolu olmaktan çıkarılmış Karayollarına devredilmiş. Bu 10 kilometrelik
yolun da bitirilmesiyle Marmara Adası’nı karaya bağlayan ulaşım
kolaylaştığından, Marmara Adası’nda…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Aydoğan konuşmanızı
tamamlar mısınız.
Buyurun.
ERGÜN AYDOĞAN
(Devamla) - …yaşayan yurttaşlarımızın da bu ulaşım zorluğu giderilecektir
diyorum.
Tabii, bu
ulaşımla ilgili ilçelerimizin ulaşım sorununu söylemek beş altı dakika
içerisinde mümkün değil ama yine Savaştepe, Bigadiç, Sındırgı, Balya ilçelerinin
de önemli ulaşım sorunu olduğu çok açık bir gerçek. İlk köy öğretmen okulunun
olduğu Savaştepe ilçesinin ille olan bağlantısı da maalesef yeterli değil.
Tabii, bütün
bunlarla birlikte, iktidarın en iddialı olduğu duble
yol veya bölünmüş yol noktasında yolların kalitesini de burada sizlerle
paylaşmaktan geri durmam mümkün değil.
Değerli
arkadaşlar, değerli milletvekilleri, gerçekten iktidarın en önemli ve iddialı
olduğu alanlardan birisi duble ve bölünmüş yollarda
yol kalitesi inanılmaz kötü. Avrupa Birliği ve Almanya’ya baktığımızda, Almanya
Hitler döneminde yaptığı otoyollarda öncelikle yapılan otoyolları -hız artışı
nedeniyle yoldaki tümseklerin kazaya sebebiyet vermesinden dolayı- yol
kalitesini düzeltmiştir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
konuşmanızı alayım Sayın Aydoğan. Lütfen… Diğer
arkadaşlarımıza da aynı yaptık.
Buyurun.
ERGÜN AYDOĞAN
(Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Değerli
arkadaşlar, duble yol ve bölünmüş yolların
çoğaltılmasıyla, hız limitinin artırılmasıyla yolların kalitesizliği gerçekten
kazalara sebebiyet vermektedir ama maalesef kazalarda hiçbir zaman kara yolları
kusurlu bulunmamaktadır.
Önümüzdeki
dönemde ilimizin ulaşım sorunlarının çözülmesini diliyor, buradan yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Uzunırmak, buyurun.
VI.- AÇIKLAMALAR
1.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın,
2/1/2008 tarihli Türk spor sektör ve alanının
tarafların problem ve çözüm yollarını tespit etmek amacıyla vermiş oldukları
Meclis araştırması önergesiyle ilgili Grup önerisini geri çektiklerine ve
19/10/2010 Salı günü görüşmek istediklerine ilişkin açıklaması
ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Benim 02/01/2008 tarihli Türk spor sektör ve alanının tarafların
problem ve çözüm yollarını tespit etmek için verdiğim bir Meclis araştırması
önergesi vardı. Bugün gruptaki arkadaşlarımızla, AKP İktidar Grubu ve CHP
Grubundaki arkadaşlarımızla yaptığımız görüşmelerde -Danışma Kurulu- grup
önerimizi geri çekip salı günü görüşmek istiyoruz. Grup önerimizi geri çekmek
istiyoruz.
Anlayışınıza
tevcih ediyorum. Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Uzunırmak.
ENGİN ALTAY
(Sinop) – Bir şey arz edebilir miyim Sayın Başkanım?
BAŞKAN - Buyurun.
2.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, gündem dışı yapılan
konuşmalara Hükûmetin cevap vermediğine ilişkin
açıklaması
ENGİN ALTAY
(Sinop) – Sayın Başkanım, burada 3 tane değerli milletvekilimiz gündem dışı
konuşma yaptı, memleketin lokal ya da genel önemli
meselelerine değindiler ama bu gündem dışı konuşmaların muhatabı Hükûmet yok. Hükûmet nerede?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN –
Saygıdeğer arkadaşlarım, burada tabii gündem dışı konuşma yapan bir kısım
arkadaşımız genel ifadeler kullanıyor. Mesela Sayın Aydoğan’ınki
ulaşım sorunlarıyla ilgili ama biraz önceki Sayın Tuncel’inki
İstanbul ilinin sorunları.
Şimdi, birazdan,
biz dönüyoruz arkadaşlara, diyoruz ki mesela: Ne konuda konuşacaksınız? Onlar
belirtmiyorlar. Şimdi, hangi bakana vereceğimizi bilmiyoruz çünkü genel
ifadeler ama bir kısım bakanlar, tahmin ediyorum Sayın Başbakan da herhâlde
yurt dışındalar. Evet, yani, biz ilgili yerlere iletiyoruz.
Gündeme
geçiyoruz.
Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin dört adet önerge vardır.
Önergeleri ayrı ayrı okutuyorum:
VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal ve 21
milletvekilinin, TCDD’nin bazı projelerinde ortaya çıkması muhtemel sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/872)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Ankara-İstanbul
hızlı tren, Marmaray ve Haydarpaşa Gar ve Liman
Dönüşüm projeleri gerek öngörülen kaynak, gerekse prestij
projesi tanımlamalarıyla sürekli gündemde tutulmaktadır.
Ancak, 12 milyar
doları aşacağı öngörülen proje paketi irdelendiğinde başlangıcından itibaren
önemli sorunların yaşandığı ve projelerin amacında sapmaların yanı sıra
yönetiminde de kaotik bir ortamın oluştuğu görülmektedir.
Hızlı tren
projesi; 10 kısma ayrılmış ve her kısım birkaç parçada ve farklı yaklaşımlarla
ihale edilmiş ve takibi imkansız hale getirilmiştir.
Yenilenen tatbikat projeleri, tatbikat projesi olmasına rağmen % 20 fazlası ile
bitirilemeyen işler, asıl ihalesinden daha pahalıya verilen ikmal inşaatı
ihaleleri olağan hale gelmiştir.
Doğal olarak da 8
Haziran 2003'teki temel atma töreninde Ankara-İstanbul hızlı tren hattının 5
Aralık 2005 tarihinde hizmete açılacağı söylenmesine karşın, 2 milyar doları
aşan harcama ile sadece projenin yaklaşık 1/3'ünü oluşturan Esenkent-Hasanbey kesimi tamamlanabilmiştir. Diğer kesimlerin ne
zaman biteceği, kaça mal olacağı, seyahat süreleri vb. sorular halen
belirsizliğini korumaktadır.
Marmaray projesinde de
aynı anlayışın hakim olduğu görülmektedir.
Tüp geçişle
ilgili çalışmalar sürdürülürken projenin en önemli ayağını oluşturan hatların
üçlenmesi CR1 çalışması için 2004'te protokol imzalanmasına ve TCDD'nin inşaat
süresince Gebze-Haydarpaşa kesiminin kapatılmasını kabul etmesine karşın halen
inşaat başlatılamamış ve sonunda yüklenicisi işten çekilmiştir.
TCDD dışındaki
proje paydaşları, bu hattın işletmesinin TCDD dışında bir otorite tarafından
yürütülmesini istemekte ve bu konudaki belirsizlik devam etmektedir.
MARMARAY
kapsamındaki en önemli sorun tüp geçişteki kapasite daralmasıdır.
Çünkü tüp, iki
hatlı ve öncelik kent içi geçişlerde olacak şekilde tasarımlanmıştır. 2
dakikada bir işletilecek trenlerle saatte tek yönde 75.000 yolcu taşınması
hedeflenmiştir.
İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Harem-Kartal ve Üsküdar-Ümraniye güzergahlarındaki 150.000
kişi/saat'lik raylı sistem yolculuklarının da tüp geçitle entegre
etmeyi hedeflemektedir. Ancak bu duruma ilişkin kalıcı bir çözümleme yapılmamış
ve farklı kurumların yürüttüğü projeler gerekli duyarlılıkta koordine
edilememiştir.
Bir diğer sorun,
projenin tamamlanmasından sonra demiryolu sistemi için tüpün dışındaki
bölümlerde sadece tek bir hat tahsis edilebilecek olmasıdır.
Bunun anlamı, hem
hızlı trenler hem de yük ve diğer konvansiyonel yolcu trenleri için bu hattın
kullanım zorunluluğu olduğudur.
TCDD halen
Haydarpaşa-Gebze arasında banliyö trenleri dışında, yaklaşık 70 tren
çalıştırmaktadır. Fizibiliteye uygun olarak hızlı tren çalıştırılması durumunda
% 80 doluluk oranıyla bile günde asgari 35 çift tren daha çalıştırılması
gerekecektir.
Bu da tek hat
üzerinde çalıştırılacak tren sayısının 130'a çıkacağını göstermektedir.
Avrupa-Asya arasındaki transit yük güzergahı olma iddiamız paralelinde olası ek
yük treni talebi bu hesaba dahil edilmemiştir.
Haydarpaşa
Dönüşüm Projesi de dikkate alınmayan bir diğer sorundur. 400 dönümde, 6 adet
gar içi peron ve yolla mevcut tren trafiğinde sorunlar yaşanırken, yaklaşık iki
katına çıkacak trafiğin üstesinden nasıl gelineceği belirsizliğini
korumaktadır. Ayrıca, işletme güvenliği için tünelden geçecek araçların tünele
girmeden hemen önce kontrol zorunluluğu bulunmaktadır ki bu konuda da çözüm
üretilememiştir.
Kapasite
kısıtlılığı Arifiye'den başlamaktadır. DPT
Müsteşarlığı 8 Haziran 2007 tarih ve 2479 sayılı yazısında Köseköy-Gebze
mevcut koridoru üzerinden rehabilitasyon şeklinde bir
proje ile hızlı tren işletmeciliği yapılamayacağını belirterek bunun yerine
kuzeyden geçecek yeni bir hat üzerinde çalışılması gerektiğini bildirmiştir.
Tüm bu
olumsuzlukların işaret ettiği, milyarlarca dolar ödemeyi göze alarak oluşturacağımız
kapasitenin Arifiye ve özellikle Gebze sonrasındaki
daralma ile değerlendirildiğinde amaç belirsizliğini içinde taşıdığı
gerçekliğidir.
Projelerdeki amaç
sapmalarının ve proje yönetiminde yaşanan kaotik durumun nedenlerinin
belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98. maddesi, İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri
gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederim.
1) Hüseyin Ünsal (Amasya)
2) Tayfur Süner (Antalya)
3) Tansel Barış (Kırklareli)
4) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
5) Ahmet Küçük (Çanakkale)
6) Ali Rıza Ertemür (Denizli)
7) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
8) Osman Kaptan (Antalya)
9) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
10) Halil Ünlütepe (Afyonkarahisar)
11) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
12) Nevingaye Erbatur (Adana)
13) Çetin Soysal (İstanbul)
14) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
15) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
16) Turgut Dibek (Kırklareli)
17) Sacid Yıldız (İstanbul)
18) Kemal Demirel (Bursa)
19) Ergün Aydoğan (Balıkesir)
20) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
21) Ensar Öğüt (Ardahan)
22) Atila Emek (Antalya)
2.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç ve 21 milletvekilinin,
Doğu Anadolu Fay Hattının deprem riskinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/873)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Resmi
istatistiklere göre Türkiye topraklarının yüzde 66'sı, nüfusun yüzde 71'i 1. ve
2. derece deprem bölgeleri içinde yer almaktadır. 3. ve 4. derece deprem
bölgeleri dâhil edildiğinde ise Türkiye topraklarının yüzde 92'si deprem
tehlikesi altında bulunmaktadır.
Ülkemizde 1900'lü
yılların başından bugüne kadar meydana gelen depremlerde yaklaşık 100 bin kişi
hayatını kaybederken, 250 bin kişi yaralanmış, 600 binden fazla bina ise
yıkılmıştır.
1999 yılında
Marmara bölgemizde meydana gelen iki büyük deprem Türkiye'nin deprem gerçeğini,
deprem öncesinde ve sonrasında alınan önlemlerin yetersizliğini bir kez daha
göstermiştir.
Uzmanlar
Türkiye'de depremde asıl tehdidin depremden daha çok bina güvenliği olduğunu
işaret ederken, benzeri büyüklükteki depremlerin gelişmiş ülkelerde can ve mal
güvenliği konusunda ciddi tehdit oluşturmadığına dikkatleri çekmektedir.
08.03.2010
tarihinde Elâzığ'da yaşanan deprem felaketi ülkemizde derin bir acıya yol
açmıştır. Ülkemiz önemli bir deprem kuşağında olmasına, bununla birlikte Doğu
Anadolu Fay Hattı'nın çok aktif olduğu açık ve net ifade edilmesine karşın
bugüne kadar bu bölgede hiçbir önlem alınmadığı açıkça görülmüştür.
Doğu Anadolu Fay
Hattı; Muş-Varto, Bingöl-Karlıova, Elâzığ-Kovancılar ve Sivrice,
Malatya-Doğanyol, Pütürge, Doğanşehir, Adıyaman-Gölbaşı, Maraş ve Hatay'a kadar
uzanmaktadır.
Bu hatta, yıllardır oluşan birikimin boşalmasının her an
olabileceği Afet İşleri Genel Müdürlüğünün daha önce hazırladığı raporlarda
açık ve net olarak ifade edilmesine karşın, bu fay üzerinde çok geniş yerleşim
alanları olmasına karşın hiçbir önlem alınmadığı açıkça görülmüştür.
Sonuçta;
Elâzığ'da oluşan depremin bu fay hattı üzerinde her an olabileceği mevcut
raporlarda yer almıştır. Ancak, sonuçta bu bölgede depreme karşı hiçbir önlemin
alınmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalmamız, depremin acısı kadar üzüntü
duyulacak diğer bir gerçektir.
Bu fay hattında,
son on yılda, farklı bölgelerde değişik ölçeklerde depremler oluşmuş, bu
depremlerde önemli ölçüde can ve mal kayıpları olmasına karşın, depremin
yaraları yeterince sarılmadan, vatandaşlar kendi kaderleriyle baş başa
bırakılmıştır. Oluşacak yeni depremlere karşı her şey unutulmuş ve hiçbir
tedbir alınmamıştır.
Deprem sigortası
konusundaki rakamlar bunun en çarpıcı örneğidir. Doğu Anadolu Bölgesi’nde 597
bin konutun yüzde 13,7'si sigortalı iken Elâzığ'da ise 87 bin 783 konuttan
yüzde 17,5'i yani 15 bin 360'ı sigorta kapsamında yer almaktadır.
Doğu Anadolu Fay Hattı ile ilgili olarak hazırlanan detaylı
raporlar da dikkate alınarak, bölgede alınması gereken önlemlerin belirtilmesi,
bu raporların bu güne kadar neden işleme konulmadığının araştırılması, bu fay
hattında önümüzdeki süreçte oluşabilecek yeni ve büyük depremlere karşı
alınacak önlemlerin tartışılması, somut önlemlerin saptanması için Anayasanın
98. Maddesi ile iç Tüzüğün 104. ve 105. Maddeleri uyarınca bir Meclis
Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
1) Kamer Genç (Tunceli)
2) Şevket Köse (Adıyaman)
3) Tayfur Süner (Antalya)
4) Çetin Soysal (İstanbul)
5) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
6) Ahmet Küçük (Çanakkale)
7) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
8) Ali Rıza Ertemür (Denizli)
9) Osman Kaptan (Antalya)
10) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
11) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
12) Halil Ünlütepe (Afyonkarahisar)
13) Nevingaye Erbatur (Adana)
14) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
15) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
16) Turgut Dibek (Kırklareli)
17) Sacid Yıldız (İstanbul)
18) Kemal Demirel (Bursa)
19) Ergün Aydoğan (Balıkesir)
20) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
21) Ensar Öğüt (Ardahan)
22) Atila Emek (Antalya)
3.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç ve 20 milletvekilinin,
8 Mart 2010’da Elâzığ’da meydana gelen depremin etkisiyle Tunceli’de depremden
zarar gören vatandaşların sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/874)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
8 Mart 2010
tarihinde Elâzığ’da meydana gelen deprem neticesinde Tunceli iline bağlı,
Mazgirt, Nazimiye ve Pertek’in bazı köylerinde ve merkezlerinde idarenin teknik
elemanlarının yaptıkları kontrollerde;
ÖN HASAR TESPİT
İCMAL RAPORU
KONUT
İli İlçesi az hasarlı orta hasarlı ağır
hasarlı yıkım(terk)
Tunceli Merkez 491 450 241 0
Tunceli Mazgirt 829 716 437 4
Tunceli Nazimiye 222 120 92 25
Tunceli Pertek 87 94 83
TOPLAM 1629 1380 853 29
İŞYERİ
İli İlçesi az
hasarlı orta hasarlı ağır hasarlı yıkım(terk) hane
sayısı
Tunceli Merkez 2 0 0 0 1809
Tunceli Mazgirt 42 9 4 0 3042
Tunceli Nazimiye 23 17 4 0 685
Tunceli Pertek 0 0 1445
TOPLAM 67 26 8 0 6981
hasarlı binalar tespit
edilmiştir. Ağır hasarlı bina sahiplerine çadır verilmiştir.
Bugüne kadar
Tunceli'deki deprem bölgesine hiçbir hükümet yetkilisi gitmemiş vatandaşlar
kaderleriyle baş başa bırakılmıştır. Afet ve Acil Durum
Yönetimi Başkanlığı ile yapılan telefon konuşmalarında hasar gören binaların
durumlarının ne olacağı ve bu hasarlı bina sahiplerine herhangi bir yardım
yapılıp yapılmayacağı sorulmuş ve ilgili başkanlık depremde Tunceli'nin adı
geçen ilçelerinde herhangi bir yaralanma ve ölüm vakası olmadığı gibi,
kendisinin afetzedelere gönderdiği yazıda da "Başkanlığımız teknik
ekiplerince 17-21.03.2010 tarihlerinde bölgede incelemeler gerçekleştirilmiş
olup ekiplerimiz Tunceli İlinde 08.03. 2010 tarihinde meydana gelen Elazığ
depremlerinin merkez üstlerine en yakın ilçe olan Mazgirt ilçesinde
incelemelerde bulunmuşlardır. Başkanlığımızca kaydedilen ivme
kayıtlarının dağılımları ve ekiplerimizce arazide gerçekleştirilen
çalışmalarımız doğrultusunda 08.03.2010 tarihinde Elazığ ilinde meydana gelen
5,8 ve 5,6 büyüklüğündeki deprem afetlerinin Tunceli ilinde etkisi olmadığı ve
yıkıcı bir etkisi bulunmadığı tespit edilmiştir." denilmektedir.
İdarenin iddia
ettiği gibi bu evler depremde yıkılmamış ise bu hasarlar nasıl meydana
gelmiştir. Ayrıca bir yerin afet bölgesi ilan edilebilmesi için ille ölüm ve
yaralanma şart mıdır?
Elazığ İlimizin depremin meydana geldiği noktada, Tunceli'nin bu
bölgelerinden daha uzak olan bölgeleri afet kapsamına alınmış ve burada hasar
gören vatandaşlara ev yapılmaya başlandığı halde Tunceli'nin deprem bölgesine
daha yakın olan ve hasar meydana gelen bu bölgeleri maalesef afet dışında
tutulmuş ve afet zedelere herhangi bir yardım yapılmamıştır ve evleri
yıkılanlar kendi kaderi ile baş başa bırakılmışlardır. Kışın yaklaşması nedeniyle burada yaşayan vatandaşlar çok zor
durumda kalmaktadır.
AKP hükümetinin
Tunceli iline karşı beslediği bu duyarsız ve haksız yaklaşımları nedeniyle
Türkiye Büyük Millet Meclisinin olaya el koyması gerekmektedir.
Bu itibarla 8
Mart 2010 depreminin Tunceli ilinde devletin tetkik elemanlarının tespit
ettikleri boyutta depremin etki gösterip göstermediği ve depremzedelere
yapılması gereken yardımları tespit etmek üzere Anayasanın 98. Maddesi ile İç
Tüzüğün 104. ve 105. Maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılmasını arz
ve teklif ederiz.
1) Kamer Genç (Tunceli)
2) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
3) Tayfur Süner (Antalya)
4) Ahmet Küçük (Çanakkale)
5) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
6) Ali Rıza Ertemür (Denizli))
7) Osman Kaptan (Antalya)
8) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
9) Halil Ünlütepe (Afyonkarahisar)
10) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
11) Nevingaye Erbatur (Adana)
12) Çetin Soysal (İstanbul)
13) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
14) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
15) Turgut Dibek (Kırklareli)
16) Sacid Yıldız (İstanbul)
17) Kemal Demirel (Bursa)
18) Ergün Aydoğan (Balıkesir)
19) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
20) Ensar Öğüt (Ardahan)
21) Atila Emek (Antalya)
4.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel
ve 19 milletvekilinin, İstanbul’un çevre sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/875)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
İstanbul'un çevre sorunlarına neden olan ulaşımdan, sanayiye,
sağlık ve diğer alanların araştırılması, mühendis odalarınca tespit edilen
çevre kirliliği değerlerinin dikkate alınarak önlemlerin belirlenmesi ve mevcut
çevre sorunlarının önüne geçilebilmesi için gerekli tedbirlerin ortaya
konulması için bir Meclis araştırma komisyonu açılması amacıyla Anayasanın
98'inci, İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması
açılması için gereğini arz ederiz. 24.06.2010
1) Sebahat Tuncel (İstanbul)
2) Selahattin Demirtaş (Diyarbakır)
3) Gültan Kışanak (Diyarbakır)
4) Ayla Akat Ata (Batman)
5) Bengi Yıldız (Batman)
6) Akın Birdal (Diyarbakır)
7) Emine Ayna (Mardin)
8) Fatma Kurtulan (Van)
9) Hasip Kaplan (Şırnak)
10) Hamit Geylani (Hakkâri)
11) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
12) M. Nuri Yaman (Muş)
13) Mehmet Nezir Karabaş (Bitlis)
14) Mehmet Ufuk Uras (İstanbul)
15) Osman Özçelik (Siirt)
16) Özdal Üçer (Van)
17) Pervin Buldan (Iğdır)
18) Sevahir Bayındır (Şırnak)
19) Sırrı Sakık (Muş)
20) Şerafettin Halis (Tunceli)
Gerekçe:
İstanbul 13
milyon nüfusu ile en büyük kent olması, Türkiye sanayisinin % 80'ini
barındırması ve göçün yoğunlukla yaşandığı bir şehir olmasından dolayı
beraberinde pek çok çevre ve ekoloji sorununu da
getirmektedir. Sanayi ve ekonomi merkezi olduğu gibi, pek çok ekolojik çeşitliliği de barındıran İstanbul, kentsel
dönüşüm, çarpık kentleşme, su, toprak ve hava kirliliği gibi nedenlerle ciddi
çevre sorunlarını içermektedir. Üçüncü köprü yapımının sağlayacağı ranttan dolayı son kalan İstanbul'un akciğerleri olarak
belirtilen ormanlık alanların yok olması endişe vericidir. Kentsel dönüşüm adı
altında, rant sağlanmaya çalışılmasından dolayı ise
çoğu zaman şehrin dokusuna ve ekolojik yapısına dikkat edilmeden hareket
edilmektedir.
Çevre
Mühendisleri Odası'nın 2009 yılı İstanbul çevre raporunda, çarpık kentleşmeden
dolayı sel baskınlarından büyük oranda etkilenildiği belirtilmektedir. Hava
kirliliği, % 20'si taşıtların sera etkisi ve artan doğalgaz fiyatları nedeniyle
de kömür kullanımının yaygınlaşmasına kaynaklanmaktadır. Sanayi kuruluşlarının
sadece % 10'u çevre etki raporuna sahiptir. Raporda, Haliç vadisi, Şişli, Dudullu, Şirinevler, Güngören
bölgeler kirlilik bölgeleri olarak tanımlanmıştır. Bu bölgelerde havada fazla
bulunan partikül maddeler özellikle yaşlıların ve
çocukların solunum sistemlerini olumsuz etkilemektedir. Taşıtların hava
kirliliğine etkisi dikkate alındığında, özellikle toplu taşıma sistemlerinin
geliştirilmesi ve arttırılması gerekliliği vurgulanmaktadır.
İstanbul'da bir
diğer önemli kirlilik su kirliliğidir. İçme suyun karşılandığı Ömerli gibi
barajlara atık suların karışmasından dolayı temiz içme suyuna ulaşmada sorunlar
olmaktadır. İSKİ su verilerine göre İstanbul'da kayıp kaçak oranı % 24,24'tür.
Teknik ve idari görevi, bu kayıp/kaçak oranını azaltmak, çağdaş ülkelerdeki
gibi % 15 mertebesine indirmek olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bunun mali
yükünü, suya yaptığı zamlarla halka yüklemektedir. Sağlıklı bir yaşam için
gerekli günlük su tüketim miktarı Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre kişi
başına günde 100 - 300 litre arasında kabul edildiği halde Türkiye'de ortalama
kişi başı su tüketimi günde 111 litredir. Ayrıca kentten toplanan atık suyun da
% 83’ü arıtılmadan denize verilmesi diğer önemli bir sorundur. Ticari araçların
ve sanayi tesislerin atıklarının Marmara Denizine bırakmasıyla su kirliliği
ciddi boyutlara ulaşarak su içerisindeki ekolojik
hayatı da olumsuz etkilemektedir.
TÜİK verilerine
göre yaklaşık 13.000.000 nüfusa sahip kentimiz İstanbul'da, 2009 yılında her
gün 15.000 ton civarında evsel atık toplanmıştır. Katı atıklar için depolar
olmasına rağmen halen ayrı olarak toplanması gereken katı atıkların toplanma
oranı çok düşüktür. Tıbbi atıkların da bilimsel yöntemlerle depolanıp saklanması
gerekmektedir.
İstanbul,
yaklaşık 5.712 km2 yüzölçümüne sahip 15 milyonun üzerinde nüfuslu bir şehir
olup, arazisi genelde birçok vadi ile birbirinden ayrılmış tepelerden
oluşmaktadır. Plansız kentleşme yeşil alanları daraltmış, inşa edilen yüksek
binalar hava sirkülasyonunu etkiler hale gelmiştir.
Dolayısıyla yoğun nüfusun ve sanayileşmenin beraberinde getirdiği hava, su,
gürültü ve toprak kirliliği ciddi çevre sorunları olarak baş göstermektedir.
İstanbul'un çevre sorunlarına neden olan ulaşımdan, sanayiye, sağlık ve diğer
alanların araştırılması, mühendis odalarınca tespit edilen çevre kirliliği
değerlerinin dikkate alınarak önlemlerin belirlenmesi ve mevcut çevre
sorunlarının önüne geçilebilmesi için gerekli tedbirlerin ortaya konulması için
bir meclis araştırma komisyonu kurulmasını önermekteyiz.
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.
Sayın
milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine
göre verilmiş bir önerisi vardır, okutuyorum:
VIII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- KPSS ve ÖSYM’deki iddiaların araştırılması amacıyla
verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak
üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 14/10/2010
Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli
birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu’nun, 14.10.2010 Perşembe günü (Bugün) yaptığı
toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından,
Grubumuzun aşağıdaki önerisini İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul’un
onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Muharrem
İnce
Yalova
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
27 Ağustos 2010 tarihinde, CHP Grup Başkanvekilleri Kemal Anadol, M. Akif Hamzaçebi ile
Muharrem İnce tarafından; (398 sıra nolu) “KPSS ve
ÖSYM’deki İddiaların Araştırılması” amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne
verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, Genel Kurul’un bilgisine sunulmak
üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 14.10.2010 Perşembe günlü
birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde
yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Grup önerisinin lehinde Engin Altay, Sinop
Milletvekili.
Sayın Altay, buyurun efendim.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, ben bu Parlamentoda sekiz yıldır müteaddit
defalar konuştum. Bugün yaptığım konuşma insani ve vicdani açıdan beni en çok
inciten, rahatsız eden bir konuyla ilgili. Bunu peşinen belirtmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, otuz altı yıllık itibarı geçtiğimiz
aylarda sıfırladık. Yani 1974’te ÜSYM, 1981’de de ÖSYM olarak Yükseköğretim
Kuruluna bağlı olarak çalışan ve bir yılda yaklaşık kırk civarında sınav yapan,
ALES gibi, TUS gibi, ÜDS gibi, hâkimlik, kaymakamlık, mali müşavirlik sınavları
gibi, YGS, LYS gibi, her yıl 7,5 milyon insanın kaderini belirleyen bir kurum
maalesef kirlenmiştir. Bundan büyük bir üzüntü duyuyorum.
Bütün sınavların olmazsa olmazı, sayın milletvekilleri, geçerlilik
ve güvenirliktir fakat artık ÖSYM’yle ilgili yapılan iş ve işlemlerde ne
geçerliliğinden ne güvenilirliğinden bahsetmek mümkün değildir.
Şimdi, sayın milletvekilleri, bu işin bir sorumlusu olması
gerekmiyor mu? Oradaki bir memurun istifasıyla bu sorun sümen
altı mı edilecek? Kuruluş kanunu olmayan fonksiyonel bir kurum. ÖSYM kimin
uhdesinde? Yükseköğretim Kurulunun uhdesinde. ÖSYM başkanının
görev, yetki ve sorumluluk içinde çalışması lazım. Görevse görevi var,
sorumluluksa sorumluluğu var ama kanuna dayalı bir yetkisi yok. Böyle bir şey
olabilir mi? Baştan beri büyük bir yanlıştır bu.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; vicdanlarınıza sesleniyorum.
Biz bu olayı geçiştiremeyiz. Bu olay sadece 280 bin öğretmen adayının
umutlarıyla ve geleceğiyle oynamanın -kaldı ki bu bile çok büyük bir ayıp-
ötesinde, sizin devleti bütün kurum ve kurallarıyla kendi ideolojik kalıbınıza
dönüştürme eylemidir diye düşünüyorum. Böyle olmadığını bugün alacağınız kararla
zaten ya tasdik edeceksiniz ya böyle olmadığını yüce Türk milletine ispat
edeceksiniz.
Sayın milletvekilleri, haddim olmayabilir ama ben size
Anayasa’mızın 81’inci maddesindeki yemin metnini tekrar hatırlatmak istiyorum,
hepimizin yaptığı şeref andını size tekrar hatırlatıyorum. Bugün itibarıyla
bana göre, burada alacağımız kararla bu andı ya çiğnemiş olacağı ya çiğnememiş
olacağız. Yüce Meclis bu durumu bugün sağduyunuzla alınacak bir kararla ya
kurtaracak ya da bu olay parlamenter sistemimizde kara bir leke olarak
tarihteki yerini alacaktır. Döneminizde Futbol Federasyonundan Pancar Ekicileri
Kooperatifleri Birliğine, sanayi ticaret odalarından yüksek yargıya kadar bütün
kurumları belli bir ideolojik kalıba sokmak derdinizin önünde KPSS’yi bir engel olarak görüyor idiyseniz onu bilemem.
Sayın milletvekilleri, 1999’da DMS, 3 Mayıs 2002’de de Kamu
Personeli Seçme Sınavı (KPSS) sistemimize yerleşmiş ve çok doğru da
yapılmıştır. Bu vesileyle merhum Bülent Ecevit’i rahmetle anmayı da bir görev
sayıyorum. Sayın milletvekilleri, böylece Anayasa’nın 70’inci maddesi uzun
zamandan sonra ilk defa geçerlilik kazanmıştır.
Bakın, 70’inci maddeyi hatırlatmak isterim: “Her Türk, kamu
hizmetlerine girme hakkına sahiptir.
Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir
ayırım gözetilemez.” Madde 70. Siz ÖSYM’nin kirlenmesine
seyirci kalarak tekrar bu maddeyi delip kamu alımlarında başka düşünceleri,
başka ideolojik gerekçeleri ortaya koyacak, ona göre iş tutacaksanız onu
bilemem ama KPSS, Türkiye’de kısmen de olsa partizanlığa, siyasi nüfuza,
torpile, eş dost, yandaş kayırmacılığına son verilmesini amaçlamıştır ve 2009’a
kadar da bu kısmen yürümüştür ancak, ta ki 2009’daki Polis Meslek Yüksekokulu
sınavlarına kadar.
Sayın milletvekilleri, bu sınavlarda, ilk defa 2009’da
Polis Meslek Yüksekokulu sınavlarındaki sorular malum bir cemaate yakınlığıyla
bilinen bir dershanede öğrencilere -100 sorunun 85’i- deneme sınavı olarak
uygulatılmış, tatbik edilmiş ve bu açığa çıktıktan sonra bildiğiniz sonuçlar
yaşanmıştır ve şimdi 2010 KPSS Eğitim Bilimleri Sınavı’nda kabul edilemeyecek,
hiçbir şekilde göz yumulamayacak bir rezalet, bir trajedi yaşanmıştır. Şimdi,
350 kişinin tam puan aldığı ve bunların 20 tanesinin de ya evli ya kardeş
olduğu ve 3.200 kişinin 100 ve üstünde puanlarla, bu Kamu Personeli Seçme
Sınavı’nın eğitim bilimleri sorularının bir organizasyonla, 99’daki gibi ÖSS
kitapçığının çalınması şeklinde değil, bilinçli bir organizasyonla, içeriden
dışarıdan, Hükûmetten, oradan buradan bir
organizasyonla ÖSYM’nin ve KPSS’nin kirlendiği apaçık
ortadadır. Diyebilir ki burada arkadaşlar:
“Efendim, 2 Mayıs 99’da da ÖSS kitapçığı çalınmıştı.” Doğrudur. O adi bir
hırsızlık olayıdır, adli bir vakadır ama bu ideolojik bir vakadır; bunu
söylüyorum. Nitekim 99’da ÖSS kitapçığı çalındığında, sınavlar biliyorsunuz bir
ay ertelendi ve hak, hukuk, adalet ifa edildi. Şimdiki manzara bu değildir.
Normalde böyle bir olay Sayın Başbakanın ve Hükûmetin
değerli üyelerinin -Hükûmet gene yok- her vesileyle
söyledikleri, hamaset yaptıkları, bu “ileri demokrasi” dedikleri ülkelerde
bırakın bakan götürmeyi, başbakan götürecek bir olaydır. Şimdi, bizde ilgili
memurun -bana göre ÖSYM Başkanı ilgili memurdur- istifası sanki yeterli gibi
görülüyor. Asıl sorumlu Yusuf Ziya Özcan da Ünal Yarımağan
istifa etmeden bir gün önce, şimdi oraya atanan memurla çekip baş başa bir
görüşme yapıyor. Bu nasıl rezalettir böyle? Adam daha istifa etmemiş, bir
soruşturma tamamlanmamış. Böyle bir şey olabilir mi?
Bakın, buradan söylüyorum: Bu bir rezalettir, bu bir hukuk
ayıbıdır, bu bir skandaldır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, skandalları seyretme
yeri değildir. Bu işin, bu rezaletin, Yusuf Ziya Özcan yönetsel ve idari
sorumlusudur. Hükûmet bu rezaletin siyasi sorumlusudur
ve bu Parlamento bu işin anayasal teminatı ve sorumlusudur. Dünyanın hiçbir
ülkesinde apaçık ortaya çıkmış bir rezaleti seyreden, bunu yok sayan, buna
seyirci kalan bir parlamento ben görmedim. İnşallah, inanıyorum ki bugün
değerli oylarınızla, basiretinizle, iradenizle bu Meclis araştırmasının
açılması yönündeki eğiliminizle, Parlamento bu gibi pisliklere, çirkinliklere
seyirci kalmadığını, kalmayacağını hem Türkiye kamuoyuna hem de dünya kamuoyuna
gösterecektir.
Şimdi, sayın milletvekilleri, bu rezaletin mağduru sadece 280 bin
atama bekleyen öğretmen değil, bundan sonra ÖSYM’de TUS, ALES, hâkim-savcılık,
mali müşavirlik, yüksek öğretime giriş sınavına girecek yıl çarpı 7,5 milyon
insan artık mağdurdur. Kim ÖSYM’ye güvenecek?
Bakın burada söylüyorum: Kişisel hiçbir husumetim yok, ama
ehliyet, liyakat bakımından o makama yakıştıramıyorum. Yusuf Ziya Özcan orada
oturduğu müddetçe ÖSYM’nin güvenilirliğinden, geçerliliğinden, hakkaniyetinden
söz etmek imkânı Türkiye’de ve dünyada kalmamıştır. Şimdi çözüm, Hükûmetin, bir kere, burada olmayan, hoş orta yerde de
olmayan Hükûmetin her sabah kalkınca namazdan sonra
Anayasa’nın 70 ve 49’uncu maddelerini ve her akşam yatsıdan sonra Anayasa’nın
70’inci ve 49’uncu maddelerini mutlaka ikişer defa okumaları lazım.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Suyunu içseler…
ENGİN ALTAY (Devamla) –
Şimdi, bakın Türkiye üst kurul enflasyonu, cenneti yaşıyor. Yani her
şeyin bir üst kurulu var ve müthiş bütçeleri var bunların. Tütün Alkol
Piyasasını Düzenleme ve Denetleme Kurulundan Tuz Kuruluna kadar. Peki, şimdi böylesi,
7,5 milyon insanı, dolayısıyla Türkiye’yi geleceğe taşıyacak kamu
yöneticilerini belirleyen bir sistemin, böyle YÖK’ün kenarına monte edilmiş bir
sistemle bu işin yürütülebilmesi mümkün müdür? Yani bunun üst kurullar gibi,
ÖSYM’nin tamamen yönetsel ve bütçesel olarak özerk bir kurul olması lazım.
Siyasetin tasallutuna maruz kalmayacak bir kurul olması lazım sayın
milletvekilleri…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHARREM İNCE (Yalova) – 70’inci maddeyi okumazlarsa suyunu
içsinler.
BAŞKAN – Sayın Altay,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun efendim, lütfen.
ENGİN ALTAY (Devamla) –
Sayın Başkanım, iki dakika rica ediyorum, önemli bir konudur.
Şimdi, bunun adı yine ÖSYM olur ÜSYM olur, ama bunun böyle olması
lazım. Bunu böyle yapmak da ne Hükûmetin görevidir ne
YÖK’ün, bunu böyle yapmak Parlamentonun görevidir.
Şimdi, daha vahimi şudur, buna çok güldüm, şimdi siz de
gülersiniz: Sayın Millî Eğitim Bakanımız şöyle bir açıklama yaptı: “Efendim,
bundan sonra öğretmen alımlarını biz Eğitek olarak
yapacağız.” Millî Eğitim Bakanlığına bağlı bir Eğitim Teknolojileri Genel
Müdürlüğü vardır, bu SBS’leri falan yapar. Şimdi, bir
kere, Eğitek’in böyle bir donanımı yok da demek ki
Millî Eğitim Bakanı ÖSYM’nin artık güvenilir ve geçerli bir kurum olmadığını
kabul etmiş oluyor. Peki, öğretmen alımlarını Eğitim Teknolojileri Genel
Müdürlüğüne yaptırdık. Peki, hâkim adayları, kaymakam adayları, mali müşavir
adayları, üniversite sınavına girecek gençlerimizi ne yapacağız? Yani Sayın
Bakan âdeta tuz kokmuşken etin peşinde. Sayın İnce bugün de söyledi, ortada
kokmuş bir tuz var, eti bırakın. Bu işe seyirci kalan bir Parlamentoyu tasavvur
hakikaten edemiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ENGİN ALTAY (Devamla) – Sayın Başkanım, bitiriyorum.
BAŞKAN – Sayın Altay…
ENGİN ALTAY (Devamla) – Bitiriyorum, teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım, hemen bitiriyorum.
BAŞKAN – Sayın Altay, hatipsiniz, güzel, saatlerce konuşursunuz da
konu anlaşıldı yani yeni bir kurum kurulmasını söylüyorsunuz.
ENGİN ALTAY (Devamla) – Hemen Başkanım, bitirdim zaten.
BAŞKAN – Teşekkür cümlenizi alayım, buyurun.
ENGİN ALTAY (Devamla) – Sağ olun Sayın Başkanım.
Şu anda Türkiye, hâlen görev ifa eden, ÖSYM’ye güvenmediğini
açıkça ilan bir Millî Eğitim Bakanıyla da karşı karşıyadır.
Sayın Başkan, şu notu atıyorum, bu da önemliydi: Bakın, toplumsal
trajediye dönüşen bu sorun sadece 2010 yılında 14 intihar vakasına yol
açmıştır. (Çorum Milletvekili Ahmet Aydoğmuş’un
telefonla konuşması)
Ayıp ya! “Bir şey değil.” diyorsun ya! Çok teessüf ederim.
Tutanaklardan da isminizi alacağım, bunu Türkiye’ye ilan edeceğim. 14 tane
intihar vakasına “Bir şey değil.” diyen bir milletvekilinden de utanıyorum.
Buna seyirci kalan Parlamento, milletin parlamentosu olamaz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
CEMAL KAYA (Ağrı) – Size demedi.
EYÜP AYAR (Kocaeli) – Telefonla konuşuyor.
HALİL MAZICIOĞLU (Gaziantep) – Sayın Vekilim, size dememiş,
telefonla konuşuyordu.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Öyle şey olur mu ya!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Telefonla konuşuyor ya.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Bilmem ben, bakacağım şimdi tutanağa.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Adam telefonla konuşuyor ya.
HALİL MAZICIOĞLU (Gaziantep) – Size dememiş.
BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen…
Grup önerisinin aleyhinde Kocaeli Milletvekili Sayın Fikri Işık.
Buyurun efendim.
FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; KPSS
skandalıyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisinin değerli milletvekillerinin
verdiği araştırma önergesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin çok genç bir nüfusa sahip
olması, bu genç nüfusun eğitiminin her geçen gün yükselmiş olması ve bu genç
nüfusumuzun gerek yükseköğrenim hakkından yararlanmak gerek yükseköğrenim üstü
birtakım haklardan yararlanmak gerekse kamuda memur olarak görev almaları için
yapılan sınavların yapıldığı yer ÖSYM, bunu hepimiz iyi biliyoruz. Dolayısıyla ÖSYM’nin önemi ve güvenilirliği toplumda hiç ama hiç
tartışılmaması gereken konulardan bir tanesi. Bugün, evet, ortaya çıkan
olay, ben de Sayın Altay’a katılıyorum, tam bir skandaldır, ortaya çıkan olay
tam bir rezalettir. Burada, zannediyorum, bu Mecliste grubu bulunan hiçbir
partinin ayrı düşünmesi mümkün değildir. Dolayısıyla her kim bu skandala sebep
olduysa, her kim bu skandala neden olduysa, bu skandalda bir ihmali olduysa
mutlaka araştırılmalı, bulunmalı ve gereken cezaya çarptırılmalıdır. Toplumun
vicdanı bu noktada mutlaka rahatlatılmalıdır.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Başbakan MİT’e görev verdi, MİT
araştırıyor!
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Bu noktada, hiçbir partimizin -Meclis
içinde olsun, dışında olsun- farklı bir düşüncesinin olacağına inanmıyorum.
Değerli arkadaşlarım, olay ortaya çıktıktan hemen sonra, olay
patladıktan sonra, üç koldan bu konunun araştırılması, soruşturulması ve
gereken işlemlerin yapılması için harekete geçilmiştir. Öncelikle, adli süreç
hemen savcının olaya el koymasıyla başlatılmıştır. Orada her türlü araştırma,
emniyet güçlerimizle birlikte savcılarımızın gözetiminde yapılmıştır ve şu
anda, bu soruşturma gizli olarak devam etmektedir. Diğer yandansa idari
soruşturma da -bir taraftan ÖSYM YÖK’e bağlı olduğu için- YÖK Denetleme Kurulu
tarafından tüm boyutlarıyla yapılmaktadır ama aynı zamanda da Cumhurbaşkanlığı
Devlet Denetleme Kurulu da olaya el koymuş, olayı tüm boyutlarıyla araştırıyor.
Dolayısıyla, bir skandalın ortaya çıkmasından sonra atılması
gereken tüm adımlar ivedilikle atılmıştır. Ama şimdi, bu önergede bahsedildiği
gibi, efendim, bu olayın AK PARTİ’nin efendim işte,
aymazlığı veya başka birtakım sebeplerle AK PARTİ’yle
ilişkilendirilmiş olması, en hafif ifadesiyle, açık bir bühtandır. Neden?
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Sizin döneminizde oluyor bu işler.
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Neden bakın…
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Niye daha önce olmuyordu bu işler?
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Bir dakika, geleceğim.
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Hep şimdi oluyor.
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Geleceğim, geleceğim.
Bakın neden? Olay ortaya çıkar çıkmaz, Grup Başkan Vekillerimiz,
Genel Başkan Yardımcılarımız, Millî Eğitim Bakanımız ve Başbakanımız, olayı şiddetle
kınadılar ama soruşturmanın yapılması için de her türlü desteğin verileceğini
açıkladılar. Ama şimdi, olayı…
ENGİN ALTAY (Sinop) – YÖK Başkanı niye çekilmedi görevinden? Bu işin sorumlusu YÖK Başkanı.
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Bakın değerli arkadaşlarım, biraz
dinlerseniz. Olayın temel sebebini eğer burada gözlerden kaçırarak, olayı
sadece YÖK Başkanına tahvil ederek, asıl suçluların ortaya çıkmasını engellemek
gibi bir niyetin asla ve asla olmaması gerekir.
Şimdi, bu ÖSYM kime bağlı? YÖK’e bağlı. Peki, Sayın Başbakanımız,
Sayın Deniz Baykal’a “Gelin, şu YÖK’ün yapısını değiştirelim.” YÖK, 1982’de
kurulmuş. ÖSYM’nin de en son değiştirilen yönetmeliği 1982
biliyor musunuz. 1982’den sonra ÖSYM’de en ufak bir yönetmelik
değişikliği olmamış.
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Niye olsun?
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Niye olmamış? Neden olsun? Ya, çağ
değişiyor, teknoloji gelişiyor, her türlü anlayış değişiyor. Siz bu anlayışa
göre bir değişiklik yapamaz mısınız? Yaparsınız. Ama yapılmamış. Neden? Sayın
Baykal’ın Sayın Başbakanımıza söylediği bir cümle var, diyor ki: “YÖK, rejim
meselesidir, dokundurtmayız.”
E şimdi, YÖK’e bağlı ÖSYM var. ÖSYM’yle ilgili ne zaman iktidar
bir adım atmak istese “Bu bir rejim meselesidir, biz dokundurtmayız.” derseniz
ve bakın, bu skandalın ortaya çıktığı tarihte ÖSYM’nin Başkanı kim?
ENGİN ALTAY (Sinop) – Kaldıralım YÖK’ü, kaldıralım, hadi getirin.
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Sayın Ünal Yarımağan
AK PARTİ İktidarı döneminde mi bu işin başına geldi veya bugün soruşturmanın
selameti açısından açığa alınan 8 kişinin hangisi AK PARTİ İktidarında orada
göreve başlatılmış? AK PARTİ’nin uzaktan yakından bu
işle alakası yok.
ENGİN ALTAY (Sinop) – E parti üyesi olsaydı bir de, hayret bir şey
ya!
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Ama siz eğer olayların asıl faillerini
gizlemek amacıyla veya bir başka amaçla kalkar da bu işi sadece YÖK’ün daha iki
yılını doldurmuş yönetimine tahvil etmeye kalkarsanız olayı saptırırsınız.
Evet, Türkiye’de ÖSYM mutlaka masaya yatırılması gereken bir
kurumdur, çağın gerisinde kalmış bir kurumdur ve mutlaka ÖSYM’nin daha çağın
gereklerine uygun, bilim ve teknolojik imkânlarla donatılmış yeni bir yapıya
kavuşturulma zarureti vardır…
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – İktidar sizsiniz.
FİKRİ IŞIK (Devamla) – …ama bunu Hükûmet
ne zaman dillendirse “Vay bunlar iktidar olarak ÖSYM’yi ele geçirmeye
çalışıyorlar, bunlar iktidar olarak KPSS sınavlarını kaldırmaya çalışıyorlar.”
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Her şeyi ele geçirmeye çalışıyorsunuz, her
şeyi.
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Bakın, Sayın Altay’ın söylediği: “Efendim,
siz KPSS’den rahatsızsınız.”
ENGİN ALTAY (Sinop) – Evet.
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Hayır, hiç rahatsız değiliz. Aksine, bütün
baskılara rağmen KPSS’nin devamı noktasında bugüne
kadar en ufak bir taviz verilmemiştir, verilmesi de düşünülemez. Ha, ben de
rahmetle anıyorum, merhum Ecevit’in bu ülkeye yaptığı en önemli iyiliklerden
birisi bu KPSS sınavını getirmektir.
Evet, biz bu Anayasa’nın 70’inci maddesini çok iyi
biliyoruz ve bunu uygulamak için de elimizden gelen her türlü gayreti
gösteriyoruz ama siz, dün, kalkacaksınız “Biz ÖSYM’ye dokundurtmayız, biz YÖK’e
dokundurtmayız, bunu rejim meselesi hâline getiririz.” diyeceksiniz, ondan
sonra, YÖK Başkanı değiştikten sonra aynı rejim meselesi olan YÖK bu defa hedef
tahtası hâline gelecek.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Gel şimdi dokunduruyoruz, gel kaldıralım,
getir, bugün kaldıralım.
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Yani demek ki sizin derdiniz kurumsal bir
değişiklik değil. Siz A şahsı gidip B şahsı geldiği zaman kurumu tamamen ya
karşınızda ya yanınızda görüyorsunuz. Böyle bir anlayışla siyaset yapılır mı?
Böyle bir anlayışla ülkenin gündemine, ülkenin yönetimine talip olunur mu?
Değerli arkadaşlarım, bunu söyleyen sizin Genel Başkanınız. Eğer bakınız, şu
anda…
H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Sekiz yıla kadar olmadı da son sekiz
yılda neden oluyor?
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Efendim, şu son sekiz yılın neredeyse altı
yıla yakın döneminde “YÖK’e dokundurmayız.” diye burada, Mecliste her konuşmada
“Siz YÖK’ü ele geçirmeye çalışıyorsunuz, siz üniversiteleri ele geçirmeyi
çalışıyorsunuz.” diyen grup hangi grup? (“Gitti.” sesi)
ENGİN ALTAY (Sinop) – Geçirdiniz zaten. Geçirmediniz mi?
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Gitti… Ha şu var, tabii, Cumhuriyet Halk
Partisinin eski Genel Başkanı ama…
ENGİN ALTAY (Sinop) – Osman Can nasıl profesör oldu? Osman Can
nasıl profesör oldu bir anlatıver.
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Yani, Sayın Kılıçdaroğlu’yla
biz artık Sayın Baykal’ın söylediği hiçbir şeyi kabul etmiyoruz, bizim kurumsal
hafızamız yok diyorsanız…
ENGİN ALTAY (Sinop) – Ayıp ya, ayıp ya! Ayıp, demagogluk
yapma ya! Fikri Bey hiç yakışmıyor sana.
FİKRİ IŞIK (Devamla) – …işte o zaman bizim size söyleyeceğimiz
hiçbir şey yok.
Değerli arkadaşlarım, peki, çözüm nedir? Asıl, asıl…
ENGİN ALTAY (Sinop) – Hiç yakışmıyor sana hiç! Hiç yakışmıyor
sana!
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Bakın, açıp bir ay önceki, iki yıl önceki,
beş yıl önceki metinlerinize bakarsanız bu işin kime yakışıp kime yakışmadığı
ortaya çıkar. Yani sokakta geçerken ayağınıza bir taş düşse bunu mutlaka AK
PARTİ Hükûmeti bizim ayağımıza dokunsun diye
koymuştur… Bu mantıkla
muhalefet olmaz ki.
ENGİN ALTAY (Sinop) –
Herkesi dinliyorsunuz, taş da koyarsınız yani, ne var bunda?
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, ha nedir çözüm? Bir
kere şunu söyleyeyim: Bir, ÖSYM kesinlikle çağdaş, şeffaf, güvenirliği en üst
noktaya gelecek tarzda yeniden yapılandırılmalıdır. Bu konuda Hükûmet gerekli adımı atmıştır ve şu anda kanun tasarısı
hazırlık aşamasındadır. Daha önce de defalarca bu konu üzerinde konuşulduğu
anda işte olayı rejim meselesine getirenler bugün aslında bugünkü skandalın
bana göre failleridir.
İki: Mutlaka, bu skandal her yönüyle ortaya çıkarılmalıdır. Peki,
Meclis araştırması açılması konusunda, değerli arkadaşlarım, bu konu adalete
intikal etmiştir, savcılık soruşturmayı tüm boyutlarıyla yürütmektedir.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Bir de biz araştıralım.
FİKRİ IŞIK (Devamla) –
Müsaade ederseniz…
Bu yürütme şu anda gizlilik ölçüsünde bu adliyede, adalete intikal
etmiş bir konudur. Bizim Meclis olarak birincisi bu soruşturmanın bitmesini
beklemek gibi bir durumumuz var. Üç: Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu
bu konuyla ilgili gereken çalışmaları yapmaktadır, raporunu hazırlama aşamasına
gelmiş olduğunu ümit ediyorum. Dört: YÖK Denetleme Kurulu da raporunu
hazırlama…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Işık, konuşmanızı tamamlayınız.
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Sayın Altay’a verdiğiniz süreyi
verecek misiniz.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Biz muhalefetiz, sen ne süresi istiyorsun?
Sen iktidarsın.
BAŞKAN – Bir dakikalık süre verdim, bir de teşekkür süresi
vereyim.
Buyurun.
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Yani muhalefet olmak her şeyi söylemek
değil.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Konuşmayın iş yapın!
FİKRİ IŞIK (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlarım, bizim şu anda
bu konunun tüm boyutlarıyla soruşturulması noktasında, soruşturmanın bir noktaya
gelmesi, gizlilik kararının kalkması ve ondan sonra ortaya çıkan verilere göre
Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuyu o zaman gündeme alıp
değerlendirmesinin daha uygun olacağını düşünüyoruz. Zira soruşturmada gizlilik
var. Türkiye Büyük Millet Meclisinin acaba devreye girmesi gizliliği engeller
mi gibi bir endişemiz de var. Onun için biz bu araştırma önergesinin zamanın şu
anda uygun olmadığını, soruşturmanın sonucunda ortaya çıkacak gerçeklerden
sonra konunun tekrar değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bu vesileyle yüce Meclise saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Grup önerisinin…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Efendim?
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım, çok kısa bir
açıklama yapabilir miyim.
BAŞKAN – Yerinizden mi açıklama yapacaksınız?
MUHARREM İNCE (Yalova) – Evet.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, grup önerisi
tartışılırken böyle ilk defa oluyor.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Çok kısa…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Yani olmayan bir şey Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun bakayım Sayın İnce.
VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)
3.- Yalova Milletvekili Muharrem
İnce’nin, ÖSYM Başkanının atanmasına ilişkin açıklaması
MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sadece bir küçük düzeltme yapmak istiyorum. Sayın Işık, Ünal Yarımağan’a, ÖSYM Başkanına “Bizim dönemimizde mi atandı?”
dedi. Herhâlde şunu bilmiyorum: Ünal Yarımağan’ın,
ÖSYM Başkanının ataması her altı ayda bir yenilenir.
FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Hiç önemli değil.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Yani Yusuf Ziya Özcan döneminde de her
altı ayda bir ataması yapılmıştır, birinci bu.
FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – İlk atayan biz miyiz?
MUHARREM İNCE (Yalova) – İkincisi “Yani bu yıllardır niye
çözülmüyor?” dedi. Sekiz yıldır iktidarsınız ve sekiz yıldır ÖSYM’nin bir
kuruluş kanunu yok.
FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Sayenizde… Sayenizde…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Grup önerisinin lehinde Akif Akkuş, Mersin Milletvekili.
Sayın Akkuş, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
VIII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.- KPSS ve ÖSYM’deki iddiaların
araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel
Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 14/10/2010 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
(Devam)
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; KPSS
imtihanlarının bir skandal olduğu konusunda hem iktidar hem de muhalefet aynı
sözleri söylüyor. Bu güzel bir gelişme. Tabii, ben bu skandalla ilgili verilmiş
olan önerge üzerinde şahsım adına söz aldım.
Değerli milletvekilleri, aşağı yukarı yirmi-yirmi beş dakikadır
burada bu konu görüşülmekte. Ancak bazı detaylarının daha açığa çıkması
gerektiği kanaatindeyim. Bunları da söylemeye çalışacağım.
Değerli milletvekilleri, milletlerin hayatında eğitimin rolünün ne
olduğunu burada bulunan bütün arkadaşlarımızın çok iyi bildiği kanaatindeyim.
Tabii, bu ara, eğitimden kazanılanların da ölçme-değerlendirme ile
ortaya konması gerekiyor. Yani biz, devletin herhangi bir organında çalışacak
olan kişileri belirlerken, bunlar ne kazanmışlar bu eğitimden, ne kadar bilgi
edinmişler, bunu millete, memlekete, devlete ne kadar verirler diye imtihanlar
yapmak durumundayız.
Elbette ki nüfusumuz genç bir nüfus, hızla artan bir nüfus. Bunun
sonucu olarak da talep çok fazla, özellikle devlet kademelerine girmeye talep
çok fazla. Devlet de bu çok fazla istek içerisinde kendisine en uygun
olabilecekleri seçmek, en uygun olabilecekleri gerekli yerlere yerleştirmek
üzere “KPSS” adı verilen bir imtihan yapmakta ve bu imtihanla onları ilgili
yerlere yerleştirmeye çalışmaktadır. Bu bakımdan, burada, KPSS imtihanlarına
karşı çıkmak elbette ki söz konusu olamaz. Yani bir imtihan yapılacak nihayet.
Bu, KPSS olur, başka bir adla yapılan imtihan olur, yine de vatandaşlarımız,
yetişen insanlarımız seçilecektir.
Bu 2010 KPSS imtihanlarında çıkan skandala benzer bir skandal da
yakın geçmişte polis imtihanında, polis olacakların, polis okullarına
alınacakların imtihanında yaşanmıştı ve bu imtihan da iptal edilmişti.
Biraz önce arkadaşımızın biri belirtti. Zaman zaman
bu skandallar çıkıyor ama bakıyoruz, bu skandalların aralığı azaldı. Ben yine
ilk böyle büyük bir skandal olarak, 1973 yılında üniversite imtihanlarının iptaline
sebep olan bir skandalın yaşandığını düşünüyorum. Sonra uzun bir ara bu
skandallar yaşanmadı. Geldik 2009 yılına, polislik imtihanında bu skandal
yaşandı. Bunun yanında da işte bu 2010 KPSS imtihanları skandalı ortaya çıktı.
Yani bu bakımdan, arkadaşlarımızın “Niye bu skandallar bu şekilde sıklaştı?”
deme hakları var sanıyorum.
5 Temmuzdan itibaren Türkiye KPSS skandalıyla sarsıldı ve
cumhuriyet tarihimizin en büyük skandalının, imtihan skandalının yaşandığını
görüyoruz. 2009’da, bir önceki KPSS imtihanında sınav birincisinin bile 120
soruyu tam yapmadığı… Sınav birinci olmuş ama 120 soruyu tam yapamamış. Bugün
bakıyoruz, 500’den fazla kişi bu imtihanlarda soruların yüzde 100’ünü yapmış.
Bu, tabii, böyle geçiştirilecek… “İşte bu dönem çok çalıştı öğrencilerimiz,
gençlerimiz çok çalıştı, dolayısıyla bu soruların hepsini yaptı.” dememizin
imkânı yok.
Tabii, ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan
tartışmanın alevlenmesinin ardından eğitim bilimleri testinde 350 kişinin
120’de 120 net yaptığını açıkladı, daha sonra bu rakam biraz daha yükseldi.
Belki Sayın Işık’ın biraz önce belirttiği gibi, eğer bu soruşturmalar ciddi bir
şekilde yapılırsa, ben eminim ki bu sayı çok daha fazla artacak.
Bütün bunlar yaşanırken Türk Eğitim-Sen’den bir haber geldi, dedi
ki: “28 Ağustos tarihinde sorular sızdırılmıştır ve bununla ilgili olarak da
elimizde belgeler var.” Bu belgelerin açıklanmasının ardından kamuoyunda bu
soruların sızdırıldığına dair ilişkiler ilk somut deliller olarak ortaya çıktı.
Burada, isminin baş harfi “B”, soy isminin “S” olan bir kişiden
bahsediliyor, ilk soruları alanın bu olduğu ve bunun dağıttığı tarzında ancak
sonradan bunun da, başka kişilerin de soruları dağıttığı ortaya çıktı.
İktidar yetkilileri, uzun süre KPSS skandalıyla ilgili gerçekten
herhangi bir şey belirtmediler. Özellikle, her şeyin konuşulduğu referandum
çalışmaları sırasında bunun üzerinde hiç durulmamış olması ve hiçbir şekilde
bunun gündeme getirilmemiş olması milletimiz tarafından da bir hayli
yadırgandı.
Tabii, bir müddet sonra, bu kopya olayı, kamuoyunda belli bir grup
tarafından, özellikle bir cemaate yakın yandaş medya tarafından, sanki 3-5
kişinin yaptığı bir olay gibi gösterilmeye çalışıldı. KPSS’den
soruların sızdırılması olayını mecrasından çıkarmaya çalışan bu güruh, kafa
karışıklığı yaratmak için harekete geçti. Sanki bu yaşananlar teknoloji
kullanılarak soruların çalınması olarak gösterilmeye çalışıldı. Elbette
teknoloji sürekli gelişiyor. Birtakım, bu tür aksaklıkların, yanlışlıkların,
kopyacılıkların yapılması mümkün ama biz, eğer, bu yetişen çocuklarımıza hak,
hukuk gibi, adalet gibi nosyonları tam olarak
verebilmiş olsaydık bunlar kendi haklarının dışına tecavüz etmezlerdi diye
düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri, KPSS skandalının yankıları sürerken Ünal Yarımağan istifa etti ve 9 kişi görevinden alındı.
Gerçekten Ünal Yarımağan bu kopya olayında bir rol
oynamış mıydı yahut, efendime söyleyeyim, kopya
olayının yapılmasında bir dahli var mıydı? Biraz önce
yine belirtildi, Ünal Yarımağan aşağı yukarı 1974
yılından beri o kurumda çalışan elamanlardan birisidir ve bu sahada oldukça
yetkin birisi olduğu kanaatindeyim. Dolayısıyla böyle bir “Bu nereden geldi,
kim getirdi?” polemiğine alet edilmesine gerek
olmadığı kanaatindeyim.
Şimdi, burada deniyor ki: KPSS 2010 skandalında mini kulaklıklar
kullanılmış. Kopya hadisesine karıştığı belirlenenlerin sayısının en az 400
olduğu düşünüldüğünde, 400 kişiye mini kulaklık nereden ve nasıl bulunuyor?
Yani bunun bir ithal yoluyla gelmiş olması gerekir ki bunu gelirken de herhâlde
bizim yetkili kurumlarımız tespit edebilirdi. Tabii, bağlantı bunlarla yani bu
kulaklıkların dağıtılması işinde kim kullanıldı ve bu bağlantı nasıl sağlandı,
bunlar araştırıldı mı, belli değil. Bir şebekeden bahsediliyor ve bu şebekenin
imtihan sırasında kopya olayını organize ettiği belirtiliyor.
Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlar; ben tabii,
üniversiteden gelmek hasebiyle birçok defa bu imtihanlarda gözcü olarak, sınıf
başkanı olarak veya okul sorumlusu olarak bulunmuş birisiyim. Bu imtihanda
görev alan kişiler okula geldikten sonra hangi sınıfta görevli olduklarını
bilirler. Hâlbuki imtihandan beş altı gün önce bunun organize edildiği
belirtiliyor. Eğer durum böyleyse çok daha vahim çünkü burada o okul
yöneticilerinin de…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim, konuşmanızı tamamlayınız.
AKİF AKKUŞ (Devamla) – …bu çetenin içerisinde bulunması gerekiyor.
Yani biz burada birilerini suçlarken, birilerinin bu kopya olayındaki
müdahillik durumunu azaltmaya çalışırken daha büyük birtakım sorunlara doğru
yol alıyoruz gibime geliyor.
Şimdi, birkaç soru var burada:
Bugüne kadar KPSS’de soruları
sızdıranlar tespit edilmiş midir?
Soruları sızdıranların arkasında kim ya da kimler vardır?
Savcılık soruşturmayı niye sır gibi saklamaktadır?
Soruşturmada ilerleme sağlandıysa, soruşturmanın ucu başka yerlere
ulaştığı için üstü örtülmeye mi çalışılmaktadır?
Değerli milletvekilleri, şimdi, KPSS skandalı sırasında iktidar
partisine bağlı bazı kişiler “KPSS sınavını kurumlar yapmalıdır.” diyerek yeni
bir teklif getirmiştir. Bu yeni teklif kamuoyundan destek görmediği gibi, ciddi
eleştiriler de almıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür cümlenizi alabilir miyim Sayın Akkuş.
Buyurun efendim.
AKİF AKKUŞ (Devamla) – Bu sebeple, KPSS’yi
ne Millî Eğitim Bakanlığı ne de diğer bakanlıklar yapmalıdır, bunun yerine
gerek personel gerek altyapı bakımından güçlendirilerek ÖSYM yapmalıdır.
Değerli milletvekilleri, ayrıca ÖSYM bütçesi bile olmayan sözüm ona
bir kuruluş, bunun YÖK’ten mutlaka ayrılması gerekiyor der, yüce Meclisi
saygıyla selamlarım. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Grup önerisinin aleyhinde İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel.
Sayın Tuncel, buyurun efendim.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
CHP Grubunun araştırma önergesi üzerine usulen aleyhte söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Doğrusu bu araştırma önergesi vesilesiyle bir kez daha
Türkiye'deki eğitim sistemini tartışmanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Bizim de
Barış ve Demokrasi Partisi olarak bu sınav sistemine ilişkin bir araştırma
önergemiz var.
Biz, ÖSYM kurumunun yapmış olduğu tüm sınavların toplum üzerindeki
etkileri, sınavlarda etkilenen gençlerin, ailelerin, öğretmenlerin, doktorların
yaşadığı sorunların ortaya konması, ortaya çıkan bulgulara göre eğitim
alanındaki örgütlerin önerileri dikkate alınarak yeni bir sistemin nasıl
oluşturulması gerektiğinin tartışılması amacıyla bir Meclis araştırması
önerdik. Çünkü, bu sadece KPSS skandalıyla olan bir
durum değil, aslında bugüne kadar eğitim sistemimizde yapılan sınavlarda her
zaman için bir kopya meselesi gündeme gelse de asıl sorun bu sınav sisteminin
kendisindedir. Çünkü, ilköğretimden itibaren üniversiteye
kadar gençler her zaman için bir yarış atı gibi sınava girmek zorunda ve bazı
şeyleri başarmak durumundadır. Özellikle bu sınavlarda da en çok elenenler ne
yazık ki, yoksul emekçi insanların çocukları olmaktadır. Türkiye’de eğitim
sistemi artık paralı hâle gelmiştir. Birçok şeyde bunu görebiliriz. Aslında,
özellikle lisans yerleştirme sınavı -sürekli ismi değişti, artık bizim de
kafamız karışıyor, her defasında yeni bir sistem oluyor- bu sistem kimi eliyor
diye artık halkımız sormaya başladı.
Bu sınav sistemi en çok yoksulları eliyor, emekçileri eliyor,
kadınları eliyor, Kürtleri eliyor, yani bu sistemden eşit hakları olmayanları
eliyor. Dolayısıyla, üniversite sınavlarında, dikkat ederseniz, hep en son
sırada Şırnak, Hakkâri, Siirt gibi iller geliyor. Biz, bunları gerekçe yapıp,
sorgulayıp neden bu iller Türkiye ortalamasının çok altında, burada neden
sorunlar yaşanıyor diye hiçbir zaman sorgulamadık.
KPSS sınavları için yine böyle. KPSS sınavları yapılıyor, insanlar
bin bir emekle çalışıyor. Orası da bir rant hâline
geldi. Artık KPSS konusunda çalışılacak sürekli kitaplar oluşturuluyor. Bu
noktada insanlar kitap almak zorunda, hazırlanmak zorunda ve zar zor kazandığı
sınavda da işte en son örnekte olduğu gibi, bakıyorsunuz, sınavı kazanmış, ama
kopya çekildiği için sınav iptal edildi. Birçok insan, ataması beklenen
öğretmenler bu konuda hâlâ bekliyor. Türkiye’de eğitim alanında yaşanan birçok
sıkıntı var. Bu konuda çok ciddi sorunlarımız var.
Bu vesileyle, aslında bunları tartışmak, bu araştırma
komisyonlarının oluşturulmasıyla birlikte bir kez daha eğitim sistemimizi ele
almak gerekiyor.
Şu bir gerçektir: Artık, Türkiye’de sınava dayalı eğitim sistemi
çökmüştür. Çünkü bu sınava dayalı eğitim sistemi, devlet okullarında da
eğitimin yeterince nitelikli ve bilimsel olmadığını düşündüğünüzde, oradaki
eğitim sisteminin verimli olmadığını da düşündüğünüzde dershaneleri gündeme
getirmektedir. Dershaneler, 2002’de Türkiye’de 2.122 dershane varken, 2010
yılında 4.193 dershane olmuştur. Dolayısıyla bu dershanelere ancak ekonomik
olarak durumu iyi olan, çocuklarını dershaneye gönderebilecek aileler göndermektedir.
Bunun dışında, çocuklarını dershaneye gönderemeyen ya da özel hoca
tutamayan birçok ailenin çocukları aynı sınava, aynı koşullarda aynı sınava
girmektedir. Aslında bu, eşitlik duygusunu da zedeleyen bir noktadır.
Dolayısıyla, parası olan daha iyi olanaklardan yararlanıyor ve sınavda daha
başarılı oluyor ve parası olmayan da bu sınavdan baştan elenmiş oluyor.
O açıdan da eğitim sisteminin -böyle- değişmesi gerekiyor. Hükûmet adına konuşan arkadaşımız dedi ki: “Biz ÖSYM’nin
yeniden düzenlenmesi konusunda bir kanun teklifi hazırlıyoruz.” Keşke Sayın
Milletvekili, hazırlamadan önce, hem bu alanda çalışma yapan eğitim kurumları,
sivil toplum örgütleri, siyasi parti temsilcileriyle de bir araya gelseniz ve
“Bu sorunu nasıl çözebiliriz? Biz bu sorunun altından nasıl kalkabiliriz?
Yaşanan sorunlar nedir?” diye ortaklaşsaydınız. Bugüne kadar -üç yıldır
Parlamentodayız- hep böyle oluyor. İktidar “Ben yaptım oldu, siz de kabul etmek
durumundasınız.” diye sayısal çoğunluğunu bir otorite olarak kullanıyor ve ne
yazık ki, biz, Türkiye’nin sorunlarını çok sağlıklı olarak tartışamıyoruz.
Gündemleri çok sağlıklı olarak tartışamıyoruz. Yaşadığımız sorunlara çözüm
gücünü çok sağlıklı olarak tartışamıyoruz. Bunlar ciddi sıkıntılar diye
düşünüyorum.
Avrupa Birliği ülkeleri -Türkiye, Avrupa Birliğine aday ülkelerden
birisi- Avrupa Birliği, bu sınav sistemini ve eğitim sistemini çözmüş durumda.
Mesela Hollanda’da hiç sınav sistemi yok. Öğrenciler kendi ilgi alanlarına
göre, yeteneklerine göre üniversiteye yerleştiriliyorlar. İsveç ve İzlanda gibi
İskandinav ülkelerinde de üniversite giriş sistemi merkezî bir şekilde
yapılmıyor; mülakatla yapılıyor, ilgi alanlarına göre öğrenciler
değerlendiriliyor. Dolayısıyla buna göre daha nitelikli, bilimsel çalışan insanlar
yetiştiriliyor, bilim insanları yetiştiriliyor. Kaldı ki Türkiye’de, eğitim
kurumlarında da üniversitelerde de ne kadar iyi bir eğitim verildiği meselesi
her zaman için tartışma konusudur. Bu, ne iktidarın ne muhalefetin tek başına
çözebileceği bir konu değil. Aslında bu eğitim sistemini Türkiye’de herkesin
bir şekilde tartışması gerekiyor; geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerin
nasıl yetişeceği, bilimsel, demokratik bir üniversite ortamının nasıl
sağlanacağı, insanların yeteneklerine göre, gerçekten kendi ilgi alanlarına
göre alanlarda çalışma koşullarının nasıl yaratılacağı…
Şimdi, üniversiteler iş yerleri gibi olmuş yani insanlar tercih
yaptığında, aslında “Hangi alanı seçersem, örneğin öğretmen olursam dışarıda
kalmam ya da mühendis olursam dışarıda kalmam, hangi alanda olursa iş
bulabilirim.” üzerinden tercih yapmaktadır. Bu da bilim insanı yetiştirilmesini
engellemektedir sayın milletvekilleri. Dolayısıyla, sadece işçiler yetiştiren
üniversitelerin olması ve bunun üzerine kilitlenen bir ülkede demokratik bir
siyasetin, demokratik bir eğitimin, demokratik bir yönetimin de olması mümkün
değildir. O açıdan da bu durum bu kadar önemlidir.
Mesele sadece KPSS’deki yolsuzlukların
araştırılması değildir. Evet, bu araştırılmalıdır. Bu sınav sisteminde nasıl
oluyor da sorular çalınıyor, buna nasıl izin veriliyor ve bundan sonra bunun
engellendiğini nasıl bileceğiz? Bunlar önemlidir. Ya da engellenecek sistemler
nasıl olacak, denetimi olacak mı, öğrenciler bunu denetleyebilecek mi, veliler
denetleyebilecek mi, öğretmenler denetleyebilecek mi? Yoksa,
sadece bir kurulun insafına mı bırakılmış bu sistem? Bu, önemli bir noktadır,
dolayısıyla bunun araştırılması gerekir. Ancak, bu araştırmayla birlikte, bu
Parlamentonun yeni bir çalışma başlatması gerekiyor. Türkiye’deki sınav
sistemini değiştirecek, artık çocuklarımızın “sınav” diye strese girmediği,
psikolojilerinin bozulmadığı, bunun için para harcamak zorunda kalmadığı bir
alanın yaratılması gerekiyor ve eğitimde eşitlik sağlanması gerekiyor. En temel
sorunun bu olduğunu düşünüyoruz. Eğer gerçekten eşit koşullar sağlansa, bu
ülkede her sınav sonucunda Siirt, Hakkâri, Şırnak son sırada yer almaz, her
şeyde üniversiteye giren öğrenciler arasında bu kadar uçurum olmaz.
Diğer bir konu da, zaten üniversiteyi bitirmek de yetmiyor. Birçok
üniversite mezunu insan işsiz, özellikle ataması yapılmayan öğretmenler, bu
konu da çok daha ciddi bir problem. Biliyorsunuz “sözleşmeli öğretmenlik” diye
bir şey geliştirildi. Bu sözleşmeli öğretmenlik, aslında bizim eğitim sistemine
nasıl yaklaştığımızla çok alakalı bir durum. Sözleşmeli öğretmenler her gün
“İşten çıkartılır mıyım?” psikolojik baskısıyla derse gitmekte ve bu konuda
hatta otuz günden fazla rapor alan öğretmenlerin sözleşmeleri feshedilmektedir.
Böyle bir toplumda gerçekten bilimsel, demokratik bir eğitimin olması ve
gençlerin, çocukların buna göre yetiştirilmesi ne kadar sağlıklıdır? Buna sayın
milletvekilleri karar versin diye düşünüyorum.
Biz, Barış ve Demokrasi Partisi olarak her ne kadar CHP
grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunsak da bu araştırma önergesinin
dikkate alınması gerektiğini, bunun sadece muhalefetin sorunu olmadığını,
iktidardaki arkadaşlar her ne kadar kendileriyle ilgili el kaldırıp indirme
şeyinde sadece grup başkan vekillerini dikkate alıyorlarsa da, bu defa
vicdanen, çocukların geleceğini ilgilendiren ve belki de içinizde sizin
çocuklarınızın da geleceğini ilgilendiren böyle bir konuda vicdanen sorumluluk
sahibi olması gerektiğini düşünüyoruz. Zaten bu sistemin de artık değişmesi gerekiyor. Bazen düşünüyorum,
tek başına iktidar iyi bir şey değil galiba, koalisyon olsa en azından herkesin
görüşü tartışılır, tek başına iktidar olduğunda, dikkate almadığınızda
önergeler kabul edilmiyor, reddediliyor. Bu güne kadar bizim verdiğimiz bir
önergenin kabul edildiğini görmedik, hep iktidar sayı çoğunluğuyla reddetti.
Umarım bu defa böyle olmaz. Bu, çocuklarımızın geleceğini ilgilendiren bir
mesele, ne iktidar ne muhalefet siyasi çıkarlar konusunda bunu bir iktidar
çatışmasına dönüştürmemeli. Çocuklarımızın geleceği açısından böyle bir
araştırma önergesine onay vermesini öneriyorum ve hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Erçelebi, buyurun
efendim.
VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)
4.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, CHP Grup önerisine ilişkin açıklaması
HASAN ERÇELEBİ (Denizli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu araştırma önergesi, zaman
olarak ve içerik olarak doğrudur. Biz, 1999 yılında KPSS’yi
koyarken bütün yurttaşlarımız arasında hak ve adaletin eşit ve tarafsız olarak
dağıtılması için koymuştuk. Bugün görüyoruz ki, hak ve adalet dağıtması gereken
bu sınav, haksızlığın ve adaletsizliğin dağıtıldığı, hak yendiği bir görünüm
almıştır. Yakın zamana kadar en güvenilir kurum olan ÖSYM, bugün artık sınav
yapamaz hâle gelmiştir, her yaptığı sınav elinde kalır hâle gelmiştir. Ancak,
görüyoruz ki iktidar partisi “Bizimle alakası yok bu işlerin.” derken ÖSYM’nin
yıllardır başında bulunan Sayın Ünal Yarımağan’ın
istifa ettirilerek yeri boşaltılmış ve yerine ÖSYM’den hiç anlamayan, ölçme
değerlendirmeden hiç anlamayan, sadece “öğretim üyesi” unvanı olan bir kişi
getirilmiştir. Bu, gerçekten, soruların çalınması kadar bilimsel açıdan vahim
bir olaydır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Erçelebi, teşekkür
ediyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, grup önerisinin oylamasından önce
Başkanlığımıza intikal eden bir yoklama talebi vardır, yoklama talebinde
bulunan arkadaşlarımızın burada olup olmadığını tespit edeceğim:
Sayın Anadol? Burada.
Sayın Hamzaçebi? Burada.
Sayın Altay? Burada.
Sayın Öztürk? Burada.
Sayın Keleş? Burada.
Sayın Ergin? Burada.
Sayın Arat? Burada.
Sayın Yıldız? Burada.
Sayın Günday? Burada.
Sayın Sönmez? Burada.
Sayın Özdemir? Burada.
Sayın Ünlütepe? Burada.
Sayın Genç? Burada.
Sayın Erenkaya? Burada.
Sayın Dibek? Burada.
Sayın Harun Öztürk? Burada.
Sayın Diren? Burada.
Sayın Atay? Burada.
Sayın Paçarız? Burada.
Sayın Barış? Burada.
Sayın İçli? Burada.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şimdi yoklama talebini
yerine getireceğim.
III.- Y O K L A M A
BAŞKAN – Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VIII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.- KPSS ve ÖSYM’deki iddiaların
araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel
Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 14/10/2010 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
(Devam)
BAŞKAN – Grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.
Gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.
IX.- SEÇİMLER
A)
Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim
1.- Plan ve Bütçe Komisyonunda
açık bulunan üyeliğe seçim
BAŞKAN – Plan ve Bütçe Komisyonunda boş bulunan, bağımsız veya
grubu bulunmayan milletvekillerine düşen bir üyelik için İstanbul Milletvekili
Hasan Macit aday olmuştur.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ,
Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay
Kanunu Teklifi ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe komisyonları
raporlarının görüşmelerine başlayacağız.
3.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay Kanunu Teklifi ve Avrupa Birliği
Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (2/594) (S. Sayısı: 510) (x)
BAŞKAN – Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon raporu 510 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Alınan karar gereğince, bu teklif, İç Tüzük’ün 91’inci maddesi
kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle teklif, tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra
bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.
Teklifin tümü üzerinde söz talebinde bulunan milletvekili
arkadaşların isimlerini arz ediyorum: Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
Hakkâri Milletvekili Hamit Geylani, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi,
AK PARTİ Grubu adına İstanbul Milletvekili Alaattin Büyükkaya. Şahsı adına söz alan 30 civarında milletvekili
arkadaşımız var, onları tek tek okumuyorum.
Hakkâri Milletvekili Sayın Hamit Geylani’yi,
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet
ediyorum.
Buyurun.
BDP GRUBU ADINA HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 510 sıra sayılı Yasa Teklifi’nin tümü
üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
(x) 510 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Değerli arkadaşlar, devletin mali yapısının sağlıklı, düzenli,
hukuki ve verimli işleyebilmesinin tek yolu, iyi bir kamu mali kontrolü
sisteminin var olmasından geçer. Bu da kamu mali yönetiminde şeffaflık ve hesap
verilebilirlik ilkesi ile olanaklıdır diye düşünüyoruz. Ayrıca yaşamın her
alanında özellikle kamuya ilişkin dallarda şeffaflık toplumun bir
vazgeçilmezliğidir.
Kamu mali kontrolünün sorunsuz işlemesi ise bağımsız ve güvenilir
bir denetim mekanizmasının oluşturulmasıyla ancak mümkündür ve bu denetimin tüm
kamu yönetimini kapsamasını ve uluslararası denetim standartlarına uygun
olmasını da kaçınılmaz olarak görüyoruz.
Türkiye’de, mali kontrol ve denetimiyle, Anayasa’nın 160’ıncı
maddesine göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Sayıştay görevli ve yetkili
kılınmıştır.
Yürürlükteki 832 sayılı Sayıştay Yasası çağın ihtiyaçlarına yanıt
vermemiş, zaman zaman kısmi değişikliklere
uğramıştır. Bu kısmi ve çözüm getirmeyen değişiklikler kültürü, bence,
ağırlıklı olarak, Türkiye’de, başta Anayasa olmak üzere, bütün yasa
değişikliklerinde geçerlidir çünkü bu yama değişiklikler, sorunları kökten
çözmediği gibi, kökten çözüm noktasındaki değişikliklerin önünü de
kapatmaktadır. Son Anayasa değişikliğinde de aynı kültürle karşı karşıyayız.
Onun için, tüm değişiklikler ve yeni düzenlemeler Türkiye’de kamu mali
denetiminin gerçek anlamda uygulanmasına yetmemiştir. Türkiye, bir yolsuzluklar
cenneti hâline gelmiştir.
Türkiye’deki siyasi yolsuzluk ve kirlenmelere paralel bir şekilde
ekonomik kirlilik de ülkenin imajını sarsmakta ve toplumun büyük ölçüde
tepkisine neden olmaktadır. Her nedense bu ülkede toplumun demokratik tepkileri
de hep zorluklarla, hep antidemokratik baskılarla bastırılmaktadır. Onun için,
bakınız, Avrupa Birliği hukukuna uyum çerçevesinde son yıllarda sivil
kurumların denetimi, gerçek anlamda olmasa da, en azından denetim
yapılabilmektedir. İşte tüm bu denetimlerin, sonuç alması noktasında,
artırılması ve şeffaflaştırılması gerekir diye düşünüyoruz. Ne var ki, askerî
kurumların bütçeleri ile devlete ait ellerindeki mal ve silahların denetimi
hâlâ gerçek anlamda yapılmamaktadır ve araştırılmamaktadır.
Her alanda olduğu gibi, mali alanda da askerî bütçe kalemlerinin
dokunulmazlığı ve bir tabu hâline geldiğini görmekteyiz. Demin de söylediğimiz
gibi, bu silahların çok değişik yasa dışı hadiselerde kullanıldığı, basında ve
kamuoyunda bu bilindiği hâlde, ne yazık ki, yetkili makamlar tarafından bu
silahların nereden geldiği, nereye gittiği ve hangi olayda kullanıldığı
konusunda denetim yapılıp kamuoyuna herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır.
Bugüne kadar Meclisin askerî bütçe ve harcamaları üzerindeki
denetiminin güçlendirilmesiyle ilgili ciddi hiçbir ilerleme de
kaydedilmemiştir. Halkın özgür iradesiyle seçilen Meclisin bu çekincesini ve bu
denetimi neden yapmadığı konusunu da anlamakta doğrusu güçlük çekiyoruz. Bize
göre bunun çok temel bir nedeni vardır çünkü bugünkü tarih itibarıyla da bu
Mecliste halkın özgür iradesinin yansımadığını yüzde 10’luk seçim barajı
nedeniyle görüyoruz. Temsilde adaletin olmadığı bir noktada denetimin ve
istikrarın olamayacağı gerçeği karşısında, bence işte bu konudaki can alıcı
konularda denetimin yapılmadığının gerçeği ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde
ihale projelerinin çoğunun finansmanını sağlayan Savunma Sanayii
Destekleme Fonu hâlâ Türkiye Büyük Millet Meclisinin kontrolünün dışında olan
bütçe dışı bir fon olmaya devam etmektedir.
Hazine Müsteşarlığının verilerine göre bu fonun 2007’deki
gelirleri 2,8 milyar TL’yi geçmiştir. Bu rakam Başbakanlık dâhil on bakanlığın
bütçesinden daha da fazladır.
Meclisin güvenlik ve savunma politikaları oluşturma yetkisi
bulunmamaktadır. Askerî harcamaların denetimi konusunda harcama sonrası dış
denetim Anayasa’ya göre Sayıştay tarafından yapılabilmektedir. Ancak bu denetim
muhasebe kayıtlarına dayanmaktadır ve masa başı incelemeleri şeklindedir.
Denetçilerin yerinde inceleme yapmasına izin verilmemektedir. İşte, demin
söylediğimiz gibi, askerî vesayet başta siyaset olmak üzere diğer tüm kamu
kurum ve kuruluşlarının ve bakanlıklarının üzerinde hâlen somut bir şekilde
belirleyiciliğini koruduğu için bu denetim masa başında yapılmakta ve gereken
araştırma ve incelemeler bu denetimin dışında kalmaktadır.
Nitekim, 2003 yılında
Bayburt’ta bir askerî karargâhta yaşanan olay hâlâ hafızalarda canlılığını
korumaktadır. Hatırlanacağı üzere Sayıştay denetçileri burada denetim yapmak
istemiş ancak askerî bir yönetmelik gerekçe gösterilerek denetçilerin yasal
görevlerini yerine getirmelerine izin verilmemiştir. İşte, bu askerî yönetmelik
gücünü, varlığını, dokunulmazlığını ve devletin yetkili kurulları, yetkili
bireylerini hangi noktada engelliyor, bence bunun açıklığa kavuşturulması
gerekir. Bu izahatı da Hükûmetin yetkililerinin
vermesi kaçınılmazdır diye düşünüyoruz. Onun için diyoruz ki yetersiz
denetimler çete örgütlenmelerinde de ortaya çıkmış ve kendisini çok çarpıcı bir
şekilde göstermektedirler. Son zamanlarda çeşitli evler ve gecekondu
semtlerinde ortaya çıkarılan Makine ve Kimya Endüstrisi menşeli bomba ve
cephanelikler de buna en iyi, çarpıcı somut örneklerdendir.
Yine, askerî ihalelerde ortaya çıkan yolsuzluklar, askerî
harcamalarda denetim yetersizliğini ortaya çıkarmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, bunlara ek olarak, askerî birlik ve alanlara
yakın yerlerde bilinçli ya da ihmal suretiyle bırakılan patlayıcı maddeler de
çok sayıda çocuğun yaşamına mal olmuştur. Bunun örneklerini her gün görsel ve
yazılı basında ibretle izlemekteyiz. Genellikle Kürt
coğrafyasındaki illerde, bu savaş ortamından da kaynaklı, şiddet ve çatışma
kültürünün egemen olduğu bu yerlerde gün geçmiyor, herhangi bir ilde, ilçede
veya herhangi bir yerleşim biriminde ortaya, demin de belirttiğimiz gibi,
bilerek veya bilmeyerek -bilmeyerek de olsa yine olayın vahameti bence çok
yüksektir- Makine ve Kimya Endüstrisine ait patlayıcı bir parçanın bulunması,
bir boş kovanın bulunması, patlamamış bir top mermisinin bulunması bu tür
hadiselere neden olmaktadır ve çocuk-büyük demeden çokça canın kaybına da mal
olduğunu hep görüyoruz, işitiyoruz, duyuyoruz değerli arkadaşlar. Bu
hadiseye en son örneği Şırnak’ta yaşadık. Buldukları patlayıcı maddeyle oynayan
çocuklardan biri yaşamını yitirirken, diğeri ise ağır bir şekilde
yaralanmıştır. Yine, hatırlayacaksınız, 25 Mayıs 2010’da Van’ın Özalp ilçesinde
yine askerî birliğe yakın bir yerde buldukları el bombasıyla oynayan
çocuklardan biri yaşamını yitirmiş, 4’ü de ağır bir şekilde yaralanmıştır. Bu
ve benzer hadiseler günü birlik tekrarlandığı hâlde, devletin, özellikle de bu
konuların önlenmesinde sorumluluk sahibi olan Hükûmetin
bu olayların üstüne yeterince gereği gibi gitmediğini ve bu hadiseleri de
ortadan kaldırmadığını üzüntüyle müşahede ediyoruz.
Evet, ne yazık ki, gün geçmiyor ki bu tür olaylarda yaşamını
yitirmeyen insanlarımız olmasın. Tüm bunlar, askerî mühimmatın denetimsizlik
nedeniyle başka amaçlar doğrultusunda kullanılmasından kaynaklanıyor. Onun için
denetimlerin şeffaf olması, denetimlerin gerçekten mevcut antidemokratik
yasaları da aşarak gerçekten uluslararası hukuk normları çerçevesinde yapılması
durumunda bu olayların en azından asgariye indirilmesi kaçınılmaz olacaktır.
Değerli arkadaşlar, burada bir parantez açarak izninizle birkaç
cümleyle kışlalarda yaşanan şüpheli intihar ve ölümlere de değinmek istiyorum
çünkü daha dün Muğla’da 2 asker silahla öldürüldü, çok kısa, henüz hafızalarda.
Son iki üç yıldır kışlalarda artan şüpheli intihar ve cinayet olaylarının
mutlak surette araştırılması gerekiyor. İşte tüm bu araştırmalar demokratik
denetimin birer parçasıdır. Eğer demokratik denetim kültürü
ve hukuku bu ülkede egemen olursa bu tür kuşkulu intiharların, bu tür kasıtlı
veya kasıt dışı patlamalar sonucu ölümlerin de sonunun alınacağını düşünüyoruz
çünkü adına “intihar” denilen ve 100’den fazla kişinin yaşamına mâl olan bu olayların büyük bir çoğunluğunun -ki ailelerin
de görüşleri böyledir- cinayet olabileceği üzerinde durulmaktadır. Onun
için, bunun yasal boyutunun da eksik kaldığını düşünüyoruz. Her
intihar iddiası olayından sonra eğer hem askerî mahkeme -yargıç ve savcılar-
hem sivil otorite ve sivil otoritenin gerçekleştireceği denetim sonucunda bu
intiharların nedenleri, gerekçeleri veya doğru olup olmadığı araştırılsaydı ve
bu konuda ihmali olan hem asker bürokrasinin hem sivil bürokrasinin
denetimlerde gereklerini yapmadıkları noktasında sorgulamaları yapılsaydı,
yargılamalarına başvurulsaydı bu intiharların da olamayacağı veya en azından
asgari düzeye düşeceğini düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlar, İnsan Hakları Derneğinin hazırlamış olduğu
rapora göre son yirmi yılda en az 401 askerin ölümünün şüpheli olduğu tespit
edilmiştir. Bu konuda Meclise verilmiş çokça sayıda araştırma önergesi de
vardır ama tüm bu çok önemli gördüğümüz araştırmalarla birlikte bugüne kadar
iktidar kanadı tarafından tüm soruşturma önergeleri reddedildiği gibi, bu
araştırmaların yapılmaması noktasında da gene ne yazık ki negatif bir tavır
sergilenmektedir.
Umarız ve dileriz, Parlamentomuz bu konuda da biraz daha sağduyulu
davranıp bu konunun araştırılması amacıyla bir komisyon oluşturulması için
gereken özeni gösterecektir.
Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliğine uyum sürecinde yeniden
şekillenen kamu mali yapısı Sayıştay Yasası’nda da değişiklik yapılmasını
zorunlu hâle getirmiştir ama ne yazık ki bizim mevcut antidemokratik
sistemimizin tüm bu çağcıl değişimler karşısındaki tavrı, gereksinimi hep
gecikmeli olarak devam etmektedir.
Görüştüğümüz yasa teklifinin de, olumlu düzenlemeler barındırmakla
birlikte kamu mali kontrol ve denetiminin yapılmasında yetersiz olduğunun
altını çizerek tekrar vurgulamak istiyoruz.
Değerli arkadaşlar, Sayıştay, her şeyden önce bağımsız ve tarafsız
olmalı, üyelerinin seçim yöntemi de bu anlayışa göre ve siyasetten arınmış bir
biçimde düzenlenmelidir. Ama, ne yazık ki, son
Sayıştay seçiminde -bu Meclisteki sonuçlanan seçime de baktığımız zaman- çok
şeffaf, çok demokratik, çok hukuki ve çok siyaset dışı olmadığını son günlerde
de gördük, gözlemledik. Dün Anayasa Mahkemesine seçilen üyenin seçiminde de
aynı kültürü yine birlikte yaşadık. Artık, Türkiye’nin, bu antidemokratik
kültürden ve bu hukuksuzluklardan, salt antidemokratik birtakım değişimler
sonucunda meydana gelen yasalara sarılma ipinden vazgeçmesi gerektiğini de
söylemek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, gerçi, mali denetim böylesi özgür iradeye
sahip bir anlayış ve cesaretle olanaklı olur. Bu demokratik ve hukuki cesaretin
er geç egemen olmasını umuyor ve diliyoruz.
Meclis İç Tüzüğü’nde yapılacak bir düzenlemeyle yeniden Sayıştay
komisyonunun kurulması gerektiğine inanıyoruz. Zira,
var olan düzenlemeyle Sayıştayın işlevi Plan ve Bütçe
Komisyonu içinde giderek küçülmektedir. Oysaki,
Türkiye'nin mali politikasını belirleyen böylesi önemli bir kurumun, bağımsız
ve işleve kavuşmuş bir komisyon eliyle yürütülmesi gerektiğini belirtmek
istiyoruz. Demokratik ülkelerdeki işleyişte, bağımsız komisyonlar eliyle bu
mali konular yürütülmektedir, hatta, mali denetim
komisyonlarının başkanları da muhalefet kanadından seçilmektedir. Ama nerede
Türkiye’de bu siyasi irade, bu siyasi kültür? Muhalefet kanatlarının mali
konulardaki bir komisyonun içinde belirleyici olmaları -bakınız, dikkatinizi
çekiyorum- ne kadar beraberinde o çalışmanın şeffaflığını getirecektir ama
Türkiye’nin ne yazık ki bu cesaret, bu irade ve bu kültürden uzak olduğunu
görüyoruz. Böylece kamu maliyesinde hesap verme işi şeffaflaşarak hortumlanan
devlet kasasının güvencesi sağlanmış olur diye düşünüyoruz, böyle komisyonun
bağımsızlığıyla.
Değerli arkadaşlar, bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu tekrar
saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Geylani.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın
Mustafa Kalaycı, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 510 sıra sayılı Sayıştay Kanun Teklifi’nin
geneli üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere
huzurlarınızda bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Dünya Bankası tarafından yapılan ve en yaygın kullanılan tanıma
göre, yolsuzluk, kamu gücünün özel çıkarlar için kötüye kullanılması
şeklindedir. Çoğunlukla yolsuzluk davranışları kamu gücünü elinde tutan
politikacılar ile kamu görevlileri esas alınarak açıklanmaya çalışılmaktadır.
Denetim ise yolsuzluğun engellenmesine katkıda bulunur ve kamu kaynaklarının suistimal ve israf edilmesinde caydırıcı bir rol oynar,
kuralların ve yasaların uygulanmasında keyfîliği azaltır ve kamu yönetiminde
saydamlığa katkı sağlar. Yolsuzluğun engellenmesine yönelik oluşturulacak
stratejilerin başarısı, kamu yetkisini ve gücünü elinde bulunduran kişilerin
denetim kurumlarının etkisiyle hesap verme sorumluluğunun artırılmasına
bağlıdır. Dolayısıyla, oluşturulacak etkin bir denetim sistemi, kamu
yönetiminde hesap verme sorumluluğunun geliştirilmesine ve şeffaflığın
sağlanmasına katkıda bulunacaktır. Bu noktada, parlamentolar adına dış denetim
yapan Sayıştay denetiminin önemi ortaya çıkmaktadır. Parlamentoların halk adına
egemenliği kullanma araçlarından birisi, kurumların ve yöneticilerin her türlü
eylem ve işlemlerini denetleyebilme yetkisine sahip olmasıdır. Dolayısıyla
Sayıştay denetiminin etkinliği Parlamentonun egemenlik hakkını daha etkin
kullanması anlamına gelmektedir. Türk Sayıştayı da
Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkının kullanımına ve denetim görevini
yerine getirmesine katkı sunan çok önemli bir anayasal kurumumuzdur. Bütçe
hakkı Parlamentoya vatandaşlar adına gelir toplama ve bu gelirleri belirli
alanlara ve amaçlara tahsis etme yetkisini vermektedir. Bu hakkın kullanılması,
kamu malî yönetim sisteminin belirlenen usullere uygun şekilde denetlenmesi
sorumluluğunu da beraberinde getirmiştir.
5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrolü Kanunu özü itibarıyla
kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesi ve
kullanılmasını, hesap verebilirliğin ve malî saydamlığın sağlanmasını
amaçlamaktadır. 5018 sayılı Kanun’un 68’inci maddesinde dış denetime ilişkin
hükümler yer almaktadır ancak bu Kanun’un yürürlüğe girdiği 2005 yılından
itibaren, aradan beş yıl geçmiş olmasına rağmen, bu Kanun’da düzenlenen
hükümler doğrultusunda bir işlem yapılmadığından, kamu idarelerine ait dış denetim
raporları hazırlanıp Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmamıştır. Sayıştay
tarafından hazırlanması gereken dış denetim raporlarının sunulmaması nedeniyle
Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetim görevini gerektiği şekilde yapamadığı
ortadadır. Bu itibarla, çok geç kalınmış olsa da, 5018 sayılı Kanun’la uyumlu
yeni Sayıştay kanununun çıkarılması kamu mali yönetimi ve kontrolü açısından
önem arz etmektedir.
Belediye şirketleri, Merkez Bankası gibi kurumların denetim
kapsamına alınması, denetlenmeyen hiçbir kamu kaynağı ve kurumunun olmaması,
dış denetimde iki ayrı kurum yerine Yüksek Denetleme Kurulunun Sayıştayla birleştirilmesi, performans denetimi yapılması,
Milliyetçi Hareket Partisinin yolsuzlukla mücadele projesinin önerileri
arasında da yer almaktadır. Bu itibarla, bazı eksik bulduğumuz konular ve karşı
çıktığımız bazı hükümler olmakla birlikte bu teklife genel olarak olumlu
yaklaşıyoruz.
Ülkemizde büyük boyutlara ulaşmış olan yolsuzlukları önlemeden, ne
tam işleyen bir hukuk devletine ne de sağlam bir ekonomiye sahip olmak mümkün
olacaktır. Toplumun huzur ve refahının sağlanması yolsuzluklardan arındırılmış
temiz bir toplum idealinin gerçekleşmesi ile mümkün olacaktır. Onca denetim
kurumumuz olmasına rağmen Türkiye’de her alanda yaygın bir hâle gelen, toplum
hayatını, demokratik rejimi ve ahlaki değerleri tahrip eden yolsuzluklar kamu
vicdanında kanayan bir yaradır. Aslında denetimin başarısı için pek çok faktör
bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri; açık görev ve yetki, bağımsızlık,
yeterli kaynak ve personel olarak sıralanabilir. Türkiye’de denetim sisteminin
etkin olmamasının önemli nedenlerinden biri denetim standartlarının
geliştirilmemiş olmasıdır. Denetimden beklenen yararların elde edilebilmesi
için denetim kurumlarının yapısında, denetim elemanlarının niteliklerinde ve
denetim faaliyetlerinin yürütülmesinde standartların belirlenip uygulamaya
geçirilmesi gerekir.
Ülkemizde kamu idarelerinde iç denetim, teftiş, soruşturma, dış
denetim fonksiyonlarının uluslararası standartlar dikkate alınarak yeniden
tanımlanması ve oluşturulacak standartlara işlerlik kazandırılması
gerekmektedir. Ülkemizde denetim kurumlarının ve denetim elemanlarının
bağımsızlığı ilkesine, uluslararası denetim standartlarında belirtildiği
şekilde uyulmamaktadır. Denetimin planlanmasından yürütülmesine kadar, adına
denetimi yapılan makamlar tarafından müdahale edilmektedir. Bunların sonucu
olarak, denetimden kaçınma, denetim bulgularının, sonuçlarının örtbas edilmeye
çalışılması veya değiştirmeye zorlanması gibi durumlarla karşılaşılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye’de yolsuzlukla mücadele ile
ilgili yanlış bir varsayımdan da hareket edilmektedir. Sanki sadece denetim
kurumları görevliymiş gibi bir kanaat vardır. Aslında, bünyesinde kasıt ve
gizlilik ögelerini barındıran, yolsuzluğun önlenmesi
ve ortaya çıkarılması teknik bir konudur. Maalesef konunun gerektirdiği teknik
bilgilenme ve uzmanlaşma ülkemizde yaygınlaşmamıştır. Bilgisayar teknolojisinin
de gelişmesiyle birlikte çağdaş ülkelerde mali denetim artık örnekleme yöntemi
yerine tam denetim şekliyle gerçekleştirilmeye çalışılmakta, tüm iş
süreçlerinin ve sonuçlarının denetlendiği faaliyet denetimine dönüşmektedir.
Türkiye’de ise mali denetim genel olarak yasal mevzuata uygunluğun denetlendiği
“uygunluk denetimi” adı altında gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.
Diğer yandan, yolsuzlukla mücadele etmek amacıyla her türlü
sahtecilik ve yasa dışı faaliyetlerle mücadele metotlarını oluşturmak,
geliştirmek, kamu kurum-kuruluşlarında inceleme ve soruşturma yapmak üzere bir
yolsuzlukla mücadele birimi kurulması mutlaka gerekmektedir. Bu birimin baskı
ve etki altında kalmasını önlemek amacıyla özerk bir yapıya sahip olması
gerekmektedir. Yolsuzlukla mücadele politikaları sadece yasal düzenlemelerin
yapılmasından oluşmamalı, bunun yanında toplumsal desteği de arkasına almaya
çalışmalıdır. Yolsuzlukla mücadelenin belki de en önemli safhası, toplumun
yolsuzluk olgusunu meşru görmemesi ve yolsuzluk yapanlar hakkında işlem
yapılması için yetkili makam ve mercileri harekete geçirerek girişimlerde bulunmasıdır.
Söz konusu mücadelede ilk adım tabii ki siyasi iktidardan
gelmelidir. Zira ilk adım en tepeden gelmezse yolsuzlukla mücadele eden
kuruluşların başarı şansı oldukça azdır. Ancak ülkemizde ne gariptir ki siyasi
çıkarları için devlet imkânlarını sonuna kadar kullanmayı kendisine hak gören
bir Sayın Başbakan bulunmaktadır. Seçim çalışmalarında devletin uçağını,
helikopterini, arabasını, tüm imkânlarını kullanmasıyla ilgili, özellikle
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı, Sayın Genel Başkanım Devlet
Bahçeli’nin eleştiri ve uyarılarına Başbakan şöyle cevap vermiştir: “Kardeşim,
sen Başbakan Yardımcısı olduğun zaman oluyor da ben gezdiğim zaman niye
rahatsız oluyorsun?” Bir defa, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet
Bahçeli’nin Başbakan Yardımcısıyken devlet malına karşı gösterdiği hassasiyeti,
parti çalışmalarında partinin araç ve imkânlarını kullandığı herkes tarafından
bilinmektedir. Yine Sayın Başbakan “Biz makam sahibiyiz. Makam sahibi makama
tahsisli olanı kullanır. Bu, onun en doğal hakkıdır.” diyor ve “Bunlar 60’lı
yılların politikaları” diye de eleştirenleri suçluyor.
Taşıt Kanunu’na göre kendinize zorlamayla da olsa bir hukuki kılıf
uydurabilirsiniz. Ama seçim çalışmalarında devlet imkânlarının kullanılmasını
siyasi etikle nasıl bağdaştırabiliyorsunuz, inancımıza nasıl
sığdırabiliyorsunuz? Esas bunlara cevap verilmesi gerekmektedir. Türk milleti
“Fırat’ın kenarında bir koyunu kurt kapsa bu sebeple Allah’ın beni hesaba
çekmesinden korkarım.” diyen, devlet işlerinde devletin mumunu, kendi işinde
kendi parasıyla aldığı mumu kullanan Hazreti Ömer’in adalet ve devlet anlayışını
asırlardan beri kendisine şiar edinmiş bir millettir. Dolayısıyla bunlar, 60’lı
yılların politikası değil, bizim inancımızdır. Saçı bitmemiş yetimin dahi hakkı
olan devlet malına karşı hassasiyetimiz, kul hakkı olması nedeniyle Allah’tan
korkmamızdır.
Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmetinin
denetim anlayışı da siyasi zihniyetine uygun bulunmaktadır. Kendileri ve
yandaşlarının her türlü usulsüzlük ve yolsuzları meşru görülebilmektedir. AKP Hükûmetinde, muhalif belediyeleri ve vatandaşları ortada
bir suç olmaksızın cezalandırmak isteyen, kendi partililerine ve mensuplarına
ise fırsatçı ve ayrımcı tutum içinde olan bir iktidar anlayışı bulunmaktadır;
denetimi de kendi siyasi çıkarları doğrultusunda bir baskı aracı ya da masa
başında aklama vasıtası olarak kullanmaktadır. İçişleri Bakanlığının muhalefet
belediyeleri üzerinde uyguladığı baskıya ve aleni bir şekilde yaptığı
ayrımcılığa örnek olarak, Konya’nın birbirine komşu iki ayrı ilçe belediyesinde
yaşananları kısaca size anlatmak istiyorum.
Karapınar ilçemizde Belediye tarafından bir firmaya yaptırılan su
arıtma tesisi bakım onarım işi ihalesiyle ilgili olarak bir Belediye Meclisi
üyesi tarafından, görevi kötüye kullanmak, yürürlükteki yasalara uymayarak
devleti zarara uğratmak iddialarıyla Karapınar Belediye Başkanı hakkında suç
duyurusunda bulunulmuştur. Karapınar Cumhuriyet Savcılığının
7 Eylül 2009 tarihli talebi üzerine, İçişleri Bakanlığınca yapılan inceleme
sonucu, İçişleri Bakanı tarafından verilen 12 Mart 2010 tarihli onayda söz
konusu ihalenin Kamu İhale Kanunu’nun 22/c maddesine göre doğrudan temin
usulüyle yapıldığı belirtilerek “söz konusu arıtma tesisi bakım onarım
ihalesinin dokuz ayrı bölüm hâlinde yapılması ihale tekniği ve ihale mevzuatına
aykırı ise de, bilgi eksikliği ve tecrübe yetersizliği nedeniyle böyle bir yola
başvurulduğundan, 4483 sayılı Kanun hükümleri gereğince adı geçen hakkında
işlem yapılmasına gerek olmadığı” gerekçesiyle Belediye Başkanı hakkındaki
iddiaları işleme koymamıştır.
Değerli arkadaşlarım, bilgi eksikliği ve tecrübe yetersizliği,
usulsüz ihale yapmanın, kanuna aykırı ihale yapmanın, devleti zarara uğratmanın
hukuki gerekçesi olabilir mi? Kaldı ki Karapınar Belediyesi 1882 yılında
kurulmuştur, yani yüz yirmi sekiz yıllık belediye. Ama AKP’li İçişleri Bakanına
göre bilgi eksikliği ve tecrübe yetersizliği var.
Diğer taraftan, Ereğli ilçemizde “suç işlemek amacıyla örgüt
kurmak, ihaleye fesat karıştırmak, edimin ifasına fesat karıştırmak, çıkar
sağlamak” suçu kapsamında, Konya Emniyet Müdürlüğü mali polisleri tarafından
geçen ay, 28 Eylül 2010 tarihinde bir operasyon yapılmıştır. Belediye
Başkanının evi sabah yedide, iki ekip tarafından dört saate yakın aranmış, 2
belediye başkan yardımcısı, şoför dâhil 11 kişi aynı aramalara muhatap
olmuştur. Aynı gün belediye binası kuşatılmak suretiyle akşama kadar süren
aramalar yapılmıştır. İhale dosyaları, satın alma dosyaları emniyete
götürülmüştür. Aramalar basına duyurulmak suretiyle yapılmıştır. Böylelikle
operasyon haberi ülke sathında tüm medyada yer almıştır. Bu uygulama sonucu
Belediye Başkanı ve çalışma arkadaşları ile aile efradı küçük düşürülmüş,
şeref, haysiyet ve itibarlarıyla oynanmış, rencide edilmiştir. Böylesi ağır bir
suç iddiasıyla ilgili olarak gerek operasyon gününde gerekse bugüne kadar
gözaltına alınan kimse yoktur. Kim ne yapmış, nasıl organize şekilde suç
işlenerek çıkar sağlanmış, bugüne kadar bir açıklama da olmamıştır.
Görüyorsunuz değil mi? İhale tekniği ve ihale mevzuatına
aykırı ihale yapıldığı açık bir şekilde tespit edilmesine rağmen, AKP’li
Karapınar Belediye Başkanı hakkındaki iddialar AKP’li İçişleri Bakanı
tarafından işleme konulmuyor ama MHP’li Ereğli Belediyesinde ortada hangi
ihalede veya kararda suç işlendiği dahi belli olmaksızın, çıkar amaçlı suç
örgütü kurma kapsamında bir operasyon düzenlenerek bütün dosyalar alınıp
götürülüyor ama on altı gündür ne suç belli ne de suçlu belli! Bu nasıl anlayış, bu nasıl denetim, bu nasıl adalet?
Bilindiği gibi, belediyelerin bütün iş ve işlemleri Sayıştay ve
İçişleri Bakanlığının denetimine tabidir. Buradan soruyorum: Madem sadece
dosyaları alıp götürecektiniz, niye operasyon yapıp insanların onuruyla
oynuyorsunuz? Dosyaları istediniz de verilmedi mi? Müfettiş gönderdiniz de
dosyalara baktırmadılar mı? Benim Belediye Başkanım o dosyalar için “Benim
iftihar dosyalarım.” diyor. Herhâlde götürülen dosyalarda bir suç oluşturacak
belge arayışı var. Yine anlaşılan o ki on altı gündür bir suç veya suçlu da
bulunamamış. Artık bu saatten sonra isnat edilebilecek bir suçun inandırıcılığı
olabilir mi değerli arkadaşlarım? Belli ki yapılanlar tümüyle siyasi ama
Milliyetçi Hareket Partisiyle ilgili hangi hesap içinde olursanız olun, ne
yaparsanız yapın bizi ve arkadaşlarımızı yıldıramazsınız. Elbette keser döner
sap döner, bir gün gelir hesap döner. Bunlar asla unutulmayacaktır, bu
yapılanların hesabı AKP Hükûmetinden ve ilgililerden
elbette sorulacaktır.
Değerli milletvekilleri, AKP’nin “Daha çok demokrasi” sözleri
sadece slogan mahiyetindedir. Demokratik rejimi diğer yönetim şekillerinden
ayıran en önemli fark, yönetenler ile yönetilenler arasındaki açık, şeffaf,
saydam ilişkiler ağı ile bu sistemin oluşturması arzulanan temiz, ahlaklı,
dürüst ve erdemli siyaset anlayışıdır. Demokratik yönetimler gizli kapaklı
ilişkilerin, karanlık hesapların, tezgâh altı münasebetlerin görülmediği;
kayırmaların, arka çıkmaların, yandaşlara peşkeş çekmelerin olmadığı faziletli
idareler olmalıdır.
AKP döneminde enerji ihalelerinden toplu konut ihalelerine,
belediye ihalelerinden belediye imar düzenlemelerine, doğal gaz alımlarından
akaryakıt kaçakçılığına, ilaç alımlarından gümrük işlemlerine, hastanelerin
tedavi faturalarından eczanelerin reçete düzenlemelerine, yeşil karttan
fakirlere yapılan sosyal yardım uygulamalarına, üniversite sınavlarından kamu
personel sınavına kadar usulsüzlük ve yolsuzluk iddialarının girmediği alan,
uygulama, işlem, konu, kurum kalmamıştır.
Bu itibarla buradan bir açıklamada bulunacağım: Malum, kamu
kaynaklarının, tüm kamu fonlarının, kamu faaliyetlerinin Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına dış denetimi Sayıştay tarafından yapıldığından, bu kanun
teklifinin görüşmeleri boyunca birçok yolsuzluk iddiası Milliyetçi Hareket
Partisi tarafından gündeme getirilecektir ve bu iddialarla ilgili ne yapıldığı
sorulacaktır. Bunu da bilgilerinize sunuyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi, kuruluşundan beri toplum hayatını,
demokratik rejimi ve manevi değerleri tahrip eden ahlaki yozlaşmanın
önlenmesini ve yolsuzlarla mücadeleyi millî siyaset anlayışının temel unsuru
olarak görmüştür. Bugün toplumsal barışı ve demokratik sistemin varlığını
tehdit eden, devlet kurumlarına olan güveni sarsan ve toplumsal tahribata neden
olan ahlaki kirlilik ve yolsuzluklarla kararlı ve etkin bir mücadele için temiz
siyaset, temiz yönetim, temiz toplumun tesisi artık kaçınılmaz hâle gelmiştir.
Ülkemiz, Türkiye Büyük Millet Meclisinden başlayan temizlik
iradesi ile temel ahlak yasalarının altyapısını oluşturmalı ve girişimlere
vakit kaybetmeden başlamalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Kalaycı.
MUSTAFA KALAYCI (Devamla) – Siyaset kurumunun faaliyetlerini
ahlaki süzgeçten geçirecek, siyasete etik bir temel ve form kazandıracak siyasi
ahlak yasası Meclisten acilen çıkarılmalıdır. Milletvekili dokunulmazlıkları
makul esaslara bağlanmalıdır. “Yok efendim, başkalarının
da dokunulmazlığı var, memurların da dokunulmazlığı var.” gerekçeleri
geçersizdir; kaldı ki buyurun, hangi dokunulmazlık varsa, kimin ne
dokunulmazlığı varsa kaldıralım, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak buna
hazırız. Siyasi partilerin gelir kaynakları ve harcamaları şeffaf hâle
getirilmeli ve etkin denetlenmelidir. Milletvekilleri, belediye başkanları ve
üst siyasi yönetim kadrolarının görev öncesi ve görev sonrası mal bildirimleri
kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Yolsuzluklarla topyekûn mücadele için bir millî
program hazırlanarak, önlenmesi, takibi ve koordinasyonu sağlamak amacıyla
özerk yapıda bir yolsuzluklarla mücadele kurulu oluşturulmalıdır.
Sayıştay Kanun Teklifi’nin ülkemize, milletimize, Sayıştayımıza hayırlı olmasını diliyor, hepinize teşekkür
ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kalaycı.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili ve Grup
Başkan Vekili Sayın Akif Hamzaçebi.
Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Sayıştay Kanunu Teklifi’nin tümü üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım. Sözlerime
başlarken sizi saygıyla selamlıyorum.
Son derece önemli bir konuyu düzenleyen bir kanun teklifini
görüşüyoruz. Sayıştay, 1982 Anayasa’mıza göre kuruluşu, görevi Anayasa’da
düzenlenmiş olan bir kurumdur. Türkiye’nin anayasa geleneğine baktığımızda,
başlangıçtan bugüne kadar Sayıştay’ın sürekli olarak, devamlı olarak anayasalarda
düzenlendiğini görürüz. 1924 Anayasası, 100’üncü maddesinde Sayıştayın
Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlı olarak görev yapacağını ta o günlerde
ifade etmiştir, bir anayasa hükmü olarak karara bağlamıştır. 1961 Anayasası,
yine aynı şekilde Sayıştayı bir anayasal kurum olarak
düzenlemiştir. Osmanlı dönemine gittiğimizde Sayıştayın
köklerinin oralarda olduğunu görürüz. 1862 tarihinde o dönemin padişahı
Abdülaziz tarafından irâde-i seniyye
ile kurulmuş olan bir kurumdur. Bu kadar köklü bir kurumu görüşüyoruz, onun
görevlerini, yetkilerini ve diğer görev alanıyla ilgili diğer unsurlarını
düzenleyen bir kanun teklifini görüşüyoruz.
Sayıştayın anayasal bir
kurum olarak düzenlenmiş olması bir tesadüf sonucu değildir. Bütün dünyada da
veya gelişmiş demokrasilerde de sayıştaylar birer
anayasal kurum olarak şekillenir. Sayıştayların anayasada yer almasının nedeni,
bireyin temel hak ve özgürlüklerinin de anayasalarda düzenlenmiş olması
nedeniyledir. Bireyin hak ve özgürlükleriyle sayıştaylar
arasında çok yakın bir ilişki vardır. Sayıştayın
görev alanıyla, yaptığı görevlerle sağlamak istediği hususlarla bireyin temel
hak ve özgürlükleri arasında çok yakın bir ilişki vardır. Birer toplumsal
sözleşme olan anayasalar, başlangıçta devletin kuruluşuna ilişkin birer metinler
iken, tarihî gelişimi içerisinde, bireyin temel hak ve özgürlüklerini de
düzenleyen, onları güvence altına alan metinler hâline dönüşmüştür. Bireyin
temel hak ve özgürlüklerini koruyacak olan devlet, aynı zamanda, bu hak ve
özgürlüklere müdahale edebilecek en büyük güçtür. Dolayısıyla, anayasalar,
bireyin hak ve özgürlüklerini, buna müdahale edebilecek en büyük güç olan
devlete karşı güvence altına alır. Anayasalar, bu konuda devletin, özellikle de
kuvvetler ayrılığı ilkesinin benimsendiği ülkelerde, yasama ve yürütme
organlarının gücüne karşı koruma altına alır. Yasama ve yürütme organlarının
gücü anayasada sınırlanırken, bu sınırlamayı aynı zamanda diğer mali konularda
da görürüz. Anayasalar, bireyin hak ve özgürlüklerini koruma amacıyla devletin
gücüne yönelik sınırlamalar yaparken, devletin mali konularda neler yapacağına
veya yetkilerinin sınırlarının ne olduğuna ilişkin düzenlemeler de yapar.
Bütçe, bütçenin nasıl yapılacağı, bütçe harcamalarının hangi esaslara
dayanacağı, bu harcamaların kaynağını oluşturan vergilerin nasıl toplanacağı,
bu vergilerin oranları ne olacaktır, hangi ölçüye, hangi ilkeye göre
alınacaktır, bütün bunların temel ilkelerini de anayasalarda görürüz. Bizim
anayasa geleneğimiz de bundan farklı değildir.
Neden bütçeye ilişkin hükümler veya vergilere veya kamu
harcamalarına ilişkin temel hükümler anayasalarda yer alır? Bu “bütçe hakkı”
kavramından ileri gelmektedir. Demokrasilerde kamu harcamalarına, millet adına,
onun seçilmiş temsilcileri karar verir yaptıkları bütçelerle. Bütçe, hangi
harcamanın nereye, nasıl yapılacağına ilişkin bir belgedir. Bu bütçeleri,
halkın temsilcilerinden oluşan parlamentolar yapar. Yine bu harcamaların
finansmanını oluşturacak olan vergilerin de hangi kaynaklardan nasıl alınacağı,
hangi oranlarda alınacağı -eşit mi alınacak, adalet ilkesine göre mi alınacak,
başka ölçülere göre mi alınacak- buna da yine milletin temsilcileri olan
parlamentolar karar veriyor; buna “bütçe hakkı” diyoruz. İşte,
bu bütçe hakkının -yani aslında milletin kendisi karar veriyor, millet adına
onun temsilcileri karar verirken- millete ait olan bu bütçe hakkının usulüne
göre kullanılıp kullanılmadığı, kurallar çerçevesinde kullanılıp
kullanılmadığı, kamu harcamalarının gerçekten milletin istediği yerlere yapılıp
yapılmadığı, bu harcamalardan milletin beklediği faydanın elde edilip
edilmediği, bu vergilerin, bu harcamaları yaparken onu yapabilmek için toplanan
vergilerin usulüne göre toplanıp toplanmadığı, buralarda bir yanlışlık olup
olmadığı; bütün bunları millet adına bir kurumun denetlemesi ihtiyacı vardır,
bu ihtiyaç nedeniyle sayıştaylar doğmuştur. O
nedenle, sayıştaylar yürütme organının içerisinde bir
kurum değildir, yasama organına bağlı olarak görev yapar; bu tesadüfi
bir bağlantı değildir. Türkiye'nin Anayasa geleneğinde de 1924’ten bu yana sayıştaylar Anayasa hükmü olarak Türkiye Büyük Millet
Meclisine bağlı bir şekilde görev yaparlar.
Bu uzun açıklamayı yapma ihtiyacını şundan duydum: Sayıştay
anayasal bir kurumdur, Meclis adına denetim yapacaktır. Meclis adına denetim yaparken
bağımsız olmak zorundadır. Görevinde bağımsız olacaktır. Uluslararası
standartlar, INTOSAI denetim standartları da bunu söyler. İkinci standart der
ki: “Sayıştay ve denetçisi bağımsızdır.” der.
Bu tasarıyı, bu teklifi değerlendirirken Sayıştayın
bağımsızlığını zedeleyen bir unsur var mı, dolayısıyla öncelikle buna bakmamız
gerekir. Zedeleyen, Sayıştayın bağımsızlığını
gölgeleyen düzenlemeler olduğu için bu açıklamayı yapma ihtiyacını duydum.
Değerli arkadaşlar, her şeyden önce, bu teklifin hazırlanma usulü,
Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmesi ve görüşülmesi usulünün uygun
olmadığını ifade etmek isterim. Anayasal bir kurum olduğu için, doğal olarak, Sayıştaya ilişkin bir teklifi milletvekilleri verecektir,
bunda herhangi bir tereddüt yok ama böyle bir teklifin Sayıştay Genel Kurulunda
hemen görüşülüp o görüşün Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmiş olması gerekir.
Bu görüşme nelerden sonra gerçekleşti, çok sonra gerçekleşti. 22’nci Parlamento
Döneminde böyle bir teklif yine gelmişti, o teklif hiç görüşülmedi örneğin
Sayıştay Genel Kurulunda. O zaman biz çok şiddetli eleştiriler yönelttik
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, neden Sayıştay Genel Kurulunun görüşü yok diye.
O görüş daha sonra ikmal edildi bu teklifte ama üzüldüğüm, üzüntü verici bir durumu
sizin bilginize sunmak isterim. Sayıştay Genel Kurulunun bu teklife ilişkin
görüşleri Genel Kurul kararıyla belirlendikten sonra, Plan ve Bütçe
Komisyonunda o görüşün Komisyon üyelerine ifade edilmesi gerekir. O görüşün
Plan ve Bütçe Komisyonunda sahibi yoktu, Sayıştay adına oraya oturan
arkadaşlarımız o görüşün temsilcisi değillerdi. Onlar Sayıştay Genel Kurulunun
görüşünü bir kenara attılar, kendi görüşlerini yani bu teklif paralelindeki
görüşlerini ifade ettiler. Bunu, Sayıştayın kurumsal
kimliğine, tarihî geçmişine, şanına, şöhretine, vakarına uygun bulmuyorum. Plan
ve Bütçe Komisyonundaki bu tutum Sayıştaya veya Sayıştayın oradaki temsilcilerine yakışmamıştır, Sayıştay
bunu hak etmemiştir. Bu teklifi böyle bir atmosferde görüşüyoruz, böyle bir
geçmişi olan teklifi görüşüyoruz.
Teklif çok uzun, seksen beş maddelik bir teklif. Teklifin çok büyük bir bölümünde Cumhuriyet Halk Partisi olarak
itirazımız yok, çok büyük bir bölümüne destek veriyoruz. Şurada, ben size beş
konu sayacağım. Beş konu dışındaki düzenlemelere Cumhuriyet Halk Partisi olarak
destek verdik ancak beş konuda herhangi bir uzlaşma sağlama imkânımız olmadı.
Bu beş konuda titizlenmemizin nedeni de Sayıştayın
bağımsızlığı gölgeleniyor, Sayıştayın bağımsızlığı
zedeleniyor, bağımsızlık elden gidiyor. Titizlenme nedenimiz bu, başka bir şey
değil. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi, Anayasa değişiklikleriyle yargıya hâkim
olmaya çalışırken -şimdi o Anayasa değişikliğinin sonuçlarını izliyoruz- öte
yandan Anayasa değişikliğine gerek duymaksızın böyle bir teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisinden
geçirip yasalaştırmak suretiyle de Sayıştaya hâkim
olmak istiyor. Bir partizan yaklaşım görüyoruz burada.
Şimdi bunları size saymak isterim, hangi konularda, hangi
nedenlerle itirazlarımız var. Birincisi, Sayıştayın
örgütlenme modeli. Bütün dünyada sayıştayların
örgütlenmesinde iki model vardır, iki tip sayıştay
vardır dünyada: Yargı tipi sayıştaylar, ofis tipi sayıştaylar. Ofis tipi sayıştaylar
Anglosakson ülkelerinde vardır. Bu sayıştayların bir
yargı mercisi özelliği yoktur, bir hesap mahkemesi özelliği yoktur,
parlamentoya rapor sunarlar, denetim yaparlar, denetim sonuçlarını parlamentoya
sunarlar. Bu modelde sayıştaylar bir başkanın altında
başkan yardımcıları ve onun altında diğer birimler şeklinde örgütlenir,
hiyerarşik bir yapılanma vardır. Yargı tipi sayıştaylarda
ise -Türk Sayıştayı böyle bir modeldir- hesap
mahkemesi özelliği vardır, yargı özelliği vardır. Bizim Sayıştayımız
bir hesap mahkemesidir, sorumluların hesap ve işlemlerini denetleyerek kesin hükme
bağlar. 832 sayılı Sayıştay Kanunu’nda da vardır hesap mahkemesi özelliği,
görüştüğümüz bu teklifte de hesap mahkemesi olduğu gayet açık bir şekilde
yazılı. Yargı tipi sayıştaylarda örgütlenme, başkanın
altında daireler şeklindedir, hiyerarşik bir yapılanma, başkan yardımcıları,
vesaire şeklinde yoktur. Diğer yüksek yargı organlarına benzemiştir, Yargıtayda da Danıştayda da bir
başkan vardır, bir genel sekreter vardır Sayıştayda
olduğu gibi. Genel sekreter, başkana yardımcı olur, başkanın idari yükünü
hafifletir. Onun altında, üstünde başka bir şey yok, kurullar var, daireler
var.
Şimdi, bu modelde yani bu eklektik modelde diyelim, karma
modelde -böyle bir model yok da öyle bir
model yaratılıyor işte- başkan var, başkanın altına başkan yardımcıları konuyor.
Nedir bunun gerekçesi? Teklife baktığımızda, teklifin gerekçesinde bu
açıklanmıyor, yuvarlak geçilmiş. Plan ve Bütçe Komisyonunda bunları sorduk,
bizzat ben sordum: “Neden böyle bir örgütlenmeye ihtiyaç duyuyorsunuz?” Diyor
ki temsilci arkadaşlar: “Genel sekreterin daireler üzerinde hiçbir yetkisi
yok.” Yani, siz denetime mi hâkim olmak istiyorsunuz? Yani, Sayıştay
denetçisinin, dairedeki Sayıştay üyesinin yapacağı denetime veya Sayıştay
denetçisinin bir kurumda yapacağı denetime yönelik olarak orada bir hiyerarşik
yapılanma kurmak suretiyle o denetime müdahale etme isteği ifade edildi.
Cümleler bu değil ama çıkan sonuç bu. Bunu doğru bulmuyoruz. Gelin, bunu
değiştirelim, bunu tekrar yargı tipi bir Sayıştay modeline dönüştürelim. Genel
sekretere yardımcı olmak üzere 3 yardımcısı varsa 5’e çıkaralım, 6’ya
çıkaralım, 10’a çıkaralım istenirse yani birtakım idari işler çoksa. Birinci
olarak bu nedenle tasarının ilgili maddesini doğru bulmuyoruz.
İkinci olarak sınav. Sınav konusu çok önemli. Sınav konusunda, Adalet ve Kalkınma Partisi, bütün niyetini, bütün
çıplaklığıyla ortaya koyuyor: “Ben, Sayıştaya
istediğim adamı alacağım.“ diyor. Niyet budur arkadaşlar. Hiç bunu, buraya,
kürsüye çıkacak olan arkadaşlarımız böyle başka yerlere çekmesinler. Gayet açık
seçik, hiç taviz vermeyecekleri bir madde varsa İktidar Partisinin, bu
maddedir. Diğer hepsini verebilirler ama bu maddeyi vermeyeceklerdir, bu
maddede hiçbir değişikliğe yanaşmayacaklardır, örnekler bunu gösteriyor.
Sayıştayın bir sınav
sistemi var, oturmuş, yıllardır uygulanıyor: Yazılı sınav, sözlü sınav. Sözlü
sınavlar prensip olarak yazılı sınavın kavrayamadığı alanları kavramaya
yöneliktir, yani esas olarak yine bilgiyi ölçer. Bu bilginin yanında, davranış,
temsil kabiliyeti vesaire, bunlara da bakar ama esas olan bilgidir. Bilgiyi
esas almayan bir sınav sistemi olabilir mi?
Şimdi, ne yaptı bu teklif? Bu tekliften önce, geçen yıl bir yasa
çıkarıldı, orada getirildi bu asıl olarak, bu teklife de o geçen yıl çıkarılan
yasa aynen taşındı. “Sözlü sınavı kaldırıyoruz.” Neyi getiriyorsunuz?
“Mülakat.” Mülakatta bilgi ölçecek misiniz? “Hayır.” Nesine bakacaksınız?
“İşte, öyle, genel duruşuna, ifade kabiliyeti, muhakeme kabiliyeti, temsil
kabiliyeti vesaire vesaire.” Bilgi? “Yok.” Eski sınav
sisteminde sözlünün bile ağırlığı daha düşüktü; yazılıdan 70 puan alırken
sözlüden daha düşük puan alma imkânınız vardı, burada sözlünün de puanı
yükseltilerek sözlüye daha fazla pay verildi toplam puan ağırlığında. Ne
yapacaksınız bununla? “İstediğim adamı alacağım.” Kusura bakmayın, niyet budur.
“Buraya nereden varıyorsun?” diyeceksiniz. Bana böyle bir soru
sormanız gerekir: “Ya ne oldu da… Yani, niye böyle bir sonuca varıyorsun?”
Örneği önümüzde arkadaşlar. Daha önce yapılmış olan bir sınavı Danıştay iptal
etti, yürütmeyi durdurma kararı verdi. “Sözlü sınavı gerçekçi bulmadım. Sözlü
sınavda hangi adaya, hangi nedenle düşük puan verdiniz, bunun bir tutanağı yok.
Aday kaybetmiş ama bir gerekçeli tutanağınız yok burada. Dolayısıyla bu sınavı
iptal ediyorum.” diyor Danıştay. Geçen yıl, 19/11/2009
tarihinde çıkarılan 5924 sayılı Kanun’la Danıştayın
iptal ettiği bu sınava yönelik bir geçici madde düzenlemesi yapıldı, o kanunun
geçici 11’inci maddesi. Dedi ki: “Bu kaybetmiş adayları ben bir daha -sınava
alacağım demiyor- mülakata alacağım.” Hâlbuki, onların
o zaman elendiği olay sınav. Şimdi, diyor ki geçmişe yönelik düzenleme: “Ben
sınava almayacağım, mülakata alacağım.”
Değerli arkadaşlar, bir hukuk devletinde, bir insanın geçmişte
tabi olmadığı bir düzenlemeyi, geçmişte olmayan bir düzenlemeyi kazanılmış
hakların kendisine verilmesi adına başka bir şekle dönüştürebilir misiniz?
Bunun adını “mülakat” yaptınız. Peki, mülakat yaptınız, buraya
adayları çağırdınız, 28 aday çağrıldı, o iptal edilen sınav nedeniyle 28 kişi
yeniden sınava alındı. Değerli arkadaşlar, 28 adayın hepsi kaybetti bu sınavda,
1 kişi bile kazanamadı! Bu adaylar 46,67 ile 33,67 arasında puan aldılar. Bu
adaylar içerisinde ÖSYM’de ilk 10’a girenler var. Niyet kötüdür, niyet partizanlıktır.
Niyet budur. Bütün çıplaklığıyla olay ortadadır. Her maddeyi değiştirir AKP ama
bu maddeyi değiştirmeyecektir. Öyle, AKP’nin görünüşte demokrat tavırlarına
milletimiz inanmasın. Niyet, bütün devleti adım adım
ele geçirmektir.
Sayıştay Genel Kurulunun yetkileri budanıyor. Bir Rapor
Değerlendirme Kurulu getiriliyor oraya. Genel Kuruldur asıl, Genel Kurul…
“Efendim, Genel Kurul yavaş çalışıyor.” vesaire. Bunların hepsinin çözümü
vardır. Niye? “Genel Kuruldan istediğimiz kararı biz çıkaramayabiliriz çünkü
çok eski üyeler var orada, şimdi oraya o kadar hâkim değiliz, o nedenle.” Hani, HSYK’nın Başkanı olan Adalet Bakanını şimdi
değiştirmiyorsunuz ya tamamen hâkim olamama endişesiyle, ileride onu da
değiştirirsiniz! YÖK neden gündeminizde yok? Çünkü YÖK’e hâkim oldunuz.
Sayıştay Genel Kuruluna hâkim olamadığınız için bir Rapor Değerlendirme Kurulu
kuruyorsunuz, onu, başkanı ve başkan yardımcılarının hiyerarşisinde
çalıştırabileceğiniz bir kurum olarak burada tasarlıyorsunuz. Sayıştay…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, buyurun
efendim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sorunlar çok ama zamanım bitti o
nedenle toparlamak istiyorum.
Tasarının kendi içinde de bir ifade birliği, ifade düzgünlüğü yok. Bakın bir örnek
vereceğim, 2’nci maddede tanımlar yapılıyor: “Düzenlilik denetimi, mali
denetim, uygunluk denetimi, performans denetimi.” Güzel, 2’nci madde tanımlar
maddesi. Peki, 36’ncı maddede bu tanımları niye bir daha yeniliyorsunuz? Aynı
tanımlara 36’ncı maddede niye bir daha yer veriyorsunuz? Bunu efendim fark
ettiler orada, söylediler fakat bir arkadaşımız “Hayır, ben böyle istiyorum.”
dedi iktidar partisinden. “Peki, ya onu kırmayalım, öyle geçsin.” dediler.
Böyle sakil, garip bir kanunu Sayıştay da itiraz etmiyor, temsilcileri de
burada, Meclis Başkan Vekilimiz burada, ilgili Bakan burada. Böyle olsun
geçsin. Niye? Bir arkadaşımız şimdi ısrar etti, onu kırarsak ayıp olur, varsın
kanun yanlış çıksın.
Kamu idaresi tanımı… Sayıştay denetimine tabi olan kamu idaresinin
ne olduğunu bana anlatabilecek bir arkadaş var mı acaba?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sayın Başkan, izninizle
bitiriyorum.
BAŞKAN – Buyurun.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Çok teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Şimdi 2’nci maddede kamu idaresinin tanımı var yani Sayıştay
denetimine tabi olan kamu idareleri. Diyor ki 2’nci madde: “Sayıştay denetimine tabi olan kamu idareleri bu
kanun uygulamasında kamu idaresi sayılır.” Sayıştay denetimine tabi olan kamu
idareleri… Ya sen önce kamu idaresini tanımlayacaksın ki bunun Sayıştay
denetimine tabi olduğunu anlayalım. Sayıştay denetimine tabii olan… Nerede
düzenlenecek bu? 4’üncü maddeye bakıyoruz “Denetim alanı.” Denetim alanı diyor
ki: “Merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kuruluşlar, sosyal güvenlik
kurumları, mahalli idareler ve kanunla kurulmuş anonim ortaklıklar da dahil olmak
üzere diğer kamu idareleri Sayıştayın denetimi
alanındadır.” Peki, diğer kamu idareleri hangisi? Tekrar dönüyorum yukarıdaki
kamu idaresine, o da bir tanım vermiyor bana. Biri öbürüne, öbürüne… Yani Con Ahmet’in devridaim makinesi gibi. Neyse, sürem bitti,
ileride umarım bunları diğer maddelerde anlatma fırsatı olur.
Sözlerimi burada bitiriyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, teşekkür
ederim.
Evet, gruplar adına son konuşmacı AK PARTİ Grubu adına İstanbul
Milletvekili Alaattin Büyükkaya.
Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ALAATTİN BÜYÜKKAYA (İstanbul) – Sayın Başkan,
çok değerli milletvekilleri; 510 sayılı Sayıştay Kanunu Teklifi’nin tümü
üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce
şahsım ve grubum adına yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Parlamentomuz ve
Parlamento tarihimiz açısından gerçekten önemli bir gün yaşıyoruz. Niçin?
Parlamentoların, arkadaşlar, benden önce konuşan muhalefet grubundaki arkadaşlarımızın
da belirttiği gibi, en önemli varlık nedenlerden biri bütçe hakkıdır. Bütçe
hakkının Parlamento tarafından, Parlamento adına denetleyecek kurum ise Sayıştaydır. İşte, Sayıştayımızın
bu yapısını, kurumsal işleyiş yapısını dünyanın en gelişmiş ülkelerine örnek
teşkil edecek tarzda yeniden düzenleyip karşınıza getirdik. Bu kanun teklifinin
görüşülmesiyle, inşallah yasalaşmasıyla son derece modern ve çağımıza uygun,
kanunlarımıza uygun bir Sayıştay yasasına sahip olacağız.
Bu çok uzun bir yol oldu. AK PARTİ milletvekilleri olarak biz,
22’nci Dönemde bir teklif sunduk, 25/2/2005 ve o
tarihte Plan ve Bütçe Komisyonu alt komisyon kurdu -ben alt komisyon başkanlığı
yaptım, bu dönemde de aynı şekilde- çalıştık fakat birkaç konuda, biraz önce
Akif Bey’in belirttiği gibi, onların özellikle seçimlerle ilgili hep böyle
kaygıları olduğu için, Sayıştay üyelerinin seçimi gibi birkaç konuda iş
kilitlendi ve tasarının çıkması engellendi. Hatta Komisyonumuzda -o kadar oldu
ki- aynı isimde, sadece bir kelimesi, virgülü değiştirilerek yüzlerce önerge
verildi ve bugüne kadar çıkmadı. Daha sonra, bu yeni dönemde, açıkçası belirli
bir mutabakat teşekkül etti ve bunun üzerine bu tasarı görüşüldü ve bugün
huzurunuza geldi.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu Sayıştay yasasının,
açıkçası bağımsız ve egemen her ülkenin vazgeçilmez kurumu olan Sayıştayın demokratikleşme, şeffaflaşma alanlarında,
sanıyorum, ülkemize çok büyük katkıları olacak ve demokratik rejimimizin
gelişmesinde çok büyük rolü olacağını hep birlikte yaşayacağız.
Evet, bizim geçmiş tarihimize baktığımız zaman, Sayıştay tarzında
dünyadaki ilk düzenlemelerden biri bizde. Osmanlı döneminde, 1862’de doğrudan
doğruya Sultan Abdülaziz, kendisi, bu konuların, kamunun denetimi için böyle
bir kurum kurmuş. Daha sonra 1879 Kanuni Esasi’de, 1924’te, 1961 ve 1982
Anayasalarında da yasal bir kurum olarak, anayasal bir kurum olarak Sayıştay
bugünlere gelmiş.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Akif Bey de belirtti,
dünyada Sayıştayın yapılanmasına baktığımız zaman iki
tip Sayıştay görüyoruz: Biri yargı türü -Kıta Avrupası’nda
olduğu gibi- diğeri de Anglosakson ülkelerinde olduğu gibi ofis tipi modeller.
Biz daha çok Fransız Sayıştayını örnek alarak
düzenleme yapmışız ve hesap yargısı temeline dayalı bir modeli benimsemişiz ve
unutmayın, çok uzun bir geçmişimiz var bizim Sayıştayda,
ciddi tecrübe kazanmışız. Yapılan uygulamalar, yapılan çalışmalar yanlışı,
doğruyu ortaya koymuş ve bu yasanın hazırlanmasında, tasarının bu hâle
gelmesinde de bütün bu tecrübeler, hepsi dikkate alındı. Yani biz “nereden
geliyoruz, nereye gitmeliyiz”i açıkçası dikkatli bir
şekilde değerlendirdik ve herkesi de dinledik. Bundan öncekinde de bunda da
hiçbir kimse diyemez ki “Ya, Sayıştay tasarısıyla ilgili birisi geldi de benim
fikrimi almadılar.” Hayır, böyle bir şey deme durumunda olmadığı kanaatindeyim,
herkesi dinledik, hatta belki lüzumundan fazla dinledik ve güzel bir tasarının
da ortaya çıktığını söyleyebilirim.
Evet, tabii ki bu yasaya gelene kadar, Sayıştay yasasına gelene
kadar Türkiye’de birçok şeyler de yapıldı. Özellikle 2001 krizi, ekonomik
krizinden sonra Türkiye’de birçok meselesinin, özellikle yolsuzluklar konusunda
birçok şeyin tekrar gözden geçirilmesi zarureti doğdu ve ayrıca Avrupa
Birliğiyle tam üyelik noktasında da açıkçası Sayıştayın
başka bir önemi var, Sayıştay yasasının. İşte, ilk olarak 2002 tarihinde
yürürlüğe konulan 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi
Hakkında Kanun’la zaten bir değişiklik yapıldı. Daha sonra 2003 yılında gene
yürürlüğe giren 4734 sayılı Kanun’la da kamu ihale usulünü değiştirdik. Bilgi
edinme, mal bildirimi, yolsuzluklarla mücadele, etik kurulların düzenlenmesi
gibi demokratikleşmeye, hesap verilebilirliğe, saydamlığa katkı sağlayan
düzenlemeler de yapıldı.
Ayrıca Gelir İdaresinde ve vergi kanunlarımızda da reform
niteliğinde birçok düzenleme yaptık. En önemli değişiklik de bildiğiniz gibi,
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile yapılan değişikliktir.
1927 tarihli 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu
yürürlükten kaldırılarak Türk kamu mali yönetim ve kontrol sistemi, başta
Avrupa Birliği uygulamaları olmak üzere uluslararası normlara uyumlu hâle
getirildi.
Hesap verme sorumluluğu ve mali saydamlık kavramları ile Türk
yasal düzenlemelerine ilk defa 5018 sayılı Kanun’la bir düzenleme getirildi.
Tabii, 5018 sayılı Kanun’da yapılan bu geniş düzenlemeler, mali yapımızın
tamamen değiştirilmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan Sayıştayın da yapısının değiştirilmesini ve buna uygun hâle
getirilmesini açıkçası mecbur kıldı. Bizim, zaten, açıkçası bu Sayıştay
Yasası’nı değiştirmek, toptan, bir bütün hâlinde değiştirme arzumuzun temelinde
de bu yatıyor çünkü bunu değiştirmediğimiz takdirde, Sayıştay Yasası’nı bununla
uyumlu hâle getirmediğimiz takdirde bir ayağı topal bir sistem ortaya çıkmış
olacaktı.
Evet, 5010 sayılı Kanun ile bütçe kapsamının genişletilmesi
suretiyle bütçe hakkının en iyi şekilde kullanılması, bütçe hazırlama, uygulama
sürecinin etkinliğinin artırılması, mali yönetimde şeffaflığın sağlanması,
sağlıklı bir hesap verme mekanizmasıyla harcama sürecinde yetki-sorumluluk
dengesinin anlamlı bir şekilde yeniden kurulması, etkin bir iç kontrol
sisteminin oluşturulması, bu suretle çağdaş gelişmelere uygun yeni bir kamu mali yönetim
sisteminin oluşturulması da böylece devreye alınmış oldu.
Evet, şimdi, tabii, bütün bunların dışında da ayrıca Avrupa
Topluluğuyla olan ilişkilerimiz açısından da bu yasa önem taşıyordu; çünkü kamu
mali yönetimi, planlama, bütçeleme, uygulama, değerlendirme ve denetleme
unsurlarından oluşan bir bütün. İşte, bu bütünün denetleme unsurunu genel kabul
görmüş uluslararası denetim standartları ve AB’yle uyumlu hâle de getirilmesi
gerekiyor çünkü biliyorsunuz hepimizin, bu konuda Parlamentomuzun önemli bir
mutabakatı var, Türkiye Avrupa Birliğine de üye olmak istiyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayıştay dün olduğu gibi
bugün de bu çalışmalarını hesap ve işlemlerin kesin hükme bağlanması yönünde
bugüne kadar sürdürdü, bundan sonra da sürdürecek, raporlar yayınlayacak. Bu
raporları değerlendireceğiz ve yaptığımız düzenlemede en önemli nokta şu:
Hiçbir kurum istisna edilmedi. Bakın, BDP sözcüsü diyor ki: “Askerlerin
denetlenmesi…” Hiçbir kurum istisna edilmedi. Herkes denetlenecek, nerede kamu
parası var, nerede kamu menfaati var, orası kesin olarak denetlenecek; her
türlü denetim yapılacak fiilî denetim de diğer denetimler de ve sadece askerle
ilgili husus denetim sonuçlarının yayınlanmasıyla ilgili konudur. Eğer gizlilik
gerektiren kamu menfaati, ki bu konuda Bakanlar
Kuruluna yetki tanınmıştır, bu konuda raporların, ki sadece askerlerle ilgili
değil güvenlik kuruluşlarımızın tamamıyla ilgili raporların yayınlanmasıyla
ilgili düzenlemedir. Bu, madde 44’te düzenlenmiştir; burayı açıp okuduğumuz
zaman ne olduğunu da daha iyi, net bir şekilde görebiliriz.
Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz bu kanun tasarısı
yasalaştığında düzenlilik denetimi, performans denetimi -ki yerindelik denetimi
hariç- her türlü denetim uygulanacaktır. Tüm kamu fonlarını, kaynaklarını,
faaliyetlerini denetlemek için yasal yetkiye sahip olacaktır Sayıştayımız. İşleyiş, fonksiyonel açıdan da daha bağımsız
olacaktır. Bugünkünden geriye değil, daha ileri gidecektir. İşleyiş ve
fonksiyonel açıdan bunun daha bağımsız olduğunu yaşadıkça daha iyi göreceğiz,
iddia edilenlerin tam aksine.
Uluslararası genel kabul görmüş denetim standartlarına, AB
uygulamalarına uygun bir denetim yapılacaktır. Hazırladığı raporlar zamanında
ve belli bir prosedür dâhilinde Türkiye Büyük Millet
Meclisine ve kamuoyuna sunulacaktır. Kanunda hesap verme sorumluluğu bilincinin
ve saydamlığının yerleştirilmesine, yaygınlaştırılmasına, böylece
yolsuzlukların önlenmesine önemli katkılarda bulunacaktır.
Görev ve yetkileri daha etkin bir biçimde yerine getirmek için
daha iyi bir organizasyon yapısına sahip olacaktır. Akif Bey’in belirttiği
organizasyon yapısı, Sayıştayın bu yeni yapısına
uygun olması için bunlar yapılmıştır, yoksa bağımsızlığını engellemek, oradaki
hesap yargısına müdahale için değildir.
Evet, ayrıca Avrupa Birliği-Türkiye ilişkileri açısından da bu
yasayla önemli bir eksikliğimiz de giderilmiş olacaktır. Özellikle Avrupa
Birliğiyle yürütülen müzakerelerde müktesebat uyumu, siyasi kriterler
ve ekonomik kriterler de, bu konu her yıl bize tenkit noktasında
belirtilmektedir. Dolayısıyla, bu tasarının yasalaşmasıyla, hayata geçmesiyle,
bence bu konudaki eksikliğimiz de giderilmiş olacaktır.
Ayrıca en önemlisi de 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu gerçekten hayata geçecektir. Böylece -Parlamentomuz, parlamenterler
olarak- Türkiye'de olan biteni, her kurumun bu milletin her kuruşunun nasıl
harcandığının raporu buraya gelecektir. Bu, Parlamentoda bütçe hakkının en
etkin şekilde kullanılmasının yolu açılmış olacaktır. Dolayısıyla ben inanıyorum
ki, bu tasarıyla Türkiye'nin çok büyük kazanımı olacaktır.
Bu arada hemen belirtmek isterim: Arkadaşlarımız konuştu,
biz de dinledik, açıkçası, bu dönem için ben Cumhuriyet Halk Partisine de
Milliyetçi Hareket Partisine de BDP’ye de, hepsine teşekkür
ederim çünkü çalışmalarımız sırasında belirli bir uyum sağlandı ve dikkat
ederseniz, tasarıyla ilgili bir tenkit de pek yapmadılar “Tasarının şu maddesi
yanlıştır.” diyen de olmadı ve büyük bir mutabakatla teşekkül etti. Belki ufak tefek farklı görüşler olabilir, farklı görüşler
olabilir, o özellikle personel alımıyla ilgili konular…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Dinlemedin herhâlde.
ALAATTİN BÜYÜKKAYA (Devamla) – Biliyoruz, onların da nasıl
olduğunu biliyoruz, kanunda tam istenildiği gibi yazılmıştır. Hatta Akif Bey
bizzat o konuda da çalışmıştır. Dolayısıyla bunların hepsini yaşadık ve gördük.
Ben herkese teşekkür ediyorum, gerçekten teşekkür ediyorum. Çünkü,
bu hepimizin yasası. Şu şöyle, bu böyle demeyelim, hepimiz burada geçiciyiz,
burası hiçbirimizin mülkü değil ama Türk milleti adına önemli bir iş
yapılmıştır ve Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe
hakkının kullanılmasında önemli bir düzenleme yapıyoruz. Onun için, katkı veren
herkese teşekkür ediyorum. Gerek Sayıştaydaki
yetkililerimize… Orada çalışılmıştır. Bakın, Akif Bey dedi ki: “Efendim, Genel
Kurulda alınan görüşleri Sayıştay yetkilileri savunmamıştır.” Hayır, böyle bir
şey yok, herkesi dinledik. Yani bir Sayıştay Genel Kurulu birtakım görüşler
belirtmişse, Türkiye Büyük Millet Meclisi onların dediğine göre mi Parlamentoda
bu kanunu çıkaracak? Yok. Onları da dinledik, onların da doğrularına,
yanlışlarına baktık, bazılarını oradan aldık, onların bazı söylediklerini de
dikkate aldık, bazılarını ise almadık yani herkesi dinledik. Kime göre… Bizim
irademiz nasıl teşekkül etmişse o şekilde düzenlemeler yaptık. Dolayısıyla
efendim, onların dediğini aynen yapacaksak zaten Parlamentoya gerek yok, onlar
gönderseydi, biz de burada tasdik etseydik; öyle şey olmaz! Onun için, burada
böyle bir şey söylenemez ve Akif Bey’in özellikle örgütlenme modeli konusunda,
sınav sistemi konusundaki şeylerini, tabii kendi görüşüdür bir şey diyemiyorum
ama sanıyorum ki, bu konunun kusura bakmayın, bazen “Nasıl bilirsin? Kendim
gibi bilirim.” mantığına da dayandığını görüyoruz.
Milliyetçi Hareket Partisinden arkadaşlarımızın söyledikleri
noktalara baktığım zaman, onlar, tabii şeyi söylemediler: Bu yasayla ilgili
herhangi bir noktada farklı bir görüş ifade etmediler, yolsuzluklarla ilgili
konuları gündeme getirdiler.
Tabii, ben şunu söylüyorum: Bir yolsuzluk iddiasını gündeme
getirmek Parlamentoda bulunan herkesin hakkıdır. Bunu yapmak durumundayız. Hepimizin görevi bu. Yapmazsak suç işleriz. Ancak, iddia
kadar ispat da gereklidir. İddia edebilirsiniz, iddia değil ispat etmekle
mükellefiz. Buraya bir iddiayı getiren her parlamenter bunu ispatla yükümlüdür.
Bunu yaptığımız zaman gerçekten bu denetim hakkımızı hakkıyla yerine getirmiş
oluruz. Dolayısıyla bunun yapılmasını da ben hiç yadırgamıyorum ama iddiayı
ispat edecek şekilde getirilmelidir. Bu getirilirse herkes buna destek
olmalıdır çünkü yolsuzlukları önlemek hepimizin görevidir, birimizin değil.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Biz getirelim de…
ALAATTİN BÜYÜKKAYA (Devamla) – Evet, şimdi, BDP temsilcisinin…
Tabii o, daha çok başka şeyler konuştu. Başka şeyler konuşunca, insan bazen
üzülüyor. Yani bu ülkenin her tarafında çeşitli etnik kimliklerden, Kürt
kökenli Türk vatandaşlarımız olduğu gibi, her türlü insan yaşıyor ve bunlar, bu
ülkenin hepsinin kardeşleri ve tabii unsurlarıdır. Bunların hiçbirine
ayrımcılık yapmaya hakkımız yok. 780 bin kilometrekare Türk milletinin
coğrafyasıdır. Burada farklı coğrafyalar tarif etmeye hiç kimsenin hakkı ve
yetkisi yoktur. Onun için, böyle cümleler kullanılmasını açıkçası son derece
yadırgadığımı ve bunun bölücülük olduğunu da söylemeyi bir vazife biliyorum.
HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Asıl bölücülüğü sen yapıyorsun! Asıl,
senin konuşmanı biz yadırgıyoruz!
ALAATTİN BÜYÜKKAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, başından beri
belirtmeye çalıştığım gibi, bu yasa, Türkiye’de, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bütçe hakkının kullanılmasında çağdaş yenilikler getirecek ve bundan
sonra, yanlışlıkların, yolsuzlukların önlenmesinde Türkiye Büyük Millet
Meclisinin elini güçlendirecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALAATTİN BÜYÜKKAYA (Devamla) – Bitiriyorum.
Dolayısıyla bu yasanın, ülkemize, milletimize ve Parlamentomuza
hayırlı olmasını diliyorum. İnşallah bu yasayla Türkiye -bugün yapmaya
çalıştığımız gibi- daha saydam, daha şeffaf, herkesin daha hakça yürüdüğü bir
düzene kavuşacaktır.
Hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.
Teşekkür ederim efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Büyükkaya.
Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.21
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.36
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat
PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN
(Bilecik), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
7’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
510 sıra sayılı Teklif’in görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Söz sırası teklifin tümü üzerinde şahsı adına Antalya Milletvekili
Hüseyin Yıldız’a aittir.
Sayın Yıldız, buyurun efendim.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 510 sıra sayılı Sayıştay
Kanunu Teklifi’nin tümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bugün en önemli kuruluşlarımızdan biri olan Sayıştayla
ilgili kanun teklifini görüşmeye başlıyoruz. Teklifin genel
gerekçesinde, vatandaş odaklı yönetim anlayışının, vatandaşlarımızın ödedikleri
vergilerin karşılığı olarak devletten bekledikleri hizmetlerin etkin ve verimli
bir biçimde kendilerine sunulması isteğini, Parlamentoların kamu kaynakları
üzerindeki denetim ve gözetim yükümlülüğünü yerine getiren Sayıştayın
da değişimlerden en fazla pay alması gereken kurum olduğu belirtilerek, kamu
mali yönetiminin yeniden yapılandırılmasıyla makro disiplinin sağlanmasını,
kamu kaynaklarının stratejik önceliklere göre dağıtılmasını, dağıtılan
kaynakların etkin, verimli ve tutumlu kullanımının sağlanmasını, etkin bir
hesap verme sorumluluğu sistemini kurmak istediğinizi; ayrıca, Uluslararası
Yüksek Denetim Kurumları Organizasyonunun üye ülke sayıştayları
arasında denetim, usul, metot ve teknikleri yönünden birlik sağlamak amacıyla
ve denetim standartlarında bütün denetim faaliyetlerinin Sayıştay görev ve
yetki alanı içine alınacağını belirtmektesiniz.
Ancak, eylemleriniz her zaman olduğu gibi söylemlerinizle, hatta
yazılı açıklamalarınızla da ne yazık ki çelişmeye devam etmektedir. 5018 sayılı
Kanun’un 68’inci maddesinde dış denetime ilişkin hükümlerin yer alması, kanun
hükümlerinin yürürlüğe girdiği 2005 yılından bu yana, beş yıl geçmesine rağmen,
bu Kanun’da düzenlenen hükümler doğrultusunda işlem yapmamanız, dış denetim genel
değerlendirme raporları ile diğer raporları hazırlayıp Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunmamanız bunun bir göstergesidir. Sayıştayın
resmî görüşü niteliğinde olan ve kanun teklifi hakkında Sayıştay Genel
Kurulunun elli yedi maddeden oluşan görüşlerinin dikkate alınmaması da bir
göstergedir.
“Savunma, güvenlik ve istihbaratla ilgili denetimlerin Sayıştayca yapılacak denetime ilişkin esas ve usulleri
Sayıştay tarafından belirlenir.” şekline dönüştürülmesinin de yine AKP
üyelerinin teklif ve oylarıyla metinden çıkartılması bir göstergedir.
Sayıştayın, Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası üzerindeki denetim yetkisiyle ilgili düzenlemenin
Adalet ve Kalkınma Partili üyelerce metinden çıkartılması ancak daha sonra yine
Adalet ve Kalkınma Partili üyelerce “Çeşitli hükümler” başlıklı 81’inci maddeye
ilave edilmesi de bir göstergedir.
Belediyelere ait çok sayıda şirketlerin denetiminin yapılabilmesi
amacıyla bağımsız dış denetçilerin hizmetlerinden yararlanılabilmesi için
teklifin 46’ncı maddesinde yer alması kabul edilen fıkraların tekliften
çıkartılması da bir göstergedir.
Kamu kaynakları ile kurulan ve yıllardır denetlenemeyen, bu
nedenle de mali kayıplara yol açan bu şirketlerin denetimi, kanun teklifinde
denetim kapsamına alınmaktadır ancak çok sayıda bulunan bu şirketlerin
denetiminin yetersiz Sayıştay elemanı sayısıyla fiilen mümkün olamayacağının
görülmemesi ve önlem alınmaması da bir göstergedir.
Kanun teklifi ile denetim alanı genişleyen, mevcut durumda bile
denetim elemanı sayısı yetersiz olan Sayıştaya, hâlen
dış denetim niteliğinde denetim yapan Maliye Bakanlığı muhasebat kontrolörlerinin
Sayıştaya devrine ilişkin Milliyetçi Hareket
Partisinin teklifinin Adalet ve Kalkınma Partili üyelerce reddedilmesi de bir
göstergedir.
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu üyelerinin Sayıştaya
uzman denetçi olarak geçirilmesi haksızlığa sebep olacağından, bu durumun
düzeltilmesi için Yüksek Denetleme Kurulu üyelerinin Sayıştaya
üye olarak alınmasına dair Milliyetçi Hareket Partili üyelerin verdiği teklifin
yine Adalet ve Kalkınma Partili üyelerce reddedilmesi de bir göstergedir.
Değerli milletvekilleri, kanun teklifinin 2’nci ve 36’ncı
maddelerinde yapılan performans denetimi tanımlamalarının uluslararası
standartlarla ve 5018 sayılı Kanun’la uyuşmaması da bir göstergedir. Mali
denetimle görevli Sayıştay denetçi yardımcılıkları için muhasebe bilgisinin
gerekmesine rağmen seçimlik konu olarak belirlenmesi yine bir göstergedir.
Teklifin “Üçüncü Bölüm” başlığı altında yer alan organların
hangisinin karar, hangisinin yargı, hangisinin istişari
organ olduğunun net ifade edilmemesi de yine bir göstergedir.
Yukarıda örneklemeye çalıştığım, örneklerini daha da
çoğaltabileceğimiz, Milliyetçi Hareket Partili komisyon üyelerinin alt ve ana
komisyonda öneri ve ikazlarına dikkat etmediğiniz, bu Sayıştay yasasıyla genel
gerekçede ve madde gerekçelerinde belirttiğiniz açıklamalarınızla çeliştiğiniz
açıkça görülmektedir. Gerçi, üç yıldır Türkiye Büyük Millet Meclisinde
getirdiğiniz kanun tasarı ve tekliflerinizde yaptıklarınızdan farklı bir şey de
yapmıyorsunuz; biz yaptık, biz böyle istiyoruz, böyle olacak mantığınız
sürmektedir.
Bu yasa teklifinizde öngördüğünüz kamuda performans odaklı denetim
sistemine geçilmesini, Sayıştayın güçlendirilerek
denetim kapsamının genişletilmesini, uluslararası standartlar anlamında da,
halkımızın beklentileri anlamında da tam manasıyla gerçekleştiremeyeceksiniz,
belki de bunu da istememektesiniz.
Sayıştay Yasası Teklifi’ni, Anayasa’mızdaki ilkelere ve
uluslararası denetim standartlarına uygun, çağdaş ve Türk milletinin
beklentilerini karşılayacak bir yasa teklifi olarak getirmeliydiniz. Vakit
geçmemiştir, muhalefetin önerilerini de dikkate alarak düzeltmeler
yapılmalıdır; aksi hâlde, bu yasayla düzenlilik denetimini ve performans
denetimini uygulayamazsınız. Kamu fonlarını, kaynaklarını ve faaliyetlerini tam
olarak denetleyemezsiniz. İşleyiş ve fonksiyonel açıdan bağımsız olamazsınız.
Uluslararası genel kabul görmüş standartlara uygun bir denetim yapamazsınız.
Hazırlanacak raporları Türkiye Büyük Millet Meclisine ve kamuoyuna zamanında
sunamazsınız. Kamuda hesap verme sorumluluğu ve saydamlığın yerleşmesini ve
yolsuzlukların önlenmesini sağlayamazsınız. Sadece sekiz yıllık AKP
zihniyetinin uygulamalarına devam edersiniz.
Değerli milletvekilleri, burada Adalet ve Kalkınma Partisinin az
önceki konuşmacısı, Milliyetçi Hareket Partisinin yasa teklifiyle ilgili bir
önerileri olmadığını ifade buyurdular. Burada dört sayfalık muhalefet
şerhimizin olduğunu sanıyorum vakit bulup okuyamamışlar. Burada tüm maddelerle
ilgili partimizin orada, komisyondaki temsilcilerinin muhalefet şerhi
bulunmaktadır. Değerli milletvekilimize burayı okumasını, hangi maddelere karşı
çıktığımızın da bilinmesini ayrıca arz ediyorum.
Değerli milletvekilimiz ayrıca bu Sayıştay yasası nedeniyle orada
Sayıştay denetçilerinin, muhalefet partili milletvekillerinin, hatta ilgili tüm
herkesin dinlendiğini ifade ettiler. Sokakta konuştuğumuz vatandaş da, evet,
dinlenildiğini ifade ediyor zaten. Diyorlar ki: “Hepimiz dinleniliyoruz.”
Ancak, yasa görüşmeleri sırasında bizim söylediklerimizi can kulağıyla
dinlemiyorsunuz, sadece telefonlarımızı dinlemeye çalışıyorsunuz. Bizi
dinlerseniz eğer, biz sizlere çözüm yollarını da anlatıyoruz. Burada da muhalefet
olarak, bizim söylediklerimizi yaparsanız halktan da beğeni kazanırsınız diye
bir handikabımız da bulunmadığını ifade etmek
istiyorum.
Değerli milletvekilleri, hâlâ Adalet ve Kalkınma Partisi çatışma,
ayrışma, ötekileştirme politikalarından vazgeçmemektedir. Milletten aldığınız
tek başına iktidar yetkisini yandaşlarınız için değil, yetkisini aldığınız Türk
milleti için kullanmaya da artık başlamalısınız. Sayıştay gibi işinin uzmanı
olan kurumumuzun önerilerini, Milliyetçi Hareket Partisinin teklif ve
ikazlarını dikkate almayarak dikta yönetiminize devam etmektesiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim, konuşmanızı tamamlayınız.
HÜSEYİN YILDIZ (Devamla) – Bu anlayışın size de ülkemize de yarar
getirmeyeceğini er ya da geç göreceksiniz. Umuyor ve diliyoruz ki ülkemiz için
çok geçmeden bu gerçeği görürsünüz. Amacınız gerçek denetimi sağlamak değil
-çünkü kendinizi denetletecek kadar temiz görünmüyorsunuz- amacınız Sayıştayda da, devletin diğer kurumlarında olduğu gibi,
denetimleri denetlemek istiyorsunuz.
Bu duygu ve düşüncelerle -bu yasanın çıkmasını sağlama anlamında
yeterli sayınız var, diğerlerinde olduğu gibi, bu yasayı da çıkaracaksınız-
ancak dileğimiz muhalefet partisi milletvekillerinin sadece dinlemesini değil
önerilerini de dikkate almanızı temenni ediyorum.
Bu yasanın ülkemize, milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor,
hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldız.
Hükûmet adına Devlet
Bakanı Sayın Cevdet Yılmaz.
Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayıştay Kanunu Teklifi üzerinde Hükûmetimiz
adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Son derece önemli bir kanunu görüşüyoruz, temel bir kanunu
görüşüyoruz, Meclisimizi bire bir ilgilendiren bir kanunu görüşüyoruz.
Meclislerin misyonu, görevleri çeşitli
şekillerde anlatılabilir, ayrıntılarına girilebilir ama en genel anlamda iki
temel misyonu var Meclislerin. Birincisi, yasama yapmak, yasama faaliyetinde
bulunmak, ikincisi ise idareyi denetlemek, idarenin çeşitli hedefler açısından,
kanunlar açısından işlemlerini, gidişatını denetlemek. İşte, denetim
fonksiyonunun en müşahhas bir şekilde ortaya çıkmış hâli, kurumsal yapısı
Sayıştay. Meclisimize bağlı olarak, Meclisimizin çalışmaları
kapsamında her yıl geçmiş yılların kesin hesaplarını çıkaran, denetim raporları
sunan bir kurumumuz, tarihî, köklü bir kurumumuz fakat tabii bütün alanlarda
olduğu gibi bu alanda da çağdaş gelişmelere, yeniliklere, dünyadaki
ihtiyaçlara, gidişata göre yenilenmesi gereken, bu temel asli işlevini bu
şekilde yerine getirmesi gereken bir kurum.
Uzun yıllardır aslında bu tartışılıyordu. Bu kanunla ilgili hemen hemen tüm kesimler, tüm taraflar görüş ortaya koydular,
tartıştılar. Enine boyuna aslında tartışılmış bir kanun. Bütün gruplarımızın,
bütün kesimlerin katkıda bulunduğu, herkesin bir anlamda fikriyle, katkısıyla
oluşmuş bir teklifi tartışıyoruz.
Tabii ki burada değişik gruplarımızın farklı kaygıları olabilir,
eleştirileri olabilir fakat az önce benim dinlediğim kadarıyla ana fikre, bu
kanunun gerekliliğine hiç kimsenin bir itirazı yok, ülkemizin bir ihtiyacı
gerçekten. Bunu da, bir Meclis olarak ve en geniş mutabakatla Meclisimizin
benimseyeceğine inanıyorum. Bu sadece hükûmetlerle
ilgili değil, bir hükûmetle ilgili değil,
Meclisimizin genel, az önce arz ettiğim, fonksiyonlarıyla ilgili.
Bunu gerçekleştirirken, bu kanunu gerçekleştirirken önemli bazı
faydalar, önemli bazı ilerlemeler sağlıyoruz. Detaya girmeden bakacak olursak,
öncelikle kapsamını genişletiyoruz. Daha önce kapsamda olmayan veya kapsamda
olup olmadığı tartışma konusu olan birtakım kurumları, harcamaları da Sayıştayın denetim kapsamına almış oluyoruz. Bu şekilde,
aslında, Meclisimizin gücünü, idare üzerindeki denetim yetkisini pekiştirmiş
oluyoruz. Bu, Meclise, aslında güç vermek demektir.
Diğer taraftan, yöntemler konusunda da çeşitlilik sağlandığını
görüyoruz. Hukuka uygunluk denetimi, düzenlilik denetimi gibi geleneksel yapılan
yöntemlerin yanı sıra ve onlara ilave olarak -onları ikame edecek şekilde
değil, onlara ilave olarak- performans denetimi kavramının da Sayıştayımıza, Sayıştay Kanunu’na girdiğini görüyoruz. Bu da son derece sevindirici. Burada Yüksek Denetleme Kurulu
gibi tarihsel olarak KİT denetimi konusunda uzmanlaşmış, dolayısıyla performans
denetimi kültürü olan bir kurumun da Sayıştay bünyesine katılması ayrıca bu
performans denetimi görevini daha etkili yapması bakımından son derece önemli.
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’yla yeni bir
sistem oluşturulmuştu. O sistemde özellikle idarelerin artık hedef ve
amaçlarını netleştirmeleri, stratejik planlarını hazırlamaları, bütçelerini ise
bu hedef ve stratejileri gerçekleştirmek üzere organize edilmeleri temel bir
fikir olarak, temel bir düzenleme olarak ortaya konmuştu. Yalnız orada eksik
kalan bir husus vardı. Stratejinizi ilan edebilirsiniz, bütçenizi
yapabilirsiniz o stratejiye göre ama bunu denetleyecek, performans denetimi
yapabilecek bir yapı olmadan o döngüyü tamamlayamıyorduk. İşte, şimdi sizlerin
takdiriyle geçecek bu yasayla Sayıştayımız performans
denetimi de yapmaya başlayacak. Ben bunu çok önemsiyorum. Hukuki sonucu
olmayacak tabii ki, dünyada da olduğu gibi bizde de performans denetiminin hukuki,
mali sonuçları olmayacak ama elbette ki siyasi sonuçları, kamuoyuyla ilgili
sonuçları, Meclis tartışmaları açısından getireceği sonuçlar olacak. Bu da
ülkemizde yine demokrasinin kalitesinin artması bakımından, toplumun hesap
sorması, yönetimlerin hesap vermesi anlamında önemli bir katkı olacak diye
düşünüyorum.
Şeffaflığa katkısı olacak bu teklifin. Daha ölçülebilir amaç ve
göstergeler konmasına, sonuç odaklı, vatandaş odaklı bir yönetim anlayışının ve
zihniyetinin yerleşmesine önemli katkıları olacak diye düşünüyorum.
Yine, kesin hesaplarla ilgili “kamu hesapları alt komisyonu” adı
altında bir alt komisyon kurulması bu kanunun getirdiği diğer bir yenilik
olarak karşımıza çıkıyor. Tüm bu hususlar, az önce arz ettiğim gibi, kamunun
vatandaş odaklı bir şekilde demokratik bir ortamda, halkın beklentileri
doğrultusunda harcamalarını yapması ve bunun hesabını yine halka vermesi
bakımından son derece önemli değişiklikler, yenilikler.
Aslında geç kalmış bir kanun, onu da belirtmek gerekiyor. Uzun
yıllardır maalesef, biz de -DPT’den sorumlu bir bakan olarak da biliyorum-
planlara, programlara her sene yazıyoruz bu Sayıştay kanunu bir an önce çıksın
diye. Ama Meclisimizin tabii bir gündemi var, yoğunluğu var, bugüne kısmet oldu
diyelim. Ama hakikaten çok sevindirici bir durum bu kanunu görüşmeye başlamış
olmamız.
Bu aynı zamanda ülkemizin Avrupa Birliğiyle ilişkilerinde de son
derece önemli bir boşluğu dolduracak. Az önce bazı konuşmacılar da değindiler.
Avrupa Birliği sürecinde sadece bir faslı değil, birden fazla faslı etkileyen,
aynı zamanda ekonomik kriterleri, siyasi kriterleri
etkileyen son derece önemli bir kanun. Bunu çıkarmış olmakla yine Avrupa
Birliğiyle müzakere sürecinde de ülkemiz önemli bir adım atmış olacak, önemli
bir mesafe almış olacak.
Tabii kanunlar çıktıktan sonra kurumların burada ifade edilen,
kanunlarda ortaya konulan hususları hayata geçirmeleri son derece önemli.
Burada ben Sayıştayımızın bu yeni yönetim anlayışına,
yeni denetim anlayışına uygun bir şekilde, etkili bir şekilde yapılanmasını
temenni ediyorum, kendi içinde hazırlıkları en iyi şekilde yapmasını temenni
ediyorum.
Kurumlarımıza da aslında bu kanunun ruhunu anlatmak lazım. Biraz da eğitim süreci. Biz bazen kanunları çıkarıyoruz ama onları
tanıtmada ve anlatmada biraz eksiklerimiz olabiliyor. Aslında belki şimdiden
başlayarak kamu kurumlarımızı da bu konularda eğitmekte, yetiştirmekte, bu yeni
denetim anlayışına uygun bir şekilde bir yönetim sistemi oluşturmaları yönünde
yönlendirmekte, rehberlik yapmakta büyük fayda var diye düşünüyorum.
Denetim dediğimiz hadise sadece bir suçlu bulma, geçmişi kurcalama
hadisesi değil, denetim dediğimiz hadise esas itibarıyla yönetimin bir
fonksiyonu, yönetimin kalitesini artırmayı hedefleyen bir fonksiyon. Bunu en
iyi şekilde Sayıştayımızla idarelerimizin birlikte
yapacağına ben inanıyorum. Performans denetimleri bu anlamda yönetimimizin
kalitesinin iyileşmesine de destek olacaktır diye düşünüyorum.
Daha fazla vaktinizi almak istemiyorum. Burada ifade edilen
hususlar, fikirler şüphesiz hepimizin tartışacağı, konuşacağı, belki bir
kısmını bu aşamada, bir kısmını gelecekte değerlendirebileceğimiz hususlar
olacaktır. İkincil düzenlemeleri mutlaka olacaktır bu kanun teklifimizin. Ben
şimdiden bu kanunun hayırlı uğurlu olmasını diliyorum, Meclisimize, ülkemize,
ülkemizin kalkınmasına, halkımızın refah ve mutluluğuna katkıda bulunmasını
diliyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Şahsı adına Bilecik Milletvekili Sayın Fahrettin Poyraz.
Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) – Saygıdeğer Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; 510 sıra sayılı Sayıştay Kanunu Teklifi üzerine
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce şahsım adına
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisinde pek çok
kanun çıkarttık ve bu kanunlar çıkartılırken de gerek öncesinde kamuoyunda
gerekse komisyon çalışmaları sırasında ve gerekse de Genel Kurul çalışması
sırasında kanunlarımızı enine boyuna tartışıyoruz ama herhâlde en fazla
tartışılan kanunlardan bir tanesi de bugün şu anda Genel Kurulda görüşmeye
başladığımız Sayıştay Kanunu Teklifi olsa gerek diye düşünüyorum. Hakikaten
22’nci Dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu gündemine
kadar gelmeyi başarmış bir kanun ama ondan öncesiyle de bütün kamu kurumlarını
ilgilendirdiği için hem Sayıştay kendi iç kamuoyunda hem diğer kamu kurum ve
kuruluşları nezdinde hem de Mecliste tüm siyasi partilerin temsilcilerinin
katılımıyla tartışılmış bir kanun bugün görüştüğümüz kanun. 23’üncü Döneme gelindiği zaman da aynı şekilde bu tartışmalar
devam etmiş. Burada kanunun yeterince görüşülmediği, Sayıştayda
genel kurul üyelerinin görüşünün alınmadığı gibi birtakım iddialar ortaya
konuldu.
Evet, yani yeterince tanımı muğlak bir
tanım. Siz belki şu andaki görüşmeleri, şu andaki konuşmaları yeterince
bulmamış olabilirsiniz ama neticesinde o arkadaşlarımızın da, ilgililerin de
görüşleri alındı ve komisyonlarda da bu görüşler değerlendirildi.
Burada yeri gelmişken şunu hatırlatayım: Elbette bir kurumu temsil
eden o kurumun başkanıdır veya başkanının görevlendirdiği kişi veya kişilerdir.
Çalışmalarımızın her aşamasında Sayıştayı temsilen
Sayın Başkan veya Başkanın görevlendirdiği kişi veya kişilerce Sayıştay temsil
edilmiştir ve her aşamada da her maddede de bu arkadaşlarımız, temsilci
arkadaşlarımız da kendi görüşlerini ifade etmişlerdir.
Dolayısıyla, şahsi kanaatim, bu kanunun Türkiye Büyük Millet
Meclisinde en fazla üzerinde konuşulan, fikir yürütülen kanunlardan bir tanesi
olduğu kanaatindeyim.
Diğer taraftan, Sayıştayın yeni
getirilen düzenlemeyle bağımsızlığının ortadan kaldırılmaya çalışıldığı, hatta
iktidar partisi tarafından ele geçirilmeye çalışıldığı ve dolayısıyla da burada
tıpkı diğer kamu kurumlarında olduğu gibi bu kurumda da bir kadrolaşma
çabasının olduğu iddiası ileriye sürüldü.
Değerli arkadaşlar, eğer bu kanunu 22’nci Dönem çalışmaları
sırasında ortaya sürmüş olsaydınız belki bir derece bunu kabul edebilirdik.
Neden? Çünkü o zaman Sayıştay üyelerinin seçimi noktasında bu üyelerin doğrudan
doğruya müracaatının Plan Bütçe Komisyonuna yapılması, buradan seçilmesi
öngörülüyordu ancak o gün muhalefet milletvekili arkadaşlarımızın görüşlerine
de itibar ederek bunu bu metinden çıkarttık. Şu anda Sayıştay, kendi içinden
seçtiği, genel kurulun seçtiği, kendi içinden seçtiği üyeler ve diğer kamu
kurumlarından gelen denetçiler ve diğer kamu kurumlarından gelen bürokratlar
tarafından bir ön seçim sonrası Meclisimize gelmektedir.
Dolayısıyla, burada bir iddiayı ortaya atarken bu iddianın da daha
somut bir şekilde ortaya konması gerekiyor.
Aynı mantık sınav konusunda da gündeme geliyor. Her ne hikmetse en
güzeli, en doğruyu biz kendimiz yapıyoruz. Bunun dışında kim yaparsa yapsın,
isminin başında veya sonunda hangi unvan olursa olsun bizim o insanlara karşı
bir güvenimiz yok. Yani bu insanlar Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından,
kendi kurulları Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmiş ve
mesleklerinde belli bir aşamaya gelmiş saygın insanlar. Siz 5 kişilik, 6 kişilik
komisyon oluşturuyorsunuz, onlara güveniyorsunuz, onlara yetki veriyorsunuz ve
ondan sonra diyorsunuz ki: “Kardeşim biz size güvenmiyoruz.” Ben hatırlıyorum
daha düne kadar, bilmiyorum bugün öyle mi ama, Maliye
Bakanlığında Maliye Teftişe eleman aldığınız zaman sadece ve sadece yazılı
sınavı geçmek yeterli bir şart değildi; ama yazılı sınavla mülakat arasında,
mülakata veya sözlü sınava…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Mülakat değil sözlü… Sayıştayda yaptığınız mülakat ama.
FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) – Nasıl derseniz.
Sözlü sınava girecek adayın evine bir başmüfettiş gider, onun
sosyal çevresine bakar, kişiyi araştırır, ondan sonra da bir rapor hazırlanır,
sözlü sınav öncesinde de bu rapor -üstadım bildiğiniz gibi- o sözlüyü yapacak
olan heyete de takdim edilirdi. Yani bunlar bizim Türk bürokrasisinde olağan
şeyler. Yani “olağan şeyler” derken bunu iyi veya kötü anlamında, bir
değerlendirme anlamında değil, bir tespit anlamında söylüyorum. Bunlar yapılmış
olan şeyler. Geçmişte birileri yaptığı zaman bunlar hakikaten
kabul edilebilir, olağan şeyler ama AK PARTİ hükûmette
olduğu zaman, her ne hikmetse, biz bürokratımıza güvenmiyoruz, her ne hikmetse
iktidardaki bakanımıza güvenmiyoruz ve diyoruz ki: “Kardeşim kameraları
getireceksin, senin tutanağına da itibar etmiyorum, komisyondaki 5 kişiye ya da
7 kişiye de itibar etmiyorum, sana da itibar etmiyorum.” Güzel kardeşim,
sen itibar etmiyorsun ama millet itibar etmiş, iki genel seçim, iki yerel
seçim, iki tane de referandum yapmışız, millet “Biz size itibar ediyoruz.”
diyor. Şimdi, milletin itibar ettiği bir noktada…
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Hani alkış!
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Bir alkışlayın, bir alkışlayın!
FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) – Alkışa ihtiyaç yok, bu da bir tespit,
bu da bir tespit. Rakamlar ortada. Kabul etseniz de etmeseniz de rakamlar
ortada.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – O zaman, yalan yanlış kanun yapma
iznini mi veriyorlar size?
FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) – Biz burada hiç kimseyi kandırmıyoruz.
Bir grup başkan vekilimiz, konuşmasında “Bu düzenlemeyle milletin
gözünü boyamaya çalışıyorsunuz, milleti kandırmaya çalışıyorsunuz.” iddiasında
bulundu. Değerli arkadaşlar, bir kişiyi bir kere kandırırsınız, hadi bilemedin
iki kere kandırırsınız. Bir kişiyi dört defa nasıl kandıracaksınız? Üstelik bir
kişi de değil, kandırdığınız milyonlarca kişi! Böyle bir şey olabilir mi? Yani
bu milleti, affedersiniz ne olarak görüyorsunuz da siz kandırılmaya müsait
birileri olarak mı görüyorsunuz ki AK PARTİ’nin
burada her getirdiği kanunu, getirdiği her düzenlemeyi milleti kandırmak olarak
tahkim ediyorsunuz. Bence burada bu sözleri sarf edenler öncelikle ve öncelikle
kendilerine bakmaları gerekiyor.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Aynaya bak.
FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) – Dolayısıyla nasıl yorumlarsanız
yorumlayın ama ister aynaya bakın, ister başka bir yere bakın. Biz aynaya
baktığımız zaman milleti görüyoruz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen kendini bir şey zannediyorsun herhâlde.
FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) – Sayıştay Kanunu neden önemli?
Sayıştay Kanunu şunun için önemli değerli arkadaşlar…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Boyunu aşan laflar etme.
FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) – Biz eğer millet odaklı bir siyaset
yapacağız diyorsak ve siyasetimizin merkezinde milleti oturtuyorsak o zaman her
şeyin de millete hesap verilebilir hâle getirilmesi gerekiyor; burada birtakım
kapalı kapıların, hesap vermeyen makamların kalmaması gerekiyor.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Mesela TOKİ.
FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) – Eğer burada milletin temsilcileri
olarak bizler oturuyorsak sonuçta bütün uygulamaların raporları, denetim
raporlarının Parlamentoya sunulması gerekiyor. İşte bu
anlamda bu kanun son derece önemli. Dolayısıyla ben açıkçası zaman zaman alt komisyon toplantılarında da biraz şaşkınlıkla bu
ifadeyi dile getirmişimdir. Bir başka kanun olsa anlarım, muhalefet, muhalefet
etsin ama Sayıştay Kanunu çıkartıyoruz değerli arkadaşlar. Sayıştay, başta
iktidar olarak bizi ve bizim uygulamalarımızı denetleyecek, raporları
hazırlayacak, ilgili komisyona ve Genel Kurula getirecek. Muhalefet olarak
herhâlde bütün kanunlar bir tarafa, sizlerin ivedilikle, öncelikle
çıkartılmasını istemeniz gereken kanun bu olsa gerek diye düşünüyorum ama
anlaşılmaz bir şekilde, aylardır hatta yıllardır birtakım gerekçelerle, biz bu
kanunu Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine kadar getirebilmiş olsak bile,
belli uzlaşma sağlanamadığı için bu anlamda çıkartamıyoruz.
Bir diğer yönüyle, değerli arkadaşlar, eğer bu ülkeyi
demokratik bir ülke yapacağız diyorsak ve bu anlamda da Avrupa Birliği
müktesebatı anlamında Avrupa Birliğine girmeyi de bir devlet politikası olarak
kendimize bir hedef olarak koymuşsak, Sayıştay Kanunu yine bu anlamda, Avrupa
Birliği müktesebatına uyum anlamında da çıkartılması gereken, elzem olan
kanunlardan bir tanesi.
Burada zaman zaman personel eksikliği noktasında
birtakım görüşler ileri sürüldü. Doğrudur, yani bu kadar yetki verdiğiniz bir
kuruma işini daha rahat yapabilme anlamında kadro da vermeniz lazım, diğer
imkânları da sağlamanız gerekiyor ama burada bir şey daha yapılıyor: Tüm
denetim alanı Sayıştaya açılırken, aynı zamanda, şu
anda Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu da Sayıştayla
birleştiriliyor. “Bağlanıyor” demiyorum, Sayıştayla
birleştiriliyor. Buradaki amaç nedir? Buradaki amaç hakikaten, Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulunun bugüne kadar sahip olduğu tecrübeleri Sayıştaya aktarmak, bugüne kadar sahip olduğu yetişmiş
elemanları Sayıştaya aktararak Sayıştayın
çalışmalarında bu arkadaşlarımızın da azami derecede katkı vermesinin imkânını
sağlamak.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Poyraz.
FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) – Dolayısıyla ben bu kanunun Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurulumuzda hızla bir şekilde çıkacağı
kanaatindeyim. Bu anlamda şimdiden, öncesi ve sonrasında katkısı olmuş ve
olacak olan iktidar muhalefet tüm milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Kanunumuzun Sayıştayımıza ve memleketimize hayırlı
olması temennisiyle hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz saygıdeğer arkadaşlarım.
Sayın Genç, buyurun efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sorum Sayıştay Başkanına.
Efendim, Sayıştay fizikî ve fiilî yerindelik denetimini mevcut
yasaya göre yapmaktadır. Şimdi, Gölbaşı’ndan gelirken, orada, Kepez Vadisinde
Ankara Belediye Başkanının yaptığı on - on beş tane acayip villalar var. Yine
bu Millî Kütüphanenin karşısında yapılan, iki kara yolu arasında yapılan acayip
dükkânlar var. Yine Eskişehir yolu üzerine gittiğiniz zaman korkunç bir demir yığını
var orada. Bunları yapan Ankara Belediye Başkanı. Bizim
de hesaplamamıza göre buraya herhâlde bir 20-25 trilyon lira para harcanmıştır.
Sayıştay bu kadar zamandır bununla ilgili yapılan işlerde ne karar vermiştir?
Yani bunlar Sayıştay deneticileri tarafından bugüne kadar denetlenmiş midir,
denetlenmişse ne kadar bir maliyetleri vardır? Bu niye bu kadar muallakta kalıyor? Ayrıca da İstanbul Belediyesi, İzmit
Belediyesi bunların bir sürü incelemesi yapılması lazım, Ankara Belediyesinin
incelemesi yapılması lazım. Sayıştay bugüne kadar İstanbul, Ankara, İzmit
belediyelerinde yaptıkları incelemelerde yasa dışı ne kadar işlem tesis
etmişlerdir. Bu işlemlerin muhtevası ve miktarı nedir? Bu raporları bize
bildirir misiniz, açıklar mısınız? Çünkü daha önce de ben burada konuştum. “1
katrilyon 800 trilyon liralık İstanbul Belediyesinde bir usulsüzlük var.”
denildi -Sayıştay temsilcisi- ama bugüne kadar bu usulsüzlükle ilgili herhangi
bir bilgi bize verilmedi. Yani Sayıştayın yaptığı
denetim orada kapalı kalırsa o zaman denetimin ne anlamı var? Onun için
Sayıştay Başkanından bu konularda ayrıntılı bilgi istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, Sayın Başkanım; başka soru yok. Sayın Başkan mı
açıklama yapacak, zatıaliniz mi yapacak Sayın Bakanım?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Meclis Başkan Vekili…
BAŞKAN – İç Tüzük hükümlerine göre Sayın Akyel, Sayın Başkan cevap
verebilirsiniz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – 62’nci maddenin son fıkrasına göre Sayıştay
Başkanı cevap verebilir.
BAŞKAN – Recai Bey, siz cevap verebilirsiniz, bir açıklama
yapabilirsiniz veya tam bilgiler yoksa sonra verebilirsiniz.
Buyurun efendim.
SAYIŞTAY BAŞKANI RECAİ AKYEL – Sayın Başkanım, saygıdeğer
vekillerim; sizleri şahsım ve kurumum adına saygıyla selamlıyorum.
Sayın Vekilimizin sorusuyla ilgili olarak şunu ifade edebilirim: Sayıştaydaki denetimler, kanuna aykırı harcamalar olduğu
takdirde bu, yargı dairelerine gitmekte ve yargı mahkemelerinde yargılanmakta.
Önce denetçilerin denetim raporları, sonra dairesinde yargılanması, arkasından
temyiz aşaması. Bunlar süreç olarak denetçinin denetlemesi, yargı dairesine
intikal etmesi ve temyizden sonuçlanması belli bir zaman almaktadır ve bunlar
sorumlu, harcayan kişilerle ilgili şahsi sorumluluk olduğu için bunlar yargı
mahkemeleri ve temyiz sonucu kişilere iletilmektedir. Bugüne kadar Sayıştayın bu yargılamalar sonucu sorunlara
tazmin kararlarının kurum bazında toplandığı bir raporlama sistem olarak
bulunmamaktadır.
İkincisi de, Sayın Vekilimizin yine ifade etmiş olduğu
harcamaların ya da projelerin ekonomiklilik, verimlilik, kalite ve uygunluk
denetimi konusu. Yeni Sayıştay Kanun Teklifi’nin yürürlüğe girmesinden sonra bu
tür denetim olacaktır. Mevcut kanunumuza göre yaptığımız denetim hukuka ve mali
düzenlemelere uygunluk ifade eden denetimi kapsamaktadır.
Arz ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, olmaz efendim. Orada yapılan
usulsüzlüklerin hesabını sormayacak mı Sayıştay?
BAŞKAN – Bu kadar mı efendim?
SAYIŞTAY BAŞKANI RECAİ AKYEL – Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum.
Başka bir soru yok.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, ben sorduğum sorularda
Ankara, İstanbul ve İzmit Belediyeleriyle ilgili şimdiye kadar ne kadar denetim
yapılmış, ne kadar yasa dışı işlem tesis edilmiş, bunlarla ilgili bize açık bir
bilgi verilsin. Şimdi veremiyorsa Sayın Başkan bize yazılı bilgi versin.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Evet, yazılı bilgi versin Sayın Başkan.
BAŞKAN – Evet, sonra Başkanlık da, Başkan Vekili arkadaşımız da
orada.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Çok açık, ayrıntılı bilgi verilsin Sayın
Başkan. Sayıştay denetçileri İstanbul Belediyesinde, Ankara Belediyesinde ve
İzmit Belediyesinde kaç tane inceleme yaptı, kaç usulsüzlük tespiti yaptı?
Bunlar ayrıntılı bildirilsin.
BAŞKAN – Tamam efendim.
SAYIŞTAY BAŞKANI RECAİ AKYEL – Sayın vekillerim, yazılı açıklama hazırlayalım Sayın
Vekilimizin sorusu üzerine.
Arz ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Evet, soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.
Teklifin maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum...
III.- Y O K L A M A
(CHP ve MHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Yoklama istiyoruz.
BAŞKAN – Teklifin maddelerine geçilmesinin oylamasından önce bir
yoklama talebi vardır, onu yerine getireyim.
Sayın Hamzaçebi, Sayın Özyürek, Sayın Özdemir, Sayın Sönmez, Sayın Ersin, Sayın
Bingöl, Sayın Keleş, Sayın Öztürk, Sayın Ağyüz, Sayın Paçarız, Sayın İçli, Sayın Genç, Sayın Ergin,
Sayın Baratalı, Sayın Kalaycı, Sayın Asil, Sayın Akkuş, Sayın Yıldız, Sayın Aslanoğlu, Sayın Durgun.
Yoklama için üç dakikalık süre veriyorum ve yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
3.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay Kanunu Teklifi ve Avrupa Birliği
Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (2/594) (S. Sayısı: 510) (Devam)
BAŞKAN – Teklifin maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler…Kabul etmeyenler…Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şimdi birinci bölümün
görüşmelerine başlıyoruz. Birinci bölüm 1 ila 30’uncu maddeleri kapsamaktadır.
Birinci bölüm üzerinde gruplar adına ilk konuşmacı, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Harun Öztürk.
Buyurun Sayın Öztürk. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 510 sıra sayılı Sayıştay Kanunu Teklifi’nin
birinci bölümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim görevi yapan Sayıştaydan kamu kaynaklarının hükûmet
tarafından etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde kullanılıp kullanılmadığının
tam bir tarafsızlık içinde denetlemesi beklenir. Bu denetimin amacına
ulaşabilmesi için Sayıştayın bağımsız olması,
tarafsız görev yapması ve kamu kaynağı kullanılan bütün alanları denetim
kapsamına alması gerekir.
Teklife baktığımızda KİT’lerin kapsama alınarak bu alanda çok
başlılığa son verildiğini görüyoruz. Bu olumlu bir gelişmedir ancak teklifin
kamu kaynağı kullanan bütün alanları kavrayıp kavramadığı net değildir. Net
olmadığını iki hususa dayanarak söyleyebiliriz:
Kapsamı çizmede önemli olan “kamu idaresi” tanımı, Sayıştay
denetimi alanını düzenleyen 7’nci maddede sayılan idarelere atıf suretiyle
yapılmıştır. Atıf yapılan maddedeki idarelerin hangileri olduğu konusunda ise
farklı yorum ve uygulamalar ortaya çıkabilecektir.
Kapsam konusunda kafa karışıklığına yol açacak bir hüküm de
teklifin geçici 3’üncü maddesinin beşinci fıkrasıdır. Bu hüküm 82’nci maddenin
başındaki “Bu Kanunun geçici maddelerindeki hükümler saklı kalmak kaydıyla…”
hükmüyle birlikte değerlendirildiğinde kendi kanunlarında 832 sayılı Kanun’dan
muaf olduğu bildirilen kurumların bu kanundan da muaf olacağı şeklinde bir
anlam ortaya çıkabilecektir.
Değerli milletvekilleri, Merkez Bankasının Sayıştayın
denetim alanını düzenleyen 4’üncü madde yerine çeşitli hükümlerin yer aldığı
81’inci maddede düzenlenmesi de yanlış olmuştur. Yine teklifin 4’üncü maddesine
“Savunma, güvenlik ve istihbarat hizmetlerine ilişkin devlet mallarının Sayıştayca yapılacak denetimine ilişkin esas ve usuller,
Millî Savunma ve İçişleri Bakanlığı ile Başbakanlığın görüşleri alınarak
Sayıştay Genel Kurulu tarafından hazırlanacak yönetmelikle belirlenir.”
şeklinde bir hükmün konulmamış olması da önemli bir eksikliktir. Bu alandaki
denetimin, kimilerini memnun etmek uğruna genel uygulamanın öngördüğü esas ve
usullere bırakılması ülkemiz çıkarlarına uygun olmamıştır. 44’üncü maddedeki
hüküm bu konuda hazırlanan raporların sonucunun açıklanmasına yönelik olup
yeterli değildir.
Değerli milletvekilleri, teklifle ilgili olarak Komisyona bilgi
sunan Sayıştay Başkanının kurumun resmî görüşü niteliğindeki Sayıştay Genel
Kurulunun değişiklik önerilerini savunmak yerine teklifteki düzenlemeleri
savunmuş olması, Genel Kurulun bilgisine sunulmaya değer görülmüştür. Komisyon
görüşmeleri sırasında Sayıştay Denetçileri Derneğinin görüşlerine de itibar
edilmemiştir. Bu durum, Sayıştay Başkanı ile birlikte hareket eden çekirdek bir
kadronun önümüzdeki dönemde Sayıştayı siyasi talepler
doğrultusunda yönetmek istediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu nedenle Başkan ve
üyelerin seçimine ilişkin hükümler başta olmak üzere teklifin tümünün dikkatle
değerlendirilmesine ihtiyaç vardır.
Değerli milletvekilleri, kesin hesap kanunu tasarısı ve ekinde yer
alan belgelerle genel uygunluk bildirimi ve Sayıştay raporlarının Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından etkin bir şekilde değerlendirilmesi için bir kesin
hesap alt komisyonu kurulması önemlidir. Buna ilişkin İç Tüzük Değişiklik
Teklifi 107 sıra sayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun
gündemindedir. Bu teklifi görüşmek yerine, görüşülmekte olan kanun teklifine
Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzük’ünde gerekli düzenlemeler yapılıncaya
kadar geçerli olacak bir İç Tüzük hükmü yazılması uygun olmamıştır. Bu nedenle,
söz konusu geçici 1’inci maddenin kanun teklifinden çıkarılması ve 107 sıra sayılı İç Tüzük
Değişiklik Teklifi’nin öne alınarak görüşülmesi yerinde olacaktır.
Değerli milletvekilleri, hesap verme sorumluluğu çerçevesinde,
idarece belirlenen hedef ve göstergelerle ilgili olarak faaliyet sonuçlarının
ölçülmesi ve değerlendirilmesi, performans ölçümü anlamına gelmektedir. Kamu
kaynaklarının etkin, ekonomik ve verimli olarak kullanılıp kullanılmadığının
incelenmesi ise performans denetimidir. Teklifte performans denetimi tanımı
yapılırken bu iki tanım iç içe geçmiştir. Görüldüğü gibi, kavram kargaşası
yaşanmıştır. Bu kavram karışıklığı sonucunda Sayıştayın
on dört yıldır uluslararası standartlara uygun bir biçimde yaptığı performans
denetiminden vazgeçilmekte ve bunun yerine performans ölçümü benimsenmektedir.
Bu çerçevede teklifte yer alan, gerçekleştirilen performans denetimlerinin mali
ve hukuki sorumluluk doğurmayacağı şeklindeki hükmü INTOSAI denetim
standartlarına da aykırıdır.
Değerli milletvekilleri, teklifle performans denetiminin yanı sıra
pek çok kavram üzerinde kafa karışıklığı yaşanmaktadır. Teklifin 2’nci
maddesinde tarif edilen Sayıştay denetimi, düzenlilik denetimi ve performans
denetimi kavramları 30’uncu maddede yeniden tanımlanmaktadır. Teklifin başka
hiçbir maddesinde tekrarlanmayan mali denetim ve uygunluk denetiminin 2’nci
maddede tarif edilmesi ise kanun tekniği açısından uygun değildir. Teklifte
denetim literatüründe birbirinin yerine kullanılan
mali denetim ve düzenlilik denetiminin ayrı ayrı
tarif edilmiş olması da düşündürücüdür. Yine, INTOSAI denetim standartlarında
devlet denetimi mali denetim ve performans denetimi şeklinde
sınıflandırılmaktadır. Sayıştayın bugüne kadarki
uygulamalarında da “mali denetim” ve “hesap denetimi” tabirlerinin
kullanıldığını görüyoruz.
2’nci maddede 5018 sayılı Kanun’a atıf yapılarak tarif edilen kamu
zararı da sorumluların Sayıştaya hesap vermelerinde
kafa karışıklığına yol açabilecektir çünkü kamu zararı “Kamu görevlilerinin
kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan, mevzuata aykırı karar, işlem ve eylemleri
sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıdır.”
şeklinde tanımlanmıştır. Oysa Sayıştay denetiminde, sorumluların
sorumluluklarına gitmek için kamu zararının bir ihmal, kusur ya da kasıt sonucu
ortaya çıkmış olması gerekli değildir. Teklifte, adli soruşturma konusu olması
gereken hususlarla Sayıştaya karşı hesap verme işinin
birbirine karıştırıldığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle 2’nci maddede yapılan tanımlar,
yargı tipi sayıştaylara ve INTOSAI denetim
standartlarına uygun bir biçimde yeniden tanımlanmalıdır.
Değerli milletvekilleri, bizim de içinde yer aldığımız yargı tipi sayıştaylarda başkanlık bir karar organı olmayıp idari bir
makamdır. Bu nedenle, 11’inci maddede Sayıştayın
yargı ve karar organları arasında sayılması doğru olmamıştır. Bu maddede,
Danıştay ve Yargıtaydaki örneklere paralel bir
başkanlık kurulu ihdası düşünülmeliydi. Sayıştay Başkanının başkanlığında
oluşacak bu kurulda daire başkanlarıyla denetim kurulu başkanı görev
alabilirdi.
Teklifte yer alan “Rapor Değerlendirme Kurulu” ile “Denetim
Planlama ve Koordinasyon Kurulu” yerine, Genel Kurulun üyeleri arasından
seçeceği bir başkanın başkanlığında, birinci sınıfa ayrıldıktan sonra üç yılını
doldurmuş 10 uzman denetçiden oluşacak bir denetim kurulunun öngörülmesi daha
uygun olurdu.
Teklifte, yargı tipi bir örgütlenmeyi benimseyen Sayıştaya, ofis tipi sayıştaylarda
olan bazı örgütlenmelerin de monte edilmeye çalışıldığını görüyoruz. İki başkan
yardımcısının durumu buna örnektir. Oysa yargı tipi sayıştayların
örgütlenmesine uygun olarak mevcut Genel Sekreterlik müessesesinin,
yardımcılarının sayısı artırılarak korunması uygun olurdu.
Değerli milletvekilleri, Sayıştayın
yönetici kadrosunda bulunanlardan başkan ve başkan yardımcılarının denetim
raporları üzerinde söz sahibi olacak şekilde görevlendirilmeleri de Sayıştayın bağımsızlığı ile bağdaşmamaktadır. Sayıştay
savcı ve başsavcılık görevlerine Maliye Bakanlığı veya Hazine Müsteşarlığında
çalışanlar dışında kamunun her kesiminden atama yapılmasının öngörülmesi
görevin niteliği ile uyumlu değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Öztürk.
HARUN ÖZTÜRK (Devamla) – Ayrıca, Sayıştay başsavcılığı görevine
Sayıştay dışından atama yapılmasına imkân veren düzenleme de yerinde
olmamıştır. Bu atamanın belli bir görev süresini tamamlamış Sayıştay savcıları
arasından seçilmesi doğru olurdu.
Sayıştayın yürütmeye karşı
bağımsızlığının ve tarafsızlığının korunabilmesi için üyelerinin Türkiye Büyük
Millet Meclisi yerine Sayıştay Genel Kurulu tarafından seçilmesinin bir
zorunluluk olduğunu düşünüyoruz. Bu yapılmadığı takdirde Plan ve Bütçe
Komisyonunca Sayıştay başkan ve üyeliği için yapılan seçimlerin alt komisyon
yerine komisyon tarafından yapılması sağlanmalı ve Genel Kurulda seçilmek için
ise salt çoğunluk aranmalıdır. Başkanın bu göreve 1 defalığına ve yedi
yıllığına seçilmesini de Sayıştay bağımsızlığı için bir zorunluluk olarak
görmekteyiz. İki dönem seçilebilme arzusu bağımsızlığa zarar verecektir diyor,
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın
Erkan Akçay. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 510 sıra sayılı Sayıştay Kanun Teklifi’nin birinci bölümü
üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Muhterem heyetinizi
grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Muhterem milletvekilleri, Anayasa’mızın 160’ıncı maddesine
göre, Sayıştay, merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal
güvenlik kurumlarının gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına denetleyen, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme
bağlayan, çok önemli anayasal bir kurumdur ve aynı zamanda, Parlamentonun bütçe
hakkını etkili hâle getiren, daha doğrusu etkili hâle getirmesi gereken bir
kurumdur. Sayıştay sadece Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına denetim yapan bir kurum değildir, Sayıştayın
ayrıca yargı yetkisi de bulunmaktadır. Sayıştay, genel yönetim kapsamındaki
kamu idarelerinin hesap verme sorumluluğu çerçevesinde, yönetimin mali
faaliyetlerini, mali karar ve işlemlerini kanunlara, kurumsal amaç, hedef ve
planlara uygunluk yönünden de denetler; ayrıca kamu kaynaklarının etkili,
ekonomik ve verimli olarak kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesi, faaliyet
sonuçlarının ölçülmesi ve performans bakımdan değerlendirilmesi yetkisine de
sahiptir.
Değerli milletvekilleri, üzülerek ifade etmek isterim ki Sayıştay
Kanunu, bu mevcut hâliyle –bu teklifteki hâliyle- etkili bir denetim
yapamayacaktır, Sayıştay denetimi şeklî bir denetim olarak kalmaya mahkûm
olacaktır.
Bir yüksek denetim kurulu olan Sayıştayın,
yolsuzlukların önlenmesinde ve yolsuzlukla mücadelede aktif ve etkin bir görev
üstlenmesi ve yolsuzlukla mücadelede kamu yönetimlerini desteklemesi
gerektiğini düşünüyoruz. Sayıştayın hâlihazır
mevcudiyetiyle yolsuzluğu kontrol altına almada ve önlemedeki fonksiyonu
yetersizdir.
Sayıştay, harcamaların gerçekleştirilmesinde, kamu alımlarında
ihtiyaçların belirlenmesi, planlanması, sözleşme yapılması, muhasebe ve ödeme
aşamalarının ayrımının net bir şekilde yapılıp yapılmadığı, yolsuzluğa açık
alanlarda, örneğin ihale, imar, ruhsat işlerinde istihdam edilen personelin
çalışma şartları ve rotasyonu hususlarını denetleyebilmelidir. Yolsuzlukla
mücadele için çıkarılması gereken yasalarla ilgili ya da mevcut yasaların
yeterli düzeyde uygulanıp uygulanmadığı hususlarında veya yasal boşluklar
nedeniyle kamunun uğradığı zarara dikkat çekmeli ve yolsuzlukla ilgili gerekli
önlemlerin alınması için çağrıda bulunmalıdır.
Yolsuzluk tespiti, zor bir çalışmayı gerektirmektedir. Sayıştayın bu konuda dikkatli ve özenli bir şekilde
yapılanması, bağımsızlığının yanı sıra kesin tarafsızlığı ve kesin objektifliği
de esas alması gerekmektedir. Bir denetim kurumunun yolsuzlukla mücadeleyi esas
alması kıldan ince, kılıçtan keskin, hassas bir konudur ancak zorunludur. Bir
taraftan da vergisini ödeyen mükellefler, yani vatandaşlarımız Sayıştaydan ödediği vergilerin ve bunlardan yapılan
harcamaların denetimini, bu denetimin sonuçlarının şeffaf bir biçimde kendisine
açıklanmasını beklemektedir. Yolsuzluğa konu olan denetimlerde denetçilerin
gerekli donanıma sahip olarak derinlemesine hazırlık yapması gerekmektedir.
Denetim, ancak yolsuzluğun doğasına nüfuz edildiğinde, gerekli analiz
yapıldığında, yolsuzluğa işaret eden koşullar teşhis edilebildiğinde ve
kanıtların bulunması hâlinde başarılı olabilir. Yolsuzlukla mücadelede en iyi
sonuç Sayıştay ile savcıların birlikte çalışması hâlinde elde edilebilecektir.
Değerli milletvekilleri, özetle, Sayıştay yolsuzluğun önlenmesi
konusunda desteklenmeli ve güçlendirilmelidir. Ayrıca bazı kurumların Sayıştay
denetiminden kaçırılmasına da mâni olunmalıdır -örneğin TOKİ gibi,
özelleştirmeler gibi- Sayıştay denetimi ve merceği altında tutulmalıdır. Kara
paranın aklanması konusunda da Sayıştayın dikkati
teksif edilmelidir.
Değerli milletvekilleri, özelleştirme faaliyetleri ve özelleştirme
satışları özellikle AKP hükûmetleri döneminde büyük
bir yoğunluk kazanmıştır. Sekiz yılda toplam 46,5 milyar dolarlık özelleştirme
satış geliri elde edilmiştir. Bu özelleştirmelerden elde edilen 46,5 milyar
doların ne yapıldığı, nasıl ve nerelere harcandığı, istihdama ve işsizliğin
çözümüne bir katkısının olup olmadığı, bu paraların yatırıma ve üretime
dönüştürülüp dönüştürülmediği sorusu boşlukta kalmaktadır, yani cevabı
verilememektedir. Bütün bu soruların cevabının Hükûmet
tarafından verilmesi ve milletimizin aydınlatılması gerekmektedir. Özelleştirme
gelirlerinin ne yapıldığı sorusu bir tarafa, konumuz itibarıyla önemli bir
soru, özelleştirme faaliyetleri ve işlemleri Sayıştay tarafından
denetlenebilmekte midir? Bu sorunun cevabı da maalesef olumsuzdur. Sayıştay,
özelleştirme faaliyet ve işlemlerini denetlememektedir. Özelleştirme İdaresi, Sayıştayın denetim kapsamına dâhil bir kurumdur ancak
Sayıştay sadece Özelleştirme İdaresinin merkezî yönetim bütçesini denetlemekte
ancak özelleştirme işlem ve faaliyetlerini denetlememektedir. Oysa, şaibeli işlemler ve yolsuzluk iddiaları arşıâlâyı
aşmış, sağır sultan duymuş ancak AKP Hükûmeti
duymazdan, görmezden ve bilmezden gelmektedir. Özelleştirmeler üzerinde etkili
bir Sayıştay denetimi olsa idi bu yolsuzlukların çoğunun yapılamayacağına
inanıyoruz.
Değerli milletvekilleri, bir zamanlar, Manisa’da bir et ve tavuk
kombinası vardı. Kentin içinde, Organize Sanayi Bölgesinde, altın değerinde 87
bin metrekare arazisi ve 3 bin metrekarelik soğuk hava depolarına sahipti.
Kombinanın makine parkı yeni idi. AKP İktidarı, bu tesisi de kapatıp satmaya
karar verdi ve satın alan firma sorun yaşamasın diye işçiler çıkarıldı.
Kombinayı, arazisi, binaları, makineleri, depoları ve her şeyiyle MAY-ET isimli
bir firma aldı. Toplam 1 milyon 260 bin dolar ödeyecekti üç yıl taksitle.
Yapılan değerlendirmede, sadece tesisin makine parkının değerinin 2 milyon
dolar olduğu belirlendi, Organize Sanayi Bölgesindeki arazisi hariç. Firma
ayrıca, sözleşme gereği olarak bu tesise üç yıl içerisinde 2 milyon dolar
yatırım yapacak, en az 50 kişiyi çalıştıracaktı. Firma bunların hiçbirini
yapmadığı gibi, tesisi alır almaz bütün makine parkını ve her şeyi sökerek
götürdü. Sonra, bu tesisi ve araziyi Klimasan isimli
bir firmaya satıverdi. Hükûmetin kendisine sağladığı
kolaylıklar nedeniyle kombinayı ilk taksit olarak peşin ödediği 523 bin dolara
satın alan MAY-ET, bu satışla birlikte bir anda 2 milyon 800 bin dolar para
kazanmış oldu. Çünkü, Özelleştirme Yüksek Kurulu, alıcı
firmanın talebiyle, bir yıl sonra, 2005’te, 2005/70 sayılı kararıyla sözleşmeyi
değiştirmişti. Kurul, satış ve devir işlemlerine izin verdi ve MAY-ET firması
ceza ödemekten kurtarılmış oldu, büyük para kazandı, hem de bütün malları
götürdü. Üstelik halka hizmet veren kombina kapandı, işçiler çıkarıldı. Şimdi
herkes elini vicdanına koyup düşünsün: Devlet adına bir satış yapılıyor, sonra
satışı yapan aynı Özelleştirme Yüksek Kurulu birdenbire sözleşmeyi
değiştiriyor, cezaları kaldırıyor, böylece birilerinin durduk yerde büyük
paralar kazanmasını sağlıyor. Bu nasıl bir özelleştirmedir? Bu işler torpilsiz,
işin içine birtakım gayrimeşru ilişkiler ve partizanlık girmeden yapılır mı?
Manisa’da, yine, dört buçuk ayda 4 misli kâr ile 3 milyon 751 bin
dolara özelleştirilen Sümerbank’ın arsasının sadece bir bölümü 13 milyon 750
bin dolara satıldı. Sümerbank’ın elli yıl önce kurduğu Pamuklu Mensucat AŞ, 13
Temmuz 2005’te Özelleştirme Yüksek Kurulunca 3 milyon 751 bin dolara kırk yedi
ortaklı ortak girişim grubuna satıldı. Ortak girişim grubunun başında zamanın
AKP’li Manisa Belediye Başkanı bulunuyordu. Şirketi alan grubun ilk icraatı
Sümerbank’ın 90 dönümlük arsasının 55 dönümlük bölümünü alışveriş merkezi
yapmak üzere Kipa Tesco
şirketine 13 milyon 750 bin dolara satmak oldu. Böylece şirket, sadece arsanın
bir bölümünü satarak yatırdığı paranın 4 katını dört buçuk ay sonra kazanmış
oldu. Kaldı ki daha fabrikanın 35 dönümlük arsası duruyor. Böylece özelleştirme
bir yağmaya dönüştü. Tabii fabrikanın satılan 1 trilyonluk hurdaları bu kârın
içinde değil ve özellikle bu ortak girişim grubunun yöneticisi Özelleştirme
İdaresi Başkanıyla yaptıkları anlaşmanın fabrikayı ekonomiye kazandırma amacı taşımadığını
da açıkça belirtti.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Akçay.
ERKAN AKÇAY (Devamla) –
Amaç özelleştirmek değil, âdeta halkın hakkını yağmalamak şekline
dönüştü.
Yine, Tekel, 2003 yılında, yani Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin işbaşına geldiği yılın başına kadar dünyanın en
büyük kuruluşlarından bir tanesiydi ve Türk devletinin resmî kurumlarının
bulunmadığı yerlerde Tekelin tütün depoları vardı. Tekelin alkol birimi, 2004
yılında, iki yılı ödemesiz, yedi yıl vadeli olarak, alıcılar tarafından 230
milyon dolarlık kredi kullanılarak 290 milyon dolara Nurol-Özaltın-Limak-TÜTSAB konsorsiyumu tarafından satın alındı. Sadece iki yıl sonra,
bu ortak girişim grubu tarafından kurulan MEY İçki’nin yüzde 90'ı 810 milyon
dolara ABD’li özel yatırım şirketi Pacific Group'a satılmıştır. Tekelin alkol birimini kredi çekerek
292 milyon dolara satın alan bu konsorsiyum, başta
Manisa’nın Alaşehir ilçesindeki, alkolün ham maddesi olan yaklaşık 141 milyon
dolarlık suma stoklarıyla, verdiği paranın önemli bir kısmını karşılamıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERKAN AKÇAY (Devamla) – Dolayısıyla, bu, özelleştirmeler konusunda
Sayıştay denetiminin ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu düşüncelerle, muhterem heyetinize saygılarımı sunuyorum. (MHP
ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akçay.
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) – Sayın Başkan, bir açıklama yapmak
istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Poyraz.
VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)
5.- Bilecik Milletvekili Fahrettin
Poyraz’ın, Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin,
konuşmasına ilişkin açıklaması
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) – Saygıdeğer Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; az önceki konuşmamda, Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkan Vekili arkadaşımızın konuşmasında “AK Partinin, yapmaya çalıştığıyla,
milleti kandırmaya çalıştığı.” biçiminde bir ifade kullandığını belirtmiştim.
Daha sonra Akif Hamzaçebi Bey “Ben, bu şekilde değil,
farklı bir şekilde kullandım.” diyerek itirazda bulundu. Hakikaten, baktım,
buradaki ifadesinin “AKP’nin görünüşte demokrat tavırlarına milletimiz
inanmasın. Niyet, bütün devleti adım adım ele
geçirmektir.” biçiminde olduğu ortaya çıkmıştır. Buradaki maksat olarak her ne
kadar benim konuşmamdaki ifadeleri hedefleyen bir cümle olsa da şekil
bakımından kendisinin bu konuda haklı olduğunu teyit eden bir açıklama yapma
zarureti doğmuştur. Bu anlamda, Genel Kurula bunu açıklama ihtiyacına binaen
söz almış bulunuyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Evet, medeni bir üslup içerisindeki davranıştan dolayı hem Hamzaçebi’ye hem de Sayın Poyraz’a teşekkür ediyorum.
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay Kanunu Teklifi ve Avrupa Birliği
Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (2/594) (S. Sayısı: 510) (Devam)
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Hakkâri
Milletvekili Sayın Hamit Geylani, buyurun efendim.
BDP GRUBU ADINA HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 510 sıra sayılı Yasa Teklifi’nin birinci
bölümü üzerinde partim adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, konuşmama başlamadan önce AKP Sayın Sözcüsünün
teklifin tümü üzerinde yaptığı konuşma sırasında yadırgama ve bölücü gereksiz
sözlerine izin verirseniz bir iki vurgu yapmak istiyorum.
Meclisin tüm tutanaklarını inceleyin, yadırganacak hiçbir
konuşmamın olmadığını göreceksiniz. Konuşmalarımın her sözcüğünün etik
siyasetin ve çağcıl hukuk normlarının ibiğinden süzüldüğünü düşünüyorum.
Birileri neden Kürt sözcüğünden, neden Kürt varlığından, dağından taşından,
özce gerçeğinden ve coğrafyasından korkuyor? Otuz yıldır yaşanan sonuçların
temel nedeni bu korkular değil mi? Peki, bu korku zincirini ne zaman
parçalayacağız? Bu kavramlar benim yarattığım, benim yaşamın gündemine getirdiğim
kavramlar değildir. Bu kavramlar yüzyıllardır vardır, Osmanlı Döneminde vardır,
Atatürk döneminde vardır. Peki, AKP dönemi bu gerçeği ters yüz edebilir mi?
Sayın Sözcü, Zap Suyu mecrasında akıyor ve kimsenin
onu ters çevirmeye hakkı da yoktur, gücü de yoktur.
Değerli arkadaşlar, şimdi asıl bu ülkede yaşanan ve yadırganacak
konulara bakalım: Türkiye’de kamu mali denetiminin gerçek anlamda uygulanmaması
nedeniyle ne yazık ki yolsuzluklar almış başını gitmiştir. Yolsuzluk, son
yıllarda dünyanın ve ne yazık ki en çok da ülkemizin gündemini işgal eden ve en
önemli konulardan biridir. Yolsuzluğu, demokratik sistemleri tehdit eden, gelir
dağılımını bozan, hatta ekonomik düzeni kökünden sarsan bir olgu olarak kabul
etmek gerekir.
Avrupa Konseyinde ve Birleşmiş Milletlerde yolsuzlukla ilgili
yapılan çalışmalarda bu kriminolojik ve sosyolojik olay basit bir rüşvet veya
başkaca bir haksız menfaat temin etmenin çok ama çok ötesinde ekonomik düzeni
temelden sarsan bir gerçeklik olarak değerlendirilmektedir. Bugün itibarıyla ülkemizde
yolsuzluğun etkileri tahrip edici boyutlara ulaşmıştır. Yolsuzluk, demokrasinin
temellerini sarsmakta ve siyasete olan güveni temelden tahrip etmektedir.
Yıkıcı etkileri ve negatif sonuçları olan yolsuzluğa karşı yürütülecek
mücadelenin de toplumsal, uzun süreli olması gerekmektedir.
Yolsuzlukla mücadelede sadece ceza hukuku araçlarıyla başarıya
ulaşılması da olanaklı değildir. Bu alandaki mücadelede devletin işleyişindeki
şeffaflık büyük önem arz etmekte, cezai tedbirlerin yanında özel hukuk ve idare
hukuku alanında da bazı önlemlerin alınması gerekmektedir. Ayrıca bu mücadeleyi
yürütecek personele özel eğitim verilmesi ve kamuoyunun sivil toplum
kuruluşları kanalıyla yolsuzluk konusunda aydınlatılması da önem taşımaktadır.
Bugün için yolsuzlukla mücadele konusu tek başına hiçbir kuruma
veya kuruluşa bırakılmayacak kadar önem arz etmektedir. Sayıştay, tek başına
yolsuzlukla mücadele edecek bir kurum değildir ancak Sayıştayı
daha etkin bir denetim organı yapabilmek ise bu Parlamentonun sorumluluğudur
ama ne yazık ki bu Parlamento da çoğu konuda olduğu gibi bu konuda da görevini,
yükümlülüğünü, sorumluluğunu yerine getirmemektedir.
Değerli milletvekilleri, ne yazık ki ülkemizde yolsuzluk devletin
en tepesinde başlamakta ve en alt görevdeki bir memuruna kadar uzanmaktadır.
Ordudan başlayarak siyasiler, belediyeler, bankalar, gümrük kapıları, ihale
birimleri, kısacası bütün kamu kurum ve kuruluşları bir şekilde yolsuzlukla
günümüzde gündeme gelmektedirler. Geçmiş yıllarda yolsuzlukla ilgili gündeme
gelen çok sayıda operasyonlar oldu ama sistemin yapısından kaynaklı kültür
gereği yolsuzluklar hâlâ devam etmekte.
AKP hükûmetleri döneminde de çok sayıda
yolsuzluk dosyası gündeme gelmiştir. Sayın Başbakan -tırnak içinde-
yolsuzluklara “damardan girdiklerini” ifade ediyor. Peki, bugüne kadar yolsuzluklara
bulaşmış AKP belediyeleri hakkında herhangi bir işlem yapılmış mı, herhangi
pozitif bir sonuç alınmış mıdır? Yolsuzluk dosyalarının hiçbiri gerçek anlamda
yargı önüne çıkartılmamış ya da siyasi baskılar nedeniyle
sonuçlandırılmamıştır. Kaldı ki bu yolsuzluk dosyaları buz dağının görünen
kısmıdır. Devletin yüksek kurum ve kuruluşlarında açığa çıkmamış daha binlerce
yolsuzluğun olduğu herkesçe bilinmektedir.
Bakınız, Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubunun
Türkiye ile ilgili değerlendirme raporunda da önemli tespitler yer alıyor.
Aslında bu tespitler bir bütün olarak Türkiye’deki kamuoyunu da yaralıyor.
Yolsuzluğun Türkiye’de en önemli sorun olduğuna dikkat çekilen raporda,
yolsuzlukların daha çok özelleştirme ve kamu alımlarında görüldüğü, üst düzey
siyasilerle ilgili yolsuzluk skandallarının ortaya çıktığı vurgulanıyor. Kamu
görevlilerinin yargılanmasının amir iznine bağlı olmasının da doğru olmadığını
belirtiyor. Gerçekten de doğru değil.
Değerli milletvekilleri, trilyonlarca liralık yolsuzlukları
yapanlar bugüne kadar hep korunmuşlardır. Bugün, hâlâ, hortumlanan bankaların
faturasını yoksul halk ödemektedir.
Hortumcular, dolandırıcılar, ihaleye fesat karıştıranlar, devleti
milyonlarca zarara sokanlar, vergi kaçakçıları, hayalî ihracatçılar, haksız
kazanç sağlayanlar ciddi bir şekilde hiçbir cezai müeyyideye çarptırılmamakta
ve bazı odaklar tarafından da himaye edilmektedirler.
Salt düşüncelerini ama salt düşüncelerini açıklamalarından ötürü
geçmişte ve hâlen de binlerce kişi, yüzlerce yıla cezalandırılıp veya ceza
istemiyle cezaevlerinde yatmaktadırlar. Bu alandaki demokratik düşünce
sahipleri de kuşkusuz Barış ve Demokrasi Partisinin yöneticileri, seçilmişleri,
belediye başkanları, emekçileri ve mağdurlarıdır.
Sayın milletvekilleri, temiz, dürüst bir siyaset ve yönetim için,
her şeyden önce devlete ait işlemlerin mümkün olduğu kadar şeffaf ve halka açık
olması gerekir. Bunun için de en başta yeni, demokratik ve özgürlükçü bir
anayasayla birlikte getirilecek düzenlemeler önem kazanacaktır. Yeni
referandumdan çıkmış yamalı bohça ile siyasa değişiklikleriyle, Türkiye’nin bu
devasa sorunlarının ve halkı derinden üzen, yaralayan yolsuzlukların önüne
geçilemeyeceğini tekrar vurgulamak istiyorum.
Milletvekilliği dokunulmazlığının yeniden düzenlenerek, demokrasi
standartlarına uygun düşen kısıtlamaların getirilmesinin de kaçınılmaz olduğunu
düşünüyoruz. Yasama sorumsuzluğu dışında kalan konularda dokunulmazlıkların
siyasi etik çerçevesinde yeniden düzenlenmesi gerekir. Bunu söyleyen çok
konuşmacı, çok parti sözcüsü var ama söylemde kalıyor. Söylemle pratik doğru
bir temelde Türkiye’de hiç birbirleriyle uyuşmuyor ve çakışmıyor ne yazık ki.
Ayrıca, siyasetçilerin mal varlıklarının kontrolü için de yeni bir denetim
mekanizmasının da gerekli olduğu bir gereksinim. Yolsuzlukların üzerine
gidilebilmesi için ayrıca hâkim ve savcı bağımsızlığıyla yansızlığının tam
sağlanması gerekiyor. Oysaki yargının en tepeden en alt kısma kadar
siyasileştiği ve bu konuda herkesin müşteki olduğu bir gerçektir ama gerçek tüm
çıplaklığıyla gene ortada.
Bugüne kadar yolsuzluk dosyalarının bir türlü
sonuçlandırılmaması...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Geylani,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun efendim.
HAMİT GEYLANİ (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.
...ve birçok yolsuzluk olayının yargıya taşınmamasının nedeni
bağımsız ve güçlü bir yargı sisteminin olmamasından ve siyasi müdahalelerden
kaynaklanmaktadır.
Konuşmama son verirken yolsuzluklardan arınmış, dürüst bir yönetim
ve gerçek anlamda demokratik bir ülke olma dileğiyle Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Evet bölüm üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Şahıslar adına söz talebi yoktur.
Soru-cevap işlemi için de söz talebi yoktur.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.57
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 19.01
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat
PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN
(Bilecik), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
7’nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
510 sıra sayılı Teklif’in görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
Komisyon ve Hükümet yok.
Teklifin görüşülmesi ertelenmiştir.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 4’üncü sırada yer alan, Kamu
Hastane Birlikleri Pilot Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporlarının
görüşmelerine başlayacağız.
4.- Kamu Hastane Birlikleri Pilot
Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporları (1/439) (S. Sayısı: 493)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Bundan sonra da komisyonların bulunmayacağı dikkate
alınarak, çalışma süremizin tamamlanmasına az bir süre kaldığından ve gruplar
arasında mutabakat olduğu dikkatiyle, sözlü soru önergeleriyle, alınan karar
gereğince kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için 19 Ekim 2010 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorum.
Sizlere hayırlı akşamlar ve hayırlı hafta sonları diliyorum,
bizleri izleyen vatandaşlarımıza da hayırlı akşamlar diliyorum.
Kapanma Saati: 19.03