Normal 44161 2 2 2010-11-09T12:07:00Z 2010-11-09T12:07:00Z 54 32932 187715 TBMM 1564 440 220207 12.00 Clean Clean false 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false TR X-NONE X-NONE 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23                            CİLT: 79                    YASAMA YILI: 5

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

7’nci Birleşim

14 Ekim 2010 Perşembe

 

(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

 III. - YOKLAMALAR

 IV. - KAPALI OTURUMLAR

         (İkinci Oturum kapalıdır)

  V. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Elâzığ Milletvekili Tahir Öztürk’ün, 14 Ekim Dünya Standartlar Günü ve Türkiye Standartlar Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, İstanbul ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Balıkesir ilinin ulaşım sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, 2/1/2008 tarihli Türk spor sektör ve alanının tarafların problem ve çözüm yollarını tespit etmek amacıyla vermiş oldukları Meclis araştırması önergesiyle ilgili Grup önerisini geri çektiklerine ve 19/10/2010 Salı günü görüşmek istediklerine ilişkin açıklaması

2.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, gündem dışı yapılan konuşmalara Hükûmetin cevap vermediğine ilişkin açıklaması

3.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, ÖSYM Başkanının atanmasına ilişkin açıklaması

4.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, CHP Grup önerisine ilişkin açıklaması

5.- Bilecik Milletvekili Fahrettin Poyraz’ın, Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, konuşmasına ilişkin açıklaması

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal ve 21 milletvekilinin, TCDD’nin bazı projelerinde ortaya çıkması muhtemel sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/872)

2.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç ve 21 milletvekilinin, Doğu Anadolu Fay Hattının deprem riskinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/873)

3.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç ve 20 milletvekilinin, 8 Mart 2010’da Elâzığ’da meydana gelen depremin etkisiyle Tunceli’de depremden zarar gören vatandaşların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/874)

4.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 19 milletvekilinin, İstanbul’un çevre sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/875)

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- KPSS ve ÖSYM’deki iddiaların araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 14/10/2010 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi 

IX.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- Plan ve Bütçe Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay Kanunu Teklifi ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (2/594) (S. Sayısı: 510)

4.-  Kamu Hastane Birlikleri Pilot Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporları (1/439) (S. Sayısı: 493)

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 14.03’te açılarak üç oturum yaptı.

 

Denizli Milletvekili Mehmet Yüksel, Ahilik ve Kültür Haftası ile Esnaf Bayramı’na,

İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu, çağdaş siyasi etik ve ahlâk kurallarının ülkemizde uygulamaya konulmasına,

İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak, ülkemizde ve İstanbul’da yaşanması olası deprem riski ve alınması gereken önlemlere,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

 

Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi,

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır,

Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş,

Ankara’nın başkent ilan edilişine;

Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Mecliste bekleyen siyasi etik yasa teklifine,

Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis, Elâzığ depreminden etkilenen Tunceli’ye negatif ayrımcılık uygulandığına,

İlişkin birer açıklamada bulundular.

 

Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur ve 27 milletvekilinin, maden ve taş ocaklarında çalışan işçilerde görülen pnömokonyoz hastalığının (10/868),

İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen ve 29 milletvekilinin, çocuklara yönelik cinsel istismar konusunun (10/869),

Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal ve 19 milletvekilinin, nükleer enerji santrali kurulması konusunun (10/870),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi;

Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 21 milletvekilinin, 12 Haziran 1980’de İzmir İnciraltı Öğrenci Yurdunda meydana gelen olayın araştırılması (10/871);

Amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, Japonya Temsilciler Meclisi Başkanı Takahiro Yokomichi’nin davetine icabetle, beraberinde bir Parlamento heyetiyle Japonya’ya resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.

 

Gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan (10/390) esas numaralı, hayvancılık sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 13/10/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.

 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 146’ncı ve geçici 18’inci maddeleri gereğince Türkiye Barolar Birliği Başkanlığınca bildirilen 3 aday içinden Anayasa Mahkemesine seçilecek 1 üye için yapılan birinci tur gizli oylamada üye tam sayısının üçte 2 çoğunluğunun sağlanamadığı, ikinci tur gizli oylama sonucunda Anayasa’da öngörülen çoğunluğun sağlandığı ve Celal Mümtaz Akıncı’nın seçildiği açıklandı.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

4’üncü sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay Kanunu Teklifi ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporlarının (2/594) (S. Sayısı: 510),

5’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Kamu Hastane Birlikleri Pilot Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporlarının (1/439) (S. Sayısı: 493),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

 

3’üncü sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen ve görüşmelerine devam olunan, Devlet Yardımlarının İzlenmesi ve Denetlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Avrupa Birliği Uyum ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/818) (S. Sayısı: 523), üzerindeki görüşmeler tamamlanarak, yapılan oylamadan sonra;

6’ncı sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ile Şili Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/853) (S. Sayısı: 517),

7’nci sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ile Ürdün Haşimi Krallığı Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/893) (S. Sayısı: 540),

8’inci sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kosova Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kalkınma İşbirliği ve TİKA Kosova Program Koordinasyon Ofisinin Statüsüne İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/846) (S. Sayısı: 551)

Üzerindeki görüşmeler tamamlanarak, yapılan açık oylamadan sonra;

Kabul edildi.

 

14 Ekim 2010 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime 20.14’te son verildi.

 

                                                                   Nevzat PAKDİL

                                                                    Başkan Vekili

 

                   Gülşen ORHAN                                                                       Yaşar TÜZÜN

                            Van                                                                                       Bilecik

                       Kâtip Üye                                                                                Kâtip Üye

                                                                                                                                                 No.:    9

II.- GELEN KÂĞITLAR

14 Ekim 2010 Perşembe

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal ve 21 Milletvekilinin, TCDD’nin bazı projelerinde ortaya çıkması muhtemel sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/872) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.06.2010)

2.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç ve 21 Milletvekilinin, Doğu Anadolu Fay Hattının deprem riskinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/873) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.06.2010)

3.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç ve 20 Milletvekilinin, 8 Mart 2010’da Elazığ’da meydana gelen depremin etkisiyle Tunceli’de depremden zarar gören vatandaşların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/874) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.06.2010)

4.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 19 Milletvekilinin, İstanbul’un çevre sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/875) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.06.2010)  

 

14 Ekim 2010 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.04

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Saygıdeğer milletvekilleri, görüşmelere başlamadan önce, 12 Ekim 2010 tarihli 5’inci Birleşimde yapılan kapalı oturuma ait tutanak özetinin İç Tüzük’ün 71’inci maddesine göre okunabilmesi için kapalı oturuma geçmemiz gerekmektedir.

Bu nedenle, sayın milletvekilleriyle Genel Kurul salonunda bulunabilecek yeminli stenograflar ve yeminli görevliler dışındakilerin salonu boşaltmalarını rica ediyorum.

Tutanak özeti okunduktan sonra açık oturuma geçilecek ve görüşmelere devam edilecektir.

Sayın idare amirlerimizin bu konuda yardımcı olmalarını ve salon boşaldıktan sonra Başkanlığa haber vermelerini rica ediyorum.

Şimdi kapalı oturuma geçiyoruz.

Kapalı tutanak özeti sizlere arz edildikten sonra tekrar açık oturuma devam edeceğiz.

 

Kapanma Saati: 14.05

 

IV.- KAPALI OTURUMLAR

 

İKİNCİ OTURUM

(Kapalıdır)

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 14.17

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin kapalı oturumdan sonraki Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz 14 Ekim Dünya Standartlar Günü ve Türkiye Standartlar Haftası nedeniyle söz isteyen Elâzığ Milletvekili Tahir Öztürk’e aittir.

Sayın Öztürk, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Elâzığ Milletvekili Tahir Öztürk’ün, 14 Ekim Dünya Standartlar Günü ve Türkiye Standartlar Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması

TAHİR ÖZTÜRK (Elâzığ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 14 Ekim tarihinin Dünya Standartlar Günü ve Türk Standartları Haftası olması dolayısıyla söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İkinci Dünya Savaşı’ndan bir yıl kadar sonra 14 Ekim 1946 tarihinde Londra’da 25 ülkeden 65 temsilci bir araya gelerek 26 Ekime kadar süren görüşmeler neticesinde dünya standardizasyon çalışmalarını yönlendirecek uluslararası bir kuruluş yani Uluslararası Standardizasyon Teşkilatının kurulmasına karar verildi. ISO 1947 yılından itibaren de faaliyete geçti. 1970 yılından beri bu toplantının başlangıç günü yani 14 Ekim Dünya Standartlar Günü olarak kutlanmaktadır.

Standardizasyonun öneminin ve faydalarının dünya kamuoyuna aktarıldığı, bu yıl 41’incisi kutlanan ve bugün de Türkiye'nin millî standartlar kuruluşu olan Türk Standartları Enstitüsü açısından da farklı bir değeri, farklı bir gururu vardır çünkü tüm dünyada her yıl 14 Ekimde kutlanan Standartlar Günü 1968 yılında dönemin TSE Başkanı Sayın Faruk Sunter’in teklifiyle gündeme gelmiş ve bu teklif 1969 yılında yapılan ISO Genel Kurulunda da tüm üyelerin uygun görmesiyle kabul edilmiştir.

Hem 14 Ekimin Dünya Standartlar Günü olması hem de 16 Ekimin TSE’nin kuruluş tarihi olması dikkate alınarak TSE’nin 1993 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığına yaptığı teklifin kabul görmesiyle 1993’ten itibaren ülkemizde her yıl ekim ayının üçüncü haftası Türkiye Standartlar Haftası olarak kutlanmaya başlanmıştır.

1954 yılında TOBB bünyesinde kurulmuş olan TSE 1956 yılında Uluslararası Standart Teşkilatı ve Uluslararası Elektroteknik Komisyonuna tam üye olmuştur. 1959 yılında yayınlanan Türk Standartlarının Tatbiki Hakkında Nizamname’yle standartların uygulamaya konulması konusu düzenlenmiştir. 18 Kasım 1960 tarihinde kabul edilen ve 22 Kasım 1960 tarihinde yürürlüğe giren 132 sayılı Kanun’la TSE bugünkü hüviyetine kavuşmuştur.

TSE, 1964 yılında ilk laboratuvar faaliyetlerine başlamış, ardından da Türk Standartlarına Uygunluk Belgelendirmesi yani TSE Belgesi’yle aynı yıl belgelendirme çalışmalarına başlamıştır.

1967 yılında Bakanlar Kurulu tarafından 1959 yılındaki Nizamname iptal edilerek, Türk Standartlarının Uygulanması Hakkında Tüzük kabul edilmiştir. Bu sayede standartların uygulanması günün şartlarına uygun hâle gelmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; peki, standardizasyon derken neden önemlidir? Standardizasyon, belirli bir faaliyetle ilgili olarak ekonomik fayda sağlamak üzere bütün tarafların yardım ve işbirliğiyle belli kurallar koyma ve bu kuralları uygulama işlemidir.

Standardizasyon, uluslararası ticaretin gelişmesi, yeni teknolojilerin yaygınlaşmasına katkılarıyla sanayicinin, hazırlanan mevzuat için teknik ve bilimsel altyapı oluşturması özelliğiyle de kamu otoritesinin, tüketicilerin korunması, hayat kalitesinin yükseltilmesine destek olması özellikleriyle de toplumun her kesiminin faydalandığı bir altyapıdır.

Standartlar ülke ekonomisinde çok önemli bir yere sahiptir. Bugün dünyanın gelişmiş ülkeleri arasında yer alan Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelere baktığımızda, bu ülkelerin standardizasyon altyapılarının çok güçlü olduğunu, ekonomik gelişmelerde altyapı yapımı için çok önemli olduğunu görüyoruz. Bu nedenle, millî standart kuruluşunun gücü ve etkinliği bir ülkenin gelişiminde önemli göstergelerdendir.

TSE, elli altı yıldır yapmış olduğu hizmetlerde standardizasyon alanında ülkemizin yüz akı olmuştur. Bugün itibarıyla TSE’nin yayınladığı standart sayısı 30 bini aşmıştır. Avrupa standartlarının yüzde 99’undan fazlası ülkemize uyumlulaştırılmıştır.

Uluslararası Standartlar Teşkilatı ve Uluslararası Elektroteknik Komisyonuna elli dört yıldır aktif üyeliği bulunmaktadır.

Avrupa Birliği standart teşkilatları CEN ve CENELEC’e üye olan TSE, Bölgelerarası Standardizasyon Birliği adlı bölgesel teşkilatın kuruluşunu da gerçekleştirmiştir.

TSE, son olarak bir yıl içinde İslam Ülkeleri Standardizasyon ve Metroloji Enstitüsünün kuruluşunda aktif rol almıştır.

Uluslararası Standardizasyon Teşkilatının eylül ayında Oslo’da gerçekleştirilen 33’üncü Genel Kurulunda, en üst düzey yönetim organı olan ISO Konseyine 2011-2012 yıllarında görev yapmak üzere seçilmiştir.

TSE’nin standardizasyon çalışmalarının yanı sıra bir diğer önemli görevi de belgelendirme, gözetim, muayene, kalibrasyon ve laboratuvar hizmetleri gibi alanlarda, kısaca uygunluk, değerlendirme konularında hizmet sunmaktadır. TSE’nin bu alandaki etkinliği, ülkemiz sanayisinin, ticaretinin büyük sıçrama yaparak uluslararası pazarlarda fiyat ve kalite rekabetine karşı koyabilmesi ve teknik engelleri rahatlıkla aşabilmesi açısından çok önemlidir.

TSE, 1964’te ilk defa yürürlüğe koyduğu TSE Marka Sistemiyle başladığı belgelendirme faaliyetlerinde dünya çapında saygın ve etkindir. İhtiyari belgelendirme sisteminin yanı sıra uluslararası birçok belgelendirme sistemine dâhil olmuştur. Avrupa Birliği mevzuatının getirdiği “CE” işareti konusunda öncü olarak görev yapmıştır.

Son olarak, bilgi teknoloji ürünü ve sistemlerinin güvenliğini içeren ortak kriterler

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Öztürk, konuşmanızı tamamlayınız.

TAHİR ÖZTÜRK (Devamla) – …Nisan 2010’da yapılan uluslararası denetimlerden başarıyla çıkmış ve sertifika üretici ülke unvanını alma aşamasına gelmiştir. TSE’nin bu alanda yetkili kuruluş olması dolayısıyla belgelendirme yetkisine sahip 14’üncü ülke olacağız.

TSE, 21-23 Eylül 2010 tarihlerinde düzenlenen ve bu alanda dünyadaki en önemli etkinlik olan 11’inci Uluslararası Kriterler Konferansı’na Antalya’da ev sahipliği yapmıştır. Kalite, ülkemiz açısından hayat standardına göre son derece önemlidir ve yükseltilmesi gereklidir; ekonominin etkin, verimli, sürekli gelişen bir yapıya kavuşması açısından da anahtar bir faktördür. Kalite kavramının yeni politikalar ve yaklaşımlarla geliştirilerek günümüz dünyasına uyum içerisinde ülkemizde refahımızı artırıcı etkilerinin de ön plana çıkarılması TSE için önemli görevlerin başındadır.

Ayrıca, kalite alanında dünyanın büyük organizasyonlarından biri olan Avrupa Kalite Teşkilatının her yıl düzenlediği Avrupa Kalite Kongresi’nin 54’üncüsü 26-27 Ekim tarihlerinde TSE’nin ev sahipliğinde İzmir’de gerçekleşecektir. 2001 yılında İstanbul’da ve 2005 yılında Antalya’da gerçekleşen bu kongrenin on yıl içinde üç kez ülkemizde düzenlenmesi kalite alanında ülkemize ve TSE’ye uluslararası alanda verilen değerin bir göstergesidir.

TSE’nin bu alanda…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TAHİR ÖZTÜRK (Devamla) – Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztürk.

Gündem dışı ikinci söz İstanbul ilinin sorunları hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’e aittir.

Sayın Tuncel, buyurun efendim. (BDP sıralarından alkışlar)

2.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, İstanbul ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul’un sorunlarıyla ilgili söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

15 milyon nüfuslu İstanbul, Türkiye'nin en büyük şehirlerinden birisi olmasına rağmen ve Türkiye’de 2010 Kültür Başkenti olarak ilan edilmesine karşın çok ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Tabii ki, bu beş dakikada İstanbul’un bütün sorunlarını ifade edebilecek durumda değilim ne yazık ki. Çünkü çok kültürlü ve kimlikli yapısıyla, işsizlikten yoksulluğa, farklı kimlik ve kültürlerin kendisini ifade etmesine, insan hakları sorununa, trafik soruna kadar birçok alan İstanbul’la özdeşleşmiş durumdadır ne yazık ki.

Ancak, ben iki konuyu gündeminize taşımak istiyorum: Bunlardan birisi “Kentsel dönüşüm” adı altında kentsel ranta dönüşen ve İstanbul’da yaşamı bir şekilde çekilmez hâle getiren Kentsel Dönüşüm Projesi, diğeri de üçüncü köprü meselesi. İkisi de aslında özünde rantı barındıran bir projedir ve Hükûmet bu iki durumda da, iki projede de ısrar etmektedir.

Burada dile getirerek Hükûmetin aslında bu iki projeyle ne yapmak istediğini bir kez daha sizlere hatırlatmak isteriz. “Kentsel dönüşüm” adı altında en son kurban da Tarlabaşı. Tarlabaşı yıkılmaya başlandı. Sizlerin de bildiği gibi 278 tarihî mekân var burada. Bu mekânların korunması -sit alanıdır çünkü Tarlabaşı- restorasyonu adı altında aslında burası boşaltılmak istenmektedir. Oysa gerçek olan şey, orada yoksulları, emekçileri, zorunlu göç mağduru olanları bir şekilde Tarlabaşı’nda bu projeyle birlikte oradan çıkarmak, orayı bir rant hâline, elitlerin merkezi hâline getirmek amaçlanmaktadır. Üstelik buranın ihalesinin de AKP’ye yakın olan Çalık grubuna verilmiş olması, sanırım bu rant meselesinin gerçekten nasıl bir siyasi iktidar tarafından nasıl kullanıldığını da göstermektedir.

Kentsel dönüşüm, tabii ki, İstanbul’un sorunlarının çözülmesi, imar sorununun, planlama sorunlarının çözülmesi hepimizin istemidir. İstanbul bir deprem bölgesidir. Dolayısıyla buna göre kenti yeniden şekillendirmek gerekir. Ancak bunun için yeni rant ve çıkar alanları oluşturmak değil, aksine bu kenti insanca yaşanabilir bir hâle getirmek gerekiyor. Bu açıdan belediyelere kamulaştırma yetkisi veren Kentsel Dönüşüm Projesi’nin bir an önce değiştirilmesi gerekiyor. Bu yasa yerine insan merkezli, halkın sürece dâhil edildiği ve en önemlisi de tüm meslek odalarının, sivil toplum örgütlerinin ortaklaşacağı bir proje olmalıdır. Bugün, birçok sivil toplum örgütü Tarlabaşı’ndaki yıkımlara karşı mücadele etmektedir. İktidar bunu ne kadar görüyor? Buradan tabii ki bir kez daha hatırlatmak isteriz.

Sayın milletvekilleri, diğer bir konu ise üçüncü köprü meselesidir. AKP İktidarı İstanbul’un trafik sorununu üçüncü bir köprü açarak çözüme kavuşturacağına inanmaktadır. Oysa biz de bunun bir aldatmaca olduğunu, bir üçüncü köprü değil, dördüncü köprü de yapılsa İstanbul’un trafik sorunun köprü yapılmakla çözülmeyeceğini sizlerle paylaşmak istiyoruz. Özellikle, Türkiye Mimar ve Mühendisler Odası şehir planlamacılarının yaptığı bir rapor var. Bunu hem Sayın Başbakanın hem Ulaştırma Bakanının hem de AKP’li yetkililerin dikkatlice okumaları, sanırım bu üçüncü Boğaz Köprüsü, üçüncü köprü konusundaki yaklaşımlarını değiştirir diye düşünüyoruz.

Raporda, öncelikle, geçmiş dönemde iki köprünün inşa edilmesi sürecinde yaşanan deneyimler aktarılmıştır. 1974 yılında yapılan Boğaziçi Köprüsü’nden sonra, transit trafiğinin kuzeye kaydırılması gerekçesiyle 1988’de de ikinci köprü, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yapılmıştır. Bu köprü, İstanbul’un su kaynaklarının daha çok olduğu bölgeye yapılmıştır. Her iki köprü sonrasında da yaşanan süreçte, İstanbul’daki arazi kullanımı ve ulaşım dinamiklerinin -köprü inşa etmeyi- kısa süre sonra köprülerin kendi trafiklerini yarattıkları bir kısır döngüye dönüştüğünü İstanbullular çok iyi bilmektedir.

Bugün, İstanbul’da nüfus artışı yüzde 5 iken özel taşıt oranındaki artış yüzde 16’dır. Bu gidişle, 2020 yılında üçüncü köprüyü yapmak isteyen AKP İktidarı… Eğer teorisi doğruysa, 2020 yılında yedi köprü, 2040 yılında da yetmiş köprü yapılması gerekiyor İstanbul’a. Ancak, bunun köprülerle çözülmeyeceği, trafik sorununun çözülmeyeceği bir gerçekliktir. Sonuçta, İstanbul’un trafik sorununu çözmek için Hükûmetin başlatmış olduğu Marmaray Projesi’nin bir an önce hizmete geçmesinin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun, konuşmanızı tamamlayınız.

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Marmaray Projesi’nin hayata geçmesi ve bunun hızlandırılması sorunları çözecektir. AKP’nin iddia ettiği gibi üçüncü köprü aslında oradaki ormanları, yaşam alanlarını ortadan kaldıracak, hatta güzergâh belirlenmiş olmasından dolayı orada ciddi bir rant da oluşmuş durumda ve yeniden orada bir sıkıntı var. Dünyada da görüldüğü gibi dünya örnekleri de var. Hiçbir ülke köprü yaparak sorunlarını çözmemiş, toplu taşımayı geliştirerek sorunlarını çözmüştür. AKP İktidarına önerimiz, köprü yapımından bir an önce vazgeçilmesi, doğa katliamından vazgeçilmesi, yeni rant alanlarını açmaması, aksine doğayı, çevreyi koruyacak projeler geliştirmesidir. Çünkü üçüncü köprüye İstanbullular karşı çıkmaktadır. İstanbulluların karşı çıkmasına rağmen iktidarın bu kadar çok ısrar etmesinin sebebini açıklaması gerekiyor. İstanbullular gerçekten sorunlarını çözmek istiyor. İstanbul gerçi kültür başkenti, aynı zamanda çevre açısından da, kültür açısından da önemli bir nokta. Buna denk, misyonuna göre bir düzenlemenin olması gerektiğini düşünüyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyoruz. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Tuncel, teşekkür ediyorum.

Gündem dışı üçüncü söz Balıkesir ilinin ulaşım sorunları hakkında söz isteyen Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’a aittir.

Sayın Aydoğan, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

3.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Balıkesir ilinin ulaşım sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugüne kadar ülkenin sorunları konuşulurken bakanlar burada olurdu, bu sorunlara da cevap verirdi. Sanıyorum, herhâlde bakanlar bugünden sonra sorulara cevap verme ihtiyacı hissetmiyor.

Değerli milletvekilleri, 10/10/2010 bağlamında geçtiğimiz hafta Balıkesir’in dünyaya ve Türkiye’ye tanıtımıyla ilgili ilimizde, İstanbul’da, Ankara’da etkinlikler düzenlendi. 10/10/2010 tarihinde düzenlenen bu etkinliklerle ilimizin tanıtımının ilimize yararlı olduğunu düşünmekle birlikte, dünyaya tanıtmak istediğimiz Balıkesir ilinin en önemli sorunlarından birisi maalesef ulaşımdır. Üç yıldan bugüne sürekli gündemde tutmamıza rağmen ilimizin sorunları bugüne kadar çözülebilmiş değil. AKP İktidarının en iddialı olduğu alanlardan birisi bölünmüş yollar olmakla birlikte, maalesef, bizim sorunlarımız devam ediyor. İlçe ve köy grup yollarından hiç bahsetmiyorum çünkü onu dakikalarca, saatlerce anlatamayız. Bölünmüş yol çalışmalarına, KÖYDES ve BELDES projelerine rağmen Balıkesir ilimizin ulaşım sorunları devam ediyor.

Hükûmet Programı’nda açıklanan kilometrelerce yolun nereye yapıldığını, KÖYDES ve BELDES projeleriyle yapılan yolların nerede yapıldığını gerçekten merak ediyorum.

Birçok bakanın Körfez’de yazlığı olmasına rağmen, Balıkesir’i Körfez’e bağlayan 86 kilometrelik yol maalesef bugüne kadar yapılabilmiş değil.

İstanbul’dan, Bandırma’dan gelen hızlı feribotla yaz nüfusunun hızla artmasıyla birlikte araç trafiğinin artmasının kazalara neden olduğu çok açık bir gerçek olmasına rağmen, Balıkesir-Körfez bölünmüş yolu 2006 yılında yatırım programına alınmasına rağmen, dört yıl sonra, 14 Mayıs 2010 tarihine kadar beklemiş ve bu tarihte ihale gerçekleşmiş, yüz doksan beş gün geçtikten sonra da imzalanması için çağrılmış ve gerçekten ağır bir süreç işlemiş. Bu yol birçok şehirler arası yoldan daha fazla trafiği içinde barındırmasına rağmen, yaz aylarında da tarım araçlarının trafiğe çıkması nedeniyle, gerçekten, 80 kilometrelik yolu üç saatte katediyoruz. Trafik olabildiğince yoğun olmasına rağmen, bugüne kadar bu yol çözülebilmiş değil.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri, yine, Çanakkale’den gelip, Edremit’ten geçip İzmir ve Antalya’ya giden E-87 kara yolu yani iktidarın çok övündüğü bölünmüş yollar çerçevesindeki bu E-87 kara yolunda, Edremit’te bir garaj kavşağı var. Bu kadar önem arz eden trafik işaretleri ve sinyalizasyonları eksik ve yetersiz, her gün  burada kaza olmakta.

Balıkesir Organize Sanayi Bölgesinin İstanbul, İzmir, Körfez bağlantısının şehir içi kullanılmadan sağlanmasında, ulaşımda büyük kullanım ve kolaylık sağlayan Balıkesir batı çevre yolu da yine bugüne kadar sadece 4 kilometresi bitirilebilmiş ve bu çalışmayla birlikte de orada yaşayan Ortamandıra sakinleri, yani köylü vatandaşlarımızın araziye ve meraya olan bağlantıları bu bölünmüş yolla kesilmiş durumda. Köylülerimizin bu bölünmüş yolda altgeçit talepleri olmasına rağmen bu konuda da herhangi bir çalışma maalesef yok. Karayolları Bölge Müdürüyle görüşmeme rağmen şu ana kadar olumlu olumsuz herhangi bir sonuç alabilmiş değilim.

Evet, bölünmüş yollar mutlaka önemli ama o bölgede yaşayan yurttaşlarımızı, vatandaşlarımızı, çiftçilerimizi de mağdur etmeden bu ulaşımı kolaylaştırmamız gerekiyor. O bölgede yaşayan Ortamandıra sakinleri köylülerimizin meraya ve araziye ulaşımını kolaylaştıracak mutlaka altgeçidin hızla yapılması gerekiyor.

Yine üç yıldan bugüne Balıkesir’in ulaşımıyla ilgili defalarca gündeme getirmeme rağmen, Dursunbey-Harmancık-Antalya-Ankara bağlantı yolu, yani sekiz yıldan beri o da maalesef yapılabilmiş değil.

Yine, Erdek-Marmara ulaşımını kolaylaştıracak olan Ocaklar-Narlı arasındaki yol, köy grup yolu olmaktan çıkarılmış Karayollarına devredilmiş. Bu 10 kilometrelik yolun da bitirilmesiyle Marmara Adası’nı karaya bağlayan ulaşım kolaylaştığından, Marmara Adası’nda…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Aydoğan konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

ERGÜN AYDOĞAN (Devamla) - …yaşayan yurttaşlarımızın da bu ulaşım zorluğu giderilecektir diyorum.

Tabii, bu ulaşımla ilgili ilçelerimizin ulaşım sorununu söylemek beş altı dakika içerisinde mümkün değil ama yine Savaştepe, Bigadiç, Sındırgı, Balya ilçelerinin de önemli ulaşım sorunu olduğu çok açık bir gerçek. İlk köy öğretmen okulunun olduğu Savaştepe ilçesinin ille olan bağlantısı da maalesef yeterli değil.

Tabii, bütün bunlarla birlikte, iktidarın en iddialı olduğu duble yol veya bölünmüş yol noktasında yolların kalitesini de burada sizlerle paylaşmaktan geri durmam mümkün değil.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri, gerçekten iktidarın en önemli ve iddialı olduğu alanlardan birisi duble ve bölünmüş yollarda yol kalitesi inanılmaz kötü. Avrupa Birliği ve Almanya’ya baktığımızda, Almanya Hitler döneminde yaptığı otoyollarda öncelikle yapılan otoyolları -hız artışı nedeniyle yoldaki tümseklerin kazaya sebebiyet vermesinden dolayı- yol kalitesini düzeltmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür konuşmanızı alayım Sayın Aydoğan. Lütfen… Diğer arkadaşlarımıza da aynı yaptık.

Buyurun.

ERGÜN AYDOĞAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, duble yol ve bölünmüş yolların çoğaltılmasıyla, hız limitinin artırılmasıyla yolların kalitesizliği gerçekten kazalara sebebiyet vermektedir ama maalesef kazalarda hiçbir zaman kara yolları kusurlu bulunmamaktadır.

Önümüzdeki dönemde ilimizin ulaşım sorunlarının çözülmesini diliyor, buradan yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Uzunırmak, buyurun.

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, 2/1/2008 tarihli Türk spor sektör ve alanının tarafların problem ve çözüm yollarını tespit etmek amacıyla vermiş oldukları Meclis araştırması önergesiyle ilgili Grup önerisini geri çektiklerine ve 19/10/2010 Salı günü görüşmek istediklerine ilişkin açıklaması

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Benim 02/01/2008 tarihli Türk spor sektör ve alanının tarafların problem ve çözüm yollarını tespit etmek için verdiğim bir Meclis araştırması önergesi vardı. Bugün gruptaki arkadaşlarımızla, AKP İktidar Grubu ve CHP Grubundaki arkadaşlarımızla yaptığımız görüşmelerde -Danışma Kurulu- grup önerimizi geri çekip salı günü görüşmek istiyoruz. Grup önerimizi geri çekmek istiyoruz.

Anlayışınıza tevcih ediyorum. Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Uzunırmak.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Bir şey arz edebilir miyim Sayın Başkanım?

BAŞKAN - Buyurun.

2.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, gündem dışı yapılan konuşmalara Hükûmetin cevap vermediğine ilişkin açıklaması

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkanım, burada 3 tane değerli milletvekilimiz gündem dışı konuşma yaptı, memleketin lokal ya da genel önemli meselelerine değindiler ama bu gündem dışı konuşmaların muhatabı Hükûmet yok. Hükûmet nerede?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Saygıdeğer arkadaşlarım, burada tabii gündem dışı konuşma yapan bir kısım arkadaşımız genel ifadeler kullanıyor. Mesela Sayın Aydoğan’ınki ulaşım sorunlarıyla ilgili ama biraz önceki Sayın Tuncel’inki İstanbul ilinin sorunları.

Şimdi, birazdan, biz dönüyoruz arkadaşlara, diyoruz ki mesela: Ne konuda konuşacaksınız? Onlar belirtmiyorlar. Şimdi, hangi bakana vereceğimizi bilmiyoruz çünkü genel ifadeler ama bir kısım bakanlar, tahmin ediyorum Sayın Başbakan da herhâlde yurt dışındalar. Evet, yani, biz ilgili yerlere iletiyoruz.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin dört adet önerge vardır.

Önergeleri ayrı ayrı okutuyorum:

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal ve 21 milletvekilinin, TCDD’nin bazı projelerinde ortaya çıkması muhtemel sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/872)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ankara-İstanbul hızlı tren, Marmaray ve Haydarpaşa Gar ve Liman Dönüşüm projeleri gerek öngörülen kaynak, gerekse prestij projesi tanımlamalarıyla sürekli gündemde tutulmaktadır.

Ancak, 12 milyar doları aşacağı öngörülen proje paketi irdelendiğinde başlangıcından itibaren önemli sorunların yaşandığı ve projelerin amacında sapmaların yanı sıra yönetiminde de kaotik bir ortamın oluştuğu görülmektedir.

Hızlı tren projesi; 10 kısma ayrılmış ve her kısım birkaç parçada ve farklı yaklaşımlarla ihale edilmiş ve takibi imkansız hale getirilmiştir. Yenilenen tatbikat projeleri, tatbikat projesi olmasına rağmen % 20 fazlası ile bitirilemeyen işler, asıl ihalesinden daha pahalıya verilen ikmal inşaatı ihaleleri olağan hale gelmiştir.

Doğal olarak da 8 Haziran 2003'teki temel atma töreninde Ankara-İstanbul hızlı tren hattının 5 Aralık 2005 tarihinde hizmete açılacağı söylenmesine karşın, 2 milyar doları aşan harcama ile sadece projenin yaklaşık 1/3'ünü oluşturan Esenkent-Hasanbey kesimi tamamlanabilmiştir. Diğer kesimlerin ne zaman biteceği, kaça mal olacağı, seyahat süreleri vb. sorular halen belirsizliğini korumaktadır.

Marmaray projesinde de aynı anlayışın hakim olduğu görülmektedir.

Tüp geçişle ilgili çalışmalar sürdürülürken projenin en önemli ayağını oluşturan hatların üçlenmesi CR1 çalışması için 2004'te protokol imzalanmasına ve TCDD'nin inşaat süresince Gebze-Haydarpaşa kesiminin kapatılmasını kabul etmesine karşın halen inşaat başlatılamamış ve sonunda yüklenicisi işten çekilmiştir.

TCDD dışındaki proje paydaşları, bu hattın işletmesinin TCDD dışında bir otorite tarafından yürütülmesini istemekte ve bu konudaki belirsizlik devam etmektedir.

MARMARAY kapsamındaki en önemli sorun tüp geçişteki kapasite daralmasıdır.

Çünkü tüp, iki hatlı ve öncelik kent içi geçişlerde olacak şekilde tasarımlanmıştır. 2 dakikada bir işletilecek trenlerle saatte tek yönde 75.000 yolcu taşınması hedeflenmiştir.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Harem-Kartal ve Üsküdar-Ümraniye güzergahlarındaki 150.000 kişi/saat'lik raylı sistem yolculuklarının da tüp geçitle entegre etmeyi hedeflemektedir. Ancak bu duruma ilişkin kalıcı bir çözümleme yapılmamış ve farklı kurumların yürüttüğü projeler gerekli duyarlılıkta koordine edilememiştir.

Bir diğer sorun, projenin tamamlanmasından sonra demiryolu sistemi için tüpün dışındaki bölümlerde sadece tek bir hat tahsis edilebilecek olmasıdır.

Bunun anlamı, hem hızlı trenler hem de yük ve diğer konvansiyonel yolcu trenleri için bu hattın kullanım zorunluluğu olduğudur.

TCDD halen Haydarpaşa-Gebze arasında banliyö trenleri dışında, yaklaşık 70 tren çalıştırmaktadır. Fizibiliteye uygun olarak hızlı tren çalıştırılması durumunda % 80 doluluk oranıyla bile günde asgari 35 çift tren daha çalıştırılması gerekecektir.

Bu da tek hat üzerinde çalıştırılacak tren sayısının 130'a çıkacağını göstermektedir. Avrupa-Asya arasındaki transit yük güzergahı olma iddiamız paralelinde olası ek yük treni talebi bu hesaba dahil edilmemiştir.

Haydarpaşa Dönüşüm Projesi de dikkate alınmayan bir diğer sorundur. 400 dönümde, 6 adet gar içi peron ve yolla mevcut tren trafiğinde sorunlar yaşanırken, yaklaşık iki katına çıkacak trafiğin üstesinden nasıl gelineceği belirsizliğini korumaktadır. Ayrıca, işletme güvenliği için tünelden geçecek araçların tünele girmeden hemen önce kontrol zorunluluğu bulunmaktadır ki bu konuda da çözüm üretilememiştir.

Kapasite kısıtlılığı Arifiye'den başlamaktadır. DPT Müsteşarlığı 8 Haziran 2007 tarih ve 2479 sayılı yazısında Köseköy-Gebze mevcut koridoru üzerinden rehabilitasyon şeklinde bir proje ile hızlı tren işletmeciliği yapılamayacağını belirterek bunun yerine kuzeyden geçecek yeni bir hat üzerinde çalışılması gerektiğini bildirmiştir.

Tüm bu olumsuzlukların işaret ettiği, milyarlarca dolar ödemeyi göze alarak oluşturacağımız kapasitenin Arifiye ve özellikle Gebze sonrasındaki daralma ile değerlendirildiğinde amaç belirsizliğini içinde taşıdığı gerçekliğidir.

Projelerdeki amaç sapmalarının ve proje yönetiminde yaşanan kaotik durumun nedenlerinin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98. maddesi, İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederim.

1) Hüseyin Ünsal                           (Amasya)

2) Tayfur Süner                              (Antalya)

3) Tansel Barış                               (Kırklareli)

4) Durdu Özbolat                           (Kahramanmaraş)

5) Ahmet Küçük                             (Çanakkale)

6) Ali Rıza Ertemür                        (Denizli)

7) Mehmet Ali Özpolat                   (İstanbul)

8) Osman Kaptan                           (Antalya)

9) Ali Rıza Öztürk                          (Mersin)

10) Halil Ünlütepe                          (Afyonkarahisar)

11) Ali İhsan Köktürk                    (Zonguldak)

12) Nevingaye Erbatur                   (Adana)

13) Çetin Soysal                             (İstanbul)

14) Mevlüt Coşkuner                     (Isparta)

15) Ramazan Kerim Özkan            (Burdur)

16) Turgut Dibek                            (Kırklareli)

17) Sacid Yıldız                              (İstanbul)

18) Kemal Demirel                         (Bursa)

19) Ergün Aydoğan                        (Balıkesir)

20) Muhammet Rıza Yalçınkaya    (Bartın)

21) Ensar Öğüt                               (Ardahan)

22) Atila Emek                               (Antalya)

2.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç ve 21 milletvekilinin, Doğu Anadolu Fay Hattının deprem riskinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/873)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Resmi istatistiklere göre Türkiye topraklarının yüzde 66'sı, nüfusun yüzde 71'i 1. ve 2. derece deprem bölgeleri içinde yer almaktadır. 3. ve 4. derece deprem bölgeleri dâhil edildiğinde ise Türkiye topraklarının yüzde 92'si deprem tehlikesi altında bulunmaktadır.

Ülkemizde 1900'lü yılların başından bugüne kadar meydana gelen depremlerde yaklaşık 100 bin kişi hayatını kaybederken, 250 bin kişi yaralanmış, 600 binden fazla bina ise yıkılmıştır.

1999 yılında Marmara bölgemizde meydana gelen iki büyük deprem Türkiye'nin deprem gerçeğini, deprem öncesinde ve sonrasında alınan önlemlerin yetersizliğini bir kez daha göstermiştir.

Uzmanlar Türkiye'de depremde asıl tehdidin depremden daha çok bina güvenliği olduğunu işaret ederken, benzeri büyüklükteki depremlerin gelişmiş ülkelerde can ve mal güvenliği konusunda ciddi tehdit oluşturmadığına dikkatleri çekmektedir.

08.03.2010 tarihinde Elâzığ'da yaşanan deprem felaketi ülkemizde derin bir acıya yol açmıştır. Ülkemiz önemli bir deprem kuşağında olmasına, bununla birlikte Doğu Anadolu Fay Hattı'nın çok aktif olduğu açık ve net ifade edilmesine karşın bugüne kadar bu bölgede hiçbir önlem alınmadığı açıkça görülmüştür.

Doğu Anadolu Fay Hattı; Muş-Varto, Bingöl-Karlıova, Elâzığ-Kovancılar ve Sivrice, Malatya-Doğanyol, Pütürge, Doğanşehir, Adıyaman-Gölbaşı, Maraş ve Hatay'a kadar uzanmaktadır.

Bu hatta, yıllardır oluşan birikimin boşalmasının her an olabileceği Afet İşleri Genel Müdürlüğünün daha önce hazırladığı raporlarda açık ve net olarak ifade edilmesine karşın, bu fay üzerinde çok geniş yerleşim alanları olmasına karşın hiçbir önlem alınmadığı açıkça görülmüştür.

Sonuçta; Elâzığ'da oluşan depremin bu fay hattı üzerinde her an olabileceği mevcut raporlarda yer almıştır. Ancak, sonuçta bu bölgede depreme karşı hiçbir önlemin alınmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalmamız, depremin acısı kadar üzüntü duyulacak diğer bir gerçektir.

Bu fay hattında, son on yılda, farklı bölgelerde değişik ölçeklerde depremler oluşmuş, bu depremlerde önemli ölçüde can ve mal kayıpları olmasına karşın, depremin yaraları yeterince sarılmadan, vatandaşlar kendi kaderleriyle baş başa bırakılmıştır. Oluşacak yeni depremlere karşı her şey unutulmuş ve hiçbir tedbir alınmamıştır.

Deprem sigortası konusundaki rakamlar bunun en çarpıcı örneğidir. Doğu Anadolu Bölgesi’nde 597 bin konutun yüzde 13,7'si sigortalı iken Elâzığ'da ise 87 bin 783 konuttan yüzde 17,5'i yani 15 bin 360'ı sigorta kapsamında yer almaktadır.

Doğu Anadolu Fay Hattı ile ilgili olarak hazırlanan detaylı raporlar da dikkate alınarak, bölgede alınması gereken önlemlerin belirtilmesi, bu raporların bu güne kadar neden işleme konulmadığının araştırılması, bu fay hattında önümüzdeki süreçte oluşabilecek yeni ve büyük depremlere karşı alınacak önlemlerin tartışılması, somut önlemlerin saptanması için Anayasanın 98. Maddesi ile iç Tüzüğün 104. ve 105. Maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) Kamer Genç                               (Tunceli)

2) Şevket Köse                               (Adıyaman)

3) Tayfur Süner                              (Antalya)

4) Çetin Soysal                               (İstanbul)

5) Durdu Özbolat                           (Kahramanmaraş)

6) Ahmet Küçük                             (Çanakkale)

7) Mehmet Ali Özpolat                   (İstanbul)

8) Ali Rıza Ertemür                        (Denizli)

9) Osman Kaptan                           (Antalya)

10) Ali Rıza Öztürk                        (Mersin)

11) Ali İhsan Köktürk                    (Zonguldak)

12) Halil Ünlütepe                          (Afyonkarahisar)

13) Nevingaye Erbatur                   (Adana)

14) Mevlüt Coşkuner                     (Isparta)

15) Ramazan Kerim Özkan            (Burdur)

16) Turgut Dibek                            (Kırklareli)

17) Sacid Yıldız                              (İstanbul)

18) Kemal Demirel                         (Bursa)

19) Ergün Aydoğan                        (Balıkesir)

20) Muhammet Rıza Yalçınkaya    (Bartın)

21) Ensar Öğüt                               (Ardahan)

22) Atila Emek                               (Antalya)

3.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç ve 20 milletvekilinin, 8 Mart 2010’da Elâzığ’da meydana gelen depremin etkisiyle Tunceli’de depremden zarar gören vatandaşların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/874)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen deprem neticesinde Tunceli iline bağlı, Mazgirt, Nazimiye ve Pertek’in bazı köylerinde ve merkezlerinde idarenin teknik elemanlarının yaptıkları kontrollerde;

ÖN HASAR TESPİT İCMAL RAPORU

KONUT

      İli                      İlçesi            az hasarlı        orta hasarlı       ağır hasarlı         yıkım(terk)

   Tunceli              Merkez               491                450                  241                        0

   Tunceli              Mazgirt               829                716                  437                        4

   Tunceli              Nazimiye            222                120                    92                      25

   Tunceli              Pertek                   87                  94                    83                         

   TOPLAM                                  1629              1380                  853                      29

 

İŞYERİ

      İli          İlçesi          az hasarlı    orta hasarlı     ağır hasarlı       yıkım(terk)        hane sayısı

Tunceli       Merkez              2                  0                     0                        0                    1809

Tunceli       Mazgirt           42                  9                     4                        0                    3042

Tunceli       Nazimiye         23                17                     4                        0                      685

Tunceli       Pertek                0                                                                  0                    1445

TOPLAM                          67                26                     8                        0                    6981

hasarlı binalar tespit edilmiştir. Ağır hasarlı bina sahiplerine çadır verilmiştir.

Bugüne kadar Tunceli'deki deprem bölgesine hiçbir hükümet yetkilisi gitmemiş vatandaşlar kaderleriyle baş başa bırakılmıştır. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı ile yapılan telefon konuşmalarında hasar gören binaların durumlarının ne olacağı ve bu hasarlı bina sahiplerine herhangi bir yardım yapılıp yapılmayacağı sorulmuş ve ilgili başkanlık depremde Tunceli'nin adı geçen ilçelerinde herhangi bir yaralanma ve ölüm vakası olmadığı gibi, kendisinin afetzedelere gönderdiği yazıda da "Başkanlığımız teknik ekiplerince 17-21.03.2010 tarihlerinde bölgede incelemeler gerçekleştirilmiş olup ekiplerimiz Tunceli İlinde 08.03. 2010 tarihinde meydana gelen Elazığ depremlerinin merkez üstlerine en yakın ilçe olan Mazgirt ilçesinde incelemelerde bulunmuşlardır. Başkanlığımızca kaydedilen ivme kayıtlarının dağılımları ve ekiplerimizce arazide gerçekleştirilen çalışmalarımız doğrultusunda 08.03.2010 tarihinde Elazığ ilinde meydana gelen 5,8 ve 5,6 büyüklüğündeki deprem afetlerinin Tunceli ilinde etkisi olmadığı ve yıkıcı bir etkisi bulunmadığı tespit edilmiştir." denilmektedir.

İdarenin iddia ettiği gibi bu evler depremde yıkılmamış ise bu hasarlar nasıl meydana gelmiştir. Ayrıca bir yerin afet bölgesi ilan edilebilmesi için ille ölüm ve yaralanma şart mıdır?

Elazığ İlimizin depremin meydana geldiği noktada, Tunceli'nin bu bölgelerinden daha uzak olan bölgeleri afet kapsamına alınmış ve burada hasar gören vatandaşlara ev yapılmaya başlandığı halde Tunceli'nin deprem bölgesine daha yakın olan ve hasar meydana gelen bu bölgeleri maalesef afet dışında tutulmuş ve afet zedelere herhangi bir yardım yapılmamıştır ve evleri yıkılanlar kendi kaderi ile baş başa bırakılmışlardır. Kışın yaklaşması nedeniyle burada yaşayan vatandaşlar çok zor durumda kalmaktadır.

AKP hükümetinin Tunceli iline karşı beslediği bu duyarsız ve haksız yaklaşımları nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin olaya el koyması gerekmektedir.

Bu itibarla 8 Mart 2010 depreminin Tunceli ilinde devletin tetkik elemanlarının tespit ettikleri boyutta depremin etki gösterip göstermediği ve depremzedelere yapılması gereken yardımları tespit etmek üzere Anayasanın 98. Maddesi ile İç Tüzüğün 104. ve 105. Maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) Kamer Genç                               (Tunceli)

2) Durdu Özbolat                           (Kahramanmaraş)

3) Tayfur Süner                              (Antalya)

4) Ahmet Küçük                             (Çanakkale)

5) Mehmet Ali Özpolat                   (İstanbul)

6) Ali Rıza Ertemür                        (Denizli))

7) Osman Kaptan                           (Antalya)

8) Ali Rıza Öztürk                          (Mersin)

9) Halil Ünlütepe                            (Afyonkarahisar)

10) Ali İhsan Köktürk                    (Zonguldak)

11) Nevingaye Erbatur                   (Adana)

12) Çetin Soysal                             (İstanbul)

13) Mevlüt Coşkuner                     (Isparta)

14) Ramazan Kerim Özkan            (Burdur)

15) Turgut Dibek                            (Kırklareli)

16) Sacid Yıldız                              (İstanbul)

17) Kemal Demirel                         (Bursa)

18) Ergün Aydoğan                        (Balıkesir)

19) Muhammet Rıza Yalçınkaya    (Bartın)

20) Ensar Öğüt                               (Ardahan)

21) Atila Emek                               (Antalya)

4.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 19 milletvekilinin, İstanbul’un çevre sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/875)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İstanbul'un çevre sorunlarına neden olan ulaşımdan, sanayiye, sağlık ve diğer alanların araştırılması, mühendis odalarınca tespit edilen çevre kirliliği değerlerinin dikkate alınarak önlemlerin belirlenmesi ve mevcut çevre sorunlarının önüne geçilebilmesi için gerekli tedbirlerin ortaya konulması için bir Meclis araştırma komisyonu açılması amacıyla Anayasanın 98'inci, İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılması için gereğini arz ederiz. 24.06.2010

1) Sebahat Tuncel                           (İstanbul)

2) Selahattin Demirtaş                    (Diyarbakır)

3) Gültan Kışanak                          (Diyarbakır)

4) Ayla Akat Ata                            (Batman)

5) Bengi Yıldız                               (Batman)

6) Akın Birdal                                (Diyarbakır)

7) Emine Ayna                               (Mardin)

8) Fatma Kurtulan                          (Van)

9) Hasip Kaplan                             (Şırnak)

10) Hamit Geylani                          (Hakkâri)

11) İbrahim Binici                          (Şanlıurfa)

12) M. Nuri Yaman                        (Muş)

13) Mehmet Nezir Karabaş            (Bitlis)

14) Mehmet Ufuk Uras                  (İstanbul)

15) Osman Özçelik                         (Siirt)

16) Özdal Üçer                               (Van)

17) Pervin Buldan                          (Iğdır)

18) Sevahir Bayındır                      (Şırnak)

19) Sırrı Sakık                                (Muş)

20) Şerafettin Halis                         (Tunceli)

Gerekçe:

İstanbul 13 milyon nüfusu ile en büyük kent olması, Türkiye sanayisinin % 80'ini barındırması ve göçün yoğunlukla yaşandığı bir şehir olmasından dolayı beraberinde pek çok çevre ve ekoloji sorununu da getirmektedir. Sanayi ve ekonomi merkezi olduğu gibi, pek çok ekolojik çeşitliliği de barındıran İstanbul, kentsel dönüşüm, çarpık kentleşme, su, toprak ve hava kirliliği gibi nedenlerle ciddi çevre sorunlarını içermektedir. Üçüncü köprü yapımının sağlayacağı ranttan dolayı son kalan İstanbul'un akciğerleri olarak belirtilen ormanlık alanların yok olması endişe vericidir. Kentsel dönüşüm adı altında, rant sağlanmaya çalışılmasından dolayı ise çoğu zaman şehrin dokusuna ve ekolojik yapısına dikkat edilmeden hareket edilmektedir.

Çevre Mühendisleri Odası'nın 2009 yılı İstanbul çevre raporunda, çarpık kentleşmeden dolayı sel baskınlarından büyük oranda etkilenildiği belirtilmektedir. Hava kirliliği, % 20'si taşıtların sera etkisi ve artan doğalgaz fiyatları nedeniyle de kömür kullanımının yaygınlaşmasına kaynaklanmaktadır. Sanayi kuruluşlarının sadece % 10'u çevre etki raporuna sahiptir. Raporda, Haliç vadisi, Şişli, Dudullu, Şirinevler, Güngören bölgeler kirlilik bölgeleri olarak tanımlanmıştır. Bu bölgelerde havada fazla bulunan partikül maddeler özellikle yaşlıların ve çocukların solunum sistemlerini olumsuz etkilemektedir. Taşıtların hava kirliliğine etkisi dikkate alındığında, özellikle toplu taşıma sistemlerinin geliştirilmesi ve arttırılması gerekliliği vurgulanmaktadır.

İstanbul'da bir diğer önemli kirlilik su kirliliğidir. İçme suyun karşılandığı Ömerli gibi barajlara atık suların karışmasından dolayı temiz içme suyuna ulaşmada sorunlar olmaktadır. İSKİ su verilerine göre İstanbul'da kayıp kaçak oranı % 24,24'tür. Teknik ve idari görevi, bu kayıp/kaçak oranını azaltmak, çağdaş ülkelerdeki gibi % 15 mertebesine indirmek olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bunun mali yükünü, suya yaptığı zamlarla halka yüklemektedir. Sağlıklı bir yaşam için gerekli günlük su tüketim miktarı Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre kişi başına günde 100 - 300 litre arasında kabul edildiği halde Türkiye'de ortalama kişi başı su tüketimi günde 111 litredir. Ayrıca kentten toplanan atık suyun da % 83’ü arıtılmadan denize verilmesi diğer önemli bir sorundur. Ticari araçların ve sanayi tesislerin atıklarının Marmara Denizine bırakmasıyla su kirliliği ciddi boyutlara ulaşarak su içerisindeki ekolojik hayatı da olumsuz etkilemektedir.

TÜİK verilerine göre yaklaşık 13.000.000 nüfusa sahip kentimiz İstanbul'da, 2009 yılında her gün 15.000 ton civarında evsel atık toplanmıştır. Katı atıklar için depolar olmasına rağmen halen ayrı olarak toplanması gereken katı atıkların toplanma oranı çok düşüktür. Tıbbi atıkların da bilimsel yöntemlerle depolanıp saklanması gerekmektedir.

İstanbul, yaklaşık 5.712 km2 yüzölçümüne sahip 15 milyonun üzerinde nüfuslu bir şehir olup, arazisi genelde birçok vadi ile birbirinden ayrılmış tepelerden oluşmaktadır. Plansız kentleşme yeşil alanları daraltmış, inşa edilen yüksek binalar hava sirkülasyonunu etkiler hale gelmiştir. Dolayısıyla yoğun nüfusun ve sanayileşmenin beraberinde getirdiği hava, su, gürültü ve toprak kirliliği ciddi çevre sorunları olarak baş göstermektedir. İstanbul'un çevre sorunlarına neden olan ulaşımdan, sanayiye, sağlık ve diğer alanların araştırılması, mühendis odalarınca tespit edilen çevre kirliliği değerlerinin dikkate alınarak önlemlerin belirlenmesi ve mevcut çevre sorunlarının önüne geçilebilmesi için gerekli tedbirlerin ortaya konulması için bir meclis araştırma komisyonu kurulmasını önermekteyiz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutuyorum:

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- KPSS ve ÖSYM’deki iddiaların araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 14/10/2010 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu’nun, 14.10.2010 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisini İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul’un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                            Muharrem İnce

                                                                                                                  Yalova

                                                                                                        Grup Başkan Vekili

Öneri:

27 Ağustos 2010 tarihinde, CHP Grup Başkanvekilleri Kemal Anadol, M. Akif Hamzaçebi ile Muharrem İnce tarafından; (398 sıra nolu) “KPSS ve ÖSYM’deki İddiaların Araştırılması” amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, Genel Kurul’un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 14.10.2010 Perşembe günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Grup önerisinin lehinde Engin Altay, Sinop Milletvekili.

Sayın Altay, buyurun efendim.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, ben bu Parlamentoda sekiz yıldır müteaddit defalar konuştum. Bugün yaptığım konuşma insani ve vicdani açıdan beni en çok inciten, rahatsız eden bir konuyla ilgili. Bunu peşinen belirtmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, otuz altı yıllık itibarı geçtiğimiz aylarda sıfırladık. Yani 1974’te ÜSYM, 1981’de de ÖSYM olarak Yükseköğretim Kuruluna bağlı olarak çalışan ve bir yılda yaklaşık kırk civarında sınav yapan, ALES gibi, TUS gibi, ÜDS gibi, hâkimlik, kaymakamlık, mali müşavirlik sınavları gibi, YGS, LYS gibi, her yıl 7,5 milyon insanın kaderini belirleyen bir kurum maalesef kirlenmiştir. Bundan büyük bir üzüntü duyuyorum.

Bütün sınavların olmazsa olmazı, sayın milletvekilleri, geçerlilik ve güvenirliktir fakat artık ÖSYM’yle ilgili yapılan iş ve işlemlerde ne geçerliliğinden ne güvenilirliğinden bahsetmek mümkün değildir.

Şimdi, sayın milletvekilleri, bu işin bir sorumlusu olması gerekmiyor mu? Oradaki bir memurun istifasıyla bu sorun sümen altı mı edilecek? Kuruluş kanunu olmayan fonksiyonel bir kurum. ÖSYM kimin uhdesinde? Yükseköğretim Kurulunun uhdesinde. ÖSYM başkanının görev, yetki ve sorumluluk içinde çalışması lazım. Görevse görevi var, sorumluluksa sorumluluğu var ama kanuna dayalı bir yetkisi yok. Böyle bir şey olabilir mi? Baştan beri büyük bir yanlıştır bu.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; vicdanlarınıza sesleniyorum. Biz bu olayı geçiştiremeyiz. Bu olay sadece 280 bin öğretmen adayının umutlarıyla ve geleceğiyle oynamanın -kaldı ki bu bile çok büyük bir ayıp- ötesinde, sizin devleti bütün kurum ve kurallarıyla kendi ideolojik kalıbınıza dönüştürme eylemidir diye düşünüyorum. Böyle olmadığını bugün alacağınız kararla zaten ya tasdik edeceksiniz ya böyle olmadığını yüce Türk milletine ispat edeceksiniz.

Sayın milletvekilleri, haddim olmayabilir ama ben size Anayasa’mızın 81’inci maddesindeki yemin metnini tekrar hatırlatmak istiyorum, hepimizin yaptığı şeref andını size tekrar hatırlatıyorum. Bugün itibarıyla bana göre, burada alacağımız kararla bu andı ya çiğnemiş olacağı ya çiğnememiş olacağız. Yüce Meclis bu durumu bugün sağduyunuzla alınacak bir kararla ya kurtaracak ya da bu olay parlamenter sistemimizde kara bir leke olarak tarihteki yerini alacaktır. Döneminizde Futbol Federasyonundan Pancar Ekicileri Kooperatifleri Birliğine, sanayi ticaret odalarından yüksek yargıya kadar bütün kurumları belli bir ideolojik kalıba sokmak derdinizin önünde KPSS’yi bir engel olarak görüyor idiyseniz onu bilemem.

Sayın milletvekilleri, 1999’da DMS, 3 Mayıs 2002’de de Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) sistemimize yerleşmiş ve çok doğru da yapılmıştır. Bu vesileyle merhum Bülent Ecevit’i rahmetle anmayı da bir görev sayıyorum. Sayın milletvekilleri, böylece Anayasa’nın 70’inci maddesi uzun zamandan sonra ilk defa geçerlilik kazanmıştır.

Bakın, 70’inci maddeyi hatırlatmak isterim: “Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir.

Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.” Madde 70. Siz ÖSYM’nin kirlenmesine seyirci kalarak tekrar bu maddeyi delip kamu alımlarında başka düşünceleri, başka ideolojik gerekçeleri ortaya koyacak, ona göre iş tutacaksanız onu bilemem ama KPSS, Türkiye’de kısmen de olsa partizanlığa, siyasi nüfuza, torpile, eş dost, yandaş kayırmacılığına son verilmesini amaçlamıştır ve 2009’a kadar da bu kısmen yürümüştür ancak, ta ki 2009’daki Polis Meslek Yüksekokulu sınavlarına kadar.

Sayın milletvekilleri, bu sınavlarda, ilk defa 2009’da Polis Meslek Yüksekokulu sınavlarındaki sorular malum bir cemaate yakınlığıyla bilinen bir dershanede öğrencilere -100 sorunun 85’i- deneme sınavı olarak uygulatılmış, tatbik edilmiş ve bu açığa çıktıktan sonra bildiğiniz sonuçlar yaşanmıştır ve şimdi 2010 KPSS Eğitim Bilimleri Sınavı’nda kabul edilemeyecek, hiçbir şekilde göz yumulamayacak bir rezalet, bir trajedi yaşanmıştır. Şimdi, 350 kişinin tam puan aldığı ve bunların 20 tanesinin de ya evli ya kardeş olduğu ve 3.200 kişinin 100 ve üstünde puanlarla, bu Kamu Personeli Seçme Sınavı’nın eğitim bilimleri sorularının bir organizasyonla, 99’daki gibi ÖSS kitapçığının çalınması şeklinde değil, bilinçli bir organizasyonla, içeriden dışarıdan, Hükûmetten, oradan buradan bir organizasyonla ÖSYM’nin ve KPSS’nin kirlendiği apaçık ortadadır. Diyebilir ki burada arkadaşlar: “Efendim, 2 Mayıs 99’da da ÖSS kitapçığı çalınmıştı.” Doğrudur. O adi bir hırsızlık olayıdır, adli bir vakadır ama bu ideolojik bir vakadır; bunu söylüyorum. Nitekim 99’da ÖSS kitapçığı çalındığında, sınavlar biliyorsunuz bir ay ertelendi ve hak, hukuk, adalet ifa edildi. Şimdiki manzara bu değildir.

Normalde böyle bir olay Sayın Başbakanın ve Hükûmetin değerli üyelerinin -Hükûmet gene yok- her vesileyle söyledikleri, hamaset yaptıkları, bu “ileri demokrasi” dedikleri ülkelerde bırakın bakan götürmeyi, başbakan götürecek bir olaydır. Şimdi, bizde ilgili memurun -bana göre ÖSYM Başkanı ilgili memurdur- istifası sanki yeterli gibi görülüyor. Asıl sorumlu Yusuf Ziya Özcan da Ünal Yarımağan istifa etmeden bir gün önce, şimdi oraya atanan memurla çekip baş başa bir görüşme yapıyor. Bu nasıl rezalettir böyle? Adam daha istifa etmemiş, bir soruşturma tamamlanmamış. Böyle bir şey olabilir mi?

Bakın, buradan söylüyorum: Bu bir rezalettir, bu bir hukuk ayıbıdır, bu bir skandaldır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, skandalları seyretme yeri değildir. Bu işin, bu rezaletin, Yusuf Ziya Özcan yönetsel ve idari sorumlusudur. Hükûmet bu rezaletin siyasi sorumlusudur ve bu Parlamento bu işin anayasal teminatı ve sorumlusudur. Dünyanın hiçbir ülkesinde apaçık ortaya çıkmış bir rezaleti seyreden, bunu yok sayan, buna seyirci kalan bir parlamento ben görmedim. İnşallah, inanıyorum ki bugün değerli oylarınızla, basiretinizle, iradenizle bu Meclis araştırmasının açılması yönündeki eğiliminizle, Parlamento bu gibi pisliklere, çirkinliklere seyirci kalmadığını, kalmayacağını hem Türkiye kamuoyuna hem de dünya kamuoyuna gösterecektir.

Şimdi, sayın milletvekilleri, bu rezaletin mağduru sadece 280 bin atama bekleyen öğretmen değil, bundan sonra ÖSYM’de TUS, ALES, hâkim-savcılık, mali müşavirlik, yüksek öğretime giriş sınavına girecek yıl çarpı 7,5 milyon insan artık mağdurdur. Kim ÖSYM’ye güvenecek?

Bakın burada söylüyorum: Kişisel hiçbir husumetim yok, ama ehliyet, liyakat bakımından o makama yakıştıramıyorum. Yusuf Ziya Özcan orada oturduğu müddetçe ÖSYM’nin güvenilirliğinden, geçerliliğinden, hakkaniyetinden söz etmek imkânı Türkiye’de ve dünyada kalmamıştır. Şimdi çözüm, Hükûmetin, bir kere, burada olmayan, hoş orta yerde de olmayan Hükûmetin her sabah kalkınca namazdan sonra Anayasa’nın 70 ve 49’uncu maddelerini ve her akşam yatsıdan sonra Anayasa’nın 70’inci ve 49’uncu maddelerini mutlaka ikişer defa okumaları lazım.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Suyunu içseler…

ENGİN ALTAY (Devamla) –  Şimdi, bakın Türkiye üst kurul enflasyonu, cenneti yaşıyor. Yani her şeyin bir üst kurulu var ve müthiş bütçeleri var bunların. Tütün Alkol Piyasasını Düzenleme ve Denetleme Kurulundan Tuz  Kuruluna kadar. Peki, şimdi böylesi, 7,5 milyon insanı, dolayısıyla Türkiye’yi geleceğe taşıyacak kamu yöneticilerini belirleyen bir sistemin, böyle YÖK’ün kenarına monte edilmiş bir sistemle bu işin yürütülebilmesi mümkün müdür? Yani bunun üst kurullar gibi, ÖSYM’nin tamamen yönetsel ve bütçesel olarak özerk bir kurul olması lazım. Siyasetin tasallutuna maruz kalmayacak bir kurul olması lazım sayın milletvekilleri…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUHARREM İNCE (Yalova) – 70’inci maddeyi okumazlarsa suyunu içsinler.

BAŞKAN –  Sayın Altay, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun efendim, lütfen.

ENGİN ALTAY (Devamla) –  Sayın Başkanım, iki dakika rica ediyorum, önemli bir konudur.

Şimdi, bunun adı yine ÖSYM olur ÜSYM olur, ama bunun böyle olması lazım. Bunu böyle yapmak da ne Hükûmetin görevidir ne YÖK’ün, bunu böyle yapmak Parlamentonun görevidir.

Şimdi, daha vahimi şudur, buna çok güldüm, şimdi siz de gülersiniz: Sayın Millî Eğitim Bakanımız şöyle bir açıklama yaptı: “Efendim, bundan sonra öğretmen alımlarını biz Eğitek olarak yapacağız.” Millî Eğitim Bakanlığına bağlı bir Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü vardır, bu SBS’leri falan yapar. Şimdi, bir kere, Eğitek’in böyle bir donanımı yok da demek ki Millî Eğitim Bakanı ÖSYM’nin artık güvenilir ve geçerli bir kurum olmadığını kabul etmiş oluyor. Peki, öğretmen alımlarını Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğüne yaptırdık. Peki, hâkim adayları, kaymakam adayları, mali müşavir adayları, üniversite sınavına girecek gençlerimizi ne yapacağız? Yani Sayın Bakan âdeta tuz kokmuşken etin peşinde. Sayın İnce bugün de söyledi, ortada kokmuş bir tuz var, eti bırakın. Bu işe seyirci kalan bir Parlamentoyu tasavvur hakikaten edemiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ENGİN ALTAY (Devamla) – Sayın Başkanım, bitiriyorum.

BAŞKAN – Sayın Altay…

ENGİN ALTAY (Devamla) – Bitiriyorum, teşekkür ediyorum Sayın Başkanım, hemen bitiriyorum.

BAŞKAN – Sayın Altay, hatipsiniz, güzel, saatlerce konuşursunuz da konu anlaşıldı yani yeni bir kurum kurulmasını söylüyorsunuz.

ENGİN ALTAY (Devamla) – Hemen Başkanım, bitirdim zaten.

BAŞKAN – Teşekkür cümlenizi alayım, buyurun.

ENGİN ALTAY (Devamla) – Sağ olun Sayın Başkanım.

Şu anda Türkiye, hâlen görev ifa eden, ÖSYM’ye güvenmediğini açıkça ilan bir Millî Eğitim Bakanıyla da karşı karşıyadır.

Sayın Başkan, şu notu atıyorum, bu da önemliydi: Bakın, toplumsal trajediye dönüşen bu sorun sadece 2010 yılında 14 intihar vakasına yol açmıştır. (Çorum Milletvekili Ahmet Aydoğmuş’un telefonla konuşması)

Ayıp ya! “Bir şey değil.” diyorsun ya! Çok teessüf ederim. Tutanaklardan da isminizi alacağım, bunu Türkiye’ye ilan edeceğim. 14 tane intihar vakasına “Bir şey değil.” diyen bir milletvekilinden de utanıyorum. Buna seyirci kalan Parlamento, milletin parlamentosu olamaz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

CEMAL KAYA (Ağrı) – Size demedi.

EYÜP AYAR (Kocaeli) – Telefonla konuşuyor.

HALİL MAZICIOĞLU (Gaziantep) – Sayın Vekilim, size dememiş, telefonla konuşuyordu.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Öyle şey olur mu ya!

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Telefonla konuşuyor ya.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Bilmem ben, bakacağım şimdi tutanağa.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Adam telefonla konuşuyor ya.

HALİL MAZICIOĞLU (Gaziantep) – Size dememiş.

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen…

Grup önerisinin aleyhinde Kocaeli Milletvekili Sayın Fikri Işık.

Buyurun efendim.

FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; KPSS skandalıyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisinin değerli milletvekillerinin verdiği araştırma önergesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin çok genç bir nüfusa sahip olması, bu genç nüfusun eğitiminin her geçen gün yükselmiş olması ve bu genç nüfusumuzun gerek yükseköğrenim hakkından yararlanmak gerek yükseköğrenim üstü birtakım haklardan yararlanmak gerekse kamuda memur olarak görev almaları için yapılan sınavların yapıldığı yer ÖSYM, bunu hepimiz iyi biliyoruz. Dolayısıyla ÖSYM’nin önemi ve güvenilirliği toplumda hiç ama hiç tartışılmaması gereken konulardan bir tanesi. Bugün, evet, ortaya çıkan olay, ben de Sayın Altay’a katılıyorum, tam bir skandaldır, ortaya çıkan olay tam bir rezalettir. Burada, zannediyorum, bu Mecliste grubu bulunan hiçbir partinin ayrı düşünmesi mümkün değildir. Dolayısıyla her kim bu skandala sebep olduysa, her kim bu skandala neden olduysa, bu skandalda bir ihmali olduysa mutlaka araştırılmalı, bulunmalı ve gereken cezaya çarptırılmalıdır. Toplumun vicdanı bu noktada mutlaka rahatlatılmalıdır.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Başbakan MİT’e görev verdi, MİT araştırıyor!

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Bu noktada, hiçbir partimizin -Meclis içinde olsun, dışında olsun- farklı bir düşüncesinin olacağına inanmıyorum.

Değerli arkadaşlarım, olay ortaya çıktıktan hemen sonra, olay patladıktan sonra, üç koldan bu konunun araştırılması, soruşturulması ve gereken işlemlerin yapılması için harekete geçilmiştir. Öncelikle, adli süreç hemen savcının olaya el koymasıyla başlatılmıştır. Orada her türlü araştırma, emniyet güçlerimizle birlikte savcılarımızın gözetiminde yapılmıştır ve şu anda, bu soruşturma gizli olarak devam etmektedir. Diğer yandansa idari soruşturma da -bir taraftan ÖSYM YÖK’e bağlı olduğu için- YÖK Denetleme Kurulu tarafından tüm boyutlarıyla yapılmaktadır ama aynı zamanda da Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu da olaya el koymuş, olayı tüm boyutlarıyla araştırıyor.

Dolayısıyla, bir skandalın ortaya çıkmasından sonra atılması gereken tüm adımlar ivedilikle atılmıştır. Ama şimdi, bu önergede bahsedildiği gibi, efendim, bu olayın AK PARTİ’nin efendim işte, aymazlığı veya başka birtakım sebeplerle AK PARTİ’yle ilişkilendirilmiş olması, en hafif ifadesiyle, açık bir bühtandır. Neden?

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Sizin döneminizde oluyor bu işler.

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Neden bakın…

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Niye daha önce olmuyordu bu işler?

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Bir dakika, geleceğim.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Hep şimdi oluyor.

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Geleceğim, geleceğim.

Bakın neden? Olay ortaya çıkar çıkmaz, Grup Başkan Vekillerimiz, Genel Başkan Yardımcılarımız, Millî Eğitim Bakanımız ve Başbakanımız, olayı şiddetle kınadılar ama soruşturmanın yapılması için de her türlü desteğin verileceğini açıkladılar. Ama şimdi, olayı…

ENGİN ALTAY (Sinop) – YÖK Başkanı niye çekilmedi görevinden? Bu işin sorumlusu YÖK Başkanı.

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Bakın değerli arkadaşlarım, biraz dinlerseniz. Olayın temel sebebini eğer burada gözlerden kaçırarak, olayı sadece YÖK Başkanına tahvil ederek, asıl suçluların ortaya çıkmasını engellemek gibi bir niyetin asla ve asla olmaması gerekir.

Şimdi, bu ÖSYM kime bağlı? YÖK’e bağlı. Peki, Sayın Başbakanımız, Sayın Deniz Baykal’a “Gelin, şu YÖK’ün yapısını değiştirelim.” YÖK, 1982’de kurulmuş. ÖSYM’nin de en son değiştirilen yönetmeliği 1982 biliyor musunuz. 1982’den sonra ÖSYM’de en ufak bir yönetmelik değişikliği olmamış.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Niye olsun?

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Niye olmamış? Neden olsun? Ya, çağ değişiyor, teknoloji gelişiyor, her türlü anlayış değişiyor. Siz bu anlayışa göre bir değişiklik yapamaz mısınız? Yaparsınız. Ama yapılmamış. Neden? Sayın Baykal’ın Sayın Başbakanımıza söylediği bir cümle var, diyor ki: “YÖK, rejim meselesidir, dokundurtmayız.”

E şimdi, YÖK’e bağlı ÖSYM var. ÖSYM’yle ilgili ne zaman iktidar bir adım atmak istese “Bu bir rejim meselesidir, biz dokundurtmayız.” derseniz ve bakın, bu skandalın ortaya çıktığı tarihte ÖSYM’nin Başkanı kim?

ENGİN ALTAY (Sinop) – Kaldıralım YÖK’ü, kaldıralım, hadi getirin.

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Sayın Ünal Yarımağan AK PARTİ İktidarı döneminde mi bu işin başına geldi veya bugün soruşturmanın selameti açısından açığa alınan 8 kişinin hangisi AK PARTİ İktidarında orada göreve başlatılmış? AK PARTİ’nin uzaktan yakından bu işle alakası yok.

ENGİN ALTAY (Sinop) – E parti üyesi olsaydı bir de, hayret bir şey ya!

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Ama siz eğer olayların asıl faillerini gizlemek amacıyla veya bir başka amaçla kalkar da bu işi sadece YÖK’ün daha iki yılını doldurmuş yönetimine tahvil etmeye kalkarsanız olayı saptırırsınız.

Evet, Türkiye’de ÖSYM mutlaka masaya yatırılması gereken bir kurumdur, çağın gerisinde kalmış bir kurumdur ve mutlaka ÖSYM’nin daha çağın gereklerine uygun, bilim ve teknolojik imkânlarla donatılmış yeni bir yapıya kavuşturulma zarureti vardır…

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – İktidar sizsiniz.

FİKRİ IŞIK (Devamla) – …ama bunu Hükûmet ne zaman dillendirse “Vay bunlar iktidar olarak ÖSYM’yi ele geçirmeye çalışıyorlar, bunlar iktidar olarak KPSS sınavlarını kaldırmaya çalışıyorlar.”

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Her şeyi ele geçirmeye çalışıyorsunuz, her şeyi.

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Bakın, Sayın Altay’ın söylediği: “Efendim, siz KPSS’den rahatsızsınız.”

ENGİN ALTAY (Sinop) – Evet.

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Hayır, hiç rahatsız değiliz. Aksine, bütün baskılara rağmen KPSS’nin devamı noktasında bugüne kadar en ufak bir taviz verilmemiştir, verilmesi de düşünülemez. Ha, ben de rahmetle anıyorum, merhum Ecevit’in bu ülkeye yaptığı en önemli iyiliklerden birisi bu KPSS sınavını getirmektir.

Evet, biz bu Anayasa’nın 70’inci maddesini çok iyi biliyoruz ve bunu uygulamak için de elimizden gelen her türlü gayreti gösteriyoruz ama siz, dün, kalkacaksınız “Biz ÖSYM’ye dokundurtmayız, biz YÖK’e dokundurtmayız, bunu rejim meselesi hâline getiririz.” diyeceksiniz, ondan sonra, YÖK Başkanı değiştikten sonra aynı rejim meselesi olan YÖK bu defa hedef tahtası hâline gelecek.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Gel şimdi dokunduruyoruz, gel kaldıralım, getir, bugün kaldıralım.

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Yani demek ki sizin derdiniz kurumsal bir değişiklik değil. Siz A şahsı gidip B şahsı geldiği zaman kurumu tamamen ya karşınızda ya yanınızda görüyorsunuz. Böyle bir anlayışla siyaset yapılır mı? Böyle bir anlayışla ülkenin gündemine, ülkenin yönetimine talip olunur mu? Değerli arkadaşlarım, bunu söyleyen sizin Genel Başkanınız. Eğer bakınız, şu anda…

H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Sekiz yıla kadar olmadı da son sekiz yılda neden oluyor?

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Efendim, şu son sekiz yılın neredeyse altı yıla yakın döneminde “YÖK’e dokundurmayız.” diye burada, Mecliste her konuşmada “Siz YÖK’ü ele geçirmeye çalışıyorsunuz, siz üniversiteleri ele geçirmeyi çalışıyorsunuz.” diyen grup hangi grup? (“Gitti.” sesi)

ENGİN ALTAY (Sinop) – Geçirdiniz zaten. Geçirmediniz mi?

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Gitti… Ha şu var, tabii, Cumhuriyet Halk Partisinin eski Genel Başkanı ama…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Osman Can nasıl profesör oldu? Osman Can nasıl profesör oldu bir anlatıver.

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Yani, Sayın Kılıçdaroğlu’yla biz artık Sayın Baykal’ın söylediği hiçbir şeyi kabul etmiyoruz, bizim kurumsal hafızamız yok diyorsanız…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Ayıp ya, ayıp ya!  Ayıp, demagogluk yapma ya! Fikri Bey hiç yakışmıyor sana.

FİKRİ IŞIK (Devamla) – …işte o zaman bizim size söyleyeceğimiz hiçbir şey yok.

Değerli arkadaşlarım, peki, çözüm nedir? Asıl, asıl…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Hiç yakışmıyor sana hiç! Hiç yakışmıyor sana!

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Bakın, açıp bir ay önceki, iki yıl önceki, beş yıl önceki metinlerinize bakarsanız bu işin kime yakışıp kime yakışmadığı ortaya çıkar. Yani sokakta geçerken ayağınıza bir taş düşse bunu mutlaka AK PARTİ Hükûmeti bizim ayağımıza dokunsun diye koymuştur… Bu mantıkla  muhalefet olmaz ki.

ENGİN ALTAY (Sinop) –  Herkesi dinliyorsunuz, taş da koyarsınız yani, ne var bunda?

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, ha nedir çözüm? Bir kere şunu söyleyeyim: Bir, ÖSYM kesinlikle çağdaş, şeffaf, güvenirliği en üst noktaya gelecek tarzda yeniden yapılandırılmalıdır. Bu konuda Hükûmet gerekli adımı atmıştır ve şu anda kanun tasarısı hazırlık aşamasındadır. Daha önce de defalarca bu konu üzerinde konuşulduğu anda işte olayı rejim meselesine getirenler bugün aslında bugünkü skandalın bana göre failleridir.

İki: Mutlaka, bu skandal her yönüyle ortaya çıkarılmalıdır. Peki, Meclis araştırması açılması konusunda, değerli arkadaşlarım, bu konu adalete intikal etmiştir, savcılık soruşturmayı tüm boyutlarıyla yürütmektedir.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bir de biz araştıralım.

FİKRİ IŞIK (Devamla) –  Müsaade ederseniz…

Bu yürütme şu anda gizlilik ölçüsünde bu adliyede, adalete intikal etmiş bir konudur. Bizim Meclis olarak birincisi bu soruşturmanın bitmesini beklemek gibi bir durumumuz var. Üç: Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu bu konuyla ilgili gereken çalışmaları yapmaktadır, raporunu hazırlama aşamasına gelmiş olduğunu ümit ediyorum. Dört: YÖK Denetleme Kurulu da raporunu hazırlama…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Işık, konuşmanızı tamamlayınız.

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Sayın Altay’a verdiğiniz süreyi verecek misiniz.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Biz muhalefetiz, sen ne süresi istiyorsun?

Sen iktidarsın.

BAŞKAN – Bir dakikalık süre verdim, bir de teşekkür süresi vereyim.

Buyurun.

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Yani muhalefet olmak her şeyi söylemek değil.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Konuşmayın iş yapın!

FİKRİ IŞIK (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlarım, bizim şu anda bu konunun tüm boyutlarıyla soruşturulması noktasında, soruşturmanın bir noktaya gelmesi, gizlilik kararının kalkması ve ondan sonra ortaya çıkan verilere göre Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuyu o zaman gündeme alıp değerlendirmesinin daha uygun olacağını düşünüyoruz. Zira soruşturmada gizlilik var. Türkiye Büyük Millet Meclisinin acaba devreye girmesi gizliliği engeller mi gibi bir endişemiz de var. Onun için biz bu araştırma önergesinin zamanın şu anda uygun olmadığını, soruşturmanın sonucunda ortaya çıkacak gerçeklerden sonra konunun tekrar değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bu vesileyle yüce Meclise saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Grup önerisinin…

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Efendim?

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım, çok kısa bir açıklama yapabilir miyim. 

BAŞKAN – Yerinizden mi açıklama yapacaksınız?

MUHARREM İNCE (Yalova) – Evet.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, grup önerisi tartışılırken böyle ilk defa oluyor.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Çok kısa…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Yani olmayan bir şey Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun bakayım Sayın İnce.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

3.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, ÖSYM Başkanının atanmasına ilişkin açıklaması

MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sadece bir küçük düzeltme yapmak istiyorum. Sayın Işık, Ünal Yarımağan’a, ÖSYM Başkanına “Bizim dönemimizde mi atandı?” dedi. Herhâlde şunu bilmiyorum: Ünal Yarımağan’ın, ÖSYM Başkanının ataması her altı ayda bir yenilenir.

FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Hiç önemli değil.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Yani Yusuf Ziya Özcan döneminde de her altı ayda bir ataması yapılmıştır, birinci bu.

FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – İlk atayan biz miyiz?

MUHARREM İNCE (Yalova) – İkincisi “Yani bu yıllardır niye çözülmüyor?” dedi. Sekiz yıldır iktidarsınız ve sekiz yıldır ÖSYM’nin bir kuruluş kanunu yok.

FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Sayenizde… Sayenizde…

MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Grup önerisinin lehinde Akif Akkuş, Mersin Milletvekili.

Sayın Akkuş, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- KPSS ve ÖSYM’deki iddiaların araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 14/10/2010 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; KPSS imtihanlarının bir skandal olduğu konusunda hem iktidar hem de muhalefet aynı sözleri söylüyor. Bu güzel bir gelişme. Tabii, ben bu skandalla ilgili verilmiş olan önerge üzerinde şahsım adına söz aldım.

Değerli milletvekilleri, aşağı yukarı yirmi-yirmi beş dakikadır burada bu konu görüşülmekte. Ancak bazı detaylarının daha açığa çıkması gerektiği kanaatindeyim. Bunları da söylemeye çalışacağım.

Değerli milletvekilleri, milletlerin hayatında eğitimin rolünün ne olduğunu burada bulunan bütün arkadaşlarımızın çok iyi bildiği kanaatindeyim. Tabii, bu ara, eğitimden kazanılanların da                  ölçme-değerlendirme ile ortaya konması gerekiyor. Yani biz, devletin herhangi bir organında çalışacak olan kişileri belirlerken, bunlar ne kazanmışlar bu eğitimden, ne kadar bilgi edinmişler, bunu millete, memlekete, devlete ne kadar verirler diye imtihanlar yapmak durumundayız.

Elbette ki nüfusumuz genç bir nüfus, hızla artan bir nüfus. Bunun sonucu olarak da talep çok fazla, özellikle devlet kademelerine girmeye talep çok fazla. Devlet de bu çok fazla istek içerisinde kendisine en uygun olabilecekleri seçmek, en uygun olabilecekleri gerekli yerlere yerleştirmek üzere “KPSS” adı verilen bir imtihan yapmakta ve bu imtihanla onları ilgili yerlere yerleştirmeye çalışmaktadır. Bu bakımdan, burada, KPSS imtihanlarına karşı çıkmak elbette ki söz konusu olamaz. Yani bir imtihan yapılacak nihayet. Bu, KPSS olur, başka bir adla yapılan imtihan olur, yine de vatandaşlarımız, yetişen insanlarımız seçilecektir.

Bu 2010 KPSS imtihanlarında çıkan skandala benzer bir skandal da yakın geçmişte polis imtihanında, polis olacakların, polis okullarına alınacakların imtihanında yaşanmıştı ve bu imtihan da iptal edilmişti.

Biraz önce arkadaşımızın biri belirtti. Zaman zaman bu skandallar çıkıyor ama bakıyoruz, bu skandalların aralığı azaldı. Ben yine ilk böyle büyük bir skandal olarak, 1973 yılında üniversite imtihanlarının iptaline sebep olan bir skandalın yaşandığını düşünüyorum. Sonra uzun bir ara bu skandallar yaşanmadı. Geldik 2009 yılına, polislik imtihanında bu skandal yaşandı. Bunun yanında da işte bu 2010 KPSS imtihanları skandalı ortaya çıktı. Yani bu bakımdan, arkadaşlarımızın “Niye bu skandallar bu şekilde sıklaştı?” deme hakları var sanıyorum.

5 Temmuzdan itibaren Türkiye KPSS skandalıyla sarsıldı ve cumhuriyet tarihimizin en büyük skandalının, imtihan skandalının yaşandığını görüyoruz. 2009’da, bir önceki KPSS imtihanında sınav birincisinin bile 120 soruyu tam yapmadığı… Sınav birinci olmuş ama 120 soruyu tam yapamamış. Bugün bakıyoruz, 500’den fazla kişi bu imtihanlarda soruların yüzde 100’ünü yapmış. Bu, tabii, böyle geçiştirilecek… “İşte bu dönem çok çalıştı öğrencilerimiz, gençlerimiz çok çalıştı, dolayısıyla bu soruların hepsini yaptı.” dememizin imkânı yok.

Tabii, ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan tartışmanın alevlenmesinin ardından eğitim bilimleri testinde 350 kişinin 120’de 120 net yaptığını açıkladı, daha sonra bu rakam biraz daha yükseldi. Belki Sayın Işık’ın biraz önce belirttiği gibi, eğer bu soruşturmalar ciddi bir şekilde yapılırsa, ben eminim ki bu sayı çok daha fazla artacak.

Bütün bunlar yaşanırken Türk Eğitim-Sen’den bir haber geldi, dedi ki: “28 Ağustos tarihinde sorular sızdırılmıştır ve bununla ilgili olarak da elimizde belgeler var.” Bu belgelerin açıklanmasının ardından kamuoyunda bu soruların sızdırıldığına dair ilişkiler ilk somut deliller olarak ortaya çıktı.

Burada, isminin baş harfi “B”, soy isminin “S” olan bir kişiden bahsediliyor, ilk soruları alanın bu olduğu ve bunun dağıttığı tarzında ancak sonradan bunun da, başka kişilerin de soruları dağıttığı ortaya çıktı.

İktidar yetkilileri, uzun süre KPSS skandalıyla ilgili gerçekten herhangi bir şey belirtmediler. Özellikle, her şeyin konuşulduğu referandum çalışmaları sırasında bunun üzerinde hiç durulmamış olması ve hiçbir şekilde bunun gündeme getirilmemiş olması milletimiz tarafından da bir hayli yadırgandı.

Tabii, bir müddet sonra, bu kopya olayı, kamuoyunda belli bir grup tarafından, özellikle bir cemaate yakın yandaş medya tarafından, sanki 3-5 kişinin yaptığı bir olay gibi gösterilmeye çalışıldı. KPSS’den soruların sızdırılması olayını mecrasından çıkarmaya çalışan bu güruh, kafa karışıklığı yaratmak için harekete geçti. Sanki bu yaşananlar teknoloji kullanılarak soruların çalınması olarak gösterilmeye çalışıldı. Elbette teknoloji sürekli gelişiyor. Birtakım, bu tür aksaklıkların, yanlışlıkların, kopyacılıkların yapılması mümkün ama biz, eğer, bu yetişen çocuklarımıza hak, hukuk gibi, adalet gibi nosyonları tam olarak verebilmiş olsaydık bunlar kendi haklarının dışına tecavüz etmezlerdi diye düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, KPSS skandalının yankıları sürerken Ünal Yarımağan istifa etti ve 9 kişi görevinden alındı. Gerçekten Ünal Yarımağan bu kopya olayında bir rol oynamış mıydı yahut, efendime söyleyeyim, kopya olayının yapılmasında bir dahli var mıydı? Biraz önce yine belirtildi, Ünal Yarımağan aşağı yukarı 1974 yılından beri o kurumda çalışan elamanlardan birisidir ve bu sahada oldukça yetkin birisi olduğu kanaatindeyim. Dolayısıyla böyle bir “Bu nereden geldi, kim getirdi?” polemiğine alet edilmesine gerek olmadığı kanaatindeyim.

Şimdi, burada deniyor ki: KPSS 2010 skandalında mini kulaklıklar kullanılmış. Kopya hadisesine karıştığı belirlenenlerin sayısının en az 400 olduğu düşünüldüğünde, 400 kişiye mini kulaklık nereden ve nasıl bulunuyor? Yani bunun bir ithal yoluyla gelmiş olması gerekir ki bunu gelirken de herhâlde bizim yetkili kurumlarımız tespit edebilirdi. Tabii, bağlantı bunlarla yani bu kulaklıkların dağıtılması işinde kim kullanıldı ve bu bağlantı nasıl sağlandı, bunlar araştırıldı mı, belli değil. Bir şebekeden bahsediliyor ve bu şebekenin imtihan sırasında kopya olayını organize ettiği belirtiliyor.

Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlar; ben tabii, üniversiteden gelmek hasebiyle birçok defa bu imtihanlarda gözcü olarak, sınıf başkanı olarak veya okul sorumlusu olarak bulunmuş birisiyim. Bu imtihanda görev alan kişiler okula geldikten sonra hangi sınıfta görevli olduklarını bilirler. Hâlbuki imtihandan beş altı gün önce bunun organize edildiği belirtiliyor. Eğer durum böyleyse çok daha vahim çünkü burada o okul yöneticilerinin de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun efendim, konuşmanızı tamamlayınız.

AKİF AKKUŞ (Devamla) – …bu çetenin içerisinde bulunması gerekiyor. Yani biz burada birilerini suçlarken, birilerinin bu kopya olayındaki müdahillik durumunu azaltmaya çalışırken daha büyük birtakım sorunlara doğru yol alıyoruz gibime geliyor.

Şimdi, birkaç soru var burada:

Bugüne kadar KPSS’de soruları sızdıranlar tespit edilmiş midir?

Soruları sızdıranların arkasında kim ya da kimler vardır?

Savcılık soruşturmayı niye sır gibi saklamaktadır?

Soruşturmada ilerleme sağlandıysa, soruşturmanın ucu başka yerlere ulaştığı için üstü örtülmeye mi çalışılmaktadır?

Değerli milletvekilleri, şimdi, KPSS skandalı sırasında iktidar partisine bağlı bazı kişiler “KPSS sınavını kurumlar yapmalıdır.” diyerek yeni bir teklif getirmiştir. Bu yeni teklif kamuoyundan destek görmediği gibi, ciddi eleştiriler de almıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür cümlenizi alabilir miyim Sayın Akkuş.

Buyurun efendim.

AKİF AKKUŞ (Devamla) – Bu sebeple, KPSS’yi ne Millî Eğitim Bakanlığı ne de diğer bakanlıklar yapmalıdır, bunun yerine gerek personel gerek altyapı bakımından güçlendirilerek ÖSYM yapmalıdır.

Değerli milletvekilleri, ayrıca ÖSYM bütçesi bile olmayan sözüm ona bir kuruluş, bunun YÖK’ten mutlaka ayrılması gerekiyor der, yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Grup önerisinin aleyhinde İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel.

Sayın Tuncel, buyurun efendim.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; CHP Grubunun araştırma önergesi üzerine usulen aleyhte söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Doğrusu bu araştırma önergesi vesilesiyle bir kez daha Türkiye'deki eğitim sistemini tartışmanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Bizim de Barış ve Demokrasi Partisi olarak bu sınav sistemine ilişkin bir araştırma önergemiz var.

Biz, ÖSYM kurumunun yapmış olduğu tüm sınavların toplum üzerindeki etkileri, sınavlarda etkilenen gençlerin, ailelerin, öğretmenlerin, doktorların yaşadığı sorunların ortaya konması, ortaya çıkan bulgulara göre eğitim alanındaki örgütlerin önerileri dikkate alınarak yeni bir sistemin nasıl oluşturulması gerektiğinin tartışılması amacıyla bir Meclis araştırması önerdik. Çünkü, bu sadece KPSS skandalıyla olan bir durum değil, aslında bugüne kadar eğitim sistemimizde yapılan sınavlarda her zaman için bir kopya meselesi gündeme gelse de asıl sorun bu sınav sisteminin kendisindedir. Çünkü, ilköğretimden itibaren üniversiteye kadar gençler her zaman için bir yarış atı gibi sınava girmek zorunda ve bazı şeyleri başarmak durumundadır. Özellikle bu sınavlarda da en çok elenenler ne yazık ki, yoksul emekçi insanların çocukları olmaktadır. Türkiye’de eğitim sistemi artık paralı hâle gelmiştir. Birçok şeyde bunu görebiliriz. Aslında, özellikle lisans yerleştirme sınavı -sürekli ismi değişti, artık bizim de kafamız karışıyor, her defasında yeni bir sistem oluyor- bu sistem kimi eliyor diye artık halkımız sormaya başladı.

Bu sınav sistemi en çok yoksulları eliyor, emekçileri eliyor, kadınları eliyor, Kürtleri eliyor, yani bu sistemden eşit hakları olmayanları eliyor. Dolayısıyla, üniversite sınavlarında, dikkat ederseniz, hep en son sırada Şırnak, Hakkâri, Siirt gibi iller geliyor. Biz, bunları gerekçe yapıp, sorgulayıp neden bu iller Türkiye ortalamasının çok altında, burada neden sorunlar yaşanıyor diye hiçbir zaman sorgulamadık.

KPSS sınavları için yine böyle. KPSS sınavları yapılıyor, insanlar bin bir emekle çalışıyor. Orası da bir rant hâline geldi. Artık KPSS konusunda çalışılacak sürekli kitaplar oluşturuluyor. Bu noktada insanlar kitap almak zorunda, hazırlanmak zorunda ve zar zor kazandığı sınavda da işte en son örnekte olduğu gibi, bakıyorsunuz, sınavı kazanmış, ama kopya çekildiği için sınav iptal edildi. Birçok insan, ataması beklenen öğretmenler bu konuda hâlâ bekliyor. Türkiye’de eğitim alanında yaşanan birçok sıkıntı var. Bu konuda çok ciddi sorunlarımız var.

Bu vesileyle, aslında bunları tartışmak, bu araştırma komisyonlarının oluşturulmasıyla birlikte bir kez daha eğitim sistemimizi ele almak gerekiyor.

Şu bir gerçektir: Artık, Türkiye’de sınava dayalı eğitim sistemi çökmüştür. Çünkü bu sınava dayalı eğitim sistemi, devlet okullarında da eğitimin yeterince nitelikli ve bilimsel olmadığını düşündüğünüzde, oradaki eğitim sisteminin verimli olmadığını da düşündüğünüzde dershaneleri gündeme getirmektedir. Dershaneler, 2002’de Türkiye’de 2.122 dershane varken, 2010 yılında 4.193 dershane olmuştur. Dolayısıyla bu dershanelere ancak ekonomik olarak durumu iyi olan, çocuklarını dershaneye gönderebilecek aileler göndermektedir.

Bunun dışında, çocuklarını dershaneye gönderemeyen ya da özel hoca tutamayan birçok ailenin çocukları aynı sınava, aynı koşullarda aynı sınava girmektedir. Aslında bu, eşitlik duygusunu da zedeleyen bir noktadır. Dolayısıyla, parası olan daha iyi olanaklardan yararlanıyor ve sınavda daha başarılı oluyor ve parası olmayan da bu sınavdan baştan elenmiş oluyor.

O açıdan da eğitim sisteminin -böyle- değişmesi gerekiyor. Hükûmet adına konuşan arkadaşımız dedi ki: “Biz ÖSYM’nin yeniden düzenlenmesi konusunda bir kanun teklifi hazırlıyoruz.” Keşke Sayın Milletvekili, hazırlamadan önce, hem bu alanda çalışma yapan eğitim kurumları, sivil toplum örgütleri, siyasi parti temsilcileriyle de bir araya gelseniz ve “Bu sorunu nasıl çözebiliriz? Biz bu sorunun altından nasıl kalkabiliriz? Yaşanan sorunlar nedir?” diye ortaklaşsaydınız. Bugüne kadar -üç yıldır Parlamentodayız- hep böyle oluyor. İktidar “Ben yaptım oldu, siz de kabul etmek durumundasınız.” diye sayısal çoğunluğunu bir otorite olarak kullanıyor ve ne yazık ki, biz, Türkiye’nin sorunlarını çok sağlıklı olarak tartışamıyoruz. Gündemleri çok sağlıklı olarak tartışamıyoruz. Yaşadığımız sorunlara çözüm gücünü çok sağlıklı olarak tartışamıyoruz. Bunlar ciddi sıkıntılar diye düşünüyorum.

Avrupa Birliği ülkeleri -Türkiye, Avrupa Birliğine aday ülkelerden birisi- Avrupa Birliği, bu sınav sistemini ve eğitim sistemini çözmüş durumda. Mesela Hollanda’da hiç sınav sistemi yok. Öğrenciler kendi ilgi alanlarına göre, yeteneklerine göre üniversiteye yerleştiriliyorlar. İsveç ve İzlanda gibi İskandinav ülkelerinde de üniversite giriş sistemi merkezî bir şekilde yapılmıyor; mülakatla yapılıyor, ilgi alanlarına göre öğrenciler değerlendiriliyor. Dolayısıyla buna göre daha nitelikli, bilimsel çalışan insanlar yetiştiriliyor, bilim insanları yetiştiriliyor. Kaldı ki Türkiye’de, eğitim kurumlarında da üniversitelerde de ne kadar iyi bir eğitim verildiği meselesi her zaman için tartışma konusudur. Bu, ne iktidarın ne muhalefetin tek başına çözebileceği bir konu değil. Aslında bu eğitim sistemini Türkiye’de herkesin bir şekilde tartışması gerekiyor; geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerin nasıl yetişeceği, bilimsel, demokratik bir üniversite ortamının nasıl sağlanacağı, insanların yeteneklerine göre, gerçekten kendi ilgi alanlarına göre alanlarda çalışma koşullarının nasıl yaratılacağı…

Şimdi, üniversiteler iş yerleri gibi olmuş yani insanlar tercih yaptığında, aslında “Hangi alanı seçersem, örneğin öğretmen olursam dışarıda kalmam ya da mühendis olursam dışarıda kalmam, hangi alanda olursa iş bulabilirim.” üzerinden tercih yapmaktadır. Bu da bilim insanı yetiştirilmesini engellemektedir sayın milletvekilleri. Dolayısıyla, sadece işçiler yetiştiren üniversitelerin olması ve bunun üzerine kilitlenen bir ülkede demokratik bir siyasetin, demokratik bir eğitimin, demokratik bir yönetimin de olması mümkün değildir. O açıdan da bu durum bu kadar önemlidir.

Mesele sadece KPSS’deki yolsuzlukların araştırılması değildir. Evet, bu araştırılmalıdır. Bu sınav sisteminde nasıl oluyor da sorular çalınıyor, buna nasıl izin veriliyor ve bundan sonra bunun engellendiğini nasıl bileceğiz? Bunlar önemlidir. Ya da engellenecek sistemler nasıl olacak, denetimi olacak mı, öğrenciler bunu denetleyebilecek mi, veliler denetleyebilecek mi, öğretmenler denetleyebilecek mi? Yoksa, sadece bir kurulun insafına mı bırakılmış bu sistem? Bu, önemli bir noktadır, dolayısıyla bunun araştırılması gerekir. Ancak, bu araştırmayla birlikte, bu Parlamentonun yeni bir çalışma başlatması gerekiyor. Türkiye’deki sınav sistemini değiştirecek, artık çocuklarımızın “sınav” diye strese girmediği, psikolojilerinin bozulmadığı, bunun için para harcamak zorunda kalmadığı bir alanın yaratılması gerekiyor ve eğitimde eşitlik sağlanması gerekiyor. En temel sorunun bu olduğunu düşünüyoruz. Eğer gerçekten eşit koşullar sağlansa, bu ülkede her sınav sonucunda Siirt, Hakkâri, Şırnak son sırada yer almaz, her şeyde üniversiteye giren öğrenciler arasında bu kadar uçurum olmaz.

Diğer bir konu da, zaten üniversiteyi bitirmek de yetmiyor. Birçok üniversite mezunu insan işsiz, özellikle ataması yapılmayan öğretmenler, bu konu da çok daha ciddi bir problem. Biliyorsunuz “sözleşmeli öğretmenlik” diye bir şey geliştirildi. Bu sözleşmeli öğretmenlik, aslında bizim eğitim sistemine nasıl yaklaştığımızla çok alakalı bir durum. Sözleşmeli öğretmenler her gün “İşten çıkartılır mıyım?” psikolojik baskısıyla derse gitmekte ve bu konuda hatta otuz günden fazla rapor alan öğretmenlerin sözleşmeleri feshedilmektedir. Böyle bir toplumda gerçekten bilimsel, demokratik bir eğitimin olması ve gençlerin, çocukların buna göre yetiştirilmesi ne kadar sağlıklıdır? Buna sayın milletvekilleri karar versin diye düşünüyorum.

Biz, Barış ve Demokrasi Partisi olarak her ne kadar CHP grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunsak da bu araştırma önergesinin dikkate alınması gerektiğini, bunun sadece muhalefetin sorunu olmadığını, iktidardaki arkadaşlar her ne kadar kendileriyle ilgili el kaldırıp indirme şeyinde sadece grup başkan vekillerini dikkate alıyorlarsa da, bu defa vicdanen, çocukların geleceğini ilgilendiren ve belki de içinizde sizin çocuklarınızın da geleceğini ilgilendiren böyle bir konuda vicdanen sorumluluk sahibi olması gerektiğini düşünüyoruz. Zaten bu sistemin de artık değişmesi gerekiyor. Bazen düşünüyorum, tek başına iktidar iyi bir şey değil galiba, koalisyon olsa en azından herkesin görüşü tartışılır, tek başına iktidar olduğunda, dikkate almadığınızda önergeler kabul edilmiyor, reddediliyor. Bu güne kadar bizim verdiğimiz bir önergenin kabul edildiğini görmedik, hep iktidar sayı çoğunluğuyla reddetti. Umarım bu defa böyle olmaz. Bu, çocuklarımızın geleceğini ilgilendiren bir mesele, ne iktidar ne muhalefet siyasi çıkarlar konusunda bunu bir iktidar çatışmasına dönüştürmemeli. Çocuklarımızın geleceği açısından böyle bir araştırma önergesine onay vermesini öneriyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Erçelebi, buyurun efendim.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

4.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, CHP Grup önerisine ilişkin açıklaması

HASAN ERÇELEBİ (Denizli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu araştırma önergesi, zaman olarak ve içerik olarak doğrudur. Biz, 1999 yılında KPSS’yi koyarken bütün yurttaşlarımız arasında hak ve adaletin eşit ve tarafsız olarak dağıtılması için koymuştuk. Bugün görüyoruz ki, hak ve adalet dağıtması gereken bu sınav, haksızlığın ve adaletsizliğin dağıtıldığı, hak yendiği bir görünüm almıştır. Yakın zamana kadar en güvenilir kurum olan ÖSYM, bugün artık sınav yapamaz hâle gelmiştir, her yaptığı sınav elinde kalır hâle gelmiştir. Ancak, görüyoruz ki iktidar partisi “Bizimle alakası yok bu işlerin.” derken ÖSYM’nin yıllardır başında bulunan Sayın Ünal Yarımağan’ın istifa ettirilerek yeri boşaltılmış ve yerine ÖSYM’den hiç anlamayan, ölçme değerlendirmeden hiç anlamayan, sadece “öğretim üyesi” unvanı olan bir kişi getirilmiştir. Bu, gerçekten, soruların çalınması kadar bilimsel açıdan vahim bir olaydır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erçelebi, teşekkür ediyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, grup önerisinin oylamasından önce Başkanlığımıza intikal eden bir yoklama talebi vardır, yoklama talebinde bulunan arkadaşlarımızın burada olup olmadığını tespit edeceğim:

Sayın Anadol? Burada.

Sayın Hamzaçebi? Burada.

Sayın Altay? Burada.

Sayın Öztürk? Burada.

Sayın Keleş? Burada.

Sayın Ergin? Burada.

Sayın Arat? Burada.

Sayın Yıldız? Burada.

Sayın Günday? Burada.

Sayın Sönmez? Burada.

Sayın Özdemir? Burada.

Sayın Ünlütepe? Burada.

Sayın Genç? Burada.

Sayın Erenkaya? Burada.

Sayın Dibek? Burada.

Sayın Harun Öztürk? Burada.

Sayın Diren? Burada.

Sayın Atay? Burada.

Sayın Paçarız? Burada.

Sayın Barış? Burada.

Sayın İçli? Burada.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şimdi yoklama talebini yerine getireceğim.

III.- Y O K L A M A

BAŞKAN – Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- KPSS ve ÖSYM’deki iddiaların araştırılması amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 14/10/2010 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)

BAŞKAN – Grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.

IX.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- Plan ve Bütçe Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN – Plan ve Bütçe Komisyonunda boş bulunan, bağımsız veya grubu bulunmayan milletvekillerine düşen bir üyelik için İstanbul Milletvekili Hasan Macit aday olmuştur.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay Kanunu Teklifi ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe komisyonları raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay Kanunu Teklifi ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (2/594) (S. Sayısı: 510) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon raporu 510 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Alınan karar gereğince, bu teklif, İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle teklif, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Teklifin tümü üzerinde söz talebinde bulunan milletvekili arkadaşların isimlerini arz ediyorum: Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Hakkâri Milletvekili Hamit Geylani, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, AK PARTİ Grubu adına İstanbul Milletvekili Alaattin Büyükkaya. Şahsı adına söz alan 30 civarında milletvekili arkadaşımız var, onları tek tek okumuyorum.

Hakkâri Milletvekili Sayın Hamit Geylani’yi, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum.

Buyurun.

BDP GRUBU ADINA HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 510 sıra sayılı Yasa Teklifi’nin tümü üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

                                  

(x) 510 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Değerli arkadaşlar, devletin mali yapısının sağlıklı, düzenli, hukuki ve verimli işleyebilmesinin tek yolu, iyi bir kamu mali kontrolü sisteminin var olmasından geçer. Bu da kamu mali yönetiminde şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkesi ile olanaklıdır diye düşünüyoruz. Ayrıca yaşamın her alanında özellikle kamuya ilişkin dallarda şeffaflık toplumun bir vazgeçilmezliğidir.

Kamu mali kontrolünün sorunsuz işlemesi ise bağımsız ve güvenilir bir denetim mekanizmasının oluşturulmasıyla ancak mümkündür ve bu denetimin tüm kamu yönetimini kapsamasını ve uluslararası denetim standartlarına uygun olmasını da kaçınılmaz olarak görüyoruz.

Türkiye’de, mali kontrol ve denetimiyle, Anayasa’nın 160’ıncı maddesine göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Sayıştay görevli ve yetkili kılınmıştır.

Yürürlükteki 832 sayılı Sayıştay Yasası çağın ihtiyaçlarına yanıt vermemiş, zaman zaman kısmi değişikliklere uğramıştır. Bu kısmi ve çözüm getirmeyen değişiklikler kültürü, bence, ağırlıklı olarak, Türkiye’de, başta Anayasa olmak üzere, bütün yasa değişikliklerinde geçerlidir çünkü bu yama değişiklikler, sorunları kökten çözmediği gibi, kökten çözüm noktasındaki değişikliklerin önünü de kapatmaktadır. Son Anayasa değişikliğinde de aynı kültürle karşı karşıyayız. Onun için, tüm değişiklikler ve yeni düzenlemeler Türkiye’de kamu mali denetiminin gerçek anlamda uygulanmasına yetmemiştir. Türkiye, bir yolsuzluklar cenneti hâline gelmiştir.

Türkiye’deki siyasi yolsuzluk ve kirlenmelere paralel bir şekilde ekonomik kirlilik de ülkenin imajını sarsmakta ve toplumun büyük ölçüde tepkisine neden olmaktadır. Her nedense bu ülkede toplumun demokratik tepkileri de hep zorluklarla, hep antidemokratik baskılarla bastırılmaktadır. Onun için, bakınız, Avrupa Birliği hukukuna uyum çerçevesinde son yıllarda sivil kurumların denetimi, gerçek anlamda olmasa da, en azından denetim yapılabilmektedir. İşte tüm bu denetimlerin, sonuç alması noktasında, artırılması ve şeffaflaştırılması gerekir diye düşünüyoruz. Ne var ki, askerî kurumların bütçeleri ile devlete ait ellerindeki mal ve silahların denetimi hâlâ gerçek anlamda yapılmamaktadır ve araştırılmamaktadır.

Her alanda olduğu gibi, mali alanda da askerî bütçe kalemlerinin dokunulmazlığı ve bir tabu hâline geldiğini görmekteyiz. Demin de söylediğimiz gibi, bu silahların çok değişik yasa dışı hadiselerde kullanıldığı, basında ve kamuoyunda bu bilindiği hâlde, ne yazık ki, yetkili makamlar tarafından bu silahların nereden geldiği, nereye gittiği ve hangi olayda kullanıldığı konusunda denetim yapılıp kamuoyuna herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır.

Bugüne kadar Meclisin askerî bütçe ve harcamaları üzerindeki denetiminin güçlendirilmesiyle ilgili ciddi hiçbir ilerleme de kaydedilmemiştir. Halkın özgür iradesiyle seçilen Meclisin bu çekincesini ve bu denetimi neden yapmadığı konusunu da anlamakta doğrusu güçlük çekiyoruz. Bize göre bunun çok temel bir nedeni vardır çünkü bugünkü tarih itibarıyla da bu Mecliste halkın özgür iradesinin yansımadığını yüzde 10’luk seçim barajı nedeniyle görüyoruz. Temsilde adaletin olmadığı bir noktada denetimin ve istikrarın olamayacağı gerçeği karşısında, bence işte bu konudaki can alıcı konularda denetimin yapılmadığının gerçeği ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde ihale projelerinin çoğunun finansmanını sağlayan Savunma Sanayii Destekleme Fonu hâlâ Türkiye Büyük Millet Meclisinin kontrolünün dışında olan bütçe dışı bir fon olmaya devam etmektedir.

Hazine Müsteşarlığının verilerine göre bu fonun 2007’deki gelirleri 2,8 milyar TL’yi geçmiştir. Bu rakam Başbakanlık dâhil on bakanlığın bütçesinden daha da fazladır.

Meclisin güvenlik ve savunma politikaları oluşturma yetkisi bulunmamaktadır. Askerî harcamaların denetimi konusunda harcama sonrası dış denetim Anayasa’ya göre Sayıştay tarafından yapılabilmektedir. Ancak bu denetim muhasebe kayıtlarına dayanmaktadır ve masa başı incelemeleri şeklindedir. Denetçilerin yerinde inceleme yapmasına izin verilmemektedir. İşte, demin söylediğimiz gibi, askerî vesayet başta siyaset olmak üzere diğer tüm kamu kurum ve kuruluşlarının ve bakanlıklarının üzerinde hâlen somut bir şekilde belirleyiciliğini koruduğu için bu denetim masa başında yapılmakta ve gereken araştırma ve incelemeler bu denetimin dışında kalmaktadır.

Nitekim, 2003 yılında Bayburt’ta bir askerî karargâhta yaşanan olay hâlâ hafızalarda canlılığını korumaktadır. Hatırlanacağı üzere Sayıştay denetçileri burada denetim yapmak istemiş ancak askerî bir yönetmelik gerekçe gösterilerek denetçilerin yasal görevlerini yerine getirmelerine izin verilmemiştir. İşte, bu askerî yönetmelik gücünü, varlığını, dokunulmazlığını ve devletin yetkili kurulları, yetkili bireylerini hangi noktada engelliyor, bence bunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Bu izahatı da Hükûmetin yetkililerinin vermesi kaçınılmazdır diye düşünüyoruz. Onun için diyoruz ki yetersiz denetimler çete örgütlenmelerinde de ortaya çıkmış ve kendisini çok çarpıcı bir şekilde göstermektedirler. Son zamanlarda çeşitli evler ve gecekondu semtlerinde ortaya çıkarılan Makine ve Kimya Endüstrisi menşeli bomba ve cephanelikler de buna en iyi, çarpıcı somut örneklerdendir.

Yine, askerî ihalelerde ortaya çıkan yolsuzluklar, askerî harcamalarda denetim yetersizliğini ortaya çıkarmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, bunlara ek olarak, askerî birlik ve alanlara yakın yerlerde bilinçli ya da ihmal suretiyle bırakılan patlayıcı maddeler de çok sayıda çocuğun yaşamına mal olmuştur. Bunun örneklerini her gün görsel ve yazılı basında ibretle izlemekteyiz. Genellikle Kürt coğrafyasındaki illerde, bu savaş ortamından da kaynaklı, şiddet ve çatışma kültürünün egemen olduğu bu yerlerde gün geçmiyor, herhangi bir ilde, ilçede veya herhangi bir yerleşim biriminde ortaya, demin de belirttiğimiz gibi, bilerek veya bilmeyerek -bilmeyerek de olsa yine olayın vahameti bence çok yüksektir- Makine ve Kimya Endüstrisine ait patlayıcı bir parçanın bulunması, bir boş kovanın bulunması, patlamamış bir top mermisinin bulunması bu tür hadiselere neden olmaktadır ve çocuk-büyük demeden çokça canın kaybına da mal olduğunu hep görüyoruz, işitiyoruz, duyuyoruz değerli arkadaşlar. Bu hadiseye en son örneği Şırnak’ta yaşadık. Buldukları patlayıcı maddeyle oynayan çocuklardan biri yaşamını yitirirken, diğeri ise ağır bir şekilde yaralanmıştır. Yine, hatırlayacaksınız, 25 Mayıs 2010’da Van’ın Özalp ilçesinde yine askerî birliğe yakın bir yerde buldukları el bombasıyla oynayan çocuklardan biri yaşamını yitirmiş, 4’ü de ağır bir şekilde yaralanmıştır. Bu ve benzer hadiseler günü birlik tekrarlandığı hâlde, devletin, özellikle de bu konuların önlenmesinde sorumluluk sahibi olan Hükûmetin bu olayların üstüne yeterince gereği gibi gitmediğini ve bu hadiseleri de ortadan kaldırmadığını üzüntüyle müşahede ediyoruz.

Evet, ne yazık ki, gün geçmiyor ki bu tür olaylarda yaşamını yitirmeyen insanlarımız olmasın. Tüm bunlar, askerî mühimmatın denetimsizlik nedeniyle başka amaçlar doğrultusunda kullanılmasından kaynaklanıyor. Onun için denetimlerin şeffaf olması, denetimlerin gerçekten mevcut antidemokratik yasaları da aşarak gerçekten uluslararası hukuk normları çerçevesinde yapılması durumunda bu olayların en azından asgariye indirilmesi kaçınılmaz olacaktır.

Değerli arkadaşlar, burada bir parantez açarak izninizle birkaç cümleyle kışlalarda yaşanan şüpheli intihar ve ölümlere de değinmek istiyorum çünkü daha dün Muğla’da 2 asker silahla öldürüldü, çok kısa, henüz hafızalarda. Son iki üç yıldır kışlalarda artan şüpheli intihar ve cinayet olaylarının mutlak surette araştırılması gerekiyor. İşte tüm bu araştırmalar demokratik denetimin birer parçasıdır. Eğer demokratik denetim kültürü ve hukuku bu ülkede egemen olursa bu tür kuşkulu intiharların, bu tür kasıtlı veya kasıt dışı patlamalar sonucu ölümlerin de sonunun alınacağını düşünüyoruz çünkü adına “intihar” denilen ve 100’den fazla kişinin yaşamına mâl olan bu olayların büyük bir çoğunluğunun -ki ailelerin de görüşleri böyledir- cinayet olabileceği üzerinde durulmaktadır. Onun için, bunun yasal boyutunun da eksik kaldığını düşünüyoruz. Her intihar iddiası olayından sonra eğer hem askerî mahkeme -yargıç ve savcılar- hem sivil otorite ve sivil otoritenin gerçekleştireceği denetim sonucunda bu intiharların nedenleri, gerekçeleri veya doğru olup olmadığı araştırılsaydı ve bu konuda ihmali olan hem asker bürokrasinin hem sivil bürokrasinin denetimlerde gereklerini yapmadıkları noktasında sorgulamaları yapılsaydı, yargılamalarına başvurulsaydı bu intiharların da olamayacağı veya en azından asgari düzeye düşeceğini düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlar, İnsan Hakları Derneğinin hazırlamış olduğu rapora göre son yirmi yılda en az 401 askerin ölümünün şüpheli olduğu tespit edilmiştir. Bu konuda Meclise verilmiş çokça sayıda araştırma önergesi de vardır ama tüm bu çok önemli gördüğümüz araştırmalarla birlikte bugüne kadar iktidar kanadı tarafından tüm soruşturma önergeleri reddedildiği gibi, bu araştırmaların yapılmaması noktasında da gene ne yazık ki negatif bir tavır sergilenmektedir.

Umarız ve dileriz, Parlamentomuz bu konuda da biraz daha sağduyulu davranıp bu konunun araştırılması amacıyla bir komisyon oluşturulması için gereken özeni gösterecektir.

Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliğine uyum sürecinde yeniden şekillenen kamu mali yapısı Sayıştay Yasası’nda da değişiklik yapılmasını zorunlu hâle getirmiştir ama ne yazık ki bizim mevcut antidemokratik sistemimizin tüm bu çağcıl değişimler karşısındaki tavrı, gereksinimi hep gecikmeli olarak devam etmektedir.

Görüştüğümüz yasa teklifinin de, olumlu düzenlemeler barındırmakla birlikte kamu mali kontrol ve denetiminin yapılmasında yetersiz olduğunun altını çizerek tekrar vurgulamak istiyoruz.

Değerli arkadaşlar, Sayıştay, her şeyden önce bağımsız ve tarafsız olmalı, üyelerinin seçim yöntemi de bu anlayışa göre ve siyasetten arınmış bir biçimde düzenlenmelidir. Ama, ne yazık ki, son Sayıştay seçiminde -bu Meclisteki sonuçlanan seçime de baktığımız zaman- çok şeffaf, çok demokratik, çok hukuki ve çok siyaset dışı olmadığını son günlerde de gördük, gözlemledik. Dün Anayasa Mahkemesine seçilen üyenin seçiminde de aynı kültürü yine birlikte yaşadık. Artık, Türkiye’nin, bu antidemokratik kültürden ve bu hukuksuzluklardan, salt antidemokratik birtakım değişimler sonucunda meydana gelen yasalara sarılma ipinden vazgeçmesi gerektiğini de söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, gerçi, mali denetim böylesi özgür iradeye sahip bir anlayış ve cesaretle olanaklı olur. Bu demokratik ve hukuki cesaretin er geç egemen olmasını umuyor ve diliyoruz.

Meclis İç Tüzüğü’nde yapılacak bir düzenlemeyle yeniden Sayıştay komisyonunun kurulması gerektiğine inanıyoruz. Zira, var olan düzenlemeyle Sayıştayın işlevi Plan ve Bütçe Komisyonu içinde giderek küçülmektedir. Oysaki, Türkiye'nin mali politikasını belirleyen böylesi önemli bir kurumun, bağımsız ve işleve kavuşmuş bir komisyon eliyle yürütülmesi gerektiğini belirtmek istiyoruz. Demokratik ülkelerdeki işleyişte, bağımsız komisyonlar eliyle bu mali konular yürütülmektedir, hatta, mali denetim komisyonlarının başkanları da muhalefet kanadından seçilmektedir. Ama nerede Türkiye’de bu siyasi irade, bu siyasi kültür? Muhalefet kanatlarının mali konulardaki bir komisyonun içinde belirleyici olmaları -bakınız, dikkatinizi çekiyorum- ne kadar beraberinde o çalışmanın şeffaflığını getirecektir ama Türkiye’nin ne yazık ki bu cesaret, bu irade ve bu kültürden uzak olduğunu görüyoruz. Böylece kamu maliyesinde hesap verme işi şeffaflaşarak hortumlanan devlet kasasının güvencesi sağlanmış olur diye düşünüyoruz, böyle komisyonun bağımsızlığıyla.

Değerli arkadaşlar, bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu tekrar saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Geylani.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Mustafa Kalaycı, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 510 sıra sayılı Sayıştay Kanun Teklifi’nin geneli üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızda bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Dünya Bankası tarafından yapılan ve en yaygın kullanılan tanıma göre, yolsuzluk, kamu gücünün özel çıkarlar için kötüye kullanılması şeklindedir. Çoğunlukla yolsuzluk davranışları kamu gücünü elinde tutan politikacılar ile kamu görevlileri esas alınarak açıklanmaya çalışılmaktadır. Denetim ise yolsuzluğun engellenmesine katkıda bulunur ve kamu kaynaklarının suistimal ve israf edilmesinde caydırıcı bir rol oynar, kuralların ve yasaların uygulanmasında keyfîliği azaltır ve kamu yönetiminde saydamlığa katkı sağlar. Yolsuzluğun engellenmesine yönelik oluşturulacak stratejilerin başarısı, kamu yetkisini ve gücünü elinde bulunduran kişilerin denetim kurumlarının etkisiyle hesap verme sorumluluğunun artırılmasına bağlıdır. Dolayısıyla, oluşturulacak etkin bir denetim sistemi, kamu yönetiminde hesap verme sorumluluğunun geliştirilmesine ve şeffaflığın sağlanmasına katkıda bulunacaktır. Bu noktada, parlamentolar adına dış denetim yapan Sayıştay denetiminin önemi ortaya çıkmaktadır. Parlamentoların halk adına egemenliği kullanma araçlarından birisi, kurumların ve yöneticilerin her türlü eylem ve işlemlerini denetleyebilme yetkisine sahip olmasıdır. Dolayısıyla Sayıştay denetiminin etkinliği Parlamentonun egemenlik hakkını daha etkin kullanması anlamına gelmektedir. Türk Sayıştayı da Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkının kullanımına ve denetim görevini yerine getirmesine katkı sunan çok önemli bir anayasal kurumumuzdur. Bütçe hakkı Parlamentoya vatandaşlar adına gelir toplama ve bu gelirleri belirli alanlara ve amaçlara tahsis etme yetkisini vermektedir. Bu hakkın kullanılması, kamu malî yönetim sisteminin belirlenen usullere uygun şekilde denetlenmesi sorumluluğunu da beraberinde getirmiştir.

5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrolü Kanunu özü itibarıyla kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanılmasını, hesap verebilirliğin ve malî saydamlığın sağlanmasını amaçlamaktadır. 5018 sayılı Kanun’un 68’inci maddesinde dış denetime ilişkin hükümler yer almaktadır ancak bu Kanun’un yürürlüğe girdiği 2005 yılından itibaren, aradan beş yıl geçmiş olmasına rağmen, bu Kanun’da düzenlenen hükümler doğrultusunda bir işlem yapılmadığından, kamu idarelerine ait dış denetim raporları hazırlanıp Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmamıştır. Sayıştay tarafından hazırlanması gereken dış denetim raporlarının sunulmaması nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetim görevini gerektiği şekilde yapamadığı ortadadır. Bu itibarla, çok geç kalınmış olsa da, 5018 sayılı Kanun’la uyumlu yeni Sayıştay kanununun çıkarılması kamu mali yönetimi ve kontrolü açısından önem arz etmektedir.

Belediye şirketleri, Merkez Bankası gibi kurumların denetim kapsamına alınması, denetlenmeyen hiçbir kamu kaynağı ve kurumunun olmaması, dış denetimde iki ayrı kurum yerine Yüksek Denetleme Kurulunun Sayıştayla birleştirilmesi, performans denetimi yapılması, Milliyetçi Hareket Partisinin yolsuzlukla mücadele projesinin önerileri arasında da yer almaktadır. Bu itibarla, bazı eksik bulduğumuz konular ve karşı çıktığımız bazı hükümler olmakla birlikte bu teklife genel olarak olumlu yaklaşıyoruz.

Ülkemizde büyük boyutlara ulaşmış olan yolsuzlukları önlemeden, ne tam işleyen bir hukuk devletine ne de sağlam bir ekonomiye sahip olmak mümkün olacaktır. Toplumun huzur ve refahının sağlanması yolsuzluklardan arındırılmış temiz bir toplum idealinin gerçekleşmesi ile mümkün olacaktır. Onca denetim kurumumuz olmasına rağmen Türkiye’de her alanda yaygın bir hâle gelen, toplum hayatını, demokratik rejimi ve ahlaki değerleri tahrip eden yolsuzluklar kamu vicdanında kanayan bir yaradır. Aslında denetimin başarısı için pek çok faktör bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri; açık görev ve yetki, bağımsızlık, yeterli kaynak ve personel olarak sıralanabilir. Türkiye’de denetim sisteminin etkin olmamasının önemli nedenlerinden biri denetim standartlarının geliştirilmemiş olmasıdır. Denetimden beklenen yararların elde edilebilmesi için denetim kurumlarının yapısında, denetim elemanlarının niteliklerinde ve denetim faaliyetlerinin yürütülmesinde standartların belirlenip uygulamaya geçirilmesi gerekir.

Ülkemizde kamu idarelerinde iç denetim, teftiş, soruşturma, dış denetim fonksiyonlarının uluslararası standartlar dikkate alınarak yeniden tanımlanması ve oluşturulacak standartlara işlerlik kazandırılması gerekmektedir. Ülkemizde denetim kurumlarının ve denetim elemanlarının bağımsızlığı ilkesine, uluslararası denetim standartlarında belirtildiği şekilde uyulmamaktadır. Denetimin planlanmasından yürütülmesine kadar, adına denetimi yapılan makamlar tarafından müdahale edilmektedir. Bunların sonucu olarak, denetimden kaçınma, denetim bulgularının, sonuçlarının örtbas edilmeye çalışılması veya değiştirmeye zorlanması gibi durumlarla karşılaşılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de yolsuzlukla mücadele ile ilgili yanlış bir varsayımdan da hareket edilmektedir. Sanki sadece denetim kurumları görevliymiş gibi bir kanaat vardır. Aslında, bünyesinde kasıt ve gizlilik ögelerini barındıran, yolsuzluğun önlenmesi ve ortaya çıkarılması teknik bir konudur. Maalesef konunun gerektirdiği teknik bilgilenme ve uzmanlaşma ülkemizde yaygınlaşmamıştır. Bilgisayar teknolojisinin de gelişmesiyle birlikte çağdaş ülkelerde mali denetim artık örnekleme yöntemi yerine tam denetim şekliyle gerçekleştirilmeye çalışılmakta, tüm iş süreçlerinin ve sonuçlarının denetlendiği faaliyet denetimine dönüşmektedir. Türkiye’de ise mali denetim genel olarak yasal mevzuata uygunluğun denetlendiği “uygunluk denetimi” adı altında gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.

Diğer yandan, yolsuzlukla mücadele etmek amacıyla her türlü sahtecilik ve yasa dışı faaliyetlerle mücadele metotlarını oluşturmak, geliştirmek, kamu kurum-kuruluşlarında inceleme ve soruşturma yapmak üzere bir yolsuzlukla mücadele birimi kurulması mutlaka gerekmektedir. Bu birimin baskı ve etki altında kalmasını önlemek amacıyla özerk bir yapıya sahip olması gerekmektedir. Yolsuzlukla mücadele politikaları sadece yasal düzenlemelerin yapılmasından oluşmamalı, bunun yanında toplumsal desteği de arkasına almaya çalışmalıdır. Yolsuzlukla mücadelenin belki de en önemli safhası, toplumun yolsuzluk olgusunu meşru görmemesi ve yolsuzluk yapanlar hakkında işlem yapılması için yetkili makam ve mercileri harekete geçirerek girişimlerde bulunmasıdır.

Söz konusu mücadelede ilk adım tabii ki siyasi iktidardan gelmelidir. Zira ilk adım en tepeden gelmezse yolsuzlukla mücadele eden kuruluşların başarı şansı oldukça azdır. Ancak ülkemizde ne gariptir ki siyasi çıkarları için devlet imkânlarını sonuna kadar kullanmayı kendisine hak gören bir Sayın Başbakan bulunmaktadır. Seçim çalışmalarında devletin uçağını, helikopterini, arabasını, tüm imkânlarını kullanmasıyla ilgili, özellikle Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı, Sayın Genel Başkanım Devlet Bahçeli’nin eleştiri ve uyarılarına Başbakan şöyle cevap vermiştir: “Kardeşim, sen Başbakan Yardımcısı olduğun zaman oluyor da ben gezdiğim zaman niye rahatsız oluyorsun?” Bir defa, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Başbakan Yardımcısıyken devlet malına karşı gösterdiği hassasiyeti, parti çalışmalarında partinin araç ve imkânlarını kullandığı herkes tarafından bilinmektedir. Yine Sayın Başbakan “Biz makam sahibiyiz. Makam sahibi makama tahsisli olanı kullanır. Bu, onun en doğal hakkıdır.” diyor ve “Bunlar 60’lı yılların politikaları” diye de eleştirenleri suçluyor.

Taşıt Kanunu’na göre kendinize zorlamayla da olsa bir hukuki kılıf uydurabilirsiniz. Ama seçim çalışmalarında devlet imkânlarının kullanılmasını siyasi etikle nasıl bağdaştırabiliyorsunuz, inancımıza nasıl sığdırabiliyorsunuz? Esas bunlara cevap verilmesi gerekmektedir. Türk milleti “Fırat’ın kenarında bir koyunu kurt kapsa bu sebeple Allah’ın beni hesaba çekmesinden korkarım.” diyen, devlet işlerinde devletin mumunu, kendi işinde kendi parasıyla aldığı mumu kullanan Hazreti Ömer’in adalet ve devlet anlayışını asırlardan beri kendisine şiar edinmiş bir millettir. Dolayısıyla bunlar, 60’lı yılların politikası değil, bizim inancımızdır. Saçı bitmemiş yetimin dahi hakkı olan devlet malına karşı hassasiyetimiz, kul hakkı olması nedeniyle Allah’tan korkmamızdır.

Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmetinin denetim anlayışı da siyasi zihniyetine uygun bulunmaktadır. Kendileri ve yandaşlarının her türlü usulsüzlük ve yolsuzları meşru görülebilmektedir. AKP Hükûmetinde, muhalif belediyeleri ve vatandaşları ortada bir suç olmaksızın cezalandırmak isteyen, kendi partililerine ve mensuplarına ise fırsatçı ve ayrımcı tutum içinde olan bir iktidar anlayışı bulunmaktadır; denetimi de kendi siyasi çıkarları doğrultusunda bir baskı aracı ya da masa başında aklama vasıtası olarak kullanmaktadır. İçişleri Bakanlığının muhalefet belediyeleri üzerinde uyguladığı baskıya ve aleni bir şekilde yaptığı ayrımcılığa örnek olarak, Konya’nın birbirine komşu iki ayrı ilçe belediyesinde yaşananları kısaca size anlatmak istiyorum.

Karapınar ilçemizde Belediye tarafından bir firmaya yaptırılan su arıtma tesisi bakım onarım işi ihalesiyle ilgili olarak bir Belediye Meclisi üyesi tarafından, görevi kötüye kullanmak, yürürlükteki yasalara uymayarak devleti zarara uğratmak iddialarıyla Karapınar Belediye Başkanı hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur. Karapınar Cumhuriyet Savcılığının 7 Eylül 2009 tarihli talebi üzerine, İçişleri Bakanlığınca yapılan inceleme sonucu, İçişleri Bakanı tarafından verilen 12 Mart 2010 tarihli onayda söz konusu ihalenin Kamu İhale Kanunu’nun 22/c maddesine göre doğrudan temin usulüyle yapıldığı belirtilerek “söz konusu arıtma tesisi bakım onarım ihalesinin dokuz ayrı bölüm hâlinde yapılması ihale tekniği ve ihale mevzuatına aykırı ise de, bilgi eksikliği ve tecrübe yetersizliği nedeniyle böyle bir yola başvurulduğundan, 4483 sayılı Kanun hükümleri gereğince adı geçen hakkında işlem yapılmasına gerek olmadığı” gerekçesiyle Belediye Başkanı hakkındaki iddiaları işleme koymamıştır.

Değerli arkadaşlarım, bilgi eksikliği ve tecrübe yetersizliği, usulsüz ihale yapmanın, kanuna aykırı ihale yapmanın, devleti zarara uğratmanın hukuki gerekçesi olabilir mi? Kaldı ki Karapınar Belediyesi 1882 yılında kurulmuştur, yani yüz yirmi sekiz yıllık belediye. Ama AKP’li İçişleri Bakanına göre bilgi eksikliği ve tecrübe yetersizliği var.

Diğer taraftan, Ereğli ilçemizde “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, ihaleye fesat karıştırmak, edimin ifasına fesat karıştırmak, çıkar sağlamak” suçu kapsamında, Konya Emniyet Müdürlüğü mali polisleri tarafından geçen ay, 28 Eylül 2010 tarihinde bir operasyon yapılmıştır. Belediye Başkanının evi sabah yedide, iki ekip tarafından dört saate yakın aranmış, 2 belediye başkan yardımcısı, şoför dâhil 11 kişi aynı aramalara muhatap olmuştur. Aynı gün belediye binası kuşatılmak suretiyle akşama kadar süren aramalar yapılmıştır. İhale dosyaları, satın alma dosyaları emniyete götürülmüştür. Aramalar basına duyurulmak suretiyle yapılmıştır. Böylelikle operasyon haberi ülke sathında tüm medyada yer almıştır. Bu uygulama sonucu Belediye Başkanı ve çalışma arkadaşları ile aile efradı küçük düşürülmüş, şeref, haysiyet ve itibarlarıyla oynanmış, rencide edilmiştir. Böylesi ağır bir suç iddiasıyla ilgili olarak gerek operasyon gününde gerekse bugüne kadar gözaltına alınan kimse yoktur. Kim ne yapmış, nasıl organize şekilde suç işlenerek çıkar sağlanmış, bugüne kadar bir açıklama da olmamıştır.

Görüyorsunuz değil mi? İhale tekniği ve ihale mevzuatına aykırı ihale yapıldığı açık bir şekilde tespit edilmesine rağmen, AKP’li Karapınar Belediye Başkanı hakkındaki iddialar AKP’li İçişleri Bakanı tarafından işleme konulmuyor ama MHP’li Ereğli Belediyesinde ortada hangi ihalede veya kararda suç işlendiği dahi belli olmaksızın, çıkar amaçlı suç örgütü kurma kapsamında bir operasyon düzenlenerek bütün dosyalar alınıp götürülüyor ama on altı gündür ne suç belli ne de suçlu belli! Bu nasıl anlayış, bu nasıl denetim, bu nasıl adalet?

Bilindiği gibi, belediyelerin bütün iş ve işlemleri Sayıştay ve İçişleri Bakanlığının denetimine tabidir. Buradan soruyorum: Madem sadece dosyaları alıp götürecektiniz, niye operasyon yapıp insanların onuruyla oynuyorsunuz? Dosyaları istediniz de verilmedi mi? Müfettiş gönderdiniz de dosyalara baktırmadılar mı? Benim Belediye Başkanım o dosyalar için “Benim iftihar dosyalarım.” diyor. Herhâlde götürülen dosyalarda bir suç oluşturacak belge arayışı var. Yine anlaşılan o ki on altı gündür bir suç veya suçlu da bulunamamış. Artık bu saatten sonra isnat edilebilecek bir suçun inandırıcılığı olabilir mi değerli arkadaşlarım? Belli ki yapılanlar tümüyle siyasi ama Milliyetçi Hareket Partisiyle ilgili hangi hesap içinde olursanız olun, ne yaparsanız yapın bizi ve arkadaşlarımızı yıldıramazsınız. Elbette keser döner sap döner, bir gün gelir hesap döner. Bunlar asla unutulmayacaktır, bu yapılanların hesabı AKP Hükûmetinden ve ilgililerden elbette sorulacaktır.

Değerli milletvekilleri, AKP’nin “Daha çok demokrasi” sözleri sadece slogan mahiyetindedir. Demokratik rejimi diğer yönetim şekillerinden ayıran en önemli fark, yönetenler ile yönetilenler arasındaki açık, şeffaf, saydam ilişkiler ağı ile bu sistemin oluşturması arzulanan temiz, ahlaklı, dürüst ve erdemli siyaset anlayışıdır. Demokratik yönetimler gizli kapaklı ilişkilerin, karanlık hesapların, tezgâh altı münasebetlerin görülmediği; kayırmaların, arka çıkmaların, yandaşlara peşkeş çekmelerin olmadığı faziletli idareler olmalıdır.

AKP döneminde enerji ihalelerinden toplu konut ihalelerine, belediye ihalelerinden belediye imar düzenlemelerine, doğal gaz alımlarından akaryakıt kaçakçılığına, ilaç alımlarından gümrük işlemlerine, hastanelerin tedavi faturalarından eczanelerin reçete düzenlemelerine, yeşil karttan fakirlere yapılan sosyal yardım uygulamalarına, üniversite sınavlarından kamu personel sınavına kadar usulsüzlük ve yolsuzluk iddialarının girmediği alan, uygulama, işlem, konu, kurum kalmamıştır.

Bu itibarla buradan bir açıklamada bulunacağım: Malum, kamu kaynaklarının, tüm kamu fonlarının, kamu faaliyetlerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi adına dış denetimi Sayıştay tarafından yapıldığından, bu kanun teklifinin görüşmeleri boyunca birçok yolsuzluk iddiası Milliyetçi Hareket Partisi tarafından gündeme getirilecektir ve bu iddialarla ilgili ne yapıldığı sorulacaktır. Bunu da bilgilerinize sunuyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi, kuruluşundan beri toplum hayatını, demokratik rejimi ve manevi değerleri tahrip eden ahlaki yozlaşmanın önlenmesini ve yolsuzlarla mücadeleyi millî siyaset anlayışının temel unsuru olarak görmüştür. Bugün toplumsal barışı ve demokratik sistemin varlığını tehdit eden, devlet kurumlarına olan güveni sarsan ve toplumsal tahribata neden olan ahlaki kirlilik ve yolsuzluklarla kararlı ve etkin bir mücadele için temiz siyaset, temiz yönetim, temiz toplumun tesisi artık kaçınılmaz hâle gelmiştir.

Ülkemiz, Türkiye Büyük Millet Meclisinden başlayan temizlik iradesi ile temel ahlak yasalarının altyapısını oluşturmalı ve girişimlere vakit kaybetmeden başlamalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kalaycı.

MUSTAFA KALAYCI (Devamla) – Siyaset kurumunun faaliyetlerini ahlaki süzgeçten geçirecek, siyasete etik bir temel ve form kazandıracak siyasi ahlak yasası Meclisten acilen çıkarılmalıdır. Milletvekili dokunulmazlıkları makul esaslara bağlanmalıdır. “Yok efendim, başkalarının da dokunulmazlığı var, memurların da dokunulmazlığı var.” gerekçeleri geçersizdir; kaldı ki buyurun, hangi dokunulmazlık varsa, kimin ne dokunulmazlığı varsa kaldıralım, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak buna hazırız. Siyasi partilerin gelir kaynakları ve harcamaları şeffaf hâle getirilmeli ve etkin denetlenmelidir. Milletvekilleri, belediye başkanları ve üst siyasi yönetim kadrolarının görev öncesi ve görev sonrası mal bildirimleri kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Yolsuzluklarla topyekûn mücadele için bir millî program hazırlanarak, önlenmesi, takibi ve koordinasyonu sağlamak amacıyla özerk yapıda bir yolsuzluklarla mücadele kurulu oluşturulmalıdır.

Sayıştay Kanun Teklifi’nin ülkemize, milletimize, Sayıştayımıza hayırlı olmasını diliyor, hepinize teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kalaycı.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Akif Hamzaçebi.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayıştay Kanunu Teklifi’nin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım. Sözlerime başlarken sizi saygıyla selamlıyorum.

Son derece önemli bir konuyu düzenleyen bir kanun teklifini görüşüyoruz. Sayıştay, 1982 Anayasa’mıza göre kuruluşu, görevi Anayasa’da düzenlenmiş olan bir kurumdur. Türkiye’nin anayasa geleneğine baktığımızda, başlangıçtan bugüne kadar Sayıştay’ın sürekli olarak, devamlı olarak anayasalarda düzenlendiğini görürüz. 1924 Anayasası, 100’üncü maddesinde Sayıştayın Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlı olarak görev yapacağını ta o günlerde ifade etmiştir, bir anayasa hükmü olarak karara bağlamıştır. 1961 Anayasası, yine aynı şekilde Sayıştayı bir anayasal kurum olarak düzenlemiştir. Osmanlı dönemine gittiğimizde Sayıştayın köklerinin oralarda olduğunu görürüz. 1862 tarihinde o dönemin padişahı Abdülaziz tarafından irâde-i seniyye ile kurulmuş olan bir kurumdur. Bu kadar köklü bir kurumu görüşüyoruz, onun görevlerini, yetkilerini ve diğer görev alanıyla ilgili diğer unsurlarını düzenleyen bir kanun teklifini görüşüyoruz.

Sayıştayın anayasal bir kurum olarak düzenlenmiş olması bir tesadüf sonucu değildir. Bütün dünyada da veya gelişmiş demokrasilerde de sayıştaylar birer anayasal kurum olarak şekillenir. Sayıştayların anayasada yer almasının nedeni, bireyin temel hak ve özgürlüklerinin de anayasalarda düzenlenmiş olması nedeniyledir. Bireyin hak ve özgürlükleriyle sayıştaylar arasında çok yakın bir ilişki vardır. Sayıştayın görev alanıyla, yaptığı görevlerle sağlamak istediği hususlarla bireyin temel hak ve özgürlükleri arasında çok yakın bir ilişki vardır. Birer toplumsal sözleşme olan anayasalar, başlangıçta devletin kuruluşuna ilişkin birer metinler iken, tarihî gelişimi içerisinde, bireyin temel hak ve özgürlüklerini de düzenleyen, onları güvence altına alan metinler hâline dönüşmüştür. Bireyin temel hak ve özgürlüklerini koruyacak olan devlet, aynı zamanda, bu hak ve özgürlüklere müdahale edebilecek en büyük güçtür. Dolayısıyla, anayasalar, bireyin hak ve özgürlüklerini, buna müdahale edebilecek en büyük güç olan devlete karşı güvence altına alır. Anayasalar, bu konuda devletin, özellikle de kuvvetler ayrılığı ilkesinin benimsendiği ülkelerde, yasama ve yürütme organlarının gücüne karşı koruma altına alır. Yasama ve yürütme organlarının gücü anayasada sınırlanırken, bu sınırlamayı aynı zamanda diğer mali konularda da görürüz. Anayasalar, bireyin hak ve özgürlüklerini koruma amacıyla devletin gücüne yönelik sınırlamalar yaparken, devletin mali konularda neler yapacağına veya yetkilerinin sınırlarının ne olduğuna ilişkin düzenlemeler de yapar. Bütçe, bütçenin nasıl yapılacağı, bütçe harcamalarının hangi esaslara dayanacağı, bu harcamaların kaynağını oluşturan vergilerin nasıl toplanacağı, bu vergilerin oranları ne olacaktır, hangi ölçüye, hangi ilkeye göre alınacaktır, bütün bunların temel ilkelerini de anayasalarda görürüz. Bizim anayasa geleneğimiz de bundan farklı değildir.

Neden bütçeye ilişkin hükümler veya vergilere veya kamu harcamalarına ilişkin temel hükümler anayasalarda yer alır? Bu “bütçe hakkı” kavramından ileri gelmektedir. Demokrasilerde kamu harcamalarına, millet adına, onun seçilmiş temsilcileri karar verir yaptıkları bütçelerle. Bütçe, hangi harcamanın nereye, nasıl yapılacağına ilişkin bir belgedir. Bu bütçeleri, halkın temsilcilerinden oluşan parlamentolar yapar. Yine bu harcamaların finansmanını oluşturacak olan vergilerin de hangi kaynaklardan nasıl alınacağı, hangi oranlarda alınacağı -eşit mi alınacak, adalet ilkesine göre mi alınacak, başka ölçülere göre mi alınacak- buna da yine milletin temsilcileri olan parlamentolar karar veriyor; buna “bütçe hakkı” diyoruz. İşte, bu bütçe hakkının -yani aslında milletin kendisi karar veriyor, millet adına onun temsilcileri karar verirken- millete ait olan bu bütçe hakkının usulüne göre kullanılıp kullanılmadığı, kurallar çerçevesinde kullanılıp kullanılmadığı, kamu harcamalarının gerçekten milletin istediği yerlere yapılıp yapılmadığı, bu harcamalardan milletin beklediği faydanın elde edilip edilmediği, bu vergilerin, bu harcamaları yaparken onu yapabilmek için toplanan vergilerin usulüne göre toplanıp toplanmadığı, buralarda bir yanlışlık olup olmadığı; bütün bunları millet adına bir kurumun denetlemesi ihtiyacı vardır, bu ihtiyaç nedeniyle sayıştaylar doğmuştur. O nedenle, sayıştaylar yürütme organının içerisinde bir kurum değildir, yasama organına bağlı olarak görev yapar; bu tesadüfi bir bağlantı değildir. Türkiye'nin Anayasa geleneğinde de 1924’ten bu yana sayıştaylar Anayasa hükmü olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlı bir şekilde görev yaparlar.

Bu uzun açıklamayı yapma ihtiyacını şundan duydum: Sayıştay anayasal bir kurumdur, Meclis adına denetim yapacaktır. Meclis adına denetim yaparken bağımsız olmak zorundadır. Görevinde bağımsız olacaktır. Uluslararası standartlar, INTOSAI denetim standartları da bunu söyler. İkinci standart der ki: “Sayıştay ve denetçisi bağımsızdır.” der.

Bu tasarıyı, bu teklifi değerlendirirken Sayıştayın bağımsızlığını zedeleyen bir unsur var mı, dolayısıyla öncelikle buna bakmamız gerekir. Zedeleyen, Sayıştayın bağımsızlığını gölgeleyen düzenlemeler olduğu için bu açıklamayı yapma ihtiyacını duydum.

Değerli arkadaşlar, her şeyden önce, bu teklifin hazırlanma usulü, Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmesi ve görüşülmesi usulünün uygun olmadığını ifade etmek isterim. Anayasal bir kurum olduğu için, doğal olarak, Sayıştaya ilişkin bir teklifi milletvekilleri verecektir, bunda herhangi bir tereddüt yok ama böyle bir teklifin Sayıştay Genel Kurulunda hemen görüşülüp o görüşün Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmiş olması gerekir. Bu görüşme nelerden sonra gerçekleşti, çok sonra gerçekleşti. 22’nci Parlamento Döneminde böyle bir teklif yine gelmişti, o teklif hiç görüşülmedi örneğin Sayıştay Genel Kurulunda. O zaman biz çok şiddetli eleştiriler yönelttik Cumhuriyet Halk Partisi olarak, neden Sayıştay Genel Kurulunun görüşü yok diye. O görüş daha sonra ikmal edildi bu teklifte ama üzüldüğüm, üzüntü verici bir durumu sizin bilginize sunmak isterim. Sayıştay Genel Kurulunun bu teklife ilişkin görüşleri Genel Kurul kararıyla belirlendikten sonra, Plan ve Bütçe Komisyonunda o görüşün Komisyon üyelerine ifade edilmesi gerekir. O görüşün Plan ve Bütçe Komisyonunda sahibi yoktu, Sayıştay adına oraya oturan arkadaşlarımız o görüşün temsilcisi değillerdi. Onlar Sayıştay Genel Kurulunun görüşünü bir kenara attılar, kendi görüşlerini yani bu teklif paralelindeki görüşlerini ifade ettiler. Bunu, Sayıştayın kurumsal kimliğine, tarihî geçmişine, şanına, şöhretine, vakarına uygun bulmuyorum. Plan ve Bütçe Komisyonundaki bu tutum Sayıştaya veya Sayıştayın oradaki temsilcilerine yakışmamıştır, Sayıştay bunu hak etmemiştir. Bu teklifi böyle bir atmosferde görüşüyoruz, böyle bir geçmişi olan teklifi görüşüyoruz.

Teklif çok uzun, seksen beş maddelik bir teklif. Teklifin çok büyük bir bölümünde Cumhuriyet Halk Partisi olarak itirazımız yok, çok büyük bir bölümüne destek veriyoruz. Şurada, ben size beş konu sayacağım. Beş konu dışındaki düzenlemelere Cumhuriyet Halk Partisi olarak destek verdik ancak beş konuda herhangi bir uzlaşma sağlama imkânımız olmadı. Bu beş konuda titizlenmemizin nedeni de Sayıştayın bağımsızlığı gölgeleniyor, Sayıştayın bağımsızlığı zedeleniyor, bağımsızlık elden gidiyor. Titizlenme nedenimiz bu, başka bir şey değil. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi, Anayasa değişiklikleriyle yargıya hâkim olmaya çalışırken -şimdi o Anayasa değişikliğinin sonuçlarını izliyoruz- öte yandan Anayasa değişikliğine gerek duymaksızın böyle bir teklifi  Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçirip yasalaştırmak suretiyle de Sayıştaya hâkim olmak istiyor. Bir partizan yaklaşım görüyoruz burada.

Şimdi bunları size saymak isterim, hangi konularda, hangi nedenlerle itirazlarımız var. Birincisi, Sayıştayın örgütlenme modeli. Bütün dünyada sayıştayların örgütlenmesinde iki model vardır, iki tip sayıştay vardır dünyada: Yargı tipi sayıştaylar, ofis tipi sayıştaylar. Ofis tipi sayıştaylar Anglosakson ülkelerinde vardır. Bu sayıştayların bir yargı mercisi özelliği yoktur, bir hesap mahkemesi özelliği yoktur, parlamentoya rapor sunarlar, denetim yaparlar, denetim sonuçlarını parlamentoya sunarlar. Bu modelde sayıştaylar bir başkanın altında başkan yardımcıları ve onun altında diğer birimler şeklinde örgütlenir, hiyerarşik bir yapılanma vardır. Yargı tipi sayıştaylarda ise -Türk Sayıştayı böyle bir modeldir- hesap mahkemesi özelliği vardır, yargı özelliği vardır. Bizim Sayıştayımız bir hesap mahkemesidir, sorumluların hesap ve işlemlerini denetleyerek kesin hükme bağlar. 832 sayılı Sayıştay Kanunu’nda da vardır hesap mahkemesi özelliği, görüştüğümüz bu teklifte de hesap mahkemesi olduğu gayet açık bir şekilde yazılı. Yargı tipi sayıştaylarda örgütlenme, başkanın altında daireler şeklindedir, hiyerarşik bir yapılanma, başkan yardımcıları, vesaire şeklinde yoktur. Diğer yüksek yargı organlarına benzemiştir, Yargıtayda da Danıştayda da bir başkan vardır, bir genel sekreter vardır Sayıştayda olduğu gibi. Genel sekreter, başkana yardımcı olur, başkanın idari yükünü hafifletir. Onun altında, üstünde başka bir şey yok, kurullar var, daireler var.

Şimdi, bu modelde yani bu eklektik modelde diyelim, karma modelde  -böyle bir model yok da öyle bir model yaratılıyor işte- başkan var, başkanın altına başkan yardımcıları konuyor. Nedir bunun gerekçesi? Teklife baktığımızda, teklifin gerekçesinde bu açıklanmıyor, yuvarlak geçilmiş. Plan ve Bütçe Komisyonunda bunları sorduk, bizzat ben sordum: “Neden böyle bir örgütlenmeye ihtiyaç duyuyorsunuz?” Diyor ki temsilci arkadaşlar: “Genel sekreterin daireler üzerinde hiçbir yetkisi yok.” Yani, siz denetime mi hâkim olmak istiyorsunuz? Yani, Sayıştay denetçisinin, dairedeki Sayıştay üyesinin yapacağı denetime veya Sayıştay denetçisinin bir kurumda yapacağı denetime yönelik olarak orada bir hiyerarşik yapılanma kurmak suretiyle o denetime müdahale etme isteği ifade edildi. Cümleler bu değil ama çıkan sonuç bu. Bunu doğru bulmuyoruz. Gelin, bunu değiştirelim, bunu tekrar yargı tipi bir Sayıştay modeline dönüştürelim. Genel sekretere yardımcı olmak üzere 3 yardımcısı varsa 5’e çıkaralım, 6’ya çıkaralım, 10’a çıkaralım istenirse yani birtakım idari işler çoksa. Birinci olarak bu nedenle tasarının ilgili maddesini doğru bulmuyoruz.

İkinci olarak sınav. Sınav konusu çok önemli. Sınav konusunda, Adalet ve Kalkınma Partisi, bütün niyetini, bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor: “Ben, Sayıştaya istediğim adamı alacağım.“ diyor. Niyet budur arkadaşlar. Hiç bunu, buraya, kürsüye çıkacak olan arkadaşlarımız böyle başka yerlere çekmesinler. Gayet açık seçik, hiç taviz vermeyecekleri bir madde varsa İktidar Partisinin, bu maddedir. Diğer hepsini verebilirler ama bu maddeyi vermeyeceklerdir, bu maddede hiçbir değişikliğe yanaşmayacaklardır, örnekler bunu gösteriyor.

Sayıştayın bir sınav sistemi var, oturmuş, yıllardır uygulanıyor: Yazılı sınav, sözlü sınav. Sözlü sınavlar prensip olarak yazılı sınavın kavrayamadığı alanları kavramaya yöneliktir, yani esas olarak yine bilgiyi ölçer. Bu bilginin yanında, davranış, temsil kabiliyeti vesaire, bunlara da bakar ama esas olan bilgidir. Bilgiyi esas almayan bir sınav sistemi olabilir mi?

Şimdi, ne yaptı bu teklif? Bu tekliften önce, geçen yıl bir yasa çıkarıldı, orada getirildi bu asıl olarak, bu teklife de o geçen yıl çıkarılan yasa aynen taşındı. “Sözlü sınavı kaldırıyoruz.” Neyi getiriyorsunuz? “Mülakat.” Mülakatta bilgi ölçecek misiniz? “Hayır.” Nesine bakacaksınız? “İşte, öyle, genel duruşuna, ifade kabiliyeti, muhakeme kabiliyeti, temsil kabiliyeti vesaire vesaire.” Bilgi? “Yok.” Eski sınav sisteminde sözlünün bile ağırlığı daha düşüktü; yazılıdan 70 puan alırken sözlüden daha düşük puan alma imkânınız vardı, burada sözlünün de puanı yükseltilerek sözlüye daha fazla pay verildi toplam puan ağırlığında. Ne yapacaksınız bununla? “İstediğim adamı alacağım.” Kusura bakmayın, niyet budur.

“Buraya nereden varıyorsun?” diyeceksiniz. Bana böyle bir soru sormanız gerekir: “Ya ne oldu da… Yani, niye böyle bir sonuca varıyorsun?” Örneği önümüzde arkadaşlar. Daha önce yapılmış olan bir sınavı Danıştay iptal etti, yürütmeyi durdurma kararı verdi. “Sözlü sınavı gerçekçi bulmadım. Sözlü sınavda hangi adaya, hangi nedenle düşük puan verdiniz, bunun bir tutanağı yok. Aday kaybetmiş ama bir gerekçeli tutanağınız yok burada. Dolayısıyla bu sınavı iptal ediyorum.” diyor Danıştay. Geçen yıl, 19/11/2009 tarihinde çıkarılan 5924 sayılı Kanun’la Danıştayın iptal ettiği bu sınava yönelik bir geçici madde düzenlemesi yapıldı, o kanunun geçici 11’inci maddesi. Dedi ki: “Bu kaybetmiş adayları ben bir daha -sınava alacağım demiyor- mülakata alacağım.” Hâlbuki, onların o zaman elendiği olay sınav. Şimdi, diyor ki geçmişe yönelik düzenleme: “Ben sınava almayacağım, mülakata alacağım.”

Değerli arkadaşlar, bir hukuk devletinde, bir insanın geçmişte tabi olmadığı bir düzenlemeyi, geçmişte olmayan bir düzenlemeyi kazanılmış hakların kendisine verilmesi adına başka bir şekle dönüştürebilir misiniz?

Bunun adını “mülakat” yaptınız. Peki, mülakat yaptınız, buraya adayları çağırdınız, 28 aday çağrıldı, o iptal edilen sınav nedeniyle 28 kişi yeniden sınava alındı. Değerli arkadaşlar, 28 adayın hepsi kaybetti bu sınavda, 1 kişi bile kazanamadı! Bu adaylar 46,67 ile 33,67 arasında puan aldılar. Bu adaylar içerisinde ÖSYM’de ilk 10’a girenler var. Niyet kötüdür, niyet partizanlıktır. Niyet budur. Bütün çıplaklığıyla olay ortadadır. Her maddeyi değiştirir AKP ama bu maddeyi değiştirmeyecektir. Öyle, AKP’nin görünüşte demokrat tavırlarına milletimiz inanmasın. Niyet, bütün devleti adım adım ele geçirmektir.

Sayıştay Genel Kurulunun yetkileri budanıyor. Bir Rapor Değerlendirme Kurulu getiriliyor oraya. Genel Kuruldur asıl, Genel Kurul… “Efendim, Genel Kurul yavaş çalışıyor.” vesaire. Bunların hepsinin çözümü vardır. Niye? “Genel Kuruldan istediğimiz kararı biz çıkaramayabiliriz çünkü çok eski üyeler var orada, şimdi oraya o kadar hâkim  değiliz, o nedenle.” Hani, HSYK’nın Başkanı olan Adalet Bakanını şimdi değiştirmiyorsunuz ya tamamen hâkim olamama endişesiyle, ileride onu da değiştirirsiniz! YÖK neden gündeminizde yok? Çünkü YÖK’e hâkim oldunuz. Sayıştay Genel Kuruluna hâkim olamadığınız için bir Rapor Değerlendirme Kurulu kuruyorsunuz, onu, başkanı ve başkan yardımcılarının hiyerarşisinde çalıştırabileceğiniz bir kurum olarak burada tasarlıyorsunuz. Sayıştay…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, buyurun efendim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sorunlar çok ama zamanım bitti o nedenle toparlamak istiyorum.

Tasarının kendi içinde de bir ifade birliği, ifade  düzgünlüğü yok. Bakın bir örnek vereceğim, 2’nci maddede tanımlar yapılıyor: “Düzenlilik denetimi, mali denetim, uygunluk denetimi, performans denetimi.” Güzel, 2’nci madde tanımlar maddesi. Peki, 36’ncı maddede bu tanımları niye bir daha yeniliyorsunuz? Aynı tanımlara 36’ncı maddede niye bir daha yer veriyorsunuz? Bunu efendim fark ettiler orada, söylediler fakat bir arkadaşımız “Hayır, ben böyle istiyorum.” dedi iktidar partisinden. “Peki, ya onu kırmayalım, öyle geçsin.” dediler. Böyle sakil, garip bir kanunu Sayıştay da itiraz etmiyor, temsilcileri de burada, Meclis Başkan Vekilimiz burada, ilgili Bakan burada. Böyle olsun geçsin. Niye? Bir arkadaşımız şimdi ısrar etti, onu kırarsak ayıp olur, varsın kanun yanlış çıksın.

Kamu idaresi tanımı… Sayıştay denetimine tabi olan kamu idaresinin ne olduğunu bana anlatabilecek bir arkadaş var mı acaba?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sayın Başkan, izninizle bitiriyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi 2’nci maddede kamu idaresinin tanımı var yani Sayıştay denetimine tabi olan kamu idareleri. Diyor ki 2’nci madde: “Sayıştay  denetimine tabi olan kamu idareleri bu kanun uygulamasında kamu idaresi sayılır.” Sayıştay denetimine tabi olan kamu idareleri… Ya sen önce kamu idaresini tanımlayacaksın ki bunun Sayıştay denetimine tabi olduğunu anlayalım. Sayıştay denetimine tabii olan… Nerede düzenlenecek bu? 4’üncü maddeye bakıyoruz “Denetim alanı.” Denetim alanı diyor ki: “Merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kuruluşlar, sosyal güvenlik kurumları, mahalli idareler ve kanunla kurulmuş  anonim ortaklıklar da dahil olmak üzere diğer kamu idareleri Sayıştayın denetimi alanındadır.” Peki, diğer kamu idareleri hangisi? Tekrar dönüyorum yukarıdaki kamu idaresine, o da bir tanım vermiyor bana. Biri öbürüne, öbürüne… Yani Con Ahmet’in devridaim makinesi gibi. Neyse, sürem bitti, ileride umarım bunları diğer maddelerde anlatma fırsatı olur.

Sözlerimi burada bitiriyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, teşekkür ederim.

Evet, gruplar adına son konuşmacı AK PARTİ Grubu adına İstanbul Milletvekili Alaattin Büyükkaya.

Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ALAATTİN BÜYÜKKAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; 510 sayılı Sayıştay Kanunu Teklifi’nin tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce şahsım ve grubum adına yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Parlamentomuz ve Parlamento tarihimiz açısından gerçekten önemli bir gün yaşıyoruz. Niçin? Parlamentoların, arkadaşlar, benden önce konuşan muhalefet grubundaki arkadaşlarımızın da belirttiği gibi, en önemli varlık nedenlerden biri bütçe hakkıdır. Bütçe hakkının Parlamento tarafından, Parlamento adına denetleyecek kurum ise Sayıştaydır. İşte, Sayıştayımızın bu yapısını, kurumsal işleyiş yapısını dünyanın en gelişmiş ülkelerine örnek teşkil edecek tarzda yeniden düzenleyip karşınıza getirdik. Bu kanun teklifinin görüşülmesiyle, inşallah yasalaşmasıyla son derece modern ve çağımıza uygun, kanunlarımıza uygun bir Sayıştay yasasına sahip olacağız.

Bu çok uzun bir yol oldu. AK PARTİ milletvekilleri olarak biz, 22’nci Dönemde bir teklif sunduk, 25/2/2005 ve o tarihte Plan ve Bütçe Komisyonu alt komisyon kurdu -ben alt komisyon başkanlığı yaptım, bu dönemde de aynı şekilde- çalıştık fakat birkaç konuda, biraz önce Akif Bey’in belirttiği gibi, onların özellikle seçimlerle ilgili hep böyle kaygıları olduğu için, Sayıştay üyelerinin seçimi gibi birkaç konuda iş kilitlendi ve tasarının çıkması engellendi. Hatta Komisyonumuzda -o kadar oldu ki- aynı isimde, sadece bir kelimesi, virgülü değiştirilerek yüzlerce önerge verildi ve bugüne kadar çıkmadı. Daha sonra, bu yeni dönemde, açıkçası belirli bir mutabakat teşekkül etti ve bunun üzerine bu tasarı görüşüldü ve bugün huzurunuza geldi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu Sayıştay yasasının, açıkçası bağımsız ve egemen her ülkenin vazgeçilmez kurumu olan Sayıştayın demokratikleşme, şeffaflaşma alanlarında, sanıyorum, ülkemize çok büyük katkıları olacak ve demokratik rejimimizin gelişmesinde çok büyük rolü olacağını hep birlikte yaşayacağız.

Evet, bizim geçmiş tarihimize baktığımız zaman, Sayıştay tarzında dünyadaki ilk düzenlemelerden biri bizde. Osmanlı döneminde, 1862’de doğrudan doğruya Sultan Abdülaziz, kendisi, bu konuların, kamunun denetimi için böyle bir kurum kurmuş. Daha sonra 1879 Kanuni Esasi’de, 1924’te, 1961 ve 1982 Anayasalarında da yasal bir kurum olarak, anayasal bir kurum olarak Sayıştay bugünlere gelmiş.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Akif Bey de belirtti, dünyada Sayıştayın yapılanmasına baktığımız zaman iki tip Sayıştay görüyoruz: Biri yargı türü -Kıta Avrupası’nda olduğu gibi- diğeri de Anglosakson ülkelerinde olduğu gibi ofis tipi modeller. Biz daha çok Fransız Sayıştayını örnek alarak düzenleme yapmışız ve hesap yargısı temeline dayalı bir modeli benimsemişiz ve unutmayın, çok uzun bir geçmişimiz var bizim Sayıştayda, ciddi tecrübe kazanmışız. Yapılan uygulamalar, yapılan çalışmalar yanlışı, doğruyu ortaya koymuş ve bu yasanın hazırlanmasında, tasarının bu hâle gelmesinde de bütün bu tecrübeler, hepsi dikkate alındı. Yani biz “nereden geliyoruz, nereye gitmeliyiz”i açıkçası dikkatli bir şekilde değerlendirdik ve herkesi de dinledik. Bundan öncekinde de bunda da hiçbir kimse diyemez ki “Ya, Sayıştay tasarısıyla ilgili birisi geldi de benim fikrimi almadılar.” Hayır, böyle bir şey deme durumunda olmadığı kanaatindeyim, herkesi dinledik, hatta belki lüzumundan fazla dinledik ve güzel bir tasarının da ortaya çıktığını söyleyebilirim.

Evet, tabii ki bu yasaya gelene kadar, Sayıştay yasasına gelene kadar Türkiye’de birçok şeyler de yapıldı. Özellikle 2001 krizi, ekonomik krizinden sonra Türkiye’de birçok meselesinin, özellikle yolsuzluklar konusunda birçok şeyin tekrar gözden geçirilmesi zarureti doğdu ve ayrıca Avrupa Birliğiyle tam üyelik noktasında da açıkçası Sayıştayın başka bir önemi var, Sayıştay yasasının. İşte, ilk olarak 2002 tarihinde yürürlüğe konulan 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’la zaten bir değişiklik yapıldı. Daha sonra 2003 yılında gene yürürlüğe giren 4734 sayılı Kanun’la da kamu ihale usulünü değiştirdik. Bilgi edinme, mal bildirimi, yolsuzluklarla mücadele, etik kurulların düzenlenmesi gibi demokratikleşmeye, hesap verilebilirliğe, saydamlığa katkı sağlayan düzenlemeler de yapıldı.

Ayrıca Gelir İdaresinde ve vergi kanunlarımızda da reform niteliğinde birçok düzenleme yaptık. En önemli değişiklik de bildiğiniz gibi, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile yapılan değişikliktir. 1927 tarihli 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu yürürlükten kaldırılarak Türk kamu mali yönetim ve kontrol sistemi, başta Avrupa Birliği uygulamaları olmak üzere uluslararası normlara uyumlu hâle getirildi.

Hesap verme sorumluluğu ve mali saydamlık kavramları ile Türk yasal düzenlemelerine ilk defa 5018 sayılı Kanun’la bir düzenleme getirildi. Tabii, 5018 sayılı Kanun’da yapılan bu geniş düzenlemeler, mali yapımızın tamamen değiştirilmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan Sayıştayın da yapısının değiştirilmesini ve buna uygun hâle getirilmesini açıkçası mecbur kıldı. Bizim, zaten, açıkçası bu Sayıştay Yasası’nı değiştirmek, toptan, bir bütün hâlinde değiştirme arzumuzun temelinde de bu yatıyor çünkü bunu değiştirmediğimiz takdirde, Sayıştay Yasası’nı bununla uyumlu hâle getirmediğimiz takdirde bir ayağı topal bir sistem ortaya çıkmış olacaktı.

Evet, 5010 sayılı Kanun ile bütçe kapsamının genişletilmesi suretiyle bütçe hakkının en iyi şekilde kullanılması, bütçe hazırlama, uygulama sürecinin etkinliğinin artırılması, mali yönetimde şeffaflığın sağlanması, sağlıklı bir hesap verme mekanizmasıyla harcama sürecinde yetki-sorumluluk dengesinin anlamlı bir şekilde yeniden kurulması, etkin bir iç kontrol sisteminin oluşturulması, bu suretle çağdaş gelişmelere uygun yeni bir  kamu mali yönetim sisteminin oluşturulması da böylece devreye alınmış oldu.

Evet, şimdi, tabii, bütün bunların dışında da ayrıca Avrupa Topluluğuyla olan ilişkilerimiz açısından da bu yasa önem taşıyordu; çünkü kamu mali yönetimi, planlama, bütçeleme, uygulama, değerlendirme ve denetleme unsurlarından oluşan bir bütün. İşte, bu bütünün denetleme unsurunu genel kabul görmüş uluslararası denetim standartları ve AB’yle uyumlu hâle de getirilmesi gerekiyor çünkü biliyorsunuz hepimizin, bu konuda Parlamentomuzun önemli bir mutabakatı var, Türkiye Avrupa Birliğine de üye olmak istiyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayıştay dün olduğu gibi bugün de bu çalışmalarını hesap ve işlemlerin kesin hükme bağlanması yönünde bugüne kadar sürdürdü, bundan sonra da sürdürecek, raporlar yayınlayacak. Bu raporları değerlendireceğiz ve yaptığımız düzenlemede en önemli nokta şu: Hiçbir kurum istisna edilmedi. Bakın, BDP sözcüsü diyor ki: “Askerlerin denetlenmesi…” Hiçbir kurum istisna edilmedi. Herkes denetlenecek, nerede kamu parası var, nerede kamu menfaati var, orası kesin olarak denetlenecek; her türlü denetim yapılacak fiilî denetim de diğer denetimler de ve sadece askerle ilgili husus denetim sonuçlarının yayınlanmasıyla ilgili konudur. Eğer gizlilik gerektiren kamu menfaati, ki bu konuda Bakanlar Kuruluna yetki tanınmıştır, bu konuda raporların, ki sadece askerlerle ilgili değil güvenlik kuruluşlarımızın tamamıyla ilgili raporların yayınlanmasıyla ilgili düzenlemedir. Bu, madde 44’te düzenlenmiştir; burayı açıp okuduğumuz zaman ne olduğunu da daha iyi, net bir şekilde görebiliriz.

Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz bu kanun tasarısı yasalaştığında düzenlilik denetimi, performans denetimi -ki yerindelik denetimi hariç- her türlü denetim uygulanacaktır. Tüm kamu fonlarını, kaynaklarını, faaliyetlerini denetlemek için yasal yetkiye sahip olacaktır Sayıştayımız. İşleyiş, fonksiyonel açıdan da daha bağımsız olacaktır. Bugünkünden geriye değil, daha ileri gidecektir. İşleyiş ve fonksiyonel açıdan bunun daha bağımsız olduğunu yaşadıkça daha iyi göreceğiz, iddia edilenlerin tam aksine.

Uluslararası genel kabul görmüş denetim standartlarına, AB uygulamalarına uygun bir denetim yapılacaktır. Hazırladığı raporlar zamanında ve belli bir prosedür dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisine ve kamuoyuna sunulacaktır. Kanunda hesap verme sorumluluğu bilincinin ve saydamlığının yerleştirilmesine, yaygınlaştırılmasına, böylece yolsuzlukların önlenmesine önemli katkılarda bulunacaktır.

Görev ve yetkileri daha etkin bir biçimde yerine getirmek için daha iyi bir organizasyon yapısına sahip olacaktır. Akif Bey’in belirttiği organizasyon yapısı, Sayıştayın bu yeni yapısına uygun olması için bunlar yapılmıştır, yoksa bağımsızlığını engellemek, oradaki hesap yargısına müdahale için değildir.

Evet, ayrıca Avrupa Birliği-Türkiye ilişkileri açısından da bu yasayla önemli bir eksikliğimiz de giderilmiş olacaktır. Özellikle Avrupa Birliğiyle yürütülen müzakerelerde müktesebat uyumu, siyasi kriterler ve ekonomik kriterler de, bu konu her yıl bize tenkit noktasında belirtilmektedir. Dolayısıyla, bu tasarının yasalaşmasıyla, hayata geçmesiyle, bence bu konudaki eksikliğimiz de giderilmiş olacaktır.

Ayrıca en önemlisi de 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu gerçekten hayata geçecektir. Böylece -Parlamentomuz, parlamenterler olarak- Türkiye'de olan biteni, her kurumun bu milletin her kuruşunun nasıl harcandığının raporu buraya gelecektir. Bu, Parlamentoda bütçe hakkının en etkin şekilde kullanılmasının yolu açılmış olacaktır. Dolayısıyla ben inanıyorum ki, bu tasarıyla Türkiye'nin çok büyük kazanımı olacaktır.

Bu arada hemen belirtmek isterim: Arkadaşlarımız konuştu, biz de dinledik, açıkçası, bu dönem için ben Cumhuriyet Halk Partisine de Milliyetçi Hareket Partisine de BDP’ye de, hepsine teşekkür ederim çünkü çalışmalarımız sırasında belirli bir uyum sağlandı ve dikkat ederseniz, tasarıyla ilgili bir tenkit de pek yapmadılar “Tasarının şu maddesi yanlıştır.” diyen de olmadı ve büyük bir mutabakatla teşekkül etti. Belki ufak tefek farklı görüşler olabilir, farklı görüşler olabilir, o özellikle personel alımıyla ilgili konular…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Dinlemedin herhâlde.

ALAATTİN BÜYÜKKAYA (Devamla) – Biliyoruz, onların da nasıl olduğunu biliyoruz, kanunda tam istenildiği gibi yazılmıştır. Hatta Akif Bey bizzat o konuda da çalışmıştır. Dolayısıyla bunların hepsini yaşadık ve gördük. Ben herkese teşekkür ediyorum, gerçekten teşekkür ediyorum. Çünkü, bu hepimizin yasası. Şu şöyle, bu böyle demeyelim, hepimiz burada geçiciyiz, burası hiçbirimizin mülkü değil ama Türk milleti adına önemli bir iş yapılmıştır ve Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkının kullanılmasında önemli bir düzenleme yapıyoruz. Onun için, katkı veren herkese teşekkür ediyorum. Gerek Sayıştaydaki yetkililerimize… Orada çalışılmıştır. Bakın, Akif Bey dedi ki: “Efendim, Genel Kurulda alınan görüşleri Sayıştay yetkilileri savunmamıştır.” Hayır, böyle bir şey yok, herkesi dinledik. Yani bir Sayıştay Genel Kurulu birtakım görüşler belirtmişse, Türkiye Büyük Millet Meclisi onların dediğine göre mi Parlamentoda bu kanunu çıkaracak? Yok. Onları da dinledik, onların da doğrularına, yanlışlarına baktık, bazılarını oradan aldık, onların bazı söylediklerini de dikkate aldık, bazılarını ise almadık yani herkesi dinledik. Kime göre… Bizim irademiz nasıl teşekkül etmişse o şekilde düzenlemeler yaptık. Dolayısıyla efendim, onların dediğini aynen yapacaksak zaten Parlamentoya gerek yok, onlar gönderseydi, biz de burada tasdik etseydik; öyle şey olmaz! Onun için, burada böyle bir şey söylenemez ve Akif Bey’in özellikle örgütlenme modeli konusunda, sınav sistemi konusundaki şeylerini, tabii kendi görüşüdür bir şey diyemiyorum ama sanıyorum ki, bu konunun kusura bakmayın, bazen “Nasıl bilirsin? Kendim gibi bilirim.” mantığına da dayandığını görüyoruz.

Milliyetçi Hareket Partisinden arkadaşlarımızın söyledikleri noktalara baktığım zaman, onlar, tabii şeyi söylemediler: Bu yasayla ilgili herhangi bir noktada farklı bir görüş ifade etmediler, yolsuzluklarla ilgili konuları gündeme getirdiler.

Tabii, ben şunu söylüyorum: Bir yolsuzluk iddiasını gündeme getirmek Parlamentoda bulunan herkesin hakkıdır. Bunu yapmak durumundayız. Hepimizin görevi bu. Yapmazsak suç işleriz. Ancak, iddia kadar ispat da gereklidir. İddia edebilirsiniz, iddia değil ispat etmekle mükellefiz. Buraya bir iddiayı getiren her parlamenter bunu ispatla yükümlüdür. Bunu yaptığımız zaman gerçekten bu denetim hakkımızı hakkıyla yerine getirmiş oluruz. Dolayısıyla bunun yapılmasını da ben hiç yadırgamıyorum ama iddiayı ispat edecek şekilde getirilmelidir. Bu getirilirse herkes buna destek olmalıdır çünkü yolsuzlukları önlemek hepimizin görevidir, birimizin değil.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Biz getirelim de…

ALAATTİN BÜYÜKKAYA (Devamla) – Evet, şimdi, BDP temsilcisinin… Tabii o, daha çok başka şeyler konuştu. Başka şeyler konuşunca, insan bazen üzülüyor. Yani bu ülkenin her tarafında çeşitli etnik kimliklerden, Kürt kökenli Türk vatandaşlarımız olduğu gibi, her türlü insan yaşıyor ve bunlar, bu ülkenin hepsinin kardeşleri ve tabii unsurlarıdır. Bunların hiçbirine ayrımcılık yapmaya hakkımız yok. 780 bin kilometrekare Türk milletinin coğrafyasıdır. Burada farklı coğrafyalar tarif etmeye hiç kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur. Onun için, böyle cümleler kullanılmasını açıkçası son derece yadırgadığımı ve bunun bölücülük olduğunu da söylemeyi bir vazife biliyorum.

HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Asıl bölücülüğü sen yapıyorsun! Asıl, senin konuşmanı biz yadırgıyoruz!

ALAATTİN BÜYÜKKAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, başından beri belirtmeye çalıştığım gibi, bu yasa, Türkiye’de, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkının kullanılmasında çağdaş yenilikler getirecek ve bundan sonra, yanlışlıkların, yolsuzlukların önlenmesinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin elini güçlendirecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALAATTİN BÜYÜKKAYA (Devamla) – Bitiriyorum.

Dolayısıyla bu yasanın, ülkemize, milletimize ve Parlamentomuza hayırlı olmasını diliyorum. İnşallah bu yasayla Türkiye -bugün yapmaya çalıştığımız gibi- daha saydam, daha şeffaf, herkesin daha hakça yürüdüğü bir düzene kavuşacaktır.

Hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ederim efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Büyükkaya.

Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 17.21

 

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.36

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Gülşen ORHAN (Van)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

510 sıra sayılı Teklif’in görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Söz sırası teklifin tümü üzerinde şahsı adına Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’a aittir.

Sayın Yıldız, buyurun efendim.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 510 sıra sayılı Sayıştay Kanunu Teklifi’nin tümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün en önemli kuruluşlarımızdan biri olan Sayıştayla ilgili kanun teklifini görüşmeye başlıyoruz. Teklifin genel gerekçesinde, vatandaş odaklı yönetim anlayışının, vatandaşlarımızın ödedikleri vergilerin karşılığı olarak devletten bekledikleri hizmetlerin etkin ve verimli bir biçimde kendilerine sunulması isteğini, Parlamentoların kamu kaynakları üzerindeki denetim ve gözetim yükümlülüğünü yerine getiren Sayıştayın da değişimlerden en fazla pay alması gereken kurum olduğu belirtilerek, kamu mali yönetiminin yeniden yapılandırılmasıyla makro disiplinin sağlanmasını, kamu kaynaklarının stratejik önceliklere göre dağıtılmasını, dağıtılan kaynakların etkin, verimli ve tutumlu kullanımının sağlanmasını, etkin bir hesap verme sorumluluğu sistemini kurmak istediğinizi; ayrıca, Uluslararası Yüksek Denetim Kurumları Organizasyonunun üye ülke sayıştayları arasında denetim, usul, metot ve teknikleri yönünden birlik sağlamak amacıyla ve denetim standartlarında bütün denetim faaliyetlerinin Sayıştay görev ve yetki alanı içine alınacağını belirtmektesiniz.

Ancak, eylemleriniz her zaman olduğu gibi söylemlerinizle, hatta yazılı açıklamalarınızla da ne yazık ki çelişmeye devam etmektedir. 5018 sayılı Kanun’un 68’inci maddesinde dış denetime ilişkin hükümlerin yer alması, kanun hükümlerinin yürürlüğe girdiği 2005 yılından bu yana, beş yıl geçmesine rağmen, bu Kanun’da düzenlenen hükümler doğrultusunda işlem yapmamanız, dış denetim genel değerlendirme raporları ile diğer raporları hazırlayıp Türkiye Büyük Millet Meclisine sunmamanız bunun bir göstergesidir. Sayıştayın resmî görüşü niteliğinde olan ve kanun teklifi hakkında Sayıştay Genel Kurulunun elli yedi maddeden oluşan görüşlerinin dikkate alınmaması da bir göstergedir.

“Savunma, güvenlik ve istihbaratla ilgili denetimlerin Sayıştayca yapılacak denetime ilişkin esas ve usulleri Sayıştay tarafından belirlenir.” şekline dönüştürülmesinin de yine AKP üyelerinin teklif ve oylarıyla metinden çıkartılması bir göstergedir.

Sayıştayın, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası üzerindeki denetim yetkisiyle ilgili düzenlemenin Adalet ve Kalkınma Partili üyelerce metinden çıkartılması ancak daha sonra yine Adalet ve Kalkınma Partili üyelerce “Çeşitli hükümler” başlıklı 81’inci maddeye ilave edilmesi de bir göstergedir.

Belediyelere ait çok sayıda şirketlerin denetiminin yapılabilmesi amacıyla bağımsız dış denetçilerin hizmetlerinden yararlanılabilmesi için teklifin 46’ncı maddesinde yer alması kabul edilen fıkraların tekliften çıkartılması da bir göstergedir.

Kamu kaynakları ile kurulan ve yıllardır denetlenemeyen, bu nedenle de mali kayıplara yol açan bu şirketlerin denetimi, kanun teklifinde denetim kapsamına alınmaktadır ancak çok sayıda bulunan bu şirketlerin denetiminin yetersiz Sayıştay elemanı sayısıyla fiilen mümkün olamayacağının görülmemesi ve önlem alınmaması da bir göstergedir.

Kanun teklifi ile denetim alanı genişleyen, mevcut durumda bile denetim elemanı sayısı yetersiz olan Sayıştaya, hâlen dış denetim niteliğinde denetim yapan Maliye Bakanlığı muhasebat kontrolörlerinin Sayıştaya devrine ilişkin Milliyetçi Hareket Partisinin teklifinin Adalet ve Kalkınma Partili üyelerce reddedilmesi de bir göstergedir.

Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu üyelerinin Sayıştaya uzman denetçi olarak geçirilmesi haksızlığa sebep olacağından, bu durumun düzeltilmesi için Yüksek Denetleme Kurulu üyelerinin Sayıştaya üye olarak alınmasına dair Milliyetçi Hareket Partili üyelerin verdiği teklifin yine Adalet ve Kalkınma Partili üyelerce reddedilmesi de bir göstergedir.

Değerli milletvekilleri, kanun teklifinin 2’nci ve 36’ncı maddelerinde yapılan performans denetimi tanımlamalarının uluslararası standartlarla ve 5018 sayılı Kanun’la uyuşmaması da bir göstergedir. Mali denetimle görevli Sayıştay denetçi yardımcılıkları için muhasebe bilgisinin gerekmesine rağmen seçimlik konu olarak belirlenmesi yine bir göstergedir.

Teklifin “Üçüncü Bölüm” başlığı altında yer alan organların hangisinin karar, hangisinin yargı, hangisinin istişari organ olduğunun net ifade edilmemesi de yine bir göstergedir.

Yukarıda örneklemeye çalıştığım, örneklerini daha da çoğaltabileceğimiz, Milliyetçi Hareket Partili komisyon üyelerinin alt ve ana komisyonda öneri ve ikazlarına dikkat etmediğiniz, bu Sayıştay yasasıyla genel gerekçede ve madde gerekçelerinde belirttiğiniz açıklamalarınızla çeliştiğiniz açıkça görülmektedir. Gerçi, üç yıldır Türkiye Büyük Millet Meclisinde getirdiğiniz kanun tasarı ve tekliflerinizde yaptıklarınızdan farklı bir şey de yapmıyorsunuz; biz yaptık, biz böyle istiyoruz, böyle olacak mantığınız sürmektedir.

Bu yasa teklifinizde öngördüğünüz kamuda performans odaklı denetim sistemine geçilmesini, Sayıştayın güçlendirilerek denetim kapsamının genişletilmesini, uluslararası standartlar anlamında da, halkımızın beklentileri anlamında da tam manasıyla gerçekleştiremeyeceksiniz, belki de bunu da istememektesiniz.

Sayıştay Yasası Teklifi’ni, Anayasa’mızdaki ilkelere ve uluslararası denetim standartlarına uygun, çağdaş ve Türk milletinin beklentilerini karşılayacak bir yasa teklifi olarak getirmeliydiniz. Vakit geçmemiştir, muhalefetin önerilerini de dikkate alarak düzeltmeler yapılmalıdır; aksi hâlde, bu yasayla düzenlilik denetimini ve performans denetimini uygulayamazsınız. Kamu fonlarını, kaynaklarını ve faaliyetlerini tam olarak denetleyemezsiniz. İşleyiş ve fonksiyonel açıdan bağımsız olamazsınız. Uluslararası genel kabul görmüş standartlara uygun bir denetim yapamazsınız. Hazırlanacak raporları Türkiye Büyük Millet Meclisine ve kamuoyuna zamanında sunamazsınız. Kamuda hesap verme sorumluluğu ve saydamlığın yerleşmesini ve yolsuzlukların önlenmesini sağlayamazsınız. Sadece sekiz yıllık AKP zihniyetinin uygulamalarına devam edersiniz.

Değerli milletvekilleri, burada Adalet ve Kalkınma Partisinin az önceki konuşmacısı, Milliyetçi Hareket Partisinin yasa teklifiyle ilgili bir önerileri olmadığını ifade buyurdular. Burada dört sayfalık muhalefet şerhimizin olduğunu sanıyorum vakit bulup okuyamamışlar. Burada tüm maddelerle ilgili partimizin orada, komisyondaki temsilcilerinin muhalefet şerhi bulunmaktadır. Değerli milletvekilimize burayı okumasını, hangi maddelere karşı çıktığımızın da bilinmesini ayrıca arz ediyorum.

Değerli milletvekilimiz ayrıca bu Sayıştay yasası nedeniyle orada Sayıştay denetçilerinin, muhalefet partili milletvekillerinin, hatta ilgili tüm herkesin dinlendiğini ifade ettiler. Sokakta konuştuğumuz vatandaş da, evet, dinlenildiğini ifade ediyor zaten. Diyorlar ki: “Hepimiz dinleniliyoruz.” Ancak, yasa görüşmeleri sırasında bizim söylediklerimizi can kulağıyla dinlemiyorsunuz, sadece telefonlarımızı dinlemeye çalışıyorsunuz. Bizi dinlerseniz eğer, biz sizlere çözüm yollarını da anlatıyoruz. Burada da muhalefet olarak, bizim söylediklerimizi yaparsanız halktan da beğeni kazanırsınız diye bir handikabımız da bulunmadığını ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, hâlâ Adalet ve Kalkınma Partisi çatışma, ayrışma, ötekileştirme politikalarından vazgeçmemektedir. Milletten aldığınız tek başına iktidar yetkisini yandaşlarınız için değil, yetkisini aldığınız Türk milleti için kullanmaya da artık başlamalısınız. Sayıştay gibi işinin uzmanı olan kurumumuzun önerilerini, Milliyetçi Hareket Partisinin teklif ve ikazlarını dikkate almayarak dikta yönetiminize devam etmektesiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun efendim, konuşmanızı tamamlayınız.

HÜSEYİN YILDIZ (Devamla) – Bu anlayışın size de ülkemize de yarar getirmeyeceğini er ya da geç göreceksiniz. Umuyor ve diliyoruz ki ülkemiz için çok geçmeden bu gerçeği görürsünüz. Amacınız gerçek denetimi sağlamak değil -çünkü kendinizi denetletecek kadar temiz görünmüyorsunuz- amacınız Sayıştayda da, devletin diğer kurumlarında olduğu gibi, denetimleri denetlemek istiyorsunuz.

Bu duygu ve düşüncelerle -bu yasanın çıkmasını sağlama anlamında yeterli sayınız var, diğerlerinde olduğu gibi, bu yasayı da çıkaracaksınız- ancak dileğimiz muhalefet partisi milletvekillerinin sadece dinlemesini değil önerilerini de dikkate almanızı temenni ediyorum.

Bu yasanın ülkemize, milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldız.

Hükûmet adına Devlet Bakanı Sayın Cevdet Yılmaz.

Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayıştay Kanunu Teklifi üzerinde Hükûmetimiz adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Son derece önemli bir kanunu görüşüyoruz, temel bir kanunu görüşüyoruz, Meclisimizi bire bir ilgilendiren bir kanunu görüşüyoruz.

Meclislerin misyonu, görevleri çeşitli şekillerde anlatılabilir, ayrıntılarına girilebilir ama en genel anlamda iki temel misyonu var Meclislerin. Birincisi, yasama yapmak, yasama faaliyetinde bulunmak, ikincisi ise idareyi denetlemek, idarenin çeşitli hedefler açısından, kanunlar açısından işlemlerini, gidişatını denetlemek. İşte, denetim fonksiyonunun en müşahhas bir şekilde ortaya çıkmış hâli, kurumsal yapısı Sayıştay. Meclisimize bağlı olarak, Meclisimizin çalışmaları kapsamında her yıl geçmiş yılların kesin hesaplarını çıkaran, denetim raporları sunan bir kurumumuz, tarihî, köklü bir kurumumuz fakat tabii bütün alanlarda olduğu gibi bu alanda da çağdaş gelişmelere, yeniliklere, dünyadaki ihtiyaçlara, gidişata göre yenilenmesi gereken, bu temel asli işlevini bu şekilde yerine getirmesi gereken bir kurum.

Uzun yıllardır aslında bu tartışılıyordu. Bu kanunla ilgili hemen hemen tüm kesimler, tüm taraflar görüş ortaya koydular, tartıştılar. Enine boyuna aslında tartışılmış bir kanun. Bütün gruplarımızın, bütün kesimlerin katkıda bulunduğu, herkesin bir anlamda fikriyle, katkısıyla oluşmuş bir teklifi tartışıyoruz.

Tabii ki burada değişik gruplarımızın farklı kaygıları olabilir, eleştirileri olabilir fakat az önce benim dinlediğim kadarıyla ana fikre, bu kanunun gerekliliğine hiç kimsenin bir itirazı yok, ülkemizin bir ihtiyacı gerçekten. Bunu da, bir Meclis olarak ve en geniş mutabakatla Meclisimizin benimseyeceğine inanıyorum. Bu sadece hükûmetlerle ilgili değil, bir hükûmetle ilgili değil, Meclisimizin genel, az önce arz ettiğim, fonksiyonlarıyla ilgili.

Bunu gerçekleştirirken, bu kanunu gerçekleştirirken önemli bazı faydalar, önemli bazı ilerlemeler sağlıyoruz. Detaya girmeden bakacak olursak, öncelikle kapsamını genişletiyoruz. Daha önce kapsamda olmayan veya kapsamda olup olmadığı tartışma konusu olan birtakım kurumları, harcamaları da Sayıştayın denetim kapsamına almış oluyoruz. Bu şekilde, aslında, Meclisimizin gücünü, idare üzerindeki denetim yetkisini pekiştirmiş oluyoruz. Bu, Meclise, aslında güç vermek demektir.

Diğer taraftan, yöntemler konusunda da çeşitlilik sağlandığını görüyoruz. Hukuka uygunluk denetimi, düzenlilik denetimi gibi geleneksel yapılan yöntemlerin yanı sıra ve onlara ilave olarak -onları ikame edecek şekilde değil, onlara ilave olarak- performans denetimi kavramının da Sayıştayımıza, Sayıştay Kanunu’na girdiğini görüyoruz. Bu da son derece sevindirici. Burada Yüksek Denetleme Kurulu gibi tarihsel olarak KİT denetimi konusunda uzmanlaşmış, dolayısıyla performans denetimi kültürü olan bir kurumun da Sayıştay bünyesine katılması ayrıca bu performans denetimi görevini daha etkili yapması bakımından son derece önemli.

5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’yla yeni bir sistem oluşturulmuştu. O sistemde özellikle idarelerin artık hedef ve amaçlarını netleştirmeleri, stratejik planlarını hazırlamaları, bütçelerini ise bu hedef ve stratejileri gerçekleştirmek üzere organize edilmeleri temel bir fikir olarak, temel bir düzenleme olarak ortaya konmuştu. Yalnız orada eksik kalan bir husus vardı. Stratejinizi ilan edebilirsiniz, bütçenizi yapabilirsiniz o stratejiye göre ama bunu denetleyecek, performans denetimi yapabilecek bir yapı olmadan o döngüyü tamamlayamıyorduk. İşte, şimdi sizlerin takdiriyle geçecek bu yasayla Sayıştayımız performans denetimi de yapmaya başlayacak. Ben bunu çok önemsiyorum. Hukuki sonucu olmayacak tabii ki, dünyada da olduğu gibi bizde de performans denetiminin hukuki, mali sonuçları olmayacak ama elbette ki siyasi sonuçları, kamuoyuyla ilgili sonuçları, Meclis tartışmaları açısından getireceği sonuçlar olacak. Bu da ülkemizde yine demokrasinin kalitesinin artması bakımından, toplumun hesap sorması, yönetimlerin hesap vermesi anlamında önemli bir katkı olacak diye düşünüyorum.

Şeffaflığa katkısı olacak bu teklifin. Daha ölçülebilir amaç ve göstergeler konmasına, sonuç odaklı, vatandaş odaklı bir yönetim anlayışının ve zihniyetinin yerleşmesine önemli katkıları olacak diye düşünüyorum.

Yine, kesin hesaplarla ilgili “kamu hesapları alt komisyonu” adı altında bir alt komisyon kurulması bu kanunun getirdiği diğer bir yenilik olarak karşımıza çıkıyor. Tüm bu hususlar, az önce arz ettiğim gibi, kamunun vatandaş odaklı bir şekilde demokratik bir ortamda, halkın beklentileri doğrultusunda harcamalarını yapması ve bunun hesabını yine halka vermesi bakımından son derece önemli değişiklikler, yenilikler.

Aslında geç kalmış bir kanun, onu da belirtmek gerekiyor. Uzun yıllardır maalesef, biz de -DPT’den sorumlu bir bakan olarak da biliyorum- planlara, programlara her sene yazıyoruz bu Sayıştay kanunu bir an önce çıksın diye. Ama Meclisimizin tabii bir gündemi var, yoğunluğu var, bugüne kısmet oldu diyelim. Ama hakikaten çok sevindirici bir durum bu kanunu görüşmeye başlamış olmamız.

Bu aynı zamanda ülkemizin Avrupa Birliğiyle ilişkilerinde de son derece önemli bir boşluğu dolduracak. Az önce bazı konuşmacılar da değindiler. Avrupa Birliği sürecinde sadece bir faslı değil, birden fazla faslı etkileyen, aynı zamanda ekonomik kriterleri, siyasi kriterleri etkileyen son derece önemli bir kanun. Bunu çıkarmış olmakla yine Avrupa Birliğiyle müzakere sürecinde de ülkemiz önemli bir adım atmış olacak, önemli bir mesafe almış olacak.

Tabii kanunlar çıktıktan sonra kurumların burada ifade edilen, kanunlarda ortaya konulan hususları hayata geçirmeleri son derece önemli. Burada ben Sayıştayımızın bu yeni yönetim anlayışına, yeni denetim anlayışına uygun bir şekilde, etkili bir şekilde yapılanmasını temenni ediyorum, kendi içinde hazırlıkları en iyi şekilde yapmasını temenni ediyorum.

Kurumlarımıza da aslında bu kanunun ruhunu anlatmak lazım. Biraz da eğitim süreci. Biz bazen kanunları çıkarıyoruz ama onları tanıtmada ve anlatmada biraz eksiklerimiz olabiliyor. Aslında belki şimdiden başlayarak kamu kurumlarımızı da bu konularda eğitmekte, yetiştirmekte, bu yeni denetim anlayışına uygun bir şekilde bir yönetim sistemi oluşturmaları yönünde yönlendirmekte, rehberlik yapmakta büyük fayda var diye düşünüyorum.

Denetim dediğimiz hadise sadece bir suçlu bulma, geçmişi kurcalama hadisesi değil, denetim dediğimiz hadise esas itibarıyla yönetimin bir fonksiyonu, yönetimin kalitesini artırmayı hedefleyen bir fonksiyon. Bunu en iyi şekilde Sayıştayımızla idarelerimizin birlikte yapacağına ben inanıyorum. Performans denetimleri bu anlamda yönetimimizin kalitesinin iyileşmesine de destek olacaktır diye düşünüyorum.

Daha fazla vaktinizi almak istemiyorum. Burada ifade edilen hususlar, fikirler şüphesiz hepimizin tartışacağı, konuşacağı, belki bir kısmını bu aşamada, bir kısmını gelecekte değerlendirebileceğimiz hususlar olacaktır. İkincil düzenlemeleri mutlaka olacaktır bu kanun teklifimizin. Ben şimdiden bu kanunun hayırlı uğurlu olmasını diliyorum, Meclisimize, ülkemize, ülkemizin kalkınmasına, halkımızın refah ve mutluluğuna katkıda bulunmasını diliyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Şahsı adına Bilecik Milletvekili Sayın Fahrettin Poyraz.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) – Saygıdeğer Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; 510 sıra sayılı Sayıştay Kanunu Teklifi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisinde pek çok kanun çıkarttık ve bu kanunlar çıkartılırken de gerek öncesinde kamuoyunda gerekse komisyon çalışmaları sırasında ve gerekse de Genel Kurul çalışması sırasında kanunlarımızı enine boyuna tartışıyoruz ama herhâlde en fazla tartışılan kanunlardan bir tanesi de bugün şu anda Genel Kurulda görüşmeye başladığımız Sayıştay Kanunu Teklifi olsa gerek diye düşünüyorum. Hakikaten 22’nci Dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu gündemine kadar gelmeyi başarmış bir kanun ama ondan öncesiyle de bütün kamu kurumlarını ilgilendirdiği için hem Sayıştay kendi iç kamuoyunda hem diğer kamu kurum ve kuruluşları nezdinde hem de Mecliste tüm siyasi partilerin temsilcilerinin katılımıyla tartışılmış bir kanun bugün görüştüğümüz kanun. 23’üncü Döneme gelindiği zaman da aynı şekilde bu tartışmalar devam etmiş. Burada kanunun yeterince görüşülmediği, Sayıştayda genel kurul üyelerinin görüşünün alınmadığı gibi birtakım iddialar ortaya konuldu.

Evet, yani yeterince tanımı muğlak bir tanım. Siz belki şu andaki görüşmeleri, şu andaki konuşmaları yeterince bulmamış olabilirsiniz ama neticesinde o arkadaşlarımızın da, ilgililerin de görüşleri alındı ve komisyonlarda da bu görüşler değerlendirildi.

Burada yeri gelmişken şunu hatırlatayım: Elbette bir kurumu temsil eden o kurumun başkanıdır veya başkanının görevlendirdiği kişi veya kişilerdir. Çalışmalarımızın her aşamasında Sayıştayı temsilen Sayın Başkan veya Başkanın görevlendirdiği kişi veya kişilerce Sayıştay temsil edilmiştir ve her aşamada da her maddede de bu arkadaşlarımız, temsilci arkadaşlarımız da kendi görüşlerini ifade etmişlerdir.

Dolayısıyla, şahsi kanaatim, bu kanunun Türkiye Büyük Millet Meclisinde en fazla üzerinde konuşulan, fikir yürütülen kanunlardan bir tanesi olduğu kanaatindeyim.

Diğer taraftan, Sayıştayın yeni getirilen düzenlemeyle bağımsızlığının ortadan kaldırılmaya çalışıldığı, hatta iktidar partisi tarafından ele geçirilmeye çalışıldığı ve dolayısıyla da burada tıpkı diğer kamu kurumlarında olduğu gibi bu kurumda da bir kadrolaşma çabasının olduğu iddiası ileriye sürüldü.

Değerli arkadaşlar, eğer bu kanunu 22’nci Dönem çalışmaları sırasında ortaya sürmüş olsaydınız belki bir derece bunu kabul edebilirdik. Neden? Çünkü o zaman Sayıştay üyelerinin seçimi noktasında bu üyelerin doğrudan doğruya müracaatının Plan Bütçe Komisyonuna yapılması, buradan seçilmesi öngörülüyordu ancak o gün muhalefet milletvekili arkadaşlarımızın görüşlerine de itibar ederek bunu bu metinden çıkarttık. Şu anda Sayıştay, kendi içinden seçtiği, genel kurulun seçtiği, kendi içinden seçtiği üyeler ve diğer kamu kurumlarından gelen denetçiler ve diğer kamu kurumlarından gelen bürokratlar tarafından bir ön seçim sonrası Meclisimize gelmektedir.

Dolayısıyla, burada bir iddiayı ortaya atarken bu iddianın da daha somut bir şekilde ortaya konması gerekiyor.

Aynı mantık sınav konusunda da gündeme geliyor. Her ne hikmetse en güzeli, en doğruyu biz kendimiz yapıyoruz. Bunun dışında kim yaparsa yapsın, isminin başında veya sonunda hangi unvan olursa olsun bizim o insanlara karşı bir güvenimiz yok. Yani bu insanlar Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, kendi kurulları Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmiş ve mesleklerinde belli bir aşamaya gelmiş saygın insanlar. Siz 5 kişilik, 6 kişilik komisyon oluşturuyorsunuz, onlara güveniyorsunuz, onlara yetki veriyorsunuz ve ondan sonra diyorsunuz ki: “Kardeşim biz size güvenmiyoruz.” Ben hatırlıyorum daha düne kadar, bilmiyorum bugün öyle mi ama, Maliye Bakanlığında Maliye Teftişe eleman aldığınız zaman sadece ve sadece yazılı sınavı geçmek yeterli bir şart değildi; ama yazılı sınavla mülakat arasında, mülakata veya sözlü sınava…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Mülakat değil sözlü… Sayıştayda yaptığınız mülakat ama.

FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) – Nasıl derseniz.

Sözlü sınava girecek adayın evine bir başmüfettiş gider, onun sosyal çevresine bakar, kişiyi araştırır, ondan sonra da bir rapor hazırlanır, sözlü sınav öncesinde de bu rapor -üstadım bildiğiniz gibi- o sözlüyü yapacak olan heyete de takdim edilirdi. Yani bunlar bizim Türk bürokrasisinde olağan şeyler. Yani “olağan şeyler” derken bunu iyi veya kötü anlamında, bir değerlendirme anlamında değil, bir tespit anlamında söylüyorum. Bunlar yapılmış olan şeyler. Geçmişte birileri yaptığı zaman bunlar hakikaten kabul edilebilir, olağan şeyler ama AK PARTİ hükûmette olduğu zaman, her ne hikmetse, biz bürokratımıza güvenmiyoruz, her ne hikmetse iktidardaki bakanımıza güvenmiyoruz ve diyoruz ki: “Kardeşim kameraları getireceksin, senin tutanağına da itibar etmiyorum, komisyondaki 5 kişiye ya da 7 kişiye de itibar etmiyorum, sana da itibar etmiyorum.” Güzel kardeşim, sen itibar etmiyorsun ama millet itibar etmiş, iki genel seçim, iki yerel seçim, iki tane de referandum yapmışız, millet “Biz size itibar ediyoruz.” diyor. Şimdi, milletin itibar ettiği bir noktada…

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Hani alkış!

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Bir alkışlayın, bir alkışlayın!

FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) – Alkışa ihtiyaç yok, bu da bir tespit, bu da bir tespit. Rakamlar ortada. Kabul etseniz de etmeseniz de rakamlar ortada.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – O zaman, yalan yanlış kanun yapma iznini mi veriyorlar size?

FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) – Biz burada hiç kimseyi kandırmıyoruz.

Bir grup başkan vekilimiz, konuşmasında “Bu düzenlemeyle milletin gözünü boyamaya çalışıyorsunuz, milleti kandırmaya çalışıyorsunuz.” iddiasında bulundu. Değerli arkadaşlar, bir kişiyi bir kere kandırırsınız, hadi bilemedin iki kere kandırırsınız. Bir kişiyi dört defa nasıl kandıracaksınız? Üstelik bir kişi de değil, kandırdığınız milyonlarca kişi! Böyle bir şey olabilir mi? Yani bu milleti, affedersiniz ne olarak görüyorsunuz da siz kandırılmaya müsait birileri olarak mı görüyorsunuz ki AK PARTİ’nin burada her getirdiği kanunu, getirdiği her düzenlemeyi milleti kandırmak olarak tahkim ediyorsunuz. Bence burada bu sözleri sarf edenler öncelikle ve öncelikle kendilerine bakmaları gerekiyor.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Aynaya bak.

FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) – Dolayısıyla nasıl yorumlarsanız yorumlayın ama ister aynaya bakın, ister başka bir yere bakın. Biz aynaya baktığımız zaman milleti görüyoruz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen kendini bir şey zannediyorsun herhâlde.

FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) – Sayıştay Kanunu neden önemli? Sayıştay Kanunu şunun için önemli değerli arkadaşlar…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Boyunu aşan laflar etme.

FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) – Biz eğer millet odaklı bir siyaset yapacağız diyorsak ve siyasetimizin merkezinde milleti oturtuyorsak o zaman her şeyin de millete hesap verilebilir hâle getirilmesi gerekiyor; burada birtakım kapalı kapıların, hesap vermeyen makamların kalmaması gerekiyor.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Mesela TOKİ.

FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) – Eğer burada milletin temsilcileri olarak bizler oturuyorsak sonuçta bütün uygulamaların raporları, denetim raporlarının Parlamentoya sunulması gerekiyor. İşte bu anlamda bu kanun son derece önemli. Dolayısıyla ben açıkçası zaman zaman alt komisyon toplantılarında da biraz şaşkınlıkla bu ifadeyi dile getirmişimdir. Bir başka kanun olsa anlarım, muhalefet, muhalefet etsin ama Sayıştay Kanunu çıkartıyoruz değerli arkadaşlar. Sayıştay, başta iktidar olarak bizi ve bizim uygulamalarımızı denetleyecek, raporları hazırlayacak, ilgili komisyona ve Genel Kurula getirecek. Muhalefet olarak herhâlde bütün kanunlar bir tarafa, sizlerin ivedilikle, öncelikle çıkartılmasını istemeniz gereken kanun bu olsa gerek diye düşünüyorum ama anlaşılmaz bir şekilde, aylardır hatta yıllardır birtakım gerekçelerle, biz bu kanunu Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine kadar getirebilmiş olsak bile, belli uzlaşma sağlanamadığı için bu anlamda çıkartamıyoruz.

Bir diğer yönüyle, değerli arkadaşlar, eğer bu ülkeyi demokratik bir ülke yapacağız diyorsak ve bu anlamda da Avrupa Birliği müktesebatı anlamında Avrupa Birliğine girmeyi de bir devlet politikası olarak kendimize bir hedef olarak koymuşsak, Sayıştay Kanunu yine bu anlamda, Avrupa Birliği müktesebatına uyum anlamında da çıkartılması gereken, elzem olan kanunlardan bir tanesi.

Burada zaman zaman personel eksikliği noktasında birtakım görüşler ileri sürüldü. Doğrudur, yani bu kadar yetki verdiğiniz bir kuruma işini daha rahat yapabilme anlamında kadro da vermeniz lazım, diğer imkânları da sağlamanız gerekiyor ama burada bir şey daha yapılıyor: Tüm denetim alanı Sayıştaya açılırken, aynı zamanda, şu anda Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu da Sayıştayla birleştiriliyor. “Bağlanıyor” demiyorum, Sayıştayla birleştiriliyor. Buradaki amaç nedir? Buradaki amaç hakikaten, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun bugüne kadar sahip olduğu tecrübeleri Sayıştaya aktarmak, bugüne kadar sahip olduğu yetişmiş elemanları Sayıştaya aktararak Sayıştayın çalışmalarında bu arkadaşlarımızın da azami derecede katkı vermesinin imkânını sağlamak.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Poyraz.

FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) – Dolayısıyla ben bu kanunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulumuzda hızla bir şekilde çıkacağı kanaatindeyim. Bu anlamda şimdiden, öncesi ve sonrasında katkısı olmuş ve olacak olan iktidar muhalefet tüm milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Kanunumuzun Sayıştayımıza ve memleketimize hayırlı olması temennisiyle hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz saygıdeğer arkadaşlarım.

Sayın Genç, buyurun efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sorum Sayıştay Başkanına.

Efendim, Sayıştay fizikî ve fiilî yerindelik denetimini mevcut yasaya göre yapmaktadır. Şimdi, Gölbaşı’ndan gelirken, orada, Kepez Vadisinde Ankara Belediye Başkanının yaptığı on - on beş tane acayip villalar var. Yine bu Millî Kütüphanenin karşısında yapılan, iki kara yolu arasında yapılan acayip dükkânlar var. Yine Eskişehir yolu üzerine gittiğiniz zaman korkunç bir demir yığını var orada. Bunları yapan Ankara Belediye Başkanı. Bizim de hesaplamamıza göre buraya herhâlde bir 20-25 trilyon lira para harcanmıştır. Sayıştay bu kadar zamandır bununla ilgili yapılan işlerde ne karar vermiştir? Yani bunlar Sayıştay deneticileri tarafından bugüne kadar denetlenmiş midir, denetlenmişse ne kadar bir maliyetleri vardır? Bu niye bu kadar muallakta kalıyor? Ayrıca da İstanbul Belediyesi, İzmit Belediyesi bunların bir sürü incelemesi yapılması lazım, Ankara Belediyesinin incelemesi yapılması lazım. Sayıştay bugüne kadar İstanbul, Ankara, İzmit belediyelerinde yaptıkları incelemelerde yasa dışı ne kadar işlem tesis etmişlerdir. Bu işlemlerin muhtevası ve miktarı nedir? Bu raporları bize bildirir misiniz, açıklar mısınız? Çünkü daha önce de ben burada konuştum. “1 katrilyon 800 trilyon liralık İstanbul Belediyesinde bir usulsüzlük var.” denildi -Sayıştay temsilcisi- ama bugüne kadar bu usulsüzlükle ilgili herhangi bir bilgi bize verilmedi. Yani Sayıştayın yaptığı denetim orada kapalı kalırsa o zaman denetimin ne anlamı var? Onun için Sayıştay Başkanından bu konularda ayrıntılı bilgi istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, Sayın Başkanım; başka soru yok. Sayın Başkan mı açıklama yapacak, zatıaliniz mi yapacak Sayın Bakanım?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Meclis Başkan Vekili…

BAŞKAN – İç Tüzük hükümlerine göre Sayın Akyel, Sayın Başkan cevap verebilirsiniz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – 62’nci maddenin son fıkrasına göre Sayıştay Başkanı cevap verebilir.

BAŞKAN – Recai Bey, siz cevap verebilirsiniz, bir açıklama yapabilirsiniz veya tam bilgiler yoksa sonra verebilirsiniz.

Buyurun efendim.

SAYIŞTAY BAŞKANI RECAİ AKYEL – Sayın Başkanım, saygıdeğer vekillerim; sizleri şahsım ve kurumum adına saygıyla selamlıyorum.

Sayın Vekilimizin sorusuyla ilgili olarak şunu ifade edebilirim: Sayıştaydaki denetimler, kanuna aykırı harcamalar olduğu takdirde bu, yargı dairelerine gitmekte ve yargı mahkemelerinde yargılanmakta. Önce denetçilerin denetim raporları, sonra dairesinde yargılanması, arkasından temyiz aşaması. Bunlar süreç olarak denetçinin denetlemesi, yargı dairesine intikal etmesi ve temyizden sonuçlanması belli bir zaman almaktadır ve bunlar sorumlu, harcayan kişilerle ilgili şahsi sorumluluk olduğu için bunlar yargı mahkemeleri ve temyiz sonucu kişilere iletilmektedir. Bugüne kadar Sayıştayın  bu yargılamalar sonucu sorunlara tazmin kararlarının kurum bazında toplandığı bir raporlama sistem olarak bulunmamaktadır.

İkincisi de, Sayın Vekilimizin yine ifade etmiş olduğu harcamaların ya da projelerin ekonomiklilik, verimlilik, kalite ve uygunluk denetimi konusu. Yeni Sayıştay Kanun Teklifi’nin yürürlüğe girmesinden sonra bu tür denetim olacaktır. Mevcut kanunumuza göre yaptığımız denetim hukuka ve mali düzenlemelere uygunluk ifade eden denetimi kapsamaktadır.

Arz ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, olmaz efendim. Orada yapılan usulsüzlüklerin hesabını sormayacak mı Sayıştay?

BAŞKAN – Bu kadar mı efendim?

SAYIŞTAY BAŞKANI RECAİ AKYEL – Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum.

Başka bir soru yok.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, ben sorduğum sorularda Ankara, İstanbul ve İzmit Belediyeleriyle ilgili şimdiye kadar ne kadar denetim yapılmış, ne kadar yasa dışı işlem tesis edilmiş, bunlarla ilgili bize açık bir bilgi verilsin. Şimdi veremiyorsa Sayın Başkan bize yazılı bilgi versin.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Evet, yazılı bilgi versin Sayın Başkan.

BAŞKAN – Evet, sonra Başkanlık da, Başkan Vekili arkadaşımız da orada.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Çok açık, ayrıntılı bilgi verilsin Sayın Başkan. Sayıştay denetçileri İstanbul Belediyesinde, Ankara Belediyesinde ve İzmit Belediyesinde kaç tane inceleme yaptı, kaç usulsüzlük tespiti yaptı? Bunlar ayrıntılı bildirilsin.

BAŞKAN – Tamam efendim.

SAYIŞTAY BAŞKANI RECAİ AKYEL – Sayın vekillerim, yazılı açıklama hazırlayalım  Sayın Vekilimizin sorusu üzerine.

Arz ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Evet, soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.

Teklifin maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum...

III.- Y O K L A M A

(CHP ve MHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – Teklifin maddelerine geçilmesinin oylamasından önce bir yoklama talebi vardır, onu yerine getireyim.

Sayın Hamzaçebi, Sayın Özyürek, Sayın Özdemir, Sayın Sönmez, Sayın Ersin, Sayın Bingöl, Sayın Keleş, Sayın Öztürk, Sayın Ağyüz, Sayın Paçarız, Sayın İçli, Sayın Genç, Sayın Ergin, Sayın Baratalı, Sayın Kalaycı, Sayın Asil, Sayın Akkuş, Sayın Yıldız, Sayın Aslanoğlu, Sayın Durgun.

Yoklama için üç dakikalık süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay Kanunu Teklifi ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (2/594) (S. Sayısı: 510) (Devam)

BAŞKAN – Teklifin maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…Kabul etmeyenler…Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz. Birinci bölüm 1 ila 30’uncu maddeleri kapsamaktadır.

Birinci bölüm üzerinde gruplar adına ilk konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Harun Öztürk.

Buyurun Sayın Öztürk. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 510 sıra sayılı Sayıştay Kanunu Teklifi’nin birinci bölümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim görevi yapan Sayıştaydan kamu kaynaklarının hükûmet tarafından etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde kullanılıp kullanılmadığının tam bir tarafsızlık içinde denetlemesi beklenir. Bu denetimin amacına ulaşabilmesi için Sayıştayın bağımsız olması, tarafsız görev yapması ve kamu kaynağı kullanılan bütün alanları denetim kapsamına alması gerekir.

Teklife baktığımızda KİT’lerin kapsama alınarak bu alanda çok başlılığa son verildiğini görüyoruz. Bu olumlu bir gelişmedir ancak teklifin kamu kaynağı kullanan bütün alanları kavrayıp kavramadığı net değildir. Net olmadığını iki hususa dayanarak söyleyebiliriz:

Kapsamı çizmede önemli olan “kamu idaresi” tanımı, Sayıştay denetimi alanını düzenleyen 7’nci maddede sayılan idarelere atıf suretiyle yapılmıştır. Atıf yapılan maddedeki idarelerin hangileri olduğu konusunda ise farklı yorum ve uygulamalar ortaya çıkabilecektir.

Kapsam konusunda kafa karışıklığına yol açacak bir hüküm de teklifin geçici 3’üncü maddesinin beşinci fıkrasıdır. Bu hüküm 82’nci maddenin başındaki “Bu Kanunun geçici maddelerindeki hükümler saklı kalmak kaydıyla…” hükmüyle birlikte değerlendirildiğinde kendi kanunlarında 832 sayılı Kanun’dan muaf olduğu bildirilen kurumların bu kanundan da muaf olacağı şeklinde bir anlam ortaya çıkabilecektir.

Değerli milletvekilleri, Merkez Bankasının Sayıştayın denetim alanını düzenleyen 4’üncü madde yerine çeşitli hükümlerin yer aldığı 81’inci maddede düzenlenmesi de yanlış olmuştur. Yine teklifin 4’üncü maddesine “Savunma, güvenlik ve istihbarat hizmetlerine ilişkin devlet mallarının Sayıştayca yapılacak denetimine ilişkin esas ve usuller, Millî Savunma ve İçişleri Bakanlığı ile Başbakanlığın görüşleri alınarak Sayıştay Genel Kurulu tarafından hazırlanacak yönetmelikle belirlenir.” şeklinde bir hükmün konulmamış olması da önemli bir eksikliktir. Bu alandaki denetimin, kimilerini memnun etmek uğruna genel uygulamanın öngördüğü esas ve usullere bırakılması ülkemiz çıkarlarına uygun olmamıştır. 44’üncü maddedeki hüküm bu konuda hazırlanan raporların sonucunun açıklanmasına yönelik olup yeterli değildir.

Değerli milletvekilleri, teklifle ilgili olarak Komisyona bilgi sunan Sayıştay Başkanının kurumun resmî görüşü niteliğindeki Sayıştay Genel Kurulunun değişiklik önerilerini savunmak yerine teklifteki düzenlemeleri savunmuş olması, Genel Kurulun bilgisine sunulmaya değer görülmüştür. Komisyon görüşmeleri sırasında Sayıştay Denetçileri Derneğinin görüşlerine de itibar edilmemiştir. Bu durum, Sayıştay Başkanı ile birlikte hareket eden çekirdek bir kadronun önümüzdeki dönemde Sayıştayı siyasi talepler doğrultusunda yönetmek istediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu nedenle Başkan ve üyelerin seçimine ilişkin hükümler başta olmak üzere teklifin tümünün dikkatle değerlendirilmesine ihtiyaç vardır.

Değerli milletvekilleri, kesin hesap kanunu tasarısı ve ekinde yer alan belgelerle genel uygunluk bildirimi ve Sayıştay raporlarının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından etkin bir şekilde değerlendirilmesi için bir kesin hesap alt komisyonu kurulması önemlidir. Buna ilişkin İç Tüzük Değişiklik Teklifi 107 sıra sayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun gündemindedir. Bu teklifi görüşmek yerine, görüşülmekte olan kanun teklifine Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzük’ünde gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar geçerli olacak bir İç Tüzük hükmü yazılması uygun olmamıştır. Bu nedenle, söz konusu geçici 1’inci maddenin kanun teklifinden çıkarılması ve 107 sıra sayılı  İç Tüzük Değişiklik Teklifi’nin öne alınarak görüşülmesi yerinde olacaktır.

Değerli milletvekilleri, hesap verme sorumluluğu çerçevesinde, idarece belirlenen hedef ve göstergelerle ilgili olarak faaliyet sonuçlarının ölçülmesi ve değerlendirilmesi, performans ölçümü anlamına gelmektedir. Kamu kaynaklarının etkin, ekonomik ve verimli olarak kullanılıp kullanılmadığının incelenmesi ise performans denetimidir. Teklifte performans denetimi tanımı yapılırken bu iki tanım iç içe geçmiştir. Görüldüğü gibi, kavram kargaşası yaşanmıştır. Bu kavram karışıklığı sonucunda Sayıştayın on dört yıldır uluslararası standartlara uygun bir biçimde yaptığı performans denetiminden vazgeçilmekte ve bunun yerine performans ölçümü benimsenmektedir. Bu çerçevede teklifte yer alan, gerçekleştirilen performans denetimlerinin mali ve hukuki sorumluluk doğurmayacağı şeklindeki hükmü INTOSAI denetim standartlarına da aykırıdır.

Değerli milletvekilleri, teklifle performans denetiminin yanı sıra pek çok kavram üzerinde kafa karışıklığı yaşanmaktadır. Teklifin 2’nci maddesinde tarif edilen Sayıştay denetimi, düzenlilik denetimi ve performans denetimi kavramları 30’uncu maddede yeniden tanımlanmaktadır. Teklifin başka hiçbir maddesinde tekrarlanmayan mali denetim ve uygunluk denetiminin 2’nci maddede tarif edilmesi ise kanun tekniği açısından uygun değildir. Teklifte denetim literatüründe birbirinin yerine kullanılan mali denetim ve düzenlilik denetiminin ayrı ayrı tarif edilmiş olması da düşündürücüdür. Yine, INTOSAI denetim standartlarında devlet denetimi mali denetim ve performans denetimi şeklinde sınıflandırılmaktadır. Sayıştayın bugüne kadarki uygulamalarında da “mali denetim” ve “hesap denetimi” tabirlerinin kullanıldığını görüyoruz.

2’nci maddede 5018 sayılı Kanun’a atıf yapılarak tarif edilen kamu zararı da sorumluların Sayıştaya hesap vermelerinde kafa karışıklığına yol açabilecektir çünkü kamu zararı “Kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan, mevzuata aykırı karar, işlem ve eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıdır.” şeklinde tanımlanmıştır. Oysa Sayıştay denetiminde, sorumluların sorumluluklarına gitmek için kamu zararının bir ihmal, kusur ya da kasıt sonucu ortaya çıkmış olması gerekli değildir. Teklifte, adli soruşturma konusu olması gereken hususlarla Sayıştaya karşı hesap verme işinin birbirine karıştırıldığı anlaşılmaktadır.

Yukarıda açıklanan nedenlerle 2’nci maddede yapılan tanımlar, yargı tipi sayıştaylara ve INTOSAI denetim standartlarına uygun bir biçimde yeniden tanımlanmalıdır.

Değerli milletvekilleri, bizim de içinde yer aldığımız yargı tipi sayıştaylarda başkanlık bir karar organı olmayıp idari bir makamdır. Bu nedenle, 11’inci maddede Sayıştayın yargı ve karar organları arasında sayılması doğru olmamıştır. Bu maddede, Danıştay ve Yargıtaydaki örneklere paralel bir başkanlık kurulu ihdası düşünülmeliydi. Sayıştay Başkanının başkanlığında oluşacak bu kurulda daire başkanlarıyla denetim kurulu başkanı görev alabilirdi.

Teklifte yer alan “Rapor Değerlendirme Kurulu” ile “Denetim Planlama ve Koordinasyon Kurulu” yerine, Genel Kurulun üyeleri arasından seçeceği bir başkanın başkanlığında, birinci sınıfa ayrıldıktan sonra üç yılını doldurmuş 10 uzman denetçiden oluşacak bir denetim kurulunun öngörülmesi daha uygun olurdu.

Teklifte, yargı tipi bir örgütlenmeyi benimseyen Sayıştaya, ofis tipi sayıştaylarda olan bazı örgütlenmelerin de monte edilmeye çalışıldığını görüyoruz. İki başkan yardımcısının durumu buna örnektir. Oysa yargı tipi sayıştayların örgütlenmesine uygun olarak mevcut Genel Sekreterlik müessesesinin, yardımcılarının sayısı artırılarak korunması uygun olurdu.

Değerli milletvekilleri, Sayıştayın yönetici kadrosunda bulunanlardan başkan ve başkan yardımcılarının denetim raporları üzerinde söz sahibi olacak şekilde görevlendirilmeleri de Sayıştayın bağımsızlığı ile bağdaşmamaktadır. Sayıştay savcı ve başsavcılık görevlerine Maliye Bakanlığı veya Hazine Müsteşarlığında çalışanlar dışında kamunun her kesiminden atama yapılmasının öngörülmesi görevin niteliği ile uyumlu değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Öztürk.

HARUN ÖZTÜRK (Devamla) – Ayrıca, Sayıştay başsavcılığı görevine Sayıştay dışından atama yapılmasına imkân veren düzenleme de yerinde olmamıştır. Bu atamanın belli bir görev süresini tamamlamış Sayıştay savcıları arasından seçilmesi doğru olurdu.

Sayıştayın yürütmeye karşı bağımsızlığının ve tarafsızlığının korunabilmesi için üyelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi yerine Sayıştay Genel Kurulu tarafından seçilmesinin bir zorunluluk olduğunu düşünüyoruz. Bu yapılmadığı takdirde Plan ve Bütçe Komisyonunca Sayıştay başkan ve üyeliği için yapılan seçimlerin alt komisyon yerine komisyon tarafından yapılması sağlanmalı ve Genel Kurulda seçilmek için ise salt çoğunluk aranmalıdır. Başkanın bu göreve 1 defalığına ve yedi yıllığına seçilmesini de Sayıştay bağımsızlığı için bir zorunluluk olarak görmekteyiz. İki dönem seçilebilme arzusu bağımsızlığa zarar verecektir diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın Erkan Akçay. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 510 sıra sayılı Sayıştay Kanun Teklifi’nin birinci bölümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Muhterem heyetinizi grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Muhterem milletvekilleri, Anayasa’mızın 160’ıncı maddesine göre, Sayıştay, merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetleyen, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlayan, çok önemli anayasal bir kurumdur ve aynı zamanda, Parlamentonun bütçe hakkını etkili hâle getiren, daha doğrusu etkili hâle getirmesi gereken bir kurumdur. Sayıştay sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan bir kurum değildir, Sayıştayın ayrıca yargı yetkisi de bulunmaktadır. Sayıştay, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin hesap verme sorumluluğu çerçevesinde, yönetimin mali faaliyetlerini, mali karar ve işlemlerini kanunlara, kurumsal amaç, hedef ve planlara uygunluk yönünden de denetler; ayrıca kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli olarak kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesi, faaliyet sonuçlarının ölçülmesi ve performans bakımdan değerlendirilmesi yetkisine de sahiptir.

Değerli milletvekilleri, üzülerek ifade etmek isterim ki Sayıştay Kanunu, bu mevcut hâliyle –bu teklifteki hâliyle- etkili bir denetim yapamayacaktır, Sayıştay denetimi şeklî bir denetim olarak kalmaya mahkûm olacaktır.

Bir yüksek denetim kurulu olan Sayıştayın, yolsuzlukların önlenmesinde ve yolsuzlukla mücadelede aktif ve etkin bir görev üstlenmesi ve yolsuzlukla mücadelede kamu yönetimlerini desteklemesi gerektiğini düşünüyoruz. Sayıştayın hâlihazır mevcudiyetiyle yolsuzluğu kontrol altına almada ve önlemedeki fonksiyonu yetersizdir.

Sayıştay, harcamaların gerçekleştirilmesinde, kamu alımlarında ihtiyaçların belirlenmesi, planlanması, sözleşme yapılması, muhasebe ve ödeme aşamalarının ayrımının net bir şekilde yapılıp yapılmadığı, yolsuzluğa açık alanlarda, örneğin ihale, imar, ruhsat işlerinde istihdam edilen personelin çalışma şartları ve rotasyonu hususlarını denetleyebilmelidir. Yolsuzlukla mücadele için çıkarılması gereken yasalarla ilgili ya da mevcut yasaların yeterli düzeyde uygulanıp uygulanmadığı hususlarında veya yasal boşluklar nedeniyle kamunun uğradığı zarara dikkat çekmeli ve yolsuzlukla ilgili gerekli önlemlerin alınması için çağrıda bulunmalıdır.

Yolsuzluk tespiti, zor bir çalışmayı gerektirmektedir. Sayıştayın bu konuda dikkatli ve özenli bir şekilde yapılanması, bağımsızlığının yanı sıra kesin tarafsızlığı ve kesin objektifliği de esas alması gerekmektedir. Bir denetim kurumunun yolsuzlukla mücadeleyi esas alması kıldan ince, kılıçtan keskin, hassas bir konudur ancak zorunludur. Bir taraftan da vergisini ödeyen mükellefler, yani vatandaşlarımız Sayıştaydan ödediği vergilerin ve bunlardan yapılan harcamaların denetimini, bu denetimin sonuçlarının şeffaf bir biçimde kendisine açıklanmasını beklemektedir. Yolsuzluğa konu olan denetimlerde denetçilerin gerekli donanıma sahip olarak derinlemesine hazırlık yapması gerekmektedir. Denetim, ancak yolsuzluğun doğasına nüfuz edildiğinde, gerekli analiz yapıldığında, yolsuzluğa işaret eden koşullar teşhis edilebildiğinde ve kanıtların bulunması hâlinde başarılı olabilir. Yolsuzlukla mücadelede en iyi sonuç Sayıştay ile savcıların birlikte çalışması hâlinde elde edilebilecektir.

Değerli milletvekilleri, özetle, Sayıştay yolsuzluğun önlenmesi konusunda desteklenmeli ve güçlendirilmelidir. Ayrıca bazı kurumların Sayıştay denetiminden kaçırılmasına da mâni olunmalıdır -örneğin TOKİ gibi, özelleştirmeler gibi- Sayıştay denetimi ve merceği altında tutulmalıdır. Kara paranın aklanması konusunda da Sayıştayın dikkati teksif edilmelidir.

Değerli milletvekilleri, özelleştirme faaliyetleri ve özelleştirme satışları özellikle AKP hükûmetleri döneminde büyük bir yoğunluk kazanmıştır. Sekiz yılda toplam 46,5 milyar dolarlık özelleştirme satış geliri elde edilmiştir. Bu özelleştirmelerden elde edilen 46,5 milyar doların ne yapıldığı, nasıl ve nerelere harcandığı, istihdama ve işsizliğin çözümüne bir katkısının olup olmadığı, bu paraların yatırıma ve üretime dönüştürülüp dönüştürülmediği sorusu boşlukta kalmaktadır, yani cevabı verilememektedir. Bütün bu soruların cevabının Hükûmet tarafından verilmesi ve milletimizin aydınlatılması gerekmektedir. Özelleştirme gelirlerinin ne yapıldığı sorusu bir tarafa, konumuz itibarıyla önemli bir soru, özelleştirme faaliyetleri ve işlemleri Sayıştay tarafından denetlenebilmekte midir? Bu sorunun cevabı da maalesef olumsuzdur. Sayıştay, özelleştirme faaliyet ve işlemlerini denetlememektedir. Özelleştirme İdaresi, Sayıştayın denetim kapsamına dâhil bir kurumdur ancak Sayıştay sadece Özelleştirme İdaresinin merkezî yönetim bütçesini denetlemekte ancak özelleştirme işlem ve faaliyetlerini denetlememektedir. Oysa, şaibeli işlemler ve yolsuzluk iddiaları arşıâlâyı aşmış, sağır sultan duymuş ancak AKP Hükûmeti duymazdan, görmezden ve bilmezden gelmektedir. Özelleştirmeler üzerinde etkili bir Sayıştay denetimi olsa idi bu yolsuzlukların çoğunun yapılamayacağına inanıyoruz.

Değerli milletvekilleri, bir zamanlar, Manisa’da bir et ve tavuk kombinası vardı. Kentin içinde, Organize Sanayi Bölgesinde, altın değerinde 87 bin metrekare arazisi ve 3 bin metrekarelik soğuk hava depolarına sahipti. Kombinanın makine parkı yeni idi. AKP İktidarı, bu tesisi de kapatıp satmaya karar verdi ve satın alan firma sorun yaşamasın diye işçiler çıkarıldı. Kombinayı, arazisi, binaları, makineleri, depoları ve her şeyiyle MAY-ET isimli bir firma aldı. Toplam 1 milyon 260 bin dolar ödeyecekti üç yıl taksitle. Yapılan değerlendirmede, sadece tesisin makine parkının değerinin 2 milyon dolar olduğu belirlendi, Organize Sanayi Bölgesindeki arazisi hariç. Firma ayrıca, sözleşme gereği olarak bu tesise üç yıl içerisinde 2 milyon dolar yatırım yapacak, en az 50 kişiyi çalıştıracaktı. Firma bunların hiçbirini yapmadığı gibi, tesisi alır almaz bütün makine parkını ve her şeyi sökerek götürdü. Sonra, bu tesisi ve araziyi Klimasan isimli bir firmaya satıverdi. Hükûmetin kendisine sağladığı kolaylıklar nedeniyle kombinayı ilk taksit olarak peşin ödediği 523 bin dolara satın alan MAY-ET, bu satışla birlikte bir anda 2 milyon 800 bin dolar para kazanmış oldu. Çünkü, Özelleştirme Yüksek Kurulu, alıcı firmanın talebiyle, bir yıl sonra, 2005’te, 2005/70 sayılı kararıyla sözleşmeyi değiştirmişti. Kurul, satış ve devir işlemlerine izin verdi ve MAY-ET firması ceza ödemekten kurtarılmış oldu, büyük para kazandı, hem de bütün malları götürdü. Üstelik halka hizmet veren kombina kapandı, işçiler çıkarıldı. Şimdi herkes elini vicdanına koyup düşünsün: Devlet adına bir satış yapılıyor, sonra satışı yapan aynı Özelleştirme Yüksek Kurulu birdenbire sözleşmeyi değiştiriyor, cezaları kaldırıyor, böylece birilerinin durduk yerde büyük paralar kazanmasını sağlıyor. Bu nasıl bir özelleştirmedir? Bu işler torpilsiz, işin içine birtakım gayrimeşru ilişkiler ve partizanlık girmeden yapılır mı?

Manisa’da, yine, dört buçuk ayda 4 misli kâr ile 3 milyon 751 bin dolara özelleştirilen Sümerbank’ın arsasının sadece bir bölümü 13 milyon 750 bin dolara satıldı. Sümerbank’ın elli yıl önce kurduğu Pamuklu Mensucat AŞ, 13 Temmuz 2005’te Özelleştirme Yüksek Kurulunca 3 milyon 751 bin dolara kırk yedi ortaklı ortak girişim grubuna satıldı. Ortak girişim grubunun başında zamanın AKP’li Manisa Belediye Başkanı bulunuyordu. Şirketi alan grubun ilk icraatı Sümerbank’ın 90 dönümlük arsasının 55 dönümlük bölümünü alışveriş merkezi yapmak üzere Kipa Tesco şirketine 13 milyon 750 bin dolara satmak oldu. Böylece şirket, sadece arsanın bir bölümünü satarak yatırdığı paranın 4 katını dört buçuk ay sonra kazanmış oldu. Kaldı ki daha fabrikanın 35 dönümlük arsası duruyor. Böylece özelleştirme bir yağmaya dönüştü. Tabii fabrikanın satılan 1 trilyonluk hurdaları bu kârın içinde değil ve özellikle bu ortak girişim grubunun yöneticisi Özelleştirme İdaresi Başkanıyla yaptıkları anlaşmanın fabrikayı ekonomiye kazandırma amacı taşımadığını da açıkça belirtti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Akçay.

ERKAN AKÇAY (Devamla) –  Amaç özelleştirmek değil, âdeta halkın hakkını yağmalamak şekline dönüştü.

Yine, Tekel, 2003 yılında, yani Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin işbaşına geldiği yılın başına kadar dünyanın en büyük kuruluşlarından bir tanesiydi ve Türk devletinin resmî kurumlarının bulunmadığı yerlerde Tekelin tütün depoları vardı. Tekelin alkol birimi, 2004 yılında, iki yılı ödemesiz, yedi yıl vadeli olarak, alıcılar tarafından 230 milyon dolarlık kredi kullanılarak 290 milyon dolara Nurol-Özaltın-Limak-TÜTSAB konsorsiyumu tarafından satın alındı. Sadece iki yıl sonra, bu ortak girişim grubu tarafından kurulan MEY İçki’nin yüzde 90'ı 810 milyon dolara ABD’li özel yatırım şirketi Pacific Group'a satılmıştır. Tekelin alkol birimini kredi çekerek 292 milyon dolara satın alan bu konsorsiyum, başta Manisa’nın Alaşehir ilçesindeki, alkolün ham maddesi olan yaklaşık 141 milyon dolarlık suma stoklarıyla, verdiği paranın önemli bir kısmını karşılamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERKAN AKÇAY (Devamla) – Dolayısıyla, bu, özelleştirmeler konusunda Sayıştay denetiminin ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu düşüncelerle, muhterem heyetinize saygılarımı sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akçay.

FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) – Sayın Başkan, bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Poyraz.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

5.- Bilecik Milletvekili Fahrettin Poyraz’ın, Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, konuşmasına ilişkin açıklaması

FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) – Saygıdeğer Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; az önceki konuşmamda, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekili arkadaşımızın konuşmasında “AK Partinin, yapmaya çalıştığıyla, milleti kandırmaya çalıştığı.” biçiminde bir ifade kullandığını belirtmiştim. Daha sonra Akif Hamzaçebi Bey “Ben, bu şekilde değil, farklı bir şekilde kullandım.” diyerek itirazda bulundu. Hakikaten, baktım, buradaki ifadesinin “AKP’nin görünüşte demokrat tavırlarına milletimiz inanmasın. Niyet, bütün devleti adım adım ele geçirmektir.” biçiminde olduğu ortaya çıkmıştır. Buradaki maksat olarak her ne kadar benim konuşmamdaki ifadeleri hedefleyen bir cümle olsa da şekil bakımından kendisinin bu konuda haklı olduğunu teyit eden bir açıklama yapma zarureti doğmuştur. Bu anlamda, Genel Kurula bunu açıklama ihtiyacına binaen söz almış bulunuyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Evet, medeni bir üslup içerisindeki davranıştan dolayı hem Hamzaçebi’ye hem de Sayın Poyraz’a teşekkür ediyorum.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay Kanunu Teklifi ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (2/594) (S. Sayısı: 510) (Devam)

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Hakkâri Milletvekili Sayın Hamit Geylani, buyurun efendim.

BDP GRUBU ADINA HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 510 sıra sayılı Yasa Teklifi’nin birinci bölümü üzerinde partim adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, konuşmama başlamadan önce AKP Sayın Sözcüsünün teklifin tümü üzerinde yaptığı konuşma sırasında yadırgama ve bölücü gereksiz sözlerine izin verirseniz bir iki vurgu yapmak istiyorum.

Meclisin tüm tutanaklarını inceleyin, yadırganacak hiçbir konuşmamın olmadığını göreceksiniz. Konuşmalarımın her sözcüğünün etik siyasetin ve çağcıl hukuk normlarının ibiğinden süzüldüğünü düşünüyorum. Birileri neden Kürt sözcüğünden, neden Kürt varlığından, dağından taşından, özce gerçeğinden ve coğrafyasından korkuyor? Otuz yıldır yaşanan sonuçların temel nedeni bu korkular değil mi? Peki, bu korku zincirini ne zaman parçalayacağız? Bu kavramlar benim yarattığım, benim yaşamın gündemine getirdiğim kavramlar değildir. Bu kavramlar yüzyıllardır vardır, Osmanlı Döneminde vardır, Atatürk döneminde vardır. Peki, AKP dönemi bu gerçeği ters yüz edebilir mi? Sayın Sözcü, Zap Suyu mecrasında akıyor ve kimsenin onu ters çevirmeye hakkı da yoktur, gücü de yoktur.

Değerli arkadaşlar, şimdi asıl bu ülkede yaşanan ve yadırganacak konulara bakalım: Türkiye’de kamu mali denetiminin gerçek anlamda uygulanmaması nedeniyle ne yazık ki yolsuzluklar almış başını gitmiştir. Yolsuzluk, son yıllarda dünyanın ve ne yazık ki en çok da ülkemizin gündemini işgal eden ve en önemli konulardan biridir. Yolsuzluğu, demokratik sistemleri tehdit eden, gelir dağılımını bozan, hatta ekonomik düzeni kökünden sarsan bir olgu olarak kabul etmek gerekir.

Avrupa Konseyinde ve Birleşmiş Milletlerde yolsuzlukla ilgili yapılan çalışmalarda bu kriminolojik ve sosyolojik olay basit bir rüşvet veya başkaca bir haksız menfaat temin etmenin çok ama çok ötesinde ekonomik düzeni temelden sarsan bir gerçeklik olarak değerlendirilmektedir. Bugün itibarıyla ülkemizde yolsuzluğun etkileri tahrip edici boyutlara ulaşmıştır. Yolsuzluk, demokrasinin temellerini sarsmakta ve siyasete olan güveni temelden tahrip etmektedir. Yıkıcı etkileri ve negatif sonuçları olan yolsuzluğa karşı yürütülecek mücadelenin de toplumsal, uzun süreli olması gerekmektedir.

Yolsuzlukla mücadelede sadece ceza hukuku araçlarıyla başarıya ulaşılması da olanaklı değildir. Bu alandaki mücadelede devletin işleyişindeki şeffaflık büyük önem arz etmekte, cezai tedbirlerin yanında özel hukuk ve idare hukuku alanında da bazı önlemlerin alınması gerekmektedir. Ayrıca bu mücadeleyi yürütecek personele özel eğitim verilmesi ve kamuoyunun sivil toplum kuruluşları kanalıyla yolsuzluk konusunda aydınlatılması da önem taşımaktadır.

Bugün için yolsuzlukla mücadele konusu tek başına hiçbir kuruma veya kuruluşa bırakılmayacak kadar önem arz etmektedir. Sayıştay, tek başına yolsuzlukla mücadele edecek bir kurum değildir ancak Sayıştayı daha etkin bir denetim organı yapabilmek ise bu Parlamentonun sorumluluğudur ama ne yazık ki bu Parlamento da çoğu konuda olduğu gibi bu konuda da görevini, yükümlülüğünü, sorumluluğunu yerine getirmemektedir.

Değerli milletvekilleri, ne yazık ki ülkemizde yolsuzluk devletin en tepesinde başlamakta ve en alt görevdeki bir memuruna kadar uzanmaktadır. Ordudan başlayarak siyasiler, belediyeler, bankalar, gümrük kapıları, ihale birimleri, kısacası bütün kamu kurum ve kuruluşları bir şekilde yolsuzlukla günümüzde gündeme gelmektedirler. Geçmiş yıllarda yolsuzlukla ilgili gündeme gelen çok sayıda operasyonlar oldu ama sistemin yapısından kaynaklı kültür gereği yolsuzluklar hâlâ devam etmekte.

AKP hükûmetleri döneminde de çok sayıda yolsuzluk dosyası gündeme gelmiştir. Sayın Başbakan -tırnak içinde- yolsuzluklara “damardan girdiklerini” ifade ediyor. Peki, bugüne kadar yolsuzluklara bulaşmış AKP belediyeleri hakkında herhangi bir işlem yapılmış mı, herhangi pozitif bir sonuç alınmış mıdır? Yolsuzluk dosyalarının hiçbiri gerçek anlamda yargı önüne çıkartılmamış ya da siyasi baskılar nedeniyle sonuçlandırılmamıştır. Kaldı ki bu yolsuzluk dosyaları buz dağının görünen kısmıdır. Devletin yüksek kurum ve kuruluşlarında açığa çıkmamış daha binlerce yolsuzluğun olduğu herkesçe bilinmektedir.

Bakınız, Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubunun Türkiye ile ilgili değerlendirme raporunda da önemli tespitler yer alıyor. Aslında bu tespitler bir bütün olarak Türkiye’deki kamuoyunu da yaralıyor. Yolsuzluğun Türkiye’de en önemli sorun olduğuna dikkat çekilen raporda, yolsuzlukların daha çok özelleştirme ve kamu alımlarında görüldüğü, üst düzey siyasilerle ilgili yolsuzluk skandallarının ortaya çıktığı vurgulanıyor. Kamu görevlilerinin yargılanmasının amir iznine bağlı olmasının da doğru olmadığını belirtiyor. Gerçekten de doğru değil.

Değerli milletvekilleri, trilyonlarca liralık yolsuzlukları yapanlar bugüne kadar hep korunmuşlardır. Bugün, hâlâ, hortumlanan bankaların faturasını yoksul halk ödemektedir.

Hortumcular, dolandırıcılar, ihaleye fesat karıştıranlar, devleti milyonlarca zarara sokanlar, vergi kaçakçıları, hayalî ihracatçılar, haksız kazanç sağlayanlar ciddi bir şekilde hiçbir cezai müeyyideye çarptırılmamakta ve bazı odaklar tarafından da himaye edilmektedirler.

Salt düşüncelerini ama salt düşüncelerini açıklamalarından ötürü geçmişte ve hâlen de binlerce kişi, yüzlerce yıla cezalandırılıp veya ceza istemiyle cezaevlerinde yatmaktadırlar. Bu alandaki demokratik düşünce sahipleri de kuşkusuz Barış ve Demokrasi Partisinin yöneticileri, seçilmişleri, belediye başkanları, emekçileri ve mağdurlarıdır.

Sayın milletvekilleri, temiz, dürüst bir siyaset ve yönetim için, her şeyden önce devlete ait işlemlerin mümkün olduğu kadar şeffaf ve halka açık olması gerekir. Bunun için de en başta yeni, demokratik ve özgürlükçü bir anayasayla birlikte getirilecek düzenlemeler önem kazanacaktır. Yeni referandumdan çıkmış yamalı bohça ile siyasa değişiklikleriyle, Türkiye’nin bu devasa sorunlarının ve halkı derinden üzen, yaralayan yolsuzlukların önüne geçilemeyeceğini tekrar vurgulamak istiyorum.

Milletvekilliği dokunulmazlığının yeniden düzenlenerek, demokrasi standartlarına uygun düşen kısıtlamaların getirilmesinin de kaçınılmaz olduğunu düşünüyoruz. Yasama sorumsuzluğu dışında kalan konularda dokunulmazlıkların siyasi etik çerçevesinde yeniden düzenlenmesi gerekir. Bunu söyleyen çok konuşmacı, çok parti sözcüsü var ama söylemde kalıyor. Söylemle pratik doğru bir temelde Türkiye’de hiç birbirleriyle uyuşmuyor ve çakışmıyor ne yazık ki. Ayrıca, siyasetçilerin mal varlıklarının kontrolü için de yeni bir denetim mekanizmasının da gerekli olduğu bir gereksinim. Yolsuzlukların üzerine gidilebilmesi için ayrıca hâkim ve savcı bağımsızlığıyla yansızlığının tam sağlanması gerekiyor. Oysaki yargının en tepeden en alt kısma kadar siyasileştiği ve bu konuda herkesin müşteki olduğu bir gerçektir ama gerçek tüm çıplaklığıyla gene ortada.

Bugüne kadar yolsuzluk dosyalarının bir türlü sonuçlandırılmaması...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Geylani, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun efendim.

HAMİT GEYLANİ (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.

...ve birçok yolsuzluk olayının yargıya taşınmamasının nedeni bağımsız ve güçlü bir yargı sisteminin olmamasından ve siyasi müdahalelerden kaynaklanmaktadır.

Konuşmama son verirken yolsuzluklardan arınmış, dürüst bir yönetim ve gerçek anlamda demokratik bir ülke olma dileğiyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN -  Teşekkür ediyorum.

Evet bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şahıslar adına söz talebi yoktur.

Soru-cevap işlemi için de söz talebi yoktur.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 18.57

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 19.01

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Gülşen ORHAN (Van)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

510 sıra sayılı Teklif’in görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükümet yok.

Teklifin görüşülmesi ertelenmiştir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 4’üncü sırada yer alan, Kamu Hastane Birlikleri Pilot Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

4.- Kamu Hastane Birlikleri Pilot Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporları (1/439) (S. Sayısı: 493)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Bundan sonra da komisyonların bulunmayacağı dikkate alınarak, çalışma süremizin tamamlanmasına az bir süre kaldığından ve gruplar arasında mutabakat olduğu dikkatiyle, sözlü soru önergeleriyle, alınan karar gereğince kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 19 Ekim 2010 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Sizlere hayırlı akşamlar ve hayırlı hafta sonları diliyorum, bizleri izleyen vatandaşlarımıza da hayırlı akşamlar diliyorum.

 

Kapanma Saati: 19.03